text
stringlengths
3
198k
metadata
dict
Josef Stalin (asıl adı "Yosif Visaryonoviç Cuğaşvili") (18 Aralık 1878 - 5 Mart 1953), Gürcü asıllı Sovyet devlet adamı ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri (1922-1953). Sovyetler Birliği'ni 1924'ten 1953'te ölümüne kadar proleter diktatörlük rejimi ile yönetti. Sovyetler Birliği'ni endüstriyel ve askerî bir süper güce dönüştürmüştür. Bunu gerçekleştirirken totaliter politikalar uygulamış ve milyonlarca Sovyet vatandaşı Stalin rejimi altında hayatını kaybetmiştir. Stalin döneminde; 3 ila 20 milyon arasında insan çalışma kampları, zorunlu kolektivizasyon, kıtlık, savaşlar ve yargısız infazlardan dolayı ölmüştür. Aynı zamanda Stalin, 2. Dünya Savaşı'nda Müttefik Devletler Blok'unun Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zaferin baş mimarı kabul edilmektedir. Josef Stalin; Vladimir Lenin'in ölümünden sonra Komünist Parti Genel Sekreteri olarak nüfuzunu artırdı ve 1927 yılında Sovyetler Birliği'nin lideri konumuna geldi. Sovyetler Birliği'ni kolektif bir liderliğin parçası olarak yönetmesine rağmen, yönetim kadroları arasındaki nüfuzu ve komünist rejimin dışarıdan algılanışı diktatör olarak gözükmesine sebebiyet verdi. İdeolojik olarak Marksizmin Leninist yorumuna adanmış bir komünist olan Stalin bu fikirleri Marksizm-Leninizm olarak resmîleştirirken, kendi politika ve uygulamaları Stalinizm olarak tanımlanmaya çalışılsa da Stalin bizzat bu tanımlamaya karşı çıkmıştır. Stalin hükûmeti Komünist Enternasyonal aracılığıyla Marksizm-Leninizm'i yurtdışına taşıdı ve 1930'larda, özellikle İspanya İç Savaşı'nda Avrupa'da anti-faşist hareketleri destekledi. 1939'da Nazi Almanyası ile Sovyetlerin Polonya'yı işgal etmesi ile sonuçlanan bir saldırmazlık paktı imzaladı. Nazi Almanyası, anlaşmayı 1941'de Sovyetler Birliği'ni işgal ederek sona erdirdi. İlk gerilemelere rağmen, Sovyet Kızıl Ordusu Nazi saldırısını püskürttü ve 1945'te Berlin'i ele geçirerek Avrupa'da II. Dünya Savaşı sona erdi. Daha sonraki süreçte Sovyetler, II. Dünya Savaşı esnasında işgal ettikleri Baltık ülkelerinde yeni sosyalist devletler ilan etti ve Orta ve Doğu Avrupa, Çin ve Kuzey Kore'de Sovyet yanlısı hükûmetler kurulmasına yardımcı oldu. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri savaştan küresel süper güçler olarak çıkarken; Stalin, ülkesini savaş sonrası yeniden yapılanma yoluyla yönetti ve 1949'da nükleer bir silah geliştirdi. Bu yıllarda, ülke başka bir büyük kıtlık ve ülkede görev yapan Yahudi doktorlara yönelik başlatılan anti-semitik bir kampanya yaşadı. Stalin'in 1953'teki ölümünden sonra, yerine gelen Nikita Kruşçev, Stalin'in politika ve uygulamalarına karşı çıktı ve Sovyet toplumunda destalinizasyonu başlattı. 20. yüzyılın en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilen Stalin, onu işçi sınıfının ve sosyalizmin bir şampiyonu olarak kabul eden uluslararası Marksist-Leninist hareket içinde, yaygın bir kişilik kültünün oluşmasına yol açtı. Ekim Devrimi'ni planlayan ve başarıya ulaştıran liderler arasında yer alan, Rus İç Savaşı'nda cephe komutanlığı yapan ve II. Dünya Savaşı'nda muzaffer olan Kızıl Ordu'nun başkomutanı Stalin özellikle 1930'lu yıllarda Sovyet ekonomisindeki büyük kalkınma ve II. Dünya Savaşı'ndaki zaferden dolayı Rusya ve Gürcistan'da popülerliğini korudu. Rusya'da yapılan bir ankette 20. yüzyılın en başarılı üçüncü lideri seçildi. Tarihin akışına etki eden önemli rolü dolayısıyla pek çok tarihçi ve yazarın üzerine araştırmalar yaptığı Stalin, bu özelliği ile hakkında en fazla eser ortaya konulan siyasetçilerden birisi oldu. Fakat, Stalin'in totaliter hükûmeti geniş bir kesim tarafından kitlesel baskılar uygulamak, etnik temizlik, sürgünler, yüz binlerce infaz uygulamak ve milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan kıtlıklara sebep olmak ve yönetmekle suçlandı. Aralık 1965 tarihli gizli bir Sovyet içişleri bakanlığı raporuna göre, 1940-1953 arasında 46.000 kişi Moldova'dan, 61.000 Belarus'tan, 571.000 Ukrayna'dan, 119.000 Litvanya'dan, 53.000 Letonya'dan ve 33.000 kişi ise Estonya'dan sürgün edildi. İlk yılları. Yosif Cuğaşvili olarak 18 Aralık 1878'de Gori'de dünyaya geldi. 7 yaşında çiçek hastalığına yakalandı ve bu hastalık yüzünde kalıcı izler bıraktı. 10 yaşında Gürcü çocukların Rusça eğitim aldığı rahip okuluna devam etti. 12 yaşına geldiğinde geçirdiği iki at arabası kazası sonucu sol kolu sakatlandı ve hayatı boyunca tam iyileşmedi. 16 yaşında Gürcü Ortodoks Rahip Okuluna gitmeye hak kazansa da, burada otoriteye karşı başkaldırıp huzursuzluk çıkardığı için 1899 yılında okuldan atıldı. Bu dönemde, Lenin'in eserlerini okudu ve Marksist bir devrimci olmaya karar verdi. Tiflis'teki RSDİP örgütüne katıldı ve 1901 yılında Tiflis'te Çarlık askerleri tarafından bastırılan 1 Mayıs gösterilerini örgütledi. Buradan Batum'a geçti ve petrol işçilerinin örgütlenmesinde görev aldı. Mart 1902'de petrol işçilerinin greve gitmesinde etkili oldu. 1903 yılında Bolşeviklere katıldı. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi 2. Kongresi'nde kararlı ve devrimciliğe destek veren tavrıyla Lenin'in dikkatini çekti. Böylece RSDİP'in ve Bolşeviklerin Kafkas bölge temsilcisi konumuna geldi. Ohranka tarafından sürekli izlense de profesyonel devrimci olarak illegal parti faaliyetlerini aksatmadan yürüttü. Kafkaslar'da özellikle propaganda, grev örgütleme, banka soygunu gibi alanlarda faaliyet gösterdi. 1905 ve sonrası. Yosif Visaryonoviç Cuğaşvili 1905 Devrimi sırasında Tiflis'te bulunmaktaydı. Aralık ayında önce Sankt-Peterburg'da yapılması planlanan ancak sonradan Finlandiya'ya alınan Bolşevik Konferansına delege seçildi ve 24 Aralık 1905 günü Tampere'de yapılan toplantıya katıldı. Tiflis'e döndüğünde Çarlık askerlerinin ve Karayüzlerin devrimi bastırdığını ve katliamlara başladığını gördü. Tiflis'i kana bulayan Çarlık Ordusu komutanı General Fyodor Griyazanov'a düzenlenen başarılı suikast saldırısında yer aldı. 1906 yılı Nisan ayında Stockholm'de yapılan 4. Kongreye katıldı. Burada sonradan birlikte çalışacağı Kliment Voroşilov, Feliks Dzerjinski, Grigori Zinovyev, Aleksey İvanoviç Rikov ile tanıştı ve eski dostları Mihail Kalinin ve Stepan Şaumyan ile yeniden buluştu. 15-16 Temmuz 1906 akşamı Yekaterina Svanidze ile evlendi. Bu evlilikten ilk oğlu Yakov dünyaya geldi. Bolşevik Parti banka soygunlarını yasakladığı için geçici bir süre partiden resmen istifa etti ve bir banka soygunu düzenleyerek Bakü'ye kaçtı. Bakü'de yeraltı faaliyetlerini sürdüren Stalin, Çarlık taraftarlarına karşı örgütlenmeyi hızlandırdı. 27 Nisan (10 Mayıs) 1907 günü Stepan Şaumyan ile birlikte Birleşik Krallık'a geçerek 5. Kongreye gözlemci delege olarak katıldı. Bu dönemde tifo hastalığına yakalanan eşi "Kato" 22 Kasım 1907 günü Bakü'de öldü. Eşinin çok genç yaşta ölümü Stalin'i çok derinden etkiledi. Stalin, Bakü'de bulunduğu dönemde Müslüman işçiler arasında örgütlenme faaliyeti gösterdi. Parti içindeki işçiler tarafından sevilmekteyse de partili aydınlar tarafından kaba davranışları ve sertlik yanlısı politikaları beğenilmedi. Bakü'de Çarlık yanlısı Karayüzler örgütü ile mücadele etti ve Bolşevikler için petrol madeni sahibi zenginlerden zorla para topladı. Bu yıllarda Kafkasya'daki parti tabanında Lenin'den sonra en etkili kişi olduğu belirtilir. Kafkaslardan sonra ilk kez 1911 yılında Bolşeviklerin büyük örgütlerinin bulunduğu Moskova veya St. Petersburg'a gitmek istediğini belirtti. Bunun üzerine 1911 Eylül ayında Sankt-Petersburg örgütüne katıldı. Ocak 1912'de yapılan ve Bolşeviklerin ayrı bir parti olduklarını açıkladıkları ilk toplantı olan Prag Parti Konferansına delege olmasına rağmen katılamasa da ilk kez Merkez Komitesine seçildi. Bu dönemde yine Merkez Komitesinde bulunan ve aynı zamanda Bolşevik Duma vekili olan Ohranka (Kamu Güvenliğinin ve Düzeninin Korunması Departmanı) ajanı Roman Malinovski sayesinde Çarlık rejimi tüm Bolşevik liderleri yakalamayı başardı. Nisan 1912'de Sankt-Petersburg'da Pravda'nın yayınlanmasında görev aldı. Artık yazılarında ve parti içinde Rusça çelik adam anlamına gelen Stalin mahlasını kullanmaya başladı. Temmuz ayında yakalansa da sürgün edildiği Sibirya'daki Narym kasabasından kısa sürede firar etmeyi başardı. Bu dönemde Bolşevikler ile Menşevikler arasında birlik sağlanmasını savundu ve Lenin tarafından Polonya sınırları içinde bulunan Kraków'a çağrıldı. Lenin kesinlikle Bolşeviklerin ayrı bir siyasi hatta kalmasını savunuyordu ve Rusya'da bulunan Merkez Komitesi üyelerinden Stalin'i bu görüşe ikna etmeye çalıştı. Stalin Kraków'da bulunduğu bu dönemde Viyana'daki Bolşeviklerin yanına gitti. Burada Mart 1913'te yayınlanacak ünlü eseri "Marksizm ve Ulusal Sorun (Rusça: Марксизм и национальный вопрос)"u yazdı. Şubat 1913'te Sankt-Petersburg'a döndü. Malinovski tarafından burada tuzağa düşürüldü ve 4 yıl sürecek son sürgünü olan Kuzey Kutup dairesindeki çok soğuk bir yer olan Turhansk bölgesi küçük Kureika köyüne gönderildi. 1916 yılının Aralık ayında I. Dünya Savaşından zor durumdaki Çarlık rejimi tarafından orduya alınmak üzere diğer siyasi sürgünlerle beraber çağrıldı. Şubat 1917'de Yenisey Nehri kıyısındaki Krasnoyarsk'a ulaştı, ancak çocukluğundan beri sakat olan sol kolu nedeniyle askere alınmadı. Şubat Devrimi'nin patlak vermesiyle beraber özgür kaldı ve 12 Mart günü Sankt-Petersburg'a geldi. Ekim Devrimi ve kuruluş. 1917 Şubat Devriminin ardından sürgünde beraber bulunduğu Lev Kamenev, Matvei Muranov ile birlikte Petrograd'a döndü. Bu dönemde Bolşevikler Şubat Devrimi'ne hazırlıksız yakalanmışlardı. Lenin dahil olmak üzere önde gelen tüm liderler Batı Avrupa ülkelerinde veya yurt içinde sürgündeydi. İkincil derecedeki önderlerden Vyaçeslav Molotov ve Aleksandr Şlyapnikov yönetimi ele aldı. Bolşevik yayın organı Pravda'da Geçici Hükümeti şiddetle eleştiriyordu. Stalin, Kamenev ve Muranov şehre gelir gelmez Pravda'nın başına geçti ve Geçici Hükûmete karşı ılımlı bir siyaset sergilemeye başladı. Ayrıca Menşeviklerle birlik yapılmasını önerdi. Sürgünde bulunduğu İsviçre'den durumu izleyen Lenin bu siyasi hatta karşı çıkmakta ama duruma müdahale edememekteydi. Ülkeye acilen dönmek isteyen ancak sürmekte olan savaş yüzünden İsviçre'den dışarı çıkamayan Lenin İsviçreli komünist Fritz Platten'in aracılığıyla Alman İmparatorluğu ile görüşmelere başladı. Sonunda anlaşma sağlandı ve Mühürlü Tren olarak adlandırılan yolculukla Lenin ve diğer Rus sürgünler Nisan ayı başında Petrograd'a geldiler. Lenin gelir gelmez Pravda'nın hükûmet yanlısı politikasını şiddetle reddetti ve Nisan Tezleri olarak bilinen kararlarını ilan etti. Buna göre parti Geçici Hükûmete kesinlikle destek vermeyecek, tersine tüm iktidarın Sovyetlere verilmesi için örgütlenecekti. Temmuz Günleri olarak bilinen tabandaki işçi ve asker ayaklanmasından sonra geçici hükûmet Bolşevikler üzerinde kovuşturma başlattı. Stalin bu dönemde toplanan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi 6. Kongresinde Lenin'in Geçici Hükûmet tarafından aranması üzerine teklif edilen ve Lenin'in teslim olmasını içeren görüşlere şiddetle karşı çıktı. Kovuşturmaya uğrayan Bolşeviklerin toparlanmasını ve Lenin'in gizli bir şekilde saklanmasını sağladı. Bu dönemde Lenin Finlandiya'da yeraltında olduğundan Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Kornilov Olayının bastırılmasından sonra popülerliği olağanüstü derecede artan Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı aldı. Petrograd'da toplanmakta olan 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi'nde iktidar Lenin önderliğindeki Bolşeviklere bırakıldı. Bolşeviklerin ve müttefikleri Sol SR'ların çoğunlukta olduğu kongre Lenin'in başkanlığındaki ilk Sovyet hükûmeti olan Sovnarkomu onayladı. Gürcü asıllı olan Stalin de bu kabinede Milliyetler Halk Komiseri olarak görev aldı. İktidar. Stalin 1922 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri seçildi. Merkez Komite toplantısında alınan bu karar Stalin'in iktidara yürümesinde önemli bir etken oldu. Stalin'in iktidarı ile birlikte Sovyetler Birliği'nin en yüksek yönetim merci oldu. 1922 yılında Beyaz Terör'ü kesin olarak yenilgiye uğratan ve monarşi taraftarlarını ülkeden kovan Bolşevikler devletin federal yapısı konusunda tartışmaya başladılar. Milliyetler Halk Komiseri olan Stalin diğer cumhuriyetlerin Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde özerk nitelikte teşkilatlanmaları gerektiğini savundu. Lenin buna şiddetle karşı çıkarak tüm cumhuriyetlerin eşit statüde, egemenlik haklarının korunduğu birleşik bir federasyon planı hazırladı. Gürcistan Komünist Partisi'nin özerk hareket etme talepleri Gürcü asıllı olmasına karşın Stalin'in sert müdahalesine sebep oldu. Lenin bu olay üzerine Stalin'in genel sekreterlikten uzaklaştırılmasını önerdi. Ancak Stalin'in önerisiyle Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri Gürcistan'da özerk cumhuriyetler olma hakkını kazandı. Lenin'in 21 Ocak 1924'teki erken ölümünden sonra kolektif bir yönetim idareyi devraldı. Birlik ve beraberlik yönünde verilen onca demeç partideki rekabeti gizlemeye yetmedi. Troçki'nin uzlaşmaz tavırlarına karşın Zinovyev ve Kamenev de Stalin ile ittifak kurdu. Bu ittifak Troçki'yi sürgün etmeyi başardı. 1927'de Stalin'in mutlak iktidarına geçilirken ekonomik alanda da I. Beş Yıllık Plan kabul edildi. Sanayi ve tarım alanında ayrı ayrı belirlenen planın normları hızlı bir kalkınmayı hedef alıyordu. Lenin'in enerjiyi kalkınmanın temeli olarak kabul ettiği komünizm Sovyet iktidarı ve elektirifikasyonla sağlanır sözüne dayanarak enerji yatırımlarına ağırlık verildi. Ülkenin her yerinde hidroelektrik santralleri kuruldu. Sanayide ağır sanayi üretimine öncelik verildi. Tarımsal alanda ise kolektivizasyona geçilerek topraklar sovhoz ve kolhoz olarak iki kısma ayrıldı. 210 bin kolhoz çiftliği ve 6 bin tarım istasyonu kuruldu. Bu istasyonlarda 500 bin kadar traktör mevcut hale getirildi. Kolektif üretim tarımsal üretimi artırmakla birlikte eski toprak aristokratlarının kolektivizasyona katılmayı reddederek sabotaj ve yağma faaliyetlerine başlamaları bazı bölgelerde verimi düşürdü. Özellikle Batı Ukrayna'da kolektif çiftlikler yağmalanarak tarlalar ve istasyonlar ateşe verildi. Bu durum bölgede kıtlığa yol açarken Stalin'in sert tedbirler almasına sebep oldu. Yağma ve talan hareketlerine girişenler çalışma kamplarına gönderildi. Böylece Birinci Beş Yıllık Planın hedeflerine dört yıl üç ay gibi bir sürede ulaşıldı. 1933'te başlatılan İkinci Beş Yıllık Plan döneminde SSCB'de 4500 fabrika ve enerji tesisi yapılarak hizmete açıldı. Üçüncü Beş Yıllık Planın 1938-1941 arasındaki döneminde 3000'e yakın sanayi tesisi kuruldu. Böylece II. Dünya Savaşı öncesi planlı dönemde 9000 dolayında büyük ölçekli sanayi tesisi açılmış oldu. 1940 yılı sonunda SSCB ağır sanayi üretimi 1913'tekinin 12 katına ulaştı. Siyasi mücadeleler ve tasfiye hareketleri. Stalin yönetimi, Sovyetler Birliği'nde 1936-1938 yılları arasında tarihe Büyük Tasfiye adıyla geçecek bir baskı kampanyası yürütür. Bu kampanya sonucunda birçok Komünist Parti ve devlet görevlileri tasfiye edilmiş, geniş çapta polis ve istihbarat araştırmalarında bulunulmuş, keyfi tutuklama ve infazlar uygulanmıştır. Rus tarihindeki en yoğun tasfiye hareketi olarak anılır. Bu infaz ve tasfiyeleri pratiğe dökmede dönemin NKVD başkanı Nikolay Yejov ön plana çıkar. Büyük Tasfiye neticesinde 600.000 ila 1.2 milyon kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Bilhassa Sağ Muhalefet ve Sol Muhalefet baskılanmış, her iki muhalefet mensuplarının birçoğu yargılanıp idama mahkûm edilmiştir. 1941-45 “Büyük Yurtseverlik Savaşı”. II. Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükûmet başkanlığı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü. 1939'da Adolf Hitler'in Nazi Almanyası'yla Molotov-Ribbentrop Paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşmasını imzaladı. Bu sayede Nazi ordularına karşı savaş hazırlığı yapmak için vakit kazanmış oldu. Bu anlaşma müzakereleri sırasında, Stalin, Hitler'den, Polonya'nın doğusunun, -ki bu topraklar Rus Devrimi sırasında, devrimi doğduğu gün boğmak isteyen Polonya hükûmeti tarafından işgal edilmişti- Finlandiya'nın güneyinin, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın Nazi ordularının güzergahları dışında bırakılmasında diretti ve bu bölgelerin Sovyet nüfuz alanında olduğunu belirtti. Bu sayede diplomatik bir manevrayla Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar Nazilerin -eğer yapmış oldukları anlaşmayı ihlal etmeselerdi- asla yaramayacağı tampon bölgeler oluşturdu. Bu büyük bir diplomatik başarıydı. Savaş sırasında Stalin'in Türkiye'den de toprak talepleri olduğu iddiası savaşın çeşitli taraflarınca Türk-Sovyet ilişkilerini germek amacıyla pek çok kereler farklı amaçlarla dillendirildi. Bu propagandanın savaş sonrası dönemde ABD'nin Türkiye'deki nüfuzunu artırmasında ve Türkiye'nin NATO'ya üye yapılmasındaki etkisi büyüktür. Bu tartışmalı tarihsel dönemle ilgili olarak, Stalin'e düşman veya Stalin'den yana olan her iki tarafın da farklı tezleri vardır. Stalin karşıtlarının tezlerine göre, Hitler'le aralarındaki açıklanmayan gizli protokole bağlı olarak Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Polonya'nın Nazi Almanyası veya Sovyetler tarafından işgalinin yolu açılmıştır. Stalin'in doğru yaptığını savunanlara göre ise, 1937'deki Münih görüşmelerinde açıkça ortaya çıktığı gibi, İngiliz ve Fransız devletleri ve dolaylı olarak da Amerikalılar, Nazi Almanyası'nı kışkırtıyorlardı ve onların Sovyetler Birliği'ne saldırısının önünü açmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla Avusturya'nın Almanya'ya katılmasına (Anschluss) ve Çekoslovakya'nın işgaline göz yummuş ve onaylamışlardı. Ne var ki, özellikle Çekoslovakya'nın işgalinden sonra Sovyetler Birliği'nin Büyük Britanya ve Fransa ile ilişki kurma çabalarına rağmen bu iki ülke Nazi tehdidini birlikte ortadan kaldırma girişimini reddetti. Böylece Sovyetler Birliği, kendi sınırlarını güvence altına almak için bu protokolü imzaladı. Stalin'in amaçlarına göre, Polonya ve Baltık ülkelerinde oluşturulacak tampon bölgeler, Nazilerin Sovyetler Birliği'ne ulaşmasını engelleyecekti. Böylece 1939 yılında Nazi işgalinden sonra Sovyetler Polonya'nın kalan yarısını işgal edip Estonya, Litvanya ve Letonya'yı sınırlarına kattı. Sovyetler'in kuzeyindeki saatli bomba niteliği taşıyan Finlandiya'ya saldırdı ve büyük kayıplar vermesine rağmen Mart 1940'ta Kış Savaşı olarak bilinen bu savaşı da kazandı. Polonya'nın Kızıl Ordu tarafından işgal edilen bölgelerinden Katyn ormanlarında yaklaşık 22.000 silahsız savaş esiri Polonyalı subay, Stalin'in emriyle katledilmiştir. Barbarossa Harekatı. 22 Haziran 1941'de Nazi Almanyası Barbarossa Harekatı adını verdiği saldırıyla Sovyet topraklarına girdi. Sovyet generallerin Hitler'in Saldırmazlık Paktı'na güvenmemesi konusundaki uyarılarına rağmen yeterli hazırlığı yapmayan Stalin bu ani saldırı karşısında şok yaşadı. Naziler kısa sürede Leningrad ve Moskova önlerine ulaştı. Leningrad şehri ablukaya alındı. Ancak Moskova'da güçlü bir savunma hattı oluşturan Sovyetler Mihver kuvvetlerinin şehre 100 km'den fazla yaklaşmasını önledi. Stalin 7 Kasım 1941'de Ekim Devrimi'nin 24.yıldönümünde Kızıl Meydan'da büyük bir geçit töreni düzenleyerek cepheye gidecek Kızıl Ordu askerlerine anavatan savunması konusunda kutsal mücadele çağrısı yaptı. Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldırması üzerine Stalin bu sefer Müttefikler'in yanında yer aldı. Müttefikler ise Nazi Almanyası'nın doğuya yönelmesinden batı cephesindeki yükün azalması dolayısıyla memnuniyet duydular. Moskova'ya girmeyi başaramayan Naziler 1942'de Stalingrad üzerine yöneldi. Merkezi Rusya'yı doğudan abluka altına almayı ve Hazar petrollerine ulaşmayı amaçlayan Hitler emrindeki subayların uyarılarına rağmen Nazi ordusuna doğuya hücum etme emri verdi.Volga Nehri'nin iki yakasında kurulan şehrin batı yakası Nazi güçlerinin denetimine girdi ve şehirde partizan savaşları başladı. Binlerce subayını partizan direnişinde kaybeden Naziler bozguna uğradı ve geri çekilmeye başladı. 1943'te karşı harekâtı başlatan Kızıl Ordu Nazi güçlerini Sovyet topraklarından kovmayı başardı. Stalin Kızıl Ordu'ya Berlin'e kadar ilerleme emri verdi. İlerleyen Kızıl Ordu askerleri Nazileri Sovyet topraklarından attılar. Düşman toprakları ele geçirildiğinde Kızıl Ordu askerleri sistematik tecavüz ve yağma yaptılar. Nazi Almanyası'nın müttefiki olan Macaristan, Romanya ve Bulgaristan dahil olmak üzere Kızıl Ordu askerleri işgal ettikleri her yerde 8-64 yaş arası kadınlara toplu veya bireysel olarak tecavüz ettiler tecavüz edilen kadınlar çoğu zaman öldürüldü. Toplam 2 milyon Alman kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir. Nazi Almanyası dışında Macaristan'da 200.000 Macar kadına tecavüz edildi. Kızıl Ordu, müttefiki Yugoslavya'da bile yağma ve tecavüz suçlarını işledi. Stalin tecavüz suçlarını işleyen askerlere karşı herhangi bir ceza vermedi, aksine onlara hak verdi. Zira Yugoslav komünist Milovan Đilas, Kızıl Ordu askerlerinin Yugoslavya'da işlediği tecavüzleri şikayet edince Stalin ona, "Binlerce kilometre yol katetmiş, kan ve ateşin içinden ilerleyen bir askerin bir kadınla biraz eğlenmesinde ne var?" dedi. Polonya'da onlarca toplama kampı kapatıldı ve esirler serbest bırakıldı. Doğu Avrupa'yı Nazi birliklerinden temizleyen Sovyet güçleri Nisan 1945'te Berlin'e girdi. Mayıs 1945'te Nazi Almanyası teslim oldu. Stalin'in Mihver Devletleri'nin yenilmesinde II. Dünya Savaşı'nın en ağır bedeli ödeyen güç olarak (27 milyon ölü) Müttefikler'in yanında Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafer uluslararası alanda gücünü ve popülaritesini artırdı. Stalin'in iki oğlu da II. Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanyası'na karşı mücadelede görev aldı. Büyük oğlu Yakov Cugaşvili Nazilere esir düştü ve babası aleyhine anlaşma yapmayı kabul etmediği için infaz edildi. Küçük oğlu Vasili Stalin ise hava subayı olarak batı cephesinde savaştı ve 5 Mart 1943'te bir sorti sırasında yaralandı. Vasili savaş boyunca 12 kez general rütbesine uygun görüldü, ancak terfi etmesi her defasında babası tarafından reddedildi. Stalin yönetimi Nazilere askerî açıdan yardım ettikleri iddiası ile Kırım Tatarlarını Sibirya'ya ve Orta Asya'ya sürdü. NKVD iddialarına göre 20.000 Kırım tatarı partizanlara karşı savaştı. Ukraynalı tarihçi Sergey Gromenko'ya göre sadece 3.500 Kırım Tatarı Nazilerle işbirliği yaptı o sırada Kızıl Ordu'nun bünyesinde 20-30 bin arası Kırım tatarı asker vardı ama Stalin bütün Tatarları sürgün etti. Savaştan sonra Kızıl Ordu'da görevli Kırım Tatarları ordudan atıldı ve kamplara yollandı. NKVD raporlarına göre sürgün edilenlerin %20'si Kırım Tatarı aktivistlere göre %46'sı sürgün sırasında öldü. Sürgün sırasında 34.300 - 195.000 arası kişi öldü. Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin savaş sırasında Nazi Almanyası ile yakın ilişkiler tesis etmesi, Nazi Almanyası ile dış ticareti Alman para birimi Reichsmark ile yapması, Türk lirasının banknotlarını Nazi Almanyası'nda bastırması, Nazi Almanyası'na paslanmaz çeliğin ham maddesi olan kromun sevkiyatını yapması, bakan Şükrü Saracoğlu'nun ırkçı ve nasyonal sosyalizm sempatizanı söylemleri, Sovyetler Birliği'ne dahil olan Kırım ve Kafkasya'da askerî harekât yapmakta olan Nazi ordusunu cephede takip etmek için Türk hükûmetinin komutanlar yollaması sebepleriyle ilişkiler iyice gerildi. SSCB 19 Mart 1945'te Türkiye'ye bir nota vererek, 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın süresini uzatmayacağını bildirdi. Pravda gazetesinde bir makale kaleme alan iki Gürcü profesörün Kars ve Ardahan'ın Gürcistan'ın tarihsel topraklarına dahil olduğunu ileri sürmesi Türkiye'deki çevrelerde Sovyetler Birliği'nin bu illeri ilhak etmek istediği şeklinde algılandı. Stalin İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının olası bir saldırıya karşı ortak savunulmasını teklif etti. "Ortak Savunma'dan kast edilen, Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin değiştirilmesi ve SSCB'ye Boğazlarda askerî üs verilmesiydi. Türkiye bu talepleri geri çevirdi. Süratle Batı Bloku'na yanaştı. 12 Mart 1947'de ilan edilen Truman Doktrini ile Türkiye Batı ile olan bağlantısını sağlamlaştırdı. İnsan hakları ihlalleri. 1939'da ve 1940'ların başında 300.000 Polonyalı tutsak alındıktan sonra, 5 Mart 1940'ta Lavrenti Beriya'nın Stalin'e gönderdiği bir nota istinaden 25.700 Polonyalı tutsağın idam edildiği iddia edilmektedir. Bu olay Katyn Katliamı olarak bilinir. İddiaya göre Stalin şahsen bir Polonyalı generale Mançurya'da kaybolduklarını söylerken, Polonya demiryolu işçileri 1941 Nazi istilasından sonra toplu mezarı buldu. Barbarossa Harekâtı sırasında Naziler 1941 yılında Smolensk şehrini ele geçirdi. Daha sonraki süreçte birkaç görgü tanığının ifadesi üzerine ormanda kazılar yapıldı ve üst üste sıra hâlinde gömülmüş Polonyalı askerlerin cesetlerini bulundu. Naziler katliamı basın yoluyla dünyaya duyurdu. Sovyet yönetimi 1990 kadar katliamı kendilerinin yaptığını reddetti ve suçu Nazilere attı. Ancak 1990 yılında Mihail Gorbaçov yaşananların Sovyet Birliği tarafından gerçekleştirildiğini kabul etti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1992 yılında Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Polonya Devlet Başkanı Lech Walesa'ya infaza dair Josef Stalin'in imzaladığı emrin orijinal belgelerini verdi. 2010 yılında Rusya Parlamentosu yayınladığı deklarasyon ile katliam emrini Stalin'in verdiğini açıkladı. Savaştan sonra. Stalin, II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Kızıl Ordu tarafından Nazi işgalinden kurtarılan Doğu Avrupa ülkelerinde komünist partilerin iktidara gelmesine destek sağladı. Çekoslovakya, Doğu Almanya adı verilen Doğu Almanya, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya, Yugoslavya Federasyonu, Macaristan ve Romanya'da sosyalist halk cumhuriyetleri kuruldu. Bu ülkelerin kapitalist ekonomiden sosyalist ekonomiye geçmesine ve Sovyetler Birliği'nin tecrübelerinden yararlanmalarında yardımcı oldu. ABD öncülüğünde Avrupa'da uygulanmaya konan Marshall Planına karşı sosyalist ülkelerin ekonomik ve siyasi birliğini amaçlayan ve sosyalist ülkeler arasındaki ticareti geliştiren COMECON'u kurdu. II. Dünya Savaşı'nda lağvedilen III. Enternasyonal yerine IV. Enternasyonal'i örgütledi ve yeni kurulan sosyalist ülkelerdeki partilerin örgütlü mücadelesi için çaba sarf etti. 1946 yılında SBKP Merkez Komitesi Dış Politika Bölümü Başkanlığına getirdiği Mihail Suslov ideolojik propaganda şefi olarak sosyalizmin diğer ülkelere yayılmasında etkili oldu. 1950'li yıllara gelindiğinde artık yaşlı bir lider olan Stalin ülkenin geleceği açısından halefini belirlemekten çekinmedi. Rus siyasi analist Jores Medvedev'e göre Stalin en çok Suslov'a güveniyordu ve hatta ölümünden sonra onu genel sekreterliğe varis tayin etmişti. Ölümü. Stalin 5 Mart 1953'te öldü. Ölümünden sonra Kruşçev ünlü 20. Kongre ile Stalin'in yanlışlar yaptığını iddia ederek anti-Stalinizasyon kampanyasını başlattı. Kongrede Stalin portreleri ve heykellerinin halkta tepkiye yol açmamak ve infial yaratmamak için sessizce ve yavaş yavaş kaldırılması kararı alındı. Bu kampanya kendisinden sonra gelen Brejnev dönemine kadar sürdü. 1977 yılında Sovyetler Birliği Marşı'nın sözleri de yeniden düzenlendi ve Stalin'e yönelik atıflar marştan çıkarıldı. Daha sonra Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliği'nin içinde bulunduğu sorunların sebebi olarak Stalin suçlandı ve anti-tez olarak Glasnost ve Perestroyka kavramları gündeme getirildi. Gorbaçov 1987'de Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin 70. yıldönümü kutlamasında yaptığı konuşmada 1930'lu yıllardaki tasfiyelerin parti ve devlete büyük zarar verdiğini belirtmekle birlikte Stalin'in Sovyetler Birliği'nin ekonomik kalkınmasındaki önemli rolünü de kabul etti. Mezarı ve doğduğu ev. Stalin öldükten sonra naaşı Lenin'in naaşının yanında kalmıştır. Ancak Nikita Kruşçev'in destalinizasyon politikaları doğrultusunda, 31 Ekim 1961 tarihinde alınan kararla naaşı Kremlin Duvarı Mezarlığına defnedilmiştir. Doğduğu ev Gürcistan'ın Gori kentinde bulunan Stalin Müzesi kompleksi içerisinde korunmaktadır. Gori kentinde kendisine ait heybetli bir heykel de kent meydanında bulunmaktaydı. 1950'de dikilen 6 metrelik dev heykel, 25 Haziran 2010 tarihinde sessiz sedasız bir şekilde kaldırıldı. Yerine 2008'de Rusya ile savaşta ölenler için anıt yapılacağı açıklanmıştır. Gürcistan'da Mihail Saakaşvili'nin seçimlerden yenik ayrılmasının ardından ülkede büyüyen Saakaşvili icraatlarına karşı çıkma hareketi sonucunda Gori'deki Stalin heykeli yeniden yerine konmuştur. Kişiliği ve özellikleri. Etnik olarak Gürcü olan Stalin, Gürcüce konuşarak büyüdü ve sekiz veya dokuz yaşında Rusça öğrenmeye başladı. Gürcü kimliğiyle gurur duymaya devam etti ve hayatı boyunca Rusça konuşurken ağır bir Gürcü aksanı kullandı. Montefiore'ye göre, Stalin'in Rusya ve Ruslara olan yakınlığına rağmen, yaşam tarzı ve kişiliği bakımından son derece Gürcü kültürüne sadık kaldı. Montefiore, "1917'den sonra [Stalin] dört uluslu hale geldi: milliyetine göre Gürcü, sadakate göre Rus, ideolojiye göre enternasyonalist, vatandaşlığa göre Sovyet" görüşündeydi. Stalin'in yumuşak bir sesi vardı ve Rusça konuşurken çok yavaş konuşuyordu, kelime öbeklerini dikkatle seçiyordu. Özel hayatında sık sık kaba bir dil ve küfür kullandı, ancak toplum içinde bunu yapmaktan kaçındı. Volkogonov'a göre, Stalin'in konuşma tarzı "basit ve netti" Geniş dinleyici kitleleri önünde nadiren konuşurdu ve kendini yazılı olarak ifade etmeyi tercih ederdi. Hayatı boyunca "Koba", "Soselo" ve "İvanov" dahil olmak üzere çeşitli takma adlar ve takma adlar kullandı, 1912'de "Stalin'i benimsedi; Rusça "çelik" anlamına gelen kelime genellikle "Çelik Adam" olarak çevrilmiştir. Yetişkinliğinde Stalin'in boyu 1.70 metre olarak ölçüldü. Bıyıklı yüzü çocukluk döneminde çiçek hastalığından dolayı çukurlaşmıştı, bu sebeple fotoğraflarına rötuş yapılıyordu. Sol ayağı perdeli olarak doğmuştu ve sol kolu çocuklukta kalıcı olarak yaralanmıştı, bu da sağ kolundan daha kısa olmasına ve esnekliğini kaybetmesine neden oluyordu. Stalin, gençliğinde orta sınıfın estetik değerlerini reddeden, o dönem "pasaklı" adledilebilecek bir görünümü tercih ederdi. 1907'de saçlarını uzattı ve sık sık sakal bıraktı, giyim için genellikle geleneksel bir Gürcü kıyafeti olan çoha veya gri bir ceket ve siyah fötr şapka ile kırmızı saten bir gömlek giyerdi. 1918'in ortalarından ölümüne kadar, özellikle uzun siyah çizmeler, açık renkli yakasız tunikler ve bir tabanca olmak üzere askeri tarzda kıyafetleri tercih etti. Pipo ve sigara tiryakisi olan Stalin, ömür boyu bunları içti.  Çok az maddi talebi vardı ve basit ve ucuz giysiler ve mobilyalarla sade bir şekilde yaşıyordu. Sovyetler Birliği'nin lideri olduğunda sabah kahvaltısı 11 civarında, öğle yemeği 15:00 ile 17:00 arasında ve akşam yemeği 21:00'den önce verilmez, daha sonra akşam geç saatlere kadar çalışırdı. Sık sık diğer Politbüro üyeleri ve aileleriyle yemek yerdi. Tatil amaçlı daçalarından birine gitmediği sürece Moskova'dan nadiren ayrıldı, seyahat etmeyi sevmezdi ve uçakla seyahat etmeyi reddederdi. Kişiliği ile ilgili görüşler. Stalin, kimi kaynaklarda diktatör sıfatıyla anılmaktadır. Bununla birlikte Nikita Kruşçev'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi'nde söylediği sözlerden sonra (Gizli söylev olarak da bilinir) SSCB ve Doğu Bloku ülkeleri içerisinde Stalin'e karşı karalama kampanyası başlatılmış, heykelleri sökülmüş ve ismi silinmeye çalışılmıştır. Buna karşın Enver Hoca, Mao Zedong, Kim İl-sung gibi liderler Stalin'e sahip çıkacak ve eleştirilerin son derece yanlış olduğunu bildireceklerdir. Bununla birlikte 1937 yılında SSCB'yi ziyaret eden Lion Feuchtwanger, anılarında Stalin ve SSCB'ye ilişkin düşünce ve izlenimlerini şu şekilde anlatmıştır: Mirası. Tarihçi Robert Conquest, Stalin'in belki de "yirminci yüzyılın gidişatını diğer bireylerden daha fazla belirlediğini" belirtti. Service ve Volkogonov gibi biyografi yazarları onu olağanüstü ve istisnai bir politikacı olarak görüyorlar. Stalin'i "o ender kombinasyon: hem 'entelektüel' hem de katil", "en üst düzey politikacı" ve "yirminci yüzyıl devleri arasında en anlaşılması zor ve büyüleyici olanı" olarak etiketledi. Tarihçi Kevin McDermott'a göre, Stalin'in yorumları "dalkavukluk ve övgüden, iğneleyici ve kınayıcıya kadar" değişiyor. Batılıların ve anti-komünist Rusların çoğu için o, ezici çoğunlukla olumsuz bir kitlesel katil olarak görülüyor. Önemli sayıda Rus ve Gürcü tarafından büyük bir devlet adamı ve devlet kurucusu olarak kabul ediliyor. Service'e göre Stalin, Sovyetler Birliği'ni güçlendirdi ve istikrara kavuşturdu. Service, Stalin olmasaydı ülkenin 1991'den çok önce çökmüş olabileceğini ileri sürdü. Otuz yıldan kısa bir süre içinde Stalin, Sovyetler Birliği'ni kentleşme, askerî güç, eğitim ve Sovyet gururu açısından "etkileyici başarılara imza atabilecek" büyük bir endüstriyel dünya gücüne dönüştürdü. Onun yönetimi altında, iyileşen yaşam koşulları, beslenme ve tıbbi bakım nedeniyle ortalama Sovyet yaşam beklentisi arttı ve ölüm oranları da düştü. Milyonlarca Sovyet vatandaşının ondan nefret etmesine rağmen, Stalin'e verilen destek yine de Sovyet toplumunda yaygındı. Tersine, tarihçi Vadim Rogovin, 1937'de ivme kazanan Büyük Terörün "hem SSCB'de hem de hareketin bugüne kadar iyileşemediği dünya çapında komünist harekete zarar verdiğini" savundu. Benzer şekilde Kruşçev, Eski Bolşevikler arasındaki "en gelişmiş insan çekirdeğini" ve askeri ve bilimsel alanlardaki önde gelen isimleri geniş çapta tasfiye etmesinin "şüphesiz" ulusu zayıflattığına inanıyordu. Stalin'in Sovyetler Birliği'nin ekonomik gelişimi için gerekliliği sorgulandı ve Stalin'in 1928'den itibaren izlediği politikaların yalnızca sınırlayıcı bir faktör olabileceği ileri sürüldü. Stalin'in Sovyetler Birliği totaliter bir devlet olarak nitelendirildi ve Stalin'in otoriter lideri oldu. Çeşitli biyografi yazarları onu bir diktatör ve bir otokrat olarak tanımladı veya onu askeri diktatörlük kurmakla suçladı. Montefiore, Stalin'in başlangıçta Komünist Parti oligarşisinin bir parçası olarak hüküm sürerken, Sovyet hükûmetinin 1934'te bu oligarşiden kişisel bir diktatörlüğe dönüştüğünü, Stalin'in ancak Mart ve Haziran 1937 arasında üst düzey askerilerin de bulunduğu kişileri eleyerek "mutlak diktatör" haline geldiğini savundu. Kotkin'e göre Stalin "Bolşevik diktatörlük içinde kişisel bir diktatörlük inşa etti." Hem Sovyetler Birliği'nde hem de başka yerlerde "Doğulu bir despot " olarak tasvir edilmeye başlandı. Dmitri Volkogonov onu " insanlık tarihinin en güçlü isimlerinden biri" olarak nitelendirdi. McDermott Stalin'in "benzeri görülmemiş siyasi otoriteyi kendi ellerinde yoğunlaştırdığını" belirtti. Service 1930'ların sonlarında Stalin'in "kişisel despotizme tarihteki neredeyse tüm hükümdarlardan daha fazla yaklaştığını" belirtti. McDermott yine de Aleksandr Solzhenitsyn, Vasily Grossman ve Anatoly Rybakov gibi yazarların kurgularında öne çıkan ve Stalin'i baskı ve totaliterlik yoluyla Sovyet yaşamının her yönünü kontrol eden, her şeye kadir ve her yerde hazır ve nazır bir tiran olarak tasvir eden "aşırı basit stereotiplere" karşı uyarıda bulundu. Service, benzer şekilde Stalin'in "engelsiz bir despot" olarak tasvir edilmesi konusunda uyardı ve "güçlü olmasına rağmen yetkilerinin sınırsız olmadığını" ve yönetiminin, miras aldığı Sovyet yapısını koruma isteğine bağlı olduğunu belirtti. Kotkin, Stalin'in iktidarda kalabilmesinin onun Politbüro'da her zaman çoğunluğa sahip olmasına bağlı olduğunu gözlemledi. Khlevniuk, çeşitli noktalarda, özellikle de Stalin'in yaşlı ve zayıf olduğu zamanlarda, parti oligarşisinin onun otokratik kontrolünü tehdit ettiği "periyodik belirtiler" yaşandığını kaydetti. Stalin yabancı ziyaretçilere diktatör olduğunu yalanladı ve kendisini böyle etiketleyenlerin Sovyet yönetim yapısını anlamadığını belirtti. Stalin'e adanmış geniş bir literatür üretildi. Stalin'in yaşamı boyunca, onaylanmış biyografilerinin içeriği büyük ölçüde hagiografikti. Stalin, özellikle sayısal olarak Rusların hakimiyetinde olan bir devlette Gürcü kökenlerini vurgulamak istemediği için, bu eserlerin onun erken dönemlerine çok az ilgi gösterilmesini sağladı. Ölümünden bu yana çok daha fazla biyografi yazıldı, ancak 1980'lere kadar bunlar büyük ölçüde aynı bilgi kaynaklarına dayanıyordu. Mihail Gorbaçov'un Sovyet yönetimi altında, Stalin'in hayatıyla ilgili daha önce gizli tutulan çeşitli dosyalar tarihçilerin kullanımına sunuldu, bu noktada Stalin, Sovyetler Birliği'nde "kamu gündemindeki en acil ve hayati konulardan biri" haline geldi. Birliğin 1991'de dağılmasının ardından arşivlerin geri kalanı tarihçilere açıldı ve bunun sonucunda Stalin hakkında birçok yeni bilgi gün ışığına çıktı ve bir dizi yeni araştırma ortaya çıktı. Leninistlerin Stalin hakkındaki görüşleri hâlâ bölünmüş durumda. Bazıları onu Lenin'in gerçek halefi olarak görürken diğerleri onun Lenin'in fikirlerine, onlardan saparak ihanet ettiğine inanıyor. Stalin'in Sovyetler Birliği'nin sosyo-ekonomik doğası da çok tartışıldı ve çeşitli şekillerde devlet sosyalizmi, devlet kapitalizmi, bürokratik kolektivizm veya tamamen benzersiz bir üretim tarzı olarak etiketlendi. Volkogonov gibi sosyalist yazarlar, Stalin'in eylemlerinin "Ekim Devrimi'nin yarattığı muazzam sosyalizm çekiciliğine" zarar verdiğini belirtti. Kendi yönetimi altında meydana gelen çok sayıda aşırı ölüm nedeniyle Stalin, "tarihin en kötü şöhretli isimlerinden biri" olarak etiketlendi. Bu ölümler Gulag'daki kolektifleştirme, kıtlık, terör kampanyaları, hastalıklar, savaş ve ölüm oranlarının bir sonucu olarak meydana geldi. Stalin yönetimindeki aşırı ölümlerin çoğunluğu doğrudan cinayet olmadığından, bilim adamları arasında ölümlerin rejime atfedilebileceği konusunda fikir birliği olmaması nedeniyle Stalinizm kurbanlarının kesin sayısını hesaplamak zordur. Stalin ayrıca Sovyetler Birliği'ndeki etnik azınlıkların zorla nüfus nakli ve Ukrayna'daki kıtlık vakalarında da soykırımla suçlandı. Resmi kayıtlar, 1921 ile 1953 yılları arasında Sovyetler Birliği'nde 799.455 belgelenmiş infazı ortaya koyuyor. Bunların 681.692'si Büyük Tasfiye yılları olan 1937-1938 yılları arasında gerçekleştirildi. Michael Ellman'a göre, Büyük Tasfiye sırasında baskı nedeniyle ölenlerin sayısı için en iyi modern tahmin 950.000-1,2 milyondur, buna infazlar, gözaltında ölümler veya serbest bırakılmalarından hemen sonraki ölümler dahildir.  Buna ek olarak, arşiv verileri 1934'ten 1953'e kadar Gulag'da 1.053.829 kişinin öldüğünü gösterirken, mevcut tarihsel fikir birliği, 1930'dan 1953'e kadar Gulag sisteminden geçen 18 milyon insanın 1,5 ile 1,7 milyon kişi hapsedilmeleri sonucu öldüğü yönündedir. Arşiv araştırmacısı Stephen G. Wheatcroft ve Michael Ellman, infazlar ve cezai ihmalden kaynaklanan ölümler de dahil olmak üzere yaklaşık 3 milyon ölümünü Stalinist rejime bağlıyor. Wheatcroft ve tarihçi RW Davies kıtlıktan kaynaklanan ölümlerin 5,5-6,5 milyon olduğunu tahmin ederken  bilim adamı Steven Rosefielde 8,7 milyon sayısını veriyor. Tarihçi Timothy D. Snyder, 2011 yılında Sovyet arşivlerinin 1990'larda açılmasından sonra elde edilen modern verileri özetleyerek Stalin rejiminin 6 milyonu kasıtlı cinayet olmak üzere 9 milyon ölümden sorumlu olduğunu belirtiyor. Arşivlere erişimden önce yapılan 20 milyon ve üzeri tahminlerin ise inandırıcı olmadığını belirtiyor. Rogovin'e göre, Altıncı Kongre'den On Yedinci Kongre'ye kadar seçilen Merkez Komite üyelerinin %80-90'ı fiziksel olarak yok edildi. Sovyetler Birliği'nde ve Sovyet sonrası devletlerde. Ölümünden kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği bir Stalinizasyondan arındırma döneminden geçti. Malenkov, daha sonra "Pravda'da" eleştirilen Stalin kişilik kültünü kınadı. 1956'da Kruşçev, Partinin 20. Kongresinin kapalı oturumunda "Kişilik Kültü ve Sonuçları Üzerine" başlıklı "Gizli Konuşmasını" yaptı. Orada Kruşçev, Stalin'i hem kitlesel baskısından hem de kişilik kültünden dolayı kınadı. Bu suçlamaları Ekim 1962'deki 22. Parti Kongresi'nde tekrarladı. Ekim 1961'de Stalin'in naaşı mozoleden çıkarıldı ve bir büstün işaretlediği yer olan Kremlin Duvarı Nekropolü'ne gömüldü. Stalingrad'ın adı Volgograd olarak değiştirildi. Kruşçev'in Sovyet toplumundaki de-Stalinizasyon süreci, 1964'te lider olarak yerine Leonid Brejnev'in getirilmesiyle Sovyetler Birliği'nde bir düzeyde yeniden Stalinizasyon başlattı. 1969'da ve 1979'da Stalin'in mirasının tamamen rehabilitasyonu için planlar önerildi, ancak her iki durumda da SSCB'nin kamuoyundaki imajının zarar görmesi korkusu nedeniyle durduruldu. Gorbaçov, Sovyet toplumunun yeniden canlandırılması için Stalin'in tamamen suçlanmasını gerekli gördü. 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, yeni Rusya Federasyonu'nun ilk başkanı Boris Yeltsin, Gorbaçov'un Stalin'e yönelik suçlamalarına devam etti, ancak Lenin'i de kınadı. Halefi Vladimir Putin, Stalin'i rehabilite etmeye çalışmadı ancak Stalinist baskılardan ziyade Stalin'in liderliği altındaki Sovyet başarılarının kutlanmasını vurguladı. Ekim 2017'de Putin, Moskova'daki hüzün duvarı anıtının açılışını yaparak, "korkunç geçmişin" ne "hiçbir şeyle haklı gösterilemeyeceğini", ne de "ulusal hafızadan silinebileceğini" belirtti. 2017'de verdiği bir röportajda Putin, "Stalinizmin dehşetini unutmamalıyız" ancak Stalin'in aşırı şeytanlaştırılmasının "Sovyetler Birliği ve Rusya'ya saldırmanın bir yolu olduğunu" ekledi. Son yıllarda Rusya hükûmeti ve genel kamuoyu Stalin'i rehabilite etmekle suçlanıyor. Sovyet sonrası dönemin sosyal ve ekonomik çalkantılarının ortasında, birçok Rus, Stalin'in düzen, öngörülebilirlik ve gurur çağını yönettiğini düşünüyordu. Sovyetlerin II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafere özlem duyan birçok Rus milliyetçisi arasında saygı duyulan bir figür olmaya devam ediyor ve Rusya'nın hem aşırı solunda hem de aşırı sağında düzenli olarak onaylayıcı bir şekilde anılıyor. Levada Merkezi tarafından yapılan anket, Stalin'in popülaritesinin 2015'ten bu yana arttığını, Rusların %46'sının 2017'de ve %51'inin 2019'da ona olumlu baktığını gösteriyor. 2021'de yapılan bir ankette Rusların %70'lik rekor bir oranı, Stalin hakkında çoğunlukla/çok olumlu görüşlere sahip olduklarını belirtti. Aynı yıl, Merkez tarafından yapılan bir anket, Josef Stalin'in Rusların %39'u tarafından "tüm zamanların en önde gelen ulusal figürü" olarak adlandırıldığını ve hiç kimsenin mutlak çoğunluğu elde edememesine rağmen, Stalin'in çok açık bir şekilde ilk sırada yer aldığını ve onu %30 ile bir diğer Sovyet lideri Vladimir Lenin ve %23 ile Rus şair Aleksandr Puşkin'in takip ettiğini gösterdi. Aynı zamanda, Rusya'da, kaynak materyalin yanlış beyanına veya uydurmasına dayanan Stalinist yanlısı literatürde bir büyüme vardı. Bu literatürde Stalin'in baskıları ya "halk düşmanlarını" yenmek için gerekli bir önlem olarak ya da alt düzey yetkililerin Stalin'in bilgisi dışında hareket etmesinin bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Eski Sovyetler Birliği'nin Rusya dışında Stalin hayranlığının sürekli olarak yaygın kaldığı tek bölge, Gürcülerin tutumları oldukça bölünmüş olsa da Gürcistan'dır. Bazı Gürcüler, uluslarının modern tarihinin en ünlü figürü olan Stalin'e yönelik eleştirilere kızıyor. Tiflis Devlet Üniversitesi tarafından 2013 yılında yapılan bir anket, Gürcülerin %45'inin ona karşı "olumlu bir tutum" sergilediğini ortaya çıkardı. 2017 Pew Research anketinde Gürcülerin %57'si onun tarihte olumlu bir rol oynadığını söylerken, Mikhail Gorbaçov için aynı şeyi ifade edenlerin %18'i vardı. Eski Sovyetler Birliği'nin başka yerlerinde de bazı olumlu duygular bulunabilir. Carnegie Endowment tarafından 2012 yılında yaptırılan bir anket, Ermenilerin %38'inin ülkelerinin "Stalin gibi bir lidere her zaman ihtiyaç duyacağı" konusunda hemfikir olduğunu ortaya çıkardı. 2010'un başlarında Ukrayna'nın Zaporizhia kentinde Stalin'e yeni bir anıt dikildi. Aralık 2010'da kimliği belirsiz kişilerce başı kesilen heykel, 2011'deki bombalı saldırıda yok edildi. 2016 yılında Kiev Uluslararası Sosyoloji Enstitüsü'nün yaptığı bir ankete göre ankete katılanların %38'i Stalin'e karşı olumsuz bir tutuma sahipken, %26'sı tarafsız ve %17'si olumlu bir tutuma sahipken, %19'u yanıt vermeyi reddediyor. Eserleri. Ayrıca Stalin'in gençken yazdığı şiirler özellikle Gürcistan'da yaygın olarak bilinmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4275", "len_data": 43750, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.71 }
Gustaf John Ramstedt (d. 22 Ekim 1873 - ö. 25 Kasım 1950), Fin Türkolog, Altayist. Hayatı. Helsinki Üniversitesi'nde 1906'da doçent, 1917'de profesör oldu. Orta Asya dilleri üzerinde çalıştı. 1919'da Finlandiya'nın temsilcisi olarak Japonya'ya gönderildi ve bir süre dil çalışmalarından uzak kaldı. 1930'da yeniden üniversiteye dönünce çalışmalarına yeniden başladı. Verdiği dersler arasında Altay halklarının tarihi ve dilleri, karşılaştırmalı Moğolca-Türkçe tarihsel fonolojisi, Kırgızca, Moğolca, Kalmukça, Mançuca, Tunguzca vardı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4277", "len_data": 534, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.6 }
Merkür, Güneş Sistemi'ndeki en küçük ve Güneş'e en yakın gezegendir. Adını, ticaret ve iletişim tanrısı ve tanrıların habercisi olan antik Roma tanrısı "Mercurius"tan (Mercury) almıştır. Yüzey kütleçekimi yaklaşık olarak Mars ile aynı olan bir karasal gezegen olarak sınıflandırılır. Yüzeyi, milyarlarca yıldır biriken sayısız çarpma olayının bir sonucu olarak yoğun şekilde kraterlerle kaplıdır. En büyük krateri olan Caloris Planitia, çapındadır ve gezegenin çapının () üçte biri kadardır. Dünya'nın uydusu Ay'a benzer şekilde Merkür'ün yüzeyi, bindirme faylarından kaynaklanan geniş bir uçurum sistemi (yarıklar) ve çarpma olayı kalıntıları tarafından oluşturulan parlak ışın sistemleri sergiler. Merkür, Güneş ile 3:2 rezonansta gelgitsel ya da çekimsel kilitlidir ve Güneş Sistemi'nde eşsiz bir yörüngede döner. Güneş çevresindeki her iki devrine karşılık kendi ekseninde tam olarak üç kez döndüğü görülür. Güneş'ten görüldüğü gibi yörünge hareketi ile dönen bir gözlemci çerçevesi içerisinde, sadece her iki Merkür yılında bir dönüyormuş gibi görünür. Yüksek yörüngesel dış merkezliğiyle birlikte, gezegenin yüzeyi büyük ölçüde değişken güneş ışığı yoğunluğu ve sıcaklık farklılıkları gösterir. Ekvatoral bölgelerin sıcaklığı gece ile güneş ışığı altında arasında değişir. Çok küçük eksen eğikliği nedeniyle gezegenin kutupları kalıcı olarak gölgede kalır ve sürekli 'nin altındadır. Bu durum, kraterlerde su buzu bulunabileceğini kuvvetle düşündürmektedir. Gezegenin yüzeyinin üzerinde son derece ince bir ekzosfer ve güneş rüzgarlarını saptırabilecek kadar etkili, fakat zayıf bir manyetik alan bulunur. Merkür'ün doğal uydusu yoktur. Merkür Güneş çevresinde Dünya'nın yörüngesinden içeride (Venüs'te olduğu gibi) döndüğü için, Dünya'nın gökyüzünde sabahları ya da akşamları gözükebilir ancak gecenin yarısında gözükemez. Ayrıca Venüs ve Ay'da da olduğu gibi Dünya'ya göre kendi yörüngesi çevresinde dönmesinin aşamaları tam aralıkla izlenir. Merkür Dünya'dan bakıldığında parlak bir nesne olarak görülür. Buna karşın Güneş'e olan yakınlığı nedeniyle Venüs'e göre daha zor görünür. Şimdiye dek iki uzay aracı Merkür'ü ziyaret etti: "" 1970'lerde uçarak geçti; "MESSENGER" 2004'te fırlatıldı, 30 Nisan 2015'te yakıtını tüketmeden ve gezegen yüzeyine çarpmadan önce 4 yıl boyunca Merkür'ün yörüngesinde 4.000'in üzerinde dönüş yaptı. 2020'lerin başı itibarıyla, Merkür'ün jeolojik tarihinin birçok geniş detayı hala araştırılmaktadır veya uzay sondalarından gelecek veriler beklenmektedir. Güneş Sistemi'ndeki diğer gezegenler gibi, Merkür de yaklaşık 4,5 milyar yıl önce oluşmuştur. Mantosu oldukça homojendir, bu da Merkür'ün tarihinde tıpkı Ay gibi erken dönemlerde bir magma okyanusuna sahip olduğunu göstermektedir. Mevcut modellere göre Merkür'ün katı bir silikat kabuğu ve mantosu, bunların altında katı bir dış çekirdek, onun altında sıvı bir çekirdek tabakası ve en içte katı bir iç çekirdek bulunabilir. Merkür'ün kökeni ve gelişimi hakkında, bazıları gezegenimsilerle çarpışmayı ve kaya buharlaşmasını içeren birçok rakip hipotez bulunmaktadır. Merkür, Mars ve Venüs'ün yörüngeleri nedeniyle Dünya'dan çok daha fazla uzaklaşması sonucu ortalamada Dünya'ya en yakın gezegendir. Fiziksel özellikleri. İç yapısı. Merkür Güneş Sistemindeki dört karasal gezegenden biridir. 2.439,7 kilometrelik ekvatoral yarıçapı ile Güneş sistemindeki en küçük gezegendir. Merkür ayrıca Güneş Sistemi'nde bulunan en büyük doğal uydular Ganymede ve Titan'dan -daha ağır da olsa- da daha küçüktür. Merkür yaklaşık olarak %70 metalik ve %30 silikat maddelerinden oluşur. Merkür'ün 5,427 g/cm3'lük yoğunluğu Güneş Sistemi'ndeki ikinci en yüksek yoğunluktur ve Dünya'nın 5,515 g/cm3'lük yoğunluğundan biraz daha azdır. Eğer kütleçekimsel sıkıştırma etkisi çarpanlarına ayrılsaydı, Merkür'ü oluşturan maddeler Dünya'nın 4,4 g/cm3'lük yoğunluğuna karşılık 5,3 g/cm3'lük sıkıştırılmamış yoğunluk ile daha yoğun olurdu. Merkür Güneş'e yakınlığı nedeniyle güneş ışınlarının güçlü etkisi altındadır ve sıcak bir gezegendir. Yüzey sıcaklığı, uzun süren Merkür gündüzü sırasında 427 °C üzerindeki düzeylere çıkabilirken, etkili bir hava yuvarının yokluğu nedeniyle gece -172 °C'ye kadar düşmektedir. Gezegenin koyu bir yüzeyi vardır. Yüzeyin 0,11 yansıtabilirlik değeri vardır, yani üzerine düşen güneş ışınlarının ancak yaklaşık onda birini yansıtır. Yüzey şekilleri. Merkür yüzeyinin en dikkat çeken özelliği tüm gezegen üzerine dağılmış irili ufaklı çarpma kraterleridir. İlk bakışta Ay yüzeyine benzetilebilecek bu görünümün, daha dikkatli bir incelemede birçok farklılıklar içerdiği anlaşılır. Ay'da olduğu gibi kraterlerin yoğun bir şekilde iç içe geçtiği alanlar arasında, krater yoğunluğunun çok düşük olduğu, yumuşak engebeli geniş düzlükler yer alır. Bu bölgeler kraterlerin sık olduğu bölgelere göre daha alçakta yer alırlar ve Ay'daki 'deniz'lere benzer şekilde, büyük çarpmalar sonucunda gezegen içinden yüzeye çıkan lav akıntıları ile oluştukları sanılır. Gerek bu oluşumların, gerekse büyük kraterlerin çoğunun, Güneş Sistemi içinde büyük çarpışmaların sürdüğü 4,5 ile 3,8 milyar yıl öncesini kapsayan dönemde meydana geldiği düşünülür. 3,8 milyar yıl öncesinden günümüze kadar, Güneş Sistemi büyük çarpışmaların sıklığının azaldığı, nispeten sakin bir döneme girmiştir. Merkür üzerindeki en büyük çarpışma izi, 1300 km çapındaki Caloris Havzasıdır. Bu dev lav denizi 100 km çapında bir gökcisminin çarpması ile gezegenin manto tabakasından yüzeye çıkan sıvılaşmış materyal ile oluşmuş, bu arada şok dalgalarının gezegen boyunca yayılarak diğer yüzünde odaklanması sonucunda Caloris Havzasının tam karşı kutbunda 500.000 km²lik bir alan son derece engebeli bir hal almıştır. Ayrıca düzlükler üzerinde yüzlerce kilometre uzunluğunda ve yüksekliği 2–3 km'yi bulan kırıklar dikkati çeker. Bunlara, gezegenin soğuması sırasında küçülen hacminin neden olduğu sanılmaktadır. Kırıkların bazı kraterlerin içinden de geçmeleri krater oluşum döneminden daha sonra meydana geldiklerini düşündürür. Gezegen yüzeyinin en dışta kalan birkaç metre kalınlığındaki kısmının, Ay yüzeyindekine benzer biçimde çok küçük göktaşlarının milyarlarca yıldır süren bombardımanı sonucunda ince bir toz haline gelmiş regolit tabakası olduğu varsayılır. Aynı Ay'da gözlendiği gibi az sayıdaki genç kraterin, ışınsal olarak kendilerini çevreleyen parlak beyaz çizgilerin ortasında yer aldığı görülür. Bu çizgiler, çarpma sırasında 'kirli' regolitin üzerine sıçrayan taze materyal ile ilişkilidir. Yüzeyindeki maddeler. Merkür'ün yüzeydeki kurtulma hızı gezegenin düşük kütlesi nedeniyle Dünya'nın ancak %40'ı kadardır. Bu düzeydeki bir çekim gücü, gezegen yüzeyindeki 400 °C'yi aşan sıcaklıklar karşısında gazların uzaya kaçmasına engel olamayacak denli güçsüzdür. Bu nedenle Merkür'ün çoğunlukla orta ağırlıktaki elementler içeren (oksijen, sodyum, potasyum) son derece seyrek bir atmosferi bulunmaktadır. Bu atmosfer durağan olmaktan çok, Merkür'ün konumunda etkisi güçlü olan güneş rüzgarı ve yüksek yüzey ısıları nedeniyle gezegen yüzeyinden koparılan ve kısa sürede uzay boşluğuna kaybedilen atomlardan oluşmuş, sürekli yenilenen bir yapıdadır. Bu şekliyle, Merkür atmosferini Dünya'nın egzosferi ile karşılaştırmak olasıdır. Merkür'ün Manyetik Alanı. Merkür'ün küçük boyutuna oranla önemli sayılabilecek bir manyetik alanı bulunmaktadır. Ekseni Merkür'ün dönüş eksenine 11° eğimli, kutupları Dünya'nın manyetik kutuplarına göre ters yerleşmiş durumda, yani kuzey manyetik kutbu gezegenin coğrafi güney kutbuna komşu olan ve gezegen yüzeyinde Dünya manyetik alanının %1'i kadar güçlü bu alan, Merkür çevresinde küçük bir manyetosfer oluşturmaya yeterlidir. Manyetosfer, Güneş rüzgarı adı verilen ve güneş kökenli hızlı parçacıkların oluşturduğu plazma akımının, gezegenin manyetik alanın etkisi ile saptırılarak engellendiği bölgedir. Manyetosferin en dışında, plazma akımının yavaşlayarak hızının ses hızının altına indiği ve yön değiştirdiği bir şok dalgası gözlenir. Merkür'ün manyetik alanı güneş rüzgarı ile gelen parçacıkları yakalayıp gezegen çevresinde tutacak kadar güçlü olmadığı için, Van Allen kuşakları yoktur. Küçük bir gezegen olan Merkür'ün çekirdek sıcaklığının bir manyetik alan oluşturmak için gerekli olan sıvı demir kütlesini barındırmaya izin vermeyecek kadar düşük olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, bugün gözlenen manyetik alanın gezegen içindeki aktif bir manyetik dinamo tarafından sağlanmak yerine, çok önceleri mıknatıslanmış olan katı haldeki çekirdek tarafından sürdürüldüğü görüşü ortaya atılmıştır. Merkür'ün kendi ekseni etrafında dönüşü. Gözlem koşullarının güçlüğü, Merkür'ün teleskopla ayırt edilebilen yüzey yapılarının hareketlerine dayanarak dönüş periyodunun hesaplanmasını zorlaştırmıştır. 1960'lı yıllara gelinceye dek gezegenin kendi ekseni etrafında dönüşünün, Güneş çevresindeki hareketi ile 'kilitlenmiş' şekilde 88 günde tamamlandığına inanılıyordu. Gezegenin bir yüzünün sürekli karanlıkta kalarak çok düşük sıcaklıkta bulunması ile sonuçlanacak bu durum, 1962 yılında radyo gökbilim tekniklerinin Merkür'ün gece yüzünde sıcaklığın hiçbir zaman -160 °C'nin altına düşmediğini ortaya koyması ile tartışmalı hale geldi. 1965 yılında radar incelemeleri, gezegenin dönüş hızının yaklaşık 59 günlük bir devir ile uyumlu olduğunu gösterdi. İtalyan gök bilimci Giuseppe Colombo bu sürenin Merkür'ün yörünge periyodunun 2/3'ü kadar olduğuna dikkati çekerek, gezegenin alışılmamış bir dönüş-yörünge kilitlenmesi olabileceğini bildirdi. Bu, Mariner 10 uzay sondasının 1974 yılında Merkür'ü ziyareti sırasında doğrulandı. Bugün, Merkür'ün kendi etrafındaki dönüşünü 58,65 günde tamamladığı bilinmektedir. Yörünge ve dönüş periyodlarının bu şekilde 3:2 oranındaki senkronizasyonu, gezegenin oldukça eliptik yörüngesinin yol açtığı önemli yörünge hızı değişimleri ile daha uyumlu görülür. Bu şekilde, 1:1 oranındaki bir kilitlenmenin özellikle günberi dönemindeki hızlanma sırasında yol açacağı librasyon hareketleri ve buna bağlı güçlü gel-git etkileri ve iç gerilimler önlenmiş olmaktadır. Merkür'ün bu dönüş biçimi ilginç sonuçlar doğurur. Gezegen kendi ekseni etrafında bir dönüşünü tamamladığı 58,65 günlük süre içinde Güneş çevresindeki dönüşünün de üçte ikisini gerçekleştirdiği için, güneşin görünür hareketi çok daha yavaş olmaktadır. Merkür'ün herhangi bir noktasında güneşin iki doğuşu arasında geçen süre dünya ölçülerine göre 176 gündür; diğer bir deyişle bir Dünya yılı, 2 Merkür gününe eşittir. Bunun yanı sıra aşırı eliptik yörünge nedeniyle değişen yörünge hızı, gezegenin güneş çevresindeki açısal hızının bazen kendi etrafındaki açısal hızı aşmasına, yani güneşin görünür hareketinin ters yöne dönmesine yol açar; gezegenin bu eliptik çizgi üzerinde güneşe yaklaşıp uzaklaşmasıyla güneşin görünür boyutunun da değişmesi tabloya eklendiğinde Merkür üzerinde geçen bir günün öyküsü iyice renklenir: Caloris Havzası, Güneş'in meridyenden yani öğle noktasından geçişi ile günberi geçişinin aynı zamana geldiği bir konumdadır. Merkür'ün her iki yılında bir, bu bölge öğle ile yaz ortasını bir arada yaşayarak gezegenin (ve Güneş Sistemi'nin) en sıcak yeri olur. Caloris Havzası'ndaki bir gözlemci Güneş'in doğudan yükseldikçe büyüdüğünü ve doğudan batıya doğru hareketinin yavaşladığını görür. Güneş en yüksek noktayı geçtikten ve alçalmaya başladıktan kısa bir süre sonra durur ve geriye doğru hareket etmeye başlar. En yüksek noktadan bu kez ters yönde ikinci geçişinde en büyük görünür çapa ulaşır ve batıdan doğuya alçalırken yeniden küçülmeye başlar. Bir süre sonra tekrar yavaşlayarak durur ve doğudan batıya alışılmış hareketine döner. Batı-doğu doğrultusundaki bu geriye hareket dünya ölçüleriyle birkaç gün sürmüştür. Güneş öğle çizgisinden üçüncü kez geçer ve batıya doğru alçalırken küçülmeye devam eder. Güneş battığında bir Merkür yılı dolmuştur. İkinci yıl Caloris Havzası'nın gecesi boyunca geçer, Güneş doğudan yükselmeye Havza'sının 3. bir Merkür yılına girilmiştir. Caloris Havza'sının 90 derece doğusunda bulunan bir gözlemci için gün çok farklı başlar. Büyük ve sıcak bir güneş doğudan yavaşça yükselmeye başlar, ancak bir süre sonra durarak yeniden alçalır, batarken en büyük çapa ulaşır, dünya ölçüleriyle 2 gün sonra tekrar doğar ve yükseldikçe görünür büyüklüğünün azaldığı gözlenir. Öğle çizgisinden geçerken en küçük halini almıştır, batıya doğru alçaldıkça tekrar büyümeye başlar. Batıdan battıktan kısa bir süre sonra aynı noktadan tekrar en büyük şekliyle doğduğu gözlenir, batı ufkundan bir süre yükseldikten sonra yeniden alçalır ve bir Merkür yılı boyunca görünmemek üzere batar. Merkür'ün tanınmasının tarihçesi. Mariner 10 uzay sondası. Merkür'e gönderilen ilk uzay aracı 1973 yılında fırlatılan Mariner 10 uzay sondasıdır. Sonda, Şubat 1974'te Venüs yakın geçişini gerçekleştirdikten ve gezegenle ilgili bilimsel gözlemler yaptıktan sonra, Güneş çevresinde Merkür yörüngesi ile kesişen ve yörünge dönemi Merkür'ün periyodunun tam iki katı olan eliptik bir yörüngeye girerek bu çizgi üzerinde her 176 günde bir Merkür'le karşılaşmaya başladı. 29 Mart 1974, 21 Eylül 1974 ve 16 Mart 1975 tarihlerinde gerçekleşen üç yakın geçişte gezegen hakkında çok değerli bilgiler elde edildi: Üçüncü geçişte gezegene 327 km yaklaşan sonda, bu geçişten kısa bir süre sonra yakıtının bitmesi ile görevini sonlandırdı. 1975 yılından bu yana bağlantı kurulamayan Mariner 10, sabit yörüngesinde her iki Merkür yılında bir gezegenle aynı noktada buluşmaya devam etmektedir. MESSENGER uzay sondası. Dünya'dan Merkür'e gönderilen uzay araçları, gezegenin Güneş'e yakın konumu nedeniyle, gezegen çevresinde yörüngeye girebilmek için çok yüksek enerjiye gereksinim duymaktadır. Bu nedenle, Mariner 10 programında, gözlemler için çok az zaman tanıyan hızlı yakın geçişler ile yetinmek zorunda kalınmıştır. 1980'lerin sonlarına doğru NASA bilim adamlarından Chen-Wan Yen, bir uzay sondasını Merkür çevresinde yörüngeye sokmaya olanak tanıyabilecek ekonomik uçuş yolları tasarladı. MESSENGER bu plan üzerine kurulmuş karmaşık ve uzun bir rota izleyerek Mart 2011'de Merkür etrafında yörüngeye girmek üzere, 3 Ağustos 2004'te fırlatıldı. Gelişmiş bilimsel aygıtlarla donatılan sonda, yörüngeye girmeye uygun bir açı ve hız elde edebilmek için gerekli kütleçekim yardım manevralarını 1 kez Dünya, 2 kez Venüs ve 3 kez de Merkür yakın geçişi ile gerçekleştirecektir. 1 yıl sürmesi planlanan yörünge etkinlikleri şu konular üzerinde yoğunlaşacaktır: BepiColombo programı. ESA (Avrupa Uzay Ajansı) tarafından 2012 yılında fırlatılması planlanan ve Merkür'ün kendi ekseni etrafında dönüşünü aydınlatan Giuseppe Colombo'nun onuruna adlandırılan BepiColombo uzay aracı iki ayrı sondadan oluşacaktır. Merkür çevresinde iki değişik yörüngeye oturtulması planlanan sondalardan birinin gezegenin manyetosferi, diğerinin ise yüzey ve atmosferi ile ilgili gözlemler yapması öngörülmektedir. Adlandırma. Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU), Merkür üzerindeki yüzey şekillerine verilen adların belli kurallara göre seçilmesini önermektedir: Gözlem koşulları. Merkür, Güneş çevresinde yaklaşık 88 gün süren dolanma süresi ve 116 günlük kavuşum dönemi ile, gökyüzündeki görünür hareketini yılda üç kez yineler. Bir alt gezegen olması nedeniyle ile her zaman Güneş'e yakın konumdadır ve gözlenmesi Güneş'in parlak ışığı nedeniyle oldukça güçtür. -1,9 kadir derecesine varabilen parlaklığı ile en parlak yıldızlardan ve bazen Satürn, Mars ve hatta Jüpiter'den daha ışıklı olabilmesine karşın hiçbir zaman karanlık bir zemin üzerinde izlenemediği için, her kavuşum döneminin en fazla birkaç gün süren bir kısmında, en yüksek batı ya da doğu uzanımı esnasında çıplak gözle görülebilir. Bu gözlem koşulları, doğu uzanımı için güneşin batışını izleyen, batı uzanımı için ise güneşin doğuşundan az önceki kısa bir süre için gerçekleşir. Bu nedenle her 116 günlük dönemde Merkür bir kez 'akşam yıldızı', bir kez de 'sabah yıldızı' olarak izlenir. En yüksek uzanım, yörünge dış merkezliğin yüksek olması nedeniyle 18° ile 28° arasında değişir, ancak 28° bile rahat bir gözlem için yeterli değildir. Özellikle tutulum düzleminin ufka daha yakın olduğu yüksek enlemlerden gezegenin görülmesi çok zordur. Gözlem noktası Dünya ekvatoruna yaklaştıkça Merkür'ün sabah ya da akşam alaca karanlığında ufuktan yüksekliği artacağı için çıplak gözle görülebilmesi daha kolay olur. Merkür'ün oldukça eliptik yörüngesinin uzun ekseninin Yer yörüngesine göre konumuna bağlı olarak, dünyanın güney yarı küresinin sonbahar başlangıcına denk gelen döneminde, gezegenin olası en yüksek batı uzanımı ile 7°'lik yörünge eğikliğinin üst üste gelmesi sayesinde Merkür için en uygun gözlem koşulları oluşur. Aynı şekilde olası en yüksek doğu uzanımı ile yörünge eğikliği açısının birbiri üzerine eklenmesi, yine güney yarı küreden bu kez kış aylarında gezegenin rahat gözlenmesine olanak sağlar. Yüksek dış merkezlik nedeniyle yörünge hızı dolanma sırasında çok değişir ve kavuşum süresi Dünya'nın Merkür yörüngesine oranla konumuna göre birkaç gün kayabilir. Dünya atmosferinin olumsuz etkilerini en aza indirebilmek amacıyla, teleskop kullanılarak yapılan profesyonel gözlemler Merkür'ün ufuktan iyice yüksekte bulunduğu gün ortası saatlerinde gerçekleştirilir. Tam güneş tutulmaları çok kısa süre için de olsa güneşe çok yakın konumdaki gezegenin gün ortasında çıplak gözle izlenebilmesine olanak sağlar. Kısıtlayıcı etmenler nedeniyle, yeryüzünden yapılan gözlemler en güçlü teleskoplar kullanıldığında dahi Merkür'ün yüzey şekilleri hakkında yeterli bilgi sağlayamamış ve elimizdeki bilgilerin büyük kısmı Mariner 10 uzay sondası tarafından sağlananlarla sınırlı kalmıştır. Evreler. Bir teleskopla izlendiğinde Merkür'ün Ay ve Venüs gibi evreleri olduğu görülür. Gezegenin yeryüzüne en uzak ve Güneş'in arkasında bulunduğu üst kavuşum anında görünen yüzeyinin tümü aydınlandığından ışıklı bir daire şeklinde 'dolun' evresi söz konusudur. Bu aynı zamanda uzaklık nedeniyle Merkür'ün görünür çapının en az olduğu dönemdir. En iyi gözlem koşullarının oluştuğu en yüksek uzanım anında gezegen bir yarım daire şeklinde görülür. Güneş ile Yer arasında kaldığı dönemlerde ise karanlık yüzünü göstererek bir 'hilal' şekli alır. Hilalin en ince olduğu dönemler gezegenin dünyaya en yakın olduğu ve görünür çapının en büyük olduğu dönemlerdir, ancak bu esnada güneş ışınları gezegenin görülmesini engeller. Merkür'ün Güneş geçişleri. Merkür her yıl (ortalama) üç kez alt kavuşum konumundan geçtiği halde, yörüngesinin tutulum düzlemine 7 derecelik bir açı yapması nedeniyle güneş diskinin önünden geçişi nadiren gerçekleşir. Merkür yörüngesinin tutulum düzlemini kestiği noktalar, yani yörüngenin çıkan ve inen düğümleri ile Güneş ve Dünya'nın düz bir çizgi üzerinde yer almasını gerektiren bu durum her yüzyılda 12-14 kez ve yalnız Mayıs ve Kasım ayları içinde gözlenir. Güneş diski üzerinde küçük bir siyah beneğin ilerlemesi şeklinde izlenen bu olay, Merkür'ün yörünge hızının daha düşük olduğu günöte noktasına daha yakın olan Mayıs geçişlerinde daha yavaş olur ve 9 saat kadar sürebilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4288", "len_data": 18969, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.7 }
Yunanistan, resmî adıyla Helen Cumhuriyeti, Güneydoğu Avrupa'da yer alan bir ülkedir. Balkan Yarımadası'nın güney ucunda yer alan Yunanistan; kuzeybatıda Arnavutluk, kuzeyde Kuzey Makedonya ve Bulgaristan, doğuda ise Türkiye ile kara sınırına sahiptir. Anakaranın doğusunda Ege Denizi, batısında İyon Denizi, güneyinde ise Girit Denizi ve Akdeniz yer alır. Yunanistan, binlerce adaya ev sahipliği yaparak Akdeniz Havzası'nın en uzun kıyı şeridine sahiptir. Ülke dokuz geleneksel coğrafi bölgeden oluşmaktadır ve nüfusu 10,4 milyonun üzerindedir. Atina, ülkenin başkenti ve en büyük şehridir; onu Selanik ve Patra takip eder. Uzun bir geçmişi olmasına rağmen modern Yunanistan, 1822 yılında kurulmuş bir ülkedir. Klasik Yunanistan'daki şehir devletleri; demokrasinin, Batı felsefesinin, Batı edebiyatının, tarihçiliğin, siyaset biliminin, önemli bilimsel ve matematiksel ilkelerin, tiyatronun ve Olimpiyat Oyunlarının doğduğu yer olarak Batı medeniyetinin beşiği kabul edilir. Bu şehir devletleri, II. Filip tarafından fethedildikten sonra, Büyük İskender, ordularıyla Yunan uygarlığını Orta Doğu'ya getirerek daha sonra Hristiyanlığın ortaya çıkıp yayılacağı ortak kültürel alanı yarattı. MÖ ikinci yüzyılda Roma tarafından ilhak edilen Yunanistan, Roma İmparatorluğu'nun ve Yunan dili ve kültürünün baskın olduğu ardılı Bizans İmparatorluğu'nun ayrılmaz bir parçası oldu. On beşinci yüzyılın ortalarında Osmanlı egemenliği altına giren Yunanistan, 368 yıllık Osmanlı hâkimiyetinden sonra 1822'de modern bir ulus devlet olarak ortaya çıktı. Yunanistan üniter bir parlamenter cumhuriyettir. Ekonomisi, önemli bir bölgesel yatırımcı olduğu Balkanlar'ın en büyüğüdür. Birleşmiş Milletler'in kurucu üyesi olan Yunanistan, Avrupa Topluluklarına (Avrupa Birliği'nin öncüsü) katılan onuncu üyeydi ve 2001'den beri Euro bölgesi'nin bir parçasıdır. Ayrıca, aralarında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Uluslararası Frankofoni Örgütü'nün (OIF) de bulunduğu pek çok uluslararası kuruluşa üyedir. Etimoloji. Günümüzde Türkçede bu ülkeyi ve halkını tanımlamak için kullanılan Yunanistan ve Yunan kelimeleri Arapça (, "al-Yūnān"), Farsça (, "Yūnān") ve İbranicede (, "Yavan") de olduğu gibi Anadolu'da bulunan İyonyalılara atfen ortaya çıkmıştır ve Yakın Doğu'daki Helenleri ifade eder. İngilizce, Fransızca ve Almanca da dâhil olmak üzere Batı Avrupa'da konuşulan dillerde ise İtalya'nın güneyindeki Grek kolonilerine atfen "Grek" (, "Graikoí") ismi yaygınlaşmıştır. Yunan kavimleri ve şehirleri kendilerini Helenler diye tanımlamıştır. Bugünkü Yunanistan'ın ismi de "Helen ülkesi" anlamında Katarevusa'da Hellás () ve Modern Yunanca'da Elláda'dır (). Bununla birlikte Helenler, Roma ve Bizans İmparatorluğu döneminde kendilerini Romalı (, "Romioi") olarak adlandırmışlar; Selçuklular ve Osmanlılar tarafından bu yüzden Rum diye anılmışlardır. Helen ismi 1830'da Yunanistan'ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasına kadar tarihe karışmış ve yeni kurulan devletin, köklerini doğrudan eski Yunan medeniyetine dayandırdığından Hellas adını yeniden canlandırmıştır. Tarihçe. Tarih öncesi ve Ege uygarlıkları. Yunanistan'ın güneyindeki Manya'daki Apidima Mağarası'nın 200.000 yıl öncesine tarihlenen, Afrika dışındaki erken modern insanın en eski kalıntılarını içerdiği öne sürülür. Ancak diğerleri kalıntıların arkaik insanları temsil ettiğini öne sürer. Taş Devri'nin üç aşaması da Yunanistan'da örneğin Franhti Mağarası'nda temsil edilir. Yunanistan'da, MÖ 7. binyıldan kalma neolitik yerleşimler, Avrupa'daki en eski yerleşimlerdir. Zira Yunanistan, tarımın Yakın Doğu'dan Avrupa'ya yayıldığı güzergah üzerindedir. Yunanistan, MÖ 3200 civarında Ege Denizi adalarında Kiklad kültürüyle başlayıp, Girit'te Minos medeniyeti (MÖ 2700-1500), ve ardından ana karadaki Miken uygarlığı (MÖ 1600-1100), Avrupa'daki ilk ileri medeniyetlerin bulunduğu yerdir ve Batı medeniyetinin doğduğu yer olarak kabul edilir. Bu medeniyetlerin kullandıkları çeşitli yazılar vardı: Bunlardan ikisi Minosluların kullandığı Linear A ve Mikenlilerin kullandığı ve Yunancanın onaylanmış en eski biçimi olan Linear B'dir. Çağdaş Hitit ve Mısır kayıtları, Yunanistan ana karasında yerleşik bir "Büyük Kral"ın yönetimi altında tek bir devletin varlığını öne sürer. Tunç kullanan ve Yunanca konuşanlar MÖ 2.000 civarında geldi ve Miken, Tirins ve Pilos'taki müstahkem saraylar etrafında günümüzde Miken uygarlığı olarak adlandırılan bir kültür gelişti. Medeniyetleri MÖ 1200 civarında Bronz Çağı'nın Çöküşü ile sona erdi ve bunu yüzyıllarca süren "karanlık çağ" izledi. Bu dönemin sonunda, MÖ 800 civarında, şehir devletleri ortaya çıktı ve Yunanlar Akdeniz ve Karadeniz kıyılarındaki koloni kurmaya başladılar. Klasik dönem (MÖ 776-323). Miken uygarlığının çöküşü, yazılı kayıtların bulunmadığı Yunan Karanlık Çağı'nı başlattı. Karanlık Çağların sonu geleneksel olarak ilk Olimpiyat Oyunlarının yapıldığı MÖ 776 yılına tarihlenir. Klasik dönem, Atina ve diğer şehir devletlerinin büyük düşünürler ve sanatçılar yetiştirdiği ve dünyanın ilk demokrasilerini yarattığı altın çağdır. Bu dönem; Akropolis ve diğer büyük tapınakların inşa edildiği, Sofokles, Euripides ve Eshilos tarafından büyük trajedilerin yaratıldığı ve Aristoteles ve Platon tarafından ünlü felsefe okullarının kurulduğu dönemdir. Batı edebiyatının temel metinleri olan "İlyada" ve "Odisseia" 'nın MÖ 7 veya 8. yüzyıllarda Homeros tarafından yazıldığı sanılmaktadır. Şiir, Olimposlu tanrılara olan inançları şekillendirdi. Ancak antik Yunan dininin rahip sınıfı veya sistematik dogmaları yoktu ve Dionysos gibi popüler kültler, gizemler ve büyü gibi diğer akımları da kapsıyordu. Bu dönemde Yunan yarımadasında Karadeniz kıyılarına, Güney İtalya'daki Magna Graecia'ya ve Küçük Asya'ya kadar uzanan krallıklar ve şehir devletleri ortaya çıktı. Bunlar; mimaride, dramada, bilimde, matematikte ve felsefede ifade edilen, Klasik Yunanistan'da benzeri görülmemiş bir kültürel patlamayla sonuçlanan büyük bir refaha ulaştı. MÖ 508'de Kleisthenis, Atina'da dünyanın ilk demokratik hükûmet sistemini kurdu. Ancak, bu dönem aynı zamanda dolambaçlı siyaset, savaş ve kan dökülen bir dönemdi. MÖ 500'e gelindiğinde Pers İmparatorluğu, Küçük Asya ve Makedonya'daki Yunan şehir devletlerine hükmediyordu. Küçük Asya'daki Yunan şehir devletlerinin Pers yönetimini devirme girişimleri başarısız oldu ve Persler MÖ 492'de Yunanistan anakarasındaki eyaletleri işgal etti ancak MÖ 490'daki Maraton Muharebesi'ndeki yenilginin ardından geri çekilmek zorunda kaldılar. Buna yanıt olarak Yunan şehir devletleri, Truva Savaşı'nın efsanevi birliğinden bu yana Yunan devletlerinin kaydedilen ilk birliği olan Sparta liderliğinde MÖ 481'de Helen Birliği'ni kurdular. Perslerin ikinci Yunanistan istilası MÖ 480-79'da Yunanların Salamis'de ve İstefe yakınlarındaki Plataea'da Pers ordusunu yenerek ortadan kaldırıldı ve Pers tehdidine son verildi. Bu, Perslerin sonunda tüm Avrupa topraklarından çekilmesine işaret ediyordu. Yunan-Pers Savaşlarındaki Yunan zaferleri tarihte çok önemli bir andır. Sonrasındaki 50 yıllık barış, Batı medeniyetinin birçok temelini atan ufuk açıcı bir dönem olan Atina'nın Altın Çağı olarak bilinir. Bu zaferi, şehir devletlerinden Atina, Sparta ve İstefe'in iktidar için boğuştuğu bir dönem izledi. Siyasi birliğin olmayışı Yunan devletleri arasında sık sık çatışmalara neden oluyordu. Yunanlar arası en yıkıcı savaş, Atina İmparatorluğu'nun çöküşüne ve Sparta ve daha sonra Teb hegemonyasının ortaya çıkışına işaret eden Peloponez Savaşı'ydı (MÖ 431-404). Atina ve Sparta arasındaki Peloponez Savaşı MÖ 431'de başladı ve Sparta'nın 27 yıl sonra Atina'yı boyun eğdirmesiyle sona erdi. Sparta, MÖ 371'de Thebai tarafından yenildi. MÖ 4. yüzyılda aralarındaki sürekli savaşlar nedeniyle zayıflayan Yunan "polisleri", Helen Birliği olarak bilinen bir ittifakla Kral II. Filip'in yönetimindeki Makedon krallığının yükselen gücüne boyun eğdirildi. Bölünmüş ve zayıflamış şehir devletleri MÖ 338'de Makedonya Kralı II. Filip tarafından kolayca fethedildi. II. Filip, şehir devletlerini fethinden iki yıl sonra öldürüldü. Filip'in MÖ 336'da öldürülmesinin ardından, oğlu ve Makedonya kralı Büyük İskender, Pers İmparatorluğu'na karşı bir Panhelenik seferin başına geçti ve Pers İmparatorluğunu ortadan kaldırdı. Savaşta yenilgiye uğramadan, MÖ 323'teki zamansız ölümüne kadar İndus kıyılarına doğru yürüdü. İskender, babası tarafından inşa edilen imparatorluğu Hindistan alt kıtasına kadar genişletti. Saltanatı, Yunan dili, dini ve kültürünün fethedilen topraklara yayılmasıyla birlikte Yunan kültürel hegemonya dönemini getirdi. MÖ 323'te ölümünden sonra, İskender'in generalleri imparatorluğu kendi aralarında bölerek Yunan dilini ve kültürünü antik dünyaya yayan ve Roma'nın Yunanistan'ı fethine kadar süren bir dizi Helenistik krallık yarattı. İskender'in imparatorluğu Helenistik Dönemi başlatacak şekilde parçalandı. Kendi aralarındaki şiddetli çatışmaların ardından İskender ve haleflerinden sonra gelen generaller, Mısır'daki Ptolemaioslar ve Suriye, Mezopotamya ve İran'daki Seleukoslar gibi fethettiği bölgelerde büyük kişisel krallıklar kurdular. Yunanların, İskenderiye ve Antakya gibi bu krallıkların yeni kurulan "polislerine", yönetici bir azınlığın üyeleri olarak Yunanca'nın "koine" olarak bilinen yerel formunu takip eden yüzyıllarda yerleşmeleri sonucunda Yunan kültürü yayıldı. Yunanlar ise Doğu tanrılarını ve kültlerini benimsediler. Yunan bilimi, teknolojisi ve matematiği Helenistik dönemde zirveye ulaştı. Makedonların Antigonid krallarından özerkliklerini ve bağımsızlıklarını korumayı arzulayan Yunanistan'ın birçok "polisi" "koina" veya "sympoliteiai" (federasyonlar) hâlinde birleşirken Doğu ile ekonomik ilişkiler kurulduktan sonra zengin bir "ineuergetai" tabakası iç yaşamına hâkim oldu. Roma eyaleti (MÖ 146 - MS 4. yüzyıl). Yaklaşık MÖ 200'den itibaren Roma Cumhuriyeti Yunan işlerine giderek daha fazla karışmaya başladı ve Makedonya'yla bir dizi savaşa girdi. Makedonya'nın MÖ 168'deki Pidna Muharebesi'ndeki yenilgisi, Antigonid gücünün sona erdiğinin sinyalini verdi. Romalılar, MÖ 146'da Korint'in yağmalanmasıyla Yunanistan'ın nihai kontrolünü ele geçirdikten sonra Yunanistan, Roma İmparatorluğu'nun kültür merkezi hâline geldi. Korint, Jül Sezar altında görkemli bir şekilde yeniden inşa edildi ve büyük bir eyalet başkenti oldu. Delfi ve Dodona gibi kutsal yerler Romalı turistleri çekti ve ticaret gelişti. Roma Yunanistanı: Roma'nın yükselen gücü, Yunanistan'ın MÖ 146'da Korint'in yağmalanmasından sonra bir Roma eyaleti hâline gelmesiyle sonuçlandı ve bunu görece bir sakinlik dönemi izledi. MÖ 146'da Makedonya Roma tarafından bir eyalet olarak ilhak edildi ve Yunanistan'ın geri kalanı Roma himayesi altına alındı. Yunan kültürünün ateşli hayranları olan Romalılar, oğullarını eğitim görmeleri için Atina'ya göndererek burayı bir kültür merkezi haline getirirken Roma imparatorları şehre ve ülkenin diğer bölgelerine büyük anıtlar bağışladı. Süreç, MÖ 27'de imparator Augustus'un Yunanistan'ın geri kalanını ilhak etmesi ve burayı senato eyaleti Achaea olarak oluşturmasıyla tamamlandı. Romalılar, askeri üstünlüklerine rağmen Yunan kültürüne hayran kaldılar ve ondan büyük ölçüde etkilendiler, bu nedenle Horatius'ın ünlü ifadesi şuydu: "Yunanistan, ele geçirilmiş olmasına rağmen, vahşi fatihini esir aldı". Homeros'un destanları Virgil'in Aeneis'ine ilham kaynağı oldu ve Genç Seneca gibi yazarlar Yunan üsluplarını kullanarak yazdılar. Scipio Africanus gibi Romalı kahramanlar felsefe okudu ve Yunan kültürünü ve bilimini takip edilecek bir örnek olarak gördüler. Benzer şekilde, çoğu Roma imparatoru, doğası gereği Yunan olan şeylere hayrandı. Hristiyanlık bu dönemde bölgeye tanıtıldı, Pavlus MS 49-61 döneminde bölgeyi dolaştı. İmparator Neron MS 66'da Yunanistan'ı ziyaret etti ve Antik Olimpiyat Oyunlarında sahne aldı, Hadrianus ise imparator olmadan önce Atina'nın baş arkhonu olarak görev yaptı. Bizans Dönemi (MS 323–MS 1453). MS 323'te İmparator Konstantin, imparatorluk başkentini Bizans şehrine taşıdı ve adını Konstantinopolis olarak değiştirdi. Yakın zamanda din değiştiren biri olarak Hristiyanlığı resmi devlet dini hâline getirdi. Konstantin'in halefleri büyük kiliseler ve manastırlar inşa ettiler ama aynı zamanda antik Yunan kültürünün, dininin ve felsefesinin son kıvılcımlarını da söndürdüler. Doğu Roma İmparatorluğu'nda İstanbul'un önemi nedeniyle Yunan dünyasının siyasi, dinî ve kültürel merkezi olmuş olan Atina hızla gerilemeye başladı. Atina'daki Yeni Platonculuk Akademisi'nin 529'da İmparator Justinianus tarafından kapatılmasıyla Atina, bir taşra kasabasına geriledi. Bizans İmparatorluğu, İstanbul 1204'te Haçlıların eline geçene kadar Yunanistan'ı yönetti. Bu Frank yağmacıları ve Venedikli müttefikleri, Yunan ana karasını ve adalarını aralarında bölerek çeşitli küçük krallıklar ve prenslikler yarattı. İmparatorluk, İstanbul'u geri aldı ve 1259'da Pelagonya'da Frank prenslerini yendikten sonra Yunanistan ana karasının çoğunu geri aldı. Osmanlı ve Venedik Dönemi (1453-1821). 13. yüzyılda doğudan yeni bir tehdit büyümeye başladı. Osmanlı Türkleri 1430'da Selanik'i ele geçirdi ve yirmi üç yıl sonra 1453'te İstanbul'un çok önemli fethi Bizans İmparatorluğu'nu sona erdirdi. Gelecek 200 yıl boyunca Venedik Cumhuriyeti ile ana kara Yunanistan ve adalar üzerinde çatışan Osmanlı Devleti, Kıbrıs'ı ve Girit'i sırasıyla 1571 ve 1670'te ele geçirdi. 1571'de İspanyol müttefikleri ile Korint Körfezi'ndeki İnebahtı'da bir Osmanlı donanmasını yok eden Venedikliler, 1715'e gelindiğinde sadece Korfu ve İyon Adaları'nı elinde tutabildiler. Osmanlı Devleti Yunanistan'da Millet sistemini uygulamış; millet sistemi altında dinlerini ve dillerini koruyan Yunanlar, Osmanlı topraklarının dünya ekonomisine entegrasyonu döneminde büyük bir tüccar ağı geliştirmiştir. Osmanlı Devleti, Yunanistan'ı aldığında Millet sistemini uygulamış; Yunanların dinlerini, dillerini, görünüşlerini değiştirmelerine zorlanmamıştır. Tüccar Yunan seçkinleri, Osmanlı otoritesinin gerilemesi sürecinde Batı'dan gelen milliyetçilik ve liberalizm ruhunu Yunan topraklarına taşıdılar. Bağımsızlık ve büyüme (1821-1924). Osmanlı yönetimine karşı Yunan Bağımsızlık Savaşı, 1821'de başladı ve neredeyse on yıl sürdü. Başarı, büyük ölçüde yabancıların müdahalesi sayesinde geldi. Fransa, Rusya ve İngiltere müdahale edip Osmanlı donanmasını Navarin'de batırana kadar Osmanlılar üstünlüğü ele geçirmeye yakın görünüyordu. 1821'de Osmanlılar yeni Yunan Cumhuriyeti'ne bağımsızlık vermeye zorlandı ancak Türkiye batı, orta ve kuzey ana karasının çoğunu elinde tuttu. Bu dönem aynı zamanda tüm Yunan halkını tek bir bayrak altında toplamayı amaçlayan "Megalo İdea"nın de başlangıcıydı. Cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı Kapodistrias, 1831'de suikasta uğradı ve rejim çöktü. Büyük Güçler, Bavyera prensi Otto'yu Helenlerin Kralı olarak kabul ettirdi. Otto, devletin başkentini Atina'ya taşıdı ve şehri büyük Neo-Klasik tarzda yeniden inşa etmeye başladı. 1863'te liberal subaylar ve politikacılar tarafından devrilen Otto'nun yerine Danimarka doğumlu I. Yeoryos Büyük Güçler tarafından atandı ve yönetim biçimi anayasal meşrutiyet olarak değiştirildi. Sonraki yüzyılda Yunanistan, 1910'da başbakan seçilen Venizelos'un başarılı siyaseti ile toprak ve nüfus bakımından iki katına yakın büyüdü. Yunanistan'da modernleşme 19. yüzyılın ikinci yarısında hız kazandı. Buharlı gemiler yelkenli gemilerin yerini almaya başladı ve ilk demiryolu 1869'da Atina ile Pire arasında açıldı. Ancak Yunan politikacılar için amaç, Osmanlı İmparatorluğu'nun elindeki toprakların kurtarılmasıydı. 1917'de Megali İdea'nın (“Büyük Fikir”) destekçileri, Yunanistan'ın Türkiye'nin büyük etnik Rum nüfusa sahip bölgelerini ele geçirmesini istedi ve hatta İstanbul'u yeniden fethetmeyi hayal etti. Ancak, Anadolu'nun Yunanistan tarafından işgali, Yunan tarih yazımında "Anadolu Felaketi" (, "Mikrasiatiki katastrofi") olarak adlandırılan yenilgiyle sonuçlandı. Bu yenilgi, Yunanistan'da II. Dünya Savaşı'na kadar devam eden bir istikrarsızlık dönemine yol açtı. Askerî yönetim, Kral II. Georgios'u ülkeyi terk etmeye zorladı. 1924'te, Osmanlılar'dan kurtuluşun anma günü olarak kutlandığı 25 Mart günü Yunanistan'da cumhuriyet ilan edildi. Yapılan seçimlerin ardından Venizelos yönetime geldi. Yakın dönem: İkinci Dünya Savaşı ve Yunan İç Savaşı. Yoksul mülteciler 1923'te Türkiye'den Atina ve Selanik'e akın etti ve 1920'ler ve 1930'lar bir yoksulluk, yoksunluk ve siyasi kaos zamanıydı. 1936'da General İoannis Metaksas, demokratik özgürlük pahasına bir miktar istikrar getiren otoriter bir 4 Ağustos Rejimi'ni (, "Kathestós tis tetragtis Avgoústou") kurdu. Yunanistan, 1940'ta II. Dünya Savaşı sırasında İtalyan işgaline başarıyla direndi ancak 1941'de Alman birlikleri tarafından yenildi ve işgal edildi. İşgalin 1944'te sona ermesiyle rahatlayan Yunanistan'da, milliyetçi gruplar ve komünistler arasında çatışmalar başladı. Üç yıllık bir iç savaş yaşandı. Savaş Yunanistan'ı yoksul, istikrarsız ve bölünmüş durumda bıraktı. Daha sonra siyasî istikrarsızlık baş gösterdi. Bu istikrarsızlıktan yararlanan bir grup ordu subayı, 1967'de hükûmeti devirdi ve "Albaylar Cuntası" (, "Choúnta ton Syntagmatarchón") olarak bilinen cemiyeti kurarak Kral II. Konstantin'i devirdi. Atina'da bir öğrenci ayaklanmasının acımasızca bastırıldığı 1973 yılına kadar çok az direniş oldu. Diktatörlüğün Kıbrıs hükûmetine karşı darbeyi desteklemesi, Kıbrıs Harekatı'na ve adanın bölünmesine yol açtı ve Yunanistan'da rejimin çöküşüne yol açan siyasi bir krizi tetikledi. Monarşiyi geri getirmemeyi seçen bir halk oylamasının ardından 11 Haziran 1975'te demokratik ve cumhuriyetçi bir anayasa ilan edildi. Yunanistan, 1981'de Avrupa Topluluğu'na (şimdi Avrupa Birliği) katıldı ve AT fonları, ülkenin altyapısının büyük ölçüde iyileştirilmesine yardımcı oldu. Paket turizm de hızla yükseldi ve 1990'lar patlama yıllarıydı. Ancak 2010 yılında yıllarca devam eden sorumsuz borçlanma, ekonominin neredeyse çöküşüne yol açtı. Hükûmet, alacaklılarına mali kurtarma için yalvarmak ve kamu harcamalarını kısmak zorunda kaldı ve bu da toplumsal huzursuzluğa neden oldu; ancak on yıllık kemer sıkma politikasının ardından ekonomi toparlanma belirtileri göstermeye başladı. Coğrafya. Yunanistan bir dağlar ve adalar ülkesidir. Ülkedeki en büyük adalar sırasıyla Girit, Eğriboz, Midilli ve Rodos'tur. Kıta Yunanistan'ı, kuzeyde Dinar Alpleri'nin bir uzantısı olan Pindus Dağları'nın hâkimiyetindedir. Pindus, Yunanistan'ı yüksek yağış alan batı bölgesi ve az yağış alan doğu bölgesi olarak ikiye ayırır. Yunanistan'daki en yüksek dağ, antik tanrıların efsanevi evi olan ve 2917 metre yüksekliğindeki Olimpos Dağı'dır. Diğer önemli sıradağlar, kuzeydeki Rodoplar ve güneydeki Peleponez Dağları'dır. Biri Teselya'da, diğeri Orta Makedonya'da olmak üzere iki ana ova vardır. Su kaynakları. Yunanistan'ın ulaşıma elverişli nehri yoktur, en uzun nehir kuzeydeki Aliakmonas'tır. Diğer başlıca nehirleri Meriç, Mesta, Struma ve Vardar'dır. Doğuda Ege Denizi, güneyde Akdeniz ve batıda İyon Denizi ile sınırlanmış olan Yunanistan'ın orta ve güney kesimlerde zakkum, kızılçam, mersin, defne, meşe, zeytin ve ardıç ağaçlarının da yetiştiği Akdeniz iklimine has maki örtüsü hâkim iken kuzey ve batıdaki yüksek alanlarda başta meşe olmak üzere geniş yapraklı ormanlar yer alır. Ormanlık alanlar ülke arazisinin yaklaşık beşte birini kaplar. Adalar. Yunanistan'da tanıma bağlı olarak 1.200 ila 6.000 arasında pek çok ada vardır, bunların 227'sinde yerleşim vardır ve bitişik olmayan kıtalar arası ülke olarak kabul edilir. En büyük ve en kalabalık adası Girit'tir. Anakaradan 60 m genişliğindeki Euripus Boğazı'yla ayrılan Eğriboz Adası Yunanistan'ın ikinci en büyük adasıdır. Eğriboz Adasını Midilli ve Rodos Adaları izler. Yunan adaları geleneksel olarak şöyle gruplanır: Atina yakınlarındaki Saronik Körfezi'ndeki Saron Adaları, Tavşan Adaları (Kiklatlar), Ege Denizi'nin ortasını kaplayan büyük adalar yığını, Kuzey Ege Adaları, Türkiye'nin batı kıyılarındaki adalar grubu, güneydoğuda Girit ile Türkiye arasında On İki Ada, Sporades, kuzeydoğu Euboea kıyılarında küçük ada grubu ve İyonya Denizi'nde anakaranın batısında yer alan İyon Adaları. İklim. Yunanistan'da hâkim iklim büyük ölçüde Akdeniz iklimidir: Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçer. Kuzey ve iç kesimlerinde kışların daha sert geçtiği ülkede, kışın genellikle ılık, nemli, batı rüzgarlarının etkisi görülür. Kuzeyden esen Bora ise sıklıkla soğuk hava dalgalarına neden olur. Yaz boyunca sıcaklık rüzgâr yönüne göre değişir: Güneybatıdan esen Siroko, sıcaklığı 40 °C'nin üstüne çıkarabilirken kuzeybatıdan esen Etezien sıcaklığı ve nem oranını düşürür. Yıllık ortalama yağış miktarı, Pindus Dağları'nın etkisiyle genellikle batıdan doğuya ve kuzeyden güneye gittikçe azalır. Yağış miktarının en yüksek olduğu kuzeybatıda yer alan Korfu'da 1320 milimetreyi bulan yıllık yağış, Atina'da 400 mm., Girit'te ise 640 mm. civarındadır. Hükûmet. Yunanistan üniter bir parlamenter cumhuriyettir. 1967-74 askeri diktatörlüğünün çöküşünün ardından 1975'te tanıtılan mevcut anayasa, başlangıçta cumhurbaşkanına önemli yetkiler verdi, ancak 1986'da anayasada yapılan revizyonlar cumhurbaşkanlığı yetkilerini büyük ölçüde törensel hale getirdi. Devlet başkanı olan Cumhurbaşkanı, tek kamaralı Yunan Parlamentosu (, "Vouli") tarafından seçilir ve beş yıllık iki dönem görev yapabilir. Başbakan, hükûmetin başıdır ve geniş yetkilere sahiptir, ancak yasama organının güvenini yönetebilmelidir. İkincisi, tek kamaralı Yunan Parlamentosu, doğrudan genel oyla dört yıllığına seçilen 300 milletvekilinden oluşur; anayasayı değiştirme yetkisine sahiptir. Oy kullanmak zorunludur. Yunan seçim sisteminin ayırt edici bir özelliği, görevdeki hükûmetlerin seçim yasasını kendi siyasi avantajlarına uyacak şekilde değiştirmesi uygulamasıdır. Bununla birlikte, 2001'deki bir başka anayasa revizyonu turu, siyasi operasyonlarda daha fazla şeffaflık sağlayarak siyasi suistimallere karşı güvenceler getirdi. Geleneksel siyasetin birçok unsuru, özellikle de parti sisteminin kişilik temelli doğası Yunanistan'da kalmıştır. Partiler büyük ölçüde liderlerinin karizmasına bağlıdır ve himaye her düzeyde önemlidir. 21. yüzyılın başlarında başlıca siyasi partiler arasında Yeni Demokrasi (Nea Dimokratia; ND), Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK), Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) ve Yunanistan Komünist Partisi (KKE) vardı. Kıdemli muhafazakâr politikacı Konstantinos Karamanlis tarafından kurulan Yeni Demokrasi, devletin gücünü sınırlamayı ve özel girişimleri ve piyasa ekonomisini teşvik etmeyi amaçlayan “neoliberal” politikaları sürekli olarak destekledi. PASOK, bağımsız bir dış politikaya ve değiştirilmiş bir sosyalizm biçimine olan güçlü bağlılığını sürdürdü. Hukuk. Yargı, esasen Kıta Avrupası'nda yaygın olan Roma hukuk sistemidir. En yüksek iki mahkeme, hukuk ve ceza davalarına bakan Yüksek Mahkeme (, "Áreios Págos") () ve yönetim anlaşmazlıklarından sorumlu olan Danıştay'dır (, "Symvoúlio tis Epikrateías") (). İdari bölümler. 2011 yılında Kallikratis Planı adı verilen plana göre idari olarak yeniden düzenlenen Yunanistan, her birinin başkanı merkezi hükûmet tarafından atanan yedi apokentroménes dioikíseis'e ("merkezi olmayan yönetim") bölünmüştür. Bu birimler ayrıca, önceki idari yapı altında var olan 13 coğrafi çapı (bölge) yansıtan 13 periferiye ("bölge") ayrılmıştır. Yerel yönetimin bir sonraki düzeyinde, 74 perifereiakés enótites ("bölgesel birim") bulunur. Son olarak, bu idari birimlerin en küçüğü 325 dímoi'dir ("belediye"). Dış ilişkiler. 1952'de Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO), 1961'de Avrupa Topluluğu'nun (AK) ortak üyesi ve 1981'de tam üye olan Yunanistan, Batı sisteminin oluşturduğu kurumlara üyedir. Tarihsel olarak Yunan dış politikası bir dizi zıt kutup aracılığıyla daha iyi anlaşılabilir. 1922'ye kadar Yunanistan, güneydoğu Avrupa'daki bölgesel statükodan memnun olmayan ve mümkün olduğunca çok sayıda Osmanlı Rumu'nu bünyesine katmak için genişlemeye çalışan revizyonist bir devletti. Bağımsız varlığının ilk yarısında Yunanistan'ın dış politikası, saldırgan dürtüleri ve ülkenin sınırlı kaynakları arasında tehlikeli bir dengeleme eylemiydi. 1922'deki Küçük Asya Felaketi'nin ardından Yunanistan, bölgedeki sınırların zorla değiştirilmesine şiddetle karşı çıkan muhafazakâr bir güç hâline geldi. Büyük güçlerin korumasına bağımlı küçük bir devlet olan Yunanistan, Akdeniz'deki baskın deniz gücü olan Britanya İmparatorluğu ile Doğu Avrupa'daki baskın kara gücü olan Rus İmparatorluğu arasında ikilemde kaldı. Yunanistan'ın Akdeniz'de koruma gereksinimleri yüzünden Yunanistan, dış politikasını dinsel yakınlık duymuş olduğu Rusya'dan çok Britanya İmparatorluğu'na yöneltmesine neden olmuştur. 1947'den sonra Amerika Birleşik Devletleri, Akdeniz'deki baskın deniz gücü ve Yunanistan'ın hamisi olarak İngiltere'nin yerini aldı. İngiltere ve ABD ile ittifak, Yunanistan'a, Balkan komşularıyla karşılaştırıldığında ülkenin liberal ve demokratik geleneklerinin güçlendirilmesi de dâhil olmak üzere çeşitli tali faydalar sağladı. 1950'lerden bu yana Yunanistan'ın ana dış politika sorunu, Yunanistan'ın Ege, Trakya ve Kıbrıs'ta Helenizm'e karşı "doğudan gelen tehlike"dir (Türkiye). Yunan halkı, ABD ve Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi dizginlemek için yeterli çabayı göstermediğini hissetse de Yunanistan, Türkiye nedeniyle Batı ittifakına daha da bağımlı hâle gelmiştir. 1989'da Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle Güneydoğu Avrupa'nın en zengin ve en eski demokrasisi olan Yunanistan, ABD'nin Ortadoğu ve Kafkasya kadar önem atfettiği Balkanlar'da kendi nüfuz alanını yaratmaya girişti. Sınır değişikliklerinden korkan Yunanistan, eski Yugoslavya'nın parçalanmasına karşı çıkarak Slobodan Miloseviç'in politikalarına destek verdi. Son olarak, 1991'den beri Yunanistan, Makedon milliyetçiliğini etkisiz hâle getirmek için yalnız bir diplomatik politika izledi. Yunanistan, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki müttefikleri ile ortaklığını yenilemeye çalışırken, özellikle 1999'dan sonra Türkiye'nin Avrupalılaşması ile bir angajman politikası benimsemiştir. Ordu. Yunan Silahlı Kuvvetleri, Yunan Ulusal Savunma Genelkurmay Başkanlığı (Yunanca: Γενικό Επιτελείο Εθνικής Άμυνας – ΓΕΕΘΑ) tarafından denetlenir ve sivil yetki Milli Savunma Bakanlığındadır. Yunan silahlı kuvvetleri şu üç bölümden oluşur: Ayrıca Yunanistan, denizde kolluk kuvvetleri, arama ve kurtarma ve liman operasyonları için Yunan Sahil Güvenlik görevini sürdürür. Savaş sırasında donanmayı destekleyebilmesine rağmen, Yunan Sahil Güvenliği Denizcilik bakanlığına bağlıdır. Yunan askerî personeli, 142.700'ü aktif, 221.350 yedek olmak üzere toplam 364.050 kişidir. Yunanistan, silahlı kuvvetlerde hizmet eden vatandaşların sayısına göre dünyada 28. sıradadır. Zorunlu askeri hizmet Kara kuvvetlerinde dokuz ay, Donanma ve Hava kuvvetlerinde bir yıldır. Ayrıca, Stratejik olarak hassas alanlarda yaşayan 18 ila 60 yaş arasındaki Yunan erkeklerinin Ulusal Muhafızlarda yarı zamanlı olarak hizmet etmesi istenebilir. NATO üyesi olarak Yunan ordusunun NATO görevlerine katılımı asgari seviyede olmasına rağmen, ittifakın himayesindeki tatbikatlara ve konuşlandırmalara katılır. Yunanistan, ordusuna yılda 7 milyar ABD dolarının üzerinde veya GSYİH'nın yüzde 2,3'ünü harcar. Mutlak terimlerle ise savunma harcamalarına göre ülkeler listesinde dünya 24.'sü, kişi başına askeri harcamada dünya 7.'sidir ve NATO'da ABD'den sonra en üst ikinci sıradadır. Yunanistan, GSYİH'nın yüzde 2'si olan minimum savunma harcaması hedefini karşılayan veya geçen beş NATO ülkesinden biridir. Ekonomi. Genellikle "yüksek gelirli" olarak tanımlanan Yunanistan, Avrupa Birliği'nde en az gelişmiş ekonomilerden biri olarak kalmıştır. 2021 yılına gelindiğinde Yunanistan'ın kişi başına geliri, Avrupa Birliği ortalamasının %51'ine denk gelmektedir. Yunan ekonomik büyümesi geleneksel olarak çoğunlukla endüstri ve tarım dışı sektörlere dayanır. Yunan devleti, üretime yatırım yapmak için bazı teşvikler sağlamaya çalıştı ama pek başarılı olamadı. Militan sendikalar, esnek olmayan Yunan iş gücü piyasası, küçük iç pazar, artan dış rekabet, hantal rejim, bürokrasi, artan çevresel hassasiyetler ve ülkedeki ekonomik istikrarsızlık sanayi gelişiminin önündeki büyük engellerdir. Avrupa Birliği'nin Ortak Tarım Politikası'ndan büyük ölçüde yararlanmış olan Yunanistan tarım sektörü yine de gelişmemiştir. Arazinin dağlık olması ve yazların kurak geçmesi Yunanistan'da tarımın başlıca engelleridir. Birim alandan alınan verim düşüktür. Nakliye, turizm ve yurt dışındaki işçilerin gönderdiği döviz, ekonominin temel dayanaklarıdır. En büyük işveren, tam sayı bilinmemekle birlikte yaklaşık 700.000 kişiye veya işgücünün %15'ine istihdam sağlayan kamu sektörüdür. Borç krizi (2010-2018). Yunanistan dış gelirlerinde büyük açık veren bir ülkedir. İhracatın ithalatın yalnızca %40'ını karşıladığı ülkede kamu harcamalarında israf, vergi kaçırma, yolsuzluk ve borçlanma başlıca yapısal sorunlardır. 2010 yılı sonunda iflasın eşiğine gelen ekonomi, Avrupa Birliği ve IMF'nin yaklaşık 300 milyar Avroluk (346 milyar $) maddi desteğiyle canlandırılmaya çalışılmaktadır. Kurtarma programlarıyla bağlantılı olarak uygulamaya konulan kemer sıkma politikaları nedeniyle Yunanistan'ın GSYİH'sinde 2008-2018 arasında %25'lik bir düşüş oldu. İki Savaş Arası Dönem'de Anadolu'dan gelen mülteci akını, ihtiyaç duyulan vasıflı ve ucuz iş gücünü sağlayarak ve iç talebi genişleterek sanayileşmeyi hızlandırdı. Yunan sanayisi 1950'lerde ve 1960'larda iç savaştan sonra müdahaleci devlet, kentleşme, korumacılık, uygun vergi mevzuatı ve az sendikalaşma ile arttı. Ama 1970'lerdeki dünyadaki ekonomik kriz, 1974'te cuntanın devrilmesinin ardından artan emek talebi, Yunanistan'ın 1981'de Avrupa Topluluğu'na (AK) girmesinden sonra korumacılığın sona ermesi ve 1981'den sonra sosyalist ekonominin kötü yönetimi nedenlerle Yunanistan'da ekonomik krize yol açtı. 1981 ile 2008 arasında 150 milyar dolara yakın Avrupa Birliği fonu alan Yunanistan'ın ekonomisi bu dönemde hızla büyüdü. Fakat Avrupa Birliği fonlarının verimsiz Yunan devleti aracılığıyla harcanması, genellikle yolsuzluğu beslemiş ve yerel reformların aciliyetini azalttı. Yunanistan'ın Euro'ya geçmesi ülke için büyük nimet oldu. 30 yıllık enflasyonist politika ve yumuşak paradan sonra Yunanistan, güçlü bir para birimi elde etti ve avronun getirdiği düşük faiz oranlarından yararlandı. Euro ile beraber tahvil piyasaları artık yüksek enflasyon veya devalüasyon konusunda endişelendirmiyordu. Daha az faiz oranlarının yol açtığı kredi patlaması, harcama savurganlığını teşvik etti. Ancak güçlü GSYİH büyümesi, kamu maliyesinin altında yatan zayıflığı maskeledi. Kamu borç oranı düştü, ancak bunun nedeni nakit olarak GSYİH'nin borçtan daha hızlı büyümesiydi. Büyük bütçe açıkları devam etti. Yunanistan, Euro'ya güvenli şekilde girdikten sonra, gerçekten de mali kontrolü gevşeten Yunanistan, 2003'ten beri büyük bütçe açıkları vermeye başladı. Yunanistan'ın enflasyon oranı Euro bölgesi ortalamasının üzerinde kalmasına ve ülkenin rekabet gücüne zarar vermesiyle sonuçlandı. Tarım. 2010 yılında Yunanistan 83.800 ton pamuk ve 8.000 ton Antep fıstığı ile Avrupa Birliği'nin en büyük tarımsal üreticisiydi. Pirinç (229.500 ton), zeytin (147.500 ton) üretiminde ikinci, incir (11.000 ton), badem (44.000 ton), domates (1.400.000 ton), karpuz (578.400 ton) üretiminde üçüncü ve tütün (22.000 ton) üretiminde dördüncü sıradaydı. Tarım, ülkenin GSYİH'sinin %3,8'ine eşit katkı yaptı ve iş gücünün %12,4'ünü istihdam etti. Yunanistan, Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası'ndan çok iyi yararlanır. Avrupa Topluluğu'na girişin sonucunda tarımsal altyapı iyileştirildi ve tarım üretim arttı. 2000 ve 2007 yılları arasında Yunanistan, %885 organik tarımda AB'deki en yüksek değişim yüzdesini başardı. Denizcilik sektörü. Antik zamanlardan beri gemi sanayi Yunan ekonomik faaliyetlerinin anahtarı olmuştur. Denizcilik, GSYİH'nin yüzde 4,5'ine karşı gelen, yaklaşık 160.000 kişiyi istihdam eden (bu sayı toplam iş gücünün yüzde 4'üdür) ve ticaret açığının üçte birine karşılık gelen, ülkenin en önemli sanayilerindendir. 2011 yılında Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı tarafından hazırlanan rapora göre, Yunan ticari donanması toplam dünya kapasitesinin yüzde 16,2'si ile dünyadaki en büyük ticari donanmadır. 2011'deki Yunan ticaret donanması 2010'daki yüzde 15,96'nın üzerinde olmasına rağmen 2006'daki yüzde 18,2'lik dünya deniz ticaret gemi kapasite zirvesinin altındaydı. Ülkenin ticaret filosu toplam tonajda (202 milyon dwt), toplam gemi sayısında hem tanker hem de kuru dökme yük gemilerilerinde 3.150 gemi ile dünyada dördüncü ve ilk sıradayken, konteyner gemi sayısında gene dördüncü ve diğer gemilerde ise dünyada beşinciydi. Ancak 2006'daki filosu 1970'lerin sonundaki tüm zamanların en büyüğü 5.000 gemiden daha azdır. 2010'daki rapora göre, Yunan bayrağı taşıyan toplam gemi sayısı Yunan olmayan filolar dâhil 1.517 veya dünya dwt'sinin %5,3'ü ile dünyada beşinci sıradaydı. 1960'larda Yunan filosunun büyüklüğü, esasen Aristotle Onassis ve Stavros Niarchos tarafından üstlenilen yatırımla neredeyse iki katına çıkmıştı. Modern Yunan gemi sanayisinin temeli, Yunan gemici iş adamlarının 1940'ların Gemi Satış Yasası aracılığıyla kendilerine ABD hükûmetince satılan ihtiyaç fazlası gemileri aldıkları II. Dünya Savaşı'ndan sonrasında kuruldu. Yunanistan'ın büyük bir gemi inşa ve bakım sanayisi vardır. Pire limanı çevresindeki altı tersane, Avrupa'nın en büyüklerindendir. Son yıllarda Yunanistan, lüks yatların inşasında, tamir ve bakımında da lider oldu. Turizm. Turizm, ülkedeki ekonomik faaliyetin kilit unsuru ve 2018 itibarıyla gayrisafi yurt içi hasılanın %20,6'sına denk gelen ülkenin en önemli sektörlerinden biridir. Yunanistan 2016'da 28 milyondan fazla turist, 2015'te 26,5 milyon turist ve 2009'daki 19,5 milyon turist ve 2007'deki 17,7 milyon turist ağırlayan Yunanistan, en çok ziyaret edilen ülkelerdendir. Ulaşım. 1980'lerden bu yana Yunanistan'ın kara yolu ve demir yolu ağı önemli ölçüde modernleştirildi. 2020 yılı itibarıyla toplam uzunluğu yaklaşık 2320 km olan Yunanistan otoyol ağı, Güneydoğu Avrupa'daki en kapsamlı ve Avrupa'daki en gelişmiş otoyol ağlarından biridir. Yunanistan'ın kuzeybatısını Igoumenitsa) Kuzey Yunanistan'a (Selanik) ve Kuzeydoğu Yunanistan'a (Kipoi) bağlayan A2 (Egnatia Odos) Doğu-Batı Otoyolu; Peloponnese'yi (Rio, Patras'tan 7 km) batı Yunanistan'daki Aetolia-Akarnania'ya (Antirrio) bağlayan Avrupa'nın en uzun asma halatlı köprüsü (2250 m uzunluğunda) Rion-Antirion Köprüsü; ve Narda Körfez ağzının altından geçen Aktio-Preveza Denizaltı Tüneli önemli ulaşım eserleridir. Rion-Antirion Köprüsü Yunanistan ana karasını Mora Yarımadası'na bağlar. Ayrıca Kuzeybatı Yunanistan'ı (Yanya) Batı Yunanistan'a (Antirrio) bağlayan A5 (Ionia Odos) Otoyolu; Atina'yı Kuzey Yunanistan'daki Selanik ve Evzonoi'ye bağlayan A1 Otoyolu'nun son bölümleri; Atina'yı Patra'ya bağlayan Mora Yarımadası'ndaki A8 Otoyolu (Olympia Odos'un bir parçası); ve Korint'i Kalamata ve Sparta'ya bağlayan A7 otoyolu da tamamlandı. Patra'yı Pirgos'a bağlayan Olympia Odos'un geri kalan kısmı planlanmaktadır. Hâlen devam eden diğer önemli projeler arasında Selanik Metrosu ve Kuzey Girit Otoyolu inşaatı yer almaktadır. Özellikle Atina Metropol Bölgesi'ne, Atina Uluslararası Havaalanı, özel olarak işletilen A6 (Attiki Odos) otoyol ağı ve genişletilmiş Atina Metro sistemi gibi Avrupa'nın en modern ve verimli ulaşım altyapılarından bazıları hizmet vermektedir. Yunan adalarının çoğu ve Yunanistan'ın pek çok ana şehri, esas olarak iki büyük Yunan hava yolu şirketi olan Olympic Air ve Aegean Airlines ile hava yoluyla birbirine bağlanır. Deniz otobüsleri ve katamaranlar da dâhil olmak üzere modern yüksek hızlı teknelerle deniz bağlantıları geliştirildi. Demir yolu bağlantıları Yunanistan'da diğer birçok Avrupa ülkesine göre daha az rol oynamaktadır. Ancak bunlar da Proastiakos'un Atina çevresinde, havaalanı Kiato ve Halkida'ya doğru, Selanik civarında, Larisa ve Edessa şehirlerine doğru ve Patra civarında hizmet verdiği yeni banliyö/banliyö demiryolu bağlantılarıyla genişletildi. Atina ile Selanik arasında modern bir şehirlerarası demir yolu bağlantısı da kurulurken 2.500 km'lik (1.600 mil) ağın birçok bölümünde çift hatlara yönelik iyileştirme çalışmaları devam ediyor; Atina ile Patra arasında yeni bir çift hatlı, standart hatlı demiryolu (eski metre hat açıklığı Pire-Patra demiryolunun yerine geçen) hâlen yapılmaktadır ve aşamalar hâlinde açılmaktadır. Uluslararası demir yolu hatları Yunan şehirlerini Avrupa'nın geri kalanına, Balkanlara ve Türkiye'ye bağlamaktadır. Yunanistan'ın uzun kıyı şeridi ve çok sayıda adası göz önüne alındığında, Yunanistan'da deniz taşımacılığı özellikle önemlidir. Tüm büyük adalara ana karaya feribotla ulaşım sağlanmaktadır. Atina limanı Pire, 2021 yılı itibarıyla Avrupa'nın en yoğun üçüncü yolcu limanıydı. 2019 yılında Yunanistan'da toplam 37 milyon yolcu tekneyle seyahat ederek Avrupa'nın ikinci en yüksek rakamı oldu. Yunanistan'da 15'i uluslararası destinasyonlara hizmet veren 39 aktif havaalanı vardır. Atina Uluslararası Havaalanı 2023'te 28 milyondan fazla yolcuya hizmet verdi. Büyük adaların çoğuna, Avrupa'daki diğer havalimanlarına doğrudan bağlantıları olan havalimanları hizmet verir. Demografi. 2022 sayımında 10.336.517 olan nüfusun %95'ini Yunanlar oluşturur. Nüfusun çoğunluğunu 1923 Lozan Antlaşması sonucunda gerçekleşen 1924 nüfus mübadelesiyle ülkeye Türkiye'den gelen, 1,5 milyon Karamanlılar ve Gagavuzlar dâhil olmak üzere Rum-Hristiyan Ortodoks nüfus oluşturur. Yunan hükûmeti tarafından resmen tanınan tek azınlık, varlığı 1923 Lozan Antlaşması'nda kabul edilen Müslüman azınlıktır. Bununla birlikte, Yunanistan'ın nüfusu kendilerini Batı Trakya, Girit ve On İki Ada'da yaşayan Türkler (% 0,9), Makedonlar (% 1,5), Arnavutlar (% 0,6) ve Çingeneler olarak tanımlayanları içermektedir. Komşu ülkelerden yalnız Güney Kıbrıs, Arnavutluk ve Türkiye'de sözü edilecek düzeyde Yunan toplulukları yaşar. Buna karşılık Birleşik Krallık, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin ve Avustralya oldukça büyük bir Yunan göçmen topluluklarını barındırır. Hızla yaşlanan Yunanistan'ın ortalama yaşı 2020'de 45,6 olup, nüfusun %13,66'sı 65 yaş ve üzeri, %64,06'sı 15-64 yaş arasında ve %22,28'i 14 yaş ve altıydı. Ülkenin hızla yaşlanması, doğurganlık oranının 1,41'e düşmesiyle ilişkilidir. Yunanistan, ayrıca Avrupa Birliği'ne girmeye çalışan yasa dışı göçmen nüfusuna sahiptir. Çoğunlukla Türkiye sınırındaki Meriç nehrinin yanı sıra Midilli, Sakız, İstanköy ve Sisam giriş yapan yasa dışı göçmenlerin çoğunluğunu Afganlar, Pakistanlılar ve Bangladeşliler oluşturur. Dil. Yunan dili, yazılı metini bulunan en eski Hint-Avrupa dillerinden biridir ve en eski yazılı biçimi (Linear B) MÖ 15. yüzyıla kadar uzanır. Yeni Ahit'in dili olan Koine (, "Ellinistikí Kiní") ve Bizans Yunancası, Yunancanın orta evrelerini temsil eder. Bunlar nihayetinde 19. yüzyılda yerini Modern Yunanca'ya (, "Elliniká") bıraktı (Koine Rum Ortodoks Kilisesi tarafından kullanılmaya devam etmektedir). Modern Yunanca, Standart Modern Yunanca ve Çakonca (), Pontus (, "Pontiakí diálektos"; Pontus Rumcası: Ρωμαίικα "Roméika") ve Kapadokya (, "Kappadokikí diálektos") gibi çeşitli bölgesel lehçelerden oluşur. Standart Modern Yunanca resmi devlet dilidir ve iki tarihsel biçimin bir karışımıdır: Yaygın olarak konuşulan Demotiki (, "Dimotikí") ve 1970'lerin ortalarına kadar resmi hükûmet belgelerinde ve gazetelerde görünen, esasen yazılmış, kasıtlı olarak Antik Yunancaya benzetilmiş Katarevusa (, "Katharévousa"). Resmi olarak tanınmamasına rağmen, ülkede konuşulan azınlık dilleri arasında Türkçe, Makedonca, Arnavutça, 15. yüzyılda Arnavutluk'tan bölgeye göç eden Arnavutlar tarafından konuşulan Arvanitçe, Bulgarca, Romanca ve Megleno-Rumence bulunmaktadır. Din. Uzun Osmanlı yönetimine rağmen, Lozan Antlaşması'na takiben nüfus aktarımı sebebiyle nüfusun neredeyse tamamı Yunanistan Kilisesi'ne (Rum Ortodoks Kilisesi) bağlıdır. Otosefal (dinsel açıdan bağımsız) bir Doğu Ortodoks kilisesi olan bu organ, kendi dini hiyerarşisini tayin eder ve Atina başpiskoposunun başkanlığındaki 12 metropolitten oluşan bir sinod tarafından yönetilir. Hemen hemen tüm Giritliler, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne doğrudan sorumlu olan Girit başpiskoposu tarafından yönetilen Yunanistan Kilisesi'nin özel bir şubesine mensuptur. Nüfusun Ortodoks olmayan kesiminin çoğunu oluşturan Müslüman (öncelikle Sünni) azınlık, ağırlıklı olarak Türk'tür ve Batı Trakya ve On İki Ada'da yoğunlaşmıştır. Ağırlıklı olarak Atina'da ve eskiden İtalyan egemenliği altındaki batı adalarında bulunan Roma ve Papa'nın önceliğini tanıyan ancak Bizans Ayini'ni sürdüren Yunan Katolikleri, birkaç bin Protestan ve Yahudiler dışında kalanları oluşturur. Yahudilik, Romanyotlar ve Osmanlı döneminde gelen Sefarad Yahudileri, 2.000 yıldan fazla bir süredir özellikle Selanik'te önemli bir topluluktu. Fakat Yunanistan'ın Yahudi nüfusu, II. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan'ın Alman işgali döneminde yürütülen Holokost tarafından neredeyse yok edildi. Yunan Anayasası, Doğu Ortodoksluğunu ülkenin 'hâkim' inancı olarak tanırken herkes için dini inanç özgürlüğünü garanti eder. Yunan hükûmeti dini gruplar hakkında istatistik tutmuyor ve nüfus sayımları dini aidiyet talep etmiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre, Yunan vatandaşlarının tahminen %97'si kendilerini Bizans ayini ve Yeni Ahit'in orijinal dili olan Yunan dilini kullanan Rum Ortodoks Kilisesi'ne ait Doğu Ortodoksu olarak tanımlıyor. Yunan topraklarının yönetimi, Yunanistan Kilisesi ile İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi arasında paylaşılıyor. Eğitim. Yunanistan'da eğitim, hem kendi içinde bir amaç hem de yukarı doğru bir sosyal hareketlilik aracı olarak uzun zamandır ödüllendirilmiştir. Devlet eğitim sistemi yoğun bir şekilde merkezileştirilmiştir ve genellikle yetersiz kabul edilir. Sonuç olarak, birçok öğrenci, normal okul saatleri dışında ders veren "phrontistiria" adı verilen özel dershanelerde eğitimlerine devam eder. Eğitim her düzeyde ücretsizdir ve 6-15 yaş arası çocuklar için zorunludur. Yunanistan'da zorunlu eğitim ilkokullardan (Δημοτικό Σχολείο, Dimotikó Scholeio) ve Gymnasium'lardan (Γυμνάσιο) oluşur. Kreşler (Παιδικός σταθμός, Paidikós Stathmós) popülerdir ancak zorunlu değildir. Anaokulları (Νηπιαγωγείο, Nipiagogeío) dört yaş üzeri tüm çocuklar için zorunludur. Çocuklar ilkokula altı yaşında başlar ve altı yıl ilköğretim alır. Gymnasia'ya katılım 12 yaşında başlar ve üç yıl sürer. Yunanistan'ın zorunlu eğitim sonrası orta öğretimi iki okul türünden oluşur: Birleşik liseler (Γενικό Λύκειο, "Genikό Lykeiό") ve teknik-mesleki eğitim okulları (Τεχνικά και Επαγγελματικά Εκπαιδευτ) ήρια, "TEE"). Zorunlu eğitim sonrası orta öğretim aynı zamanda resmi ancak sınıflandırılmamış düzeyde eğitim veren mesleki eğitim enstitülerini (Ινστιτούτα Επαγγελματικής Κατάρτισης, "IEK") içerir. Hem "Gymnasio" (ortaokul) hem de "Lykeio" (lise) mezunlarını kabul edebildiklerinden, bu enstitüler belirli bir düzeyde eğitim veren kurumlar olarak sınıflandırılmamaktadır. Çerçeve Kanununa (3549/2007) göre, Kamu yüksek öğrenimi "Yüksek Eğitim Kurumları" (Ανώτατα Εκπαιδευτικά Ιδρύματα, "Anótata Ekpaideytiká Idrýmata", "ΑΕΙ") iki paralel sektörden oluşur: üniversite sektörü (Üniversiteler, Politeknik, Güzel Sanatlar Okulları, Açık Üniversite) ve Teknoloji sektörü (Teknolojik Eğitim Kurumları (TEI) ve Pedagojik ve Teknolojik Eğitim Yüksekokulu). Diğer Bakanlıkların yetkisi altında faaliyet gösteren, daha kısa süreli (2-3 yıl) mesleki odaklı kurslar sunan Üniversite Dışı Devlet Yükseköğretim Enstitüleri vardır. Öğrenciler bu Enstitülere "Lykeio"'nun üçüncü sınıfını tamamladıktan sonra yapılan ulusal düzeydeki sınavlardaki performanslarına göre kabul edilirler. 22 yaşın üzerindeki öğrenciler, Yunan Açık Üniversitesine kura yoluyla kabul edilebilir. Eğitim sistemi, özel ihtiyaçları olan veya öğrenme güçlüğü çeken kişiler için özel anaokulları, ilk ve orta dereceli okullar sağlar. Müzik, teolojik ve beden eğitimi sunan uzman spor salonları ve liseler bulunmaktadır. 25-64 yaş arası yetişkinlerin %72'si lise eğitimini tamamlamıştır; bu oran %74 olan OECD ortalamasının biraz altındadır. Ortalama bir Yunan öğrencisi, OECD'nin 2015 Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programında (PISA) okuma yazma, matematik ve fen alanlarında 458 puan almıştır. Bu, 486 olan OECD ortalamasından daha azdır. Kızlar, erkekleri 15 puan geride bırakarak OECD ortalaması olan 2'den çok daha fazla başarılı olmuştur. En eski yüksek öğrenim kurumları, Atina Ulusal Teknik Üniversitesi (1836), Atina Üniversitesi (1837) ve Selanik Aristoteles Üniversitesi'dir (1925). Birkaç başka üniversite ve politeknik okul ve bir güzel sanatlar okulu vardır; ancak bu kurumlar genellikle yetersiz donanımlıdır ve yüksek öğrenim talebini karşılamak için yeterli sayıda kabul açıklığından yoksundur. Bu nedenle birçok Yunan öğrenci yurt dışında eğitim almayı tercih etmektedir. Emeklilik. Yunanistan'da minimum sigorta süresi 15 yıldır ve genel yaş sınırı 4.500 günlük çalışma ile 67'dir. Genel olarak, 62 yaşında olmak ve 40 sigorta yılını (12.000 günlük çalışma) tamamlamış olmak, tam emekli aylığı almak için ön koşuldur. Sağlık. 1980'lerde hükûmet, sağlık bakanlığı denetiminde ulusal bir sağlık sistemi kurdu. Pek çok Yunan doktor, en azından kısmen yurt dışında eğitim almaktadır. Yunanistan'daki büyük hastaneler uluslararası standartları karşılasa da Yunanlar, maddi güçleri yetiyorsa, tıbbi bakım için yurt dışına seyahat etmeyi tercih etmektedir. İşçiler, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Tarım Sigortaları Kurumu programları kapsamında sigortalıdır. Sağlık sistemindeki eksikliklere rağmen Yunanistan'da yaşam beklentisi 81,1 olarak dünyanın en yüksekleri arasındadır. Kültür. Müzik. Çağdaş Yunan müziğinin çoğu, Batı kanonlarında eğitim görmüş, ancak yerel geleneklere duyarlı ve açık olan yeni nesil yetenekli besteciler tarafından oluşturulmuştur. Bu besteciler arasında Mikis Theodorakis ve Manos Hacıdakis, çağdaş Yunan kültürel kimliği üzerinde derin bir iz bırakan en başarılı bestecilerdir. Modern Yunan müziğinin gelişimine temel oluşturan "rembetiko" (, "rempétiko")'dur. Anadolu'dan ve özellikle de İzmir'den Atina yakınındaki Pire'ye gelen mülteciler ve kanun kaçakları arasında gelişen, yavaş tempolu, acı, kederli şarkı sözleriyle "rembetiko", sıklıkla Amerika'nın blues'larıyla karşılaştırıldı. Başlangıçta alt sınıflarla ilişkilendirildikten sonra, "rembetiko" savaş sonrası dönemde Yunanistan'da genel kabul gördü. "Rembetiko" sanatçıları arasında Vassilis Tsitsanis, Grigoris Bithikotsis, Stelio Kazancidis, Yorgo Dalaras, Haris Aleksiu ve Glikeria öne çıkar. Edebiyat. Yunan edebiyatı, Antik, Bizans ve modern Yunan edebiyatı olarak üç ana kategoriye ayrılabilir. Atina, Batı edebiyatının doğduğu yer olarak kabul edilir. Antik Yunan edebiyatının en eski eserleri, Homeros'un anıtsal eserleri "İlyada" ve "Odisseia"'dır. Bu iki destan, "Homerik İlahiler" ve Hesiodos'un iki şiiri, "Theogonia" ve (İşler ve Günler) ile birlikte Yunan edebiyat geleneğinin ana temellerini oluşturmuştur. Kompozisyon tarihleri farklılık gösterse de bu eserler MÖ 800 civarında veya sonrasında sabitlenmiştir. Klasik dönemde Batı edebiyatının pek çok türü daha ön plana çıktı. Klasik dönemde batı edebiyatının pek çok türü daha ön plana çıktı. Lirik şiir, kasideler, pastoraller, ağıtlar, nükteler; komedi ve trajedi dramatik sunumları; tarih yazımı, retorik incelemeler, felsefi diyalektik ve felsefi incelemelerin tümü bu dönemde ortaya çıktı. Klasik çağ aynı zamanda dramanın da doğuşuna tanık oldu. Eshilos, Sofokles ve Euripides, üç büyük tragedya yazarı olarak bilinir. Sofokles; "Kral Oidipus" ve "Antigone" adlı oyunlarıyla bilinirken Euripides ise trajedi türünün sınırlarını zorlayan "Medea" gibi oyunlarıyla tanınır. Lirik şairler Sapfo, Alkaios ve Pindaros, Yunan şiir geleneğinin erken gelişimi açısından önemlidir. Komedi oyun yazarı Aristofanes, Eski Komedi türünde yazarken, daha sonraki oyun yazarı Menandros, Yeni Komedi'nin ilk öncülerindendi. Herodot ve Thukididis ise bu dönemin en etkili tarihçilerinden ikisidir. Tarih yazımı öncüleri olarak MÖ beşinci yüzyılda yaşayan Herodot ve Thukididis, kendi yaşamlarından kısa bir süre önce ve kendi yaşamları sırasında meydana gelen olayların açıklamalarını yazdılar. Klasik çağda yazılan ve sahnelenen yüzlerce trajediden yalnızca üç yazarın sınırlı sayıdaki oyunu günümüze ulaşmıştır: Eshilos, Sofokles ve Euripides. Aristofanes'in günümüze ulaşan oyunları komik sunumlar açısından bir hazinedir. "Encyclopædia Britannica" tarafından "hayal gücünden yoksun" ve "sıkıcı" olarak tanımlanan Bizans edebiyatında çoğu, öne çıkan yazarlar 12. yüzyılda yaşamış olan Anna Komnini gibi tarihçilerdir. Attika Grekçesi, Orta Çağ ve Erken Modern Yunanca ile yazılmış Bizans edebiyatı, Bizans Rumlarının Hristiyan Orta Çağları boyunca entelektüel yaşamının ifadesidir. Her ne kadar "popüler" Bizans edebiyatı ve erken Modern Yunan edebiyatı 11. yüzyılda başlamış olsa da ikisi birbirinden ayırt edilemez. Daha sonraki önemli yazarlar arasında Argonautların yolculuğu hakkında destansı bir şiir olan "Argonautika"'yı yazan Apollonios, matematiksel incelemeleriyle tanınan Arşimet ve esas olarak biyografiler ve denemeler yazan Plutarhos'dur. MS ikinci yüzyıl yazarı Samsatlı Lukianos, öncelikle hiciv eserleri yazan bir Yunan'dı. Modern Yunan edebiyatı, 11. yüzyılda geç Bizans döneminden itibaren ortaya çıkan, ortak Modern Yunanca ile yazılmış edebiyata atıfta bulunur. Çağdaş Yunan edebiyatının (1453–günümüz), ilk başyapıtı Viçenzos Kornaros (1553-1613) tarafından yazılan Girit Rönesans şiiri "Erotokritos" olarak kabul edilir. Bu, Vitsentzos Kornaros tarafından 1600 civarında yazılan bir aşk romanı'dır. Daha sonra Yunan Aydınlanması (Diafotismos) döneminde Adamantios Korais ve Velestinli Rigas gibi yazarlar eserleriyle Yunan Ayaklanması'nı hazırladılar. Diğer önemli Yunan yazarları arasında Yunan Aydınlanması döneminde yazan Adamantios Korais ve Velestinli Rigas, Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkedeki bozgunculuğuna tepki olarak doğan 1930 Kuşağı yazarları Yorgos Seferis ve Odisseus Elitis ve "Zorba" (1946) ile başlayan ve başyapıtı "Yeniden Haçlanmış İsa" (1954) ile tanınan Giritli Nikos Kazancakis öne çıkar. Modern Yunan edebiyatının önde gelen isimleri arasında Dionysios Solomos, Andreas Kalvos, Angelos Sikelianos, Emmanuel Rhoides, Demetrius Vikelas, Kostis Palamas, Penelope Delta, Yannis Riços, Alexandros Papadiamantis, Nikos Kazancakis, Andreas Embeirikos, Kostas Karyotakis, Gregorios Xenopoulos, Konstantinos Kavafis, Nikos Kavvadias, Kostas Varnalis ve Kiki Dimoula yer alır. 1963'te Yorgos Seferis ve 1979'da Odisseus Elitis adlı iki Yunan yazara Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir: Felsefe. MÖ 4. yüzyılın nesirdeki en büyük başarısı üç büyük filozofun eserleriyle felsefe alanında olmuştur. Filozof Platon, genellikle öğretmeni Sokrates'in etrafında çeşitli felsefi konularla ilgilenen diyaloglar yazarken Platon'un öğrencisi Aristoteles daha sonra oldukça etkili olan sayısız inceleme yazdı. Sinema. Sinema ilk kez 1896'da Yunanistan'da ortaya çıktı, ancak ilk sinema salonu 1907'de Atina'da açıldı. 1914 yılında "Asty Films Company" kurularak uzun metrajlı filmlerin yapımına başlandı. Geleneksel bir aşk hikâyesi olan "Golfo", daha önce haber bülteni gibi küçük yapımlar olmasına rağmen ilk Yunan uzun metrajlı filmi olarak kabul edilir. 1931'de Orestis Laskos'un yönettiği "Daphnis ve Chloe", Avrupa sinemasının ilk çıplak sahnelerinden birini içeriyordu ve yurt dışında gösterilen ilk Yunan filmiydi. 1944'te Katina Paksinu, "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" filmiyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Akademi Ödülü'ne layık görüldü. 1950'ler ve 1960'ların başı, Yunan sinemasının "altın çağı" olarak kabul edilir. Bu dönemin yönetmenleri ve aktörleri Yunanistan'da önemli figürler olarak tanındı ve bazıları uluslararası beğeni kazandı: George Tzavellas, İrini Papas, Melina Merkuri, Mihalis Kakoyannis, Alekos Sakellarios, Nikos Tsiforos, Iakovos Kambanelis, Katina Paksinu, Nikos Kunduros, Ellie Lambeti ve diğerleri. Yılda altmıştan fazla film yapıldı ve bunların çoğunda kara film unsurları vardı. Dikkate değer filmler şunlardır: "Sarhoş" (1950, yönetmen George Tzavellas), "Sahte Para" (1955, Giorgos Tzavellas), "Πικρό Ψωμί" (1951, Grigoris Grigoriou), benzerliği yüzünden azılı bir katilin yerine geçen, bir banka memurunun serüvenini aktaran "O Drakos (Canavar)" (1956, Nikos Kunduros), "Stella" (1955, Cacoyannis'in yönettiği ve Kampanellis'in yazdığı), "Woe to the Young" (1961, Alekos Sakellarios), İtalyan saldırısını konu edinen "Ouranos" (Gökyüzü, 1963) (1962, Takis Kanellopoulos) ve "The Red Lanterns" (1963, Vasilis Georgiadis). Diğer önemli Yunan yönetmenler arasında Anadolu bozgunundan sonra Atina'ya göçen Rumların tarihini konu edinen "Rembetiko" filmi ile tanınan Kostas Ferris ve Kıbrıs olaylarını Yunan bakış açısından yansıtan "" (1974) ile tanınan Mihalis Kakoyannis öne çıkar. Cacoyannis, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Film adaylıklarını kazanan Anthony Quinn'le birlikte "Yunan Zorba" 'yı yönetti. Finos Film bu dönemde "Λατέρνα, Φτώχεια και Φιλότιμο", "Madalena", "I theia ap' to Chicago", "Το ξύλο βγήκε από τον Παράδεισο" gibi ve çok daha fazlası filmlerle katkıda bulundu. 1970'ler ve 1980'lerde Theodoros Angelopulos önemli filmler yönetti. "Sonsuzluk ve Bir Gün" adlı filmi, 1998 Cannes Film Festivali'nde Ekümenik Jüri Ödülü'nü ve ödülünü kazandı. Theodoros Angelopulos, Yunanistan sinemasının en ses getirmiş olan yönetmenidir. Yönetmenin filmleri arasında Atina'da adalet dağıtan bir kabadayının yaşamını betimleyen "Arıcı" (1986), Balkan yarımadası tarihini ele alan "Ulis'in Bakışı" (1995) ve ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir yazarın teğet geçtiği mutlulukları konu edinen "Sonsuzluk ve Bir Gün" (1998) öne çıkar. Yunan diasporasında Yunan-Fransız Costa-Gavras ve Yunan-Amerikalı Elia Kazan, John Cassavetes ve Alexander Payne gibi uluslararası üne sahip film yapımcıları vardır. Yorgos Lanthimos, bu çalışmasıyla dört Akademi Ödülü adaylığı aldı; bunlar arasında "Köpek Dişi" (2009) filmiyle En İyi Yabancı Film, "The Lobster" (2015) filmiyle En İyi Orijinal Senaryo ve "The Favorite" (2018) filmiyle En İyi Film ve En İyi Yönetmen yer alır. Mutfak. Yunan mutfağı, Girit yemekleriyle özetlenen Akdeniz diyetinin özelliğidir. Yunan mutfağı; musakka, pastitsio, klasik Yunan salatası, fasolada, spanakopita ve souvlaki gibi çeşitli yerel yemeklerde taze malzemeler içerir. Skordalia (ceviz, badem, ezilmiş sarımsak ve zeytinyağından oluşan kalın bir püre), mercimek çorbası, retsina (çam reçinesi ile mühürlenmiş beyaz veya gül (rosé) şarabı) ve pasteli (bal ile pişirilmiş susamlı çubuk şeker) gibi bazı yemeklerin izi eski Yunanistan'a kadar uzanır. Yunanistan genelinde insanlar genellikle ızgara ahtapot ve küçük balık, beyaz peynir, dolmades (pirinç, kuş üzümü ve asma yaprağına sarılmış çam fıstıkları), çeşitli bakliyatlar, zeytinler, peynir ve tzatziki gibi çeşitli soslarla birlikte meze gibi küçük yemeklerden yemeyi sever. Zeytinyağı hemen hemen her yemeğe eklenir. Bazı tatlılar arasında melomakarona, diples ve galaktoboureko ve uzo, metaxa gibi içecekler ve retsina dâhil çeşitli şaraplar bulunur. Yunan mutfağı, anakaranın farklı bölgelerinden ve adadan adaya büyük farklılıklar gösterir. Bazı çeşniler diğer Akdeniz mutfaklarından daha sık kullanır: kekik, nane, sarımsak, soğan, dereotu ve defne yaprakları. Diğer çok tüketilen ot ve baharatlar arasında fesleğen, kekik ve rezene tohumu vardır. Birçok Yunan tarifinde özellikle ülkenin kuzey kesimlerinde "tatlı" baharatlar etle birlikte örneğin yahnilerde tarçın ve karanfil kullanılır. Koutouki veya Koutoukian, Yunanistan'da yaygın yer altı restoranıdır. Medya. Siyasi taraf tutma eğilimindeki Yunan gazeteleri arasında "Ekathimerini" ("Günlük"), "Eleftherotypia" ("Özgür Basın"), "To Vima" ("Tribün") ve 2009 ekonomik krizinin ardından yalnızca çevrimiçi yayınlanan "Ta Nea" ("Haberler") öne çıkar. Devletin televizyon ve radyo yayıncılığındaki tekeli 1980'lerde kırıldı ve bu da özel istasyonların doğmasına neden oldu.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4289", "len_data": 56253, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.67 }
Yalta, (Kırım Tatarcası: Yalta, Ukraynaca: Ялта, Rusça: Ялта) Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney kısmında, Karadeniz kıyısında yer alan bir sahil şehridir. II. Dünya Savaşı'nın sonucu bu şehirde yapılan ve adını bu şehirden alan Yalta Konferansı ile belli olmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4300", "len_data": 281, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.55 }
Finlandiya (Fince: "Suomi", İsveççe: "Finland"), resmî adıyla Finlandiya Cumhuriyeti, Kuzey Avrupa'daki bir Nordik ülkesi. Doğuda Rusya, kuzeyde Norveç ve batıda İsveç'le komşudur. Batıda Botniya ve güneyde Finlandiya körfezlerine kıyısı vardır. Yüz ölçümü 338.455 km² ve nüfusu 5,5 milyondur. Helsinki ülkenin başkenti ve en büyük şehridir. Finlerin ana dili olan Fince, yeryüzündeki az sayıda Baltık-Fin dilinden biridir. Finlandiya'nın iklim özellikleri enleme göre değişkenlik gösterir: Güneyde nemli karasal iklim, kuzeyde kutup altı iklimi görülür. Ülke genel olarak tayga biyomuna dahildir. Ayrıca Finlandiya'da 180 binden fazla göl bulunmaktadır. Finlandiya'da insan yaşamı MÖ 9000'de Son Buzul Dönemi'nin ardından başladı. Taş Devri'nde çeşitli seramik kültürleri ortaya çıktı. Tunç ve Demir çağlarında diğer Fennoskandiya ve Baltık kültürleriyle ilişkiler güçlendi. 13. yüzyıl sonlarından itibaren Kuzey Haçlı Seferleri'nin bir sonucu olarak İsveç'in egemenliği altına girdi. 1809'daki Finlandiya Savaşı'nın ardından ülke Finlandiya Büyük Dükalığı adı altında Rusya'ya bağlı özerk bir yönetim hâline geldi. Bu dönemde Fin ulusal sanatı büyük bir atılım gerçekleştirdi ve bağımsızlık fikri yayıldı. 1906'da Finlandiya genel oy hakkını tanıyan ilk Avrupa ülkesi, dünyada ise tüm yetişkinlere seçilme hakkı veren ilk ülke oldu. Son Rus çarı olan II. Nikolay, ülkeyi Ruslaştırmak ve özerkliğini sonlandırmak istediyse de, 1917 Rus Devrimi'nin ardından Finlandiya bağımsızlığını ilan etti. 1918'de yeni kurulmuş olan ülke Fin İç Savaşı'nı yaşadı. II. Dünya Savaşı sırasında Kış Savaşı ve Devam Savaşı'nda Sovyetler Birliği'ne karşı, Laponya Savaşı'nda ise Nazi Almanyası'na karşı savaştı. Savaşların ardından topraklarının bir bölümünü kaybetti ancak bağımsızlığını korumayı başardı. 1950'lere kadar bir tarım ülkesi olarak kalan Finlandiya; II. Dünya Savaşı'nın ardından bir yandan hızla sanayileşerek gelişmiş, bir yandan da İsveç modelini örnek alan bir refah devleti inşa etmiştir. Sonuç olarak refah tabana yayılmış ve ülke yüksek bir kişi başına gelire sahip olmuştur. 1955'te Birleşmiş Milletler'e katılmış ve tarafsızlık politikası ilan etmiştir. 1969'da OECD'ye, 1994'te NATO'nun Barış İçin Ortaklık programına, 1995'te Avrupa Birliği'ne, 1997'de Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi'ne ve 1999'da Euro bölgesine, 2023 yılında ise NATO'ya katılmıştır. Finlandiya eğitim, ekonomik rekabet, sivil özgürlükler, yaşam kalitesi ve insani gelişme gibi birçok uluslararası değerlendirmede lider konumundadır. 2015'te ülke Beşeri Sermaye Raporu ve Basın Özgürlüğü Endeksi'nde birinci sırada yer almış, Kırılgan Ülkeler Endeksi'nde 2011-2016 yılları arasında art arda en sağlam ülke, Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'nda da en eşit ikinci ülke olmuştur. Ayrıca 2018, 2019 ve 2020 yıllarında Dünya Mutluluk Raporu'nda zirvede yer almıştır. Tarihi. Finlandiya'yı “bin göller ülkesi” diye adlandıranlar, aslında haksızlık etmişlerdir; çünkü 1.000 değil, yaklaşık irili ufaklı 55.000 civarı göl mevcuttur. Yüzyıllar boyunca komşuları İsveç ve Rusya'nın etkisinde kalmış olmalarına rağmen Finler, dillerinin ve kültürlerinin İskandinav ve İslav halklarından farklı olmasının da önemli katkısıyla, ulusal kimliklerini korumayı başarmışlardır. Günümüzde Finlandiya, Rusya'yla iyi ilişkilerini sürdürmesinin yanı sıra, İskandinavya'daki komşuları ve Orta Avrupa'yla da sıkı iktisadi ve kültürel ilişkiler kurmuştur. Finlandiya'nın günümüzdeki halkının atalarının ne zaman Finlandiya'ya geldikleri tam olarak aydınlatılamamakla birlikte, MÖ 1. yüzyılda Baltık denizi kıyılarında yerleştikleri ve MS 2.-3. yüzyıllarda Finlandiya'nın güney kesimine göçtükleri sanılmaktadır. 11. yüzyıldan başlayarak, İsveç'ten gelen Hristiyan misyonerleri aracılığıyla batı dünyasıyla sıkı ilişkiler kurulmuş, kısa süre sonra da Novgorod'dan gelen Ortodoks misyonerler, Finlandiya'nın doğu kesiminde mezheplerini yaymaya başlamışlardır. Günümüzde Finlerin büyük bölümü protestandır ama ülkede Ortodoks kilisesine bağlı küçük bir azınlık da vardır. Din aracılığıyla İsveç'le kurulan sıkı ilişkileri, 13. yüzyılda Finlandiya'nın büyük bölümünün İsveç egemenlik bölgesine katılması izlemiş. Finlandiya 600 yıldan uzun bir süre, Orta Çağ'dan 19. yüzyılın başına kadar İsveç'in bir parçasıydı. Bu dönem içerisinde, Rusya ve İsveç, Finlandiya'da egemen olmak için birçok kez savaşmışlardır. Sonunda 1809 yılında, Rusya savaş içinde olduğu İsveç'i yenmiş ve bütün Finlandiya, Rusya'nın egemenliğine geçmiştir. Napolyon savaşlarından sonra İsveç, Finlandiya üstündeki egemenliğini yitirmişse de, çar Aleksandr döneminde Rus birlikleri tarafından işgal edilen ülke, Rus egemenliği altında özerk bir büyük prensliğe dönüştürülmüştür. 1809-1917 yılları arasında Finlandiya, Rusya'nın bir parçası olmuştu. Bu dönem içerisinde, Finlandiya özerkti; diğer bir deyişle, Finler birçok konu hakkında bağımsız olarak karar verebilmişlerdi ancak, Finlandiya'nın hükümdarı, Rusya İmparatoruydu. Finlandiya, Rusya'nın bir parçası olduğu dönemde, Fince, Finlandiya kültürü ve ekonomisi büyük bir gelişim gösterdi. 1865 tarihinde Finlandiya kendi para birimi olan Markka'yı çıkarmıştır. 1863'te Fince idari işlerde yerini almış ve 1892 tarihinde eşit resmî dil olmuştur. Rusya'nın 1905 yılında Japonya'ya yenilmesinin ardından, 1906'da tek meclisli parlamento kurulmuştur. Böylece bağımsız Finlandiya yolunda önemli bir adım daha atılmıştır. Finlandiya, ayrıca 1906 yılında kadınlara oy hakkı veren ilk ülke olmuştur. Buna rağmen, 20. yüzyılın başında Rusya, Finlandiya'nın özerkliğini kısıtlamaya başladı ve Finlandiyalılar buna razı olmadılar. Finlandiya, Rusya'dan ayrılmayı ancak 1917 Rus devriminin karmaşası içinde başarabilmiş, hemen ardından patlak veren kısa ama kanlı iç savaşta, Carl Gustaf Freiherr von Mannerheim'ın yönettiği, Alman birliklerinin de desteğini alan “Beyaz Muhafızlar”, Sovyet birliklerinden yardım gören ve Fin toplumunu Sovyet örneğine göre yeniden örgütlemek isteyen ”Kızıl Muhafızları” yenmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında, Finlandiya Parlamentosu 6 Aralık 1917 tarihinde bağımsızlık bildirgesini onayladı ve Finlandiya Rusya'dan ayrıldı. Bu tarihte, Finlandiya bağımsız bir ülke oldu ve bu gün hâlen Finlandiya'nın Bağımsızlık Günü olarak kutlanmaktadır. 1919'da cumhuriyetçi bir anayasanın oylanarak demokratik bir devletin temellerinin atıldığı ülkenin bağımsızlığı, Dorpat barışıyla 1920'de yeni Sovyet yönetimi tarafından da tanınmıştır. Ne var ki S.S.C.B'nin Finlandiya üstündeki etkisini artırma ve bazı bölgeleri kendi topraklarına katma girişimleri, 1939 kışında Fin-Sovyet savaşına yol açmış, yalnızca kendi gücüne dayanan Finlandiya, güçlü komşusuna ancak kısa bir süre direnebilmiştir. 1939 Kasım ayının sonunda, Sovyetler Birliği, Finlandiya'ya saldırdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Finlandiya Sovyetler Birliği'ne karşı iki kez savaş vermiştir: önce 1939-1940 yıllarında Kış Savaşı ve sonra 1941-1944 yılları arasında Devam Savaşı. 1940 barışıyla Savaşlarda Finlandiya, Sovyetler Birliği'ne toprak kaybetti. 400.000'den fazla Finlandiyalı, kaybedilmiş bölgelerden Finlandiya'nın geride kalmış topraklarına mülteci olarak geldiler. 1944 Eylül ayında yapılan ateşkes ile Finlandiya, Karelya'nın yanı sıra, ülkenin kuzeydoğusundaki bir kısım topraklarını da Sovyetler Birliği'ne kaybetmiştir. Bu durum, 1947 Paris Antlaşması ile teyit edilmiş, 1948 yılında ise Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasında Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması imzalanmıştır. Sovyetler Birliği ile imzalanan söz konusu Antlaşma, Soğuk Savaş döneminde Finlandiya dış politikasının temelini oluşturmuştur. Bu dönemde Sovyetlerin tepkisinden çekinen Finlandiya, Doğu ve Batı bloklarına katılmayarak bağlantısızlık politikası izlemiş ve Batı ile ilişkilerini sınırlı tutmuştur. Bununla birlikte, Finlandiya bu dönemde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı gibi platformlarda aktif rol almaya çalışmış, ayrıca Nordik Konseyi çerçevesinde diğer Nordik ülkelerle ilişkilerini geliştirmiştir. Soğuk Savaşın son dönemlerinden başlayarak, Batı dünyası ile ilişkileri geliştirmeye hız veren Finlandiya bu çerçevede, 1986'da EFTA'ya (Avrupa Serbest Ticaret Birliği) ve 1989'da Avrupa Konseyi'ne üye olmuştur. Soğuk Savaşın ardından 1995 yılında AB'ye katılan Finlandiya, askeri tarafsızlık politikasını devam ettirmekle birlikte, Birliğin Güvenlik ve Savunma Politikasının dışında kalmamaya çalışarak, NATO ile de Barış için Ortaklık Programı çerçevesinde işbirliğini geliştirmeye gayret etmektedir. 1947 Paris Antlaşması çerçevesinde Sovyetler Birliği'ne yüklü oranda savaş tazminatı ödemek durumda kalması, Fin sanayisinin gelişiminde tetikleyici bir rol oynamıştır. Finlandiya, teknolojiye ve eğitime yaptığı yatırım ile, bugün dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yerini almıştır. Buna rağmen Finlandiyalılar için en önemli olan, Finlandiya'nın bağımsız bir ülke konumunu korumasıdır. Yitirdiği bu bölgeleri geri almak amacıyla İkinci Dünya Savaşı'nda 1941'den başlayarak Almanya'nın yanında yer alan Finlandiya, durumun umutsuzlaştığını görünce, 1944'te S.S.C.B'yle ateşkes imzalamak zorunda kalmış, bunun üstüne ülkenin kuzey kesimindeki hareket hâlinde Alman birlikleri, geri çekilirken çok sayıda yol, köprü, demiryolu ve yerleşme yerini yakıp yıkmışlardır. Bu arada, kuzey kutup çemberinde yer alan Rovaniemi kenti aşağı yukarı bütünüyle yıkılmıştır. Daha sonra imzalanan barış anlaşmasının getirdiği yükümlükler, Finlandiya'yı o tarihten sonra iktisadi ve siyasal açılardan S.S.C.B çizgisine yaklaştırmış, Fin hükûmetleri, ülkenin bağımsızlığını koruyabilmek kaygısıyla, Rus çıkarlarıyla ilgili anlaşmazlıklardan kaçınmışlardır. Sovyetler Birliği birçok Avrupalı komşu ülkesine sosyalist rejimi getirdiğinden; savaşlardan sonra birçok Finlandiyalı, Sovyetler Birliği'nin Finlandiya'yı da sosyalist bir ülke yapmasından korktu. Buna rağmen, Finlandiya, Sovyetler Birliği ile ilişkiler kurmayı, demokrasi rejimini korumayı ve batı ülkeleriyle ticareti geliştirmeyi başardı. Uzun bir süre Finlandiya dış politikasında, Sovyetler Birliği ve batı ülkeleri arasında denge kurmak zorunda kaldı. Savaşların ardından, Finlandiya tarım ülkesinden, sanayi ülkesine dönüştü. Finlandiya sanayileşince, Finlandiyalılar yabancı ülkelere artan bir şekilde sanayi ürünleri satmaya başladılar. Finlandiya, yabancı ülkelere özellikle kâğıt ve diğer orman sanayisi ürünleri ihraç etti. Finlandiya toplumunda birçok şey değişti. İnsanlar kırsal bölgelerden, şehirlere taşınmaya başladı ve artan bir şekilde kadınlar evin dışında işe gitmeye başladılar. Kamu hizmetleri geliştirilmeye başlandı ve böylelikle halk sağlık sistemi, sosyal güvence ve ilköğretim okulu doğdu. 1960'lı yıllarda yüz binlerce Fin, İsveç'e taşındı çünkü İsveç'te daha çok iş vardı ve maaşlar Finlandiya'dan daha fazlaydı. 1990'ların başında Sovyetler Birliği yıkılınca ve Sovyetler Birliği ile ticaret bitince ekonomik durgunluk yaşandı. Durgunluk zamanında, birçok şirket iflas etti ve bunun sonucu olarak birçok insan işini kaybetti. Ekonomik durgunluktan sonra, Finlandiya'da çok sayıda yüksek teknoloji sanayisi ve işyerleri doğdu. Gittikçe daha çok insan değişik hizmet alanındaki mesleklerde çalışmaya başladı. 1990'lı yıllarda gittikçe daha çok insan başka ülkelerden Finlandiya'ya taşınmaya başladı. Finlandiya'ya birçok ülkeden mülteciler ve eski Sovyetler Birliği'nin Fin kökenli nüfus geldi. Birçok insan, Finlandiya'ya öğrenci olarak, iş ya da aile ilişkileri dolayısıyla geldi. 1995 yılında Finlandiya Avrupa Birliği (AB) üyesi oldu. 2002 yılında Finlandiya ilk AB ülkeleri grubu içinde AB'nin ortak para birimi olan Euro’yu aldı ve kendi para biriminden vazgeçti. Finlandiya’nın devlet yapısı parlamenter cumhuriyettir. Cumhurbaşkanı iki turlu seçimlerle altı yıllık bir süre için seçilmektedir. Cumhurbaşkanının siyasi yetkileri zaman içinde ve son olarak 2000 yılında kabul edilen yeni Anayasa ile azaltılmıştır. Hükûmet (Devlet Konseyi), Başbakan dahil 20 Bakandan oluşmakta olup, siyasi olarak Parlamentoya karşı sorumludur. Parlamento dört yıl süreyle görev yapan 200 milletvekilinden meydana gelmektedir. Finlandiya Meclis Başkanı birer yasama yılı için seçilmekte ve her Şubat ayında yeni yıl oturumunun açılışı öncesinde seçime gidilmektedir. Finlandiya, idari olarak 6 eyalet, 20 bölge ve 416 belediyeden oluşmaktadır. Eyalet yönetiminin başında Cumhurbaşkanınca atanan Valiler yer almaktadır. Ülke nüfusunun sadece yüzde 5.6’sının ana dili İsveççe olmakla birlikte, Fincenin yanında İsveççede eşit statüde resmî dil olarak kabul edilmiştir. 6 eyaletten birisi olan, Finlandiya ile İsveç arasında yer alan ve halkı (26.000) İsveç asıllılardan oluşan Aland Adaları, 1920 yılından bu yana özerk konumdadır. Aland özerk bölgesinde İsveççe tek resmî dildir. Öte yandan, Finlandiya'da yaşayan 7.000 civarındaki "Sami "indigenous" halk kabul edilmektedir. Çoğunluğu (4.000 kadarı) Finlandiya'nın kuzey sınırlarına yakın bölgelerde yaşayan Samiler 1973 yılından bu yana 20 üyeden oluşan bir Parlamentoya ve bazı kültürel haklara sahiptirler. Finlandiya 1155 tarihinde İsveç Krallığına dahil edilmiştir. İsveç hakimiyeti altında olduğu 1809 tarihine kadar süren dönemde batı tarzında yargı, kamu idaresi, siyasi sistem ve sosyal hizmetler alanlarında sağlam kuruluşların temelleri atılmıştır. Laik kuruluşların yanı sıra Katolik Kilisesi ve 16. yüzyıldaki Reformların ardından Evanjelik Lüteryen Kilisesi güçlü kuruluşlar arasındaki yerlerini almıştır. 18. yüzyılın sonunda, İsveç gücü azaldıkça, bağımsız Finlandiya fikri ortaya çıkmıştır. 1809 tarihinde Finlandiya, Rus Çarına bağlı Özerk Çar Dukalığı olmuştur. Finlandiya kendi hukuk sistemini, gelişen ulusal ekonomisini ve ordu birimlerini korumuştur. 1865 tarihinde Finlandiya kendi para birimi olan Markka'yı çıkarmıştır. Parlamenter bir hükûmet sistemi ile hukukun üstünlüğüne dayalı bir hükûmet geliştirmiştir. Böylece Bağımsız Finlandiya yolunda önemli bir adım atılmıştır. Rus Devrimi ile Finlandiya bağımsızlığını ilan etmek için 6 Aralık 1917 tarihinde büyük bir fırsat elde etmiştir. Sovyet Rusya Hükûmeti 31 Aralık'ta Fin bağımsızlığını tanımıştır. Komşu devletler ve batı ulusları tarafından da tanınma süreci hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Fransız sistemine benzeyen Finlandiya Anayasası, 17 Temmuz 1919 tarihinde kabul edilmiştir. Coğrafya. Finlandiya topraklarının en büyük özelliği arazi yapısıdır. Ülkenin çoğunluğu ovadan oluşur. Tepelik ve dağlık yapı çok ender rastlanır. Genellikle ülkenin kuzey-batı kısmında görünür. Halti dağı Finlandiya'nın en yüksek dağı olarak Laponya'da Norveç, İsveç ve Finlandiya sınırlarının kesiştiği noktaya yakın yerde bulunur. Tatlı su kaynakları açısından çok zengindir. Doğu Finlandiya bölgesinin çoğu göllerden oluşmaktadır. Bunun en büyük örnekleri Saimaa gölü (Doğu Finlandiya) ve İnari gölü (Laponya). Aynı anda Kemi ve Oulu ırmakları gibi kaynaklar da bulunuyor. Ülkenin coğrafi koordinatlarından dolayı ister istemez soğuk bir iklimin hakimiyeti gözükmektedir. Rusya sınırlarına ne kadar yaklaşılırsa ve ne kadar kuzeye doğru çıkılırsa o kadar iklim sertliğini gösterir. Yönetim. Anayasa ve Devlet şekli. 6 Aralık 1917 tarihinde Finlandiya Rusya'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Finlandiya yüzyıldan uzun bir süre önce kendi anayasası ve devlet şekli ile özerk bir devlet olarak varlığını Rusya İmparatorluğunda bir Çar Dukalığı olarak sürdürmüştür. Fin Anayasası oldukça uzun süre geçerliliğini korumuştur. Parlamento, Hükûmet ve Cumhurbaşkanı arasındaki yetkilerin önemini ve dengesini belirleyen Anayasa Hukuku (Hallitusmuoto), İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaşın ardından da değişikliğe uğramamıştır. Önemli bir anayasal reform 2000 yılında gerçekleşmiştir. Tadil edilen Anayasa çerçevesinde, Cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanmıştır. Parlamenter gruplar hükûmetin kurulmasında öncü bir rol üstlenmiştir. Cumhurbaşkanının kararname çıkarmaya ilişkin yetkileri Kabinenin kararına bağlanmıştır. Başbakan ve kabinenin merkez rolü üstlendiği Avrupa Birliği konuları dışında Cumhurbaşkanı, Finlandiya'nın dış politikadaki öncülüğünü korumuştur. Parlamento. Parlamento, Anayasa çerçevesinde Hükûmetin en üst düzeyidir. Parlamento her biri dört yıllık görev süreleri için seçilen 200 Parlamento üyesinden oluşmaktadır. Finlandiya Parlamentosu, yasama görevine ilaveten, Hükûmetin hem Avrupa Birliği ile ilgili politikalarının hangi sebeplere dayandığını, hem de Hükûmetin Avrupa Birliğinin karar verme sürecine ilişkin faaliyetlerini geniş bir şekilde denetleme yetkisine sahiptir. Uygulamada Parlamento'nun yasa yapması, Hükûmet tekliflerine dayanmaktadır. Ülkenin genel politik yönü, parlamenter seçimlerin ardından Kabinenin kurulması ile tasarlanan Hükûmet programında beyan edilmektedir. Yeni Hükûmet, programını oylamaya sunarak, Parlamento tarafından verilen güven oyu belirlenmektedir. Söz konusu Hükûmet bu dönem içinde gensorular gibi Parlamento denetimine tabidir. Cumhurbaşkanı. Devlet Başkanı, doğrudan çoğunluk oyları ile altı yıllık görev süresi için seçilen Finlandiya Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'dır. Cumhurbaşkanlığı için aynı kişi sadece iki kez seçilebilir. Cumhurbaşkanı, güvenlik ve dış politika konularında karar verme, Bakan, üst düzey kamu çalışanları, hakimler ve devlet memurlarını atama ve işten çıkarma yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanı ayrıca savunma güçlerinin komutanı sıfatını taşımaktadır. Cumhurbaşkanı, Hükûmet tasarılarını Parlamentoya sunar, Parlamento yasalarını onar ve idari konular ile uygulanmalarına ilişkin kararnameleri tasdik eder. Cumhurbaşkanının dış politikada sahip olduğu liderlik yıllardır kendisine tanınan bir ayrıcalıktır. Yeni Anayasaya göre ise Cumhurbaşkanı dış politikadaki liderliğini koruyarak Hükûmetle yakın işbirliği içinde kararlarını uygular. Finlandiya'nın Cumhurbaşkanı, Sauli Niinistö'den sonra seçilen Alexander Stubb'dür. 2024 seçimlerinde ilk turda %27.21, ikinci turda %51.62 oranında oy alarak cumhurbaşkanı seçilmiştir. Devlet kabine ve yönetim. Hükûmet, Başbakan ve diğer 19 Bakan'dan oluşmaktadır. Bakanlar, kendi Bakanlıkları ve alt kuruluşlarını idare etmek üzere kapsamlı ve bağımsız yetkilere sahiptir. Parlamentoya sunulan Hükûmet tasarıları Bakanlıklarda hazırlanmaktadır. Finlandiya idari olarak 6 il, 446 belediye veya yerel idareye ayrılmaktadır. Yerel idarelerin kanunlara göre refah hizmetleri sağlaması gerekmektedir. Gelir elde edilen ana kaynaklar artan oranlı Devlet gelir vergisi ile bağlantılı olarak gelir üzerinden standart bir oranda toplanan belediye vergisidir. Yerel hükûmetlerde en üst karar alma mercii doğrudan temsil ile seçilen Belediye Meclisidir. Bu Meclisi, idari görevleri yerine getirmek üzere kanuni ve gönüllü komiteler atamaktadır. Çoğunluk seçim sistemi sebebiyle, Meclislerde güçlenen partiler komitelere de yansımaktadır. Kadınların bu kuruluşlardaki temsili, kanunlar ile güvence altına alınmaktadır. Ülkedeki on binlerce vatandaş yerel idare çalışmalarına katılmaktadır. Kuzey Baltık Denizindeki Åland Adaları, uluslararası bir antlaşma ile askerden arındırılmış bölge olarak ilan edilmiş özel bir statüde bulunmaktadır. Bu statünün kökleri tarihte 19. yüzyılın ortalarında yapılan Kırım Savaşı'na dayanmaktadır. Adanın uluslararası pozisyonu ve özerkliği Åland Özerk İdare Yasası ile teyit edilmektedir. 1920'lerde yürürlüğe giren yasa, Åland'ın İsveççe konuşan halkının dil ve kültür haklarını korumaktadır. Fin kadınların dünyada ilk defa oy kullanma ve seçime katılma hakkına sahip olduğu 1906 tarihinden itibaren Finlandiya genel ve eşit oy kullanma sistemine sahiptir. Oy kullanma yaşı 18'dir. Parlamenter seçimler her dört yılda bir kez yapılmaktadır. Siyasi sahnede en çok yer tutan partiler Merkez Parti (Suomen keskusta), Sosyal Demokrat Parti (Suomen Sosialisemokrattinen Puolue) ve Ulusal Koalisyon Partisi'dir (Kansallinen kokoomus). 1918'deki İç Savaş'ın ardından, Sosyal Demokrat Parti, işçi hareketini batı tipi bir demokrasiye doğru yönlendirmiştir. Sosyal Demokratlar güçlü işçi sendikaları ile yakın ilişkilere sahiptir. Esasen kırsal kesimlerde temsil edilen Merkez Parti ise tarım nüfusunun giderek hızla azalmasına karşılık ülkedeki güçlü pozisyonunu korumaktadır. Muhafazakâr Millî Koalisyon ise Finlandiya'nın üçüncü önemli siyasi gücüdür. Orta sınıf kent partisi iken ulus çapında beyaz yakalı işçi partisi olarak kendini geliştirmiştir. Yargı. Finlandiya'daki mahkemelerin bağımsızlığı Anayasa ile korunmaktadır. Sivil ve cezai Mahkemelerde üç tip mahkeme bulunmaktadır: bunların birinci örneği İstinaf mahkemeleri, ikincisi Yargıtay ve en üst örneği Anayasa Mahkemesidir. İllerde, idari davalara temyizin Yüce İdari Mahkemeye yapılabileceği il idari mahkemelerinde bakılmaktadır. Yargı ve siyasi sistem arasındaki tek bağlantı Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi ile Yüksek İdari Mahkemenin başkanları ve üyelerini atamasıdır. En üst kamu savcısı Cumhuriyet Başsavcısıdır. Adalet Bakanlığının Cezai Departmanları hapis cezalarını uygulamak ile yükümlüdür. Başsavcı yasaların en yüce koruyucusudur. Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Hükûmetteki toplantılara katılarak yetkililerin kanunlar çerçevesinde görevlerini yerine getirmesini temin eder. Parlamento, görevi mahkemelerin ve kamu çalışanlarını denetlemek olan bir Ombudsman (Soruşturmacı) seçer. Vatandaşlar yetkililerin haksız tutumlarından şikâyetçi olmak için her ikisine de başvurma hakkına sahiptir. Genel mahkemelere ek olarak, iskan, sigorta, su ve piyasa ile ilgilenen bazı özel mahkemeler de mevcuttur. İdari mahkemeler, idari süreçler söz konusu olduğu zaman Yargıtay olarak da hareket eder. Bir bakana veya ülkenin önde hukuk çalışanlarına yapılan suçlamalar Yüce Divanda tarafından incelenir. İdari bölümler. Finlandiya, idari olarak 19 bölgeden (; ) oluşur. Bölgeler, bir bölgenin belediyeleri için işbirliği forumları olarak hizmet veren bölgesel konseyler tarafından yönetilir. Bölgelerin temel görevleri, bölgesel planlama ve işletme ve eğitimin geliştirilmesidir. Ayrıca halk sağlığı hizmetleri genellikle bölgeler bazında organize edilmektedir. Günümüzde, konsey için bir halk seçimin yapıldığı tek bölge Kainuu'dur. Diğer bölge meclisleri ise belediye meclisleri tarafından seçilir ve her belediye nüfusu oranında temsilci gönderir. Bölge konseylerinin sorumluluğunda olan belediyeler arası işbirliğine ek olarak, her bölgenin yerel işgücü, tarım, balıkçılık, ormancılık ve girişimcilik işlerinden sorumlu İstihdam ve Ekonomik Kalkınma Merkezi bulunmaktadır. Finlandiya Savunma Kuvvetleri bölge ofisleri, bölgesel savunma hazırlıklarından ve bölge içindeki zorunlu askerlik idaresinden sorumludur. 2010 yılında kurulan altı Bölgesel Devlet İdari Ajansı ise merkezi hükûmetin yerel ofisleri olup önceki illerin ("lääni/län") bazı görevlerini üstlenmektedirler. Ekonomi. II. Dünya Savaşı'nın ardından, Finlandiya nüfusunun büyük çoğunluğu tarım ve ormancılık ile uğraşan yarı-endüstrileşmiş bir ülke olmuştur. Savaş tazminatlarının ağır yükünü ödemek için ülkenin hızla endüstrileşmesi gerekmiştir. 1950-1974 arasında, gayri safi millî hasıladaki gerçek artış yıllık ortalama %6 düzeyindedir. Kişi başına millî hasıla 2001 yılında 26,097 Amerikan Doları olmuştur. Bu nedenle Finlandiya dünyanın en zengin ülkeleri arasındadır. Finlandiya'da, ekonominin genellikle özel ellerde olduğu serbest piyasa ekonomisi hakimdir. Yine de kanunen tekel mallarının satışı veya fiilen demiryolları (Valtionrautatiet) ve enerji (Fortum) gibi belli alanlarda devletin tekeli söz konusudur. Çoğu devlet şirketleri özel olanlar ile aynı yasal statüye sahiptir ve aynı prensiple çalışmaktadır: Bunların da kar sağlaması ve devlete kar payı bırakması beklenmektedir. 1960'lardan itibaren Finlandiya kapsamlı hizmetler yelpazesi sunan bir İskandinav tarzı refah devleti kurmuştur. Refah hizmetleri Devlet bütçesinin yaklaşık dörtte birine ve yerel hükûmet giderlerinin yüzde 40'ından fazlasına denk gelmektedir. Kusursuz kamu hastanelerinin yanı sıra en büyük gider maddesi kapsamlı aile destek sistemidir. Yeni doğan çocukların aileleri, önceki gelirlerine bağlı olarak belirlenen bir ödenek alarak bir yıllık izin alma hakkına sahiptir. Kamu sağlık bakımının hedefi, bireylerin ikamet yeri veya ekonomik durumu gözetilmeksizin sağlık bakım hizmetlerine eşit erişimini sağlamaktır. Kamuya ait sağlık merkezleri ile hastaneler ücretsiz hizmet sunmaktadır. Okul yaşının altındaki tüm çocuklar halka açık günlük bakım hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Ailedeki çocuk sayısına göre belirlenen aile ödeneği bütçedeki en büyük giderlerden birisidir. Zorunlu eğitim 7 ila 17 yaş arasındaki çocukları kapsamaktadır. Öğretim, kitaplar ve okul yemeklerini de içeren dokuz yıllık kapsamlı okul eğitimi ücretsizdir. Mesleki veya yüksek eğitimde öğretim ücretli değildir. Devlet, 17 yaşının üstündeki tüm öğrencilere ödenek ve kredi desteği vermektedir. Ulusal hastalık sigorta sistemi tüm vatandaşların sağlık kalitesini iyileştirmektedir. Ulusal hastalık sigortası, özel medikal hizmetlerin kullanımı için kısmi tazminat sağlarken, test, tedavi, ilaç ve ulaşım giderlerini de karşılamaktadır. Ulusal hastalık sigortası, alıcının gelirinin yaklaşık yüzde 75'ine tekabül eden gelir ilintili bir ödenek sunmaktadır. Halkın tamamı ulusal hastalık sigortası ile sigortalanmaktadır. Finlandiya'da devlet destekli ulusal işsizlik ödeneği ile gelire bağlı işsizlik ödeneği olmak üzere iki tip işsizlik sigortası bulunmaktadır. Gelire bağlı işsizlik ödeneği işsizlik sigortasından temin edilmektedir. Bu tür ödemelerin ihtiyaca bağlı olması nedeniyle, bir kişinin eşinin geliri bu ödenekten faydalanmasını engelleyebilmektedir. Çoğu çalışan genellikle normal ödemelerinin yüzde 60'ına tekabül eden gelire bağlı günlük ödenekler alma hakkına sahip oldukları kendi sektörlerinin işsizlik fonu ile kapsanmaktadır. Kamu hizmetleri, merkez veya yerel idareler tarafından sürdürülmekte ve vergiler ile finanse edilmektedir. En önemli doğrudan vergi, ikamet eden yerlilerin gelirlerinden belediye tarafından toplanan ve belediyeye göre %15 ila 20 arasında değişen yerel vergidir. Devlet gelir vergisi ise artan oranlıdır ve en fazla %60'ın biraz üstündedir. İlaveten ücret sahipleri sosyal güvenlik katkıları ödemektedir. Dış Ticaret. İhracatlar, yurt içi millî hasılanın (GDP) yaklaşık %40'ına tekabül etmektedir. Finlandiya ileri teknoloji elektronik endüstrisinde bir dünya lideri olmakla beraber ileri düzeyde metal ve mühendislik sektörü ve ileri teknoloji orman endüstrilerine sahiptir. Finlandiya'nın yaptığı ihracatın yaklaşık %80'i Avrupa Birliğine ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmektedir. Finlandiya ayrıca Avrupa Para Birliğine de üyedir. Finlandiya'nın APB'ye üyeliği ekonomi politikasına beraberinde sabit para birimi ile düşük kar oranları getirmiştir. Ocak 2002 tarihinde, Finlandiya da diğer AB üye ülkeleri ile birlikte tek para birimi olan Euro’yu kabul etmiştir. Popüler Kültürdeki Yeri. Norveç‘te başlatılan bir kampanya, Finlandiya'nın bağımsızlığının 100. yılı şerefine komşuya dağ hediye etmeyi amaçlıyor. Norveç'in sınırını 200 metre içeri çekmesi ile Finlandiya‘nın en yüksek noktası olacak Halti dağının tepesini hediye etmesini isteyen kampanya halktan da büyük ilgi gördü. Norveç’in toplam yüzölçümünü çok az değiştirecek bu kampanya başarılı olursa, Finlandiya yeni bir dağa sahip olacak. Telegraph’a röportaj veren kampanyanın sahibi Bjørn Geirr Harsson, "çok az toprak kaybederek, komşumuz için çok hoş bir hediye vermiş oluyoruz" diyor. 2017'de bağımsızlığının 100. yılını kutlayacak Finlandiya'ya dağ verme hakkında ise çok olumlu yorum var. Ayrıca, Norveç Devlet Televizyonu'ndan bir sunucu fikrin çok hoş bir fikir olduğunu belirterek, tüm ülke çapında duyulmasını ve halktan tam destek almasını sağladı. Ancak Norveç Başbakanı Solberg, kampanyaya destek veren Kaafjord Belediye Başkanı Svein Leiros'a gönderdiği mektupta, 1814'te hazırlanan Norveç anayasasının ülkenin bölünmezliğini öngördüğünü hatırlattı ve Finlandiya'ya 'başka hediye bakacaklarını' belirtti. Kültür. Müzik. Kantele, Finlandiya'nın ulusal enstrümanıdır. Finlerin ulusal destanı Kalevala'da bahsedilmektedir. Finlandiya, rock ve metal müziğin en çok itibar gördüğü ülkelerden biridir. 100.000 kişi başına 42.61 metal grubu ile dünyada kişi başına en çok metal grubunun kurulduğu ülkedir. Sauna. Finlerin saunalarına olan sevgisi genellikle dünyadaki Fin kültürel geleneği ile ilişkilendirilir. Sauna, Finlandiya'da yaygın olarak uygulanan bir tür kuru buhar banyosudur ve bu, özellikle Yaz Ortası ve Noel civarı güçlü bir gelenektir. Finlandiya'da sauna, ısı sayesinde birçok farklı hastalık için geleneksel bir tedavi veya tedavinin bir parçası olmuştur, bu nedenle sauna çok hijyenik bir yer olmuştur. Eski bir Fin atasözü vardır: "Jos sauna, terva ja viina ei auta, on tauti kuolemaksi." ("Sauna, Katran ve booze size yardımcı olmazsa, o zaman hastalık ölümcüldür"). Kelime Proto-Fince kökenlidir (Fince ve Sami dillerinde bulunur.) 7,000 yıl öncesine dayanır. Buhar banyoları Avrupa geleneğinin bir parçası olmakla birlikte sauna İsveç, Estonya, Letonya, Rusya, Norveç'e ek olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'nın bazı bölgelerinde vardır ama en iyisi Finlandiya'dadır. Ayrıca, hemen hemen tüm Fin evlerinin ya kendi saunası ya da çok katlı apartmanlarda devre mülk saunası vardır. Halka açık saunalar daha önce yaygındı ancak saunalar neredeyse her yere (özel evler, belediye yüzme salonları, oteller, şirket merkezleri, spor salonları vb.) yapıldı. Bir zamanlar Dünya Sauna Şampiyonası Finlandiya'nın Heinola kentinde yapılırdı ancak 2010'da bir Rus yarışmacı ölünce yarışma düzenlemenin çok tehlikeli olduğu anlaşılıp bırakıldı. Fin sauna kültürü, UNESCO Hükûmetler arası Komitesinin Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunmasına İlişkin Sözleşmesinin 17 Aralık 2020 toplantısında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri'ne yazılmıştır. Devlet tarafından yetkilendirildiği üzere, Fin Miras Ajansı, Fin sauna toplulukları ve sauna kültürünün destekçileri ile birlikte sauna geleneğinin canlılığını korumayı ve geleneklerin ve refahın bir parçası olarak önemini vurgulamayı taahhüt eder. Yöresel mutfak. Fin mutfağı, genellikle geleneksel kır yemekleri ve haute mutfağını çağdaş tarzda yemeklerle birleştirmesiyle dikkat çekicidir. Balık ve et, ülkenin batı kesiminden gelen geleneksel Fin yemeklerinde önemli bir rol oynarken, doğu kesiminden gelen yemekler geleneksel olarak çeşitli sebze ve mantarları içermektedir. Karelya'dan gelen mülteciler Doğu Finlandiya'daki yiyeceklere katkıda bulundu. Birçok bölge, Tampere'de "mustamakkara" ve Kuopio'da "kalakukko" gibi birçok bölgenin güçlü markalaşmış geleneksel lezzetleri vardır. İstatistiklere göre, kırmızı et tüketimi artmıştır, ancak yine de Finler diğer birçok ülkeden daha az sığır eti ve daha fazla balık ve kümes hayvanı tüketmektedir. Bunun temel nedeni Finlandiya'da et fiyatlarının yüksek olmasıdır. Finlandiya, dünyanın kişi başına düşen ikinci en yüksek kahve tüketimine sahiptir. Finlerin % 17'si laktoz intoleransı olmasına rağmen süt tüketimi de yüksektir, kişi başına, yılda ortalama yaklaşık 112 litre (25 imp gal; 30 ABD galonu). Eğitim. Finlandiya dünya çapında kabul gören bir eğitim sistemine sahiptir. Dünyada en çok kitap okuyan milletlerden biri olarak eğitimli bir halka sahiptir. PISA testlerinde başarı sağlayan ülkelerdendir. Eğitimde fırsat eşitliğine çok önem verilir. Masraflar devlet tarafından karşılanır. Ezber eğitim mevcut değildir. Kültür edinme odaklı eğitim verilir. Ayrıca öğrencilerin kendi ilgi alanlarında eğitim görmesi ve yeteneklerini keşfedebilmesi için özel eğitim programları sağlanır. Öğretmenlerin de en iyi eğitimi almış olmalarına çok önem verilir. Öğretmenler pedagoji ve öğreteceği dersler konusunda uzman olmalıdırlar. Demografi. Yaklaşık 5.509.717 olan nüfusunun %90'dan fazlasını Finler teşkil eder. Bundan başka kuzeyde Laponlar, güney ve batı kesimlerinde ise İsveçliler yaşamaktadır. Finlerin karakteristik özellikleri, uzun boylu, sarı saçlı, mavi veya gri gözlü olmalarıdır. Her etnik grup kendi lisanlarını konuşur. Ülkenin resmî dili ise Fince'dir. Nüfus yoğunluğu güneyde çok fazladır. Kuzeyde ise gittikçe azalır. Nüfusun %20'si başkenti olan Helsinki civarındadır. Çoğunluk şehirlerde yaşar. Nüfusun çoğunluğu Hristiyanlığın Protestan mezhebine, kalanı değişik mezheplere bağlıdırlar. Geri kalan dini azınlığın büyük kısmını Yunan Ortodokslar meydana getirir. Çok az bir miktar da Yahudi vardır. Eğitim ve öğretimin AB vatandaşlarına parasız olduğu Finlandiya'da 20 üniversite mevcuttur. 7-15 yaş arası eğitim ve öğretimin mecburi olduğu ülkede okuma yazma bilenlerin oranı yaklaşık %100'dür. Çalışan nüfusun %25'i ziraat ve ormancılıkla uğraşır. Kuzeyde yaşayan Laponlar an'anevi olan ren geyiği çobanlığı ve avcılığı ile geçinirler. Yıllık nüfus artışı %0,3'tür. Kilometrekareye 14,7 kişi düşer.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4306", "len_data": 32751, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.55 }
MIPS şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4307", "len_data": 28, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.25 }
Mısır (), resmî olarak Mısır Arap Cumhuriyeti, Afrika'nın kuzeydoğu köşesi ile Asya'nın güneybatı köşesinde Sina Yarımadası'nı kapsayan kıtalararası bir ülkedir. Kuzeyinde Akdeniz, kuzeydoğusunda Filistin'in Gazze Şeridi ve İsrail, doğusunda Kızıldeniz, güneyinde Sudan ve batısında Libya ile komşudur. Kuzeydoğudaki Akabe Körfezi, Mısır'ı Ürdün ve Suudi Arabistan'dan ayırmaktadır. Kahire, Mısır'ın başkenti ve en büyük şehridir. Mısır'ın en büyük şehri ikinci şehri olan İskenderiye ise Akdeniz kıyısında önemli bir sanayi ve turizm merkezidir. Yaklaşık 100 milyon nüfusuyla Mısır, dünyanın en kalabalık 14'üncü, Afrika'nın ise en kalabalık üçüncü ülkesidir. Nil Deltası boyunca uzanan Mısır, MÖ 6 ile 4 bininci yıllara kadar dayanan mirası ile en uzun tarihî geçmişe sahip ülkelerden biridir. Medeniyetin beşiği olarak kabul edilen Antik Mısır; yazı, tarım, kentleşme, organize din ve merkezî hükûmet alanlarındaki ilk gelişmelerden bazılarına sahne olmuştur. Yedinci yüzyılda büyük ölçüde İslam'ı benimsemeden önce Mısır, Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biriydi. Kahire, 10. yüzyılda Fâtımîler'e, 13. yüzyılda ise Memlûk Devleti'ne başkentlik yapmıştır. 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Mısır Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın 1867'de özerk bir Hidivlik kurmasına kadar da Osmanlı hâkimiyeti altında kalmıştır. Ardından Britanya İmparatorluğu tarafından işgal edilen ülke 1922'de monarşi olarak bağımsızlığını kazanmıştır. 1952 devriminin ardından Mısır'da cumhuriyet ilan edilmiş ve 1958'de ülkenin Suriye ile birleşmesiyle Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu birlik 1961'de dağılmıştır. Mısır 1948, 1956, 1967 ve 1973'te İsrail'le birçok silahlı çatışmaya girmiş ve 1967'ye kadar Gazze Şeridi'ni işgal etmiştir. 1978'de Mısır, Sina'dan çekilmesi karşılığında Camp David Sözleşmesi'ni imzalayarak İsrail'i resmî olarak tanımıştır. 2011 Mısır Devrimi'ne ve Hüsnü Mübarek'in devrilmesine neden olan Arap Baharı'nın ardından ülke uzun süren bir siyasi istikrarsızlık dönemiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu dönem 2012'de Muhammed Mursi'nin öncülük ettiği Müslüman Kardeşler bağlantılı kısa ömürlü İslamcı hükûmetin seçilmesi ve bu hükûmetin 2013'teki kitlesel protestoların ardından devrilmesi gibi olayları içermekteydi. 2014 yılında seçilen ve o zamandan beri Abdülfettah es-Sisi tarafından yönetilen Mısır'ın yarı başkanlık sistemine dayalı mevcut hükûmeti, bazı gözlemci kurumlar tarafından otoriter olarak değerlendirilirken ülkenin insan hakları durumunun zayıf kalmasından sorumlu tutulmaktadır. Mısır'ın resmî dini İslam, resmî dili ise Arapçadır. Nüfusun büyük çoğunluğu ekilebilir tek arazinin bulunduğu, yaklaşık 40.000 kilometrekarelik Nil Nehri kıyılarına yakın alanlarda yaşamaktadır. Mısır topraklarının çoğunu Sahra Çölü oluşturur ve buradaki geniş alanlarda seyrek yerleşimler gözlemlenir. Mısır'da yaşayanların yaklaşık %43'ü ülkenin kentsel alanlarında yaşamaktadır. Bunların çoğu Kahire, İskenderiye ve Nil Deltası'ndaki diğer büyük şehirlerin yoğun nüfuslu merkezlerine yayılmış durumdadır. Mısır Kuzey Afrika, Orta Doğu ve İslam dünyasında bölgesel bir güç, dünya çapında ise orta bir güç olarak değerlendirilmektedir. Afrika'nın üçüncü büyük ekonomisi, dünyanın nominal GSYİH açısından 38. ve kişi başına nominal GSYİH açısından 127. en büyük ekonomisi olan, çeşitlendirilmiş bir ekonomiye sahip, gelişmekte olan bir ülkedir. Mısır; Birleşmiş Milletler, Bağlantısızlar Hareketi, Arap Birliği, Afrika Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Dünya Gençlik Forumu'nun kurucu üyesi olmakla beraber ve bir BRICS üyesidir. Etimoloji. Mısır ismi Türkçeye, ülkenin günümüzde de kendi dilindeki adı olan ""Mısr" () kelimesinden geçmiştir. "Maṣr"" () ise ülkenin Mısır Arapçasındaki telaffuz şeklidir. Nuh'un torunu Mizraim bin Ham'a atfedilen bu isim Sami kökenli olup, İbranice "מִצְרַיִם‎" ("Miṣráyim/Mitzráyim/Mizráim") gibi Mısır için kullanılan diğer Semitik kelimelerle de doğrudan ilişkilidir. Ülkenin tam resmî adı Standart Arapçada "Cu""mhûriyyetü Mısr el-Arabiyye", Mısır Arapçasında ise "Gomhoreyyet Masr el-Arabeyya"'dır. "Mısr" isminin kökenine dair en eski kanıt, "miṣru/miṣirru/miṣaru" ile aynı kökten gelen ve "sınır" anlamına gelen Akadcadaki "mi-iṣ-ru" ("miṣru") kelimesidir. Yeni Asur İmparatorluğu da bu kelimeden türeyen ("Mu-sur") ismini kullanmıştır. Ülkenin İngilizce ismi olan "Egypt", Fransızca "Egypte" ve Latince ""Aegyptus" kelimelerinden türemiştir. Bu dillerdeki kelimelerin kökeni ise Antik Yunancadaki "Aígyptos"" ("Αἴγυπτος") kelimesidir. Linear B tabletlerinde "a-ku-pi-ti-yo" olarak belirtilir. Bazı bilim adamları, Yunanca biçimin Eski Mısırcadaki ("Amarna) Hikuptah" veya "Memfis" ifadesinden bu dile geçtiğini öne sürmektedirler. Bu ifade, Memfis'teki tanrı Ptah'a ait bir tapınağın adı olan "Ptah'ın ka'sının (ruhunun) evi" anlamına gelen Antik Mısır ismi O6-t:pr-D28-Z1-p:t-H(⟨"ḥwt-kȝ-ptḥ"⟩ 𓉗 𓏏𓉐𓂓𓏤𓊪 𓏏 𓎛'ın bozulmuş bir halidir. Antik Mısır'da ülke için kara toprak anlamına gelen km-m-t:O49 (𓆎 𓅓 𓏏𓊖) km.t ismi kullanılmaktaydı. İsim muhtemelen çölün kırmızı topraklarından farklı olan Nil taşkın ovalarının verimli kara topraklarına atıfta bulunmakta idi. Bu isim genellikle "Kemet" olarak seslendirilse de muhtemelen Antik Mısır dilinde [kuːmat] olarak telaffuz ediliyordu. İsim, Kıptî diline K(h)ēmə (Bohairik Kıptîce: ⲭⲏⲙⲓ, Sahidik Kıptîce: ⲕⲏⲙⲉ) olarak geçmiştir ve Erken Yunanca eserlerde Χημία (Khēmía) olarak ortaya çıkmıştır. Kullanılan diğer bir isim ise "nehir kıyısı ülkesi" anlamına gelen ⟨"tꜣ-mry"⟩ idi. Yukarı Mısır için "sazlık diyarı" anlamına gelen "Ta-Sheme'aw" (⟨"tꜣ-šmꜥw"⟩) ismi kullanılırken Aşağı Mısır için "kuzey bölgesi" anlamına gelen "Ta-Mehew" (⟨"tꜣ mḥw"⟩) ismi kullanılmaktaydı. Tarihçe. Tarih öncesi dönem ve Antik Mısır. Nil kıyıları boyunca ve çöl vahalarında kaya oymalarına dair kanıtlar bulunmaktadır. MÖ 10. binyılda avcı-toplayıcı ve balıkçı kültürünün yerini tahıl öğütme kültürü almıştır. MÖ 8000 civarında iklim değişiklikleri veya aşırı otlatma, Mısır'ın pastoral topraklarını kurutarak Sahra'yı oluşturmaya başladı. İlk kabile halkları, yerleşik bir tarım ekonomisi ve daha merkezi bir toplum geliştirdikleri Nil Nehri civarlarına doğru göç etmiştir. Milattan önce yaklaşık 6000'li yıllara gelindiğinde, Nil Vadisi'nde Neolitik bir kültür kök salmaya başladı. Neolitik çağda, Yukarı ve Aşağı Mısır'da birbirinden bağımsız olarak birkaç hanedan öncesi kültür gelişti. Badâri kültürü ve onun devamı olan Nakada, genel olarak Mısır hanedanlığının öncüleri olarak kabul edilmektedir. Bilinen en eski Aşağı Mısır bölgesi olan Merimda, Badâri'den yaklaşık yedi yüz yıl öncesine dayanmaktadır. Çağdaş Aşağı Mısır toplulukları güneydeki benzerleriyle iki bin yıldan fazla bir süre bir arada yaşamış ve ticaret yoluyla sık sık etkileşim kurmuşlarsa da kültürel olarak birbirlerinden farklı kalmışlardır. Mısır hiyeroglif yazıtlarının bilinen en eski kanıtı hanedan öncesi dönemde, yaklaşık MÖ 3200'e tarihlenen Nakada III çömlek kaplarında görülmüştür. Kral Menes tarafından MÖ 3150 dolaylarında birleşik bir krallık kuruldu ve bu, sonraki üç bin yıl boyunca Mısır'ı yöneten bir dizi hanedanlığın ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Mısır kültürü bu uzun dönemde gelişti ve dini, sanatı, dili ve gelenekleri bakımından Mısırlılara özgü olarak kaldı. Birleşik bir Mısır'ın ilk iki yönetici hanedanı, MÖ 2700-2200 dolaylarında birçok piramit inşa edilen Eski Krallık dönemine zemin hazırladı. Bu piramitlerden en önemlisi, Zoser'in Üçüncü Hanedan piramidi ve Dördüncü Hanedan'a ait Gize piramitleridir. Birinci Ara Dönem, yaklaşık 150 yıl süren bir siyasi çalkantı dönemini başlattı. Bununla birlikte, daha güçlü Nil taşkınları ve hükûmetin istikrara kavuşması, Orta Krallık'taki ülkeye refahı geri getirdi. MÖ 2040'ta ise Firavun III. Amenemhat döneminde zirveye ulaşıldı. İkinci Ara Dönem, Mısır topraklarındaki ilk yabancı yöneticili bir hanedan olan Sami Hiksos'un gelişinin habercisiydi. Hiksos istilacıları, MÖ 1650 civarında Aşağı Mısır'ın çoğunu ele geçirdiler ve Avaris'te yeni bir başkent kurdular. İstilacılar Mısır'daki on sekizinci hanedanı kuran ve başkenti Memfis'ten Teb'e taşıyan I. Ahmose liderliğindeki Yukarı Mısır kuvvetleri tarafından kovuldular. MÖ 1550-1070 dolaylarındaki Yeni Krallık, on sekizinci hanedan dönemi ile başladı ve Mısır'ın, Nübye'deki Tombos'a kadar güneydeki bir imparatorluğa kadar genişleyen ve doğuda Levant'ın bazı kısımlarını da kapsayan uluslararası bir güç olarak yükselişini temsil ediyordu. Bu dönem Hatşepsut, III. Thutmose, Akhenaton ve eşi Nefertiti, Tutankhamun ve II. Ramses gibi en tanınmış Firavunlardan bazılarını içermektedir. Monoteizm, bu dönemde "Atenizm" olarak ortaya çıktı. Ülke daha sonra Libyalılar, Nübyeliler ve Asurlular tarafından işgal edildi ve bu işgal, yerli Mısırlılar'ın işgalcileri kovmasına ve ülkelerinin kontrolünü yeniden ele geçirmesine kadar devam etti. MÖ 525'te II. Kambises liderliğindeki Ahameniş İmparatorluğu Mısır akınlarına başladı ve sonunda Pelusium savaşında firavun III. Psamtik esir düştü. II. Kambises daha sonra resmî olarak firavun unvanını aldı ancak Mısır'ı günümüzde İran sınırları içinde yer alan Susa'daki evinden yöneterek Mısır'ı bir satraplığın kontrolü altına bıraktı. Ahamenişlere karşı geçici olarak başarılı olan birkaç isyan MÖ 5. yüzyıla damgasını vursa da Mısır hiçbir zaman Ahamenişleri kalıcı olarak devirmeyi başaramadı. Otuzuncu hanedan, Firavunlar döneminde hüküm süren son yerli hanedan olma özelliğini taşımaktadır. Mısır, son yerli Firavun Kral II. Nektanebo'nun savaşta yenilmesinden sonra MÖ 343'te yeniden Ahamenişlerin eline geçti. Mısır'daki bu hanedanlık uzun ömürlü değildi çünkü Ahamenişler birkaç on yıl sonra Büyük İskender tarafından devrildi. İskender'in Makedon generali I. Ptolemaios burada Ptolemaios Hanedanı'nı kurdu. Ptolemaios ve Roma Mısırı. Ptolemaios Krallığı doğuda Güney Suriye'den batıda Kirene'ye ve güneyde Nübye sınırına kadar uzanan güçlü bir Helenistik devletti. Başkent ve ülke merkezi İskenderiye oldu. Bu süre içinde Mısır'da ekonomik ve mimari gelişmeler yaşandı. Bunun yanında Roma-Mısır kültürü kaynaşması da oldu. Yunan mimarisi ve kültürü, Mısır'a ulaştı. Ptolemaioslar Yerli Mısır halkı tarafından benimsenmek amacıyla kendilerini Firavunların vârisleri olarak adlandırdılar. Mısır geleneklerini benimsediler, kendilerini Mısır tarzı ve kıyafetiyle halka açık anıtlarda resmettirdiler ve Mısırlıların dinî yaşamına katıldılar. Ptolemaios soyunun son hükümdarı, Octavianus'un İskenderiye'yi ele geçirmesi ve paralı askerlerinin kaçması ile birlikte sevgilisi Marcus Antonius'un ölümünün ardından intihar eden VII. Kleopatra'ydı. Ptolemaioslar sık sık yerli Mısırlıların isyanlarıyla karşı karşıya kaldılar ve krallığın gerilemesine ve Roma tarafından ilhak edilmesine yol açan dış ve iç savaşlara karıştılar. Hristiyanlık, 1. yüzyılda Evanjelist Markos ile birlikte Mısır'a geldi. Diocletianus'un hükümdarlığı (MS 284-305), Mısır'da çok sayıda Mısırlı Hristiyan'ın zulme uğradığı Roma döneminden Bizans dönemine geçişi işaret ediyordu. O zamana kadar Yeni Ahit Mısır diline tercüme edilmişti. MS 451'deki Kalkedon Konsili'nden sonra, ayrı bir Mısır Kıptî Kilisesi kuruldu. Orta Çağ (7. yüzyıl-1517). Bizanslılar, 602-628 Bizans-Sasani Savaşı'nın ortasında, 7. yüzyılın başlarında kısa bir Sasani istilasının ardından ülkenin kontrolünü yeniden ele geçirmeyi başardılar ve bu sırada on yıl boyunca Sasani Mısır olarak bilinen kısa ömürlü yeni bir eyalet kurdular. Bu eyalet Mısır'ın Araplar tarafından fethine kadar sürdü. Araplar'ın Bizans ordularını mağlup ettiği Mısır'da İslam yayılmaya başladı. Bu dönemde bir süre Mısırlılar yeni inançlarını yerli inanç ve uygulamalarla harmanlamaya başladılar ve bu da bugüne kadar gelişen çeşitli Sufi tarikatlarının oluşmasına yol açtı. Bu dönemde bir süre Mısırlılar yeni inançlarını yerli inanç ve uygulamalarla harmanlamaya başladılar ve bu da bugüne kadar gelişen çeşitli Sûfî tarikatlarının oluşmasına yol açtı. Mısır üzerine 639'da yürüyen Amr bin Âs komutasındaki Arap kuvvetleri delta bölgesinin doğusundaki direnişi kırarak 641'de Doğu Roma İmparatorluğu'nu (Bizans) barış yapmaya zorladı. Bizans kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra 8 Kasım 641'de İskenderiye de Arapların eline geçti. İskenderiye 645'te Bizans İmparatorluğu kuvvetleri tarafından geri alındı ancak 646'da Amr tarafından tekrar Arapların eline geçti. 654 yılında II. Konstans'ın gönderdiği istila filosu geri püskürtüldü. İlk Arap yerleşimi olarak Nil'in doğu kıyısında kurulan el-Fustat uzun süre boyuna Müslümanlığın tek merkezi olarak kaldı. Şehir daha sonra Haçlı Seferleri sırasında yakıldı. Kahire daha sonra 986 yılında Arap halifeliğinin Bağdat'tan sonra ikinci en büyük ve en zengin şehri olması amacıyla inşa edildi. Abbâsîler döneminde yeni vergiler getirildi. Kıptîler, Abbâsî yönetiminin dördüncü yılında isyan çıkardı. 9. yüzyılın başlarında Mısır'ı bir vali aracılığıyla yönetme uygulaması, Bağdat'ta ikamet etmeye karar veren ve kendisi adına yönetmesi için Mısır'a bir vekil gönderen Abdullah ibn Tahir döneminde yeniden başladı. 828'de Mısır'da başka bir isyan daha patlak verdi ve 831'de Kıptîler hükûmete karşı yerli Müslümanlarla birlik kurdu. Bağdat'taki halifelik merkezinden Mısır'ı yönetme güçlüğü sonraki yıllarda sık sık vali değişikliğine başvurmaya yol açtı. IX. Yüzyılın ortalarından itibaren Bağdat tarafından gönderilen valilerin yerini valiliklerini Bağdat'a tasdik ettiren Türk komutanlar aldı. Itah (Aytah) Türkî (847-848), Hakan oğlu el-Fethi't-Türkî (856-861), Dinar oğlu Yezidi't-Türkî (856-867), Müzahimü't-Türkî (867-868), Ahmedü' Türkî (868) ve Uluğ Tarhan oğlu Uzcur Türkî (868) Sudan ile birlikte Mısır'a valilik yapan ilk altı Türk komutandır. 15 Eylül 868'de bir başka Türk vali Ahmed bin Tolun Mısır'a gelerek Mısır'da ilk Türk hanedanını kurmuştur. Sonraki altı yüzyıl boyunca Mısır'ın kontrolü Müslüman yöneticilerde kaldı. Kahire, Fâtımîler'in merkeziydi. Eyyûbîler hanedanının sona ermesiyle birlikte Türk-Çerkes askerî kastı olan Memlûkler 1250 yılı civarında kontrolü ele geçirdi. 13. yüzyılın sonlarında Mısır, Kızıldeniz, Hindistan, Malaya ve Doğu Hint Adaları'nı birbirine bağladı. 14. yüzyılın ortalarında Kara Ölüm, ülke nüfusunun yaklaşık %40'ının ölümüne sebep oldu. Erken modern dönem: Osmanlı dönemi (1517-1867). 1517 yılında Yavuz Sultan Selim'in Ridaniye Muharebesi'yle Memlûk Sultanlığı'nı yıkarak Mısır'ı Osmanlı topraklarına katması sonucunda Mısır Eyaleti kuruldu, halifelik de Türklere geçti. Savunma amaçlı askerîleşme sivil toplum yapısına ve ekonomik kurumlara zarar verdi. Ekonomik sistemin zayıflaması vebanın etkileriyle birleşerek Mısır'ı yabancı işgaline karşı savunmasız bıraktı. Portekizli tüccarlar ticareti devraldı. 1687 ile 1731 yılları arasında Mısır'da altı adet kıtlık yaşandı. 1784'teki kıtlık, nüfusunun yaklaşık altıda birine mal oldu. Mısır, ülkeyi yüzyıllardır yöneten Memlûklerin devam eden gücü ve etkisi nedeniyle, Osmanlı padişahları için çoğu zaman kontrol edilmesi zor bir eyalet olmuştur. 1798'de Napolyon Bonapart'ın Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilene kadar Memlûk yönetimi altında yarı özerk olarak kaldı. Fransızların İngilizlere yenilmesinin ardından Osmanlı Türkleri, yüzyıllarca Mısır'ı yöneten Mısırlı Memlûkler ve Osmanlı'nın hizmetinde olan Arnavut paralı askerleri arasında üçlü bir iktidar mücadelesi yaşandı. Fransızların sınır dışı edilmesinin ardından, 1805 yılında Mısır'daki Osmanlı ordusunun Arnavut kökenli askerî komutanı Mehmed Ali Paşa tarafından iktidara el konuldu. Muhammed Ali, Memlûkleri katletti ve 1952 devrimine kadar Mısır'ı yönetecek bir hanedan kurdu. Mehmed Ali Paşa, Kuzey Sudan'ı (1820-1824), Suriye'yi (1833) ve Arabistan ile Anadolu'nun bazı kısımlarını ilhak etti. 1841'de Avrupalı güçler, Osmanlı İmparatorluğu'nu devirme ihtimalinden çekinerek Kavalalı'yı fethettiği yerlerin çoğunu Osmanlılara iade etmeye zorladı. Askeriyeye olan tutkusu onu ülkeyi modernleştirmeye itti. Sanayiler inşa etti, sulama ve ulaşım için bir kanal sistemi kurdu ve kamu hizmetinde de çeşitli reformlar gerçekleştirdi. Mısır'ı Osmanlı İmparatorluğu'nda güçlü bir konuma yükseltmek için 20. yüzyılda yürütülen komünizm harici Sovyet stratejileriyle çeşitli benzerlikler gösterecek şekilde halkın yaklaşık yüzde dördünün orduya hizmet ettiği bir askerî devlet inşa etti. Mehmed Ali Paşa, orduyu angarya geleneği altında toplanan bir ordudan büyük, modern bir orduya dönüştürdü. 19. yüzyıl Mısır'ında erkek köylülerin zorunlu askerliğini başlattı ve büyük ordusunu desteklemek için yeni bir yaklaşım benimseyerek onu sayı ve beceri açısından güçlendirdi. Yeni askerlerin eğitim ve öğretimi zorunlu hale getirildi. Erkekler, olası aksi bir durumun önüne geçebilinmesi amacıyla kışlalarda tutuldu. Erkeklerde askerî yaşam tarzına yönelik karşıtlık zamanla azaldı ve milliyetçiliğe dayalı yeni bir ideoloji benimsendi. Mehmed Ali Paşa, bu yeni doğan askerî birliğin yardımıyla Mısır'daki hakimiyetini güçlendirdi. Mehmed Ali Paşa'nın hükümdarlığı sırasında izlediği bu politika, ileri eğitime yatırımın yalnızca askerî ve sanayi alanında gerçekleşmesi nedeniyle Mısır'daki sayısal becerinin diğer Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkeleriyle karşılaştırıldığında neden dikkate değer derecede küçük bir oranda arttığını kısmen açıklamaktadır. Muhammed Ali'nin yerine kısa süreliğine oğlu İbrahim (Eylül 1848'de), ardından torunu I. Abbas (Kasım 1848'de), ardından Said (1854'te) ve Mısır'da bilimi ve tarımı teşvik eden ve köleliği yasaklayan İsmail (1863'te) geçti. Mehmed Ali Hanedanı yönetimindeki Mısır, bir Osmanlı vilayeti olarak kaldı. 1867'de özerk bir vasal devlet (Hidivlik, 1867-1914) statüsü verildi. Fransızlarla ortaklaşa inşa edilen Süveyş Kanalı 1869'da tamamlandı. İnşaatı Avrupalı bankalar tarafından finanse edildi. Himaye ve yolsuzluğa da büyük meblağlar gitmiştir. Yeni vergiler halkın hoşnutsuzluğuna neden oldu. 1875'te İsmail Paşa, Mısır'ın kanaldaki tüm hisselerini İngiliz hükûmetine satarak iflastan kurtuldu. Üç yıl içinde bu, Mısır kabinesinde yer alan ve "tahvil sahiplerinin mali gücünün arkalarında olmasıyla hükümetteki gerçek güç olan" İngiliz ve Fransız kontrolörlerin göreve getirilmesine yol açtı. Salgın hastalıklar (1880'lerdeki sığır hastalığı), su baskınları ve savaşlar gibi diğer koşullar ekonomik gerilemeyi tetikledi ve Mısır'ın dış borca bağımlılığını daha da artırdı. Hidiv'den ve Avrupa'nın müdahalesinden duyulan memnuniyetsizlik, 1879'da ilk milliyetçi grupların oluşmasına yol açtı. Ahmed Urabi öne çıkan isimlerden biri idi. Artan gerginlikler ve milliyetçi isyanların ardından Birleşik Krallık, 1882'de Mısır'ı işgal etti. Tell El Kebir Muharebesi'nde Mısır ordusunu ezdi ve ülkeyi askerî olarak fiilen işgal etti. Bunu takiben Hidivlik, sözde Osmanlı egemenliği altında fiili bir İngiliz himayesi haline geldi. 1899'da İngiliz-Mısır Kat Mülkiyeti Anlaşması imzalandı. Anlaşma, Sudan'ın Mısır Hidivliği ve Birleşik Krallık tarafından ortaklaşa yönetileceğini belirtiyordu. Ancak Sudan'ın fiili kontrolü yalnızca İngilizlerin elindeydi. 1906'da Denişvay Olayı birçok tarafsız Mısırlının milliyetçi harekete katılmasına neden oldu. Mısır Sultanlığı ve Mısır Krallığı. 1914'te Osmanlı İmparatorluğu, merkezi imparatorluklarla ittifak halinde Birinci Dünya Savaşı'na resmen girdi. Önceki yıllarda İngilizlere giderek daha fazla düşmanlık geliştiren Hidiv II. Abbas savaşta anavatana destek olmaya karar verdi. Bu kararın ardından İngilizler zorla iktidarına son verdi ve yerine kardeşi Hüseyin Kâmil'i getirdi. Hüseyin Kâmil, Mısır Sultanı unvanını alarak Mısır'ın Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlığın hemen ardından Mısır, Birleşik Krallık'ın himayesi altına alındı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sad Zağlûl ve Vefd Partisi, Mısır milliyetçi hareketini yerel Yasama Meclisi'nde çoğunluğa kavuşturdu. İngilizler 8 Mart 1919'da Zağlûl ve arkadaşlarını Malta'ya sürgün ettiğinde ülke ilk modern devrimini yaşadı. İsyan, Birleşik Krallık hükûmetinin 22 Şubat 1922'de Mısır'ın bağımsızlığını tek taraflı olarak ilan etmesine yol açtı. Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazandıktan sonra Sultan I. Fuad, Mısır Kralı unvanını aldı. Sözde bağımsız olmasına rağmen, krallık fiilen hâlâ İngiliz işgali altındaydı ve Birleşik Krallık'ın hâlâ devlet üzerinde büyük etkisi vardı. Yeni hükûmet 1923 yılında parlamenter sisteme dayalı bir anayasa hazırlayıp uygulamaya koydu. Milliyetçi Vefd Partisi 1923-1924 seçimlerinde ezici çoğunlukla zafer kazandı ve Sad Zağlûl yeni başbakan olarak atandı. 1936'da İngiliz-Mısır Antlaşması imzalandı ve İngiliz birlikleri Süveyş Kanalı hariç Mısır'dan çekildi. Anlaşma, mevcut 1899 İngiliz-Mısır Kat Mülkiyeti Anlaşması hükümlerine göre Sudan'ın Mısır ve İngiltere tarafından ortaklaşa yönetilmesi gerektiğini ancak gerçek gücün İngilizlerin elinde kalması gerektiğini belirten Sudan sorununa çözüm bulmadı. Britanya, Mısır'ı bölgedeki Müttefik operasyonları için, özellikle de Kuzey Afrika'da İtalya ve Almanya'ya karşı yapılan savaşlar için bir üs olarak kullandı. En büyük öncelikleri Doğu Akdeniz'in kontrolü ve özellikle Süveyş Kanalı'nın ticari gemilere ve Hindistan ve Avustralya ile askerî bağlantılara açık tutulmasıydı. Eylül 1939'da savaş başladığında Mısır sıkıyönetim ilan etti ve Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti. 1940 yılında İtalya ile diplomatik ilişkilerini kesti ancak İtalyan ordusu Mısır'ı işgal ettiğinde bile asla savaş ilan etmedi. Mısır ordusu savaşmadı. Haziran 1940'ta Kral, İngilizlerle arası iyi olmayan Başbakan Ali Mahir'i görevden aldı. Bağımsız Hasan Paşa Sabri'nin başbakanlığında yeni bir koalisyon hükûmeti kuruldu. Şubat 1942'deki bakanlık krizinin ardından, Büyükelçi Miles Lampson, Faruk'a, Hüseyin Sırrı Paşa hükûmetinin yerine bir Vefd veya Vefd koalisyon hükûmeti kurması için baskı yaptı. 4 Şubat 1942 gecesi İngiliz birlikleri ve tankları Kahire'deki Abidin Sarayı'nı kuşattı ve Lampson, Faruk'a bir ültimatom sundu. Faruk teslim oldu ve Nehhas kısa süre sonra hükûmeti kurdu. İngiliz ordusunun bölgede bir askerî üssü olmasına rağmen İngiliz birliklerinin çoğu 1947'de Süveyş Kanalı bölgesine çekildi. Ülkedeki milliyetçi, İngiliz karşıtı duygular savaştan sonra büyümeye devam etti. Krallığın Birinci Arap-İsrail Savaşı'ndaki talihsiz performansının ardından monarşi karşıtı duygular daha da arttı. 1950 seçimleri milliyetçi Vefd Partisi'nin ezici bir zaferine tanık oldu ve Kral, Mustafa Nehhas Paşa'yı yeni başbakan olarak atamak zorunda kaldı. 1951'de Mısır, 1936 İngiliz-Mısır Antlaşması'ndan tek taraflı olarak çekildi ve geri kalan tüm İngiliz birliklerinin Süveyş Kanalı'nı terk etmesini emretti. İngilizlerin Süveyş Kanalı çevresindeki üslerini terk etmeyi reddetmesi üzerine Mısır hükûmeti suyu kesti ve Süveyş Kanalı üssüne yiyecek tedarikine izin vermedi, İngiliz mallarına boykot ilan etti, Mısırlı işçilerin üsse girmesini yasakladı ve gerilla saldırılarına destek oldu. 24 Ocak 1952'de Mısır gerillaları Süveyş Kanalı çevresinde İngiliz kuvvetlerine şiddetli bir saldırı düzenlerken Mısır polisinin gerillalara yardım ettiği görüldü. Buna cevaben 25 Ocak'ta General George Erskine, İsmailiye'deki polis karakolunun çevrelenmesi için İngiliz tanklarını ve piyadelerini gönderdi. Polis komutanı, Nehhas'ın sağ kolu olan İçişleri Bakanı Fuad Serageddin'i arayarak teslim mi olması yoksa savaşması mı gerektiğini sordu. Serageddin polise "son adama ve son kurşuna kadar" savaşma emri verdi. Ortaya çıkan çatışmada polis karakolu yerle bir edildi ve 43 Mısırlı polis memuru ile 3 İngiliz askeri öldürüldü. İsmailiye olayı Mısır'ı öfkelendirdi. Ertesi gün, 26 Ocak 1952, İngiliz karşıtı isyan olarak bilinen "Kara Cumartesi" olarak tarihe geçti Kanuni Hidiv İsmail'in Paris tarzında yeniden inşa ettiği Kahire şehir merkezinin büyük bir kısmının yanmasına neden oldu. Faruk, Kara Cumartesi isyanından Vefd'i sorumlu tuttu ve ertesi gün Nehhas'ı başbakanlıktan uzaklaştırdı. Yerine Ali Mahir Paşa getirildi. 22-23 Temmuz 1952'de Muhammed Necib ve Cemal Abdülnasır liderliğindeki Hür Subaylar Hareketi, krala karşı bir darbe (1952 Mısır Devrimi) başlattı. I. Faruk, tahtını o sırada yedi aylık bir bebek olan oğlu II. Fuad'a bıraktı. Kraliyet Ailesi birkaç gün sonra Mısır'ı terk etti ve Prens Muhammed Abdülmünim liderliğindeki Vekillik Konseyi kuruldu. Ancak konsey yalnızca nominal yetkiye sahipti ve gerçek güç aslında Necib ve Abdülnasır liderliğindeki Devrimci Komuta Konseyi'nin elindeydi. Acil reformlara yönelik popüler beklentiler, 12 Ağustos 1952'de Kafr ed-Davvar'da işçi ayaklanmalarına yol açtı. Sivil yönetimle ilgili kısa bir deneyin ardından Hür Subaylar, monarşiyi ve 1923 anayasasını kaldırdı ve 18 Haziran 1953'te Mısır'da cumhuriyeti ilan etti. Necib cumhurbaşkanı ilan edilirken Abdülnasır yeni başbakan olarak atandı. Cemal Abdünnâsır yönetimindeki Mısır Cumhuriyeti (1952-1970). 1952 yılında Hür Subaylar Hareketi tarafından gerçekleştirilen devrimin ardından Mısır yönetimi askerî bir gücün eline geçti ve tüm siyasi partiler kapatıldı. 18 Haziran 1953'te General Muhammed Necib'in ilk devlet başkanı olarak görev yaptığı Mısır Cumhuriyeti ilan edildi. Necib, yaklaşık bir buçuk yıl bu görevi sürdürdü. 1953-1958 yılları arasında Mısır Cumhuriyeti varlığını sürdürdü. 1954 yılında Pan-Arabizm yanlısı ve 1952 hareketinin asıl lideri olan Cemal Abdünnâsır, Necib'i istifaya zorladı ve ardından Necib ev hapsine alındı. Necib'in istifasından 1956'da Abdünnâsır'ın devlet başkanı seçilmesine kadar devlet başkanlığı makamı boş kaldı. Ekim 1954'te Mısır ve Birleşik Krallık, 1899 tarihli İngiliz-Mısır Ortaklık Anlaşması'nı iptal etme ve Sudan'ı bağımsızlığını tanıma konusunda anlaştılar. Anlaşma, 1 Ocak 1956'da yürürlüğe girdi. Abdünnâsır, Haziran 1956'da devlet başkanı olarak göreve başladı. 13 Haziran 1956'da İngiliz kuvvetleri Süveyş Kanalı bölgesinden tamamen çekildi. 26 Temmuz 1956'da Abdünnâsır, Süveyş Kanalı'nı millîleştirdi. İsrail'e karşı sert tutumu ve ekonomik milliyetçiliği Süveyş Krizi'nin başlamasına neden oldu. İsrail, Fransa ve Birleşik Krallık'ın desteğiyle Sina Yarımadası'nı ve Süveyş Kanalı'nı işgal etti. Savaş, ABD ve Sovyetler Birliği'nin diplomatik müdahalesiyle sona erdi ve statüko geri getirildi. 1958'de Mısır ve Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti adıyla egemen bir birlik kurdular. Bu birlik kısa süreli oldu ve 1961'de Suriye'nin ayrılmasıyla sona erdi. Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin varlığı süresince, Kuzey Yemen ile de resmî olmayan bir konfederasyon kurdular. 1960'ların başlarında Mısır, Kuzey Yemen İç Savaşı'na tamamen dahil oldu. Birçok askerî hamleye ve barış görüşmelerine rağmen savaş bir çıkmaza sürüklendi. Mayıs 1967'de Sovyetler Birliği, Abdünnâsır'a Suriye'ye yönelik bir İsrail saldırısının yakın olduğunu bildirdi. Genelkurmay Başkanı Muhammed Fevzi bu uyarıların temelsiz olduğunu söylese de Abdünnâsır, savaşı neredeyse kaçınılmaz hale getiren üç adım attı: 14 Mayıs'ta askerlerini İsrail sınırına yakın Sina'ya konuşlandırdı, 19 Mayıs'ta BM barış gücünü sınırdan çıkardı ve 23 Mayıs'ta İsrail gemilerine Tiran Boğazı'nı kapattı. 26 Mayıs'ta Abdünnâsır, "Savaş genel olacak ve temel hedefimiz İsrail'i yok etmek olacak" dedi. Bu adımlar, Mısır'ın 1948 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri işgal ettiği Sina Yarımadası ve Gazze Şeridi'nin İsrail tarafından ele geçirildiği Altı Gün Savaşı'nı başlattı. 1967 savaşında bir Olağanüstü Hâl Kanunu çıkarıldı ve 1980-81 dönemindeki 18 aylık bir ara dışında bu kanun 2012'ye kadar yürürlükte kaldı. Kanun uyarınca polis yetkileri genişletildi, anayasal haklar askıya alındı ve sansür yasallaştırıldı. 1950'lerin başlarında Mısır monarşisinin yıkıldığı dönemde yarım milyondan az Mısırlı üst sınıf ve zengin olarak kabul edilirken dört milyon kişi orta sınıf ve 17 milyon kişi ise alt sınıf ve fakir olarak sayılıyordu. İlkokul çağındaki çocukların sadece yarısından daha azı okula gidiyordu ve bunların çoğu erkekti. Abdünnâsır'ın politikaları bu durumu değiştirdi. Arazi reformu, üniversite eğitiminin hızla yaygınlaşması ve hükûmetin ulusal sanayilere desteği, sosyal hareketliliği büyük ölçüde artırdı. 1953-54 eğitim öğretim yılından 1965-66'ya kadar olan dönemde, devlet okullarına kayıtlar iki katına çıktı. Eğitim ve kamu sektöründeki iş olanakları sayesinde milyonlarca eski yoksul Mısırlı, orta sınıfa katıldı. Doktorlar, mühendisler, öğretmenler, avukatlar ve gazeteciler Abdünnâsır döneminde büyüyen orta sınıfın büyük bir kısmını oluşturdu. Ancak 1960'larda Mısır ekonomisi durgunluktan çöküş noktasına geldi, toplum daha az özgür hale geldi ve "Abdünnâsır'ın cazibesi" büyük ölçüde azaldı. Sedat ve Mübarek yönetimindeki Mısır (1971-2011). 1970 yılında Devlet Başkanı Abdünnâsır'ın ölümüyle yerine Enver Sedat geçti. Görev süresinde Sedat, Mısır'ın Soğuk Savaş'taki müttefikliğini Sovyetler Birliği'nden ABD'ye kaydırarak 1972'de Sovyet danışmanlarını ülkeden çıkardı. 1971'de Mısır'ın adı "Mısır Arap Cumhuriyeti" olarak değiştirildi. Sedat, ekonomik reform politikası olarak "İnfita"yı başlatırken hem dindar hem de seküler muhalefete karşı da sert önlemler aldı. 1973 yılında Mısır ve Suriye, İsrail'in 6 yıl önce ele geçirdiği Sina Yarımadası'nın bir kısmını geri almak amacıyla Yom Kippur Savaşı'nı başlattı. 1975'te Sedat, Abdünnâsır'In ekonomik politikalarını değiştirerek devletin düzenlemelerini azaltmak ve yabancı yatırımları teşvik etmek amacıyla İnfita programını hayata geçirdi. Bu politika çerçevesinde vergilerde ve ithalat tarifelerinde indirimler gibi teşviklerle ülkeye bazı yatırımcılar çekilse de yatırımlar genellikle düşük riskli ve kârlı alanlar olan turizm ve inşaat sektörlerine yöneldi. Mısır'ın yeni gelişmeye başlayan sanayi sektörü ise ihmal edildi. Temel gıda maddelerine verilen sübvansiyonların kaldırılması ise 1977'de Mısır'da ekmek isyanlarına yol açtı. 1977'de Sedat, İsrail'e tarihî bir ziyarette bulunarak İsrail'in Sina'dan çekilmesi karşılığında 1979'da İsrail-Mısır Barış Antlaşması'nı imzaladı. Bu anlaşmayla Mısır, İsrail'i meşru bir egemen devlet olarak tanıdı. Arap dünyasında büyük bir tepkiye neden olan ve hatta Mısır'ın Arap Birliği'nden çıkarılmasına neden olan Sedat'ın bu girişimi Mısır halkının çoğunluğu tarafından destek görmekteydi. Sedat, Ekim 1981'de İslamcı bir militan tarafından suikasta uğradı. Sedat'ın suikastının ardından Devlet Başkan Yardımcısı mevkiindeki Hüsnü Mübarek, tek aday olarak girdiği bir seçimle iktidara geldi. Mübarek, Mısır'ın İsrail ile ilişkilerini sürdüreceğini teyit ederken Arap komşularıyla olan gerginlikleri hafifletmeye çalıştı. Ancak iç meselelerde ciddi zorluklarla karşılaştı. Kırsal kesimdeki yoksulluk ve işsizlik, birçok ailenin Kahire gibi büyük şehirlere göç etmesine yol açtı. Bu kişiler kalabalık gecekondu bölgelerinde zor koşullarda yaşam mücadelesi verdi. 25 Şubat 1986'da güvenlik güçleri, görev süresinin 3 yıldan 4 yıla çıkarılacağına dair söylentiler üzerine ayaklandı. Kahire'deki oteller, gece kulüpleri, restoranlar ve kumarhaneler saldırıya uğradı ve diğer şehirlerde de ayaklanmalar başladı. Gündüz saatlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve ordu düzeni sağlamak için 3 gün boyunca mücadele etti. Olaylarda 107 kişi hayatını kaybetti. 1980'ler, 1990'lar ve 2000'lerde Mısır'daki terör saldırıları artmaya başladı ve bu saldırılar Hristiyan Kıptîler, yabancı turistler ve hükûmet yetkililerini hedef almaya başladı. 1990'larda el-Cemaat'ül-İslamiyye adlı İslamcı bir grup, önemli yazarlar ve entelektüelleri öldürmek ve turistlere yönelik saldırıları içeren uzun süreli bir şiddet kampanyası yürüttü. Mısır ekonomisinin en büyük sektörü olan turizme ciddi zarar bu saldırılar aynı zamanda grubun destekçilerine de zarar verdi. Mübarek dönemindeki siyaset sahnesine Ulusal Demokrat Parti hâkim oldu ve bu parti, 1993 Sendikalar Yasası, 1995 Basın Yasası ve 1999 Sivil Toplum Kuruluşları Yasası gibi özgürlükleri kısıtlayan yasalar çıkardı. Bu yasalarla birlikte, parlamento siyaseti neredeyse etkisiz hale gelirken alternatif siyasi ifade yolları da büyük ölçüde engellendi. Bu dönemde Kahire'nin nüfusu 20 milyona ulaştı. 17 Kasım 1997'de, çoğunluğu turist olan 62 kişi Uksur yakınlarında katledildi. 2005 yılının Şubat ayı sonunda Mübarek, devlet başkanlığı seçim yasasında bir reform yapılacağını duyurdu ve bu reformla 1952 hareketinden bu yana ilk kez çok adaylı seçimlerin önü açıldı. Ancak yeni yasa adaylara bazı kısıtlamalar getirmekte ve Mübarek'in yeniden seçilmesini kolaylaştırmaktaydı. 2005 seçimlerinde katılım oranı %25'in altında kaldı ve Mübarek yüzde 88 oy ile bir kez daha 6 yıllığına devlet başkanı seçildi. Seçim gözlemcileri hükûmetin seçim sürecine müdahale ettiğini iddia etti. Seçimden sonra Mübarek, seçimde ikinci sırada yer alan Ayman Nur'u hapse attı. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 2006 yılı raporuna göre, Mübarek yönetiminde rutin işkence ve keyfi gözaltılar gibi ciddi insan hakları ihlalleri yaşandı. 2007'de Uluslararası Af Örgütü, Mısır'ın işkence merkezi haline geldiğini ve diğer ülkelerin şüphelileri sorgulama için buraya gönderdiğini iddia eden bir rapor yayınladı. Mısır Dışişleri Bakanlığı ise bu rapora hızlı bir şekilde yanıt verdi. 19 Mart 2007'de yapılan anayasa değişiklikleri, partilerin dinî temelli siyasi faaliyet yürütmesini yasakladı. Bu değişiklikler yeni bir terörle mücadele yasasının hazırlanmasına olanak sağladı ve polise geniş tutuklama ve gözetim yetkileri veren bu yasa devlet başkanına parlamentoyu feshetme ve seçimin yargı denetimini sonlandırma yetkisi tanıdı. Devrim, siyasi kriz ve geçiş dönemi (2011-günümüz). 25 Ocak 2011'de, Mısır'da Hüsnü Mübarek hükûmetine karşı geniş çaplı protestolar başladı. 11 Şubat 2011'de Mübarek istifa etti ve Kahire'den ayrıldı. Haberlerin ardından Kahire'deki Tahrir Meydanı'nda coşkulu kutlamalar yapıldı. Ardından Mısır ordusu yönetimi devraldı. Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi Başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi, fiili olarak geçici devlet başkanı oldu. 13 Şubat 2011'de ordu, parlamentoyu feshedip anayasayı askıya aldı. 19 Mart 2011'de anayasa referandumu yapıldı. 28 Kasım 2011'de, eski rejimin ardından Mısır ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. Seçimlere katılım yüksekti ve büyük bir usulsüzlük ya da şiddet olayı rapor edilmedi. 24 Haziran 2012'de Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olan Muhammed Mursi Mısır'ın 5. Devlet Başkanı seçildi. 30 Haziran 2012'de Mursi, Mısır devlet başkanı olarak yemin etti. 2 Ağustos 2012'de Başbakan Hişam Kandil, dört Müslüman Kardeşler üyesi de dahil olmak üzere 28 yeni isimden oluşan 35 kişilik kabinesini açıkladı. Liberal ve laik gruplar, kurulun katı İslami uygulamalar dayatacağını düşündükleri için anayasa kurulu çalışmalarından çekilirken Müslüman Kardeşler destekçileri Mursi'nin arkasında durdu. 22 Kasım 2012'de Mursi, anayasa kurulu çalışmalarını korumak amacıyla kendi kararlarını yargı denetiminden muaf tutan geçici bir bildiri yayımladı. Bu adım, ülke genelinde büyük protestolara ve şiddet olaylarına yol açtı. 5 Aralık 2012'de, Mursi yanlıları ve karşıtları arasında devrimden bu yana İslamcılar ile muhalifler arasındaki en büyük çatışma olarak tanımlanan olaylar yaşandı. Muhammed Mursi, muhalefet liderleriyle "ulusal diyalog" çağrısında bulundu ancak Aralık 2012'deki anayasa referandumunu iptal etmeyi reddetti. 3 Temmuz 2013'te, Mursi'nin başkanlık ettiği Müslüman Kardeşler hükûmetinin otoriter uygulamalarına karşı halkta biriken hoşnutsuzluğun ardından ordu, Mursi'yi görevden alarak Şura Konseyi'ni feshetti ve geçici bir hükûmet kurdu. 4 Temmuz 2013 tarihinde, 68 yaşındaki Mısır Yüksek Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur, Mursi'nin görevden alınmasının ardından yeni hükûmetin geçici devlet başkanı olarak yemin etti. Yeni Mısır yönetimi, Müslüman Kardeşler ve destekçilerine yönelik sert bir baskı uyguladı. Bu hususta binlerce kişi tutuklandı ve Mursi yanlısı gösteriler zorla dağıtıldı. Müslüman Kardeşler'in birçok lideri ve aktivisti, kitlesel davalarda idam ya da müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 18 Ocak 2014'te geçici hükûmet %98,1 evet oyuyla referandumla onaylanan yeni bir anayasayı yürürlüğe koydu. Kayıtlı seçmenlerin %38,6'sı referanduma katılmıştı. Bu oran, Mursi dönemindeki %33'lük katılımın üzerindeydi. Haziran 2014'te yapılan seçimlerde Abdülfettah es-Sisi %96,1 oy oranıyla zafer kazandı. Es-Sisi, 8 Haziran 2014'te resmen Mısır'ın 6. Devlet Başkanı olarak yemin etti. Es-Sisi yönetiminde Gazze Şeridi ile Mısır arasındaki sınır sıkı bir şekilde kontrol altına alındı ve Gazze ile Sina arasındaki tüneller yıkıldı. Nisan 2018'de yapılan seçimlerde ciddi bir rakibi olmaksızın es-Sisi ezici çoğunlukla yeniden seçildi. Nisan 2019'da Mısır Parlamentosu, başkanlık dönemlerini dört yıldan altı yıla çıkardı ve es-Sisi'ye 2024'teki seçimlerde üçüncü kez aday olma imkanı tanıdı. Es-Sisi döneminde Mısır'ın yeniden otoriter bir yönetime kaydığı bildirilmiştir. Yapılan anayasa değişiklikleri, orduya daha fazla yetki verirken siyasi muhalefeti sınırlandırmayı amaçlamaktadır. Bu değişiklikler, Nisan 2019'daki referandumla kabul edilmiştir. Aralık 2020'deki parlamento seçimlerinin sonuçlarına göre devlet başkanı es-Sisi'yi güçlü bir şekilde destekleyen Mısır'ın "Mostakbel Watan" (Vatanın Geleceği) Partisi, yeni seçim kuralları sayesinde meclisteki çoğunluğunu artırmıştır. Coğrafya. Mısır, 22° ile 32° kuzey enlemleri ve 25° ile 35° doğu boylamları arasında yer almaktadır. 1.001.450 kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en büyük 30. ülkesidir. Mısır'ın aşırı kurak iklimi nedeniyle nüfusun büyük çoğunluğu dar Nil ve deltası boyunca yoğunlaşmıştır. Bu da nüfusun yaklaşık %99'unun ülkenin toplam yüzölçümünün sadece %5,5'ini kullandığı anlamına gelir. Mısırlıların %98'i ise ülkenin sadece %3'lük bir bölümünde yaşamaktadır. Mısır'ın batısında Libya, güneyinde Sudan, doğusunda ise Gazze Şeridi ve İsrail ile komşudur. Kıtalararası bir ülke olan Mısır, Afrika ile Asya arasında bir kara köprüsüne (Süveyş Kıstağı) sahiptir ve bu köprü, Akdeniz'i Kızıldeniz aracılığıyla Hint Okyanusu'na bağlayan Süveyş Kanalı ile geçilmektedir. Nil Vadisi dışındaki büyük bir bölümü çöllerle kaplı olan Mısır'da nadir olarak rastlanan birkaç vaha bulunur. Rüzgârlar, yüksekliği 30 metreyi aşan kumullar oluşturur. Sahra Çölü ve Libya Çölü ülkenin bir bölümünü kapsamaktadır.Sina Yarımadası'nda Mısır'ın en yüksek dağı olan 2.642 metre yüksekliğindeki Katerina Dağı yer alır. Yarımadanın doğusunda bulunan Kızıldeniz Rivierası ise zengin mercan resifleri ile turistik bir bölgedir. Mısır'daki şehirler arasında ülkenin ikinci büyük kenti İskenderiye, Asvan; Asyut, başkent ve en büyük şehir Kahire, Mahalle El-Kübra, Keops Piramidi'nin yer aldığı Gize, Hurgada, Uksur, Kom Ombo, Safaga, Port Said, Şarm eş-Şeyh, Süveyş (Süveyş Kanalı'nın güney ucu buradadır), Zagazig ve Minye yer alır. Ülkedeki vahalar arasında ise Bahariye, Dahile, Farafra, Harga ve Siva sayılabilir. Tabiatı koruma alanları arasında ise Ras Muhammed Ulusal Parkı, Zaranik Koruma Alanı ve Siva bulunmaktadır. 13 Mart 2015 tarihinde, Mısır'ın başkentinin taşınmasına dair yeni bir plan açıklanmıştır. İklim. Mısır'da yağışların çoğu kış aylarında gerçekleşir. Kahire'nin güneyinde, yıllık yağış miktarı genellikle 2 ila 5 mm arasındadır ve yıllarca süren aralıklarla gerçekleşir. Ülkenin kuzey kıyılarında ise yağış miktarı 410 mm'ye kadar çıkabilir ve bu yağışlar genellikle ekim ile mart ayları arasında düşer. Sina Dağları'na ve kuzeydeki bazı kıyı şehirlerine, örneğin Dimyat, Baltim ve Sidi Barrani'ye kar yağarken İskenderiye'de ise nadiren kar yağışı görülür. 13 Aralık 2013 tarihinde onyıllar sonra ilk kez Kahire'ye çok az miktarda kar yağmıştır. Orta Sina ve Orta Mısır'da kırağı da görülebilmektedir. Mısır sıcak, güneşli ve kurak bir iklime sahiptir. Yaz aylarında ülkenin kuzeyinde sıcaklıklar yüksek, diğer bölgelerinde ise çok yüksek olabilir. Kuzey kıyılarındaki serin Akdeniz rüzgarları, özellikle yaz aylarında sıcaklıkları bir nebze olsun hafifletir. Hamsin olarak bilinen sıcak ve kuru rüzgâr, güneydeki büyük çöllerden gelerek ilkbahar veya yaz başında esmeye başlar. Bu rüzgar, beraberinde kavurucu kum ve toz getirir ve gündüz sıcaklıklarını 40 °C'nin üzerine, iç bölgelerde ise 50 °C'ye kadar çıkarabilir. Bu sırada, bağıl nem oranı %5'e hatta daha da altına düşebilir. Asvan Barajı inşa edilmeden önce Nil Nehri her yıl taşarak Mısır'ın topraklarını yenilerdi. Bu, ülkede sürekli bir hasat sağlar ve tarımı desteklerdi. Küresel ısınma nedeniyle deniz seviyelerindeki olası bir yükselme, Mısır'ın yoğun nüfuslu kıyı şeridini tehdit edebilir ve ülkenin ekonomisi, tarımı ve sanayisi üzerinde ciddi sonuçlar doğurabilir. Nüfus artışıyla birleşen bu deniz seviyesi yükselmesi, bazı iklim uzmanlarına göre 21. yüzyılın sonuna kadar milyonlarca Mısırlının ekolojik mülteci haline gelmesine yol açabilir. Biyoçeşitlilik. Mısır, 9 Haziran 1992'de Rio Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ni imzalamış ve 2 Haziran 1994'te de sözleşmeye taraf olmuştur. 31 Temmuz 1998'de sözleşme için bir Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı hazırlamıştır. Biyolojik çeşitlilik planlarında birçok ülke sadece hayvanlar ve bitkilerle sınırlı kalsa da Mısır'ın planında farklı canlı gruplarına dair kayıtlar yer almaktadır. Buna göre Mısır'da toplamda 1.483 alg türü, yaklaşık 15.000 hayvan türü (bunların 10.000'den fazlası böcek olmak üzere), 627'den fazla mantar türü, 319 monera türü, 2.426 bitki türü ve 371 protozoon türü kaydedilmiştir. Büyük gruplardan bazıları, örneğin liken oluşturan mantarlar ve nematodlar hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Amfibiler, kuşlar, balıklar, memeliler ve sürüngenler gibi küçük ve iyi incelenmiş gruplar haricinde, bu sayıların artması muhtemeldir. Örneğin mantarlar için yapılan sonraki çalışmalar, Mısır'da 2.200'den fazla türün kaydedildiğini ve ülkede bulunan toplam mantar türü sayısının çok daha yüksek olmasının beklendiğini göstermektedir. Ayrıca, Mısır'da yerli veya tabiiyeti değiştirilmiş toplam 284 ot türü tespit edilmiştir. Hükûmet. Beş yıllık görev süreleri için seçilen üyelerden oluşan Temsilciler Meclisi, yasama faaliyetlerinden sorumludur. Kasım 2011 ile Ocak 2012 arasında seçimler yapılmış ancak bu parlamento daha sonra feshedilmiştir. 18 Ocak 2014'te anayasının onaylanmasından sonraki altı ay içinde yeni parlamento seçimlerinin yapılacağı duyurulmuş ve bu seçimler 17 Ekim ile 2 Aralık 2015 tarihleri arasında iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Aslen parlamentonun cumhurbaşkanından önce oluşturulması planlanmışken geçici devlet başkanı Adli Mansur seçim tarihini erteleme kararı almıştır. 2014 Mısır bakanlık seçimleri 26-28 Mayıs tarihlerinde yapılmış, katılımın %47,5 olduğu bu seçimlerde resmî verilere göre Abdülfettah es-Sisi 23,78 milyon oy alarak (%96,9) seçimi kazanmıştır. Rakibi Hamdin Sabahi ise 757.511 oyla (%3,1) seçimi kaybetmiştir. Devlet Başkanı Muhammed Mursi'nin Müslüman Kardeşler yönetimine karşı halkta oluşan hoşnutsuzluk dalgasının ardından 3 Temmuz 2013'te dönemin Genelkurmay Başkanı Abdülfettah es-Sisi, Mursi'yi görevden aldığını ve anayasayı da askıya aldığını duyurmuştur. Ardından 50 üyeli bir anayasa komitesi oluşturulmuş ve hazırlanan yeni anayasa halk oylamasına sunulmuş ve 18 Ocak 2014'te kabul edilmiştir. 2024 yılında, Freedom House'un hazırladığı Dünya Özgürlük Raporu'nda Mısır'ı siyasi haklar bakımından 6 ile (40 en özgür ve 0 en az özgür olmak üzere) ve sivil özgürlükler bakımından ise 12 ile değerlendirerek ülkeyi "özgür olmayan" ülkeler kategorisine dahil etmiştir. V-Dem Demokrasi Endeksleri'ne göre ise Mısır, 2023 yılı itibarıyla Afrika'nın en az demokratik sekizinci ülkesidir. The Economist Demokrasi Endeksi'nin 2023 baskısı da Mısır'ı 2,93 puanla "otoriter rejim" olarak sınıflandırmıştır. Mısır milliyetçiliği, Arap milliyetçiliğinden çok önce, 19. yüzyılda gelişmeye başlamış ve 20. yüzyılın başlarına kadar Mısır'daki sömürge karşıtı aktivistlerin ve entelektüellerin başlıca ideolojisi olmuştur. Müslüman Kardeşler gibi İslamcıların savunduğu ideoloji ise genellikle Mısır toplumunun alt-orta sınıfı tarafından desteklenmektedir. Mısır, Arap dünyasında kesintisiz parlamenter geleneğe sahip en eski ülkedir. İlk halk meclisi 1866'da kurulmuş ancak 1882'deki Britanya işgali ile feshedilmiştir. Britanyalılar sadece danışma organlarına izin vermiştir. 1923 yılında bağımsızlığın ilan edilmesinin ardından yeni bir anayasa parlamenter monarşi sistemini öngörmüştür. Askeriye ve dış ilişkiler. Mısır ordusu, ülkenin siyasi ve ekonomik yaşamında önemli bir etkiye sahip olup diğer sektörlere uygulanan yasalardan muaf tutulmaktadır. Ordu devlette önemli bir güç, itibar ve bağımsızlık kazanmış ve genellikle Mısır' "derin devleti"nin bir parçası olarak kabul edilmiştir. İsrail, Mısır'ın bölgede casus uyduya (EgyptSat 1) sahip ikinci ülke olduğunu iddia etmektedir. EgyptSat 2 ise Mısır, 16 Nisan 2014'te fırlatılmıştır. ABD'den her yıl askerî yardım alan ülkedeki bu yardım 2015'te 1,3 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. 1989 yılında Mısır, ABD tarafından NATO üyesi olmayan ana müttefik devletlerden biri olarak tanınmıştır. Temmuz 2013'te Muhammed Mursi'nin devrilmesinden sonra ise iki ülke arasındaki ilişkiler kısmen bozulmuştur. Obama yönetimi, Mısır'ın Müslüman Kardeşler'e yönelik baskılarını kınamış ve iki ülke arasındaki askerî tatbikatları iptal etmiştir. Yine de iki ülke arasında terörle mücadelede karşılıklı destek çağrıları ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik girişimler olmuştur. 2016 yılında Cumhuriyetçi Donald Trump'ın ABD başkanı seçilmesinin ardından iki ülke ilişkilerini iyileştirmeye çalışmıştır. 3 Nisan 2017'de es-Sisi, Trump ile Beyaz Saray'da görüşerek, 8 yıl sonra Washington'a ziyaret gerçekleştiren ilk Mısır Devlet Başkanı olmuştur. Trump, es-Sisi'yi övmüş ve bu durum Mısır lideri Sisi için bir halkla ilişkiler zaferi olarak değerlendirilmiştir. Mursi'nin görevden alınmasının ardından Rusya ile ilişkiler önemli ölçüde gelişmiş ve iki ülke askerî ve ticari ilişkileri güçlendirme konusunda adımlar atmıştır. Çin ile ilişkiler de önemli ölçüde iyileşmiştir. 2014'te Mısır ve Çin, kapsamlı stratejik ortaklık kurmuştur. Arap Birliği'nin daimi merkezi Kahire'dedir ve örgütün genel sekreteri geleneksel olarak Mısırlıdır. Bu pozisyonu şu anda eski dışişleri bakanı Ahmed Ebu Gayt yürütmektedir. Arap Birliği, 1978'de İsrail-Mısır Barış Antlaşması'nı protesto etmek amacıyla Tunus'a taşınmış ancak 1989'da yeniden Kahire'ye dönmüştür. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da dahil olmak üzere Körfez monarşileri, Mursi'nin devrilmesinden bu yana Mısır'ın ekonomik sıkıntılarını aşmasına yardımcı olmak için milyarlarca dolar Mısır'a yatırmışlardır. Yom Kippur Savaşı ve sonrasındaki barış anlaşmasının ardından Mısır, İsrail ile diplomatik ilişkiler kuran ilk Arap ülkesi olmuştur. Buna rağmen İsrail hâlâ birçok Mısırlı tarafından düşman bir devlet olarak görülmektedir. Mısır, Ortadoğu'daki çeşitli anlaşmazlıkların çözümünde tarihsel bir arabuluculuk rolü oynamış ve özellikle İsrail-Filistin çatışmasındaki barış sürecinde öne çıkmıştır. 2005 yılında İsrail'in Gazze'den yerleşimcilerini çekmesinin ardından Mısır'ın ateşkes çabaları büyük ölçüde devam etmiş ancak Muhammed Mursi'nin devrilmesinin ardından Hamas'a karşı artan düşmanlık ve Türkiye ile Katar gibi ülkelerin arabuluculuk rolünü üstlenmeye çalışması durumu zorlaştırmıştır. Mısır'ın İran ve Türkiye gibi Arap olmayan Orta Doğu ülkeleriyle ilişkileri genellikle gergin olmuştur. İran ile yaşanan gerilimler, Mısır'ın İsrail ile barış antlaşmasından ve İran'ın Körfez'deki geleneksel Mısır müttefiklerine karşı rekabetinden kaynaklanmaktadır. Türkiye hükûmetinin Mısır'da Müslüman Kardeşler'e verdiği destek ve Libya'daki faaliyetleri iki ülkeyi bölgesel rakipler haline getirmiştir. Mısır, Bağlantısızlar Hareketi ve Birleşmiş Milletler'in kurucu üyelerindendir. 1983 yılından bu yana Uluslararası Frankofoni Örgütü'ne de üyedir. Eski Mısır Başbakan Yardımcısı Butros Butros-Gali, 1991-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olarak görev yapmıştır. 2023 yılı Ekim ayı itibarıyla Mısır'da, 62 farklı ülkeden yaklaşık 756.000 mülteci ve sığınmacının bulunduğu bildirilmiştir. Bu gruplar arasında en büyük çoğunluğu 213.000 kişiyle silahlı çatışmalardan kaçan Sudanlılar oluştururken onları Suriyeliler ve Eritre, Somali ve Etiyopyalılar takip etmektedir. Sınır kontrolünde sert yöntemler uygulayan Mısır'ın bu uygulamaları zaman zaman ölümcül neticeler vermektedir. Hukuk. Mısır'ın hukuk sistemi, İslami hukuk ve medeni hukuka (özellikle Napolyon Yasaları) dayanmaktadır. Yargı denetimi ise Yüksek Mahkeme tarafından yapılır. Mısır, Uluslararası Adalet Divanı'nın zorunlu yargı yetkisini sınırlı olarak kabul etmektedir. İslam hukuku yasaların ana kaynağını oluşturmaktadır. Şeriat mahkemeleri ve kadılar Adalet Bakanlığı tarafından yönetilir ve yetkilendirilir. Evlilik, boşanma ve velayet gibi kişisel statü konularını düzenleyen yasalar Şeriat'a göre belirlenir. Aile mahkemelerinde bir kadının ifadesi, bir erkeğin ifadesinin yarısı kadar kabul edilir. 26 Aralık 2012 tarihinde, Müslüman Kardeşler tartışmalı yeni bir anayasa çıkarmaya çalışmıştır. 15-22 Aralık 2012 tarihlerinde yapılan referandumda halkın %64'ü tarafından onaylanmasına rağmen katılım oranı sadece %33 düzeyinde kalmıştır. Bu anayasa, devrim sonrası kabul edilen 2011 Geçici Anayasası'nın yerini almıştır. Ceza hukuku tarafından dine hakaretin suç olarak öngörüldüğü ülkenin mevcut mahkeme sisteminde gıyaben yargılanan kişilere de ölüm cezası verilebilmektedir. 2012 yılında bazı Amerikalılar ve Kanadalılar ölüm cezasına çarptırılmıştır. 18 Ocak 2014 tarihinde geçici hükûmet daha laik bir anayasa çıkarmıştır. Anayasaya göre cumhurbaşkanı dört yıllık bir süre için seçilir ve en fazla iki dönem görev yapabilir. Parlamentonun cumhurbaşkanını azledebilme yetkisi vardır. Cinsiyet eşitliği ve düşünce özgürlüğü Anayasa tarafından güvence altına alınmıştır. Anayasa, siyasi partilerin "din, ırk, cinsiyet veya coğrafya" temeline dayandırılmasını yasaklamaktadır. İnsan hakları. 2003 yılında hükûmet tarafından Ulusal İnsan Hakları Konseyi kurulmuştur. Ancak yerel aktivistler konseyin, hükûmetin kendi ihlallerini mazur göstermek ve Olağanüstü Hâl Kanunu gibi baskıcı yasalarına meşruiyet kazandırmak amacıyla kullandığını öne sürerek sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Pew Forum on Religion & Public Life'a göre Mısır, dinî özgürlükler açısından dünyadaki en kötü beşinci ülkedir. Birleşik Devletler Uluslararası Dinî Özgürlükler Komisyonu da "hükümetin dini özgürlük ihlallerini tolere ettiği ülkeler arasında" saydığı Mısır'ı, izlemede tutulması gereken yerlerden biri olarak listelemiştir. 2010 yılında yapılan bir Pew anketine göre Mısırlıların %84'ü İslam'dan ayrılanların ölüm cezasına çarptırılmasını, %77'si hırsızlık ve soygun suçları için el kesme ve kırbaçlama cezalarını, %82'si zina yapan bir kişinin taşlanarak cezalandırılmasını desteklemektedir. Kıptî Hristiyanlar, hükûmetin çeşitli düzeylerde ayrımcılığına maruz kalmakta ve kilise inşa etmek veya onarmak konusunda yasal kısıtlamalarla karşılaşmaktadır. Ayrıca Bahâî inancına ve Sufi, Şiilik ve Ahmedîlik gibi ortodoks olmayan Müslüman mezheplere mensup olanlara yönelik hoşgörüsüzlük de devam etmektedir. 1990'ların başında Mısır hükûmeti kimlik kartlarını dijitalleştirdiğinde dinî azınlıklar kimlik belgesi alamamışlardır. 2008 yılında Mısır mahkemesi, diğer inançlara mensup kişilerin din belirtmeden kimlik kartı alabileceğine karar vermiştir. Ağustos 2013'teki oturma eylemleri dağıtılırken yaşanan şiddetli çatışmalar sırasında 595 gösterici öldürülmüş ve 14 Ağustos 2013 Mısır'ın modern tarihindeki en kanlı gün olmuştur. Günümüzde Mısır'da idam cezası hâlâ uygulanmaktadır. İnsan hakları grupları, idam cezaları ve infazlarla ilgili rakamların Mısır yetkililerince açıklanmasını yıllardır talep etmelerine rağmen yetkililer bu verileri paylaşmamaktadır. 25 Mart 2014 tarihinde Minya Ceza Mahkemesi, tek bir duruşmada 529 kişiyi idama mahkûm ettiğinde Birleşmiş Milletler ve çeşitli insan hakları örgütleri derin endişelerini dile getirmişlerdir. Temmuz 2013'te görevden alınmasının ardından meydana gelen şiddet olaylarına karıştıkları iddiasıyla yargılanan eski devlet başkanı Muhammed Mursi'nin destekçileri idam cezasına çarptırılmıştır. Bu karar, uluslararası hukukun ihlali olarak kınanmıştır. Mayıs 2014 itibarıyla, Mursi’nin görevden alınmasının ardından çoğunluğu Müslüman Kardeşler üyeleri veya destekçileri olmak üzere yaklaşık 16.000 kişi hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu karar uluslararası hukukun ihlali olarak kabul edilmiş ve kınanmıştır. "The Economist", bağımsız bir kaynağa göre hapis cezasına çarptırılan kişi sayının 40.000'in üzerinde olduğunu belirtmiştir. Müslüman Kardeşler Mursi sonrası geçici Mısır hükümeti tarafından terör örgütü olarak ilan edilmiştir. İnsan hakları gruplarına göre, Mısır’da yaklaşık 60.000 siyasi tutuklu bulunmaktadır.Mısır'da eşcinsellik yasadışıdır. Pew Araştırma Merkezi'nin 2013 anketine göre Mısırlıların %95'i eşcinselliğin toplum tarafından kabul edilmemesi gerektiğine inanmaktadır. 2017 yılında Thomson Reuters Vakfı'nın anketine göre Kahire, 10 milyondan fazla nüfusu olan şehirler arasında kadınlar için en tehlikeli şehir seçilmiştir. Cinsel taciz vakalarının her gün görüldüğü belirtilmiştir Basın özgürlüğü. Sınır Tanımayan Gazeteciler, 2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Mısır’ı 180 ülke arasında 160. sıraya yerleştirmiştir. Mısır'da en az 18 gazeteci hapis yatmakladır . 2015 yılında yürürlüğe giren yeni terörle mücadele yasası, terör olayları hakkında yanlış ve "Mısır Savunma Bakanlığı'nın resmî açıklamalarından farklı" bilgi yayan basın mensuplarına 25 bin ila 60 bin ABD doları arasında değişen bir meblağda para cezası öngörmektedir. Hükûmeti eleştiren bir takım kişiler "ülkedeki COVID-19 pandemisi vakaları hakkında yanlış bilgi yaydıkları" gerekçesiyle gözaltına alınmıştır. İdari yönetim. Mısır, idari bakımdan "muhafaza" adı verilen 29 valiliğe ayrılır. Ekonomi. Mısır, ekonomisi ağırlıklı olarak tarım, medya, petrol ve doğalgaz ihracatı ile turizme dayanan bir ülkedir. Ayrıca yurt dışında, özellikle Libya, Suudi Arabistan, Basra Körfezi ve Avrupa'da çalışan üç milyondan fazla Mısırlı bulunmaktadır. 1970 yılında Asvan Barajı'nın tamamlanması ve sonrasında oluşan Nasır Gölü, Nil Nehri'nin Mısır'daki tarım ve ekolojideki geleneksel rolünü değiştirmiştir. Hızla artan nüfus, sınırlı ekilebilir arazi ve Nil'e olan bağımlılık, kaynakların aşırı kullanılmasına ve ekonominin baskı altına girmesine neden olmaktadır. 2022 yılında Mısır ekonomisi süregelen bir krize girmiştir. Mısır lirası en kötü performans gösteren para birimlerinden biri olmuş ve enflasyon %32,6'ya, çekirdek enflasyon ise mart ayında neredeyse %40'a ulaşmıştır. Hükûmet iletişim ve fiziksel altyapıya yatırımlarını sürdürmektedir. Mısır, 1979'dan bu yana Amerika Birleşik Devletleri'nden yardım alan (yılda ortalama 2,2 milyar dolar) ülkeler arasındadır. Irak Savaşı sonrası ise ABD'den en çok yardım alan üçüncü ülke konumundadır. Mısır ekonomisi, esas olarak turizm, yurt dışında çalışan Mısırlıların gönderdiği dövizler ve Süveyş Kanalı gelirlerine dayanmaktadır. Son yıllarda, Mısır ordusu ekonomi üzerindeki nüfuzunu artırmış ve akaryakıt istasyonları, balıkçılık, otomobil üretimi, medya, yol ve köprü altyapısı ile çimento üretimi gibi sektörlerde hakimiyet kurmuştur. Bu durum, rekabetin bastırılmasına, özel yatırımların caydırılmasına ve sıradan Mısırlılar için daha yavaş büyüme, artan fiyatlar ve sınırlı fırsatlar gibi olumsuz sonuçlara yol açmıştır. Orduya ait Silahlı Kuvvetler Ulusal Hizmet Projeleri Ajansı; gübre, sulama ekipmanları ve veteriner aşıları üreten yeni fabrikalar kurarak genişlemesini sürdürmektedir. Akaryakıt istasyonlarını yöneten Wataniya ve şişelenmiş su üreten Safi gibi ordu tarafından işletilen şirketler, devletin mülkiyetinde kalmaya devam etmektedir. Ekonomik durgunluk döneminin ardından hükûmetin daha liberal ekonomik politikaları benimsemesi, turizm gelirlerinin artması ve borsanın canlanmasıyla birlikte ekonomik koşullar önemli ölçüde iyileşmeye başlamıştır. Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) yıllık raporunda, Mısır ekonomik reformları hayata geçiren en başarılı ülkelerden biri olarak gösterilmiştir. Hükûmetin 2003'ten bu yana gerçekleştirdiği önemli ekonomik reformlar arasında gümrük ve tarifelerin büyük oranda azaltılması yer almaktadır. 2005 yılında uygulamaya konulan yeni vergi yasası ile kurumlar vergisi %40'tan %20'ye düşürülmüş ve 2006 yılı itibarıyla vergi gelirlerinde %100 artış sağlanmıştır. Mısır ekonomisinin karşı karşıya olduğu başlıca zorluklardan biri, refahın geniş kitlelere yayılmasındaki sınırlamalardır. Birçok Mısırlı, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının artmasına rağmen yaşam standartlarının ya da alım güçlerinin değişmemesi nedeniyle hükûmete eleştirilerini yöneltmektedirler. Ayrıca yolsuzluk da halk tarafından ekonomik büyümenin önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. Hükûmet, 2006 yılında Etisalat'tan alınan 3 milyar dolarlık üçüncü mobil lisans bedelini ülkenin altyapısını yenilemek için kullanma sözü vermiştir. 2023 Yolsuzluk Algısı Endeksi'nde ise Mısır, 180 ülke arasında 108. sırada yer almıştır. Yurt dışında yaşayan yaklaşık 2,7 milyon Mısırlının ailelerine gönderdikleri dövizler, insan ve sosyal sermaye dolaşımı ve yatırımlar ülkenin kalkınmasına katkı sağlamaktadır. Dünya Bankası verilerine göre, yurt dışındaki Mısırlıların 2012 yılında yaptıkları toplam havaleler 21 milyar ABD dolar değerine ulaşarak rekor seviyeye ulaşmıştır. Mısır'da gelir dağılımında ılımlı bir eşitsizlik söz konusudur. Nüfusun tahminen %35-40'ı günde 2 doların altında bir gelirle yaşamını sürdürürken, sadece %2-3'lük bir kesim varlıklı olarak değerlendirilmektedir. Turizm. Mısır iş gücünün yaklaşık %12'sini istihdam eden turizm, Mısır ekonomisinin en önemli sektörlerinden biridir. 2024 yılının ilk yarısında 7,1 milyondan fazla turist Mısır'ı ziyaret etmiş ve bu ziyaretlerden yaklaşık 6,6 milyar dolar gelir elde edilmiştir. Turizm Bakanı Hisham Zaazou, 2012 yılında turizm gelirlerinin 9,4 milyar dolara ulaştığını ve bunun, 2011'de elde edilen 9 milyar dolarlık gelire göre hafif bir artış olduğunu sektör profesyonellerine ve gazetecilere bildirmiştir. Gize Nekropolü, Mısır'ın en bilinen turistik merkezlerinden biridir. Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan günümüze ulaşan tek yapı olarak dikkat çekmektedir. Üç bin kilometreden daha uzun bir kıyı şeridine sahip olan Mısır'ın Akdeniz ve Kızıldeniz kıyılarındaki Akabe Körfezi kıyıları, Safaga, Şarm eş-Şeyh, Hurgada, Uksur, Dahab, Ras Sudr ve Marsa Alem ülkedeki turistik noktalardır. Demografi. Mısır, Arap dünyasının en kalabalık ülkesi ve Afrika kıtasının en kalabalık üçüncü ülkesi olup, 2017 itibarıyla yaklaşık 95 milyon nüfusa sahiptir. Nüfusu, tıbbi gelişmeler ve Yeşil Devrimin sağladığı tarımsal verimlilikteki artışlar nedeniyle 1970'ten 2010'a hızla büyümüştür. Napolyon 1798'de ülkeyi işgal ettiğinde Mısır'ın nüfusu tahminî olarak üç milyon civarında idi. Mısır halkı, Nil boyunca (özellikle Kahire ve İskenderiye), Deltada ve Süveyş Kanalı yakınında yoğunlaşarak oldukça kentleşmiştir. Mısırlılar demografik olarak büyük kent merkezlerinde yaşayanlara, fellahinlere ya da kırsal köylerde yaşayan çiftçilere ayrılırlar. Toplam yerleşim alanı sadece 77.041 km²'dir ve fizyolojik yoğunluğu Bangladeş'e benzer şekildekm² başına 1.200'den fazla kişi düşmektedir. Etnik Gruplar Etnik Mısırlılar, toplam nüfusun % 99,7'sini oluşturan ülkedeki en büyük etnik gruptur. Etnik azınlıklar arasında doğu çöllerinde ve Sina Yarımadası'nda yaşayan Abazalar, Türkler, Yunanlar, Bedevi Arap kabileleri, Siwa Vahasının Berberî konuşan Siwileri ve Nil boyunca kümelenmiş Nubian toplulukları sayılabilir. Din Mısırda halkın %90 gibi ezici çoğunluğu Sünni İslama inanmaktadır. %9-%10'luk kesim ise Hristiyanlık mensubudur. Müslüman halk arasında şâfiîlik ve mâlikîlik yaygın olan alt mezheplerdir. İskenderiye ve çevresi ise çoğunlukla Hanefidir. Hristiyan kesimde ise Ortodoksluk yaygındır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4308", "len_data": 59800, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Mario Gianluigi Puzo, (15 Ekim 1920, New York - 2 Temmuz 1999, New York). Amerikalı romancı ve senaristtir. Özellikle Baba (The Godfather) adlı romanı ve filmiyle tanındı, suç ve mafya filmleri tarihine damgasını vurdu. Hayatı. 1969'a kadar çeşitli riskler alarak kitaplar yazıp geniş kitlelere ulaşamadı. Bu dönem maddi bir sıkıntı da çekti ve Godfather'ı yazıp varını yoğunu bu projeye yatırdı. Godfather tüm Amerika ve dünyada bestseller oldu. 1972'de Paramount film stüdyosuyla anlaştı, yönetmen Francis Ford Coppola ile senaryoyu yeniden uyarlayarak Bölüm I'i oluşturdu. Film Hollywood'un son yıllarda çizdiği kötü imajı sildi ve bir anlamda prestijini kurtardı. Bölüm II ve III'te de ustalık işi çıkararak servetini artırdı. Fyodor Dostoyevski'nin özellikle Karamazov Kardeşler'den gelen çeşitli alıntılar sağladığından Karanlık Arena, Aptallar Erken Ölür, Dördüncü K ve The Family kitapları üzerinde bir etkisi vardı. The Godfather filmindeki Corleone ailesiyle Karamazov Kardeşler'deki Karamazov ailesi benzerdir. Ayrıca Sicilyalı, Last Don, Omerta, Dördüncü K, Ana gibi önemli eserler ortaya çıkardı ve yeni başarılar elde etti. 1999'da ölmeden önce Godfather Bölüm IV üzerinde çalışmalarını sürdürmekteydi. Ölünce proje iptal edildi. Ayrıca Mark Winegardner tarafından Godfather Returns (Baba Döndü) ve Godfather Revenges (Baba'nın İntikamı) adıyla Baba serisine devam edildi. Ölümü. Mario Puzo, 2 Temmuz 1999'da New York, Bay Shore'daki evinde 78 yaşında kalp yetmezliğinden öldü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4309", "len_data": 1491, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.27 }
Isaac Newton (d. 4 Ocak 1643, Woolsthorpe-by-Colsterworth – ö. 31 Mart 1727, Kensington), İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, simyacı, teolog ve filozoftur. 1687 yılında yayımladığı "Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica" "(Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri)" kitabıyla klasik fizik mekaniğinin temelini oluşturmuş ve bu eser, dünya tarihinin en önemli bilimsel kitaplarından biri olmuştur. Bu eserle birlikte kendi adıyla anılan evrensel kütleçekim yasası ve üç hareket yasasını ortaya koymuş ve kendisinin yaratmış olduğu bu etki, bilim tarihindeki kilometre taşlarından biri olmuştur. Newton'ın evrensel kütleçekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin hareketlerinin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütleçekim kanunu ve Alman gök bilimci Johannes Kepler'in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur. Isaac Newton, günümüz bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999 yılının sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein'dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart'ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100 Kişi" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton'dan "tarihin en büyük bilim insanı" olarak bahsetmiştir. Hayatı. İlk yılları (1643-1661). 24 Aralık 1642'de (Gregoryen Takvimine göre 3 Ocak 1643) annesi Hannah'ın doğum sancıları başladı. Gece yarısından bir veya iki saat sonra da, Noel sabahında, 25 Aralık 1642 tarihinde (Gregoryen Takvimine göre 4 Ocak 1643), İngiltere'nin Grantham şehrinin yakınlarındaki Woolsthorpe'da bir erken doğum sonucu bebek Newton dünyaya geldi. Newton oldukça zayıf bir çocuktu ve hatta ilk günlerinde hayatta kalacağı beklenmiyordu. Adını, doğumundan üç ay önce ölen ve zengin bir çiftçi olan babasından almıştı. "Isaac" adı, İncil ve Kur'an'da İshak ("İsḥāq") adıyla geçen peygamberden gelmektedir. İnanca göre Tanrı, çocuklarının olacağını müjdelemesi üzerine, çok ileri yaşta olan İbrahim Peygamber ve o güne kadar hiç çocuğu olmamış olan eşi Sâre, bu müjdeye gülmüşlerdi. Bu nedenle Tanrı, çocuğun adının "İshak" ("Isaac"), yani "gülmek" anlamına gelen bir sözcük olması gerektiğini buyurdu. Newton henüz 4 yaşındayken, annesi zengin bir din adamıyla evlendi ve yeni kocasının yanına yerleşti. Annesi Newton'ı anneannesine bıraktı ve Newton yedi yıl anneannesinin yanında kaldı. Bu travmatik durum, Newton'ın, ailesinden ve özellikle de üvey babasından nefret etmesine neden oldu. Newton, 12 yaşından 17 yaşına kadar bir eczacı olan William'ın evinde yaşadı ve burada hem simyaya hem de eczacının üvey kızı Miss Storey'den etkilenmeye başladı. Annesi, kocası yedi yıl sonra ölünce, kendisine oldukça yüklü bir miras kalarak geri döndü. 12 yaşında Grantham'da King's School'da (Kralın Okulu) eğitime başladı ve 1661'de bitirdi. Bir dönem annesi onu çiftçi yapmak için okuldan aldı, ama Newton çiftlik işlerine hiç ilgi duymuyordu. Annesi Newton'ı çiftlik işleri ile uğraşıyor zannederken, Newton aslında sürekli gökyüzünü ve yıldızları inceliyor, kitaplar okuyor ve çeşitli notlar alıyordu. En sonunda annesini okula gitmesi ve üniversiteye hazırlanması gerektiğine ikna etti ve okula geri döndü. 19 yaşındayken, eczacı William'ın üvey kızı Miss Storey ile nişanlanmış, fakat Newton'ın yoğun dersleri nedeniyle ilişkileri sonlanmıştır. Newton daha sonradan, hayatı boyunca hiç evlenmedi ve kendisinin başka bir ilişkisi de bilinmemektedir; sadece bu ilişkiyi hep hatırladığı söylenir. Cambridge'deki yılları (1661-1665). Newton, 1661 yılında Cambridge'de Trinity College'a girdi. Okula "sizar" olarak girmişti, yani hem okulda çalışıyor hem de okuyordu. Cambridge'de Copernicus ve Kepler'in teorileri göz ardı ediliyor, Galileo'nun çalışmaları tanınmıyordu ve ortama Aristoteles felsefesi hâkimdi. Newton burada üç yıl boyunca cebir, geometri ve trigonometri dersleri aldı, Latince ve Antik Yunancayı öğrendi. Ayrıca bu dönemde Galileo ve Kepler'in eserleri ile tanıştı ve oldukça etkilendi. Descartes, Gassendi, Hobbes ve özellikle Boyle'un felsefi çalışmalarını da okudu. Newton, fikirlerini yazdığı "Quaestiones Quaedam Philosophicae" "(Bazı Felsefi Sorular)" adlı defterinin başına Latince şu notu düşmüştür:"Platon arkadaşım, Aristoteles arkadaşım, ama en iyi arkadaşım gerçek."Newton, Cambridge'de geçirdiği yıllarda diğer öğrenciler arasında başarılı olarak sıyrılamamıştı ve dâhiliğini, ortaya çıkan veba salgını nedeniyle kendi çiftliğinde geçirdiği iki yılda göstermişti. Çiftlikteki çalışmaları (1665-1667). 1665 yılının Ağustos ayında Londra'da başlayan veba salgını nedeniyle Cambridge'deki Trinity College kapatıldı ve Newton, 1667'nin Mart ayına kadar Woolsthorpe kasabasındaki çiftliğinde kaldı. Çiftlikte geçirdiği bu iki sene oldukça verimliydi ve bu dönemde kütleçekim üzerinde düşünmeye başladı. Çiftlikteki çalışmalarında diferansiyel ve integral hesaplamalarının da temelini attı. Geçmişte alan, yay uzunluğu, tanjant bulma gibi eskiden kullanılan yöntemleri diferansiyel hesaplamayı temel alarak birleştirdi. Çiftlikte karanlık bir odada güneş ışığını bir prizmaya tutarak ışık tayfı oluşturmuş ve beyaz ışığın tek başına bir birim olmadığını fark etmiştir. Cambridge'e dönüşü (1667-1696). 1667 yılında Newton, üniversite tekrar açılınca Cambridge'e geri döndü ve iki yıl sonra matematik profesörü oldu. Yaklaşık 30 yıl Cambridge'de kaldı, mektuplar yoluyla diğer bilim insanları ile konuşarak tek başına çalışmalarına devam etti. Bu yıllarda, en büyük eseri olan "Principia" kitabını hazırladı ve tamamladı. Işık ile ilgili çiftliğinde yaptığı deneyler sonucu mercekli teleskopların kusurlar yarattığını fark etti ve bunun üzerine kendisi bir yansıtmalı teleskop geliştirdi. 1668 yılında bu teleskop ile bilim dünyasının ilgisini çekti ve 1672 yılında da Royal Society'nin üyesi oldu. Principia (1687). Isaac Newton, dünya tarihinin en önemli bilim eserlerinden biri olan Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) kitabını Latince olarak yayımladı. Kitapta ispatları geometri ile yapmış, evrensel kütleçekim yasasını açıklamış ve cisimlerin kütleleri ile doğru, mesafeleri ile de ters orantılı olarak birbirlerini çektiklerini açıklamıştır. Kitap, Newton tarafından üç ana bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde Galileo'nun deneylerinden övgü ile söz eder ve Kepler kanunlarını matematiksel olarak ispatlar. Bu bölümde kendi ismi ile anılan "Newton hareket yasalarını" açıklamıştır. İkinci bölümde de, akışkan içindeki hareketleri incelemiştir ve en iyi gemi tasarımı için öneriler koymuştur. Bu bölümde dalga hareketlerini matematiksel incelemesi ilgi çekmiştir. Londra'daki yılları ve ölümü (1696-1727). 1696'da Newton'a Kraliyet Darphanesi'nin müdürlüğü teklif edildi ve Newton bunu kabul ederek Londra'ya yerleşti. Bu işini çok ciddiye almıştı ve özellikle sahte paralara karşı büyük bir mücadele başlattı. Newton, Londra'daki yaşamı sevmişti ve artık akademik çalışmalar ile çok ilgilenmek istemiyordu. 1703'te Royal Society'nin başına getirildi ve ölümüne kadar bu görevde kaldı. 1705'te şövalyelik unvanı aldı. 1706'da kraliyet derneğinin başkanlığına seçildi. 1708'de Kraliçe Anne tarafından "Sir" unvanıyla ödüllendirildi. Isaac Newton, 31 Mart 1727 tarihinde, 84 yaşındayken öldü ve Westminster Manastırı'na gömüldü. Opticks (1704). 1704'te ışık ve renkleri konu alan "The Opticks" kitabını yayımladı. Kitabını "Principia"'da olduğu gibi Latince değil, İngilizce basmıştı. Böylece Newton, kitabı aracılığıyla daha geniş kitlelere ulaşabilmiştir. Kitapta yansıma ve kırınım hesapları, beyaz ışığın tayfın renklerine ayrılması, gözün çalışma yöntemi, merceklerle görüntü oluşumu, gökkuşağının renkleri, yansıma, teleskopun yapımı gibi konulardan bahseder. Newton'ın büyük bir eleştirilme ve yadırganma korkusu vardı; bu nedenle buluşlarını ilk düşündükten yıllar sonra yayımladığı düşünülmektedir. Bu yönü, bazı bilim insanları ile sert tartışmalara girmesine de neden olmuştur. Leibniz'i kendi fikirlerini çalmak ile suçlamış, ününü ve gücünü kullanarak Leibniz'in kendisini savunmasına engel olmaya çalışmıştır. Başka bir fizikçi Robert Hooke ile çeşitli konularda tartışmaları olmuştur. Newton'ın, "Principia" kitabını yayımlamak için Hooke'un ölümü beklediği de söylenir; çünkü kitap Hooke'un ölümünden bir sene sonra yayımlanmıştır. Bilimsel yöntemi. Newton, "Principia" kitabının giriş kısmında bilimin olması gereken amacını şu şekilde belirtmiştir:Olgulardan doğanın kuvvetlerini keşfetmek, sonra da bu kuvvetler yardımıyla diğer olayları açıklamak...Ona göre önce olgular gözlemlenmeli, bu gözlemler sonucu doğanın yasaları keşfedilmeli ve sonrasında oluşturulan kuram, bu olayları açıklayabilmelidir. Newton'a göre doğa, matematiksel niteliklere sahip bölünemez küçük parçacıklardan yapılmıştır ve doğada her olay bu parçacıkların birleşmesi ve dağılması ile oluşmuştur. Ona göre bilimin amacı, deneyler ile birlikte bu olayları matematiksel kuramlar ile genelleştirmektir. Bilimsel çalışmaları. Matematik. Newton'un matematikte neredeyse her dalda katkıları olmuştur. Özellikle analitik geometride eğrilerin teğetleri (diferansiyel) ve eğrilerin oluşturduğu alanları (integral) hesaplamada yöntemler geliştirmiştir. Bu iki işlemin birbirlerine ters olduğunu bulmuş, eğimler ile ilgili çözümler geliştirmiş ve bunlara akış (fluxion) metotları ismini vermiştir çünkü niceliklerin bir boyuttan diğerine aktığını hayal etmiştir. Matematikte formula_1 ifadesinin üstel seriye açılımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Leibniz ile kalkülüs tartışması. Newton, "akış" yöntemlerini 1666 yılında geliştirmişti ve sadece birkaç matematikçiye özel olarak göstermişti. 1675'te Paris'te Gottfried Wilhelm Leibniz de tamamen bağımsız olarak kendi diferansiyel yöntemini geliştirdi. Leibniz 1684'te kendi yöntemini yayınlayınca, bilim dünyasında bu yöntemi önce kimin bulduğuna dair sert bir tartışma başladı ve 1716'da Leibniz öldükten sonra bile tartışma devam etti. Günümüzde tarihçiler Newton ve Leibniz'in birbirlerinden tamamen habersiz bu yöntemleri geliştirdiklerini düşünüyorlar. Mekanik. Newton'un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütleçekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır. Kütle çekimi. Newton denilince akla ilk kütleçekim gelir çünkü fizik tarihinde bu fikir bir devrim yaratmıştır. Newton'dan önce Joannes Kepler, gezegenlerin eliptik hareketlerini salt matematiksel olarak açıklamıştı ama gezegenlerin neden yörüngede kaldıklarına dair bir açıklama getirmemişti. Newton kütleçekimi ilk kez 1665 yılında düşündü ama Principia kitabını 1687 tarihine kadar yayınlamadı. Newton öncelikle Kepler yasalarının doğru olması durumunda Güneş ve gezegenler arasında bir çekim kuvveti olması gerektiğini düşündü. Bu tür bir kuvvet olması durumunda gezegenlerin Kepler'in tarif ettiği şekilde hareket edeceğini düşündü ve kütleçekimin matematiksel ifadesini verdi. Formülleri. formula_2 formula_9 Newton mekaniği. Newton mekaniği yakın çevremizdeki hareketleri açıklayan bir bakış açısıdır, atom altı parçacıkları için kuantum mekaniği, galaktik hareketler için ise görelilik kuramları uygulanır. Newton mekaniği büyük yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini hesaplarken bazı küçük sapmalara neden olmaktadır fakat dünyadaki küçük cisimler ve mühendislik hesaplamalarında bunlar tamamen göz ardı edilebilecek kadar küçüktür. Newton hareket yasaları. Newton hareket yasaları olarak bilinen üç yasa şu şekildedir: Newton'un hareket yasaları, evrenin bir düzen içinde ve deterministik olduğu sonucuna varmış ve sonrasında felsefeyi oldukça etkilemiştir. Optik. Newton bir ışık kaynağından çıkan ışığın bir cisme çarpıp aydınlatması olayına farklı bakmış, ışığın hareket ettiğini ve sonlu bir hızı olduğunu düşünmüştür. Mercek ve prizmalar kullanarak bu ışık tayfını tekrar beyaz ışığa çevirmeyi de başarmıştır. Newton karanlık bir odada küçük bir delikten gelen güneş ışığını bir prizmadan geçirerek bir renk tayfı oluşturmuş ve gökkuşaklarının nasıl oluştuğunu açıklamıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4310", "len_data": 12749, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
Efeler, Artvin ilinin Borçka ilçesine bağlı köydür. Tarihçe. Efeler köyünün eski adı Eprati'dir. Gürcüce bir yer adı olan Eprati'nin (ეფრათი) anlamına dair güvenilir bilgi mevcut değildir. Buna rağmen köyün adına ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetlerden biri, köyde kilise inşa edilirken, yapı “filan yerde nasılsa burada da o şekilde olsun” biçimindeki cümlede geçen “im prati” (იმ ფრათი; o şekilde) sözlerine dayandırılmıştır. Eski Gürcü aile adlarının "-at-i" (-ათ-ი) sonlanması, Eprati veya Evtprati'nin Gürcüce bir soyadı olması ihtimalini güçlendirmektedir. Bu yer adı Türkçeye Efrat şeklinde girmiştir. Nitekim 1835 tarihli Osmanlı nüfus sayımında Efrat (افراط) olarak geçer. Eprati köyü, tarihsel Gürcistan'ı oluşturan bölgelerden biri olan Maçaheli'deki köylerinden biridir. "Tbetis Sulta Matiane" (12-16. yüzyıl) adlı Gürcüce elyazmasında adının (Evprati) geçmesi, buranın eski bir yerleşim olduğunu göstermektedir. Nitekim 16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlıların köyü ele geçirdiğinde, bugünkü caminin olduğu yerde bulunan kilisenin (12-13. yüzyıl) rahibi Svimon Evprateli Eprati'den ayrılıp Şavşat'a gitmiştir. Eprati köyü, 1593 yılından bir süre önce tutulduğu tahmin edilen "Defter-i İcmal-i Liva-i Şavşad ve İmerhevi" başlıklı icmal defterine göre Macahel livasının 19 köyünden biriydi ve köyden alınan vergi hasılatı 2.993 akçeydi. Ağustos 1655 tarihli cizye defterine göre ise köyde 20 Hristiyan hane bulunuyordu. Bu nüfus, Osmanlı Devleti'nin Hristiyanlardan aldığı cizye vergisi ödüyordu. Eprati köyü, 1835 tarihli Osmanlı nüfus defterine göre Çıldır Eyaleti'ne bağlı Macaheli sancağının köylerinden biriydi. Vergi tahsili ve askere alma amacıyla sadece erkek nüfusunun tespit edildiği bu sayımda köyde 50 hanede 184 erkek kaydedilmiştir. Erkek sayısı kadar kadın eklenince köyün toplam nüfusunun yaklaşık 368 kişiden oluştuğu ortaya çıkar. Eprati köyü, 1876 Trabzon vilayeti salnamesine göre Trabzon vilayetinin Lazistan sancağına bağlı Maçaheli nahiyesinin köylerinden biriydi. Bu salnamede köyde 60 hanede 200 kişi kaydedilmiştir. Salnamede belirtilmemiş olmakla birlikte, sadece erkek nüfusu kaydedilmiş olduğu 1835 nüfusuyla kıyaslandığında da anlaşılmaktadır. Bu durum üzerinden köyde toplam yaklaşık 400 kişinin yaşadığı söylenebilir. Köyde vergiye tabi hayvan varlığı olarak 6 beygir, 25 inek, 171 keçi ve 108 koyun kaydedilmiştir. Eprati köyü, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Berlin Antlaşması uyarınca, savaş tazminatının bir parçası olarak Osmanlı Devleti tarafından Rusya'ya bırakıldı. Rus idaresinin 1886 tarihli nüfus tespitinden Efrat /E prat (Ефратъ / Эпратъ) şeklinde kaydedilmiş olan köy, Batum sancağının Aşağı Acara kazasına bağlı Zeda Hertvisi nahiyesinin altı köyden biriydi. Nüfusu, 32'si erkek ve 40'ı kadın olmak üzere, 17 hanede yaşayan 72 kişiden oluşuyordu. Bu nüfusun tamamı Müslüman Gürcü anlamında "Acaralı" şeklinde kaydedilmişti. Gürcü tarihçi Zakaria Çiçinadze 1893 yılında Evrprati (ევფრატი) köyünün güzel bir köy olduğunu, Maçaheli vadisinin bu köyle bittiğini, köyden 25 hanenin Osmanlı ülkesine göç ettiğini yazmıştır. Eprati köyünün anlamı Çiçinadze'ye bu tarihte köylüler tarafından aktarılmıştır. 1895 yılında Eprati köyünde, 47'si kdın ve 53'ü erkek olmak üzere, 17 hanede 110 kişi yaşıyordu. Eprati köyü, Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Rusların bölgeden çekilmesinin ardından bir süre Gürcistan'ın sınırları içinde kaldı. Bu durum, 7 Mayıs 1920 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması'yla da Sovyet Rusya tarafından da kabul edildi. Ancak Kızıl Ordu'nun Gürcistan'ı işgali sırasında, 16 Mart 1921'de imzalanan Moskova Antlaşması uyarınca Eprati Türkiye'ye bırakıldı. Eprati köyü, 1922 yılında Artvin livasında yapılan nüfus tespitinde bu livanın Borçka kazasına bağlı Maçaheli nahiyesinin köylerinden biriydi. Köydeki 19 hanede, 70'i kadın ve 90'ı erkek olmak üzere, 160 kişi yaşıyordu. Bu nüfusun tamamı Müslüman Gürcü olarak kaydedilmiştir. Eprati veya Efrat Türkçe olmadığı için köyün adı 1925 yılında Efeler olarak değiştirilmiştir. 1940 genel nüfus sayımında Efeler köyü, Çoruh vilayeti içinde aynı idari konuma sahipti ve nüfusu 275 kişiye yükselmişti. 1965 genel nüfus sayımında Efeler köyünde 483 kişi yaşıyor ve bu nüfus içinde 155 kişi okuma yazma biliyordu. Efeler köyünde bugün caminin bulunduğu yerde bir köy kilisesi bulunduğu bilinmektedir. Eprati Kilisesi ya da Evprati Kilisesi denilen yapıdan geriye bir şey kalmamıştır. Köyde ayrıca Kraliçe Tamar döneminden kaldığı sanılan ve Sanaki Köprüsü olarak bilinen tek kemerli köprü vardır. Coğrafya. Köy, Artvin il merkezine 88 km, Borçka ilçe merkezine 56 km uzaklıktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4320", "len_data": 4632, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.5 }
Efe, tarihte Batı Anadolu'da özellikle Aydın, Denizli, Muğla ve Isparta illeri ve Ödemiş ilçesinde yaşamış, silahlı ve mevcut düzene değişik nedenlerle başkaldırmış olan kişilerin (Zeybekler) liderlerine verilen isimdir. Bir Efe, Zeybek gruplarının başıdır. Zeybekler arasında kahramanlık yapmış cesur ve mert kişiler arasından efe seçilir. Zeybekler, efenin emriyle kızanları yetiştirirler. Zeybeklerden eğitim gören, silahlı onur adamlardan oluşan genç kişilere, kızan denir. Belirli bir zaman kızan olarak zeybeklerden eğitim gördükten sonra zeybek sınıfına alınırlar. Kelimenin kökeni. Efe sözcüğünün kökeni hakkında değişik teoriler vardır. Bir teoriye göre Yunanca kökenli olduğu Bir diğer teori ise kelimenin "büyük kardeş" anlamına gelen bir Türkçe sözcük olan "Eke"den gelmiş olabileceği düşüncesidir. Efe veya zeybek kurumu ilk defa 16'ncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda otorite boşluğundan kaynaklanan Celali ayaklanmaları sırasında görülür. Daha sonraları yerel baskılar ve haksızlıklara karşı ayaklanarak dağa çıkan kimselere efe veya zeybek denmiştir. Efelerin kendine özgü giysileri ve geleneksel yapıları bu dönemde ortaya çıkmaya başlar. Günlük giyimden ayrılan ve zeybek yaşamında rahat hareket etmeye yarayan giysi türü ve silahlar kabul görmüştür. Dönemine göre kısa sayılan bir tür pantolon olan potur ve yakın mesafe çatışmasında çok yararlı olan bir tarafı ve ucu keskin yatağan buna örnek olarak verilebilir. 19. yüzyıl boyunca efelerin devlet otoritesi ile inişli çıkışlı bir ilişkileri olmuştur. 93 Harbi'nde cepheye gitmeleri karşılığında haklarında "umumi af" ilan edilen ve cephelerde büyük yararlıklar gösteren zeybekler döndüklerinde, af vaatlerinin tutulmadığını görerek dağlara geri dönmeye başlamışlardı. 1879'dan itibaren eşkıyalık Ege Bölgesi’nde tekrar salgın haline gelmiş ve hükümet bunlara karşı hiçbir şey yapamaz olmuştu. Bu dönemde Yörük Osman, Çakırcalıoğlu Ahmet Efe (Çakırcalı Mehmet Efe'nin babası), Deli Memet, Büyük Cerit, Küçük Cerit, Çallı Veli, Koca Arap, Parmaksız Arap, Harputlu Ömer, Piç Osman ve Bakırlı çeteleri en tanınmış olanlardı. Öte yandan Karabacak, Karayotoğlu Nikola, Hambrikoğlu Panayot, Seyrekköylü Nikola, Kaptan Andreya, Kaptan Aleko, Kaptan Foti ve Kaptan Sokrat gibi Rum çeteleri de Ege dağlarında taşkınlıklar yapmaktaydılar. Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa, olağanüstü İzmir valiliği esnasında, yerli çeteleri düze indirip, bir tür koruculuk sistemi içinde kır serdarı olarak görevlendirerek, Rum çetelerini ortadan kaldırmaya çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur. Efeler devletle uzlaştıklarında, çoğu Ege Adaları'ndan gelerek Ege Bölgesi'nde kan kusturan Yunanistan destekli Rum eşkiyanın hakkından gelebilen tek güç olarak kendilerini göstermişlerdir. Ancak bu çabalar sonradan İzmir valisi olan Hacı Naşit Paşa'nın efelere (Türk asilere) topyekun tuzak kurarak büyük kısmını imha etmesi üzerine sonuçsuz kalmıştır. Nail Moralı'nın 20. yüzyıl başı Ege Bölgesi ve İzmir'e ilişkin anılarında da, özellikle Çakırcalı Mehmet Efe'nin öldürülmesinden sonra Rum eşkiyanın bütünüyle azdığı kaydedilmektedir. Efeler, Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye'nin işgalinde Yunan kuvvetleriyle karşı karşıya gelmiş ve dağdan inerek Milli Mücadeleye katılmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra hizmetleri nedeniyle kendilerine ordu rütbesi ve İstiklal Madalyası verilen efeler, bu tarihten sonra yasadışı eylemlerini bırakarak tarihteki yerlerini almışlardır. En ünlü efeler arasında Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Demirci Mehmet Efe, Zalım Himmet Efe, Mestan Efe, Atçalı Kel Mehmet Efe, Molla Ahmet Efe, Saçlı Efe, Gökçen Efe,Çakırcalı Mehmet Efe, Çete Süleyman Efe, Sökeli Cafer Efe gibi isimler yer almaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4321", "len_data": 3692, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.65 }
Matrix, Türkçeye "Matris" veya "Matriks" biçiminde geçmiş İngilizce kökenli bir sözcüktür. Şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4325", "len_data": 114, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 2.98 }
Isadora Duncan (d. 27 Mayıs 1877, San Francisco - ö. 14 Eylül 1927, Nice), Amerikalı dansçı. Gordon Craig ile olan ilişkisinden Deidre adında bir kız çocuğu dünyaya geldi. Paris Singer ile olan ilişkisinden de Patrick adında bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiştir. 1922 yılında Rus şair Sergey Yesenin ile kendisini Rusya'dan çıkartmak için evlendi. Daha sonra Sergey Yesenin intihar ederek hayatına son verdi. Çocukları (Deidre ve Patrick) talihsiz bir kaza sonucu Seine Nehri'ne yuvarlanan arabada boğularak öldü. Kendisi de, üstü açık bir Bugatti'nin tekerleğine dolanan şalının boynunu kırması sonucunda öldü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4329", "len_data": 612, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 2.73 }
Beşinci İncil, dini, tarihi ve kurgu unsurlarını bir araya getiren bir romandır. "Firavunların Laneti" ve "Kopernik’in Laneti" isimli eserlerinden sonra Philipp Vandenberg’in Türkçe'ye kazandırılan üçüncü kitabıdır. Eser, kurgusal bir olay örgüsü çerçevesinde, erken Hristiyanlık dönemine ait bazı tartışmalı metinler, Vatikan'ın gizli arşivleri ve alternatif İncil alıntıları üzerine kurgulanmıştır. Roman okuyucuyu bir bilmece çözer gibi tarihin derinliklerine sürükleyerek hermetik, gnostik ve Hristiyanlık inançlarını sorgulatıyor. Romanın ilk baskısı 1993 yılında Almanya'da Lübbe Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Lanetli bir parşömenin hikâyesi: Beşinci İncil. Romanın merkezinde, bir trafik kazasında hayatını kaybeden antikacı Guido’nun arabasında bulunan Kıpti dilindeki parşömen filminin yarattığı olaylar zinciri yer alır. Kazanın ardından Guido'nun eşi Anne von Seyditz eşinin ölümündeki gizemi araştırmaya başlar. Anne, Guido'nun kaza esnasında yanında bulunan kadınla birlikte kendisini aldattığını düşünür ve eşinin esrarengiz ölümüyle ilgili ipuçlarının peşine düşer. Bu süreçte Orpheus Tarikatı isimli gizemli bir topluluk devreye girer ve söz konusu parşömen için çok yüksek bir fiyat teklif ederler. Anne, ölen eşinden kalan eşyalar arasında sözü edilen bu parşömenin filmini bulur ve içeriğini anlamak için Kıpti dil uzmanlarına götürür. Parşömenin içeriğini çözmeye çalışan uzmanlar ya birer birer öldürülür ya da hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolurlar. Bu arada Vossius adlı bir Kıpti dil uzmanı, Paris’teki Louvre Müzesi'nde bulunan Leonardo Da Vinci’nin “Gül Bahçesinde Madonna” adlı tablosuna asit döker. Bu sebeple akıl hastanesine yatırılan uzman, hastanedeki yatağında ölü bulunur ve hakkında “Kalp yetmezliğinden öldü.” diye rapor tutulur. Lanetli bu parşömen, Vatikan’da oturan Tanrının Yeryüzündeki Temsilcisi Papanın varlığını, yeryüzünde Hristiyanlığa inanan iki milyarın üzerindeki insanın inancını yerle bir edecek güçtedir. Bu parşömeni ve içeriğini bilenlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Romanda, giz dolu parşömeni ele geçirmek için her türlü yöntemi deneyen, kapitalin ve bilimin gücünün temsilcisi olduklarını iddia ederek tarihteki mitolojik isimlerin cesetlerinin üzerine basarak yürüyen Orpheus Tarikatı, radikal İslamcı bir örgüt ve Vatikan arasında geçen çekişme anlatılmaktadır. Büyük Sır. Romanda söz konusu edilen; Paris’teki bir mezar taşına Latince yazılmış “BARBARIA ATQUE RETICENTIA ADIUNCTUM BARBATI BASIS ATRII SACR- (Barbarlık ve suskunluk Roma Papası’nın karakteristik özelliği ve Kilise Şatosunun temelidir-)” ifadesindeki Latince her kelimenin baş harflerindeki birleşen, Roma'da İsa'dan sonra 81 yılında inşa edilen Titus Zafer Bendindeki kabartmada ortaya çıkan şifrenin anlaşılması üzerine, Papa VII. Pius tarafından bu eser, yeryüzünün en büyük Gizli Arşivi olan Vatikan'a taşınarak yerine sahtesinin yapılması veya Leonardo Da Vinci'nin “Gül Bahçesindeki Madonna” tablosunda Madonna'nın göğsüne çizdiği gerdanlığın üzerini sonradan boyayla kamufle ettiği “BARABBAS” şifresi iki bin yıldır saklanan büyük sırrın adı mıydı? Sır taşıyıcıları tarafından nesilden nesile aktarılan bu sır ilk defa 1945 yılında Mısır'da Nag Hammadi bölgesinde ve 1947 yılında Ölü Deniz (Kumran) yazmalarındaki papirüslerin bulunmasıyla kamuoyuna yansır. Bu papirüsler ilk bulunduklarında önemleri anlaşılmaz ve yeryüzünün çeşitli bölgelerine parça parça dağılır. Hristiyanlık İnancı. Nasıralı İsa'nın 2000 yıl önce yaşadığı ve Tanrı'nın oğlu olduğu rivayetleri, köleci Roma İmparatorluğuna ve yoksullar dünyasından ayrılmış Kudüs'ün hahamlarına karşı sosyal bir başkaldırı mıydı? Telos Yayıncılık tarafından yayınlanan Catherine Clement’in “İsa’nın Külleri” adlı kitabı da; “İki bin yıldır süregelen soru işaretlerini, açıklanamayan olguları ve İsa’nın yaşamının karanlıkta kalan bölümlerini, ‘Apokrif İncillerdeki söylencelerden yola çıkarak, aykırı bir bakış açısıyla, roman sanatının teknikleri içerisinde yeniden yorumluyor. Felsefe, din ve tarihi tanıklıkları aynı potada eriten Catherine Clement, İsa hakkındaki, Budizm’e dayalı söylenceler ve yoga tekniklerini içeren bir akıl yürütmeyle okuru, tüm zamanların en çok tartışılan yaşam öyküsüne farklı bir perspektiften bakmaya zorluyor.” Dünya dinleri tarihine baktığımızda eski Mısır'ın ezoterik öğretilerinde İsis-Osiris-Horus üçlemesi, Hint misterlerindeki Brahma-Vişnu-Şiva üçlemesi; Sümer Tanrılarında Anu, Enlil ve Ea; Babil'de Sin, Şamaş ve İştar üçlemesi; eski Yunan tanrıçalarından Hekate'nin gökte Luna(ay), yerde Diana ve yerin altındaki ölüler diyarında Hekate olarak ortaya çıkması gibi üçlü birlikler çoğaltılabilir. İnsanlığın ezeli günahlarından affedilmesi için oğlunu onlara kurban etme, çile çekip ölen tanrıları sayabileceğimiz gibi lekesiz doğum gibi Hristiyanlık inancının birçok yönleriyle dünya dinleriyle benzerlikler taşıdığını görebiliyoruz. Kutsal Evrensel Kilise ve Dört İncil. Roma İmparatoru Konstantin, tarihsel zorlamalar sonucu İS. 325 yılında İznik'te pagan ve Hristiyan görüşlerini sentezleyerek Hristiyanlık inancını oluşturur. Birinci Konsül toplantısının ardından, İsa'yı anlatan ve düşüncesini taşıyan bütün İnciller yasaklanarak tahrip edilirler. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri, Hristiyan inancının resmi kitapları olarak kabul edilirler. Konsül toplantısında kabul edilen İnanç bildirgesinde bahsedildiği üzere "Mesih’in bedeni olan tek ve evrensel bir Kiliseye inanıyoruz. Kilise bina değildir, İsa Mesih’e iman eden insanlar topluluğudur. Kilisenin seçilmiş bir soy, kralın rahipleri kutsal bir ulus ve Tanrı’nın öz halkı olduğuna inanıyoruz." kararı kabul edilerek Tanrı'nın yeryüzündeki seçilmiş üyeleri oluşturulur. Tanrı'dan aldığı yetkiyle Kilise tek bir ümit, tek bir beden, tek bir ruh ve tek bir vaftizle birleşmiştir. İnanç Bildirgesinde kabul edildiği gibi Nasıralı İsa gerçekten; bir söz, beden olup dünyamıza bir insan olarak mı gelmişti, tekliği "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh" muydu?" İznik Konsülünce yasaklanarak Vatikan’ın gizli arşivinde saklanan İsa’yı ve düşüncelerini anlatan İnciller, sanat eserleri, el yazması papirüsler, yüzyıllarca Hristiyanlık dininin otoritesi altında toprağın altına gömülen bilgiler, sır taşıyıcıları tarafından nesilden nesile aktarılarak, Engizisyon’un katliamından korunarak bu günlere taşınır. Galile bilgisini Engizisyon karşısında inkâr etmek zorunda kalırken, Kopernik’in bilgisini savunan ve geliştiren Giordano Bruno, Roma’nın Campe de Fiore (Çiçek Meydanı)’de diri diri yakılır. Leonardo da Vinci, Voltaire, Shakespeare, Dante insanlığın trajedisini bir takım işaretlerle, komedyayla, binbir yöntem bularak bugünlere getirirler. Romanda sözü geçen Papalık Kurumu, 11 Ekim 1962 yılında tıpkı Kopernik’in kitabında öngördüğü felaketi ortadan kaldırmak istercesine takvim reformuna giderek 4 Ekim 1582 ile 15 Ekim 1582 tarihleri arasındaki on günü takvimden silmesi gibi, BARABBAS ismini ortadan kaldırmak için 11 Ekim 1962 günü İkinci Konsül’ü acil olarak toplar. İsa’nın kimliğini açıklayan Papirüs de bu arada Radikal İslamcı bir örgütün eline geçmiştir. Vatikan’ın İkinci Genel Konsül’ü; Konsül toplantısının hemen ardından Haçlı Seferleriyle başlayan bin yıllık Hristiyan-Müslüman düşmanlığını, kurduğu “Dinler Arası Diyalog” Rabıtasıyla birdenbire barışa dönüştürür. İkinci Vatikan Konsülünün hemen ardından alınan “Dinler Arası Diyalog” kararı ve İslam'la kurulan bu rabıta bir tesadüf müydü? Arkeoloji biliminin 19. yüzyıldan sonra önemli bulguları ortaya çıkarması ya da radyokarbon tekniğiyle yapılan incelemeler, kısmen de olsa, bir yanıyla Hristiyanlığın başlangıcını sorgulayan bulguları açığa çıkarttı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4335", "len_data": 7628, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Ayvalık ( "Aivali", Grekçe: Κυδωνίες "Kydonies"), Türkiye'nin Balıkesir ilinin bir ilçesidir. Balıkesir'in en batısında, Ege Denizi kıyısında bulunan ilçe, Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Ayvalık kış mevsimlerinde büyük bir kasaba nüfusuna sahip olmakla birlikte, yaz mevsimlerinde turizmin de etkisiyle dönemsel nüfus artışı yaşamaktadır. Tarihte çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan Ayvalık, 2017'den beri UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer almaktadır. Köken bilimi. Ayvalık, Antik Çağ'da bir tür yabani ayva anlamına gelen "Kidonia" (Antik Yunanca: Κυδωνίαι) olarak anılıyordu. Bölgeye ilk yerleşenlerinin Midilli'nin köyünden ya da Girit'in Kydonies bölgesinden gelmiş olabilecekleri düşünülmektedir. İsim konusunda bazı görüşler de Ayvalık'ın Aioliki'nin (Eolya'nın) bozulmuş şekli olduğudur. Ayvalık anlamına gelen Kydonie ismi ise, MÖ 330'dan beri süregelmektedir. Kentin adı Osmanlıcada "آيوالق" olarak geçmekteydi. Tarihçe. Eski Çağlarda Ayvalık. Antikçağ'da, Ayvalık Adaları'na "Hekatonisa" ismi veriliyordu. Bu isim, adaların en büyüğü "Nesos" (Moshonisi, Cunda veya Alibey Adası) aynı isimle söylenen "Nesos" ya da "Nasos" antik kentinin baş tanrısı olan "Hekatos" olarak da anılan Apollon'dan gelmekteydi. Apollon Adaları'nda Nesos dışında "Chalkis", "Pordoselene" ve "Kydonia" antik yerleşmeleri vardı. Antik kaynaklar "Chalkis", "Pordoselene" ve "Nasos"'tan çok söz etmelerine karşılık, Kydonia hakkında yazan sadece yazları akan ünlü bir sıcak su kaynağına sahip olduğunu bildiren Plinius olmuştur. Bu dört antik kentten "Chalkis" ve "Pordoselene" yok olmuşlar; ancak "Kydonia" ve "Nesos", sırasıyla Ayvalık ve Cunda "(Alibey)" olarak günümüze ulaşmışlardır. Bugün, eski "Kydonia" olduğu düşünülen alanda, ciddi bir arkeolojik çalışma olmamasına karşılık hâlen antik devre ait bol miktarda çanak çömlek parçalarına rastlanmaktadır. Bu parçalar üzerinden yapılan ön çalışmalar, Helenistik (MÖ 330-30) ve Roma (MÖ 30-MS 395) çağlarına ait yerleşim yerleri bulunduğunu işaret etmektedir. Doğu Roma verilerine dayanılarak Roma döneminde en parlak çağını yaşadığı düşünülen şehrin, Bizans döneminde önemini yavaşça kaybettiği, yerleşimin Ayvalık'ta yer alan İlkkurşun Tepesi eteklerine kaydığı düşünülmektedir. Kentin daha sonraki çağlardaki gelişimi bu bölge merkezli olmuştur. İlkçağda Misya, Hititler, Frigler, Lidya, Orta Çağ'da Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu, 14. yüzyıldan itibaren de Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girmiştir. 19. ve 20. yüzyılın başlarında en parlak dönemini geçiren kentte yaşayan Rum ahalinin, 1821 yılında Yunan ayaklanmasına katılması sonucu ilçenin büyük bir kısmı boşaltılmış, daha sonra dönmelerine izin verilmekle beraber kent eski canlılığına kavuşamamıştır. Bugün eski dönemlerden fazlaca kalıntıya rastlanmamasına rağmen, yer yer Antik Yunanistan ve Antik Roma çağlarına ait çanak ve çömlek parçacıkları görülmektedir. Ayvalık'ta birçok tarihi yapının yanı sıra ve Rumlardan kalma ev ve kiliseler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu dönemi. Kent dokusu Osmanlı döneminde formunu kazanmıştır. Bugünkü Ayvalık'ın kurulması 1430-1440 yıllarına rastlar. Ayvalık o zamanlar limana hakim bir tepe üzerinde kurulu idi. Doğu Roma İmparatorluğu'nu sıkıştıran Osmanlı İmparatorluğu, Alibey Adası'nda bir deniz üssü kurmuştur. Daha sonraları şehre Rumlar yerleşmeye başlamış ve kısa sürede Türk nüfusu aşmışlardır. Osmanlı kaynaklarında Ayvalık adına ilk kez 1772 yılında yayınlanan bir fermanla rastlanır. Bu fermanın, 1770'te Çeşme önlerinde Rus donanmasıyla yapılan bir savaştan dönerken Ayvalık'a uğrayan, daha sonra sadrazam olan Cezayirli Hasan Paşa tarafından çıkarttıldığı düşünülmektedir. Bölge, 1789'dan itibaren gayrimüslimlerin yaşadığı bir özerk bölge olmuştur. Bu özerklik 1821'deki Yunan ayaklanmasına dek sürmüş, bu ayaklanma sonucunda Ayvalık boşaltılarak 1840'ta Karesi Sancağı'na bağlı bir ilçe yapılmıştır. Daha sonra Rumların dönmesine izin verilmesine rağmen, ilçe eski canlılığına kavuşamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin Anadolu'da incelemeler yapmak için gönderdiği Vital Guinet tarafından yayımlanan 1891 tarihli istatistiğe göre 21.666 olan kent nüfusunun 21.486'sı Rum, 180'i Türk'tür. 1900-1914 tarihli bir Fransız yıllığında Ayvalık'ın o zamanki sosyo-ekonomik yapısı hakkında şu bilgiler verilmektedir; "30.000 nüfusludur. Postasını Avusturya-Macaristan İmparatorluğu işletmektedir. Zeytinyağı, balmumu, yerli ipek, şarap, sabun dışsatımı yapılır ve şeker, kahve, yün, pamuklu kumaş, ham deri ithal eder. Fransa, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya Krallığı'nın kentte konsoloslukları bulunur. Bankalar; Osmanlı Bankası, Atina Bankası, Viyana Kredi Bankası'dır. Aynı zamanda bir akademi, iki oteli bulunan ilçede içinde eczanesi de olan bir genel hastane ve cüzzam hastanesi faaliyet göstermektedir." Mayıs 1917'de Otto Liman von Sanders'in komutası altındaki Alman kuvvetlerinin yardımı ile 12.000-23.000 Rum, Ayvalık'tan Anadolu'nun iç bölgelerine tehcir edildi. Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemi. İlçe I. Dünya Savaşı sonrası İzmir'in işgali ile birlikte 29 Mayıs 1919'da Yunan egemenliğine girmiştir. İşgal sonrası Anadolu'da ilk direniş 172. Alay Komutanı Yarbay Ali Çetinkaya tarafından başlatılmıştır. İşgalin ilk günlerinde bazı Rum çeteciler ve Yunan askerler 2 köyü yakmakla suçlanmıştır. Bu işgal 15 Eylül 1922'ye kadar sürmüştür. Tetkik Heyeti Raporu'na göre işgal sırasında Ayvalık çevresinde Rum çeteleri pek çok Türkü öldürmüş ve soymuştur. Eylül 1922'de, Ayvalık'ta 3,000 Rum erkek İç Anadolu'ya tehcir edilmiş, 23'ü hariç hepsi yolda ölmüştür. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nda belirtilen Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi gereğince, Girit, Makedonya ve Midilli Türkleri ilçeye yerleştirilmiştir. Burhaniye'ye bağlı varlık gösteren Ayvalık, 19 Mayıs 1928 tarihinde ilçe olmuştur. İlçede Girit göçmenleri çoğunluğu oluşturmaktadır. Bunların yanında yerli yörükler, Bosna muhacirleri ve Arnavutlar da bulunmaktadır. Coğrafya. Ayvalık, Türkiye'nin Balıkesir ilinin Ege Bölgesi'nde kalan bir ilçesi olup Midilli'nin tam karşısında kurulmuştur. Çam ormanları ve Zeytin bakımından zengin olan ilçe Ege Denizi kıyısında olup Ayvalık Adaları adı verilen takımadalara sahiptir. Ayvalık'ın kuzeydoğusunda Gömeç, güneyinde İzmir iline bağlı Dikili ve Bergama ilçeleri, batısında ise Ege Denizi bulunur. Ayvalık'ın karşısında ise ondan Midilli Boğazı ile ayırılan, Yunanistan Cumhuriyeti'nin, Kuzey Ege Adaları coğrafi bölgesinin Midilli iline bağlı olan ve hem Midilli ilinin hem de Kuzey Ege Adaları coğrafi bölgesinin yönetim merkezi olan Midilli şehri çıplak gözle görülebilecek yakınlıkta yer almaktadır. Ayvalık, bir adalar topluluğudur. Kaşık, Poyraz, Kamış, Büyükkuruada ve Güvercinada bunlardan bazılarıdır. Ayvalık ilçesinde dağlar denize dik uzandığından kıyılar girintili çıkıntılıdır. Bu kıyılar boyunca burunlar ve koylar meydana gelmiştir. İlçenin Ege Denizi'ne olan kıyıları 34 km'dir. İklim. İlçede Akdeniz iklimi hüküm sürer. Ege Bölgesi'nde yer alması nedeniyle kışları ılık ve yağışlı, yazları sıcak ve kuraktır. Devamlı hafif rüzgarlı günler mevcuttur. Yaz sıcaklığı ortalama 24-34 °C'dir. Kışlar ise ılıktır. Özellikle yazları tüm çevre kavurucu sıcaklıkta iken Ayvalık'ta batıdan esen ve genellikle öğleleri başlayan imbat ilçeyi serinletir. Bazı yazlar da "meltem" rüzgarları eser. Kazdağı yönünden gelen esintinin haftalarca sürdüğü de olur. Adalar. Ayvalık ilçesine bağlı irili ufaklı 22 kadar ada vardır. Bu adaların en büyüğü Alibey Adası ya da diğer ismi ile Cunda Adası olup 1964 yılında bir köprü ile Lale Adası'na oradan da ilçe merkezine bağlanmıştır. Bu köprülerden biri aynı zamanda Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü olma özelliğini taşır. Alibey Adası dışındaki tüm Ayvalık Adaları 1995 yılında millî park ilan edilmiş ve yerleşim yasaklanmıştır. Adalar içinde tarihi ve turistik öneme sahip olan bir diğeri de Tımarhane Adası'dır. Bu adaya Türkler eski zamanlarda "Taşlı Manastır" olarak da adlandırmışlardır. Bu ada özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ayvalık'ta yaşayan Rumların içkiyi fazla kaçırması üzerine sert esen rüzgarı ile akıllarını başlarına toplamaları için gönderildikleri bir mekân olduğundan bu ismi almıştır. Nüfus. Bölgede ilk nüfus sayımı 1891'de Vital Guinet yönetiminde yapılmış, 21.666 olan kent nüfusunun 21.486'sının Rum, 180'inin Türk olduğu belirtilmiştir. İlçe nüfusu 1975 sayımına göre 33.000 kişidir. Belediye nüfusu 1980 yılı sayımında 19.371, 1985'te 21.381, 1990'da 25.687, 1997'de ise 29.342 kişi olarak belirlenmiştir. Bu rakamlara göre yıllık ortalama nüfus artış hızı %2,5 dolaylarındadır. İlçe nüfusu 2020 sayımlarına göre 71.725 kişidir. Yazları gelen turistlerle nüfus oldukça artar. Ayvalık Türkiye'nin en kalabalık 207. yerleşim birimidir. Ekonomi. Tarım ve sanayi. İlçe ekonomisi büyük ölçüde zeytin ve turizme bağlıdır. Ayvalık'ta zeytin dışında pamuk, çam fıstığı ve mandalina gibi tarım ürünleri de yetiştirilir. Ayrıca bölgede, Bağyüzü Köyü'nde yetiştirilen Kozak üzümü tanınmış bir üründür. Son yıllarda turfanda sebzecilik ve Kozak çam balı üretimi de yapılmaktadır. Arazinin %70'i zeytinlik olan Ayvalık'ta zeytinden sabun ve zeytinyağı üreten sanayi kuruluşları bulunmaktadır. Türkiye'de 110 milyon zeytin ağacı vardır ve bunun 2.500.000'i ilçede bulunur. Balıkçılık ve balık restoranları da önemli bir gelir kaynağıdır. Turizm. Turizm alanında büyük bir potansiyele sahip olan ilçede başta Şeytan Sofrası olmak üzere çeşitli doğal güzellikler olmakla birlikte, özellikle eski Rum evleri ve yapılarına dayanan kültür turizmi de gelişmiştir. Özellikle Sarımsaklı Plajları ve Alibey Adası'nda ise deniz turizmi gelişmiştir. İlçede 1994 yılında yapılan bir çalışmaya göre 1842-1914 yılları arasından kalma toplam 363 bina bulunmaktadır. İlçe son yıllarda Ege Adaları'ndan çok sayıda günübirlik misafir ağırlamaktadır. Bu ziyaretlerin amacı genellikle alışveriştir. Bu durumun ciddi ekonomik girdisinin oluşmaya başlaması ardından ilçe dükkânlarının vitrinleri Yunanca yazılar ile dolmuştur. Ayvalık'ın merkezinde her perşembe günü büyük bir pazar kurulur. Özellikle Yunanistan'ın Midilli ilinden olmak üzere, on binlerce Yunan turist günü birlik ziyarette bulunur. Yunan turistlerin ziyarette bulunduğu en önemli yerler ise Ayvalık pazarıdır. Son yıllarda Ayvalık'a gelen turistlerin çevre ilçelere de uğraması özellikle Ayvalık-Edremit arasında rekabete yol açmıştır. Kültür. Mutfak. Ayvalık doğal güzellikler bakımından zengin bir ilçe olmakla birlikte mutfağı ile de ünlüdür. İlçeye özgü en önemli yiyecek sosis, sucuk, kaşar, turşu, mayonez, ketçap gibi malzemelerle hazırlanan Ayvalık tostu'dur. Diğer önemli bir yiyecek tüm Balıkesir ilinde yaygın olarak yapılan Höşmerim tatlısıdır. Papalina olarak bilinen bir balık türünün (çaça), genellikle meze olarak tüketilen ızgarası ve zeytinyağında unla yapılan kızartması da Ayvalık'ın önemli yemekleri arasında sayılır. Deniz kıyısında olması nedeniyle deniz ürünlerinden yapılan mezeler ve zeytinyağlı yemekler Ayvalık mutfağının temelini oluşturur. Ayvalık'ta son zamanlarda zeytinli dondurma da ilgi odağı olmuştur. Diğer. Ayrıca Ayvalık'ta her yıl kış aylarında geleneksel olarak deve güreşleri de düzenlenmektedir. Ayvalık'ta engellilere yönelik bir takım etkinlikler düzenlenmekle birlikte bazı kesimlerce ilçe Engelliler Başkenti olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca ilçede uluslararası bir müzik akademisi bulunmaktadır. Spor. İlçenin en önemli spor kulübü, Ayvalık Belediyesi tarafından desteklenen Ayvalıkgücü Belediyespor'dur. Kulüp futbol, basketbol ve atletizm branşlarında hizmet vermektedir. Ayrıca ilçe civarı balıkadamlar tarafından oldukça tercih edilen bir dalış bölgesidir. Mercan rifleri açısından çok renkli zengin dip yapısı bulunan deniziyle, sualtı fotoğrafçıları tarafından tercih edilmektedir. Yönetim. İlçe belediye teşkilatı 1963 yılında kurulmuştur. Şu an görevde olan Ayvalık belediye başkanı ise Cumhuriyet Halk Partisi'nden Mesut Ergin'dir. Eylül 2021'de Cumhuriyet Halk Partisi'ne katılmıştır. Eğitim. Ayvalık küçük bir yer olmasına karşın eski bir yerleşme mekânı olması sebebiyle, eğitim olanakları bakımından gelişmiştir. Cumhuriyet döneminde ilçede kurulan ilk okul "Ayvalık Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Mektebi" adında yatılı bir özel okuldur. 1926 yılında okullarda meslek derslerinin kaldırılması üzerine meslek eğitim eşyalarını Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na devreden okul, 1927 yılında adını "Muhtelit İkmal Meslek Mektebi" olarak değiştirdi. 1929'da "Ayvalık Türk Ocağı Muhtelit Orta Mektebi" adını alan okul, 1931'de "Ayvalık Hususi Orta Mektebi" olarak isim değiştirmiştir. Ortaokuldan mezun olanların okumaları için 1963 yılında Ayvalık Lisesi açılmıştır. 1994 yılında bu ilçeye Ayvalık Anadolu Lisesi adında bir lise daha açılmıştır. Bugün Ayvalıkta, Ayvalık Anadolu Lisesi ve Ayvalık Lisesi başta olmak üzere onlarca okul bulunmaktadır. Ayvalık ilçesinde Balıkesir Üniversitesi'ne bağlı Ayvalık Meslek Yüksekokulu bulunmaktadır. Altyapı. Ulaşım. İlçe karayolu ile İzmir'e 155, Bursa'ya 277, Susurluk'a 170 km, Çanakkale'ye 167, Ankara'ya 657, Bergama'ya 45, Truva'ya 154, Behramkale'ye 155, Efes'e 239, Alibey Adası'na 8 kilometre mesafededir. Yunanistan'dan gelen turistler ilçeye feribot ve deniz otobüsü ile yaklaşık iki saatte ulaşır. Yurt içinden Ayvalık'a ulaşım ise genellikle karayolu ile sağlanır. Hemen hemen tüm büyükşehirlerden direkt seferler mevcuttur. Taşradan gelecek olanlar ise Balıkesir veya İzmir üzerinden otobüs seferleri ile ilçeye ulaşabilir. Otogar kentin 1,5 km güneyindedir. Havayolunu tercih edenler uçakla Edremit'te bulunan Balıkesir Koca Seyit Havalimanından (45 km) ya da İzmir'e gelip ilçeye karayolu ile ulaşırlar. Ayvalık'a ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İzmir Mavi Treni ile Balıkesir'e kadar gelip daha sonra TCDD'nin ayarladığı aktarma otobüsleri ile gidilebilir. İstanbul'dan ulaşımda ise İstanbul-Bandırma arasındaki hızlı feribot farklı bir seçenek olarak sunulabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4343", "len_data": 14045, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.78 }
Hollanda (Felemenkçe: ""); toprakları Batı Avrupa'da ve kısmen de Karayipler'de bulunan bir ülkedir. Hollanda Krallığı'nı meydana getiren dört ülkeden en büyüğüdür. Hollanda, doğuda Almanya, güneyde Belçika ve kuzeybatıda Kuzey Denizi ile komşudur. Hollanda, Avrupa kıtasında on iki eyaletten ve Karayipler'de Bonaire, Sint Eustatius ve Saba adaları olmak üzere üç özel belediyeden oluşur. Hollanda meşruti monarşi ile yönetilen bir Avrupa ülkesidir. Hollanda nüfus yoğunluğu fazla olan bir ülkedir. 10 Şubat 2025 itibarıyla Hollanda'nın nüfusu 18.052.037'dir. Ülke topraklarının çoğunluğu deniz seviyesinin altındadır. Hollanda Avrupa Birliği, NATO ve OECD üyesidir. Hollanda aynı zamanda Schengen Bölgesi ve Benelüks topluluğunun bir parçasıdır. Belçika ve Lüksemburg ile birlikte Benelüks ülkelerini oluşturan 3 ülkeden biridir. Ayrıca Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamıştır. Ülke Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne, Uluslararası Adalet Divanı'na, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne ve Europol'e ev sahipliği yapmaktadır. Ülke özellikle peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri, laleleri, Holştayn adı verilen inekleri ve sosyal hakları ile tanınır. Hollanda'da eşcinsel evlilik 2001'den beri yasal olup bu hakkı dünyada anıyan ilk ülke Hollanda olmuştur. Türkiye'nin Hollanda Büyükelçiliği Lahey şehrindedir. Türk konsoloslukları ise Amsterdam, Rotterdam ve Deventer şehirlerindedir. Ülke adı. Hollanda ismi, Birleşik Hollanda Krallığı'nın en önemli eyaleti olan ve ülkenin kuzeybatı kısmında bulunan Hollanda Eyaleti'nden gelmektedir. Kısaca Hollanda olarak adlandırılmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısından beri bu eyalet iki ayrı eyalete bölünmüştür: Kuzey Hollanda (Başkent: Haarlem) ve Güney Hollanda (Başkent Lahey: "Den Haag"). Felemenkçede "Hollanda" ifadesi sadece bu iki eyalet için kullanılır. Hollanda'nın dışındaki ülkelerde Hollandalılar genellikle "Hollandalı" olarak adlandırılırlar ve Hollanda turizmde ve diğer endüstriler de ülkelerini "Hollanda" olarak pazarlamaktadırlar (hem İngilizcede hem de Almancada). Hollanda ismi, ülkenin aynı adı taşıyan bir eyaletinden geldiği için, bu eyaletten gelmeyen bazı Hollandalılar, ismini veren bölgeyi genellikle sevmemektedir. Bu nedenle, 'Nederland' yerine 'Hollanda' ve 'Nederlander' yerine de 'Hollandalı' kelimesi kullanılmasına bazıları bir antipati duymaktadır. İngilizce "Dutch" adı, "duutsc" gibi Orta Hollanda biçimlerinden ortaya çıkmıştır. "Duutcs" ve "dietsc" gibi Orta Hollanda biçimleri halk arasında konuşulan lehçelerin adlarıdır ve bu lehçelerin, yönetimin, bilimin ve kilisenin dili olan Latinceden ayırt edilmesine yaramıştır. "Dutch" ve "duutsc" biçimleri Almanca bir kelime olan "deutsch" ile bağlantılıdır ve aynı kökenden gelir. Fransızlar ise bu bölgeyi Pays-Bas yani 'alçak ülke' olarak tanımlarlar. Tarihçe. Hollanda'da yerleşimin tarihi, ülkenin yeraltı yapısının oluşumuyla yakından bağlantılıdır. Holosen döneminde Scheldt, Ren, Maas ve Ems nehirlerinin sık sık taşması, çevrenin yalnızca fiziksel olarak değişmesine değil, aynı zamanda insanların yaşam biçimini şekillendirmesine neden olmuştur. Özellikle son 1000 yılda, polderler ve set sistemleri sayesinde insanların suyla kurduğu ilişki, günümüz Hollanda manzarasını büyük ölçüde belirlemiştir. Bu doğal koşullar, toplumun birlikte hareket etme zorunluluğunu doğurmuş ve zamanla iş birliğine dayalı bir yönetim anlayışının gelişmesini sağlamıştır. Bu yapı, Hollanda'nın ilerleyen dönemlerdeki ticari başarısında önemli bir rol oynamıştır. Deniz ve su yollarına yakınlık, ticaretin gelişmesini kolaylaştırmış ve ekonomik refahı artırmıştır. Hollanda tarihindeki önemli dönüm noktalarından biri, büyük bir refah dönemini takip eden İspanya'ya karşı verilen mücadeleyle başlayan Bağımsızlık Savaşı’dır. Bunu, uzun süren bir gerileme dönemi ve nihayetinde 1795’teki Fransız işgali izlemiş, bu olay cumhuriyetin sona ermesine neden olmuştur. Utrecht Birliği'ne bağlı Kuzey Hollanda eyaletleri (Güney Hollanda, Zeeland, Utrecht, Gelderland, Overijssel, Groningen ve Friesland) 26 Temmuz 1581'de İspanya kralı II. Felipe'den bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1648'de imzalanan Vestfalya Antlaşması'nda Hollanda vilayetlerinin bağımsızlığı tanındı. Bu, daha sonra kurulacak olan Hollanda'nın bulunduğu bölgeye karşılık geliyordu. Ancak, bu bölgenin güneyinde kalan bölgeler, Flandre dahil olmak üzere, krallıkta kaldı; daha sonra bu bölgede Belçika bağımsızlığını kazandı. Bu tarihten sonra Kuzey Hollandalılar ve Güney Hollandalılar olarak iki toplumdan bahsedilmeye başlandı. Viyana Kongresi, Hollanda Krallığı'nı kısa bir süreliğine kuzey ve güney olarak birleştirdi. Ancak, 1830'da güneydeki Hollandalılar (Felemenkliler), Belçika adı altında bağımsızlıklarını ilan etmişti. ('Belgica' eski bir Roma eyaletinin adıdır ve Rönesans döneminde, Hollanda'nın Latince ismi olarak kullanılmıştır.) Hollanda, I. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalırken, II. Dünya Savaşı'nda Alman işgaline uğradı. 10 Mayıs 1940'ta Nazi Almanyası Belçika ve Hollanda'yı, 1942'de ise Japonya Hollanda'nın bir sömürgesi olan Endonezya'yı işgal etti. Savaş bittikten sonra Endonezya bağımsızlığını ilan etti. İspanyol Hollandası (1384-1581). On dördüncü yüzyıl Avrupa için birçok bakımdan krizlerin yaşandığı bir dönemdi; bunların arasında Kara Ölüm (1347-1351) ve Yüz Yıl Savaşları da vardı. Ekonomik açıdan ise 1475'lere kadar süren genel bir durgunluk bile yaşandı. Ancak Hollanda için aynı durum geçerli değildi, daha çok ekonomik bir genişleme söz konusuydu. Lordların yayılmacı dürtüleri karşılıklı birçok savaşta dile getirildi, ancak esas olarak evlilik politikası, Aşağı Ülkeler'in büyük bölümlerinin -çoğu zaman tesadüf eseri- yabancı kraliyet hanedanlarının kontrolü altına girmesini sağladı. Evlilik politikasının başarısı özellikle Burgonya Dükleri arasında belirgindi. 1384-1428 yılları arasında Karolenj döneminden bu yana ilk kez kuzeydeki birçok bölgeyi ve güneydeki hemen hemen tüm bölgeleri birleştirmeyi başardılar. Ekonomik açıdan güçlü olan Hollanda, daha sonra Habsburglar için de önemli bir yer tuttu. İmparator V. Şarlken (1515-1555) döneminde bölge İspanyol imparatorluğunun bir parçası oldu. Ağırlık merkezi büyük ölçüde İspanya'ya kaydı, Hollanda'nın yönetimi ise bir valiye bırakıldı. Hollanda'nın Habsburg İmparatorluğu'nun bir parçası olması, bu bölgelerin aynı zamanda Fransa ile Habsburglar arasında uzun süren İtalyan Savaşları'na da dahil olması anlamına geliyordu. V. Şarlken'in İspanya Kralı olmasının ardından Fransa, büyük ölçüde Habsburg Hanedanı tarafından kuşatılmış halde buldu kendini. İtalyan Savaşları 1559'a kadar Avrupa siyasetine egemen oldu ve Fransız-Habsburg rekabeti iki yüzyıl daha devam etti. Bu dönemde XVII. Eyaletler büyük ölçüde bağımsız bir birim haline getirildi. Uzun zamandır Roma Katolik Kilisesi'ne eleştirel yaklaşan bu bölgede, yüzyılın ortalarından itibaren Protestan Reformu başladı. 15. yüzyılın sonlarından itibaren ekonomik ve demografik açıdan güçlü bir büyüme yaşandı. Ancak yüksek vergiler ve ticaret ablukaları ile sonuçlanan savaşlar, halk üzerinde ağır bir yük oluşturdu. Bu kez Reform ve özellikle onunla birlikte gelen ağır zulüm, yeni bir etken daha ekledi. Bu patlayıcı karışım, Seksen Yıl Savaşları olarak da bilinen İsyana yol açacaktı. 1567-1568'deki ilk ayaklanma yine bastırılabildi, ancak sert politikalar yine büyük direnişe yol açtı. 1 Nisan 1572'de Geuzen, Den Briel'i almayı başardı ve ikinci ayaklanma başladı. 26 Temmuz 1581'de Hollanda Eyalet Meclisi, 22 Temmuz'da hazırlanan Fesih Yasası'nı imzaladı. Bu kararla II. Filip, Hollanda Lordluğu'ndan feragat etti. Bu Hollanda'nın bağımsızlık bildirgesi olarak görülebilir. Bu yasa, 1579'da Utrecht Birliği'nin kurulmasının ardından yürürlüğe girdi. 1585'te Anvers'in düşüşü ise Hollanda'nın kuzeyi ve güneyi arasındaki askeri ayrımı kesinleştirdi. Uygun bir alternatif yöneticinin bulunmaması sonucunda 1588'de cumhuriyet ilan edildi. Hollanda cumhuriyeti (1581-1795). İspanya'nın emperyal genişlemesinin de yardımıyla cumhuriyet yeniden fethedilmekten kurtuldu. Aslında ekonomik merkezin Akdeniz'den Batı Avrupa'ya kaymasından azami ölçüde yararlandı. Daha önce güney eyaletlerinin gölgesinde kalan Kuzey Hollanda'da, Anvers'in düşmesinin ardından Amsterdam Avrupa'nın ticaret merkezi haline gelirken, Hollanda Avrupa'nın nakliye sektörüne hakim oldu. Asıl ticaret geliri, Baltık Denizi hattındaki Avrupa ticaretinden sağlanıyordu. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (VOC) de hissedarları için büyük kârlar elde etmeyi başardı. Bu ekonomik refah artışı ise, yöneticilerde yerel halkın güçlenip otoriteye karşı başkaldırabileceği endişesini doğurdu. Nitekim, 1621 yılında Jan Pieterszoon Coen, Banda Adaları’nın neredeyse tüm yerli halkını katlettirdi. Bunu izleyen Altın Çağ, Hollanda tarihinin siyasi, kültürel ve ekonomik olarak en önemli dönemi oldu. En parlak dönemi özellikle eski Hollandalı resim ustaları şekillendirmiştir. Ancak bu dönemde daha sonraki Hollanda kolonileri de kurulmuş ve Portekizlilerden birkaç önemli bölgenin ele geçirilmesinin ardından Cumhuriyet, Atlantik ötesi köle ticaretinde de aktif rol oynamıştır. On yedinci yüzyılda, Afrikalı kölelerin ticaret yolları büyük ölçüde Gana'daki Elmina (Altın Sahili) üzerinden Surinam, Brezilya ve Karayip adalarına uzanıyordu. Elmina 1637'de, Axim 1642'de fethedildi. 1641'de Pieter Cornelisz önderliğinde. Jol ayrıca Angola'yı da fethetti. 550.000'den fazla insanın Hollanda gemileriyle köle olarak Amerika'ya getirildiği tahmin ediliyor.[kaynak?] Bu yolculuklar genellikle kötü koşullar altında gerçekleşiyordu ve insanlar yol boyunca ölüyordu. Kişisel zorlukların yanı sıra, bunun Afrika toplumları üzerinde yıkıcı etkileri de oldu. Doğrudan karlılık tahminleri farklılık göstermektedir, ancak kölelik olmasaydı Amerika'nın sömürgeleştirilmesi çok farklı olurdu. Asyalı kölelerin ticareti de yaygın olarak yapılıyordu. Köle, Altın Çağ'da Hollanda sömürge imparatorluğunun ekonomisinde işgücü olarak vazgeçilmezdi; On yedinci yüzyılın ikinci yarısında, Batavia sakinlerinin yarısı özgür olmayan insanlardan oluşuyordu. Hollanda eyaleti, ekonomik üstünlüğü sayesinde Eyaletler Meclisi üzerinde etkili olmuştur. Hollanda eyaleti ile Orange Hanedanı’nın çıkarları çatıştığında, hükümet işlevsiz hale gelebiliyordu. Hükümet Protestan’dı ve bireysel vicdan özgürlüğü tanınıyordu; ancak farklı dinlere açıkça ibadet etme özgürlüğü kısıtlanmıştı. Avrupa’nın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında hoşgörü daha fazlaydı; ancak bu, İspanya’daki gibi kitlesel bir göçü önlemeyi amaçlayan, pragmatik bir tercihti. Burjuvazi egemen sınıfa dönüşürken, soyluların ve din adamlarının etkisi azaldı. Naipler siyasi iklimi kontrol etmeye başladılar. 1648 yılında, naip II. Wilhelm’in karşı çıkmasına rağmen İspanya ile savaş sona erdirildi. II. Wilhelm’in iktidar girişimleri, 1650’deki ani ölümüyle sona erdi ve böylece Hollanda tarihinde ilk kez bir naip olmadan yönetilen dönem başladı. Bu dönem içeride “Gerçek Özgürlük”, dışarıda ise ticaret savaşlarıyla anıldı. Büyük ölçekli mekanik enerji üretimi ilk olarak rüzgâr ve su değirmenleriyle gerçekleşti. Altın Çağ'da Birleşik Eyaletler'de turba önemli bir enerji kaynağı olmuştur. Tüm bunlar, ancak Büyük Britanya Krallığı'ndaki Sanayi Devrimi'nin aşabildiği bir erken sanayileşmenin yolunu açtı. Bu arada İngiltere ve Fransa, iç sorunlarından kurtulmuş, ticaret ve nakliye işlerinden paylarını talep ediyorlardı. Daha sonra gerçekleşen Birinci İngiliz Savaşı Hollanda Cumhuriyeti tarafından kaybedildi. İkinci İngiliz Savaşı Kesin bir zaferle sonuçlanmış ve Hollanda filosu üstünlük sağlasa da, Cumhuriyet’in büyük güçleri birbirine karşı etkili bir şekilde kullanamaması durumunda zor duruma düşeceği giderek daha belirgin hâle gelmişti. Bu durum tarihe "Felaket Yılı" olarak geçen 1672 yılında açıkça görüldü. Yabancı birlikler şaşırtıcı bir hızla Su Hattı’na doğru ilerlerken, De Witt kardeşler Lahey’de linç edildi ve bunun ardından III. William, naip olarak göreve getirildi. Bu kriz, Turuncuların ülkede yeniden üstünlük kurmasına zemin hazırladı. III. William döneminde bu tehdit bertaraf edildi ve Michiel de Ruyter, 1673 yılında Fransa ve İngiltere'nin birleşik deniz kuvvetlerini mağlup etti. Bundan sonra III. William, Fransa Kralı XIV. Louis’nin yayılmacı politikalarına karşı bir Avrupa koalisyonu kurmaya odaklandı. 1688 yılında, III. William büyük bir orduyla İngiltere’ye çıkarma yaptı ve kayınpederi II. James’i tahtan indirerek “Muhteşem Devrim”i başlattı. İngiltere tahtına geçtikten sonra da Fransız hegemonyasına karşı yürütülen mücadelelere daha fazla odaklandı. 1688-1697 yılları arasındaki Dokuz Yıl Savaşları boyunca ve 1701’deki ölümüne kadar süren İspanya Veraset Savaşları’nda Fransa karşıtı koalisyonlarda önemli roller üstlendi. Cumhuriyet, siyasi ve askeri açıdan, ikinci stad sahibi olmayan dönemde ikinci sırada yer aldı. Ekonomik açıdan, Fransa ile kırk yıl süren savaşın ardından ortaya çıkan büyük ulusal borç, Cumhuriyet’in mali dengesini bozmuş; özellikle İspanya Veraset Savaşları sonrasında bu borç yükü, devletin taşıyabileceğinden fazla hâle gelmiş ve Cumhuriyet zamanla Büyük Britanya'ya ekonomik olarak bağımlı duruma düşmüştür. Yedi Eyalet, gece bekçisi devleti haline geldi. Ülkenin yönetimi, daha önce demokratik olmasa da halkın etkisinin hissedilebildiği bir yapıdayken, artık giderek içine kapanan bir egemen sınıfın kontrolüne geçti. Uzun süre boyunca uluslararası siyaset, Fransa-İngiltere çatışmaları üzerine kuruluydu; ancak Yedi Yıl Savaşı'ndan sonra Avrupa'da yeni bir güç dengesi oluştu. Bu durum artık etkili olmuyordu ve Cumhuriyet giderek büyük güçlerin insafına kalıyordu. Güney Denizi Balonu’nun çökmesiyle İngiltere’de ve John Law’un Mississippi Şirketi’nin batmasıyla Fransa’da büyük mali krizler yaşandı. Rotterdam borsasında da sert düşüşler yaşandı ancak bu düşüş, Londra ve Paris'te çok sayıda aksiyon yatırımcısının rüzgar ticaretinde yaşadığı kadar şiddetli olmadı. Amsterdam’daki Kalverstraat Caddesi’nde bulunan İngiliz kahvehanesine baskın düzenlendi. Belediye başkanları, aracıların balon ve rüzgar ticaretinde artık işlem yapmasını yasakladı. Dördüncü İngiliz-Hollanda Savaşı (1780-1784) neredeyse bir asırlık ittifakı sona erdirdi. Savaş Cumhuriyet için felaketle sonuçlandı ve yurtseverler arasında memnuniyetsizlik 1786 ve 1787'de tırmandı. Yerel düzeyde bir devrim hareketi şekillenmeye başladı; ancak Prusya'nın müdahalesiyle Turuncu Restorasyon süreci yaşandı. Birçok vatansever Fransa'ya kaçtı ve burada Fransız Devrimi'nde önemli rol üstlendi. Batavya Devrimi sırasında bu yurtseverler Cumhuriyet'e geri döneceklerdi. Coğrafya. Ülke üç büyük nehir tarafından iki ana bölgeye bölünür. Bu nehirler Ren ve onun ana kolları olan Waal ile Meuse nehirleridir. Bu nehirler tarihte derebeylikler arasındaki sınırı oluşturduğundan birtakım kültürel farklılıklara yol açmıştır. Hollanda'nın güneybatısı bir nehir deltasıdır ve Scheldt Nehri'nin iki kolu buradan denize dökülür. Ren Nehri'nin sadece bir kolu olan IJssel Nehri kuzeydoğuya doğru akar ve IJsselmeer'e dökülür. Bu nehir de dil açısından bir bölünme yaratır, nehrin doğusunda yaşayanlar Hollanda Aşağı Saksoncası ağzını konuşurlar. Ülkenin toprakları Kuvaterner döneminde oluşmuştur. Toprakları genelde alüvyon, buzultaş, çökeller ve kilden oluşur. Hollanda'nın büyük bölümü deniz seviyesinin altında yer alır. Ülkenin Avrupa topraklarındaki en yüksek noktası Limburg eyaletinde, Vaals kasabasının yakınında yer alan ve 322,4 metre yüksekliğindeki Vaalserberg tepesidir. 1287 yılında meydana gelen ve 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan St. Lucia Seli tarihteki en ölümcül sellerden biridir. Hollanda'daki son büyük sel 1953 yılında meydana geldi, selde Hollanda'nın tarım yapılan topraklarının %9'u sular altında kaldı ve 1.836 kişi öldü. Ülkede denizden kazanılan çok miktarda toprak mevcuttur. 1930'larda yapılan Zuiderzeewerken çalışmasında, denizden yaklaşık 2.500 kilometrekare toprak kazanıldı. Denizden kazanılan arazilere polder adı verilmektedir. Doğa. Hollanda'nın Önemli Park Alanları: 1- Keukenhof, Amsterdam'a 25 kilometre, Haarlem'e ise 17 kilometre mesafede bulunan Lisse kasabasında yer alır. 1949 yılında kurulan bu bahçe, 32 hektarlık bir alana yayılmakta olup, her yıl yaklaşık 7 milyon çiçek soğanı ekilmektedir. Ziyaretçilere, laleler başta olmak üzere sümbüller, nergisler ve diğer bahar çiçekleriyle süslü alanlar sunulmaktadır. Keukenhof, sadece Mart ortasından Mayıs ortasına kadar sekiz hafta boyunca ziyarete açıktır ve bu dönemdeki en yoğun ziyaret zamanı genellikle Nisan ortasıdır. 2025 sezonu için Keukenhof, 20 Mart – 11 Mayıs tarihleri arasında her gün 08:00 – 19:00 saatlerinde açıktır. 2019 yılında 1,5 milyon ziyaretçiye ev sahipliği yaparak, günlük ortalama 26.000 ziyaretçiye ulaşmıştır. Amsterdam’ın güneybatısında, “Duin- en Bollenstreek” (Kum ve Soğan Bölgesi) içinde yer alan bahçeye giriş ücretlidir ve biletler yalnızca resmî web sitesi üzerinden, seçilen zaman dilimlerine göre online olarak temin edilebilir. Keukenhof, trenle Haarlem veya Leiden istasyonlarına ulaşıldıktan sonra otobüsle erişilebilecek bir mesafededir. 2- Vondelpark – Amsterdam’da yer alan ve 1865’te açılan bu park, 47 hektar büyüklüğündedir. Açık hava tiyatrosu ve göletler gibi çeşitli alanlara sahiptir. 3. Amsterdamse Bos – Amsterdam, Amstelveen ve Aalsmeer arasında yer alan bu orman parkı 1.000 hektarlık alana sahiptir. 1934-1970 yılları arasında oluşturulmuştur. 4. De Biesbosch Ulusal Parkı – Kuzey Brabant ve Güney Hollanda eyaletlerinde yer alır. Tatlı su gelgit bataklıklarını içeren bir doğa alanıdır. 1421’deki Sint-Elisabeth seli sonrası oluşmuş, 1994'te ulusal park ilan edilmiştir. 5. Hortus Botanicus – Amsterdam’da yer alan ve 1638 yılında kurulan bu botanik bahçe, çeşitli bitki koleksiyonlarına ev sahipliği yapmaktadır. 6. Amstelpark – Amsterdam-Zuid’de yer alan park, 1972 Floriade bahçe sergisi için inşa edilmiştir. İçerisinde labirent, Japon bahçesi ve Riekermolen yel değirmeni bulunur. 7. Hoge Veluwe Ulusal Parkı – Gelderland eyaletinde, Otterlo, Hoenderloo ve Schaarsbergen köyleri arasında yer alır. Farklı ekosistemlere sahip olup, Kröller-Müller Müzesi ve bisiklet yolları da bu alandadır. 1935’te kurulmuş olup özel bir vakıf tarafından yönetilmektedir. 8. Loonse en Drunense Duinen Ulusal Parkı – Kuzey Brabant eyaletindeki Loon op Zand, Drunen ve Udenhout yerleşimleri arasında yer alır. 2002 yılında ulusal park ilan edilmiştir. Kum tepeleri ve çam ormanlarıyla tanınır. 9. Utrechtse Heuvelrug Ulusal Parkı – Utrecht eyaletinde, Doorn, Amerongen, Zeist ve çevresindeki yerleşimlerle çevrilidir. 2003 yılında ulusal park ilan edilmiştir. Ormanlık alanlar, vadiler ve köylerle çevrilidir. 10. Schiermonnikoog Ulusal Parkı – Friesland eyaletine bağlı Schiermonnikoog Adası’nda yer alır. 1989'dan beri ulusal park statüsündedir. Kuş çeşitliliğiyle öne çıkar. Wadden Denizi, 2009’da UNESCO Dünya Mirası ilan edilmiştir. 11. Lauwersmeer Ulusal Parkı – Groningen ve Friesland eyaletleri arasında yer alır. 2003 yılında ulusal park ilan edilmiştir. Önceden deniz olan bu alan, tatlı su gölüne dönüştürülmüştür. 12. Drentsche Aa Ulusal Parkı – Drenthe eyaletinde yer alır ve 2002’de ulusal park statüsüne kavuşmuştur. Drentsche Aa Nehri çevresinde, geleneksel tarım alanları ve köyleri korur. 13. Weerribben-Wieden Ulusal Parkı – Overijssel eyaletinde yer alır. 1992 (Weerribben) ve 2009 (Wieden) yıllarında birleştirilen doğal alanlardan oluşur. Sulak alan ekosistemlerine sahiptir. 14- Veluwezoom Ulusal Parkı – Gelderland eyaletinde bulunan park, 1930’da kurulmuştur ve Hollanda’daki ilk ulusal parktır. Ormanlık alanlar, fundalıklar ve yaban hayatı çeşitliliğiyle bilinir. 15. Nieuw Land Ulusal Parkı – Flevoland eyaletinde yer alır. 2018’de ulusal park ilan edilmiştir. Markermeer, Oostvaardersplassen ve Marker Wadden gibi alanları kapsar. 16. Kinderdijk Mill Network – Güney Hollanda’daki Alblasserwaard bölgesinde bulunur. 1997’de UNESCO Dünya Mirası ilan edilmiştir. Su yönetimi sistemini yansıtan 19 rüzgar değirmenine ev sahipliği yapar. 17. Zaanse Schans – Zaandam’da yer alır. Tarihi rüzgar değirmenleri, geleneksel atölyeler ve mimarisiyle tanınır. Açık hava müzesi niteliğindedir. 18. Efteling – Kaatsheuvel kasabasında bulunan ve 1952 yılında açılan bir tema parkıdır. Park, masalsı ve fantastik temalar formatında tasarlanmış olup, özellikle aileler için çeşitli eğlence seçenekleri sunmaktadır. Efteling tema parkında, masallar ve efsanelerle çevrili bir ortamda, hızlı trenler ve "Fata Morgana" adlı su gezintisi ve "Joris en de Draak" adlı ahşap hızlı tren gibi farklı aktiviteler vardır. 2023 yılında, Disneyland Paris,Europa-Park-Almanya ve Walt Disney Studios Park-Fransa'dan sonra Avrupa'da en çok ziyaret edilen dördüncü tema parkı oldu. 19. Walibi – Flevoland eyaletinin Biddinghuizen kasabasında yer alan ve 1971 yılında açılan bu tema parkta, "Lost Gravity" gibi yüksek hızda trenler ve çeşitli etkinlikler bulunmaktadır. 20. Dolfinarium – 1965 yılında açılan ve Harderwijk şehrinde yer alan bu deniz parkında yunus, deniz aslanı, mors ve balina gibi hayvanlar gösteriler yapmaktadır. Hayvanat Bahçeleri. 1913 yılında kurulan Royal Burgers’ Zoo, Hollanda’nın doğusunda Arnhem kentinde yer almakta olup yaklaşık 45 hektarlık bir alana yayılmıştır. Hayvanat bahçesi, yağmur ormanı, çöl, savan ve okyanus gibi çeşitli ekosistemleri kapsayan tematik alanlarıyla tanınır. Yaklaşık 500 farklı türde 10.000’i aşkın hayvan barındırmaktadır. Avrupa'nın en büyük yapay mercan resifine ev sahipliği yapmaktadır. 1857 yılında kurulan bu hayvanat bahçesi, Rotterdam’da yer almaktatır ve yaklaşık 28 hektarlık bir alan kaplamaktadır. Avrupa'nın en köklü hayvanat bahçelerinden biri olan Blijdorp, Oceanium adlı modern akvaryum bölümüyle dikkat çeker. Park, dünya genelinden gelen hayvan türlerine ev sahipliği yapmaktadır. 1968 yılında kurulan Safaripark Beekse Bergen, yaklaşık 120 hektarlık genişliğiyle Hollanda’nın alan bakımından en büyük hayvanat bahçesidir. Hilvarenbeek kentinde yer alan bu tesis, ziyaretçilere araba, otobüs, tekne veya yürüyüş yoluyla safari yapma imkânı sunar. Afrika kökenli büyük memeliler için doğal yaşam alanlarına benzer düzenlemeler içermektedir. 1838 yılında kurulan ARTIS, Hollanda’nın en eski hayvanat bahçesidir ve Amsterdam şehir merkezinde, yaklaşık 14 hektarlık bir alana kuruludur. Hayvanat bahçesi, aynı zamanda akvaryum, mikrobiyoloji müzesi (Micropia), planetaryum ve botanik bahçeyi de bünyesinde barındırır. Hollanda'nın ilk halka açık hayvanat bahçesi – ve dünyanın en eski beş hayvanat bahçesinden biri – olan ARTIS, şehrin kalbinde doğayı öğrenmek ve deneyimlemek için ilham verici bir mekân hâline gelmiştir. 2016 yılında açılan Wildlands, Emmen kentinde yaklaşık 22 hektarlık bir alanda kurulmuştur. Eski Emmen Hayvanat Bahçesi’nin yerini alan bu modern tesis, kutup bölgesi, yağmur ormanı ve savan gibi üç ana tematik alandan oluşur. Hayvanat bahçesi, geleneksel sergileme yöntemlerinden farklı olarak macera parkı konseptiyle tasarlanmıştır. 1932 yılında kurulan Ouwehands Dierenpark, Utrecht bölgesinde bulunan Rhenen kasabasında yer almakta ve yaklaşık 22 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Hayvanat bahçesi, dev pandalar ve kutup ayıları gibi nadir türleri barındırmasının yanı sıra geniş primat koleksiyonuna da sahiptir. Eğitim ve çocuklara yönelik etkinlikleri ile dikkat çeker. 2005 yılında kurulmuş olan GaiaZOO, Limburg eyaletinin Kerkrade kentinde bulunmaktadır ve yaklaşık 25 hektarlık bir alana sahiptir. Tesis, Avrupa ve Afrika kökenli hayvan türlerinin sergilendiği bölümlere yer vermekte olup, doğal yaşam alanlarına benzer biçimde düzenlenmiş barınak sistemleri ile tanımlanır. 1971 yılında açılan Apenheul, Gelderland eyaletinde yer alan Apeldoorn şehrinde konumlanmaktadır. Yaklaşık 10 hektarlık bir alanda faaliyet göstermektedir. Yalnızca primat türlerinin sergilendiği uzmanlaşmış bir hayvanat bahçesidir. Bazı türlerin serbest dolaşımına izin veren açık sergi düzenlemeleri mevcuttur. 2000 yılında faaliyete geçen ZooParc Overloon, Kuzey Brabant eyaletindeki Overloon kasabasında yer almakta olup yaklaşık 21 hektarlık bir alanı kapsamaktadır. Park, farklı kıtalara özgü hayvan türlerinin tematik olarak gruplandırıldığı sergi alanlarına sahiptir. Tesis, yürüyüş rotaları üzerinden gezilebilecek şekilde planlanmıştır. 2004 yılında açılan Dierenrijk, Kuzey Brabant eyaletinde yer almakta ve Eindhoven kentine komşu olan Mierlo’da konumlanmaktadır. Yaklaşık 10 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Park, hayvan türlerinin izlenmesine olanak tanıyan açık alan düzenlemelerine sahiptir. Koleksiyonunda memeliler, kuşlar ve deniz memelileri gibi çeşitli türler yer almaktadır. Ekonomi. Hollanda çok güçlü bir ekonomiye sahiptir ve yüzyıllardır Avrupa ekonomisinde özel bir rol oynamıştır. 16. yüzyıldan beri gemicilik, balıkçılık, ticaret ve bankacılık Hollanda ekonomisinin en önemli sektörleri olmuştur. Hollanda, dünyanın en fazla ihracat yapan ilk on ülkesinden biridir. Hollanda itibarıyla SAGP bazında dünyadaki . büyük ekonomiye sahiptir ve kişi başına düşen ile dünyanın . zengin ülkesidir. 1997-2000 yılları arasında yıllık büyüme Avrupa ortalamasının oldukça üstünde olan %4 civarında seyretti. 2001-2005 yılları arasında büyüme tüm dünyayla birlikte yavaşlasa da 2007'nin üçüncü çeyreğinde yeniden %4.1'e çıktı. Eurostat'a göre Hollanda'da işsizlik oranı Ekim 2011 itibarı ile %4.8'dir ve bu Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki en düşük orandır. Dil. Resmi dil, sakinlerin büyük çoğunluğu tarafından konuşulan Felemenkçe'dir. Hollanda'da en çok konuşulan lehçe Hollandaca lehçesidir. Flemenkçe'nin yanı sıra, Batı Frizce, kuzeydeki Frizya eyaletinde (Batı Frizcesinde "Fryslân ) ikinci bir resmi dil olarak kabul edilmektedir." Krallığın Avrupa kısmında diğer iki bölgesel dil, Avrupa Bölgesel Diller ve Azınlık Dillerini Koruma Antlaşması kapsamında tanınmaktadır. Bu tanınan bölgesel dillerin ilki Aşağı Saksonca'dır (Flemenkçe "Nedersaksisch"). Aşağı Saksonya, Twente bölgesindeki Tweants ve Drenthe eyaletindeki Drents gibi Hollanda'nın kuzey ve doğusunda konuşulan Aşağı Almanca dilinin birkaç lehçesinden oluşur. İngilizce, Saba ve Sint Eustatius'un özel belediyelerinde resmi bir statüye sahiptir. Bu adalarda yaygın olarak konuşulur. Papiamento, Bonaire özel belediyesinde resmi bir statüye sahiptir. Yidiş ve Çingenece 1996 yılında Hollanda'da bölgesel olmayan diller olarak kabul edildi. Hollanda eğitim yasalarında resmiyet kazanmış bir yabancı dil öğrenme geleneğine sahiptir. Toplam nüfusun yaklaşık %90'ı İngilizce, %70'i Almanca ve %29'u Fransızca konuşabildiklerini belirtmektedir. İngilizce, tüm ortaokullarda zorunlu bir derstir. Çoğu alt düzey ortaokul eğitiminde ilk iki yıl boyunca ek bir modern yabancı dil zorunludur. Din. 2023 yılında Hollanda İstatistikleri, toplam nüfusun %58'inin kendisini dinsiz olarak tanımladığını tespit etti. Hollanda'da dindar olmayanları temsil eden gruplar arasında Humanistisch Verbond bulunmaktadır. Katolikler toplam nüfusun %17'sini, Protestanlar ise %13'ünü oluşturuyordu. İslam toplam nüfusun %6'sını, diğer Hristiyan mezheplerinin ve diğer dinlerin (Yahudilik, Budizm ve Hinduizm gibi) takipçileri de kalan %6'lik kısmı oluşturuyordu. Hollanda'nın güney eyaletleri tarihsel olarak güçlü bir şekilde Katolik mezhebine mensup olmuştur ve bazıları Katolik Kilisesi'ni kültürel kimliklerinin bir temeli olarak görmektedir. Hollanda'daki Protestanlık, çeşitli gelenekler içinde bir dizi kiliseden oluşur. Bunların en büyüğü, oryantasyonda Kalvinizm ve Lütercilik olan birleşik bir kilise olan Hollanda'daki Protestan Kilisesi'dir. Aralık 2014'te yapılan bir anket, Hollanda'da ilk kez ateizmin (%25) teizmden (%17) daha fazla olduğu, nüfusun geri kalanının ise agnostik (%31) veya ietsist (%27) olduğu sonucuna varmıştır. Eğitim. Hollanda'da eğitim 5 ila 16 yaşları arasında zorunludur. Bir çocuğun "başlangıç yeterliliği" (HAVO, VWO veya MBO 2+ derecesi) yoksa, böyle bir yeterliliğe veya seviyeye ulaşana kadar yine de derslere katılmak zorunda kalır. Hollanda'daki tüm çocuklar genellikle (ortalama olarak) 4 ila 12 yaşları arasındaki ilkokula giderler. İlki isteğe bağlı olan sekiz sınıftan oluşur. Bir yetenek sınavına, sekizinci sınıf öğretmeninin tavsiyesine ve öğrencinin ebeveynlerinin veya bakıcılarının görüşüne dayanarak, orta öğretimin üç ana dalından biri için bir seçim yapılır. Belirli bir akışı tamamladıktan sonra bir öğrenci, bir sonraki akışın sondan bir önceki yılında devam edebilir. Hollanda’daki üniversite eğitim sistemi, dünya çapında tanınan kaliteli bir eğitim sunar ve genellikle araştırma üniversiteleri ve uygulamalı bilimler üniversiteleri olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır. Hollanda’daki üniversiteler, kamu ve özel olarak sınıflandırılabilir. Kamu üniversiteleri, devlet tarafından finanse edilirken, özel üniversiteler daha bağımsız bir yapıya sahiptir. Ulaşım. Hollanda yollarındaki hareketlilik 1950'lerden bu yana sürekli olarak büyümüştür ve şu anda dörtte üçü otomobille olmak üzere taşıtlar yılda 200 milyar km kat eder. Hollanda'daki tüm seyahatlerin yaklaşık yarısı arabayla, %25'i bisikletle, %20'si yürüyerek ve %5'i toplu taşıma ile yapılmaktadır. Karayolu taşımacılığı. 2.758 km otoyolu içeren toplam 139.295 km'lik karayolu ağı ile Hollanda, dünyanın en yoğun karayolu ağlarından birine sahiptir; yol yoğunluğu Almanya ve Fransa'dan çok daha fazladır, ancak yine de Belçika kadar yoğun değildir. Toplu Taşıma. Tüm mesafenin yaklaşık %13'ü, çoğunluğu trenle olmak üzere toplu taşıma araçları ile kat edilmektedir. Diğer birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, Hollanda demiryolu ağının 3.013 km'lik güzergahı da oldukça yoğundur. Ağ çoğunlukla yolcu demiryolu hizmetlerine odaklanır ve 400'den fazla istasyonla tüm büyük kasaba ve şehirleri birbirine bağlar. NS (Nederlandse Spoorwegen), 1938 yılında Hollanda'daki çeşitli demiryolu şirketlerinin birleşmesiyle kurulmuş ulusal demiryolu işletmecisidir. Bisiklet. Bisiklet, Hollanda'da her yerde bulunan bir ulaşım aracıdır. Hollandalıların en az 18 milyon bisiklete sahip olduğu, bu da kişi başına birden fazla bisiklete sahip olduğu ve yollardaki yaklaşık sayısı 9 milyon olan motorlu taşıt sayısının iki katı olduğu tahmin ediliyor. 2013 yılında, Avrupa Bisikletçiler Federasyonu, hem Hollanda'yı hem de Danimarka'yı Avrupa'daki en bisiklet dostu ülkeler olarak sıraladı,  ancak Hollandalıların çoğu (%36) Danimarkalılardan (%23) daha fazla bisikleti en sık kullandıkları araç olarak listelediler. Havayolu. Hollanda'da bulunan Amsterdam Schiphol Havalimanı Hollanda'nın en büyük havalimanı ve Avrupa'nın ise en büyük havalimanlarından biridir. 2019 yılında yolcu trafiği bakımından Avrupa'nın en işlek 3., Dünya'nın ise en işlek 12. havalimanıdır. Hava taşımacılığı, tüm adaların kendi havaalanına sahip olduğu Hollanda'nın Karayipler kısmı için hayati öneme sahiptir. Buna Saba'daki dünyanın en kısa pisti de dahildir. Kültür. Sanat. Hollanda'nın tanınmış birçok ressamı vardır. Orta Çağ'da Hieronymus Bosch ve Pieter Brueghel (baba) önde gelen Hollandalı öncüler arasında gösterilebilir. Hollanda Altın Çağı boyunca, Hollanda Cumhuriyeti müreffehti ve gelişen bir sanatsal harekete tanık oldu. Bu 17. yüzyıl dönemini kapsayan Hollandalı Ustalar; Rembrandt, Johannes Vermeer, Jan Steen ve Jacob van Ruisdael'i içeriyordu. 19. ve 20. yüzyılın ünlü Hollandalı ressamları arasında Vincent van Gogh ve Piet Mondrian vardır. UNESCO Dünya Mirası Listesi ve Hollanda Hollanda, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan birçok önemli alana sahiptir. İşte bu alanlar: 1- Schokland ve Çevresi – Flevoland eyaletinde yer alır. Eskiden bir ada olan bu alan, Hollanda'nın suya karşı yürüttüğü uzun mücadeleyi sembolize eder. 1995 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 2- Kinderdijk-Elshout Yel Değirmenleri – Güney Hollanda eyaletinde Kinderdijk’tadır. 18. yüzyılda inşa edilen bu yel değirmenleri, su seviyesini kontrol etmeye yönelik tarihsel bir mühendislik sisteminin parçasıdır. 1997 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 3- Woudagemaal (Buharlı Pompa İstasyonu) – Friesland eyaletinde, Lemmer kasabasındadır. 1920’de açılan bu tesis, su taşkınlarını önlemeye yönelik buharlı bir pompa sistemidir. 1998 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 4- Rijksmuseum – Amsterdam’dadır. Hollanda'nın en büyük ve en ünlü müzelerinden biridir ve 17. yüzyıl Hollanda altın çağının sanatını sergiler. 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 5- Sint-Servaas Bazilikası ve Belediye Binası – Maastricht şehrindedir. 11. yüzyıldan kalma bu tarihi yapılar, Batı Avrupa'nın erken Orta Çağ mimarisinin önemli örneklerindendir. 2002 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 6- Marken Adası – Kuzey Hollanda eyaletindedir. Hollanda'nın geleneksel yaşam tarzını yansıtan, ahşap evleriyle ünlü bir adadır. 2003 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 7- Breda Kalesi – Breda şehrinde yer alır. 12. yüzyıldan kalma olan bu kale, Hollanda'nın askeri tarihi açısından önemli bir yapıttır. 2007 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 8- Wadden Denizi – Friesland ve Groningen eyaletleri açıklarında, kuzey kıyı şeridinde bulunur. Gelgitlerle sürekli değişen bu kıyı alanı, kara ve deniz arasındaki doğal geçiş bölgesidir. 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 9- Amsterdam’ın Kanal Halkaları – Kuzey Hollanda eyaletinde, Amsterdam şehir merkezinde yer alır. 17. yüzyılda planlanan bu kanal sistemi, şehirleşmenin suyla uyumlu bir biçimde nasıl şekillendiğini gösterir. 2010 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 10- Hoge Veluwe Milli Parkı – Gelderland eyaletinde, Arnhem yakınlarında yer alır. Hollanda'nın en büyük özel milli parkıdır ve zengin doğal hayatı ile ünlüdür. 2010 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 11- Paleis Het Loo – Apeldoorn yakınlarında, Gelderland eyaletindedir. Hollanda Kraliyet ailesinin eski yazlık sarayıdır ve Hollanda'nın tarihî monarşik yapısını simgeler. 2011 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 12- Van Nelle Fabrikası – Güney Hollanda eyaletinde, Rotterdam şehrindedir. 20. yüzyıl başlarında modernist mimari anlayışla inşa edilmiş bir endüstri yapısıdır. 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. 13- Eise Eisinga Planetaryumu – Friesland eyaletinde, Franeker kasabasındadır. Güneş sistemini mekanik olarak gösteren, halen çalışan bir 18. yüzyıl planetaryumudur. 2023 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. Spor Hollanda'daki 16,8 milyon kişinin yaklaşık 4,5 milyonu ülkedeki 35.000 spor kulübünden birine kayıtlıdır. 15 ile 75 yaş arasındaki nüfusun yaklaşık üçte ikisi haftalık olarak spor yapıyor. Futbol Hollanda'da en popüler takım sporudur ve onu çim hokeyi ve voleybol izlemektedir. Hollanda'nın en başarılı futbol kulüpleri Ajax, Feyenoord, PSV Eindhoven ve AZ Alkmaar olup en üst seviye futbol ligine Eredivisie denir. Ajax kazandığı birçok kupayla dünyanın en başarılı takımlarından birisi olup Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu'na göre "20. yüzyılın en başarılı" yedinci kulübüdür. Hollanda millî futbol takımı 1974, 1978 ve 2010 Dünya Kupası'nda ikinci oldu ve 1988 Avrupa Şampiyonası'nı kazandı. "Sports Illustrated'in" tüm zamanların en büyük 50 futbolcusu arasında gösterilen Johan Cruyff (#5), Marco van Basten (#19), Ruud Gullit (#25) ve Johan Neeskens (#36) Hollandalıdır. Hollanda'nın futbol dışında dünya çapında büyük başarılar elde ettiği diğer branşlar, hız pateni (sürat pateni), hokey, atletizm ve bisiklet yarışlarıdır. Yönetim ve Politika. Hollanda’da eyaletlerin başında bulunan yöneticiye Kralın Komiseri "Commissaris van de Koning" denir. Bu kişi, doğrudan halk tarafından seçilmez; eyalet meclisi (Provinciale Staten) tarafından aday gösterilir. Aday, Hollanda hükümetinin onayıyla resmi olarak kral tarafından atanır. Görev süresi genellikle altı yıldır ve yeniden atanabilir. 17 Nisan 2025 itibarıyla Hollanda'nın 12 eyaletinin kraliyet komiserleri aşağıdaki gibidir: Hollanda'nın illeri. Hollanda 12 il/eyalet () ile 3 denizaşırı kamu yönetiminden () oluşur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4347", "len_data": 36012, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.25 }
Lüleburgaz ( "Arkadiopolis", Bulgarca: Люлебургас "Lyuleburgas"), Türkiye'nin Kırklareli iline bağlı bir ilçedir. İlçenin sınırları dahilinde altı belde ve otuz köy bulunmaktadır. Çorlu, Çerkezköy, Edirne ve Tekirdağ'dan sonra Doğu Trakya'nın beşinci en büyük yerleşim yeridir. Kırklareli'nin güneyinde, sanayisi ve tarımı ile öne çıkan Lüleburgaz, söz konusu ilin en büyük ve en gelişmiş ilçesidir. Tarihçe. Lüleburgaz ve civarı milattan önceki dönemde Trak, Büyük İskender ve Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdi. Roma İmparatorluğu'nun bölünme döneminde Bizans egemenliğine girdi. Lüleburgaz, Osmanlı'nın kuruluş döneminde Osmanlı'nın eline geçti. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Kırkkilise sancağının ikinci sınıf bir kazası olan Lüleburgaz kazası içinde 2 nahiye ve 30 köyde 3492 evde 14950 nüfus bulunur. Kaza içinde 22 cami ve bir mescit vardır. Büyük caminin harem avlusunda 17 odalı bir medrese vardır. Kazada 20 okul, telgrafhane, belediye dairesi, jandarma dairesi, aşar ambarı, büyük saat kulesi, 2 hamam, 20 çeşme, su kemeri ve çömlekhane vardır. 14. yüzyıldan 1919'a kadar Osmanlı egemenliğinde kalan Lüleburgaz, Türk Kurtuluş Savaşı'nın önemli kongrelerinden Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin düzenlediği Lüleburgaz Kongresi'ne sahne oldu. Sevr Antlaşması'ndan sonra yöre Yunanlarca işgal edildi. Yöre, işgalden ancak Mudanya Mütarekesi'nden sonra kurtulabildi. Coğrafya. Lüleburgaz, Kırklareli ilinin güneyinde yer almakta olup, doğusunda Tekirdağ ilinin Saray ve Çorlu ilçeleri, batısında Kırklareli ilinin Babaeski ilçesi, kuzeyinde Kırklareli ilinin Pınarhisar ilçesi ve güneyinde ise Tekirdağ ilinin Hayrabolu ve Muratlı ilçeleriyle çevrilmiştir. Kırklareli ilinin en büyük yerleşim yeri olan ilçenin toplam alanı 1372 hektar olup, ilçe merkezinin denizden yüksekliği 30 metredir. İklim genel olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuktur. Genellikle kışın Balkanlardan gelen soğuk hava akımlarından etkilenmektedir. Nüfus. Lüleburgaz ilçesinin toplam nüfusu 2020 yılı verilerine göre 152.192 kişidir. Bunun 122.635'i ilçe merkezinde 29.557'si ise belde ve köylerdedir. 2000 yılına göre ilçe nüfusunda %29'luk bir artış görünmektedir. Bu artış ilçe merkezinde %55 olarak görülürken kırsal nüfus da ise %24'lük bir azalma görülmüştür. Nüfus artış oranı ülke genelinin çok üzerinde olup, artış genellikle diğer bölgelerden ve köylerden şehre yoğun göçten kaynaklanmaktadır. Özellikle tekstil ve kimya sanayisinin burada toplanması nedeniyle farklı bölge ve şehirlerden göç almaktadır. Folklor. Dere Geliyor Dere, Ah Tren Kara Tren şarkısı Lüleburgaz yöresine aittir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4351", "len_data": 2669, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.47 }
Özel hukuk, toplumun birbiriyle eşit haklara sahip üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk alanıdır. Medeni hukuk, ticaret hukuku, devletler özel hukuku ve borçlar hukukunu kapsar. Türkiye'de bu alanı düzenleyen başlıca yasalar Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'dur. Bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen özel hukukta, devlet düzenleyici ve uygulayıcı olarak yaptırım aşamasında bu hukuka müdahale eder (bireyin yargıya başvurması gibi). Ancak, devlet, kamu kurumlarının tüzel kişi olarak bireylerle ilişkisinde, birey gibi özel hukuka tabi olur. Devlete ait ticari işletmelerin bireylerle olan iş ilişkileri de özel hukuka girebilir (kiralar, bankalar). Özel hukuk alanında temel ilke olan serbestlik ilkesine göre 'kanunla yasaklanmamış her şey meşrudur'. Özel hukukta, bir kimseye, hukuk düzeninin sağladığı yetkilere hak denir. Hakkın kullanılması veya kullanılmaması kişiye bırakılmıştır. Kişi hakkını doğrudan veya tasarruf ile kullanır. Ehliyeti olmayanlar, haklarını temsilci, velayetçi ile kullanırlar. Bir hak, medeni kanuna göre dürüstlükle bağdaşır olmalıdır. Aksi halde, bir hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Haklar, mutlak ve nisbi, ayni ve kişisel haklar, malvarlığı hakları, kişivarlığı hakları, inşai haklar başlıklarına ayrılır. Sahipsiz hak olmaz, her hakkın bir sahibi vardır. Hak sahibi, gerçek veya tüzeldir. Hak ehliyeti yönünden herkes eşittir. İnsanlar hak ehliyetini doğumla kazanır ve buna kişilik denir. Kişilik, hukukun temel kavramıdır. Haklar, aslen veya devren kazanılır. Bazı haklar, devredilemez. Hakkın yitirilmesi kişiliğin sona ermesi veya feragat iledir. Özel hukuk, bireylerin tam bir eşitlik içerisinde, tamamen kendi iradelerine dayanarak (hiçbir baskı gözetmeksizin) aralarında yaptıkları anlaşmaların dayandığı hukuksal haktır. Örneğin; ev kiralamak isteyen bir bireyin ev sahibiyle aralarında imzaladıkları sözleşme 'Özel Hukuk'u temsil eder. Özel Hukuk'ta 'Sözleşme Serbestliği' (yani bireyler kendi isteklerini çekinmeden dile getirebilir ve çekincelerini açıkça ifade edebilirler. Sözleşme Serbestliği tamamen bireylerin kendi iradelerini esas alır.) bireyler (ev sahibi ve kiracı) bu sözleşmede isteklerini belirtirler kendi iradeleriyle Özel Hukuk haklarını kullanmış olurlar. Şirketlerin aralarındaki yaptıkları sözleşmeler, ev sahibi-kiracı sözleşmeleri ve uluslararası örgütlerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeler özel hukuka örnek olarak gösterilebilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4356", "len_data": 2458, "topic": "LAW", "quality_score": 3.92 }
Bahçesaray (Kırım Tatarcası: "Bağçasaray", Ukraynaca: Бахчисарай, Rusça: Бахчисарай). Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney kısmında bulunan bir şehir. Kırım Hanlığı'nın başşehri. Doğusunda küçük bir şerit halinde Karadeniz'e kıyısı olan şehir; günümüzde Kırım Dağları'nın çevresindeki Çürüksü Deresi vadisinde, Simferepol-Sivastopol demiryolu üzerinde yer alır. Şehir, Osmanlılara tabi olduğu 1475 yılından, Küçük Kaynarca Antlaşması'yla özerk olduğu 1774 yılına dek yaklaşık 299 yıldır Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Kırım Hanlığı'nın bir kenti olmuştur. Şehrin Tarihi. Şehir, 1475'te Fatih Sultan Mehmed'in komutanlarından Gedik Ahmed Paşa tarafından ele geçirilerek Osmanlı İmparatorluğuna tabi olmuştur. Önceleri küçük bir yerleşim yeri olan Bahçesaray, 1503'te I.Mengli Giray Han'ın Çürüksu Irmağı'nın kenarına yaptırdığı Han Sarayı'nın giderek gelişmesi ile oluşmuş ve daha sonra Kırım Hanlığı'nın başkenti olmuştur. Böylelikle Kırım'ın yönetim ve kültür merkezi olan Bahçesaray'da, Han Sarayı'na eklenen yeni bölümlerin yanı sıra pek çok cami ve medrese gibi eserler de inşa edilmiştir. Bu eserlerin içinde; I. Mengli Giray Han ve I. Hacı Giray Han'ın türbeleri de vardır. 1525 Yılında Çerkesler tarafından yağmalandı. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasındaki 1677-81 savaşını bitiren ve Dinyeper'in Batı kıyısını Osmanlı İmparatorluğu'na, doğu kıyısını ise Rusya'ya bırakan Bahçesaray Antlaşması 1681'de bu şehirde imzalanmıştır. Kent, 1736'daki Rus işgali sırasında büyük tahribat görmüştür. 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya, Kırım'ın bağımsızlığını ve tarafsızlığını Osmanlı İmparatorluğu'na kabul ettirdikten sonra 1783'te Kırım'ı ilhak etmesi sonucunda Bahçesaray da Rusya egemenliği altına girmiştir. Şehir bu süre içinde de Tatarların önemli bir kültür merkezi olmuştur. I. Hacı Giray Han'ın türbesi, Zincirli Medrese, Kırım Müftülüğü'nün de bulunduğu Salacık, Bahçesaray'ın önemli bir semti konumundadır. Buradaki tarihi kabristan alanında Kırım hanlarının yanı sıra, Kırım'ın milli liderleri İsmail Gaspıralı ile sürgünde öldükten sonra Bahçesaray'a mezarları getirilen Ahmet Özenbaşlı ve Mustafa Edige Kırımal'ın da mezarları bulunmaktadır. Sovyet yönetimi döneminde tahrip edilen edilen han türbeleri Türkiye tarafından tamir edilmekte olup, TİKA tarafından onarılan Hacı Giray Han Türbesi 18 Mayıs 2009 tarihinde ziyarete açılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4360", "len_data": 2387, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Bahçeşehir, İstanbul'un Başakşehir ve Esenyurt ilçesinde yer alan bir semt. Küçükçekmece Gölü'nün kuzeybatısında yer alan TOKİ tarafından toplu konut projeleri çerçevesinde yapılaşmaya açıldığı son 15 yıl içinde planlı bir şekilde büyüyerek bir uydu kent halini alan Başakşehir, Türkiye'nin ilk uydukenti olarak tanımlanmıştır. Bahçeşehir, nüfus yapısı açısından yüksek sosyoekonomik sınıfın egemen olduğu bir semt olarak tanımlanmıştır. Sahip olduğu çeşitli iş yerleri ve ofislerle de bir iş ve ticaret merkezi olma özelliği de taşımaktadır. Tarihçe. Bahçeşehir'e ilk yerleşim 1994 yıllarında başlamış olup, o zamanki Emlak Bankası ve Mesa Nurol tarafından yapılmıştır. Bahçeşehir projesi 4.703.000 m²'lik alan içerisinde, toplam 15.400 konutun oluşacağı bir uydu kent projesi olarak planlanmıştır. Bahçeşehir'de yapılan son konutlar TOKİ tarafından yapılmıştır Bahçeşehir projesi, 1996 yılında Birleşmiş Milletler Habitat II Konferası çerçevesinde, "Kurumsal Uygulamalar ve Projeler" ödülüne, 1997 yılında da Kanada'da "Yeni Kentsel Yerleşim Anlayışı" ödülüne layık görülmüştür. Demografi. Bahçeşehir 1. kısmın 2023 verilerine göre 36.693 nüfusu, Bahçeşehir 2. Kısımın 60.171 nüfusu vardır. Esenkent'in nüfusu ise 2023 verilerine göre 9493, 2015 yılında Esenkent'ten ayrılıp kurulan Aşık Veysel'in ise 15.161 nüfusu vardır. Bu verilere bakılarak Bahçeşehir semtinin 121.518 nüfusu olduğunu söyleyebiliriz. Zaman zaman sonradan gelişen Ispartakule semti de Bahçeşehir olarak anılmaktadır. Ulaşım. Bahçeşehir toplu konut alanı TEM Otoyolu ile İstanbul'un her semtine kesintisiz yollar ile bağlanmaktadır. Türkiye'yi Avrupa'ya bağlayan İstanbul-Edirne demiryolunun yaklaşık 3 kilometrelik kısmı bu alanın içinden geçmekte, Ispartakule tren istasyonu burada bulunmaktadır. Ayrıca, 23 Mayıs 2022 tarihi itibarı ile Bahçeşehir'den Halkalı Tren İstasyonu'na günde ikişer sefer olmak üzere yeni bir hat (B2 (Halkalı – Bahçeşehir) Banliyö Treni) hizmete girmiştir. Bölgede ulaşım genel olarak İETT otobüsleriyle sağlanmaktadır. Altyapı. Bugüne kadar tamamlanmış ve faaliyete geçmiş 1 fen ve teknoloji lisesi, 4 özel ilk-orta öğretim okulu, 2 devlet ilköğretim okulu, 1 devlet lisesi, 2 özel lise, 2 sağlık merkezi (resmi-özel), karakol, amfitiyatro, PTT santralı ile kültür-eğlence ve alışveriş merkezleri semt sakinlerinin hizmetindedir. Bahçeşehir'de kişi başına 12 m² yeşil alan düşmekte ve ağaçlandırmanın devamlılığını sağlamak için de 40.000 m²'lik bir alan fidanlık olarak kullanılmaktadır. Yeşil alanların sulanmasına kaynak sağlamak amacı ile atık su arıtma tesisi kurulmuştur, tesisin ana amacı hem çevre kirliliğini önlemek hem de yeşil alanların sulanmasına yardımcı olmaktır. Büyük bir yapay gölet, Bahçeşehir'in 300.000 m²'lik yeniden yapılanma alanı içerisinde yer almaktadır. Bahsi geçen 26.000 m²'lik göletin de yer aldığı komplekste, çeşitli restoranlar, özel kulüpler, bar, disko, çay bahçesi ve atlı spor alanı gibi tesisler bulunmaktadır. Belediye. 12 Aralık 1998 tarihinde Hoşdere köyünde "Bahçeşehir" adıyla belde belediyesi kuruldu. Kuruluşundan kısa bir süre sonra belediye, Avrupa Çevre Diploma (2001) ve Avrupa Şeref Bayrağı (2005) ödülleriyle ödüllendirilmiştir. Türkiye'de ilk kez aile hekimliği uygulaması, ilk kez bir kentteki bütün öğrenci, çocuk ve gençlerin "Çevre Müfettişi" olarak belediye başkanının yetkileriyle donatılmasıyla gönüllülüğünün sağlanması, PazarTürk isimli Türkiye'nin ilk modern halk pazarının kurulması ve bir kamu kurumunda ilk kez İSO 9001 Kalite Standartlarının uygulanması gibi birçok yeniliklere imza atılmıştır. Bu proje ve uygulamaları ile birlikte dönemin Bahçeşehir Belediye Başkanı, 2004 yerel seçimlerinde %74.2 oy oranı ile yeniden seçilmiştir. Bahçeşehir Belediye Başkanları. Bahçeşehir, 2008 yılında çıkarılan yasalar sonucunda belediye statüsünü kaybetmiştir. Şu anda Başakşehir ilçesine bağlıdır. İlçe olma tartışması. Belediye statüsünü kaybedip yaklaşık 30 km ötedeki Başakşehir'e bağlanmaya itiraz eden Bahçeşehirliler, başta Bahçeşehirliler Derneği (BADER) olmak üzere çeşitli STK'lar aracılığıyla bu durumu dile getirdi. Buna karşılık 2011 yılında CHP milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Bahçeşehir'in ilçe olması için kanun teklifinde bulundu. Fakat kanun teklifi kabul edilmedi. 2023 yılına gelindiğinde Bahçeşehirliler Derneği; coğrafi şartları, demografik yapıları ile kent yaşamına dair talepleri ve sorunları benzer olan Bahçeşehir ile komşu mahalleleri Ispartakule, Tahtakale, Esenkent, Aşık Veysel, Koza, Orhan Gazi, Şahintepe, Şamlar, Deliklikaya, Ömerli, Hadımköy, Hastane, Sazlıbosna ve Yeşilbayır'ın birleşerek Bahçeşehir merkezli yeni bir ilçe kurulması için Change.org'dan bir imza kampanya başlattı. Kısa sürede binlerce imza toplayan kampanyaya çeşitli siyasi partiler, STK ve muhtarlardan destek geldi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4361", "len_data": 4788, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.4 }
Aluşta (Kırım Tatarcası: Aluşta, Ukraynaca: Алушта, Rusça: Алушта) Ukrayna'nın Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney sahilinde bölgesel öneme sahip bir şehir. İmparator I. Justinianus tarafından MS 6. yüzyılda kurulan, günümüzde bir tatil yeridir. Karadeniz sahilinde, Hurzuf'tan gelip, Sudak yolunun çizgisinin üzerinde olmasının yanı sıra, Kırım Troleybüs hattı üzerinde yer almaktadır. Bölge, Kırım dağlarına olan yakınlığı ve kayalık arazi nedeniyle dikkat çekicidir. Bizans savunma kulesi kalıntıları da vardır ve şehir adını 15. yüzyılda Ceneviz kalesinden almıştır. Kasaba, Bizans İmparatorluğu'nda "Aluston" (Αλουστον), Ceneviz hakimiyeti sırasında ise "Lusta" ismine sahipti. 1910 yılında, 544 Yahudi, şehir nüfusunun yaklaşık % 13'ünü oluşturan Aluşta'da yaşadı. 1939 yılında, 251 kişi ile kasaba toplam nüfusun sadece % 2.3'ünü oluşuyorlardı. II. Dünya Savaşı sırasında, 4 Kasım 1941 tarihinde, Almanlar kasabayı işgal etti ve 24 Kasım 1941'de, Sonderkommando 10 birimi yakaladığı diğer komünistlere ve partizanları ile birlikte 30 Yahudiyi öidürdü. 1941 Aralık ayı başında, Aluşta'da yaklaşık 250 Yahudi Sonderkommando 11b tarafından vurularak idam edildi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4363", "len_data": 1164, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.6 }
Comunidad Valenciana (Valensiyaca: "Comunitat Valenciana"), İspanya'nın özerk bir topluluğudur. 5 milyondan fazla nüfusuyla Endülüs, Katalonya ve Madrid'den sonra en kalabalık dördüncü İspanyol özerk topluluğudur. Aynı adı taşıyan başkenti Valensiya, İspanya'nın üçüncü en büyük şehridir. Topluluk, İber Yarımadası'nın doğu tarafında, Akdeniz kıyısında yer almaktadır. Kuzeyde Katalonya, batıda Aragon ve Kastilya-La Mancha ve güneyde Murcia özerk toplulukları ile komşudur. Valensiya Topluluğu, Castellón, Valensiya ve Alicante olmak üzere üç ilden oluşur. Başkenti Valensiya şehridir. Bölge idari olarak 3 ile bölünmüştür. Alanı 23.255 km² nüfusu 5.029.601 kişidir. Bölge başbakanı Ximo Puig'dır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4365", "len_data": 698, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.42 }
Kamu hukuku veya amme hukuku, devlet ve vatandaşlar veya devletin kendi kurumları arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk alanıdır. Özel hukuktan ayrılması sırf teorik bir ayrım değil, başvurulacak mahkemenin belirlenmesi açısından da önemlidir. Kamu hukukunun konusu olan devlet ve yurttaş arasındaki hukuksal uyuşmazlıklar, özel hukuk uyuşmazlıklarında yetkili sulh ve asliye mahkemelerinde değil, idare mahkemelerinde çözülür. Ceza hukuku da, ceza verme yetkisi sadece devlete ait olduğundan kamu hukuku alanına girer. Hukuki bir çatışmanın özel mi, kamusal mı olduğunun belirlenmesi için çeşitli teoriler geliştirilmiştir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4366", "len_data": 625, "topic": "LAW", "quality_score": 4 }
Akmescit (; Osmanlı Türkçesi: آق مسجد) veya Simferopol (; ), Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin de jure başkentidir. İlhak edilişinden sonra Rusya Federasyonu'na bağlı Kırım Cumhuriyeti'nin, de facto başkenti olmuştur. Şehir, Kırım'ın Ruslar tarafından işgal edildiği 1783 yılına kadar Kırım Hanlığı'nın ve Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresinde kalmıştır. Salgır Çayı'nın kıyısında yer alır. Tarım bölgesinde sanayi, ticaret ve ulaşım merkezi olarak önem taşır. Nüfusu 363.600'dür (2004). 1944 yılında yaşanan Kırım Tatar Sürgünü'nün ardından 1990'lı yıllarda başlayan yurda dönüş hareketiyle şehirde Kırım Tatar Millî Meclisi, Kırım Tatar Millî Tiyatrosu, Kırım Tatar Yüksek Pedagoji Enstitüsü gibi kurumlar oluşturulmuş ve şehir, Kırım Tatarlarının siyasi başkenti konumuna gelmiştir. Tarih. Scythia. Kentte Paleolitik dönemden kalma insan kalıntıları olduğu bilinmektedir. İlk antik yerleşim M.Ö.3. Yüzyılda ortaya çıktı. Napoli'deki İskitlerin başkenti olarak Napoli İskit'te. MÖ II-III yüzyılların başında. Napoli, Yunanların darbeleri altında gerilemeye başladı; Şehir nihayet üçüncü yüzyılda Gotların ve dördüncü yüzyılda Hunların işgali sonucunda ortadan kayboldu ve kalıntıları yanlışlıkla sadece on dokuzuncu yüzyılda keşfedildi. Kırım Hanlığı. XVII yüzyılın başından beri - önemli bir Kırım Tatar yerleşimi Ak-Camii, Kırım Tatar Kalga Sultan'ın ikametgâhı. Rus İmparatorluğu. 1784'te Rus İmparatorluğu tarafından Kırım'ın işgalinden sonra, İmparatoriçe Catherine II, Ak-Mechetya yakınlarında, modern adı Simferopol olan ve yeni oluşturulan Tavriya bölgesinin (1802'den beri) idari merkezi haline gelen bir şehir kuran bir kararname yayınladı. Sovyetler Birliği. 13 Kasım 1920'de Kızıl Ordu şehri ele geçirdi ve 18 Ekim 1921'de Simferopol, Kırım Özerk Sovyet Sosyalistinin başkenti oldu. II. Dünya Savaşı sırasında, Simferopol Nazi Almanyası tarafından işgal edildi. Nisan 1944'te Kızıl Ordu, Simferopol'ü kurtardı. 26 Nisan 1954'te Simferopol, diğer Kırım bölgesi ile birlikte, CPSU Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Nikita Khrushchev'in Rus Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyeti'nden Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne kararıyla aktarıldı. Ukrayna. 1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra Simferopol, bağımsız Ukrayna'nın bir parçası olarak Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti oldu. Coğrafya. Yer. Simferopol, Kırım'ın güney-orta kesiminde yer almaktadır. Şehir, Salgir nehri üzerinde ve şehre içme suyu sağlayan yapay Simferopol rezervuarının yakınında yer almaktadır. İklim. İklim ılık, kışlar ılık ve kurak geçer. Ocak ayında ortalama sıcaklık +0,4 °C, Temmuz ayında +23,3 °C'dir. Yağış miktarı yılda 509 mm, güneşli saat sayısı yılda 2469'dur. Kış aralıklı olarak sürer (29 Aralık - 25 Şubat). Büyüme mevsimi boyunca 270 mm yağış vardır. Ulaşım. Simferopol tren istasyonu Kırım'ın en büyük istasyonudur. Simferopol Sultan Amet-Khan Uluslararası Havaalanı troleybüs hattı Simferopol - Aluşta - Yalta E105 otoyolu şehrin doğu eteklerinden geçmektedir. Kentin içinde bir otobüs ve troleybüs hizmeti bulunmaktadır. Anıtlar. Napoli İskit yerleşim kalıntıları Salgirka Parkı
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4369", "len_data": 3106, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.21 }
Ülke, devlet, ulus veya diğer siyasi oluşumlar gibi dünyanın farklı bir parçasıdır. Belirli bir yönetime atıfta bulunurken, "ülke" terimi egemen bir devlete, sınırlı tanınmaya sahip devletlere, kurucu ülkeye veya bağımlı bir bölgeye atıfta bulunabilir. Egemen devletlerin çoğu, ancak tüm ülkeler değil, Birleşmiş Milletler üyesidir. Dünyadaki "ülke" sayısı konusunda evrensel bir anlaşma yoktur, çünkü bazı devletlerin egemenlik statüsü tartışmalıdır, sınırlı tanınma ve bir dizi egemen olmayan varlık genellikle ülke olarak kabul edilir. "Ülke" kelimesinin tanımı ve kullanımı esnektir ve zaman içinde değişmiştir. "The Economist" 2010 yılında "bir ülkenin net bir tanımını bulmaya yönelik herhangi bir girişim, kısa süre içinde istisnalar ve anomalilerden oluşan bir çalılıkla karşılaşır" diye yazmıştır. Etimoloji. Eski Türkçede yazılı örneği bulunmayan "ülü-" "pay etmek?" fiilinden "+gA" sonekiyle türetilmiştir. Devletleşme. Belirli bir yönetime atıfta bulunurken, "ülke" terimi egemen bir devlete, sınırlı tanınmaya sahip devletlere, kurucu ülkeye veya bağımlı bir bölgeye atıfta bulunabilir. Egemen bir devlet, dünyanın bir bölümü üzerinde üstün meşru otoriteye sahip siyasi bir varlıktır. Bazı devletlerin egemenlik statüleri tartışmalı olduğundan ve egemen olmayan bazı varlıklar yaygın olarak ülke olarak adlandırıldığından, dünyadaki "ülke" sayısı konusunda evrensel bir anlaşma yoktur. Devlet olma kriterleri konusunda uluslar topluluğunun tüm üyeleri için bağlayıcı bir tanım bulunmamaktadır. Bir ülkenin tanınmasına ilişkin devlet uygulamaları tipik olarak beyan edici ve kurucu yaklaşımlar arasında bir yerde yer alır. Uluslararası hukuk, egemen devletleri daimi bir nüfusa, tanımlanmış bir toprağa, başka bir devlete bağlı olmayan bir hükûmete ve diğer devletlerle etkileşim kapasitesine sahip olarak tanımlar. 1933 Montevideo Sözleşmesi'nde ana hatları çizilen beyan teorisi, 1. Maddede bir devleti şu şekilde tanımlamaktadır. Montevideo Sözleşmesi'nin 3. Maddesi, egemen bir devletin, başka hiçbir ülke varlığını tanımasa bile egemen bir devlet olabileceğini ima etmektedir. Uluslararası teamül hukukunun bir yeniden ifadesi olarak Montevideo Sözleşmesi, mevcut hukuk normlarını ve ilkelerini sadece kodifiye etmiştir ve bu nedenle sadece uluslararası örgütlerin (Birleşmiş Milletler gibi) imzacıları için değil, bir bütün olarak uluslararası hukukun tüm süjeleri için geçerlidir. Benzer bir görüş Avrupa Ekonomik Topluluğu tarafından dile getirilmiş, Avrupa Birliği tarafından Badinter Komitesinin ana bildirisinde ve Yargıç "Challis Profesör" James Crawford tarafından tekrarlanmıştır. Kurucu teoriye göre, bir devlet ancak ve ancak en az bir başka ülke tarafından egemen olarak tanınırsa uluslararası hukukun tüzel kişiliğine sahip olur. Bu nedenle, yeni devletler hemen uluslararası toplumun bir parçası olamaz veya uluslararası hukukla bağlı olamaz ve tanınan uluslar onlarla ilişkilerinde uluslararası hukuka saygı göstermek zorunda değildir. 1912'de L. F. L. Oppenheim kurucu teori ile ilgili olarak şunları söylemiştir: 1976 yılında Afrika Birliği Örgütü devletin tanınmasını şu şekilde tanımlamıştır: Tayvan, Sahra Cumhuriyeti ve Kosova gibi bazı ülkelerin egemenliği tartışmalıdır ve/veya bazı ülkeler tarafından sınırlı olarak tanınmaktadır. Bazı egemen devletler, her biri kendi başına bir ülke olarak da kabul edilebilen ve kurucu ülkeler olarak adlandırılan ayrı yönetimlerin birlikleridir. Danimarka Krallığı; Danimarka, Faroe Adaları ve Grönland'dan oluşmaktadır. Hollanda Krallığı; Hollanda, Aruba, Curaçao ve Sint Maarten'den oluşmaktadır. Birleşik Krallık; İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda'dan oluşmaktadır. Bağımlı bölgeler, egemen bir devletin kendi toprakları dışında kalan bölgeleridir. Bunlar arasında Yeni Zelanda'nın denizaşırı toprakları, Norveç'in bağımlı bölgeleri, Britanya Denizaşırı Toprakları ve Taç Toprakları, Amerika Birleşik Devletleri'nin toprakları, Avustralya'nın dış toprakları, Çin'in özel idari bölgeleri, Danimarka Krallığı'nın özerk bölgeleri, Åland, Denizaşırı Fransa ve Karayip Hollandası bulunmaktadır. Hong Kong, Grönland ve Makao gibi bazı bağımlı bölgeler, uluslararası ticarette ayrı bir "menşe ülke" olarak değerlendirilmektedir. Tanımlama. Bir ülkenin sembolleri, o ülkenin dahil olduğu herhangi bir ulusun kültürel, dini veya siyasi sembollerini içerebilir. Birçok sembol kategorisi bayraklarda, armalarda veya mühürlerde görülebilir. Ad. Çoğu ülkenin bir uzun bir de kısa adı vardır. Uzun ad genellikle resmi bağlamlarda kullanılır ve genellikle ülkenin yönetim biçimini tanımlar. Kısa ad, ülkenin tipik olarak tanımlandığı ortak adıdır. Uluslararası Standardizasyon Örgütü, her ülkeyi iki harfli bir ülke kodu ile tanımlamak için ISO 3166'nın bir parçası olarak bir ülke kodları listesi tutar. Bir ülkenin adı kültürel ve diplomatik öneme sahip olabilir. Yukarı Volta, Fransız sömürgeciliğinin sona ermesini yansıtmak için adını Burkina Faso olarak değiştirdi ve Kuzey Makedonya'nın adı, Yunanistan'daki benzer adlı Makedonya bölgesi ile bir çatışma nedeniyle yıllarca tartışıldı. ISO 3166-1 standardı şu anda 193'ü Birleşmiş Milletler üyesi olan egemen devletler olmak üzere 249 ülkeyi içermektedir. Bayraklar. Başlangıçta, bir ülkeyi temsil eden bayraklar genellikle yöneticilerinin kişisel bayrağı olurdu; ancak zamanla, kişisel sancakların yerlerin bayrağı olarak kullanılması uygulaması, ulus için bir önemi olan, genellikle koruyucu azizi olan bayraklar lehine terk edildi. Bunların ilk örnekleri, 12. yüzyıl gibi erken bir tarihte ulusal bayrağa sahip olduğu söylenebilecek Cenova gibi deniz cumhuriyetleriydi. Ancak bunlar hala çoğunlukla denizcilik kimliği bağlamında kullanılıyordu. Bazı bayrakların geçmişi daha eskiye dayansa da askeri ya da donanma bağlamı dışında bayrakların yaygın kullanımı ancak 18. yüzyılın sonunda ulus devlet fikrinin ortaya çıkmasıyla başlar ve özellikle Devrim Çağı'nın bir ürünüdür. Fransa ve Amerika'daki gibi devrimler, insanların kendilerini bir kralın tebaası olarak değil, yurttaş olarak görmeye başlamalarını gerektirmiş ve bu da sadece yönetici bir ailenin gücünü ve haklarını değil, kolektif yurttaşlığı temsil eden bayrakları gerekli kılmıştır. 19. yüzyılda milliyetçiliğin Avrupa genelinde yaygınlaşmasıyla birlikte, ulusal bayraklar Avrupa'daki devletlerin çoğunu temsil eder hale gelmiştir. Bayraklar aynı zamanda İngiltere ve İskoçya arasındaki birliği temsil eden Union Jack gibi farklı halklar arasında birlik duygusunu teşvik etmeye başladı veya panslav renkleri veya daha sonra Panarap renkleri gibi algılanan ortak bir mücadelede uluslar arasındaki birliği temsil etmeye başladı. Avrupalılar dünyanın önemli bir bölümünü sömürgeleştirdikçe, ulus olma fikirlerini ve bayraklar da dahil olmak üzere ulusal sembolleri ihraç ettiler ve bir bayrağın benimsenmesi ulus inşa sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmeye başlandı. Siyasi değişim, sosyal reform ve devrimler, 19 ve 20. yüzyıllarda sıradan insanlar arasında artan ulus olma duygusuyla birleşerek dünya çapında yeni ulusların ve bayrakların doğmasına yol açtı. Bu kadar çok bayrağın yaratılmasıyla birlikte, bu tasarımlara olan ilgi gelişmeye başladı ve hem profesyonel hem de amatör düzeyde bayrak çalışmaları, bayrakbilim, ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı bayrkabilimi hızlı bir gelişim evresine girmiş, birçok araştırma tesisi ve yayın kurulmuştur. Millî marşlar. Milli marş, bir ülkenin veya ulusun tarihini ve geleneklerini sembolize eden ve çağrıştıran vatansever bir müzik bestesidir. Resmi olarak kabul edilen bir milli marş geleneği ancak 19. yüzyılda popüler hale gelmiş olsa da bazı milli marşlar bu dönemden önceye dayanır ve genellikle milli marş olarak belirlenmeden çok önce vatansever şarkılar olarak var olmuştur. Bazı ülkelerin resmi bir milli marşı bulunmamaktadır. Bu durumlarda, spor etkinliklerinde veya diplomatik resepsiyonlarda çalınan yerleşik fiili marşlar vardır. Bunlar arasında Birleşik Krallık ("God Save the King") ve İsveç ("Du gamla, Du fria") bulunmaktadır. Birden fazla ülke veya seçim bölgesinden oluşan bazı egemen devletlerin her biri için ilgili müzik besteleri vardır (Birleşik Krallık, Rusya ve Sovyetler Birliği gibi). Bunlar bazen egemen devletler olmasalar bile ulusal marşlar olarak anılırlar (örneğin, "Hen Wlad Fy Nhadau" Birleşik Krallık'ın bir parçası olan Galler için kullanılır). Yurtseverlik. Bir kişinin ait olduğu ülkeyle kurduğu olumlu duygusal bağa yurtseverlik denir. Yurtseverlik, kişinin ülkesine duyduğu sevgi, bağlılık ve bağlılık duygusudur. Bu bağlılık, etnik, kültürel, siyasi veya tarihi yönler de dahil olmak üzere kişinin anavatanına ilişkin birçok farklı duygu ve dilin bir kombinasyonu olabilir. Milliyetçilikle yakından ilişkili bir dizi kavramı, çoğunlukla sivil milliyetçiliği ve bazen de kültürel milliyetçiliği kapsar. Ekonomi. Çeşitli kuruluşlar, ekonomik ülke sınıflandırmaları üretmek için eğilimleri belirlemeye çalışmaktadır. Ülkeler genellikle gelişmekte olan ülkeler veya gelişmiş ülkeler olarak ayırt edilir. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı her yıl hazırladığı "Dünya Ekonomik Durumu ve Beklentiler Raporu"'nda ülkeleri gelişmiş ülkeler, geçiş ekonomileri veya gelişmekte olan ülkeler olarak sınıflandırmaktadır. Rapor, ülke gelişimini kişi başına düşen gayrisafi milli gelire (GSMG) göre sınıflandırmaktadır. BM, coğrafi konum veya özel kriterlere dayalı olarak geniş kategoriler içinde alt gruplar tanımlamaktadır. BM, Afrika, Doğu Asya, Güney Asya, Batı Asya, Latin Amerika ve Karayipler gibi gelişmekte olan ekonomiler için coğrafi bölgelerin ana hatlarını çizmektedir. 2019 raporu sadece Kuzey Amerika, Avrupa, Asya ve Pasifik'teki gelişmiş ülkeleri kapsamaktadır. Geçiş ekonomilerinin ve gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğu Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler'de bulunmaktadır. Dünya Bankası ayrıca ülkeleri kişi başına düşen GSMH'ye göre de sınıflandırmaktadır. Dünya Bankası Atlas yöntemi, ülkeleri düşük gelirli ekonomiler, alt-orta gelirli ekonomiler, üst-orta gelirli ekonomiler veya yüksek gelirli ekonomiler olarak sınıflandırmaktadır. Dünya Bankası 2020 mali yılı için düşük gelirli ekonomileri 2018'de kişi başına düşen GSMH 1.025 dolar veya daha az olan ülkeler; alt-orta gelirli ekonomileri kişi başına düşen GSMH 1.026 ila 3.995 dolar arasında olan ülkeler; üst-orta gelirli ekonomileri kişi başına düşen GSMH 3.996 ila 12.375 dolar arasında olan ülkeler; yüksek gelirli ekonomileri ise kişi başına düşen GSMH 12.376 dolar veya daha fazla olan ülkeler olarak tanımlamaktadır. Ayrıca bölgesel eğilimleri de tanımlamaktadır. Dünya Bankası bölgelerini Doğu Asya ve Pasifik, Avrupa ve Orta Asya, Latin Amerika ve Karayipler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Kuzey Amerika, Güney Asya ve Sahra Altı Afrika olarak tanımlamaktadır. Son olarak, Dünya Bankası ülkeleri operasyonel politikalarına göre ayırmaktadır. Bu üç kategori Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA) ülkeleri, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ülkeleri ve Karışım ülkelerini içermektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4370", "len_data": 11002, "topic": "POLITICS", "quality_score": 3.95 }
Antigua ve Barbuda; Karayip Denizi'nin doğusunda, Küçük Antiller ada grubundaki bağımsız bir ada ülkesi. Ülkeye adını veren iki büyük ada ve çeşitli adacıklardan meydana gelir. Başkenti, Antigua adasındaki St. John's'tur. Resmi dili İngilizcedir. Tarihçe. Yerli halklar MÖ 2400 yıllarında buraya yerleşmişlerdi. Kristof Kolomb, 1493'teki ikinci seyahatinde Antigua'ya çıkmış ve İspanya'daki Santa Maria de la Antigua kilisesine atfen adaya Antigua adını vermiştir. 1632 yılında İngiliz kolonisi hâline geldi. 1666'daki kısa süreli Fransız işgaline rağmen İngiliz idaresinde kaldı. İlk İngiliz yerleşimciler bölgenin en eski sakinlerinden Karayip yerlilerinin saldırılarına da maruz kaldılar. Adada önceleri tütün yetiştirilirken 17. yüzyılda, daha kârlı olan şeker üretimine geçildi. 1666 yılında Barbuda da İngiliz kolonisi hâline getirildi. Monark, 1685 yılında adayı Codrington ailesine verdi. Ada bir köle yetiştirme merkezi olarak planlanmıştı ancak bu plan gerçekleşemedi; zira buraya yerleştirilen köleler kendi düzenlerini kurarak yaşamaya başladılar. 1834 yılında köleliğin kaldırılması şeker üretimini sıkıntıya soktu. 1843 depremi ve 1847 kasırgası adaların ekonomisinin iyice kötüleşmesine neden oldu. 19. yüzyılın sonunda Barbuda tekrar kraliyete devredildi zamanla tamamen Antigua'ya bağlandı. 1956 yılında Rüzgâraltı Adaları kolonisi dağıldı ve 1958 yılında Antigua Batı Hint Federasyonuna katıldı. Bu federasyon 1962'de dağıldı ve 1967'de Birleşik Krallık hükûmeti, Antigua'ya içişlerinde bağımsızlık veren 1967 Batı Hint Yasası'nı çıkardı. Dışişleri ve savunmadan ise Birleşik Krallık sorumluydu. 1970'lerde başbakan George Walter önderliğinde başlatılan tam bağımsızlık hareketi 1981'de Antigua ve Barbuda'nın bağımsızlık kazanması ile sonuçlandı. Vere Bird bağımsız devletin ilk başbakanı seçildi. Ülke Birleşmiş Milletler, İngiliz Milletler Cemiyeti ve Doğu Karayip Devletleri örgütüne katıldı. 1984 ve 1989 seçimlerini açık ara kazanan Bird ülke yönetiminde sıkı bir kontrol sağladı. İklim ve coğrafya. 280 km² yüz ölçümüne sahip Antigua adasının kıyıları oldukça girintili ve çıkıntılıdır. St. John's limanında deniz derindir. Büyük kısmının rakımı oldukça alçak olan adanın batısında volkanik kayalıklar ve 405 metrelik Boggy Zirvesi bulunur. Antigua'da dağların ve ormanların bulunmayışı, adayı diğer Rüzgâraltı Adaları'ndan ayırır. Yılda 1000 mm yağış almasına rağmen adada akarsu ve yeteri miktarda doğal su kaynağı bulunmadığı için kuraklık görülür. Ocak ayı ortalaması 25 °C, Ağustos ortalaması 28 °C'dir. Yazın sıcaklık 32 °C'ye kadar çıkar. Barbuda (eski adı Dulcina) Antigua'nın 40 km kuzeyindedir. 161 km² yüz ölçümüne sahip ada, düz ve ağaçlıklı bir mercan adasıdır. Kuzeydoğudaki Obama Dağı'nın (eski adı Lindsay Tepesi) yüksekliği 44 metredir. Akarsuları olmayan ada Antigua'dan daha az yağış alır. Tek yerleşim bölgesi olan batıdaki Codrington, bir lagün kıyısında yer alır. İklimi Antigua'ya benzer. Yerleşimsiz Redonda kayalığı Antigua'nın 40 km güneybatısındadır. 1,25 km² yüz ölçümüne sahip ada fosfat açısından zengindir. Nüfus ve din. Ada halkının çoğunluğu Afrika kökenli siyahîlerden oluşur. Nüfusun büyük kısmı başkent St. John's'da yaşar. Halkın anadili İngilizcedir. Nüfusun 3/4'ü Protestan Hristiyanlardan oluşur. Bunların da 1/3'ü Anglikan'dır. Adada ayrıca Katolik, Metodist ve Moravya kilisesi mensupları da bulunur. Ekonomi. Ülkede ana geçim kaynağı olan ziraatin yerini günümüzde turizm almıştır. Antigua ve Barbuda ekonomisi hizmet tabanlıdır ve turizm ve devlet hizmetleri, temel istihdam ve gelir kaynaklarını temsil etmektedir. Turizm, doğrudan veya dolaylı olarak GSYİH'nın yarısından fazlasını oluşturmaktadır ve döviz aynı zamanda Antigua ve Barbuda'da ana kazancıdır. Artan turizm gelirleri ve 2013'te devlet eliyle uygulamaya konulan yatırımla vatandaşlık programının etkisiyle yıllık ülkeye giren para yükseliş göstermiş ve gayrimenkul endüstrisini de canlandırmıştır. Geçmişte Antigua'da bol miktarda üretilen şeker bugün yok denecek kadar az üretilir. Barbuda adasında ise hiçbir zaman şeker üretimi yapılmadı. Ada halkı balıkçılık ve kendine yetecek kadar tarım ile uğraşır. Adadaki geleneksel toprak sahipliği sistemi, turistik yapılaşmanın tehdidi altındadır. Ülkede başta narenciye, mango ve patlıcan olmak üzere çeşitli meyve ve sebzeler yetiştirilir. Ekonomide üretim küçük bir rol oynar. Ziraat ürünlerinin işlenmesinin yanı sıra çeşitli tekstil ürünleri ve beton blok üretilir. St. John's şehrinde uluslararası bir havaalanı bulunur. Yönetim. Antigua ve Barbuda anayasal bir monarşidir. Birleşik Krallık monarkı Antigua ve Barbuda'nın itibarî (nominal) hükümdarıdır ve ülkede bir genel vali tarafından temsil edilir. Yürütme yetkisi başbakan liderliğindeki bakanlar kurulundadır. Ülkede ilköğretim ve okul öncesi eğitim zorunludur. III. Charles, şu anki Antigua ve Barbuda Kralı'dır. Şu anda Genel Vali Sir Rodney Williams tarafından temsil edilmektedir. Başbakan, şu anda Gaston Browne'un (2014–) tavsiyesi üzerine genel vali tarafından bir bakanlar konseyi atar. Başbakan hükûmetin başıdır. Yürütme yetkisi hükûmet tarafından kullanılırken, yasama yetkisi hem hükûmette hem de iki Parlamento Odasında bulunur. İki meclisli parlamento, beş yıl görev yapmak üzere Senatodan (hükûmet üyeleri ve muhalefet partisi tarafından atanan ve Genel Vali tarafından onaylanan 17 üye) ve Temsilciler Meclisinden (görevden ilk seçilen 17 üye) oluşur. Majestelerinin Sadık Muhalefetinin şu anki Lideri, Birleşik İlerici Parti Parlamento Üyesi (MP), Baldwin Spencer'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4374", "len_data": 5528, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.5 }
Avustralya, resmî adıyla Avustralya Milletler Topluluğu (İngilizce: "Commonwealth of Australia"), Güney Yarımkürede yer alan bir kıta ülkesidir. Hint Okyanusu ve Büyük Okyanus arasında uzanır. Okyanusya kıtasında bulunur ve kıtanın çok büyük bir bölümünü kaplar. Komşuları Endonezya, Doğu Timor, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Vanuatu, Yeni Kaledonya ve Yeni Zelanda'dır. Başkenti Canberra, en büyük şehri ise Sidney'dir. Avustralya, 8.617.930 km2 karada, 80.920 km2 sularda olmak üzere toplam 8.698.850 km2'lik bir alana kurulmuştur. Hiçbir ülkeyle kara sınırı yoktur. Bu yüzölçümü ile dünyanın 6'ncı en büyük ülkesi konumunda olan Avustralya, 25.760 kilometrelik bir sahil şeridine sahiptir. Avrupalıların 18. yüzyıldaki keşif ve göçlerinden önce, yaklaşık 50.000 yıldır yerli Aborjin halkı adaya ev sahipliği yapmaktadır. Aborjinlerin konuştuğu diller ise modern araştırmalar sonucu yapılan hesaba göre yaklaşık 250 farklı gruba ayrılmıştır. Cezai gönderim ile Britanya İmparatorluğu tarafından başlatılan zorunlu göç, 1788 yılından 1868 yılına kadar devam etmiş olup, Yeni Güney Galler civarında yoğunlaşmıştır. İlk yerleşim yapılan yıllardan itibaren nüfus düzenli bir şekilde artmış ve adanın tamamı 19. yüzyılın ortalarında keşfedilmiş olup, 5 yeni kraliyet kolonisi kurulmuştur. 1 Ocak 1901'de 6 koloni birleşerek federal yapı halini almış ve Avustralya Milletler Topluluğu'nu (Commonwealth of Australia) oluşturmuştur. Kurulduğu günden itibaren liberal-demokratik politik sistemi benimseyen Avustralya, 6 eyalet ve bağıl topraklardan oluşmaktadır. 24 milyonluk nüfusun çoğunluğu doğu kıyısına yerleşmiş olup şehirleşme oranı oldukça yüksek bir ülkedir. Uluslararası Para Fonu'na göre Avustralya, dünyanın en büyük 13. ekonomisi iken kişi başına düşen millî gelir sıralamasında dünyada 9. olmuştur. Ülke ayrıca İnsani Gelişme Endeksi sıralamasında Norveç'in ardından 2. gelerek yaşam standardı, sağlık, eğitim, kişisel özgürlük ve politik haklar gibi birçok kriterde dünya genelinde üst sıralardadır. Avustralya Birleşmiş Milletler, G20, İngiliz Milletler Topluluğu, ANZUS, OECD, Dünya Ticaret Örgütü, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği ve Pasifik Adaları Forumu'na üyedir. Kökeni. Avustralya ismi Latincede "güneyden, güneye ait olan" anlamına gelen "Australis" kelimesinden türetilmiştir. Roma uygarlığı zamanına dayanan, güneydeki bilinmeyen bir ülke anlamı ("terra australis incognita") benzer bir yerin, Orta Çağ coğrafyasında da bulunduğunu gösterir. Ancak bu bilgiler herhangi bilinen bir kıta bilgisi içermemektedir. Latincedeki Terra Australis Incognita terimi; "Güneydeki" (Australis) "Bilinmeyen" (Incognita) "Toprak parçası" (Terra) anlamına gelmektedir. 14 Mayıs 1606'da, Vanuatu'ya ayak basan Pedro Fernandes de Queirós, Güney Kutbu'ndaki tüm kara mülkiyetinin İspanya Krallığı'na ait olduğunu iddia etmiş ve kıtayı "Austrialía del Espíritu Santo" şeklinde adlandırmıştır. Felemenkçe "Australische" kelimesi, Batavia'daki Flemenkler tarafından, 1638 yılından önce, güneyde keşfedilmiş yeni yerleri adlandırmak için kullanılıyordu. "Australia" kelimesinin İngiliz dilinde ilk kullanımı ise 1692 yılında Gabriel de Foigny'nin yazdığı "Les Aventures de Jacques Sadeur dans la Découverte et le Voyage de la Terre Australe" isimli Fransızca romanının, 1693 yılındaki çevirisinde görülmüştür. Daha sonraları, 1765'te, Alexander Dalrymple bu kelimeyi, Luis Váez de Torres'ın 1606'da Yeni Gine'nin güney kıyılarına yaptığı seyahati anlattığı kitabını İngilizceye çevirirken kullanmıştır. Dalrymple, ayrıca Avustralya kelimesini, "An Historical Collection of Voyages and Discoveries in the South Pacific Ocean" (1771) isimli eserinde bütün Okyanusya bölgesini tanımlamak için kullanmıştır. 1793'te George Shaw ve Sir James Smith içerisinde geniş ada, büyük kıta, Avustralya, Australasia ve New Holland tanımlamaların yapıldığı, "Zoology and Botany of New Holland" eserini yayınlamıştır. Avustralya ismi, kıtanın etrafını gemi ile dolaşan bilinen ilk insan, kâşif Matthew Flinders'ın "A Voyage to Terra Australis" (1814) eseri ile popüler hâle gelmiştir. Britanya Krallığı'nın bakış açısını yansıtan ismine rağmen, eserinde Flinders Avustralya ismini kullanmış ve bu isim geniş kitlelerce telaffuz edilen bir terim olmuştur. New South Wales valisi Lachlan Macquarie sonraları bu ismi İngiltere'ye yolladığı yazılı mesajlarda kullanmıştır. 1817'de Macquarie bu ismin resmi olarak kabul edilmesini önerdi ve 1824'te Britanya Krallığı, kıtanın resmen Avustralya ismiyle tanınmasını onayladı. Tarihçe. [[Dosya:Port Arthur Seeseite.jpg|thumbnail|sol|[[Port Arthur, Tasmania|Port Arthur]], [[Tazmanya]], Avustralya'nın en büyük "cezai koloni"siydi. Avustralya'daki ilk insan yerleşimlerinin 42.000 ila 48.000 yıl öncesinde ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. İlk Avustralyalılar günümüzdeki Avustralya yerlisi olan Aborijinlerin atalarıdır. Kara bağlantıları veya kısa mesafeli suları geçerek [[Güneydoğu Asya]]'dan, adaya yerleşmişlerdir. Avrupalılar 18. yüzyılın sonlarında gelmeye başladıklarında bile bu insanların çoğu doğa insanıydı. Karmaşık bir dilsel kültür ve ruhsal değer ile doğaya saygı gösteren ve Aborijin mitolojisi olan "düş zamanı" (İngilizce: Dreamtime) inancı ile yaşamaktaydılar. Adada yaşayan diğer bir yerli halk olan Torres Strait Yerlileri (İngilizce: Torres Strait Islanders), etnik olarak [[Melanezya]] kökenlidir. Bu insanlar Torres Strait Adaları ve [[Queensland]]'ın kuzey uçlarındaki çeşitli bölgelere yerleşmişlerdir. Kültürel alışkanlıkları Aborijinlerden belirgin olarak farklıdır. Avrupalıların Gelişi. Avustralya anakarasını resmî kayıtlara göre gören ilk [[Avrupa]]lı, [[Hollandalılar|Hollandalı]] kâşif [[Willem Janszoon]]'dur. Janszoon [[Cape York Yarımadası]]'nı 1606'da görmüştür. 17. yüzyıl boyunca, Hollandalılar tüm batı ve kuzey sahil şeridinin haritasını çıkarmış ve buraları "New Holland" olarak adlandırmışlardır. Ancak herhangi bir yerleşim yeri kurma çabası göstermemişlerdir. İngiliz kâşif ve korsan William Dampier New Holland'ın kuzey-batı kıyısına 1688 yılında ayak bastı ve 1699 yılında geri döndü. 1770'te [[James Cook]], Avustralya'nın doğu sahillerinde yolculuk yapmış, bölgenin haritasını çıkarmış, New South Wales olarak adlandırdığı bölgeyi [[Büyük Britanya]] topraklarına kattığını ilan etmiştir. Seferler sonucu yapılan keşifler, kıtanın sömürümü için, hızla mahkûmların ve tutukluların işçi olarak çalıştırıldığı kolonilerin kurulmasını sağlamıştır. Britanya Denizaşırı Kolonileri kıtada ilk kez New South Wales kolonisi ile, 26 Ocak 1788'de Kaptan Arthur Phillip tarafından [[Port Jackson]]'da bir yerleşim yeri oluşturulması ile başlamıştır. Bu tarih daha sonra Avustralya'nın ulusal günü ilan edilmiştir ("Australia Day"). Yapılan bu ilk yerleşim [[Sidney]]'in kuruluşuna ve çevrenin keşfine giden yolu açarak sonraki yerleşimleri tetiklemiştir. Günümüzde [[Tazmanya]] olarak bilinen, Van Diemen's Land'e yerleşim 1803 yılında başlamıştır. Burayı 1642'de keşfeden kâşif [[Abel Tasman]], adaya, kendisini bu yolculuğa yollayan Hollanda Güney Hindistan Kolonileri valisi ve generali Anthony van Diemen'in onuruna "Anthoonij van Diemenslandt" adını vermiştir. Van Diemen's Land 1825'te ayrı bir koloni hâlini almıştır. [[Tasmanya yerlileri]]ne karşı 1803-1847 sömürge döneminde [[Tasmanya Soykırımı]] işlenmiştir. [[Birleşik Krallık]], 1829'da Avustralya'nın batı bölümünü kontrol altında tutmaktaydı. New South Wales'in çeşitli bölümlerinde yeni ve ayrık koloniler oluşturuldu; sırasıyla [[Güney Avustralya|Güney Australya]] (1836), Victoria (1851) ve [[Queensland]] (1859). Northern Territory (NT), South Australia eyaletinin bir parçası olarak 1863'te kuruldu. South Australia, bir serbest eyalet olarak kurulmuş ve hiçbir zaman diğer kolonilerde olduğu gibi mahkûm ve tutukluların çalıştırıldığı bir "cezai koloni" olmamıştır. Suçluların adaya getirilmesi 1840 ve 1864 yılları arasında aralıklarla devam ettirilmiştir. New South Wales'te ise yerleşimcilerin protestoları sonucu 1848 yılında mahkûm ve tutukluların yerleşmesine son vermiştir. Avustralya yerlilerinin nüfusunun, Avrupalıların kıtaya yerleşmeye başladığı sıralarda 350.000 civarı olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten itibaren geçen 150 yılda sayıları hızlı bir şekilde azalmıştır. Bunun başlıca nedeni salgın hastalıkların göçe zorlanmaları ile birleşmesi ve kültürel parçalanmadır. Binlercesi daha Avrupalı (çoğu İngiliz) yerleşimcilerle yapılan sınır savaşları sonucu ölmüştür. Hükûmetin 1869 yılında çıkardığı Aborjin Koruma Yasası ile birlikte başlayan "asimilasyon" süreci birçok Yerli aileyi birbirinden ayırmıştır. Yerli çocukların ailelerinden alınıp devşirilmesi, bazı tarihçiler ve Avustralya yerlileri tarafından “kayıp nesil” oluşturulması olarak adlandırılmaktadır. Aynı zamanda bu tarihçiler ve Avustralya yerlileri, yerli komünitelerinin dağıtılarak, parçalanarak nüfusunun azaltıldığını ve bunun bir [[soykırım]] olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Huzurlu ve sorunsuz bir toplum yaratma amacıyla yapılan devşirme eylemi günümüzde insan hakları ihlali olarak tanımlanmaktadır. Aborijinlerin tarihi hakkındaki bu yorumlara, bazıları karşı gelmekte ve bunların politik ve düşünsel nedenler ile abartıldığını, uydurma olduğunu belirtmektedir. Bu tartışma Avustralya'da "History Wars" (Türkçe: Tarih Savaşları) olarak bilinir. 1967 [[referandum]]undan sonra federal hükûmet yürütme gücünü ve Aborijinler ile ilgili kanun çıkarma hakkını elde etti. Adanın yerli halkındaki mülkiyeti, Avustralya Yüksek Mahkemesinin "Mabo v Queensland (No 2)" davasına kadar tanınmamıştır. Bu davadan sonra Avustralya'daki mülkiyet kavramı değişmiş ve Avrupalıların istilası sırasında adanın kimseye ait olmadığı belirtilmiştir (Terra Nullius). [[Dosya:Anzac1.JPG|sol|thumbnail|upright=0.68|[[Port Melbourne, Victoria]]'da [[ANZAC Günü]] dolayısıyla [[Last Post]] seremonisi, 25 Nisan 2005. Bu seremoni Avustralya'nın hemen hemen tüm banliyo ve kasabalarında her sene tekrarlanır.]] 1850'lerde Avustralya'da [[Altına hücum]] başladı ve 1854'te madencilik lisans ücretlerine karşı ilk sivil ayaklanma olan Eureka Stockade ayaklanması gerçekleşti. 1855 ve 1890 yılları arasında, altı koloni bireysel olarak özerk hükûmet olma hakkını kazandı ve birçok kişisel işini kendi yönetmeye başladı. [[Londra]]'daki koloni ofisi ise hâlen önemli dış ilişkilerin, savunma konularının ve uluslararası denizcilik ve ticaret konularının yönetimini elinde tutmaktaydı. Ulus Bilinci. 1 Ocak 1901'de gerçekleşen [[Avustralya'nın federasyonlaşması|federasyonlaşma]] ile birlikte, on yıllık bir planın ardından seçme ve seçilme, temsil edilme haklarını elde ettiler. Böylece [[Birleşik Krallık]]'ın yönetiminde, Avustralya Kraliyet Devleti doğmuş oldu. [[Canberra]]'nın yeni federal başkent olarak önerilmesinin ardından, 1911 yılında New South Wales bölgesinde, Avustralya'nın başkent bölgesi olan "The Australian Capital Territory (ACT)" bölgesi kuruldu. ([[Melbourne]] 1901-1927 yılları arasında başkentti.) Yine 1911'de Kuzey Bölgesi (NT), Güney Avustralya (SA) hükûmetinin kontrolünden Avustralya Kraliyet Devleti kontrolüne geçti. Avustralya kendi isteği ile [[I. Dünya Savaşı]]'na katıldı. Bu kararın arkasında Federal Liberal Partisi ve İşçi Partisi'nin de güçlü desteği önemli rol oynar. [[I. Dünya Savaşı Batı Cephesi]]'nde birçok savaşta yer almalarına rağmen [[Çanakkale Savaşı]] Avustralya için ayrı bir öneme sahiptir. Birçok Avustralyalı, Avustralya ve Yeni Zelanda Askeri Gücü'nün "(ANZAC - Australian and New Zealand Army Corps)" Çanakkale Savaşı sonrası mağlup olmasını, saygı ile hatırlar ve bu tarihi ulusun doğuş tarihi olarak kabul eder. Bu tarih aynı zamanda, ülkenin ilk önemli askeri olayıdır. Gelibolu Savaşı gibi, [[II. Dünya Savaşı]] sırasında meydana gelen Kokoda Track Savaşı da birçokları tarafından ulusal önem verilen bir olaydır. [[Dosya:Plage Whitesunday island.jpg|Whitsunday Adaları'ndaki, Whitehaven Plajı; Queensland/Avustralya.|thumbnail|upright=1.36]] [[Dosya:Sydney Harbour Bridge night.jpg|thumbnail|upright=1.36|[[Sidney Limanı Köprüsü]]'nün hava karardıktan sonraki durumu]] Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki birçok yasal bağlantı, Avustralya'nın 1942 yılında, "1931 Westminister Yasası"'nı (İngilizce: Statute of Westminster 1931) kabul etmesi ile resmen son bulmuştur. 1942'de Birleşik Krallık'ın [[Asya]]'da uğradığı şok yenilgi ve [[Japonya]]'nın Avustralya üzerindeki işgal tehdidi, Avustralya'nın yeni bir müttefik ve koruyucu olarak gördüğü [[Amerika Birleşik Devletleri|ABD]] ile yakınlaşmasına neden olmuştur. 1951'den beri Avustralya, [[ANZUS]] antlaşması ile ABD'nin resmi olarak askeri müttefikidir. II. Dünya Savaşı sonrası, Avustralya, Avrupa'dan gelen tüm göçleri desteklemiştir. 1970'lerde, sadece Avrupalıların göç etmesine izin veren Beyaz Avrupa Politikası'nın iptali ile de, Asya ve dünyanın diğer yerlerinden gelen göçmenler desteklenmiştir. Bunun sonucunda, Avustralya'nın nüfusu, kültürü ve görüntüsü radikal bir şekilde değişmiştir. Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki son yasal bağ, 1986 Avustralya Akti ile sona ermiştir. Avustralya eyaletleri üzerindeki Birleşik Krallık hâkimiyeti ve Birleşik Krallık Özel Meclisine yapılan adli başvurular sonlanmıştır. Buna rağmen Avustralyalı seçmenler 1999'daki referandumda % 55 çoğunlukla cumhuriyet yönetimine geçmeyi reddetmişlerdir. 1972 Whitlam Hükûmeti'nden itibaren, Avustralya dış politikasında giderek artan bir Pasifik-Asya aidiyeti kavramı oluşurken, geleneksel müttefik ve ticari partner ile olan ilişkiler de devam etmektedir. Coğrafya. Avustralya Eyaletleri 7.617.930 km2'lik yüzölçümü ile [[Hint-Avustralya levhası]] üzerinde bulunur. Hint ve Pasifik Okyanusları ile çevrili olup, Asya Kıtası'ndan [[Arafura Denizi]] ve [[Timor Denizi]] ile ayrılır. Kuzeydoğu'daki [[Queensland]] sahili boyunca [[Mercan Denizi]] uzanır. Avustralya ile Yeni Zelanda arasında ise [[Tasman Denizi]] bulunur. Dünya'nın toprak büyüklüğü açısından 7. en büyük ülkesi olan Avustralya, bazen "ada kıta" olarak da adlandırılır. Avustralya anakarasının 34.218 kilometre uzunluğunda sahili vardır. Bunun yanında [[Antarktika]]'da 8,148,250 km2 lik [[Münhasır ekonomik bölge]] iddia etmektedir. Bu alan Avustralya Antarktik Toprakları'nı kapsamamaktadır. Avustralya [[Macquarie Adası]]'nın haricinde, [[9. güney enlemi]] ve [[44. güney enlemi]]; 112. doğu boylamı ve 154. doğu boylamı arasında yer alır. Dünya'nın en büyük mercan resifi olan [[Büyük Set Resifi]] ("Great Barrier Reef") kuzey-doğu kıyısının hemen açıklarında bulunmakla beraber 2000 kilometreden de fazla bir uzunluğa sahiptir. [[Batı Avustralya]]'da bulunan [[Mount Augustus|Augustus Dağı]] dünya'nın en büyük tek parça halindeki dağıdır (monolit). Great Dividing Range üzerinde bulunan [[Kosciuszko Dağı]] 2228 metre yükseklikle Avustralya anakarasının en yüksek dağıdır. Daha da uzun olan Mawson Zirvesi 2745 metre rakımla anakaradan uzak Heard Adası'nda bulunur. Avustralya'nın büyüklüğü ona, aynı ülke üzerinde değişik iklim ve yeryüzü görünümü vermiştir. Kuzey-doğu'da tropik yağmur ormanları bulunurken, güney-doğu ve güney-batı bölgelerinde dağlık alanlar, merkezde ise kurak düzlükler bulunur. En eski ve verimsiz toprakların bulunduğu Avustralya, en düz kıta olma özelliğine de sahiptir. [[Çöl]] veya yarı-kurak topraklar - [[Outback]] olarak da bilinir - karanın çoğunluğunu oluşturur. Yıllık 500 mm'lik yağış ile dünyanın yaşanan en kurak kıtasıdır. Kilometrekare'ye 2.8 insan düşmesi [[nüfus yoğunluğu]] bakımından onu son sıraya getirir. Nüfusun büyük bir bölümü ılıman iklimin hüküm sürdüğü güney-doğu'da yaşar. Doğu Avustralya Great Dividing Range ile birbirinden ayrılır. Bu dağ sırası Quensland, New South Wales ve Victoria eyaletlerinin sahillerine paralel uzanır. Her ne kadar ismi dağ sırası olsa da, gerçekte geçtiği arazilerin çoğunluğu alçak tepelerden ve yüksekliği 1600 metreyi bulmayan platolardan oluşur. Sahil yaylaları ve Brigalow çayırları sahil ile dağ arasına sıkışmışken, dağ sırasının iç tarafı geniş otlaklardan oluşur. Bu otlaklar New South Wales'in batı ovaları ile [[Queensland]]'in iç toprakları olan Einasleigh Uplands, Barkly Tableland ve Mulga Lands arazilerini kapsar. Doğu kıyısının en kuzey noktası tropik yağmur ormanları ile kaplı [[Cape York Yarımadası]]'dır. [[Dosya:Reliefmap of Australia.png|küçükresim|upright=1.36|Avustralya'nın Topoğrafik Haritası. Koyu yeşil en alçak yüksekltiyi, koyu kahverengi ise en yükseği temsil etmektedir.]] [[Dosya:Australia-climate-map MJC01 1.svg|sol|küçükresim|upright=1.36|Avustralya'nın iklim bölgeleri]] Arazi yapısı. [[Dosya:Australia satellite plane.jpg|küçükresim|upright=1.59|sol]] Genellikle yüksek ve uzun olmayan yaylalar, güneydoğuda verimli ovalar yer almaktadır. Erozyonla ortaya çıkan asıl ana kara 3 milyar yıldan daha yaşlıdır. Coğrafi not. Toprak bakımından [[Rusya]], [[Kanada]], [[Çin]], [[Amerika Birleşik Devletleri|ABD]] ve [[Brezilya]]'dan sonra 6. en büyük ülkedir. Avustralya'da bulunan [[Hamilton Adası]] Cennet Hitabı görülür. Siyaset. Avustralya; anayasası olan, [[Parlamenter sistem|parlamenter]] [[monarşi]]yle yönetilen federal bir devlettir. Dünyanın en eski federasyonlarından biridir. [[III. Charles]], "Avustralya Kralı" sıfatıyla Avustralya'nın devlet başkanıdır. Avustralya'da [[genel vali]] tarafından temsil olunur. Başbakan ise hükûmet başkanıdır. Kral ve genel vali yürütme konusunda çoğunlukla semboliktir, ülke seçimle göreve gelen başbakan tarafından yönetilir. Ülkenin yasama organı olan [[Avustralya Parlamentosu]]; Senato ve [[Temsilciler Meclisi (Avustralya)|Temsilciler Meclisi]]nden oluşur. Ülkedeki mevcut iktidar partisi Avustralya Liberal Partisi, mevcut muhalefet partisi ise [[Avustralya İşçi Partisi]]'dir. Ülkede 1999 yılında referandum yapılmış, halka "Avustralya cumhuriyet olmalı mı ?" diye sorulmuş, Kraliçe Elizabeth'in devlet başkanı unvanının alınıp yerine seçimle göreve gelen bir cumhurbaşkanı getirilmesi teklif edilmiştir. Referandumdan %54,87 oranında hayır oyu çıkmasıyla Avustralya monarşi olarak kalmaya devam etmiştir. Ekonomi. Avustralya'nın [[serbest piyasa ekonomisi]] vardır. Kişi başına gayri safi yurt içi hasılası yüksek, yoksulluk oranı ise düşüktür. [[Avustralya doları]]; [[Christmas Adası]], [[Cocos Adaları]] ve [[Norfolk Adası]] dahil olmak üzere tüm Avustralya'nın para birimi olmasının yanı sıra bağımsız [[Kiribati]], [[Nauru]] ve [[Tuvalu]] adalarının para birimidir. Australian Stock Exchange ile Sydney Futures Exchange'in 2006'daki birleşmelerinden sonra Australian Securities Exchange, dünyanın en büyük dokuzuncu borsası oldu. 2010 [[Ekonomik Özgürlük Endeksi]]'nde üçüncü sırayı alan Avustralya, dünyanın [[Nominal GSYİH değerlerine göre ülkeler listesi|en büyük on üçüncü ekonomisidir]] ve en yüksek on birinci kişi başına GSYİH'ına sahiptir; bu Birleşik Krallık, Almanya, Fransa, Kanada ve Japonya'dan daha yüksek ve Amerika Birleşik Devletleri ile aynı sıradadır. 2010 [[İnsani Gelişme Endeksi]]'nde ikinci, Legatum'un 2008 [[Legatum Refah Endeksi|Refah Endeksi]]'nde ilk ve "[[The Economist]]"in küresel 2005 [[Ülkelere göre yaşam kalitesi sıralaması|Yaşam kalitesi sıralaması]]'nda altıncı sırayı aldı. Avustralya'nın bütün büyük şehirleri küresel karşılaştırmalı yaşanabilirlik anketlerinde yüksek puan alır; "The Economist"in 2008 [[Dünyanın en yaşanabilir şehirleri]] listesinde Melbourne ikinci, Perth dördüncü, Adelaide yedinci ve Sidney dokuzuncu sırayı almıştır. Demografi. Etnik Yapı. Avustralya'nın etnik dağılımı; 37,13% yerli, 31,65% İngiliz, 9,08% İrlandalı, 7,56% İskoç, 4,29% İtalyan, 4,09% Alman, 3,37% Çin, 1,84% Yunanlar şeklindedir. Kültür. [[Dosya:Sydney Opera House Night.jpg|küçükresim| [[Sidney Opera Evi]] 1973'te açıldı.]] Avustralya, [[İngilizler]]ce sömürgeleştirildi ancak bugün dünyanın her yerinden insanlar orada yaşıyor. [[İngilizce]] başlıca konuşulan dildir ve bütün dinler kabul edilmesine karşın başlıca din [[Hristiyanlık]]tır. Avustralya çok kültürlüdür, bu tüm insanların farklı dil, din ve yaşam yolları olduğu anlamına gelir. Çağdaş ünlü yazarlar arasında [[Peter Carey]], [[Thomas Keneally]] ve [[Colleen McCullough]] vardır. 1973 yılında [[Patrick White]], tek [[Nobel Edebiyat Ödülü]] alan [[Avustralyalılar|Avustralyalı]] oldu. [[Patrick White]], yirminci yüzyılın en büyük İngilizce yazarlarından biri olarak görülüyor. Avustralya müziğinde birçok dünya çapında yıldız vardır. Örneğin opera şarkıcıları Nellie Melba ve Joan Sutherland, rock and roll gruplarından [[Bee Gees]], AC / DC, Airbourne ve INXS, pop şarkıcısı [[Kylie Minogue]] ve Avustralya ülke müziği Slim Dusty ve John Williamson. Avustralya Aborjin müziği çok özel ve çok eskidir. Didgeridoo adlı üflemeli çalgıları çok ünlüdür. Dış bağlantılar. [[Kategori:Avustralya| ]]
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4375", "len_data": 20674, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.59 }
Bahamalar, resmi adıyla Bahama Milletler Topluluğu, Atlas Okyanusu'nda yer alan ve coğrafî açıdan Orta Amerika'ya dâhil edilen Batı Hint Adaları'nın kuzeydoğu sınırını oluşturan bir takımada ülkesi. Bahamalar, Turks ve Caicos Adaları ile birlikte Lucayan Adaları'nı oluşturmaktadır. Kuzey Amerika'da bulunan ülkelerden biridir. Amerika Birleşik Devletleri'nin Florida eyaletinin güneydoğu kıyısı açıklarında Küba ve Hispanyola'nın (Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) kuzeyinde yer alır. 700 kadar ada ile sayıları 2400'e ulaşan kaya oluşumunu kapsar. Bahamalar'ın toplam yüzölçümü 13.878 km², nüfusu ise 2018 verilerine göre 385.637'dir. Başkenti, New Providence adasında bulunan Nassau'dur. Diğer önemli adaları ise Andros, Büyük Bahama ve Eleuthera'dır. Etimoloji. Bahamalar'a ilk gelen İspanyol kaşifler adaların etrafında yer alan nehirleri "Baja Mar" (Türkçe: Sığ deniz) olarak adlandırmışlardır. İlerleyen süreçte bu tanımlama ada ülkesinin tamamı için kullanılmaya başlanmıştır. Tarihçe. Bahamalar'ın ilk sakinleri Kristof Kolomb'un Lucayan adını verdiği Aravak yerlileriydi. Bunların kökeni Güney Amerika'dan gelen ve Karayipler tarafından kuzeye Antil denizine sürülen Aravaklara dayanmaktadır. Komşu Karayipler'in tersine genellikle barışçı olan Aravaklar daha çok balıkçılık ve tarımla uğraşırdı. 1492'de Yeni Dünya'ya varan Kristof Kolomb'un ilk olarak Bahamalar'da yerlilerce Guanahani olarak adlandırılan adaya ayak bastığı düşünülmektedir. İspanyollar Bahamalar'a yerleşmek için bir girişimde bulunmadılar ama düzenledikleri baskınlarla barışçı Aravakları toplayıp Hispanyola madenlerinde çalıştırdılar. Bu köle avları sonucu adaların nüfusu azaldı. 100 yıl kadar sonra İngiliz göçmenler buraya geldiğinde adalarda hiçbir insan yaşamıyordu. 1629'da İngiliz Kralı I. Charles Bahamalar'ı bakanlardan birine bağış olarak verdi. Bahamalar 1770'te Albermarle dükünün de aralarında yer aldığı Güney Karolina kolonisi sahiplerine yeni bir mülk kolonisi olarak verildi. Korsanlık başlıca geçim kaynağı ve yaşam biçimi haline geldi. Bahamalar 1917'de yeniden tahta bağlandıktan sonra korsanlığa son vermek için ciddi çabalar gösterildi. İlk krallık valisi olan Woodes Rogers büyük ölçüde kendi servetini harcayarak korsanlığı önlemeyi başardı. 1776'da birkaç gün Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri'nin, 1782-83 arasında da İspanya'nın elinde kalan adalar, Versailles Antlaşması'yla (1783) yeniden İngiltere'ye verildi. Mayıs 1963'te Londra'da toplanan bir konferansta adalar için yeni bir anayasa hazırlandı. 1967 genel seçimlerinde Lynden Pindling liderliğinde iktidara gelen İlerici Liberal Parti, ırk ayrımına son verilmesi ve tam bağımsızlık için çalışarak ekonomide yabancıların yerini Bahamalıların almasını sağladı. Bahamalar, 1973 yılında bağımsızlığını kazandı. 1983'te ise Karayipler Topluluğu ve Ortak Pazarı'na (CARICOM) üye oldu. Doğal yapı. Bahamalar güney ve batısındaki karalardan derin kanallara ayrılan bir denizaltı yükseltisinin su üstüne çıkmış uzantılarından oluşur. Çoğu, dar ve uzun olan adaların Atlas Okyanusu'na bakan kuzeydoğu yamaçlarında kıyıya vuran dalgaların ve alize rüzgarlarının taşıdığı kumlardan oluşmuş tepecikler uzanır. Bahamalar'ın en yüksek noktası Cat Adası'ndaki Alvernia dağıdır. Adaların etrafı mercan kayalıklarıyla çevrilidir. Bahamalar'da hiç akarsu yoktur. İklim. Bahamalar'ın iki mevsimli yumuşak astropik iklimi büyük ölçüde Körfez Akıntısı ile Atlas Okyanusu'nun meltemlerinin etkisi altındadır. Ortalama sıcaklık kış aylarında 21 derece, yaz aylarında 27 derecedir. Güneşli iklim, domates, muz, ananas, mango, guava, guanabana ve greyfurt gibi meyvelerin yetiştirilmesine elvermektedir. Nüfus. Bahamalar'da Avrupalılar ile köle ticareti yoluyla adalara getirilen Afrikalıların karışımından oluşan bir halk yaşar. Yalnızca 22 kadar ada ve köyde yerleşim vardır. Nüfusun %55,1'i kentlerde, %44,9'u kıyılarda yaşar. Bahamalar'da nüfusun beşte ikisi 10 yaşın altındadır. Ülkenin resmi dili İngilizcedir. Ekonomi. Bahamalar, büyük ölçüde turizm ve uluslararası finans hizmetlere dayanan bir pazar ekonomisine sahiptir. Gayri safi yurt içi hasıla. 2023 yılı verilerine göre Bahamalar'ın satın alma gücü paritesine göre gayri safi yurt içi hasılası 17.4 milyar dolar, nominal gayri safi yurt içi hasılası ise 14.1 milyar dolardır. Bahamalar'ın gayri safi yurt içi hasılasının, yaklaşık %50'sini turizm, %22'sini vergiler, %15'ini bankacılık ve offshore finansal hizmetler, %5'ini ise tarım oluşturmaktadır. İhracat. Bahamalar'ın gerçekleştirdiği ihracatın %37'si rafine petrol ve tuz gibi mineral ürünlerinden, %26'sı kargo gemisi, yolcu gemisi, araba ve bot gibi ulaşım araçlarından, %12'si alüminyum, demir, çelik, bakır ve nikel gibi metallerden, %8'i kabuklu, yumuşakça ve balık gibi deniz ürünlerinden, %8'i stiren polimerleri ve ham plastik kaplamalardan, %2'si ise kimyasal ürünlerden oluşmaktadır. ABD'ye 267 milyon dolar, Almanya'ya 160 milyon dolar, Singapur'a 138 milyon dolar, Polonya'ya 136 milyon dolar ve Tayland'a 95 milyon dolar yıllık ihracat gerçekleştiren Bahamalar'ın toplam ihracatı, 1 milyar doların üzerindedir. İthalat. Bahamalar'ın gerçekleştirdiği ithalatın %39'u rafine petrol, ham petrol ve petrol gazı gibi mineral ürünlerinden, %29'u yolcu gemisi, kargo gemisi, uçak, helikopter ve araba gibi ulaşım araçlarından, %8'i mekanik ve elektronik aletlerden, %3'ü demir, çelik ve alüminyum gibi metallerden, %3'ü kimyasal ürünlerden, %3'ü içecek, tahıl, meyve ve sebze gibi gıda ürünlerinden, %2'si ise et, sakatat ve balık gibi hayvansal ürünlerden oluşmaktadır. ABD'den 2.6 milyar dolar, Güney Kore'den 875 milyon dolar, Almanya'dan 629 milyon dolar, Çin'den 474 milyon dolar ve Rusya'dan 394 milyon dolar yıllık ithalat gerçekleştiren Bahamalar'ın toplam ithalatı, 7 milyar doların üzerindedir. Bahamalar, gıda ihtiyaçlarının %80'ini ithalatla karşılamakta, bu ithalatın çoğunluğunu da ABD'den gerçekleştirmektedir. Vergiler. Bahamalar, diğer ülkelere göre daha düşük vergilendirme oranlarına sahip olması nedeniyle vergi cenneti olarak tanımlanmaktadır. Gelir vergisi, kurumlar vergisi, sermaye kazancı vergisi ve servet vergisi gibi birçok vergi, ülke sınırları içerisinde alınmamaktadır. Madencilik. Madencilik, tuz ve çimento üretimine dayanmaktadır. Bahamalar'ın en önemli sanayi merkezi olan Büyük Bahama'daki Freeport'ta büyük bir çimento fabrikası vardır. Kültür. Yerel halkın özelliklerini yansıtan Bahama kültürü, komşu adalardan gelme bazı etkiler de taşır. Çeşitli geleneksel toplu eğlencelerin en önemlisi Noel'i izleyen günde ve yılbaşında düzenlenen Jankanoo geçit törenidir. Törene katılanlar özel olarak kendilerine ayrılan ana caddede süslü giysiler içinde inek çanları ve davullar çalarak yürür ve Afrika kökenli goombay ritmi eşliğinde dans ederler. Nassau'da amatör koro tiyatro ve dans toplulukları yerel özellikler taşıyan gösteriler sunarlar. Bahamalılar son yıllarda resim ve edebiyat alanında çeşitli eserler vermişlerdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4376", "len_data": 6935, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.61 }
Bangladeş (), resmî olarak Bangladeş Halk Cumhuriyeti ( - "Gônoprojatontri Bangladeş"), Güney Asya'da bir ülkedir. Myanmar ile Hindistan sınır komşusudur. Bangladeş'in anlamı "Bengal'in ülkesi" olup resmî dili Bengalcedir. Nüfusun %91'i Müslüman, resmî dini İslam'dır. Geri kalan kısmı çoğunlukla Hindu'dur. Budizm ve Hrıstiyanlık ülkedeki diğer yaygın dinlerdir. 1971 senesine kadar Pakistan'ın "Doğu Pakistan" adlı eyaleti, daha önceleri de İngilizlerin Kıta Hindi'nde Bengal eyaleti idi. Kuzey-güney arası 625 kilometre, doğu-batı arası 304 kilometredir. Tarihçe. Bangladeş, milattan önce bölgede hüküm süren büyük devletlerin, MS 750-1200 arasında yerel Palas hanedanlarının egemenliği altında kaldı. Onuncu asırdan itibaren Müslümanlar bölgeye egemen olmaya başladılar. Bangladeş 12. yüzyıldan 1757 yılına kadar Müslümanların idaresinde, 1757'den 1905 yılına kadar İngilizlerin egemenliğinde kaldı. 1947 yılında da Müslüman kesimi "Doğu Pakistan" adıyla Pakistan'ın bir eyaleti oldu ve 1969 yılına kadar Pakistan'ın eyaleti olarak kaldı. 28 Kasım 1969'da meclis üyelerinin teşkili için yapılan seçim propagandaları esnasında Mucibü'r-Rahman ve onun "Avami Partisi" seçim propagandalarını Doğu Pakistan'a özerklik vereceği vaadi üzerine kurmuştu. Aralık 1970'te yapılan seçimler sonucunda Avami Partisi 313 sandalyeden 167'sini aldı. 1 Mart 1971'de Millet Meclisinin teşkili ertelendi. Bu durum Doğu Pakistan'da meşru hakların ihlali sayıldı ve genel greve gidildi. Bunun üzerine ordu, grevcilerin üzerine gitti ve iç savaş başladı. Bir kısım halk da Hindistan'a sığındı. Bu arada Hindistan-Pakistan Savaşı başladı. 1971 Aralık ayında savaş bittiğinde Hindistan, Doğu Pakistan'ın büyük bir bölümünü işgal etmişti. Hindistan burayı iki hafta kadar kontrol altında tuttu. 22 Aralık 1971'de Mucibü'r-Rahman'ın liderliğinde Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra Hindistan ülkeyi terk etti. Mucibü'r-Rahman ve Avami Partisi'nin iktidara gelmesiyle karışıklıklar dinmedi. 15 Ağustos 1975'te yapılan darbe ile Mucibü'r-Rahman ve ailesi öldürüldü. İdareyi Kandahar Mustak Ahmed ele aldı. 3 Kasım 1975'te Dakka Garnizon Komutanı Tuğgeneral Halid Müşerref, Mustak Ahmed'i devirdi. Ancak kendi iktidarda sadece dört gün kalabildi. 7 Kasım 1975 tarihinde General Ziyaü'r-Rahman bir darbe ile Halid Müşerref'i devirdi. Ziyaü'r-Rahman zamanında ordu uzun müddet siyasetten uzak durdu. 1977 yılında yapılan seçimleri Ziyaü'r-Rahman kazandı ve geçici olsa da siyasi istikrar temin edildi. 30 Mayıs 1981 tarihinde bir grup subay ve askerî birlik başarısız bir darbe yaptılar. Ziyaü'r-Rahman'a bağlı birlikler darbeyi bastırdılar. Ancak darbe esnasında Ziyaü'r-Rahman öldürüldü. 15 Kasım 1981'de seçim yapıldı ve Millî Birlik Partisi lideri, öldürülen Ziyaü'r-Rahman'ın yardımcısı Abdüssettar, oyların % 66'sını alarak devlet başkanı oldu. Ancak siyasi istikrar yine temin edilememiş ve kargaşa bitmemişti. Nihayet hükûmet, Millî Güvenlik Kurulu kurulmasını kabul ettiyse de gerginlik durmadı. Sonunda Genelkurmay Başkanı Muhammed Erşad, askerî bir darbe ile Abdüssettar'ı devirerek idareye el koydu. Askerî idare iki sene iş başında kalacağını ilan etti. 21 Mart 1985'te yapılan referandumda Erşad'ın devlet başkanlığında kalması onaylandı. Diktatörlük ve otoriter bir rejimle ülkeyi yönettiği söylenen Muhammed Erşad'ın geniş çaplı kitle gösterileri neticesi istifa etmesi üzerine 6 Aralık 1990 senesinde Şahabeddin Ahmed devlet başkanlığına vekaleten getirildi. 19 Eylül 1991 senesinde yapılan seçimleri kazanan (Ziyaü'r-Rahman'ın dul eşi) Halide Ziya başbakan oldu. Parlamento dönemi (1991–günümüz). 1991 genel seçimlerinden sonra, anayasanın on ikinci ek maddesi parlamento cumhuriyetini yeniden tesis etti ve Begüm Halide Ziya Bangladeş'in ilk kadın başbakanı oldu. Eski bir first lady olan Ziya, 1990'dan 1996'ya kadar BNP hükûmetine liderlik etti. 1991'de maliye bakanı Saifur Rahman, Bangladeş ekonomisini liberalleştirmek için büyük bir program başlattı. Chittagong Borsası'nın kurulmasına ek olarak; bankacılık, ilaç, havacılık, seramik, çelik, telekomünikasyon ve üçüncül eğitim yatırımlara açıldı ve bunun sonucunda artan bir piyasa rekabeti yaşandı. 1991'deki bir kasırgada yaklaşık 140.000 Bangladeşli hayatını kaybetti; yaklaşık 200.000 kişinin hayatı, şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en büyük afet yardım çalışmalarından biri olan Deniz Meleği Operasyonu aracılığıyla Amerika Birleşik Devletleri askeri liderliğindeki bir görev gücü tarafından kurtarıldı. 1992'de, Burma'daki demokrasi yanlısı hareketin bastırılması nedeniyle tahmini 250.000 Burma'lı mülteci Bangladeş'e sığındı; bu mültecilerin çoğu 1993'te Burma'ya geri döndü. 1994'te Bangladeş, Haiti'ye yönelik askeri müdahale olan Demokrasiyi Destekleme Harekâtı'nda ABD dışındaki en büyük birliği sağladı. 1996'da, bir yıl süren siyasi çalkantı, boykot edilen bir Şubat seçimine, bir askeri darbe girişimine ve seçimleri denetleyecek bir geçici hükûmet üreten arabuluculuk çabalarına tanık oldu. Üç ay boyunca, Muhammad Habibur Rahman ülkenin geçici lideri olarak görev yaptı. Avami Birliği, 21 yıl sonra Haziran seçimlerinde iktidara geri döndü. Başbakan Şeyh Hasina'nın ilk girişimlerinden biri, babasının katillerini kovuşturmadan koruyan, son derece tartışmalı Tazminat Tüzüğü'nü yürürlükten kaldırmaktı. Hasina ayrıca, güneydoğu tepe bölgelerindeki bir ayaklanmayı sona erdiren Chittagong Tepeleri Barış Anlaşması'nı imzaladı. Ganj'ın suyunu paylaşmak için Hindistan ile bir anlaşmaya vardı. 1997'de Şeyh Hasina, Güney Afrika'nın apartheid sonrası ilk başkanı Nelson Mandela'yı, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) başkanı Yaser Arafat'ı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i Bangladeş'in bağımsızlığının gümüş jübile kutlamaları için ağırladı. Ekonomik reform ivmesi, muhalefetin sık sık yaptığı hartallar ve grevler de dahil olmak üzere siyasi istikrarsızlık nedeniyle ivme kaybetti. 2001'de BNP, ekonomiyi iyileştirme vaatleriyle iktidara geri döndü. İkinci Ziya yönetimi daha yüksek ekonomik büyüme gördü, ancak güvenlik ve siyasi sorunlar ülkeyi 2004 ile 2006 arasında etkisi altına aldı. Radikal İslamcı militan grup Jamaat-ul-Mujahideen Bangladesh (JMB), birçok terör saldırısı yaptı. BNP'nin 2006'daki döneminin sonunda yaygın siyasi huzursuzluk yaşandı. Bangladeş ordusu, Başkan Iajuddin Ahmed'i olağanüstü hâl ilan etmeye çağırdı ve Fakhruddin Ahmed liderliğindeki geçici bir hükûmet, seçim sistemi, yargı ve bürokrasiye yönelik reformları uygulamak üzere Ocak 2007'den Aralık 2008'e kadar kuruldu. JMB liderleri tutuklandı ve daha sonra Mart 2007'de idam edildi. 2008 Bangladeş genel seçimlerinde ezici bir zafer elde ettikten sonra Avami Birliği hükûmeti iktidara geri döndü ve 6 Ocak 2009'da yemin ederek Şeyh Hasina'nın bir kez daha Başbakan olmasını ve ülkeye siyasi istikrar ve ekonomik büyüme getirmesini sağladı. 2010 yılında Yüksek Mahkeme yasal boşluklardan yararlanarak askeri müdahalelerin kapsamını daralttı ve anayasadaki laik ilkeleri yeniden teyit etti. Avami Birliği, 1971 vahşetlerinin hayatta kalan Bengal İslamcı işbirlikçilerini yargılamak için savaş suçları mahkemesi kurdu. Hasina ve yönetimi altında insan hakları ihlalleri arttı, özellikle Hızlı Harekât Taburu tarafından zorla kaybolmalar yaşandı ve hükûmet 2009'da iktidara döndüğünden beri giderek daha otoriter olmakla suçlandı. 2014 seçimleri ve 2024 seçimleri BNP-Cemaat ittifakı tarafından boykot edildi. BNP ve Cemaat hükûmeti devirmek için sık sık şiddetli protesto gösterilerine katıldı. 2017'de Bangladeş tarihindeki en büyük Arakanlı mülteci akınına uğradı. Myanmar'ın Rakhine Eyaletinde etnik temizlik harekâtının ardından tahmini 700.000 Rohingya mültecisi Cox's Bazar'a sığındı. Ulusal yoksulluk oranı 1971'de %80'den 1991'de %44,2'ye ve 2021'de %12,9'a düştü. Bangladeşli ekonomist Muhammed Yunus ve Yunus'un kurduğu Grameen Bank, mikrofinansa öncülük etmeleri ve yoksulluğu ortadan kaldırma çabaları nedeniyle Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Bangladeş, Güney Asya'nın ikinci büyük ekonomisi olarak ortaya çıktı ve hem Hindistan hem de Pakistan'ın kişi başına düşen gelir seviyelerini geçti. Bangladeş, 2009'dan bu yana birçok mega altyapı projesi başlattı. 25 Haziran 2022'de Padma Köprüsü açıldı ve güneybatı Bangladeş'i ülkenin geri kalanıyla birleştirdi. Dakka Metrosu ise 2023'te açıldı. Yeşil geçişin bir parçası olarak, Bangladeş'in endüstriyel sektörü, 2023 yılında dünyanın en fazla sertifikalı yeşil fabrikasına sahip ülke olarak yeşil fabrikalar inşa etmede lider olarak ortaya çıktı. Ocak 2024'te Başbakan Şeyh Hasina liderliğindeki Awami Ligi, Bangladeş genel seçimlerinde üst üste dördüncü kez seçildi. Jatiya Partisi ana muhalefet partisiydi. Mart 2024'te hükûmet, ülkenin hızlı ekonomik kalkınma hızını sürdürme sözü verdi. Awami Ligi hükûmetine karşı ülke çapındaki protestoların ardından, 5 Ağustos 2024'te Başbakan Şeyh Hasina istifa etmek ve Bangladeş'ten Hindistan'a kaçmak zorunda kaldı. 8 Ağustos 2024'te Nobel ödüllü Muhammed Yunus'un Baş Danışman olarak görev yaptığı geçici hükûmet kuruldu. Coğrafya. Bangladeş, Güney Asya'da Bengal Körfezi'ndedir. Neredeyse tamamen komşu Hindistan ile çevrilidir ve güneydoğusunda Myanmar ile küçük bir sınırı paylaşır ancak Nepal, Bhutan ve Çin'e çok yakındır. Ülke üç bölgeye ayrılmıştır. Ülkenin büyük kısmı, dünyanın en büyük nehir deltası olan verimli Ganj Deltası ile kaplıdır. Ülkenin kuzeybatı ve orta kısımları Madhupur ve Barind platoları tarafından oluşturulmuştur. Kuzeydoğu ve güneydoğuda, her dem yeşil tepe sıraları vardır. Ganj deltası, Ganj (yerel adı Padma veya "Pôdda"), Brahmaputra (Jamuna veya "Jomuna") ve Meghna nehirlerinin ve kollarının birleşmesiyle oluşur. Ganj, Jamuna (Brahmaputra'nın ana kanalı) ile birleşir ve daha sonra Meghna'ya katılarak son olarak Bengal Körfezi'ne akar. Bangladeş, "Nehirler Ülkesi" olarak adlandırılır. Çünkü 57'den fazla sınır ötesi nehir vardır, bu ise herhangi bir ulus devletin en fazlasıdır. Su sorunları, ülke Hindistan'a göre daha düşük kıyı bir eyalet olduğundan politik olarak karmaşıktır. Bangladeş ağırlıklı olarak zengin verimli düz bir arazidir. Büyük kısmı deniz seviyesinden 'dan daha az yüksekliktedir ve deniz seviyesinin yükselmesi durumunda arazisinin yaklaşık %10'unun sular altında kalacağı tahmin edilmektedir. Ülkenin %17'si ormanlarla kaplıdır ve %12'si tepe sistemleriyle kaplıdır. Ülkenin haor sulak alanları küresel çevre bilimi açısından önemlidir. Bangladeş'in en yüksek noktası, Myanmar sınırına yakın bulunan ve rakımlı Saka Haphong'dur. Daha önce, Keokradong veya Tazing Dong en yüksek olarak kabul edilirdi. Bangladeş daha ziyade Kıta Hindi'nin Ganj ("Padna"), Jamune (Brahma Putra) Nehrinin aşağı kolu ile Meghna gibi önemli nehirlerinin deltasında oluşan alüvyonlu ovalardan meydana gelir. Bu nehirler birleşerek Bengal Körfezinde bir delta içinde akarlar. Ovaların büyük bir kısmının denizden yüksekliği 9 metreyi geçmez. Bu sebeple her yıl yağışlı mevsimlerde ırmakların kabarmasıyla ovalar seller altında kalır. Bu sel baskınlarının en büyüğü 1974 yılında olmuş ve ülkenin % 70'i sular altında kalmış, 2 bin insan ölüp, yüz binlerce insan evsiz, barksız ve aç kalmıştır. Jamuna Irmağının kolları olan Tistua ve Astrai ırmakları, ovanın kuzey bölümünden geçer. Bu bölgede çok sayıda bataklık ve sazlık bulunmaktadır. 9300 kilometrekarelik bir yer kaplayan Barind Ovası, orta kesimde 6350 kilometrekarelik yer kaplayan Madhupur Platosu ve Meghna Irmağının doğusundaki Lalmai Tilas bölgeleri, alüvyonların meydana getirdiği başlıca plato alanlarıdır. Feni Irmağının güneyinde uzanan Çitagong bölgesi, tepeler, vadiler ve ormanlarla kaplıdır. Buraları ülkenin başlıca dağlık bölgesidir. Yüksekliği ortalama 600 metredir. İklimi. Yengeç Dönencesi'nde yer alan Bangladeş'in iklimi tropikaldir; Ekim'den Mart'a kadar ılıman bir kış, Mart'tan Haziran'a kadar ise sıcak ve nemli bir yaz yaşanır. Ülkede hava sıcaklığının altına düştüğü hiç görülmedi; rekor düşük sıcaklık, 3 Şubat 1905'te kuzeybatıdaki Dinajpur şehrinde olarak kaydedildi. Haziran'dan ekime kadar süren sıcak ve nemli muson mevsimi ülkenin yağışının çoğunu sağlar. Seller, tropikal siklonlar, kasırga ve gelgit dalgaları gibi doğal afetler neredeyse her yıl meydana gelir ve ormansızlaşma, toprak bozulması ve erozyon etkileriyle birleşir. 1970 ve 1991 siklonları özellikle yıkıcıydı ve ikincisi yaklaşık 140.000 kişiyi öldürdü. Doğal kaynakları. Bangladeş Ovası ormanlarla kaplı. Ekilecek alanları az olduğu için ormanların büyük bir kısmı yok edilmiş ve bugün sadece iki orman kalmıştır. Bunlardan birisi Madhupur olup, alüvyon platosudur ve 41,4 kilometrekarelik bir kısmı yapı malzemesi için elverişli ağaçlarla kaplıdır. İkinci orman ise güneydeki Sundarbans kıyı bölgesindeki ormanlardır. 59,6 kilometrekarelik bir alanı, bataklıklar arasındaki adacıklar ve Mangrov ormanlarıyla kaplıdır. Bu ormandaki ağaçlar kibrit ve kutu imalatına elverişlidir. Ayrıca Çitagong bölgesindeki sıradağlar tropikal ormanlarla kaplıdır. Buradaki ağaçlar, 100 metreye kadar uzunlukta olup, mobilyacılıkta ve kâğıt sanayisinde kullanılır. Ormanlarda; ceviz, badem ve hurma vb. ağaçlar bulunur. Ormanlarda kedi, köpek, kanarya, maymun gibi evcil hayvanların yanı sıra, her çeşit ev hayvanları, ayrıca benekli köpek, çeşitli türlerde böcek vardır. Nehirlerde de bol balık bulunur. Bangladeş'te fazla maden kaynağı yoktur. Ancak, otuz tane küçük tabii gaz ve çok ince bir kömür tabakası keşfedilmiştir. Bengal Körfezinde de petrol bulunmuştur. 2002 yılında alınan kararla Bangladeş'te plastik poşet kullanımı yasaklanmıştır. Bu sayede dünya üzerinde plastik poşet kullanımını yasaklayan ilk ülke olmuştur. Nüfus ve sosyal hayat. Dakka Bangladeş'in başkenti ve en büyük kentidir. Diğer büyük kentler Çitagong, Khulna, Rajshahi, Barisal ve Sylhet'dir. Diğer belediyeler üyeleri seçerken bu metropolitan şehirler belediye başkanını seçerler. Başkanlar ve üyeler beş yıllığına seçilir. Bangladeş, dünyanın nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık ülkelerindendir. Nüfus yoğunluğu kilometrekareye 290-770 kişi arasında değişir. Nüfusun % 90'ı köylerde, % 10'u şehirlerde yaşar. Güneydoğu sahilindeki Chitagong şehri, önemli bir limandır. Halkın % 60-70'i Müslümandır. Bangladeş'in resmî dili Bengal dilidir. Halkın çoğu bu dili konuşur. Ayrıca Urduca dili de yaygındır. Kuzey ve doğu dağlık bölgelerinde yaşayanlar da mahalli lisanları konuşurlar. Para birimi "Taka"dır. 11 idari bölge birer askeri vali tarafından yönetilir. Bir radyo ve televizyon istasyonu vardır. Erkekler "Lungi" denilen bir elbise, kadınlar "Şalvar Kamiz" denilen bir elbise giyerler. Eğitim. Halkın %79'u okuma-yazma bilmektedir. Ayrıca yeni nesilde bu oran %99'a yakındır. Köylerinde genellikle ilkokul bulunmaktadır. Dakka, Rajshani ve Çitagong üniversiteleri, batı tarzı eğitim yapan üç büyük üniversitesidir. Ekonomi. Ekonomi tarıma dayalıdır. Başlıca ürünleri, pirinç, önemli dayanıklı gıda maddeleri, Hint keneviri ve çaydır. Bu alanda Çin ve Hindistan'dan sonra dünya üçüncüsüdür. Diğer zirai bazı sebzeler ve şekerpancarı iç tüketim için yetiştirilir. 10 milyon hektarlık alanda ekim yapılır. Bu alanların % 80'inde pirinç üretilir. Tekstil. Ülkede tekstil son beş yıl içerisinde büyük ivme kaydetmiştir. Dünyaca ünlü tekstil firmaları buraya gelmekte, iş gücünden yararlanmakta ve ucuz maliyete istediği kalitede hazır giyim ürünü üretebilmektedir. Çoğu Avrupa ülkesinden tekstil amacıyla bu topraklara gelmiş iş adamları bulunmaktadır. Tekstil pazarında artık önemli bir yere sahiptir. Sanayi ve taşımacılık. Bangladeş'te başlıca sanayi Hazır Giyim üretimidir. Bu ülkede ileri sanayi tam kurulmamış, hatta bulunan madenler dahi tam olarak işlenememektedir. Ülkede hazır giyim işleyen binlerce fabrika vardır. Dış ticaret. Başlıca ihracat ürünleri; hazır giyim, Hint keneviri (jüt), çay ve balıktır. Ancak ihracatı hiçbir zaman ithalatını karşılamamakta ve ithalat ile ihracat arasındaki açık, gün geçtikçe artmaktadır. Çok az da olsa dış yardımlarla ayakta durmaya çalışmaktadır. Dericilik. Bangladeş'in yıllık ham deri üretim miktarı yaklaşık 20 milyon metrekare olarak hesaplanmakta olup her sene belirli bir artış kaydetmektedir. Bangladeş'te hayvanların çoğu doğal beslendiği ve yapay olarak şişirilmediği için elde edilen derinin yüksek kalitede olduğu dünyaca bilinmektedir. Deri işleme, deri tekstil, deri ayakkabı sektörü el emeği gerektirdiği için ucuz iş gücünden istifade edilip karlı atölyeler kurulabilir. Diğer taraftan Bangladeş'te deri üretiminde kullanılan deri işleme kimyasallarının tamamı dışarıdan ithal edilmekte olup deri kimyasalları üreten firmalar için büyük bir pazar durumundadır ve Bangladeş'in ihracatının ortalama %2,6 sini deri ve ürünleri oluşturmaktadır. Dondurulmuş gıda sanayii. Bengal körfezi ve sayısız nehir ve yerel olarak yapılan balık çiftliklerinde üretilen balık ve su ürünlerini işleyecek tesislere ihtiyaç duyulmaktadır. Balık, Bangladeş'in en önemli ihraç ürünlerinden biridir. Yeterince altyapı ve işleme tesisleri olmamasına rağmen, yıllık ihracatı 500 milyon dolardır. Balık konservesi henüz iç piyasaya girmiş değildir. Marketlerde satılanlar yurt dışından ithal edilen balık konservesidir, Bangladeş'in ihracatının %4.6 sini dondurulmuş gıda, su ürünleri oluşturmaktadır. Ayrıca Bangladeş'te üretimi için bütün şartlar mevcut olan sucuk, sosis, pastırma ve salam gibi hazır ve dondurulmuş gıda ürünlerinin, üretimi de düşünülebilir. Bangladeş'te büyük baş hayvanlar çok ucuz olup, işgücünün ucuzluğuyla beraber karlı bir piyasa teşkil etmektedir. Seramik Sanayii. Gelişmiş ülkelerde seramik maliyetinin gittikçe artmasının seramik yatırımcısını farklı arayışlara sevk ettiği bilinmektedir. Yoğun insan gücü ve doğalgaz kullanıldığı için, çok uluslu (Noritake, WedgeWood, Lenox) şirketlerinin yüksek teknoloji yatırımı yapmalarına rağmen maliyetleri düşürme konusunda başarılı olamadıkları bilinmektedir. Bangladeş'in zengin ve ucuz doğalgaz kaynağı ve ucuz insan gücünün bolluğu, bu sektörü yatırımcı için cazip hale getirmiş olup birçok firma fabrikasını kurmaktadır. Kaynakça. 8.Bangladeş'in Siyasi Görünümü / T. C. Dışişleri Bakanlığı
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4377", "len_data": 18051, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.37 }
Barbados, Atlas Okyanusu'nun güneyinde, Karayipler'de Küçük Antiller'in bir parçası konumunda olan ve coğrafi açıdan Orta Amerika'ya dâhil edilen bir ülke konumundadır. Karayipler'in en doğusundaki ada olan Barbados, Venezuela'nın yaklaşık 434 kilometre (270 mil) kuzey doğusundadır. Barbados'a en yakın ada komşuları, batıda Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler, güneybatıda Grenada ve güneyde Trinidad Tobago'dur. Ülkenin başkenti Bridgetown'dur. Adaya yapılan köle ticareti, 1807 Köle Ticareti Yasası tarafından yasaklanıncaya kadar devam etti ve Barbados'taki köleleştirilmiş nüfusun nihai kurtuluşu, 1833 Köleliği Kaldırma Yasası'nı takip eden beş yıllık bir süre boyunca gerçekleşti. 30 Kasım 1966'da Barbados, II. Elizabeth ile Barbados Kraliçesi olarak bağımsız bir devlet ve İngiliz Milletler Topluluğu bölgesi oldu. Ekim 2021'de Sandra Mason, Parlamento tarafından Barbados'un ilk devlet başkanı olarak seçildi. 30 Kasım 2021'de Mason, devlet başkanı olarak Kraliçe Elizabeth'in yerine geçti ve Barbados cumhuriyete geçti. Yapılan törende ayrıca dünyaca ünlü Barbados'lu şarkıcı Rihanna ulusal kahraman ilan edilerek devlet nişanı verildi. Barbados'un 287.000 nüfusu ağırlıklı olarak Afrika kökenlidir. Bir Atlantik adası olmasına rağmen, Barbados Karayipler ile yakından ilişkilidir ve önde gelen turistik yerlerinden biri olarak yer alır. Etimoloji. Adaya Barbados ismi adayı gözlemleyen Portekiz denizci Pedro a Campos tarafından verilmiştir. Burada "Barbados" ismi Portekizce "os barbudos" ya da İspanyolca eşanlamlısı "los barbudos" kelimesinden gelmektedir. Her iki anlamda da "şu sakallılar" anlamına gelen ifadenin adaya özgü incir ağaçlarından mı kaynaklandığı yoksa adada o dönem yaşayan yerlilerden mi kaynaklandığı bilinmemektedir. 1519 yılında Cenovalı haritacı Visconte Maggiolo tarafından yapılan haritalarda ada mevcut konumunda ve Barbados ismi ile gösterilmiştir. Coğrafya. Barbados'un toplam karasal alanı yaklaşık 430 km2 (166 mil2)dir. Adanın iç kısımlarındaki bazı yüksek bölgeleri ile bayağı yanıltıcıdır. Barbados'un organik bileşiminin volkanik olmayacağı düşünülür. Ve ağır basan bileşim kireç taşı mercanıdır. Adanın atmosferi, Atlas Okyanusundan sürekli esen alize rüzgârlarının devamlılığı ile sıcaklığın ılıman olduğu tropikal bir iklimdir. Ülkenin bazı çok gelişmemiş sahaları ağaçlık ve fundalıklara sahiptir. Adanın iç bölgelerindeki diğer kısımları tarım endüstrisine katkıda bulunur. Buralarda geniş şeker kamışı çiftlikleri serpilmiş olup deniz sahili manzarasına sahiptir. Barbados, gelişen dünyada en yüksek yaşam standartlarından birine ve okur yazarlık oranına sahiptir. Küçük coğrafi hacmine rağmen, Barbados sürekli olarak (kalıcı bir şekilde) İnsan Gelişme İndeksi'ndeki (Human Development Index) sıralamada üstteki 30 ülke içerisindedir. Halihazırdaki sıralamada Amerika kıtasında (Kuzey ve Güney) üçüncüdür. Ada, aynı zamanda turistler için yoğun uğrak noktasıdır. Tarihçe. Barbados'un en erken sakinleri Amerikan göçebeleriydi. Göçmenlerin üç dalgası kuzeye, Kuzey Amerika'ya hareket ediyordu. İlk dalga Saladoid-Barrancoid grubu idi çiftçi ve balıkçı idiler. Güney Amerika'ya (Venezuela'nın Orinoco vadisi) MÖ 350'de kanoları ile vardılar. Avarak insanları ikinci göçmen dalgasıydı. Güney Amerika'dan yaklaşık MÖ 800 yılında varan Avarak yerleşimi, adada Stroud Point, Chandler Bay, Saint Luke's Gully (Aziz Luke'nin su kanalı) ve Mapp's cave (Mapp in mağarası) bölgeleridir. Ekim 2021'de Barbados, tarihinin ilk cumhurbaşkanı olarak Sandra Mason'ı seçti ve bu sayede İngiliz Milletler Topluluğu bölgesi olmayı bırakıp bir cumhuriyete dönüşme sürecini başlattı. 30 Kasım 2021 tarihinde Mason'ın Cumhurbaşkanı olarak göreve başlamasıyla cumhuriyete geçiş süreci tamamlandı. Coğrafya. Barbados Küçük Antiller'in en doğusundaki adadır. Batısında Rüzgârüstü Adaları bulunmaktadır. Adanın deniz seviyesinden yüksekliği 340 metredir (1,120 ft). Ada Atlas Okyanusu'nda bulunmaktadır. Jeoloji. Barbados Güney Amerika ve Karayip fay hattı üzerindedir. Bu fay hattında çok fazla deprem görülmez. İklim. Adada her mevsim Güneş görülebilir. Yaz mevsimi çok sıcaktır bu yüzden insanlar genellikle denize girip serinler. Kış mevsimi serin geçmektedir az da olsa kar görülebilir. ilkbahar ve sonbaharda hava ılıktır ve yağmur görülebilir. Ekonomi. Barbados'ta GSYİH (Gayri Safi Yurt içi Hasıla) kişi başına düşen para açısından dünyanın 51. en zengin ülkesidir. İyi gelişmiş bir karma ekonomisi ve yüksek standartlı bir yaşam vardır. Barbados, iyi gelişmiş bir karma ekonomiye ve orta derecede yüksek bir yaşam standardına sahiptir. Dünya Bankası'na göre Barbados, dünyanın en yüksek 66 yüksek gelirli ekonomisinde yer alıyor. Buna rağmen, Karayip Kalkınma Bankası ile birlikte 2012 yılında yapılan bir bireysel çalışma, Barbadya'lıların %20'sinin yoksulluk içinde yaşadığını ve yaklaşık %10'unun temel günlük gıda ihtiyaçlarını karşılayamadığını ortaya koydu. Tarihsel olarak, Barbados ekonomisi şeker kamışı yetiştiriciliğine ve ilgili faaliyetlere bağımlıydı; ancak 1970'lerin sonlarından ve 1980'lerin başından beri imalat ve turizm sektörlerinde çeşitlendi. Offshore finans ve bilgi hizmetleri önemli döviz kurucuları haline geldi ve sağlıklı bir hafif imalat sektörü var. 1990'lardan beri Barbados Hükûmeti iş dostu ve ekonomik olarak sağlam görülüyor. Ada, otellerin, ofis komplekslerinin ve evlerin geliştirilmesi ve yeniden geliştirilmesi ile bir inşaat patlaması gördü. 1999-2000 yılları arasında turizmde yavaşlama, tüketici harcamaları ve ABD'de 11 Eylül 2001 saldırılarının ve 7 Temmuz 2005 Londra bombalamalarının etkisi nedeniyle 2001 ve 2002'de daraldığı zaman güçlü bir ekonomi vardı. 2003 ve 2004 yılından bu yana büyüme göstermiştir. 2019 yılında, ekonomik kriz ve durgunluk döneminden 11 yıl sonra, 2016, 2017 ve 2018 yılları arasında ekonominin tekrar durgunluğa düştüğü hem Standard & Poor's hem de Moody's tarafından onaylanmıştır. Standard & Poor's ve Moody's tarafından 3 iyileştirme paketiyle ülke ekonomiyi büyüttü ve 2020'den itibaren gelecek yıllarda yine bir başka inşaat patlaması olacağı öngörülüyor. Geleneksel ticaret ortakları arasında Kanada, Karayipler Topluluğu (özellikle Trinidad ve Tobago), İngiltere ve ABD yer almaktadır. Son hükûmet idareleri işsizliğin azaltılması, doğrudan yabancı yatırımların teşvik edilmesi ve devlete ait diğer işletmelerin özelleştirilmesi çabalarını sürdürmüştür. İşsizlik 2003 yılında %10,7'ye düşürüldü. Ancak, 2015'in ikinci çeyreğinde %11,9'a yükseldi. İdarî yapılanma. Barbados "parish" olarak adlandırılan 11 bölgeye ayrılmış durumdadır. Bu idarî yapılanmanın tarihi 1645 yılında Anglikan kilisenin adada yaptığı düzenlemeye dayanmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4378", "len_data": 6669, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.47 }
Belize (İngilizce: "Belize"), Orta Amerika'nın kuzeydoğu kıyısında bir Karayip ülkesidir. Kuzeyinde Meksika, batı ve güneyinde Guatemala, doğusunda ise Karayip Denizi yer almaktadır. Yüzölçümü 22.970 km² ve nüfusu 2020 verilerine göre 419.199'dur. Ülke toprakları doğu-batı ekseninde 110 km, kuzey-güney ekseninde ise 290 km uzunluğundadır. Orta Amerika'nın en düşük nüfusa ve nüfus yoğunluğuna sahip ülkesidir. Buna karşın yıllık %1,87'lik nüfus büyüme hızı Belize'yi Batı Yarımküre'nin en hızlı kalabalıklaşan ülkelerinden biri yapmaktadır. MÖ 1500 ile MS 300 yılları arasında Belize toprakları Maya Uygarlığı'nın yayılışına şahitlik etti. Maya hakimiyeti 1200'lere kadar sürdü. Avrupa'yla ilk temas 1492'de Kristof Kolomb'un Honduras Körfezi seferi ile gerçekleşti. Avrupalıların bölgeyi keşfi 1638'de Britanyalıların bölgeye yerleşmeleriyle başladı. Belize, Britanya'nın kazandığı 1798 St. George's Caye Savaşı'na dek Britanya ve İspanya arasında ihtilaf konusu oldu. 1840'ta Britanya Hondurası ismiyle koloni haline getirildi, 1862'de de taç kolonisi ilan edildi. Ülke Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını 1981'de kazanmıştır. Belize tarihî zenginlikleri nedeniyle farklı dil ve kültür özelliklerini barındıran karmaşık bir topluma sahiptir. Orta Amerika'da resmi dili İngilizce olan tek ülkedir, bu dil temelli Belize Kreolü halkın üçte biri kadarı tarafından konuşulur ve ulusal dil olarak benimsenmiştir. Nüfusun yarıdan fazlası çokdilli olup İspanyolca en yaygın ikinci dildir. Belize iki milli günün kutlandığı Eylül Şenlikleri, ülke kıyıları boyunca uzanan mercan resifi ve Punta müziği ile tanınmaktadır. Belize'nin karasal ve sucul tür zenginliği ile ekosistem çeşitliliği Orta Amerika Biyolojik Koridoru'nda küresel öneme sahiptir. Ülke hem Orta Amerika hem de Karayip ülkesi olarak değerlendirilir ve her iki bölgeyle de güçlü bağları bulunmaktadır. Karayipler Topluluğu (CARICOM), Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) ve Orta Amerika Entegrasyon Sistemi (SICA) üyesidir. Ayrıca Orta Amerika'daki tek İngiliz Milletler Topluluğu bölgesidir: Belize Kralı ve devlet başkanı kabul edilen III. Charles, Belize genel valisi tarafından (günümüzde Froyla Tzalam) temsil edilmektedir. Tarihçe. İlk zamanlar Maya topraklarının bir parçası olan Belize'ye Amerika'nın keşfinden sonra 1500'lerde ilk yerleşen İspanyollardır. 1600'lü yılların ortasında İngilizler yerleşmişler ve tabii kaynaklarını Avrupa'ya taşıdıkları gibi Afrika'dan insanları getirerek köle olarak kullanmışlardır. 1860 senesinde tamamen İngilizlerin sömürgesi olan Belize, Britanya Hondurası olarak biliniyordu. 1964 senesinde içişlerinde bağımsızlık kazanan Belize, 1980'de Birleşmiş Milletler Teşkilatının denetimi altında yapılacak bir referandumla kendi yönetim şeklini seçme şansına sahip oldu. Yapılan referandum neticesinde 21 Eylül 1981 tarihinde tam bağımsızlığını ilan etti. Guatemala buna karşı çıktı ve Belize üzerinde hak iddia etti. Bunun üzerine, Guatemala tehdidine karşı ülkenin savunması İngilizlere verildi. 1984'te İngiliz birliklerinin çoğu ülkeden çekildi. Coğrafya. Küçük bir ülke olan Belize'nin fizikî yapısı, genel olarak iki bölüme ayrılır: Kuzeyde ovalık bölge ve güneyde dağlık ve ormanlarla kaplı bir bölge vardır. Doğusunu çevreleyen Karayip Denizinin kıyı kesimleri mercan adacıklarıyla çevrilidir. Kuzeydeki verimli alüvyon ovaları, memleketin en büyük ve önemli akarsuyu olan Belize Nehri ve kolları olan küçük derecikler tarafından sulanır. Kuzeydeki ovalar alçak ve bazı bölümleri bataklıklarla kaplıdır. Güneydeki Maya dağlarındaki en yüksek yer 1122 m yükseklikte Victoria tepesidir. Kıyıdan iç kesimlere doğru gidildikçe dağların yüksekliği azalır. Önemli bir göle sahip olmayan ülkede herhangi bir yayla mevcut değildir. Belize'de tropikal bir iklim hâkimdir. Senelik sıcaklık 12 oC ile 33oC arasında değişir. Senenin en sıcak ayları Şubat ve Mart aylarıdır. Bol yağış alan ülkenin bölgelere göre yağış dağılımı oldukça farklıdır. Meksika'ya yakın olan bölgelerde senelik yağış ortalaması 2000 mm iken, güney bölgelerinde bu ortalama 4500 milimetreyi bulur. Genellikle, Kasım aylarında meydana gelen fırtınalar ve kasırgalar ülkede büyük hasarlar meydana getirirler. Bu fırtınaların meydana getirdiği hasar sebebiyle daha önceleri Belize City'de olan başşehir, 1961 senesinden sonra iç kısımlardaki Belmopán'a nakledildi. Tabii kaynaklar bakımından zengin değildir. Özellikle güneydeki dağlık kesim gür ormanlarla kaplıdır. İç kısımlara gidildikçe gür ormanlar yerini savanlara bırakır. Ülkedeki bu gür tropik ormanlarda puma, jaguar, timsah, maymun, çeşitli tropik bölgelere has kuşlar ve hayvanlar yaşar. Belize'de maden mevcut değildir. Nüfus, sosyal ve siyasî hayat. Ülkede nüfusun çoğunluğunu Afrika asıllı siyahlar oluşturmaktadır. Ülkenin batı ve kuzey kesimlerinde yerlilerle İspanyolların karışımı olan melezler yaşar. Güney kesimlerinde ise, Maya soyundan gelen halk çoğunluktadır. Kendilerine has kültür ve geleneklerini kaybetmemiş olan bu Maya asıllı yerli halk ayrı bir lisan kullanmaktadırlar. Halkın çoğunluğu ise Kreolce denen İngilizce kökenli bir dil kullanmaktadırlar. Halkın büyük bir kısmı Katolik olup, Protestanlar ve Anglikanlar da vardır. Az sayıda Müslüman da bulunmaktadır. Halkın çoğu sahil kenarlarında yaşar. 6 ile 14 yaş arası öğrenimin mecburi olduğu Belize'de orta öğrenim yapan oldukça azdır. Okuma-yazma oranının %93 olduğu ülkede, Belize City ve Corozal'da yükseköğrenim yapmak mümkündür. Birkaç tane haftalık gazetesi bulunan ülkede günlük gazete ve TV istasyonu bulunmamaktadır. Liman şehri olan ülkenin en büyük şehri Belize City dışındaki şehirleri büyük kasaba niteliğindedir. Yolların kenarlarında yapılan evlerde yaşayanlar küçümsenemeyecek çoğunluktadır. Parlamenter bir rejimle idare edilen ülkede parlamentoda çoğunluğu sağlayan partinin başkanı başbakan olarak ülkeyi yönetir. Ülke tam bağımsızlığını kazanmasına rağmen İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Ülkedeki siyasi partiler PUP (1954) ve UDP (1974). Ekonomi. Ekonomisi tarıma dayalı olan ülkede, ziraat, kuzeydeki ovalarda şekerkamışı ekimi şeklinde yapılmaktadır. Portakal, muz, greyfurt yetiştirilmektedir. Ormanlardan elde edilen kereste, çiklet imalatında kullanılan Manilkara zapota ağacı zamkı, tekstil boyacılığında kullanılan bakkam ağacından elde edilen boya, şekerkamışı ve şeker ülkenin başlıca ihraç mallarıdır. Gıda sanayi, kereste sanayi ve giyim diğer faaliyetlerdir. Ülkedeki Çinliler ticarette önemli paya sahiptir. 2872 km'lik bir karayolu ağına sahip olan ülkede, uluslararası bir havaalanı bulunmaktadır. Ülkede 1 Amerikan doları 2 Belize dolarına eşittir. 2000 yılı ihracatı 194 milyon dolar, ithalatı ise 750 milyon dolardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4379", "len_data": 6684, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.57 }
Botsvana ya da resmî adıyla Botsvana Cumhuriyeti ("Setsvana: "Lefatshe la Botswana"; İngilizce: "Republic of Botswana), Afrika kıtasının güneyinde bulunan ve denize kıyısı bulunmayan kara ülkesidir. Ülke güney ve güneydoğu bölümünde Güney Afrika Cumhuriyeti, kuzey ve batısında Namibya, kuzeydoğu bölümünde ise Zambiya ve Zimbabve ile komşu konumundadır. Ülkenin kuzey bölümünde, Kasane şehri yakınlarında dünyanın dört ülke sınırının kesiştiği tek nokta olarak kabul edilen, ancak söz konusu Botsvana, Zambiya, Zimbabve ve Namibya ülkelerinin sınır anlaşmaları ile sınırlarına karşılıklı olarak resmiyet kazandırmadıkları için kabul görmeyen bir sınır noktası mevcuttur. Botsvana, Afrika kıtası üzerinde demokrasi alanında en gelişmiş ülke olarak kabul görmektedir. 2011 yılında açıklanan İnsani Gelişme Endeksi verilerinde, Botsvana Afrika kıtasının güneyinde bulunan ülkeler içerisinde en yüksek verilere ulaşmıştır. Ülke ismi. Ülke ismi Botsvana'da çoğunluğu oluşturan Tsvana etnik grubundan gelmektedir. Tsvana dilinde 'Tsvaların ülkesi' anlamında kullanılan kelimede bulunan Tsvana kelimesinin kökeni net olarak bilinmemekle birlikte David Livingstone tarafından Tsvana'da "benzer, eşit" anlamlarında kullanılan "tshwana" kelimesinden geldiğini tahmin etmiştir. Coğrafya. Botsvana kıta üzerinde yaklaşık 582.000 km²'lik bir yüz ölçümüne sahiptir. Ülke genelinde 2 milyonun üzerinde bir nüfus yaşamakta olup, bu veriler ile dünya üzerinde nüfus yoğunluğu az olan ve seyrek bir yerleşimi olan ülkelerden bir tanesidir. Afrika'nın çöllerinden biri olan Kalahari çölü, ülkenin güney bölümünde önemli bir kısmı kaplamaktadır. Bu bölümler Savan adı verilen geniş çayırlar ile kaplıdır. Ülkenin kuzeybatısında dünyada denize dökülmeyen iç deltalarından olan Okavango Deltası bulunmaktadır. Ayrıca Limpopo Nehri, Kuando Nehri ve Zambezi Nehri ülkenin diğer önemli nehirlerini oluşturmaktadır. Güney Afrika Platosu'nun bir parçasını oluşturan Botsvana, yüzey şekillerinin tepelik ve yer yer kırık olduğu güneydoğu kesimi dışında bir düzlük biçimindedir. En yüksek noktasını 1.489 m ile Tsodilo Tepelikleri oluşturmaktadır. Ülkenin toplamda sahip olduğu 4.013 km'lik sınır hattının 1.360 km'si Namibya, 1.840 km'si Güney Afrika Cumhuriyeti, 813 km'si Zimbabve ve 1 km'den az olmak üzere de Zambiya ile oluşmaktadır. Ülke nüfusun büyük çoğunluğu ülkenin doğu bölümünde yaşamaktadır. İklim. Ülke genelinde kurak ve yarı çöl iklimi hakim bir konumdadır. Sıcaklıklar yıl içerisinde yazın 25 °C, kışın ise 13-14 °C aralığında seyretmektedir. Özellikle kış aylarında ülke genelinde gece sıcaklıkları büyük oranda düşüş göstermekte olup, gece ile gündüz sıcaklık farkları 20 °C’ye ulaştığında don oluşumuna neden olabilir. Ülke yılın altı ila dokuz ayını kurak dönem olarak geçirmekte, en çok yağışlar Aralık ile Mart ayları arasında gerçekleşmektedir. Yaban hayat. Ülke sınırları içerisinde birçok yaban hayvan bulunmaktadır. Filler, zürafalar, çeşitli antilop türleri, aslanlar, leoparlar, çitalar, su aygırları ve zebralar bu yaban hayatın bir parçası olarak Botsvana'da gözlemlenebilmektedir. Özellikle Okavango Deltası zengin yaban hayvan çeşitliliğine sahiptir. Nüfus. Botsvana, Afrika kıtasında nüfus yoğunluğunun seyrek olduğu ülkelerden biri konumundadır. 2011 yılında gerçekleştirilen son resmi sayım sonuçlarına göre sahip olduğu nüfus yoğunluğuna göre bağımsız ülkeler arasında son sıralarda yer almaktadır. Ülkede son resmi sayıma göre 2.038.228 nüfusa sahip olup, 2022 tahmini sayım sonuçlarına göre 2.384.246 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Ülke genelinde 2022 tahmini verilerine göre ortalama yıllık nüfus artışı %1,40 seviyesindedir. Botsvana birçok Afrika ülkesinde görüldüğü üzere genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %48,85'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %5,56'sı 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %30.54 (erkek 357,065/kadın 350,550) 15-24 yaş: %18.31 (erkek 208,824/kadın 215,462) 25-54 yaş: %39.67 (erkek 434,258/kadın 484,922) 55-64 yaş: %5.92 (erkek 59,399/kadın 77,886) 65 yaş ve üzeri: %5.56 (erkek 53,708/kadın 75,159) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %72,2 olan ülkede, nüfusun geri kalanı kırsal kesimde yaşamaktadır. Etnik gruplar. Tsvana etnik grubu ülkede çoğunluğu oluşturmaktadır. Nüfusun %79'u Tsvana etnik grubu üyesi konumundadır. Bunun haricinde Kalangalar (%11) ve Buşmanlar (diğer adı Basarwalar) (%3) diğer azınlık etnik grupları oluştururken %7 düzeyinde beyazlar ve diğer küçük etnik grupları oluşturan nüfus yaşamaktadır. Ülkenin bağımsızlığını kazanması sonrası hızla artan nüfus, özellikle AIDS nedeniyle gerçekleşen ölümler nedeniyle önemli bir artışı beraberinde getirememiştir. 2008 yılında Zimbabve'de yaşanan kriz sonrası ülkenin nüfusu hızla artmış, o dönemde 800.000 Zimbabveli Botsvana'ya geçerek mülteci olarak yaşamını sürdürmüştür. Dil. Botsvana'nın İngilizce ve Setsvana olmak üzere iki resmi dili mevcuttur. Ülkenin parlamentoda konuşulan ve günlük gazetelerin dili İngilizce olup, orta öğretim seviyesinden itibaren dersler İngilizce öğretilmektedir. Halkın büyük çoğunluğu ise günlük hayatta Setsvana dili ile iletişim kurmaktadır. Öğrencilerin okula başladığı ilk öğretim seviyesinde dersler Setsvana dilinde verilmektedir. Din. Ülke genelinde Hristiyanlık dinine inananların oranı nüfusun neredeyse çoğunluğuna denk gelmektedir. Botsvana'da halkın %6'sı yerel dinlere inanırken, %70'i Hristiyan dininin Protestan mezhebine, %9'u Katolik mezhebine göre dini inançlarını yaşamaktadırlar. Avrupalılar tarafından misyonerlik faaliyetleri sonucu öğretilmeyen Afrika Hristiyanlığı dinine ise inananların oranı %12 civarındadır. Botsvana'da İslamiyet hemen hemen hiç görülmemekte olup, 5000 kişiden biraz fazla kişinin bu dine mensup olduğu bildirilmiştir. Sosyal durum. Eğitim. Botsvana genelinde okuma yazma bilme oranı 2015 tahmini verilerine göre %88,5 olup, bu oran erkeklerde %88, kadınlar da ise %88,9 düzeyindedir. Botsvana, Dünya üzerinde okul zorunluluğunun bulunmadığı çok az sayıda ülkelerden bir tanesi konumundadır. Ülke genelinde bulunan ilk ve orta öğretim okullarının yanı sıra başkent Gaborone'de bir üniversite bulunmaktadır. Ülke genelinde okula gitme süresi hem erkek hem de kız öğrencilerde on üç yıldır. Sağlık. Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup, 2015 tahmini verilerine göre nüfusun %96,2'si temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Bunun yanı sıra nüfusun %63,4'ü tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanabildiği ülkede, nüfusun %36,6'sı ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, sıtma ve tifo çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının en yüksek oranlarından biri görülmekte olup, bu oran 2015 tahmini verilerine göre %22,21 düzeyindedir. Bir dönem %37 düzeyinde olan oran son yıllarda söz konusu oranlara indirilmiş olsa da ülke dünya üzerinde yetişkin nüfusun bu virüse sahip olduğu en yüksek ikinci ülke konumundadır. Bağımsızlığını kazandıktan sonra sağlık konusunda önemli adımlar atan ülke, en küçük yerleşim bölgelerinde bile sağlık hekimliği bulundurmaktadır. Şehirlerde bulunan 17 sağlık merkezinin yanı sıra, gezici sağlık birimlerini de bulunduran ülke, bu sayede tüm nüfusa sağlık hizmetlerini verebilme olanağı yakalamaktadır. Tarih. Botsvana'nın bağımsızlığını kazanmadan önce hakim olduğu bölgeler Bechuanaland adı ile anılmaktaydı. O dönemlerde Birleşik Krallık emperyalist güçlerinin kıtanın güneyinde ilerlemesi ve Boerlerin kurduğu Boer Cumhuriyetleri'nin bölgede art ardına kurdukları devletler ile sıkıntılı bir süreç yaşayan Batsvana halkı için bu durum bir tehdit oluşturmuş, bunun neticesinde güçlerini ve bölgelerini birleştirerek varlıklarını koruma yolunu seçmişlerdir. Birleşik Krallık hükûmeti, Batsvana halkının birleşerek oluşturduğu bölgeyi 30 Eylül 1885 tarihinde himayesi altına aldığını açıklamıştır. Bu karar neticesinde yerel halk Boerlerin baskınlarına karşı İngiliz himayesini elde etmiştir. Britanya hükûmetinin himaye altına alma kararının arka planında bölgede son dönemde yaşanan siyasi değişimler ve başta altın olmak üzere bölgede bulunan zengin yeraltı madenleri yatmaktaydı. Bölgede, 30 Eylül 1966 tarihinde Botsvana devletinin kurulması ile İngiliz hakimiyeti ve himayesi sona ermiştir. Botsvana bağımsızlığını kazandıktan sonra İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olmuştur. İdari yapılanma. Botsvana kendi içerisinde dokuz ayrı bölgeye ayrılmış durumdadır. "District" olarak adlandırılan bölgeler şu şekildedir: Şehir. Ülke nüfusunun büyük bir bölümü doğu bölgelerde yaşamakta olup, ülkenin en büyük şehri aynı zamanda başkent konumunda da bulunan Gaborone'dir. Ülkenin 2005 verilerine göre en büyük üç şehir merkezi sırasıyla Gaborone (214.412), Francistown (91.777) ve Molepolole'dir (65.570). Ekonomi. Ülke genelinde önemli yer altı madenleri mevcut olup, bu madenlerden elmasın toplamı ülke ihracatının %70'ini oluşturmaktadır. Elmasın yanı sıra bakır, nikel, tuz, gümüş, kömür ülkenin sahip olduğu diğer başlıca yer altı madenleridir. Değerli taşlar ve kıymetli metaller. Botsvana'da Madenler ve Mineral Kaynakları, Yeşil Teknoloji ve Enerji Güvenliği Bakanlığı ülke genelindeki madencilikle ilgili verileri muhafaza eder. Botsvana'da faaliyet gösteren en büyük elmas madencilik şirketi olan Debswana, %50'si hükûmete ait olan ortak girişimdir. Maden endüstrisi, tüm hükûmet gelirlerinin yaklaşık %40'ını sağlar.. Botsvana'da uranyum madenciliği henüz başlamamıştır, ancak Afrika'daki Letlhakane Uranyum Projesi, en büyük gelişmemiş uranyum projelerinden biridir. Hükûmet, 2009'un başlarında ekonomiyi çeşitlendirmeye ve elmaslara aşırı güvenmeye çalışacaklarını duyurdu. Turizm. Turizm gelirleri ülke için önemlidir. Botsvana'nın sahip olduğu önemli ulusal parklar turistlerin bu ülkeyi ziyaret etmesinde öncelikli sebeplerden biridir. Ülkede bulunan ulusal parklar şunlardır: Ülkenin para birimi Pula, Dolar ve Euro karşısında sağlam bir yapıya sahiptir. Ülke Afrika kıtasında bulunan diğer ülkelere göre daha sağlam bir ekonomik altyapıya sahiptir. Son dönemlerde ekonomisi yıllık %9 dolaylarında büyüyerek en fakir ülkelerden biri konumundan, orta düzeyde bir ülke konumuna gelmiştir. Afrika içerisindeki devletler arasında en yüksek kredi derecelendirme notuna sahip olan Botsvana, 2007 yılında ABD'de başlayan ekonomik krizin etkisi ile iki dönem ardı ardına ekonomik büyüme yakalamayarak resesyona girmiştir. Ulaşım. Karayolu. Ülke genelinde şehirler arasında var olan karayollarının çoğu asfaltlanmış konumdadır. Bunun haricinde kalan ikinci derece yolların çoğu toprak ve çakıldan oluşmaktadır. Ulusal Park içerisinde yer alan yolların birçok bölümünde derin çukurlar mevcuttur. Özellikle yağmur dönemlerinde şiddetli yağmur nedeniyle birçok yol zarar görmekte ve kullanılamaz bir hal alabilmektedir. Trans-Kalahari Koridoru olarak adlandırılan ve Güney Afrika Cumhuriyeti şehri Johannesburg ile Namibya şehri Windhoek'u birbirine bağlayan otoyol Botsvana'dan geçmektedir. Botsvana'da bulunan otoyollar şu şekildedir: Demiryolu. Ülkede Botsvana devlet demiryolları olan "Botswana Railways", mevcut olan toplam 700 km'lik demiryolunu işletmektedir. Demiryolu ağı Güney Afrika Cumhuriyeti sınırından, Lobatse, Gaborone, Francistown'dan Zimbabve şehri Plumtree'ye kadar uzanmaktadır. Ülke genelinde genel olarak ürün taşıma işleminde tren kullanılmakta olup, yolcu taşımacılığı ekonomik sebeplerden dolayı 1 Nisan 2009 tarihinde durdurulmuştur. Havayolu. Merkezi Gaborone'de bulunan ve 1972 yılında kurulan Air Botswana ülkenin havayolu şirketi konumundadır. Air Botswana ulusal ve uluslararası uçuşlar gerçekleştirmekte olup, bünyesinde 2016 verilerine göre beş adet uçak bulundurmaktadır. Botsvana genelinde karayolu bağlantılarının uzun olması, yolların da pek sağlıklı olmaması nedeniyle birçok irili ufaklı havaalanları bulunmakta olup, bu alanlardan dört tanesi uluslararası havaalanı olarak kabul edilmektedir. Ülke içerisinde Francistown, Gaborone, Kasane ve Maun şehirlerine uçuşlar gerçekleştiren Air Botswana, Kasım 2016 verileri itibarıyla ülke dışında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Johannesburg ve Cape Town, Kenya'da Nairobi, Malavi'de Blantyre ve Lilongwe ile Zimbabve'de Victoria Falls şehirlerine direkt uçuşlar gerçekleştirmektedir. Air Botswana'nın bunun haricinde Qatar Airways ile ortak uçuş gerçekleştirme konusunda anlaşmaları bulunmaktadır. Ülke genelinde bulunan uluslararası havalimanları şu şekildedir: Spor. Ülkenin en sevilen spor dalı futboldur. Ülke futbolu 1970 yılında kurulan Botsvana Futbol Federasyonu ("Botswana Football Association"- "BFA") tarafından yönetilmektedir. Ülkede on altı takımın katıldığı ve "Botswanan Premier League" olarak adlandırılan ulusal bir lig düzenlenmektedir. Ülkenin en başarılı futbol takımı bugüne kadar elde ettiği 13 şampiyonluk ile Township Rollers FC takımıdır. Botsvana millî futbol takımı 2012 yılında düzenlenen 2012 Afrika Uluslar Kupası'nda yer alarak tarihinin en büyük başarılarından birini elde etmiştir. "Zebralar" olarak adlandırılan Botsvana millî futbol takımı FIFA sıralamasında 2017 yılı verilerine göre 116. sırada bulunmakta olup, 2010 yılında elde ettiği 50. sıra ile en iyi sıralamasını elde etmiştir. Botsvana ülke tarihinin ilk olimpiyat madalyasını 2012 yılında kazanmıştır. 2012 yılında Londra'da gerçekleştirilen olimpiyatlarda orta mesafeci Nijel Amos 800 metrede elde ettiği 1:41.73 ile kariyerinin en iyi derecesini elde ederek gümüş madalyanın sahibi olmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4380", "len_data": 13477, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.43 }
Fiji ya da resmî adıyla Fiji Cumhuriyeti (Fijice: Matanitu Tugalala o Viti, Fiji Hindi: फ़िजी गणराज्य), Okyanusya'da bulunan bir ada ülkesidir. Pasifik okyanusunun güneyinde bulunan bir dizi adadan oluşan ülke, 215'i ıssız olmak üzere toplam 322 adadan ve 522 adacıktan oluşur. İki büyük ada, Viti Levu ve Vanua Levu, yerleşimin %87'sini oluşturur. Tarihçe. Fiji'de 17. yüzyılda Avrupalı kâşiflerden uzun süre önce de insanlar vardı. Fiji'de yapılan kazılarda küçük yerleşimlerde çanak çömlek türünde eski kalıntılar bulunmuştur. Fiji yerleşim yerlerinde yapılan kazılar sonucu M.Ö. 1000 yıllarına ulaşan buluntulara rastlanmıştır. Ancak büyük Pasifik göçünün sorusuna hâlâ cevap bulunamamıştır. 1643'te Hollanda'li kâşif Abel Tasman'ın, büyük güney kıtasını aramaya giderken Fiji'yi ziyaret ettiği biliniyor. XIX. yüzyıla kadar Avrupalı yerleşimciler, yerleşimlerine devam etmiştir. Adalar, 1874'te bir sömürge olarak İngiliz kontrolünün altına girdi. İngilizler tarafından adalara Hint işçiler getirildi. 1970'te önce krallık olarak bağımsızlığını ilan etti. Fiji'ye, Hint-Fijili (Hindistan'dan getirilen Hintlere verilen ad) toplumu egemendi. 1987'de gerçekleştirilen müdahale sonucu cumhuriyet ilan edildi ve başarılı iki askerî darbe ile, Fiji'nin hâkimiyetindeki Hint ve Fiji ortaklığı sona erdirildi. Çünkü Hint kökenliler İngiliz egemenliği altında kalmak isterken Fijili yerli halk bağımsızlık taraftarıydı. Bu yüzden askerî darbeler olmuştur. Daha sonra Hint kökenliler Hindistan'a göç etmek zorunda kalmışsa da ülkede kalan Hint kökenliler vardır. Bu göç insan kaybına ve ekonomik durgunluğa neden olmuştur. Yönetim. Fiji, bir parlamenter cumhuriyettir. İlk yerli vali George Cakobau, eski meclis başkanı Epeli Nailatikau, ülkenin kurucusu Kamisese Mara gibi ülkenin pek çok önemli siyasi, akademik ve askeri ismi Ratu Cakobau'nın soyundan gelmektedir. Coğrafya. Fiji, 322 adadan (106'sı ıssız) ve 522 küçük adacıktan oluşur. En önemli adaları, Viti Levu ve Vanua Levu'dur. Adalar, tropikal ormanlarla çevrilidir. Yükseklik 1,300 metreye (4,250 ft) kadar ulaşır. Viti Levu, başkent Suva'ya ev sahipliği yapar. Diğer önemli şehirler, (Uluslararası havaalanının bulunduğu yer) Nadi ve büyük bir şeker değirmenine sahip bir liman kenti olan Lautoka'dır. Vanua Levu'da ana şehirler, Labasa ve Savusavu'dur. Diğer önemli adalar, Taveuni ve Kadavu, (Nadi'nin sadece dışında) Mamanuca grubunu ve popüler turist varış yerleri olan Yasawa grubunu kapsar. En yakın komşusu Tonga'dır. Fiji'de tropikal iklim hakimdir. "Konum:" Okyanusya, Güney Pasifik Okyanusunda ada. "Coğrafî konumu:" 18 00 Güney derecesi, 175 00 Doğu boylamı "Haritadaki konumu:" Okyanusya "Yüzölçümü:" 18,270 km² "Sınırları:" 0 km "Sahil şeridi:" 1,129 km "İklim:" Tropikal deniz "Arazi yapısı:" Volkanik aktiviteli dağlar çoğunluktadır. "Deniz seviyesinden yüksekliği:" en alçak noktası: Pasifik Okyanusu 0 m; en yüksek noktası: Tomanivi 1,324 m "Doğal kaynakları:" Kereste, balık, altın, bakır, amonyak, gümüş, denizde petrol kaynakları, hidro enerji "Arazi kullanımı:" tarıma uygun topraklar: %10 "Sürekli ekinler:" %4 "Otlaklar:" %10 "Ormanlık arazi:" %65 "Diğer:" %11 (1993 verileri) "Sulanan arazi:" 10 km² (1993 verileri) "Doğal afetler:" Kasım - Ocak ayları arasında siklonik kasırgalar İklim. Fiji, tropikal iklime sahiptir. Kasım ve Nisan arası sıcak mevsimdir. Mayıs ve Ekim arası daha serindir. Serin mevsimde hava sıcaklığı ortalaması 22 °C 'dir. Yağış değişkendir ve sıcak sezonda daha çok yağış almaktadır. Ekonomi. Fiji, ormanlar, mineral ve balık kaynakları açısından zengin bir ülkedir. Pasifik adaları arasında ekonomisi en çok gelişmiş adalardan biridir. Şeker ihracatı ve turizm endüstrisi ülkeye döviz getiren başlıca sektörlerdir. Şeker üretimi sanayi etkinliğinin 3'te 1'ini kapsamaktadır. Her yıl içlerinde Amerikalıların da bulunduğu yaklaşık 300,000 turist ülkeyi ziyaret etmektedir. Fiji, 1960 ve 1970'lerde hızlı bir büyüme periyodu geçirmesine rağmen 1980'lerde durgunlaşma görülmüştür. Başlıca gelir kaynağı turizm ve şeker endüstrisidir. Fiji'deki en yüksek bina, on dört katlı Rezerv Bankası binasıdır. İletişim. "Kullanılan telefon hatları:" 72.000 (1997) "Radyo yayın istasyonları:" AM 13, FM 40, kısa dalga 0 (1998) "Radyolar:" 500.000 (1997) "Televizyonlar:" 21.000 (1997) "İnternet servis sağlayıcıları:" 2 (2000) "İnternet kullanıcıları": 7.500 (2000) Demografi. "Mültecî oranı:" -3.45 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini) "Bebek ölüm oranı:" 14.08 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini) "Ortalama hayat süresi:" Toplam nüfus: 69.2 yıl "Erkeklerde:" 66.74 yıl "Kadınlarda:" 71.79 yıl (2004 tahmini) "Ortalama çocuk sayısı:" 2.86 çocuk/1 kadın (2001 tahmini) "HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı:" %0.1 (2003 tahmini) "Ulus:" Fijili "Nüfusun etnik dağılımı:" Fijili %51, Hint %44, Avrupalı, diğer Pasifik adaları kökenli, Çinli ve diğer %5 (1998 verileri) "Okur yazar oranı:" 15 yaş ve üzeri için veriler "Toplam nüfusta:" %93.7 "Erkekler:" %95.5 "Kadınlar:" %91.9 (2003 tahmini) Din. Hristiyan %52, Hindu %38, Müslüman %8, diğer %2 (1986) "Diller:" İngilizce (resmî dil), Fiji dili, Fiji Hintçesi
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4383", "len_data": 5151, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.42 }
Gambiya (), resmî adı ile Gambiya Cumhuriyeti, Batı Afrika'da bir ülkedir. Yüzölçümü bakımından Afrika anakarasının en küçük ülkesidir. İsmini aldığı Gambiya Nehri'nin her iki kıyısı boyunca kurulmuş olan ülke Atlas Okyanusu kıyısı hariç, tamamen Senegal ile çevrilmiştir. Yüzölçümü 10.689 km² ve nüfusu 2013 verilerine göre 1.857.181 kişidir. Başkenti Atlas Okyanusu kıyısında bir ada üzerine kurulu olan Banjul'dur. En büyük şehirleri ise Serekunda ve Brikama'dır. Gambiya'yı ilk sömürgeleştiren Portekizlilerdir. Bu dönemde ülke "A Gâmbia" ismiyle biliniyordu. Portekizlilerin Gambiya Nehri üzerinde sömürge kurmalarının en önemli sebebi köle ticaretiydi. Bu anlamda Gambiya diğer Batı Afrika ülkeleriyle aynı tarihsel kökenlere sahiptir. 1765'te bölge Britanya İmparatorluğu'nun kontrolüne girerek Gambiya Kolonisi ve Protektorası adını aldı. 1965'te Dawda Jawara önderliğinde bağımsızlığını kazanan Gambiya, Yahya Jammeh'in iktidarı ele geçirdiği 1994 darbesine dek Jawara tarafından yönetildi. 2016 seçimlerinde Jammeh'i yenen Adama Barrow 2017'de Gambiya'nın üçüncü başkanı oldu. Jammeh başta seçim sonuçlarını kabul etti, ancak sonra yaşanan usulsüzlükler nedeniyle sonuçları tanımayacağını söyledi. Bu durum ülkede anayasal bir krize yol açtı. Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ülkeleri Gambiya'ya askeri müdahalede bulunarak Jammeh'i görevden ayrılmaya zorladı. 21 Ocak'ta Jammeh ülkeyi terk etti. Gambiya ekonomisi tarım, balıkçılık ve turizme dayanır. 2015'te nüfusun %48,6'sı yoksulluk içinde yaşamaktaydı. Bu oran kırsal bölgelerde %70'lere ulaşmaktadır. Tarihçe. Gambiya Nehri'nin verimli toprakları uzun yıllardır yerleşim bölgesi olarak kullanılmaktadır. Milattan önceye dayanan ve gezgin Hanno'ya ait olduğu belirlenen yazılı belgelerde, Hanno'nun özellikle Batı Afrika bölgelerinde gezerken Gambiya bölgesindeki durumdan bahsetmektedir. Milattan sonraki dönemlerde ise bölge ile ilgili ilk kayıtlar 9. yüzyıl ve 10. yüzyılda Arap tüccarına aittir. 10. yüzyıl boyunca Müslüman tüccarlar ve öğretmenler birçok Batı Afrika ülkesinde çeşitli yerleşimler kurmuştur. Bu iki grup altın ve fildişi karşılığında değiş tokuş sağlayan ve Sahra'yı aşan ticaret rotaları oluşturmuşlardır. Bölgenin Mali Krallığı'na bağlı olduğu dönemlerde bu bölgeye seferler düzenleyen Portekiz tüccarlar bölgede de hakimiyet kurmaya başlamışlardır. 17. yüzyılda İngiliz kralının da yetki vermesi ile Gambiya ve Altın Sahili bölgelerinin kullanım hakkını alan topluluk, bölge ticaretinde söz sahibi konuma gelmiştir. 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başlarında İngiltere ve Fransa bölgede bulunan su kaynaklarının paylaşımında siyasi ve ticari sebeplerden dolayı ihtilaflar yaşamış, bu sorunlar Paris Antlaşması (1763) ile sona erdirilebilmiş ve Gambiya üzerindeki tüm hakimiyet Birleşik Krallık'a devredilmiştir. Bu süreçten sonra da Fransa, Gambiya üzerinde hakimiyeti ele alabilmek adına Afrika kıtasında bulunan başka sömürge bölgelerini bu bölgeye karşılık Büyük Britanya'ya teklif etmiş ama başarı elde edememiştir. Özellikle 18. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında yaşanan ve merkezi James Adası üzerinde bulunan kale olan köle ticareti döneminde üç milyona yakın kişi bu bölgelerden Amerika kıtasına köle olarak götürülmüştür. Büyük Britanya hakimiyetinin ilk dönemlerinde Sierra Leone Valisi'nin hakimiyeti altındaki topraklara dahil edilen Gambiya, 1888 yılında başlı başına bir sömürge düzeni olarak kurulmuştur. Bu oluşum ile Fransa himayesindeki Senegal ile kesin sınır çizgileri 1889 yılında belirlenmiştir. Gambiya, meşrutiyet sistemi ile 18 Şubat 1965 tarihinde Büyük Britanya'dan bağımsızlığını kazanarak İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olmuştur. 1967 yılında dönemin Senegal devlet başkanı Léopold Sédar Senghor'un ziyaretinde iki ülke arasında yakın işbirliği konusunda anlaşma sağlanmıştır. 24 Nisan 1970 tarihinde yönetim şeklini cumhuriyet olarak değiştiren ülke, ülkenin ilk devlet başkanı olarak da o güne kadar başbakan olarak görev alan ve bu süreçten sonra 1994 yılına kadar beş defa daha aynı göreve getirilen Sir David Dawda Kairaba Jawara üstlenmiştir. 1981 tarihinde Jawara'nın ülke dışında bulunduğu bir zamanda ülkede gerçekleştirilmeye çalışılan darbe Senegal ordusunun da yardımı ile beş günlük bir süre sonunda sonlandırılmış, ülkesine geri dönen Jawara, dört yıllık olağanüstü hâl ilan etmiştir. Özellikle gerçekleştirilen darbenin de etkisi ile Gambiya ve Senegal 12 Aralık 1981 tarihinde imzaladıkları anlaşma ile askeri alanda, para biriminde ve ekonomi alanında birlikte hareket etme iradelerini ortaya koymuşlardır. Senegambiya Konfederasyonu olarak adlandırılan bu yeni oluşum, 1 Şubat 1982 ile 30 Eylül 1989 tarihleri arasında varlığını sürdürmüş, bu süreçte Senegal'in sık bir şekilde dile getirdiği Senegal altında birleşme talepleri nedeniyle Gambiya'nın birlikten çekilmesi ile sonlandırılmıştır. İdari yapılanma. Ülke kendi içerisinde beş bölgeye ve Büyük Banjul bölgesinde bulunan iki şehir belediyesi olan Banjul ve Kanifing belediyelerine ayrılmış durumdadır. Ülkenin başkenti Banjul, bir ada üzerine kurulu olduğu için daha fazla genişleme imkânı bulunmamaktadır. Bu sebepten dolayı ülkenin ticari ve kültür açısından en önemli ve aynı zamanda nüfus bakımından da en kalabalık şehri Serekunda'dır. Ülke genelinde 2012 nüfus verilerine göre en yoğun nüfusa sahip altı şehir şu şekilde sıralanmaktadır: Serekunda (415.962), Brikama (101.119), Bakau (72.039), Lamin (39.112), Nema Kunku (36.069) ve Banjul (31.834) Siyaset. Ülke cumhuriyet rejimi ile yönetilmektedir. Ülkeyi devlet başkanı sıfatı ile yöneten kişiler halk tarafından beş yıllık görev süresi ile bu makama seçilmektedir. 1970 yılından bu yana ülkede başbakanlık makamı bulunmamaktadır. Ülkede çok partili bir siyaset sistemi olsa da "Alliance for Patriotic Reorientation and Construction" ülke yönetiminin başında bulunmaktadır. Muhalefet partilerinin hemen hemen hiçbir hakimiyeti olmadığı Gambiya'da bu sebeplerden dolayı Haziran 2005 tarihinde tüm muhalefet partileri "National Alliance for Democracy and Development (NADD)" partisi çatısı altında toplanarak güçlerini birleştirmişlerdir. 1981 ve 1994 yıllarında gerçekleştirilen askerî darbeler fazla can kaybı olmadan atlatılmış, Yahya Jammeh 1994 yılında gerçekleştirilen darbenin başında bulunan kişi olarak yönetimi ele almış ve 2017'ye kadar görevde kalmıştır. Devlet başkanı Jammeh, Aralık 2015'te yaptığı açıklama ile ülkesinin bundan sonra "İslam Devleti" olduğunu açıklamıştır. 4 Ocak 2016 tarihinde Başkan Yahya Jammeh, işyerlerinde çalışan kadınların saçının açık olmasını yasaklayarak "kadınlar saçlarını toplamalı ve düzgünce örtmeli" ifadesinin yer aldığı bir kararname imzaladı. Jammeh daha önce de kadınların iç çamaşırı ve dar kot pantolon giymelerine karşı savaş açmıştı. Yeni devlet başkanı Adama Barrow ise, 2017'nin başında ülkenin adından "İslam" ifadesini kaldırdı. Coğrafya. Gambiya konum olarak Afrika kıtasının batı yakasında, Atlantik Okyanusu kıyısında yer almaktadır. Ülke 11.295 km² yüzey alanı ile Afrika kıtasının anakara kısmında yer alan en küçük devleti konumundadır. Ülkenin toplamda var olan 740 km'lik sınırının uzunluğu 480 km, genişliği ise Gambiya Nehri'ne bağlı olarak 10 ila 50 km arasında değişmektedir. Atlantik Okyanusu kıyısı hariç ülke tamamen kendisinden yüzölçümü olarak yirmi kat daha büyük olan Senegal tarafından çevrilidir. Ülke yanlış bir düşünce olarak "Enclave", tamamı yabancı topraklarla çevrilmiş bir bölge olarak tanımlanmaktadır ancak bu terimin anlamını bire bir vermektedir. Ülkenin dünya üzerindeki devletler arasında bakıldığında ilginç bir sınır hattı vardır. Bu sınırın oluşmasının gerçek sebebi, İngilizlerin bu bölgeye işgal nedeni ile geldiklerinde, Gambiya Nehri'nin gemi ile ilerleyebildikleri bölgelerde, gemilerinden attıkları topların gittiği en son mesafesine göre sınır hattının belirlenmiş olmasıdır. Gambiya 80 km'lik bir kıyı kesimine sahiptir. Ülke genelinin %11,5'lik bir alanına denk gelen 1.300 km² bir alanı sulak alan konumundadır. Ülkenin tam ortasında geçen ve ülkeye ismini veren Gambiya Nehri'de tüm kolları ile birlikte sulak alanlar içerisinde çoğunluğu oluşturmaktadır. İklim. Ülke genelinde tropikal iklim hakim olup, belirgin yağmur ve kuraklık zamanları mevcuttur. Kuraklık dönemi kuzeydoğu bölgesinden, Sahra Çölü'nden esen kuru Harmattan rüzgarlarının da etkisi ile Kasım ayı ile Mayıs ayı arasında yaşamakta olup, hava sıcaklıkları bu dönemlerde belli günlerde 40 °C ile en yüksek sıcaklık değerlerine ulaşsada, ortalama olarak 21 ila 27 °C arası ölçülmektedir. Ekonomi. Altyapı. Ülke genelinde özellikle Portekizlilerin gelmesi ile birlikte deniz ulaşımı önemli bir yer edinmiştir. İlk dönemlerinde tüccarların ürünlerini taşımasında kullanılan nehir, 20. yüzyıl sonlarından itibaren insan taşımacılığında da önem kazanmış ve kullanılmıştır. Ancak ülkenin iç kesimlerine ulaşmakta etkin bir rol oynayan deniz ulaşımı günümüzde neredeyse tamamen önemini yitirmiştir. Gambiya nehrinin ülke içerisinden geçtiği bölümler deniz ulaşımına hemen hemen tamamen müsait olsa da halk arasında bu yolun tercih edilmesi çok az görülmektedir. Ülkenin Büyük Britanya'dan bağımsızlığını kazanmasından bir yıl sonra trafikte var olan soldan akışı kaldırarak, sağdan akan bir trafik konumuna getirilmiştir. 2003 verilerine göre ülke genelinde 723 km'si asfaltlanmış, 3.742 km uzunluğunda karayolu bulunmaktadır. Ülkenin tamamını ikiye bölen Gambiya nehrinin üst bölümünde ve alt bölümünde bulunan iki devlet yolu, ülkenin batı bölgelerini doğu bölgeleri ile birleştirmektedir. Yakın geçmişe kadar yollarda bulunmayan trafik lambaları son yıllarda trafik sistemine dahil edilmiştir. 2009 yılı içerisinde ülke genelinde toplam altı adet trafik lambası bulunmaktaydı. Toplu insan taşımacılığında dolmuşlar büyük önem taşımaktadır. Şehirler ve yerleşim yerleri arasında taşımacılık yapan dolmuşlar, güzergâh boyu binmek isteyen insanları toplayarak varış merkezine götürmektedir. Gambiya günümüzde demiryoluna sahip olmayan ve aktif olarak demiryolu işletmeyen bir ülke konumundadır. 1930'lu yıllarda Brikama'da var olan 12 km uzunluğundaki demiryolu ise kapatılmıştır. Başkent Banjul'un dış bölgesinde ülkenin tek havaalanı olan Banjul Uluslararası Havalimanı "(Banjul International Airport)" bulunmaktadır. Aslında havalimanı Serekunda'da bulunur. Nüfus. Ülke içerisinde birçok etnik grup yaşamakta olup, bu gruplar içerisinde çoğunluğu ülke nüfusunun neredeyse %40'ını oluşturan Mandinka etnik grubu oluşturmaktadır. Mandinka etnik grubunu %19'a yakın bir oran ile Fulbe etnik grubu, %15'e yakın bir oran ile de Volof etnik grubu takip etmektedir. Gambiya genç bir nüfusa sahip olup, 2021 tahmini verilerine göre %55,27'si 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,81'i 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %35.15 (erkek 391,993/kadın 388,816) 15-24 yaş: %20.12 (erkek 221,519/kadın 225,414) 25-54 yaş: %36.39 (erkek 396,261/kadın 412,122) 55-64 yaş: %4.53 (erkek 48,032/kadın 52,538) 65 yaş ve üzeri: %3.81 (erkek 38,805/kadın 45,801) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %63,90 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,29 düzeyindedir. Dil. Ülkenin Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazanmasından sonra ülkenin resmi dili İngilizce olarak kalmıştır. Özellikle kıyı kesimlerinde halk arasında İngilizce konuşma ve anlaşma oranı oldukça yüksek düzeydedir. Ülkenin iç kesimlerinde İngilizce kullanımı yaygın olmasa da karşılıklı olarak anlaşma için yeterli düzeyde konuşulmaktadır. Ülkede var olan birçok etnik grup nedeniyle, her etnik grubun kendine özgü dili vardır. Bu diller her bir etnik grubun bireyleri arasında anadili olarak konuşulmaktadır. Diğer etnik gruplarla da anlaşabilmek adına başka etnik dillerinde öğrenilmesi birçok Gambiya vatandaşını birçok dilde konuşabilecek çok dil bilen "(Polyglott)" konumuna getirmektedir. Afrika'nın bu küçük ülkesinde güncel olarak 20 farklı dil konuşulmaktadır. Din. Ülke nüfusunun %90'ı İslam inancına göre yaşamaktadır. Hristiyan dinine mensup nüfusun oranı %9 dolaylarındayken geri kalan %1'lik bölüm yerel Afrika dinlerine inanmaktadır. Dinler arası hoşgörü üst düzeydedir. Ülke genelinde Müslüman cemaatler imam önderliğinde, Hristiyan cemaat ise papaz önderliğinde halka açık ortamlarda toplu ibadet yapabilmektedirler. Ülkenin siyasi hayatına bir etkisi bulunmayan dinler, toplum arasında da birçok Afrika ülkesinde görülebilecek bir soruna neden olmamaktadır. Özellikle yerel Afrika dinleri arasında timsah mitolojik anlamda kutsal bir varlık ve verimliliğin sembolü olarak görülmektedir. Ülke genelinde turizme de açık olan üç büyük timsah yetiştirme merkezi mevcuttur. Bu merkezleri ziyaret eden turistler timsahlara şans ve bolluk getirmesi adına dokunmaktadırlar. Ayrıca timsahın önemi ülkede mevcut olan madeni paraların üzerinde gösterilmesi ile de ifade edilmektedir. Eğitim. 2003 verilerine göre ülke genelinde okuma yazma bilenlerin oranı %40 düzeyindedir. Bu oran erkek toplumu arasında %47,8 düzeyinde iken, kadın toplumu arasında %32,8 civarındadır. Okul sistemi tamamen İngiliz okul sistemi model alınarak oluşturulan ülkede, sadece Greater Bajul Area bölgesinde okula gitme zorunluluğu bulunmaktadır. Ülkenin tek devlet üniversitesi olan "Gambiya Üniversitesi" 1998 kurulmuş ve 1999 yılında eğitim ve öğretim yılına başlamıştır. Üniversite kurulmadan önce üniversite özellikle tıp ve tarım alanlarında öğrenim görmek isteyen öğrenciler tercihlerini yurt dışında okumaktan yana kullanmaktaydılar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4384", "len_data": 13461, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.55 }
Gana, resmi adıyla Gana Cumhuriyeti, Batı Afrika’da yer alan bir ülkedir. Güneyde Gine Körfezi ve Atlas Okyanusu’na kıyısı bulunan Gana, batıda Fildişi Sahili ("Côte d'Ivoire"), kuzeyde Burkina Faso ve doğuda Togo ile sınır komşusudur. 239.567 km²'lik bir yüzölçümüne sahip olan ülke, kıyı savanlarından tropikal yağmur ormanlarına kadar uzanan çeşitli ekosistemleri barındırır. Yaklaşık 35 milyonluk nüfusuyla Batı Afrika’nın en kalabalık ikinci ülkesi olan Gana’nın başkenti ve en büyük şehri Akra’dır. Diğer önemli şehirleri ise Tema, Kumasi, Sunyani, Wa, Cape Coast, Techiman, Tamale ve Sekondi-Takoradi’dir. Gana, 1957 yılında Büyük Altılı olarak bilinen liderlerin önderliğinde Sahra Altı Afrika’da bağımsızlığını kazanan ilk ülke olmuştur. Ülke sınırları içerisinde yer alan zengin maden yataklarının en önemli parçasını oluşturan maden olan altın nedeniyle eski koloni sahibi Birleşik Krallık ülkeye koloni döneminde Altın Sahili ismini vermiştir. Gana topraklarında kurulan en eski krallıklardan güneyde Bonoman ve kuzeyde Dagbon Krallığı, tarih sahnesine ilk defa 11. yüzyılda çıkmıştır. Yüzyıllar içinde Aşanti İmparatorluğu ve diğer Akan krallıkları güneyde yükselmiştir. 15. yüzyıldan itibaren Portekiz İmparatorluğu başta olmak üzere Avrupalı güçler bölgedeki ticaret hakları için mücadele etmiş, nihayetinde 19. yüzyılda İngilizler kıyı bölgesinde tam hakimiyeti ele geçirmiştir. Bir asırdan fazla süren sömürgecilik karşıtı direnişlerin ardından Gana’nın bugünkü sınırları oluşmuş ve bölge dört farklı İngiliz sömürge toprağını kapsamıştır: Altın Sahili, Aşanti, Kuzey Bölgeleri ve Britanya Togoland. Bu bölgeler birleştirilerek Milletler Topluluğu (Commonwealth) içinde bağımsız bir yönetim olarak tanınmıştır. Böylece Gana, 6 Mart 1957’de Sahra Altı Afrika’da bağımsızlığını kazanan ilk ülke olmuştur. Ülkenin ilk devlet başkanı Kwame Nkrumah liderliğinde Gana, sömürgeciliğe karşı verilen mücadelelerde ve Pan-Afrikanizm hareketinde önemli bir rol oynamıştır. Gana, çok etnikli bir yapıya sahip olup, farklı dil ve din gruplarına ev sahipliği yapmaktadır. Ülkedeki en büyük etnik grup Akanlar olsa da, nüfusun tamamı içinde çeşitli topluluklar mevcuttur. Gana halkının büyük çoğunluğu Hristiyandır (%71,3); Müslümanlar nüfusun yaklaşık beşte birini, geleneksel inanışlara sahip olanlar veya herhangi bir dine mensup olmayanlar ise yaklaşık onda birini oluşturur. Gana, başkanlık sistemiyle yönetilen üniter bir anayasal demokrasidir ve devletin başı aynı zamanda hükümetin başkanıdır. Gana, 2012'de Afrika Yönetim Endeksi’nde kıtanın en istikrarlı yedinci ülkesi, Kırılgan Devletler Endeksi’nde ise beşinci ülke olarak gösterilmiştir. 1993 yılından bu yana Afrika kıtasındaki en özgür ve istikrarlı yönetimlerden birine sahip olup sağlık, ekonomik büyüme ve insani gelişim (HDI) alanlarında kayda değer ilerlemeler kaydetmiştir. Bu özellikleri sayesinde Gana, hem Batı Afrika’da hem de kıta genelinde önemli bir etkiye sahiptir. İsim. Ülkeye verilen Gana ismi ile Batı Afrika'da kanıtlanabilen ilk büyük imparatorluk olan Gana İmparatorluğu'na atıfta bulunulmuştur. İlk Arap tüccarların 9. yüzyıldaki yazışmalarında söz edilen ve o dönem sadece kuzey Afrikalı tüccarlardan tarafından bu ismi ile anılan imparatorluğa, kendi halkı "Wagadu" ya da "Ta'rikh al-Sudan" demekteydi. Tarihçe. Günümüzde Gana'nın varlığını sürdürdüğü topraklara insanlar ilk olarak 150.000 ila 200.000 yıl önce gelmişlerdir. O dönemki iklimi günümüz iklimi ile aynı olduğundan tarım ve hayvancılık için şartlar elverişli bir konumdaydı. Sangoan kültürüne mensup toplulukların oluşturduğu bu gruplar 25.000 yıl önce başlayan ve 13.000 yıl öncesine kadar süren şiddetli kuraklık ve buna bağlı olarak tarımsal faaliyetlerin sürdürülememesi nedeniyle bölgeyi terk etmişlerdir. Bu tarihten itibaren bölgenin bir daha ne zaman yerleşime sahne olduğundan tam emin olunmamakla birlikte bulunan en eski kalıtınlar 5.800 yıl öncesine ait çanak çömlek kalıntıları olmuştur. Kolonileşme öncesi dönem. Ülke tarihindeki büyük krallık ve imparatorluklar günümüzde Gana'nın kuzeyinde bulunan bölgelerde kurulmuştur. 15. yüzyılın başlarında Dagombalar Dagomba Krallığı'nı, 16. yüzyılda Mamprusiler, 17. yüzyılda de Gonjalar'da kendi krallıklarını bu bölgelerde ilan etmişlerdir. Tüm bu krallıklar kültürel ve yaşam biçimi açısından günümüzde Burkina Faso'da bulunan Mossi etnik grubundan etkilenmiş, oluşturdukları atlı süvariler ile de güvenliklerini sağlamışlardır. Orta Gana'nın yağmur ormanlarına kadar dayandırdıkları sınırlarını, bölgede başta at yetiştiriciliği olmak üzere hayvancılığı ve tarımı etkileyen çeçe sineği varlığı nedeniyle daha da ileriye taşıyamamışlardır. 1200'li yıllara kadar herhangi bir yerleşime sahip olmayan Gana'nın orta bölümleri, bu tarihte kuzeyden daha da aşağılara inerek gelen Akan toplulukları ile birlikte yerleşim almaya başlamıştır. Özellikle 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında hızlı bir göçe sahne olan bölgede birbiriyle kopuk Akan toplulukları birleşerek Bono Krallığı gibi krallıklar oluşturmuşlardır. 1680 yılında kurulan Ashanti Krallığı ile birlikte dağınık krallıklara son verilmiş, Ashanti tüm Akan krallıklarını hakimiyeti altına alarak birleştirmiş, bu dönemden sonra da Avrupalılar ile sık sık karşı karşıya gelmiştir. Ülkenin güney bölgelerinde ise günümüzde de bu bölgelerde yaşayan Fantiler, Galar, Eveler ve diğer küçük etnik gruplar yaşamaktaydı. 15. yüzyıl ile 16. yüzyıl döneminde bu bölgeden yaşayan bu topluluklar, merkezi bir yönetim oluşturamamış ve devlet yapısı oluşturamamışlardır. Avrupalıların bu bölgeye sahil kesiminden ilk defa giriş yaptıklarında bu küçük gruplar ile karşılaşmışlardır. Avrupalılar ile ilk temas. Bölgenin kıyı şeritlerinde yaşayan halk çok erken tarihlerde Avrupalılar ile tanışmışlardır. Özellikle 1471 yılından itibaren gelen ilk Avrupalılar olan Portekizli tüccar ve askerlerin bu bölgeye uğramaları Avrupalılar ile olan münasebetleri üst seviyelere çıkarmıştır. Bu bölgeye gelmelerinde sadece 11 yıl sonra 1482'de yerli kabile reisleri ile anlaşarak sahile üs olarak kullanabilecekleri Elmina Kalesi'ni yapmışlardır. Portekizlilerden sonra bölgeye Danimarka'dan, İsveç'ten, Hollanda'dan, Britanya'dan ve Fransa'dan başta olmak üzere birçok Avrupalı daha gelmiş, yerliler ile anlaşarak kaleler yapmışlar ve zaman içerisinde birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Afrika kıtasının hiçbir sahil bölgesinde, Gana'nın bu bölgesinde olduğu kadar sık ve birbirine yakın Avrupalıların oluşturduğu kaleler ve üsler bulunmamaktadır. Bu yakınlık bazı kaleler arasında görüş mesafesi uzaklığında yapılmaktaydı. Bu kaleler Avrupalıların mülkü olarak yapılmamaktaydı, kalelerin yapıldığı alanlar ücreti karşılığı kabile reisi tarafından kiralanmaktaydı. Kaleler o dönem için sömürge düşüncesi ile oluşturulmamış, ticari üs olarak inşa edilmiştir. Avrupalılar ilk yıllarında baharat ve altın madeni ilgisi nedeniyle bu bölgede bulunmuş daha sonraki yıllarda buna özellikle Amerika'ya gönderilme üzerine kurgulanmış köle ticareti de eklenmiştir. Afrikalılar bu ticaret karşılığında silah, mühimmat ve malzeme elde etmekteydi. Avrupalılar ile gerçekleşen bu ilk temaslar daha sonraki yıllarda oluşacak koloni sömürge sisteminden farklı olarak ilerlemekte, Afrikalılar ile Avrupalılar eşit şartlarda ticaret yapmaktaydı. Avrupalılara o dönem verilen kölelerde zengin yerliler tarafından ücreti karşılığı verilmekte ve herhangi bir Avrupalıları zorlamasını ya da baskınını içermemekteydi. 1800'lü yıllara gelindiğinde Britanyalılar ve Hollandalılar diğer Avrupalılara karşı üstünlük kurarak bölgeye daha çok hakim olmaya başlamışlardır. Ashanti Krallığı dönemi. 1680 yılında dağınık olarak yaşayan Akan krallıklarını tek çatı altında toplayarak oluşturulan Ashanti Krallığı mevcudiyetini 1896 yılına kadar sürdürmüştür. Sınırlarının büyük bir bölümünü günümüzde var olan Gana devletinin oluşturduğu krallık, bünyesine kattığı ülkelerin iç işlerine pek müdahalede bulunmaması nedeniyle "Ashanti Federasyonu" olarak da anılmaktadır. Sömürge sisteminin yoğunlaştığı dönemlere kadar özellikle Hollandalılar ile ticari ilişkilerini sorunsuz ilerleten krallık, altın rezervlerinin yoğun olduğu bölgeye İngilizlerin ilgi duyması ile sorunlar yaşamaya başlamış, Afrikalı yerliler ile Avrupalılar arasındaki güvene dayalı eşit ticaret anlayışı yerini askeri alanda daha güçlü olan Avrupalıların ve özellikle İngilizlerin yerel halk üzerindeki baskıcı bir anlayışına bırakmıştı. 19. yüzyıl içerisinde yaşanan dört farklı Ashanti Savaşları ile Ashanti güçleri ile Birleşik Krallık güçleri karşı karşıya gelmiş, bunların sonuncusu olan ve 1894 ile 1896 yılları arasında olanı neticesinde Ashanti Krallığı'nın varlığına son verilmiş ve bölge Birleşik Krallık'ın himayesi altına alınmıştır. Bu son savaş öncesi Ashanti kralı, tahtını kaybetmemek adına İngiliz himayesi altına girmeyi kabul etmiş, ancak İngilizler ilerleyen dönemlerde altın açısından zengin olan bölgenin Fransız ve Alman sömürge yönetimleri tarafından ilhak edilmesi ihtimaline karşı bu öneriyi reddederek ülkenin varlığına tamamen son vererek toprakların tek hakimi olmuştur. Bu olaydan sonra Ashanti Savaşlarının devamı ve beşincisi olarak "Altın Taht Savaşı" meydana gelmiş, Ashantililerin kutsal olarak gördükleri ve Ashanti kralının oturduğu altın kaplı tahtın İngilizler tarafından talep edilmesi neticesinde Mart 1900 ile Eylül 1900 yılları arasında yaşanmıştır. Yurtdışına sürgüne gönderilmeyen az sayıda Ashantili söz konusu tahttı, İngilizlere teslim etmeyerek sık ormanlık alana saklamış, bu taht ancak 1920 yılında İngilizler tarafından bulunabilmiştir. Birleşik Krallık 1896 yılından bu yana hakim olduğu toprakları 1 Ocak 1902 tarihinden itibaren Altın Sahili sömürgecilik sisteminin bir parçası olarak tam anlamıyla kendi bünyesine dahil etmiştir. Kolonileşmeye giden yol 1821-1900. 19. yüzyılın başında bölgede ticari faaliyetler münasebetiyle üsleri bulunan üç ülke kalmıştı. Britanyalı, Hollandalı ve Danimarkalı tüccarlar "Altın Sahil" de sahip oldukları şahsi ticari kaleler ile bağlarını bu bölgeden koparmamışlardı. 1821 yılında Britanya hükûmeti önemli bir adım atarak, var olan Britanya kalelerini esnafın ve yerleşimcilerin vazgeçirme çabalarına rağmen bölgeyi "Altın Sahil Kolonisi" olarak Londra'da bulunan "Koloni Bakanlığı"'na bağlamıştır. 1874 yılında bölge Kraliyet kolonisi olarak ilan edilmiş, Ashanti Krallığı'na da 1902 itibarıyla varlığına son verilerek iç kesimlerdeki Ashanti bölgesi ile kuzey bölgelerde de hakimiyeti ele almış ve koloni Accra'da bulunan vali tarafından yönetilmiştir. Bölgede bulunan tüm kabile liderleri dolaylı yönetim şekli ile valiye bağlanmış, gerçekte kolonileştirilen kıyı şeridi bölgesinde de 29 kişilik yasama konseyi oluşturulmuş, bu konseye de dokuz Afrikalı seçilmiştir. II.Dünya Savaşı esnasında birçoğu Güneydoğu Asya'da konuşlandırılmak üzere bu bölgeden 40.000 asker Birleşik Krallık adına savaşa katılmıştır. Bağımsızlığa giden yol. 1946 yılında yapılan yeni bir düzenleme ile yasama konseyine Ashanti bölgesi ile kuzey bölgelerin de temsilci göndermesine karar verilmiş ve böylece yerel temsilcilerin temsil alanında güçlenmesine neden olunmuştur. 1947 yılında Kwame Nkrumah önderliğinde kurulan "United Gold Coast Convention Party (UGCC)" hareketi, bir yıl sonra yaşanan kargaşa ve çatışmalar neticesinde ön plana çıkmış ve Nkrumah'da dahil olmak üzere üst düzey yöneticileri yaşananlardan sorumlu tutularak tutuklanmıştır. Yaşanan bu olay Gana tarihinde önemli bir dönem noktası teşkil etmektedir. Bundan sonraki iki yıllık süreçte Nkrumah -ki bu dönemde UGCC'den ayrılarak "Convention People’s Party (CPP)" partisini kurmuştur- ülke genelinde organize ettiği boykotlar ve grevler ile Birleşik Krallık'tan ülkenin kendi kendisini yönetme hakkını talep etmiştir. Nkrumah yaşanan bu olaylar neticesinde 1950 yılında Britanyalılar tarafından tutuklanmıştır. Buna rağmen CPP yapılan ilk seçimlerde büyük bir başarı elde etmiş, bir yıl sonra yapılan ikinci seçimleri de ezici çoğunluk ile kazanmışlardır. Yaşanan bu gelişmeler neticesinde vali Charles Noble Arden-Clarke Nkrumah'ı serbest bırakarak hükûmete almak durumunda kalmıştır. 1952 yılının Mart ayında yasama meclisi tarafından yapılan gizli oylama neticesinde Nkrumah "Altın Sahil Kraliyet Kolonisi"nin başbakanı seçilmiştir. Bağımsızlık. 6 Mart 1957 tarihinde Britanya Kraliyet kolonisi Altın Sahili ve Britanya Togoland, Gana ismi ile bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bağımsızlık bildirisinden bir yıl önce 1956 yılında II.Dünya Savaşı neticesinde Birleşik Krallık'ın Almanya'dan aldığı Togoland'dın batı kesiminde gerçekleştirilen referandumda, halkın büyük bir kısmı yeni oluşturulacak bu ülke ile birleşmeyi kabul etmiştir. Bağımsızlığın 6 Mart olarak belirlenmesi bilinçli olarak gerçekleştirilmiştir. Söz konusu tarihte "Fanti Federasyonu" Britanya Krallığı ile anlaşma yaparak Britanya hakimiyeti altına girmiş, bu hakimiyet 1901 yılında Ashanti Krallığı'nın ve kuzey bölgelerinin ilhakı ile tamamen kolonileşme ile son bulmuştur. Afrika kıtasının batı bölgelerinde yer alan ülkeler içerisinde siyahilerin bağımsızlıklarını ilan ettiği ilk ülke olan Gana, bağımsızlık sonrası dönemlerde de Britanya ile bağlarını tamamen koparmamış, aynı şekilde siyahi Afrika'nın İngiliz Milletler Topluluğu'ndaki ilk ülkesi olarak ortak üye olarak ikili ilişkileri korumuştur. Askeri darbeler. Ülke bağımsızlığını kazanmasına rağmen kısa süre içerisinde iktidar mücadelelerine sahip olmuştur. Gana'da 1966, 1972, 1978 ve 1979 yıllarında gerçekleştirilen askerî darbeler ile başa gelen ordu mensupları yaşanan sorunlara çözüm de olamamış hatta daha da çözümsüzlük ve sorunlara neden olmuştur. Özellikle 1970'li yıllarda askerî cuntanın Ignatius Kutu Acheampong yönetiminde başta olduğu yıllarda borçlar çoğalmış, kamu düzeni daha da bozulmuş ve yozlaşmıştır. 1985 yılında kısa bir süre için Burkina Faso ile Batı Afrika Birliği adı ile birleşime gidilmiş ancak bu uzun süreli bir birliktelik olmamış, 1987 yılında Burkina Faso'da yaşanan ve Thomas Sankara'nın öldürülmesi ile sonuçlanan darbe ile bu birliktelik ansızın sona ermiştir. 1992 ve sonrası. Daha önceki yıllarda darbelerde başrol oynayan ve 1979'da gerçekleştirdiği başarısız darbe girişimi sonrası 1981'deki darbede ülkede iktidarı ele alan Jerry Rawlings demokratikleşme adına adımlar atmış, demokratik bir yeni anayasa çalışması başlatmış, bağımsız seçimlerin önünü açmış ve çok partili sisteme geçişi onaylamıştır. Basın ve fikir özgürlüğü önündeki engelleri kaldıran Rawlings, herkesin yasa önünde eşit olduğunu kabul eden ve BM'nin onayladığı insan hakları maddelerini onaylamıştır. 1981'de elde ettiği makamı 2001 yılına kadar sürdüren Rawlings, 2001 yılında gerçekleştirilen seçimlere yeni anayasa gereği katılamadığı için John Agyekum Kufuor kazanmış ve iktidara gelmiştir. 2004 seçimlerini de kazanan Kufuor, 2008 seçimlerine yasa gereği üçüncü bir başkanlık dönemi için katılamayınca John Atta Mills çoğunluğu elde edene aday çıkmayınca gerçekleştirilen iki turlu seçimde Gana'nın yeni devlet başkanı olmuştur. 2012 yılına kadar bu görevini sürdüren Mills'in Temmuz 2012'de beklenmedik bir şekilde hayatını kaybetmesi neticesinde başkan yardımcılarından John Dramani Mahama bu göreve atanmış, Aralık 2012'de gerçekleştirilen ara seçimler ile de makama resmen seçilmiştir. 21. yüzyıl. 2000 genel seçimlerini kazanan Yeni Vatansever Parti'den John Kufuor, 7 Ocak 2001'de Gana cumhurbaşkanı olarak yemin edip görevine başladı. 2004 seçimlerinde yeniden cumhurbaşkanlığına seçildi. Gana cumhurbaşkanı olarak iki dönem (dönem sınırı) görev yaptı. Böylece dördüncü cumhuriyet döneminde, ilk kez iktidar meşru olarak seçilmiş devlet başkanı ve hükûmet başkanından diğerine devredildi. İktidar partisi adayı Nana Akufo-Addo, 2008 genel seçimlerinin ardından Ulusal Demokratik Kongre'den John Atta Mills tarafından çok yakın olarak seçimde yenildi. Mills eceliyle öldü ve yerine 24 Temmuz 2012'de Başkan Yardımcısı John Mahama geçti. 2012 genel seçimleri sonrasında Mahama başkan oldu ve demokrasi de istikrarlıydı. 2016 genel seçimleri sonucunda Nana Akufo-Addo 7 Ocak 2017'de başkan oldu. Sıkı çekişmeli 2020'deki seçimi sonrasında yeniden seçildi. 11 Haziran 2021'de Gana, ormansızlaşmayla mücadele etmek için ülkenin yağmur ormanlarını korumaya yönelik yoğun bir çabayla 5 milyon ağaç dikmek amacıyla Yeşil Gana Günü'nü başlattı. Coğrafya. Gana genel olarak alçak bir coğrafyaya sahip olmakta olup, sadece belli yerlerde 900 m'ye çıkan yükseltiler görülebilmektedir. Ülke topraklarının neredeyse yarısı 150 m altında bir yükseltide yer almaktadır. Ülkenin toplamda var olan 2.094 km'lik sınırın 549 km'si Burkina Faso, 668 km'si Fildişi Sahili ve 877 km'si Togo ile oluşurken, ülkenin ayrıca 539 km sahil şeridi bulunmaktadır. Coğrafi açıdan sahil şeridi bölgesi, yağmur ormanları bölgesi ve savan bölgesi olarak üç bölüme ayrılan ülkede yüzey yapısı bakımından da beş doğal alana ayrılmaktadır. Bu alanlar alçak ovalar, Aschanti yüksek arazileri, Akwapim-Togo Sıradağı, Volta Havzası ve yüksek ovalardır. Ülkenin sahil kesiminde var olan ve geniş kumsallara ve Mangrov alanlarına sahip alçak ovalar, batıya doğru ilerledikçe yerini deniz seviyesinden 450 m yükseltiye kadar çıkan Aschanti yüksek arazilerine bırakmaktadır. Yüksek arazilerin doğu bölgesinde başlayan Volta Havzası sahip olduğu 87.000 km² alan ile ülke içerisindeki en büyük doğal alanı oluşturmaktadır. Ülkenin kuzey bölgelerinde yer alan yüksek ovalar ile de Gana içerisindeki doğal alanlar sona ermektedir. Ülkenin güney bölgesinde başkent Accra'dan başlayarak Togo'ya kadar uzanan Akwapim-Togo Sıradağları üzerinde ülkenin en yüksek noktaları yer almakta olup dağ tepelerinde ve yamaçlarında sık yağmur ormanları bulunmaktadır. Gana topraklarının üçte ikisi yani %66'sına tekabül eden 158.000 km² bir alan Volta Nehri kaynağından beslenmektedir. Nehrin alt kısımlarında yapay olarak dünya üzerindeki yüzeysel olarak en büyük su birikintisi ile Akosombo Barajı oluşturulmuştur. Ülke genelinde ayrıca Aschanti bölgesinde kaynağı çıkan ve Atlas Okyanusu'na dökülen birçok nehir bulunmaktadır. İklim. Gana tropikal iklime sahip bir ülke olup mevsimsel geçişler yaşamamaktadır. Ülkede mevsimlerden ziyade yağışlı ve kurak dönemler görülmektedir. Gece ve gündüz sürelerinin neredeyse eşit olduğu Gana'da iklim güneyde daha nemli, yağışlı ve buna bağlı olarak yağmur ormanların sık görüldüğü, kuzeyde ise daha kurak ve yağışsız bölümlerde tropik yağmur ormanları ile kuru çöller arasındaki geçiş bölgesinde yer alan geniş çayırlar yer almaktadır. Ülkenin kuzeydoğu bölgesinden esen Harmattan rüzgarları, Kasım ile Şubat ayları arasında yaşanan kurak dönemin yaşanmasına neden olmaktadır. Yağışların bol olduğu yağmur dönemlerine Batı Afrika Monsun sistemi neden olmaktadır. Ülke genelinde en çok yağışların gerçekleştiği en dış güneybatı bölgesindeki sahil kesiminde yıllık ortalama 2.000 mm üzerinde yağış gerçekleşmektedir. Bu oran kuzey bölgelerde 1.000 mm civarında seyrederken, batı kıyı bölgelerde ve özellikle Aksim şehrinde 2.200 mm'ye varan yıllık yağış ortalamaları görülmektedir. Başkent Accra'da bu oran 800 mm dolaylarındadır. Güneybatı bölgelerinin nemli ve ıslak olması her daim yeşil yağmur ormanların varlığına sebep olmakta ve bu alanda tropikal ormanlara geçiş görülmektedir. Dağlar. Togo ve Benin'de yer alan Atakora Sıradağı'nın dağlık ve tepelik eteklerinden oluşan Akwapim-Togo Sıradağı Accra'dan başlayarak Togo sınırı boyunca ilerleyerek sınırı geçerek Togo'da devam etmektedir. Bu bölgelerde çok sık olarak şelalere rastlanmaktadır. Volkanik bir geçmişe sahip dağların tepelerinde ve yamaçlarında sık yağmur ormanları bulunmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını 885 m ile Togo sınırında bulunan Liati Wote köyü yakınındaki Afadjato Dağı oluştururken, en yüksek ikinci dağı ise yine Togo sınırına yakın bir konumda bulunan ve 876 m'lik bir yükseltiye sahip olan Dzebobo Dağı oluşturmaktadır. Her iki dağda Akwapim-Togo Sıradağlarının bir parçası olurken, sıradağlara ismini veren Akwapim Dağı ise ülke içerisindeki en yüksek dördüncü dağ konumundadır. Akarsu ve göller. Volta baraj gölü kapladığı 8.502 km² bir alan ile ülkenin merkezinde yer almaktadır. Siyah Volta, Beyaz Volta, Afram, Daka ve Oti nehirlerinden beslenen baraj, oluşturulan Akosombo barajı ile meydana getirilmiştir. Ülkede bir milyonluk bir geçmişe sahip olduğu tahmin edilen ve bir meteorun düşmesi sonucu oluştuğu düşünülen ve herhangi bir su kaynağının giriş ya da çıkış yapmadığı Bosumtvi Gölü Ashanti bölgesinin merkez şehri Kumasi'nin 32 km uzağında bulunmakta ve ülkenin önemli turistik merkezlerinden biri olmasının yanı sıra dini açıdan da halk arasında önemli bir konuma sahiptir. Ülkede ayrıca Pra, Bia, Ankobra ve Tano nehri gibi Atlas Okyanusu'na dökülen daha küçük nehirlerde bulunmaktadır. Bitki örtüsü ve yaban hayat. Ülke genelinde çok sayıda bitki ve hayvan çeşidi bulunmaktadır. Özellikle tropikal yağmur ormanları biyo çeşitliliğe neden olmaktadır. Ancak son yıllarda tahrip edilen yağmur ormanları 20. yüzyılda 85.000 km² bir alanı kaplayan bir konumda bulunurken, bu oran bu yüzyıl içerisinde yarıdan da fazla azalarak 40.000 km² 'ye kadar düşmüştür. Ülke genelinde yıllık olarak %1,7 düzeyinde orman kaybı yaşanmaktadır. Her daim yeşil bir renge sahip olan yağmur ormanları 50 m yüksekliğe, 3 m kalınlığa varabilen ve 300 yılı bulabilen ağaçlar ile kaplı bir konumdadır. Meliaceae, Azobé, Sapeli (Entandrophragma cylindricum), Khaya ağaçları bu bölümlerde büyük çoğunluğu oluştururken ayrıca incir, epifit, salepgiller, cola ve Hevea brasiliensis ağacı ve bitkileri de yoğun olarak bulunmaktadır. Bunların haricinde ülkede 1.200'den fazla palmiye ağacı çeşidi gözlenmektedir. Özellikle orman alanlarının yok edildiği arazilerde de ananas, muz, plantein, avokado, papaya, Psidium guajava, portakal, narenciye, Vanilla planifolia, hibiscus, ateş ağacı ve küpe çiçeği gibi meyve ve çiçek bitkileri ekilmektedir. Savan bölgelerinde ise genellikle tek başına bulunan Baobab ağaçları gözlemlenmekte olup, sahil kesimlerinde Mangrov ormanları ile birlikte çok sayıda palmiye ağaçları görülmektedir. Ülkedeki yaban hayat ise çok fazla çeşitlilik arz etmektedir. Ülke sınırları içerisinde papağan, boynuzgaga, kartal, ağaçkakan, beçtavuğu ve güvercin gibi tropikal kuş çeşitlerinin yanı sıra çok sayıda göçmen kuş sürüleri de bu topraklarda gözlemlenebilmektedir. Nehir kıyılarında ve sulak alanlarda da birçok su kuşu çeşitleri bulunmaktadır. Gana'da birçok memeli hayvan yaşamını sürdürmektedir. Aslan, leopar, fil, misk kedisi, bizon, su aygırı, düğmeli domuz ve birçok antilop çeşidi özellikle savan bölgesinde görülmektedir. Ayrıca şempanze, birçok makak çeşidi ve babun gibi maymun türleri de sıklıkla gözlemlenebilmektedir. Sürüngenlerden gekogiller, kertenkele, iguana, varan ve timsah yabah hayatta yer alırken, böcek ailesinden sığır sineği, çeçe sineği, anofel görülmektedir. Ülkede ayrıca çok sık olarak termitlerin oluşturduğu termit tepelerine rastlanmaktadır. Gana'nın Atlas Okyanusu kıyıları dünyanın en zengin deniz canlısı türlerinin bulunduğu noktalardan birini oluşturmaktadır. Nüfus. Gana, çok uluslu bir devlet yapısına sahiptir. Ülkede birçok etnik grup yer almaktadır. Bu etnik grupların toplulukları birkaç yüz bin ile birkaç milyon arasında değişmektedir. Önceki yıllara oranla farklı etnik gruplar arasında yaşanan evliliklerde artış gözlenmekte, bu evlilikler etnik gruplar arasındaki farklılıkları belirsizleştirmektedir. Bundan dolayı etnik gruplarının ülke içerisindeki toplam nüfusunu belirlemek zorlaşmakta, birçok farklı kaynakta farklı veriler elde edilebilmektedir. Ülke içerisindeki çoğunluğu oluşturan en önemli etnik grup %47 ile Akanlar'dır. Bunun haricinde Dagombalar, Eveler, Galar ve Gurmalar diğer etnik grupları oluşturmaktadır. Gana'da var olan topluluğun %14,5 gibi bir oranını 100'ün üzerinde farklı etnik grup paylaşmaktadır. nüfusun Ülkede var olan %1.5 diğer toplulukları ise Avrupalılar ile birlikte Çinliler ve Lübnanlılar oluşturmaktadır. Gana orta genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %56,08'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin diğer Afrika ülkelerindeki ortalamaya göre yüksek bir oran ile %4,44'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %37.44 (erkek 5,524,932/kadın 5,460,943) 15-24 yaş: %18.64 (erkek 2,717,481/kadın 2,752,601) 25-54 yaş: %34.27 (erkek 4,875,985/kadın 5,177,959) 55-64 yaş: %5.21 (erkek 743,757/kadın 784,517) 65 yaş ve üzeri: %4.44 (erkek 598,387/kadın 703,686) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %58,6 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,23 düzeyindedir. Dil. Ülkede var olan 79 farklı dil ile dil çeşitliliği yüksek düzeydedir. Ülkenin resmî dili İngilizcedir. Ülkede resmî dilin haricinde en çok konuşulan yerel dil Akan dilidir. Nüfusun %80'i bu dili konuşup anlayabilmektedir. Gana'da birçok çocuk okul çağına gelene kadar birden fazla dil öğrenebilmektedir. Bu dillere okul çağında resmî dil olan İngilizce ve/veya en çok konuşulan yerel dil olan Akan eklenmektedir. Gana'da günümüzde pek çok dil konuşan nüfusun büyükşehirlere göç, etnik gruplar arasında yapılan evlilik sonucu birçok dilin birbiri ile karışması gibi nedenlerle azalması ile birlikte yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ülkede son yıllarda Fransızcada önem kazanmaktadır. Hükûmet tarafından atılan adımlar ile Fransızcanın özellikle eğitim alanında yaygınlaştırılma çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Ülke ayrıca 2006 yılında bu yana Frankofon birliği ortak üyesi konumundadır. Din. Ülke genelinde hakim olan din Hristiyan dini olup, nüfusun %71'i Hristiyan inancına göre yaşamaktadır. Hristiyan dini içerisindeki mezhep dağılımda ise nüfusun %32'si Pentikostal, %17'si Bağımsız Protestan, %10'u Katolik, %12'si ise diğer Hristiyan mezheplerine göre inançlarını yaşamaktadırlar. Ülkede İslam dine inanan nüfusun oranı ise %20 düzeyindedir. Gana'da ayrıca %3 yerel Afrika dinlerine, %4 ise de diğer dinlere inanan topluluk yaşamaktadır. 2021 verilerine göre nüfusun %1'i de herhangi bir dine mensup olmadığını ifade etmektedir. Sosyal durum. Sağlık. Ülke genelinde sağlık sistemi iki şekilde ilerletilmektedir. Gana devletinin uluslararası yardım kuruluşlarından elde ettiği sağlık hizmetlerinin yanı sıra ülke içerisinde geleneksel yerel yöntemler ile sağlık hizmeti verilmektedir. Son yıllarda yapılan yatırımlar ve iyileştirilen sağlık hizmetleri ile doğumda yaşanan bebek ölümlerinde azalma yaşanmış, anne adaylarının daha sağlık beslenmesine yönelik adımlar atılmış ve nüfusun %80'ini karşılayacak şekilde aşılama işlemleri gerçekleştirilmiştir. 1980'li yılların sonlarına kadar kayda değer adımların atılmadığı sağlık sisteminde 1992 ve 2002 yılları arasında bütçeden ayrılan %7'lik bir pay ve uluslararası kuruluşların yardımları ile olumlu mesafeler kaydedilmiştir. Gana genelinde tropikal hastalıklar olan sıtma, kolera, tifo, verem, sarıhumma hastalıkların yanı sıra Hepatit A ve B sık olarak gözlemlenmektedir. Bunların haricinde Şistozomiyaz ve çocuk felci hastalıkları da ülke genelinde yoğun olarak yaşanmaktadır. 1974'te ülke genelinde var olan hastalıkların %75'inin temiz su bulunamamasından dolayı ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Ülkede ölümlerin %40'ı sıtma rahatsızlığı nedeniyle yaşanmaktadır. 2007 verilerine göre ülke genelinde HIV virüsü taşıyıcı yetişkin oranı %1,7 seviyesindedir. Eğitim. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1957 yılından bu yana Gana'da altı yaşından itibaren çocukların dokuz yıl okula gitme zorunluluğu bulunmaktadır. İlk dönemlerde koloni sahibi Birleşik Krallık'ın eğitim sisteminin uygulanmaya çalışıldığı ülkede, sistem değişikliği ilk olarak 1986 yılında Jerry Rawlings iktidarında gerçekleştirilmiştir. Bağımsızlığın ilk yıllarda yaklaşık olarak sadece 450.000 çocuğa ilkokula gitme imkânı sağlanırken, bu oran günümüzde hemen hemen her köyün de sisteme dahil edilmesi ile ciddi oranda artış göstermiştir. Öğrenciler altı yıllık ilkokul öğreniminden sonra 3 yıl "Junior Secondary School" olarak adlandırılan ve zorunlu eğitimin son bölümünü oluşturan okulu ziyaret etmektedirler. Zorunlu eğitim bitiminde dileyen öğrenciler "Senior Secondary School" 'a giderek öğrenim hayatlarına devam edebilmektedir. Ülke genelinde 15 yaşın üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2010 tahmini verilerine göre %71,5 düzeyindedir. Bu oran sadece erkeklerde %78,3 seviyesinde bulunurken kadınlarda %65,3 ile daha düşük bir orandadır. İdari yapılanma. Gana, her birinin yönetiminde bir "Bölge Valisi"nin bulunduğu on bölgeden oluşmaktadır. Bu bölgeler şu şekildedir: Her bir bölge kendi içerisinde de "districts" olarak adlandırılan ilçe yapısına sahip bölümlere ayrılmaktadır. 1985 yılında 110 olarak ilçe ile gerçekleştirilen yapılanma son olarak 2007 yılında yeni ilçelerin oluşturulması ile günümüzde bu sayı 161 ilçeye kadar çıkarılmıştır. Bu ilçelerin yanı sıra 49 belediye ("muncipals") ve 6 büyükşehir ("metropolitans") ile birlikte toplam 216 idari yapı Gana'nın bölgelerine bağlı bir konumdadır. Şehir. Ülkenin en büyük şehri aynı zamanda başkent konumunda olan Accra'dır. Gana'nın en büyük nüfusa sahip şehirleri şu şekilde sıralanmaktadır: Siyaset. Gana 6 Mart 1957 yılında Afrika kıtasının ilk ülkesi olarak bağımsızlığının Birleşik Krallık'tan elde etmiştir. Bağımsızlık sonrası demokratik yönetimin yanı sıra askerî darbeler ile de iktidar elde edilmiştir. Ülkede dördüncü cumhuriyet döneminin başladığı 7 Ocak 1993 tarihinden bu yana sağlam bir siyasi zemin mevcuttur. İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olan Gana başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Gana 230 sandalyeli bir parlamentoya sahiptir. Hem parlamento hem de devlet başkanı halk tarafından dört yıllık bir süre için seçilmektedir. Devlet başkanı dört yıllık göreve ikinci defa seçilebilme hakkına sahip olup, günümüzde bu görevi John Dramani Mahama'dan 2017 yılında yapılan seçimle devralan Nana Addo Dankwa Akufo-Addo yürütmektedir. Ekonomi. Anahtar sektörler. Gana, endüstriyel mineraller, hidrokarbonlar ve değerli metallere sahip ortalama doğal kaynak açısından zengin bir ülkedir. Karma ekonomi hibridizasyonu ve gelişmekte olan bir pazar ile ortaya çıkan belirlenmiş bir dijital ekonomidir. "Gana Vizyonu 2020" olarak bilinen bir ekonomik plan hedefi vardır. Bu plan, Gana'yı 2020 ile 2029 arasında gelişmiş bir ülke ve 2030 ile 2039 arasında yeni sanayileşmiş bir ülke haline gelen ilk Afrika ülkesi olarak öngörmektedir. Buna, 24 kişilik bir grup üyesi ve yeni sanayileşmiş bir ülke olan Sahra Altı Afrika ülkesi Güney Afrika dahil değildir. Gana'da 2008 verilerine göre Gayrısafî millî hâsıla verileri 14,679 milyar Euro düzeyinde olup, bu veriler ile Dünya Bankası sıralamasına göre 104. sırada yer almaktadır. Gana'da atılan sanayi adımlarına rağmen hala büyük oranda tarımsal faaliyetlerin ön planda olduğu bir ülke konumundadır. 2009 verilerine göre Gayrısafî millî hâsıla içerisinde tarımın oranı %37,3 düzeyindedir. Ülke nüfusunun %56'lık bir kısmı ile yarıdan fazlası tarım ve balıkçılık ile uğraşmakta, yapılan birçok tarım faaliyetleri de şahsi tüketim için gerçekleştirilmektedir. Ülkenin bağımsızlığını elde etmesinden kısa süre sonra başlayan ve 20. yüzyılın son dönemlerini kapsayan siyasi istikrarsızlık ve askerî darbeler ülke ekonomisinin gelişmesine engel teşkil etmiş, demokratikleşme adımlarının atılması ile 2001 yılında sonra stabil bir konuma gelmiştir. Ülkede başta altın olmak üzere birçok değerli maden yatakları bulunmasına rağmen, Gana dünya üzerindeki en fakir ülkelerden biri konumundadır. Maden. 1850'li yıllarda Kaliforniya sahillerinde altının bulunmasına kadar, Gana en önemli altın üretici ülkelerden biri konumundaydı. Bölgede bulunan altın nedeniyle koloni döneminde "Altın Sahil" olarak adlandırılan Gana'da ihracatın %32'sini altın madeni oluşturmaktadır. Altın haricinde petrol, elmas, kireç taşı, mangan ve boksit diğer önemli ve ihracatı yapılan madenleri ve yer altı zenginliklerini oluşturmaktadır. Devlet bütçesi. Gana'nın 2009 verilerine göre bütçe gideri 6,124 milyar Dolar olarak saptanmış, buna karşılık ülke gelirleri 4,547 milyar Dolar düzeyinde kalmış, bununla birlikte %10,7 ile GSMYİH'de bir bütçe açığı oluşmuştur. Turizm. Özellikle son yıllarda turizm Gana için büyük önem kazanmış bir durumdadır. Yaşanan olumlu gelişmeler neticesinde Gana hükûmeti 1996 yılında "Integrated National Tourism Development Plan" adı ile 15 yıllık turizm kalkınma planı yayınlamıştır. Bu plan doğrultusunda Gana'yı ziyaret eden turist sayısını kademeli olarak 2020 yılına kadar bir milyona çıkartılması hedeflenmekteydi. Ülke genelinde sahil şeritleri, doğal yaşam alanları, vahşi hayvanların bulunduğu bölgeler, zamanında Avrupalıların sahil kesiminde oluşturduğu kaleler ve üsler turistik alanları oluşturur. 2011'de 1.087.000 turist Gana'yı ziyaret etti. Gelen turistler arasında Güney Amerikalılar, Asyalılar, Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar vardı. Cazibe merkezleri ve başlıca turistik yerler, yıl boyunca sıcak, tropik bir iklim, çeşitli vahşi yaşam, Kintampo şelaleleri gibi şelaleler ve Batı Afrika'daki en büyük şelale, Wli şelaleleri, kıyıdaki palmiyelerle kaplı kumsallar, mağaralar, dağlar, nehirler ve Bosumtvi Gölü ve yüzey alanına göre dünyanın en büyük insan yapımı Volta Gölü gibi rezervuarlar ve göller, düzinelerce kale ve hisar, Dünya Mirası alanları, doğa rezervleri ve milli parkları kapsar. Turistik alan olarak hizmet veren güzel doğal rezervlere ek olarak, dünyanın her yerinden çok sayıda turisti çeken bazı kaleler vardır. Dikkate değer kalelerden bazıları Cape Sahili Kalesi ve Elmina Kalesi'dir. Kaleler sadece turizm için önemli değil, aynı zamanda köle ticaretinde kanın döküldüğü yerleri işaret eder ve köle ticaretiyle çalınan ve yok edilen Afrika mirasını korur ve tanıtır. Bunun bir sonucu olarak, UNESCO'nun Dünya Mirası Sözleşmesi Gana'nın kalelerini ve hisarlarını Dünya Mirası anıtları olarak adlandırdı. 2010 yılındaki Dünya Ekonomik Forumu istatistikleri, Gana'nın dünyanın en gözde turistik destinasyonları arasında 139 ülke arasında 108. sırada olduğunu gösterdi. Ülke, 2009 sıralamasında iki sıra yükselmişti. 2011'de "Forbes" dergisi, Gana'nın dünyanın en dost canlısı on birinci ülkesi olduğunu yayınladı. İddia, 2010 yılında gezginlerin bir kesiti üzerinde yapılan bir ankete dayanıyordu. Ankete dahil edilen tüm Afrika ülkeleri arasında Gana en üst sırada yer aldı. Turizm, ülke için dördüncü en yüksek döviz kazandırıcı faktördür. 2017'de Gana, dünyadaki 43. en barışçıl ülke olarak sıralandı. Ulaşım. Gana, Batı Afrika ülkeleri içerisinde en yaygın trafik ağına sahip ülke konumundadır. Karayolu. Ülke genelinde 35.000 km karayolları bulunmakta olup, bunların belli bölümlerinin yenilenme ihtiyacı bulunmakla birlikte 11.000 km'si asfaltlanmış durumdadır. Ülkenin en önemli karayolları sahil şeridinde yer almaktadır. Sahil kesiminde yer alan yollar ülkeyi hem Togo hem de Fildişi Sahili ile de birleştirmektedir. Gana'da ayrıca başkent Accra ile liman kendi Tema'yı birbirine bağlayan ücretli bir otoyol mevcuttur. Havayolu. Ülkenin başkenti Accra'da yer alan "Kotoka International Airport" Gana'nın uluslararası standarda sahip en büyük havaalanı konumundadır. Gana, Turkish Airlines, Lufthansa, KLM, British Airways, Emirates, TAP Portugal, Iberia, Alitalia, Royal Air Maroc ve Afriqiyah Airways gibi büyük havayolu şirketleri tarafından da sıklıkla uçulmaktadır. Özellikle 2003 yılından sonra Ghana Airways ve Ghana International Airlines havayolu şirketlerinin faaliyetlerine başlaması neticesinde iç hatlarda yoğun uçuşlar gerçekleştirmektedir. Ülkenin havaalanı sahip şehirleri şu şekildedir: Demiryolu. Koloni döneminden miras olarak kalan demiryolları Ghana Railway Corporation tarafından işletilmektedir. O dönem bölge genelinde çıkarılan madenlerin taşınmasında kullanılmak üzere döşenen raylar sayesinde madenler ve ham maddeler Accra'ya getiriliyor buradan da Avrupa ülkelerine gönderiliyordu. Ülkede ilk raylar 1907 yılında Sekondi ve Tarkwa arasında döşenmiş, daha sonra Dunkwa, Obuasi ve Bekwai üzerinden Kumasi'ye kadar uzatılmıştır. 1922'den itibaren de Kumasi'den başlayarak Konongo, Nkawkaw, Koforidua güzergâhı üzerinden Accra'ya kadar yeni raylar döşenmiştir. O dönem yoğun bir şekilde kullanılan demiryolu taşımacılığı günümüzde önemini yitirmiş bir durumdadır. 2006 yılına gelindiğinde sadece Kumasi ve Sekondi-Takoradi arasındaki güzergâh işletilmekteydi. Günümüzde yeni demiryolları hatları oluşturarak hareketlendirme girişimleri planlanmaktadır. 2010 yılında Dubai menşeli bir firma ülke genelinde 800 km'lik yeni hat oluşturma ve var olan hatların 400 km'sinin bakımı ve yenilenmesi ile ilgili ihaleyi aldıklarını bildirmiştir. Buradaki amaç özellikle Ashanti bölgesinde elde edilen ham madde ve madenlerin ülkenin iki liman kenti olan Sekondi-Takoradi ve Tema'ya ulaştırmaktır. Denizyolu. Ülkede Sekondi-Takoradi ve Tama kentleri deniz taşımacılığında önemli bir yere sahiptir. Kıyıda bulunan bu iki şehirden ekonomik açıdan daha büyük öneme sahip olan Tema'da ülke ürünlerinin dış dünyaya taşınma işlemi gerçekleştirilmektedir. Son dönemde bu limanlarda yapılan iyileştirme çabaları ile Tama'da yapılan konteyner terminali bu liman şehirlerine verilen önemi göstermektedir. Atlas Okyanusu kıyısındaki bu limanlar haricinde Volta Gölü'nde yapılan yolcu taşımacılığı da önemli bir yere sahiptir. Volta gölüne kıyısı bulunan ve iskeleye sahip olan Kpandu, Kete Krachi, Yeji ve Yapei'den gün içinde çok sayıda yolcu yararlanarak ulaşımını sağlamaktadır. Kültür. Yiyecek ve içecek. Gana mutfağı çeşitli deniz ürünleri ile çeşitli çorbalar ve güveçler içerir; Ganalı çorbaların çoğu sebze, et, kümes hayvanları veya balıkla hazırlanır. Gana yemeklerinin ortak bileşenleri olan tilapia, kavrulmuş ve kızartılmış whitebait, tütsülenmiş balık ve kerevit içeren yemeklerde balık önemlidir. Banku (akple) yaygın öğütülmüş mısırdan (darı), ve mısır unu bazlı temel kɔmi (kenkey)‘den yapılan nişastalı bir besindir ve bankuya genellikle bir çeşit kızarmış balık (chinam) veya ızgara tilapia ve çiğ kırmızı ve yeşil biber, soğan ve domatesten (biber sosu) yapılan çok baharatlı bir çeşni eşlik eder. Banku ve tilapia, çoğu restoranda servis edilen bir kombinasyondur. Fufu, en yaygın ihraç edilen Ganalı yemeğidir ve Afrika diasporasında bir inceliktir. Pirinç, kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği olarak servis edilen çeşitli pirinç bazlı yemeklerle ülke genelinde temel yemektir, ana çeşitleri waakye, sade pilav ve güveç (sekiz kontomire veya domates sosu), kızarmış pilav ve jollof pilavıdır. Ülkede var olan çok sayıda etnik grup ve topluluklar kendisini kültürel alanda da göstermektedir. Bu kadar çok sayıda grubun bir ülkede var olması kültür açısından da zenginlik oluşturmaktadır. Ülkede Gana topluluklarının dışında, komşu ülke vatandaşı olan topluluklar ile birlikte 6.000 Avrupalı ve başta Çinli olmak üzere Asyalı yaşamaktadır. Avrupalılar ve Asyalılar özellikle Accra başta olmak üzere kıyı şehirlerinde yaşamakta ve kültürlerini yaşatmaktadırlar. Ülke genelinde oynanan Oware Gana'nın millî oyunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren öğrenilen oyun tahtadan oluşmakta olan bir strateji oyunudur. Gana kültüründe önemli yere sahip olan bu oyun bilenen en eski oyunlardan biri olarak kabul edilmektedir. Giyim. 13. yüzyılda Ganalılar, benzersiz adinkra baskı sanatlarını geliştirdiler. El baskılı ve el işlemeli adinkra kıyafetleri, yalnızca kraliyet ailesi tarafından adanmışlık törenleri için yapılmış ve kullanılmıştır. Adinkra sembolizm külliyatını oluşturan motiflerin her birinin bir atasözü, tarihsel bir olay, insan tutumu, etoloji, bitki yaşam formu veya cansız ve insan yapımı nesnelerin şekillerinden türetilen bir adı ve anlamı vardır. Motiflerin anlamları estetik, etik, insan ilişkileri ve kavramlar olarak kategorize edilebilir. Adinkra sembolleri, dövmeler gibi dekoratif bir işleve sahiptir, ancak aynı zamanda geleneksel bilgeliği, yaşamın yönlerini veya çevreyi ileten çağrışımcı mesajları kapsayan nesneleri de temsil eder. Genellikle atasözleriyle bağlantılı, farklı anlamlara sahip birçok sembol vardır. Anthony Appiah'ın sözleriyle, bunlar okuryazarlık öncesi bir toplumda "karmaşık ve nüanslı bir uygulama ve inanç bütününün aktarımını desteklemek" için kullanılan araçlardan biriydi. Gana'nın geleneksel veya ulusal kumaşı olan Kente kumaşı, Akan, Ga ve Ewe dahil olmak üzere güney Ganalı etnik grupların çoğu tarafından giyilir. Ganalılar, adinkra kumaşının yanı sıra geleneksel kıyafetleri için birçok kumaş kumaş kullanır. Farklı etnik grupların kendi bireysel kıyafetleri vardır. En bilineni Kente bezidir. Kente çok önemli bir ulusal giysi ve giysidir ve bu giysiler geleneksel ve modern Kente giysilerinin yapımında kullanılır. Farklı semboller ve farklı renkler farklı anlamlara gelir. Kente, Ganalı kıyafetlerinin en ünlüsüdür.[240] Kente, yatay bir pedallı dokuma tezgahında elle dokunan törensel bir kumaştır ve yaklaşık 4 inç genişliğindeki şeritler, daha büyük kumaş parçaları halinde birbirine dikilir. Kumaşlar çeşitli renk, boyut ve tasarımlarda gelir ve çok önemli sosyal ve dini durumlarda giyilir Kültürel bağlamda kente, tarihin görsel bir temsili olduğu ve aynı zamanda dokuma yoluyla yazılı bir dil olduğu için sadece bir kumaştan daha önemlidir. Kente teriminin kökleri, sepet anlamına gelen Akan kɛntɛn kelimesinden gelir ve ilk kente dokumacıları, kenten (sepet) gibi görünen kumaşları dokumak için rafya lifleri kullandılar; ve bu nedenle kenten ntoma olarak anıldı; sepet bezi anlamına gelir. Kumaşın orijinal Akan adı nsaduaso veya nwontoma idi, "tezgahta elle dokunan bir kumaş" anlamına geliyordu; ancak "kente" günümüzde en sık kullanılan terimdir. Kente, Volta Bölgesi'ndeki Ewe halkı (Ewe Kente) tarafından da dokunmaktadır. Başlıca dokuma merkezleri Agortime bölgesi ve Agbozume'dir. Agbozume, Batı Afrika'nın her yerinden ve diasporadan müşterileri çeken canlı bir kente pazarına sahiptir. Gana kültüründe renkli giyim önemli bir yer tutmaktadır. Gana'da kadınlar inançlarından bağımsız olarak modaya ve kıyafetlerine uygun renkli başörtüleri kullanmaktadırlar. Düğün ya da cenaze gibi özel günlerde kişinin yakını tarafından seçilen kumaştan oluşturulan kıyafetler katılımcılar tarafından diktirilerek giyilmektedir. Erkekler ise genellikle geleneksel olarak tek tip sarılmış elbise giyimini tercih etmektedirler. Gana dokuma sanatında kente önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle Ashanti bölgesindeki kabile reisleri geleneksel kültürlerine bağlılığını göstermek adına çok sık şekilde giyilmektedir. Eski dönemlerde kente dokuma kıyafetleri sadece krallar tarafından giyilebilmekteydi. Her ayın ilk cuma günü işyerleri ve okullar dahil her yerde ulusal giysi Batakari giyilmesiyle Batakari Günü kutlanır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4385", "len_data": 42630, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.64 }
Grenada, Karayip Denizi'nde, doğusunda Atlas Okyanusu yer alan ada ülkelerinden biridir. Grenada adası ile Grenadinler ada grubundan oluşur. Trinidad ve Tobago'nun kuzeyindedir. Grenada adasının uzunluğu 20 km'den biraz fazladır. Ülke, İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Grenada Kralı III. Charles'tır Tropikal iklim hakim olup, Atlas Okyanusu'nun bu bölgesinde yaşanan tayfunlardan çokça etkilenmektedir. Baharatlar yönünden zengin bir adadır. Bu yüzden de Baharat Adası olarak da bilinir ("Island of Spice"). Nüfusun büyük bölümü, Afrika kökenlilerden oluşur. Geri kalanı ise, Kızılderili karışımı ve Avrupalıdır. Tarih. Adanın bilinen en eski yerlileri Aravaklardır. Daha sonra, Güney Amerika'dan gelen savaşçı Karipler adada egemenlik kurdular. Adayı gören ilk Avrupalı ise 1498'de bölgeye gelen Kristof Kolomb oldu. Kolomb, buraya "Concepcion" adını vermiştir. 1609'da İngilizlerce bir yerleşim kurulmaya çalışıldıysa da yerli halkın direnişi yüzünden başarılı olamadılar. 1650'de Fransızlar St. George kentini kurdular. Grenada 1763'teki Paris Antlaşması'yla resmen İngiltere'ye bırakıldı. 18. yy'ın sonlarında İngilizler adaya şeker plantasyonlarında çalıştırmak üzere Afrika'dan çok sayıda köle getirdiler. Fransızların da desteklediği köle ayaklanmaları sonucunda 1833'te kölelik kaldırıldı. 1885'te İngiliz Rüzgarüstü Adaları'nın yönetim merkezi olan Grenada, 1958'de, aynı yıl kurulan Batı Hint Adaları Federasyonu'na katıldı. Ama 1967'de federasyon dağılınca Birleşik Krallık'a bağlı özerk bir devlet oldu. Şubat 1974'te bağımsızlığını ilân etti. 1979'da başbakan Eric M. Gairy yurt dışındayken koalisyon ortağı Yeni Mücevher Hareketi'nin düzenlediği kansız bir hükûmet darbesiyle devrildi. Maurice Bishop, yeni kurulan Devrimci Halk Hükûmeti'nin (PRG) başına geçti. Sosyalist eğilimli olduğu için Batılı devletlerin karşı çıktığı yeni hükûmet, Gairy'nin ardından ekonomiyi büyük ölçüde düzeltti. Ama Bishop Ekim 1983'te marksist askerlerce devrildi ve öldürüldü. Darbeden hemen sonra ABD birliklerinin ülkeyi işgal etmesiyle darbe liderleri iktidardan uzaklaştırıldı. 1985 ortalarına kadar ABD birlikleri adada kaldı. Ekonomi. Grenada, turizmin başlıca döviz kazancı olduğu küçük bir ekonomiye sahiptir. Grenada, ortak bir merkez bankasını ve Doğu Karayip Devletleri Örgütü'nün (OECS) diğer yedi üyesi ile ortak bir para birimini (Doğu karayip doları) paylaşmaktadır. Grenada ağır bir dış borç sorunuyla karşı karşıya kaldı ve devlet borç servisi ödemeleri 2017'de toplam gelirlerin yaklaşık % 25'ini oluşturdu; 126 gelişmekte olan ülkede yapılan bir çalışmada Grenada en altta dokuzuncu olarak sıralanmıştır. 2013 yılında Grenada'nın Yatırımla Vatandaşlık Programı başlatılmış ve Ulusal Dönüşüm Fonu kurulmuştur. Fon, Grenada'nın ekonomisini desteklemeyi ve dayanıklılığını artırmayı hedeflemektedir. Tarım ve İhracat. Grenada, en çok hindistan cevizi, en çok ihracatı yapılan ve ulusal bayrağa ve topuzlara gösterilen çeşitli baharatların ihracatçısıdır. Diğer önemli ihracatlar arasında muz, kakao, meyve ve sebze, giyim, çikolata ve balık bulunmaktadır. Turizm. Turizm, Grenada ekonomisinin temel dayanağıdır. Geleneksel plaj ve su sporları turizmi büyük ölçüde St George, havaalanı ve sahil şeridi çevresindeki güneybatı bölgesinde yoğunlaşmaktadır. Ekoturizm önem kazanıyor. Çoğu küçük çevre dostu konukevi, Saint David ve Saint John bölgelerinde yer almaktadır. Turizm endüstrisi, büyük bir yolcu gemisi iskelesi ve meydanı inşaatı ile önemli ölçüde artmaktadır. Turizm adanın güneybatısında, St. George's, Grand Anse, Lance Aux Epines ve Point Salines civarında yoğunlaşmıştır. Grenada'nın sahil şeridinde, St George'daki 3 km uzunluğundaki Grand Anse Plajı da dahil olmak üzere, çoğu zaman dünyanın en iyi plajlarından biri olarak görülen birçok plajı vardır. Festivaller. Nisan ayında yapılan Carriacou Maroon ve String Band Müzik Festivali, Yıllık Bütçe Marine Spice Island Bill Balık Turnuvası ve Island Water World Yelken Haftası gibi çeşitli festivaller turist çekiyor. Eğitim. Grenada'da eğitim anaokulu, okul öncesi eğitim, ilköğretim ve yükseköğretimden oluşmaktadır. Hükûmet, dünyanın en yüksek üçüncü oranı olan 2016 yılında bütçesinin % 10,3'ünü sektöre harcayarak eğitime öncelik vermiştir. Okuryazarlık oranları çok yüksektir, nüfusun % 98,6'sı okuma yazma yeteneğine sahiptir. Yükseköğretim Kurumları:  St. George Üniversitesi, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS)  T.A. Marryshow Community College  Grenada'da UWI Açık Kampüsü  Yeni Yaşam Organizasyonu (NEWLO) Ulaşım. Maurice Bishop Uluslararası Havalimanı, Grenada'nın ana havalimanıdır ve ülkeyi diğer Karayip adaları, ABD, Kanada ve Avrupa'ya bağlar. Ayrıca Carriacou'da bir havaalanı var. George's ve Hillsborough arasında günlük hızlı feribot seferleri vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4386", "len_data": 4756, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.44 }
Guyana veya resmî adıyla Guyana Kooperatif Cumhuriyeti (İngilizce: "Co-operative Republic of Guyana"), Karayipler'de yer alan bir ülkedir. Kıtanın kuzeyinde yer alan ülkenin batısında Venezuela, doğusunda Surinam, güneyinde Brezilya yer alırken; kuzey taraflarının Karayip Denizi'ne kıyısı vardır. Ülkenin en büyük şehri ve aynı zamanda da başkenti Georgetown'dur. Coğrafya. Guyana tarafından kontrol edilen bölge, 1 ° ve 9 ° K enlemleri ile 56 ° ve 62 ° W boylamları ile dünyanın en seyrek nüfuslu ülkelerinden biri arasında yer almaktadır. Ülke beş doğal bölgeye ayrılabilir; nüfusun çoğunun yaşadığı Atlantik sahili boyunca (düşük kıyı ovası) dar ve verimli bir bataklık ovası; Guyana'nın maden yataklarının çoğunu içeren daha beyaz bir kum kuşak (engebeli kum ve kil bölgesi); ülkenin güneyindeki yoğun yağmur ormanları (Ormanlık Yayla Bölgesi); güneybatıdaki daha kuru savana alanları; ve çoğunlukla Brezilya sınırına yükselen dağlardan oluşan en küçük iç ovalar (iç savana). En uzun dört nehir 1.010 kilometre uzunluğunda Essequibo, 724 kilometre uzunluğunda Courentyne Nehri, 595 kilometre (370 mil) Berbice ve 346 kilometre (215 mi) Demerara'dır. Courentyne nehri Surinam ile sınırı oluşturur. Guyana, Güney Amerika'daki bazı bölgelere insanlar tarafından erişilemeyen en büyük bozulmamış yağmur ormanlarından birine sahiptir. Guyana'nın zengin doğal tarihi, ilk kaşifler Sir Walter Raleigh ve Charles Waterton ve daha sonra doğa bilimci Sir David Attenborough ve Gerald Durrell tarafından tanımlandı. 2008'de BBC, keşfedilmemiş türler ve dev su samuru ve harpy kartal gibi nadir türler de dahil olmak üzere, büyük yaban hayatı çeşitliliğini vurgulayan Jaguar'ın Kayıp Ülkesi adlı üç bölümlü bir program yayınladı. Guyana, 2012 yılında yağmur ormanlarını koruma çabaları nedeniyle Norveç'ten 45 milyon dolar ödül aldı. Bu, doğal yaşam alanını korumak ve sürdürmek için uluslararasında toplam 250 milyon dolarlık bir 2009 anlaşmasından kaynaklanıyor. Ülke şimdiye kadar toplam hibenin 115 milyon dolarını aldı. İdari yapılanma. Guyana idari açıdan on bölgeye ayrılmıştır. Nüfusun % 57'sini Hristiyanlar, % 28'ini Hindular ve % 10'undan fazlasını müslümanlar oluşturur. Salgın hastalıklar. 2013 yılında başlayan Batı Afrikadaki Ebola salgını, Guyana'ya da sıçraması soncu birçok insan ölmüştür. Tahminlere göre 5740 Guyana vatandaşı ölmüştür. Salgında dünya genelinde ise 20,000 kişi ölmüştür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4387", "len_data": 2399, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.49 }
Güney Afrika Cumhuriyeti ya da daha yaygın kullanımı ile Güney Afrika, Afrika kıtasının güneyinde yer alan bir ülkedir. Ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Namibya, Botsvana, Zimbabve, Mozambik ve Esvatini oluştururken ülkenin güneydoğusunda Hint Okyanusu, güney ve güneybatısında Atlas Okyanusu bulunmaktadır. Bu ülkelerin haricinde Lesotho'da da tamamen Güney Afrika Cumhuriyeti toprakları içinde yer alan bir ülke olarak Güney Afrika ile tüm sınırlarını paylaşmaktadır. Güney Afrika'da yürütme başkenti Pretoria, yasama başkenti Cape Town, yargı başkenti Bloemfontein olmak üzere üç başkent bulunmaktadır. Ülke adı. Ülke, Orta Afrika Cumhuriyeti ile birlikte ülke isminde kıta olan "Afrika"yı kullanan iki ülkeden biridir. Geçmişte Roma İmparatorluğu'na bağlı bir eyalet olan ve günümüzde Tunus'un kurulu olduğu bölgelerde bulunan Afrika eyaleti için kullanılan "Afrika" daha sonraları Araplar tarafından da aslına sadık kalınarak Ifriqiya olarak adlandırılmıştır. O dönemler "Libya" olarak adlandırılan kıta zamanla "Afrika" olarak adlandırılmıştır. Afrika kelimesinin köken olarak nereden geldiği ve nasıl oluşturulduğu tam olarak belli olmasa da yerel kabilelerin kullanımından ortaya çıkan bir kelime olduğu ya da Fenike dilinde "toz" anlamına gelen "afar" kelimesinden türetildiği tahmin edilmektedir. Ülkenin konumu ile birlikte kıta isminin de kullanılması ile birlikte ülke ismi oluşturulmuştur. Coğrafya. Güney Afrika Cumhuriyeti sahip olduğu 1.219.912 km2 yüzölçümü ile dünyanın en büyük 24. ülkesi konumundadır. Ülkenin toplamda sahip olduğu 5.244 km'lik kara sınırından 1.005 km'si Namibya, 1.969 km'si Botsvana, 1.106 km'si Lesotho, 496 km'si Mozambik, 438 km'si Esvatini ve 230 km'si Zimbabve ile oluşurken, ülkenin ayrıca Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu'na 2.798 km'lik sahil şeridi bulunmaktadır. Ülke konum itibarıyla Afrika kıtasının en güney ucunda yer almaktadır. Ülkenin veld olarak da adlandırılan ve 900 m ile 2.000 m deniz seviyesinden yukarıda yer alan orta kesimleri kumtaşı içeren yaylalardan oluşmaktadır. Ülkenin kıyı kesimlerine doğru ilerledikçe düşen rakım sonucu oluşan ve tabakaların basamak oluşturduğu yapıya "Great Escarpment" (Türkçe: "Büyük eğimli yüzey") ismi verilmektedir. Ülkenin sahip olduğu alanların büyük bir kısmı hem yüzey bilimi açısından hem de petrografi açısından "Karoo Ana Havzası" olarak adlandırılan yapıdan oluşmaktadır. Ülkenin kuzey bölgelerinde ise magmatik kayaçlar yanı sıra Barberton yakınlarında çok eskiye dayanan başkalaşım kayaçları görülmektedir. Drakensberg sıradağları ülkenin kuzeydoğu bölgesinden başlayarak enklave ülke konumunda olan Lesotho'yu geçerek güneydoğu bölgesine kadar uzanmaktadır. Sıradağların en yüksek noktası Lesotho sınırları içerisinde yer almakta olup, Thabana Ntlenyana Dağı olarak adlandırılan dağın zirvesi 3.482 m yüksekliktedir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin en yüksek dağını ise 3.450 m ile Lesotho sınırına yakın bir konumda bulunan ve zirvesi her iki ülke arasındaki sınırı belirleyen Mafadi Dağı oluşturmaktadır. Bloemfontein'nin kuzeybatısından başlayarak Botsvana ve Namibya'ya kadar uzanan Kalahari Çölü ülkenin kuzeybatı bölgesinde coğrafi koşulları belirlemektedir. Afrika kıtasının en güney uç noktasını belirleyen ve Atlas Okyanusu ile Hint Okyanusu arasındaki coğrafi sınırı belirleyen Agulhas Burnu'da Güney Afrika Cumhuriyeti'nin önemli coğrafi konumlarından birini oluşturmaktadır. Agulhas Burnu'nun batısında ise kıtanın bilinenin aksine en güney uç noktasını değil en güneybatıda yer alan noktasını belirleyen Ümit Burnu yer almaktadır. Ülke genelinde yer alan akarsuların büyük çoğunluğunun kaynağı Drakensberg dağlarında yer almaktadır. Burada kaynağından çıkan akarsular doğu yönünde ilerleyerek Hint Okyanusu'na ulaşmaktadır. Ülkenin en uzun akarsuyu Drakensberg'deki kaynağından çıkarak birçok nehrin aksine batı yönünde akarak Atlas Okyanusu'na dökülen Turuncu nehri'dir. Ülkede "Gariep" olarak da adlandırılan Turuncu nehri ülke içerisinde toplamda 1.850 km'lik bir uzunluğa sahiptir. Turuncu nehrin en önemli noktalarından birini de Augrabies Şelalesi oluşturmaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin bir diğer önemli nehri olan ve 1.600 km'lik bir uzunluğa sahip olan Limpopo Nehri Güney Afrika'nın Botsvana ve Zimbabve ile olan doğal sınırını belirlemekte ve Hint Okyanusu'na dökülmektedir. Güney Afrika Cumhuriyeti'ne ait olan ve üzerinde yaşam olmayan iki küçük adadan oluşan Prens Edward Adaları'da Hint Okyanusu'nun güney kesiminde yer almakta ve anakarada Port Elizabeth'in 1.770 km güneydoğusunda yer almaktadır. İklim. Güney Afrika Cumhuriyeti konumu gereği iklimsel ve orografik açıdan büyük farklılıklar arz etmektedir. Ülkenin Namibya sınırına yakın batı bölgelerinde Kalahari çölü bulunup bu doğrultuda çöl iklimi yaşanabilirken, ülkenin Mozambik sınırına yakın güneydoğu bölgelerinde tropikal ormanlar gözlemlenebilmektedir. Ülkenin batı kıyı kesimlerinde kurak iklim ile birlikte yoğun ılıman okyanusal iklim yaşanmakta olup güney kıyı kesimlerinde yarı kurak iklim yaşanmaktadır. Her iki iklimin sonucu ortaya çıkan sıcak su akıntısı Agulhas Akıntısı ile soğuk su akıntısı Benguela Akıntısı, Ümit Burnu kısmında birbiriyle buluşmasını sağlamaktadır. Ülkenin iç kesimlerinde kurak ile yarı kurak iklim arasında geçişler görülmekte olup bu iklime uygun bozkır alanlar gözlemlenebilmektedir. Cape Town ve civarında Akdeniz iklimi gözlemlenmekte olup yoğun kar yağışları sadece yüksek noktalarda yaşanmaktadır. Ülkenin güney yarım kürede yer alması nedeniyle kuzey yarım kürenin tam aksi mevsimler yaşanmaktadır. Ülkenin kış mevsimini yaşadığı Haziran ve Ağustos ayları arasında Drakensberg'in zirvesinde, yüksek yaylalarda ve Johannesburg ve civarında kar yağışı gözlemlenebilmektedir. Ülke genelinde gündüz sıcaklıkları 23 °C yer alırken, gece sıcaklık değerleri büyük oranda düşmektedir. Yazın gündüz sıcaklık değerleri 30 °C kadar çıkabilmektedir. Batı Kap bölgesi ile Cape Town civarında kışın serin bir iklim hakim olurken, yoğun olmayacak şekilde yağmur çiseleyebilmektedir. Bu bölgelerde yaz aylarının yaşandığı kasım ile mart ayları arasında sıcak ve kurak bir iklim gözlemlenmektedir. Kıyı kesiminde yer alan KwaZulu-Natal bölgesi boyunca nemli bir iklim hakim olup denizden esen serin rüzgarlar gerçekleşebilmektedir. Bu bölgelerde sıcaklık değerleri yıl boyu 25 °C ile 35 °C arasında gözlemlenebilmektedir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin doğu kesimlerinde yer alan platolar genel olarak sıcak havanın etkisinde bulunmaktadır. Yarı çöl konumunda olan Karoo bölgesinde sıcaklıklar aşırı derecede artış göstermekte olup yıllık ortalama yağış miktarları 200 mm'nin altında gerçekleşmektedir. Kış aylarında gerçekleşen yağışlar ise düzensiz olarak yağmaktadır. Ülkede bu denli farklı iklimlerin oluşmasında farklı nedenler sayılabilmektedir. Sıcak ve soğuk akıntıları, coğrafi yükseklik gibi nedenler bu alanda belirleyici olabilmektedir. Ülkenin doğu kıyılarında Hint Okyanusu'nda oluşan sıcak su akıntısı sıcaklığın etkisi ile yükselen su dolu havanın bölgeye yağmur olarak geri dönüşünün mümkün kılarken, batı kıyılarında nemden arındırılmış soğuk su akıntısının etkili olması ile kurak ve çöl oluşumunu mümkün kılabilmektedir. Bu oluşumlar nedeniyle ülkenin iç kesimlerinde de yıllık yağış ortalamaları düşük seyredebilmektedir. Yaban hayat ve bitki örtüsü. Güney Afrika Cumhuriyeti 20.000'den fazla bitkiye ev sahipliği yapmaktadır. Ülkenin güneybatı bölgesinde bulunan ve dünyadaki ekolojik çeşitlilik açısından önemli bir yer tutan Fynbos'ta söz konusu bitkilerin 9.000 adeti gözlemlenebilmektedir. Ülkede gözlemlenen bitkilerin birçoğu bu bölgeye özgü endemik türler olup birçok botanik uzmanı "Capensis" adını verdikleri bu bölgeyi dünyadaki bitki çeşitliliği açısından dünyadaki altı noktadan biri olarak kabul etmektedir. Ülkedeki bitkilerin çoğunluğunu her daim yeşil olan sert, ince ve iğne yapraklı bitkiler oluşturmaktadır. Bunların haricinde ülkede 130 farklı çeşidi bulunan iki çenekli, taçsız çiçekli bitkiler familyası olan Proteaceae'lar da sık bir şekilde görülmektedir. Ülke genelinde birçok bitki türü bulunmasına rağmen ormanlık alanlar çok azdır. Güney Afrika Cumhuriyeti yüzölçümünün sadece %1'i ormanlarla kaplı olup bu ormanlar da ülkenin doğu kıyılarında Mozambik sınıra yakın bölgelerde bulunmaktadır. Bölgeye ilk Avrupalıların geldiği dönemlerde mevcut olan ağaçlar Avrupalı göçmenler tarafından ihtiyaçlar doğrultusunda kesilmiş, bu işlemler sonucunda da bölgeye özgü ağaçların soyu tükenmiştir. Avrupa'dan getirilerek dikilen okaliptüs ve çam ağaçları gibi bu bölgeye özgü olmayan ağaçlar kuraklığa, erozyona ve orman yangınlarına, yerel ağaç ve bitki türlerinin yok olmasına sebep olmuştur. Günümüzde bu tür sorunlara yol açan ağaç türleri kapsamlı çalışmalar doğrultusunda bölgeden uzaklaştırılmaktadır. Ülkenin batı kıyılarına yakın bölgede bulunan Namaqualand bölgesinde hakim olan kurak ve sıcak havanın etkisiyle succulent, sarısabır ve sütleğen gibi bünyesinde sıvı barındıran bitkilerin hakimiyeti gözlemlenmektedir. Ülkede iç kesimlere doğru ilerledikçe hakim olan ve özellikle yüksek veldlerde gözlemlenebilen bitki örtüsü bünyesinde çalılık alanları ile akasya ağaçlarını barındıran yeşil otlaklardır. Ülkenin kuzeybatı bölgesine ilerledikçe yıllık yağış ortalamasının da etkisi ile seyrekleşen bitki örtüsü, Kalahari çölünün doğusunda geniş çayırlık alanlar, kuzeydoğuya doğru ilerledikçe de daha sık bitki örtüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Mozambik sınırı boyunca kurulu olan Kruger Ulusal Parkı'nda da baobab ağaçları gözlemlenmektedir. Ülke genelinde zengin de bir yaban hayat bulunmaktadır. Burada bulunan birçok ulusal parklar ile oluşturulan yaban hayatı koruma bölgeleri sayesinde birçok yaban hayvan gözlemlenebilmektedir. Güney Afrika Cumhuriyeti 300'den fazla memeli hayvan, 500'den fazla kuş türü, 100'den fazla sürüngen hayvan ile birçok böcek ailesine ait hayvana ev sahipliği yapmaktadır. Afrika kıtasının "Beş Büyük" hayvanı olarak adlandırılan Afrika mandası, Afrika leoparı, aslan, Afrika fili ve kara gergedanı ülkede yaşamaktadır. Bunların haricinde impala, büyük kudu, gnu ve nyala gibi birçok antilop çeşidi ile birlikte zürafa, su aygırı, düğmeli domuz, bayağı zebra, çita, sırtlan ve Afrika yaban köpeği yaşamaktadır. Ülke genelinde deve kuşu ve flamingo kuş türleri içerisinde önemli bir yer tutmakta olup kıyı kesimleri ile küçük adalarda koruma altında bulunan penguenler yaşamaktadır. Nüfus. Güney Afrika Cumhuriyeti, Afrika kıtasında nüfus yoğunluğunun çok olduğu ülkelerden biri konumundadır. 2011 yılında gerçekleştirilen son resmi sayım sonuçlarına göre ülke kıtanın en çok nüfusuna sahip 5. ülkesidir. Ülke nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşamaktadır. Ülkenin özellikle kıyı kesimleri ile kuzeydoğu kesimlerinde nüfus yoğunluğu yaşanırken ülkenin batı ve kuzeybatı bölgeleri neredeyse insansız bölge konumundadır. Ülke genelinde 2015 tahmini verilerine göre ortalama yıllık nüfus artışı %1,33 seviyesindedir. Güney Afrika Cumhuriyeti birçok Afrika ülkesinin aksine orta yaşlı bir nüfusa sahip olup 2020 tahmini verilerine göre %44,74'ü 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %6,09'u 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %27.94 (erkek 7,894,742/kadın 7,883,266) 15-24 yaş: %16.80 (erkek 4,680,587/kadın 4,804,337) 25-54 yaş: %42.37 (erkek 12,099,441/kadın 11,825,193) 55-64 yaş: %6.80 (erkek 1,782,902/kadın 2,056,988) 65 yaş ve üzeri: %6.09 (erkek 1,443,956/kadın 1,992,205) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %68,3 olan ülkede, nüfusun geri kalanı ülkenin geri kalan büyük bölümünde yaşamaktadır. Ülkede nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %0,93 düzeyindedir. Etnik gruplar. Güney Afrika çok kültürlü bir ülke konumundadır. Birçok kültüre sahip farklı topluluklar iç içe yaşıyor olsa dahi geçmişte uygulanan ancak günümüzde geçerli olmayan Apartheid politikalarının bir sonucu olarak ülkede yaşayan kişiler kendini belirli bir gruba üye hissetmekte ve bu farklı gruplar birbirinden ayrı alanlarda yaşamaktadır. 1991 yılına kadar Güney Afrika Cumhuriyeti anayasası toplumu dört büyük sınıfa ayırmaktaydı. Bu gruplar "siyahlar", "beyazlar", "renkliler" ve "Asyalılar" olarak adlandırılmaktaydı. Söz konusu olan yasa maddesi günümüzde anayasada yer almasa da birçok Güney Afrikalı kendini bu gruplardan birine üye olarak hissetmekte, devlet tarafından yapılan belli istatistiklerde de bu kategoriler hala kullanılmaktadır. Ülke nüfusunun %80,2'sini oluşturan siyahlar, Güney Afrika'da çoğunluğu oluşturmaktadır. "Renkliler" olarak adlandırılan grup %8,8 ile en kalabalık ikinci nüfusu oluştururken, beyazlar %8,4, Asyalılar ise %2,5 oranı ile diğer grupları oluşturmaktadır. Ülkede çoğunluğu oluşturan siyahlar ise yine kendi içerisinde farklı etnik gruplara ayrılmaktadır. Ülke genelinde Zulular, Xhosalar, Basotholar, Vendalar, Batsvanalar, Tsongalar, Svaziler ve Ndebeleler başta olmak üzere farklı etnik gruplar yaşamaktadır. Çoğu yasadışı bir şekilde Zimbabve'den ülkeye giren mülteciler de ülke genelinde yaşamaktadır. Güney Afrika'da yaşayan beyazların çoğunluğunu özellikle 17. yüzyıldan itibaren bölgeye göç eden Hollandalı, Alman, Fransız ve İngiliz göçmenlerin neslinden gelen kişiler oluşturmaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti bu özelliği ile Afrika kıtasında en çok Avrupa kökenli kişiyi barındıran ülke konumundadır. Ancak son yıllarda ülkede yaşayan beyazların oranında düşüş yaşanmaya başlanmış, 1990'lı yıllardan itibaren bir milyona yakın beyaz Avrupalı ülkeyi terk etmiştir. "Renkliler" olarak adlandırılan grubun üyeleri genellikle beyaz Avrupalılar ile yerliler veya kölelerin neslinden gelen melez topluluklardır. Bu tanımlama sömürge döneminde Apartheid politikalarında belirtilen ten rengi ayrımından dolayı kullanılmış bir kelime olarak dile yerleşmiştir. Asya kökenli nüfusun çoğunluğunu Hindistan'dan gelen topluluklar oluşturmaktadır. Bu kişiler özellikle 19. yüzyıl ortalarında sözleşmeli işçi olarak şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere ülkeye getirilmiştir. Hintlerin haricinde de Çin kökenli nüfus da ülkede yaşamaktadır. Dil. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Apartheid döneminin sona ermesi ile birlikte resmi olarak on bir ulusal dil belirlenmiştir. Bunlar, İngilizce, Afrikaanca, Güney Ndebelece, Güney Sothoca, Kuzey Sothoca, Svatice, Tsongaca, Tswanaca, Vendaca, Xhosaca ve Zuluca olarak sıralanır. Bu kadar çok resmi dile sahip olma özelliği ile Güney Afrika Cumhuriyeti, dünya üzerinde Bolivya ve Hindistan'dan sonra en çok resmi dile sahip ülkelerden biri konumundadır. Ülke nüfusunun %60'a yakını Afrikaanca dilini ana dillerinden biri olarak kullanmaktadır. Özellikle beyazlar ve renkliler olarak sınıflanan gruplar arasında Afrikaanca önemli bir yer tutmaktadır. Bunun haricinde 2011 resmi verilerine göre nüfusun %22,7'si Zuluca, %16'sı Xhosaca dilini konuşurken nüfusun sadece %9,6'sı tarafından ana dil olarak İngilizce konuşulmaktadır. Ülke, Afrika kıtasında Avrupa dili olmayan dillerin rahat bir şekilde konuşulduğu ve resmi dil olarak da kabul görülen ender ülkelerden biri konumundadır. Din. Ülke genelinde nüfusun %79,7'si Hristiyan dinine mensuptur. Burada Protestan mezhebine göre inancını yaşayanların oranı %36,6 olarak ifade edilirken Katolik mezhebine inananların oranı %7,1 düzeyindedir. Diğer Hristiyan mezheplerine göre inancını yaşayanların oranı ise %36 seviyesindedir. 2001 verilerine göre ülkede İslamiyet dinine inananlar %1,5 ile düşük seviyede bulunmakta olup Müslümanlar Güney Afrika Cumhuriyeti'nde azınlıkta yer almaktadır. Güney Afrika'da nüfusun %2,3'ü diğer dinlere inandığını beyan ederken %15'i herhangi bir dine inanmadığını, %1,5'i ise dini ile ilgili bilgi vermek istemediğini ifade etmiştir. Sosyal durum. Sağlık. Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup 2012 tahmini verilerine göre nüfusun neredeyse tamamı (%95,1'i) temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanma oranının yüksek olduğu ülkede, nüfusun %74,4'ü bu yönde bir hizmet alabilirken %25,6'sı ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde orta düzeyde ishal, hepatit, tifo hastalıkları görülebilmektedir. AIDS, Afrika kıtasının genelinde görülen yüksek düzeylerde görülmekte olup bu oran 2013 tahmini verilerine göre %19,05 seviyesindedir. Eğitim. Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2015 tahmini verilerine göre %94,3 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %95,5 iken kadınlarda %93,1 seviyesindedir. Güney Afrika Cumhuriyeti genelinde dokuz yıl kesintisiz okula gitme zorunluluğu bulunmaktadır. Ülkede bulunan okulların çoğunluğu devlet okulu olup bu okulların yanı sıra özel okullarda da eğitim verilmektedir. Ülkede yedi yaşına girmiş bir çocuk yedi yıl boyunca "primary school" olarak adlandırılan ve herhangi bir ücrete tabi olmayan ilkokul eğitimi almaktadır. Bu eğitimden sonra başlayan ve iki yıl süren "high school" ücrete tabi bir konumdadır. 1996 yılından bu yana söz konusu iki yıllık high school eğitiminden sonra okula gitme zorunluluğu sona ermektedir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Afrika kıtasının en önemli üniversitelerinden bazıları bulunmaktadır. 2010/2011 eğitim yılında dünyanın en iyi üniversiteleri içerisinde 107. sıra ile Cape Town Üniversitesi, Afrika kıtasının en iyi üniversitesi konumunda yer almaktadır. Suç oranları. Ülke genelinde suç oranları yüksek düzeyde seyretmektedir. Emniyet verilerine göre Mayıs 2008 ile Mayıs 2009 arasında 2,1 milyon şiddet içerikli suç dosyası oluşturulmuştur. Güney Afrika dünya genelinde suç oranlarının en yüksek olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Dünya genelinde sadece Kolombiya'da daha yüksek suç oranları bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler'in verilerine göre ülke 1998 ile 2000 yılları arasında ateşli silahlar ile ölümde, tecavüzde ve yaralanmalarda en üst noktada yer almış; cinayetlerde ikinci ve hırsızlık olaylarında da dünya genelinde dördüncü sırada yer almıştır. 2001 yılında açıklanan verilere göre, Nisan 2000 ile Eylül 2001 döneminde her güne 59 cinayet, 149 tecavüz olayı düşecek şekilde şiddet olayları yaşandığı belirtilmiştir. Dönemin Güvenlik Bakanı ise yaptığı açıklamada bundan sonra bu tip verilerin "uygun" olduğu takdirde yılda bir kez açıklanacağını ifade etmiş, bu şekilde toplumun moralini bozacak verilerin gündeme getirilmemesinin hedeflendiğini açıklamıştır. Toplum arasında oluşan sosyal farklılıklar, zengin ile fakir toplum arasında yaşam tezatlığı ve çelişkisi ile yüksek işsizlik oranları bu durumların yaşanmasında başlıca sebep olarak gösterilmektedir. Günümüzde suç oranlarında aşağı yönde gelişmeler gözlemlense de, suç oranlarının hala yüksek düzeyde olduğu kabul edilmektedir. Tarihçe. Erken tarih. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kurulu olduğu bölgelerde paleoantropolojik olarak en eski fosillerinden bazıları ortaya çıkarılmıştır. Taung'un Çocuğu olarak adlandırılan ve Taung'da bulunan fosil ile birlikte Krugersdorf'ta bulunan Sterkfontein mağaralarında bulunan Australopithecus africanus'a ait kalıntılar 3,5 milyon yıl öncesine dayandırılmaktadır. Bu ön-insanların yaşamasından sonra bölgeye göç sonucu gelen Bantu grupları Limpopo nehrini geçerek günümüzde Güney Afrika'nın kurulu olduğu bölgelere yerleşerek çiftçi ve çoban olarak yerleşmişlerdir. Söz konusu dönemlerde bu bölgelerde yaşayan Buşmanlar ve Koikoinler bölgelerinden uzaklaştırılmıştır. Hollanda sömürge dönemi. Güney Afrika'da modern tarih Hollandalı Jan van Riebeeck'in Hollanda Doğu Hindistan Şirketi adına Ümit Burnu'nda bu yolu kullanan gemilerin personelin için mola verebilecekleri bir tedarik istasyonu kurması sonrası başlamıştır. Bu bölgeye konum uygunluğu nedeniyle 6 Nisan 1652 tarihinde kurulan bu istasyon ile Avrupa ile Güneydoğu Asya arasında seferler düzenleyen gemilerin personelinin dinlenmesi planlanmıştır. 17. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında bölgede giderek artan yerleşim ilk olarak Khoisan topluluklarını boşalttığı batı bölgelerde başlamış, 1770 yılından itibaren de doğuya doğru ilerleme başlatılarak Bantu grupların yaşam sınırlarına dayanmıştır. Burada iki topluluğun karşılaşması neticesinde Avrupalı yerleşimciler ile Xhosa toplulukları arasında Sınır Savaşları adı verilen ve 1779 ile 1879 yılları arasında gerçekleşen toplamda dokuz adet savaş yaşanmıştır. Bölgeye yerleşen Hollandalılar kendi dönemlerinde bölgeye Endonezya, Madagaskar ve Hindistan'dan birçok köle getirmiş, bu süreç sonucunda 1743 yılında yerleşim yerinde Avrupalı göçmenlerden fazla kölenin yaşadığı bir durum ortaya çıkartılmıştır. Bu yıllarda bölgeye getirilen köleler ilerleyen yıllarda beyazlar ile evlenerek daha sonra ülke tarihinde Sanlar ile birlikte "renkliler" olarak sınıflandırılan grubun üyelerini oluşturmuşlardır. 19. yüzyıl dönemi. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi'nin iflasın eşiğine geldiği bir dönemde, 1797 yılında, bölgede Hollanda hakimiyetinin azalması ile birlikte Büyük Britanya Ümit Burnu civarındaki bölgeleri işgal etmeye başlamıştır. Koalisyon Savaşı neticesinde Napolyon Bonapart Hollanda'yı işgal etmiş, bu işgal neticesinde 1795 yılında kurulan Batavya Cumhuriyeti de Britanya ile bugüne kadar var olan işbirliğini sonlandırma kararı almıştır. Burun bölgesinin Britanya tarafından "arka bahçeden" girilerek elde edilmesi bölgenin Fransa'nın kontrolü altına girmesine karşı alınmış bir önlemin bir göstergesi konumundaydı. Britanya bölgeyi her ne kadar 1802 yılında Amiens Antlaşması kapsamında Hollanda'ya geri vermiş olsa da, 1806 yılında bölgenin yeniden hakimi olmuştur. Bu hakimiyeti sağlamlaştırmak adına bölge tümden krallığa ait koloni bölgesi olarak ilan edilerek sürekli koloni bölgesi olarak Burun Kolonisi'nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir. Bu yıllarda hala devam eden "Sınır Savaşları" kapsamında Britanya, Xhosalar'dan elde edilen bölgelere yerleşerek hakimiyetini Büyük Balık Nehri kıyılarına kadar genişletmiştir. Britanya elde ettiği bölgelerin sınırlarını sağlamlaştırarak içeride kalan kısımlara yeni yerleşim yeri kurulmasına olanak sağlamıştır. 1833 yılında Britanya parlamentosunda köleliğin tüm hakim olunan bölgelerde kaldırıldığını beyan eden yasayı onaylaması neticesinde Britanya bölgelerinde yaşayan birçok Afrikaner için geçim kaynağı ortadan kalkmıştı. Bu karardan etkilenmemek ve köleleri gündelik hayatlarında kullanabilmek için Büyük Göç adını verdikleri göçü başlatacak olan ve Voortrekker (Türkçe: "Önden göç edenler") olarak adlandırılan grup Britanya hakimiyetinin dışında kalan bölgelere göç etmiştir. 1835 ile 1841 yılları arasında gerçekleştirilen Büyük Göç süresince 14.000 Afrikaner (Boer) Turuncu Nehir'in kuzey kıyılarına göç etmiş, burada da birçok Boer cumhuriyetleri kurarak yaşamaya devam etmişlerdir. Bu cumhuriyetler arasında en uzun soluklu olanlar ise Transvaal Cumhuriyeti ile Özgür Orange Devleti olmuştur. 1867'de elmasın, 1886 yılında da altının bölgede bulunması ile ticari açıdan önem kazanan bölgeye Avrupa kıtasından büyük bir göç dalgasının oluşmasına sebep olmuştur. Bu göç dalgası nedeniyle bölgede yaşayan yerliler daha da ayrımcılığı uğramasına ve sömürü altında yaşamasına sebebiyet vermiştir. Bölgede hakimiyetleri sürdürme amacında olan Boerler 1880 ile 1881 yılları arasında gerçekleşen I. Boer Savaşı ile Britanya'nın genişleme politikalarına karşı savaşmış, sayıca daha az olmalarına rağmen, coğrafi şartlara kendilerini ve kıyafetlerini daha uyumlu getirdikleri için Britanyalılar'a karşı üstünlük sağlamışlardır. 20. yüzyıl dönemi. 1899 yılında itibaren başlayan II. Boer Savaşı'nda bir önceki sıkıntıları yaşamamak adına bölgeye daha fazla destek kuvvet sevk eden Britanya, 1902 yılına kadar süren savaş neticesinde önemli kazanımlar elde etmiş, son Boer cumhuriyetlerini de işgal ederek hakimiyet alanına dahil etmiştir. Bu savaşın önemli sebeplerinden birini de Witwatersrand'da bulunan zengin altın madenleri bölgesinin hakimiyeti oluşturmaktaydı. Bu süreç yaşanmadan önce Boer cumhuriyetlerinin Alman İmparatorluğu ve Alman Güneybatı Afrikası ile ittifak arayışına girmesi, bu bölgelerdeki hakimiyetini tehlike altında göre Britanya'nın bu adımları atmasında önemli bir etken olmuştur. Boerlerin sayısal olarak azınlıkta kalmasının yanında Britanya'nın sürekli destek kuvvet ile bölgedeki varlığını arttırması sonucunda Boerler savaştan yenilgi ile ayrılmışlardır. Vereeniging Antlaşması kapsamında işgal edilen iki Boer cumhuriyeti (Transvaal ve Özgür Orange Devleti) tamamen ilhak edilerek Büyük Britanya İmparatorluğu'nun bir parçasi haline getirilmiştir. Buralarda yaşanan Boerlerin mağduriyet yaşamaması ve hayatlarını kolaylaştırmak adına önemli kazanımlar sunulmuş ve Felemenkçe resmi dil olarak kabul edilmiştir. Bu antlaşmada beyazlar adına kolaylaştırıcı adımlar atılırken bu iki eski Boer cumhuriyetinde yaşayan "beyaz olmayanlar"ın medeni haklarında kısıtlamalar yapılmıştır. Dört yıl süren müzakereler sonucunda II. Boer savaşının bitiş gününün sekizinci yıl dönümünde bölgede bulunan dört Britanya kolonisi olan Burun Kolonisi, Natal Kolonisi, Transvaal Kolonisi ve Oranj Nehri Kolonisi'nin bir araya getirilerek kendi kendine yönetebilen Güney Afrika Birliği dominyonu oluşturulmuştur. 1934 yılında birlik içerisinde yaşayan Britanyalı ve Boerleri barıştırarak yeniden bir araya getirmek adına Britanya partisi olan South African Party (Türkçe: "Güney Afrika Partisi") ile Boerlerin partisi olan Nasionale Party (Türkçe: "Ulusal Parti") birleştirilerek United Party (Türkçe: "Birleşik Parti") adı verilen parti oluşturulmuştur. Bu birliktelik 1939 yılında II. Dünya Savaşı'nda Büyük Britanya'nın saflarında savaşma konusunda yaşanan anlaşmazlık nedeniyle dağılmıştır. Adolf Hitler'in Almanya'sına özenen ve bu doğrultuda ırkların ayrımını savunan sağcı bir parti olan Nasionale Party, bu yönde bir adımın atılmasını kabul görmemiş ve birliktelik sonlandırılmıştır. Apartheid. II. Dünya Savaşı'nın sona ermesi sonrasında ülkede azınlıkta olan beyazlar, hakimiyetlerini Nasionale Party önderliğinde genişletmiş, Apartheid politikalarını otoriter bir şekilde uygulamaya koymuşlardır. Bu politikalar doğrultusunda parlamentodan birçok yasa kabul edilerek geçirilmiş, bu nedenle ülkede sistematik olarak iki sınıflı, birçok kişinin haklarını kısıtlayan bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Bu uygulamaların en somut adımları yaşam alanlarında atılmış, yerleşim yerlerinde Avrupa kökenli beyazlar ile diğer ırklar arasında yapay sınırlar çizilerek birçok "diğer" grup üyesi beyazlardan ayrılmıştır. Çoğunluğu siyahiler olmak üzere diğer ırk üyeleri bu ayrıştırma adımlar neticesinde ekonomik açıdan zarara uğratılmış ve zararı karşılanmamıştır. Bu süreçte beyaz Avrupalılar dışında kalan siyahiler, renkliler ve Asya kökenliler birçok engele maruz bırakılmıştır. Uygulamaların tek amacı Afrika kökenli siyahilerin "native reserves" olarak adlandırılan (ileride Bantustan olarak adlandırılacak) bölgelere toplanmasını sağlamak ve ileride de bu bölgelerin adım adım bağımsızlığa yönlendirilerek bağımsızlıklarının tanınmasıydı. Bu süreçte beyazların siyasi hedefleri doğrultusunda adımlar atılmış, bu doğrultuda toprak kaybı söz konusu olsa da beyaz ırkın ülkenin tek ırkı olarak kalabilmesi için bu adımlardan geri dönülmemiştir. Bu uygulama dört bölgede başarılı olmuş ve Ciskei, Venda, Bophuthatswana ve Transkei bantustanları süreç içerisinde kendi kendilerini bağımsız bir şekilde yönetme başarısına ulaşmışlardır. 1960'lı yıllarda ciddi bir ekonomik kalkınma yaşayan ülke, bu süreçte Afrika kıtasının ilk ve tek ülkesi olarak gelişmiş ülke statüsüne kavuşmuştur. Bu süreçte ülke genelinde dış yatırımlar gerçekleştirilmiş, birçok yurt dışı menşeli firma ülkede fabrika kurmuş ya da var olan fabrikalara ortak olmuştur. Ancak bu süreçte gerçekleşen yatırımlardan elde edilen kazanımlar uygulanan politikalar nedeniyle sadece beyazların refahı için kullanılmış, toplum arasında eğitim, mesleki öğrenimler ve maaş dağılımları gibi konularda etkisini uzun yıllar içerisinde de gösterecek şekilde farklılıklar ortaya çıkmıştır. Başta Afrika ve Asya üye ülkelerinin baskıları sonucu Güney Afrika üyesi olduğu İngiliz Milletler Cemiyeti'nden 1961 yılında ihraç edilmiş, tekrar birliğe alınması ise 33 yıl sonra 1994 yılında gerçekleştirilmiştir. 1960 yılında gerçekleştirilen ve ülkenin dominyon olarak kalması ile yeni bir yönetim şekli ile cumhuriyet olarak ilan edilip edilmemesini halka soran referandum sonucunun yanı sıra "Republic of South Africa Constitution Act (Act No. 32 / 1961)" ile birlikte Güney Afrika Birliği adını değiştirerek Güney Afrika Cumhuriyeti adını almıştır. Bu gelişmelerin ışığında baskı altında olan siyah nüfusun umutsuzluğu artış göstermekteydi. 1976 yılında gerçekleşen ve Soveto Ayaklanması olarak da adlandırılan Soveto'daki öğrencilerin ayaklanmasına karşı sert önlemler alan emniyet güçleri gösterilerde 176 siyahi öğrencinin ölmesine neden olmuş, yaşanan bu olaylar sonucunda ülke genelinde ırkçı rejime ve uygulanan Apartheid politikalarına karşı geniş çaplı protesto gösterileri düzenlenmiştir. 1980'li yıllardan itibaren ülke üzerinde artan uluslararası baskılar sonucu ülkeye karşı yaptırımlar uygulanmıştır. Apartheid döneminin sonu. 1990'lı yıllarda artan isyanlar, gösteriler, grevler ve zaman zaman Anti-Apartheid hareketleri tarafından gerçekleştirilen terör olayları sonucunda iktidardaki Nasionale Party kendi iktidarını yetkisizleştirilmesi konusunda ilk adımları atarak o güne kadar yasadışı olarak kabul edilen başta Afrika Ulusal Konseyi (ANC) olmak üzere birçok muhalif partilerin yasağını kaldırmış, Nelson Mandela gibi 27 yıldır cezaevinde bulunan direnişçi önderini serbest bırakma kararı almıştır. Apartheid politikalarını belirleyen yasa maddeleri zaman içerisinde yasadan kaldırılmış, tüm toplumun ilk defa özgürce oy kullanabileceği 1994 seçimleri gerçekleştirilmiştir. 27 Nisan 1994 tarihinde yapılan seçimler neticesinde ANC oyların %62 ile büyük çoğunluğunu elde etmiş, 400 sandalyeli mecliste 252 sandalye kazanmıştır. Bu seçimler ile birlikte iktidarı ele alan ANC, bu iktidarını günümüzde de korumaktadır. Nelson Mandela, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahi başkanı olarak devlet başkanı makamına seçilmiş, bunun yanı sıra Nasionale Party'nin son devlet başkanı olan Frederik Willem de Klerk ile birlikte Apartheid politikalarının sona erdirilmesi konusunda attıkları adımlar nedeniyle Nobel Barış Ödülü'ne layık görülmüştür. 1999 yılına kadar bu görevde kalan Mandela, 1999 yılında görevi Thabo Mbeki'ye devretmiştir. 21. yüzyıl dönemi. 2004 yılında gerçekleştirilen üçüncü bağımsız seçimlerde oylarını arttırma başarısı gösteren ANC, geçerli oyların %69,7'sini elde etmiş, aynı zamanda devlet başkanı Mbeki ikinci kez devlet başkanlığı görevine getirilmiştir. 2008 yılının Mayıs ayında ülkenin belli bölgelerinde özellikle Zimbabve'den gelen göçmenlere karşı yabancı düşmanlığı kapsamında gerçekleştirilen saldırılar sonucu karışıklıklar yaşanmasına neden olmuş, bu kapsamda Malavi bu ülkede yaşayan tüm vatandaşlara geri dönmesi konusunda çağrıda bulunmuştur. 2008 yılında devlet başkanı Mbeki kendi hakkında rakibi Jacob Zuma'nın davasını olumsuz şekilde etkilediği yönünde açıklamaların yapılması sonucunda görevinden istifa etmiş, yerine geçici olarak Kgalema Motlanthe devlet başkanı olarak atanmıştır. 2009 yılında gerçekleştirilen seçimlerde ANC bir önceki seçimlere göre 15 sandalye kaybetse de yine birinci parti olarak seçimleri kazanmış, Jacob Zuma'da yeni devlet başkanı olarak seçilmiştir. Ülke genelinde güncel olarak son seçimler olan 2014 seçimlerinde, ANC bir kez daha birinci parti olarak ayrılmış, oyların %62'sini elde ederek 249 sandalyenin sahibi olmuştur. ANC yine bir önceki seçimlere göre 15 sandalye daha az kazanmasına rağmen en yakın rakibinden 160 fazla sandalye elde etme başarısını göstermiştir. Bu seçimler sonucunda da Zuma ikinci bir dönem için devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştur. Siyaset. Güney Afrika Cumhuriyeti anayasa ile yönetilen bir cumhuriyettir. Günümüzde yürürlükte olan anayasa dönemin devlet başkanı Nelson Mandela tarafından 10 Aralık 1996 yılında imzalanmış ve 3 Şubat 1997 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Bu anayasanın kabulünden önce ülke Apartheid döneminin sona erdiği 1994 ile 1996 yılları arasında geçici bir anayasa oluşturulmuş ve bu süreçte de yeni ve kalıcı bir anayasanın oluşturulması yönünde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti Apartheid yönetiminin uygulandığı 1983 yılında kabul edilen yasa çerçevesinde dünya üzerinden pek görülmeyen ve tercih edilmeyen bir siyasi yapıya geçmiş ve 1984 ile 1994 yılları arasında üç kanattan oluşan bir parlamento ile yönetilmiştir. Buna göre ülkede yasalarla dört ırka ayrılan topluluklardan üçü olan beyazlar "House of Assembly"de, renkliler "House of Representatives"de ve Asyalılar ise "House of Delegates" ismini verdikleri parlamentoda söz hakkına sahip olmuşlardır. Parlamentolar arası herhangi bir anlaşmazlık ya da uyuşmazlıkta beyazların parlamentosu olan House of Assembly'nin kararlı geçerli kabul edilmiştir. Günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti'nde iki kanatlı bir parlamento yapısı mevcuttur. Cape Town'da bulunan bu parlamentoların ilki 400 sandalyeden oluşan "National Assembly" olarak adlandırılan ulusal meclistir. Ulusal meclis üyeleri beş yılda bir gerçekleştirilen seçim ile belirlenmektedir. Ülkede ikinci parlamento kanadını oluşturan "National Council of Provinces" (Türkçe: "İller Ulusal Konseyi") toplamda 90 sandalyeden oluşmakta olup üyeleri beş yılda bir seçilmektedir. Ülkenin idari yapısı gereği mevcut olan dokuz il bu meclise nüfus sayısı ve yüzölçümü büyüklüğüne bakılmaksızın dolaylı seçimler ile belirlenen on üye göndermektedir. Bu on üyenin altısı il meclisine seçilen kişilerden oluşurken, dört üye içerisinde ilin başbakanın da bulunduğu özel delegelerden oluşmaktadır. Söz konusu on kişilik gruba ilin başbakanı önderlik etmektedir. Ülkede 1995 yılında bu yana var olan "Parliamentary Monitoring Group" (Türkçe: "Parlamento Gözlem Grubu") parlamentodan bağımsız olarak burada atılan adımların doğruluğunu denetlemekte ve doğrulanabilir bilgilerin kamu ile paylaşılması yönünde faaliyetlerde bulunmaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti çok partili bir siyasi sisteme sahip olup başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Ülkenin devlet başkanı beş yıllık bir süre için seçilmekte olup aynı kişi bu göreve ikinci bir beş yıl için yeniden seçilebilmektedir. Devlet başkanı olarak görev yapan kişi aynı zamanda hükûmetin de başkanı olarak da görevini gerçekleştirmektedir. Ülkenin 1961 yılında cumhuriyeti kabul etmesi sonucu oluşturulan devlet başkanlığı makamından önce söz konusu makam "Genel Vali" adı ile Büyük Britanya tarafından atanan kişi tarafından yürütülmekteydi. Ülke 1961 yılında cumhuriyeti ilan etmiş olsa da ilk demokratik seçimler Apartheid döneminin sona ermesinden sonra Nisan 1994 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu seçimler ile birlikte Apartheid döneminin sona ermesi adına uzun süreçli faaliyetlerde bulunan ve 1960 ile 1990 yılları arasında faaliyetleri yasadışı olarak kabul edilen Afrika Ulusal Konseyi ülkede seçimlerden başarılı bir şekilde ayrılmaktadır. Dış siyaset. Güney Afrika Cumhuriyeti Milletler Cemiyetinin kurucu üyelerinden biri olmuş, söz konusu yapının son erdirilip oluşturulan Birleşmiş Milletlerin de kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Birleşmiş Milletler'in kuruluşunda oluşturulan BM'nin yasası olarak kabul edilen Birleşmiş Milletler Bildirgesi'nin oluşumunda dönemin Güney Afrika Birliği başbakanı olan Jan Christiaan Smuts yoğun faaliyetlerde bulunmuştur. Ülkenin içerisine bulunduğu Apartheid dönemi boyunca uluslararası alanda dışlanan ve boykot edilen Güney Afrika Cumhuriyeti, bu süreçte 1977 yılında BM tarafından silah ambargosu ile birlikte birçok yaptırımına maruz kalmıştır. Ülkede bulunan birçok yatırımcı ülkeyi terk etmiş, yatırım yapmayı reddetmiş ya da bu ülke ile işbirliği yapılmasını engellemiştir. Sportif alanda da uluslararası organizasyonlardan men edilen Güney Afrika Cumhuriyeti, turizmde de söz konusu olumsuz etkileri yaşamış ve turist ziyaretlerinde büyük düşüşler yaşamıştır. Dönemin başbakanı olan Pieter Willem Botha yaşananları "total onslaught" (Türkçe: "toplu saldırı") olarak adlandırmış ve bu uluslararası adımlara karşı maaşların dondurulması, deregülasyon ve özelleştirme gibi konuları içeren Bothanomics adını verdiği hükûmet programını açıklamıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti birçok uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Uluslararası Para Fonu, Güney Afrika Kalkınma Topluluğu, Dünya Ticaret Örgütü ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir. Ülke ayrıca Afrika kıtasının tek temsilcisi olarak G20 ile BRICS organizasyonlarında yer almaktadır. Üç başkent. Ülkenin önceli olan Güney Afrika Birliği'ni oluşturan dört farklı sömürge bölgesi olan Cape Kolonisi, Natal Kolonisi, Transvaal Kolonisi ve Oranj Nehri Kolonisi'nin adları yeni ülkede Burun, Natal, Transvaal ve Özgür Devlet olarak adlandırılmış, sömürge bölgesinde bulunan parlamentolar feshedilerek il meclisleri oluşturulmuştur. Geçmiş dönemlerde tek başına bağımsız olan ve ilerleyen süreçte Britanya sömürge bölgesi olan yeni ülkenin yeni illeri arasında ülkenin başkentinin belirlenmesi safhasında da rekabet yaşanmıştır. Ülkenin başkentinin belirlenmesi sürecinde illerden birinin mağduriyet yaşamaması için üç farklı başkent belirlenmiş, bu bağlamda Pretoria idari başkent, Cape Town yasama başkenti ve Bloemfontein'de adli başkent ilan edilmiş, Natalia Cumhuriyeti'nden sonra Natal Kolonisi'nin de başkenti konumunda olan Pietermaritzburg'da herhangi bir başkent görevi verilemediği için maddi tazminat elde etmiştir. Ordu. Ülkenin silahlı gücü olan "South African National Defence Force (SANDF)" ülkenin ordusunu oluşturmaktadır. Apartheid döneminin sona ermesi ile 1994 yılında oluşturulan bu yapının günümüzde 60.000 aktif mensubu bulunmaktadır. SANDF, "South African Army" adı ile kara kuvvetleri, "South African Air Force" ile hava kuvvetleri, "South African Navy" ile deniz kuvvetleri ve "South African Military Health Service" adı ile de sağlık hizmetleri veren birlikleri bulunmaktadır. 1994 yılına kadar zorunlu olan askerlik eğitimi söz konusu yılda kaldırılmış ve gönüllü profesyonel bir ordu oluşturulmuştur. İdari yapılanma. Güney Afrika Cumhuriyeti 1996 anayasasında belirlendiği haliyle üç idari düzeye ayrılmış konumdadır. Ülke yönetiminin en tepe noktasında devlet başkanı yer alırken, ikinci sırada devlet başkanının önderliğinde kurulan ulusal hükûmet ile bu hükûmete bağlı idari yapılar. Hükûmete bağlı idari yapıları oluşturan dokuz adet il, bu ili yöneten başbakan ve başbakana bağlı yü"rütme kurulu" bu idari yapının temelini oluşturmaktadır. Söz konusu dokuz il toplamda 8 büyükşehir belediyesi ve 44 ilçe belediyesi olmak üzere toplam 52 ilçeden oluşmaktadır. İllerde bulunan 44 ilçe belediyesi de 226 yerel belediyeden oluşmaktadır. Apartheid döneminin sona erdiği 1994 yılında o güne kadar bağımsız ya da yarı bağımsız konumda olan Bantustan (diğer bir adı ile "Homelands") bölgelerinin Güney Afrika'nın yeni siyasi yapısına entegre edilmesi gerekmekteydi. Bu sebepten dolayı o güne kadar var olan dört adet il ortadan kaldırılmış, tüm Güney Afrika Cumhuriyeti topraklarını kapsayacak şekilde yeni dokuz il oluşturulmuş, bu illerde toplamda 52 adet ilçeye ayrılmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin illeri şu şekildedir: Şehir. 2000 yılında kabul edilen yeni belediye reform yasasına göre birçok Güney Afrika Cumhuriyeti şehri civarında yer alan mahalle ve nahiyelerle birleştirilmiştir. Bu birleşim ile ortaya çıkan büyükşehir belediyelerinin ismi değiştirilmiş, bu değişiklikte de yeni Güney Afrika Cumhuriyeti'nin bir yansıması olarak Bantu dilinden türeyen isimlerin konulmasına özen gösterilmiştir. Ülkede yer alan sekiz büyükşehir belediyeyi oluşturan şehirler şu şekildedir: Ekonomi. Ekonomi tarihi. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kurulu olduğu bölgelerde uzun süre geçim ekonomisi uygulanmış ve bu doğrultuda tarımsal faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Bu alanda gerçekleştirilen faaliyetlerin büyük bölümü kişisel tüketimi karşılamak için gerçekleştirilmiştir. Bölgeye gelen ilk beyaz göçmenler 1652 yılında Cape Town'da kurdukları tedarik istasyonu ile buraya yanaşan gemilerin personeline gıda dağıtımında bulunmuştur. Bu istasyonda dağıtılmak üzere gıda ürünleri ekilmiş ve yetiştirilmiştir. Bölgede tarıma dayalı ekonomi 1867 yılına kadar hakim olmuş, söz konusu yılda Turuncu nehrin kıyılarında elmasın bulunması ile tarım geri plana düşmüştür. Ülkede Transvaal'ın doğu kesimlerinde altın madenin de bulunması ile bölge birçok altın bulma ümidiyle bölgeye gelen kişilerle dolmuştur. 1886 yılında Witwatersrand'ta ilk altının ortaya çıkarılması ile bölgede altına hücum olarak tanımlanan hareket başlatılmış, bu hücum Johannesburg şehrinin kurulmasına yol açmıştır. II. Boer Savaşı neticesinde bölgenin hakimiyetinin Büyük Britanya'ya geçmesi ile birçok yeraltı madeni gün yüzüne çıkarılmıştır. Apartheid döneminde madenlerden elde edilen gelirlerin büyük bölümü beyazlar arasında dağıtılmış, buna karşılık daha tehlikeli ve zor işlerde çalışan siyahi maden işçileri çok daha kötü maddi şartlarda çalışmak durumunda bırakılmıştır. Bu işlerde çalışanların çoğu da işçi olarak farklı ülkelerden gelen kişilerdi. Buna göre 1977 yılında 128.000 Lesotho vatandaşı madenlerde çalışmak üzere ülkeye gelmiştir. Afrika kıtasının en büyük ekonomilerinden birine sahip olan ülke, Uluslararası Para Fonu'nun Ağustos 2016'da açıkladığı verilere göre Afrika kıtasının en büyük ekonomisi özelliğini Nijerya'dan alarak yeniden elde ettiği ifade edilmiştir. Yeraltı madenleri. Yeraltı madenleri açısında zengin bir ülke konumunda olan Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ihracat gelirlerinin %40'ı ile %50'si arasındaki kazancı madenler oluşturmaktadır. Ülke gerçekleştirdiği krom ihracatı ile dünya genelinde gerçekleştirilen krom ihracatının %44'ünü tek başına sağlamaktadır. Bunun haricinde platin, vanadyum ve mangan ihracatı da ülke ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. Ülkede yeraltı madeni olarak bulunan diğer madenler ise altın, elmas, kömür, demir cevheri, nikel, titanyum, antimon ve paladyum olarak listelenmektedir. Öte yandan bugüne kadar bulunan dünyanın en büyük elması 1905 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde keşfedilmiş olup, 3.106 karatlık Cullinan elması 105 parçaya kesilmiştir. Söz konusu elmasın parçalarının bir bölümü İngiliz Kraliyet ailesine ait mücevherlerde kullanılmıştır. Tarım. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Gayri safi yurt içi hasılanın sadece %2,4'ü tarım faaliyetleri oluşturuyor olsa da, ülke dünyanın en büyük üçüncü tarım ürünleri ihracatçısı konumundadır. Ülke genelinde başta mısır ve buğday olmak üzere hububat ürünleri ile birlikte şeker kamışı, meyve ve sebze ekilip yetiştirilmektedir. Turizm. Turizm ülke için özellikle 20. yüzyıldan sonra önemli bir yer tutmaktadır. Ülkede Apartheid döneminin sona ermesi sonrası kalkan ambargoların da etkisi ile yurt dışından gelen turistler ülke için önemli bir gelir kaynağı haline gelmiştir. 2002 verilerin göre ülkeye söz konusu yılda altı milyon turist geldiği açıklanmış, 2005 yılında ise turizmin gayri safi yurt içi hasılasında oranı %7'ye çıkarak önemli bir artış gerçekleşmiştir. Ülkede çalışan toplumun %3 turizm sektöründe istihdam edilmiş konumdadır. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde önemli turistik şehirlerden ve yerlerden bazıları şu şekildedir: İhracat. Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini altın, elmas, platin başta olmak üzere diğer metaller ve mineraller, makine ve ekipmanları oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ihracat yaptığı ilk dört ülke şu şekildedir: Çin %32 <br> A.B.D. %6.5 <br> Japonya %5 <br> Hindistan %4.7 İthalat. Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini makine ve ekipmanları, petrol ürünleri, kimyasallar, gıda ürünleri ve bilimsel aletler oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ithalat yaptığı ilk beş ülke şu şekildedir: Çin %16.2 <br> Almanya %9.5 <br> Suudi Arabistan %8 <br> A.B.D. %7 <br> Hindistan %4.8 Ulaşım. Havayolu. Merkezi Kempton Park'ta bulunan ve 1934 yılında kurulan South African Airways Güney Afrika Cumhuriyeti'nin havayolları şirketi konumundadır. Havayolu şirketi hem uluslararası hem de ulusal anlamda ülkenin en büyük havayolu şirketi olup, bünyesinde 65 uçak filosu barındırmaktadır. Ülke genelinde 2013 verilerine göre bulunan toplam 566 havalimanından en büyük iki tanesi Johannesburg'da bulunan "OR Tambo International Airport" ile Cape Town'da bulunan "Cape Town International Airport" havalimanlarıdır. Bu havaalanlarından yurt içi uçuşların yanı sıra kıta Afrika'sında yer alan Maputo, Nairobi, Lagos, Libreville, Entebbe, Cotonou, Lilongwe, Windhoek, Libreville gibi diğer ülke şehirleri ile diğer kıta şehirleri olan Perth, Peking, Washington, Mumbai, Londra ve Münih gibi şehirlere uçuşlar düzenlenmektedir. Ülke genelinde mevcut olan söz konusu 566 havaalanından 144 tanesi asfalt piste sahip olup, geri kalan 422 havaalanı toprak pistlere sahiptir. Demiryolu. Ülke genelinde bulunan demiryolu hatları öncelikle Transnet Freight Rail tarafından işletilmektedir. Ülke genelinde var olan toplam 20.986 km demiryolu hattında genel itibarıyla mal taşımacılığı gerçekleştirilmektedir. Bunun haricinde aynı hatlar üzerinden gerçekleştirilen insan taşımacılığı ise Passenger Rail Agency of South Africa idaresinde gerçekleştirilmektedir. Ülke genelinde bulunan demiryolu hatların çoğunluğu kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinden geçmekte olup, ülkenin batı ve kuzeybatı bölgelerinde demiryolu hatları neredeyse bulunmamaktadır. Ülke demiryolu hatları üzerinden komşu ülkeler olan Mozambik, Esvatini, Zimbabve, Botsvana, Lesotho ve Namibya'ya da bağlanmış konumda olup, bu ülkelere de mal ve insan taşımacılığı yapılmaktadır. Karayolu. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde trafik soldan akar. Ülke genelinde 2014 verilerine göre toplamda bulunan 747.014 km karayolundan 158.952 km'si asfaltlanmış konumdadır. Bu alanda özellikle büyük şehirler arasındaki karayolları iyi bir konumda olup, en uzun karayolu Cape Town ile Ermelo arasında bulunan ve "National Route 2" olarak adlandırılan 2.190 km uzunluğundaki karayoludur. Ülkede bulunan otoyollar ücretli olup, söz konusu ücret aracın sınıfına göre alınmaktadır. Ülkede özel araçların dışında toplu taşıma araçları da şehir içi taşımacılığında yer almakta olup, toplu taşımanın yetersiz kaldığı yerlerde de dolmuş ya da motorsuz araçlarla taşıma seçenekleri de bulunmaktadır. Motorsuz araç kullanımında da bisiklet Güney Afrikalılar'ın gündelik hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle kırsal alanda yaşayanlar arasında bisiklet kullanımı yaygın bir konumdadır. Ülkede bisiklet ile karayollarında seyahat edenlerde artış yaşanması nedeniyle gerçekleşen kazalarda da birçok bisiklet sürücüsü hayatını kaybetmektedir. Spor. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde birçok toplumsal alanda olduğu gibi sportif faaliyetlerde de etnik gruplar arasında ayrım bulunmaktadır. Ülkedeki siyahi topluluklar arasında en sevilen spor dalı futboldur. Futbol beyaz topluluklar tarafından da sevilen ve gerçekleştirilen bir spor türü olup, futbol Apartheid döneminde ragbi kadar etnik ayrımdan fazla etkilenmemiştir. Ülke futbolu 1991 yılında kurulan Güney Afrika Futbol Federasyonu ("South African Football Association") tarafından yönetilmektedir. Futbol Federasyonu ülkenin millî takımları ile birlikte ulusal alanda 3. Lig ile 5.lig arasındaki organizasyonları gerçekleştirmektedir. Güney Afrika futbolunun 1. ve 2. Lig organizasyonları "National Soccer League" adı verilen bir organizasyon tarafından gerçektirilmektedir. Ülkenin en üst profesyonel futbol ligini "Premier Division" adı verilen yapı oluşturmakta olup, 1996/1997 yılından itibaren organize edilen ülkenin en üst liginde on altı takım mücadele etmektedir. Ülkenin en başarılı futbol takımı ise elde ettiği altı şampiyonluk ile Mamelodi Sundowns takımıdır. Taraftarlar tarafından "Bafana Bafana" (Türkçe:"bizim çocuklar") olarak adlandırılan Güney Afrika Cumhuriyeti millî futbol takımı Ağustos 2015'te açıklanan FIFA sıralamasında 72. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 1996 yılında 19. olarak elde etmiştir. Ülke millî takımı 1998 FIFA Dünya Kupası ile 2002 FIFA Dünya Kupası'na katılma başarısını göstermiş, Afrika kıtasında ilk ülke olarak da bir dünya kupası organizasyonu yapmak ile görevlendirilmiş ve bunun sonucunda da 2010 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmıştır. Özellikle beyaz topluluk arasında popüler olan spor dalları ragbi ve kriket olmuş, bu spor dalları futbolun aksine neredeyse tamamen beyaz topluluklar tarafından oynanmıştır. Günümüzde de ragbi daha çok Afrikaanca konuşan topluluklar arasında yaygın bir şekilde oynanırken, kriket geleneksel olarak İngilizce konuşan beyazlar arasında oynanmaktadır. Ülkede "Springboks" (Türkçe: "Antiloplar") takma adıyla anılan Güney Afrika Millî Ragbi Birliği ("South African Rugby Union") 1995 yılında kendi ülkelerinde ve 2007 yılında Fransa'da gerçekleştirilen Ragbi Dünya Kupası'nda şampiyon olmuştur. Kültür. Güney Afrika Cumhuriyeti tarihsel gelişimi ve etnik çokluk nedeniyle ortak bir kültüre sahip bir topluluğa sahip değildir. Ülkede yaşayan topluluklar yaşanılan bölgeye ve topluma göre farklı gelenek ve kültürler gösterebilmektedir. Burada yaşanan ve dünya üzerinde çok az ülkede gözlemlenebilen bu çok kültürlülük nedeniyle ülke çoğu kez "gökkuşağı ulusu" olarak da adlandırılmaktadır. Günümüzde hala yoksulluk ile yaşamlarını sürdüren siyahi ülke vatandaşları geleneksel müzik ve dans figürlerini devam ettirmektedirler. Şehirleşmenin ve Avrupai yaşamın sonucu olarak kaybolmaya yüz tutan gelenek ve göreneklerini ayakta tutmaya çalışan siyahi topluluklar içerisinde, resmi dil olarak kabul edilmeyen Khoisan dili hala kullanan belli bir grupta bulunmaktadır. Kültürleri olarak gördükleri anadillerinin kaybolmaması ve yok olmaması adına bu dili konuşan topluluklar 21. yüzyılda de mevcudiyetlerini devam ettirmektedirler. Ülkede Avrupa kökenli olan beyazlar göç ettikleri bölgelerin ve ülkelerin kültürlerine göre yaşamlarını sürdürmektedir. Batı Avrupa, Kuzey Amerika ya da Okyanusya'da geçerli olan yaşam koşulları ve şekilleri burada yaşayan beyaz nüfus tarafından aynı şekilde uygulanmaktadır. Apartheid döneminde "renkliler" olarak gruplandırılan topluluklar günümüzde beyaz topluluklar ile aynı şartlarda yaşamaya çabalamaktadır. Burada hakim olan ortak dil "Afrikaanca"nın da etkisi ile renkliler siyahi topluluklardan ziyade beyaz topluluklar ile yakınlık kurmaktadırlar. Ülkenin, çoğu Hindistan'dan olmak üzere, Asya kökenli toplulukları ise kendi gelmiş olduğu Asya bölgesindeki kültürlerini yaşamaya çaba göstermektedirler. Bu topluluklar kendi dillerini, dinlerini ve diğer kültürel miraslarını Güney Afrika Cumhuriyeti'nde devam ettirmektedirler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4388", "len_data": 50733, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.44 }
Hindistan, resmî adıyla Hindistan Cumhuriyeti (Hintçe: भारत गणराज्य "Bhārat Gaṇarājya"), Güney Asya'da bulunan bir ülkedir. Dünyanın en büyük yedinci coğrafi alanı ve en büyük nüfusuna sahip olan ülkenin ulusal marşı "Jana Gana Mana"'dır. Ülkede resmî dilleri İngilizce ve Hintçe oluşturur, ancak 22 adet tanınmış bölgesel dil de bulunur. Hindistan'da baskın din Hinduizm olup, ülke Endonezya ve Pakistan'dan sonra sayıca en kalabalık Müslüman nüfusa sahiptir. Hindistan nominal fiyatlarla dünyanın en büyük on ikinci ekonomisine ve satın alma gücü paritesine göre dünyanın en büyük dördüncü ekonomisine sahiptir. Güneyinde Hint Okyanusu, batısında Umman Denizi ve doğusunda Bengal Körfezi'nin bulunmasıyla birlikte Hindistan'ın deniz kıyısı 7.517 kilometre uzunluktadır. Batısında Pakistan, kuzeydoğusunda Çin, Nepal ve Bhutan ve doğusunda Bangladeş ve Myanmar ülkeleri ile sınır paylaşmaktadır. Ayrıca Sri Lanka, Maldivler ve Endonezya'ya çok yakındır. İndus Vadisi Uygarlığı, geçmişte ticaret yolları ve büyük imparatorlukların yer aldığı bölge olan Hint Yarımadası, uzun tarihin çoğu boyunca ticari ve kültürel zenginliği için biliniyordu. Hindistan, dünyanın en önemli dinlerinden olan Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Sihizmin doğum yeridir. Ayrıca, Zerdüştlük, Yahudilik, Hristiyanlık dinleri M.S. birinci yüzyıldan itibaren ülkeye gelerek bölgenin çeşitli kültürünü şekillendirdi. Hindistan, 28 tane eyalet ve birlik bölgesinden oluşan ve parlamenter demokrasi olan bir cumhuriyettir. Borsa sayılarına göre dünyanın en büyük on ikinci ekonomisine ve dünyanın en büyük dördüncü satın alma gücü paritesine sahiptir. 1991'den beri uygulanan ekonomik yenilikleri nedeniyle dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birisidir. Buna karşın yoksulluk ve kötü beslenme oranları hâlâ çok yüksek, okuryazarlık ise çok düşüktür. Çin ile birlikte dünya gezegeninde nüfusu 1 milyar sınırının üstündeki iki ülkeden birisi olarak önemli bir yere sahiptir. Etimoloji. Hindistan adı, eski Farsça İndus adından türetilmiştir. Bu isim İndus Irmağı ve çevresi için kullanılmıştır. Eski Yunanlar, İndus toplumunu Hintler olarak adlandırdı. Hindistan adı, Hindistan anayasasında ve Hindistan'da birçok yerel dilde Bharat olarak geçmektedir. Bharat adı, Bharata klanının söylencesel kutsal kralı olan Kral Bharata'nın adından türetilmiştir. Farsça bir sözcük olan Hindistan adı İndus ülkesi için kullanılmış olsa da bugün ülke için kullanılmaktadır. Tarihi. Hindistan tarihi boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Hindistan 1,3 milyon yıl önce Homo erectus akınlarına uğradı. 60.000 ila 80.000 yıl önce İnsanlar, Hindistan'a girdiler. MÖ 9000 gibi tarım yapılmaya başlandı. Tarım toplumunun oluşması ile birlikte İndus Vadisi Uygarlığı yükseldi. Aryan göçleri sonrasında Veda uygarlığı başladı. Veda döneminde Hinduizm ve ilk Hint medeniyetleri doğdu. Daha sonraki dönemlerde Budizm, Jainizm ve Sihizm'de ortaya çıktı. Pers ve Makedonya işgaline de uğradı. Makedonya yıkıldıktan sonra doğan iktidar boşluğundan Maurya İmparatorluğu doğdu. Hindistan Maurya İmparatorluğundan sonra uzun süre boyunca siyasi birliği olmadan yaşadı. Gupta İmparatorluğunun yükselmesiyle birlikte Hint medeniyeti altın çağını yaşadı. İslam fetihleri sonucunda İslam dini Hindistan'a girdi. Hindistan, Orta Çağ boyunca baharat ticaretinin ana merkezi oldu. 13. yüzyıldan itibaren Delhi Sultanlığı 16. yüzyıldan itibaren ise Babür devleti Hindistan'ı kontrol etti. 15. yüzyıldan itibaren Hindistan'da Avrupa ticareti kurulmaya başlandı. 7 yıl savaşları sonucunda Hindistan'ın geneli Britanya kolonisi oldu. 1947 yılında Hindistan bağımsızlığını kazandı. Kaşmir için Pakistan ile arasında bir dizi savaş gerçekleştirdi. Coğrafya. Hindistan, Asya kıtasının Güneylerinde yer alan Kuzeybatısında Pakistan, Kuzeyinde tartışmalı eyalet olan Kaşmir, Kuzeydoğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, Nepal, Bhutan, Güneydoğuda Bangladeş, Doğusunda ise Myanmar ile komşudur. Hindistan, Hint alt kıtası ile Avrasya'nın çarpışması sonucunda oluşmuştur. Hindistan'ın Coğrafi konumu: 20 00 Kuzey derecesi, 77 00 Doğu boylamıdır. Yüzölçümü ise: 3,287,590 km² dir. İdari bölümler. Hindistan, yirmi sekiz tane eyalet ve yedi tane birlik bölgesinden oluşan bir Federal Cumhuriyettir. Her eyalet, Puduçeri ve Delhi kendi seçilen hükûmetlerine sahiptir. Diğer beş birlik bölgesinin kendi atanmış memurları vardır ve böylece doğrudan Cumhurbaşkanı'nın idaresi altındadır. 1956'da uygulanan "States Reorganisation Act"'ine göre eyaletler, dillere göre oluşmakta ve günümüzde de bu uygulama devam etmektedir. Eyaletler ve birlik bölgeleri 610 tane ilçeye de bölünür. Eyaletler: Birlik bölgeleri: Demografi. Hindistan 1,428 milyar nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesidir. Son 50 yılda tıbbi gelişmeler, tarımsal verimlilik ve Yeşil Devrim nedeniyle Hindistan'da büyük bir nüfus artışı olmuştur. Hindistan'da kentsel nüfus 1991-2001 yılları arasında %31,2 artarak çok büyük bir artış göstermiştir. 2001 yılında yapılan sayıma göre Hindistan nüfusunun %70'i kırsal kesimde, 285 milyon Hindistanlı ise kentlerde yaşıyor. Bombay, Delhi ve Kalküta Hindistan'ın en büyük üç şehridir. Hindistan'da okuryazarlık oran kadınlarda %53,7, erkeklerde %75,3 toplam nüfusta ise 64,8'dir. Sayımlar 1 Mart 1991 ve 1 Mart 2001, hesaplama ise 1 Ocak 2006 tarihlidir. Nüfus rakamları sadece şehrin nüfusuna dairdir, etrafındaki yerleşim alanlarının nüfusunu kapsamaz. Din. 2011 nüfus sayımına göre Hindistan'da en çok takipçisi olan din %79,8 oranı ile Hinduizm olmaktadır. Hinduizmi, İslam (%14,23), Hristiyanlık (%2,3), Sihizm (%1,72), Budizm (%0,7), Jainizm (%0,36) ve diğer dinler (%0,9) takip etmektedir. Ülke, dünyanın en büyük Hindu, Sih, Jainist, Zerdüştçü ve Bahai nüfusunu barındırmaktadır. Ayrıca dünyada en çok Müslümanın yaşadığı üçüncü ülke olup bu açıdan sadece çoğunluğu Müslüman olmayan ülkeler içerisinde değerlendirildiğinde birincidir. Kültür. Hint sineması, Hint mutfağı, Hint müziği ve Hint dansı, Hindistan kültürünün önemli temsilcileri arasında yer almaktadır. Hindistan'da giyim, bölgelere göre çeşitlilik göstermektedir. Sinema. Hindistan ekinci ve yaşamı Hindistan dışında özellikle Hint Filmleri ile tanınmıştır. Hindistan'ın değişik bölgelerinde ayrı film prodüksiyonları vardır. Bunlardan en önemlisi Mumbai'deki Bollywood film endüstrisidir. Bollywood adı Hollywood ve Bombay (Mumbai) adlarından oluşturulmuştur. Mutfak. Genelde bol baharatlı yemekler yapılır. Et olarak yalnızca tavuk ve deniz ürünleri kullanılır, bakliyat, meyve ve baharat ağırlıklı bir mutfaktır. Tatlıdan tavuğa kadar bütün yemekler baharatlıdır. Tatlılar tarçın ağırlıklı, tuzlular köri (zerdeçal) ağırlıklıdır ancak bunların yanı sıra Hint mutfağında yüzlerce çeşit baharat vardır. Hinduizm inancı nedeniyle inek eti asla kullanılmaz. Dindarlık seviyelerine göre bazı Hindular her türlü hayvansal gıdadan uzak durur. Özellikle güneyde hindistan cevizi ve muz ile bunlardan üretilen ürünler yaygın kullanılır. Mercimek ve pirinç de tüm ülkede çok yaygın kullanılır. Tavuk kullanımı kuzeyde daha çoktur. Ülkede uluslararası fast food zincirleri dahi vejetaryen/vegan menüler sunmaktadır. Ekonomi. Hindistan ekonomisi, nominal olarak dünyanın yedinci büyük ve satınalma gücü paritesi bakımından üçüncü büyük ekonomisidir. Ülkenin ekonomisi 20 yıldır ortalama %7 oranında büyümekte olup yeni sanayileşen ülke olarak sınıflandırılmaktadır. Hindistan ekonomisi 2014 yılının son çeyreğinde Çin'i geçerek dünyanın en hızlı büyüyen büyük ekonomisi haline geldi. İngiliz işgali bittikten sonra korumacılık, ithal ikameciliği, Fabian sosyalizmi ve sosyal demokratik ilham politikaları Hindistan'ı bir süre için yönetmişti. Ekonomi daha sonra geniş düzenleme, korumacılık, büyük tekellerin kamu mülkiyeti, yaygın yolsuzluk ve yavaş büyüme ile tanımlanmıştı. 1991'den bu yana, ekonomik serbestleştirme, ülkeyi pazar odaklı bir ekonomiye doğru yöneltti. 2008 yılına gelindiğinde, Hindistan dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yerini almıştı. 2008-2009 döneminde büyüme %7,0'a gerileyerek yavaşlamış ancak 2009-2010 döneminde daha sonra %7,4'e yükselirken, mali açığın aynı dönemde %5,9'dan %6,5'e yükseldiği görülmüştür. Hindistan'ın cari açığı bir önceki çeyrekte %3,2 iken 2. çeyrekte GSYİH'ya oranı %4,1 seviyesine yükselmişti. 2012-13 yılları için işsizlik oranı, Hindistan Hükûmeti Çalışma Bürosuna göre, UPS yöntemi ile ülke genelinde %4,7 idi ve hesaplamanın %3'ü NSSO yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Hindistan'ın tüketici fiyat enflasyonu 2009-2013 döneminde %8,9 ile %12 arasında değişiyordu. Salgın. Ülke COVID-19 salgınında ağır kayıplar vermiştir, 500 bini aşkın kişi ölmüştür. Delhi'ye giden CBC muhabiri Christopher Livesay, ""Cehenneme geldim”" yorumunu yapmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4389", "len_data": 8699, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.36 }
Jamaika, Amerika kıtasında, Küba'nın güneyinde, Büyük Antiller'de yer alan bir Karayip ada ülkesidir. Tarih. Kristof Kolomb, Jamaika'ya 5 Mayıs 1494 yılında ulaştı ve adayı "gözlerin gördüğü en güzel ada" olarak tarif etti. Adaya "Santiago" adını verdi ancak adanın yerlilerce kullanılan adı "Xaymaca", "Jamaica" şeklinde kullanılmaya devam etti. Adaya yerleşen İspanyol sömürgeciler yerli Taino halkını neredeyse tamamen yok etti. Adalar 1655 yılında İngiliz işgaline uğradı ve kolonileştirildi. İspanyolların bir kısmı kaçtı, kaçmayanlar İngilizler tarafından uzaklaştırıldı. İngiliz sömürgeciler çok az sayıdaydı ancak şeker üretiminde çalıştırmak üzere, çok sayıda Afrikalı köle getirdiler. Günümüzde de Jamaika halkının büyük çoğunluğu Afrika kökenlidir. Jamaika 1962'de Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazandı ancak İngiliz Milletler Cemiyetinin üyesi olarak kaldı. Coğrafya. Yüzölçümü, 10.990 km²'dir. Sahil şeridi, 1.022 km dir. İkliminde; tropikal, sıcak, nemli hava etkindir; iç kısımlarda ise ılıman iklim görülür. Arazisi çoğunlukla dağlıktır, kıyıda dar ovalar vardır. En alçak noktası, Karayip Denizi (0 m), en yüksek noktası, Mavidağ'dır (2.256 m). Jamaika Karayipler'de üçüncü büyük adasıdır. 17° ve 19° kuzey paralelleri ile 76° ve 79° batı meridyenleri arasına yerleşmiştir. Mavi Dağlar dahil dağlar, içerilere hakimdir ve dar kıyı ovaları ile çevrilidir. Baş kasaba ve şehirlerde kuzey kıyısında sermaye güney kıyısında Kingston, Portmore, Spanish Town, Mandeville, Ocho Ríos, Port Antonio, Negril ve Montego Bay şehirleri bulunur. Kingston Limanı, dünyanın yedinci büyük doğal limanıdır. Karasal sucul ve deniz ekosistemlerinin çeşitli arasında kuru ve ıslak kireçtaşı ormanları, yağmur ormanları, nehir kıyısı ormanlık, sulak alanlar, mağaralar, nehirler, seagrass yatak ve mercan resifleri bulunmaktadır. Ülkede tropikal, sıcak, nemli hava etkindir. İç kısımlarda ılıman iklim görülür. Demografi. 2.9 milyon kişilik Jamaika nüfusunun büyük bir kısmını (y. %92) Afrika kökenli siyahiler oluşturur. İngilizce resmî dildir ancak halkın büyük çoğunluğu İngilizce bazlı bir kreol dil olan Jamaika Patoisi konuşmaktadır. Din. Jamaika Karayip ülkeleri arasında din çeşitliliği en fazla olan yerlerden biridir. Jamaika'da nüfusun yaklaşık %70'i Hristiyan; %10'u Rasta, Müslüman, Hindu, Yahudi, Bahai ve diğerleri; %21 kadarı da dinsizdir. Hristiyanları şu gruplar oluşturmaktadır: Tanrı'nın Kilisesi %24, Yedinci Gün Advenisti: %11, Pentekostal: %10, Baptist: %7, Anglikan: %4, Katolik: %2, Birleşik Kilise: %2, Metodist: %2, Yehova Şahitleri: %2, Moravi: %1, Brethren: %1, diğer Hristiyanlar: %3. Nüfusun yaklaşık %10'unu oluşturan diğer dinler ise şunlardır (yaklaşık rakamlar): Rastafariler 24.000, Müslümanlar 5000, Hindular 1500, Yahudiler 350, Bahailer 300. Siyaset. Jamaika bir parlamenter demokrasi ve anayasal monarşi ülkesidir. Devlet başkanı Jamaika Kralı olup (şu anda III. Charles), yerel olarak Jamaika Genel Valisi tarafından temsil edilmektedir. Genel vali Jamaika Başbakanı ve tüm Bakanlar Kurulu tarafından aday gösterilir ve daha sonra resmi olarak hükümdar tarafından atanır. Kabine üyelerinin tamamı başbakanın tavsiyesi üzerine genel vali tarafından atanır. Hükümdar ve genel vali, belirli anayasal kriz durumlarında kullanmak için yedek güçleri dışında, büyük ölçüde törensel roller üstlenir. Hükümdarın konumu uzun yıllar Jamaika'da devam eden bir tartışma konusudur; şu anda her iki büyük siyasi parti de bir cumhurbaşkanı ile cumhuriyete geçmeye kararlıdır. Jamaika'nın mevcut anayasası 1962'de Jamaika yasama organının iki partili bir ortak komitesi tarafından hazırlandı.1962 tarihli Birleşik Krallık parlamentosunun Jamaika bağımsızlığını veren Jamaika Bağımsızlık Yasası ile yürürlüğe girdi. Jamaika Parlamentosu Temsilciler Meclisi (Aşağı Ev) ve Senatodan (Yukarı Ev) oluşan iki meclislidir. Meclis üyeleri (Parlamento Üyeleri veya milletvekilleri olarak bilinir) doğrudan seçilir ve genel valinin en iyi kararında, üyelerinin çoğunluğunun güvenini en iyi şekilde yönetebilen Temsilciler Meclisi üyesi House, genel vali tarafından başbakan olarak atanır. Senatörler başbakan ve Muhalefet Parlamentosu Lideri tarafından ortak olarak aday gösterilir ve ardından genel vali tarafından atanır. Jamaika Yargısı, İngiliz hukukundan ve İngiliz İngiliz Milletler Topluluğu emsallerinden türetilen ortak bir hukuk sistemi üzerinde çalışmaktadır. Nihai temyiz mahkemesi, Privy Council Yargı Komitesi'dir, ancak 2000'li yıllarda parlamento Karayip Adalet Divanı'nın yerini almaya çalışmıştır. Jamaika geleneksel olarak iki partili bir sisteme sahipti ve iktidar çoğunlukla Halkın Ulusal Partisi (PNP) ile Jamaika İşçi Partisi (JLP) arasında değişiyordu. Mevcut idari ve yasama yetkisine sahip olan parti, 2016 itibarıyla tek sandalyeli parlamenter çoğunluğa sahip olan Jamaika İşçi Partisi'dir. Eğitim. Erken çocukluk - Temel, Bebek ve özel okul öncesi işletilmektedir. Yaş grubu: 2-5 yıl. Birincil - Kamuya ve özel sektöre ait (Özel olarak adlandırılan Hazırlık Okulları). Yaş grubu: 3-12 Ortaöğretim - Kamuya ve özel sektöre ait. Yaş grubu: 10-19 yıl. Jamaika'da yüksek okul, tek cins ve karma eğitim kurumları vardır. Birçok okul, İngiliz Batı Hint Adaları boyunca kullanılan geleneksel İngilizce dilbilgisi okul modeli uygulamaktadır. Öğrenciler daha sonra üniversiteye başlamaktadır. Ekonomi. Jamaika hem devlet teşebbüsleri ve özel sektör işletmeleri ile bir karma ekonomidir. Jamaika'da ekonominin başlıca sektörleri tarım, madencilik, imalat, turizm, finans ve sigorta hizmetleridir. Ülkeye döviz girmesindeki en önemli katkı, turizm ve madencilikten sağlanır. Yaklaşık 1,3 milyon yabancı turist her yıl Jamaika'yı ziyaret eder. 1980'lerin başından beri Jamaika'da özel sektör faaliyetlerinin teşvik edilmesi ve kaynak tahsisinde piyasa güçlerinin rolünü artırmaya yönelik yapısal reformların uygulanması için çalışmalar yapılmaktadır. 1991 yılından bu yana hükûmet, enflasyonu düşürmek ve yabancı yatırım kısıtlamaların kaldırılmayı amaçlamıştır. Kur dalgalı döviz kontrolleri kaldırarak ekonomik liberalleşme ve istikrar programı izlemiştir. Jamaika, dünya boksit ihracatında Avustralya, Çin, Brezilya ve Gine'nin ardında beşinci büyük konumundadır. 2006 yılının ilk çeyreğinde, Jamaika ekonomisi bir büyüme dönemi geçirmiştir. Kültür. Çeşitli müzik türlerinden reggae, ska, mento, rocksteady, dub, dancehall ve ragga Jamaika kökenlidir. Jamaika'da reggae ve ska ile, punk rock ülke gelişiminde önemli bir rol oynadı. The Notorious B.I.G. ve Heavy D gibi bazı rapçiler, Jamaika asıllıdır. Diğer birçok dünyaca ünlü sanatçılar Bob Marley, Damian Marley, Lee "Scratch" Perry, Peter Tosh, Bunny Wailer, Big Youth, Jimmy Cliff, Dennis Brown, Desmond Dekker, Beres Hammond, Beenie Man, Shaggy, Grace Jones, Shabba Ranks, Super Cat,Buju Banton, Sean Paul, ben Wayne, Bounty Killer Jamaika doğumludur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4390", "len_data": 6842, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.39 }
Kamerun ya da resmî adı ile Kamerun Cumhuriyeti, Afrika kıtasının ortabatı bölümünde yer alan bir ülkedir. Ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Nijerya, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo Cumhuriyeti, Gabon, Ekvator Ginesi ve 402 km'lik sahil şeridi ile Atlas Okyanusu oluşturmaktadır. Ülkenin başkenti Yaoundé'dir. Ülke İsmi. Bölgeye gelen ilk Avrupalılar olan Portekizli denizciler, burada içerisinde bol miktarda kabuklu hayvan gördükleri bir nehre kendi dillerinde kabuklu hayvan anlamına gelen "Camarões" adını vermişlerdir. Bu isim daha sonraki dönemlerde önce bölgede yer alan dağlık alanlara daha sonra da günümüzde Douala'yı da kapsayan alana son olarak da tüm bölgeye ismini vererek bugünkü ülke sınırlarının tamamının ismi olarak kullanılmıştır. Coğrafya. Kamerun sahip olduğu 475.442 km²'lik alan ile kıta içerisinde orta ölçekli ülkeler konumunda yer almaktadır. Ülkenin toplamda sahip olduğu 4.591 km'lik kara sınırından 797 km'si Orta Afrika Cumhuriyeti, 1.094 km'si Çad, 523 km'si Kongo Cumhuriyeti, 189 km'si Ekvator Ginesi, 298 km'si Gabon, 1.690 km'si Nijerya ile oluşurken ülkenin ayrıca Atlas Okyanusu'na da 402 km'lik sahil şeridi bulunmaktadır. Ülkenin iç kesimlerinde yaygın olarak gözlemlenen alçak yaylalar ülkenin kuzeyine doğru ilerledikçe Adamaua Platosu ve Mandara Sıradağları'nın etkisiyle yükselmektedir. Bu yükseltiler en uç kuzeyde Kamerun'un da küçük bir kısmına sahip olduğu Çad Gölü'nün yer alması nedeniyle alçalarak düşüş göstermektedir. Ülkenin batı ve kuzeybatı bölümlerinde Kamerun hattı olarak adlandırılan fay hattının da yer aldığı bölge üzerinde volkanik sıradağlar yer almaktadır. Özellikle kıyı kesiminde aktif olan volkanik dağların yanı sıra Batı Afrika'nın 4.095 m ile en yüksek dağı konumunda bulunan Kamerun Dağı'da bu bölgede bulunmaktadır. Yükseltinin 3.011 m kadar çıktığı Oku volkanik dağlık alanları içerisinde ise Nyos Gölü ve Manoun Gölü yer almaktadır. Bamenda Platosu'nde bulunan Oku volkanik alanları içerisinde ayrıca Afrika kıtasının batı bölümünde yer alan en yüksek dağlık yağmur ormanları alanları gözlenebilmektedir. Ülkenin diğer önemli yükseltileri arasında Bakossi, Manengouba ve Kupe gibi kutsal olarak da kabul edilen dağlar yer almaktadır. Bakossi ve Manengouba dağları ise endemik bitki ve hayvan türlerinin bulunduğu ancak doğasının tehdit altında olduğu bölgelerdendir. Ülkenin güney bölümünde yer alan yaylalar da ise tropikal yağmur ormanları yer almakta olup, bu alanlar sahil kesimine yaklaştıkça yerini geniş ovalara bırakmaktadır. İklim. Ülke genel olarak tropikal iklimin etkisi altında bulunmaktadır. Bu etki ile Kamerun'da şiddetli yağışların da yaşandığı sıcaklığın yüksek olduğu yağmur sezonları yaşanmaktadır. Ülke genelindeki yüksek bölgelere doğru sıcaklıklar ılıman değerlerde ölçülmektedir. Ülkenin Çad gölünün de yer aldığı kuzey kesimlerde kurak bir iklim gözlemlenmektedir. Ülkenin etkisi altında olduğu tropikal iklim nedeniyle Kamerun üç bölgesel iklim alanına ayrılabilmektedir, buna göre ülkenin kuzeyinde mevsimsel nemlilik görülmekte olup Ekim-Nisan döneminde kurak sezon yaşanmaktadır. Kamerun'un kuzey bölgelerinde yıllık yağış ortalaması ise 700 mm seviyesindedir. Temmuz-Eylül döneminde yağışların en az olduğu dönem yaşanmakta olup yıllık ortalama sıcaklık değerleri 32,2 °C seviyesindedir. Bu bölgede ölçülen yüksek sıcaklık değerleri ile birlikte yağışların yıl genelinde düşük olması nedeniyle her 2 ila 5 yılda bir kuraklık sorunu yaşanabilmektedir. Ülkenin kuzey kesiminde yer alan savanaların güney kesimlerinde yer alan yağmur ormanlarına geçiş yaptığı bölgelere doğru başlayan ve yükseltisi 1.000 m ila 1.500 m arasında yer alan yaylalarda ise yıllık ortalama sıcaklık değerleri 22 °C seviyesinde ölçülürken, yıllık ortalama yağış 1.500 mm-1.600 mm düzeyindedir. Ülkenin batı kesiminde yer alan dağlık alanlarda ise yıllık ortalama yağış 2.000 mm ile 11.000 mm seviyesindedir. Özellikle Kamerun dağının güney ucunda ölçülen 11.000 mm yağış değerleri bölgeyi dünyanın en çok yağış alan bölgelerden biri yapmaktadır. Hem güney hem de batı kesimlerinde Aralık-Şubat dönemi kurak dönem olarak ifade edilse de bu dönemde de yer yer yağışlar gözlemlenmektedir. Yağmur ormanlarının da sık bulunduğu Atlas Okyanusu'na kıyı sahil kesimlerinde ise yıllık ortalama sıcaklıklar 25 °C ortalama yağış ise 1.500 mm - 2.000 mm düzeyinde bulunmakta olup, Aralık-Ocak dönemi yağışsız dönem olarak geçmektedir. Bitki örtüsü ve yaban hayat. Kamerun doğal alanları bakımından "küçük Afrika" olarak tanımlanmaktadır. Ülkenin güney ve orta kesiminde her daim nemli olan kahverengi, koyu kırmızı renge sahip ekvatoral kil olan ve Ferralsol olarak adlandırılan toprağa sahiptir. Ülkenin dikenli ve kurak ovalara sahip kuzey kesimlerinde ise kırmızı toprak olarak adlandırılan Terra Rossa toprağı gözlemlenmektedir. 2001 yılında yapılan bir araştırmaya göre ülke genelinde 96 tanesi endemik açıdan sadece bu ülkeden bulunan 542 farklı balık türü belirlenmiştir. Ayrıca yine aynı araştırmaya göre ülke genelinde 15.000 kelebek türü, 280 memeli hayvan türü (küçük ve büyük memeli hayvanların toplamı), Afrika'da bulunan 275 adet sürüngen türünün 165 tanesi, 3 timsah türü ve 190-200 kurbağa türü olduğu belirlenmiştir. Bunlara ilaveten 750 tanesi Kamerun'da yerleşik, 150 tanesi göçmen kuşlar olmak üzere 900 tane de kuş türü tespit edilmiştir. 2008 yılında Nijerya sınıra yakın bir konumda oluşturulan Takamanda Ulusal Park sayesinde soyu tehdit altında olan goril ailesine mensup "Cross-River Gorili" 'nin korunması amaçlanmıştır. Şu anda sayıları 300 civarında bulunan goril türünün soyu kaçak avlanma ve orman alanlarının tahrip edilmesi nedeniyle tükenme noktasına gelmiştir. Banyang-Mbo-Tabiatı'nda ise ülkede var olan az sayıda orman fili nüfusunun korunması amaçlanmıştır. 1987 yılında oluşturulan Dja Ulusal Park, UNESCO Dünya mirasları listesinde yer almaktadır. Kamerun'da bu ulusal park haricinde UNESCO'nun dünya mirasları listesine aday başka ulusal parklarda mevcuttur: Doğal kaynaklar. Kamerun'da doğal yeraltı zenginlikleri açısından petrolün yanı sıra boksit, demir cevheri, kahve, muz, kauçuk, ağaç, altın ve elmas bulunmaktadır. Nüfus. Kamerun'da son olarak 2005 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre 17,463,836 nüfus tespit edilmiştir. 2005 yılından sonra bir daha resmi sayım gerçekleştirilmemiş olup 2018 tahmini sayım sonuçlarına göre 25,640,965 nüfus belirlenmiştir. Ülke içerisindeki nüfus yoğunluğu 35,7 kişi/km² düzeyindedir. Ülke nüfusunun büyük bir bölümü kuzey ve batı kesimlerindeki yeşil çimenlik alanlara hakim bölgelerde, liman kenti Douala ve sahil kesimi ile birlikte başkent Yaoundé'de yaşamaktadır. Ülkenin orta ve güneydoğu kesimlerinde ise nüfus yoğunluğu düşük seviyelerdedir. Kamerun genç bir nüfusa sahip olup, 2018 tahmini verilerine göre %61,75'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,23'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %42,15 (erkek 5,445,142/kadın 5,362,166) 15-24 yaş: %19,6 (erkek 2,524,031/kadın 2,502,072) 25-54 yaş: %31,03 (erkek 4,001,963/kadın 3,954,258) 55-64 yaş: %3,99 (erkek 499,101/kadın 524,288) 65 yaş ve üzeri: %3,23 (erkek 384,845/kadın 443,099) Şehirde yaşayanların oranı 2019 verilerine göre %57 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2018 tahmini verilerine göre %2,54 düzeyindedir. Etnik gruplar. Kamerun'da etnik grup olarak 286 unsur yer almaktadır. Ülken özellikle güney kesimlerinde nüfusunun %40'lık bir kesimi kendini Bantu etnik grubuna mensup olarak ifade etmektedir. Bu bölgede bantu etnik grubu içerisinde de çoğunluğu ülke nüfusunun içerisinde %19'luk çoğunluğu kapsayan Ekvatoral Bantu grubu oluşturmaktadır. Ekvatoral bantu etnik grubundan sonra ülke nüfusunda ikinci derecede öneme sahip olan ve %8'lik çoğunluğu oluşturan grup Kuzeybatı bantu etnik grubudur. Bu gruplar haricinde bu bölgelerde ayrıca Duala, Fang, Ewondos, Kpe/Bakwiri, Basaa, Ngumba, Eton, Bulu, Makaa, Njem, Ndzimu ve Luanda bantu etnik grupları da yaşamaktadır. Semibantu etnik grubu ülkenin iç kesimleri ile birlikte kuzey kesimlerinde çoğunlukla yaşamakta olup, ülke nüfusunun %31'lik bir bölümünü oluşturmaktadır. Ülkenin yine iç kesimleri ile birlikte batı bölgelerinde yaşayan Bamileke grupları Semibantu grubu içerisinde çoğunluğa sahip bir konumdadır. Ülkenin kuzey kesimlerinde yaşamlarını sürdüren nüfus genel itibarıyla Fulbe, Kanuri, Mandara, Musgum, Kotoko ve Massa gibi Sudan halkları tarafından oluşturulmaktadır. Ülkenin en kuzeyinde yer alan dağlık ve bataklık alanlar da ise Kirdi etnik grupları yaşamlarını sürdürmektedir. Ülkenin güney bölgelerinde yer alan yağmur ormanlarında da sayıları binlerle ifade edilen Pigmeler yaşamaktadır. Kamerun genelinde etnik gruplar haricinde özellikle Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad gibi komşu ülkelerden gelen çok sayıda göçmen yaşamaktadır. Özellikle Nijerya kökenli göçmenler resmi olmayan rakamlara göre ülke genelinde üç milyon dolayında bir nüfus oluşturmaktadır. Avrupalılar içerisinde Fransa vatandaşları en büyük beyaz topluluk konumundadır. Son yıllarda Çin'in bu ülkede yaptığı ekonomik yatırımlar neticesinde Çin vatandaşlarının sayısı da Kamerun içerisinde artış göstermiştir. Dil. Kamerun'da yaşayan etnik grup sayısına paralel olarak çok sayıda yerel dil mevcuttur. Bu sayı günümüzde 230 dilin üzerinde bulunmaktadır. Ülke genelinde Fransızca ve İngilizce olmak üzere iki resmi dil sömürge ve himaye dönemlerinden miras olarak kalmıştır. Bu resmi dillerden Fransızca on bölgeden sekizini kapsayacak şekilde nüfusun %80'i için resmi dil konumundayken, İngilizce sadece Kuzeybatı ve Güneybatı bölgelerinde resmi dil olmak üzere nüfusun %20'sine hitap etmektedir. Ülkede resmi dil ve etnik grupların dilleri dışında bu dillerin karışımı olarak ortaya çıkan kreol diller de ön plana çıkabilmektedir. Ülke bir dönem Almanya sömürgesi olması nedeniyle Almancada okullarda yaygın olarak öğretilmekte ancak Almancayı anadili olarak kullanan neredeyse hiç bulunmamaktadır. Son dönemlerde Ekvatoral Gine sınırına yakın bölgelerde İspanyolcada önem kazanan bir dil konumuna gelmiştir. Ülkede konuşulan yerel diller arasında Fulfulde, Kanuri, Kotoko dilleri ve Shuwa kuzey kesimlerde, Benue-Kongo dil ailesine mensup Duala, Basaa, Kpe-Mboko, Malimba-Yasa, Makaa, Njyem, Ndsimu, Ngumba ve Kunabembe ile birlikte Ewondo, Bulu ve Fang gibi farklı Beti-Fang dilleri güney kesimlerde konuşulan yerel dillerdendir. Ülkenin batı kesimlerinde Ghomálá, Fé'fé, Medumba ve Yemba önemli yerel diller konumundadır. Kamerun'un kuzey ve doğu kesimlerinin bir bölümünde ise Sudanca ve Az-Sande dilleri ön plana çıkmaktadır. Din. Ülkede hakim olan din Hristiyan dinidir. Buna göre nüfusun %66,3 Hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Bu oran içerisinde Katolik mezhebine mensup Hristiyanların ve Protestan mezhebine mensup Hristiyan'ların oranı eşittir. Dieudonné Bogmis gibi bilinen katolik psikoposa da sahiptir. İslamiyet ülke içerisinde en yaygın ikinci din konumunda olup, İslami inancına inananların oranı %30,6 düzeyindedir. Ülke genelinde ayrıca %1,3 oranında Batı ve Orta Afrika dinlerine, %1 düzeyinde de başka dinlere inanan bir kesim mevcuttur. Kamerun'da herhangi bir dine inanmadığını belirten nüfusun oranı %0,8 seviyesindedir. İslamiyet ülkenin özellikle kuzey bölgesinde yaşayan nüfus arasında oldukça yaygın bir konumdadır. Kamerun'un kuzeyinde Müslümanlar oran olarak diğer dinlere göre daha yaygın olarak gözlemlenmektedir. Sosyal durum. Eğitim. Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2010 tahmini verilerine göre %71,3 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %78,3 iken kadınlarda %64,8 seviyesindedir. Kamerun genelinde zorunlu bir eğitim sistemi bulunmasına rağmen okuma yazma bilmeyenlerin oranı %25 düzeyindedir. Ülkede okul çağına gelmiş çocukların okula başlama oranı %79 ile Afrika standartlarına göre yüksek olarak belirlense de ülkenin kuzey bölgeleri ile güney bölgeleri arasındaki eğitim düzeyi farkı ciddi boyutlardadır. Kamerun'da ilkokul ücretsiz olarak ziyaret edilebilmesine rağmen okul için gerekli tüm araç ve gereçler veliler tarafından karşılanmak zorunda. Bu zorunlu durum ülkenin güney bölgelerinde okula başlama oranlarını düşürürken kuzey bölgelerde bu duruma ek olarak kültürel sebepler de çocukların okula gitme oranlarını etkileyebilmektedir. "2001 Cameroon Household Survey" 'in yaptığı bir araştırmada incelenen verilere göre her ne kadar kız çocukları ile erkek çocukları arasında okula başlama döneminde herhangi bir ayrım yapılmasa da okul hayatında yaşanan en küçük düzensizliklerde kız çocuklarının okul hayatına daha çabuk son verildiği belirlenmiştir. Başkent Yaoundé başta olmak üzere Duala, Buea, Dschang ve Ngaunderé'de devlet üniversiteleri bulunmaktadır. Sağlık. 2014 tahmini verilerine göre ülke genelinde ortalama yaşam 57.35 düzeyinde gözlemlenmekte olup bu oran erkeklerde 56.09, kadınlarda ise 58.65 seviyesindedir. AIDS, Afrika kıtasında genel olarak yüksek değerlerde gözlemlense de Kamerun'da düşük oranda görülmekte olup, bu oran 2012 tahmini verilerine göre %4,5 düzeyindedir. Yine aynı tahmini verilere göre ülkede 600.000 üzerinde bu virüsü taşıyan kişi bulunmaktadır. Tarih. Sömürge öncesi dönem. Günümüzde Kamerun'un bulunduğu bölgelerde sömürge dönemi öncesinde birçok etnik grup yaşantısını sürdürmekteydi. Ülkenin sık ormanlar ile kaplı güney kesimlerinde herhangi siyasi bir birliktelik sağlanmadan bir arada yaşayan Bantu toplulukları yer alırken, ülkenin güney ve batı kesimlerinde daha merkezi bir birliktelik ile topluluk halinde yaşayan oluşumlar meydana gelmiştir. Bu dönemin en önemli devlet öncesi yapıları arasında en kuzey bölgelerde Bornu, Mandara, Logone-Birni ve Makari-Goulfey gibi sultanlıklar yer alırken, Fombina İmparatorluğu ve ona bağlı Ngaoundéré, Garoua-Lainde, Maroua, Rei-Bouba, Tibati, Banyo ile birlikte batı bölgesinde Bamum Krallığı sömürge öncesi dönemde belli bir siyasi yapı ile Kamerun'da hakimiyet sürmüşlerdir. Avrupalılar ile ilk temas. 1472 yılında Portekizli denizcilerin Fernando do Poo önderliğinde bölgeye gelmesi sonucu Avrupalılar bu bölgeye ilk defa ayak basmışlardır. Gemilerini durdurdukları Wouri nehrinde yengeç başta olmak üzere birçok kabuklu hayvan gören Avrupalılar, bu sebeple bu nehre daha sonra ülkenin tamamına ismini verecek olan "Rio de Camarões" (Yengeç nehri) adını vermişlerdir. Portekizliler'in bu bölgede hakimiyet kurması sonucu 1520 yılında bölgeden ticaret yapılmaya başlanmıştır. Özellikle Duala gibi sahile yakın topluluklar ile yapılan ticaretin önemli bir kısmını köle, fildişi ve palmiye yağı ticareti oluşturmaktaydı. Portekizlilerin gelmesi sonucu çok sayıda şeker kamışı tarlaları oluşturulmuş, köle ticareti çok daha büyük bir öneme sahip olmuştur. 10 Haziran 1840 yılında Douala ile Portekiz hükûmeti arasında yapılan anlaşma ile köle ticaretine son verilmiş, söz konusu dönemden itibaren misyonerlik faaliyetlerine hız verilmiştir. Günümüz Kamerun'un iç kesimleri ile ilgili ilk araştırmalar 19. yüzyılda gerçekleştirilmiş, bu bağlamda Alman Afrika bilimcisi Heinrich Barth 1851 yılında "Royal Geographical Society Of London" 'un da talepleri neticesinde bu bölgelerde bulunmuş ve günümüz Kamerun'un kuzey bölgelerinde de araştırmalar gerçekleştirmiştir. Askeri bir hastanede doktor olan ve ayrıca Tunus konsolosluğu görevini de üstlenen Gustav Nachtigal, Çad Gölü bölgesinde araştırma yapan ilk araştırmacı olarak bahsi geçen bölgeden ilk bilgileri Avrupa kıtasına aktarmıştır. Almanya sömürge dönemi. 1862 yılında bu yana Gabon'da ticari faaliyetlerde bulunan Almanya, 1868 yılında Douala'da ilk ticari merkezini kurması sonucu bölge ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. Almanya şansölyesi Otto von Bismarck'ın o güne kadar Tunus konsolosu olarak görev yapan Afrika bilimcisi Gustav Nachtigal'i imparatorluk adına Afrika'nın batı sahili komiseri ilan etmesi neticesinde Almanya çıkarları doğrultusunda bu bölgeleri sömürge sistemine dahil etme görevini vermiştir. Bu gelişmeler neticesinde 11 ve 12 Temmuz 1884 yılında Duala topluluklarını önderleri ile yapılan himaye anlaşmaları neticesinde bölgede göndere 14 Temmuz 1884 tarihinde Almanya İmparatorluğu bayrağı çekilmiştir ve himaye maddeleri açıklanmıştır. Yaşanan bu gelişmelerden beş gün sonra bölgeye gelen ve bölgeyi İngiltere adına sahiplenmek isteyen konsolos Hewett, resmi protestolar ile karşılaştır. Bu gelişmeler nedeniyle konsolosa "The too late consul" (Çok geç kalan konsolos) lakabı verilmiştir. Sömürge bölgesinin geçici sınırları Berlin'de gerçekleştirilen Berlin Konferansı'nda çizilmiş, nihai sınırlar ise ilerleyen yıllarda Fransa ve Büyük Britanya ile 1885 yılından 1908 yılına kadar yapılan birden fazla anlaşmalar ile belirlenmiştir. 1884 yılında 495.000 km²'lik bir alana sahip olan Almanya, yıllar içerisinde Yeni Kamerun gibi bölgelerinde topraklarına katılması ile 1911 yılında 790.000 km²'lik bir büyüklüğe ulaşmıştır. I.Dünya Savaşı'nın yaşanması neticesinde bölgedeki hakimiyetini kaybetmeye başlayan Almanya 1916 yılında son birliğinin de bölgeden çekilmesi ile sömürge sistemini tamamen kaybetmiştir. Almanya'nın bıraktığı bölge akabinde Britanya sömürge sistemi askerleri tarafından ele geçirilmiştir. Fransız-İngiliz himaye dönemi. 1919 yılında gerçekleştirilen Versay Barış Antlaşması çerçevesinde Kamerun resmen Milletler Cemiyeti kontrolüne verilmiş, Milletler Cemiyeti ise bu bölge üzerindeki görevini manda yönetim biçiminde gerçekleştirmesi adına Fransa ve Büyük Britanya'ya devretmiştir. Bölgenin her iki ülkeye verilmesi neticesinde Kamerun ikiye ayrılmış, Fransa bölgenin beşte dördüne sahip olarak büyük çoğunluğu kontrolü altına almıştır. II.Dünya Savaşı'ndan sonra bölge Birleşmiş Milletler tarafından cemiyet manda yönetim sistemi yerine mütevelli manda yönetimi sistemine geçirilmiştir. Bu değişiklik ile BM bölgenin kendi kendini yönetilmesini amaçlamıştır. Özellikle Fransa'nın hakim olduğu mütevveli manda yönetimi bölgesinde 1957 yılına kadar sık aralıklarla bağımsızlık yanlıların şiddet olayları yaşanmış, 10 Mayıs 1957 tarihinde de André Marie Mbida bu bölgenin başbakanı olarak atanmıştır. Fransa'nın hakimiyeti altında bulunan Kamerun'da BM'nin himaye döneminin bitmesi ile gerçekleştirilen referandum sonuçları neticesinde bölge Doğu Kamerun adı ile 1 Ocak 1960 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Ülkenin beşte birine sahip olan Britanya'nın hakimiyeti altındaki bölgede de buna benzer bir şekilde referandum gerçekleştirilmiş, referandum sonucuna göre bölgenin kuzey kesimleri Nijerya'ya bağlanma arzusunu dile getirmiş, bölgenin güney bölgeleri ise Doğu Kamerun ile Kamerun devletini kurmak adına bu bölge ile birleşmeyi kabul etmişlerdir. 1 Kasım 1961 yılında Britanya bölgesinin de katılımı ile Kamerun devleti resmen kurulmuştur. Günümüzde ülke içerisinde iki resmi dilin bulunmasının arka planında yaşanan bu gelişmelerin etkisi büyük olmuştur. Bağımsızlık sonrası. 1960 yılındaki bağımsızlık sonrası Kamerun'un devlet başkanı olarak göreve başlayan Ahmadou Ahidjo zaman içerisinde ülkede bir diktatörlük sistemi oluşturmuş, dış siyasi desteğini aldığı Fransa'nın da etkisi ile hakimiyetini sağlamlaştırmıştır. 1 Eylül 1966 yılında kurulan "Union Nationale Camerounaise" (UNC) partisi 1990 yılına kadar ülkenin yasal tek partisi özelliğini taşımış, 1985 yılında da yapılan isim değişikliği ile "Rassemblement démocratique du Peuple Camerounais/Cameroon People’s Democratic Movement" (RDPC) adını almıştır. 1972 yılından itibaren ülke genelinde reformlar gerçekleştirilmiş, federal bir yapıya sahip olan ülkenin ismi 20 Mayıs 1972 tarihinde "Federal Kamerun Cumhuriyeti" 'den yeni üniter devlet yapısının bir sonucu olarak "Kamerun Birleşik Cumhuriyeti" 'ne değiştirilmiştir. Yaşanan bu gelişmeler neticesinde Kameruna'a katılmadan önce özerklikleri garanti altına alınan eski İngiliz himayesindeki Kamerun bölgesinde huzursuzluklara neden olmuştur. 6 Kasım 1982 tarihinde yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle görevinden ayrılan Ahidjo'nun yerine başbakan Paul Biya UNC'nin genel başkanlığı yanı sıra devlet başkanı da olmuştur. 1984 yılında gerçekleştirilen seçimleri kazanan Biya, aynı yıl kendisine yapılan darbe girişimini engellemiştir. 1988 seçimleri öncesi ülke içerisinde daha fazla demokrasi ve özgürlük vaatlerinde bulunan Biya, karşı bir adayın olmadığı seçimleri de büyük bir oy oranı ile kazanmıştır. 1990 yılından itibaren yoğunlaşan özgürlük ve demokrasi talepleri neticesinde basın özgürlüğünün önünü açan Biya, 1992 yılında da muhalefet partilerinin kurulmasına olanak tanıyan düzenlemeyi onaylamıştır. Tek partili düzenden çok partili düzene geçtikten sonra gerçekleştirilen ilk seçimlerde de zaferini ilan eden Biya, buna rağmen mecliste partisi çoğunluğu elde edemediği için UNPD ile koalisyon hükûmeti kurmak durumunda kalmıştır. Ekim 1997 yılında gerçekleştirilen seçimlerde de zaferin ilan eden Biya, aynı seçim zaferlerini 2004 ve 2011 yılında katıldığı ve seçildiği seçimlerde de göstermiştir. Günümüzde özellikle ülkenin eski Britanya himayesindeki güneybatı bölümünde yer alan Güney Kamerun bölgesinde yaşayan Kamerun nüfusu, bizzat devlet başkanı Biya tarafından kendisin de üye olduğu gruba pozitif ayrımcılık yapıldığı ve Fransızcanın hakim olduğu bölgeler kadar İngilizcenin hakim olduğu bölgeleri önem ve değer gösterilmediği gerekçesiyle zaman zaman bağımsızlık talepleri dile getirilmektedir. Bu girişimler neticesinde 1996 yılında ilki olmak üzere uluslararası alanda herhangi bir etkisi görülmese de güneybatısında yer alan Güney Kamerun bölgesi "Ambazonia Cumhuriyeti" adı altında bağımsızlık ilanları gerçekleştirilmiş ancak sonuca ulaştırılamamıştır. Siyaset. Kamerun bağımsızlığını ilan ettiği 1960 yılından bu yarı başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Kamerun anayasada da belirtildiği üzere üniter bir devlet yapısına sahiptir. Ülkenin devlet başkanı yedi yıllık bir süre için bu göreve seçilmekte olup, 10 Nisan 2008 tarihinde yapılan yasa değişikliği ile bir kişi devlet başkanlığı seçimlerine dilediği kadar katılabilmektedir. Ülkede Çift meclislilik yapısına uygun olarak üst merci olarak senato ve alt merci olarak ulusal meclis bulunmaktadır. 180 sandalyeye sahip ulusal meclis üyeleri her beş yılda bir yapılan seçimler ile seçilmektedir. 1992 yılına kadar tek parti düzeninin hakim olduğu Kamerun'da söz konusu yıl yapılan değişiklikten sonra çok partili düzene geçmiştir. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1960 yılında 1982 yılına kadar Ahmadou Ahidjo'nun yürüttüğü devlet başkanlığı görevini, 1982 yılından bu yana Paul Biya yürütmektedir. Paul Biya, 78 yaşında katıldığı 9 Ekim 2011 seçimlerinde %78, 2018 seçimlerinde de %71,3 oy oranı ile Kamerun Devlet Başkanı seçilmiştir ve görevini 2025 yılındaki seçime kadar sürdürmektedir. Ülkenin başbakanlık görevini 4 Ocak 2019 tarihinden bu yana Joseph Ngute yürütmektedir. Parti. 1 Eylül 1966 yılında kurulan "Union Nationale Camerounaise" (UNC) partisi 1990 yılına kadar ülkenin yasal tek partisi özelliğini taşımış, 1985 yılında da yapılan isim değişikliği ile "Rassemblement démocratique du Peuple Camerounais/Cameroon People’s Democratic Movement" (RDPC:) adını almıştır. 1992 yılında gerçekleştirilen reformlar çerçevesinde muhalefet partilerinin kurulmasına izin verilmiş, bu olaydan sonra gerçekleştirilen ilk seçimlere de UNC haricinde 32 farklı muhalefet partisi katılmıştır. Günümüzde ana muhalefet partisi görevini "Front social démocrate/Social Democratic Front" (SDF) yürütmektedir. Dış siyaset. Kamerun 1995 yılından bu yana İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Bu üyeliği ile birlikte Kamerun birliğin tümüyle Büyük Britanya sömürgesi/himayesi olmadığı halde üyesi olan ilk ülkesi olmuştur. Ülkenin ikinci ve daha büyük bir alana sömürge sistemine sahip olan Fransa ile de iyi ikili ilişkileri bulunmaktadır. Kamerun nüfusunun sadece %20'si müslüman olmasına rağmen ülke İslam İşbirliği Teşkilatı'nın bir üyesi konumundadır. Kamerun genel olarak komşu ülkeler ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmaktadır. Geçmişte Bakassi Yarımadası nedeniyle zaman zaman Nijerya ile şiddetli çatışmalar yaşansa da, bu çatışmalar 2008 yılında Kamerun'a göre daha güçlü bir ordu gücüne sahip Nijerya'nın da isteği ile sonlanmış ve Kamerun yarımada konusunda Nijerya ile anlaşarak bu durumu lehine sonuçlandırabilmiştir. Aynı şekilde komşu ülke Çad'dan gelen birçok mülteci Kamerun topraklarında tutulmaktadır. Ülke ayrıca 120 kişilik bir barış gücü askeri ile Orta Afrika Cumhuriyeti'nde yer almaktadır. Son yıllarda ülke içerisinde Çin'in etkisi fazlasıyla hissedilmektedir. Özellikle "Çin-Afrika Zirvesi" sonrasında Kamerun'daki yatırımlarını çoğaltan Çin Halk Cumhuriyeti, bu ülke için önemli bir konuma gelmektedir. Kamerun ithalatın bir kısmını da Çin'den yapmaktadır. Ülke ayrıca 1973 yılından bu yana faaliyet gösteren Uluslararası Kakao Örgütü üyesidir. İdari yapılanma. Kamerun toplamda on adet bölgeye ayrılmış konumdadır. 12 Kasım 2008 yılında yapılan yasa değişikliği ile o güne kadar il statüsünde olan yerler bölge statüsüne kavuşturulmuştur. Bu söz konusu bölgeler kendi içerisinde 58 ilçeye, ilçeler ise 300'ün üzerinde belediyeye ayrılmış durumdadır. Şehir. Ülke içerisinde kalabalığın en yoğun olduğu şehir başkent Yaoundé'dir. 2005 verilerine göre ülkenin en büyük beş şehri şu şekildedir: Ulaşım. Havayolu. Merkezi Douala'da bulunan ve 2006 yılında devlet tarafından kurulan Camair-Co Kamerun'un havayolları şirketi konumundadır. Bundan önceki devlet havayolları olan Cameroon Airlines'in iflas etmesi neticesinde aktif bir konuma gelen Camair-Co 2011 yılında önce ilk iç hat uçuşunu daha sonra da aynı gün dış hat uçuşunu gerçekleştirerek faaliyetlere başlamıştır. Ülke genelinde 2008 verilerine göre 34 adet havaalanı bulunmakta olup, bunlardan sadece 11 tanesinin asfalt pisti bulunmaktadır. Douala International Airport ve Yaoundé Nsimalen International Airport havaalanları ülkenin ana uluslararası standartlara sahip iki havaalanıdır. Demiryolu. Kamerun'da demiryolları Camrail tarafından işletilmektedir. 1996 yılında özelleştirme kapsamında özelleştirilen devlet demiryolları 1999 yılında 30 yıl süre için özel sektöre devredilmiş ve faaliyetlerine devam etmiştir. Ülke genelinde ilkel demiryolu ağlarına sahip olan Camrail, ülkenin birçok bölümüne de ray olmaması nedeniyle ulaşım sağlayamamaktadır. Camrail Mayıs 2014 tarihi itibarıyla aşağıda yer alan şehirler arasında sefer düzenlemektedir. Douala - Kumba Douala - Yaoundé Yaoundé - Ngaoundéré Karayolu. Ülke genelinde 2004 yılı verilerine göre 50.000 km kara yolu bulunmakta olup, bu yolların sadece 5.000 km'lik bir bölümü asfalt ile kaplıdır. Kamerun Trans-Afrika Karayolu Ağı üzerinden bulunmasından dolayı, bu ağa bağlı üç hat Kamerun'dan da geçmektedir. Bu ağlar şu şekildedir: Ülke genelinde bulunan bölgeler arası karayolları listesi ise şu şekildedir: Denizyolu. Toplamda 2.090 km'lik bir karasularına sahip olan ülkede, özellikle yağmur sezonlarında yolcu ve yük taşımacılığı sınırlı şekilde yapılabilmektedir. Gemilerin taşıma yapabileceği sadece Benue nehri bulunmaktadır. Ekonomi. Kamerun ekonomisi diğer birçok Afrika ülkesinin aksine uzun yıllar liberal ekonomi politikasını benimsemiştir. 2004 verilerine göre 12,7 milyar Euro olarak belirlenen Gayri Safi Yurt içi Hasıla, 2002 verilerine göre 7,5 milyar Euro düzeyindeydi. Başlıca tarım ürünleri, patates ve mısır olan Kamerun'da, tahıl, muz, kauçuk, palmiye yağı, kakao, kahve ve pamuk da üretilir. Boksit ülkenin en önemli yeraltı madeni konumundadır. Ağır sanayinin bulunmadığı ülkede, endüstri kâğıt ve kereste üzerine kuruludur. Ülkenin dışarıdan ithal ettiği ürünlerin başında özellikle alkol üretiminde gerekli hammadde, gıda ürünleri, mineral ve diğer hammaddeler, tütün ve ulaşım araçları gelmektedir. Kamerun'un ithal ettiği ürünlerin değeri 1,205 trilyon CFA Frangı seviyesinde bulunmaktadır. 1,363 trilyon CFA-Frangı tutarındaki ihracatın çoğunluğunu ise ağaç ürünleri, kakao, petrol, kahve ve yurt içinde üretilen gıda maddeleri oluşturmaktadır. Ülkenin ihracat yaptığı ilk yedi ülke şu şekildedir: <br> Çin %14,8 <br> Hollanda %9,5 <br> İspanya %8,8 <br> Hindistan %8,4 <br> Portekiz %7,9 <br> İtalya %5,9 <br> ABD %5,3 (2012 tahmini) Ülkenin ithalat yaptığı ilk altı ülke şu şekildedir: <br> Çin %18,9 <br> Fransa %15,0 <br> Nijerya %12,1 <br> Belçika %5,2 <br> ABD %4,4 <br> Hindistan %4,2 (2012 tahmini) Kültür. Ülkenin ulusal bayramı olarak 20 Mayıs tarihinde gerçekleştirilen kutlamalarda devlet memurları ile okul, parti, firma gibi sivil toplum kuruluşu mensupları resmi üniformaları ile geçit törenleri gerçekleştirmektedir. Günün en önemli resmi geçidi ise "Boulevard of 20th May / Boulevard du 20 mai" meydanında organize edilmektedir. Sanat. Kamerun'un en önemli sanat eserleri arasında ağaçtan farklı şekillerde yapılan maskeler, hayvan figürleri, davullar ve tahtlar yer almaktadır. Edebiyat. Ülkenin önemli yazarları arasında Francis Bebey, Mongo Beti, Calixthe Beyala, Bole Butake, Papé Mongo, Ferdinand Oyono ve René Philombe bulunmaktadır. Film. Jean-Marie Teno ve Jean-Pierre Bekolo ülkenin en önemli film yönetmenleri, Emile Abossolo-M'bo ise en önemli aktörü olarak ön plana çıkmaktadır. Müzik. Ülkenin müzik başkenti olarak Douala ifade edilmektedir. Burada önemli miktarda müzisyenin yanı sıra stüdyolar ile film ve müzik şirketleri yer almaktadır. Giyim. Kamerun'da özellikle resmi karşılamalarda ya Avrupai giyim tarzı (takım elbise, kravat, etek) ya da Kamerun'un rengârenk yöresel kıyafeti olan "Kaba Ngondo" 'nun giyilme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu kıyafetlerden hangisi ile karşılamalara/davetlere katılacağı davetiyelerde belirtilmektedir. Ülkenin kırsal kesimlerinde ise renkli kıyafetler ile birlikte başlarını örtmek için renkli şapkalar nüfus tarafından kullanılmaktadır. Spor. Ülke genelinde en çok sevilen spor türü futboldur. İlk defa 1982 FIFA Dünya Kupası'nda başarılı bir şekilde yer alarak dikkatleri üzerine çeken "The Indomptable Lions/Les Lions Indomptables" "(Türkçe: Yılmaz Aslanlar)" ülkenin tanınmasına da katkıda bulunmuştur. Özellikle 1990 FIFA Dünya Kupası'nda ilk Afrika ülkesi olarak dünya kupaları tarihinde çeyrek finale çıkmaları büyük bir ilgi odağı haline gelmelerini sağlamıştır. Bu turnuvaya 38 yaşında bir futbolcu olarak katılan Roger Milla ilerleyen yaşına rağmen gösterdiği performans ve turnuva boyunca attığı dört gol ile herkesin ilgi odağı haline gelmiştir. Son olarak Güney Afrika Cumhuriyeti'nde gerçekleştirilen 2010 FIFA Dünya Kupası'na katılan Kamerun, grup mücadelelerinde aldığı üç yenilgi ile turnuvaya ilk turda veda etmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4391", "len_data": 30509, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.59 }
Kenya, resmî adıyla Kenya Cumhuriyeti, Afrika kıtasının doğu kısmında yer alan bir ülkedir. Ülkenin sınır komşularını: Etiyopya, Somali, Tanzanya, bir kısmı Victoria Gölü ile olmak üzere Uganda ve Güney Sudan oluşturmaktadır. Bunun haricinde ülkenin güneydoğusunda Hint Okyanusu yer almaktadır. Ülkenin başkenti ve en büyük şehri Nairobi'dir. Ülke ismi. Ülke ismi Kenya Dağı'ndan gelmektedir. Bantu dillerinden bir tanesi olan Kikuyu dilinden gelen "Kere-Nyaga" kelimesi yaklaşık olarak "beyaz dağ" anlamına gelmektedir. Önceleri Kenya Dağı'na verilen bu isim daha sonraları ülkenin tamamı için kullanılmıştır. Coğrafya. Ülkenin toplamda sahip olduğu 3.457 km sınırın 867 km'si Etiyopya, 684 km'si Somali, 775 km'si Tanzanya, 814 km'si Uganda ve 317 km'si Güney Sudan ile oluşurken ülkenin ayrıca Hint Okyanusu'nda 536 km'lik sahil şeridi bulunmaktadır. Ülkenin merkezi bölgelerinde "Rift Valley" (Türkçe:"Çatlak Vadisi") olarak adlandırılan ve Büyük Rift Vadisi'nin bir parçası olan derin vadiler yer almaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını Kenya Dağı'nın zirvesini oluşturan ve 5.199 m yükseklikte bulunan Batian oluşturmaktadır. Ülkenin en alçak noktasını ise sıfır ile güneydoğu da kıyısı bulunan Hint Okyanusu sahil şeridi oluşturmaktadır. Ülkenin kıyı kesimlerinde koylar ve lagünler yer almaktadır. Sahilin güney kesimlerinde ise mercan resifleri gözlemlenebilmektedir. Ülkenin iç kesimlerinde batıya doğru ilerlendiğinde tepeler ve yaylalar gözlemlenebilmektedir. İklim. Ülkenin iklimi genel olarak iki bölüme ayrılmaktadır. Kenya'nın 1.800 m'yi geçen yüksek arazilerinde Nisan-Haziran ayları ile Ekim-Kasım aylarında sağanak yağmur geçişleri gözlemlenebilmektedir. Söz konusu yağışlar genellikle günün öğlen, akşam ve gece döneminde yağmakta olup geceleri oldukça serin geçebilmektedir. Bu bölgelerde en soğuk dönemler günlük en düşük 10 °C sıcaklıkların hissedildiği Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Ocak ve Şubat aylarında en sıcak günler yaşanmakta olup bu aylarda en yüksek 25 ile 26 °C sıcaklık değerleri ölçülebilmektedir. Ülkenin başkenti Nairobi'de Temmuz ayında sıcaklık değerleri 11 ile 21 °C arasında hissedilmekte olup, Şubat döneminde 13 ile 26 °C arası sıcaklıklar yaşanabilmektedir. Başkentte yıllık yağış ortalaması 958 mm seviyesindedir. Ülkenin bir kısmını kaplayan Victoria Gölü kıyılarında sıcaklıklar daha yüksek ölçülebilmekte olup, aynı şekilde daha şiddetli yağışlar yaşanabilmektedir. Ülkenin kıyı şeridinde sıcaklıklar 22 ile 32 °C arasında ölçülebilmekte olup %75 oranında nem hissedilebilmektedir. Bu bölgelerde yağmur sezonu Nisan ile Haziran aylarında yaşanmakta olup Ocak ve Şubat ayları kurak dönem olarak geçmektedir. Kıyı kesimlerinde en sıcak dönemler Ocak-Mayıs ile Ekim-Aralık aylarında yaşanmaktadır. Bitki örtüsü ve yaban hayat. Kenya'da bitki örtüsü ve yaban hayat çok çeşitlilik arz etmektedir. Ülke genelinde gerçekleştirilen Safari turlarında birçok bitki ve hayvan gözlemlenebilmektedir. Afrika kıtasının "Beş Büyük" hayvanı olarak adlandırılan Afrika mandası, Afrika leoparı, aslan, Afrika fili ve kara gergedanı ülkede yaşamaktadır. Bunların haricinde ülke sınırları içerisinde yer alan ulusal parklarda çakal, serval, sırtlan, Afrika yaban köpeği, çita, duiker, oribi, yaban domuzu, su aygırı ve timsahın yanı sıra birçok sürüngen ve kuş türü de gözlemlenebilmektedir. Nüfus. Kenya'da son olarak 2009 yılında gerçekleştirilen resmî sayım sonuçlarına göre 38.610.097 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmi sayım konumunda olup, 2022 tahmini sayım sonuçlarına göre ülkede 55,864,655 nüfus yaşadığı tahmin edilmektedir. Kenya genç bir nüfusa sahip olup, 2018 tahmini verilerine göre nüfusun %59,16'sı 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,07'si 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %38.71 (erkek 10,412,321/kadın 10,310,908) 15-24 yaş: %20.45 (erkek 5,486,641/kadın 5,460,372) 25-54 yaş: %33.75 (erkek 9,046,946/kadın 9,021,207) 55-64 yaş: %4.01 (erkek 1,053,202/kadın 1,093,305) 65 yaş ve üzeri: %3.07 (erkek 750,988/kadın 892,046) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %29 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,12 düzeyindedir. Etnik gruplar. Kenya genelinde 40'tan fazla etnik grup yaşamaktadır. Bu etnik gruplar da kendi içerisinde 50'den fazla dil ve lehçe kullanmaktadır. Ülkede yaşayan etnik grupların büyük çoğunluğu Bantu etnik grubuna üyedir. Ülkede en büyük etnik grubu Kikuyular oluşturmaktadır. Kenya'nın bağımsızlık mücadelesinde önemli rol oynayan Kikuyular nüfusun %22'sini oluştururken, en büyük ikinci etnik grup olan Luhyalar nüfusun %14'ünü oluşturmaktadır. Büyük çoğunluğu Kenya'nın batısında Victoria Gölü çevresinde yerleşik olan Luolar %13 ile Kenya'nın üçüncü büyük etnik grubunu oluşturlar. Kenya'da bunun haricinde Kalenjinler, Kambalar, Kisiiler, Merular ile birlikte diğer Afrika kökenli gruplar ve Afrikalı olmayan (Avrupalı, Arap) gruplar yaşamaktadır. Din. Ülke genelinde nüfusun %85'i Hristiyan dinine mensuptur. Bu oran içerisinde Katolik mezhebine mensup Hristiyanların oranı %20, Protestan mezhebine mensup %60 ve diğer Hristiyan mezhebine mensupların oranı da %5 düzeyindedir. İslamiyet ülke içerisinde en yaygın ikinci din konumunda olup, nüfusun %11'i islami inancına göre yaşamlarını sürdürmektedir. Bu iki dinin haricinde 2019 verilerine göre yerel dinlere ve diğer dinlere inanların mevcudiyetinin haricinde herhangi bir dine mensup olmadığını beyan eden küçük bir grupta mevcuttur. Dil. 1992 yılında kabul edilen anayasa sonucu Swahili dili de ülkenin İngilizcenin yanı sıra diğer resmi dili olmuştur. Meclise seçilen üyelerin Swahili dil bilgisini kanıtlaması gerekmektedir ancak buna karşılık mecliste tüm kararlar İngilizce olarak yayımlanmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşları ile birlikte mahkemelerin alt kanatlarında Swahilice ile iletişime geçebilme imkânı mevcut ancak buna karşılık yine tüm mahkeme kararları ile kamu kurum ve kuruluş dilekçeleri İngilizce olma zorunluluğu bulunmaktadır. Swahili dili ülkede resmi dilin yanı sıra ulusal dil olarak da kabul edilmektedir. Bu iki dilin haricinde etnik gruplar arasında Kikuyuca, Kambaca, Luhyaca, Luoca, Kalenjince ve Turkanaca gibi farklı diller de ülkede konuşulmaktadır. Sosyal durum. Sağlık. Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup, 2015 tahmini verilerine göre nüfusun %63,2'si temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Bunun yanı sıra nüfusun sadece %30,1'i tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanabildiği ülkede, nüfusun %69,9'u ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, tifo, sıtma,humma ve kuduz çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının genelinin aksine düşük oranda görülmekte olup, bu oran 2014 verilerine göre %5,3 düzeyindedir. Eğitim. Kenya genelinde 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2015 verilerine göre %78 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %81,1 iken, kadınlarda %74,9 seviyesindedir. Ülkede öğrenim sisteminde 8+4+4 modeli uygulanmaktadır. Buna göre sekiz yıllık ilköğretim süresinden sonra dört yıl lise, dört yılda yüksek okul eğitimi alınmaktadır. Kenya'da ilköğretim mecburiyeti sekiz yıl olmasına karşılık kız ve erkek çocukların okula gitme süresi bu sürenin de üzerinde genellikle on bir yıl olarak gerçekleşmektedir. Kenya'da 2003 yılına kadar özellikle ilköğretim okullarında okul giderleri aynı zamanda ülkenin de sloganı olan "Harambee" (Türkçe: "Hep birlikte çalışalım") sloganından yola çıkarak velilerin birlikte katkı sağlamaları ile yürütülmekteydi. Bu tarihte iktidara gelen hükûmet seçim vaatlerinden birisi olması dolayısıyla ilkokullarda katkı payını kaldırarak ücretsiz yapmıştır. Bu karar ile birlikte maddi imkânları yetersiz olan aileler de çocuklarını okula gönderme imkânına sahip olmuşlardır. Kenya'da güncel olarak yedi adet devlet üniversitesine sahiptir. Ülkede üniversitelerin yanı sıra birçok kolej de özel olarak eğitim vermektedir. Ülke genelinde başarılı olan öğrencilere devlet üniversiteleri için burs verilirken, bu gruba giremeyen "daha az" başarılı öğrenciler ücretli özel okullara gitmek durumda kalabilmektedir. Tarih. Afrika kıtasının Sahra Çölü'nün güneyinde kalan bölgeler gibi kıtanın doğu kıyıları da birçok batılı tarih araştırmacısı için herhangi bir anlam ifade etmemekteydi. Batılı tarihçiler arasında Afrika için yaygın olan dikkate almama gerçeğini Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel 18.yy'de Afrika'yı "dünyanın tarihsel bir parçası" olarak görülmediği ve bu anlamda bir "hareket ya da gelişim" göstermediği sözleriyle özetlemiştir. Bu düşüncede 20.yy başlarına kadar tarihçiler arasında herhangi bir değişiklik gözlemlenememiştir. Bu düşüncelerin aksine Kenya'nın kıyı bölgeleri söz konusu dönemlerde özellikle Arap ve İslam dünyasının yazıda, kültürde, dilde kendisini göstermesi ile birlikte kıtanın bu bölgesine has tarihi olayları tüm kıtanın doğu kıyıları için anlatılır hale getirilmiştir. Bu süreçte, özellikle 1900'lü yıllarda birçok Avrupalı tarihçi başlarda sadece Portekiz'in Hint Okyanusu'ndaki seferleri ile Arap sultanlarının gezilerini içeren Kenya kıyılarında yaşanan olaylarını kağıda dökmüşler ve bu şekilde tarihsel olaylar bu bölgeler için ilk defa kağıda dökülmüştür. Ön tarih. Tarih öncesi dönemden birçok dinozor ve timsah fosili bulunan ülkede, en eski fosil kalıntıları 200 milyon yıl önceye aittir. En eski insan fosilleri Kenya'da Turkana gölü çevresinde bulunmuştur. Bu bulgular günümüzde Kenya'nın kurulu olduğu bölgelerde çok uzun süredir bir yaşamın olduğunu düşündürmektedir. Australopithecus anamensis ve Kenyanthropus gibi dört ila üç milyon yıl öncesine ait hominini fosillerinin bölgede keşfedilmesi bu düşünceleri kuvvetlendirmiştir. Erken tarih. M.Ö. 2000'lerde Kuzey Afrika'dan, tahminen Etiyopya'dan göç eden topluluklar Kenya'ya yerleşmiş ve hayvancılık ile uğraşmışlardır. M.S. 1. yüzyılda Arap tüccarları Kenya sahillerine ticari ziyaretler yapmış, M.S. 8. yüzyılda Kenya sahillerindeki Arap ve Fars yerleşimleri giderek çoğalmıştır. MS 10. yüzyılda bugün Kenya nüfusunun dörtte üçünü oluşturan Nilotic ve Bantu toplulukları Kenya'ya göç etmiş, bu süreçte içerisinde birçok Arapça kelime barındıran Swahili dili meydana gelerek topluluklar arasında kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde birçok Arap ve Romalı tüccarlar Kenya kıyılarına gelerek ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu geliş ve gidişlerde tüccarların Kenya'nın iç kesimlerine ne kadar girdiği ile ilgili kesin bilgiler bulunmamakla birlikte antik ve Orta Çağ dönemine ait haritalarda yerleri birebir örtüşmese de varlıklarının bilinci içerisinde iç kesimlerde resmedilen karla kaplı dağlar ve göller yer bulmuştur. Bu dönemde İslam dini bölgede yayılmış, kıyı kesimi çok kültürlü ve birçok etnik kökeni içerisinde barındıran bir topluluk olan "Svahili topluluğu"'nun oluşmasına olanak sağlamıştır. 1500 - 1900 yılları arasında. 1500'lü yıllardan itibaren özellikle 1598 yılından itibaren Portekiz'in bölgede etkisini artması sonucunda kıyı kesiminde iş yapan tüccarların bağımsız hareket etmesi zorlaşmıştı. 1498 yılında Mombasa'yı ziyaret eden Vasco da Gama bölgeyi ziyaret eden ilk Avrupalılardan biri olmuş, bu ziyaret kendisinin Hindistan'a olan deniz yolunu keşfetmesine olanak sağlamıştır. Bölgede resmi Portekiz varlığı 1505 yılında bugün Tanzanya'ya ait olan Kilwa adasının alınmasıyla başlamış daha sonra Mombasa'yı ve Hint Okyanusun'da Hindistan yolu üzerindeki diğer adaları ve şehirleri istila eden Portekizliler, böylece bu bölgedeki deniz ticaretindeki Arapların ağırlığını ortadan kaldırmışlar, deniz yollarını ve limanları kontrol ederek büyük vergi gelirleri elde etmişlerdir. Bu süreç 1698 yılına kadar devam etmiş, Hindistan, Arabistan gibi Hint Okyanusu'na kıyısı olan bölgelerden ve iç kesimlerden gelen göçmen akını bu süreçte de devam etmiş ve kıyı kesimindeki nüfusu artırmıştır. 1698 yılında Umman bölgeyi hakimiyeti altına almış, 1730 yılından itibaren de Ummanlı Yaruba hanedanlığı bölgenin yönetiminin Arap kökenli yerel Mazrui kabilesi tarafından gerçekleştirileceği açıklamış, bu açıklama sonucu bölge kendini Umman'dan bağımsız geliştirme imkânını yakalamıştır. Umman, ülke içerisinde Said hanedanlığının Yarubi hanedanını yenerek iktidara gelmesi sonucunda Kenya kıyılarında hakimiyetini yeniden aktif olarak ele almıştır. Bu süreçte de kıyı kesimlerinde bulunan Svahili kültüründe büyüyen tüccarlar fildişi ve köle ticareti ile ilgili ticarete ağırlık vermiş, 19.yy'de fildişi ücretlerinde yaşanan yüksek artışlar nedeniyle o güne kadar pek gerçekleştirilmeyen iç kesimlere ilerleme girişimlerinde artış yaşanmıştır. Bu girişimler sonucunda da kolonileşme öncesi döneme ait Kenya'nın iç kesimlerine ait bilgiler elde edilmeye başlanmıştır. Birleşik Krallık 19. yy sonlarına doğru bölgedeki etkisini artırarak, kıyı kesimlerinde önemli bir etken haline gelmiştir. Kolonileşme. Kenya'nın koloni tarihi 1885 yılında kıyı bölgesinde bulunan Witu Sultanlığı'nın Alman himayesi altına alınması ile başlamıştır. 1888 yılında Britanya Doğu Afrika Şirketi İmparatorluğu Kenya'ya gelerek 1895 yılına kadar Britanya Doğu Afrikası'nı yönetmiştir. 1895 yılından itibaren bölge kontrolü Britanya Kraliyeti tarafından ele alınmıştır. Almanya kıyı bölgelerinde bulunan bölgelerini 1898 yılından itibaren Britanya'ya devretmiştir. Her ne kadar bölgenin hakimiyeti Britanyalılar'da olsa da Avrupalıların bölgeye etkisi kıyı kesiminde kurulan küçük üsler ile kısıtlı kalmaktaydı. 1901 yılında sona eren ve Mombasa ile Victoria gölünü birbirine bağlayan Uganda Demiryolu ile birlikte 1899 yılında bölgede yaşanan kıtlık sebebiyle koloni yönetimi verimli bölge üzerindeki etkisini tam anlamıyla ele alabilmiştir. 1890 ile 1914 yılları arasında yerel halkın başlattığı küçük isyanlar askerî gücün "ceza seferleri" adı verilen seferleri ile tüm bölgede bastırılmış ve sorumlular cezalandırılmıştır. Bu süreçte yerli halkın hayvanlarına el konulmuş, mahsulleri ve köyleri yakılmıştır. Bölgede bulunan verimli toprakların büyük bölümleri "White Highlands" (Türkçe:~"Beyaz Arazi") olarak adlandırılarak Avrupalı beyazlara ya kiralanmış ya da satılmıştır. Bölgenin yerlileri olan Nandiler, Masailer, Kikuyular ve Girimalar gibi birçok toplulukta belli bölgelerde oluşturulan ve "reserves" adı verilen toplama bölgelerinde toplanılarak toplumun genelinden soyutlanmıştır. Bu toplulukların toplama alanlarını izinsiz terk etmelerine izin verilmemiş, bu bölgelerin kontrolünde de yerel Afrikalı şeflerden deste talep edilmiştir. Bölgede demiryolu hattının bitmesi ile birlikte Avrupalı beyaz göçmenler Kenya'ya daha çok göç etmeye başlamış, Avrupa'nın yanı sıra Güney Afrika ve Avustralya'dan da gelen göçmenler bölgeye yerleşmişlerdir. 1905 yılında 600 civarı bir beyaz nüfusa sahip olan bölge 1907 yılında 2000 beyaz nüfusa sahip olmuştu. I. Dünya Savaşı esnasında Kenya'da yaşayan birçok Afrikalı zorunlu askerlik görevine tabi olmuş, Alman Doğu Afrikası'na saldıran 350.000 kişilik Afrika ordu gücünün yaklaşık 150.000'i Britanya Doğu Afrikası'dan (Kenya) toplanmıştı. Özellikle 1917 yılından itibaren "taşıyıcı" olarak adlandırılan bu kişiler çalıştıkları tarlalardan, sokaklardan, evlerinden zorla alınmış, yakınlarına dahi haber verilmeden askerî birliklere götürülerek ordu hizmetine tahsis edilmişlerdir. I. Dünya Savaşı boyunca kayıt altına alınan ve her üç kişiden birinin Kenya'dan olduğu 50.000 ölümden sadece 4.500 kişi resmi olarak silahlı kuvvetlerde asker konumundaydı. Bu savaş katılan Afrikalılar üzerinde önemli etkiler oluşturmuştu. Bu süreçte bir araya geldikleri diğer Doğu Afrika topluluklarının yanı sıra Gambiya, Nijerya ve Sierra Leone gibi diğer Britanya koloni bölgeleri ile Hindistan'dan gelen askerlerin de etkisiyle siyasi bir bilinç elde edilmiş ve Pan-Afrika fikirleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Yaşanan bu savaş ile birlikte Britanya hakimiyetinin değiştirilemez bir gerçek olmadığı anlaşılmıştı. 1920 yılında Kenya resmen Kraliyet kolonisi olmuştu. Yeni yerleşimcilerin koloni yönetimi üzerindeki etkileri gün geçtikçe artmış, beyaz Avrupalılar Güney Afrika Birliği örneğinde de olduğu gibi yönetimde söz sahibi bir konuma gelmişlerdi. Beyaz yerleşimciler daha çok toprağın el konulmasını talep edip, Afrikalı yerlilerin toplandığı "reserves" alanlarının daha da daraltılmasını istemekteydiler. Bu daraltma isteği burada yaşamaya zorlanan Afrikalıların buradan kurtulabilmek adına beyazlara ait büyük çiftliklerde zorla çalıştırabilme arzusu yatmaktaydı. 16 yaşına gelmiş her Afrikalı kayıt altına alınmak zorundaydı ve kayıt bilgilerini boynuna asılan metal bir levha ile yanında taşıma mecburiyeti bulunmaktaydı. Bunların yanı sıra yüksek vergiler Afrikalılar tarafından ödenmek zorunda bırakılmaktaydı. 1920 yılından itibaren Nairobi'nin yanı sıra birçok misyoner merkezlerinde ilk siyasi oluşumların temeli atılmıştır. Nairobi'de kurulan "East African Association" oluşumun üyeleri arasında müslüman ve Hristiyan Kenyalılar'ın yanı sıra Uganda gibi diğer doğu Afrika bölgelerinden de kişiler bulunmaktaydı. Kırsal Kikuyu bölgesinde kurulan ve benzer bir yapı olan "Kikuyu Associationda EAA ile birlikte kayıt kartlarının kaldırılmasını ve vergilerin düşürülmesi için gösteriler düzenlemişlerdir. Kenya'nın batı kesimlerinde ise Masena misyoner merkezinde eğitim alan genç Afrikalılar, tüm Kenya'yı dolaşarak mutsuzluklarını siyasi gösterilere dönüştürmesini sağlayan Harry Thuku'yu kendilerine örnek alarak "Young Kavirondo Associationı kurmuşlar vergi yükünün yanı sıra Afrika topraklarının beyaz Avrupalılar tarafından kullanılmasına ve işletilmesine karşı gösteriler düzenlemişlerdir. Thuku'nun 1922 yılında yakalanarak önce cezaevine konulması ve sonrasında da Kenya'nın kuzeyine sürgüne gönderilmesi ile birlikte siyasi organizasyonlar kısa süreliğine sonlandırılmıştır. Bu olaylardan kısa bir süre sonra Kikuyuların hakim olduğu ve el konulan toprakların iadesini talep eden, vergilerin indiriminin yanı sıra Afrika kökenli vekillerin "Yasama Meclisi"'nde temsiliyet hakkını savunan "Kikuyu Central Association (KCA)" kurulmuştur. Kenya'da Afrikalı toplulukların talepleri koloni yönetiminde kayda değer bir karşılık bulmamışken, Kenya'da yaşanan Hint kökenli toplulukların talepleri huzursuzluk yaratmıştı. Hintler seçim haklarının yanı sıra, bölgeye sınırsız giriş-çıkış hakkı ile ırk ayrımcılığının ortadan kalkmasını isteyen talepleri ile koloni yönetimine karşı ayaklanmış, bu ayaklanma beyaz yerleşimciler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Yaşanan bu olaylar neticesinde ara bir yol bulunarak on bir Avrupalı üyenin bulunduğu "Yasama Meclisi"'nde beş Hint ile bir Arap üyenin temsil edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu süreçte Afrikalı topluma karşı fiili bir Apartheid politikası uygulanmıştır. Bağımsızlık. 20 Ekim 1952 yılında Kenya'nın merkezi kesimlerinde silahlı Mau Mau isyanı başlatılmış, koloni yönetimi de bu gelişmeler sonucunda olağanüstü hâl ilan etmiştir. Özellikle 1950'li yıllardan itibaren adaletsiz vergi sistemi düzeni, toprağa el koyma olaylarının yanı sıra, Afrikalı toplulukların yaşam standartlarının kötüleşmesi, toplama alanlarında yaşamaya mecbur bırakılması ile bölgedeki tüm siyasi ve ekonomik oluşumlardan uzak tutulması gibi nedenlerle aşırı gruplar oluşmuş, bu gruplar beyaz yerleşimcilere ve vergi düzenine bağlı Afrika kökenli kişilere karşı şiddet olayları gerçekleştirmiştir. Mau Mau isyancıları özellikle Nairobi'de gerilla taktiği ile koloni yönetimine karşı şiddet olayları gerçekleştirmiş, koloni yönetimi bu saldırılara karşı sert karşılık vermiştir. Afrikalı birçok önder bu süreçte içerisinde Mau Mau ile hiçbir teması olmayan Jomo Kenyatta'da dahil olmak üzere koloni yönetimi tarafından tutuklanmıştır. Mau Mau isyancıları büyük bir taarruz ile takip edilmiş, isyancılar ile sivil halk arasındaki bağı koparabilmek adına bir milyondan fazla Kikuyu mensubu kamplarda toplanmıştır. Koloni yönetimi 1956 yılında isyanı tamamen bastırmış ve sonlandırmıştır. II. Dünya Savaşı ile birlikte muhalif gruplarda artış yaşanmış, bölgede bilinçlenen topluluklar sendikalar kurmuş, siyasi hareketlerle reform taleplerini iletmişlerdir. Bu gelişmeler neticesinde Afrikalı toplulukların karar mekanizmalarının dışında tutulamayacağı anlaşılmış ve bu yönde adımlar atılmıştır. Ülkede uzun süredir devam eden olağanüstü hâl 1960 yılında kaldırılmış, tutuklanması sonrası 1959 yılında serbest bırakılan ama ev hapsinde tutulmaya devam edilen Jomo Kenyatta, 1960 sonunda yokluğunda önce Kenya Afrika Ulusal Birliği (Kenya African National Union) partisinin genel başkanlığına seçilmiş, bu süreçte ev hapsi de kaldırılmıştır. Ekim 1961 yılında resmen KANU genel başkanı olarak açıklana Kenyatta, bu unvanı ile Londra'da gerçekleştirilen Lancester Konferansı'na katılan gruba önderlik yapmış, bu toplantıda kabul edilen yeni yasa ile Kenya'dan ilk defa Afrikalılar'a ait bir "ülke" olarak bahsedilmiş, Kenyalılar'ın "Yasama Meclisi"'ne dahil olmaları kabul edilmiştir. Bu son olay neticesinde birçok beyaz Avrupalı sahip oldukları toprakları satarak Kenya'yı terk etmişlerdir. 1962 yılında Yasama Meclisi üyesi olan Kenyatta, Avrupalı, Hint ve Afrikalı yerel topluluklarını oluşturduğu koalisyon hükûmetinde "Anayasa ve Ekonomi Bakanı" olarak görev almıştır. Mayıs 1963 yılında gerçekleştirilen seçimlerde KANU büyük bir başarı elde ederek 124 seçim bölgesinden 83'ünde başarılı olarak birinci parti olmuş, bunun sonucunda da Kenyatta Haziran 1963 yılında ülkenin başbakanı olarak atanmıştır. Kenya, Aralık 1963'te Birleşik Krallık'tan Kenya Dominyonu adı ile bağımsızlığını ilan ederek egemen bir devlet olmuştur. Jomo Kenyatta dönemi. 1964 yılında Kenya'da cumhuriyetin ilan edilmesi sonucu başbakan Jomo Kenyatta 71 yaşında ülkenin ilk devlet başkanı olarak bu makama seçilmiştir. Kenyatta yönetiminde Kenya "ulusallaşma" ve "Afrikalılaşma" politikalarını benimsemiş, Kenyatta'nın resmi kalkınma ideolojisi olan "Harambee" uygulamaya konmuştur. Harambee filozofisine göre devletin kalkınması için hep birlikte çalışılacaktı. Kenyatta idaresinde ülke çok partili bir siyasi yapıdan Kenya Afrika Ulusal Birliği'nin (KANU) hakim olduğu tek siyasi partili bir yapıya doğru bir gelişim göstermiştir. Bu süreçte Kenyatta, başta memleketi Kiambulu olan kişiler olmak üzere mensubu olduğu Kikuyu etnik grubuna mensup kişileri önemli pozisyonlara getirmiştir. Etnik bir siyaset izleyen Kenyatta iktidarı süresince Kikuyuluların yanı sıra Luo ve Kamba etnik gruplarına karşı pozitif ayrımcılık gerçekleştirmiş, bu etnik grubuna mensup kişilerin ülkede etkinliğini arttırabilmek için diğer bölgelere de yerleşimini sağlamıştır. Kenyatta, yönetimi döneminde tüm muhalif grupların oluşumunu engellemiş, muhalif liderler bu süreçte tutuklanmış ya da suikast sonucu öldürülmüştür. Ülke yönetimi tamamen merkezi bir yönetim halini almış, bölgesel talepler göz ardı edilmiştir. Siyasi alanda komşu ülkeler ile işbirliğini arttırma yoluna giden Kenyatta, Uganda ve Tanzanya liderleri ile demiryolu, posta ve havayolunu içeren "birlikte hareket etme" fikrini beyan etmiş ve bu doğrultuda bu üç ülke 1967 yılında Doğu Afrika Topluluğu'nu kurmuş ancak bu birliktelik yaşanan anlaşmazlıklar sonucu fazla uzun ömürlü olamadan 1977 yılında çökmüş, ülkeler ise bu birliktelikten kendi ülke sınırları içerisinde kalan birçok şeye el koyarak sahip olmuş, bu el koyma işleminde envanterin büyük çoğunluğu Kenya bünyesinde kalmıştır. 1966 yılında geçirdiği kalp krizi atlatan Kenyatta 29 Ocak 1970 yılında ikinci bir dönem, 1974 yılında da üçüncü bir dönem daha devlet başkanlığı makamına seçilmiştir. 1977 yılında bir kez daha kalp krizi geçiren Kenyatta, 22 Ağustos 1978 yılında ölmüştür. Daniel arap Moi dönemi. Kenyatta'nın hayatını kaybetmesi sonrasında o güne kadar devlet başkanı yardımcısı olan Daniel arap Moi ülkenin ikinci devlet başkanı olarak bu makama getirilmiştir. İktidarının ilk yıllarında kullandığı "sevgi, barış, birlik" gibi sözcükler nedeniyle sevilen bir devlet adamı konumuna gelen Moi, rüşvet ve "adam kayırma" uygulamalarını lanetlemiş, GEMA gibi aşiret örgütlenmelerini yasaklamıştır. Bu süreçte bir önceki devlet başkanı Kenyatta tarafından önemli noktalara atanan Kikuyu kökenli kişiler görevden alınmış yerine Moi'nin mensubu olduğu Kalenjin kökenli kişilerin yanı sıra Luhya ve Masai etnik kökenli mensupları getirilmiştir. 1982 yılında Kenya hava kuvvetlerinin kendisine karşı gerçekleştirdiği ancak başarıya ulaşmayan darbe girişimi sonrasında anayasa değişikliğine giden Moi, değişiklik ile ülkede tek parti sistemini devreye almış, bu yeni düzen ile önceli Kenyatta gibi muhaliflere karşı yasal olarak elini güçlendirmiştir. Moi, merkezi bir yönetim yerine bölgelere ve illere yönetim ile ilgili daha fazla haklar vermiştir. Parlamento, kabine, seçim komisyonları, adalet, medya gibi organlar üzerinde yetkisini kendi lehine artıran Moi, toplum üzerinde güven kaybına ve korkuya neden olmuştur. Bu süreçte muhaliflere karşı yaşanan birçok faili meçhul cinayetler de bu konuda duyulan korkunun artmasına neden olmuştur. Moi, 1990 yıllardan itibaren batılı hükûmetlerin ve Dünya Bankası gibi uluslararası organizasyonların baskıları sonucunda çok partili siyasi yaşama dönüş için gerekli çalışmaları yapmış, 1991 yılında Kenya meclisinin kararı ile bu karar onaylanmış, bu doğrultuda oluşan birçok muhalefet partisi de başkan Moi'ye karşı reform taleplerini dile getirmiştir. Muhalefet partileri 1992 seçimlerinden önce iç sorunlar yaşamış ve birçok etnik gruba göre yeni muhalif gruplar oluşmuş, muhalefet partilerinde yaşanan bu olumsuz havanın da etkisiyle KANU seçimlerde az bir farkla da olsa çoğunluğu elde ederek tekrar iktidar olmuştur. 1997 yılında gerçekleştirilecek olan bir sonraki seçimlere kadar olan süreçte toparlanma sürecine giren muhalefet, meclisin bir reform paketini kabul etmesini sağlamış, bu paket sayesinde muhalefetin de hükûmete, seçim komisyonlarına katılımını ya da medyayı denetimine dahil olmasını olanak sağlamıştır. 1997 seçimlerinden de başarılı bir şekilde çıkan Moi ve partisi KANU 2002 yılına kadar yeniden iktidarda kalmış, Moi'nin 2002 seçimlerine aday olarak katılmayacağını açıklaması sonrasında da 24 yıllık Moi iktidarı 2002 seçimleri ile birlikte sonlanmıştır. Mwai Kibaki dönemi. 2002 yılında gerçekleştirilen seçimlerde Moi'nin devlet başkanlığı yardımcılığı görevinde bulunan ve Ulusal Gökkuşağı Koalisyonu (National Rainbow Coalition) partisinin başında yer alan Mwai Kibaki kazanarak ülkenin yeni devlet başkanı olmuştur. Kibaki açıkladığı ilk kabinesinde 40'tan fazla etnik kökenli kişiyi NARC içerisinde yer alan partilerden yer vermiş, seçim vaatleri arasında yer alan "ilkokul eğitimini ücretsiz yapma" işlemini hemen gerçekleştirmiştir. Bu vaadi ile ülkede 1,7 milyondan fazla çocuğun okul ile tanışmasına vesile olmuştur. 2005 yılında referanduma sunduğu yeni anayasa paketi, kabinesinde yer alan bazı bakanların da katılımı ile kabul edilmemiş, buna gerekçe olarak devlet başkanlığına anayasal olarak çok fazla yetki verilecek olması gösterilmiştir. Bu gelişmeler üzerine 23 Kasım 2005 tarihinde meclisi fesheden Kibaki, bu adımı ile Kenya tarihinde alışılmışın dışında bir adım atmış, o güne kadar bireysel olarak bakanların yer değiştirilmesi ya da azledilmesi söz konusu iken Kibaki tüm meclisi feshetmiştir. 2007 seçimlerinde kendisine yönetilen seçim hilesi suçlamalara rağmen Kenya seçim komisyonu tarafından 30 Aralık 2007 tarihinde devlet başkanı olarak açıklanmış ve bu açıklamadan bir saat sonra yemin ettirilerek göreve başlamasına olanak sağlanmıştır. Seçim ile ilgili ilk gelen sonuçlarda açık bir oy farkıyla önde gözüken muhalefet adayı Raila Odinga, uzun süre yeni sonuç güncellemeleri gelmemesinin ardından açıklanan son sayım sonuçları ile ikinci sıraya düşmüş, bunun sonucunda seçimlerde Kibaki lehine hile yapıldığı yönünde açıklamalar yapılmış, Nairobi'de gösteriler yaşanmıştır. AB seçim gözlemcileri de yaptıkları açıklamalarda seçimlerde birçok seçim bölgesinde düzensizlikler yaşandığı bildirmiştir. Kibuki tüm bu yaşananlara rağmen seçim galibiyetini gölgeleyecek herhangi bir olumsuzluk yaşanmadığını bildirerek, 2 Ocak 2008 tarihinde polis güçlerine gösterilere müdahale etmesi yönünde talimat vermiştir, birçok kişi ölmüştür. Kenya'da iç savaşı andıran bu gelişmeler BM eski genel sekreteri Kofi Annan'ın öncülüğünde başlayan görüşmeler neticesinde Şubat 2008'de anlaşma sağlanmış, seçimleri kaybeden Odinga hükûmete dahil edilerek 13 Nisan 2008 tarihinden itibaren fiilen 1964 yılından bu yana olmayan başbakanlık koltuğuna getirilmiştir. Uhuru Kenyatta dönemi. 2013 yılında gerçekleştirilen seçimlerinde bir kez daha devlet başkanlığına adaylığını açıklayan Odinga, 4 Mart 2013 tarihinde gerçekleşen seçimlerde Uhuru Kenyatta'ya karşı başarı gösterememiştir. Ülkenin ilk devlet başkanı olan Jomo Kenyatta'nın oğlu olan Uhuru Kenyatta oyların %50,51'ini alarak Kenya'nın dördüncü devlet başkanı olarak bu göreve seçilmiştir. 30 Mart 2013 tarihinde seçim sonuçlarını onaylayan Kenya Anayasa Mahkemesi, Kenyatta'nın 9 Nisan 2013 tarihinde yemin ederek görevine başlamasına olanak sağlamıştır. 2017 yılında yapılan seçimlerde ikinci bir dönem için daha adaylığını açıklayan Kenyatta, bu seçimlerde de Odinga ile yarışmış ve kazanmıştır. Bu seçimde de hile ve kötü yönetim iddialarıyla sonuçları tanımadığını açıklayan Odinga, seçim sonuçlarını Yüksek Mahkeme'ye başvurmuş, mahkeme de itirazı haklı bularak seçim sonuçlarını geçersiz kılmıştır. Yüksek Mahkeme'nin 'bağımsız bir organ' olarak konumlandırıldığı bu kararın ardından yapılan yeni seçimlerde Odinga usulsüzlükleri gerekçe göstererek katılmayı reddetmiş, bu kararın ardından Kenyatta ikinci dönemi için seçimleri kazanmıştır. William Ruto dönemi. Ağustos 2022'de düzenlenen ve yasa gereği mevcut başkan Kenyatta'nın üçüncü bir dönem için aday olamadığı seçimlerde başkan yardımcısı William Ruto, beşinci kez devlet başkanlığı için aday olan Odinga ile yarışmış ve elde ettiği %50,5 oy ile rakibi Odinga'yı (%48,8) geride bırakarak ülkenin beşinci devlet başkanı olarak makama seçilmiştir. Siyaset. Kenya anayasa ile yönetilen bir cumhuriyettir. Günümüzde yürürlükte olan anayasa 2010 yılında gerçekleştirilen referandum ile kabul edilerek yürürlüğe girmiş ve 1963 yılında bu yana yürürlükte olan eski anayasanın yerini almıştır. Ülke çok partili bir siyasi sisteme sahip olup, başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Kenya devlet başkanı hem devletin en üst noktası olarak hem de hükûmet başkanı olarak görev yapmaktadır. Kenya devlet başkanı beş yıllık bir süreç için seçilmekte olup, seçilen devlet başkanı birden fazla bir görev süresi için devlet başkanlığı makamına seçilebilmektedir. Kenya parlamentosu iki kanattan oluşmakta olup, bunlar ulusal meclis ve senato konumundadır. Ulusal mecliste bulunan 349 sandalyenin üyeleri beş yıllık süre için seçilmektedir. Bu sandalyelerin 290 tanesi direkt olarak seçilen adaylara ayrılmış bir konumdayken, her bir ilçeden (county) birer tane olmak üzere 47 sandalye kadın vekillere, 12 tanesi ise alınan oy oranlarına göre partilerin daha sonradan belirledikleri ve genç kesim, engelli ve işçi sınıfı gibi sosyal çevrelerden belirledikleri isimlere ayrılmış konumdadır. Parlamentonun diğer kanadı olan ve 1963 ile 1966 yılları arasında var olduktan sonra kaldırılan ancak 2010 yılında gerçekleştirilen referandum ile yeniden Kenya siyasetinde yerini alan senato ise toplamda 67 sandalyeden oluşmaktadır. Bu sandalyelerin 47 tanesi direkt olarak seçilen adaylara ayrılmış bir konumdayken, 16 sandalye her bir ilçeden birer tane olmak üzere kadın vekillere, 4 tanesi ise iki kadın iki erkek olmak üzere genç (iki sandalye) ve engelli (iki sandalye) kişilere ayrılmıştır. Başbakanlık. Ülkenin başbakanlık makamı ilk olarak Kenya'nın bağımsızlığını kazandığı 1963 yılında Jomo Kenyatta tarafından doldurulmuş, 1964 yılında cumhuriyetin ilanı ile birlikte bu makam kaldırılmıştır. 2008 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerde yaşanan hile suçlamaları sonucu o dönem devlet başkanı seçilen Kibaki ile seçimlerden yenilgi ile ayrılan Odinga, BM eski genel sekteri Kofi Annan önderliğinde yapılan görüşmeler sonucunda mutabakat sağlamış, 1964 yılında kaldırılan başbakanlık makamı yeniden oluşturularak Odinga'ya başbakanlık görevi verilmiştir. 2013 yılında yapılan yeni bir düzenleme ile bu makam ikinci kez kaldırılarak tüm yetkiler yeniden devlet başkanlığına dahil edilmiştir. 2022 yılında düzenlenen seçimler öncesinde William Ruto önderliğindeki koalisyonun seçimleri kazanması ile makam seçim öncesi varılan anlaşma gereği Ruto tarafından 'baş kabine sekreteri' unvanı ile bir kez daha oluşturulmuş ve makama Musalia Mudavadi atanmıştır. 2010 halk referandumu. 4 Ağustos 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandum ile halk oylamasına sunulan ve kabul edilen yeni anayasaya göre görevdeki devlet başkanının yetkileri meclisin lehine kısıtlanmış ve göreve seçilme süresi en fazla iki adet beş yıllık süre ile sınırlandırılmıştır. Bu anayasa ile tek kanattan oluşan parlamento iki kanatlı bir parlamentoya dönüştürülmüş, toprak reformu ile birlikte hayati tehlike söz konusu olduğunda hamile kadına kürtaj hakkı tanınmıştır. 2007 seçimleri sonrası yeniden oluşturulan başbakanlık makamı bu referandum ile yeniden ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca bu referandum ile birlikte ülkenin idari yapılanması da yeniden düzenlenmiş olup, mevcut olan sekiz adet il kaldırılarak, ülke idari olarak 47 ilçeye ayrılmıştır. Dış siyaset. Kenya birçok uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Uluslararası Para Fonu, Doğu Afrika Birliği, Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı, Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Kurulu ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir. Kenya, 1973-1974 ile 1997-1998 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde geçici üye olarak bulunmuştur. Ordu. Ülkenin silahlı gücü olan "Kenya Defence Forces (KDF)" Kenya Cumhuriyeti'nin ordusunu oluşturmaktadır. Ülkenin 1963 yılında bağımsızlığını kazanması sonrasında sömürgeci Büyük Britanya yönetimi tarafından doğu Afrika'da oluşturulan "King’s African Rifles" piyade birliklerinin bir bölümünden oluşturulan silahlı kuvvetler günümüzde 24.000 düzeyinde personele sahiptir. Bu personelin 20.000 gibi büyük bir oranı kara kuvvetlerinde yer almaktadır. Ülkede zorunlu askerlik bulunmamaktadır. İdari yapılanma. Kenya kendi içerisinde 47 ilçeye ("county") ayrılmıştır. 2010 yılında gerçekleştirilen yeni idari yapı neticesinde oluşturulan ve Mart 2013 tarihinde yürürlüğe giren 47 adet ilçe, o güne kadar yürürlükte olan sekiz ili kapsayan idari yapılanmayı ortadan kaldırmıştır. Yeni idari yapılanma neticesinde ortaya çıkan ilçeler şu şekildedir: Kenya 2010 yılındaki yeni idari yapılanma kabul edilene kadar sekiz ilden oluşmaktaydı. Bu yıla kadar geçerli olan idari yapılanma şu şekildeydi: Şehir. Kenya'nın en büyük şehri aynı zamanda ülkenin de başkenti konumunda olan Nairobi'dir. Başkentte 2009 resmi sayım sonuçlarına göre 3.375.000 kişi yaşamaktadır. Ülkenin diğer şehirleri ile ilgili bilgiler şu şekildedir: <noinclude> Ekonomi. Kenya nüfusunun yarısından fazlası tarım faaliyetlerinde bulunmaktadır. Ülke topraklarının sadece %20'si tarıma elverişli olmasına rağmen kısıtlı alanlarda özellikle kahve, çay, sisal ve pire otu ekimleri gerçekleştirilmektedir. Tarımsal alanda gerçekleştirilen faaliyetlerin büyük bir bölümünü kişisel tüketimi karşılamak için gerçekleştirilen faaliyetler oluşturmaktadır. Bu bağlamda kişisel tüketimi karşılamak için ekilen ürünler arasında mısır, buğday, arpa, baklagiller, şeker kamışı, muz, pirinç, ananas ve pamuk çoğunluğu oluşturmaktadır. Tarımsal faaliyetlerin yanı sıra hayvancılıkta toplum arasında yaygın bir konumdadır. Özellikle büyükbaş hayvan yetiştiriciliği önemli bir faaliyet konusudur. Büyükbaş hayvanların sütünden ve etinden faydalanılmaktadır. Bunun yanı sıra koyun ve keçi başta olmak üzere küçükbaş hayvan yetiştiriciliği de aileler tarafından gerçekleştirilmektedir. Ülke de belli bir miktarda deve yetiştiriciliği de gözlemlenebilmektedir. Kenya'da özellikle yumurta elde edebilmek adına kümes hayvanı yetiştirme faaliyetleri de yürütülmektedir. Yeraltı madenleri. Kenya yeraltı madenleri açısından fakir bir ülkedir. Sodyum karbonat ve tuzun iyi denebilecek oranlarda gün yüzüne çıkartıldığı madenlerin haricinde az da olsa alçıtaşı, kurşun, altın, gümüş, bakır, asbest, kireç taşı, fluorit, diatomit, sabuntaşı madenleri elde edilebilmektedir. İhracat. Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini çay, kahve, balık, çimento, petrol ürünleri ve bahçecilik ürünleri gibi ürünler oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ihracat yaptığı ilk sekiz ülke şu şekildedir: Uganda %13 <br> Tanzanya %8,9 <br> Hollanda %7,1 <br> A.B.D. %6,6 <br> Birleşik Krallık %6,3 <br> B.A.E. %5,9 <br> Pakistan %4,6 <br> Mısır %4,1 İthalat. Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini makine ve ulaştırma ekipmanları, demir çelik, petrol ürünleri, motorlu kara taşıtları, reçine ve plastik oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ithalat yaptığı ilk dört ülke şu şekildedir: Hindistan %19,9 <br> Çin %17,8 <br> BAE %8,8 <br> Japonya %5 Turizm. Kenya konumu gereği Afrika kıtasında gözlemlenebilecek birçok farklı manzarayı bir arada sunabilen nadir ülkelerden biri olarak turizm açısından önemli kazanımlar elde edebilmektedir. Buna göre Kenya'ya turist olarak gelen biri kıyı kesimlerinde sahillerin yanı sıra uzun mercan kayalıklarını, büyük vahşi hayvanlar ile geniş savanlarını, karlarla kaplı dağ zirvelerini, çölleri ve küçük de olsa yağmur ormanlarını gözlemleyebilmektedir. Bunların haricinde ülke genelinde bulunan birçok ulusal park da turizm açısından önem arz etmektedir. Kenya'da tarih öncesine dair bulguların bulunduğu yerler de mevcut olup, bunların bir kısmı turist ziyaretine kapalı konumdadır. Bu yerler arasında Orrorin önemli bir yer tutmaktadır. Ulaşım. Karayolu. Ülke genelinde 2013 verilerine göre toplamda bulunan 160.878 km karayolundan sadece 11.189 km'si asfaltlanmış konumdadır. Kenya'da trafik soldan akmaktadır. Ülke genelinde sınıflandırılan beş farklı karayolu bulunmaktadır. Buna göre "A" olarak sınıflandırılan uluslararası yollar, "B" olarak sınıflandırılan ulusal yollar, "C" olarak sınıflandırılan temel yollar, "D" olarak sınıflandırılan tali yollar ve "E" olarak sınıflandırılan yan yollardır. Demiryolu. Ülke genelinde bulunan demiryolu hatları "Rift Valley Railways Company" tarafından işletilmektedir. 1977 yılından 2006 yılına kadar bu işlem "Kenya Railways Cooperation" tarafından gerçekleştirilmekteydi. Ülke genelinde gerçekleştirilen özelleştirme işlemleri dahilinde demiryolları da özelleştirilmiş ve 2006 yılında da Güney Afrika Cumhuriyeti menşeli bir firma olan Rift Valley Railways Company bu işlemi devralmıştır. Kenya'da bulunan toplam 3.334 km demiryolu hattında genel itibarıyla mal taşımacılığı gerçekleştirilmektedir. Ülke demiryolu ağının çok büyük bir bölümünü "Uganda Demiryolu" olarak adlandırılan ve Mombasa'yı, Nairobi ve Kampala üzerinden Uganda şehri olan Kasese'yi birbirine bağlayan demiryolu hattı oluşturmaktadır. Söz konusu hat günümüzde Kampala'ya kadar hizmet verebilmektedir. Bu hat üzerinde insan taşımacılığı haftada üç kez olmak üzere Kisumu ile Nairobi ve Nairobi ile Mombasa arasında gerçekleştirilmektedir. Denizyolu. Kenya'da denizyolu ile ulaşım sadece Victoria Gölü üzerinde sağlanmaktadır. Bu göl üzerinde Kisumu'da kurulu bulunan liman üzerinden yük taşımacılığının yanı sıra Uganda ve Tanzanya'ya feribot seferleri düzenlenmektedir. Havayolu. Ülke genelinde var olan irili ufaklı 197 havaalanından sadece 16 tanesinin pisti asfaltlanmış konumdadır. Başkent Nairobi'de bulunan Jomo Kenyatta Uluslararası Havalimanı en büyüğü olmak üzere Mombasa'da bulunan Moi Uluslararası Havalimanı ülkenin iki büyük uluslararası havalimanları konumundadır. 2012 yılında gerçekleştirilen yenileme çalışmaları ile birlikte Kisumu'da yer alan Kisumu Havalimanı'da uluslararası bir havalimanı konumuna getirilmiştir. Ülke genelinde 1986 yılına kadar devlet tarafından yönetilen Kenya Airways, AirKenya, African Express Airways ve Jubba Airways gibi özel sektör tarafından işletilen farklı havayolu şirketleri bulunmaktadır. Spor. Kenya diğer Afrika ülkeleri Etiyopya ve Fas ile birlikte dünyanın en iyi uzun mesafe koşucularını yetiştirmektedir. Uzun mesafe koşuları eğitimleri küçük yaşta başlanmakta, bu eğitimler ile birlikte Kenyalı atletler Olimpiyat Oyunları'nda özellikle 5000 metre, 10.000 metre, Hendekli koşu ve maraton'da başarılar elde etmektedir. Ülkede popüler olan diğer bir spor dalı olan futbol, 1960 yılında "Kenya Futbol Federasyonu" ("Kenya Football Federation (KFF)") olarak kurulan 2011 yılın da ise Futbol Federasyonu Kenya ("Football Kenya Federation") ismi ile yeniden yapılandırılarak kurulan federasyon tarafından yönetilmektedir. Ülkede on altı takımın katıldığı ulusal bir lig düzenlenmektedir. Ülkenin en başarılı futbol takımı bugüne kadar elde ettiği 15 şampiyonluk ile Gor Mahia FC takımıdır. Kenya millî futbol takımı Kasım 2015'te açıklanan FIFA sıralamasında 125. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 2008 yılında 68. olarak elde etmiştir. Kültür. Yerel dillerde gerçekleştirilen müzik ve dans Kenya kültürünün en önemli parçalarından bir bölümünü oluşturmaktadır. Kenya kültürü birden fazla eğilimlerden oluşmaktadır. Kenya'da belirgin bir tek tip kültür tanımı bulunmamaktadır. Bunun yerine ülkenin birçok farklı topluluklarının gelenek ve göreneklerini içeren çeşitli kültürel zenginlikler gözlemlenebilmektedir. Kenya birçok müzik stiline ev sahipliği yapmaktadır. Burada popüler müziğin yanı sıra Afro müziği, Benga ve halk şarkıları da geniş yelpazede uygulanmaktadır. Kenya müziğinin en vazgeçilmez unsurunu gitar oluşturmaktadır. Susan Awiyo, Merry Johnson, Alex und Merry Ominde, Kim4Love, Necessary Noize ve Juacali ülkenin tanınmış müzik sanatçıları arasında yer almaktadırlar. Ülkenin en önemli yazarlarını Abdilatif Abdalla, Carolyne Abdalla, Kuki Gallmann, Meja Mwangi, Ngũgĩ wa Thiong’o gibi isimler oluşturmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4392", "len_data": 42064, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.47 }
Kiribati ya da resmî adıyla Kiribati Cumhuriyeti, Büyük Okyanus'ta, Mikronezya ada öbeği içerisinde, Büyük Okyanus'un orta kesiminde takımadalardan oluşan bir ada ülkesidir. Ada ülkesinin başkenti Güney Tarava'dır. Etimoloji. Bu ada ülkesi, 1979 yılında bağımsızlığını elde ettiğinde ülke ismi olarak Kiribati kabul edilmiştir. Bu isim ülke için bağımsızlık öncesi kullanılan "Gilbert" isminin Kiribatice telaffuz şeklinden ortaya çıkmış bir isim konumundadır. Ada, 1820 yılında Adam Johann von Krusenstern tarafından kaptan Thomas Gilbert'e ithafen "îles Gilbert" (İngilizce: Gilbert Islands) olarak adlandırılmıştır. Kaptan Gilbert adayı ilk kez 1788 yılında ada açıklarından geçerken gözlemlemişlerdir. 1916 yılından itibaren Gilbert ve Ellice Adaları olarak adlandırılan ülke, Ellice Adası'nın 1976 yılında bağımsızlığını ilan eden Tuvalu'ya dâhil edilmesi ile birlikte yeniden Gilbert Adası olarak adlandırılmıştır. Kiribatice'de "ti" sesinin telaffuzu için "s" sesi kullanıldığı için ülke ismi "Kiribas" olarak telaffuz edilmektedir. Coğrafya. Ada ülkesi olması nedeniyle kara komşusu bulunmayan ülkenin bağımsız ülkeler olan Marshall Adaları, Mikronezya, Solomon Adaları, Tuvalu ve Nauru haricinde Yeni Zelanda'ya bağlı Tokelau ve Cook Adaları ile Fransa'ya bağlı Fransız Polinezyası özerk bölgeleri ile deniz sınırı bulunmaktadır. Ada ülkesi batı-doğu istikametinde 4567 km'lik, kuzey-güney istikametinde ise 2051 km'lik bir alana yayılmış konumdadır. Ada ülkesi toplamda 5,2 milyon km²'lik bir alanı egemenliği altında bulundurmaktadır. Kiribati yayıldığı alan itibarıyla dünyanın en büyük ülkelerinden biri konumunda olsa da bu alanların sadece 811 km²'lik bir bölümü ada durumundadır. Bu oran ile de Kiribati dünyanın küçük ülkelerinden biri konumuna sahiptir. Ülkenin Büyük Okyanus'una da 1143 km'lik sahil şeridi bulunmaktadır. Hem ekvator hem de 180. boylamdan geçen ülke, dünyanın kuzey, güney, batı ve doğu yarım küresinde aynı anda bulunan tek devletidir. 1994 yılı sonuna kadar 180. boylamdaki uluslararası tarih değiştirme çizgisi adaya bağlı Gilbert adaları ile Phoenix adaları arasında geçmekteydi. Ülkenin egemenliği altındaki tüm bölgelerde tek bir tarih olabilmesi adına 1 Ocak 1995 tarihi itibarıyla tarih değiştirme çizgisinin doğuya doğru çekilmesi, bu şekilde tüm Kiribati'nin bu çizginin batısında kalması kararlaştırılmıştır. Kiribati bu konumu ile yeni güne giren ilk ülke konumundadır. Line adalarına bağlı olan ve ülkenin en doğusundaki yeri olan Caroline Adaları milenyuma giren ilk yer olarak 1 Ocak 2000 tarihinden bu yana "Milenyum Adası "olarak anılmaktadır. Bağlı ada grupları. Ada ülkesi toplamda üç takımadalara ve bunlara bağlı 32 mercan adalarından oluşmaktadır. Bunların haricinde bir de Banaba Adaları bulunmaktadır. Ülke genel olarak ortalama 2 m'nin de altında bir deniz seviyesi yüksekliğine sahiptir. Ada ülkesinde en fazla yükseltiye sahip olan ada Banaba Adası'dır. Eski bir volkanik ada olan Banaba Adası'nın en yüksek noktası 81 m yüksekliğe sahiptir. Nüfus. Kiribati'de son olarak 2015 yılında gerçekleştirilen resmî nüfus sayım sonuçlarına göre 110.136 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmi sayım konumunda olup 2018 tahmini sayım sonuçlarına göre ülkede 109.367 nüfus yaşadığı tahmin edilmektedir. Kiribati genç bir nüfusa sahip olup 2018 tahmini verilerine göre nüfusun %50,01'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %4,34'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %29.27 (erkek 16,316/kadın 15,693) 15-24 yaş: %20.74 (erkek 11,213/kadın 11,466) 25-54 yaş: %39.43 (erkek 20,756/kadın 22,363) 55-64 yaş: %6.23 (erkek 3,071/kadın 3,747) 65 yaş ve üzeri: %4.34 (erkek 1,863/kadın 2,879) Şehirde yaşayanların oranı 2019 verilerine göre %54,8 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2018 tahmini verilerine göre %1,12 düzeyindedir. Etnik gruplar. Kiribati etnik açıdan çok homojen bir görüntüye sahiptir. Nüfusun %96'sı Kiribatili, %1,8'i melez/Kiribatili, %0,2'si Tuvalulu'dur. Bunun dışında içerisinde Avrupalı, Polinezyalı ve Çin kökenli nüfusunu da barındıran %1,8'lik bir kesim bulunmaktadır. Dil. Ada ülkesinin resmî dilleri İngilizce ile Okyanusya dilleri ailesine ait olan Kiribatice'dir. İngilizce ülkenin iki resmî dilinden biri olmasına rağmen başkent Tarava dışında halk tarafından pek konuşulmamaktadır. Din. Ülkede hakim olan din Hristiyanlık dinidir. Buna göre nüfusun %88,6'sı ile büyük çoğunluğu Hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Bu oran içerisinde Katolik mezhebine mensup Hristiyanların oranı %57,3, "Kiribati Birleştirici Kilisesi" ile Protestanlık inancı doğrultusunda yaşam sürdürenlerin oranı ise %31,3 seviyesindedir. Bunun dışında %5,3 İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi, %2,1 Bahâîlik, %1,9 Yedinci Gün Adventist Kilisesi inancına mensup nüfus bulunmaktadır. Ülkede geriye kalan %2,1'lik bir kesim ise İslamiyet, Hinduizm ve Sihizm gibi diğer inanç gruplarına mensup konumdadırlar. Sosyal durum. Eğitim. Kiribati'de eğitim, ilkokuldan 6. sınıfa ve üç ek sınıf seviyesi için ortaokuldan oluşan 6-14 yaşları arasında ücretsiz ve zorunludur. 1998'de brüt birincil kayıt oranı yüzde 84,4 ve net birincil kayıt oranı yüzde 70,7 idi. Okul kalitesi ve eğitime erişim kentsel alanlarda daha iyidir; izole adalardaki küçük topluluklardaki okulların bakımı pahalıdır. Misyon okulları yavaş yavaş devlet ilköğretim sistemine giriyor. Ülke genelinde zorunlu ilk ve ortaöğretim öğrenimi dokuz yıldır. 1970 yılına kadar altı yıl olan zorunlu eğitim, söz konusu yıl hükûmet tarafından alınan kararla dokuz yıla çıkartılmıştır. Ada ülkesinde faaliyet gösteren misyonerlik okulları da son yıllarda devlete bağlı kurumlar haline getirilmektedir. Lisans öğrenimi için Güney Pasifik Üniversitesi'nin bir yerleşkesi adada da bulunmaktadır. İdari yapılanma. Kiribati resmî olarak idari bir yapılanmaya bölünmese de, ada ülkesi coğrafi açıdan üç ada grubuna bölünebilmektedir: Bunun haricinde üzerinde nüfus olan 21 adanın kendi ada konseyleri bulunmaktadır. Üzerinde yaşama olan mercanadalarından iki tanesi olan Tarava'da üç, Tabiteuea'da ise iki konsey bulunması nedeniyle toplamda 24 yerel konsey bulunmaktadır. Bu konseyler şu şekildedir: Banaba Adası Tarava Adası Kuzey Gilbert Adası Merkez Gilbert Adası Güney Gilbert Adası Phoenix Adası Line Adası
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4395", "len_data": 6243, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.38 }
Lesotho ya da resmî adı ile Lesotho Krallığı, Afrika kıtasının güneyinde yer alan bir ülkedir. Ülke topraklarının tamamı Güney Afrika Cumhuriyeti toprakları ile çevrilidir. 1868 yılından Birleşik Krallık'tan bağımsızlığın kazanıldığı 1966 yılına kadar Basutoland olarak adlandırılan ve parlamenter monarşi ile yönetilen ülkenin başkenti Maseru'dur. Lesotho, Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından tamamen çevrilidir İsim. Ülke ismi olan Lesotho 'Sotho dilini konuşan insanların ülkesi' anlamına gelmektedir. Bağımsızlığın kazanıldığı 1966 yılına kadar kullanılan isim olan Basutoland ise "Basotoluların yaşadığı ülke" anlamına gelmekteydi. Coğrafya. Lesotho, Afrika kıtasında yer alan küçük ülkelerden biri konumundadır. Ülke yüzölçümü açısından 54 Afrika ülkesi içerisinde 42. sırada yer almaktadır. Dünya üzerinde San Marino ve Vatikan dışında ülke topraklarının tamamının bir ülke ile paylaşıldığı üçüncü ülke konumunda olan Lesotho, komşusu Güney Afrika Cumhuriyeti ile 909 km'lik sınırı paylaşmaktadır. Bu özelliği ile denize de çıkışı olmayan ülke, yüksek rakımlı yükseltilerin ülke topraklarının büyük bölümünü kapladığı için "Gökyüzündeki krallık (The Kingdom in the Sky)" olarak da adlandırılmaktadır. Ülkenin batı bölgeleri yüksek veld olarak da adlandırılan ve ülkenin ana yerleşim merkezlerinin yer aldığı kumtaşı içeren yaylalardan oluşmaktadır. Bu bölgelerde rakım 1.400 m ile 1.700 m arasında ölçülmekte olup, nehir yatakları ve küçük dağlar arazinin karakteristik özellikler arasında yer almaktadır. Ülkenin doğu bölümüne kalan ve bazalttan oluşan yüksek yaylalar ve dağlar ise zaman zaman 2.000 m'nin üzerinde yer almaktadır. Bu bölümdeki yüksek yaylalarda yer alan derin nehir yatakları, dağlar ve sıradağlar bölgenin karakteristik özellikleri arasında yer almaktadır. Drakensberg sıradağı ülkenin güneybatı bölümünden kuzey bölümüne kadar uzanmaktadır. Lesotho'da "Maloti dağı" olarak adlandırılan sıradağın 3.482 m ile en yüksek noktası olan Thabana Ntlenyana Dağı, hem Lesotho'nun hem de Afrika kıtasının güney bölümünün en yüksek noktasını oluşturmaktadır. Ülkenin en alçak noktasını 1.400 m ile Oranje ve Makhaleng nehirlerin birleştiği nokta oluşturmaktadır. Bu yükseltileri ile Lesotho, dünya üzerindeki bağımsız devletler arasında ülke topraklarının tamamının ortalama yükseltisinin 1.000 m ve üzerinde olduğu tek ülke konumunda olup, ülke topraklarının %80'i 1.800 m üzerinde yer almaktadır. Afrika kıtasının güney bölümün en önemli su kaynaklarından olan Oranje ve Kaledon nehirlerinin çıkış kaynakları Lesotho'da bulunmaktadır. Ülke içerisindeki birçok nehir gibi bu nehirlerde derin kanyonlar oluşturmaktadır. Bazalt kayalıkların bittiği noktalarda oluşan şelalelere çok sık rastlanabilmektedir. Semonkong yerleşim alanına yakın bir konumda bulunan ve Afrika'nın güney bölümündeki en uzun ikinci, kesintisiz akışı nedeniyle de en uzun şelalesi konumunda olan Maletsunyane şelalesi, 192 m'lik bir yükseklikten aşağıya doğru akmaktadır. Yaylalardan yüksek dağlık kesimlere geçişte yumuşak kumtaşından oluşması, artan nüfus yoğunluğunun da etkisi ile sık bir biçimde erozyonlara neden olabilmektedir. Ülke topraklarının sadece %11'i tarımsal faaliyetlere uygunluk gösterebilmektedir. Ülkenin en büyük doğal kaynaklarını su rezervleri oluşturmakta olup, bunun haricinde az da olsa elmas ve diğer mineraller bulunmaktadır. Ülkedeki su rezervlerin bolluğu nedeniyle birçok baraj yapımına başlanmış olup, Katse Barajı bunların içerisinde en büyük baraj unvanına sahiptir. İklim. Ülkenin güney yarıküre bölümünde yer alması ile mevsimler kuzey yarıküre ülkelerinin tersi olarak yaşanmaktadır. Ülke genelinde ılıman bir iklim hüküm sürmektedir. Kış aylarının yaşandığı Haziran-Ağustos ayları çoğunlukla çok soğuk olmakta, ülkenin doğu bölümündeki yüksek alanlarda kar yağışları yaşanabilmektedir. Kış aylarında bile güneş gün içerisinde kendini sık bir şekilde göstermekte olup, yıl içerisinde güneş yaklaşık olarak 300 gün boyunca gözlemlenebilmektedir. Yaz mevsiminin yaşandığı Kasım-Mart aylarında sıcaklık yüksek seyretmektedir. Ülkede çoğu yaz aylarında olmak üzere 100 gün sağanak yağışlar yaşanmaktadır. Ülkede yüksek rakım nedeniyle gün içerisinde çok yüksek sıcaklık farkları yaşanabilmektedir. Kışın −15 °C olarak ölçülebilen gece sıcaklığının yanı sıra, yazın 30 °C'den fazla sıcaklık ölçülebilmektedir. Başkent Maseru'da yıl boyu ölçülen sıcaklık ortalaması 15 °C 'dir. Drakensberg dağı gibi çok yüksek noktalarda yıl boyu süren kar yağışları yaşanmaktadır. Ülke topraklarına gerçekleşen yıllık 600 ml ile 800 ml arasındaki yağışların %85'i yaz aylarında yağmakta olup, yağışın az olduğu kış aylarında arazi alanlarında kuraklık gözlemlenebilmektedir. Yaban hayat ve bitki örtüsü. Ülke genelinde hemen hemen hiçbir ağaç bulunmamaktadır. Az sayıda bulunan ağaçlar ise genellikle korunaklı vadilerde ve tarlalarda yetişmektedir. Yetişen ağaçlar ise büyük oranda Okaliptüs, Akasya ve daha çok köylerde gözlemlenen Şeftali ağaçlarıdır. Ülkenin daha yüksek noktalarında, nehir vadilerinde Söğüt ağacı da görülebilmektedir. Sarısabır bitkisinin çeşidi olan spiral sarısabır, üç metreye kadar uzayabilen Cussonia bitkisi, evcilleşmemiş halleri ile kadife çiçeği ve Orta ve Güney Amerika'dan ülkeye getirilen kirli hanım çiçeği, kozmos çiçeği Lesotho'da yaygın olarak bulunmaktadır. Lesotho'da yaban hayatı daha çok küçük hayvanlar belirlemektedir. Ülke genelinde vahşi ortamda yaşayan en büyük memeli hayvan karaca antilobudur. Bunun haricinde leylek, aynak, balıkçılgiller, akbaba türünün az rastlanan bir türü olan sakallı akbaba gibi büyük kuş türlerinin yanı sıra dokumacı kuşlar ve nektar kuşu gibi küçük kuş türleri ülkede sıklıkla gözlemlenmektedir. Bunların haricinde çeşitli yılan, amfibi, balık ve böcek çeşitleri de ülke sınırları içerisinde görülmektedir. Ülke genelinde evcil hayvan olarak büyükbaş sığırların yanı sıra at, eşek, keçi, koyun, tavuk, köpek ve kedi bulunmaktadır. Lesotho sınırları içerisinde 1830'lu yıllarda su aygırı, zebra, gnu, deve kuşu ve az da olsa aslan gözlemlenebilmekteydi. Nüfus. Lesotho, Afrika'da var olan bağımsız ülkeler içerisinde yaşayan nüfusun kimlik, kültürel ve gelenek açısından birbirine yakın olduğu çok az ülkelerden biri konumundadır. Ülkede yaşayan iki milyona yakın kişi %99 oranında kendisini Bantu etnik grubunun güney grubu üyesi olan Basutho etnik grubuna üye olarak ifade etmektedir. Bunun haricinde çok az da olsa Zulu, Xhosa etnik grupları ile Avrupalılar ve Asyalılar yaşamaktadır. Ülke nüfusunun %70 gibi çok büyük çoğunluğu ülke ortalamasına göre daha düşük rakıma sahip ve daha verimli topraklara sahip batı bölgelerinde yaşarken, %30'luk bir kısım yükseltinin daha çok olduğu doğu bölgelerinde yaşamını sürdürmektedir. Ülkenin en kalabalık bölgesi başkent Maseru ve çevresidir. Dünya üzerindeki en yüksek işsizlik oranlarından birine sahip olan ülkede, 2002 yılındaki verilere göre %45'lik işsizlik oranı ile neredeyse her iki kişinden biri işsiz konumundaydı. Ülkede 2008 tahmini verilerine göre işsizlik oranında düşüş gözlense de %25 düzeyindedir. Lesotho vatandaşı olan erkek işgücünün %35'i Güney Afrika Cumhuriyeti'nde çalışmaktadır. Ülke sınırları içerisinde var olan iş gücünün sadece %14'ü endüstri alanında çalışırken, %86 ile iş gücünün çok büyük bir yüzdesi tarımsal alanlarda faaliyet göstermektedir. Ülke orta genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %50,56'sı 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %5,60'ı 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %31.30 (erkek 309,991/kadın 306,321) 15-24 yaş: %19.26 (erkek 181,874/kadın 197,452) 25-54 yaş: %38.86 (erkek 373,323/kadın 391,901) 55-64 yaş: %4.98 (erkek 52,441/kadın 45,726) 65 yaş ve üzeri: %5.60 (erkek 57,030/kadın 53,275) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %29,9 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %0,76 düzeyindedir. Dil. Ülkenin Sesotho ve İngilizce olmak üzere iki adet resmi dili mevcuttur. Ülke nüfusunun %99 gibi yüksek bir oranı Sesotho dilini anadili olarak konuşulurken, İngilizce Birleşik Krallık sömürge döneminden kalan bir miras olarak resmi dile ilave edilmiştir. Bu iki dilin haricinde çok az da olsa yerel olarak Zuluca, Xhosaca ve Sephuthi dili konuşulmaktadır. Din. Lesotho nüfusunun %90 ile çok büyük bir oranı Hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Hristiyan dinine mensup toplulukların yarısına yakını Katolik mezhebine, %40'ı Protestan mezhebine göre dini gerekliliklerini yerine getirirken, %10'luk bir kesim ise yerel Afrika Hristiyanlığına inanmaktadır. Ülkede geri kalan %10 nüfus ise Afrika doğa dinlerine inanmakta olup, çok az kişi de İslamiyet'e ve Hinduizm'e inanmaktadır. Sosyal durum. Sağlık. AIDS, Afrika kıtasının özellikle güneyinde yer alan ülkelerin birçoğunda olduğu gibi Lesotho'da da yüksek oranda görülmektedir. 2009 verilerine göre ülkedeki yetişkin nüfusun %23,6'sı HIV virüsünü taşımaktadır. Bu oran Esvatini ve Botsvana'dan sonra en yüksek üçüncü oran olup, toplamda 290.000 kişi AIDS hastasıdır. AIDS'in yaygın olması nedeniyle ülke nüfusunun yıllık artışında görülen yavaşlama, 2009 sonuçlarına göre %0,33'e kadar düşmüştür. Lesotho'da ortalama yaş ömrü 52,3 olup, bu oran erkeklerde 52,2 kadınlarda ise 52,4 yaş seviyesindedir. Eğitim. Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2010 tahmini verilerine göre %89,6 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %83,3 iken, kadınlarda %95,6 seviyesindedir. Ülke içerisinde bulunan birçok okul kilise tarafından idare edilmektedir. İlkokula gitmenin zorunlu olduğu Lesotho'da, bu eğitim 2000 yılından bu yanan ücretsiz olarak alınabilmektedir. Eğitim zorunlu olmasına karşılık yedi yıllık ilkokul ziyaretini gerçekleştirme oranları erkeklerde %83, kızlarda ise %89 düzeyindedir. İlkokul sonrası dönem olan ve paralı olan ortaokula gitme oranı ise erkeklerde %19, kızlarda ise %27 seviyesi ile çok daha düşük oranlarda ölçülmektedir. Orta öğrenimin paralı olmasının yanı sıra, bu eğitimde gerekli olan kıyafet ve kırtasiye malzemelerinin de devlet tarafından karşılanmaması ve aile bütçelerini zorlaması nedeniyle birçok aile tarafından çocuklarını göndermeme yönünde kararlar alınabilmektedir. 12. sınıf sonunda gerçekleştirilen bitirme sınavlarına çok az sayıda öğrenci ulaşabilmekte ya da başarabilmekte. 1971 yılından bu yanan bu eğitim sisteminin uygulandığı Lesotho'da ayrıca bir adette üniversite bulunmaktadır. Başkent Maseru'ya 35 km mesafedeki Roma'da bulunan ve 1945 yılında katolik kilise tarafından kurulan ancak daha sonra devlet tarafından idaresi ele alınan "National University of Lesotho" "(Lesotho Ulusal Üniversitesi)" 'da 7.000 öğrenci eğitim görmektedir. Ülke genelinde var olan İngiliz özellikli resmi okulların dışında ayrıca özellikle yaz aylarında faaliyet gösteren ve öğrencilerin yerel Afrika kültür ve geleneklerinde bulunan yaşam becerilerinin öğretildiği "Çalıokulu (Bush school)" olarak tabir edilen yerel okullarda faaliyet göstermektedir. Tarih. Erken tarih. Lesotho'nun hakim olduğu topraklarda ilk hayat M.Ö. 25.000 yıl önce Buşmanların bu bölgelere yerleşmesi ile başlamıştır. Bu topluluğun geride bıraktığı mağara ve kaya çizimlerinin 5.000'e yakın bir bölümü Lesotho'da bulunmaktadır. M.S. 4-5 yılları arasında Afrika kıtasının güneyine gelen Bantu etnik grubunun bir kolu olan Nguni topluluğu bu bölgeye gelerek çiftçi ve çoban olarak bu bölgelere yerleşmişlerdir. 11. yüzyıldan itibaren kuzeyden gelen Basotho ve Tswana toplulukları tarafından bölgeden uzaklaştırılmaya başlanan Buşmanlar günümüzde bu bölgelerde hiç yok denecek kadar az bir konumda bulunmaktadırlar. Özellikle günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Özgür Devlet ili bölgesi ile Lesotho'nun batı bölgelerinde yerleşik hayata geçen Bantular çiftçilik ve hayvancılık ile uğraşmışlardır. Kral I.Moshoeshoe hakimiyet dönemi. 19. yüzyıl başlarında hakimiyet alanını gün geçtikçe genişleten Zulu kralı Shaka, Bantu toplulukları için tehdit oluşturmaktaydı. Genişleyen topraklarına Bantu toplulukların yaşadığı bölgeyi de katmak isteyen Shaka, 1820 yılında "Bantuların önderi" anlamına gelen "morena" unvanını alan Moshoeshoe önderliğinde birleşen Bantular karşısında zafere ulaşamamıştır. Butha-Buthe ve Thaba Bosiu'de yaptırdığı kaleler ile Moshoeshoe, kaçanlar için sığınak oluşturmuş, diğer Bantu toplulukların güvenini daha da kazanarak hakimiyet alanına onları dahil ederek genişletmiştir. "Büyük Moshoeshoe" olarak da adlandırılan lider, Basotho ulusunun kurucusu ve önderi olarak ifade edilmektedir. 1830'lu yıllardan itibaren Boer halklarının Birleşik Krallık'ın Afrika'nın güneyini Cape Kolonisi olarak ilhak etmesi neticesinde yeni bir yurt arayışı içerisine girmesi ile başlayan ve kuzeye ilerleyişlerini içeren Büyük Göç esnasında, Vaal nehrinin geçilmesi ile karşı karşıya geldikleri Bantu toplulukları ile mücadeleye girmişlerdir. Yeni kurulan Boer Cumhuriyetleri'nden biri olan Özgür Orange Devleti'ne bağlı birliklerin Moshoeshoe hakimiyeti altındaki toprakların iç kısımlarına girmesi sonucunda Britanya'dan yardım ve koruma talep etmiş, bu talep neticesinde 1843 yılında Moshoeshoe ile Britanya Cape Kolonisi yönetim arasında koruma anlaşması imzalanmıştır. Ancak bu anlaşma Britanya'nın diğer Boer Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinde sorun oluşturduğu gerekçesiyle 1859 yılında iptal edilmiştir. 1865 yılında gerçekleştirilen yeni bir saldırıda batı bölgelerinde kalan verimli topraklara sahip yüksek yaylara sahip alanlarının Özgür Oranje Devleti himayesi altına girmesini engelleyemeyen Moshoeshoe, tüm egemenliklerini yitirmek üzere oldukları bir durumda, bölgenin hakimiyetini tamamen Boerlere vermek istemeyen Britanya yardımı ile topraklarını korumayı başarmıştır. Bu yardım sonrası 1868 yılında Büyük Britanya bölgeyi Basutoland adı ile Britanya kolonisi olarak ilan etmiştir. Her ne kadar Britanya kolonisi olsa da Moshoeshoe diplomasi zaferi elde ederek bölgesini özerk bir konumda tutmayı başarmıştır. Moshoeshoe'nin ölümünden bir yıl sonra, 1870 yılında Basutoland özerkliğini kaybederek Cape Kolonisi'nin bir bölgesi haline getirilmiştir. Britanya Kraliyet kolonisi Basutoland. Yeni liderleri I.Letsie önderliğinde Cape Kolonisi parlamentosunda temsilci hakkı tanınmayan Basotho halkı Britanyalılara karşı ayaklanmıştır. Yaşanan bu gelişmeler üzerine Basotholularda bulunan ateşli silahlara el konulmuş ve kullanımına yasak getirilmiştir. 1879 yılında topluluk lideri Moorosi'nin başlattığı ayaklanma ile 1880 ile 1881 yılları arasında gerçekleştirilen Basotho Silah Savaşı "(İng: Basuto Gun War)" Britanya Cape Kolonisi için finansal açıdan sıkıntılar yaratmış, yaşanan bu durumlar neticesinde Basotholand 1884 yılı itibarıyla direkt olarak kraliyete bağlanarak kraliyet kolonisi haline getirilmiştir. 1910 yılında Güney Afrika Birliği'nin kurulması ile bu birliğe dahil olmayı tıpkı Bechuanaland (günümüzde Botsvana) ve Esvatini gibi kabul etmeyen Basutoland, ilerleyen yıllarda kentleşme ve daha iyi eğitim hizmetleri nedeniyle kraliyet sarayının etkisinin azalmasına neden olmuştur. II.Dünya Savaşı sırasında birkaç bin Basutoland askerlerinin müttefikler ordusunda yer alması ve bunun sonucunda artan bağımsızlık talepleri "Basotho Congress Party (BCP)" ve "Basotho National Party (BNP)" gibi bağımsızlık hareketlerinin oluşmasına neden olmuştur. 1959 yılında atılan ilk koloni anayasası imzası sonrası 1960 yılında II.Moshoeshoe'nun taç giyme yılında gerçekleştirilen ilk özgür seçimler gerçekleştirilmiştir. 1965 yılında gerçekleştirilen ve BNP'nin zafer ile ayrıldığı bağımsız ve özgür seçimlerden bir yıl sonra BNP ülkeyi Lesotho ile bağımsızlığına kavuşturmuştur. Ülkenin yönetim şekli olarak parlamenter monarşi belirlenmiş ve ülkenin ilk başbakanı Leabua Jonathan olmuştur. Bağımsızlıktan günümüze. 1970 yılında gerçekleştirilen seçimlerde muhalefetin lideri Ntsu Mokhehle'nun galip gelmesi sonucu, seçimleri geçersiz kılan Jonathan, anayasayı devre dışı bırakmış, acil durum ilan etmiş ve kral II.Moshoeshoe'nu sürgüne göndermiştir. Muhalefet partisine mensup aile bireyleri ve taraftarları bu süreçte tutuklanmış, öldürülmüş ve evlerine zarar verilmiştir. 1973'te geçici anayasa ile geçiş sürecinin belli olması ile sürgünde bulunan muhalefet mensuplarının kurduğu hükûmet, fazla işlevsel olmamış ve kısa sürede bu girişim sonlandırılmıştır. Lesotho bağımsızlık sonrası dış politikada ise komşu ülkesi Güney Afrika Cumhuriyeti ile yıllar içerisinde sorunlar yaşamıştır. 1982/83 yıllarında Güney Afrika, Lesotho'nun ülkelerinde yasak olan ve Apartheid karşıtı eylemler içerisinde bulunan ANC hareketine destek verdiğini iddia etmiş, bunun sonucunda ekonomisi büyük oranda Güney Afrika'ya bağlı olan ülkeye karşı yaptırımlar uygulamış ve askerî harekât gerçekleştirmiştir. 9 Aralık 1982 yılında düzenlenen saldırıda 40 Lesotho vatandaşı ölmüştür. Bu yaşanan olaylara rağmen ANC'ye verdiği desteği geri çekmeyen Jonathan'a karşı ülke içerisindeki huzursuzluğun da artması ile 20 Ocak 1986 tarihinde Justin Metsing Lekhanya önderliğinde kansız bir darbe gerçekleştirilmiş. Yaşanan bu darbe neticesinde hükûmete bağlı ulusal meclis lav edilmiş, partiler yasaklanmış, II.Moshoeshoe geniş ve güçlü yasama ve yürütme hakları ile donatılarak yeniden tahta oturtulmuş ve altı kişilik bir askeri konsey oluşturulmuştur. II.Moshoeshoe ülke yönetimini yeniden sürgüne gönderileceği 1990 yılına kadar askeri konseyin başında bulunan Lekhanya ile birlikte yürütmüştür. III.Letsie'nin tahta çıkmasından bir yıl sonra askeri konseyde de değişim yaşanmış, konsey başkanlığına Lekhanya yerine Elias Phisoana Ramaema getirilmiştir. Ramaema 1993 yılında yeniden demokratikleşme adına adımlar atmış, yapılan bağımsız seçimlerde Ntsu Mokhehle önderliğindeki BCP galip çıkmış, ancak bir yıl sonra III.Letsie parlamentoyu ordu mensuplarının da yardımı ve desteği ile tekrar fesh ederek yönetimi ele almışlardır. Bu darbede sağlanan birliğin çok kısa sürede bozulması ile yönetim yeniden eski hükûmete geçmiştir. 1995 yılında sürgünden dönen II.Moshoeshoe oğlunun yerine yeniden tahta çıkmış, bir yıl sonra trafik kazasında hayatını kaybetmesi ile oğlu 31 Ekim 1997 tarihinde ikinci defa ülkenin kralı olmuştur. 1998 yılında gerçekleştirilen seçimleri yeni kurulan ve Bethuel Pakalitha Mosisili'nin liderliğini yaptığı "Lesotho Congress for Democracy (LCD)" partisinin kazanması ve parlamentoda mümkün olan 80 sandalyenin 79'unu alması ile başlayan şiddet olayları engellenememiş, bunun üzerine olası bir darbenin önüne geçmek adına Güney Afrika ve Botsvana'dan asker gücü talep edilmiştir. 2001 yılında olayların tamamen sona ermesi ile çekilen yabancı ülke askerlerinin ardından 2002'de gerçekleştirilen seçimleri de kazanan Mosisili, başbakan unvanını 2007 seçimlerinde de korumayı başarmıştır. Ülkede gerçekleştirilen son 2012 seçimleri sonrasında ilk defa koalisyon hükûmeti kurulmuş ve "All Basotho Combition" partisi genel başkanı Tom Thabane başbakan olmuştur. Siyaset. Anayasa. 2 Nisan 1993'te kabul edilen anayasaya göre ülkenin yönetim şekli iki meclisli parlamenter monarşi olarak ifade edilmiştir. Anayasada kuvvetler ayrılığına vurgu yapılmış, bağımsız bir yargı sistemi garanti edilmiştir. Yasada ayrıca insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü, özel hayatın gizliliği gibi konularda garanti altına alınmıştır. Yürütme. 8 Haziran 2012 tarihinden bu yana başbakan koltuğunda bulunan Thabane aynı zamanda yürütmeninde başındadır. 1986 ile 1993 yılları arasında askerî cuntanın yönetimde olması sebebiyle boş kalan başbakanlık makamı yerine bu yetki ve görevler askeri konseyin elinde bulunmaktaydı. Ülkenin kralının sadece temsili yetkileri bulunmakta olup, siyasi müdahalelerde bulunması yasalarla engellenmiş durumundadır. Krallık unvanı babadan oğula geçmekte olup, olası bir mirasçının olmaması ya da yaş itibarıyla küçük olduğu durumlarda aşiret reislerinden oluşan bir konsey durum hakkında son kararı verme yetkisine sahiptir. Bu konseyinkralın tahtan indirme yetkisi de bulunmaktadır. Yasama. Ülkede yasama gücü parlamentonun elinde bulunmaktadır. Üst meclis olarak senato, alt meclis olarak da ulusal meclisten oluşan iki kademeli sistemde yasama gerçekleştirilmektedir. 33 üyeden oluşan senato da, bu üyelerin 22 tanesini aşiret reisleri oluşturmaktadır. Senato üyelerinin birçoğu I.Moshoeshoe'nin akrabaları konumunda olup, görevlerini ve sandalyelerini miras yolu ile gelecek nesillere bırakabilmektedirler. Senato üyesinin geri kalan 11 üyesi ile kralın önerileri ile parlamento tarafından seçilmektedir. Senatonun görevi ulusal meclisten gelen yasa çalışmalarını kontrol edip düzeltmek ve gerektiğinde yeni yasa maddeleri oluşturarak onaylamaktır. 2007 yılından bu yana 120 sandalyeye sahip ulusal meclis üyeleri ise her beş yılda bir yapılan bağımsız ve gizli seçimler ile seçilmektedir. 26 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilen son seçimlerde partilerin kazandığı sandalye sayıları şu şekildedir: Yargı. Ülkede var olan yargı sistemi siyasi partilerin üzerinde ve bağımsız bir sistemdir. En yüksek yargı organı başkanının kral tarafından atandığı "Yüksek Mahkeme"dir. Dış siyaset. Ülke coğrafi konumu itibarıyla Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağımlı bir durumdadır. Buna bağlı olarak ülkenin dış siyaseti belli bir dönem sadece GAC'daki gelişmelere göre şekillendirilmekteydi. Özellikle Apartheid hükûmetinin iş başında olduğu yıllarda Apartheid karşıtı söylemler gerçekleştiren ANC üyelerine sığınma hakkı vermesi Lesotho'yu büyük komşusu ile çok sık karşı karşıya getirmekteydi. Apartheid dönemini bitmesi ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler dostane bir şekilde ilerlemektedir. Ülke Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olup, birçok batılı ülke ile diplomatik ilişkilere sahiptir. Buna rağmen ülke içerisinde çok az ülkenin büyükelçiliği ya da konsolosluğu bulunmaktadır. İç siyaset. Ülkedeki siyasi gerginliğin sona ermesi ile günümüzde iç siyasetin en önemli konuları açlıkla mücadele, işsizlik ve AIDS olarak sıralanmaktadır. İdari yapılanma. Lesotho en üst idari yapı olarak kendi içerisinde on ilçeye ayrılmış durumdadır. Şehir. Ülkenin en büyük şehri aynı zamanda başkentte olan Maseru'dur. Ülke nüfusunun %13'ü Maseru ve çevresinde yaşamaktadır. En son 2006 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre ülkenin en büyük şehirleri şu şekildedir: Ekonomi. Lesotho, Kişi başına düşen millî gelir baz aldığında, 2003 verilerine göre %43'ü günlük bir doların altında kazanç elde eden nüfusu ile dünyanın en fakir ülkelerinden biri konumundadır. Ülke toplam gelirinin üçte ikisinin elde edildiği tarımsal alanında nüfusun %60 faaliyet göstermektedir. Ülke genelinde ekimi yapılan en yaygın ürün mısır olup, birçok kişi tarımı kendi şahsi tüketimi için gerçekleştirmektedir. Nüfus arasında hayvancılığında önemli bir yer tuttuğu ülkede, nüfusun bir kısmı da mevsimlik işçi olarak çalışmaktadır. Özellikle Güney Afrika Cumhuriyeti'nde bulunan madenlerde çalışan mevsimlik işçiler, bu ülkede Apartheid döneminin bitmesi ile bu ülkede de iş bulma imkanları önemli oranda düşüş kaydetmiştir. Ülkenin 1993 yılında yeniden demokrasiyi geçişinden 1998 yılına kadar sürekli artış gözlenen ekonomik verilerde, söz konusu yıl Maseru'da başlayan iç huzursuzluk ve çatışmaların etkisi ile olumlu hava dağıtılmış, bütçe açık vermeye başlamış ve altyapıya büyük zararlar verilmiştir. Özellikle 2011 yılından sonra yüksek rakımlardan elde edilen elmasın üretilmesi ile ekonomide olumlu gelişmeler yaşanmış ve %5,2 büyüme oranı yakalanmıştır. Lesotho, Güney Afrika Cumhuriyeti, Esvatini, Botsvana ve Namibya ile ortak para birimi bölgesini oluşturmaktadır. "Rand Monetary Area" olarak adlandırılan bölgede Güney Afrika Cumhuriyeti'nin para birimi Rand yerel para birimlerinin yanı sıra ortak para birimi olarak kullanılmaktadır. 1980 yılından bu yana Lesotho'da kullanılan Loti (çoğul:Maloti) 1:1 değişim oranı ile Rand ile değiştirilebilmektedir. 2011 verilerine göre %7,2 enflasyon oranına sahip ülke, ortak para birimi bölgesini oluşturduğu ülkeler ile birlikte "Southern African Customs Union (SACU)" yani Güney Afrika Gümrük Birliği'ni oluşturmaktadırlar. Ülkenin yüksek kesimlerinde kaynağından çıkan birçok nehir, ırmak bulunduğu için, su yönünden zengin olan ülke, bu kaynaklarını "Lesotho Highland Water Project" adını verdikleri baraj oluşumları ile elektriğe dönüştürmekte ve böylece ülkenin çok büyük oranda elektrik ihtiyacını karşılamaktadır. Burada elde edilen elektriğin ve suyun yine büyük bir bölümü de komşu ülke Güney Afrika Cumhuriyeti'ne satılmaktadır. Dış ticaret. Ülke coğrafi konumu gereği dış ticaret faaliyetlerini çok büyük bir oradan SACU ülkeleri ile gerçekleştirmektedir. Lesotho ithalatının %89,5 gibi bir oranını SACU ülkelerden gerçekleştirirken, bu oran içerisinde Güney Afrika Cumhuriyeti'nin oranı %99 seviyesindedir. Geriye kalan ithalatın %7'lik bir bölümü ise Asya ülkelerinden sağlanmaktadır. Ülkenin en önemli ithalat kalemlerini gıda maddeleri, yapı malzemeleri, otomobil, makine ve ilaç oluşturmaktadır. Yüksek meblağlarda gidere neden olan ithalata rağmen, tiftik, tekstil ürünleri, koyun yünü ve canlı hayvan ihracatından elde edilen gelir düşük düzeyde kalmaktadır. Ülke ihracatının %53,9'u SACU ülkelerine, %45,6'sı ise Kuzey Amerika'ya yapılmaktadır. Ülke gelirlerinin, giderlerini karşılamaması nedeniyle Lesotho Amerika Birleşik Devletleri, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi kurumlardan maddi destek elde etmektedir. Turizm. Lesotho, 1980'li yıllardan itibaren ülkeyi turizme kazandırmak için çalışmalar yürütmektedir. Bu alanda sunduğu yürüyüş parkurları ve binicilik ile Maloti dağı önemli bir merkezi oluşturmaktadır. Ayrıca ülkenin doğusunda yer alan Lesotho'nun tek kayak merkezi "Afri-Ski" de son yıllarda ziyaret edilmektedir. Ülkenin önemli turizm bölgeleri şu şekildedir: Ulaşım. Lesotho'da coğrafi konumu ve olumsuz ekonomik veriler nedeniyle düzgün ve kesintisiz bir ulaşım ağı bulunmamaktadır. Ülkenin zor arazi koşulları özellikle doğu bölgelerin belli kesimlerinde ulaşıma ya hiç ya da çok kısıtlı izin vermektedir. Ülkede bulunan az sayıda asfaltlı yol ise "Lesotho Highland Water Project" kapsamında yapılan yollar oluşturmaktadır. Havayolu. Ülke 1970'li yıllardan itibaren "Lesotho Airways" ile gerçekleştirdiği uçuşlar ile başkent Maseru'yu diğer ülke şehirleri olan Johannesburg, Gaborone, Manzini ve Maputo ile birleştirmiş, 1985 yılında yeni açılan I.Moshoeshoe Uluslararası Havaalanı (Moshoeshoe I. International Airport) ile de uluslararası uçuşların yanı sıra küçük uçaklar ile gerçekleştirilen yerel uçuşlarla da Lesotho şehirlerini birbirine bağlamıştır. 1997 yılında Lesotho Airways'in iflas etmesi ve özelleştirme girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması ile günümüzde Lesotho'nun herhangi bir ulusal havayolu firması bulunmamaktadır. O günden bu yana ülkenin tek uluslararası havaalanına Güney Afrika Cumhuriyeti havayolları olan "South African Airways" ve "South African Airlink" tarafından uçuşlar gerçekleştirilmektedir. Demiryolu. Lesotho herhangi bir demiryolu hattına sahip olmamakla birlikte, var olan 2,6 km'lik ray hattı, Güney Afrika Cumhuriyeti şehri Johannesburg'dan başlayan ve başkent Maseru'ya mal taşımacılığında kullanmak üzere döşenen ve böylece şehri Güney Afrika Cumhuriyeti demiryollarına bağlayan bir ray hattıdır. Karayolu. Ülkede trafik soldan akmakta olup, toplu taşıma hizmetleri tam anlamıyla karşılanamamaktadır. Genel olarak dolmuş görevi gören taksiler ile ulaşım sağlanmaktadır. Ülkede var olan 6.000 km karayolunun sadece 1.000 km'si asfaltlanmış bir konumdadır. Doğu bölgelerine göre daha alçak bir konumda bulunan ve nüfus yoğunluğunun daha çok olduğu batı bölgesinde ülkenin güneyinden kuzeyine uzanan bir otoyolu mevcuttur. Ülke genelinde bulunan otoyollar şu şekildedir: Spor. Ülkenin en sevilen spor dalı olan futbol, 1932 yılında kurulan Lesotho Futbol Federasyonu (Lesotho Football Association) tarafından yönetilmektedir. Ülke genelinde bulunan iyi futbolcular daha iyi şartlar altında oynayabilmek adına Güney Afrika Cumhuriyeti'ne gittiğinden dolayı, Lesotho'da ulusal lig istenilen düzeyde bulunmamaktadır. Lesotho ulusal ligi on altı takımın katılımı ile gerçekleştirilmektedir. Taraftarlar tarafından "Likuena" (Sothoca (Türkçe: "Timsahlar") olarak adlandırılan Lesotho millî futbol takımı Şubat 2016'da açıklanan FIFA sıralamasında 152. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 2003 yılında 120. olarak elde etmiştir. Ülkenin millî takımı bugüne kadar FIFA Dünya Kupası veya Afrika Uluslar Kupası gibi herhangi bir uluslararası kupaya genelde elemelerde ilk turda veda ederek katılma başarısı gösterememiş olup, en büyük başarısını 2000 yılında Afrika kıtasının güneyinde yer alan ülkeler arasında düzenlenene COSAFA Kupası'na katılarak elde etmiştir. Lesotho'da futbolun dışında judo, tekvando, boks, uzun mesafe koşuları ilgi gören diğer spor türleridir. Kültür. Ülke nüfus yapısının homojen bir yapıda olması sebebiyle kültür, gelenek ve göreneklerde Basotho topluluğun kültür, gelenek ve görenekleri ağır basmaktadır. Afrika kıtasının birçok ülkesinde olmayan bir şekilde dağlık alanlarda hayatlarını sürdüren Basotholular, yaşam biçimlerini bu şartlara da uygun olarak şekillendirmişlerdir. Ülkede var olan ulusal kültür, tıpkı ulusal dil gibi SeSotho olarak adlandırılmaktadır. SeSotho kültürünün merkezini köyler oluşturmaktadır. Her bir köyün reisi konumunda olan, Avrupa kültüründe belediye başkanı olarak tanımlanabilecek, morena olarak adlandırılan ve o bölgenin şefine bağlı olan liderleri bulunmaktadır. Her köyde var olan ve yuvarlak olduklarında "rondavels" olarak adlandırılan ve kullanımına göre mutfak, depo ya da uyku kabini olarak yapılan kulübeler köylerin özelliklerindendir. Bu kulübelerin etrafında Basotholuların kendi şahsi tüketimleri için mısır, buğday ve fasulye ekimini gerçekleştirdikleri tarlaları bulunmaktadır. Tarlaların aileler arasında paylaşımı köy reisi tarafından yapılmaktadır. Geleneksel olarak kullanılan kıyafetlerden en önemlilerini "mokorotlo" adı verilen, koni şeklinde bir yapısı olan, samanın dokuması ile elde edilen ve tepesinde tüm şapkayı bir arada tutan düğümü bulunan şapka ile yün örtü oluşturmaktadır. Mokorotla, Lesotho'nun simgesi olarak kabul edilmekte olup, ülke bayrağında da yer almaktadır. Simgenin şekli Thaba Bosiu yakınlarında bulunan "Qiloane" kayalığından esinlenerek oluşturulmuştur. Şapkanın yanı sıra çok sık kullanılan bir diğer geleneksek kıyafet olan yün örtü ise ilk olarak I.Moshoeshoe tarafından kullanılmıştır. O dönem İngiliz tüccarlardan aldığı yün örtüyü kullanmaya başlaması ile Basotholular arasında yaygınlaşan kullanımı, günümüzde soğuk ve yağışlı havalarda koruduğu gibi yazın da sıcaktan koruduğu için her mevsim kullanılmaktadır. Lesotho kültürünün en önemli hayvanını ise Midilli atları oluşturmaktadır. İlk olarak 19. yüzyılda Cape Kolonisi bölgesinden getirilen midilli atları, günümüzde dağlık arazilerde yük taşımacılığında kullanılmaktadır. Geleneksel köy kültürünün aksine şehirlerde nüfus Avrupa kültürüne göre yaşamlarını sürdürmektedir. Özellikle başkent Maseru ve üniversitede geleneksel değerlerden sapmalar gözlemlenebilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4396", "len_data": 31029, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.36 }
Malavi ya da resmî adı ile Malavi Cumhuriyeti (İngilizce: "Republic of Malawi", Chewa dili: "Dziko la Malaŵi"), Afrika kıtasının güneydoğu bölümünde yer alan ve denize kıyısı bulunmayan bir kara ülkesidir. Ülke 6 Temmuz 1964 tarihinde Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazanmıştır. Ülkenin başkenti Lilongwe'dir. Malavi olarak bilinen Afrika bölgesi, 10. yüzyıl civarında Akafula ya da bilinen diğer adıyla Abathwa halkı tarafından iskân edildi. Daha sonra bölgeye gelen Bantu toplulukları Akafula’yı yerlerinden ederek 16. yüzyıldan itibaren gelişen Maravi ve Nkhamanga gibi çeşitli krallıklar kurdular. 1891 yılında bölge Britanya tarafından Britanya Orta Afrika Protektorası adıyla sömürgeleştirildi ve 1907’de "Nyasaland" olarak yeniden adlandırıldı. 1964’te Nyasaland, Başbakan Hastings Banda liderliğinde bir İngiliz Milletler Topluluğu ülkesi olarak bağımsızlığını kazandı ve ismi Malavi olarak değiştirildi. İki yıl sonra Banda, ülkeyi tek partili başkanlık rejimine dönüştürerek devlet başkanı oldu; 1971’de ise “ömür boyu başkan” ilan edildi. Ülkenin bağımsızlık dönemi, Banda’nın aşırı baskıcı yönetimiyle karakterize edildi. 1993 yılında çok partili sistemin kabul edilmesiyle birlikte Banda, 1994 genel seçimlerini kaybetti. Günümüzde Malavi, seçilerek başa gelen bir cumhurbaşkanının başkanlık ettiği demokratik, çok partili bir cumhuriyettir. 2024 V-Dem Demokrasi Endeksine göre Malavi, dünyada 74. ve Afrika’da 11. sırada yer alan bir temsili demokrasidir ("electoral democracy"). Ülke, çoğu ülkeyle olumlu diplomatik ilişkilere sahiptir ve Birleşmiş Milletler, İngiliz Milletler Topluluğu, Güney Afrika Kalkınma Topluluğu (SADC), Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı (COMESA) ve Afrika Birliği (AU) gibi çeşitli uluslararası kuruluşlara üyedir. Malavi, dünyanın en az gelişmiş ülkelerinden biridir. Ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalıdır ve nüfusu ağırlıklı olarak kırsal bölgelerde yaşamaktadır. 2007 ve 2008 yıllarında ekonomi, eğitim ve sağlık alanlarında bazı ilerleme göstergeleri kaydedilmiştir. Ülke ismi. Ülkenin ismi yerel bir kelime olan "Maravi"'den (Türkçe: Alev) gelmekte olup, güneşin Malavi Gölü üzerinden batışı esnasında oluşan görüntünün aleve benzetilmesinden esinlenilmiştir. Günümüzde bu kelime tüm ülkenin adı olarak kullanılmakta olup, güneş sembolü ülke bayrağında da kullanılmaktadır. Tarihçe. Sömürge öncesi tarihi. Afrika'nın Malavi olarak bilinen bölgesinde, Bantu halklarının kuzeyden göç dalgaları 10. yüzyıl civarında başlamadan önce çok az sayıda avcı-toplayıcı nüfus bulunuyordu. Bantu halklarının çoğu güneyde yaşamaya devam etse de bazıları kaldı ve ortak atalara dayanan etnik gruplar kurdu. 1500'e gelindiğinde kabileler, günümüzde Nkhotakota adlı yerin kuzeyinden Zambezi Nehri'ne ve Malavi Gölü'nden günümüzde Zambiya olarak bilinen yerdeki Luangwa Nehri'ne kadar uzanan Maravi Krallığı'nı kurmuştu. 1600'den kısa bir süre sonra, bölge çoğunlukla tek bir yerel yönetici altında birleşmişken, yerli kabile üyeleri Portekizli tüccarlar ve ordu mensuplarıyla karşılaşmaya, ticaret yapmaya ve ittifaklar kurmaya başladı. Ancak 1700'e gelindiğinde imparatorluk birçok ayrı etnik grup tarafından kontrol edilen bölgelere bölünmüştü. Hint Okyanusu köle ticareti 1800'lü yılların ortalarında zirveye ulaşmıştı. O dönemde her yıl yaklaşık 20.000 kişinin köleleştirilip Nkhotakota'dan Kilwa'ya götürülüp burada satıldığı düşünülüyordu. Sömürgeleştirme (1859–1960). 1859 yılında David Livingstone Malavi Gölü'ne ulaşmış; 1891 yılında ise Malavi, Birleşik Krallık'ın Britanya Orta Afrika Protektorası adı ile himayesi altına aldığı bir bölge konumuna gelmiştir. Himaye bölgesi, 1907 yılında Nyasaland adı ile sömürge sisteminin bir parçası haline getirilmiştir. 1915 yılında İngiliz hükûmeti, bölgede bulunan yerlilerin askerlik hizmetini yapmasını mecburi kılması sebebiyle, Baptist dini önderi John Chilembwe liderliğinde ayaklanma başlatılmış ve sömürgeci ülke birimlerine karşı özgürlük mücadelesi verilmiştir. Bu olay nedeniyle günümüzde de Chilembwe, Malavi ulusal kahramanı olarak görülmektedir. 1953 yılında, komşu bölgeler Kuzey Rodezya ve Güney Rodezya ile birleştirilerek Rodezya ve Nyasaland Federasyonu sömürge sisteminin bir parçası haline getirilmiştir. Federasyon içerisinde yaşayan ve çoğunlukta olan siyahilerin, beyaz azınlığa karşı başlattığı mücadele neticesinde Britanya, Kuzey Rodezya'nın haricinde Nyasaland'ın da bağımsızlığını kabul etmiştir. 6 Temmuz 1964 tarihinde ülke, Hastings Kamuzu Banda yönetiminde Birleşik Krallık'tan Malavi adı ile bağımsızlığını kazanmış, bağımsızlık ilanından iki yıl sonra da cumhuriyet ilan edilerek Banda yeni cumhuriyetin ilk devlet başkanı olarak seçilmiştir. Bu olay sonrası Banda yıllarca ülkeyi mensubu olduğu Malavi Kongre Partisi (Malawi Congress Party - MCP) ile tek partili bir sistem ile diktatör bir rejim ile yönetmiş, bu rejim ancak 1994 tarihinde yapılan referandum ile sonlandırılabilmiştir. Referandumun yapılmasına yol açan olay ise 1992 yılında birkaç Hristiyan din görevlisinin ülkede siyasi reformların zamanının geldiğini belirten bir mektubu Banda'ya yazarak konuyu aktardıkları olay ile başlamıştır. 1994 yılında yapılan ilk özgür ve bağımsız seçimlerde, United Democratic Front (UDF) partisinden Bakili Muluzi devlet başkanlığı görevine seçilmiş, aynı görevi 1999 yılında yapılan seçimlerde de üstlenmeyi başarmıştır. Muluzi her ne kadar devlet başkanlığı görev süresini uzatan anayasa değişikliğini yapamasa da, kendisinden sonra görevi devralmasını istediği Bingu Mutharika (UDF) 2004 yılında seçimlerde kazanarak devlet başkanı olmuştur. 2004 yılında yapılan bu seçimlerde Mutharika'nın seçilmesinin en önemli nedeni ise muhalefet partilerinin bir aday üzerinde anlaşma sağlamaması ve Mutharika'nın rakibi olarak desteklememesinden kaynaklanmıştır. Mutharika 2009 yılında ikinci bir defa seçilmesinden sonra selefi Muluzi gibi görev süresini uzatmaya yönelik hamlelerde bulunmuş ancak Anayasa mahkemesi böyle bir değişim girişimini yasaklamıştır. 5 Nisan 2012 yılında geçirdiği kalp krizi sonrası hayatını kaybeden Mutharika'nın yerine vekaleten atanan Joyce Banda, 7 Nisan 2012 tarihinde yemin ederek görevine başlamıştır. Coğrafya. Malavi, Afrika kıtasının güneydoğu bölümünde kuzey-güney yönünde uzanan, uzun ve dar topraklara sahiptir. Kuzeyde Tanzanya, batıda Zambiya, güney, güneydoğu ve güneybatıda ise Mozambik ile komşu konumundadır. Ülkenin kuzey-güney yönündeki uzunluğu 850 km, batı-doğu yönündeki uzunluğu ise 350 km'dir. Tüm sınır uzunluğu toplamda 2.881 km olup, bunun 475 km'si Tanzanya, 1.569 km'si Mozambik ve 837 km'si ise Zambiya ile oluşmaktadır. Ayrıca Malavi gölü'ndeki Likoma ve Chizumulu adaları Malavi devletinin hakimiyeti altındadır. Ülkenin sahip olduğu 118.484 km²'lik toprakların %31'i ormandan, %25'i sulak alandan, %20'si tarım alanından ve %15'i ise meralardan oluşmaktadır. Kuzey kesimleri diğer bölgelere göre daha dağlık olup, yükseltiler deniz seviyesinden 3.000 m yüksekliğe kadar çıkabilmektedir. Ülkenin en yüksek dağı 3.002 m ile Sapitwa dağıdır. Ülkenin doğu kısmının neredeyse tamamını kaplayan ve çok büyük bölümü Malavi egemenliği altında olan Malavi Gölü, toplamda 29.600 km² yüzölçümü, 570 km uzunluğu ve 80 km genişliği ile Malavi'nin en büyük gölü ve aynı zamanda Afrika kıtasının en büyük üçüncü iç gölü konumundadır. Ülkenin en uzun akarsuyunu 402 km'lik uzunluğu ile Shire nehri oluşturmaktadır. İklim. Malavi genelinde tropikal bir iklim gözlemlenmektedir. Ülkenin sıcaklığın yüksek olduğu aylar Ağustos ortası ile Kasım ayları arasındadır. Mayıs ile Ağustos ayın ortasına kadar soğuk bir dönem geçiren ülkede, yağmur mevsimi Kasım ile Nisan ayları arasında olup, bu dönem nem oranı sabahları %100'e kadar çıkabilmektedir. Nisan ve Mayıs ayları ise yağmur sonrası dönemleri oluşturmaktadır. Ülkenin yüksek kesimlerinde iklim genel itibarıyla soğuk ve yağmurlu iken, alçak kesimlerde sıcak ve bunaltıcıdır. Malavi gölü civarında da yüksek olan sıcaklık, esen rüzgarlar ile düşebilmektedir. Ülke genelinde en soğuk Temmuz ayıdır. Yıl genelinde sıcaklıklar Kasım-Nisan döneminde 19 °C ve 32 °C arasında, Mayıs-Ekim döneminde ise 14 °C ve 24 °C arasında değişebilmektedir. Siyasi. Malavi, 6 Temmuz 1964 tarihinde Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazanmıştır. 1995 yılında kabul edilen anayasa ile başkanlık tipi demokrasiye geçilmiştir. Başkanlık ve milletvekilliği seçimleri beş yılda bir yapılmaktadır. Ülkede düzenli seçimler yapılmakta ve siyasi partiler arasında iktidar değişimleri yaşanmaktadır. Nüfus. Ülkede, 2016 tahmini verilerine göre yaşayan 18,570,321 nüfusun büyük bir kısmı değişik Bantu halklarından oluşmaktadır. Buna rağmen Malavi'de, bölgede bulunan diğer ülkelere kıyasla çok daha az etnik grup yaşamaktadır. Ülke genelinde farklı kültür ve dili olan 13 etnik grup yaşamaktadır. Etnik gruplar. Malavi'nin nüfusu, Chewa, Tumbuka, Yao, Lomwe, Sena, Tonga, Ngoni ve Ngonde yerli etnik gruplarının yanı sıra Çinliler ve Avrupalılardan oluşmaktadır. En büyük etnik grubu, ismini ülkeye de veren ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve Tonga, Nyanja, Chewa ve Tumbuka gruplarının ortak etnik grup ismi olan Maraviler'dir. Maravileri, Lomwe etnik grubu izlerken, Yao etnik grubu %14,3 ile ülkedeki üçüncü büyük etnik grup konumundadır. Bu üç grup dışındakiler, %10'un üzerinde bir orana sahip olmazken bu üç gruba en yakın etnik grup Ngoni etnik grubudur. Geri kalan ise diğer Malavi'de yaşayan diğer grupları kapsamaktadır. Malavi genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %66,38'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %2,68'i 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %45.87 (erkek 4,843,107/kadın 4,878,983) 15-24 yaş: %20.51 (erkek 2,151,417/kadın 2,195,939) 25-54 yaş: %27.96 (erkek 2,944,936/kadın 2,982,195) 55-64 yaş: %2.98 (erkek 303,803/kadın 328,092) 65 yaş ve üzeri: %2.68 (erkek 249,219/kadın 318,938) Kentsel bölgelerde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %18 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,34 düzeyindedir. Dil. Ülke genelinde Bantuların çoğunlukta olması, kendisini dilde de göstermekte olup, en çok konuşulan diller Bantu dilleridir. Sömürge dönemi sonrası Birleşik Krallık'ın miras olarak bıraktığı İngilizce ile birlikte ülkenin resmi dilli olan Chewa dili, birçok kişi tarafından konuşulmaktadır. Bunun haricinde; yerel olarak Lomwe, Chiyao, Tumbuka, Chinkhonde, Chisena, Chitonga, Chinyakyusa, Chimambya, Chisenga, Chisukwa, Chingoni, Chimambwe ve Chinamwanga dilleri de konuşulmaktadır. Birçok dilin önünde bulunan "Chi" ön eki, yerel dilde "-nin/nın dili" anlamına gelmektedir. Din. 2015 tahmini verilerine göre ülke nüfusunun %86,9u Hristiyan dini inançlarına göre yaşamaktadır. Malavi'de İslam dini inancına göre yaşayanların oranı olan %12,5, Afrika kıtasının bu bölgesi için yüksek sayılabilecek bir orandır. Diğer nüfus ise yerel dinlere inanmaktadır. İslamiyet daha çok ülkenin güney bölgelerinde Yao etnik grubu arasında yaygındır. Bu topraklara ilk olarak 1890'lı yıllarda Arap tüccarlar ile Mozambik üzerinden gelen din, daha sonraları özellikle Yaolar tarafında benimsenmiş ve uygulanmıştır. Ülkede 2015 tahmini verilerine göre Hristiyan nüfusunun %26,9'u Protestan, %18,1'i de Katolik mezhebine inanmakta olup, %41'i ise Presbiteryen ve Avrupalıların misyonerlik faaliyeti sonucu öğrettiği Afrika Hristiyanlığı başta olmak üzere diğer Hristiyan inançlarını benimsemektedir. Politika ve Yönetim. 1966 yılında ele alınan anayasaya göre ülke başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olan ülkede, 1993 yılında değiştirilen bu anayasaya göre, izin verilen tek parti "Malawi Congress Party (MCP)" partisi olmuştur. 1993 yılında gerçekleştirilen referandum ile tek partili sistemden, çok partili sisteme geçişin imkânı sağlanmıştır. Malavi parlamentosunda her beş yılda bir seçilen toplam 177 milletvekili bulunmaktadır. Milletvekilleri gibi devlet başkanı da her beş yılda bir seçilmekte, bir başkan en fazla iki dönem üst üste seçilebilmektedir. Mevcut anayasa 18 Mayıs 1995'te yürürlüğe girmiştir. Hükûmetin dalları yürütme, yasama ve yargıdan oluşur. Yürütme, hem Devlet başkanı hem de Hükûmet başkanı olan bir Başkan, birinci ve ikinci Başkan Yardımcıları ve Malavi Kabinesi'nden oluşur. Başkan ve Başkan Yardımcısı her beş yılda bir birlikte seçilir. Başkan tarafından seçilirse ikinci bir Başkan Yardımcısı atanabilir, ancak farklı bir partiden olmalıdırlar. Malavi Kabine üyeleri Başkan tarafından atanır ve yasama organının içinden veya dışından olabilir. İdari yapılanma. Ülke idari açıdan üç bölgeye ayrılmıştır. Bu üç bölge, kendi içerisinde ayrıca 28 ilçeye bölünmüştür. Şehirler. Malavi'de en çok nüfusu barındıran şehir, başkent Lilongwe'dir. Lilongwe ile birlikte gelişmiş bir ulaşım ağına yerel hizmete sahip şehirler ise Blantyre ve Mzuzu'dur. Ülkenin en büyük beş şehri şu şekilde sıralanmaktadır: Lilongwe (723.576), Blantyre (694.499), Mzuzu (138.325), Zomba (91.860) ve Kasungu (46.569) Ekonomi. Malavi, dünyanın en az gelişmiş ülkelerinden bir tanesi olarak kabul edilmektedir. Ülke genelinde kişi başına düşen millî gelir 320 $ düzeyindedir. Ülke ekonomisi, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kuruluşlar üzerinden gelen fonlara bağımlı bir konumdadır. İnsani Gelişim Endeksi'nin 2012 verilerine göre ülke, toplamda 187 ülke içerisinde 170. sırada bulunmuştur. Nüfusun %85'i kırsal bölgelerde yaşamakta olup, ekonomi ağırlıklı olarak tarıma dayılıdır. Gayrısafî yurt içi hâsılasının üçte biri ve ihracat gelirlerin %90'ı tarımdan kaynaklanır. Ülke genelinde rüşvet çok yaygın bir konumdadır. Malavi'de var olan rüşvet dağıtımı geleneksel hak, imtiyaz ve egemen konumlarına dayalı bir durumdadır. Bu şekilde, ülkenin genel bütçesinin yanı sıra sağlam bir ülke yapısı ve devamlılık için gerekli olan ancak tartışılan ikinci bir kaynak daha oluşturulmaktadır. Ülke genelinde 2008 yılında itibaren birçok Çinli iş insanı yatırımlarda bulunmuş, ancak bu durum yerli halk tarafından kabul gören bir girişim olmamıştır. Yerli üreticiyi korumak adına devlet başkanı tarafından 2012 yılında kabul edilen yasa ile tüm yabancı girişimcilerin ülkenin dört büyük şehir merkezi dışında kalan küçük yerleşim yerleri ve kırsal kesimlerde iş yapması yasaklanmıştır. En fazla ihraç ettiği ürünler, tütün, çay ve şeker kamışı, pamuk, kömür, boksit ve uranyum'dur. Ulaşım. Malavi genelinde uluslararası standartlara uygun toplam altı adet havaalanı bulunmaktadır. İniş ve kalkış pistlerinin gerekli uzunlukta, sağlam ve asfaltlı olduğu bu havaalanlarının iki tanesi başkent Lilongwe'de ve Blantyre'de bulunmaktadır. Bunların haricinde pistlerinin uzunluğu daha kısa olan ve asfaltlı olmayan 37 havaalanı daha mevcuttur. Ülkenin üç uçağı ile hizmet veren ulusal havayolu şirketi Air Malawi'dir. Başkent Lilongwe'ye, ülke içi uçuşlarının yanı sıra Ethiopian Airlines ile Addis Abeba, Kenyan Airways ile Nairobi ve South African Airways ile de Johannesburg şehirlerinden de seferler gerçekleştirilmektedir. Malavi genelinde trafik soldan akmaktadır. Ülke içerisinde bulunan toplam 14.597 km karayolunun 2001 verilerine göre 2.773 km'si asfaltlanmış, 11.821 km'si ise iş makinalarının çakıl taşlarının üzerinden geçerek ve yolları düzleştirerek oluşturduğu yollar konumundadır. Ülkenin nüfusu yoğun şehirleri arasındaki bağlantı yolları genelde asfaltlanmış olup, rahat bir ulaşım sağlamaktadır. Ülke genelinde otobüs hatları şehirler arası yolcu taşımacılığında sık kullanılmaktadır. Ülkenin ilk üç büyük şehri olan Lilongwe, Blantyre ve Mzuzu arasında günlük olarak hızlı otobüs seferleri düzenlenmektedir. Bu üç şehir dışıdaki yerleşim bölgelerinde ulaşım minibüs ile sağlanmaktadır. Ülke içi bağlantıların yanı sıra Lilongwe ve Blantyre'den Johannesburg (Güney Afrika Cumhuriyeti), Lusaka (Zambiya) ve Harare'ye (Zimbabve) günlük olarak otobüs seferleri düzenlenmektedir. Deniz taşımacılığı Malavi Gölü nedeniyle ülkede yaygın olarak kullanılan bir ulaşım aracıdır. MS Ilala ile özellikle Mozambik egemenliği altında olan Malavi Gölü üzerinde bulunan ve Malavi'ye ait olan Likoma ve Chizumulu adalarına seferler düzenlenmektedir. Ülkenin en güney ucunda bulunan Nsanje şehrinde bulunan iç liman Shine Nehri ve Zambezi Nehri bağlantılarını kullanarak ülkenin kıyısı olmasa da Hint Okyanusu'na açılabilme imkânı sağlamaktadır. Ancak bu seferler 2012 yılında Mozambik ile Zambezi Nehri'nin kullanımıyla ilgili yaşanan sorun nedeniyle durdurulmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4397", "len_data": 16368, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Malezya, Güneydoğu Asya’da yer alan, doğu ve batı olarak iki kara parçasına ayrılmış, 13 eyaletten oluşan ve parlamenter monarşi ile yönetilen bir ülkedir. Malezya'da toplam 878 adet ada bulunur. 2017 sayımına göre 32.049.700 nüfusa sahip Malezya’da halkın % 55’i Malay, % 25’i Çinli, % 10’u Hint ve geriye kalan % 10’luk kesimse diğer etnik kökene sahiptir. Bunların 5.440.000'i Doğu Malezya ve 21.200.000'u Batı Malezya'da yaşamaktadır. Resmî dil Malayca olmasına rağmen halkın hemen hemen hepsi kusursuz İngilizce konuşabilmekte, bunun yanı sıra Arapça da geçerli diller arasında yer almaktadır. Ülkede resmî din İslam’dır ve Müslüman olan halkın çoğu Malay kökene sahip, az bir kısmı ise Hint'tir. Budizm, Çinli halk tarafından benimsenen din iken Hindu dini de Müslüman olmayan Hintlerin inancıdır. Hristiyanlık da yaygın olan dinler arasındadır. Malezya federal anayasal monarşiye dayalı parlamenter demokrasi sistemiyle yönetilmektedir. 11’i Batı Malezya, 2’si Doğu Malezya’da olmak üzere toplam 13 eyaleti vardır bu eyaletlerden 9’u Sultanlar, 4’ü valiler tarafından yönetilir ve her beş yılda bir dönüşümlü olarak 9 eyaletin sultanından biri Kral olarak seçilir. Devlet başkanı kraldır. Her eyaletin kendi anayasası, kendi meclisi ve senatosu vardır. Meclisi oluşturan üyeler halk tarafından seçim yoluyla belirlenir. Senatoyu ise sultanlar belirler. Bunların dışında ülkede üç federal bölge vardır ve bu bölgelerin anayasası eyalet yasalarının üstündedir. Federal bölgeleri yöneten ise kraldır. Her ne kadar devletin başı "sultan" olsa da, siyasi partiler Malezya'da sultandan daha önemli kuruluşlardır. En önemli siyasi parti, Malezya'nın bağımsızlığından bile önce kurulan, halkın geneline hitap edip desteğini alan, İslam'ın önemini vurgulayan fakat yine de Batı etkisinden kurtulamayan Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu'dur. Muhalefette ise 1980 yılında kurulan, İslam'ın siyasetin dar bir çerçevesine sığdırılamayacağını, bütün hayata homojen bir şekilde yayılması gerektiğini savunan, kamusal ve toplumsal her alanda İslamîleştirme çalışmaları başlatan ve azımsanamayacak kadar çok destekçisi olan parti, Malezya İslam Partisi'dir. Tarihçe. Malezya, 13'üncü yüzyıla kadar 500 yıl süreyle Srivicala Hindu ve Budist Krallığı'nın bir parçası olarak Sumatra'dan idâre edildi. Malezya daha sonra Cavalılar ve Malakka'nın Malezyalı hükümdarlarının egemenliği altına girdi. 15. yüzyılda Malakka'da İslam yayıldı ve bütün yarımadayı kapladı. Portekizliler 1511'de Malakka'yı ele geçirdiler. Ancak Hollandalılar ile Portekizliler arasında sürekli bir mücadele başladı. 1641'de Portekizliler Malakka'dan çekildi. Hollandalılar 1795 yılına kadar buraya egemen oldular. Penang'da 1786'da ve Singapur'da 1824'te yerleşmeye başlayan İngilizler giderek ticari ve siyasi etkinliklerini artırdılar. Bu arada çeşitli Malezya devletleri üzerinde hak iddia eden Tayland'la mücadeleler yapıldı. Malakka'yı Hollandalılar 1826'da tekrar işgal ettiler. Ancak 1826'da İngilizler Boğazlar Hükûmeti'ni kurdu ve 1914'te son Malezya eyaleti olan Johore İngilizlere boyun eğdi. II. Dünya Savaşı sırasında Malezya, Japonya tarafından işgal edildi. 1948'de Malezya Federasyonu hükûmetine karşı gerillalar bir ayaklanma başlattılar. 1956'da yapılan İngiltere-Malezya konferansından sonra 1957'de Malezya'nın İngiliz Milletler Topluluğu içinde kalması şartı ile bağımsızlığı kabul edildi. Bağımsızlık ve sonrası. 1961'de Malezya başbakanı Abdurrahman, Güneydoğu Asya'daki İngiliz kolonilerinin bir federasyon halinde birleşmesi fikrini ortaya attı. Bu federasyona Malezya, Singapur, Saravak, Sabah ve Brunei sultanlıkları katılacaktı. Çin, Endonezya ve Filipinler'in federasyon fikrini engellemeye çalışmalarına rağmen, İngiltere, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Amerika Birleşik Devletleri'nin desteği ile 16 Eylül 1963'te yeni federasyon kuruldu. Federal devlete Brunei sultanlığı hariç adı geçen bütün devletler katıldı. Yeni federasyon Malezya ("Büyük Malezya") diye adlandırıldı. Ülke topraklarından büyük çıkarı olan İngiltere, Federasyon'un savunma görevini üstlendi. Fakat Çin ile barış isteyen akımların ülke içinde güçlenmesinin yanı sıra, Endonezya'nın gerillacıları fiilen destekleyen tutumu yüzünden federasyon güçlüklerle karşılaştı. Federasyon kurulurken Malezya Federasyonu'nun anayasası bazı değişiklikler ile kabul edilmiştir. Singapur 1965 yılında federasyondan ayrılmıştır. Coğrafya. Güneydoğu Asya ülkelerinden biri olan Malezya, kuzeyden Tayland, Güney Çin Denizi ve Brunei, doğudan Celebes Denizi, güneyden Endonezya, Singapur ve Malakka Boğazı, batıdan ise Hint Okyanusu'na kavuşan Andaman Denizi ile çevrilidir. Akarsu bakımından oldukça zengindir. En önemli akarsuları Rejang, Kelantan, Sai Perak ve Sai Rompın ırmaklarıdır. Malezya toprakları iki büyük kara parçasıyla bunların arasındaki Güney Çin Denizi içinde yer alan adalardan meydana gelir. İki büyük kara parçası Batı Malezya ve Doğu Malezya'dır. Batı Malezya bir yarımada şeklindedir ve ince bir kara bağlantısıyla şimdiki adı Tayland olan Siyam'a bağlıdır. Doğu Malezya, büyük bir kısmı Endonezya hakimiyetinde olan Borneo adasının içindedir. Malezya topraklarının % 30'u tarım alanı, % 61'i ormandır. İklim. Malezya'nın iklimi ekvatoral iklimdir. Muson rüzgarlarının etkisiyle de özellikle Ocak ve Mayıs ayları arasındaki sürekli yağışlar, ülkenin nem miktarının % 80 civarına kadar yükselmesine neden olur. Yıllık yağış ortalaması bölgelere göre büyük farklılık gösterir. Genelde 2000–2540 mm olan bu oran, Sabah'da 1500–4500 mm, Saravak'da ise 300–400 mm arasında değişir. Günlük sıcaklık, alçak yerlerde "21 °C" ilâ "32 °C" arasında iken, yüksek bölgelerde daha düşüktür. Başlıca özellikleri sıcaklık, rutubet ve nem olan iklimi sebebiyle, ülkenin % 70'ini kaplayan tropikal ormanları vardır. Ormanlardaki mevcut 15.000 tür bitkinin 6000 türünü çeşitli ağaç cinsleri meydana getirir. Bu ağaçlardan bazıları 45 m yüksekliğe kadar büyüyebilir. Bambu gibi kerestesi makbul ağaçlar ve kauçuk ağaçları ve daha 800'ü aşkın tür orkide yetişir. Ekonomi. Malezya Güneydoğu Asya ülkeleri içerisinde yıllık kalkınma oranı en fazla olan ülkelerden biridir. Malezya, ekonomik açıdan kendi kendine yeterlidir. Enflasyonu düşük, güçlü bir sermaye yatırımına sahip ekonomisi, sürekli gelişme içerisindedir. Kişi başına düşen millî gelir 15.123 dolardır. Malezya'nın 2024 yılı sonuna kadar yaklaşık yarım trilyon dolarlık nominal GSYİH'ya sahip olacağı tahmin ediliyor. Malezya'nın ekonomisi çok güçlü ve çeşitlendirilmiş olup, yüksek teknolojili ürünlerin ihracat değeri 2022'de yaklaşık 66 milyar dolara ulaşacak. Malezyalılar, Güneydoğu Asyalı komşularının çoğuyla karşılaştırıldığında nispeten varlıklı bir yaşam tarzına sahiptir. Bunun nedeni hızla büyüyen ihracat odaklı ekonomi, nispeten düşük milli gelir vergileri, çok uygun fiyatlı yerel gıda maddeleri ve ulaşım yakıtları ve tamamen sübvansiyonlu tek ödemeli kamu sağlık sistemidir. Tarım. Tarım şu anda Malezya ekonomisinde küçük bir sektördür ve Malezya'nın GSYİH'sının yalnızca %7,1'ine katkıda bulunmaktadır. Malezya'da 7.605.000 hektar ekilebilir tarım arazisi ve kalıcı tarım arazisi bulunmaktadır. Malezya aynı zamanda dünya kauçuk ihracatında da lider konumdadır; Malezya, kaliteli ve uygun fiyatlı kauçuk ürünleri nedeniyle dünya çapında iyi bir üne kavuşmuştur. Malezya'daki kauçuk üreticileri, ABD, Japonya, Çin gibi birçok ülkeye ve Avrupa'nın birçok ülkesine tıbbi eldivenler, araba bileşenleri, kemerler ve hortumlar gibi çeşitli kauçuk ürünleri tedarik ediyor. Malezya'nın tarım sektörü kauçuğun yanı sıra kauçuk da üretiyor palmiye yağı, çay, kakao, hindistan cevizi, durian, ananas, pirinç ve rambutan gibi diğer tarım ürünleri. Bunun dışında Malezya aynı zamanda odun, biber ve tütün ihracatçısıdır. Maden. Maden bakımından da zengin bir ülke olan Malezya, kalay üretiminde dünya birincisi olup, dünya kalay üretiminin %70'ini karşılar. Diğer önemli madenleri demir, boksit, petrol, manganez, altın, tungsten ve titanyumdur. Sanayide Güneydoğu Asya ülkeleri arasında ileri bir seviyededir. Başlıca ihracatı kalay, demir filizi, boksit, kereste ve teneke kutu yağıdır. Sanayi. Malezya sanayi bakımından gelişmiştir. Petrol arıtma tesislerinin yanı sıra otomobil, dayanıklı tüketim malları, tekstil ürünleri, çeşitli gıda maddeleri, çimento, diğer inşaat malzemeleri, mobilya, ağaç ürünleri, kâğıt, malzemeleri, kimyasal maddeler, gübre, kauçuk, plastik eşya, mekanik araçlar, elektrik gereçleri ve ilaç. Üreten çok sayıda fabrika kurulmuştur. İmalat sanayisinin gayri safi yurt içi hasıladaki payı % 27'dir. Çalışan nüfusun yaklaşık %18'i sanayi sektöründe iş görmektedir. Ayrıca Malezya, küresel yarı iletken pazarında önemli bir merkezdir ve dünyanın üçüncü büyük yarı iletken cihaz ihracatçısıdır. Malezya, yarı iletken endüstrisi için 100 milyar doların üzerinde yatırım hedeflemeyi planladığını duyurdu. Ülkenin küresel yarı iletken üretim merkezlerinden biri haline gelmesini sağlamak. Demografi. Etnik yapı. 2006 sayımlarına göre Malezya'nın nüfusu 26.640.000'dir. Bunların 5.440.000'i Doğu Malezya ve 21.200.000'i Batı Malezya'da yaşamaktadır. Malezya'da yıllık nüfus artış hızı % 2,4'tür.15 yaşın altındaki insan sayısı toplam halkın % 34'üdür. Halkın % 50,4'ü Malay, % 23,7'si Çinli, % 11'i yerli, % 7,1'i Hint ve % 7,8'i diğer etnik gruplardır. Din. Malezya sahip olduğu etnik gruplar ve kültürler kadar din bakımından da bütün bir ülke değildir. Malezya'da en önemli din halkın yarıdan fazlasının inandığı Müslümanlık olmakla birlikte ikinci büyük din Budizmdir. Bumiputralar. Malezya'da birinci sınıf vatandaş anlamına gelen Bumiputra'lar vergi ödemez, Üniversite'ye sınava girmeden alınır. Bumiputralar sadece Malaylar arasından çıkar. Eğitim. Malezya da eğitim, federal hükûmetin Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilir. Çoğu Malezyalı eğitime üç ilâ altı yaşları arasında anaokulunda başlar. Anaokulları genel olarak özel olarak çalıştırılsa da, devlet tarafından yönetilen okullar da mevcuttur. İlkokul. Malezya'da İlkokul yedi yaşında başlar ve altı senedir. Eğitim dili okullara göre değişmektedir. Malayca, Çince, Tamilce ve İngilizce eğitim veren okullar vardır. Genel olarak devlet tarafından yönetilen ve denetlenen olarak iki türlü ilk öğretim okulu mevcuttur. Ulusal okullar ("Sekolah Kebangsaan") Malayca ağırlıklı olarak eğitim verirken, Ulusal-tip okullar ("Sekolah Jenis Kebangsaan") Çince ve Tamilce ağırlıklı eğitim vermektedir. Ortaokula başlamadan önce, 6. sınıfta, öğrenciler "Ujian Pencapaian Sekolah Rendah" (UPSR) veya "İlköğretim Takdir Sınavı" adı verilen sınava girerler. Ayrıca önceleri "Penilaian Tahap Satu (PTS - İlk seviye takdir) sınavı verilen başka bir sınavda yapılmaktaydı. Bu sınavla başarılı öğrenciler anlaşılması ve 4. sınıf atlanarak 3. sınıftan 5. sınıfa atlamaları sağlanmaktaydı. Bu sınav 2001 yılında kaldırıldı. Ortaokul ve Lise. Ortaokul Toplam 5 sene olup, özel okulda okumak isteyen öğrenciler ilkokul sonrası yapılan ("UPSR") sınavı sonuçlarına göre çeşitli özel liselere kayıt yapabilmektedirler. Devlet liselerine kayıt yapmak için sınava girmeye gerek yoktur. Bu okullardaki başlıca diller Malayca, Çince, Tamilce ve İngilizcedir. Lise 4'ten Lise 5'e geçmek için "PMR" sınavı vardır. Üniversite. Üniversite harç parası ve üniversitedeki bütün masraflar projeden sorumlu hoca tarafından karşılanır. Eğitim süresi lisans için üç ilâ sekiz sene, mastır için iki ilâ üç sene ve Doktora için üç veya daha fazla senedir. Eğitim dili mühendisliklerde % 80 İngilizce, % 20 Malayca, sosyal bilimlerde % 50 İngilizce, % 50 Malayca. Yüksek lisans ve doktora eğitiminin tamamı İngilizce yapılmaktadır. Yabancı öğrenciler. Malezya'daki yabancı öğrencilerin çoğunluğunu Arap ülkelerinden gelenler oluşturur. Öğrenciler genellikle yaşlı ve eğitim seviyeleri düşüktür. Arap öğrencilerin çoğunluğunu Sudan ve Libyalılar oluşturur. Sudanlıların büyük bir kısmı Malezya'dan burslu, yani üniversitedeki projelerde çalışır. Türkiye için şu anda danışmanlık adı altında birçok sahte ve yetersiz siteye rastlanmaktadır. Malezya'da öğrenim görmek isteyen öğrencilerin, danışmanlık şirketlerinin yetki belgelerini istemesi ve dikkatli olmaları tavsiye edilir. Siyaset. Malezya krallıkla yönetilen ve çok partili demokratik sisteme dayalı bir konfederasyondur. Konfederasyonu oluşturan federal eyaletler de krallıkla yönetilir. Batı Malezya'da bulunan eyaletlerin krallarından biri dört yıllığına genel kral, yani "yüce başkan" seçilir. Ülke 31 Ağustos 1957'de yürürlüğe konan anayasayla yönetilmektedir. İki meclisli bir parlamenter sistem uygulanmaktadır. Birinci meclis 69, ikinci meclis 180 üyeden oluşur. Bu meclislerin üyeleri serbest genel seçimlerle belirlenir. Malezya Birleşmiş Milletler, D-8, İslam Konferansı Örgütü, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği, İngiliz Milletler Topluluğu ve Uluslararası Para Fonu gibi birçok uluslararası örgüte üyedir. Ulaşım. Malezya'da ulaşım gelişmiştir. Ülkede Malezya'nın karayolu ağı 290.099 kilometreyi kapsıyor. Bunun 288.083 kilometresi asfalt, 2.016 kilometresi paralı yol. 2.783 km Demiryolu vardır. Su yolları da ülkede önemli yer tutar. 7,296 km su yolu vardır. 115 Havaalanına karşılık vardır. Başlıca limanları: Bintulu, Kota Kinabalu, Kuantan, Kuching, Kudat'tır. Malezya'nın hayatında su yolları önemli bir yer alır. Halkın çoğu, su yollarına veya deniz kıyısına yakın yerlerde oturur. Bazı yerler sık ormanlarla kaplıdır. Bu sebeple su yolları, en kullanışlı ve en pratik ulaşım şeklidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4398", "len_data": 13422, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.62 }
Maldivler (Maldivce: ދިވެހިރާއްޖެ, "Dhivehi Raajje") ya da resmî adıyla Maldivler Cumhuriyeti, Hint Okyanusu'nda 1.200 adadan oluşan bir devlettir. Hindistan'ın güneyinde ve Sri Lanka'nın yaklaşık 750 kilometre (435 mil) güneybatısında yer alır. Küresel iklim değişiklikleri yüzünden yüz yıl içerisinde sular altında kalacağı öngörülmektedir. 1.200 adanın sadece 281'inde insan yaşamaktadır. 1.000 civarında ada hâlen boştur. Yerleşim bulunan 281 adadan 195'inde Maldivliler, 86 ada ise "otel ada" şeklinde kullanılmaktadır. Maldivliler adada yer alan tek etnik gruptur ve Hint-Aryan kökenli bir halktır. Halk Maldivce konuşmakta olup, %97'si Müslümandır. Devlet başkanlık tipi cumhuriyet ile yönetilmektedir. Tarih. Adalarda yerleşim binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Daha önce Budist olan ada halkı, geleneksel anlatıya göre 12. yüzyılda Somalili Arap tüccar Ebu'l Berekat el-Berri'nin tebliğiyle Müslümanlığı seçmiştir. Sırasıyla, Portekiz ve Hollanda İmparatorluğu'nun askerî harekâtları sonucunda kısa süreli olarak bu devletlerin hakimiyeti altında kalmış adalar, 75 sene Britanya İmparatorluğu'nun himayesinde kalmıştır. Ada grubu, 1965 yılında Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Daha sonra 3 sene Kral Muhammed Ferid saltanatı devam etmiştir. 11 Kasım 1968'de Monarşi kaldırılmış ve İbrahim Nasir başkanlığı idaresinde cumhuriyete geçilmiştir. Cumhuriyet idaresine geçiş sembolik olmaktan öteye gitmemiş olsa da, 1970'lerin başlarından itibaren turizm adalarda gelişmeye başlamıştır. 1968'den bu yana Devlet Başkanı olan Ma’mûn Abdülgayyum, Ekim 2008'de yapılan seçimlerle iktidarını Muhammed Neşid'e bırakmıştır. Coğrafya. Maldivler, Güney Asya'da, Hint Okyanusu'nda yer alan bir atol grubudur ve Hindistan'ın güneyinde yer alır. Coğrafi açıdan 3 15 Kuzey enlemi, 73 00 Doğu boylamında konumlanmıştır. Yüzölçümü 300 km² olup, toplamda 644 km'lik bir sahil şeridine sahiptir. Ülke, diğer ülkelerlerle bir sınır paylaşmamaktadır. Maldivler'de tropikal iklim baskındır. Arazi yapısı açısından beyaz kumsallar ve düzlüklerden oluşur. Deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 2,4 metredir, en alçak noktası Hint Okyanusu 0 m, en yüksek noktası Addu Atolu 2.4 m'dir. 2005 verilerine göre tarıma uygun topraklar ülkenin %13,33'ünü kaplar. Daimi ekinler %30, diğer araziler %56,67 oranlarına sahiptir. Demografi. Nüfusun neredeyse tamamını Maldivliler de denen Divehiler oluşturur. Bu halk Hint-Aryan kökenli olmaktadır. Divehiler tarafından konuşulan bir Hint-Aryan dili olan Maldivcenin yanında İngilizce de resmî statüye sahiptir. Nüfusun %97'si İslam inancını benimsemiştir. Yönetim. Mahkeme başkent Male'dedir. İslamî ve İngiliz yasalarından oluşan bir anayasa uygulanmaktadır. Ekonomi. Turizm ve balıkçılık, Maldiv ekonomisinin iki temel bileşenidir. Gemicilik, bankacılık ve taşımacılık da hatırı sayılır bir hızla büyümektedir. Maldiv para birimi rufiyaadır. Dünyanın tüm büyük kara parçalarına uzak bu adalar ülkesinde hemen her şey ithalat yoluyla sağlandığından, yerel halk büyük bir sıkıntı çekmektedir. Turizm. Turizmin gelişmesi, ülkenin ekonomisinin de büyümesini sağlamıştır. Doğrudan ve dolaylı olarak istihdam ve gelir artışı sağlamıştır. Günümüzde turizm ülkenin en büyük döviz kaynağı haline gelmiştir ve ülke ekonomisinin %20'sini oluşturmaktadır. 84 turistik tesisi ile 2000 yılında 467.154 turisti ağırlamıştır. Maldiv Adaları 2008 yılında 683.012 turisti ağırlamıştır. En fazla turistin geldiği ülkeler: İngiltere, İtalya, Almanya, Rusya ve Fransa'dır. Maldivler'de resortlar adalar üzerine kurulmuştur ve her resort genelde adanın adıyla anılmaktadır. Resortlardan en ünlüleri: One and Only Reethi Rah Resort, Huvafen Fushi Resort, Naladhu Resort, W Retreat Resort, Banyan Tree Resort, The Beach House at Manafaru Resort, Ayada Resort ve Sheraton Resort'tur. Resortlarda iki ayrı oda kategorisi bulunmaktadır: Beach Bungalow (Sahil Villa) ve Water Bungalow (Suüstü Villa). Water Bungalowlar, denizin üstüne çakılan kazıklar üzerine inşa edilmiştir. Birçok resortta "no news-no shoes" (haber okumak ve ayakkabı giymek yok) uygulaması vardır. Tesislerin çoğunda "butler" (bir çeşit uşak, sadece kişiye özel hizmet eden görevli) bulunur. Ayrıca, birçok resorta 12 yaş altı çocuk kabul edilmemektedir. Water Bungalowlar 12 yaş altı çocuklar için güvenlik gerekçesiyle yine yasaktır. Balıkçılık. Maldiv ekonomisi yüzyıllardır bütünüyle balıkçılık ve diğer deniz ürünleri üzerine kuruludur. Balıkçılık ülke halkının ana mesleğidir ve balıkçılık sektörünün gelişmesine yönelik çalışmalar hükûmetin özellikle öncelik verdiği bir iştir. 1974 yılında geleneksel balıkçılığı makineleştiren "Dhoni" isimli balıkçı botu, balıkçılığın ve daha genel anlamda ülke ekonomisinin gelişmesinde önemli bir kilometretaşı olmuştur. 1977 yılında Felivaru adasında bir Japon firmasının iş birliği ile balık konserve fabrikası kurulmuştur. Ev endüstrisi. Turizm sektörünün gelişmesi, ülkede geleneksel hasır dokuma, ahşap işleri, el işleri, halat yapımı gibi ev endüstri ürünlerinin gelişmesine de hız kazandırmıştır. Matbaacılık, PVC boru yapımı, tuğla yapımı, deniz motoru tamiri, giyim eşyası üretimi ve içme suyu şişeleme gibi sektörler de son zamanlarda gelişmektedir. Kültür. Maldivlerin kültürü komşu olan yakın Sri Lanka ve Hindistan kültürleri benzer. Bunun nedeni zamanında adalara göç eden insanların Sri Lanka'dan gelmesidir. Dünyanın tüm büyük kara parçalarına uzak bu ülkenin gelişimi çok dinamik değildir. Bu nedenle son 1980'lere kadar fazla değişikler olmamıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4399", "len_data": 5509, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.48 }
Malta, resmî adıyla Malta Cumhuriyeti (), Güney Avrupa'da, Orta Akdeniz'de yer alan, Sicilya'nın güneyindeki adalar devleti. Malta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşur. Büyükleri: Malta, Gozo ve Comino'dur. Takımadalar arasında en büyüğü olan Malta 237 km², Gozo 68 km² ve Comino 2 km² yüz ölçümüne sahiptir. Tarih. Tarih öncesi. Malta'da ilk yaşayan insan belirtileri 1. Neolitik Döneme dayanmaktadır. Yeni Taş Devri insanlarının varoluş kanıtlarına Malta'nın güneyinde, Birzebbuga'nın yakınındaki Ghar Dalam mağarasında rastlanmaktadır. Arkeologlar bu bölgede önceki dönemlerden kalma geyik, hipopotam ve bodur fillerin kalıntılarını da keşfetmişlerdir. Bu kalıntılar, Malta'nın günümüz Avrupa ve Afrika kıtalarına bağlı olduğu dönemlere aittir. Takip eden koloniler, büyük ihtimalle Sicilya'dan geldikleri tahmin edilen, tapınak inşa eden ırklar (topluluklar) getirmişlerdir. O dönem yaşamış olan Maltalılar, binlerce yıldan sonra bile bugün hala ayakta kalabilmeyi başarmış, hayat tarzları ve medeniyet düzeyleri hakkında bizleri hayrete düşüren yapılar bırakmışlardır. Araştırmacılar Ggantija'da (Gozo) bulunan tapınakların yeryüzünün en eski, tek başına ayakta durabilen abideleri olarak nitelendirmektedirler. Restorasyon çalışmaları nedeniyle geçici olarak kapalı olan Paola'daki Hypogeum, tarih öncesi dönem mühendisliğinin olağanüstü başarısının bir göstergesi olarak, kayalardan oyulmuş odalar ve labirent geçişleriyle türünün tek yeraltı tapınağıdır. Diğer tapınaklar Mnajdra, Hagar Qim, Tarxien görülmeye değer pek çok yer gibi Malta'nın "Kutsal Ada" oluşu teorisini doğrulamaktadır. Eski Medeniyetler. MÖ 800 ile MS 870 yılları arasında Malta, adadaki varlıklarına dair belirgin izler bırakan ve art arda gelen medeniyetlerin beşiği olmuştur. MÖ 8. yüzyılda Fenikelilerin adaya gelmesi tarih öncesi çağların sona ermesi ve Malta'nın tarih sayfalarına girmesinin müjdecisi olmuştur. Yeni hükümdarlarının ticari becerileri sayesinde Akdeniz komşularıyla artan ilişkiler ve ticaretin getirdiği yararlarla Malta Adaları'nın yalnızlığı da sona ermiştir. Fenikelilerin bölgedeki hakimiyeti MÖ 5. yüzyılda yavaş yavaş sönmeye başlamış ve yerini onları takip eden Kartacalılara bırakmıştır. Kartacalılar MÖ 480 dolaylarında Malta'yı devralmış ve yaklaşık iki yüzyıl hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. MÖ 218 yılında Malta Adaları, bölgeye baştan başa yayılarak büyük bir imparatorluk olan Romalıların bir parçası olmuştur. Romalılar döneminde meydana gelen en önemli olay ise hiç şüphesiz MS 60'taki St. Paul gemi kazası ve akabinde de yerel nüfusun yeni bir din olan Hristiyanlığa geçmesidir. MS 4. yüzyılın sonlarına doğru Malta Doğu Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiştir. Arap hakimiyetinin 1090 yılında Normanların istilası ve adayı fethetmesiyle sona ermesine rağmen etkileri 13. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. "Norman" dönemi nispeten kısa sürmüştür ve bu dönemden sonra Malta art arda gelen hükümdarlar dönemine girmiştir. Şövalyeler. Hospitalier Şövalyeleri, 1530'dan 1798'e kadar Sicilya Krallığı'nın bir vasal devleti olarak Malta'yı yönetmiştir. Bu yönetime Hospitalier Maltası ismi verilmektedir. Neolitik dönemden yüzlerce yıl sonra 1530 yılında adaya gelen St.John'un emrindeki şövalyeler beraberlerinde bambaşka, zengin bir kültür getirdiler. St. John şövalyelerinin tarihi, 11. yüzyılın ortalarında başlar. Şövalyelerin gerçek görevi, savunma yapmak, Hristiyan hacılara kutsal topraklara kadar refakat etmek ve zor durumda olan insanlara yardımda bulunmaktı. Fakat daha sonraları amaçları değişti. Hristiyan olmayanlara saldırmak en büyük görevleri haline geldi. Şövalyeler Hristiyanlık dininin askerleri durumuna geldiler. Kutsal topraklardaki bütün kaleleri, büyük arazileri, her şeyi ele geçirdiler ve bir donanma kurdular. 1291'de Müslümanların gelişiyle, şövalyelerin durumu değişti. Rodos'u geri alarak Türklere karşı iki yüzyıl mücadele ettiler ama 1522'de Kanuni Sultan Süleyman Rodos'u ele geçirerek, şövalyeleri adanın dışına sürdü. Yeni bir vatana ihtiyaç duyan şövalyeler 1530'da imparator Şarlken'in verdiği imtiyazlarla Malta'ya yerleştiler. Gelir gelmez ticareti ve sosyal ilişkileri geliştirmeye başladılar, yeni hastaneler yaptılar, en önemlisi de adada güçlü bir kalkınma hareketi başlattılar. Fakat Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa'nın geçiş yolları üzerinde bulunan Malta'yı da imparatorluk sınırlarına katmak istiyordu. 1565'te güçlü bir donanma ile Malta'ya geldi ve kuşatma başlattı. Kuşatma 4 ay kadar sürdü. Sonunda Sicilya'dan gelen yardımla şövalyeler galip geldiler. Şövalyeler bu savunmayla Güney Avrupa'nın ve Hristiyanlık aleminin güvenini kazandılar. Türklere karşı kazanılan bu zaferden sonra, Malta ve Gozo'yu büyük bir şevkle geliştirmeye başladılar. Adalar, bu dönemde mimarlık, sanat ve kültür açısından altın devrini yaşadı. Malta'daki pek çok görkemli yapı bu dönemin eserlerindendir. Valletta şehri, ismini şövalyelerin büyük ustası Jean Parisot De La Vallette'den almıştır. Valletta en erken dönem raylı sistemin kullanıldığı şehirlerden biridir. Fransızlar. Malta'daki Fransız hakimiyeti kısa ve inişli çıkışlı olmuştur.1798'de adaya gelen Napolyon ve kuvvetleri adalılar tarafından başta iyi karşılanmışlardı. Buna rağmen St. John şövalyeleri tarafından, Fransa'dan gelen devrimci fikirler nedeniyle hiç sevilmediler. Yeni hakimlerin getirdiği radikal değişiklikler hala kilise ve soylular tarafından yönetilen ve her iki kuruma da sadık yerlilerin gözüne fazla göründü. İlkokulların kurulması ve bunun gibi olumlu yasalar bunu kiliseye karşı bir hareket olarak nitelendiren halkta dengesizlikler yarattı. Eylül 1800'de Malta'nın özgürlüğüne kavuşmasına yardımcı olmaya gelen Britanya kuvvetlerinin kuşatmasına kadar Fransızlar gelişlerinden 3 ay sonra ayaklanan halk tarafından Valletta ve Three Cities'in gerilerine sürülmüş ve orada kalmışlardır. Böylece Britanya filosu Grand Harbour'a girmiş ve 1,5 yüzyıl oradan ayrılmamıştır. Britanyalılar. Britanya hakimiyetinin Malta tarihinde önemi büyüktür. Fransızların kovulması için Maltalılara yardım eden İngilizler kendilerini adanın hakimi olarak buldular fakat başta toprakları ellerinde tutup tutmamakta tereddütlüydüler. 1802'de yapılan bir anlaşmayla Malta'nın St. John düzenine geri dönmesine karar verilmiş ancak halk eski hükümdarlarına geri dönme taraftarı olmamış ve İngiliz himayesi altında kalmak istemiştir. 1814'te imzalanan Paris Anlaşması'yla İngiliz İmparatorluğu'na katılan Malta, İngiltere için Doğu'ya bir atlama taşı olarak stratejik önemini korumuştur. 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlığını ilan eden Malta'da İngiliz kuvvetleri 31 Mart 1979 tarihine kadar varlıklarını korumuşlardır. Günümüz Tarihi. Malta, 1964'te bağımsızlığını kazanmasının ardından Milliyetçi Parti yönetimine geçmiş, aynı yıl İngiliz'lerle yapılan bir anlaşmayla, İngiltere'nin askerlerini beş yıl içinde geri çekmesi kararlaştırılmış, 1965'te de Avrupa Konseyi'ne üye olmuştur. 1971 seçimlerinde İşçi Partisi iktidara gelmiş ve hükûmeti İngiliz egemenliğine karşı mücadele eden Dominic Mintoff kurmuştur. Yeni hükûmet dış politikada köklü değişikliklere gitmiş, Amerikan savaş gemilerinin Malta'ya uğraması yasaklanmış, Libya ile iyi ilişkiler kurulurken, Sovyetler Birliği ve Çin'e yaklaşılmış, bu durum NATO'nun yapmayı vadettiği yardımın üçte ikisini, İngiltere'nin de geri kalanını ödemesini sağlamıştır. İç politikada 18 yaşındaki gençlere oy hakkı verilmiş, eşit işe eşit ücret ilkesi benimsenmiş ve 1974'te İngiltere adına bir vali tarafından yönetilen Malta'da cumhuriyet ilan edilmiş devlet başkanlığına Antony Joseph Mamo seçilmiştir. 1976 seçimlerinde devlet başkanlığına Anton Buttigie getirilmiş, genel seçimlerde İşçi Partisi iktidarını korumuştur. Başbakanlık görevini sürdüren Dominic (Dom) Mintoff, Arap ülkelerine daha yakın bir politika izleyerek, Avrupa ile Arap ülkeleri arasında bir köprü olmaya çalışmış, Arap ülkelerinden Libya ve Cezayir, Batı ülkelerinden İtalya ve Fransa'nın Malta'nın tarafsızlığını garanti etmelerini sağlamak istemiştir. 1979'da, İngiliz askeri üsleri boşaltılmış, NATO'dan alınmış borçların ödenebilmesi için Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne başvurulmuş ve Çin HC'den alınan yardım giderek artmıştır. 1980'de Libyalı danışmanlar ülkeden sınır dışı edilmiş, ardından, İtalya ile Malta'nın tarafsızlığını gerekirse askerle korumayı güvenceye alan bir savunma antlaşması imzalanmıştır. 1981'de de eski NATO sarnıçlarından Sovyetler Birliği'ne yararlanma hakkı verilmiştir. Aynı yıl yapılan seçimlerde İşçi Partisi, Milliyetçi Parti'den daha az oy almasına karşın, seçim sisteminin sonucu iktidarını sürdürmüş, ancak 1987 Mayıs'ında yapılan seçimleri kazanan Milliyetçi Parti 14 yıllık İşçi Partisi iktidarına son vermiştir. 1 Mayıs 2004'te Avrupa Birliği'ne üye, 1 Ocak 2008'den itibaren de Avro Alanı'na dahil olmuştur. Coğrafya. Malta, Malta Kanalı boyunca güney İtalya'dan 80 km kadar uzaklıkta orta Akdeniz'deki (doğu havzasında) bir takımada'dır. Yalnızca en büyük üç adada-Malta (Malta), Gozo (Għawdex) ve Comino (Kemmuna)-'da yerleşim vardır. Takımadanın adaları, Sicilya ve Kuzey Afrika arasındaki kara köprüsünün yüksek yerlerinden oluşan ve son buzul çağından sonra deniz seviyesi yükseldikçe izole olmuş sığ Malta platosu üzerindedir. Takımadalar, Afrika tektonik plakasındadır. Malta, yüzyıllar boyunca bir Kuzey Afrika adası olarak kabul edildi. Malta'da hiç dağ ya da akarsu yoktur ve adanın karakteristik özelliğini teraslanmış alanları ve bir dizi alçak tepeleri teşkil eder. 137 kilometre uzunluğundaki kıyılarında ise güzel kumsallara sahip pek çok koy ve liman vardır. İklim. Malta Adaları, yumuşak geçen kışları ve sıcak yaz sezonuyla sağlıklı bir iklime sahiptir. Soğuk rüzgarlar, kar, don ve sis Malta'da bilinmeyen terimlerdir. Nisandan sonra seyrek olmakla birlikte yazın neredeyse hiç rastlanmayan yağışlar en çok Eylül ile Nisan ayları arasında görülür. Sıcaklık kış aylarında (Kasım - Nisan) ortalama 14.3 °C, yaz aylarında (Mayıs- Ekim) ise ortalama olarak 32.6 °C civarındadır. Malta adaları, sıcak yaz günleri ve gecelerinde denizden esen serin meltemlerle, Temmuz ayı ortalarından Eylül ayı ortalarına kadar devam eden sıcaklığın yüksek olduğu dönemlerde bile, nadiren aşırı sıcaklara maruz kalır. Tarlaların çoğunluğu küçük ve az eğimlidir. Fakat yağış eksikliği ve ters arazi koşullarına rağmen tarım gelişmiştir. Ekonomi. Malta ekonomi olarak sıkıntı çekmeyen bir ülkedir. Ülkede evsiz bulunmamaktadır. Ülkede 35'ten fazla dil okulu bulunmaktadır ve yıllık bazda 2021 yılında 56.635 öğrenci, 2022 yılında, 78.567 öğrenci ve 2024 yılında 80.946 öğrenci dil eğitimi için Malta'yı tercih etmiştir. 2024 yılında dil eğitimine giden öğrenciler 33 farklı dil okuluna gitmiştir. Dil eğitimine giden öğrenciler arasında en çok öğrenci İtalya, Fransa, Almanya, Polonya ve Avusturya gibi ülkelerden gelmektedir. İngiltere, Çin Halk Cumhuriyeti, Libya ve Suudi Arabistan ile ekonomik açıdan iyi ilişkiler içerisindedir. Genel. Malta, Uluslararası Para Fonu'na (IMF) göre diğer 32 ülke ile birlikte gelişmiş ekonomi olarak sınıflandırılmıştır. 1800 yılına kadar Malta, ihracat için pamuğa, tütüne ve tersanelerine bağlıydı. İngiliz kontrolü altına girdikten sonra, özellikle 1854 Kırım Savaşı sırasında Kraliyet Donanması'nın desteği için Malta Tersanesi'ne bağımlı hale geldiler. Askeri üs, zanaatkarlara ve orduya hizmet eden herkese fayda sağladı. 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılması, limana giren gemi taşımacılığında büyük bir artış olduğundan, Malta ekonomisini destekledi. Yakıt ikmali için Malta rıhtımında duran gemiler adaya ek fayda sağlayan Entrepôt ticaretine yardımcı oldu. Ancak, 19. yüzyılın sonlarına doğru ekonomi kötüleşmeye başladı ve 1940'lara gelindiğinde Malta ekonomisi ciddi bir kriz içindeydi. Bunun nedenlerinden birisi daha az yakıt ikmal durağı gerektiren yeni ticari gemilerin daha uzun menzilli olmasıydı. Malta'nın başlıca kaynakları kireç taşı, elverişli coğrafi konumu ve üretken işgücüdür. Malta, gıda ihtiyacının sadece yüzde 20'sini kendi üretir, yaz aylarındaki kuraklık nedeniyle tatlı su kaynakları sınırlı ve bol güneş ışığından gelen güneş enerjisi potansiyeli dışında hiçbir yerel enerji kaynağı yoktur. Ekonomi dış ticarete (yük aktarma noktası olarak hizmet verir), imalata (özellikle elektronik ve tekstil) ve turizme bağlıdır. Malta'da biyokapasite erişimi dünya ortalamasının altındadır. 2016'da Malta, kendi topraklarında kişi başına 0.6 küresel hektar biyolojik kapasiteye sahipken, kişi başına küresel ortalama 1.6 hektardı. Ayrıca, Malta sakinleri kişi başına 5.8 ekolojik ayak izlik küresel hektar biyokapasite tüketimi sergileyerek büyük biyokapasite açığına neden oldu. Malta'da çekilen filmler Malta ekonomisine katkı yaptı. "Denizin Oğulları" filmi (ing: Sons of the Sea) 1925'te Malta'da çekilen ilk filmdi; 2016'ya kadar 100'den fazla uzun metrajlı film tamamen veya kısmen ülkede çekildi. Malta, Antik Yunanistan, Antik ve modern Roma, Irak, Orta Doğu ve çok daha fazlası dahil olmak üzere çok çeşitli konumlar ve tarihi dönemler için "çift" olarak hizmet etti. Malta hükûmeti 2005'te film yapımcıları için mali teşvikler getirdi. 2015 itibarıyla yabancı yapımlara yönelik mevcut mali teşvikler, Malta'nın Malta olarak kalması durumunda ek yüzde 2 ile yüzde 25'tir; yani bir yapım Malta'da yapılan uygun harcamaların yüzde 27'sini geri alabilir. Malta'nın 1 Mayıs 2004'te katıldığı Avrupa Birliği üyeliğine hazırlık olarak, bazı devlet kontrolündeki firmaları özelleştirdi ve piyasaları serbestleştirdi. Örneğin, hükûmet 8 Ocak 2007'de MaltaPost'taki yüzde 40 hissesini önceki beş yıldır süren özelleştirme sürecini bitirmek için sattığını duyurdu. 2000'den 2010'a kadar Malta, telekomünikasyon, posta hizmetleri, tersaneleri ve Malta Uluslararası Havaalanı'nı özelleştirdi. Malta Finansal Hizmetler Otoritesi (MFSA) Malta'nın güçlü iş geliştirme zihniyetli mali düzenleyicisidir ve ülke, oyun işletmelerini, uçak ve gemi kayıtlarını, kredi kartı veren bankacılık lisanslarını ve ayrıca fon yönetimini cezbetmede başarılı olmuştur. Güven ve mütevelli işleri de dahil olmak üzere bu sektörlere yönelik hizmet sağlayıcılar, adanın büyüme stratejisinin temel parçasıdır. Malta, UCIT IV ve yakında AIFMD dahil olmak üzere AB Mali Hizmetler Direktiflerinin uygulanmasında güçlü bir ilerleme kaydetmiştir. Yeni direktiflere uyması gereken alternatif varlık yöneticileri için bir temel olarak Malta, IDS, Iconic Funds, Apex Fund Services ve TMF/Customs House dahil olmak üzere bir dizi önemli oyuncuyu kendine çekmiştir. Malta ve Tunus 2006'da ülkeleri arasında kıta sahanlığının, özellikle petrol arama amaçlı ticari olarak işletilmesini tartıştılar. Bu görüşmeler, benzer düzenlemeler için Malta ve Libya arasında da devam etmektedir. 2015 itibarıyla Malta'da emlak vergisi yoktu. Emlak piyasası, özellikle liman bölgesi çevresinde, St Julian's, Sliema ve Gzira gibi bazı şehirlerdeki daire fiyatlarının hızla artmasıyla patlama yaşadı. Eurostat verilerine göre Malta'da kişi başına düşen GSYİH, 2015 yılında 21,000 € ile AB ortalamasının yüzde 88'i seviyesindeydi. Avrupa Birliği üyeliği aldıktan sonra Malta, Ocak 2014'te AB dışı vatandaşlara kendi yatırım yoluyla vatandaşlık programıyla Malta pasaportu satmaya başladı. Yatırım yoluyla vatandaşlık programı olan Bireysel Yatırımcı Programından Ulusal Kalkınma ve Sosyal Fonu Malta hükûmetine önemli gelir kaynağı oldu. 2018'de bütçeye 432,000,000 avro ekledi. Bu 'Vatandaşlık planı' çok düşük bir durum tespitini içeriyordu ve birçok şüpheli Rus, Orta Doğulu ve Çinli aynı zamanda Avrupa Birliği pasaportu yerine geçen Malta pasaportu aldı. Temmuz 2020'de İşçi Partisi hükûmeti bunu itiraf etti ve Eylül 2020'den itibaren uygulamayı durdurdu. Ulaşım. Eski bir İngiliz kolonisi olarak Malta'da trafik soldan akar. Adaların çok küçük olduğu düşünüldüğünde, Malta'da araç sahipliği Avrupa Birliği'nde dördüncü en yüksek olarak oldukça fazladır. 1990 yılında otomobil yoğunluğu ile kayıtlı otomobil sayısı 182.254'e çıktı. Malta'nın 1972 km (%87,5) asfaltlı ve asfaltsız (Aralık 2003 itibarıyla) olarak toplam 2254 km yolu vardır. Malta'nın en güney noktasından en kuzey noktasına kadar ana yolları şunlardır: Birżebbuġa'da Triq Birżebbuġa, Żejtun'da Għar Dalam yolu ve Tal-Barrani yolu, Paola’da Santa Luċija bulvarı, Aldo Moro caddesi (Anayol ), 13 Aralık caddesi ve Marsa’daki Ħamrun-Marsa kestirme yolu, Santa Venera/Msida/Gżira/San Ġwann bölge yolu, Swieqi/Pembroke, Malta’daki St Andrew yolu, Baħar iċ-Ċagħa'daki sahil yolu, Salina yolu, Kennedy yolu, St. Paul's geçişi ve San Pawl il-Baħar'daki Xemxija tepesi yolu, Mistra tepesi yolu, Wettinger caddesi (Mellieħa geçişi) ve Mellieħa'daki Marfa yolu. 1905'te kurulan ("Xarabank" veya "karozza tal-linja") otobüsleri başlıca toplu taşıma yöntemidir. Malta'nın eski model otobüsleri 2011 yılına kadar Malta adalarında işletildi ve kendi başlarına popüler turistik yerler oldu. Turizmi tanıtmak için bugüne kadar birçok Malta reklamında, turistik hediyelerde ve ürünlerde göründüler. Otobüs taşıma hizmeti Temmuz 2011'de kapsamlı reformdan geçti. Açılan ihaleyi Arriva Malta kazandı. Arriva Malta 264 otobüsü işletiyordu. 1 Ocak 2014'te Arriva faaliyetlerini finansal zorluklar nedeniyle durdurdu ve “Malta Public Transport” olarak kamulaştırıldı. Hükûmet, Ekim 2014'te tercih edilen otobüs işletmecisi olarak Autobuses Urbanos de León'u seçti. Şirket, 8 Ocak 2015'te otobüs seferlerinin işetmeciliğini devraldı. İşletmeci şirket, ön ödemeli 'tallinja kartını' hizmete soktu. Ağustos 2015'te Türk "Otokar" markalı 40 otobüs daha geldi ve hizmete girdi. Ekim 2022'den itibaren otobüs sistemi Malta sakinleri için ücretsiz olacaktır. Malta adasında üç büyük doğal liman vardır: Malta'daki Ċirkewwa Limanı ile Gozo üzerindeki Mġarr Limanı'nı birbirine bağlayan bir yolcu ve araba vapuru hizmeti veren iki insan yapımı liman daha vardır. Feribot her gün sayısız sefer yapar. Malta Uluslararası Havaalanı (Ajruport Internazzjonali ta' Malta), Malta adalarına hizmet veren tek havaalanıdır. Daha önce RAF Luqa hava üssü tarafından kullanılan arazi üzerine inşa edilmiştir. Gozo'daki helikopter pisti Xewkija'dedir. Ulusal havayolu şirketi, Malta Uluslararası Havalimanı'nda yerleşmiş, Avrupa ve Kuzey Afrika'da 36 varış noktasına hizmet veren Air Malta'dır. Air Malta'nın sahipleri Malta Hükûmeti (yüzde 98) ve özel yatırımcılardır (yüzde 2). Air Malta 1.547 personel istihdam etmektedir ve Medavia şirketinde yüzde 25 payı vardır. Haziran 2019'da Ryanair, düşük maliyetli model işleten Malta Air adlı tam teşekküllü havayolu iştirakine yatırım yaptı. Malta Hükûmeti'nin havayolunda bir hissesi vardır ve bu sayede marka adının haklarını elinde tutar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4400", "len_data": 18603, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.99 }
Mozambik (), resmî adıyla Mozambik Cumhuriyeti, Afrika'nın güneydoğusunda yer alan bir ülkedir. Mozambik kuzeyde Tanzanya, Malavi, kuzeybatıda Zambiya, batıda Zimbabve, güneybatıda ise Güney Afrika Cumhuriyeti ve Esvatini ile komşudur. Doğudaki Mozambik Kanalı ülkeyi Madagaskar, Mayotte ve Komorlar'dan ayırır. Başkenti ve en büyük şehri (1876-1976 yılları arasında Lourenço Marques ismiyle bilinen) Maputo'dur. 1. ve 5. yüzyıllar arasında Bantu toplulukları kuzeyden ve batıdan bugünkü Mozambik topraklarına göçtüler. Kuzey Mozambik Hint Okyanusu'ndan gelen ve denizaşırı seferleri mümkün kılan alizelerin etkisi altında olduğundan 7-11. yüzyıllarda Svahililer bölgede bir dizi liman şehri kurdular. Bu durum sebebiyle bölgede kendine özgü bir Svahili kültürü ve dili oluştu. Liman kentleri Geç Orta Çağ'da Somali, Etiyopya, Mısır, Arabistan, İran ve Hindistan'dan gelen tüccarların uğrak noktası oldu. Vasco de Gama'nın 1498 yılındaki seyahatinin ardından Portekizliler 1505'te bölgeyi sömürgeleştirme sürecini başlattılar. Mozambik dört asırdan uzun süren Portekiz hakimiyetinin ardından 1975'te bağımsızlığını kazandı ve Mozambik Halk Cumhuriyeti'ne dönüştü. Daha bağımsızlığın üzerinden iki yıl geçmemişken 1992'ye kadar sürecek olan uzun ve kanlı bir iç savaş başladı. 1994'te ülkede ilk çok partili seçim yapıldı ve göreceli bir istikrar sağlandı. Ancak halen düşük yoğunluklu çatışmalar sürmektedir. Mozambik başkanlık sistemiyle yönetilmektedir. Mozambik doğal kaynaklar bakımından zengin bir ülkedir. Ülke ekonomisi büyük oranda tarıma dayalıdır, ancak başlıcaları gıda, içecek, kimya endüstrisi, alüminyum ve petrol üretimi olmak üzere sanayi kolları da gelişmektedir. Turizm gelişmekte olan bir başka sektördür. Güney Afrika, Mozambik'in ana ticaret ortağı ve yabancı yatırım kaynağı olup Belçika, Brezilya, Portekiz ve İspanya diğer önemli ekonomik ortaklardır. Mozambik 2001'den bu yana yıllık GSYİH büyüme hızında en üst sıralardadır. Buna karşın ülke halen dünyanın en fakir ve az gelişmiş ülkelerinden biridir, kişi başına düşen GSYİH, insani gelişme, eşitsizlik ve beklenen yaşam süresinde alt sıralarda yer alır. Mozambik'in resmi dili Portekizcedir ve nüfusun yaklaşık yarısı tarafından ikinci dil olarak konuşulur. Yaygın ana diller Makua, Sena ve Svahili'dir. Ülkenin nüfusu çoğunluğu Bantular olmak üzere yaklaşık 29 milyondur. En yaygın din Hristiyanlıktır, İslam ve geleneksel Afrika dinlerinin inananları da bulunur. Mozambik; Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, İngiliz Milletler Topluluğu, İslam İşbirliği Teşkilatı, Portekizce Konuşan Ülkeler Topluluğu, Bağlantısızlar Hareketi ve Güney Afrika Kalkınma Topluluğu üyesidir. Uluslararası Frankofoni Örgütü'ne ise gözlemci üyedir. İsim. Ülke isminin günümüzde de Mozambik'e bağlı olan Mozambik Adası'na ilk gelen ve daha sonra yöneticisi olan ve buraya adını veren Arap şeyhi Musa bin Bik'ten geldiği düşünülmektedir. 1498 yılında bu adaya ayak basan ilk Avrupalılar'dan biri Vasco da Gama olmuş ve Musa bin Bik ile de bir görüşme gerçekleştirmiştir. Buradan yola çıkarak ilerleyen dönemlerde Afrika anakarasında yer alan bölge için Mozambik adı kullanılmaya başlanmış, adanın adı da "Ilha de Moçambique" (Mozambik Adası) olarak değiştirilmiştir. Tarih. Erken tarih. Avrupalıların gerçekleştirdiği keşif yolculuklarından önce Afrika'nın bu kıyı bölgelerinde Arap tüccarlar bulunmaktaydı. Bu tüccarlar Afrika, Arap Yarımadası ve Hindistan arasında altın, fildişi ve Afrikalı köle ticaretini yapmaktaydılar. Avrupa hâkimiyeti. İlk Avrupalı olarak Portekiz kralının emri ile Arabistan ile Doğu Afrika arasındaki güzergâhı hakkında bilgi edinilmesi istenen Pedro da Covilhao bu bölgeye ayak basmıştır. Pedro da Covilhao'nun 1497 yılında Sofala'ya ayak basmasından tam bir yıl sonra, 1498 yılında, Vasco da Gama, Hindistan seferi esnasında Mozambik'e uğramıştır. Aynı zamanda şehir de olan ve ülkenin sömürge bölgesi olmasından sonra da 1898 yılına kadar Mozambik'in başkenti olan Mozambik Adası'nda dönemin şeyhi olan ve ülkeye daha sonraları da ismini veren Musa bin Bik ile de görüşme gerçekleştirmiştir. Bu yıldan sonra buraya olan ilgisi artan Portekizliler altın bulma umudu ile de Zambezi Nehri boyunca ilerleyerek iç kesimlere girmişler ve buraları hakimiyeti altına almışlardır. 20. yüzyılın ortalarına kadar buradaki hakimiyetini sürdüren Portekiz, Mozambik'in koloni olarak ilanından sonra burada yerleşik halkı zorla çalıştırmış, köle olarak satmış ve kötü muameleye maruz bırakmıştır. 1890 yılına iki sömürgesi olan Angola ve Mozambik'i birleştirme girişimleri Birleşik Krallık'ın baskısı sonucu gerçekleşmeyen Portekiz, bu tarihten sonra "Birleşik Güney Afrika Koloni İmparatorluğu" hayalinden vazgeçmek durumunda kalmıştır. Bu tarihten sonra bu bölgede Britanya'nın hakimiyeti artmaya başlamış, Almanya ve Birleşik Krallık buradaki Portekiz hakimiyetine karşı birleşerek Angola Antlaşması'nı imzalamışlardır. Bu anlaşmaya göre her iki ülke Portekiz'in olası bir maddî kaynak talebinde bu talebi ortaklaşa karşılamayı kararlaştırmış, Portekiz'in de olası talebi ilerleyen dönemlerde geri ödeyememesi durumunda da güvence olarak talep edilecek olan Portekiz bölgelerinin kendi aralarında paylaşımını öngörmüşlerdir. Bu anlaşma her ne kadar 30 Ağustos 1898 yılında imzalanmış olsa da, Britanya'nın 1899 yılında Portekiz ile daha önceden imzaladığı ve her iki ülkenin de karşılıklı olarak sömürge topraklarına saygı göstermesini içeren ve Britanya'ya Portekiz Denizaşırı topraklarını savunmasına karşılık Britanya'ya Portekiz'in Afrika'da bulunan sömürge topraklarında izinsiz dolaşım hakkın veren Windsor Antlaşması'nı uzatması ile gerçeğe dönüşmemiştir. İlerleyen yıllarda Angola Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi adına özellikle Britanya tarafından adımlar atılmaya çalışılmışsa da I. Dünya Savaşı'nın başlaması ile bu antlaşma bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. Savaşın sürdüğü dönemde Güney Afrika Cumhuriyeti (1914-1915) Mozambik'i fethetme hedefini açıklamış, 1917 yılından itibaren de Alman birlikleri Alman Doğu Afrikası (günümüzde Tanzanya) koloni ülkesinden ilerleyerek Mozambik'in kuzey bölgelerinin büyük çoğunluğunu elde etmiştir. Portekiz Doğu Afrikası (günümüzde Mozambik) yaşanan bu gelişmelerin ardından savaşın sona ermesi ile birlikte imzalanan Versay Barış Antlaşması ile Almanların sömürgeleri için oluşturduğu ileri karakolun yer aldığı Kionga Üçgeni'ni tazminat olarak elde etmiştir. 1962 yılında Darüsselam'da UDENAMO "(Türkçe: Mozambik Ulusal Demokratik Birliği)" başta olmak üzere birkaç milliyetçi grubun bir araya gelmesiyle oluşan FRELIMO, Mozambik'teki sömürge yönetimini sonlandırmak için yöntemler aramaya başlamıştır. Başlangıçta silahlı mücadeleyi benimsemeyen grup, Mueda'da özgürlük yanlısı gösterilere sömürge yönetimi tarafından ateş açılması sonucunda, ülkenin kuzeyinde harekete geçerek Mozambik Bağımsızlık Savaşı'nı başlatmıştır. FRELIMO zaman içerisinde halkın da desteğini almış ve kurtarılmış bölgeler ilan ederek kontrolü altında tuttuğu alanı genişletmiştir. 1974 yılında Portekiz'de gerçekleşen Karanfil Devrimi'nin ardından kurulan demokratik yönetim, sorunu müzakere yoluyla çözme kararı almış ve bu tarihten itibaren çatışmaların şiddeti oldukça azalmıştır. Bağımsızlık. Yeni Portekiz Hükûmeti, derhal sömürgesi olan topraklardan çekilme sürecini başlatmış ve Mozambik, 1498'den beri süregelen Portekiz sömürgesini sona erdirerek 25 Haziran 1975 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlık ilanı, Mozambik Halk Cumhuriyeti adı altında yapılmış ve devlet başkanı olarak FRELIMO lideri Samora Machel ülkenin yönetimine gelmiştir. 1986 yılında sebebi çözülemeyen bir uçak kazasında devlet başkanının hayatını kaybetmesi neticesinde FRELIMO'nun Marksist kanadı yönetimde güçlü bir konuma gelmiş ve devleti kontrol altına almışlardır. Ülkedeki tüm endüstri kamusallaştırılmış, tarımsal üretim kooperatifleri oluşturmuşlardır. Marksizm'in hakim olduğu ülke, Doğu Bloku'ndaki ülkelerle iyi diplomatik ilişkiler sürdürmüştür. Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Küba, Angola ve Cezayir gibi ideolojik yakınlık gösterdiği ülkelerle iş birliği içerisinde bulunan Mozambik, Birleşik Krallık'la da diğer Batı Bloku ülkelerine göre daha iyi diplomatik ilişkiler kurmuştur. Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD ve İsrail gibi ülkelerle kurulan uluslararası ilişkiler, gergin bir yapıya sahip olmuştur. Uganda-Tanzanya Savaşı içerisinde yer alan Mozambik, Uganda'daki isyancı gruplar ve Tanzanya'ya yoğun bir destek vererek, savaşın sonucunu belirleyen ülkelerden biri olmuştur. Avrupalı kalifiye personelin ülkeyi terk etmesi nedeniyle, ülke ekonomisi ciddi zararlar görmüştür. İç savaş ve demokratikleşme sonrası dönem. 1970'li yılların ortasından itibaren Güney Afrika Cumhuriyeti ve Rodezya tarafından desteklenen yeni bir direniş hareketi başlamış, bu hareket neticesinde RENAMO "(Türkçe: Mozambik Ulusal Direnişi)" oluşmuştur. 1976 yılında başlayan Mozambik İç Savaşı, 16 yıl boyunca sürmüştür. Bu süreç içerisinde askerî kuvvet olarak 1980 yılından itibaren diğer ülkelerden askerî güç takviyesi edinmiştir. Bu doğrultuda Zimbabve ülkeye 10.000 askerî güç sevk etmiştir. 1 Aralık 1990 tarihinde gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile günümüzde de adı olan Mozambik Cumhuriyeti adını alan ülke, komünist ve tek partili düzenden çok partili ve demokratik bir anayasal yapıya geçiş gerçekleştirmiştir. 1992 yılında da taraflar arasında Roma'da varılan anlaşma ile de iç savaşa son verilmiştir. 1994 yılında gerçekleştirilen ilk demokratik seçimler neticesinde FRELIMO iktidarını perçinlemiş, RENAMO ise komşu ülkelerin baskısı neticesinde muhalefet partisi olmayı kabul ederek mecliste yerini almıştır. Şubat 2000 yılında yaşanan şiddetli yağmurlar neticesinde oluşan selde birçok Mozambik vatandaşı ölmüştür. Ekim 2013 tarihinde Gorongosa'da bulunan RENAMO merkezinin hükûmet kuvvetleri tarafından ele geçirilmesi sonucu, RENAMO yetkilileri 1992 yapılan anlaşmanın hükûmet tarafından geçersiz kılınması için adımlar atıldığı ve her iki taraf arasında da çatışmaların yaşandığı bilgileri dile getirilmiştir. Coğrafya. Ülkenin sahip olduğu 4.571 km sınırın 1.569 km'si Malavi, 491 km'si Güney Afrika Cumhuriyeti, 105 km'si Esvatini, 756 km'si Tanzanya, 419 km'si Zambiya ve 1.231 km'si Zimbabve ile oluşmaktadır. Mozambik sahip olduğu 799,380 km² ile dünyada en büyük 36. ülke konumunda olup, bu alanların %2,2'sini sulak alanlar oluşturmaktadır. Mozambik'in 2.800 km'lik kıyı şeridinde düz ovalar yer almaktadır. Bu düz ve alçak ovalar ülkenin güney bölgelerini neredeyse tamamen kaplamaktadır. Kıyılardan uzaklaşıp iç kesimlere doğru ilerledikçe kademeli olarak artan ve 1000 m'yi bulan yükseltiler ve yükseltilerde yer alan ovalar gözlemlenebilmektedir. Ülkenin en yüksek noktasını Zimbabve sınırına yakın bir konumda bulunan 2.436 m ile Binga Dağı oluşturmaktadır. Ülke genelinde yer alan akarsuların birçoğu yüksek noktalardan doğuya doğru ilerleyerek Mozambik Kanalı'na akmaktadır. Ülkenin en büyük nehrini ülke içerisinden geçtiği 2.574 km ile Zambezi Nehri oluşturmaktadır. Mozambik'in batısında yer alan ve dünya üzerinde vadi üzerine kurulu en büyük barajlardan biri konumunda olan Cahora-Bassa Barajı ile Zambezi Nehri'nin suları biriktirilmektedir. Ayrıca Tanzanya ile sınırı oluşturan Rovuma Nehri, Save Nehri ve Limpopo Nehri ülkenin diğer büyük akarsularını oluşturmaktadır. Malavi Gölü'nün dörtte bir alanı da Mozambik egemenliği altında yer almakta olup, bu alan içerisinde Malavi'ye ait olan iki ada (Likoma ve Chizumulu) bulunmaktadır. Mozambik topraklarının %18'i ormanlık ve çalılık alanlardan oluşurken, %4'ü tarımsal alan olarak kullanılmakta, %55'i de çayır ve meralardan meydana gelmektedir. İklim. Ülke genel olarak nemli ve kurak mevsimlerin hakim olduğu savan iklimi etkisi altında yer almaktadır. Yıllık yağışların %80'i Kasım-Nisan dönemlerinde gerçekleşen yağmur sezonunda yağmaktadır. Ülke genelinde de yıllık yağış ortalamaları bölgeye göre 700 mm ile 1500 mm arasında değişkenlik göstermektedir. Yağmur dönemlerinde sıcaklıklar tropikal boğucu sıcaklık etkisi altındayken, kurak dönemlerde özellikle geceleri daha soğuk dereceler ölçülmektedir. Yıllık sıcaklık ortalaması gündüz 25 °C - 30 °C arasındayken ki iç bölgelerde bu değerler 35 °C kadar çıkabilmektedir, gece sıcaklığı ortalaması 15 °C ile 25 °C arasındadır. Son olarak 2007/2008 döneminde gözlemlendiği gibi belli dönemlerde gerçekleşen aşırı yağışlar ölümlere sebep olabilmekte ve tarımsal ürünlere zarar verebilmektedir. Ülkenin kalkınmasına ve gelişmesine engel olarak görülen kuraklık ülkenin her üç ya da dört yılda bir karşılaştığı bir durumdur. Bitki örtüsü. Ülke genelinde hakim olan bitki örtüsü kurak çayırlar ve birkaç kurak ormanlık alanlardır. Savana bölgesinde yer alan ağaçlar yer yer yapraklarını kurak dönemde dökerken, yağmur dönemi boyunca yeniden yeşermektedirler. Baobab ağaçları çok sık olarak görülmektedir. Kuraklık döneminde kurumuş ve kahverengi bir görünüme sahip olan çimenler, yağmur dönemlerinde yeşererek iki metre yüksekliğe ulaşabilmektedir. Nüfus. Ülke nüfusunun 2022 tahmini verilere göre 31,693,239 olarak ifade edildiği Mozambik'te, toplam nüfusun büyük bir oranı Bantu etnik grubuna mensuptur. Mozambik genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %65,48'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %2,93'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %45.57 (erkek 6,950,800/kadın 6,766,373) 15-24 yaş: %19.91 (erkek 2,997,529/kadın 2,994,927) 25-54 yaş: %28.28 (erkek 3,949,085/kadın 4,564,031) 55-64 yaş: %3.31 (erkek 485,454/kadın 509,430) 65 yaş ve üzeri: %2.93 (erkek 430,797/kadın 449,771) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %38,2 olan ülkede nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,56 düzeyindedir. Etnik gruplar. Bantu etnik grubun çoğunluğu oluşturduğu ülkede, bu grup içerisindeki en büyük etnik grubu %40 ile Makua etnik grubu almaktadır. Makua halkından sonra en etkin etnik grup Tsongo grubudur. Malavi'de de yaşayan Yao etnik grubu %12'lik bir nüfusa sahip olup, ülkenin özellikle kuzeydoğusunda yaşayan Makonde etnik grubu ise nüfusun %11'ini oluşturmaktadırlar. Ülkede yerel etnik grupların dışında çoğunluğunu Portekizlilerin oluşturduğu Avrupalılar ile birlikte Çinliler ve Hintler de yaşamaktadır. Dil. Ülkenin resmî dili Portekizcedir. Portekizcenin yanı sıra ülkede 40 farklı dil/lehçe konuşulmaktadır. Yerel dillerin hepsi Bantu dilleri arasında yer almaktadır. 2007 yılında gerçekleştirilen nüfus sayımında, nüfusun sadece %12'sinin Portekizceyi anadili olarak kullandığı tespit edilmiştir. Her ne kadar Mozambikliler'in yarısı Portekizceyi ikinci bir dil olarak konuşsa da, ilk dil olarak kendi yerel dillerin tercih edildiği görülmüştür. Mozambik nüfusunun büyük bir bölümü birçok yerel dili aynı anda konuşabilmektedir. Din. Ülke nüfusunun yarısından fazlası Hristiyan inancını benimsemektedir. Bu dine inanan nüfusun %28'inden fazlası da Katolik mezhebine göre yaşamını sürdürmektedir. İslamiyet'e inanan ve bu inanca göre yaşayan Müslümanlar'ın oranı %18 düzeyindedir. Sosyal durum. UNICEF verilerine göre ülkede 1,5 milyon yetim bulunmaktadır. Bu yetimlerin 470.000'i AIDS nedeniyle yetim kalanları kapsamaktadır. Ülkede fakirlik nedeniyle çocuk işçiliği sık gözlenen bir durumdadır. Ailelerin birçoğu çocuklarından gelecek olan paraya göre yaşamlarını sürdürmektedir. Mozambik'te 5 yaşın altındaki çocukların sadece %6'sının doğum belgesi bulunmaktadır. Doğum belgesi olmadan elde edilemeyen devlet korumasından yoksun olan çocuklar zorla evlilik, taciz, çocuk işçisi ya da silahlı kuvvetlerde kullanım gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Ülkedeki çocuk nüfusunun %32'si tarlada ya da pazarda çalışmakta, ayakkabı boyacılığı ya da dilencilik yapmaktadır. Çocukların yanında yaşlı nüfusun da yaşama şartları sınırda yer almakta olup, devletten alınan emekli maaşı 5 dolar düzeyindedir. Eğitim. Ülke nüfusunun neredeyse yarısına yakın kısmı okuma ve yazma bilmemektedir. 1992 yılında sona eren iç savaşın ardından ilköğretimde eğitim hizmetini daha sağlıklı verebilmek adına adımlar atmıştır. Güncel olarak çocukların %80'i beş yıllık ilkokul eğitimini almak için okullara gitmektedir. Çocukların sadece %30'u 6. ve 7. sınıfları ziyaret edebilmektedir. Sınıflarda öğrenci mevcudiyeti çok yüksek olup, sınıf ortalaması 74 olarak ifade edilmektedir. Her ne kadar eğitim şartlarını düzeltmeye ve geliştirmeye dair adımlar atılmaya çalışılsa da, mevcutta olan az sayıdaki derslik, mobilya, kitap-defter gibi nedenlerle ilerleme istenilen düzeyde sağlanamamaktadır. Ülkede hizmet veren devlet üniversiteleri ise şu şekildedir: Sağlık. AIDS ülkenin en büyük sorunlarından birini teşkil etmektedir. Mozambik'te 2012 verilerine göre resmî olarak yetişkin nüfusun %11,1'i bu virüsü taşımaktadır. Ülke genelinde gıda ve tıbbi ihtiyaç sıkıntısı yaşanmakta olup, temel sağlık hizmetlerine erişim sağlayabilen nüfusun oranı düşüktür. Her iki kişiden birinin temiz suya ulaşamadığı Mozambik'te, doğumların sadece %48 tıbbi olarak desteklenebilmektedir. 2013 tahmini verilerine göre ülke genelinde ortalama yaşam 52.29 düzeyinde gözlemlenmekte olup, bu oran erkeklerde 51.54, kadınlarda ise 53.06 seviyesindedir. Siyaset. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1975 yılından bu yana iktidarı elinde bulunduran FRELIMO, bağımsızlık sonrası benimsenen Marksist düşünceden 1989 yılında vazgeçerek, 1990 yılında liberal yapıya geçiş sağlanmıştır. 1990 yılındaki bu geçiş ile birlikte oluşturulan yeni anayasa bağımsız ve özgür seçimleri, çok partili bir sistemi ve serbest piyasa koşullarını garanti altına almaktaydı. Bu yıldan sonra yapılan ve FRELIMO'nun zaferi ile sonuçlanan tüm seçimler bağımsız dış kaynaklar tarafından genel olarak adil olarak adlandırılmış olsa da, iktidardaki bir parti olarak FRELIMO seçimi etkilemek adına tüm imkanları kullandığı ifade edilmiştir. O yıldan sonra FRELIMO ve RENAMO'nun etkili olduğu iki partili bir Mozambik siyaseti gelişmiş, bu iki parti dışında kalan diğer partilerin hiçbir şekilde ağırlığı hissedilememiştir. Son olarak 2009 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde RENAMO'dan ayrılanlar tarafından kurulan MDM "(Portekizce: Movimento Democrático de Moçambique, Türkçe: Mozambik Demokratik Hareketi)" beklenmedik bir başarı göstererek meclise girmeyi başarmıştır. 2009 yılı gerçekleştirilen ve 2005 ile 2015 yılları arasında devlet başkanı olarak ülkeyi yöneten Armando Guebuza'nun bir kez daha seçildiği ve partisi FRELIMO'nun da ezici çoğunluk ile kazandığı 2004 genel ve devlet başkanı seçimlerinde oy dağılımı şu şekilde gerçekleştirilmiştir: 2014 yılında gerçekleştirilen seçimlerde oyların çoğunluğunu elde eden Filipe Nyusi Mozambik'in 29 Mart 2015 yılı itibarıyla yeni devlet başkanı olmuştur. 2014 seçimlerde devlet başkanlığına aday olan adayların aldığı oy oranları şu şekildeydi: İdari yapılanma. Mozambik, idari olarak 10 yönetim bölgesine ("províncias") ve 1 başkent bölgesine ("cidade") ayrılmış olup, bu bölgeler şu şekilde sıralanmaktadır: Şehir. Mozambik'in en çok nüfusa sahip şehri başkent Maputo'dur. Başkentte 2007 rakamlarına göre 1.096.628 kişi şehir merkezinde olmak üzere tüm Maputo bölgesinde 1.810.641 kişi yaşamaktadır. Bu nüfus sayısı ile başkent çevresinde ülke nüfusunun %10'u yaşamaktadır. Ülkenin en büyük beş şehrin nüfus bilgileri şu şekildedir: Maputo (1.094.628), Matola (671.556), Nampula (471.717), Beira (431.583) ve Chimoio (237.497) Ekonomi. Ülke ekonomisi genel olarak tarımsal ürünlere bağlı bir konumdadır. 1980'li yıllarda yaşanan iç savaş ve buna bağlı olarak Avrupalı kalifiye personelin ülkeyi terk etmesi ve sık sık yaşanan kuraklık nedeniyle ülke ekonomisi ciddi zararlar görmüştür. O dönem devletin kontrolünde olan tarlalar ve işletmeler, 1990 yılında serbest piyasa ekonomisine geçiş ile devlet kontrolünden çıkarılmıştır. Ülkenin para birimi Metacal olup, 2006 yılında para biriminden üç sıfır atılmıştır. Tarım. Mozambik'te yetişkin nüfusun %80'ini tarımsal faaliyetlerde bulunuyor olmasına rağmen, bu kesimin Gayrısafî yurt içi hâsıla olarak üretime katkısı %24 düzeyindedir. Ülke genelinde kaju, şeker kamışı, pamuk ve çay elde edilen en önemli tarımsal ürünler olarak ön plana çıkmaktadır. Bunların haricinde muz, tütün, palmiye yağı gibi ürünlerinde ekimi yapılmaktadır. Maden. Mozambik birkaç maden hammadde yataklarına sahiptir. Ülkede elmas, altın ve bakır gibi madenlerin çıkartılma işlemi gerçekleştirilmektedir. Ayrıca belli oranlarda mermer, granit, boksit, korendon, mika ve grafit gibi yeraltı madenleri de elde edilmektedir. Dış ticaret. Mozambik'in dış ticaret dengesi negatif bir görünümdedir. İhracatı yapılan ürünlerde kaju, kabuklular, pamuk ve şeker en önde yer almaktadır. Ülkenin en önemli ithalat kalemlerini ise makine, elektronik ürünler, petrol, gıda ve tüketim ürünleri oluşturmaktadır. Ulaşım. Demiryolu. Ülke genelinde var olan 3.123 km'lik demiryolu hattı sadece komşu ülkeler üzerinden birbiri ile bağlantı sağlamakta olup, ülke içerisinde birbirinden bağımsız bir şekilde yer almaktadır. Mozambik genelinde var olan üç ana hat kıyı kesimindeki şehirler olan Maputo, Beira ve Nacala'yı iç kesim ile birbirine bağlayıp buradan komşu ülke sınırlarına kadar gidilebilmektedir. Ağustos 2010'da Botsvana ile Mozambik arasında yapılan anlaşma ile iki ülke arasında Zimbabve'den de geçeçek şekilde bir demiryolu hattının yapılmasına karar verilmiştir. Bu hat ile Botsvana'da bulunan Serule'de çıkartılacak olan kömürün Mozambik'te bulunan limanlara taşınması gerçekleştirilerek açık denizlere indirilmesi planlanmaktadır. Karayolu. Tüm ülke genelinde 1996 tahmini verilerine göre var olan toplam 30.400 km karayolundan sadece 5.685 km'si asfaltlanmış konumdadır. Mozambik'te yaşanan iç savaşın etkileri karayollarında da gözlemlenmekte olup, özellikle iç kesimlerde kalan bölümlerin bir kısmı güvenli bir sürüşe uygunluk arz etmektedir. Denizyolu. Mozambik gemilerin geçiş yapabileceği ve insan taşımacılığına uygun 3.750 km'lik karasularına sahiptir. Havayolu. Ülke genelinde var olan irili ufaklı 158 havaalanından sadece 22 tanesinin pisti asfaltlanmış konumdadır. Başkent Maputo'da bulunan ve aynı zamanda ülkenin en büyük havaalanı konumunda olan Maputo Uluslararası Havalimanı havaalanı ile Beira'da konumlandırılan Beira Havalimanı ülkenin uluslararası standartlara uygun iki havaalanını oluşturmaktadır. Ülke, merkezi başkent Maputo'da bulunan LAM Mozambique Airlines ismi ile bir adet ulusal havayolu şirketine sahiptir. 29 Kasım 2013 tarihinde LAM Mozambique Airlines havayollarına ait bir yolcu uçağı 27 yolcu ve 6 mürettebat ile Maputo - Luanda seferini yapmak için havalandıktan ve son olarak Namibya'ya bağlı Rundu'da radarda görülmesinden kısa bir süre sonra radardan kaybolmuştur. İlk önce aşırı yağış nedeniyle Namibya'da bulunan Bwabwata-Ulusal Parkı'na acil iniş yaptığı söylenen uçağın daha sonra Angola / Botsvana sınırına yakın bir konumda Kavango bölgesinde düştüğü tespit edilmiştir ve uçağın tümüyle yanmış parçalarına ulaşılmıştır. Tüm yolcular ve mürettebat bu kaza sonucunda ölmüştür. Aralık 2013'te yapılan haberlerde uçağın kasıtlı olarak düşürüldüğü haberleri yapılmıştır. Buna göre uçağın birinci kaptanının kokpiti terk etmesi sonrası kapıyı kilitleyen ikinci pilotun otomatik pilot ayarlarını manipule ederek ve daha sonra geri gelen birinci pilotu kokpite almayarak uçağın düşmesine neden olmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4402", "len_data": 23263, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Namibya ya da resmî adıyla Namibya Cumhuriyeti (; ; ), eski adıyla Güney Batı Afrika, batı sınırı Atlantik Okyanusu olan güney Afrika'da bir ülkedir. Kuzeyinde Zambiya ve Angola, doğusunda Botsvana, güney ve doğusunda Güney Afrika Cumhuriyeti ile sınır paylaşmaktadır. Zimbabve ile sınırı olmamasına rağmen, Zambezi Nehri'nin 200 metreden daha az bir kısmı iki ülkeyi en yakın noktalarında ayırır. Namibya Kurtuluş Savaşı sonrasında, 21 Mart 1990 tarihinde Güney Afrika Cumhuriyeti'nden bağımsızlığını kazandı. Başkenti ve en büyük şehri Windhoek'tir. Namibya Birleşmiş Milletler (BM), Güney Afrika Kalkınma Topluluğu (SADC), Afrika Birliği (AU) ve İngiliz Milletler Topluluğu'na üye bir devlettir. Namibya'nın kuru toprakları, erken çağlardan beri San (Buşman), Damara ve Namaka halkları, yaklaşık 14 yüzyıldan bu yana da Bantu göçmenlerince iskan edildi. Topraklarının çoğu 1884 yılında Alman İmparatorluğu himayesine girdi ve I. Dünya Savaşı sonuna kadar Alman sömürgesi olarak kaldı. Milletler Cemiyeti, 1920 yılında ülkeyi Güney Afrika'nın manda yönetimine bırakı. Güney Afrika, Namibya topraklarında kendi yasalarını ve 1948 yılından sonra apartheid politikasını uyguladı. 1878 yılına kadar Britanya kraliyeti altında Cape Kolonisi tarafından ilhak edilen Walvis Bay limanı ve denizaşırı Penguen Adaları, 1910 yılında kurulan yeni Güney Afrika Birliği'nin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Afrikalı liderlerin isyanları ve talepleri, Birleşmiş Milletler'in Namibya toprakları üzerinde doğrudan sorumluluk üstlenmesine yol açtı. BM, 1973 yılında Güney Batı Afrika Halk Örgütü'nü (SWAPO) Namibya halkının resmî temsilcisi olarak tanıdı. Ancak Namibya, bu dönemde Güney Batı Afrika olarak Güney Afrika yönetimi altında kaldı. Güney Afrika, meydana gelen iç şiddetten dolayı 1985 yılında Namibya'da geçici bir yönetim kurdu. Namibya, 1990 yılında Güney Afrika'dan (1994 yılına kadar Güney Afrika kontrolü altında kalan Walvis Bay ve Penguin Adaları hariç) tam bağımsızlık elde etti. Namibya 2,1 milyon nüfusu olan, istikrarlı çok partili bir parlamenter demokrasidir. Tarım, hayvancılık, turizm ve mücevher elması, uranyum, altın, gümüş ve baz metaller dahil olmak üzere madencilik, Namibya ekonomisinin temellerini oluşturmaktadır. Kurak Namib Çölü'nün varlığı göz önüne alındığında, dünyada en az yoğunluklu nüfusa sahip ülkelerden biridir. İsim. Ülke ismini ülke topraklarının büyük bir bölümünü kaplayan Namib çölünden almaktadır. Ülke bağımsızlığını kazandığı dönem, ülke içerisinde yaşayan birçok etnik grup arasında ayrıma, dışlanmaya neden olmaması adına ülkenin tarafsızlığını yansıtacak bir isim olması yönünde fikirler beyan edilmiş, sonucunda Namib çölünden yola çıkarak bu isimde karar kılınmıştır. Ülke yine aynı gerekçelerle bağımsızlığı kazandığında ülkenin resmi dilini İngilizce olarak belirlemiştir. Coğrafya. Ülke konum itibarıyla 17,87° ve 29,9808° güney enleminde, 12° ve 25° doğu boylamında yer almaktadır. Ülke kuzeyde Angola ve Zambiya, doğuda Botsvana, güneyde ise tamamı Oranj nehri ile oluşturulan Güney Afrika Cumhuriyeti devleti ile komşu konumundadır. Ülkenin kuzey bölümünde uzun ince bir şerit halinde uzanan Caprivi ucu ülkenin Angola, Zambiya ve Botsvana olan sınırının bir bölümünü oluştururken, 100 m'lik bir sınır olduğu söylenen Zimbabve sınırı tartışmalı bir durumdadır. Ülkenin batısı tamamen Atlas Okyanusu kıyı şeridinden oluşmakta olup 1.350 km'yi bulmaktadır. Ülkede sınır oluşturan Oranj nehri dışında birçok nehir bulunmaktadır, ancak Caprivi bölgesinde bulunan Kwando ve Kavango nehri dışında yıl boyu tamamen su ile dolan ve akan nehir yoktur. Bu iki nehir dışındaki nehirler kuraklık nedeniyle su bulundurmamaktadır ve nehir yatakları yılın büyük bir bölümü tamamen gözükmektedir. Ülke topraklarının büyük bir bölümünü çöller oluşturmaktadır. Ülkenin batısında bulunan ve ülkeye ismini veren Namib Çölü'nün yanı sıra doğu bölümünde de Kalahari Çölü bulunmaktadır. İklim. Ülke genel olarak sıcak ve kuru bir iklime sahiptir. Subtropikal iklime sahip olan Namibya'nın çöl bölgelerinde yıl boyu sıcaklıklar hakim olmaktadır. Kış aylarında bile 25 °C ve üzeri sıcaklıklar ölçülebilen çöl bölgelerinde en sıcak aylar olan Aralık ve Ocak aylarında sıcaklıklar çok az yağış almaktadır 30 °C'ye kadar çıkmaktadır. Gün içerisinde sıcaklık değerleri bu seviyede seyrederken, geceleri sıcaklık donma noktasına kadar düşebilmektedir. Ülkenin her iki çöl arasında kalan yaylalarında iklim çöl bölgesine göre sıcaklık oranları daha düşüktür. Bu bölgelere kış aylarında kar yağabilmekte ve don oluşabilmektedir. Ülkenin Caprivi ucu diğer bölgelere nazaran yıl içerisinde bol yağış almaktadır. Yağışların etkisiyle oluşan ve sürekli su bulunduran nehirler ve tropik ormanlar ülkenin diğer bölgelerine göre daha nemli bir ortam oluşturmaktadır. Ülke genelinde yağan az ama öz sağanak yağmurlar genellikle Kasım ve Nisan aylarında yağmaktadır. Ülkede hakim olan iklim koşulları toprakların tarımsal kullanımını kısıtlamakta, yağışların az olduğu güney bölgelerde daha çok hayvancılık, yağışların daha çok olduğu kuzey bölgelerinde ise çiftçilik ile geçim sağlanmaktadır. Namib çöl bölgesinde oluşan kumullar 200 m yüksekliğe ulaşması ve bu alanda dünyanın en büyük kumulları olma özelliği ile Sossusvlei bölgesine önem katmaktadır. Bu bölgenin çekiciliği kumulların oluşturduğu yüksekliğin yanı sıra var olan yüksek orandaki nem ve güneşin oluşturduğu renkli ortamdır. Nüfus. Ülke toprakları geniş olmasına rağmen seyrek oranda bir yerleşim nüfusuna sahiptir. Namibya nüfusunun büyük bir bölümü az olan şehirlerde ve güneye göre daha verimli topraklara sahip olan kuzey bölgelerde yaşamaktadır. Ülke nüfusunun %44'ü Omusati, Oshana, Ohangwena ve Oshikoto bölgelerinde yaşamını sürdürmektedir. Namibyalıların üçte birlik bölümü ülkenin başkentininde bulunduğu orta kısımlarda yaşamakta olup, ülkenin güney topraklarında nüfusun sadece %7'si ikamet etmektedir. Ülkenin liman şehirleri hariç batısı ve Namib çölü civarlarında yaşayan nüfus neredeyse yok denecek kadar azdır. Namibya nüfusu 2011 Human Development raporuna göre Afrika kıtası içerisinde yaşam kalitesi en yüksek sekizinci ülke konumundayken, dünya sıralamasında 120. sırada yer almaktadır. Namibya genç bir nüfusa sahip olup, 2028 tahmini verilerine göre %55,95'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,90'ı 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %35.68 (erkek 473,937/kadın 464,453) 15-24 yaş: %20.27 (erkek 267,106/kadın 265,882) 25-54 yaş: %35.47 (erkek 449,132/kadın 483,811) 55-64 yaş: %4.68 (erkek 54,589/kadın 68,619) 65 yaş ve üzeri: %3.90 (erkek 43,596/kadın 58,948) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %54 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %1,82 düzeyindedir. Ekonomi. Namibya ekonomisi Güney Afrika ile ortak tarihleri nedeniyle iç içedir. Namibya'da büyük ekonomik sektörler tarım (%5,0), madencilik (%10,4), üretim (%13,5) ve turizmdir. Ayrıca Namibya'da gelişmiş bir bankacılık altyapısı vardır. Tarım. Ülkede dünyadaki en yüksek gelir eşitsizliği oranı ve düşük GSYİH bulunduğundan dolayı nüfusun büyük bölümü kırsal alanlarda yaşamakta ve kırsalda yaşayan nüfusun büyük bölümü tarımla uğraşmaktadır. Ülkenin sadece yüzde 1'lik bölümü tarıma uygun olmasına rağmen nüfusunun yaklaşık yarısı geçimini sağlamak için tarım yapmakta ve buna rağmen Namibya tarımı kendi kendisine yetememekte, bazı ürünler ithal edilmektedir. Din. Ülkede Almanya sömürge döneminde yıllar içerisinde yürütülen misyonerlik faaliyetleri nedeniyle nüfusun %87'lik bir kısmı Hristiyan inancını benimsemektedir. Bu oran Afrika kıtası içerisinde var olan ortalamanın çok üstündedir. Ülke nüfusunun geri kalan %13'lük kısmının neredeyse tamamı yerel dinlere inanırken, İslam dini Namibya'da yok denecek kadar azdır. İslamiyeti inanç olarak benimseyen, tahmini olarak 3.000-5.000 arası sayılarla ifade edilen nüfusun merkezi başkent Windhoek'ta bulunan Quba camisidir. Ülke genelinde altısı başkentte olmak üzere sadece 12 cami bulunmaktadır. Dil. 2011 nüfus sayımına göre, en yaygın anadiller ülkenin kuzey bölgelerinde konuşulan Oshiwambo (hanelerin % 49'u için en çok konuşulan dil), iç bölgelerde konuşulan Khoekhoegowab (% 11,3), Afrikaans (% 10,4), Otjiherero (% 9) ve RuKwangali (% 9)'dir. En yaygın olarak anlaşılan ulusal dil, ülkenin lingua franca'sı olan Afrikaans'tır. Hem Afrikaans hem de İngilizce, esas olarak halkla iletişim için ayrılmış ikinci bir dil olarak kullanılır. Beyaz nüfusun çoğu ya Almanca ya da Afrikaanca konuşur. Alman sömürge döneminin sona ermesinden 106 yıl sonra bile bugün hala Almanca, ticari bir dil olarak rol oynar. Beyaz topluluğun % 60'ı, Almanca % 32'si, İngilizce % 7'si Portekizce ve Afrikaanca % 4-5'i tarafından konuşulmaktadır. Portekizce konuşulan Angola'ya coğrafi yakınlık, Portekizce konuşanların nispeten yüksek sayısını açıklar. Tarih. Namibya tarihinde ilk yerleşimciler 17. yüzyılda bölgeye yerleşen Herero, Nama, Orlam ve Ovambo kabileleri olmuştur. Elverişli olmayan coğrafi şartlar ve iklim nedeniyle bundan önceki bir yerleşim belgelenememiştir. Avrupalıların, özellikle Portekiz, İngiltere ve Almanya'dan gelen göçmenlerin bölgeyi keşfi ve yerleşimi ise 19. yüzyılda başlamıştır. 1884/85 yıllarına kadar ülke, İngiliz hakimiyeti altında bulunan Walvis Körfezi hariç tümüyle Almanya İmparatorluğu himayesi altına girmiş ve Alman Güneybatı Afrikası sömürge sisteminin bir parçası haline girmiştir. 1885 yılının mayıs ayında bölgeye gelen ilk Alman toplulukları bölgede hakimiyet kurmak adına yerel kabilelerden olan Hererolar ile anlaşarak, onlardan kendilerini diğer düşman kabilelere karşı korumak vaadi ile kendilerine genel olarak yardım etmelerini, Alman ticaret gemilerine sorun yaşatmamalarını ve Almanya'nın bilgisi ve onayı olmadan başka kişilere toprak satmamalarını talep etmişlerdir. Bu anlaşma, Almanya'nın kendileri üzerinde bir koruma oluşturmadığı gerekçesiyle kabile lideri tarafından iptal edilerek Almanlar bölgeden gönderilmiştir. Bu gelişme üzerine Almanya bölgeye 20 kişilik bir ordu grubu göndererek, konuyu çözümlemeye çalışmıştır. Sayısal olarak hiçbir etki yaratamayan gruba karşı üstünlük elde eden yerel halka karşı, merkezi Almanya hükûmeti gruba sürekli takviye yapma durumunda kalmıştır. Bu şekilde başarıya ulaşamayan Almanya, yerel kabile liderleri ile yeniden anlaşma yolunu seçmiştir. Zaman içerisinde yerel halkın geçiminde ve topraklarının ekilmesinde önemli bir yere sahip olan, başkalarına bağımlı olmadan yaşamlarını sürdürmelerine imkân sağlayan sığırların, hızla yayılan sığır vebası nedeniyle telef olması neticesinde çaresiz kalmış, Avrupa'dan gelen beyazların yanında çalışmaya mecbur bir konumda kalmıştır. Avrupa'dan aşılı olarak gelen beyazların sahip olduğu sığırlar ile belli bedeller karşılığı topraklar ekilirken, yerel halka borç karşılığı Avrupa'dan getirilen mallar satılmış, ödemelerin günü geldiğinde de ödeme gücü olmayan yerlilerden toprakları ellerinden alınmıştır. Bu düzen hatta öyle boyutlara ulaştırılmıştır ki, yerel halkın ilgi göstermediği ürünler arabalardan yerel halkın yaşadığı bölgelere atılmış, daha sonra bu ürünlerin ücretleri kendilerinden talep edilmiştir. Oluşturulan bu düzen yerel halk ile beyaz Avrupalı halk arasında giderek büyüyen sorunlara neden olmuş ve isyana kadar varmıştır. 1904 ile 1908 yılları arasında yerel halkın ayaklanmasına ve isyanına sebep oluşturan bu olaylar neticesinde binlerce Herero ve Nama kabilesine mensup kişiler öldürülerek hayatlarını kaybetmiştir. Bölge üzerindeki Almanya hakimiyeti I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar sürmüş, bu savaş sonrası bölge İngiliz himayesi altına girmiştir. Bu himaye daha sonra Güney Afrika hakimiyetine dönüşmüştür. Namibya, 1990 yılında bağımsız bir ülke olmuştur. Güney Afrika 1994'te Walvis Koyu'nu Namibya′ya (geri) vermiştir. Siyaset. Ülke bağımsızlığını kazandığı 1990 yılından bu yana yarı başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Yönetim sistemi ile ilgili referandum 1989 yılında gerçekleştirilmiş ve bağımsızlığın ilanı ile de yürürlüğe girmiştir. Ülkenin devlet başkanı beş yıllık dönemler için seçilmekte olup, Namibya hükûmetini ve başbakanını belirlemek görevleri arasındadır. Ülkede ulusal meclis ve millet meclisi olmak üzere iki ayrı meclis yapısı mevcuttur. Ulusal meclis 26 sandalyeye sahip ve ülkede var olan 13 bölge, bu meclise her altı yılda bir iki üye göndermektedir. Millet meclisinde bulunan 78 sandalyeden 72'sinin sahibi beş yılda bir yapılan genel seçimlerle belirlenirken geriye kalan 6 üye devlet başkanı tarafından belirlenerek atanmaktadır. Namibya devlet başkanları. Nangolo Mbumba İdari yapılanma. Namibya toprakları 14 bölgeye ayrılmıştır. Her bir bölge, bölgesel meclis tarafından yönetilmekte olup, bölgenin büyüklüğüne göre ayrıca altı ila 13 farklı seçim bölgesine daha ayrılmış konumdadır. Namibya genelinde toplamda 107 seçim bölgesi mevcuttur. 2013 yılında gerçekleştirilen reform ile birlikte daha önce Kavango olarak adlandırılan bölge ikiye bölünerek Kavango Batı ve Kavango Doğu isimli iki yeni bölge oluşturulmuş, Caprivi bölgesinin adı Zambezi, Karas bölgesinin de adı ǁKaras olarak değiştirilmiştir. Spor. Ülke genelinde en çok sevilen spor türleri ragbi ve futboldur. Namibya ragbi millî takımı Afrika kıtasının en başarılı ragbi takımlarından bir tanesidir. Bağımsızlığın kazanıldığı 1990 yılında kurulan takım Afrika kıtasından sürekli dünya şampiyonalarına gitmekte olup günümüze kadar iki kere Afrika şampiyonluğu ve iki kere de Afrika ikinciliği elde etmiştir. Aynı yıl içerisinde kurulan Namibya millî futbol takımı ise Afrika kıtasının orta seviyediki takımlarından olup, şu ana kadar iki kere Afrika Uluslar Kupası'nda yer almıştır. Namibya ligi olan Namibya Premier League'de ise 12 takım mücadele etmektedir. Ulaşım. Namibya'da bulunan demiryolları özellikle Almanya hakimiyeti altında iken askeri gereksinimler nedeniyle yapılan yollardan oluşmaktadır. Günümüzde 2.382 km'ye kadar çıkartılan demiryolu bağlantıları, bazı şehirleri birbirine bağlamaktadır. Ülkenin geneline yayılmayan demiryolu bağlantılar insan taşımacılığında neredeyse hiçbir anlam ifade etmezken, çoğunlukla ürün taşımada kullanılmaktadır. Ülkenin sahip olduğu karayolları, demiryolunun aksine neredeyse tüm bölgeleri kapsamaktadır. 65.000 km kara yoluna sahip ülkede, bu yolların 60.000 asfalt yerine çakıl taşı tabanlıdır. Geriye kalan 5.000 km ise önemli yollar olarak asfalta sahiptir. Namibya'da, tıpkı komşusu Güney Afrika Cumhuriyeti'nde olduğu gibi trafik sağdan akmaktadır. Ülke, Air Namibia ile kendisine ait bir havayolu şirketine sahiptir. Uluslararası havacılık sektörüne entegre olmuş iki adet havaalanına sahip olan ülkede, ayrıca küçük uçakların inebileceği irili ufaklı alanlar da vardır. Deniz taşımacılığında ise, 1994 yılında Güney Afrika tarafından Namibya'ya devredilen Walvis Körfezi ile Lüderitz önemli bir konuma sahiptir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4403", "len_data": 14802, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.4 }
Nauru ( ), resmî adıyla Nauru Cumhuriyeti (Nauruca: Repubrikin Naoero) ve eskiden Pleasant Adası olarak bilinen, Orta Pasifik'te bulunan bir Mikronezya ada ülkesi ve mikro devlettir. En yakın komşusu doğusunda yer alan Kiribati'nin Banaba Adası'dır. Tuvalu'nun kuzeybatısında, Solomon Adaları'nın 1300 kilometre (810 mil) kuzeydoğusunda, Papua Yeni Gine'nin doğu-kuzeydoğusunda, Mikronezya Federal Devletleri'nin güneydoğusunda ve Marshall Adaları'nın güneyinde yer alır. Sadece 21 km²'lik yüzölçümü ile Nauru, Vatikan ve Monako'nun ardından dünyanın en küçük üçüncü ülkesi, en küçük cumhuriyeti ve en küçük ada ülkesidir. 2011 sayımına göre 10.084 kişilik nüfusu ile Vatikan'dan sonra en az nüfusa sahip olan ülkedir. Ayrıca Nauru %61 oranla Dünya'da obezite oranının en yüksek olduğu ülkedir. Bunun nedeni işlenmiş gıda ve fast food tüketiminin aşırı olması olarak gösterilebilir. M.Ö. 1000 yıllarında Mikronezyalılar tarafından yerleşilen Nauru, 19. yüzyılın sonlarında Alman İmparatorluğu tarafından ilhak edilmiş ve koloni haline getirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Nauru; Avustralya, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık tarafından yönetilen bir Milletler Cemiyeti Mandası haline geldi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nauru, Japon birlikleri tarafından işgal edildi. Savaş sona erdikten sonra ülke Birleşmiş Milletler vesayetine girdi. Nauru 1968 yılında bağımsızlığını kazandı ve 1969 yılında Pasifik Topluluğu'nun (PT) bir üyesi oldu. Nauru'nun, yüzeye yakın zengin yataklara sahip bir fosfat kayası adası olması sebebiyle, üzerinde bir asırdan fazla bir süre boyunca açık ocak madenciliği yapılmıştır. Ancak bu durum ülkenin doğasına ciddi zarar vermiş ve ada ülkesinin genellikle "kaynak laneti" ya da "bolluk paradoksu" olarak adlandırılan durumdan muzdarip olmasına sebep olmuştur. Adadaki fosfat 1990'larda tükendi ve kalan rezervler ekonomik olarak çıkarılmaya uygun durumda değildir. Nauru, gelir yaratabilmek için kısa bir süreliğine vergi cenneti ve yasadışı kara para aklama merkezi haline geldi. 2001'den bu yana birkaç kez, Avustralya'nın göçmenleri sınırdışı etmek gibi amaçlarla kullandığı gözaltı tesisi olan Nauru Bölgesel Gözaltı Merkezi'ni işletmek karşılığında Avustralya Hükümeti'nden yardım kabul etmiştir. Avustralya'ya olan yoğun bağımlılığın bir sonucu olarak, bazı kaynaklar Nauru'yu Avustralya'ya bağımlı devlet olarak tanımlamıştır. Nauru, Birleşmiş Milletler, Milletler Topluluğu ve Afrika, Karayip ve Pasifik Devletleri Örgütü üyesidir. Nauru ekonomisi, 1980'li yılların başlarında yükselmiştir. Nauru'da deniz kuşlarının dışkılarından oluşan guano rezervleri mevcuttur ve bu rezervler fosfat ve potasyum açısından zengindir. Nauru ekonomisi bu guano rezervlerine bağlıdır. Önemli ihtiyaçlar ithal edilmektedir. Küçük ölçekli madencilik hala Nauru Fosfat Şirketi olarak bilinen RONPhos tarafından yapılmaktadır. Nauru'nun başkenti (de facto) Yaren, en büyük şehri Boe'dir. Tarihçe. Nauru'ya ilk olarak en az 3.000 yıl önce Mikronezyalılar yerleşmiştir ve olası Polinezya etkisine dair kanıtlar bulunmaktadır. Nauru tarih öncesi hakkında nispeten az şey bilinmektedir, ancak adanın uzun bir izolasyon dönemi geçirdiğine inanılmaktadır, bu da ada sakinleri arasında gelişen farklı dili açıklamaktadır. Nauru'da geleneksel olarak 12 klan veya kabile vardı ve günümüzde bu kabileler, ülkenin bayrağındaki on iki köşeli yıldızla temsil edilmektedir. Geleneksel olarak Naurulular soylarını anasoylu olarak takip ederlerdi. Ada halkı su ürünleri yetiştiriciliği yapıyordu: yavru süt balıkları (Nauru dilinde "ibija" olarak bilinir) yakalıyor, onları tatlı suya alıştırıyor ve Buada Lagünü'nde yetiştiriyorlardı. Beslenme düzenlerinde hindistan cevizi ve pandanus meyvesi gibi yerel gıdalar da bulunmaktaydı. "Nauru" adı Nauruca'da "sahile gidiyorum" anlamına gelen "Anáoero" kelimesinden türemiş olabileceği düşünülmektedir. 1798 yılında İngiliz deniz kaptanı John Fearn, 300 tonluk ticaret gemisi "Hunter" ile Nauru'yu gördüğünü bildiren ilk Batılı oldu ve çekici görünümü nedeniyle "Hoş Ada" anlamına gelen "Pleasant Island" olarak adlandırdı. 1826'dan itibaren Naurulular, bölgede balina avcılığı yapan ve buradan geçen ticaret gemilerinin; erzak ve taze içme suyu ihtiyaçları için adaya gelmesi ile Avrupalılarla düzenli olarak temas kurmaya başladılar. Yelken çağında son balina avcısı 1904 yılında adaya uğramıştır. Bu sıralarda, Avrupa gemilerinden firar edenler adada yaşamaya başladı. Ada sakinleri yiyeceklerini alkollü palmiye şarabı ve ateşli silahlarla takas ediyorlardı. Ateşli silahlar 1878'de başlayan ve 10 yıl süren Nauru İç Savaşı sırasında kullanıldı. Büyük Britanya ile yapılan bir anlaşmanın ardından Nauru, 1888 yılında Almanya tarafından ilhak edildi ve idari amaçlarla Almanya'nın Marshall Adaları Protektorası'na dahil edildi. Almanların gelişi iç savaşı sona erdirdi ve adanın yönetim şekli olarak krallık benimsendi. Bu krallardan en bilineni Kral Auweyida'dır. Gilbert Adaları'ndan Hristiyan misyonerler 1888'de adaya geldi. Alman yerleşimciler adaya "Nawodo" ya da "Onawero" adını verdiler. Almanlar Nauru'yu neredeyse otuz yıl boyunca yönetti. Naurulu bir kadınla evlenen Alman tüccar Robert Rasch, 1890 yılında atanan ilk yöneticiydi. Nauru'daki fosfat 1900 yılında araştırmacı Albert Fuller Ellis tarafından keşfedildi. Pasifik Fosfat Şirketi 1906 yılında Almanya ile anlaşarak rezervleri işletmeye başladı ve ilk sevkiyatını 1907 yılında ihraç etti. 1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından Nauru, Avustralya birlikleri tarafından ele geçirildi. 1919'da İtilaf Devletleri tarafından Nauru'nun V. George'in yönetiminde bir Milletler Cemiyeti mandası olması kararlaştırıldı. Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda hükûmetleri arasında 1919 yılında imzalanan Nauru Adası Anlaşması, adanın idaresini ve fosfat yataklarının hükûmetler arası bir İngiliz Fosfat Komisyonu (BPC) tarafından çıkarılmasını öngörüyordu. Milletler Cemiyeti mandasının şartları 1920 yılında hazırlandı. Adada 20. yüzyılın başlarında bir grip salgını ve devam eden sömürgeci çekişmeler yaşanmış, yerli Naurulular arasında ölüm oranı yüzde 18'e gelmişti. 1923'te Milletler Cemiyeti Avustralya'ya Nauru'yu idare yetkisi verdi, Birleşik Krallık ve Yeni Zelanda da eş idareci olarak görev aldı. 6 ve 7 Aralık 1940'ta Alman kruvazörleri "Komet" ve "Orion", Nauru yakınlarında beş ikmal gemisini batırdı. "Komet" daha sonra Nauru'nun fosfat madenciliği alanlarını, petrol depolama depolarını ve gemi yükleme alanını bombaladı. Japon birlikleri 25 Ağustos 1942'de Nauru'yu işgal etti. Japonlar 2 havaalanı inşa ederek Nauru'ya gıda malzemelerinin ulaşmasını engelledi. Japonlar, 1200 Naurulu'yu yine Japonya tarafından işgal edilen Chuuk Adaları'nda işçi olarak çalıştırmak üzere sınır dışı etti. İtilaf Devletlerinin, Pasifik adalarından Japonya'nın ana adalarına doğru ada zıplaması stratejisinin bir parçası olarak Nauru atlandı ve ilgisiz bırakılarak adeta "kaderine terk edildi". Nauru nihayet 13 Eylül 1945'te komutan Hisayaki Soeda'nın adayı Avustralya Ordusu ve Avustralya Kraliyet Donanmasına teslim etmesiyle özgür oldu. Japonya'nın teslim olma isteği, "HMAS Diamantina" savaş gemisinde Birinci Avustralya Ordusu Komutanı Korgeneral Vernon Sturdee'yi temsil eden Tuğgeneral J. R. Stevenson tarafından kabul edildi. Japon esaretinden kurtulan 745 Naurulu, Ocak 1946'da BPC gemisi "Trienza" ile Chuuk'tan ülkelerine iade edildi. 1947 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Avustralya, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık'ın kayyım olarak yer aldığı bir kayyımlık kurulmuştur. Bu düzenlemeler uyarınca Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda ortak bir idare makamı olmuştur. Nauru Adası Anlaşması, ilk yöneticinin beş yıllığına Avustralya tarafından atanmasını ve sonraki atamaların üç hükûmet tarafından kararlaştırılmasını öngörüyordu. Ancak uygulamada idari yetki sadece Avustralya tarafından kullanıldı. 1947'de Birleşmiş Milletler tarafından Avustralya, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık'ın mütevelli olduğu bir vesayet bölgesi kurulmuştur. Buna göre Nauru üzerinde Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda ortak bir yönetimi olacaktı. Nauru Adası Anlaşması, ilk yöneticinin beş yıllığına Avustralya tarafından atanmasını ve sonraki atamaların üç hükûmet tarafından kararlaştırılmasını öngörüyordu. Ancak uygulamada idari yetki tek başına Avustralya tarafından kullanıldı. Çinli guano madeni işçilerinin ücret ve koşullar nedeniyle greve gitmesiyle 1948 Nauru ayaklanmaları meydana gelmiştir. Bunun üzerine Avustralya yönetimi olağanüstü hal ilan etmiş; Avustralya yerel polisi ile yerel halktan ve Avustralyalı yetkililerden oluşan silahlı gönüllüler harekete geçirilmiştir. Hafif makineli tüfek ve diğer ateşli silahları kullanan bu kişiler, Çinli işçilere ateş açarak iki kişinin ölümüne ve on altı kişinin yaralanmasına neden olmuştur. İşçilerden yaklaşık 50'si tutuklanmış ve bunlardan ikisi gözaltındayken süngülenmek suretiyle öldürülmüştür. Mahkûmları süngüleyen asker yargılanmış, ancak daha sonra yaralamanın "kazara" olduğu gerekçesiyle beraat etmiştir. Sovyetler Birliği ve Çin hükûmetleri bu olay nedeniyle Birleşmiş Milletler'de Avustralya aleyhine resmi şikayette bulunmuştur. 1964 yılında Nauru nüfusunun Avustralya'nın Queensland kıyılarındaki Curtis Adası'na taşınması önerildi. O zamana kadar Nauru'da Avustralya, İngiltere ve Yeni Zelanda'dan şirketler tarafından yoğun bir şekilde fosfat madeni çıkarılmış, bu da adaya o kadar zarar vermişti ki adanın 1990'larda yaşanmaz hale geleceği düşünülüyordu. Adanın rehabilite edilmesi mali açıdan imkansız olarak görülüyordu. 1962 yılında Avustralya Başbakanı Robert Menzies, madenciliğe dahil olan üç ülkenin Nauru halkı için bir çözüm sağlama yükümlülüğü olduğunu söyledi ve Nauru halkının yaşayacağı yeni bir ada bulmayı önerdi. 1963 yılında Avustralya Hükûmeti, Curtis Adası'ndaki (Nauru'dan oldukça büyük olan) tüm arazinin satın alınmasını, Naurululara ada üzerinde serbest mülkiyet hakkı sunulmasını ve Nauruluların Avustralya vatandaşı olmasını önerdi. Nauruluları Curtis Adası'na yerleştirmenin maliyetinin, konut ve altyapı inşaatı, tarım ve balıkçılık endüstrilerinin kurulması bedelleri de dahil olmak üzere, 10 milyon £ olacağı tahmin ediliyordu. Ancak, Nauru halkı Avustralya vatandaşı olmak istememiş, bağımsızlıklarını devam ettirebilmek için Curtis Adası üzerinde egemenlik verilmesini istemiş; ancak Avustralya bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine Nauru, Curtis Adası'na taşınma teklifini reddetmiş ve toprakları üzerindeki maden işletmelerini kendisinin işleteceği bağımsız bir ulus olmayı seçmiştir. Nauru Ocak 1966'da kendi kendini yönetmeye başladı ve iki yıllık bir anayasa komisyonunun ardından 31 Ocak 1968'de kurucu başkan Hammer DeRoburt yönetiminde bağımsızlığını ilan etti. 1967'de Nauru halkı İngiliz Fosfat Şirketi'nin varlıklarını satın aldıktan sonra, Haziran 1970'te varlıkların kontrolü yerel bir şirket olan Nauru Fosfat Şirketi'ne (NPC) geçti. Madenlerden elde edilen gelir Nauruluları bir dönem için dünyanın en zengin insanları arasına soktu. 1989 yılında Nauru, Avustralya'nın adayı yönetmesinin ve Avustralya'nın fosfat madenciliğinin neden olduğu çevresel zararı gidermemesi nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'nda Avustralya aleyhine dava açtı. Dava, Nauru'nun mayınlı alanlarının temizlenmesini de içeren bir için mahkeme dışı bir uzlaşma ile sonuçlandı. Coğrafya. Nauru 21 kilometrekarelik (8.1 metrekare), güneybatı Pasifik Okyanusu'ndaki oval şekilli ada, ekvatorun güneyinde 55.95 kilometre (34.77 mi). Adanın çevresi alçakta maruz kalan ve tepelerle noktalı mercan kayalığı ile çevrilidir. Resifin varlığı bir limanın kurulmasını engellemiş olmasına rağmen, resif içerisindeki kanallar küçük teknelerin adaya ulaşmasına izin vermektedir. 150 ila 300 metre (490 ila 980 ayak) genişlikte verimli bir sahil şeridi, sahilden içeride uzanmaktadır. Mercan kayalıkları, Nauru'nun merkezi platosunu çevrelemektedir. Platonun Komuta Sırtı olarak adlandırılan en yüksek noktası deniz seviyesinden 71 metre (233 ayak) yüksektir. Nauru'daki tek verimli alanlar hindistan cevizi ağaçlarının geliştiği dar kıyı kuşağındadır. Buada Lagünü'nün etrafındaki arazi, muzları, ananasları, sebzeleri, pandanus ağaçlarını ve tomano ağacı gibi yerli sert ağaçları destekler. İklim. Nauru'nun iklimi, ekvatora ve okyanusa yakınlığı nedeniyle yıl boyunca sıcak ve çok nemlidir. Nauru'ya Kasım ve Şubat ayları arasında muson yağmurları yağar. Yıllık yağış miktarı oldukça değişkendir ve El Niño-Güney Salınımı'ndan etkilenir. Nauru'da sıcaklık gün boyunca 30 ila 35 °C (86 ila 95 °F) arasında değişirken, geceleri genellikle 25 °C (77 °F) görülmektedir. Nauru'da akarsu ve nehir bulunmamaktadır. Bu nedenle binaların çatılarında, yağmur suyu toplama depoları bulunmaktadır. Ekoloji. Bitki örtüsünün eksikliği ve fosfat madenciliğinin sonuçları nedeniyle adada faunal çeşitlilik sınırlıdır. Yaşam alanlarının tahrip edilmesi nedeniyle pek çok yerli kuş türü ya yok olmuş ya da nadir hale gelmiştir. Adaya özgü yaklaşık 60 kayıtlı damarlı bitki türü bulunmakta olup, bunların hiçbiri endemik değildir. Hindistan cevizi yetiştiriciliği, madencilik ve tanıtılan türler, yerel bitki örtüsünü ciddi şekilde bozmuştur. Yerli kara memelileri bulunmamakla birlikte, adada yerli böcekler, kara yengeçleri ve kuşlar, endemik Nauru saz kamışçını dahil olmak üzere bulunmaktadır. Polinezya faresi, kediler, köpekler, domuzlar ve tavuklar gemilerle Nauru'ya getirilmiştir. Mercan kayalığındaki deniz yaşamının çeşitliliği, adada turistler için popüler bir etkinlik olan balıkçılığı teşvik etmektedir; ayrıca dalış ve şnorkelle yüzme de popülerdir. Siyaset. Nauru Cumhurbaşkanı, 19 üyeli tek meclisli parlamentonun başında olan David Adeang'dır. Ülke, Birleşmiş Milletler, Milletler Topluluğu ve Asya Kalkınma Bankası'nın bir üyesidir. Nauru ayrıca Milletler Topluluğu Oyunları ve Olimpiyat Oyunları'na katılmaktadır. Yakın zamanda Nauru, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı'na (IRENA) üye ülke oldu. Nauru Cumhuriyeti, Nisan 2016'da Uluslararası Para Fonu'nun 189. üyesi oldu. Nauru, parlamenter sisteme dayalı bir cumhuriyettir. Cumhurbaşkanı hem devlet başkanı hem de hükûmet başkanıdır ve cumhurbaşkanı olarak kalması parlamentonun güvenine bağlıdır. 19 parlamento koltuğu için her üç yılda bir seçim yapılır. Parlamento, üyeleri arasından cumhurbaşkanını seçer ve cumhurbaşkanı beş ila altı üyeden oluşan bir kabine atar. 2021 referandumu sonucunda, sonradan vatandaşlığa kabul edilen kişilerin ve onların soyundan gelenlerin parlamentoya girmesi yasaklandı. Nauru, siyasi partiler için herhangi bir resmi yapıya sahip değildir ve adaylar genellikle bağımsız olarak göreve talip olur; mevcut parlamentonun on beş üyesi bağımsızdır. Nauru politikasında aktif olan dört parti, Nauru Partisi, Demokrat Parti, Önce Nauru ve Merkez Parti'dir. Ancak, hükûmet içindeki ittifaklar genellikle parti bağlılığından ziyade geniş aile bağlarına dayanır. 1992'den 1999'a kadar Nauru, Nauru Adası Konseyi (NIC) olarak bilinen yerel bir hükûmet sistemine sahipti. Bu, 1951'de kurulan Nauru Yerel Hükûmet Konseyi'nin halefiydi. Bu dokuz üyeli konsey, belediye hizmetleri sağlamak için tasarlanmıştı. NIC, 1999'da feshedilerek, tüm varlıklar ve yükümlülükler ulusal hükûmete devredildi. Nauru'da icar, yani arazinin kiraya verilmesi, alışılmadık bir durumdur. Tüm Naurulular adadaki tüm araziler üzerinde belli haklara sahiptir, bu araziler bireyler ve aile grupları tarafından sahiplenilmiştir. Hükûmet ve şirketlerin herhangi bir arazisi yoktur ve arazi kullanımı için arazi sahipleri ile kiralama anlaşması yapmak zorundadırlar. Naurulular dışındakiler adada arazi sahibi olamaz. Nauru Yüksek Mahkemesi, Başyargıç tarafından yönetilir ve anayasal konularda en üst düzeydedir. Diğer davalar iki yargıçlı Temyiz Mahkemesi'ne taşınabilir. Parlamento, mahkeme kararlarını geçersiz kılamaz. Tarihsel olarak, Temyiz Mahkemesi kararları Avustralya Yüksek Mahkemesi'ne taşınabilirken, bu durum nadiren gerçekleşmiş ve Avustralya mahkemesinin temyiz yetkisi, Nauru Hükûmeti'nin düzenlemeyi tek taraflı olarak sonlandırmasıyla 12 Mart 2018'de tamamen sona ermiştir. Alt mahkemeler, İlçe Mahkemesi ve Aile Mahkemesi'ni içerir ve her ikisi de Yüksek Mahkeme'nin sulh hakimi olan bir hakimi tarafından yönetilir. İki diğer yarı-yargısal organlar ise, Kamu Hizmeti Temyiz Kurulu ve Polis Temyiz Kurulu olup, her ikisi de Başyargıç tarafından yönetilir. Dış ilişkiler. 1968'deki bağımsızlığını takiben Nauru, Milletler Topluluğu'na Özel Üye olarak katıldı; 1999'da tam üye oldu. Ülke, 1991'de Asya Kalkınma Bankası'na ve 1999'da Birleşmiş Milletlere kabul edildi. Nauru, Güney Pasifik Bölgesel Çevre Programı, Pasifik Topluluğu ve Güney Pasifik Uygulamalı Jeobilim Komisyonu'nun bir üyesidir. Şubat 2021'de, Nauru, Henry Puna'nın Pasifik Adaları Forumu'nun genel sekreteri olarak seçilmesine ilişkin bir anlaşmazlık sonrasında Marshall Adaları, Kiribati ve Mikronezya Federasyon Devletleri ile ortak bir açıklama yaparak Forum'dan resmi olarak çekileceğini duyurdu. Nauru'nun silahlı kuvvetleri bulunmamaktadır, ancak sivil kontrol altında küçük bir polis gücü vardır. Avustralya, iki ülke arasındaki gayri resmi bir anlaşma gereğince Nauru'nun savunmasından sorumludur. Avustralya ile Nauru arasında Eylül 2005'te imzalanan mutabakat zaptı, Nauru'ya mali yardım ve bütçeyi hazırlamak üzere bir Maliye Bakanı ile sağlık ve eğitim danışmanları da dahil olmak üzere teknik yardım sağlamaktadır. Bu yardım, Nauru'nun Avustralya'ya giriş başvuruları değerlendirilirken sığınmacıları barındırması karşılığında yapılmaktadır. Nauru, resmi para birimi olarak Avustralya dolarını kullanmaktadır. Nauru, Birleşmiş Milletler üyesi olarak konumunu, Tek Çin politikası kapsamında birinden diğerine tanınmasını değiştirerek hem Tayvan 'dan (resmi olarak Çin Cumhuriyeti veya ÇC) hem de anakara Çin'den (resmi olarak Çin Halk Cumhuriyeti veya ÇHC) mali destek almak için kullanmıştır. 21 Temmuz 2002 tarihinde Nauru, ÇHC ile diplomatik ilişkiler kurmak için bir anlaşma imzalamış ve bu işlem için ÇHC'den 130 milyon ABD Doları kabul etmiştir (2022 yılında 203 milyon ABD Doları). Buna karşılık ÇC iki gün sonra Nauru ile diplomatik ilişkilerini kesmiştir. Nauru daha sonra 14 Mayıs 2005 tarihinde ÇC ile yeniden bağlantı kurmuş ve ÇHC ile diplomatik bağlar 31 Mayıs 2005 tarihinde resmen kesilmiştir. 15 Ocak 2024 tarihinde Nauru ÇC ile bağlarını tekrar kopardı ve ÇHC ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu. 2008 yılında Nauru, Kosova'yı bağımsız bir ülke olarak tanıdı ve 2009 yılında Nauru, Rusya, Nikaragua ve Venezuela'dan sonra Abhazya'yı tanıyan dördüncü ülke oldu. Bu tanımanın sonucu olarak Rusya'nın Nauru'ya 50 milyon ABD doları tutarında insani yardım sağladığı iddia edilmiştir (2022'de 67.1 milyon ABD doları). 15 Temmuz 2008'de, Nauru hükûmeti, Rusya'dan alınan 9 milyon ABD doları tutarındaki kalkınma yardımı ile finanse edilen bir liman yenileme programını duyurdu (2022'de 12.1 milyon ABD doları). Nauru hükûmeti, bu yardımın Abhazya ve Güney Osetya'nın tanınmasıyla ilgili olmadığını iddia etmiştir. Nauru'nun gelirinin önemli bir kısmı Avustralya'dan gelen yardımlardan oluşmaktadır. 2001 yılında, 438 mülteciyi karaya oturmuş 20 metre uzunluğundaki bir tekneden kurtaran Norveç gemisi MV Tampa, Avustralya'ya yanaşmak istemiştir. Tampa olayı olarak bilinen bu olayda, gemiye giriş izni verilmemiş ve Avustralya askerleri gemiye çıkmıştır. Mülteciler sonunda Avustralya Kraliyet Donanması'na ait HMAS Manoora gemisine yüklenerek, daha sonra Howard hükûmetinin Pasifik Çözümü'nün bir parçası haline gelecek gözaltı tesislerinde tutulmak üzere Nauru'ya götürülmüştür. Nauru, Avustralya'dan aldığı yardım karşılığında bu mülteciler için State House ve Topside adı verilen iki gözaltı merkezi işletmiştir. Kasım 2005'e gelindiğinde, Nauru'ya 2001'de ilk gönderilenlerden sadece iki mülteci, Mohammed Sagar ve Muhammad Faisal kalmıştı ve nihayetinde Sagar 2007'nin başında yeniden yerleşti. Avustralya hükûmeti, 2006'nın sonu ve 2007'nin başında Nauru'ya başka sığınmacı grupları gönderdi. Mülteci merkezi 2008'de kapatıldı; ancak Avustralya hükûmetinin Ağustos 2012'de Pasifik Çözümü'nü yeniden benimsemesinin ardından yeniden açıldı. ABD Atmosferik Radyasyon Ölçüm Programı, adada bir iklim izleme tesisi işletmektedir. Mart 2017'de BM İnsan Hakları Konseyi'nin 34. olağan oturumunda Vanuatu; Nauru ve diğer bazı Pasifik ülkeleri adına ortak bir açıklama yaparak 1963'ten bu yana Endonezya tarafından işgal altında tutulan Batı Yeni Gine'deki insan hakları ihlali iddailarını gündeme getirdi ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nden bir rapor hazırlamasını talep etti. Endonezya bu iddiaları reddetti. 50 yıllık Papua çatışması sırasında 100.000'den fazla Papualı öldüğü tahmin edilmektedir. Uluslararası Af Örgütü o zamandan beri Nauru'da yaşayan savaş mültecilerinin koşullarını bir "dehşet" olarak tanımladı, sekiz yaşından küçük çocukların intihara teşebbüs ettiği ve kendine zarar verme eylemlerinde bulunduğu bildirildi. 2018'de bu durum, otuz kadar çocuğun vazgeçme sendromu adı ile bilinen bir tür travmatik sendrom yaşamasının ardından bir "ruh sağlığı krizi" olarak dikkat çekti. İdari bölgeler. Nauru, sekiz seçim çevresinde gruplandırılan ve ayrıca köylere bölünen on dört idari bölgeye ayrılmıştır. En kalabalık ili 1804 nüfuslu Denigomodu'dur. Denigomodu nüfusunun 1497'si "Location" adlı bir RONPhos yerleşiminde ikamet etmektedir. Aşağıdaki tablo 2011 nüfus sayımına göre il bazlı nüfusu göstermektedir. Ekonomi. Nauru ekonomisi 1970'lerde en güçlüydü ve GSYİH 1981'de zirveye ulaştı. Bu eğilim, ekonomik çıktısının büyük bir kısmını oluşturan fosfat madenciliğinden kaynaklanıyordu. Madencilik 1980'lerin başından itibaren düşüşe geçmiştir. Ülkede kaynak sayısı az olduğundan, ihtiyaçların çoğu ithal edilmektedir. Küçük ölçekli madencilik halen, eskiden Nauru Fosfat Şirketi olarak bilinen RONPhos tarafından yürütülmektedir. Hükûmet, RONPhos'un kazançlarının bir yüzdesini Nauru Phosphate Royalties Trust adı kuruma yatırmaktadır. Bu kurum, fosfat rezervleri tükendikten sonra vatandaşları desteklemeyi amaçlayan uzun vadeli yatırımları yönetmektedir. Kötü yönetim nedeniyle kurumun sabit ve cari varlıkları önemli ölçüde azaldı ve hiçbir zaman tam olarak toparlanmama ihtimali de mevcut. Başarısız yatırımlar arasında 1993 yılında Leonardo the Musical'ın finanse edilmesi de vardı. Sydney'deki Mercure Hotel ve Melbourne'deki Nauru House 2004 yılında borçları finanse etmek için satıldı ve Air Nauru'nun tek Boeing 737'si Aralık 2005'te geri alındı. Uçak Haziran 2006'da bir Boeing 737-300 yolcu uçağı ile değiştirildikten sonra normal hava hizmeti yeniden başladı. 2005 yılında şirket Melbourne'de kalan gayrimenkulü olan Savoy Tavern'i de 7,5 milyon dolara sattı (2022'de 10,9 milyon ABD doları). Kurumun değerinin 1991'de 1,3 milyar A$'dan 2002'de 138 milyon A$'a düştüğü tahmin edilmektedir (2022 doları ile 2,79 milyar A$'dan 229 milyon A$'a). Nauru şu anda hükûmetin birçok temel işlevini yerine getirecek paradan yoksundur; örneğin Nauru Ulusal Bankası iflas etmiştir. CIA World Factbook 2005 yılında kişi başına düşen GSYİH'nın 5.000 ABD doları olduğunu tahmin etmiştir. Asya Kalkınma Bankası'nın Nauru hakkındaki 2007 ekonomik raporunda kişi başına düşen GSYİH'nın 2.400 ila 2.715 ABD doları olduğu tahmin edilmiştir. Nauru'da kişisel vergilendirme bulunmamaktadır. İşsizlik oranının yüzde 23 olduğu tahmin edilmektedir ve hükûmet işi olanların yüzde 95'ini istihdam etmektedir. Asya Kalkınma Bankası, yönetimin ekonomik reformları uygulamak için güçlü bir kamu yetkisine sahip olmasına rağmen, fosfat madenciliğine bir alternatifin yokluğunda, orta vadeli görünümün dış yardıma bağımlılığın devam edeceği yönünde olduğunu belirtmektedir. Turizm ekonomiye önemli bir katkı sağlamamaktadır. 1990'larda Nauru bir vergi cenneti haline geldi ve yabancı uyruklulara ücret karşılığında pasaport vermeye başladı. Hükûmetler arası Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü (FATF), Nauru'yu kara para aklamaya karşı mücadelesinde 15 "işbirliği yapmayan" ülkeden biri olarak tanımladı. 1990'larda Nauru'da sadece 25.000 ABD Doları (2022'de 40.572 ABD Doları) karşılığında lisanslı bir banka kurmak mümkündü ve başka hiçbir gereklilik aranmamaktaydı. FATF'ın baskısı altında, Nauru 2003 yılında kaçınma karşıtı mevzuatı uygulamaya koymuş ve bunun ardından yabancı sıcak para ülkeyi terk etmiştir. Ekim 2005'te, mevzuattan ve uygulanmasından elde edilen tatmin edici sonuçların ardından, FATF işbirliği yapmayan ülke tanımını kaldırmıştır. Nauru gözaltı merkezi 2001'den 2007'ye kadar ülke için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Naurulu yetkililer merkezin Avustralya tarafından kapatılmasına endişeyle tepki göstermiştir. Şubat 2008'de dönemin Dışişleri Bakanı Kieren Keke, merkezin kapatılmasının 100 Naurulunun işini kaybetmesine yol açacağını ve ada nüfusunun yüzde 10'unu doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyeceğini belirtmiş ve "Birdenbire gelirsiz kalacak olan çok sayıda ailemiz var. Bazı sosyal yardımlar sağlamanın yollarını arıyoruz ancak bunu yapma kapasitemiz çok sınırlı. Kelimenin tam anlamıyla önümüzde büyük bir işsizlik krizi var." ifadelerini kullanmıştır. Gözaltı merkezi Ağustos 2012'de yeniden açıldı. Temmuz 2017'de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Nauru'nun vergi şeffaflığı standartlarına ilişkin notunu yükseltti. Daha önce Nauru, uluslararası vergi şeffaflığı standartlarına ve düzenlemelerine uyabileceklerini gösteremeyen on dört ülke ile birlikte listelenmişti. OECD daha sonra Nauru'yu hızlı bir uyum sürecinden geçirdi ve ülkeye "büyük ölçüde uyumlu" notu verildi. Dönemin Maliye Bakanı David Adeang tarafından sunulan 2017-2018 bütçesi, 128,7 milyon A$ gelir ve 128,6 milyon A$ harcama ile birlikte iki yıl içinde ülke için mütevazı bir ekonomik büyüme öngörüyordu. 2018 yılında Nauru hükûmeti, Kanadalı The Metals Company'nin yüzde yüz iştiraki olan derin deniz madencilik şirketi DeepGreen, (artık Nauru Ocean Resources Inc (NORI) olarak bilinmektedir) ile ortaklık kurarak, mineralleri ve metalleri sürdürülebilir enerji teknolojisinin geliştirilmesinde kullanılabilecek manganez nodüllerini toplamayı planlamıştır. Demografi. Temmuz 2021 itibarıyla Nauru'da 12.511 kişi yaşamaktadır. Nüfus daha önce daha fazlaydı, ancak 2006 yılında Kiribati ve Tuvalu'dan göçmen işçilerin geri dönüşü sırasında adadan 1.500 kişi ayrılmıştır. Geri dönüşün nedeni fosfat madenciliğindeki önemli işten çıkarmalar olmuştur. Nauru, Güney Pasifik'teki en yoğun nüfuslu Batılılaşmış ülkelerden biridir. Nauru'nun resmi dilleri Nauruca ve İngilizcedir. Nauruca, etnik Nauruların yüzde 96'sı tarafından evde konuşulan farklı bir Mikronezya dilidir. İngilizce yaygın olarak konuşulur ve hükûmet ve ticaret dilidir. Ada nüfusunun ana dini Hristiyanlıktır (ana mezhepler Nauru Cemaat Kilisesi %35,71, Roma Katolik %32,96, Tanrı Meclisleri %12,98 ve Baptist %1,48). Anayasa din özgürlüğünü öngörmektedir. Hükûmet, devlete ait Nauru Fosfat Şirketi tarafından istihdam edilen yabancı işçilerin çoğunluğunun mensubu olduğu İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi ve Yehova Şahitlerinin dini uygulamalarını kısıtlamıştır. Katoliklere, Kiribati'deki Tarawa'da bulunan Tarawa ve Nauru Roma Katolik Piskoposluğu tarafından papazlık hizmeti verilmektedir. Kültür. 26 Ekim'de düzenlenen Angam Günü, iki dünya savaşı ve 1920 grip salgını sonrasında Naurulu nüfusunun toparlanması için kutlanmaktadır. Sömürgeci ve çağdaş Batı etkisi, yerli kültürü büyük ölçüde yerinden etti. Çok az sayıda eski gelenek korunmuştur ancak geleneksel müzik, sanat ve el sanatları ile balıkçılığın bazı türleri hâlâ uygulanmaktadır. Medya. Nauru'da günlük haber yayını yoktur, ancak iki haftada bir yayınlanan "Mwinen Ko" adlı bir yayın vardır. Yeni Zelanda ve Avustralya'dan programlar yayınlayan devlete ait bir televizyon istasyonu Nauru Televizyonu (NTV) ve Avustralya Radyosu ve BBC'den programlar yayınlayan devlete ait ticari olmayan bir radyo istasyonu Radyo Nauru vardır. Spor. Avustralya futbolu Nauru'daki en popüler spordur; futbol ve halter ülkenin ulusal sporları olarak kabul edilir. Sekiz takımlı bir Avustralya futbol ligi vardır.[1] Nauru Avustralya futbolu millî takımının adı Chiefs'tir. Nauru'da popüler olan diğer sporlar arasında voleybol, netball, balıkçılık, halter ve tenis sayılabilir. Nauru Commonwealth Oyunlarına katılır ve halter ve judo dallarında Yaz Olimpiyat Oyunlarına katılmıştır. Nauru'nun milli basketbol takımı 1969 Pasifik Oyunları'nda mücadele etmiş ve burada Solomon Adaları ve Fiji'yi mağlup etmiştir. Nauru ulusal yedili ragbi takımı ilk uluslararası maçını 2015 Pasifik Oyunları'nda yapmıştır. Nauru, Yeni Zelanda'da düzenlenen 2015 Okyanusya Sevens Şampiyonası'nda mücadele etti. Tatiller. Bağımsızlık Günü 31 Ocak tarihinde kutlanmaktadır. Kamu Hizmetleri. Eğitim. Nauru'da okuryazarlık oranı yüzde 96'dır. Eğitim altı ila on altı yaş arası çocuklar için zorunludur ve zorunlu olmayan iki yıl daha sunulmaktadır (11 ve 12. yıllar). Adada üç ilkokul ve iki ortaokul bulunmaktadır. Ortaokullar Nauru Ortaokulu ve Nauru Koleji'dir. Nauru'da Güney Pasifik Üniversitesinin bir kampüsü bulunmaktadır. Bu kampüs 1987 yılında inşa edilmeden önce öğrenciler ya uzaktan ya da yurt dışında eğitim görüyorlardı. 2011 yılından bu yana Avustralya'daki New England Üniversitesi, eğitim alanında ön lisans derecesi için eğitim gören yaklaşık 30 Naurulu öğretmenle adada bir varlık oluşturdu. Bu öğrenciler eğitimlerini tamamlamak üzere lisans eğitimlerine devam edeceklerdir. Bu proje Avustralya Dışişleri ve Ticaret Bakanlığı tarafından finanse edilmektedir. Sağlık. UNICEF tarafından yapılan bir araştırmaya göre Nauru, 2020 yılında %2,9 ile Pasifik Ada Ülkeleri ve Bölgeleri (PICTs) bölgesindeki en yüksek çocuk ölüm oranlarından birine sahiptir. Nauru'da 2009 yılında beklenen yaşam süresi erkekler için 60,6 yıl ve kadınlar için 68,0 yıldı. Ortalama vücut kitle endeksi (BMI) ölçütüne göre Naurulular dünyadaki en kilolu insanlardır; erkeklerin yüzde 97'si ve kadınların yüzde 93'ü aşırı kilolu veya obezdir. 2012 yılında obezite oranı yüzde 71,7 idi. Pasifik adalarında obezite yaygındır. Nauru, nüfusun yüzde 40'ından fazlasının etkilendiği dünyanın en yüksek tip 2 diyabet seviyesine sahiptir. Nauru'da beslenme ile ilgili diğer önemli sorunlar arasında böbrek hastalığı ve kalp hastalığı bulunmaktadır. Ulaşım. Adaya yalnızca Nauru Uluslararası Havalimanı hizmet vermektedir. Yolcu hizmetleri Nauru Havayolları tarafından sağlanmaktadır. Uçuşlar haftada dört gün Brisbane'e, Nadi ve Bonriki dahil olmak üzere diğer varış noktalarına sınırlı hizmetle gerçekleştirilir. Nauru'ya Nauru Uluslararası Limanı üzerinden deniz yoluyla ulaşılabilir. Eski Aiwo Tekne Limanı'nın modernizasyon ve genişletme projesinin 2021 yılında tamamlanması bekleniyordu ancak COVID-19 salgınının neden olduğu teknik ve lojistik sorunlar nedeniyle ertelendi. Kaynaklar. Bitkiler ve çiftçilik. Tarihsel olarak, Yerli Nauru'luların geçimlik tarım yoluyla ihtiyaç duydukları gıdanın çoğunu sağlayan bahçeleri olmuştur; en yaygın gıda bitkileri arasında hindistan cevizi, ekmek meyvesi, muz, pandanus, papaya ve guava bulunmaktadır. Fosfat madenlerinde çalışan büyük göçmen nüfusu nedeniyle, bu ülkelerde de temel gıda maddeleri olan birçok meyve ve sebze türü yetiştiriliyordu. Nauru'daki toprak, vatandaşların fosfatın çıkarıldığı yükseltilmiş fosfat platosu olan "Topside" olarak adlandırdıkları yerde çok zengindi ve son derece verimliydi ve ürün yetiştirmek için harikaydı. Ancak şu anda çoğu Nauru'lunun yaşadığı bölgede, adanın maden çıkarılmamış kıyı halkasında, toprak kalitesi sığ, alkali ve etrafını çevreleyen mercanın kaba dokusuna sahip olduğu için dünyanın en düşük toprak kalitesi arasında yer alıyor. 2011 yılında hanelerin sadece %13'ü bir bahçeye sahipti ya da mahsul yetiştiriyordu. Nauru'daki toprağın çoğu fosfat madenciliği faaliyetleri nedeniyle yok oldu ve insanlar ihtiyaç duydukları toprağı ithal etmek zorunda kaldı. Etnobotanik çalışmalar, fosfat madenciliği nedeniyle yetiştirilebilecek bitki türlerindeki azalmanın Yerli Nauruların toprakla kurdukları bağı önemli ölçüde etkilediğini göstermiştir, çünkü bitkiler kültürel kimliklerinin büyük bir parçasıdır ve yaşamlarında birçok kullanım alanına sahiptir, her bitkinin Pasifik Ada kültürlerinde ortalama 7 kullanım alanı vardır. Gıda. Bugün Nauru'da yaşayanlar için, fosfat madenciliği nedeniyle ekilebilir arazilerin %90'ının kaybedilmesi ve insanların pirinç ve şeker gibi ağırlıklı olarak işlenmiş gıdalarla beslenmesi nedeniyle tüm gıdaların ithal edilmesi gerekiyor. Bölge sakinleri ellerinden geldiğince toprağı kurtarmaya çalışsa da, bazı araştırmacılar madencilik sona erdikten sonra bile toprağın yenilenemeyeceğini düşünüyor. Ülkenin işlenmiş ve ithal gıdalara olan bağımlılığı ile "kültürel, tarihi ve sosyal faktörler" vatandaşlarının sağlığını büyük ölçüde etkilemiştir. Tüm gıdaların ithal edilmesine rağmen, 2012-2013 yılı için yapılan Hanehalkı ve Gelir Harcamaları Araştırması (HIES), Naurualıların "yetişkin başına günlük 2.100 kalori alımını içeren" Gıda Yoksulluk Sınırına (FPL) dayalı olarak 0 gıda yoksulluğu oranına sahip olduğunu ortaya koymuştur. Gıda harici temel ihtiyaçlar. Hanehalkı ve Gelir Harcamaları Araştırması (HIES), Nauru'nun gıda yoksulluğu açısından iyi durumda olduğunu ortaya koyarken, nüfusun %24'ü ve hanelerin %16,8'i temel ihtiyaçlar (giyim, barınma, eğitim, ulaşım, iletişim, su, sanitasyon ve sağlık hizmetleri) yoksulluk sınırının altındadır. Bu, tüm Pasifik ülkeleri arasında en kötü yoksulluk endeksidir. 2017 yılında Nauru'luların yarısı yılda 9000 ABD doları ile yaşıyordu. Su kaynakları son derece sınırlı olup, DSÖ'nün kişi başına günlük 50 litre tavsiyesine rağmen adada kişi başına günlük 32 litre tatlı su düşmektedir. Yeraltı sularının büyük bir kısmı madencilik faaliyetleri, tuvaletler ve diğer ticari ve evsel atıkların atılması nedeniyle kirlenmiş olup, bu durum Naurualıların ithal suya bel bağlamasına neden olmaktadır; bu suyun fiyatı, teslimat için yakıt fiyatlarına ve yağış depolamasına yakından bağlı olduğu için değişebilmektedir. Sanitasyon tesislerine erişim kısıtlıdır ve bölge sakinlerinin sadece %66'sının güvenilir tuvaletlere erişimi vardır ve nüfusun %3'ü hala açık dışkılama yapmaktadır. Okullar, öğrencilerin kullanabileceği güvenilir tuvaletleri veya içme suları olmadığı için sık sık kapanmak zorunda kalmaktadır. Uzun süredir devam eden bir devamsızlık sorunu vardır ve mülteci ve sığınmacı çocukların yanı sıra engelli çocuklar için eğitime erişilebilirlik, Nauru'nun eğitim sektörü için endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Madenciliğin Naurulular ve toprakları üzerindeki etkileri. Toprak ve insanlar. 1900'lü yılların başından beri Nauru'da birçok ülke tarafından fosfor madenciliği yapılmakta ve bu da arazide yıkıcı tahribata yol açmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, adanın %80'i fosfor madenciliği nedeniyle kullanılamaz durumdadır ve bu da araziyi işe yaramaz ve yaşanamaz hale getiren mercan tepecikleri bırakmıştır. Arazinin bozulması, "doğal çevrenin direncinin düşmesine" neden olarak, düşük su kalitesi, daha yüksek erozyon oranları, zayıf yağış, daha yüksek kuraklık ve daha fazla CO2 emisyonu gibi birçok olumsuz sağlık ve çevresel etkiye neden olmuştur. Madencilik yoluyla verilen zarar, okyanus asitlenmesi ve kıyı erozyonu ile daha da genişlemiş ve karasal ve denizel biyolojik çeşitliliği tehdit etmiştir. Nauru halkı ayrıca fosfat tozu kirliliği ve kadmiyum kirliliği şeklinde madenciliğin su ve hava kalitesini bozan olumsuz sağlık etkileriyle de karşı karşıyadır. Sonuç olarak, UNICEF verilerine göre ARI hastalığı olan 5 yaş altı çocukların bakım arama oranı %69'dur. Madenciliğin boyutu nedeniyle, Nauru'nun 1989 yılında Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı aracılığıyla Avustralya Hükûmetinden talep ettiği maddi tazminat dışında Nauru'luların karşılaştığı tarımsal sorunları hafifletmek için şu anda yapılabilecek pek bir şey yoktur. Dava 1993 yılında 20 yıl içinde 120 milyon AUD tutarında mahkeme dışı bir ödeme ile sonuçlanmıştır. Fosfat madenciliği, Nauru'nun sahip olduğu bitki örtüsünün ve ağaçların çoğunu ortadan kaldırarak, Ekvator'a bu kadar yakın bir adada toprağı ve insanları yoğun sıcağa karşı savunmasız bırakmıştır. Bitki örtüsünün ortadan kaldırılmasının etkileri en çok, adanın tam merkezinde bulunan ve madenciliğin büyük kısmının yapıldığı Nauru gözaltı merkezindeki mülteciler tarafından hissedilmiştir. Madenciliğin neden olduğu arazi azalması nedeniyle çoğu Naurulu'nun yaşamak zorunda kaldığı kıyı boyunca, kalan kıyı bitkileri "gölge, hayvan ve bitki habitatlarının sağlanması; rüzgar, erozyon, sel ve tuzlu su istilasından korunma; arazi stabilizasyonu; tuz spreyinin kurutucu etkilerinden korunma ve özellikle iklim değişikliğinin artan etkileriyle kıyının aşınmaya devam etmesi beklendiğinden toprak iyileştirme ve malçlama" için hayati önem taşımaktadır. Sosyal etkiler. Fosfat madenciliği ve şimdi de derin deniz madenciliği çok uzun süredir devam ettiği için, Nauru halkını tam olarak nasıl etkilediğini ayrıştırmak zor. Araştırmacılar, 1968 yılına kadar topraklarının tam kontrolüne sahip olmadıkları için Nauru halkının muhtemelen yer duygusunu ve kültürünü kaybettiğini öne sürmektedir. Ayrıca, geçimlik tarım gibi Nauru geleneklerinin yanı sıra kendi toprakları üzerindeki haklarının ihlali ve Nauru gözaltı merkezinde devam eden insan hakları ihlalleri de belgelenmiştir. Nauru halkı son derece yüksek obezite, alkolizm, fuhuş, daha düşük ruh sağlığı oranları ve bu sorunlardan kaynaklanan sayısız diğer sağlık sorunlarıyla karşı karşıyadır. 2014 yılında Nauru İçişleri Bakanlığı ve DFAT ile Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından yürütülen Nauru Aile Sağlığı ve Destek Çalışması tarafından yapılan bir araştırma, adadaki romantik ilişkilerde şiddetin endişe verici bir yaygınlığa sahip olduğunu göstermiştir; araştırmaya katılan kadınların %48,1'i en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığını söylemiştir. Aynı araştırmaya katılan kadınların dörtte biri en az bir hamileliğinde şiddete maruz kaldığını ve kadınların %9,9'unun son 12 ay içinde şiddetin bir türüne maruz kaldıklarını söylemiştir. Cinsel sağlığı araştıran bir başka çalışmada, nüfusun bir kısmının %21'inde klamidya testi pozitif çıkmıştır. Aynı araştırmada, 13-15 yaş arası okul çocuklarının %30'u intihara teşebbüs ettiğini bildirmiş ve beş yaşın altındaki çocukların %24'ünde büyüme bozukluğu tespit edilmiştir. Naurulular halihazırda adada kalmanın ve yaşayabilir bir hayat sürmenin bir yolunu arıyor olsalar da, bazıları bunu yapmanın tek yolunun kalan fosforu çıkarmaya devam etmek (yaklaşık 30 yıl) olduğunu düşünüyor. Göçmen gözaltı merkezi. Nauru Bölgesel Gözaltı Merkezi, 2001 yılında kurulmuş ve Nauru Hükûmeti tarafından işletilen, Avustralya'nın açık deniz göçmen gözaltı tesisidir. Bu tesisin kullanımı, Avustralya'nın zorunlu gözaltı politikasının bir parçasıdır. Merkezde tutulan kişiler, ciddi insan hakları ihlallerine maruz kalmış, yaygın intihar ve psikiyatrik hastalıklar rapor edilmiştir. Nauru tesisi, 2001 yılında, Howard hükûmeti tarafından uygulamaya konulan Pasifik Çözümü'nün bir parçası olarak açılmıştır. Şubat 2022 itibarıyla, Nauru'da Avustralya tarafından tutulan 115 kişi bulunmaktadır ve bu durum Avustralya hükûmetine, sığınmacı başına yıllık 4 milyon dolardan fazla maliyete (günde yaklaşık 12.000 dolar) neden olmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4404", "len_data": 39365, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.66 }
Nijerya ya da resmî adı ile Nijerya Federal Cumhuriyeti, Afrika kıtasının batısında yer alan ülkedir. Ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Nijer, Çad, Kamerun ve Benin oluştururken, ülkenin güneyinde Gine Körfezi içerisinde yer alan Benin Körfezi yer almaktadır. Ülkenin başkenti Abuja'dır. Ülke ismi. Ülkenin ismi Nijer Nehri'nden gelmektedir. Nijer Nehri ifadesinin Tuareg dilinde karşılığı olan "ghir n-igheren" kelimesi "nehirlerin nehri" anlamına gelmekte olup, bu kelime Arapçada "Nahr al-anhur" olarak Latincede ise "Niger" (Türkçe: "siyah olan") olarak kullanılmıştır. Tarihçe. Tarih Öncesi. Kainji barajının kazıları MÖ 2. yüzyılda demir işçiliğinin yapıldığını gösterdi. Neolitik zamanlardan Demir Çağı'na geçiş, ara bronz üretimi olmadan gerçekleşti. Bazıları teknolojinin Nil Vadisi'nden batıya doğru taşındığını öne sürdü. Ancak Nijer Nehri vadisindeki ve orman bölgesindeki Demir Çağı, metalurjinin üst savanada ortaya çıkmasından 800 yıldan daha öncesine ve Nil Vadisi'nden de daha öncesine dayanır gibi görünmektedir. Yakın tarihli araştırmalar, demir metalurjisinin Sahra Altı Afrika'da bağımsız olarak geliştiğini öne sürmektedir. Nok uygarlığı MÖ 1.500 ile MS 200 yılları arasında gelişti. Sahra altı Afrika'daki bilinen en eski heykellerden bazıları olan gerçek boyutlu pişmiş toprak figürler üretildi. Nijerya topraklarında bilinen ilk gelişmiş kültür, MÖ 1500'lü yıllarda gelişmeye başlayan Nok uygarlığıyla birlikte oluşmuştur. Nok uygarlığı, bu dönemde kaynağı cenaze ritüellerine dayanan toprak heykeller üretmiştir. Bu heykeller, Sahra Altı Afrika'da bilinen en eski figürler arasında yer almaktadır. Modern arkeolojik kazılarda bulunan eritme düzenekleri, tarım aletleri ve silahlardan yola çıkılarak, Nok uygarlığının demir metalurjisiyle yakından ilgilendiği düşünülmektedir. MÖ 550 civarında ve muhtemelen birkaç yüzyıl önce demir eritilmişti. Güneydoğu Nijerya'daki Nsukka bölgesindeki MÖ 2000'e tarihlenen Lejja'ya ve MÖ 750'ye Opi'ye tarihlenen yerlerde de demir eritildiğinin kanıtları bulunmuştur. Nijer ve Kongo'daki diğer toplulukların Nok uygarlığıyla aralarındaki iletişim, günümüzde de araştırılan konular arasındadır. İgbolar'ın yerleşimleri üzerine yapılan arkeolojik kazılarla başka kültürlerden de etkilendiği anlaşılan bölgeye, 50 yılından başlayarak Roma İmparatorluğu tarafından keşifler gerçekleştirilmiştir. Flaccus Seferi, Matiernus Seferi ve Festus Seferi adı altında düzenlenen üç keşifte, Nijerya topraklarında bulunan altın rezervlerinden yararlanmak amaçlanmıştır. Erken tarih. "Kano Günlüğü", Hausa Sahel şehir devleti Kano'nun MS 999'a dayanan eski tarihini vurgularken, Daura, Hadeija, Kano, Katsina, Zazzau, Rano ve Gobir gibi diğer büyük Hausa şehirlerinin (veya Hausa Bakwai'lerinin) hepsinin 10. yüzyıla kadar uzanan kayıtlı tarihleri vardır. MS 7. yüzyıldan itibaren İslam'ın yayılmasıyla birlikte bölge "Sudan" veya "Bilad Al Sudan" "(Türkçe: Siyahların Ülkesi, Arapça: بلاد السودان)" ol olarak anılmaya başlanmıştır. Nüfuslar kısmen Kuzey Afrika'nın Arap Müslüman kültürüne bağlı olduğundan, Sahra ötesi ticarete başladılar ve Arapça konuşanlar tarafından Müslüman dünyasının genişletilmiş parçası kabul edildikleri için "Al-Sudan" (anlamı "Siyahlar") olarak adlandırıldılar. Müslümanlar'ın bölgeyle kurduğu ilk etkileşimler, ticaret amacıyla Sahra Çölü'nün geçilmesine dayanmıştır. Nijerya topraklarında İslam'ın hızla yayılmasına neden olan faktörler arasında, ticaretin sürekliliği için verilen krediler, iletişimin sağlanabilmesi için kurulan bilgi ağları ve sözleşme hukuku konusunda getirilen yenilikler vardır. Ayrıca alfabe ve ondalık sistemin benimsenmesi konusunda da Müslümanlar'dan yararlanılmıştır. Orta Çağ Arap ve Müslüman tarihçileri ve coğrafyacıları tarafından bölgenin İslam medeniyetinin başlıca merkezi olarak Kanem-Bornu İmparatorluğu'ndan bahseden erken tarihsel referanslar vardır. Igbo halkının Nri Krallığı 10. yüzyılda güçlendi ve 1911'de egemenliğini İngilizlere kaybedene kadar varlığını sürdürdü. Nri, Eze Nri tarafından yönetiliyordu ve Nri şehri Igbo kültürünün temeli olarak kabul edilir. Igbo yaratılış mitinin ortaya çıktığı Nri ve Aguleri, Umeuri klanının topraklarındadır. Klanın üyeleri soylarını ataerkil kral figürü Eri'ye kadar götürür. Batı Afrika'da, kayıp balmumu işlemi kullanılarak yapılan en eski bronzlar, Nri etkisindeki bir şehir olan Igbo-Ukwu'dandı. Güneybatı Nijerya'daki Yoruba krallıkları Ife ve Oyo sırasıyla 12. ve 14. yüzyıllarda öne çıktı. Ife'nin şu anki yerindeki insan yerleşiminin en eski belirtileri 9. yüzyıla kadar uzanır ve maddi kültürü pişmiş toprak ve bronz figürleri içerir. 1350'li yıllarda, Kuzey Nijerya'da Hausa şehir devletlerinin etkisini sürdürdüğü bir siyasi yapı oluşmuştur. Bu şehir devletleri arasında, birbirleriyle olan rekabetleri nedeniyle sıklıkla savaşlar çıkmıştır. Çad Gölü'nün çevresindeki Kanem İmparatorluğu, bölgede güçlü bir hakimiyet sağlamıştır. İslam'ın hızla yayılmasına ve yöneticilerin neredeyse tamamının kısa bir süre içerisinde Müslüman olmasına rağmen, halkın geleneksel dinlerini değiştirmesi 1700'lü yıllara kadar sürmüştür. İgbolar, merkezi Anambra'da olmak üzere milli unsurları ve dini inançlarını yansıtan Nri Krallığı altında birleşmişlerdir. Yorubalar ise, Ife'de şehir yerleşmeleri oluşturmuş ve Oyo Krallığı'nı kurmuşlardır. Kanem İmparatorluğu girdiği savaşların etkisiyle küçülürken, bu krallıklar çevrelerindeki şehir devletlerini işgal etmeye başlamışlardır. Sömürge öncesi dönem. 16. yüzyılda Portekizli kaşifler, Lagos (eski adıyla Eko) adını verdikleri limanda ve Köle Sahili bölgesi boyunca Calabar'da güney Nijerya halklarıyla önemli, doğrudan ticarete başlayan ilk Avrupalılardı. Avrupalılar kıyıdaki halklarla mal ticareti yaptılar; Avrupalılarla kıyı ticareti aynı zamanda Atlantik köle ticaretinin başlangıcını da işaret etti. Tarihi Biafra Körfezi'ndeki (şimdi yaygın olarak Bonny Körfezi olarak anılır) Calabar limanı, bu dönemde Batı Afrika'nın en büyük köle ticaret merkezlerinden biri haline geldi. Diğer büyük köle limanları Badagry, Benin Körfezi'ndeki Lagos ve Biafra Körfezi'ndeki Bonny Adası'nda bulunuyordu. Bu limanlara götürülenlerin büyük çoğunluğu baskınlarda ve savaşlarda esir alınmıştı. Genellikle esirler, zorunlu işçi olarak sömürgecilerin topraklarına geri götürülürdü; bazen yavaş yavaş kültürlenir ve fatihlerin toplumuna dahil edilirlerdi. Köle yolları, iç bölgeleri büyük kıyı limanlarıyla birbirine bağlayan Nijerya boyunca kuruldu. Atlantik köle ticaretine katılan daha üretken köle ticareti krallıklarından bazıları, güneyde Edo'nun Benin İmparatorluğu, güneybatıda Oyo İmparatorluğu ve güneydoğuda Aro Konfederasyonuyla bağlantılıydı. Benin'in gücü 15. ve 19. yüzyıllar arasında sürdü. Oyo, 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında topraklarının zirvesine ulaşmış ve etkisini Batı Nijerya'dan günümüz Togo'ya kadar genişletmiştir. Portekiz ve İngiltere'den denizcilerin, Avrupa sömürgeciliğini Nijerya'da yaymaya başlamasıyla birlikte, 20 milyona yakın Nijeryalı'nın esir olarak satıldığı tahmin edilen bir süreç başlamıştır. Nijerya büyük bir köle ticaret merkezi olarak kullanılmıştır. Kuzeyde, Hausa şehir devletleri arasındaki aralıksız çatışmalar ve Bornu İmparatorluğu'nun çöküşü, Fulani halkının bölgede ilerlemesine olanak sağladı. Bu noktaya kadar, göçebe bir etnik grup olan Fulani, öncelikle Sudan'ın kuzeyindeki yarı çöl Sahel bölgesini sığırlarla geçti ve Sudan halklarıyla ticaret yapmaktan ve karışmaktan kaçındı. İngiltere Kolonisi dönemi. 1800'den itibaren İngiltere, Nijerya'nın içişlerine giderek daha çok karışmaya başlamıştır. Lagos 1681'de koloni haline getirilmiştir. 19. yüzyılın başlarında, Usman dan Fodio, Hausa krallıklarına karşı başarılı cihat etti ve merkezi Sokoto Halifeliği'ni kurdu. Resmi dili Arapça olan bu imparatorluk, onun ve her yöne istilacı ordular gönderen torunlarının yönetimi altında hızla büyüdü. Geniş karayla çevrili imparatorluk, doğuyu batı Sudan bölgesiyle bağladı ve güneyde Oyo İmparatorluğu'nun (günümüzde Kwara) bazı kısımlarını fethederek ve Atlantik Okyanusu'na ulaşmak için Yoruba'nın merkezi İbadan'a doğru ilerledi. İmparatorluğun hakimiyetindeki topraklar, günümüzün kuzey ve orta Nijerya'sının çoğunu içeriyordu. Sultan, fethedilen topraklar üzerinde egemenlik kurmak ve İslam medeniyetini desteklemek için emirler gönderdi. Emirler de ticaret ve kölelik yoluyla giderek daha zengin ve güçlü hale geldiler. Gine Körfezi'nin kıyısındaki Lagos bölgesi Lagos Kolonisi adıyla 1885'te İngiltere'nin kontrolü altına girmiştir. Nijerya 1885'ten tarihten itibaren Kuzey Nijerya Protektorası ve Güney Nijerya Protektorası adıyla iki himaye bölgesine ayrılmış ve tek valinin yönetimine bırakılmıştır. 1890'lara gelindiğinde, dünyadaki en büyük köle nüfusu, yaklaşık iki milyon, Sokoto Halifeliği topraklarında yoğunlaşmıştı. Köle emeğinin kullanımı, özellikle tarımda yaygındı. 1903'te Sokoto Halifeliği'nin bölünmesiyle Nijerya'nın tamamı, İngiltere'nin kolonisi haline gelmiştir. 1903'te çeşitli Avrupa kolonilerine bölündüğünde Sokoto Halifeliği, sömürge öncesi en büyük Afrika devletlerinden biriydi. Değişen yasal zorunluluk (1807'de Atlantik köle ticaretinin yasaklanması) ve ekonomik zorunluluk (siyasi ve sosyal istikrar arzusu), çoğu Avrupa gücünü, Avrupa endüstrisinde kullanılmak üzere palmiye gibi tarımsal ürünlerin yaygın olarak yetiştirilmesini desteklemeye yöneltti. Köle ticareti, yasadışı kaçakçıların kıyı boyunca yerli köle tüccarlarından köle satın almasıyla yasaktan sonra da devam etti. Britanya'nın Batı Afrika filosu kaçakçıları denizde durdurmaya çalıştı. Kurtarılan köleler, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'ndan sonra Britanya tarafından Kuzey Amerika'ya serbest bırakılan kölelerin yeniden yerleştirilmesi için Teğmen John Clarkson tarafından Batı Afrika'da kurulan Freetown kolonosine götürüldü. 1950'de idare gücü, merkezi otoriteyle üç ayrı bölgenin meclisleri arasında paylaştırılmıştır. Bağımsızlık dönemi. 1954'te ilan edilen anayasa, ülkeyi güçlü bir merkezi hükûmete bağlayarak, halka kanuni haklarını vermiştir. Ülkede yapılması planlanan seçimlerde İngiltere, bölge üzerindeki etkisini kaybetmemek amacıyla yönetime kendi çıkarlarını koruyacak bir hükûmet getirmeyi amaçlamıştır. 1959'da NPC "(İngilizce: Northern People's Congress, Türkçe: Kuzey Halk Kongresi)" iktidara gelmiş, Ebubekir Tafawa Balewa başbakan olmuştur. Müslümanlar'ın çoğunlukta olduğu bir yönetimin kurulmasıyla Nijerya, 1960 yılında bağımsızlığını elde etmiştir. 1963'te cumhuriyet ilan edilmiş ve 1965'te yeniden seçimler yapılmıştır. 1967'de ülkenin güneydoğusunda Biafra'nın bağımsızlığını ilan etmesi, Nijerya İç Savaşı'nın başlamasıyla sonuçlanmıştır. Çok geçmeden saldırıya geçen Nijerya, Mısır'ın da sağladığı hava desteğiyle Biafra'nın kuzeyindeki birçok kasabayı kontrolü altına almıştır. Biafra ise Nijer Nehri üzerinden kendi saldırısını başlatarak Ore'ye kadar ilerlemiştir. Ancak kuzeyde durumun giderek kötüleşmesi sonucunda birlikler geri çağırılmış ve direnişe dahil edilmiştir. Enugu'yu ele geçirmelerinin savaşı kısa sürede bitireceğini planlayan Nijerya, bir ay süren bir çatışma sonucunda Enugu'yu işgal etmiştir. Ancak Biafra, başkentini Umuahia'ya taşıyarak savaşa devam etmiştir. Bu tarihten itibaren stratejisini Nijer Nehri'ni geçerek batıdan bir saldırı başlatma üzerine yoğunlaştıran Nijerya, Biafra'nın güçlü bir direniş göstermesi nedeniyle birkaç kez yenilgiye uğramıştır. Uçaklarla bölgenin günlerce bombalanması sonucunda Biafra'nın gösterdiği direniş kırılmıştır. Nijerya'nın Calabar ve Port Harcourt'u da işgal etmesiyle Biafra'nın yenilme ihtimali büyük ölçüde artmıştır. ABD, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği'nin Nijerya'ya verdiği destek de Biafra açısından durumu iyice içerisinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Bunun sonucunda rakiplerini suçlama yoluna giden Biafra başkanı Odumegwu Ojukwu, ordu içerisindeki birçok subayı öldürmüş ve daha otoriter bir yönetim kurmuştur. Ancak bu çabalar art arda alınan başarısızlıkları telafi edememiştir. 1969'dan itibaren Biafra'nın direnişi iyice güçsüzleşmiş, 1970'te Nijerya'nın zafer elde etmesiyle savaş sona ermiştir. 1975'te Murtala Muhammed yaptığı bir darbeyle yönetimi ele geçirmiştir. 1976'da başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe girişimi gerçekleşmiş, ancak Murtala Muhammed öldürülmüş ve yardımcısı Olusegun Obasanjo iktidara gelmiştir. 1985'te yeni bir darbe daha olmuş, İbrahim Babangida ülkenin başına geçmiştir. Bu tarihten itibaren petrol gelirlerinin getirdiği refah sayesinde iç olayları önlemeye başlayan Nijerya, Afrika'nın en gelişmiş ülkelerinden biri haline gelmiştir. 1993'te ülke tekrar demokratik yönetime geçmiştir. 2021'de başlayan Orlu Krizi sırasında Biafra'nın yeniden bağımsızlığını ilan etme çabaları Nijerya tarafından engellenmiş, bölge üzerinde kontrol sağlanmıştır. Coğrafya. Nijerya 923.768 km²'lik bir yüz ölçümüne sahip olup, kuzey-güney yönündeki genişliği 1.100 km, batı-doğu yönündeki genişliği ise 1.200 km'dir. Ülkenin toplamda sahip olduğu 4.477 km'lik kara sınırından 809 km'si Benin, 1.975 km'si Kamerun, 1.608 km'si Nijer ve 85 km'si Çad ile oluşurken, ülkenin ayrıca Benin Körfezi'ne 853 km'lik sahil şeridi bulunmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını Chappal Waddi oluşturmakta olup, dağın zirvesi 2.419 m yüksekliktedir. Ülkenin deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 380 m düzeyindedir. Nijerya, esas olarak dört coğrafi bölgeye ayrılır: Kıyıdaki mangrovlı (Afrika'da bataklıklarda yetişen bir cins ağaç) bataklık bölgesi, tropikal ormanlık bölge, Savana bölgesi ve kuzeydeki yarı çöl bölge Yaklaşık 100 km kadar iç bölgeye giren kıyı bölgesi, hemen hemen 36.000 km² lik geniş bir deltaya ve mangrov ağaçlarıyla dolu bataklıklara sahiptir. Bölgede yüzlerce nehir ve kolları mevcuttur. Nijerya toprakları, kıyılardan itibaren tedricen kesilmiş ve dağlık arazilerle kırılmış, hafif ondüleli bir yayla görünümündedir. Lagos'tan Kamerun sınırına kadar olan şerit, ekvatoral ormanlık araziyle örtülüdür. Nijerya'nın ikinci ormanlık bölgesi, Savana bölgesidir. Ülkeyi baştan başa (yaklaşık 320 kilometreyi aşkın bir mesafede) kateden Nijer Nehri'nin batı bölgesi, dağlık bir arazidir. Bu yüksek dağlar arasında Adamawa Dağları yaklaşık 80 km uzunluğundadır. Ülkenin güneydoğusunu ise Kamerun Dağları'nın batı yamaçları örter ve bütün güneydoğu sınırı boyunca uzanırlar. Bu dağlar, ortalama 1500 m yüksekliğinde olup, bazı yerleri 2000 metreye ulaşır. Kuzey Nijerya ise nispeten yarı çöl olup Büyük Sahra Çölü'nün güneye doğru bir devamı şeklindedir. İklim. Nijerya, tropikal iklimin tesirinde, yüksek sıcaklıkların olduğu bir ülkedir. Yıllık ortalama yağış miktarı, bölgeden bölgeye farklılıklar gösterir. Kıyıdan itibaren iç bölgelere doğru uzanan yeşillik ve ormanlık bölgeler, yılda ortalama olarak 1000 ila 1500 mm civarında yağış alır. Lagos civarında birkaç kilometre genişliğinde olan ekvatoral ormanlık arazi, doğu sınırına doğru 160 kilometreye kadar genişler. Bu bölge ve Nijer Nehri deltası, en güneyi yüzlerce tatlı ve tuzlu sularla beslenmiş, sert ve yumuşak tahtalı, kıymetli ağaç ceşitleriyle doludur. Kıyı bölgesinin nem miktarı yaklaşık % 75 civarında olup, en fazla yağışı mayıs ve haziran aylarında alır. Ortalama sıcaklık ise 29-30 °C civarındadır. Savana bölgesiyse yılda ortalama olarak, en fazla ağustos ayında olmak üzere, 1000 mm yağış alır. Jos Yaylası'nda bu rakam, 1500 milimetreyi geçmektedir. Sıcaklık ise 28-33 °C arasında olup, mart-nisan aylarında 37 °C'ye kadar yükselebilmektedir. Kuzey bölgelerde çöl iklimi mevcuttur. Kış aylarında Büyük Sahra Çölü'nden güneye doğru şiddetli esen rüzgarlar, beraberlerinde toz ve kum getirirler. Demografi. Birleşmiş Milletler, Nijerya nüfusunun 2021 yılında 213.401.323 olduğunu, %51,7 kırsal ve %48,3 kentsel olarak dağıldığını ve nüfus yoğunluğunun kilometre kare başına 167,5 kişi olduğunu tahmin etmektedir. Nüfusun yaklaşık %42,5'i 14 yaş ve altında, %19,6'sı 15-24 yaş arasında, %30,7'si 25-54 yaş arasında, %4,0'ı 55-64 yaş arasında ve %3,1'i 65 yaş ve üzerindedir. Ortanca yaş 2017 yılında 18,4 idi. Nijerya dünyanın en kalabalık altıncı ülkesidir. Doğum oranı 2017 itibarıyla 35,2 doğum/1.000 nüfus ve ölüm oranı 9,6 ölüm/1.000 nüfus iken, toplam doğurganlık oranı 5,07 doğan çocuk/kadındır. Nijerya'nın nüfusu 1990'dan 2008'e kadar 57 milyon artarak yirmi yıldan kısa bir sürede %60'lık bir büyüme oranına ulaşmıştır. Nijerya Afrika'nın en kalabalık ülkesidir ve 2017 itibarıyla kıtanın toplam nüfusunun yaklaşık %17'sini oluşturmaktadır; ancak tam olarak ne kadar kalabalık olduğu bir spekülasyon konusudur. Milyonlarca Nijeryalı ekonomik zorluk dönemlerinde başta Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya olmak üzere göç etmiştir. Bir milyondan fazla Nijeryalının Amerika Birleşik Devletleri'ne göç ettiği ve Nijeryalı Amerikan nüfusunu oluşturduğu tahmin edilmektedir. Bu tür diasporik toplulukların birçoğundaki bireyler, Kuzey Amerika'daki Yoruba soyundan gelenlerin ulusal bir birliği olan "Egbe Omo Yoruba" topluluğuna katılmıştır. Nijerya'nın en büyük şehri Lagos'tur. Lagos nüfusu 1950 yılında yaklaşık 300.000 iken 2017 yılında tahmini 13,4 milyona ulaşmıştır. Nijerya'da farklı dil ve geleneklere sahip 250'den fazla etnik grup bulunmakta ve bu da zengin etnik çeşitliliğe sahip bir ülke yaratmaktadır. En büyük üç etnik grup olan Hausa, Yoruba ve İgbo birlikte nüfusun %60'ından fazlasını oluştururken Edo, Ijaw, Fulɓe, Kanuri, Urhobo-Isoko, Ibibio, Ebira, Nupe, Gbagyi, Jukun, Igala, Idoma, Ogoni ve Tiv %35 ila 40'ını; diğer azınlıklar ise kalan %5'i oluşturmaktadır. Nijerya'nın Orta Kuşağı, Atyap, Berom, Goemai, Igala, Kofyar, Pyem ve Tiv gibi etnik grupların çeşitliliğiyle bilinmektedir. İngiliz, Amerikalı, Hint, Çinli (tahmini 50.000), beyaz Zimbabveli, Japon, Yunan, Suriyeli ve Lübnanlı göçmenlerden oluşan küçük azınlıklar vardır. Göçmenler arasında diğer Batı Afrika ve Doğu Afrika ülkelerinden gelenler de bulunmaktadır. Doğal Kaynakları. Nijerya toprakları, kıyıdan itibaren kuzey sınırı Nijer'e kadar, ormanlarla kaplıdır. Kıyı bölgesindeki ekvator ormanları, kuzeydeki ormanlara nazaran daha sık ve geniştir. Kamerun sınırına doğru bu genişlik, 160 kilometreyi bulabilmektedir. Uzun otların ve karışık cins ağaçların bulunduğu savana bölgesindeki ormanlar ise 550 km genişliğine ulaşır. Bu ormanlarda genellikle sert ve yumuşak tahtalı ağaç türleri vardır. Doğu Nijerya'da ise, daha çok palmiye ağaçları yer alır. Dünyanın en uzun nehirlerinden biri olan Nijer Nehri boyları ve en güney uçta yer alan delta bölgesindeki ormanlar daha çok boz renkli palmiyeler, baobob, akasya ve salkım ağaçları ile doludur. Nijer'den doğan Nijer Nehri, 4180 km uzunluğunda olup, ülkenin hayat kaynağıdır. Lakoja bölgesindeki ikinci büyük nehir olan Benue ile birleşir ve güneyde delta bölgesine kadar 280 km yol kateder. Delta bölgesinde ise yüzlerce irili ufaklı nehir mevcuttur. Nijer Nehri üzerinde kurulu Kainiji Barajı ile elektrik elde edilmektedir. Nijerya topraklarının büyük bir kısmı yüksek demir ve alüminyum konsantrasyonu ihtiva eder. Yağmurlar sebebiyle de toprak kızıl renk almıştır. Dolayısıyla, sert örtü halindeki bu kızıl killi topraklar verimsizdir. Çad Gölü çevresinde ise toprak siyah renkli olup, ekime müsait değildir. Güney ormanları bölgesindeki topraklar kireç bakımından kifayetsizdir. Buna rağmen güneydeki bitki çeşidi ve yoğunluğu kuzeyden daha fazladır. Nijerya ormanlarında çok çeşitli yırtıcı hayvan yetişir. Aslan, leopar bol bulunur. Bundan başka maymun, suaygırı, antilop, kuzeye doğru fil, zürafa ve gergedan da sık rastlanan hayvanlardandır. Nüfus ve Sosyal Hayat. Dünyanın nüfus bakımından yedinci ülkesi olan Nijerya, yaklaşık 206 000.000 nüfusuyla Afrika'nın en kalabalık ülkesidir. Nüfus artışının en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Halkın büyük bir bölümünü yerli kabileler teşkil eder. Ayrıca Avrupalı beyazlar da mevcuttur. Nüfus, birbirinden birçok bakımlardan farklı, yüzlerce çeşit gruplardan teşekkül eder. Bunların en güçlü ve geniş olanı Housa-Fulani kabileleridir. On dördüncü yüzyılda Müslüman olan bu insanlar idaresini ellerinde tutmaktadırlar. Ayrıca güneybatıda Yoruba, güneydoğuda İbo kabileleri de güçlüdür. Bundan başka Tıv, Iraw, İbibio, Efik veIfe kabileleri, sayıca kalabalık diğer kabilelerden birkaçıdır. Kuzeyde bulunan ve ülke yönetiminde başrolü oynayan Hausa-Fulani kabileleri genellikle ticaret ve çiftçilikle uğraşırlar. Ülke idaresinde ve hayat tarzlarında, İslam kaidelerine bağlı kalırlar. Nijerya nüfusunun yarıdan çoğu Müslümandır. Ülkede, genellikle Avrupalı olan bir miktar Hristiyan vardır. Bazı kabileler ise hala putperesttir. Ülke genelinde okuma-yazma oranı % 66.6'dır. Nijerya'da toplam 116 üniversite mevcuttur. Nijerya'da, yüzlerce çeşit kabile gruplarının, yine yüzlerce çeşit dili vardır. Bugün için Afro-Asyatik ve Nijer-Kongo ailelerinden gelme 300'den fazla yerli dil tespit edilmiştir. Ülke, uzun yıllar İngiltere sömürgesi altında kaldığı için, resmi daireler ve okullarda İngilizce kullanılmış ve ülkenin resmi dili haline gelmiştir. Bundan başka Arapça da konuşulmaktadır. Yerli dillerinin en yaygın ve sosyal hayatta tesirli olanları Hausa, Yoruba ve İbo dilleridir. Kabileler arasında adet, örf, dil, din ve yaşantı bakımından birçok farklılık varsa da, ekonomik hayatta nüfusun çoğunluğu tarım ve ticarette birleşir. Birçok köy ve klanların yönetim unsurunun temelini, büyük ölçüde genişlemiş ve poligami türde aileler meydana getirir. Bu aileler politik, sosyal ve ekonomik sistemler itibarıyla, aileye has bir organize ile, gıda üretiminde en güçlü olma amacındadır. Fakat bu aileler hiçbir zaman Avrupa'daki ayrıcalıklı zümreler halinde değildir ve aile reisleri veya klan başkanları bir Avrupa diktatörü şeklinde hareket etmezler. Bugün için Nijerya, Afrika ülkelerine nazaran refah seviyesi yüksek olan bir ülkedir. Mevcut petrol yataklarından elde edilen gelirler, ülkedeki iç karışıklıkları önlediği gibi ülke insanlarına geniş iş imkanları sağlamıştır. Nijerya'nın başkenti Abuja'dır. Önemli bir ticari limanı Lagos'tur. Oldukça modern binalarla doludur. Milletlerarası bir havaalanına sahiptir. Ülkenin en büyük ve gelişmiş şehri İbadan'dır. Önemli bir endüstri merkezi olup, Afrika'nın açık pazar bölgesidir. Diğer önemli şehirleri ise Sokoto Nehri'nin doğusundaki Sokoto şehri, Kaduna Nehri üzerinde Kaduna şehri, Kano, Zaria, Port Harcourt, Jos Benin Nsukka, Oyo Yolo ve Mubi'dir. Siyasi hayat. Nijerya federal bağımsız bir cumhuriyettir. Bir başkent yönetimi, federe devlet statüsündeki 36 eyalet ve bu eyaletlere bağlı 774 yerel birimden meydana gelir. Devlet başkanı seçimle başa gelir. Parlamento iki meclisten meydana gelir. Ayrıca her eyaletin bir hükûmeti ve eyalet başkanı olur. Eyalet başkanlarının ülke idaresindeki önemi çok büyüktür. Anayasaya göre devlet başkanı, eyaletlerin üçte ikisinin desteğini almak zorundadır. Millet Meclisi 360 sandalyeden meydana gelir. Senato 108 üyeden oluşur. Nijerya, bağımsızlığından bu yana askerî darbelerin en çok yapıldığı ülkelerden olup günümüzde askeri rejim tarafından idare edilmektedir. 1992'de seçimler yapıldı. Sivil hükûmete geçiş olarak 27 Ağustos 1993 tarihi tespit edildi. 2015 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde Muhammadu Buhari, görevdeki başkan Goodluck Jonathan'ı mağlup ederek ülkenin yeni devlet başkanı olmuştur. 16 Şubat 2019 yılında yapılması planlanan devlet başkanı ve parlamento üyelerinin belirleneceği seçim bir hafta ertelenerek 23 Şubat tarihine alındı. Ekonomi. Nijerya ekonomisi, Afrika'nın en büyüğü, Dünyanın nominal GSYİH'ye göre 31. büyüğü ve SAGP'ye göre en büyük 30. ekonomidir. GSYİH (SAGP) kişi başına 9.148 ABD dolarıdır (2022 itibarıyla), bu Güney Afrika, Mısır veya Fas'tan az, ancak Gana veya Fildişi Sahili'nden biraz fazladır. Nijerya, enerji, finans piyasası, ilaç ve eğlence sektöründe Afrika'da liderdir. Petrolün ardından Nijerya'nın en büyük döviz geliri kaynağı, yurt dışında yaşayan Nijeryalılar tarafından gönderilen para transferleridir. Nijerya'nın yerel ve uluslararası bankalar, varlık yönetim şirketleri, aracı kurumlar, sigorta şirketleri ve aracılar, özel sermaye fonları ve yatırım bankalarının bir karışımından oluşan oldukça gelişmiş bir finansal hizmet sektörü vardır. Nijerya'nın, bol miktarda doğal kaynak arzına sahip düşük-orta gelirli bir ekonomisi vardır. Az kullanılan mineral kaynaklarının geniş yelpazesi arasında kömür, boksit, tantalit, altın, kalay, demir cevheri, kireç taşı, niyobyum, kurşun ve çinko bulunur. Bu muazzam doğal kaynak yataklarına rağmen, Nijerya'daki madencilik endüstrisi hala emekleme aşamasındadır. 1999'dan önce, ekonomik kalkınma yıllarca süren askeri yönetim, yolsuzluk ve kötü yönetim tarafından engellendi. Demokrasinin yeniden tesisi ve ardından gelen ekonomik reformlar ekonomik potansiyeli destekledi. 2015'ten sonra, Nijerya ekonomisi bir nebze çeşitlenebildi. Nijerya, petrol ve gazın yanı sıra gübre ve çimento/çimento levha, kalıplanmış polipropilen(plastik) ürünler, kişisel bakım ürünleri, boya, malt içecekleri ve zırhlı araçlar ihraç etmektedir. OPEC'in 2018 verilerine göre, ülkenin kanıtlanmış petrol rezervleri 36,9 milyar varildir. Bu durum, Nijerya'yı Afrika'da Libya'dan (48,3 milyar varil) sonraki en büyük petrol rezervine sahip ülke yapmaktadır. Tarım. 2021 yılında Nijerya'nın GSYİH'sinin yaklaşık %23,4'ü tarım, ormancılık ve balıkçılıktan oluşuyor. Nijerya, dünyanın en büyük manyok üreticisidir. Diğer önemli ürünler arasında mısır, pirinç, darı, yam fasulyesi ve gine mısırı (sorgum) vardır. Kakao ülkenin başlıca tarımsal ihracat ürünü olup, aynı zamanda en önemli petrol dışı ürünlerinden biridir. Nijerya ayrıca dünyanın en büyük yirmi doğal kauçuk ihracatçısından biridir ve 20,9 milyon dolar gelir elde etmektedir. Ekonomi daha çok tarıma dayanır. Yer fıstığı, pamuk, palmiye ağaçları, sebze ve meyve türleri, kakao, kauçuk, tahıl ürünleri, hurma ve yer fıstığı yağı, kereste ve kolacevizi bol miktarda üretilir. Kakao ve kauçuk üretiminde dünyanın altıncı ülkesidir. Ülke topraklarının % 25'i ekime müsaittir. 1960'lı yıllarda bulunan petrol, Nijerya ekonomisini geniş ölçüde ferahlattı. Afrika'da hemen hemen en istikrarlı ekonomiye sahip ülkelerden biri haline geldi. Güneyde delta bölgesi, petrol yatakları bakımından oldukça zengindir. Dünyanın yedinci büyük petrol üreticisi durumunda olan Nijerya'nın ihracatının büyük bir bölümünü, petrol ve yan ürünleri teşkil etmektedir. Ayrıca doğal gaz bakımından da oldukça zengindir. 1980 yılında petrokimya ve doğal gaz tesisleri tamamlanmış ve rafineri sayısı arttırılmıştır. Nijerya ham petrolden başka ayrıca kömür, kalay, kireçtaşı, kolimbit ve demir madenleri de üretmektedir. Mevcut nehir sularından, hidroelektrik santralleri kurmak suretiyle, elektrik enerjisi üretilmektedir. Bunlardan en büyüğü Kainiji Barajı'dır. İhracatının % 95'ini ham petrol teşkil eder. Çeşitli gıda maddeleri ve otomobil parça takımları, diğer önemli ihraç ürünleridir. Gıda maddeleri ihracatının büyük bir bölümünü kakao meydana getirir. Ayrıca tütün, palmiye ürünleri, yer fıstığı, pamuk ve soya diğer ihraç ürünlerini teşkil eder. Nijerya, kereste, kauçuk ve hayvan derilerinden de büyük gelirler elde etmektedir. İhracatını daha çok İngiltere, Almanya ve Japonya'ya yapar. ABD, Almanya ve Hollanda'dan ise çeşitli makine, ilaç ve elektronik malzemeler ithal etmektedir. Kişi başına düşen millî aylık gelir 370 dolardır. İş gücünün% 60'ı tarım,% 20'si ticaretle ilgilidir. Doğal gaz ve petrokimya endüstrisi yanında ormancılık, balıkçılık, tekstil, çimento ve sigara endüstrileri de önemlidir. OPEC üyesi olan Nijerya, büyük bir demir-çelik endüstrisine ve geniş bir inşaat sektörüne sahiptir. Nijerya Merkez Bankası (CBN), 25 Ekim 2021 tarihinde hem ülke ekonomisi, hem de küresel ekonomi anlamında büyük bir adım atarak merkez bankası dijital parası olan "e-Naira"yı vatandaşlarının kullanımına sunmuştur. Ulaşım. Ulaşımın geliştiği ülkede yollar genelde kuzey-güney istikametini takip eder. Uzunluğu yaklaşık 124.000 kilometreyi bulan karayolunun % 50'si asfalt kaplıdır. Demiryolu ulaşımı gelişmiş olup toplam uzunluğu 3805 kilometredir. Lagos ve Kano havaalanları en işlek uluslararası havalimanlarıdır. Nijerya'nın Batı Afrika'nın merkezindeki konumu nedeniyle, ulaşım ulusal hizmet sektöründe önemli rolünü oynamaktadır. Hükûmet yatırımları, özellikle eyaletler artan hükûmet tahsisatlarından paylarını harcadıkça kapsamlı yol onarımları arttı ve kademeli olarak yeni inşaatlar yapıldı. Bu iyileştirmelerin temsilcisi, büyük ölçüde 2022'de tamamlanan Onitsha yakınlarındaki İkinci Nijer Köprüsü'dür. Afrika'daki lojistik merkezleriyle ilgili 2017 Dünya Bankası raporu, ülkeyi Fildişi Sahili, Senegal ve Sao Tome'nin ardından dördüncü sıraya koydu, ancak 2021'de Nijerya, küresel ticaretin verimliliğini artırmaya çalışan özel sektör grubu Dünya Lojistik Pasaportu'na katıldı. Yollar. Nijerya'dan dört trans-Afrika otomobil rotası geçmektedir: Nijerya, Batı Afrika'nın en büyük yol ağına sahiptir. Yaklaşık 200.000 km uzunluğundadır ve bunun 60.000 km'si asfaltlanmıştır. Nijerya'nın yolları ve otoyolları tüm yolcu ve yük trafiğinin %90'ını karşılar. 2020'de GSYİH'ye 2,4 trilyon N (6,4 milyar $) katkıda bulunmuştur. Federal hükûmet, yol ağının 35.000 km'sinden sorumludur. Lagos-İbadan, Lagos-Badagri ve Enugu-Onitşa gibi önemli ekonomik merkezlerin otoyol bağlantıları yenilenmiştir. Yol ağının geri kalanı eyalete göre değişir. Lagos, Anambra ve Rivers gibi ekonomik olarak güçlü eyaletler özellikle kötü değerlendirmeler alır. Çoğu yol 1980'lerde ve 1990'ların başında inşa edilmiştir. Kötü bakım ve kalitesiz malzemeler yolların durumunu kötüleştirmiştir. Seyahat etmek çok zordur. Özellikle yağmurlu mevsimde, çukurlar nedeniyle tali yolların kullanımı bazen neredeyse imkansızdır. Yol haydutları genellikle bu durumdan suç işlemek için yararlanırlar. Demiryolu taşımacılığı. Demiryolları, Lagos-Kano Standart Ölçülü Demiryolu gibi projelerin tamamlanmasıyla büyük bir yenilemeden geçti ve Kano, Kaduna, Abuja, İbadan ve Lagos'un kuzey şehirlerini birbirine bağladı. Hava taşımacılığı. Nijerya havacılık sektörü 2019 yılında 198,62 milyar naira (400 milyon avro) üretti ve GSYİH'ye %0,14'lük bir katkı sağladı. 2019'da Nijerya ekonomisinin en hızlı büyüyen sektörüydü. Yolcu trafiği 2020'de %69'un üzerinde önemli bir artışla 9.358.166'dan 2021'de 15.886.955'e yükseldi. Uçak hareketleri 2020'den 2021'e %46'dan fazla arttı. Toplam yük hacmi 2020'de 191 ton iken 2021'de 391 tona çıktı. Aralık 2021'de Anambra Uluslararası Kargo Havalimanı faaliyete geçti. Nisan 2022'de Murtala Muhammed Uluslararası Havalimanı'nın ikinci terminali açıldı. Havaalanının kapasitesini yılda 14 milyon yolcuya çıkaracaktır. Nijerya'da 54 havaalanı vardır. Başlıca havaalanları şunlardır: Nijerya geçmişte, 2003 yılında aşırı borçlanan ve British Virgin Group tarafından satın alınan devlet havayolu Nigeria Airways'i işletmişti. 28 Haziran 2005'ten beri Virgin Nigeria Airways adı altında uçmaktadır. 2008'in sonunda, Virgin Group havayolundan çekildiğini duyurdu. Havayolu Eylül 2009'dan beri Nigerian Eagle Airlines olarak faaliyettedir. Nijerya'daki en büyük havayolu, 2012'de kurulan özel Air Peace'dir. Yönetim. İdari bölümler. Nijerya'nın üst düzey idari yapılanması 36 eyalet ve 1 federal başkent bölgesi (Abuja) şeklindedir. Eyaletler:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4405", "len_data": 31220, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.95 }
Pakistan (), resmî adıyla Pakistan İslam Cumhuriyeti (), Güney Asya'da bir ülkedir. 241,49 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık beşinci ülkesidir. En büyük ikinci Müslüman topluluğuna sahiptir. 881.913 km²'lik yüzölçümü ile bu alanda 33. sıradadır. Pakistan'ın güneyde Umman Denizi ve Körfezi'ne 1046 km kıyısı vardır. Doğuda Hindistan, batıda Afganistan, güneybatıda İran ve kuzeydoğuda Çin ile komşudur. Kuzeybatıda Afganistan'ın Vahan Koridoru Pakistan'ı Tacikistan'dan ince bir hatla ayırır. Ayrıca Umman ile deniz sınırı bulunmaktadır. Günümüzde Pakistan'ın bulunduğu topraklar birçok antik medeniyetin mekanı olmuştur. Pakistan tarihi bu bölgeyi içine alan Hint altkıtasının tarihi ile iç içedir. Tarih öncesinde Cilalı Taş Devri'ne ait Mehrgarh ve Tunç Çağı İndus Vadisi Uygarlığı; Hindu, Hint-Yunan, Müslüman, Türk-Moğol, Afgan ve Sih gibi farklı inanç ve kültürlere sahip krallıklar bölgede hüküm sürmüştür. Bölge başlıca Pers Ahameniş İmparatorluğu, İskender İmparatorluğu, Seleukos İmparatorluğu, Hint Maurya İmparatorluğu, Kuşan İmparatorluğu, Gupta İmparatorluğu, Arap Emevîler, Türk-Moğol Gazneliler, Gurlular, Delhi Sultanlığı, Moğol İmparatorluğu, Babürlüler, Afgan Dürranîler ve Surîler, kısmen Sih İmparatorluğu ve son olarak Britanya Hindistanı olmak üzere çok sayıda imparatorluk ve hanedanca yönetildi. Pakistan, Britanya Hindistanı'nın bölünmesini ve Müslüman nüfuslu bölgelerin bağımsızlığını talep eden Pakistan Hareketi'nin çabalarıyla 1947'de Hint Müslümanları için bir yurt olmak üzere bağımsızlığını kazanmıştır. Çeşitli dil ve etnik grupların yanı sıra coğrafya ve yaban yaşamı bakımından da zengin bir ülkedir. Başlangıçta bir dominyon olan Pakistan, 1956'da kabul edilen anayasayla İslam cumhuriyetine dönüştü. Etnik iç savaş ve 1971'deki Hint müdahalesi Doğu Pakistan'ın Bangladeş ismiyle ülkeden ayrılmasıyla sonuçlandı. Pakistan, 1973'te tüm yasaların Kur'an ve Sünnet'i temel alan İslam hükümlerine uygunluğunu şart koşan yeni bir anayasayı kabul etti. 2008 yılında sivil yönetime geçildi. 2010'da ise parlamenter sistemli yönetim başladı. Bir orta güç olarak Pakistan, dünyanın altıncı büyük ordusunu bulundurmaktadır ve ayrıca nükleer silahlı devlet kabul edilen bir nükleer güçtür. Dünyanın en büyük ve en hızlı büyüyen orta sınıflarından birine sahip olan Pakistan ekonomisi yükselen ekonomiler arasında gösterilmektedir. Bağımsızlığından bu yana askeri rejim, siyasi belirsizlik ve Hindistan'la çatışmalar Pakistan'ın siyasi tarihini şekillendirmiştir. Ülke yoksulluk, düşük okur yazarlık ve yolsuzluk gibi sorunlarla boğuşmaya devam etmektedir. Pakistan BM, Şanghay İşbirliği Örgütü, İİT, İngiliz Milletler Topluluğu, Güney Asya Bölgesel İşbirliği Teşkilatı ve Teröre Karşı İslam İttifakı'nın üyesidir. Pakistan, Azerbaycan topraklarını işgal ettiği için Ermenistan'ın bağımsızlığını tanımayan tek BM üyesi ülkedir. Etimoloji. "Pakistan" Urdu dilinde ve Fars dilinde "Pak ülke" anlamına gelmektedir. İlk olarak "Pakstan" sözcüğü Choudhary Rahmat Ali tarafından 1934 yılında telaffuz edilmiş ve Birleşik Krallık'ın eski Hindistan sömürgesinin 5 eski eyaletinin harflerinden türetilmiştir. Söz konusu eyaletler bugün Pakistan'ı meydana getirmektedir. Coğrafya. Pakistan'ın kuzeydoğusunda Çin, kuzeybatı ve batısında Afganistan, doğusunda Hindistan ve güneybatısında İran yer almaktadır. Ülkenin yüzölçümü 796.095 kilometrekaredir. En yüksek noktası, 8.611 metre ile Dünya'nın ikinci en yüksek zirvesi olan Himalayalar'daki K-2 Godwin Austen Zirvesi'dir. İklim. Ülkede tropikal iklim ve ılıman iklim hakimdir. Kuraklık ülkenin güneyinde yeterli yağış miktarı veya daha azı ile karakterize edilen Muson iklimi mevcutken Pencap eyaletinde bol yağış görülür ve ülkede sıcaklık değerleri arasında büyük farklılıklar vardır. Yağış, ülkenin kimi bölgelerinde yılda 25 cm'den daha az iken kimi bölgelerde yılda 380 cm'den fazladır. Çeşitli coğrafyalar arasında çok fazla fark olabilmektedir. Örneğin Umman Denizi boyunca kıyı alanı genellikle sıcakken Karakurum Dağları'nın ve uzak kuzeydeki diğer dağların donmuş karla kaplı sırtları yıl boyunca çok düşük sıcaklık değerlerine sahiptir. Pakistan'da dört mevsim vardır: Aralık ayından Şubat ayına kadar ılıman sıcaklıklarla belirgin serin ve kuru bir kış; Mart'tan Mayıs'a kadar sıcak ve kuru bir bahar; Haziran ayından Eylül ayına kadar yağışlı yaz sezonu ve güneybatı muson dönemi; Ekim ve Kasım aylarındaki geri çekilme musonu dönemi. Bu mevsimlerin başlangıcı ve süresi konuma göre biraz değişmektedir. İslamabad'da iklim, Ocak ayında ortalama 6 °C'ye kadar düşerken Haziran ayında 41 °C'ye kadar çıkabilir. Yıllık yağışların yarısı Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleşir ve yağış bu iki ayın her birinde ortalama civarındadır. Yılın geri kalanında, ayda yaklaşık oranında çok daha az yağış vardır. Hail fırtınalar erken ilkbaharda yaygındır. Ülkenin sanayi merkezi olan Pakistan'ın en büyük şehri Karaçi, İslamabad'dan daha nemlidir ancak önemli ölçüde daha az yağış almaktadır. Sadece Temmuz ve Ağustos yağışları, Karaçi bölgesindeki yağışların ortalamasından yüksektir; kalan aylar ise az yağışla beraber son derece kurudur. Sıcaklık, Karaçi'de İslamabad'a göre daha düzenli dağılmaktadır; kış akşamları günlük ortalama 13 °C iken yaz sabahlarında 34 °C'dir. Yaz sıcaklıkları Pencap'taki kadar yüksek olmasa da yüksek nem sakinlere büyük rahatsızlık verir. 28 Mayıs 2017'de dünyanın en yüksek sıcaklıklarından biri olan 53,7 °C (128,66 °F), Pakistan'da kaydedilen en yüksek sıcaklık değeri ve ayrıca Asya'da ölçülen en yüksek ikinci sıcaklık olarak tespit edildi. Tarihçe. Müslümanlığın Güney Asya'da kitlesel yayılışı 11. yüzyılda Gazneliler Devleti'nin kurulması ile başlamıştır. 1000-1026 yıllarında Pencap'a yaptığı akınlarla İslamiyet'i alt-kıtaya sokan Gazneli Mahmud döneminde, özellikle Sufi düşüncesine bağlı İslam bilginleri bölgede İslamiyet'in yayılmasında etkili olmuşlardır. Alt-kıtadaki Babür İmparatorluğu'nun kurucusu Babür Şah, 1526'da Delhi yakınlarında Penipat'da Delhi Sultanlığı’nın son yöneticisi İbrahim Lodi'yi yenerek Delhi Sultanlığına son vermiştir. Ancak 17. yüzyıldan itibaren İngilizler bölgeye öncelikle Doğu Hindistan Şirketi (East Indian Company) aracılığıyla girmeye başladılar. Şirket, ilk fabrikasını 1612 yılında açmıştır. 1858-1859 yıllarında ilk bağımsızlık savaşı olarak da tanımlanan geniş çaplı ayaklanma, şirketin yönetimindeki toprakların İngiliz Krallığı yönetimine geçmesiyle sonuçlanmıştır. 1858 yılında Birleşik Krallık Parlamentosu Hindistan'ın Birleşik Krallık yönetimine alındığına dair bir kanunu kabul etmiştir. Sir Seyyid Ahmed Han, Ağa Han "Hint Yıldızı" gibi liderlerin öncülüğünde Hint Müslümanları 1906 yılında "Tüm Hindistan Müslüman Ligi" (All Indian Muslim League) Partisini kurmuşlardır. Bu parti ve Sir Seyyid Ahmed Han başta İngilizler tarafından desteklenerek kendisine "Hint Yıldızı" unvanı verilmiştir. Müslüman Ligi'nin Muhammed Ali Cinnah'ın başkanlığındaki 23 Mart 1940 tarihli oturumunda Hindistan'ın Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında bölünmesi kararı alınmıştır. 23 Mart hâlen Pakistan'da, "Pakistan Günü" olarak kutlanmaktadır. 14 Ağustos 1947 tarihinde Muhammed Ali Cinnah, Pakistan Genel Valisi olmuş ve Pakistan bağımsızlığını kazanmıştır. Pakistan'ın Hindistan'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesinin ardından milyonlarca Müslüman, Hindu ve Sih'in mübadelesi başlamış, sınırın her iki yanındaki toplam 12 milyon kişi yer değiştirmiştir. 1947'de kurulan Pakistan'ın kurucusu ve ilk devlet başkanı Muhammed Ali Cinnah'ın 11 Eylül 1948'deki ölümüne kadar ülkenin içinde bulunduğu karışık durum nedeniyle bir anayasa hazırlanamadı. Anayasasının hazırlanması 8 yıldan fazla sürdü. 1956 tarihli ilk anayasaya göre bir İslami cumhuriyet olarak tanımlandı. Üzerinde yapılan çeşitli değişikliklerle birlikte ülke hâlen 1973 tarihli anayasa ile idare olunmaktadır. 1971'e kadar Pakistan bugünkü Pakistan (Batı Pakistan) ve Bangladeş (Doğu Pakistan) topraklarından oluşmaktaydı. Hindistan ve Birleşik Krallık'ın de etkisiyle 1971 yılındaki iç savaştan sonra Doğu Pakistan Bangladeş adında bağımsızlığını ilan etti. Bu savaştan yıllar sonra dahi Pakistan ile Bangladeş'in arası düzelmiş değildir. Ülkede 1999 yılında gerçekleşen askerî darbe ile Pervez Müşerref tüm yetkileri kendisinde toplamıştır. 2008 Ocak'ta genel seçimlere gidilmesi kararı alınmıştır. Sürgünde bulunan eski başbakan Benazir Butto 2007 Ekim'de ülkesine dönmüş ve döndüğünde düzenlenen saldırıdan yara almadan kurtulurken 140 civarında kişi ölmüştür. Bundan sonra karışıklıklar devam ederken olağanüstü hâl ilan edilmiş ancak 1 ay sonra kaldırılmıştır. Bu süreçte sürgünde bulunan muhalefet lideri Navaz Şerif de ülkesine dönmüştür. Aralık 2007 Pakistan için çok kötü bir dönem olmuş ve Benazir Butto kendisine yönelik düzenlenen ikinci suikast saldırısında öldürülmüştür. Butto'nun ölümünden sonra yaşanan şiddet olaylarında onlarca kişi ölmüş, milyonlarca dolarlık maddi hasar meydana gelmiştir. Bunun üzerine seçimler Şubat 2008'e ertelenmiştir. Ertelenen seçimler 18 Şubat 2008'de yapılmış ve devlet başkanı Müşerref'in Pakistan Müslüman Ligi-Kueyd (Q:Kueyd: lider) adlı partisi yenilgiye uğrarken Butto'nun Pakistan Halk Partisi birinci, Navaz Şerif'in Pakistan Müslüman Ligi (N) adlı partisi ise ikinci olmuştur. Buna rağmen Müşerref önce devlet başkanlığı görevini sürdüreceğini açıklamakla beraber, sonra ordunun desteğini kaybederek 18 Ağustos 2008'de devlet başkanlığı görevinden istifa etmiştir. Demografi. Pakistan'ın nüfusu 2010 itibarıyla 170 milyon olarak tahmin edilmektedir. Bu nüfus Pakistan'ı dünyanın en büyük 6. devleti yapmakta ve Pakistan nüfus bakımından Brezilya'nın gerisinde, Rusya'nın önündedir. Pakistan'ın 1951'de 34 milyon nüfusu bulunmaktaydı. Pakistan'ın nüfus artışı, 2010 yılında %1,6 olarak kaydedilmiştir. Güney Pakistan'da nüfusun çoğu İndus Nehri çevresinde yaşar. Nüfus büyüklüğüne göre Karaçi Pakistan'ın en büyük kentidir. Ülkenin kuzeyinde nüfus daha çok Lahor, Faysalabad, Ravalpindi, İslamabad, Gucranvala, Sialkot, Gujrat, Jhelum, Sargodha ve Şeyhupura kentlerinin oluşturduğu yay şeklindeki bir hat üzerinde yaşar. Pakistan nüfusunun yaklaşık %20'si yoksulluk sınır altında yaşamaktadır. 2006 yılı itibarıyla ortalama yaşam süresi kadınlarda 63, erkeklerde ise 62 yıl olarak tespit edilmiştir. Sağlık giderleri, GSYİH'nin %2'sidir (2006). Etnik gruplar. Pakistan'da Güney Asya, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin kültürel, sosyal ve tarihi etkisi altında; değişik dil, mezhep ve etnik gruplara mensup kişiler yaşamaktadır. Pencap Eyaleti'nde Pencabiler, Sind Eyaleti'nde Sindler, Kuzey Batı Sınır Eyaleti'nde Paştunlar, Belucistan'nde Beluciler ağırlıklı olarak yerel nüfusu oluşturmaktadır. Dil. Pakistan 60'tan fazla dilin konuşulduğu bir devlettir. İngilizce resmî dil olup, resmî iş, devlet ve hukuk sözleşmelerinde kullanılır. Urduca ise ulusal dildir. Pencap dili Pencap eyaletinin resmî dilidir ve ayrıca Saraiki dili Pencap eyaletinde büyük oranda konuşulur. Peştuca ise Hayber-Pahtunhva eyaletinin, Sindi dili ise Sind ve Belucistan eyaletlerinin resmî dilidir. Din. Ülkede toplam nüfusun %96,68'i Müslümandır. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu Sunni olan Pakistan, İran'dan sonra, dünyanın ikinci büyük Şii nüfusa sahip ülkesidir. Nüfusun %3,32'sini ise Hristiyan, Hindu, Sih ve Budistler oluşturmaktadır. Gayrimüslim azınlıklar içinde en büyük grubu %1,55 ile Hristiyanlar teşkil etmektedir. Eğitim. Pakistan Anayasası'na göre ücretsiz eğitim sağlamak devletin sorumluluğundadır. Bağımsız olduğunda Pakistan'da sadece bir üniversite vardı. Pencap Üniversitesi 1882'de Lahor'da kurulmuştur. Pakistan'da şu anda 71'i devlet, 59'u özel olmak üzere 130'dan fazla üniversite bulunmaktadır. Pakistan'da 730 teknik ve mesleki kurum bulunmaktadır. Erkek mesleki kurumlarına girmek için minimum nitelik 8. sınıfı tamamlamış olmaktır. 2004 yılı itibarıyla Pakistan'da yetişkin nüfusun %46,6'sı okuryazardır. Okuryazarlık erkeklerde %60,6 iken kadınlarda %31,5'tir. Aşiret bölgelerindeki kadınlarda okuma yazma oran cinsiyet farklılığı nedeniyle %3'tür. Pakistan hükûmeti 1996'da cehaletin ortadan kalkması ve bütün çocukların okuryazar olması için ülke çapında bir girişim başlattı. Yiyecek ve içecek. Geleneksel yemek. Pakistan mutfağı, Güney Asya'nın diğer bölgelerine benzer ve bir kısmı 16. yüzyıl Babür imparatorlarının kraliyet mutfaklarından kaynaklanır. Bu yemeklerin çoğunun kökleri İngiliz, Hint, Orta Asya ve Orta Doğu mutfağı'na dayanır. Orta Doğu'nun aksine Pakistan mutfağında çok miktarda baharat, ot ve çeşni kullanılır. Çoğu yemekte sarımsak, zencefil, zerdeçal, kırmızı Şili biberi ve garam masala kullanılır. Ev yemeklerinde her zaman köri kullanılır. Buğdaydan yapılan ince gözleme pide ekmeği "roti" temel bir gıdadır ve genellikle köri, et, sebze ve mercimekle servis edilir. Pirinç de çok tüketilir. Prinç sade, baharatlarla kavrulmuş ve tatlılarda servis edilir. Lassi, Pencap bölgesi'nin geleneksel içeceğidir. Süt ve şekerli siyah çay Pakistan genelinde sevilir ve günlük tüketilir. Sohan helvası, Pencap eyaletinin güney bölgesinden popüler bir tatlı yemektir ve Pakistan'ın her yerinde sevilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4406", "len_data": 13113, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.63 }
Papua Yeni Gine (, , ), resmî adıyla Papua Yeni Gine Bağımsız Devleti, Okyanusya'da Yeni Gine adasının doğu yarısı ile Melanezya'daki civar adaları kapsayan bir ülkedir. Yeni Gine adasının batı kısmı ise Endonezya'ya aittir ve sadece Endonezya ile kara sınırı bulunur. Güneyinde Avustralya bulunur. 462.840 km²'lik yüzölçümüyle en büyük üçüncü ada ülkesidir. Başkenti adanın güneydoğu kıyısındaki Port Moresby'dir. 1884'ten beri dış güçler tarafından yönetilen Papua Yeni Gine, I. Dünya Savaşı'ndan itibaren 60 yıl boyunca Avustralya'nın kontrolünde kalmıştır. Bağımsızlığını 1975'te kazanan ülke, III. Charles'ın kral kabul edildiği bir İngiliz Milletler Topluluğu bölgesi olmuştur. Papua Yeni Gine kültürel bakımdan dünyanın en çeşitli ülkelerinden biridir. Dünyada en çok dil konuşulan ülkedir. Ülkede bilinen 851 dil vardır, bunların 11'inin konuşanı kalmamıştır. 8 milyonluk nüfusun çoğu yine diller kadar çeşitlilik gösteren yerel yaşam tarzlarını sürdürmektedir. 2019 itibarıyla nüfusun yalnızca %13,25'i kentlerde yaşamaktadır, bu da Papua Yeni Gine'yi dünyanın en kırsal ülkesi yapmaktadır. Papua Yeni Gine hem coğrafi hem de kültürel açıdan en az keşfedilmiş ülkelerindendir. Ülkede halen dış dünyayla temas kurmamış (izole) toplulukların varlığı bilinmektedir. Ayrıca araştırmacılar adanın iç kesimlerinde keşfedilmemiş birçok bitki ve hayvan türünün bulunduğunu düşünmektedir. Ülke, Uluslararası Para Fonu tarafından gelişmekte olan ülke olarak sınıflandırılmaktadır. Nüfusun %40'ının kendi kendine yeterli doğal yaşam tarzlarını sürdürdüğünden küresel ekonomik sistemle hiçbir bağı yoktur. Halkın çoğu geçimlik tarıma dayalı geleneksel topluluklarda yaşamaktadır. Bu topluluklar geleneksel dinlerini ilköğretim gibi modern uygulamalarla birleştirmişlerdir. Geleneksel cemiyet ve kabileler Papua Yeni Gine Anayasası'nda yer alan "geleneksel köyler ve toplulukların Papua Yeni Gine toplumunun yaşayan öğeleri olarak kalması" dileğiyle resmen tanınmış ve güvence altına alınmıştır. Papua Yeni Gine 1976'dan beri Güneydoğu Asya Uluslar Birliği'nin (ASEAN) gözlemci üyesidir ve tam üye olmak için başvuruda bulunmuştur. Ülke; Pasifik Topluluğu, Pasifik Adaları Forumu ve İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Tarih. Arkeolojik kanıtlar, ilk insanların Papua Yeni Gine'ye yaklaşık 47.000 yıl önce ulaştıklarını göstermektedir. Papua Yeni Gine'ye göç eden ilk modern insanların kökenleri Afrika dışındandır ve Asya ve Avrupa'dan genetik olarak bağımsızdır. Tarımda yaklaşık 10.000 yıl önce, Doğu Asya ve Amerika'yla aynı zamanlarda benzer ve bağımsız gelişmelerle, ülkenin merkezindeki dağlık bölgelerde başlamıştır. Bölgeye Avrupalıların ilk gelişleri 16. yüzyıla rastlar. 1526 yılında Portekizli Jorge de Meneses Yeni Gine Adasına gelen ilk Avrupalıdır. Meneses Adanın kuzey kıyılarına Malay dilinde “kıvırcık saçlı” anlamına gelen “Ilhas dos Popuas” adını verdi. 1545 yılında bölgenin insanlarının, Afrika Gine'si Kıyısı insanlarına çok benzediğini görerek, adanın ismini Yeni Gine olarak değiştirdi. Bundan sonra bölgeye sırasıyla, İspanyollar, İskoçlar, İngilizler ve Fransızlar geldi. 1884 yılında İngilizler adanın güney yarısını, Almanlar ise kuzey kıyılarını işgal etti. Daha sonra bu bölgeler Birinci Dünya Savaşı'nın tesiriyle, Avustralya'ya bırakılmak zorunda kaldı. 1920 yılında Milletler Cemiyeti adayı manda altına soktu. İkinci Dünya Savaşı esnasında kuzey kıyıları Japonya işgali altına girdi. Yeni Gine Seferi (1942-1945) İkinci Dünya Savaşı'nın en önemli askeri seferlerinden biriydi. Yaklaşık 216,000 Japon, Avustralya ve ABD askeri, denizcileri ve havacıları, Yeni Gine seferi sırasında öldü. Japonların yenilmesinden sonra bölge, 1949'da Milletler Cemiyeti tarafından Avustralya idâresine verildi. Daha sonra 1973'te kendi kendini yönetme hakkını elde etti. Papua Yeni Gine nihâyet 1975'te bağımsız oldu. Michael T. Somare ülkenin ilk başkanı olarak 1988'e kadar görevde kaldı. 1988 seçimlerini kazanan Rabbie Namalin, 1992'ye kadar başbakanlık vazifesine devam etti. 1992 seçimlerini kazanan Paias Wingti yeni hükûmeti kurdu. Coğrafya. Papua Yeni Gine, Yeni Gine Adasının doğu kısmı, Bismarck Takımadaları ve diğer birçok alçak mercan adalarından ibârettir. Yüzölçümü yaklaşık olarak 462.840 km2'dir. Ülkenin büyük bir bölümü İrian Jaya'ya kadar uzanan dağ silsilesiyle örtülüdür. Bölgede Vitiaz Boğazı boyunca Bismarck Takımadasına kadar volkanik bir dağ grubu vardır. Bunlardan güneydoğuda kalan Lamington Dağı 1951'de çok şiddetli bir püskürme ve patlama göstermiştir. En yüksek bölge 4509 m'lik Wilhelm Dağıdır. Ülkenin başlıca nehirleri; Fly, Kikori, Purari, Sepik, Ramu ve Murkham'dır. Papua Yeni Gine'yi meydana getiren belli başlı volkanik olmayan adalar ise şöyle: D'Entrecasteaux Grubu, Louisrade Takımadası, Trobriand Adaları ve Woodlark’tır. Bunlardan başka Yeni İrlanda, Yeni İngiltere, Manu ve Bougahville volkanik olan adalardır. Diğer küçük adalar umûmiyetle mercan resiflerinden (kayalık, döküntü) ve mercan adalarından (atol) meydana gelmiştir. İklim. Papua Yeni Gine ekvatorun yaklaşık 10° altında yer alır. Bu yüzden birbirine yakın iki dönence bölgesinin içerisinde olup, iki mevsimli genel olarak sıcak ve nemli bir iklimin tesirindedir. Mayıs-Aralık aylarında şiddetli güneydoğu rüzgârları bölgeye yağmur ve nispeten serin bir ortam getirir. Ocak-Nisan aylarında ise kuzeybatı rüzgârları aşırı sıcaklıkları ve şiddetli yağışları beraberinde getirir. Ortalama aylık sıcaklık Haziran ayında 25 °C ve Aralık-Ocak aylarında 28 °C civarındadır. Yağışlar, kıyı ve dağlık bölgelerde, yıllık ortalama 2540 mm civarı ve üzerindedir. Ekoloji. Ülkenin %70’ine yakın bir bölümü yüksekliği fazla olan adalarla ve tropikal ormanlarla kaplıdır. Şiddetli yağışlar ormanların çok sık olmasına yol açmış ve buna mukâbil tarıma müsâit toprakların azalmasına sebebiyet vermiştir. Ormanlardaki ağaçlar çok çeşitlidir. Genellikle yüksek bölgelerde daha çok meşe, kayın (ak gürgen), funda ve kozalaklı ağaçlar yetişir. Papua Yeni Gine’nin hayvanları hemen hemen Avustralya’nınki ile aynıdır. Keseli hayvanlar çoğunluğu teşkil eder. Ayrıca birçok cinste sürüngene her tarafta sık rastlanır. Ülkede çeşitli cinste kuş mevcuttur. Her biri birbirinden farklı, rengârenk kuşlar ülke ormanlarının en ilgi çeken hayvanlarıdır. Bunların arasında hiç şüphesiz devekuşu ve papağanın ayrı bir yeri vardır. Papua Yeni Gine, biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın en zengin kabul edilen bölgesinde yer alır. ‘Mercan Üçgeni’ adı verilen bu bölge Filipinler, Endonezya ve Malezya arasında bulunur. Son 10 yıl içinde, Papua Yeni Gine'yi çevreleyen okyanuslarda aralarında papaz balığının da (Chrysiptera cymatilis) olduğu yeni 33 balık türü keşfedildi. Görünüşüyle görenleri etkileyen mavi papaz balığı, Yeni Gine'nin hiç bozulmamış kayalıklarına sahip Milne Körfezi'nde tespit edildi. Nüfus yapısı. Papua Yeni Gine, 2020 yılı itibarıyla tahmini 8,95 milyon nüfusuyla dünyanın en heterojen ülkelerinden biridir. Papua Yeni Gine'ye özgü yüzlerce etnik grup bulunmaktadır; bunların çoğunluğu, ataları on binlerce yıl önce Yeni Gine bölgesine gelmiş olan ve Papualılar olarak bilinen gruptan gelmektedir. Diğer yerli halklar, ataları bölgeye dört bin yıldan daha kısa bir süre önce gelmiş olan Avustronezyalılardır. Çinliler, Avrupalılar, Avustralyalılar, Endonezyalılar, Filipinliler, Polinezyalılar ve Mikronezyalılar (son dördü Avustronezya ailesine mensuptur) dahil olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinden gelen çok sayıda insan da şu anda ikamet etmektedir. Çoğunluğu Avustralya ve Çin'den olmak üzere 1975 yılında Papua Yeni Gine'de yaklaşık 50.000 gurbetçi yaşıyordu, ancak bunların çoğu 21. yüzyıla gelindiğinde yer değiştirmişti. Dünya Bankası verileri, 2015 yılı itibarıyla Papua Yeni Gine nüfusunun yaklaşık %0,3'ünün uluslararası göçmenlerden oluştuğunu göstermektedir. Ulusal nüfus sayımının 2020/2021 döneminde, görünüşte COVID-19 salgını gerekçesiyle ertelenmesiyle birlikte, uydu görüntüleri kullanılarak bir ara değerlendirme yapılmıştır. Aralık 2022'de, BM tarafından Southampton Üniversitesi ile birlikte uydu görüntüleri ve yer doğrulaması kullanılarak yapılan bu araştırmaya dayanan bir rapor, ülkenin resmi tahmininin neredeyse iki katı olan 17 milyonluk yeni bir nüfus tahmini önerdi. Etnik yapı. Ülkede yerli nüfusu olarak üç ana grup vardır; Güney ve iç bölgelerde Papuanlar, kuzey ve doğuda Melanezyalılar ve batı bölgelerde Pigmeler. Bunların dışında ayrıca Avustralyalılar, Polinezyalılar ve bir siyah arasında değişebilen, yuvarlak kafa yapılı Pigmeler, çok küçük boylu olmalarıyla bilinir. Halkın çoğunluğu kendi yerli inançlarına sahiptir. Bundan başka Katoliklik ve Protestanlık yaygındır. Dil. Ülkenin resmî dili İngilizcedir, ancak toplumun sadece %1'i İngilizce konuşabilmektedir. Standart İngilizceden türemiş Tok Pisin veya Pidgin İngilizcesi olarak da adlandırılan kreol dil ise ülkede anadil olarak yaklaşık 120,000 kişi tarafından konuşulmaktadır ve ikinci resmi dildir. Buna rağmen ikinci dil ve ticaret dili olarak 4 milyonu aşkın konuşuru olması dolayısıyla ülkede lingua franca görevi görmektedir. Avustronezya dillerine ait Hiri Motu ise Motu dilinin basitleştirilmiş bir versiyonudur ve adanın üçüncü resmi dilini oluşturur, ancak günümüzde konuşur sayısı git gide azalmaktadır. Ülkedeki yerli dillerin sayısı 850'yi aşkındır ve ülke dil çeşitliliği açısından dünyada birincidir. Bunlardan 200 adedi Malaya-Polinezya dilleri (Avustronezya) kökenli Melanezya dil grubuna aittir. Trans-Yeni Gine dil ailesine ait 480 farklı dillin ise konuşurları 3 milyon civarındadır. Yeni Gine aynı zamanda pek çok izole dili ve daha küçük dil ailelerini de barındırmaktadır. Siyaset. Bağımsız bir millet olan Papua Yeni Gine parlamenter demokrasi sistemini kabul etmiştir. 1975 yılında İngiliz Milletler Topluluğu içerisinde, tam bağımsızlığını kazanan bir devlet olmuştur. Michael T. Somare ilk başbakandır. Devlet Başkanı III. Charles'tır. Bunu ülkede genel bir vâli temsil eder. Ülke idârî olarak bir başkent ve 20 ile bölünmüştür. Her bir ilin seçilmiş bir meclisi vardır. Papua Yeni Gine BM ve Güney Pasifik Komisyonu üyesi bir ülkedir. Ayrıca Güney Pasifik ülkeleri arasındaki politik ve ekonomik iş birliği ve kalkınmayı gâye edinen Güney Pasifik Formu üyesi olmuştur. Ekonomi. Para birimi Kina olan ülkenin ekonomisi tarıma ve madenciliğe dayanır. Ayrıca hayvancılık ve balıkçılık da önemlidir. Daha çok domuz ve kümes hayvanları yetiştirilir. Ülkede yetişen başlıca tarım ürünleri; yulaf, kulkas, muz, hindistan cevizi, tatlı patates, kahve ve kakaodur. Ayrıca meyve ve sebze yetiştiriciliği de oldukça gelişmiştir. Nüfusun % 53'ü tarımda, %17'si endüstri ve ticarette ve %10'u resmî hizmetlerde çalışır. Başlıca endüstri ve îmâlât sahaları; orman ürünleri, mineraller, balık, gıda, inşaat malzemeleri ve ev eşyâlarıdır. Dışarıya kahve, çay, kakao, orman ürünleri, balık, meyve, sebze ihraç eder. Dışarıdan ise ağır makineler ve çeşitli araçlar ithal edilir. Altın ülkenin en önemli madenlerinden birisidir ve ülkenin ihracatlarının %70'ini altın, gümüş, bakır, petrol ve doğal gaz gibi yer altı kaynaklarından elde edilen kazançlar oluşturmuştur. İhrâcât ve ithâlâtını çoğunlukla, Japonya, Almanya, Avustralya ve ABD ile yapar. Başlıca iki limanı vardır: Port Moresby ve Lae limanları. Turizm gelirleri orta seviyededir. Ulaşım ve haberleşme yetersizliği başlı başına bir problem teşkil etmektedir. 1973'ten sonra ulaşım ve haberleşme üzerine yapılan çalışmalar sonunda biraz düzelmiştir. İdari yapılanma. Papua Yeni Gine yirmi il, bir özerk bölge bir de başkent bölgesi olmak üzere toplam 22 bölgeye ayrılmış durumdadır. Bu bölgeler şu şekildedir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4407", "len_data": 11601, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.67 }
Saint Kitts ve Nevis ya da resmî adı ile Saint Kitts ve Nevis Federasyonu (; ayrıca Saint Christopher ve Nevis Federasyonu olarak da bilinir), Karayipler'dek yer alan Küçük Antiller'in kuzey bölümünde, Rüzgâraltı Adaları olarak isimlendirilen kısımda bulunan ve iki adadan oluşan federal bir ülke. Yüzölçümü ve nüfus bakımından Amerika kıtasının küçük bağımsız devletlerinden biri olan ada ülkesi, Karayipler'in Federasyon ile yönetilen tek ülkesidir. Ülkenin başkenti, ülkenin en büyük adası olan Saint Kitts üzerindeki Basseterre'dir. Etimoloji. Ülkenin St. Kitts adasının ilk bilinen adı bölgede yerleşik olan Karayipler yerli halkı Kalinago halkı tarafından kullanılan "Liamuiga" (Türkçe: "Verimli toprak") ismiydi. Adayı keşfeden ilk Avrupalı olan Kristof Kolomb, adayı hristiyan dininde aziz olarak kabul edilen ve yolcuların koruyucusu olarak kabul edilen Hristoforos'a ithafen "San Cristóbal" olarak adlandırmıştır. Bu isim ile 17. yüzyıla kadar anılan ada, söz konusu dönemde adaya yerleşen ilk sömürgeci İngilizler tarafından "St. Christof Adası" olarak isimlendirilmiştir. O dönem adayı kısaltılmış adıyla "Kitt" olarak isimlendiren yerleşimciler, adaya zaman içerisinde gayrı resmî olarak St. Kitts Adası demeye başlamış, bu isim de belirli bir süre sonra St. Kitts olarak kısaltılmıştır. Ülkenin diğer adası olan Nevis adasının ilk bilinen adı yine yerli halk Kalinago tarafından "Oualie" (Türkçe: "Güzel suların ülkesi") olarak isimlendirilmiştir. Kolomb, keşfinin ardından adaya Tourslu Martin'e ithafen St.Martin olarak adlandırmıştır. Adanın günümüzde kullanılan ismi ise İspanyolca "Nuestra Señora de las Nieves" (Türkçe: Karlar leydisi) kelimesinden gelmektedir ve adanın zirve noktasında sıcak iklime ters olarak sürekli görülen harelerin oluşturduğu görselin bir sonucu olarak verilmiştir. Ülkeye bağlı olan Booby Adası da adını bölgede görülen Sümsük kuşugiller familyasına üye Sula kuşunun İngilizce karşılığı olan "booby"'den almıştır. Ülke anayasasında Saint Kitts ve Nevis isminin yanı sıra Saint Christopher ve Nevis ismi de yer almaktadır. İlki genel olarak kullanılırken ikinci isim daha çok diplomatik alanda kullanılmaktadır. Ada ismi halk arasında (ve hükûmet internet sitesinde) "SKN" kısaltması ile de kullanılmaktadır. Coğrafya ve iklim. Batı yarımkürenin hem yüz ölçümü hem de nüfus olarak en küçük ülkesi olan, Karayipler'in doğu kesiminde yer alan ada ülkesi, Küçük Antiller'in alt bölümü olan Rüzgâraltı Adaları'na dâhil edilmektedir. Ada, kuzeybatısında Sint Eustatius, Anguilla, Virjin Adaları ve Porto Riko ile çevriliyken, güneydoğusunda Antigua ve Barbuda, Montserrat ve Guadeloupe ile çevrilidir. Ülke, The Narrows boğazı ile 2 mil (3 km) uzaklıkta ayrılmış iki ana adadan, Saint Kitts ve Nevis'ten oluşmaktadır. Ülkenin küçük adası Nevis, Saint Kitts'in güneydoğusunda yer almaktadır. İki adanın ortasındaki boğazda Booby Adası yer almaktadır. Booby Adası, St. Kitts'in 1,7 km, Nevis'in ise 2,4 km uzağında bulunmaktadır. Her iki ada da volkanik kökenlidir ve tropik yağmur ormanlarında büyük merkezi zirvelere sahiptir. Nüfusun çoğunluğu daha düz kıyı bölgelerinde yaşamaktadır. St. Kitts, merkezinde, ülkenin en yüksek zirvesi olan Liamuiga Dağı'nın 1,156 metre (3,793 ft) bulunduğu birkaç dağ sırası (Kuzey Batı Menzili, Orta Menzil ve Güney Batı Menzili) içerir. Doğu kıyısı boyunca Kanada Tepeleri ve Conaree Tepeleri bulunur. Arazi güney doğuda önemli ölçüde daralarak, en büyük su kütlesi olan Büyük Tuz Göleti'ni içeren daha düz bir yarımada oluşturur. Her iki adanın dağlarından, yerel nüfusa tatlı su sağlayan çok sayıda nehir vardır. İki ana adadan daha küçük olan ve kabaca yuvarlak şekilli olan Nevis, 985 metre (3.232 ft) Nevis Zirvesi'nin hâkimiyetindedir. Kitts, Köppen iklim sınıflandırmasına göre tropik bir savana iklimine (Köppen Aw) ve Nevis tropik bir muson iklimine (Köppen Am) sahiptir. Nüfus. Ülkede 2022 tahminî nüfus sayım verilerine göre 54.488 kişi yaşamaktadır. Ülkede son olarak 2011 yılında yapılan resmî nüfus sayımında 46.204 nüfus tespit edilmiştir. Saint Kitts ve Nevis orta yaş bir nüfusa sahip olup, 2022 tahmini verilerine göre %33,33'ü 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin %10'u 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %19.87 (erkek 5,357/kadın 5,336) 15-24 yaş: %13.46 (erkek 3,504/kadın 3,741) 25-54 yaş: %43.64 (erkek 12,010/kadın 11,477) 55-64 yaş: %13.03 (erkek 3,527/kadın 3,485) 65 yaş ve üzeri: %10 (erkek 2,540/kadın 2,844) Şehirde yaşayanların oranı 2023 verilerine göre %31,1 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %0,61 düzeyindedir. Etnik gruplar. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu Afrika kökenlidir. Adada yaşayan nüfusun %92,5'inin kökleri Afrika kıtasına dayanmaktadır. Nüfusun %3'ü melez olup, %2,1'i Avrupa kökenlidir. Geri kalan %1,5'i Doğu Hint kökenli, %0,6 diğer ve %0,3 ise tanımsızdır. Din. Ülkede hâkim olan din Hristiyan dinidir. Buna göre nüfusun %81,5 hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Bu oran içerisinde protestan mezhebine mensup Hristiyanların oranı %75,9, katolik mezhebine mensup olanların oranı ise %5,9'dur. Hinduizm ülke içerisinde en yaygın ikinci din konumunda olup, Hinduizm inancına göre yaşamlarını sürdürenlerin oranı %1,8 düzeyindedir. Diğer inanç oranları Yehova'nın Şahitleri %1,4, Rastafari %1,3, diğer %5, hiçbir inanç bildirmeyen %8,8'dir. Dil. Ülkenin resmî dili İngilizcedir. Adada kreolce lehçeler de gözlemlenebilmektedir. İdarî yapılanma. Saint Kitts ve Nevis idarî olarak 14 bölgeye ayrılmıştır. "Parish" (Türkçe karşılığı ilçe) olarak adlandırılan idarî yönetim bölgelerinin dokuzu Saint Kitts adasında, beşi de Nevis adasındadır. Bu bölgeler şu şekildedir: Kaynak: Government of Saint Kitts and Nevis, Ministry of Sustainable Development, Department of Statistics - Nüfus verileri 14 Mayıs 2001 resmî sayım sonuçlarını içermektedir. Ekonomi. Ülkenin ekonomisi turizme, tarıma ve hafif imalat sanayiye dayanmaktadır. Ülkede turizm 1978'den beri gelişmektedir. 2009 yılında 587.479 turist ülkeye gelmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4408", "len_data": 5980, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.46 }
Saint Lucia, Batı Hint Adaları da denilen Karayipler'de Küçük Antiller'in bir parçası konumunda olan ve coğrafi açıdan Orta Amerika'ya dâhil edilen ada ülkesi. İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı bir ülke olan Saint Lucia, Karayip Denizi ile Atlas Okyanusu arasında, Trinidad ve Tobago'nun kuzeyinde yer alır. Ülkenin başkenti Castries'dir. Ülkenin Kralı III. Charles’tır. Saint Lucia (Fransızca: Sainte-Lucie) Atlas Okyanusu sınırındaki Doğu Karayip Denizi'ndeki Batı Hint Adaları'nda egemen bir ada ülkesidir. Adaya daha önce yerli Amerindians tarafından adaya verilen isim ve daha sonra yerli Caribs tarafından verilen Hewanorra adı verilen Iyonola deniyordu. Küçük Antiller'in bir parçası olan Saint Vincent adasının kuzey/kuzeydoğusunda,Barbados'un kuzeybatısında ve Martinik'in güneyinde yer almaktadır. 617 km²'lik (238 milkare) bir arazi alanını kaplar ve 2010 yılı itibarıyla nüfusu 165.595'tir. Fransızlar adanın ilk Avrupalı yerleşmecileriydi. 1660 yılında yerli Ada Caribs ile bir anlaşma imzaladılar. İngiltere 1663'ten 1667'ye kadar adanın kontrolünü ele geçirdi. Sonraki yıllarda İngiltere, Fransa ile on dört kez savaştı ve adanın yönetimi sık sık değişti. 1814'te İngilizler adanın kesin kontrolünü ele geçirdi. İngiliz ve Fransız kontrolü arasında çok sık değiştiği için, Saint Lucia, Yunan mitolojik karakteri Helen Truva'nın ardından "Batı Hint Adaları Helen'i" olarak da biliniyordu. Temsilci hükûmet 1840 yılında ortaya çıktı (evrensel oy hakkı 1953'te kuruldu). 1958'den 1962'ye kadar ada Batı Hint Adaları Federasyonu'nun bir üyesiydi. 22 Şubat 1979'da Saint Lucia bağımsız bir devlet ve Milletler Topluluğu üyesi oldu. Saint Lucia karışık bir yetki bölgesidir, bu, kısmen medeni hukuk ve İngiliz ortak hukukuna dayanan bir yasal sisteme sahip olması demektir. 1867 St. Lucia Medeni Kanunu, İngiliz ortak hukuk tarzı mevzuatıyla desteklenen 1866 Quebec Medeni Kanunu'na dayanmaktadır. Aynı zamanda ülke Internationale de la Francophonie Örgütü üyesidir. Tarihçe. İlk olarak İngilizler 1605'te adaya yerleşme teşebbüsünde bulunmuştur. Ülke Fransa ve İngiltere arasında el değiştirdikten sonra, 1814'te Paris Antlaşması'yla İngiltere'ye bırakıldı. 1967'de muhtariyet elde eden ada, 1979'da bağımsızlığına kavuştu.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4409", "len_data": 2235, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.54 }
Samoa ya da resmî adı ile Bağımsız Samoa Devleti, Güney Büyük Okyanus'unda, Polinezya'da bulunan, adalar topluluğundan oluşan bir ülkedir. Tarihi. 1900-1914 arasında Alman Samoası, 1914-1997 arasında da Batı Samoa adını almıştır. Birleşmiş Milletler tarafından ancak 1976'da Samoa olarak tanınmıştır. 4000 yıl önce, Güneybatı Asya'dan gelen göçmenlerce kurulan ilk yerleşim yerleri, 1700'lerde Avrupalı sömürgeciler tarafından keşfedilmiş, ancak 1830'lardaki İngiliz işgaline kadar geleneksel yapısını korumuştur. Fakat bu yapıların hepsi kaçak olup konar göçerdir. Samoa devletinin bulunduğu Samoa Adaları zaman dilimine göre Amerika'dan sonra yeni yıla girmektedir. 7 Eylül 2009'da trafik sola geçmiştir. Ülke ticarette yaşadıkları zorluklar nedeniyle uluslararası tarih değiştirme çizgisinin öteki yanına geçmeye karar verdi. Bu sebeple dünya üzerinde güneşi en son gören ülkelerden Samoa'daki 186 bin kişi, 29 Aralık 2011 Perşembe gecesi uykuya yatıp 31 Aralık 2011 Cumartesi sabahında uyandı. Samoa Başbakanı Tuilaepa Sailele Malielegaoi, kararın Yeni Zelanda, Avustralya ve Asya ile ticari ilişkilerde saat farkından ötürü yaşanan aksamaların en aza indirilmesi amacıyla verildiğini açıkladı. Malielegaoi, ülkelerinde yaşanmayacak 30 Aralık Cuma günü için çalışanların ücretlerinin yine de ödeneceğini, diğer yandan turistlerden ise bu günün parasının alınmayacağını açıkladı. Ülke, 119 yıl önce Amerikalı tüccarların girişimi ile tarih değiştirme çizgisinde taraf değiştirmişti. O zamandan beri Avustralya'nın 21, Yeni Zelanda'nın 23 saat gerisinde olan Samoa bu değişiklik ile Avustralya'nın 3, Yeni Zelanda'nın 1 saat ilerisinde olacak. Yönetim. Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: ACP (Afrika - Karayip - Pasifik Ülkeleri), AsDB (Asya Kalkınma Bankası), C, ESCAP (Asya ve Pasifikler Ekonomik ve Sosyal Komisyonu), FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G-77, IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICFTU (Uluslararası Serbest Ticaret Birlikleri Konfederasyonu), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IDA (Uluslararası Kalkınma Birliği), IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), IFC (Uluslararası Finansman Kurumu), IFRCS (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Toplulukları Federasyonu), IMF (Uluslararası Para Fonu), IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü), Intelsat (Uluslararası Telekomünikasyon ve Uydu Örgütü), IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), ITU (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği), OPCW (Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu), Sparteca, SPC (Güney Pasifik Komisyonu), SPF, UN (Birleşmiş Milletler), UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı), UNESCO (Eğitim-Bilim ve Kültür Örgütü), UPU (Dünya Posta Birliği), WHO (Dünya Sağlık Örgütü), WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü), WMO (Dünya Meteoroloji Örgütü), WTO (Dünya Ticaret Örgütü)
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4411", "len_data": 2837, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.29 }
Sierra Leone, resmî adıyla Sierra Leone Cumhuriyeti, Batı Afrika'da bir ülkedir. Portekizliler tarafından 1462 yılında bölge keşfedildiğinde, buradaki dağların şeklinin aslanlara benzetilmesinden dolayı, ülkeye aslanlı dağlar veya aslanlı sıradağlar anlamına gelen bu ismi vermişlerdir. Kuzeydoğusunda Gine, güneydoğusunda Liberya ve güneybatısında Atlas Okyanusu bulunur. Sierra Leone 71.740 km2'lik bir alanı kaplar ve nüfusu 6.296.803'tür. Tropikal İklim'e sahiptir. Komşusu Liberya gibi özgür bırakılmış Afrikalı köleler tarafından kuruldu (1791'de Freetown'u kurdular). İngiliz sömürgeciliğinden sonra 1961'de bağımsız hale geldi. Ancak ülke 1990'lardan 2002'ye kadar yıkıcı bir iç savaş yaşamıştır. Coğrafya. Koordinatları; 8' 30" Kuzey enlemi ile 11' 30" Batı boylamıdır. Sınırlarının toplam uzunluğu 958 km, sınır komşuları ise Gine (652 km), Liberya (306 km), sahil şeridi uzunluğu 402 km'dir. Tropikal iklime sahiptir ve deniz seviyesinden yüksekliği, en alçak noktası ise Atlas Okyanusu 0 m'dir, en yüksek noktası Loma Mansa (Bintimani) 1,948 m Doğal kaynakları, elmas, titanyum, boksit, demir, altın, kromdur. Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar %7, daimi ekinler %1, tarıma uygun topraklar %31, ormanlık arazi %28 ve diğerleri %33'tür. Sulanan arazi 290 km2 Nüfus. Ortalama hayat süresi erkeklerde 42,69 yıl, kadınlarda 48,61 yıl (2001 verileri) olup ortalama çocuk sayısı 6.01 çocuk/1 kadın (2001 tahmini) Milliyet: Mende: %27, Temne: %22,4, Creole: %11,6, Limba: %5,9, Kuranko: %5,5, Pöller: %4,8. Din: İslam: %78, Animizm: %1, Hristiyan: %20 (Protestanlık: %5, bağımsız kiliseler: %5, Katolikler: %10). Yönetim. 27 Nisan 1961'de İngiltere'den ayrılmıştır. Sierra Leone Cumhuriyetinin yönetim biçimi, başkanlık tipi cumhuriyettir. Başkenti Freetown'dur. 3 eyalet ve 1 bölgeden oluşan idari yapıya sahiptir: Doğu, Kuzey, Güney, Batı. Ekonomi. Enflasyon oranı (tüketici fiyatlarında): %15 (2000 verileri). İş gücü 1981 verilerine göre 1.369 milyondur. Endüstri, madencilik (elmas, demir, boksit) küçük çaplı sanayi işletmeleri (meşrubat, tekstil, sigara, ayakkabı), kahve, kakao, hindistan cevizi ve petrol arıtma tesislerinden oluşmaktadır. Özellikle ülkede elmas yatakları çok yaygındır. Elektrik üretimi 240 milyon kWh (1999) olup elektrik tüketimi ise 223.2 milyon kWh'dır. Tarım ürünleri, pirinç, kahve, palmiye tohumu, yer fıstığıdır. Ayrıca ekonomik gelir getiren başta balıkçılık olmak üzere kümes hayvancılığı, sığır-koyun-domuz yetiştiriciliği de vardır. Yıllık 65 milyon $ (2000 verileri) ihracat yapmakta ve ihraç ürünleri, elmas, kakao, kahve, balıktır. İthalat ise yıllık 145 milyon $ (2000 verileri). Gıda maddeleri, makine ve ekipman, yakıt ve yağlar, kimyasallar ithal etmekte ve oranlar şu şekildedir; İngiltere %34, ABD %8, İtalya %7, Nijerya %5 (1999) Dış borç tutarı ise 1.28 milyar $ (1999) Ayrıca bakınız. Sierra Leone İç Savaşı
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4413", "len_data": 2868, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.41 }
Esvatini, resmî adıyla Esvatini Krallığı (Swati: "Umbuso weSwatini", İngilizce: Kingdom of Eswatini) ya da eski adıyla Svaziland, Afrika kıtasının güneyinde yer alan ve denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Kuzeydoğuda Mozambik, kuzey, batı ve güneyde Güney Afrika Cumhuriyeti ile sınırı vardır. Ülke ve halkı, adını 19. yüzyılda hüküm süren Kral II. Mswati'den almaktadır. 6 Eylül 1968'de Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını elde eden Esvatini, mutlak monarşi ile yönetilmekte olup başkenti Mbabane'dir. Etimoloji. Ülkenin eski ismi olan Svaziland, "Svazilerin yaşadığı ülke" anlamını taşımaktadır. Ülke bağımsızlığına kavuşmadan önce düşünülen ilk isim olan Ngwane ismi ise Svaziland'ın ilk kralı olarak kabul edilen III. Ngwane'den gelmektedir. 18. yüzyılda yaşayan ve 1780 yılında kadar hükümdarlığını sürdüren III. Ngwane hükümdarlığı altındaki bölgelere kaNgwane adını vermiştir. "Ngwane'nin sahip olduğu/yer aldığı ülke" anlamına gelen bu ifadeden yola çıkarak verilmesi planlanan ülke isim daha sonra gerçekleştirilememiştir. Günümüzde de ülkede birçok kişi kendisini insan olarak tanımlamak adına "Ngwane" ismini kullanmaktadır. 19 Nisan 2018'de Kral III. Mswati, ülkenin adını Esvatini Krallığı olarak değiştirdi. Kral bu kararın özellikle ülkesinin yurt dışında "Switzerland" (İsviçre'nin İngilizce ismi) olarak telaffuz edilmesi ve bu ülke ile karıştırılması olduğunu açıklamış ve bu yüzden "Svazilerin yurdu" anlamına gelen ve son birkaç yıldır yaptığı konuşmalarda kullandığı "Esvatini" ismini ülkenin yeni ismi olarak belirlediğini açıklamıştır. Tarihçe. 1750 yıllarında Afrika kıtasının güneyine gelen Bantu etnik grubunun bir kolu olan Nguni topluluğu bu bölgeye gelerek çiftçi ve çoban olarak bu bölgelere yerleşmişlerdir. 19. yüzyılın ilk dönemlerinde özerklikleri Büyük Britanya tarafından garanti altınan alınan Svazi topluluğu, Boerlerin 19. yüzyılda bölgeye gelmesi ile risk altına girmiştir. 1894 yılında Boer Cumhuriyeti ülkelerinde biri olarak kurulan Transvaal Cumhuriyeti Londra'nın da onayı ile Svaziland üzerinde büyük oranda hakimiyet kurmuştur. 1899 ile 1902 yılları arasında gerçekleşen II. Boer Savaşı neticesinde bölge üzerinde hakimiyeti sağlayan Britanya, 6 Temmuz 1902 yılında Svaziland'ın koruyuculuğunu üstlendiğini bildirmiştir. 1906 yılına kadar Büyük Britanya Güney Afrika Yüksek Komiserliği'ne bağlı olarak yönetilen Svaziland, bu tarihten itibaren bölgede yerleşik Britanyalı bir komiser atanmıştır. Ülkede idareyi Britanya adına Dlamini hanedanlığının yaptığı Svaziland'da hem 1921 yılından bu yana tahtta olan II.Sobhuza'nın, hem aşiret reislerinin hem de halkın Britanyalılara karşı olumsuz tutum ve düşünceleri olmaması ve iyi ilişkiler kurması sebebiyle mandacı ülkeye karşı kayda değer bir olumsuz durum yaşanmamıştır. 1960 yılında ülkenin ilk partisi olan "Swaziland Progressive Party (SPP)" kurulmuştur. Bu oluşumdan üç yıl sonra gerçekleşen bölünme ile daha radikal ve Pan-Afrikanizm ideolojisine sahip olan ve aralarında entelektüellerin, sendikacıların ve bağımsızlık yanlıların olduğu bir grup "Ngwane National Liberatory Congress (NNLC)" kurmuşlardır. Bu dönemde Kral II. Sobhuza'nın onaylamamasına rağmen İngiliz hükûmeti, Britanya modeline uygun olarak bir anayasa çalışması başlatmış, yapılan mitinglere ve çağrılara rağmen 1 Ocak 1964 itibarıyla anayasayı yürürlüğe sokmuştur. Bunun üzerine kral kendi partisini, "Imbokodwo National Movement (INM)" partisini kurarak kraliyet yanlılarını bir çatı altında toplamaya çalışmıştır. Bu parti muhafazakâr beyaz azınlık tarafından kurulan "United Swaziland Association (USA)" ile SPP ve NNLC partilerine karşı işbirliği yoluna gidilmiştir. Büyük Britanya ülkeye 25 Nisan 1967 tarihinde "Krallık Korumasında" adı ile iç işlerinde özerkliğini vermiş, 25 Haziran 1967 tarihinde gerçekleştirilen ilk seçimlerde INM oyların %80'ini alarak mecliste mümkün olan tüm sandalyelerin sahibi olmuştur. USA'nın INM ile ortak seçimlere girmesi sonucu beyaz göçmenlere ayrılan 8 koltukta USA üyeleri tarafından kazanılmıştır. Yaşanan bu gelişme sonucu Afrikalılar arasında artan öz güven ile dile getirilmeye başlanan bağımsızlık söylemleri sonucu Büyük Britanya 6 Eylül 1968 tarihinde Svaziland'ın bağımsızlığını tanımıştır. Kral II.Sobhuza'nın büyük oğlu Makhosini Dlamini tarafından Ngwane adı ile bağımsızlığa kavuşturulması düşünülen ülke, bu adımın gerçekleşmemesiyle Svaziland adı ile bağımsız olmuştur. Bağımsızlık sonrası ülkenin en yetkili ismi II.Sobhuza olurken, başbakanlık koltuğuna büyük oğlu Prens Makhosini Dlamini getirilmiştir. İlk seçimler sonrası USA partisi kendisini feshetmiş, 1972 yılında gerçekleştirilen yeni seçimlerde muhalefette bulunan NNLC'nin mümkün olan 24 sandalyeden 3 sandalyeyi alması sonucu kral olağanüstü durum ilan ederek parlamentoyu feshettiğini açıklamış ve 12 Nisan 1973 tarihi itibarıyla da tüm siyasi partilere yasak getirmiştir. Parlamentoyu fesheden, konuşma ve toplantı yapma özgürlüklerini kısıtlayan ve anayasayı askıya alan II.Sobhuza bu konular ile ilgili olumsuz beyanda bulunanları da tutuklatmıştır. II.Sobhuza, Güney Afrika'nın da desteği ile oluşturduğu ordu ve askeri düzendeki polis gücü ile muhalefeti bastırmıştır. 1978 yılında yeni bir anayasanın yürürlüğe girdiği ülkede yeni kurulan iki kademeli meclise "Swaziland National Council" ya da "Libandla" adı verilmiştir. 1982 yılında Sobhuza'nın ölümü sonrası ülkede uzun bir süre muhafazakâr ve reformcu kanatlar kendi istek ve arzuları yönünde iktidar mücadelesine girişmiştir. Kraliyet ailesi henüz küçük yaşlarda olan Prens Makhosetive Dlamini'yi yeni "Ngwenyama" (Türkçe:Aslan) olarak atamış, 18 yaşına kadar annesi kraliçe Dzeliwe yönetimi elinde tutmuştur. 1986 yılında III. Mswati olarak tahta geçen Makhosetive Dlamini ile birlikte annesi "Ndlovukati" (Türkçe: Dişi fil) olarak ülke yönetimini ele almışlardır. 1986 yılından bu yana iktidarda bulunan kral yaşam tarzı nedeniyle sık sık eleştirilmektedir. En yoksul ülkelerden biri konumunda olan Svaziland'da bu tür bir lüks yaşam uluslararası alanda kabul görülen bir durum olarak algılanmamaktadır. Özellikle 1996 yılından sonra ailesine ve monarşiye karşı çok sık protesto ve mitingler düzenlenmektedir. Svaziland, günümüzde Afrika kıtasında mutlak monarşi ile yönetilen tek ülke konumundadır. İdari yapılanma. Svaziland dört idari bölgeye ayrılmıştır. Her bir il 40 ilçeden oluşmakta olup, bu ilçelerin her biri bir kabile reisi tarafından yönetilmektedir. Siyaset. Yürütme. İngiliz Milletler Cemiyeti ülkeler içerisinde mutlak monarşi ile yönetilen bir ülke olan Svaziland'da, "Ngwenyana" (Türkçe:Aslan) unvanına sahip kral siyasette çok önemli bir etkiye sahiptir. "Ndlovukati" (Türkçe:Dişi fil) unvanına sahip kralın annesi, kraliçe olarak kralın yerine vekaleten devlet yönetimi görevini üstlenebilmektedir. "Ndlovukati" olma koşulu kralın annesi olma şartını getirmemekte olup, farklı bir kişi de bu göreve atanabilmektedir. 1986 yılında bu yana III. Mswati'nin annesi olan Ntombi bu görevi yürütmektedir. Kraliyet sarayı ülkenin iki büyük şehri olan Manzini ve Mbabane arasında yer alan Lobamba'da yer almaktadır. Kral ve Ndlovukati'nin ülkede birçok para ve pul üzerinde resimleri bulunmaktadır. Yasama. Lobamba'da Libandla olarak adlandırılan parlamento binası da yer almaktadır. Senatoda yer alan 30 üyenin 20 tanesi kral tarafından atanmakta olup, geriye kalan 10 üye ise iki kanatlı parlamentonun diğer kanadı olan "House of Assembly" tarafından belirlenmektedir. 66 adet sandalyesi bulunan House of Assembly'de ise 55 üye Tinkhundla olarak adlandırılan seçim bölgelerinden seçilerek gelmektedir. Bu meclise 10 kişi yine kral tarafından atanırken, bir sandalye ise "Attorney General" olarak adlandırılan Başsavcılık üyesine ayrılmıştır. Her beş yılda bir yapılan seçimler ile hem Senato hem de House of Assembly üyeleri seçilmekte/atanmaktadır. En son Ağustos/Eylül 2013 döneminde yapılan seçimler ile parlamento üyeleri seçilmiştir. 1973 yılında itibaren yasak olan siyasi partilerin durumu 2006 yılından bu yana belirsiz bir durumdadır. Ülkede çok partili bir sistemi destekleyen "People’s United Democratic Movement (PUDEMO)" (Türkçe:Birleşik Demokratik Halk Hareketi) gibi muhalif hareketler ile "Ngwane National Liberatory Congress (NNLC)" (Türkçe:Ngwane Ulusal Kurtuluş Kongresi) ve "Communist Party of Swaziland" (Türkçe:Svaziland Komünist Partisi) gibi partiler gayriresmi olarak bulunmakta olup 2006 yılında kralın mutlak gücünü onaylayan yeni yasa ile birlikte partilerin seçimlere katılımları öngörülmemektedir. Yargı. Ülkedeki mutlak güç kralın elinde bulunmakta olup, yargının, yürütmenin ve yasamanın başında bulunmaktadır. Kral diplomatik dokunulmazlığa sahiptir. Ülkenin en yüksek yargı organı "Supreme Court" olup, alt kademesinde "High Court" ve "Industrial Court" yargı organları bulunmaktadır. Coğrafya. Svaziland Krallığı sahip olduğu 17.363 km2 yüzölçümü ile Afrika kıtasının en küçük ikinci ülkesi konumundadır. Svaziland denize kıyısı olmayan bir ülke olup, doğusunda Mozambik, diğer yönlerde ise Güney Afrika Cumhuriyeti ile komşu durumundadır. Ülkenin sahip olduğu toplam 535 km sınırın 430 km'si Güney Afrika Cumhuriyeti, 105 km'si ise Mozambik ile paylaşılmaktadır. Ülkede bulunan en uzun nehir "Büyük Usutu Nehri" olarak da adlandırılan Lusutfu nehri olup, en yüksek noktası 1.862 m ile kuzeybatı sınırında bulunan ve Drakensberg sıradağlarının bir parçası olan Emlembe dağıdır. Ülkenin batı bölümünü kaplayan ve veld olarak adlandırılan yüksek yaylaların altıda biri sık ormanlar ile kaplı durumdadır. Başkent Mbabane'nin de yer aldığı Ezulvini vadisinde ortalama yükseklik 1.300 m düzeyindedir. Ülkenin en büyük şehri olan Manzini'nin de yer aldığı orta kesimlerde ortalama yükseklik 700 m seviyesindedir. Buradaki veldler toprak açısından verimli tepeliklere sahiptir. Ülkenin doğu kesimlerine doğru yer alan alçak veldlerde yükseklik seviyeleri düşüş göstermekte olup, bu bölümlerin en düşük noktası Lusutfu nehri olup, burası deniz seviyesinden sadece 21 m yüksektedir. Çalılık alanların yoğun olarak görüldüğü doğu bölgelerdeki alçak veldler genel olarak şeker kamışı ekimi için kullanılmaktadır. Svaziland'ın doğu sınırı boyunca Lebombo dağının güney ucu yer almakta olup, bu bölümde 776 m'ye varan yükselti görülebilmektedir. İklim. Ülke genelinde var olan arazi çeşitliliğine uygun olarak iklim görülmekte olup, genel olarak subtropikal iklim hakimdir. Ülkenin yüksek kesimlerindeki yaylalarda yıllık yağış ortalaması 1.000 ml ve üzerinde seyretmektedir. En çok yağmurun yaz dönemi olan Ekim-Mart arası yağdığı Svaziland'da, yağışlar genel olarak kısa süreli sağanak hâlinde yağmakta olup, uzun süreli yağışlar nadiren görülmektedir. Ülke genelinde hava sıcaklıkları ılık ya da sıcak olarak ölçülmekte olup, nem oranları yüksek düzeylerde seyretmektedir. Başkent Mbabene'de ortalama sıcaklık değeri yazın 26 °C, kışın ise 13 °C seviyelerindedir. Ülkenin alçak kesimlerinde yağışlar çok daha düşük seviyelerde gerçekleşmekte olup, sıcaklıklar ülke genelinin üzerinde yaşanmaktadır. Lebombo dağının yer aldığı doğu bölgelerinde kurak ve subtropikal iklim yaşanmakta olup, sıcaklık değerleri biraz daha serin bir ortam oluşturmaktadır. Ekonomi. Svaziland, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri konumundadır. Ülkenin çok büyük bir bölümü günlük bir Euro'nun altında kazanç ile yaşamaktadır. 2005 verilerine göre ülke nüfusunun neredeyse beşte birine denk gelen 200.000 kişi uluslararası organizasyonların gerçekleştirdiği gıda yardımına muhtaç bir konumdadır. Ülke nüfusunun %60'ı şahsi tüketim ve kullanım için tarımsal ürünler ekmektedir. Bu ekilen ürünler çoğunluğunu şeker kamışı, mısır, darı, pirinç, narenciye, pamuk ve fıstık oluşturmaktadır. Nüfus arasında hayvancılıkta yapılmakta olup inek, koyun ve keçi gibi hayvanlar yetiştirilmektedir. Svaziland, Güney Afrika Cumhuriyeti, Lesotho, Botsvana ve Namibya ile ortak para birimi bölgesini oluşturmaktadır. Rand Monetary Area olarak adlandırılan bölgede Güney Afrika Cumhuriyeti'nin para birimi Rand yerel para birimlerinin yanı sıra ortak para birimi olarak kullanılmaktadır. 1980 yılından bu yana Svaziland'da kullanılan Lilangeni 1:1 değişim oranı ile Rand ile değiştirilebilmektedir. 2011 verilerine göre %7,2 enflasyon oranına sahip ülke, ortak para birimi bölgesini oluşturduğu ülkeler ile birlikte Southern African Customs Union (SACU) yani Güney Afrika Gümrük Birliği'ni oluşturmaktadırlar. Altyapı. Ülke genelinde iyi konumda bulunan karayolları mevcut olup, yüksek yerlerde bu yollar yavaş ve dikkatli geçiş gerektirmektedir. Ülkede "Swazi Rail" olarak var olan demiryolu işletmeciliği ise sadece ürün sevkiyatında kullanılmaktadır. Svaziland'ın tek uluslararası havaalanı olan "Matsapha Uluslararası Havaalanı" Manzini yakınlarında yer almaktadır. Nüfus. Ülke nüfusunun %90'ı kendisini Bantu etnik grubunun güney grubu üyesi olan Svazi etnik grubuna üye olarak ifade etmektedir. Nguni topluluğun bir alt kolu olan Svaziler dışında ülkede çok az da olsa Sotho, Zulu, Tsonga etnik grubuna dahil üyeler ile beyazlar ve melezler yaşamaktadır. Svaziland genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %52,34'ü 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin %3,83'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %33.63 (erkek 185,640/kadın 185,808) 15-24 yaş: %18.71 (erkek 98,029/kadın 108,654) 25-54 yaş: %39.46 (erkek 202,536/kadın 233,275) 55-64 yaş: %4.36 (erkek 20,529/kadın 27,672) 65 yaş ve üzeri: %3.83 (erkek 15,833/kadın 26,503) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %24,6 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %0,75 düzeyindedir. Dil. Ülkede nüfusun çok büyük bir oranı ana dil olarak Nguni dilini bir kolu olan Swati dilini konuşmaktadır. Bu dilin haricinde az da olsa Tsongaca ve Zuluca dillerini anadili olarak kullanan topluluklar mevcuttur. İngilizce ülkenin eğitim dili olmasının yanı sıra ikinci resmi dil işlevini de görmektedir. Din. Ülke genelinde hakim olan din Hristiyan dini olup, nüfusun %40'ı Protestan ile hristiyanlık ile Afrika yerel dinlerin karışımı ile meydana gelen Afrika Siyonizm inançlarına göre yaşamlarını sürdürmektedir. Hristiyanlığın bir diğer mezhebi olan Katolik mezhebine göre yaşam sürdüren nüfusun oranı %20 düzeyindedir. İslami değerlere göre yaşayanların oranı %10 seviyesinde olup, bu toplulukların çoğunluğunu güney Asya'dan gelen göçmenler oluşturmaktadır. Nüfusun geri kalan %30'u ise Hinduizm, Bahailik, Yahudilik ve Afrika yerel dinlerine inanmaktadır. Sağlık. AIDS, Afrika kıtasının özellikle güneyinde yer alan ülkelerin birçoğunda olduğu gibi Eswatini'de de yüksek oranda görülmektedir. 2009 verilerine göre ülkedeki yetişkin nüfusun %25,9'u HIV virüsünü taşımaktadır. Bu oran nüfusa göre dünya üzerinde görülen en yüksek oran olup, toplamda 180.000 kişi AIDS hastasıdır. AIDS'in yaygın olması nedeniyle ülke nüfusunun yıllık artışında görülen yavaşlama, 2008-2009 arasında %0,46'ya varan küçülme getirmiştir. Svaziland'da ortalama yaş ömrü 32 olup, bu oran erkeklerde 31,7 kadınlarda ise 32,3 yaş seviyesindedir. Bu yaş ortalamaları ile Svaziland en düşük beklenen yaşam süresi verilerine sahiptir. Eğitim. Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2011 tahmini verilerine göre %87,8 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %88,4 iken, kadınlarda %87,3 seviyesindedir. İlkokula gitmenin zorunlu olmadığı ancak ücrete tabi olduğu Svaziland'da, ilkokul çağına gelmiş çocukların büyük bir kısmı öğrenimini 7.sınıfa kadar almaktadır. İlkokul sonrası eğitim hayatına devam eden öğrencilerin sayısı çok daha düşük seviyelerdedir. Ülkede 1973 yılında bu yana faaliyet gösteren Svaziland Üniversitesi "(University of Eswatini)" merkezini Kwaluseni şehrinde bulundururken, Luyengo und Mbabane'de de fakülteleri yer almaktadır. Ülke genelinde yaşları 5-14 arasında olan çocuk işçilerin oranı %9 seviyesinde bulunmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4417", "len_data": 15794, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.53 }
Tanzanya (İngilizce/Svahili: "Tanzania"), resmî adıyla Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti, Doğu Afrika'da bir ülkedir. Afrika Büyük Gölleri bölgesinde yer alır. Ülke kuzeydoğuda Kenya; kuzeyde Uganda; batıda Ruanda, Burundi ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti; güneybatıda Zambiya; güneyde ise Malavi ve Mozambik ile komşudur. Doğuda Hint Okyanusu'na kıyısı bulunur. Afrika'nın en yüksek dağı olan Kilimanjaro Dağı ülkenin kuzeydoğusundadır. Afrika'nın Büyük Gölleri'nin üçüne kıyısı vardır. Kuzey ve batıda Afrika'nın en büyük gölü olan Victoria Gölü ile kıtanın en derin gölü olan Tanganika Gölü, güneyde ise Malavi Gölü bulunur. Ülkenin doğu kıyıları sıcak ve nemlidir. Zanzibar adaları kıyının biraz açığında bulunur. Birçok önemli insangil (hominid) fosili Tanzanya'da bulunmuştur, Pliyosen Çağ'a ait 6 milyon yıllık fosiller buna örnek verilebilir. Australopithecus cinsi 4 ila 2 milyon yıl önce bütün Afrika'ya yayıldı. Homo cinsine ait en eski fosiller Tanzanya'daki Olduvai Gölü yakınlarında bulundu. 1,8 milyon yıl önce "Homo erectus"'un yükselişiyle insanlık bütün Eski Dünya'ya yayıldı, ardından ortaya çıkan "Homo sapiens"'ler (insan) Yeni Dünya ve Avustralya'ya da ulaştılar. "H. sapiens" Afrika'da mevcut tür ve alt türleri içine katarak çoğaldı. Taş ve Tunç çağlarında Etiyopya'dan Güney Kuşî, 2-4 bin yıl önce Turkana Gölü'nün kuzeyinden Doğu Kuşî ve 2900-2400 yıl önce Güney Sudan-Etiyopya sınır bölgesinde ortaya çıkmış Datooga halkı ile diğer Güney Nil halkları Tanzanya'ya göçtüler. Bu göçler Batı Afrika'dan gelen Bantu halkının Victoria ve Tanganyika gölleri çevresine yerleşmesi ile eş zamanlı gerçekleşti. Bantu halkları 2300-1700 yıl önce bütün Tanzanya'ya yayıldı. Tanzanya'da Alman hakimiyeti 19. yüzyıl sonlarında Alman Doğu Afrikası'nın kurulmasıyla başladı. I. Dünya Savaşı'nın ardından bölge Britanya'ya geçti. Tanzanya anakarası Tanganyika adıyla yönetilirken Zanzibar takımadaları ayrı bir sömürge yönetimine sahipti. 1961 ve 1963'te iki bölge art arda bağımsızlığını kazandı. 1964'te ise iki ülke Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti adı altında birleşti. Tanzanya ismi ülkelerin ilk hecelerinin birleştirilmesiyle oluşturuldu. 1961'de İngiliz Milletler Topluluğu'na katılan ülkeler birleşimin ardından tek bir ülke olarak üyeliklerini sürdürdüler. Birleşmiş Milletler verilerine göre 2018 yılında Tanzanya'nın nüfusu 56 milyondu. Tanzanya, Güney Afrika'nın ardından tamamı ekvatorun güneyinde yer alan en kalabalık ülkedir. Tanzanya toplumu yaklaşık 120 etnik, dilsel ve dini gruptan oluşur. Hristiyanlık Tanzanya'daki en büyük dindir, Müslüman ve animist azınlıklar da bulunmaktadır. Ülkede 100'den fazla dil konuşulmakta, bu da Tanzanya'yı Doğu Afrika'daki dilsel açıdan en çeşitli ülke yapmaktadır. Ülkenin "de jure" resmî dili yoktur; ancak Svahili ulusal dil kabul edilir. Başkanlık sistemiyle yönetilen bir üniter cumhuriyet olan ülkenin başkenti 1996'dan beri Dodoma'dır. Başkent, başkanlık konutu ve Ulusal Meclis başta olmak üzere resmî yapıları barındırır. Bağımsızlık tarihinden 1996 yılına kadar başkentlik yapmış Darüsselam ülkenin en büyük şehri, ana limanı ve ticaret merkezidir. Halen Darüsselam, birçok yönetim binasına ve resmî kuruluşa ev sahipliği yapmaktadır. Tanzanya bir "de facto" tek parti devletidir ve demokratik sosyalist Chama Cha Mapinduzi ("Devrim Partisi") partisi tarafından yönetilmektedir. Tarihçe. Tarih öncesi. Tanzanya topraklarında yapılan kazılar sonucunda, bilinen en eski insan yerleşmeleri açığa çıkarıldı. Özellikle "İnsanlığın Beşiği" olarak bilinen Olduvai Geçidi'nde yapılan araştırmalarda ilk insan fosillerine erişildi. Buluntular arasında iki milyon yıldan fazla geçmişe sahip olan "Zinyantropus" fosilleri ve 3,6 milyon yıl ile bilinen en eski insan ayak izleri olan Laetoli ayak izleri yer almaktadır. 10.000 yıl öncesinde Tanzanya'da en geniş avcı-toplayıcı insan topluluklarının bulunduğu bilinmektedir. Bunların genel olarak Khoisanlar olduğuna ve konuştukları dilin de yine Khoisan dili olduğu düşünülmektedir. MÖ 1000 ile 4000 yılları arasında kuzeyden gelen ve Kuşitik diller konuşan halklarla karışan bu kavimler, zamanla Kuşitik halkların asimile olmasıyla son hâlini aldı. Ancak Kuşitik halkların en önemli katkısı, bu yerli halklara çeşitli basit tarım, besin üretimi ve sonraları çiftlik tarımı yöntemlerini öğretmesidir. Milat döneminde, Bantu dili konuşan halklar, Batı Afrika'dan bugünkü Tanzanya ve çevresine göç etmeye başladı. Bu halklar metal madenleri işleyebildikleri gibi yeni birtakım toplumsal ve siyasi sistemlere de sahipti. Bantular, son kalan Kuşitik ve Khoisan halkarı da özümsedi ve yöre halklarına son ırksal şeklini vermeye başladı. Daha sonraları ise az ama düzenli olarak Nilotik halklar yöreye göç etmeye başladı. Bu göçler 18. yüzyıla kadar sürdü. Ortaçağ. Zaman ilerledikçe Basra Körfezi ve Batı Hindistan'dan gelen gezginler ve tüccarlar Tanzanya da dahil olmak üzere Doğu Afrika kıyılarını ziyaret etmeye başladı. Özellikle ilk milenyumun sonlarına doğru Kenya ve Tanzanya kıyıları uğrak bir nokta olmaya başladı. Ancak geleneksel yorumlara zıt olarak uzmanlar, buradaki kentlerin kurulmasında Arapların veya Perslerin önemli bir rolü olmadığını düşünmektedir. Özellikle kalıntılara bakıldığında, kentlerin kuruluşunda yerli izlerin olması bu görüşleri desteklemektedir. Yine bulgular arasında, Arap etkisinden çok önce kurulan ilk yerleşimlerdeki halkların, günümüzde Tanzanya'nın resmî dili olan Svahili dili konuştuğu tespit edilmiş durumdadır. İkinci milenyumun başlarında Svahili yerleşimleri, Afrika medeniyetlerini ve çevredeki kıyı kentlerini birbirine bağlayarak ticaretin gelişmesinde önemli rol üstlendi. 1200 ile 1500 yılları arasında, Tanzanya'nın güney bölgesinde yer alan Kilwa kenti, bu Svahili kentlerinden en havalı ve ileri olanlarından biriydi. Bu dönem özellikle Svahili medeniyetinin altın çağı olarak nitelendirilmektedir. 1300'lerin başında Kuzey Afrikalı gezgin İbn Battuta, Kilwa'yı ziyaret ettikten sonra burayı dünyadaki en iyi kentlerden biri olarak nitelendirmesiyle bilinmektedir. Bugün çevrede yaygın olan İslam dini ise, Svahili kıyılarında 8. ve 9. yüzyıllarda yayılmaya başladı. 1498 yılında Vasco da Gama, Doğu Afrika kıyılarına erişen ilk Avrupalı oldu. 1525 yılına gelindiğinde bölgede Portekiz, yaygın bir sömürge kurdu. Burada süren Portekiz egemenliği, Ummanlı Arapların buraya ayak bastığı 18. yüzyıla kadar sürdü. Ummanlı Arapların da yardımıyla Portekizliler, Ruvuma Nehri'nin kuzeyinden atıldılar. Kıyıdaki adımlarını sağlamlaştıran Umman Sultanı Seyyid Said, Tanganika Gölü'ne kadar sınırlarını genişletti. Öyle ki 1840 yılında, başkentini Zengibar'a taşıdı. Bu ada üzerine odaklanan sultan, Orta Afrika'dan Umman'a kadarki sınırlarda bir süre egemen oldu. Bu süreçte Zengibar, Arap köle ticaretinin merkezi oldu. Bu dönemdeki Arap ve Pers egemenliği nedeniyle, Avrupalılar Tanzanya'yı köle ticaret merkezi olarak kullanamadığı gibi, bölgenin doğası ve kültürü hakkında çok sınırlı bilgiler edinebildiler. Sömürge dönemi. Arap egemenliği bittikten sonra, Tanzanya bir Alman sömürgesi oldu. 1880'lerden 1919 yılına kadar Almanya'nın boyunduruğu altında kalan Tanzanya, Milletler Cemiyeti'nin kurulmasıyla beraber İngiliz boyunduruğuna geçti. Ancak kuzeybatı bölgesindeki, bugün Ruanda ve Burundi olarak bilinen bazı küçük ülke toprakları Belçika'ya verildi. Çağdaş dönem. İngiliz sömürge dönemi 1961 yılına kadar sürdü. 1961 yılında ise, Kenya'da olduğundan farklı olarak bölge daha barışçıl bir şekilde bağımsızlığını elde etti. 1954 yılında Julius Nyerere, Tanganika Afrika Ulusal Birliği'ni (TANU) kurdu. TANU'nun asıl amacı, Tanganika'nın bağımsızlığı için savaşmaktı. Yeni üye alımlarından sonra TANU, bölgedeki en güçlü kurumlardan biri oldu. 1961 yılında elde edilen bağımsızlığın ardından, Nyerere'nin ilk devlet başkanlığı görevi başladı. Ancak Nyerere'nin ilk başkanlık süreci Afrika sosyalizmi dönemine geçişle ve Arusha Bildirgesi ile sona erdi. Komşu Zengibar da 1963 yılında, üzerindeki Arap boyunduruğunu atarak Zengibar Devrimi'ne imza attı. 26 Nisan 1964 yılında ise Zengibar ile Tanganika birleştirilerek, bugünkü Tanzanya adını aldı. Nyerere'nin Tanzanya'da ikinci defa başa gelmesiyle beraber tek partili bir diktatörlük kuruldu. Bu yeni sosyalist rejim, Doğu Bloğu güçleri olan Çin, Doğu Almanya ve SSCB tarafından desteklendi. Ancak bu süreç içinde rüşvet ve siyasi bozukluklar hızla artmaya başladı. Sosyalist rejim süresince kimi köyler yakılarak, sakinleri zorla toplu tarlalarda çalışmaya yollandı. Bu durum tarımsal yeterliliği ve üretimi bozguna uğrattı. Öyle ki, başta geçimlik çiftçilerle dolu olan ülke, bu yanlış siyaset yüzünden kıtlığa sürüklendi. 1970'lerin sonunda bu durum daha da kötüye gitti. Bu süreçten sonra Tanzanya, komünist Çin'den yardım almaya başladı. Bu dönemin ardından Tanzanya, dünyanın en az gelişmiş ve dış yardıma en çok gereksinim duyan ülkelerden biri haline geldi. 1980'lerin ortasından itibaren, ülke Uluslararası Para Fonu'ndan yardım alarak bazı yeniliklere imza atmaya başladı. Yine ülkedeki gayri safi yurt içi hasıla artmaya ve yoksulluk oranı düşmeye başladı. 1992'de Tanzanya Anayasası birden fazla siyasi partiye izin verecek şekilde değiştirildi. Tanzanya'nın 1995'te yapılan ilk çok partili seçimlerinde iktidar Chama Cha Mapinduzi ülkedeki 232 sandalyenin 186'sını kazandı. Ulusal Meclis ve Benjamin Mkapa başkan seçildi. Tanzanya'nın bağımsızlıktan bu yana cumhurbaşkanları Julius Nyerere 1962-1985, Ali Hassan Mwinyi 1985-1995, Benjamin Mkapa 1995-2005 Jakaya Kikwete 2005-2015 John Magufuli 2015-2021 ve 2021'den beri Samia Hassan Suluhu oldu. Başkan Nyerere'nin uzun görev süresinden sonra, Anayasa'nın bir dönem sınırı vardır, bir başkan en fazla iki dönem görev yapabilir. Her dönem beş yıldır. Her başkan iktidar partisi Chama cha Mapinduzi'yi (CCM) temsil etti. Başkan Magufuli ezici bir zafer kazandı ve Ekim 2020'de yeniden seçildi. Muhalefete göre, seçim dolandırıcılık ve usulsüzlüklerle doluydu. 17 Mart 2021'de Başkan John Magufuli görevdeyken ofisinde kalp komplikasyonlarından öldü. Magufuli'nin başkan yardımcısı Samia Suluhu Hassan, Tanzanya'nın ilk kadın başkanı oldu. Coğrafya. Yüzölçümü 945.087 km2 kadar olan Tanzanya, dünyanın en geniş topraklara sahip otuz birinci ülkesidir. Sıralamada Mısır'dan sonra gelen ülkenin yüzölçümü yaklaşık olarak Nijerya kadardır. Ülkenin kuzeydoğusu genellikle dağlık olup Afrika'nın en yüksek noktası olan Kilimanjaro Dağı'nı içinde barındırır. Kuzeyde ve batıda genellikle Büyük Göller'in birer parçası olan göller zinciri yer alır. Bunlar arasında Afrika'daki en büyük göl olan Victoria Gölü ve yine kıtadaki en derin göl olan Tanganika Gölü yer almaktadır. Özellikle Tanganika Gölü, barındırdığı çeşitli benzersiz balık türleriyle ünlenmiştir. Ülkenin orta kuşağı, tarıma uygun alanlar ve platolardan ibarettir. Doğu kısımlar ise okyanus kıyısında bulunduğundan genelde sıcak ve nemlidir. Doğudaki bu Hint Okyanusu kıyılarının biraz açıklarında Zengibar adası yer alır. Tanzanya birçok büyük ve ekolojik değere sahip doğa parklarına ev sahipliği yapar. Bunların arasında kuzeydeki Ngorongoro Krateri ve Serengeti Ulusal Parkı ile güneydeki Selous ve Mikumi Ulusal Parkı gibi merkezler ünlüdür. Bunun yanında batıdaki Gombe Ulusal Parkı da Dr. Jane Goodall'ın şempanze davranışlarını gözlemlediği merkez oluşuyla da bilinmektedir. Ülkede bunların dışında da önemli turistik merkezler yer alır. Ülkenin güneybatısındaki Rukwa'da yer alan Kalambo çağlayanları, devlet tarafından tanıtılmaktadır. Tanganika Gölü'nün güneyinde yer alan bu çağlayanlar, Afrika'daki en uzun ikinci çağlayanlardır. İklim. Tanzanya'da tropik iklim görülür. Yüksek rakımlı bölgelerde sıcaklıklar yıl boyunca 10 ve 20 ˚C arasında değişir. Ülkenin geri kalan kısımlarında sıcaklık nadiren 20 ˚C altına düşer. Ülkede hüküm süren en sıcak aylar Kasım ve Şubat (25 - 31 ˚C) arasında olup, en soğuk aylar da Mayıs ve Ağustos (15 - 20 ˚C) arasındaki dönemdir. Tanzanya üzerinde iki farklı yağış rejimi bulunmaktadır. Bunlardan ilki tektepeli olan Aralık-Nisan dönemindeki yağış, diğeri ise iki tepeli olan Ekim-Aralık ve Mart-Mayıs dönemindeki yağışlardır. Bunlardan ilki sadece ülkenin güney, güneybatı, merkez ve batı kısımlarında gözlemlenirken, ikincisi de sadece kuzey bölgelerde gözlemlenir. İki tepeli yağış rejiminde yer alan Mart-Mayıs dönemi "uzun yağmurlar" veya "Masika" adıyla anılırken, Ekim-Aralık dönemi de "kısa yağmurlar" veya "Vuli" olarak adlandırılır. Siyaset. Tanzanya'nın başkanı ve milletvekilleri her beş yılda bir düzenlenen genel seçimlerin sonuçlarına göre belirlenir. Devlet başkanı, göreve geldiğinde kendi seçimine göre meclisteki yönetimi idare etmek üzere bir başbakan atar. Yine devlet başkanı, bakanlar kurulu üyelerini meclisteki üyelerden seçer. Anayasa, mecliste daha önce hiç seçilmemiş on üyenin bakan olarak seçilmesine yetki verir. Ülkede son yapılan genel seçimler Aralık 2005'te yapıldı. Bu ve 1962'den sonraki tüm seçimlerin sonucuna göre, Chama Cha Mapinduzi adlı parti ülkede baskın durumdadır. Öyle ki, rakip partilerin güç kazanmasına oldukça zor gözüyle bakılmaktadır. Yine de ülkede herhangi bir siyasi çekişme yaşanmamaktadır. Tek meclisi olan parlamento, 2000 yılında belirlendi ve günümüzde 295 üye barındırmaktadır. Bu üyeler arasında savcı ve beş Zengibar milletvekili yer almaktadır. Meclisteki üyelerin beşte biri kadın olup; 181 üye anakaradan, 50 üye Zengibar'dandır. Ülke meclisindeki milletvekillerinin yüzde 93'ü Chama Cha Mapinduzi partisindendir. Zengibar'ın temsilci meclisinin birlik hakkında olmayan konular dışındaki tüm alanlarda yetkisi bulunmaktadır. Zengibar'daki bu mecliste günümüzde yetmiş sekiz üye yer almaktadır. Bunlardan ellisi halk tarafından, onu Zengibar başkanı tarafından seçilmiş durumda olup; geriye kalan beşi resmî üye ve biri de cumhurbaşkanı tarafından seçilen bir avukattan oluşmaktadır. Mayıs 2009'da bu yönetimdeki kadın sayısını arttırma girişimleri sonucunda on olan kadın üye sayısı on beşe yükseltildi. Bu nedenle bu meclisteki üye sayısının yakın gelecekte seksen bir olması düşünülmektedir. Görünürde Zengibar'ın temsilci meclisi, birliğe ilişkin bir konu olmadıkça, ülkenin genel meclisinin izni olmaksızın yasalar koyabilir. Yine Zengibar'da yer alan bu meclisteki başkan ve milletvekillerinin görev süreleri beş yıl kadardır. Yarı özerk Zengibar ile ortağı Tanzanya arasındaki birlik, dünyada eşine az rastlanan yönetim sistemlerinden biridir. Tanzanya'da beş aşamalı bir yargı sistemi yer alır. Bu sistemin içinde kabile, İslam ve Birleşik Krallık yasaları ortak olarak yer almaktadır. Su temini ve temizlik işleri. Tanzanya'daki su temini ve temizlik işleri, 2000'lerde (özellikle kentsel alanlarda) iyileştirilmiş su kaynaklarına erişimin azalması, bir tür sanitasyona sürekli erişim (1990'lardan bu yana yaklaşık %93), aralıklı su temini ve genel olarak düşük hizmet kalitesi ile nitelenmiştir. Birçok kamu hizmeti, düşük tarifeler ve az verimlilik nedeniyle işletme ve bakım maliyetlerini gelirler yoluyla zar zor karşılayabilmektedir. En iyi performans gösteren kamu hizmetleri Arusha, Moshi ve Tanga olmak üzere önemli bölgesel farklılıklar vardır. Tanzanya hükûmeti 2002'den beri büyük bir sektör reform sürecine girmiştir. Bütünleşik Su Kaynakları Yönetimi ve kentsel ve kırsal su temininin geliştirilmesini teşvik eden iddialı Ulusal Su Sektörü Geliştirme Stratejisi 2006 yılında kabul edilmiştir. Merkeziyetçilikten uzaklaşma, su ve temizlik hizmeti sağlama sorumluluğunun yerel hükûmet yetkililerine kaydırıldığı ve 20 kentsel kamu hizmeti ve yaklaşık 100 ilçe kamu hizmeti ile kırsal alanlardaki Topluluk Sahipliğindeki Su Temini Örgütleri tarafından yürütüldüğü anlamına gelmektedir. Bu reformlar, su sektörünün Ulusal Büyüme ve Yoksulluğun Azaltılması Stratejisi'nin öncelikli sektörleri arasına dahil edildiği 2006'dan itibaren bütçede yapılan önemli bir artışla desteklenmiştir. Tanzanya su sektörü hâlâ büyük ölçüde dış bağışçılara bağımlıdır ve mevcut fonların %88'i dış bağışçı örgütler tarafından sağlanmaktadır. Sonuçlar karışıktır. Örneğin, Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit'in bir raporunda, "Dünya Bankası ve Avrupa Birliği tarafından getirilen büyük yatırımlara rağmen, (Darüsselam'a hizmet veren kamu hizmeti kuruluşu) Tanzanya'daki en kötü performans gösteren su kuruluşlarından biri olmaya devam etti." Ekonomi. Tarım. Tanzanya'da ekonomi, baskın olarak tarıma dayalıdır. Öyle ki ülkedeki gayri safi yurt içi hasılanın yarısından fazlası, taşımacılığın yüzde seksen beşi, işgücünün yüzde sekseni tarım temeli üzerine kuruludur. Ancak topoğrafya ve iklim koşulları yüzünden, ülke topraklarının sadece yüzde dördü tarıma elverişlidir. Sanayi, enerji ve inşaat. Bunların dışında ülkedeki doğal kaynakların arasında altın ve yeni çıkarılmaya başlanan doğalgaz da yer alır. Çıkartılan doğal gazın önemli bir kısmı başkent Darüsselam'a taşınır ve bir miktarı da buradan denizaşırı olarak ihraç edilir. Ülkede genel olarak gelişmişliğin düşük oluşu, tüm bu madencilik çalışmalarına engel olmaktadır. Her ne kadar bu alanda önemli oranda çalışmalar ve maddi destekler yapılsa da, önemli bir gelişme kaydedilememektedir. Sanayi, dar alanlarda etkili olup genellikle tarımsal ürünlerin ve temel hafif eşyaların işlenip üretilmesine yetecek kadardır. Ülkede altın, elmas, kömür, demir, uranyum, nikel, krom, kalay, platin, koltan ve niyobyum gibi değerli yer altı kaynakları yer almaktadır. Her ne kadar madencilikte gelişmemiş olsa da Tanzanya, Güney Afrika ve Gana'nın ardından Afrika'nın altın madenciliğinde en gelişmiş üçüncü ülkesidir. Ülke ayrıca Tanzanit adlı değerli taşlarıyla da ünlüdür. Bunların dışında ülke sınırları içinde Serengeti ve Ngorongoro gibi dünya çapında ün yapmış birçok ulusal park yer almaktadır. Öyle ki sadece bu parklar, ülke için önemli bir turizm geliri sağlamaktadır. 1991 yılından 1999 yılına kadarki büyümede altın ve çeşitli sanayi dalları da öne çıktığı görülmektedir. Ayrıca Hint Okyanusu açıklarındaki Songo Songo adasından doğal gaz çıkarımı da 2004 yılında başladı. Başkentteki birçok merkezde kullanılan doğal gazın çıktığı bir başka yer de Mnazi Körfezi'dir. Turizm. Seyahat ve turizm, 2016 yılında Tanzanya'nın gayri safi yurt içi hasılasının %17,5'ine katkıda bulundu ve 2013 yılında ülkenin iş gücünün %11,0'ına (1.189.300 iş) istihdam sağladı. Genel gelirler 2004'te 1,74 milyar ABD dolarından 2013'te 4,48 milyar ABD dolarına yükseldi ve uluslararası turistlerden elde edilen gelirler 2010'da 1,255 milyar ABD dolarından 2016'da 2 milyar ABD dolarına yükseldi. 2016 yılında Tanzanya sınırlarına 1.284.279 turist gelirken, 2005'te bu sayı 590.000'di. Turistlerin büyük çoğunluğu Zanzibar'ı veya Serengeti Millî Parkı'nın "kuzey çevresini", Ngorongoro Koruma Alanı'nı, Tarangire Milli Parkı'nı, Manyara Gölü Milli Parkı'nı ve Kilimanjaro Dağı'nı ziyaret eder.  2013 yılında en çok ziyaret edilen milli park Serengeti (452.485 turist) idi, bunu Manyara (187.773) ve Tarangire (165.949) izledi. Bankacılık. Yine de son zamanlarda gerçekleştirilen bankacılık yatırımları ve yenilikleri sayesinde özel sektörün geliştirilmesi ve bu sayede büyümenin ve yatırımların arttırılması amaçlanmaktadır. Bunun için ayrıca gereksiz harcamalarda da kısma yoluna gidilmektedir. Bunların dışında, 21. yüzyıl başlarından itibaren uzun süredir devam eden kuraklık sorunu da, ülkedeki enerji üretim hacmini azalttı. Tanzanya'nın enerji üretimindeki paylara bakıldığında en önemli orana hacmin yüzde altmışı ile hidroelektrik enerjisi sahiptir. Ulaşım. Tanzanya içinde üç büyük havayolu şirketi yer almaktadır. Bunlar; uluslararası ulaşımda Air Tanzania, ülke içi ulaşımda Precision Air ve yöresel uçuşlar sağlayan bir başka şirkettir. Bunların dışında da ülkede havayolu şirketleri yer alır. Tanzanya'da ayrıca iki adet de demiryolu şirketi yer almaktadır. Bunlar ise TAZARA ve Tanzania Railways Corporation'dır. Denizyolu ulaşımının fazla ileri olmadığı ülkede buna karşılık Darüsselam ve Zanzibar adası arasında gerçekleşen kızaklı bot seferleri yer almaktadır. Tüm bunların dışında Tanzanya, Doğu Afrika Topluluğu'nun üyesi olup, gerçekleşmesi planlanan bir Doğu Afrika Federasyonu'nun potansiyel bir üyesidir. Sağlık. 2006 yılı verilerine göre, ülkedeki beş yaş altı ölüm oranı bin kişide 118, canlı doğumlardaki yaşam süresi ortalama elli yıldır. 15 ile 60 yaş arasında gerçekleşen ölüm oranı da erkeklerde binde 518, kadınlarda binde 493 kadardır. Ülkede, yeni doğum sürecini atlatmış bebeklerde görülen en birincil ölüm nedeni sıtmadır. Yetişkinler için de en ölümcül hastalık HIV/AIDS'tir. Öyle ki, 2006 yılı verilerine göre, ülkede HIV teşhisi konulan ve tedavi gören insanların tüm nüfusa oranı yüzde on dörttür. Yine ülkedeki insanların yüzde elli beşi temiz suya, yüzde otuz üçü sağlık hizmetlerine erişebilmektedir. Bölgeler ve yerleşimler. Tanzanya, "mkoa" adı verilen yirmi altı bölgeye ayrılmış durumdadır. Bunlardan yirmi biri anakarada, beşi de Zengibar'dadır. Zengibar'da olan bölgelerin üçü Unguja'da, ikisi Pemba Adası'ndadır. Ülkede "wilaya" adı verilen doksan sekiz il bulunur. Bu illerin her birinde en az bir il meclisi bulunur. Bu illerin amacı bölgesel otoriteyi güçlendirmektir. İllerde günümüzde toplam 114 il meclisi yer almaktadır. Bu il meclisleri arasında yirmi iki adet kentsel meclis de yer alır. Ülkedeki bölgeler aşağıdaki gibidir: Arusha Darüsselam Dodoma Iringa Kagera Kigoma Kilimanjaro Lindi Manyara Mara Mbeya Morogoro Mtwara Mwanza Kuzey Pemba Güney Pemba Pwani Rukwa Ruvuma Shinyanga Singida Tabora Tanga Merkez/Güney Zengibar Kuzey Zengibar Kentsel/Batı Zengibar Doğal yaşam. Tanzanya, vahşi yaşam alanlarının bolluğuyla bilinen bir ülkedir. Ülkede, içinde ak sakallı Afrika antilobunun ("Connochaetes taurinus mearnsi") da bulunduğu Serengeti adlı ovanın büyük bir kısmı yer almaktadır. Yine ülkede her yıl belli dönemlerde devasa boynuzlu hayvan göçleri görülmektedir. Öyle ki kurak mevsimlerde 250.000'e kadar antilop, yaşamlarını sürdürebilmek için beraber ormanlık bölgelere göçmektedir. Tanzanya'ya özgü 130 amfibyum ve 275'in üzerinde sürüngen türü bulunmaktadır. Bu türlerin büyük kısmı IUCN Kırmızı Listesi'nde yer almaktadır. Tanzanya hükûmeti, türlerin korunumunu adreslemek için "Biyolojik Çeşitlilik Hareket Planı" adında bir çalışma başlattı. "Gri yüzlü sengi" adı verilen bir fil faresi türü, 2005 yılında keşfedildi. Bu canlının sadece Udzungwa Dağları'ndaki iki ormanlık alanda gözlemlenebildiği belirtildi. Ülkede bu ve bunun gibi birçok daha keşfedilmeyi bekleyen türlerin olduğu düşünülmektedir. Demografi. 2012 sayımına göre Tanzanya'nın toplam nüfusu 44.928.923'tür. 15 yaş altı nüfusun oranı ise yüzde 44,1 oldu. Tanzanya'daki nüfus dağılımı çok dağınıktır. Çoğu insan kuzey sınırında veya kıyıda yaşarken, ülkenin geri kalanının büyük kısmı seyrek nüfusludur. Yoğunluk Katavi Bölgesi'nde 'den Darüsselam Bölgesi'nde 'ye kadar değişmektedir. Nüfusun yaklaşık %70'i kırsaldır, ancak bu oran en azından 1967'den beri azalmaktadır. Darüsselam (nüfus 4.364.541) en büyük şehir ve ticari başkenttir. Ülkenin başkenti ve Tanzanya'nın ekonomik merkezi olan Dodoma (nüfus 410.956), Tanzanya'nın merkezindedir ve Ulusal Meclis'e ev sahipliği yapar. 1964'te Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti'nin kuruluşunda, çocuk ölüm oranı 1.000 canlı doğumda 335 ölümdü. Bağımsızlıktan bu yana, çocuk ölüm oranı 1.000 doğumda 62'ye düştü. Nüfus. 2006 yılı itibarıyla ülkede yılda yüzde iki hızla büyüyen 38.329.000'lik bir nüfus barınmaktadır. Tanzanya'daki nüfus dağılımı çok belirsizdir. Öyle ki, kuru bölgelerde kilometre kare başına 1, sulak alanlarda kilometre kare başına 51, Zengibar'da kilometre kare başına 134 insan düşmektedir. Halkın yüzde sekseninden fazlası köylerde yaşar. Darüsselam, ülkenin en büyük kenti olup ticari olarak oldukça ileri seviyede bir kenttir. Ülkenin merkez bölgesinde yer alan Dodoma kenti, yeni başkent olup meclise ev sahipliği yapmaktadır. Ülkedeki etnik grupların sayısı 120'den fazladır. Bu etnik gruplar arasında Sukuma, Nyamwezi, Hehe, Bena, Gogo, Haya, Makonde, Chagga ve Nyakyusa'nın bir milyondan fazla üyesi bulunur. Diğer başlıca etnik gruplar arasında Pare, Sambaa veya Shambala ve Ngoni yer alır. Tanzanya halkının çoğunluğu ise Bantu kökenli Sukuma ve Nyamwezi gruplarındandır. Nil yöresine ait olan halklar arasında göçmen Maasai ve Luo gibi Kenya sınırı yakınlarındaki halklar yer almaktadır. Sandaweler ve Hadzalar ise, Afrika'nın güney kısımlarında yaşayan Kalahari halklarına özgü olan Khoisan dillerine mensup dillerle konuşurlar. Ülkede ayrıca Arap, Hint, Pakistanlı, Avrupalı, Çinli topluluklar da yer almaktadır. 1994 yılı itibarıyla, anakarada 50.000, Zengibar'da 4.000 kadar Asya kökenli insan yaşamaktadır. Bunun yanında ülkede yaklaşık 70.000 Arap ve 10.000 Avrupalının yaşadığı bilinmektedir. 12 Ocak 1964 tarihinde gerçekleşen Zengibar Devrimi sonrasında bölgedeki Arap hanedanlığı sona erdi. Ancak binlerce Arap ve Hint, Zengibar'da gerçekleşen ayaklanmalar sırasında katledildi. Tanzanya genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %63,09'u 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,08'i 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %42.70 (erkek 12,632,772/kadın 12,369,115) 15-24 yaş: %20.39 (erkek 5,988,208/kadın 5,948,134) 25-54 yaş: %30.31 (erkek 8,903,629/kadın 8,844,180) 55-64 yaş: %3.52 (erkek 954,251/kadın 1,107,717) 65 yaş ve üzeri: %3.08 (erkek 747,934/kadın 1,056,905) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %36,7 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,78 düzeyindedir. Din. Tanzanya'daki nüfusun üçte biri Müslüman, üçte ikisi Hristiyan'dır. Geriye kalan nüfus ise yerel dinleri benimsemiş durumdadır. Ancak yine de 1967 yılındaki sayımlardan sonraki hiçbir sayımda insanlara dinin hassas bir konu olduğu düşüncesiyle dinleri sorulmamıştır. Bu nedenle günümüzdeki dini durum hakkında kesin bir tahmin yapılamamaktadır. Ancak geleneksel dinlere inananların azaldığı bilinmektedir. Hristiyan nüfus, çoğunlukla Katolik, Protestan, Pentikostal, Yedinci Gün Adventist, Mormon ve Yehova'nın Şahitleri üyesidir. Protestanlar arasında yer alan Lutheryen ve Moravyalılar, ülkedeki Alman sömürge dönemi sırasında kültüre geçen mezheplerdir. Yine ülkedeki Anglikanlar, İngiliz sömürge döneminde ülkeye geldi. Zengibar adasının yüzde doksan dokuzundan fazlası Müslüman'dır. Anakarada ise Müslüman topluluklar kıyı kesimde ağırlıkta yer alır. Ancak iç kısımlardaki kimi yerlerde de yoğun Müslüman topluluklar yer alır. Müslüman halkın yüzde sekseni ile doksanı arasındaki kesimi Sunni'dir. Geriye kalanlar ise Asya kökenli Şiilerdir. Bunların dışında Tanzanya'da farklı dinlere mensup kimi topluluklar da yer almaktadır. Özellikle anakarada Budistler, Hindular ve Bahailer ile karşılaşmak mümkündür. Dil. Tanzanya, 126 farklı etnik grubu bünyesinde barındırır. Her bir topluluğun kendine özgü dili bulunmaktadır. Dolayısıyla ülkenin resmî bir dili Svahili dilidir. Ülke bağımsızlığını ilan ettikten sonra, sömürge döneminin resmî dili olan İngilizce, bir süreliğine resmî işlerde kullanılmaya devam edildi. Son yıllarda, İngilizce hemen hemen hiçbir devlet kurumunda kullanılmamaktadır. Bu nedenden dolayı Tanzanya, Afrika'daki sömürge ülkeleri arasında eski sömürge dilini hemen hemen hiç kullanmayan sayılı devletlerden biridir. Ülkenin 1984 yılında açıklanan resmî dil siyasetine göre Svahili dilinin, toplumsal ve siyasi olarak kullanılmasının yanında ilk ve yüksek eğitim dili olarak işlenmesi; öte yandan İngilizcenin de orta eğitim, üniversiteler ve yüksek mercilerde kullanılması kararlaştırıldı. Her ne kadar Britanya hükûmeti, ülkede finansal olarak İngilizce kullanımını desteklese de, dilin günlük yaşamda kullanımı tükenmeye yüz tuttu. Öyle ki 1970'lerde ülkedeki üniversitelerde ders dışında İngilizce konuşan öğrencilerin ağrılıkta olduğu bilinmektedir. Günümüzde Tanzanyalı üniversite öğrencileri, okul dışında tamamen Svahili dilinde konuşmaktadır. Yine de İngilizce ile Svahili'yi karıştırarak konuşmak da sık görülen bir durumdur. Diğer konuşma dilleri arasında Gujarati gibi Hint dilleri ve Mozambikli siyahîler ile Goanlar tarafından konuşulan Portekizce yer almaktadır. Daha dar çapta ise Burundi, Ruanda ve Kongo DC sınırlarında konuşulan Fransızca, ülkede günlük olarak konuşulan yabancı diller arasındadır. Tarihte Almanca da Alman sömürge döneminde sıkça konuşulmaktaydı. Ancak uzun yıllar sonra dilin etkisi ortadan kalkmış durumdadır. Kültür. Tanzanya müziği, geleneksel Afrika müziği, yaylı temelli "taarab" ve ülkeye özgü hip hop türü olan bongo flava arasında değişen bir tınıya sahiptir. Ünlü taarab sanatçıları arasında Abbasi Mzee, Culture Musical Club ve Shakila yer alır. Uluslararası düzeyde bilinen geleneksel müzik sanatçıları arasında Bi Kidude, Hukwe Zawose ve Tatu Nane bulunur. Tanzanya ayrıca kendine özgü bir Afrika rumba müziğine sahip olup bu türde Tabora Jazz, Western Jazz Band, Morogoro Jazz, Volcano Jazz, Simba Wanyika, Remmy Ongala, Ndala Kasheba, Nuta Jazz, Atomic Jazz, DDC Mlimani Park, Afro 70 & Patrick Balisidya, Sunburst, Tatu Nane ve Orchestra Makassygibi isimleri ün yapmıştır. Ülkenin ayrıca birçok yazarı bulunmaktadır. Özellikle Godfrey Mwakikagile, Mohamed Said, Abdulrazak Gurnah, Julius Nyang'oro, Clement Ndulute, Frank Chiteji, Joseph Mbele, Juma Volter Mwapachu, Issa Shivji, Jenerali Twaha Ulimwengu, Penina Mlama, Mwalimu Julius Kambarage Nyerere, Adam Shafi, Dr. Malima M. P Bundala ve Shaaban Robert gibi isimler, Svahili dilinde önemli edebi eserler vermiştir. Ülkenin ayrıca resim alanında dünyaya kazandırdığı önemli sayıda ortak mirası bulunmaktadır. Bu sanat dalında ise iki tarz dünya çapında üne kavuşmuş durumdadır. Bunlar: Tingatinga ve Makonde şeklindedir. Tingatinga, parlatıcı boyalarla kanvas yüzeye yapılan resimlerdir. Bu tarz resimlerde genellikle hayvanlar veya çiçekler, renkli ve süregelen tasarımda işlenir. Bu tarz resimlerin başlatıcısı, Güney Tanzanya'da doğan Mr. Edward Saidi Tingatinga'dır. Tingatinga, bir süre sonra Darüsselam'a taşındı ve 1972'deki ölümünün ardından tüm ülkeye ve dünyaya sanatı yayıldı. Makonde ise hem Tanzanya'daki, hem Mozambik'teki bir kabilenin adı olup, hem de çağdaş bir heykel sanatıdır. Özellikle sahip olduğu sert ve koyu abanozdan yapılan yüksek "Ujamaas" (Yaşam Ağaçları) sayesinde tanınmaktadır. Tanzanya, ayrıca dünyada en çok tanınan Afrikalı ressamlardan biri olan George Lilanga'nın da doğum yeridir. Spor. Filbert Bayi ve Suleiman Nyambui, 1980 Olimpiyat Oyunları'nda madalya kazanan atletlerdir. Tanzanya ayrıca İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları'nda ve Afrika Atletizm Şampiyonası'nda yarışmaktadır. Ülkede futbol, yaygın ve sevilen bir spordur. Ülkede yer alan iki büyük takım olan "Genç Afrikalılar Spor Kulübü" (Yanga) ve "Simba Spor Kulübü" (Simba) ülkede geniş bir hayran kitlesine sahiptir. Basketbol da Tanzanya'da sevilen bir spor olup, çoğunlukla askerler ve okul öğrencileri arasında oynanmaktadır. Tanzanya ayrıca NBA'deki Memphis Grizzlies takımında oynayan Hasheeem Thabeet adlı bir basketbol oyuncusuna da sahiptir. Thabeet, NBA'de oynama hakkına sahip olan ilk Tanzanyalı olma unvanını taşımaktadır. Ülkede ragbi de gelişmekte olan bir spor türüdür. Medya. "Daily News", ülkedeki en eski gazete olup, hâlen yayınına devam etmektedir. Yine genel olarak televizyon kanalları arasında TVT veya şimdiki adıyla "Tanzania Broadcasting Corporation" (TBC1) yer aldığı gibi, radyo kanalları arasında "Radio Tanzania Dar es Salaam" RTD veya şimdiki adıyla TBC Radio yer almaktadır. 2007 yılından beri, tüm bu kanallar, devlet tarafından yönetilmektedir. Ülkede ayrıca günlük yayın yapan yirmiden fazla gazete, yirmiden fazla televizyon kanalı ve otuzdan fazla FM radyo kanalı bulunmaktadır. Radyolar arasında Radio One, Radio Sibuka-Shinyanga, Radio Faraja-Shinyanga, Radio Times, Radio Saut-Mwanza, Radio Sauti ya Injili-Moshi, Living water FM-Mwanza, Radio Tumaini, Radio Sauti ya Quran, Magic FM, Praise Power Radio, Radio Mwangaza-Dodoma, Kifimbo Fm-Dodoma, Radio Maria, Radio Upendo, Wapo Radio, Mlimani Radio, Clouds FM, Passion FM ve Radio Free Africa gibi kanallar yer almaktadır. Bazı radyo kanalları ve gazeteler, çeşitli siyasi partiler tarafından satın alınmış durumdadır. Uhuru gazetesi ve Uhuru FM radyosu da buna dahildir. Uluslararası olarak BBC Radio, Voice of America ve Deutsche Welle gibi radyo kanalları da ülkede dinlenebilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4418", "len_data": 32304, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.66 }
Tonga, resmî adıyla Tonga Krallığı (; ), Büyük Okyanus'ta yaklaşık 169 adadan oluşan ada ülkesi. Toplam kara yüzölçümü yaklaşık 700 km2 olan ülke, Güney Pasifik Okyanusu'nun yaklaşık 700.000 km2 büyüklüğünde bir alanı kaplar. 2021 itibarıyla nüfusu 104.494 olan ada ülkesinin nüfusunun %70'i başkent Nuku'alofa'nın bulunduğu Tongatapu adasındadır. Ülke nüfusunun geri kalanı, ülkedeki 35 adada yaşamaktadır. Tonga, kuzebatısında Fiji ile Wallis ve Futuna (Fransa), kuzeydoğusunda Samoa, batısında Yeni Kaledonya (Fransa) ile Vanuatu, doğusunda Niue ve güneybatısında Kermadec (Yeni Zelanda) ile sınırlanmıştır. Tonga aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğunun bir üyesidir. Etimoloji. Ülkenin ismi daha önceleri Batı ülkelerinde "Dost Adalar" olarak adlandırılmaktaydı. James Cook 1773 yılında bu adaya gerçekleştirdiği ilk ziyaretinden sonra burada gördüğü dostane yaklaşım nedeniyle adaya bu ismi vermiştir. "Tonga" ismi yerel dil olan Tongacada "güney" kelimesini ifade etmektedir. Coğrafya. Tonga'yı oluşturan 169 adanın bazıları volkaniktir (Niuafoo, 1946'da bir püskürmeden sonra boşaltıldı), geri kalanlarsa yükselmiş mercan kayalıklarından oluşur (Vavau, Tongatapu); merkezi kesiminde çok sayıda atol ve mercan kayası vardır (Haapai adaları). Ülkenin kara sınırı bulunmamakta olup, sahip olduğu adaların toplam sahil uzunluğu 419 km'dir. Tonga, Okyanusya kıtasının orta ölçekli ülkelerinden biri konumundadır. Tonga toplamda 747 km² bir yüzölçümüne sahiptir. Tonga takımadaları Fiji'nin doğusunda, Samoa'nın güneyinde ve Yeni Zelanda'nın ise kuzeyinde yer almaktadır. 2014 yılı sonuna kadar 176 adaya sahip olan ülke, 2014 sonu ile 2015 yılı başında bölgede yaşanan volkanik hareketler sonucu "Hunga Tonga" ile "Hunga Ha´apai" adaları arasında yeni bir karasal alan oluşması ile 177. adaya sahip olmuştur. Ada Ocak 2015 itibarıyla 2 km'lik bir uzunluğa, 1 km'lik genişliğe ve 100 m'lik yüksekliğe sahip olmuştur. Ülkenin en yüksek noktasını 1.000 m'lik bir yüksekliğe sahip olan ve Kao adasında bulunan yükseklik oluşturmaktadır. Buradaki yükseklik 1.009 m ile 1.046 m arasında gösterilmektedir. Tonga sahip olduğu birçok volkanik adası ile birlikte Pasifik ateş çemberi içerisinde yer almaktadır. Tonga'nın doğusunda 10.882 m'lik bir derinliğe sahip olan Tonga Çukuru yer almaktadır. Burada Pasifik levhası her yıl batı yönünde 15 cm ile 24 cm arasında Avustralya levhası'nın altına girerek yitim zonu oluşturmaktadır. Bu bölgede ortalama su derinliği 500 m civarındadır. Bu derece az bir derinliğe sahip olan bölgede çok sayıda mercan adası oluşabilmektedir. Ada ülkesinin %43'ü tarımsal faaliyetler için kullanılırken, %12,5 ormanlık alan konumundadır. İklim. Tropikal iklimin etkisi altında olan ülkede, Aralık - Nisan ayları arasında en sıcak günler yaşanmaktadır. Bu süreçte sıcaklıklar 32 °C. Ada ülkesinde ise Mayıs ile Kasım ayları arasında daha serin bir havaya sahip olup, bu süreçte sıcaklıklar 27 °C civarında ölçülmektedir. Ülke genelinde ölçülen en yüksek sıcaklık değeri 35 °C ile 11 Şubat 1979 tarihinde Vava'u adasında, en soğuk gün değeri ise 8,7 °C ile 8 Eylül 1994 tarihinde Fua'amotu kasabasında ölçülmüştür. Ülke genelinde 15 °C ve altında sıcaklık değerleri genelde kurak mevsimde görülmekte olup, burada daha çok ada ülkesinin güneyinde kalan kısımlar etkilenmektedir. Ülkenin güney kesiminde yer alan adalara, Ekvator çizgisine de yakınlığı ile ilgili olarak yıllık ortalama yağış 1.700 mm ile 2.970 mm aralığındadır. Ekonomi. Tonga'nın başlıca ticaret ürünü Hindistan cevizidir (yıllık üretim 65 000 t); bununla birlikte besin maddeleri tarımı canlılığını korur (yam, taro, muz). İdari yapılanma. Tonga toplamda 11 ile (Tongaca: "ngaahi vahe") bölünmüş durumdadır. Bu iller yine kendi içerisinde 23 ilçeye (Tongaca: "ngaahi vahefonua") ayrılmış konumdadır. Ülkedeki en küçük idari yapılanmayı ise köyler (Tongaca: "ngaahi kolo") oluşturmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4419", "len_data": 3881, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.56 }
Trinidad ve Tobago, resmî adıyla Trinidad ve Tobago Cumhuriyeti, Karayipler'de yer alan, Trinidad ve Tobago adlı iki farklı adadan oluşan ülke. Ülkenin para birimi Trinidad ve Tobago dolarıdır. Ülke; Karayipler, Karayip Denizi ve Kuzey Atlas Okyanusu arasında adalar, Venezuela'nın kuzeydoğusunda yer alır. Koordinat olarak 11 00 Kuzey enlemi, 61 00 Batı boylamı'nda yer alan ülke haritada Orta Amerika ve Karayipler içinde olarak görünür. Ülkenin her iki adasının toplam yüzölçümü 5.128 km2dir. Ülke, hiçbir başka ülkeye kara komşusu olmadığından, kara sınırları 0 km olarak kabul edilmektedir. Ancak sahil şeridi 362 km'dir. Bölgede tropikal iklim görülür. Arazi yapısı ova ve dağlardan ibarettir. Ülkedeki en yüksek nokta 940 m ile "El Cerro del Aripo"dur. Trinidad ve Tobago'nun başlıca kaynakları petrol, doğalgaz ve asfalttır. Arazinin %15'i tarıma uygundur ve %2'sinde otlaklar yer almaktadır. Ülkenin %46'sı ormanlıktır. Ülkenin 220 km2'si sulanabilmektedir. Nüfus. Ülkenin nüfusu, 2020 verilerine göre 1,208,789 kadardır. Nüfus artış oranı ise %-0,3'tür. Ülkede doğan her 1.000 çocuktan 20,01'i ölmektedir. Yaşam süresi ise ortalama 73,9 yıl kadardır. Bu oran erkeklerde 70,9 yıl, kadınlarda 76,9 yıl kadardır. Ülkede ortalama 1 kadına 1,7 çocuk düşmektedir. Ülkede AIDS hastası yaklaşık 11.000 kişi bulunmaktadır. Ülkede nüfusun etnik dağılımı aşağıdaki gibidir; Ülkedeki din değişkendir. Nüfusun %29,4'ü Roma Katoliği, %23,8'i Hindu, %10,9'u Anglikan, %5,8'i Müslüman, %3,4'ü Presbiteryen, %26,7'sı diğer dinlere mensuptur. Resmi dil İngilizcedir. Ayrıca Hintçe, Fransızca, İspanyolca ve Çince de konuşulmaktadır. Ülkenin okuryazarlık oranı %97,9'dur. Bu oran erkeklerde %98,8, kadınlarda %97'dir. Biyoçeşitlilik. Trinidad ve Tobago Güney Amerika'nın kıta sahanlığında yattığı ve eski zamanlarda fiziksel olarak Güney Amerika anakarasına bağlı olduğu için biyolojik çeşitliliği diğer Karayip adalarının çoğuna benzemez ve Venezuela'nınkiyle çok daha fazla ortak noktası vardır. Ana ekosistemler şunlardır: kıyı ve deniz (mercan kayalıkları, mangrov bataklıkları, açık okyanus ve deniz otu yatakları); orman; tatlı su (nehirler ve akarsular); karst; insan yapımı ekosistemler (tarım arazisi, tatlı su barajları, ikincil orman); ve savana. Trinidad ve Tobago, 1 Ağustos 1996'da 1992 Rio Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ni onayladı ve bir biyolojik çeşitlilik eylem planı ve ülkenin biyolojik çeşitliliğin korunmasına katkısını açıklayan dört rapor hazırladı. Bu raporlar, ekosistem hizmetlerinin sağlanması yoluyla biyoçeşitliliğin ülke halkının refahı için önemini resmen kabul etmiştir 472 kuş türü (2 endemik), yaklaşık 100 memeli, yaklaşık 90 sürüngen (birkaç endemik), yaklaşık 30 amfibi (birkaç endemik dahil), 50 tatlı su balığı ve en az 950 deniz balığı vardır. Dikkat çekici memeli türleri arasında ocelot, manatee, yakalı pekari (yerel olarak quenk olarak bilinir), agouti, lappe, kırmızı broker geyik, su samuru, ağlayan capuchin ve kırmızı uluyan maymun; vampir yarasa ve saçaklı yarasa da dahil olmak üzere yaklaşık 70 yarasa türü vardır Sürüngenler arasında, görkemli caiman en büyüğüdür, bazen 3 metreye kadar büyür. Dört zehirli tür, kertenkele, iguana, mat kertenkele gibi kertenkeleler ve ayrıca çeşitli kaplumbağa türleri de dahil olmak üzere 47 yılan türü vardır. İklim. Trinidad ve Tobago, tropikal iklime sahiptir. Yılın ilk 5 ayı kurak geçerken, son 7 ayı yağışlı geçmektedir. Ortalama sıcaklık 25-30 °C arasındadır. Günlük sıcaklık farkı iç kesimlerde yüksekken, sahildeki fark deniz meltemleri tarafından yumuşatılmaktadır. Rüzgarlar ağırlıklı olarak kuzeydoğudan esmektedir. Trinidad'ın kuzey sıradağları, ülkenin en yağışlı bölgeleri arasındadır. Burada hava çoğunlukla bulutlu olmakla birlikte sis örtüsüyle kaplıdır. Tobago, 1963'te yaşanan Flora Kasırgası'ndan etkilenmiştir. Ekonomi. Ülkenin satınalma gücü paritesi 11,2 milyar $, reel büyüme %5 civarındadır. Ülkedeki sektörel bileşimin %2'si tarım'a, %44'ü endüstri'ye, %54'ü hizmete dağılmıştır. Ülkedeki enflasyon oranı %3,2'dir. İş gücünün 558.700 olduğu ülkede, aynı bağlamda işsizlik oranı % 12,8'dir. Endüstri, petrol, kimyasallar, turizm, gıda maddeleri, çimento, meşrubat, tekstil gibi alt dallara ayrılmaktadır. Sanayinin büyüme oranı %3,8 kadardır. 1999 verilerine göre ülkede elektrik üretimi 4,9 milyar kWh; buna karşılık elektrik tüketimi 4,557 milyar kWh kadardır. Tarım ve hayvancılıkta en çok tercih edilen ürünler kakao, şekerkamışı, pirinç, narenciye, kahve, sebze ve kümes hayvanları'dır. İhracat. Ülkede 3,2 milyar $'lık bir ihracat payı bulunmaktadır. İhraç edilen ürünlerin başında petrol ve petrol ürünleri, doğalgaz, kimyasallar, çelik ürünleri, tahıl ve tahıl ürünleri, gübreler, şeker, kakao, kahve, narenciye, sebze ve çiçek gelmektedir. En çok ihracat yapılan ülkeler aşağıdaki gibidir: İthalat. Ülkenin ithalat payı ise 3 milyar $'dır. En çok alınan ürünler, makine, taşıt araçları, sanayi malları, gıda ve canlı hayvanlardır. En çok ithalat yapılan ülkeler aşağıdaki gibidir: İletişim. Ülkede 243.000 civarında telefon hattı bulunmaktadır. Ülkenin telefon kodu ise 1868'dir. Ülkede AM 2, FM 12 ve kısa dalga 0 yayınlarıyla radyo sistemi bulunmaktadır. Ülkede 1997 itibarıyla 4 adet yayın yapan televizyon mevcuttur. Ülkedeki internet alan kodu .tt'dir. Ayrıca 2015 itibarıyla 10 adet internet sağlayıcısına sahiptir. 2000 itibarıyla 30.000 internet kullanıcısı mevcuttur. Ulaşım ve taşımacılık. Ülkede 8.320 km karayolu ağı bulunmaktadır. Ülkede herhangi bir su yolu yoktur. Ülkede ham petrol taşıyan 1.032 km; petrol ürünleri taşıyan 19 km ve doğalgaz taşıyan 904 km boru hattı mevcuttur. Ülkede "Pointe-a-Pierre", "Point Fortin", "Point Lisas", "Port-of-Spain", "Scarborough" ve "Tembladora" limanları mevcuttur. Ülkede 6 havalimanı bulunmaktadır. Yönetim. Ülkenin resmi adı "Trinidad ve Tobago Cumhuriyeti"dir. Ama kullanılan ismi "Trinidad ve Tobago"dur. Yönetimi parlamenter demokrasidir. Port-of-Spain'in başkent olduğu ülkede 8 bölge, 3 belediye ve 1 semt bulunur. Bunlar: Ülke, Birleşik Krallık'tan 31 Ağustos 1962'de bağımsızlığını ilan etmiştir. Anayasa ise bu doğrultuda 1 Ağustos 1976'da kabul edilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4420", "len_data": 6139, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.48 }
Tuvalu; Büyük Okyanus'ta, dokuz adet mercan adasından oluşan Polinezya ülkesidir. İngiliz Milletler Cemiyetine üye olup devlet başkanı olarak Birleşik Krallık kralını kabul eder. ABD'ye bağlı bir eyalet olan Hawaii Adası ile Avustralya arasında bulunmaktadır. Komşu ülkeleri Kiribati, Samoa ve Fiji adaları olan Tuvalu, 26 km²lik bir yüz ölçümüne sahiptir. Tuvalu, dünyada Vatikan, Monako ve Nauru'dan sonra en küçük, Vatikan'dan sonra ise en az nüfusa sahip ikinci bağımsız ülkedir. Ayrıca, Birleşmiş Milletler'e üye olan en az nüfuslu ülkedir. Küresel ısınma nedeniyle deniz seviyesinin yükselmesi, başkenti deniz seviyesinden sadece 5 metre yüksekte olan Tuvalu için hayatî bir tehdit oluşturmaktadır. Eğer küresel ısınma nedeniyle sıcaklık 1 derece daha artarsa Tuvalu sulara gömülecektir. Tuvalu halkı şimdiden Avustralya ve Yeni Zelanda'ya göç etmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4421", "len_data": 861, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.54 }
Uganda ya da resmî adıyla Uganda Cumhuriyeti, Afrika kıtasının doğu kesiminde yer alan ve denize kıyısı olmayan bir kara ülkesidir. Ülkenin sınır komşularını kuzeyde Güney Sudan, doğuda Kenya, güneyde çoğu sınırı Victoria Gölü ile oluşan Tanzanya, güneybatıda Ruanda ve batıda ise Kongo Demokratik Cumhuriyeti oluşturmaktadır. Ülkenin başkenti Kampala'dır. Ülke içerisinde özerk bir krallık olan Buganda Krallığı da yer almaktadır. İsim. Ülke ismini Uganda'nın güneydoğu bölgesinde yer alan ve özerk bir krallık olan Buganda Krallığı'ndan almaktadır. Bantu gruplarının yaşadığı Buganda'da konuşulan Bantu dilinde temel kelimeye (burada Ganda) gelen ön ek kelimenin anlamını değiştirebilmekteydi. Buna göre "Buganda" "Bagandalılar" 'ın yaşadığı ve "Luganda" dilini konuştukları yer olarak ifade edilmekteydi. Avrupalıların bölgeyle ve Uganda halkıyla ilk teması Tanzanya kıyıları üzerinden olduğu için bu bölgede konuşulan Swahili dilinde "-lerin yaşadığı yer" anlamına gelen "Bu-" ön eki yerine "U" ön eki kullanıldığı için bu bölgeler Avrupalılar tarafından Uganda olarak adlandırılmış ve günümüzde de kullanımı da bu şekilde devam etmektedir. Coğrafya. Uganda coğrafyasının karakteristik özellikleri arasında göller, Nil Nehri (Beyaz Nil Nehri), derin ormanlar ve savana yer almaktadır. Ülkenin güney bölgesinden Ekvator çizgisi geçmektedir. Uganda'nın en derin noktasını Beyaz Nil nehir yatağı oluşturmakta olup, bu nokta deniz seviyesinden 610 m yüksekte bulunmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını ise Ruwenzori Sıradağı içerisinde yer alan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti sınırında bulunan 5.109 m yüksekliğe sahip olan Stanley Dağı'nın uç noktası olan Margherita Peak oluşturmaktadır. Ülke topraklarının büyük bir bölümü deniz seviyesinden ortalama 1.000 m yükseklikte bulunan platolardan oluşmaktadır. Ülke sahip olduğu 241,038 km²'lik yüzölçümü ile Afrika kıtasının 31., dünyanın ise 80. büyük ülkesidir. Uganda'nın toplamda sahip olduğu 2.698 km'lik sınırdan 765 km'si Demokratik Kongo Cumhuriyeti, 933 km'si Kenya, 169 km'si Ruanda, 435 km'si Güney Sudan ve 396 km'si Tanzanya ile oluşmaktadır. Ülke karasal bir ülke olması sebebiyle açık denizlere kıyısı bulunmamaktadır. İklim. Ülke genelinde tropikal iklim hakimdir. Ancak ülke topraklarının genelinin 1.000 m ortalamasına sahip olmasından dolayı tropikal iklimin yarattığı sıcaklık hissedilememekte ve serin bir hava hakim olmaktadır. Bu sebepten dolayı ne aşırı bir sıcaklıktan ne de aşırı bir soğuktan bahsedilebilmektedir. Uganda genelinde hava sıcaklıkları gündüz 25 °C ile 30 °C arası, gece ise 17 °C civarı ölçülmektedir. Ülkede ölçülen en uç sıcaklıklar ise 10 °C ve 35 °C düzeyindedir. Özellikle ülkenin kuzeydoğu kesimininde ise yarı kurak iklim yaşanmaktadır. Bu iklim çeşidinde buharlaşma oranı, yıllık yağış ortalaması oranından daha fazla bir konumdadır. Yıllık yağış ortalamaları önceki yıllarda 1.000 mm ile 1.500 mm arasında değişkenlik göstermekteydi ve sadece Aralık-Şubat ile Haziran-Ağustos dönemlerini kapsayan iki kurak dönem yaşanmaktaydı. Ancak günümüzde özellikle kuzey bölgelerde yıllar boyunca yağmur yağmayan kesimler bulunmakta olup, yağmur sezonunun yaşandığı sadece bir dönem görülebilmektedir. Bitki örtüsü ve yaban hayat. Uganda çok çeşitli bir bitki örtüsüne sahiptir. Doğu Afrika savanalarından Afrika'nın orta kesiminde yer alan yağmur ormanlarına kadar geniş bir yelpaze ülke topraklarında yer almakta olup, bu geniş yelpaze olumlu anlamda da bitki ve hayvan çeşitliliğine yansımaktadır. Ülke genelinde çoğu sınır çevresinde olmak üzere dokuz ulusal park ve altı yaban yaşam rezervleri bulunmaktadır. Ülkede yaşam bulan yaban hayat yaşanan iç savaşında etkileri ile olumsuz bir tablo çizse de oluşturulan ulusal parklarda hayvanları görmek mümkündür. Ülkede yer alan iki önemli doğal koruma alanı olan Murchison-Falls Ulusalpark ve Queen-Elizabeth Ulusalpark bu hayvan çeşitliliğini barındırmaktadır. Uganda'ya özgü olan Uganda Antilopu ülkede sık rastlanan hayvanlardan biridir. Ayrıca ülkenin aynı zamanda sembolü konumunda da olan Taçlı Turna Victoria Gölü kıyılarında çok sık bulunmaktadır. Nüfus. 1950'li yıllarda 5 milyona yakın olarak tespit edilen Uganda nüfusu 2002 yılında 24,3 milyon olarak ifade edilmiştir. Günümüzde ise ülke nüfusunun 2022 tahmini verilerine göre 46,205,893 kişi olduğu belirtilmektedir. Ülke içerisinde uzun yıllar süren iç savaş demografik sorunların doğmasına sebebiyet vermiştir. Uganda oldukça genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %68,46'sı 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %2,38'i 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %48.21 (erkek 10,548,913/kadın 10,304,876) 15-24 yaş: %20.25 (erkek 4,236,231/kadın 4,521,698) 25-54 yaş: %26.24 (erkek 5,202,570/kadın 6,147,304) 55-64 yaş: %2.91 (erkek 579,110/kadın 681,052) 65 yaş ve üzeri: %2.38 (erkek 442,159/kadın 589,053) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %26,2 ile düşük bir seviyede olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %3,27 düzeyindedir. Etnik gruplar. Uganda genelinde 40'tan fazla etnik grup bir arada yaşamaktadır. Bu etnik gruplarının her birinin ayrı dilleri, kültürleri ve gelenekleri olup, bazı etnik gruplarda farklı din de görülebilmektedir. Ülke genelinde yaşayan nüfusun yarısından fazlasını, yaklaşık olarak %60'ı Bantu etnik grubu üyeleri oluşturmaktadır. Bu topluluklar genel olarak Kyoga Gölü'nün güneyinde ve batısında yerleşiktirler. Bantu etnik grubu içerisinde çoğunluğu ise ülkeye de isimlerini veren Baganda etnik grubudur. Ülkeye ve ülke vatandaşlarına adını veren bu grup nüfusun %16,9'unu teşkil etmektedir. Ankole ve Basoga etnik grupları ise %8,4'er oran ile en kalabalık ikinci etnik grupları oluşturmaktadırlar. Dil. Ülkede İngilizce ile birlikte 2005 yılında kabul edilen yeni yasaya göre Swahilice de resmi dil statüsündedir. Swahili dili polis ve askerî birliklerde komut dili olarak kullanılmakta olup, sivil hayatta neredeyse hiç kullanılmamaktadır. Bu dillerin haricinde Uganda içerisinde özerk bir yapıya sahip olan ve geçmişi sömürge dönemi öncesine dayanan Buganda Krallığı'nda ise resmi dil olarak Bantu dil grubu üyesi Luganda dili kullanılmaktadır. Din. Ülke genelinde yaşayan nüfusun %85'i Hristiyan dinine inanmaktadır. Hristiyan dini içerisinde ise Katolik mezhebine üye olanlar %40 ile çoğunluğu oluşturmakta olup, %32'si ise Anglikanizm inancına göre yaşamaktadırlar. Uganda'da çoğunluğu Sünni mezhebinin oluşturduğu %13 civarında bir Müslüman topluluk yaşamaktadır. Afrika yerel dinlere inanların oranı ise %1 düzeyindedir. 2014 yılında gerçekleştirilen nüfus sayım sonuçlarında nüfus içerisindeki din oranları şu şekilde belirlenmiştir: Tarih. Ön tarih. Uganda'nın günümüzde de nüfusun küçük bir kısmını oluşturan, bölgede yaşayan en eski etnik grup konumunda olan ve Pigme ailesine ait topluluk olan Tva etnik grubudur. Günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce tarım ile uğraşan Bantu grupları tarafından bölgeden uzaklaştırılmışlardır. Krallık dönemi. 15. yüzyıldan itibaren bölgenin özellikle de güney kesimlerinde birçok krallık kurulmuştur. Bu yeni kurulan krallıklar içerisinde Buganda Krallığı önemli bir yere sahipti. Ayrıca Ankole Krallığı, Bunyoro Krallığı ve Toro Krallığı'da bu yüzyıl içerisinde bu bölgede kurulan krallıklar olmuşlardır. 19. yüzyılda bölgeye Arap tüccarların fildişi ve köle ticareti yapmak adına göl kıyısı kesimlerine gelmesi ile bölge nüfusu İslamiyet ile tanışmış ve islam dini önem kazanmaya başlamıştır. Himaye dönemi. 1860 yılında bölgeye ilk gelen Avrupalılar olan Britanyalı John Hanning Speke ve John Hanning Speke, Nil nehrinin kaynağını da aynı zamanda ilk keşfeden Avrupalılar olmuştur. Bu dönemde Afrika kıtasının doğusunda Avrupalılar sömürgeleştirme süreci de başlamış, bu süreçte buraya gelen grup içerisinde yer alan hem Katolik hem de Protestan misyonerler kısa sürede misyonerlik faaliyetlerinde başarı göstererek birçok halk gruplarını kendi dinlerinin mensubu yapmışlardır. Uganda 1894 yılında Britanya himayesi altına girmiş, bu süreçte sömürge ekonomisi pamuk ve kahve ekimine öncelik verdirmiştir. Aynı dönemde yapılan demiryolu hattı ile Mombasa, Nairobi üzerinden Kampala ile birleştirilmiştir. Bağımsızlık. 1950'li yıllarda sömürge sisteminden kurtulmak adına adımlar atılmış, partiler kurulmuş ve bir meclis oluşturulmuştur. Yerel temsilciliklerde siyahi yerliler beyaz Avrupalılar kadar temsil hakkı elde ederek bölgede söz sahibi olmuşlardır. 1958 yılında gerçekleştirilen ilk meclis seçimlerinde sonucu Uganda nüfusu milletvekillerini seçmiştir. Uganda 9 Ekim 1962 yılında Büyük Britanya'dan bağımsızlığını ilan etmiş, o güne kadar "Kral Mutesa II." unvanı ile Buganda Krallığı'nı yöneten Edward Mutesa yeni ülkenin ilk devlet başkanı seçilmiştir. Ülkenin bağımsızlığını kazanması ile birlikte ülkenin ikinci başbakanı olan Milton Obote 1966 yılında devlet başkanı Mutesa'yı görevinden uzaklaştırarak kendisini devlet başkanı olarak ilan etmiştir ve başbakanlık görevi 1966 ile 1980 arası kaldırıldı. Obote'nin iktidarı döneminde yaşanan gelişmeler ülke içerisinde sorunlara neden olmuş, birçok işletme kamulaştırılmış, gizli polis teşkilatı vasıtası ile karşıt görüşlülere işkenceler uygulanmıştır. Obote'nin İngiliz Milletler Topluluğu toplantısı için Singapur'da olduğu bir dönemde bu boşluğu değerlendiren ordu komutanı İdi Amin 25 Ocak 1971 tarihinde gerçekleştirdiği askeri darbe ile Obote'yi görevden uzaklaştırarak devlet yönetimini ele geçirmiş ve kendisini devlet başkanı ilan etmiştir. Diktatörlük dönemi. İdi Amin diktatör olarak ülkeyi yönettiği 1971 ile 1979 yılları arasında muhalifler başta olmak üzere birçok kişi takip edilmiş, işkence görmüş ve öldürülmüş toplamda da bu süreçte 300.000 kişi cinayetlere kurban gitmiştir. Amin özellikle kendisinin de üyesi olduğu Nilote etnik grubu dışında kalan diğer etnik gruplara karşı da aşırı şiddet uygulamış, Hindistan kökenlilerin başta olduğu ve özellikle günlük ticari hayata yön veren Asya kökenli göçmenleri de şiddet ile ülkeden kovmuştur. Uganda birliklerinin 1978 yılında Kagera bölgesini ilhak etmek amacı ile beklenmedik bir anda Tanzanya'ya saldırması sonucu karşı taarruzda aralarında bugünkü devlet başkanı Yoweri Museveni bulunduğu Uganda isyancı örgütlerin de desteği ile Tanzanya birlikleri 11 Nisan 1979 yılında başkent Kampala'yı ele geçirmişlerdir. Bu gelişmenin ardından ülkeden kaçan Amin önce Libya'ya sonra Irak'a son olarak da Suudi Arabistan'a kaçarak sürgün hayatı yaşamıştır. Eylül 1980'de gerçekleştirilen seçimlerde yeniden devlet başkanı seçilen Milton Obote, seçim hilesi suçlaması ile karşı karşıya kalmış, bunun üzerine Museveni kendisine bağlı isyancı birlikler ile Milton'a karşı mücadeleye girmiştir. Obote'nin ikinci devlet başkanlığı döneminde de ülke sık sık ölümler, baskılar yaşanmış, belli etnik gruplar hedef alınmıştır. Demokratikleşme. Yoweri Kaguta Museveni az sayıda "National Resistance Army" birliği ile birlikte başarılı bir gerilla savaşı yürüterek Ocak 1986'da başkent Kampala'yı ele geçirmiştir. Museveni bu olaydan sonra herhangi bir seçim gerçekleştirilmeden kendisini devlet başkanı olarak ilan etmiştir. Uganda'da Şubat 1989'da geçici parlamentoyu oluşturmak adına ilk seçimler gerçekleştirilmiş, Mayıs 1996 yılında da yapılan ilk devlet başkanlığı seçimlerinde de Museveni oyların %75'ini alarak resmen ülkenin devlet başkanı seçilmiştir. 2001 yılı Mart ayında gerçekleştirilen ve yine sadece iktidardaki partinin tek parti olarak katıldığı seçimlerde de oyların %69'unu elde eden Museveni yeniden bu göreve seçilmiştir. 2005 yılında yapılan değişiklik ile o güne kadar yasak olan parti kurma faaliyetleri serbest bırakılmış ve 2006 yılında gerçekleştirilen seçimlerde de ilk defa birden fazla partinin katılımına izin verilmiştir. Bu söz konusu 2006 yılı seçimlerinde yasal olarak iki dönem devlet başkanlığı görevini gerçekleştirdiği için adaylığı mümkün olmayan Museveni, bu durumu çıkartılan yeni bir yasa ile ortadan kaldırarak seçimlere girmiş ve seçimlerde de %59 oy olarak üçüncü dönem için devlet başkanlığı makamına getirilmiştir. Museveni 18 Şubat 2011 tarihinde gerçekleştirilen yeni seçimlerde 25 yıllık iktidarının ardından bir beş yıl daha bu göreve seçilmiştir. Bu seçimlerde Museveni %68,38 oy oranına ulaşırken, rakibi muhalefet partisi lideri olan Kizza Besigye oyların sadece %26,01 alabilmiştir. Ülkede seçimler sakin bir ortamda gerçekleşmiş olsa da, Nisan 2011'de ülkede özellikle muhalefet partisi lideri Besigye'nin gözaltına alınması sonucu çatışmalar yaşanmıştır. Bu beş yıllık sürenin sona ermesi neticesinde 18 Şubat 2016 tarihinde gerçekleştirilen yeni devlet başkanlığı seçimlerinde yeniden aday olan Museveni, bu seçimlerden de başarılı bir şekilde ayrılarak otuz yıllık iktidarına beş yıllık bir yönetim süresini daha ekleme imkânı elde etmiştir. Söz konusu seçimlerde oyların %60,6'sını elde eden Museveni, 2011'de rakibi olan Besigye'nin %35,6'da kalması ile seçimlerin galibi olmuştur. İdari yapılanma. Uganda dört bölgeye ve bölgelere bağlı toplamda 112 ilçeye ayrılmış durumdadır. Bu bölgeler ülke içerisinde herhangi bir idari yapı oluşturmamakta olup, sadece ek bir idari yapıyı ifade etmektedir. 1990'lı yılların ortalarına kadar on ilden ve bu illere bağlı toplam 38 ilçeden oluşan Uganda'da bu yıllardan itibaren daha küçük idari birimler oluşturulmaya başlanmıştır. Uganda'da bu yıllarda il konumunda olan Nile, Northern, Karamoja, Western, Eastern, North Buganda, Busoga, Central, Southern ve South Buganda söz konusu 90'lı yılların sonundan itibaren küçültülerek ilçe sayısı arttırılmıştır. Buna göre 2000 yılında sekiz, 2001 yılında bir, 2002 yılı sonuna kadar 56, 2005/2006 dönemine kadar 24 yeni ilçe oluşturularak 2006 yılı sonunda 80 ilçeye ulaşılmıştır. Haziran 2010 tarihinden bu yana ülke başkent Kampala'nın da içerisinde bulunduğu 112 ilçeden oluşmaktadır. Ülkenin dört bölgesine ait veriler şu şekildedir: Şehir. Uganda, başkent Kampala dışında küçük ölçekli şehirlere sahip olup, başkent hariç sadece Gulu ve Lira 100.000 nüfus sınırını aşmaktadır. <noinclude>
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4422", "len_data": 14002, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.55 }
Vanuatu ya da resmî adıyla Vanuatu Cumhuriyeti, Güney Büyük Okyanus'ta yer alan bir ada ülkesidir. Volkanik kökene sahip olan takımada, Avustralya'nın 1750 km doğusunda, Yeni Kaledonya'nın 500 km kuzeyinde, Fiji'nin batısında, Solomon Adaları'nın güneydoğusunda, Yeni Gine adası yakınlarında bulunur. Vanuatu'nun ilk sakinleri Melanezyalılar idi, Avrupalılar adaları 1606'da Fernandes de Queirós liderliğindeki İspanyol kâşiflerin Espiritu Santo'ya varmasıyla keşfetti. 1880'lerde Fransa ve Birleşik Krallık adalarda hak iddia etti ve 1906'da takımadayı bir Britanya-Fransız Kondominyumu ile, Yeni Hebridler adı altında yönetmek üzere bir antlaşma imzaladılar. 1970'lerde bir bağımsızlık hareketi oldu ve 1980 yılında Vanuatu Cumhuriyeti bağımsızlığına kavuştu. Tarihçe. Vanuatu'nun tarihöncesi dönemi belirsizdir, arkeolojik kanıtlar adaya 4000 yıl kadar önce Avustronezya dillerini konuşan insanların geldiğini gösterir. MÖ 1300-1100 yıllarına tarihlenen çömlek kırıkları bulunmuştur. Vanuatu takımadası Avrupalılar tarafından 1606 yılında Portekizli kâşif Pedro Fernandes de Queirós'un İspanyol İmparatorluğu adına gelip "Espiritu Santo" adasını keşfetmesi ile bulunmuştur. Terra Australis veya Avustralya'ya vardıklarını düşünen kaşifler, ulaştıkları yeri "La Austrialia del Espiritu Santo" (Kutsal Ruhun Güney Toprakları) olarak adlandırdı. 1768'de Louis Antoine de Bougainville adaları yeniden keşfedene kadar Avrupalılar geri dönmediler. 1774'te, Kaptan James Cook, adaları Yeni Hebridler olarak adlandırdı, bu ad bağımsızlığa kadar kullanılmaya devam etti. 1825 yılında tüccar Peter Dillon, Erromango adasında sandal ağacı varlığını keşfetti. Bu, adalara 1830 yılında göçmenler ile Polinezyalı işçiler arasında gerçekleşen bir çatışma ile biten bir göçmen akınını başlattı. 1860'larda, Avustralya, Fiji, Yeni İspanya ve Samana Adları'ndaki sömürgeciler, işçi talebi yüzünden "blackbirding" adını verdikleri bir işçi ticaretini başlattı. Bu ticaretin zirve noktasında, pek çok adanın erkek nüfusunun yarısından fazlası adalar dışında çalışmaktaydı. Parçalar halinde olan kanıtlar, adaların günümüzdeki nüfusun keşif öncesi nüfuslarından büyük oranda daha az olduğunu göstermektedir. 19. yüzyılda Katolik ve Protestan misyonerler adalara geldi. Pamuk üretimi yapmak için arazi arayan yerleşimciler de geldi. Uluslararası pamuk fiyatları çökünce, çiftçiler kahve, kakao, muz ve en başarılısı olan Hindistan cevizine yöneldiler. İlk başlarda, Avustralya'dan gelen Britanyalılar adalarda çoğunluğu oluşturmaktaydı, 1882 yılında Yeni Hebridler Kaledonya Şirketi'nin kurulmasından sonra ise, Fransızlar adaya gelmeye başladı ve yüzyıl sona erdiğinde adalarda Britanyalıların iki katı Fransız nüfus oluştu. Adadaki Fransız ve Britanya çıkarlarının birbirine karışması, adaların iki ülkeden birinin topraklarına katılması isteğini doğurdu; fakat 1906'da Fransa ve Birleşik Krallık adaları birlikte yönetmek üzere anlaştılar. Fransız-Britanya Kondominyumu olarak adlandırılan bu eşsiz yönetim, sadece mahkemelerle birbirine bağlanan iki farklı yönetimden oluşuyordu. Melanezyalıların iki güçten herhangi birinin vatandaşlığına girmesi ise yasaklanmıştı. Coğrafî Yapısı ve İklimi. Avustralya'nın 1750 km doğusunda Yeni Kaledonya'nın 500 km kuzeydoğusunda Fiji'nin batısında ve Solomon Adalarının güneyinde Pasifik Okyanusu'nda (Büyük Okyanus) yer alan adalar grubudur. Vanuatu'nun toplam yüzölçümü yaklaşık 12.274 kilometrekare (4.739 mil kare) olup bunun kara alanı oldukça sınırlıdır (yaklaşık 4.700 kilometrekare veya 1.800 mil kare). Toplam sahil şeridi 2.528 km'dir Adaların çoğu dik yamaçlıdır, toprakları dengesizdir ve kalıcı tatlı su kaynakları çok azdır. 2005 yılında yapılan bir tahmine göre, arazinin yalnızca %9'u tarım için kullanılmaktadır (%7'si kalıcı ekinler, %2'si ise işlenebilir arazi olarak kabul edilmektedir). Kıyı şeridi çoğunlukla kayalıktır, mercan resifleriyle çevrilidir ve kıta sahanlığı bulunmaz, deniz derinliklerine hızla düşüş gösterir. Tropikal iklime sahiptir ve yaklaşık dokuz ay boyunca sıcak ve yağışlı bir hava hakimdir ve siklon olasılığı da bulunmaktadır. Üç ila dört ay ise daha serin ve kuru, güneydoğudan esen rüzgarlarla karakterize edilen bir dönem yaşanır. Su sıcaklığı kışın ile yazın arasında değişir. Nisan ve Eylül ayları arasında serin olan hava, Ekim ayından itibaren daha sıcak ve nemli hale gelir. Günlük sıcaklıklar 20-32 °C (68-90 °F) arasında değişmektedir. Güneydoğu alizeleri Mayıs'tan Ekim'e kadar görülür. Vanuatu'da uzun bir yağış sezonu vardır ve neredeyse her ay önemli miktarda yağış düşer. En yağışlı ve en sıcak aylar Aralık ile Nisan arasındadır ve bu dönem aynı zamanda siklon sezonunu oluşturur. En kurak aylar ise Haziran ile Kasım arasındadır. Yıllık ortalama yağış miktarı yaklaşık olup, kuzey adalarında 'e kadar çıkabilir. WorldRiskIndex 2021'e göre, Vanuatu, dünya genelinde en yüksek afet riski taşıyan ülkeler arasında birinci sırada yer almaktadır. Adaların genelinde dağlar ve volkanik özellikli ovalar yer alır. Ülkenin en yüksek noktası Tabwemasana 1.877 m'dir. Ülke yeraltı kaynakları bakımından fakirdir. Manganez çıkartılır ve işlenerek ihraç edilir. Tropik siklonlar. Mart 2015'te, Siklon Pam, Vanuatu'nun büyük bir kısmını Kategori 5 seviyesinde şiddetli bir tropikal siklon olarak etkiledi ve tüm adalarda ölümlere ve geniş çaplı hasara neden oldu. 17 Mart 2015 itibarıyla Birleşmiş Milletler, resmi ölü sayısının 11 olduğunu (Efate'den altı ve Tanna'dan beş) ve 30 kişinin yaralandığını bildirdi; bu sayıların daha uzak adalardan bilgi geldikçe artması bekleniyordu. Vanuatu arazi bakanı Ralph Regenvanu, "Bu, bildiğimiz kadarıyla Vanuatu'yu etkileyen en kötü felaket" dedi. Nisan 2020'de, Siklon Harold Espritu Santo kasabası Luganville'den geçti ve orada ve en az dört adada büyük maddi hasara yol açtı. Depremler. Vanuatu'da nispeten sık depremler meydana gelmektedir. 1909 ile 2001 yılları arasında gerçekleşen 58 adet 7 veya daha büyük büyüklükteki depremden çok azı incelenmiştir. Kasım 1999'da meydana gelen şiddetli bir deprem ve ardından oluşan tsunami, kuzeydeki Pentecost Adası'nda büyük hasara yol açmış ve binlerce insanı evsiz bırakmıştır. Ocak 2002'de meydana gelen başka bir güçlü deprem, başkent Port Vila ve çevresinde geniş çaplı hasara neden olmuş ve bu depremi de bir tsunamiyle takip edilmiştir. 2 Ağustos 2007'de ise 7.2 büyüklüğünde bir başka deprem meydana gelmiştir. 17 Aralık 2024'te yine Port Villa'da gerçekleşen 7.3 büyüklüğünde bir başka deprem can ve mal kayıpları sebep olmuştur. Halk ve Sosyal Hayat. Vanuatu'nun nüfusu 208,869 (Temmuz 2006 verileri) kişidir. Ülkenin en büyük şehri başkent Port Vila'dır. Nüfusun büyük çoğunluğunu Ni-Vanuatu (%98.5) halkı oluşturmaktadır. Kalan %1.5 oranını ise Yeni Zelandalı ve Avustralyalılar oluşturur. Ülkenin %36,7'si Presbyterian, %15'i Anglikan, %15'i Roma Katolikleri, %7,6'sı yerel dinlere, %19,5'i ise diğer dinlere inanmaktadır. Ülkede, İngilizce ve Fransızca resmi dil olup halkın çoğunluğu yerel dilleri konuşur. Ülkedeki okur-yazar oranı (15 yaş ve üzeri için) nüfusun %74'tür. Yönetim. Ülkenin resmi adı Vanuatu Cumhuriyeti, eski adı Yeni Hebridler'dir. Cumhuriyet ile yönetilmektedir. 30 Temmuz 1980 yılında ülke ortak yönetim olan Fransa ve Birleşik Krallık'tan koparak bağımsızlığını ilan etmiş ve aynı tarihte meclis anayasasını kabul etmiştir. Başkan ve 40 üyeli meclis, 5 yılda bir halk tarafından seçilir. Başkent Port Vila'dır. Toplam 6 bölgede idari edilir. Malampa, Penama, Sanma, Shefa, Tafea, Torba'dır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4423", "len_data": 7491, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.75 }
Yeni Zelanda (, ), Güney Büyük Okyanus'ta bir ada ülkesidir. Güney Yarımkürede, Okyanusya'daki Güney Pasifik adaları arasında, Avustralya'nın yaklaşık 2.000 km güneydoğusunda yer almaktadır. Başlıca iki büyük ("North Island" ve "South Island") ve 700'den fazla küçük adadan oluşur. Toplamda 268.021 kilometrekarelik bir yüz ölçümüne sahiptir. Bölgedeki tektonik hareketler ve volkanik olaylar nedeniyle Yeni Zelanda birçok yüksek dağa sahiptir. Yeni Zelanda'nın başkenti Wellington ve en büyük şehri Auckland'dır. Uzak olmaları sebebiyle Yeni Zelanda adaları insanlar tarafından yerleşilen en son büyük kara parçalarından biridir. 1280 ile 1350 yılları arasında Polinezyalılar tarafından yerleşilmeye başlanan adalar özel bir Maori kültürü geliştirmeye başlamıştır. Adaları keşfeden ilk avrupalı 1642 yılında Abel Tasman isimli Hollandalı olmuştur. Etimoloji. 1642'te Yeni Zelanda'ya ilk ayak basan Avrupalı, Hollandalı kaşif Abel Tasman'dır, Jacob Le Maire'in Güney Amerika'nın güney ucunda gördüğü Isla de los Estados'un bir parçası olduklarına inanarak adalara Staten Land adını verdi. Hendrik Brouwer 1643 yılında Güney Amerika topraklarının küçük bir ada olduğunu kanıtladı ve Hollandalı Haritacılar daha sonra Tasman'ın keşfine Hollanda'nın Zelanda ("Zeeland") şehrine atfen Latince Nova Zeelandia adını verdiler. Bu ad daha sonra Yeni Zelanda olarak İngilizceleştirilmiştir. Bu, Maoricede Nu Tireni olarak yazılmıştır (Te Tiriti o Waitangi'de Nu Tirani olarak yazılır). 1834 yılında Maoricede yazılan ve "He Wakaputanga o te Rangatiratanga o Nu Tireni" başlığını taşıyan bir belge İngilizceye çevrilerek Yeni Zelanda Bağımsızlık Bildirgesi haline gelmiştir. Yeni Zelanda Birleşik Kabileleri Te W(h)akaminenga o Nga Rangatiratanga o Nga Hapu o Nu Tireni tarafından hazırlanmış bildirge, Yeni Zelanda Birleşik Kabileleri'nin (United Tribes of New Zealand) bildirgesini zaten kabul etmiş olan ve Lord Glenelg'in bir mektubuyla bildirgeyi tanıyan Kral IV. William'a bir kopyası gönderilmiştir. Aotearoa "(Maorice de; [aɔˈtɛaɾɔa] olarak ve İngilizce de; /ˌaʊtɛəˈroʊ.ə/ telaffuz edilir. Genellikle 'Uzun Beyaz Bulut Ülkesi' olarak çevrilir.)" Yeni Zelanda için kullanılan güncel Maorice adıdır. Avrupalılar gelmeden önce Maorilerin ülkenin tamamına verdikleri bir isim olup olmadığı bilinmemektedir; Aotearoa başlangıçta sadece Kuzey Adası'nı ifade etmekteydi. Maoricede Yeni Zelanda'ya "Aotearoa" denir. Açılımları "Ao" bulut, şafak, gündüz ya da dünya anlamına, "tea" beyaz, açık ya da parlak anlamına ve "roa" uzun anlamına gelmektedir. Tarihçe. Yeni Zelanda'ya ilk kez 1000 yıl önce Polinezyalı Maoriler yerleşmiştir. Maoriler iyi örgütlenmiş, kan bağı ile gelen şefler ve güçlü rahipler tarafından yönetilen bir kabiledir. Adaya ilk ayak basan Avrupalı, 1642 yılında Hollandalı Abel Tasman olmuştur. Ancak Kaptan James Cook'un 1769 ve 1779'daki gezilerine kadar adalar herhangi bir yönetime bağlı kalmamış ve keşfedilmemiştir. İngiliz göçmenler, 1840 yılında İngiliz hakimiyeti kurulunca adaya yerleşmeye başlamışlardır. Wellington bu tarihten sonra kurulmuştur. Yeni Zelanda'ya 1852 yılında kendi hükûmeti tahsis edilmiştir ve sonraki yüzyılda ülke yatırım, iletişim ve tarımsal üretimde hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Yeni Zelanda adı Hollandalı kartograflar tarafından, Hollanda'da bulunan Zealand adasına ithafen konulmuştur ve ülkenin yerlileri olan Maorilerin kendi dillerinde Aotearoa yani Uzun Beyaz Bulut Ülkesi olarak isimlendirilir. 1769-1779 yılları arasında ülkeyi 4 kez ziyaret eden İngiliz kâşif James Cook tarafından şimdiki ismi New Zealand olarak adlandırılmıştır. İngiliz Kraliyeti, 1840'ta Maori şefleri ile Waitangi anlaşmasını yaparak Yeni Zelanda'yı İmparatorluğu'nun kolonisi olarak ilan etmiştir. Yönetim ve politika. Yeni Zelanda meşruti monarşi ve parlamenter demokrasi ile yönetilmektedir. III. Charles, Yeni Zelanda Kralı ve dolayısıyla devlet başkanıdır. Başbakan Christopher Luxon, Genel Vali ise Cindy Kiro'dur. Kiro, göreve gelmiş ilk Maori kökenli kadın validir. İklim. Yeni Zelanda'nın Güney Yarımküre'de veya ekvatorun güneyinde olması, mevsimlerin kuzey yarım küredekilerin tam tersi olması anlamına gelir. Yazın en sıcak ayları ocak ve şubat olup en soğuk aylar haziran ve temmuzdur. Genellikle ılıman bir iklime sahip olup, ülkenin kuzey kesimleri subtropikal iklimin etkisi altındadır. Kışın, Güney Ada'nın (South Island) iç kesimleri -10 dereceye kadar inerken, Okyanus kıyıları daha yumuşak ve yağışlı bir iklime sahiptir. Yazları 20-33 dereceler arasında olup oldukça da güneşlidir. Demografi. 2019 yılının Aralık ayındaki sayıma göre Yeni Zelanda'da 4.951.500 kişi yaşamaktadır. Kuzey Adası, Güney Adası'ndan daha küçük olmasına rağmen bu adada daha çok kişi yaşar. Ülke nüfusunun çoğunluğunu Avrupa kökenliler oluşturur Yeni Zelanda'nın yerli halkı Maoriler ise nüfusun %14,9'unu oluşturmaktadır. Yeni Zelanda halkı kendilerini Yeni Zelanda'da yaşayan uçamayan bir ulusal kuş olan Kivi olarak adlandırmaktadır. Din. Ülkede baskın inanç bulunmamaktadır. 2018 nüfus sayımına göre halkın %48,59'u kendini herhangi bir dine mensup görmemektedir. 2001 nüfus sayımından bu yana kendini Hristiyan olarak gören Yeni Zelandalıların oranı azalmaktadır. Nüfus sayımının verilerine göre diğer azınlık dinleri Hinduizm, Budizm, İslam ve Sihizm'dir. Kültür. Başkenti Wellington olan Yeni Zelanda kar kaplı dağ manzaraları ile bilinen bir ülkedir. En büyük ve en kozmopolit şehri Auckland'dır. Sinemada Yüzüklerin Efendisi film üçlemesi ile 200.000.000 $ ek gelir kazanmıştır. Peter Jackson'ın yönettiği filmler Almanya, ABD ve Yeni Zelanda'da çekilmiştir. Ekonomi. Yeni Zelanda oldukça gelişmiş bir serbest piyasa ekonomisine sahiptir. Gayri safi yurt içi hasılaya göre 52. en büyük ekonomiye sahip olan ülke, satın alma gücü paritesi bakımından ise 63. en büyük ekonomidir. 5 milyon nüfusa göre oldukça büyük bir ekonomisi olan ülkede kişi başına 42,084 Amerikan doları düşer. Ülke ekonomisi dünyadaki en küreselleşmiş ekonomilerden biridir ve genel olarak Avustralya, Kanada, Çin, Avrupa Birliği, Japonya, Singapur, Güney Kore ve ABD ile yaptığı ticarete dayanır. Yeni Zelanda ekonomisi 2013 itibarıyla toplam GYSİH'sinin %63'üne denk gelen oldukça büyük bir hizmet sektörüne sahiptir. Alüminyum, gıda, metal, ahşap ve kağıt endüstrileri ülkenin başlıca sanayi kalemlerini oluştururlar. Birincil sektör ülkenin GSYİH'sinin %6,5'ini oluşturmasına rağmen ihracatı domine eder. Bilgi teknolojileri sektörü de hızla büyüyen sektörler arasındadır. Yeni Zelanda para birimi olan Yeni Zelanda doları (halk arasındaki adı Kiwi doları) dört Pasifik ada bölgesinde de kullanılır. Yeni Zelanda doları dünyanın en çok takas edilen 10. para birimidir. Yeni Zelanda, Transparency International 2013 Yolsuzluk Algısı Endeksi'nde, Danimarka ile birlikte 100 üzerinden 91 puanla birinci sırada yer almıştır (0 puan = yüksek yolsuzluk, 100 puan = temiz). The Legatum Institute 2016 Dünya refah düzeyi araştırması sonucuna göre Yeni Zelanda Dünyada refah düzeyi en yüksek ülke olarak 1. sırada yer almıştır. İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde 14. sırada yer almaktadır. Ticaret. Yeni Zelanda ekonomisi büyük oranda uluslararası ticarete dayanır. İhracatın toplam üretimin %24'üne karşılık gelmesi, ülkeyi küresel yavaşlamalara karşı savunmasız hale getirir. Gıda ürünleri %55'le ülke ihracatında ilk sırayı alır. Ahşap ürünleri ise %7 ile ikinci sıradadır. Turizm GYSİH'ye 12,9 milyar dolar katkıda bulunur ve iş gücünün %7,5'ini oluşturarak önemli bir rol oynar. Altyapı. 2015 yılında Yeni Zelanda'nın enerji ihtiyacının %40,1'i yenilenebilir enerjiden karşılandı. Ülkenin elektrik üretiminin büyük bir kısmı Waikato, Waitaki ve Clutha nehirleri üzerindeki hidroelektrik santrallerinde yapıldı. Yeni Zelanda'nın ulaşım ağı 94,000 kilometre otoyol ve 4,128 kilometre demiryolu hatlarından oluşur. Çoğu büyük yerleşim yeri birbirine otobüs seferleriyle bağlı olmasına rağmen başlıca ulaşım tercihi özel araçtır. 1993'te özelleştirilen fakat 2004 ile 2008 arasında yeniden millileştirilen demiryolları ise tüm ülkeyi kaplar ve yolcudan ziyade yük taşımacılığında kullanılır. İki adadaki otoyollar ve demiryolları birbirlerine Wellington ve Picton arasındaki feribot seferleriyle bağlanır. Yeni Zelanda'nın altı uluslararası havaalanı vardır fakat yalnızca Auckland ve Christchurch havaalanları Avustralya ve Fiji dışındaki ülkelerle bağlantılıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4424", "len_data": 8362, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.7 }
Zambiya ya da resmî adıyla Zambiya Cumhuriyeti, Afrika kıtasının güney bölümünde denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Ülke Zambiya ismi ile bağımsızlığını kazanmadan önce Kuzey Rodezya adı ile 1924'ten 1964 yılına kadar Birleşik Krallık sömürgesi olmuş ve bu tarihten sonra da Birleşik Krallık'ın himayesi altına girmiştir. Ülkenin Angola, Kongo DC, Tanzanya, Malavi, Mozambik, Zimbabve, Namibya ve Botsvana'ya sınırı bulunmaktadır. Ülkenin ismi Zambezi nehrinden oluşturulmuştur. Zambiya, 24 Ekim 1964 tarihinde Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazanmıştır. Ülkenin başkenti Lusaka'dır. Ülke ismi. Ülkenin ismi Afrika kıtasının dördüncü büyük nehri olan ve çıkış noktası Zambiya olan ve ülkenin doğu kısımlarında geçen ve Zimbabve ile sınır bölgesini oluşturan Zambezi nehrinden esinlenerek konulmuştur. Coğrafya. Ülkenin toplamda var olan 5.664 km sınırının 1.110 km'si Angola, 1.930 km'si Demokratik Kongo Cumhuriyeti, 837 km'si Malavi, 419 km'si Mozambik, 233 km'si Namibya, 338 km'si Tanzanya, 797 km'si Zimbabve devleti ile oluşmaktadır. Ayrıca dünya üzerinde tek dörtgen sınır bölgesinde ülkenin Botsvana ile bağlantısını sağlayan ve metrelerle ifade edilen sınır çizgisi tartışmalıdır. Söz konusu sınıra bağlantısı olan Botsvana, Zambiya, Zimbabve ve Namibya ülkelerinin sınır anlaşmaları ile sınırlarına karşılıklı olarak resmîyet kazandırmadıkları için kabul görmeyen bir sınır noktası konumunda olan bu bölge belirsizliğini korumaktadır. Zambiya sahip olduğu 752.614 km² alan ile dünyanın en büyük 39. ülkesi konumunda bulunmaktadır. Bu alanlardan birçoğu 1.000 ila 1.400 m yükseklikte bulunan doğal yaylalardan oluşmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını Malavi sınırında bulunan Mafinga Hills'de bulunan Mafinga noktası oluşturmakta olup, bu nokta deniz seviyesinden 2.300 m yükseklikte bulunmaktadır. Zambezi nehrinin kollarının da bulunduğu ülkenin batı kesiminde alçak düzeyde Kalahari Çölü'nün kumulları bulunmakta olup, bu kumullar güneye doğru giderek azalmaktadır. İklim. Ülke genelinde hafif tropikal iklim hakim olup, yüksekliğe bağlı olarak sıcaklık değerleri ölçülmektedir. Ülkede üç mevsim yaşanmakta olup bu mevsimler şu şekildedir: Ülke genelinde hakim olan bitki örtüsü savan olarak adlandırılan geniş çayırlık alanlardır. Ülkenin kuzey bölgesinden doğan Zambezi Nehri, ülkenin güney kesiminde komşuları olan Namibya, Botsvana ve Zimbabve ile sınır çizgisini oluşturmaktadır. Ülke 1.000 m yükseklikteki bir plato üzerinde bulunduğu için ülke genelinde çok sayıda büyüklü küçüklü şelale mevcuttur. Şelaler içerisinde en meşhur olanı ise Zambezi nehrinden oluşan Victoria Şelalesi'dir. Nüfus. Zambiya'da nüfusun neredeyse tamamını, %98'ini, siyahi Afrikalı halk oluşturmaktadır. Bu grubun %99'unu da Bantu etnik grubuna mensup gruplar oluşturmaktadır. Bu grup içerisinde ve böylelikle ülkenin genelinde var olan en önemli grup ise toplumun %34'ünü oluşturan Bemba etnik grubudur. Ülke genelinde %14'lük bir paya sahip olan Rotse etnik grubu ise özellikle güney bölgelerde yaşamaktadır. Zambiya'da görev yapan birçok siyaset ve ticaret ile uğraşan kişiler bu etnik grubunun üyesidir. Ülkenin güneyinde konuşlanan bir başka grup ise ülke genelinin %16'sını oluşturan Tonga etnik grubudur. Avrupalı göçmenlerin ülke nüfusu içerisindeki oranları ise sadece %1,2 dolayındadır. Zambiya genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %65,77'si 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %2,27'si 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %45.74 (erkek 4,005,134/kadın 3,964,969) 15-24 yaş: %20.03 (erkek 1,744,843/kadın 1,746,561) 25-54 yaş: %28.96 (erkek 2,539,697/kadın 2,506,724) 55-64 yaş: %3.01 (erkek 242,993/kadın 280,804) 65 yaş ve üzeri: %2.27 (erkek 173,582/kadın 221,316) Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %45,8 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %2,90 düzeyindedir. Dil. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu oluşturan Bantu etnik grupları nedeniyle ülkede en çok konuşulan diller Bantu dilleridir. Ülkenin resmî dili İngilizce olmasına rağmen, ülke içerisinde 40'tan fazla dil konuşulmaktadır. Chewa dili ve Bemba dili ülkede yaygın bir şekilde konuşulan dillerdir. Ülke genelinde 3.300.000 kişi, yani nüfusun %36'sı Bemba dilini konuşurken, 800.000'den fazla kişi de Chewa dilini konuşmaktadır. Chewa dili aynı şekilde ülkenin başkentinde de konuşulan diller arasındadır. Bu iki dilin haricinde ChiTonga dili de bir milyona yakın kişi tarafından konuşulabilmektedir. Din. Zambiya Afrika Hristiyanlığının resmi din olduğu tek ülkedir. Hristiyanlık ülke genelinde en yaygın olan dindir. Ülke nüfusunun %95'i bu dine inanmaktadır. Protestanlar %75 Katolikler %20 oranında İslam dinine inanlar %3 yerel dinlere inanlarda %2 civarındadır Sağlık. Zambiya, dünya genelinde en çok HIV vakasının yaşandığı ülkelerin başında gelmektedir. Bu sebepten dolayı ülke genelinde yaş ortalaması 60 yaşından (1990 verileri), kadınlarda 37, erkeklerde ise 38 yaşına kadar düşmüş konumdadır. 2011 verilerine göre ülkede bir milyona yakın AIDS hastası bulunmaktadır. Bu hastalık nedeniyle 2006 verilerine göre 750.000 dolayında AIDS nedeniyle ailesini kaybeden yetim çocuk bulunmakta olup, bu sayının yakın bir gelecekte ülkedeki çocuk nüfusunun %20'sine denk gelen bir milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Eğitim. Ülke genelinde okula gitme zorunluluğu bulunmamaktadır. Nüfus genelinde okuma yazma bilmeme oranı özellikle kadınlar arasında yaygın bir durumdur. Tarih. Ülkenin, Kuzey Rodezya olarak Birleşik Krallık himayesinde bir bölge iken başkanlık makamına seçilen Kenneth Kaunda, bağımsızlığın kazanılması ile bağımsız ülkenin de ilk devlet başkanı olmuştur. Yönetimde olduğu süre içerisinde rüşvet başta olmak üzere birçok olumsuzlukta artış görülmüş, bunların engellenmesi yolunda önemli adımlar atılmamıştır. 1973 yılında yasa değişikliği ile ilgili yaşanan gelişmeler neticesinde ülke içerisinde oluşan olumsuzluklar, Kaunda tarafından tek partili sisteme geçişin açıklanması ile noktalanmış, böylece ülkede kendisine karşı oluşabilecek muhalif bir oluşumu engellemiştir. Uluslararası baskılar neticesinde 1990 yılında çok partili ilk demokratik seçimlere izin veren Kaunda, 1991 yılında yapılan seçimlerler devlet başkanlığı görevini Frederick Chiluba'ya bırakmak durumunda kalmıştır. 2002 ve 2006 yılında gerçekleştirilen ancak bağımsız gözlemciler tarafından olumsuzluklar ifade edilen seçimlerde Levy Mwanawasa devlet başkanlığı görevini üstlenmiştir. Mwanawasa'nın Ağustos 2008 yılında hayatını kaybetmesi neticesinde geçici devlet başkanı olarak görevi üstlenen Rupiah Banda, Ekim 2008 tarihinde yapılan erken seçimlerde oyların çoğunu kazanarak bu göreve resmî olarak seçilmiştir. Son olarak 2011 yılında gerçekleştirilen seçimlerde, bir önceki seçimde Banda'ya karşı kaybeden muhalefet lideri Michael Sata, Banda'ya karşı bu seçimleri kazanarak ülkenin yeni devlet başkanı olmuştur. İdari yapılanma. Zambiya kendi içerisinde on ilden oluşmaktadır. 2011 yılına kadar dokuz olan il sayısı, o tarihte oluşturulan Muchinga ili ile ona çıkarılmıştır. Bu on il kendi içerisinde ayrıca 105 ilçeye ayrılmış bir konumdadır. Şehir. Zambiya'da kentsel yığılımın en fazla olduğu yer başkent Lusaka'dır. Başkentte 2010 resmî verilerine göre 1.742.979 kişi şehir merkezinde olmak üzere tüm Lusaka bölgesinde 2.198.996 kişi yaşamaktadır. Bu nüfus sayısı ile başkent çevresinde ülke nüfusunun %20'si yaşamaktadır. Ülkenin en büyük beş şehri nüfus bilgileri ile şu şekildedir: Lusaka (1.742.979), Kitwe (504.194), Ndola (455.194), Kabwe (202.914) ve Chingola (179.658) Ekonomi. Zambiya dünya genelinde önde gelen bakır ihracatı gerçekleştiren ülkelerden bir tanesi konumundadır. 2000 yılında yapılan yatırımlar ile bakır ihracı 550.000 tona kadar çıkmış bir konumdadır. Bu oran ile ihracat %80 artış bir konumda bulunmaktadır. 2004 yılından günümüze kadar Zambiya ekonomisi ortalama %5,2 büyüme göstermiştir. Tüm bu ekonomik verilere rağmen Zambiya dünya üzerinden en az gelişmiş ve en fakir ülkelerden biri olarak sayılmaktadır. 2003 verilerine göre nüfusun %64'ü günlük 1 Dolar'dan daha az bir kazanç ile yaşamını idame ettirmektedir. Ülke nüfusunun %80'i tarım ile uğraşmaktadır. Başta bakır ve kobalt sektöründe olmak üzere nüfusun %14'ü ise madencilik ile uğraşmaktadır. Bakır endüstrisi ülkenin en önemli gelir kaynaklarını oluşturmakta olup, özellikle bakır ve kobalt ihracatın %75'ine denk gelmektedir. 1969 yılında 750.000 ton düzeyinde olan bakır çıkarımı, sektörde oluşan problemler nedeniyle 1999 yılında 260.000 tona kadar gerilemiş, bakır piyasasında da ücretlerin düşmesi ile daha da problemli bir sektör haline gelmiştir. Bu oranlar ile bakır üretiminde %2,1 ile dünya genelinde bakır üreten ülkeler arasında 12. sıraya kadar gerileyen Zambiya, 2005 yılında bakır piyasasında bakırın değerinin artması ile yeniden ivme kazandırdığı bakır üretimi ile 550.000 ton üretime kadar çıkmıştır. Günümüzde Zambiya genelinde 37.000 kişi madencilik sektöründe çalışmaktadır. İhracat. Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini bakır, kobalt, elektrik, tütün, çiçek ve pamuk oluşturmaktadır. Ülkenin 2016 verilerine göre ihracat yaptığı ilk altı ülke şu şekildedir: İsviçre %39.4 <br> Çin %18 <br> Kongo DC %6.7 <br> Güney Afrika Cumhuriyeti %6.4 <br> Birleşik Arap Emirlikleri %6 <br> Singapur %5.6 İthalat. Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini makine ve ekipmanları, petrol ürünleri, gübre, gıda ürünleri ve ulaşım araçları oluşturmaktadır. Ülkenin 2016 verilerine göre ithalat yaptığı ilk yedi ülke şu şekildedir: Güney Afrika Cumhuriyeti %31.2 <br> Kongo DC %12.3 <br> Kuveyt %8.1 <br> Çin %7.6 <br> Mauritius %4.4 <br> Birleşik Arap Emirlikleri %4.2 <br> Hindistan %4 Ulaşım. Ülke genelinde var olan önemli bölge ve ana yolları şu şekildedir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4425", "len_data": 9805, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.35 }
MIPS, Microprocessor without Interlocked Pipeline Stages, MIPS teknolojileri adlı firma tarafından 1985 yılında geliştirilmiş indirgenmiş komut kümesi türü bir mikroişlemci mimarisidir. İndirgenmiş komut kümeli bilgisayar terimini ilk kullanan bilgisayar MIPS'dir. Her komut aynı boyuttadır ve komut bilgisayar donanımı tarafından kolayca çözülebilir. Intel x86 ise karmaşık komut kümeli bilgisayar sayılır. Komutların boyutları farklıdır ve komutları çözebilmek için bilgisayar donanımına gömülmüş programlar (microcode) gereklidir. RISC yapısından ötürü tasarımı çok temiz ve basittir. Sistem karmaşık işlemleri destekleyen yapılar yaratmaktansa sık yapılan basit işlemleri iyileştirme üzerine kuruludur. Bu tasarım avantajından dolayı üniversitelerdeki bilgisayar mimarisi derslerinde genellikle MIPS mimarisi okutulur. Yine basit ve sağlam tasarımından ötürü çoğu modern mikroişlemci mimarisi (IBM/Motorola PowerPC, DEC, ARM) MIPS mimarisinden esinlenerek geliştirilmiştir. 1990 itibarıyla üretilen her üç RISC işlemciden birinin MIPS mimarisinde olduğu tahmin edilmektedir. İlk MIPS tasarımları 32 bit, daha yeni tasarımlar ise 64 bittir. MIPS mimarisi SGI bilgisayarlarından gömülü sistemlere kadar geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Günümüz itibarıyla Nintendo 64, Sony PlayStation, Sony PlayStation 2 ve Sony PSP MIPS mimarisi ile çalışan işlemcilere sahiptirler. Yazmaçlar. MIPS 32 işlemcisinin parçaları: MIPS Assembly Dili. MIPS assembly diğer Assembly'lere göre çok daha kullanışlı ve basittir. Intel 80x86 assembly dilinin karmaşık yapısına kıyasla tasarımı takip eden, mantıklı bir yapıdadır. Yorumlar. Assembly kodunda yorumlar # karakterinden sonra başlar ve sıra sonuna kadar devam eder. # Bu bir yorumdur # Bu da yeni bir sırada yer alan yorumdur Etiketler. Etiketler kodun bir sırasını işaretler ve sonra bu sıraya yeniden dönülmesini sağlar. loop: blt $a0, 1, end # loop etiketi tanımlanıyor mul $v0, $v0, $a0 sub $a0, $a0, 1 b loop # loop etiketi çağrılıyor Komutlar. Her komut bir sıra alır. # Eksiltme komutu (sub) # $a0 = $a0 - 1 sub $a0, $a0, 1 İşlem kodu. İşlem kodu komut türünü tanımlar. # Komut türü = blt (branch if less than) blt $a0, 1, end # Eğer $a0 yazmacında bulunan sayı # 1'den az ise end etiketine atla Register. Merkezi İşlem Biriminde bulunan, belli sayıdaki hızlı saklama aygıtları end: j $ra # $ra bir yazmaçtır SPIM Simulatörü. MIPS R2000 mimarisinin ücretsiz dağıtılan simulatörü SPIM, Unix, MS Windows ve Macintosh OS X altında kolayca kullanılabilen bir yazılımdır. MIPS Yapısı. İlk MIPS(Microprocessor without Interlockes Pipeline Stage) mimarileri 32-bit olarak gerçekleştirilmiştir (genellikle 32-bit geniş yazmaçlar ve veriyolları). Daha sonraki versiyonları ise 64-bit olarak tasarlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Öncekileriyle uyumlu 5 tane düzeltilmiş MIPS komut kümesi tanımlanır. Bunlar MIPS I, MIPS II, MIPS III, MIPS IV ve MIPS 32/64'tür. Geçmişi. 1981 yılında Stanford Üniversitesinde John L. Hennessy ilk MIPS işlemcisinin nasıl olması gerektiği konusunda çalışmalarına başlamıştır. Temel düşünce, performansı, komut boru hatlarını kullanarak etkileyici bir biçimde artırmaktı, ama bunu gerçekleştirmek zordu. Genellikle bir boru hattı görevi birçok adımda gerçekleştirir ve bunu birçok adıma yayar, bir önceki komut tamamlanmadan, bir komutun "birinci adım"dan başlayarak onu çalıştırır. Buna karşı, o dönemin geleneksel tasarımlarında bir sonraki komuta geçilmeden, bir önceki işletilen komutun tamamlanması beklenir. Boru hattı uygulamasında karşılaşılan en büyük engel, komutların birbirine bağlanma (interlock) işleminin kurulmasındaki zorluktu. Ayrıca bu çok zaman alan bir işlemdi ve gelecekte yapılacak olan hız geliştirmeleri çalışmaları için büyük engel teşkil ediyordu. MIPS tasarımlarının görülen en önemli kısmı, bütün komutların bir döngü süresi içerisinde tamamlanmasıdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi, birbirine bağlanma işlemi gereksinimlerini ortadan kaldırmakla olur. Bu tasarım birçok kullanışlı komutları ortadan kaldırmasına rağmen, sistemin geneline baktığımızda, sistemin performansını etkileyici bir biçimde geliştirmiştir. Çünkü çipler çok yüksek saat hızlarında(oranlarında) çalışmaktadır. Bazı komutların ortadan kalkması tartışılan bir konu olmuştur. Çoğu gözlemler bu tasarımın canlılığını koruyamayacağını iddia ediyorlardı. Eğer basit bir komut, basit eklemlerle karmaşık birçok komutla değiştirilecekse hızın nerede artacağı sorusu akla geliyor. Bu tamamıyla basit çözümlemelerle göz ardı edilebilir, tasarımın hızı komutlarla değil boru hatları unsuruyla gerçekleşir. 1984 yılında Hennessy tasarımın gelecekteki ticari potansiyeli hakkında ikna edildi.1985 yılında ilk MIPS tasarımı olan R2000 çıktı. Bu tasarım biraz daha geliştirilerek 1988 yılında R3000 yapıldı. Firmanın esas oluşmasını 32 bitlik R2000 ve R3000 oluşturuyordu. 1991 yılında MIPS ilk 64-bit mikroişlemcili piyasaya çıkardı,R4000. MIPS pazara girene kadar bazı finansal zorluklarla karşılaştı. Bu yeni tasarım SGI için çok önemliydi, çünkü SGI MIPS'in en önemli müşterilerinden birisiydi ve 1992 yılında SGI tamamıyla MIPS'i satın aldı. CPU Ailesi. MIPS'in ilk ticari CPU modeli R2000 1985 yılında ilan edildi. R2000 bölme ve çarpma komutlarına birçok döngü ekledi, bunlar çipin üzerindeki birimlerden bağımsızdı. Bu birimlerden işletilen çekirdeğe yeni komutların düzeltilmiş sonuçları eklendi. Bu düzeltilen komutlar birbirine bağlandı. R2000 ayrıca 4 tane işlemciyi de destekliyordu, bunlardan bir tanesi Merkezi İşlem Birimi'nin (CPU) içine monte edildi. Diğer 3 işlemci ise başka amaçlar için ayrıldı. R3000 modeli 1988 yılında R2000’i takip etti, bu model çok işlemcili uygulamalar için önbellek tutarlılığı “cache coherency" desteğinin yanı sıra komutlar ve veri için 32 kB (bu kısa bir süre sonra 64 KB'a yükseltildi ) önbellek özelliği getirmişti. R3000’in çok işlemcili uygulamalara destek konusunda bazı eksiklikleri olmasına rağmen, bu eksiklikler yine de bazı başarılı çok işlemcili tasarımların parçası haline gelmesine engel olmadı.R3000’in, çağın CPU’ları arasında çok rastlanan bir özellik tümleşik bir de olarak MMU’su vardı. R3000 pazardaki ilk başarılı MIPS tasarımı idi ve bir milyon adetten fazla üretildi. R3000A, son derece başarılı bir ürün olan Sony PlayStation’da kullanıldı. Bu üründe kullanılan, 40 MHz hızda çalışarak 32 VUP performans sağlayan hızı artırılmış bir versiyondu. R2000 gibi, R3000 de R3010 FPU ile çiftlendirilmişti. Pacemips R3400’ü üretirken IDT R3500’ü üretti. Bunların her ikisi de aynı yonga üzerinde R3010 fpu’ya sahip birer R3000 idiler. Toshiba'nın R3900’ü ise Windows CE tabanlı ilk Cep Bilgisayarları “Handheld PC” için gerçekte üretilen ilk SoC idi. R4000 serisi, 1991'de piyasaya çıkartıldı ve MIPS komut serisini tam 64 - bit mimarisine genişletti, tek yongalı bir sistem yaratmak için FPU'yu ana zar üzerine taşıdı ve radikal derecede yüksek bir dahili saat besleme hızında çalıştı (100 MHz olarak tanıtılmıştı ). Fakat belirtilen bu saat besleme hızına erişebilmek için önbellekler 8 KB'ye indirilmişti ve erişim için üç çevrim tamamlanması gerekiyordu. Yüksek işletim frekanslarına ulaşılması için derin boru hattı “deep pipelining” (o zamanlar süper boru hattı diye adlandırılıyordu ) adında bir teknik kullanılması gerekiyordu. R4000’in piyasaya sürülmesinin hemen ardından daha geliştirilmiş versiyonları takip etti. Bunların arasında bulunan, 1993 yılında piyasaya çıkan R4400’ün 16 KB önbelleği bulunuyordu, R4400 64 – bit ile büyük ölçüde hatasız çalışıyordu ve ilave edilebilecek bir başka 1 MB’lik harici ( seviye 2 ) önbellek için bir kontrol birimine sahipti. Artık SGI’nın MTI adındaki bir bölümü olarak işlev yapan MIPS, daha düşük maliyetli R4200’ü daha sonra da bundan da daha düşük maliyetli R4300’ü piyasaya çıkarttı. R4300 32 – bitlik veriyoluuna sahip bir R4200 idi. Nintendo 64 düşük maliyetli MIPS R4300i[1] üzerine kurulmuş bir CPU olan NEC VR4300 kullanıyordu. Kuantum Etkisi Cihazları “Quantum Effect Devices” (QED); MIPS'den ayrılan bir grup ayrı bir şirket kurarak R4600 "Orion", R4700 "Orion", R4650 ve R5000’i tasarladı. Bunlardan R4000 saat besleme frekansını arttırırken önbellek kapasitesini feda etti, QED tasarımları sadece iki çevrimde erişilebilen ve silikon alanların daha verimli kullanılmasına olanak tanıyan büyük önbellek kapasitelerine önem veriyordu. R4600 ve R4700 SGI Indy iş istasyonunun düşük maliyetli versiyonlarında ve 36x0 and 7x00-serisi yönlendiriciler gibi MIPS tabanlı ilk Cisco yönlendiricilerinde kullanılıyordu. R4650 orijinal WebTV kutularında ( şimdi Microsoft Tv ) kullanılıyordu. R5000 FPU’nun R4000’e kıyasla daha esnek tekli hassas kayan - nokta çizelgeleme yeteneği vardı ve bunun sonucunda R5000 tabanlı SGI’ye sahip Indy’ler kendilerinde kullanılanın aynı saat beslemesine ve grafik donanımına sahip R4000’ler kullanılan Indy’lere kıyasla çok daha yüksek bir grafik performansına erişiyordu. SGI, eski grafik kartını R5000 ile birleştirince elde edilen gelişmeyi vurgulamak için karta yeni bir isim koydu. QED daha sonra ağ oluşturma ve lazer yazıcılar gibi gömülü pazarlar için RM7000 ve RM9000 ailesi cihazları geliştirdi. QED Ağustos 2000 tarihinde PMC-Sierra adında bir şirket tarafından satın alındı. Satın alımı yapan şirket MIPS mimarisine yatırım yapmaya devam etti. R8000 (1994) ilk süper ölçekli “superscalar” MIPS tasarımıydı, her çevrimde iki adet ALU ve iki adet hafıza işlemini gerçekleştirebiliyordu. Tasarım altı adet yonga üzerine yayılmıştı: bir tam sayı ünitesi (16 KB komut ve 16 KB L1 veri önbelleği olan), bir kayan nokta ünitesi, üç adet tamamen isteğe bağlı kullanılan ikincil önbellek yönlendirme RAM’i (ikisi ikincil önbellek erişimi için, biri veriyolu trafik gözetlemesi için) ve bir adet önbellek kontrol birimi ASIC. Tasarım tam anlamıyla boru hatlı iki adet çarpma – toplama birimine sahipti, bunlar yonga dışındaki 4MB’lik ikincil önbellekten veri aktarımı sağlıyordu. R8000’ler 1990’lı yıllarda SGI’nın Power Challenge serisi sunucularında, daha sonra da Power Indigo2 iş istasyonlarında kullanıldılar. Yüksek FPU performansı bilimsel uygulamalara oldukça uygun olmasına rağmen tam sayı işleme konusundaki kısıtlı performansı ve yüksek maliyeti pek çok kullanıcının hevesini kırdığından R8000 pazarda ancak bir yıl kadar tutunabildi, artık piyasada çok az sayıda R8000 bulunabiliyor. 1995, R10000 piyasaya çıktı. Bu işlemci tek yongalı bir tasarıma sahipti, R8000’den daha yüksek bir saat besleme hızında çalışıyordu ve daha büyük bir 32 KB birincil komut ile veri önbelleğine sahipti. Aynı zamanda süper ölçekliydi, fakat getirdiği asıl yenilik sıra dışı işleyişindeydi. Tek bir hafıza boru hattı ve daha basit bir FPU kullanıldığında bile çok büyük tam sayı performansına, düşük maliyetlere ve yüksek yoğunluğa ulaşıyor olması R10000’in çok geniş bir müşteri tarafından tercih edilmesini sağladı. Son zamanlarda geliştirilen tasarımların hepsi R10000 çekirdeği üzerine kurulmaktadır. R12000 kullanılmaya başlandığında yongayı küçültüp üretimi geliştirirken daha yüksek saat besleme hızlarında çalışılabilmesine olanak tanıdı. R12000 daha geliştirilerek üretilen R14000 daha yüksek saat hızlarına olanak tanırken yonga dışındaki önbellekte “cache”, DDR SRAM için ilave destek ve 200 MHz’de daha iyi saat besleme hızlı bir ön yüz veriyoluuna “front side bus” iş çıkarma yeteneği sağladı. Daha sonra gerçekleştirilen geliştirmelere R16000 ve R16000A adları verildi. Bunlardaki değişiklikler öncekine kıyasla arttırılmış saat besleme hızı, ilave L1 önbellek ve daha küçük zar üretimi idi. Diğer modeller ve geleceğe ait planlar. MIPS ailesinin diğer bireyleri arasında Bipolar Integrated Technology tarafından üretilen, MIPS mimarisinin bir ECL uygulaması olan R6000’i sayabiliriz. R6000 mikro işlemcisi MIPS – II komut setini de beraberinde getirdi. R6000’in TLB ve önbellek mimarisi MIPS ailesinin bütün diğer üyelerinden farklıdır. R6000 kendinden beklenen performansı gösteremedi, bazı Kontrol Verileri “Control Data" makinelerinde kullanılmasına rağmen pazardan kısa sürede silindi. PMC-Sierra RM7000, içerisinde kendinden 256 kB seviyede 2 önbellek ve üçüncü bir opsiyonel önbellek için bir adet kontrol birimi bulunan R5000’in bir versiyonuydu. Öncelikle SGI’nın grafik işlemcileri ve çoğunlukla Cisco tarafından geliştirilen muhtelif ağ oluşturma çözümleri gibi gömülü “embedded” tasarımları hedefliyordu. R9000 ismi hiçbir zaman kullanılmadı. Bir seferinde SGI, MIPS platformundan uzaklaşıp Intel Itanium platformunu denedi, geliştirme çalışmasının sonucu R10000 idi. Itaniumun piyasaya çıkartılmasında yaşanan gecikmeler MIPS tabanlı makinelerin daha da artması sonucunu getirdi. 1999 yılına gelindiğinde geliştirme çalışmaları sonuçlanmıştı ve bu çalışmalar neticesinde R14000 ve R16000 piyasaya sürüldü. SGI, ileride çıkartacağı R serisi cihazlar için daha karmaşık R8000 tipi FPU'ya ve aynı zamanda dual çekirdekli bir işlemciye dair bazı ipuçları vermiş olmasına rağmen SGI'nin mali sorunları ve Altix üzerinde IRIX ikililerinin çalıştırılması için resmen QuickTransit emülasyonunun destekleniyor olması IRIX / MIPS donanımının geliştirilmesi çalışmalarının sonu oldu. R3000 komut setinin özeti. Komutlar üç ayrı tipe ayrılmaktadır: R, I ve J. Her komut 6 - bitlik bir işlem kodu ile başlar. İşlem koduna ek olarak R – tipi komutlar üç yazmaçı, bir kayma miktarı alanını ve bir fonksiyon alanını belirler; I – tipi komutlar iki yazmaçı ve 16 – bitlik anında erişim değerini belirler; J – tipi komutlar işlem kodunu 26- bitlik [2][3] bir zıplama hedefi ile takip eder.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4426", "len_data": 13519, "topic": "CODING", "quality_score": 3.58 }
Mutfak ya da ocaklık, yemek hazırlamak için kullanılan alandır. Modern mutfak tipik olarak; set üstü ocak, fırın, mikrodalga fırın gibi pişirme aletlerine sahiptir. Bulaşık yıkamak gibi işleri yapabilmek için bir evyesi vardır. Modern mutfaklarda genellikle bulaşık makinesi de bulunur. Yemek depolamak için kullanılan kiler, mutfak dolabı ya da buzdolabı gibi ekler de mevcuttur. Mutfağın temel işlevi yemek pişirmek olsa da özellikle evlerde büyüklüğüne, içindeki donanıma bağlı olarak değişik faaliyetler de yürütülebilir. Eğer bir çamaşır makinesi varsa, mutfakta yıkama ve kurutma yapılabilir. Mutfak eğer yeterince büyükse ailenin yemek yediği yer olabilir. Bazen ailenin ve misafirlerin bir araya gelmek için tercih ettiği en rahat oda olabilir. Ayrıca yemek (veya kahvaltı gibi küçük öğünler), eğlence ve çamaşır yıkama için de kullanılabilir. Ticari mutfaklar, restoran, kantin, otel, hastane, ofis ve iş yeri tesisleri, askeri kışla ve benzeri kuruluşlarda bulunur. Bu mutfaklar genellikle daha daha ağır iş ekipmanlarıyla donatılmıştır. Örneğin, büyük bir restoranda büyük bir gömme buzdolabı ve büyük bir ticari bulaşık makinesi olabilir. Mutfağın evrimi. Mutfağın gelişimi temelde ocağın ateş yeri ve ocağın gelişimiyle bağlantılıdır. 18. yüzyıla kadar, açık ateş yemek pişirmenin yegâne yöntemiydi ve mutfağın mimarisi hep bunu yansıtır. Teknik ilerlemeler yemek pişirmeye 18. ve 19. yüzyıllarda yeni yöntemler getirince yeni kazanılan bu esneklik mimarlara mutfaklarda temel değişiklikler yapma fırsatını verdi. Musluk suyu sanayileşme dönemi boyunca kademe kademe mümkün hâle geldi; önceleri su en yakın kuyudan çekiliyor ve mutfakta ısıtılıyordu. Erken tarihi. Antik Yunan'daki evler genellikle avlu biçimliydi; odalar merkezî bir avlunun etrafına yerleştirilmişti. Böyle birçok evde, bu avlu mutfak görevini görürdü. Üst sınıftan insanların evlerinde, genellikle banyonun yanında ayrı bir oda mutfak olarak kullanılırdı (böylece iki oda da mutfak ateşinin yardımıyla ısıtılabilirdi), iki odaya da avludan kolaylıkla ulaşılabilirdi. Böyle evlerde, mutfağın arkasında yiyecek ve kap kacağın bulunduğu ayrı bir oda vardı. Roma İmparatorluğu’nda alt sınıfların evlerinde mutfak yoktu; yemeklerini ortak halk mutfaklarında pişirirlerdi. Bazılarının taşınabilir, üzerinde ateş yakılabilen bronz ocakları vardı. Üst sınıftan olan Romalıların görece daha iyi donanımlı mutfakları vardı. Bir Romalı evinde mutfak ana binaya eklenmiş ayrı bir odaydı. Pratik ve sosyolojik nedenlerden dolayı ayrıydı bu oda: Mutfağın yarattığı duman ve köleler tarafından kullanılıyor olması, onun ayrı tutulmasını gerektiriyordu. Ocak genelde zemindeydi, duvara yerleştirilmişti –bazen azıcık yükseltilmişti–; öyle ki pişirenin diz çökmesi gerekiyordu. Baca yoktu. Erken Orta Çağ'da Avrupa’nın tek odalı evlerinde binanın en yüksek yerinde açıkta bir ateş olurdu. Mutfak bölgesi girişle bu ateşin bulunduğu yer arasındaydı. Şöminenin yerine, çatıda dumanın dışarı çıkmasına yardımcı olan bir delik bulunurdu. Pişirmenin ötesinde, bu ateş ısı ve ışık kaynağı olurdu. Avrupa’daki soylu sınıfın geniş çiftlik evlerinde, mutfak ana binanın en altında ayrı bir katta bulunurdu. Bilinen ilk ocaklar Japonya’da ortaya çıktı. En erken bulgular Kofun Dönemine (3.-6. yüzyıllar) aittir. Kamado adı verilen bu ocaklar, kilden ve harçtan yapılıyordu; odun ve mangal kömürüyle ateşleniyor, tepesinde kabın asılabileceği bir delik barındırıyordu. Bu ocak ancak ufak değişikliklerle yüzyıllar boyunca kullanıldı. Avrupa’daki gibi, üst sınıfların evleri yemek pişirme işi için ayrı bir odaya sahiptiler. Mangal kömürüyle ateşlenen, irori adlı bir çeşit açık ateş çukuru, ikinci bir ocak olarak birçok evde Edo dönemine (17.-19. yüzyıllar) kadar kullanıldı. Kamado ana yemekleri (örneğin pirinç) pişirmek için kullanılırken, irori yan yemekleri pişirmek için ve ısı kaynağı olarak kullanılıyordu. Mutfak Orta Çağ boyunca mimari gelişimden etkilenmedi ve açık ateş yegâne yemek pişirme yöntemi olarak kaldı. Orta çağdaki Avrupa mutfakları karanlık, dumanlı, isli mutfaklardı ve bundan dolayı “dumanlı mutfak” olarak anılıyorlardı. 10. Yüzyıldan 12. yüzyıla, Orta Çağ Avrupa'sının şehirlerinde, mutfaklar hala odanın ortasında açıkta ateş kullanıyorlardı. Üst sınıftan insanların evlerinde, zemin kat ahır olarak kullanılırken mutfak, yatak odası ve hol gibi bir üst katta yer almaktaydı. Bu dönemlerde Japonların evlerinde, mutfak ayrı bir oda haline gelmeye başlamıştı. Kalelerde ve manastırlarda, yaşama ve çalışma alanları ayrılmıştı; mutfak ayrı bir binaya taşında ve böylece oturma odalarına ısı sağlayan bir yer olmaktan çıktı. Şöminenin gelişiyle, ocak odanın merkezinden, duvara taşındı ve ilk tuğla-harç ocaklar yapıldı. Ateş yapının üzerinde yakılıyor, alt kısım odun koymak için kullanılıyordu. Demirden, bronzdan ya da bakırdan yapılmış kaplar, önceden kullanılan kil kapların yerini almaya başladı. Isının azaltılıp arttırılması, kabı yukarı ya da aşağı asarak ya da bir nihalenin üzerinde doğrudan ateşe yerleştirerek sağlanıyordu. Leonardo da Vinci ateşin üzerine yerleştirilen şişler için, onların kendiliğinden dönmesini sağlayan otomatik bir sistem icat etti. Bu sistem üst sınıfların evlerinde yaygın olarak kullanıldı. Isıtmak ve pişirmek için açıktaki ateşin kullanılması riskliydi; tüm şehri yok eden yangınlar çok sık oluyordu. Geç Orta Çağ'ın başlarında, Avrupa'daki mutfaklar evi ısıtma işlevini yitirdiler ve yaşama alanının dışına çıkarak ayrı bir odaya taşındılar. Oturma odası artık mutfaktan ayarlanan kiremit ocaklarla ısıtılıyordu; böylece içerisinin duman olmaması sağlanıyordu. Dumandan ve kirden muaf olarak, oturma odası böylece sosyal işlevlere hizmet eden bir yer haline geldi ve kişinin zenginliğini gösteren bir vitrin olarak bazen şık bir şekilde döşenmeye başlandı. Üst sınıflarda, yemek yapma işi ve mutfak hizmetçilerin alanıydı ve mutfak oturma odalarının dışına, hatta yemek odasının bile uzağına konuldu. Daha fakir olan alt sınıfların evleri henüz ayrı bir mutfağa sahip değillerdi; genellikle bütün işlerin görüldüğü tek bir odaya ya da genellikle girişte bir mutfak bölümüne sahiplerdi. Orta Çağ'ın dumanlı mutfağı genellikle aynı kaldı. Özellikle kırsal çiftlik evlerinde ya da fakir evlerde çok sonraya kadar böyle sürdü. Avrupa'daki birkaç çiftlik evinde, dumanlı mutfak 20. yüzyılın ortasına kadar kullanımdaydı. Bu evlerde genellikle hiç şömine yoktu ama ateş yakılan yerin hemen üzerinde odundan yapılan ve kille kaplanan bir duman başlığı vardı; eti tütsülemek için kullanılıyordu. Duman daha sonra yükseliyor, üstteki odaları ısıtıyor ve zemini haşeratlardan koruyordu. Çin'deki mutfaklara chúfáng(厨房) denir. 3000 yıldan daha uzun bir süre önce, eski Çinliler yemek pişirmek için ding'i kullandılar. Çin aile mutfaklarında ve restoran mutfaklarında en çok kullanılan pişirme ekipmanları wok'lar, buharlı sepetler ve tencerelerdir. Yakıt veya ısıtma kaynağı da pişirme becerilerini uygulamak için önemli bir teknikti. Geleneksel olarak Çinliler, yemek pişirmek için yakıt olarak odun veya saman kullanıyorlardı. Japonya'daki mutfaklara Daidokoro (台所; "mutfak") denir. Daidokoro, Japonya'da evler'de yemeklerin hazırlandığı yerdir. Meiji dönemine kadar bir mutfağa kamado (かまど; yanan soba) da deniyordu. Japon mutfağı bir evin sembolü olarak kabul edildiğinden kamado'yu içerir ve terim "aile" veya "ev" anlamında bile kullanılabilir. Hindistan'da bir mutfağa "Rasoi" (Hintçe\Sanskritçe) veya Marathi dilinde "Swayampak ghar" denir. Ülke genelinde birçok farklı pişirme yöntemi mevcuttur ve mutfak yapımında kullanılan yapı ve malzemeler bölgeye göre değişiklik göstermektedir. Örneğin, kuzey ve orta Hindistan'da yemek pişirme, "Chulha" adı verilen kil fırınlarda yapılırdı. Hint mutfakları, vastushastra adı verilen bir Hint mimari bilimi üzerine inşa edilmiştir. Hindistan'da mutfaklar tasarlarken Hint mutfağı vastu çok önemlidir. Yoksul ailelere ait birçok mutfak, kil sobaları ve eski yakıt türlerini kullanmaya devam ederken, kentsel orta ve üst sınıflar genellikle tüplü veya borulu gazlı gaz sobalarına sahiptir. Kolonyal Amerikan mutfakları. Kolonyal Amerikan mutfaklarında, Orta Çağ Avrupa'sı mutfaklarının özellikleri görülür. Kuzey bölgesindeki erken göçmenlerin genellikle ayrı bir mutfağı yoktu; kulübenin köşesindeki bir ocak, mutfak boşluğu işlevini görürdü. Sonraları mutfak ayrı bir oda haline geldi ama, kulübenin içinde olmaya devam etti. Güney eyaletlerindeki gelişim tamamen farklıydı ama iklim ve sosyolojik şartlar da buna paralel olarak farklıydı. Güney eyaletlerinde, Orta Çağ Avrupa'sındakine benzer nedenlerden dolayı, mutfak malikânenin dışına sürülmüştü; mutfak köleler tarafından işletiliyordu ve onların çalışma yeri zamanın sosyal standartları nedeniyle efendilerinkinden ayrı olmalıydı. Buna ek olarak, bölgenin sıcak iklimi bir mutfağı işletmeyi, özellikle de yazın, sıkıntılı bir iş haline getiriyordu. Ana binadan tamamen ayrılmış “yaz mutfakları”, tarlada çalışan işçilere yemek hazırlama ve konserve yapma işleri yüzünden evin ısınmasını önlemek amacıyla uzak kuzey bölgelerindeki geniş çiftliklerde gelişti. Sanayileşme. Sanayileşme dönemindeki teknolojik ilerlemeler mutfaklara büyük değişiklikler getirdi. Ateşi tamamen kuşatan daha etkili demir ocaklar belirdi. Yeni ocak modelleri 1740'larda belirdi. Bunlar pişirme için değil ısıtma için tasarlanmıştı. İngiltere'de Benjamin Thompson 1800'lerde Rumford ocağını tasarladı. Bu ocak önceki ocaklara nazaran daha etkiliydi; ocağın üzerindeki deliklere asılı ve böylece yalnızca alttan değil tüm yönlerden birçok kabı ısıtmak için tek bir ateş kullanıyordu. Bununla birlikte bu ocak geniş mutfaklar için tasarlanmıştı. Evde kullanmak için çok büyüktü. Bu teknikle üretilmiş daha küçük bir ocak olarak Oberlin ocağının 1834 yılında ABD'de patenti alındı ve sonraki 30 yıl boyunca 90.000 adet satarak ticari bir başarı haline geldi. Bu ocaklar hala odunla ya da kömürle yakılıyordu. 1820'lerin başında Paris'e Londra'ya ve Berlin'e gazlı sokak lambaları yerleştirilmiş ve 1825'te ABD'de ilk gazlı ocağın patenti alınmış olmakla birlikte, kentsel alanlarda aydınlatma ve yemek pişirme için gaz kullanılmasının sıradan bir şey haline gelmesi 19. yüzyılın sonunu buldu. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki kentleşme ve diğer kayda değer gelişmeler eninde sonunda mutfağa yansıyacaktı. Koşulların dayatmasıyla, şehir planlamasına, evlere su dağıtım şebekesinin kurulmasına ve atık suyun üstesinden gelmek için kanalizasyon yapılmasına başlandı. Gaz boruları döşendi; gaz başlangıçta aydınlatma için kullanılıyordu ama şebeke yeterli derecede büyüyünce, gazı ısıtmak ve ocakta yemek pişirmek için kullanmak mümkün hale geldi. 20. yüzyıla geçerken, elektrik gazın karşısında önemli bir alternatif olarak belirmişti ve yavaş yavaş onun yerini almaya başladı. Fakat gazlı ocak gibi elektrikli ocağın da başlangıcı yavaş oldu. İlk elektrikli Ocak 1893 yılında Chicago dünya fuarında sunuldu ama teknolojinin onu kaldıracak kadar gelişmesi 1930'ları buldu. Sanayileşme sosyal değişimlere de yol açtı. Burjuvazinin yükselişi sürerken, şehirlerdeki fabrika emekçileri uygun olmayan koşullarda barınıyorlardı. Bütün aileler altı kat ve üstü harap apartmanlarda, kötü mutfak havalandırması'na sahip ve yetersiz ışıklandırılmış tek ya da iki odalı dairelerde kalıyorlardı. Bazen dairelerini evsizler (night sleepers) denilen, yalnızca gece için yatak kiralayan bekar adamlarla paylaşıyorlardı. Böyle bir dairede mutfak, sıklıkla yatak odası, oturma odası ve hatta banyo olarak kullanılıyordu. Su kuyulardan çekilmek zorundaydı ve ocakta ısıtılırdı. Su boruları ancak 19. yüzyılın sonuna doğru döşendi ve bundan sonra bina ya da kat başına bir musluk düşmeye başladı. Kaplar ve mutfak eşyaları genelde açık raflarda saklanıyordu ve odalar basit perdeler kullanılarak birbirinden ayrılıyordu. Tüm bunların tersine, sömüren sınıfın tarafında dramatik değişiklikler gerçekleşmedi. Bodrum katında ya da zemin kattaki mutfak, hizmetçiler tarafından işletmeye devam edildi. Bazı evlere su pompaları yerleştirildi ve bazılarında lavabo ve su çekicileri vardı (kalelerdeki bazı feodallerin mutfakları dışında henüz su musluğu yoktu). Demir plakalardan yapılan ve odun, mangalkömürü, kömürle ateşlenen ve bacaya bağlı boruları olan ocakların yapılmasıyla, mutfaklar daha temiz yerler haline geldi. Hizmetçiler için mutfak yatak odası görevini de görüyordu; yerde ya da alçaltılmış tavanın arasında buldukları boşluklarda yatıyorlardı, çünkü yeni ocakların bacayla bağlantısı mutfağın yüksek bir tavana sahip olmasını gerektirmiyordu. Mutfağın zemini döşeliydi; eşyalar tozdan ve buhardan korunmaları için kapalı dolaplarda temiz olarak saklanmaya başlandı. Büyük bir masa tezgâh olarak kullanılıyordu; bu masa aynı zamanda hizmetçiler için yemek masası olarak da kullanıldığından, etrafında bir sürü sandalye de olurdu. Orta sınıf, elinden geldiğince üst sınıfların lüks yemek biçimlerini taklit etmeye çalıştı. Küçük dairelerde yaşayan orta sınıf için mutfak ailenin yaşadığı ana odaydı. Çalışma ya da oturma odası, ara sıra yapılan yemek davetleri gibi özel durumlar için saklanıyordu. Bu nedenle, bu orta sınıf mutfakları, yalnızca hizmetçilerin kullandığı üst sınıf mutfaklarından daha gösterişsizdi. Burası mutfak eşyalarını saklamak için kullanılan dolaplardan başka, ailenin beraber yemek yiyebileceği bir masayı ve sandalyeleri; bazen –eğer yeterince yer varsa– koltuk ya da sediri barındırırdı. Gaz boruları ancak 19. yüzyılın sonlarında döşendi ve gazlı ocaklar eski kömür ocaklarının yerini aldı. Gaz kömürden daha pahalı olduğu için, bu yeni teknoloji önce burjuvaların evlerinde kullanıldı. Gazlı ocakların kullanıldığı işçi apartmanlarında gaz dağıtımı jetonla çalışan bir makine sayesinde gerçekleşiyordu. Tarımsal bölgelerde, odun ya da kömür ocakları hatta açık ateşli ocaklar kullanılmaya devam etti. Gaz ve su boruları önce büyük şehirlere döşendi; küçük köyler çok daha sonra bundan yararlanabilir hale getirildi. Modernleşme. Elektriğin ve gazın kullanılması eğilimi 20. yüzyıla geçildiğinde de devam etti. Sanayide, üretim sürecinin en etkili hale getirilmeye çalışıldığı modernizm dönemine gelinmişti. Taylorculuk doğdu ve süreci optimize etmek için hareket-zaman etüdü kullanılmaya başlandı. Bu fikirler, 19. yüzyılın ortasında Catharine Beecher tarafından ortaya atılan ve Christine Frederick’in 1910’larda yaptığı yayınlarla ayrıntı andırılan ev işinin profesyonelleştirilmesi olarak anılan yükselen eğilime bağlı olarak ev mimarisine de sıçradı. Emekçi kadınlar, erkeklerin maaşı yetmediğinden, aileyi ayakta tutabilmek için sıklıkla fabrikalarda çalışıyorlardı. Sosyal konut projeleri yeni bir dönüm noktası oldular: Frankfurt mutfağı. 1926’da geliştirilen bu mutfak, 1,9 metreye 3,4 metre standart uzunluktaydı. İki amaç için üretilmişti: pişirme zamanını azaltmak için mutfak işini optimize etmek (böylece kadınlar fabrikaya daha çok zaman ayırabilecekti) ve yeterince donanımlı mutfakların üretilmesinin fiyatını azaltmak. Margarete Schütte-Lihotzky tarafından tasarlanan mutfak, ayrıntılı hareket zaman etütlerinin ve dönemin yemekli vagonların verdiği esinin sonucuydu. Mimar Ernst May tarafından tasarlanıp Frankfurt’ta yapılan sosyal konut projesinde 10.000 daireye bu mutfaklardan yapıldı. Bu mutfaklara getirilen ilk tepki ağır bir şekilde eleştireldi: insanlar Schütte-Lihotzky tarafından yapılan tasarımla gelen değişime alışkın değillerdi; mutfak o kadar küçüktü ki, içinde yalnızca bir kişi iş görebiliyordu; bazı saklama yerleri un gibi bazı çiğ yemek malzemelerinin çocuklar tarafından ulaşılabilmesine imkân veriyordu. Ancak Frankfurt mutfağı, kiralık dairede 20. yüzyıl boyunca belli bir standardı temsil eder hale geldi: iş mutfağı (work kitchen). İçinde yaşamak ya da yemek için çok dardı ve sonraları “kadını mutfağa sürgün etmekle” eleştirildi ama II. Dünya Savaşı sonrasının muhafazakarlığı ekonomik nedenlerle de birleşince galip geldi. Mutfak tekrar yaşam alanından kesin olarak ayrılması gereken bir yer olarak görüldü. Bu gelişimde pratik nedenler de rol oynadı: geçmişin burjuva evlerinde olduğu üzere, mutfağı ayırmanın bir nedeni de oturma odasından dumanı ve kokuyu uzak tutmaktı. Tekniğe Geçiş. Frankfurt mutfağı için geliştirilen standart ölçüler ve yerleşim fikrinin etkisi altında kalındı. Bu donanım ilerleyen yıllar boyunca standart olarak kaldı: soğuk ve sıcak su musluğu, lavabo, elektrikli ya da gazlı ocak ve fırın. Kısa süre sonra buzdolabı da standart olarak eklendi. Mutfak dolaplarının ön kısmında tahta olan modüler mobilya kullanılmasıyla, bu yeni mutfak “İsveç mutfak” olarak rötuşlandı. Bu konsept, öncelikle steril laboratuvarların ve hastanelerin temizliğini çağrıştıran beyaz sentetik kapı ve çekmece kaplamalarıyla, daha sonra da canlı ve renklerle değiştirildi. ABD'de 1940'larda mutfağı blender, tost makinesi ve mikrodalga fırın gibi küçük ve büyük elektrikli araçlarla donatma eğilimi başladı. II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da ortaya çıkan düşük fiyat-ileri teknoloji talebiyle, Batı Avrupa mutfakları buzdolabı ve elektrikli/gazlı ocakları da barındırabilecek şekilde tasarlanmaya başlandı. Kiralık evlerdeki bu gelişme, ev sahibi olanların mutfaklarındaki gelişmeyle paralel olarak ilerledi. Buralarda mutfaklar biraz daha geniş ve yemek odası olarak günlük kullanıma uygundu ama diğer taraftan devam eden teknik gelişme aynıydı ve modüler mobilya kullanımı bu pazarda standart haline geldi. Teknoloji merkezli bu eğilim, bazı tasarımcıların iş mutfağını daha uzağa taşıyarak, Luigi Colani’nin “uydu mutfak” gibi fütürist tasarımlarla son noktaya erişmesinin yolunu açtı. Oda ortasında bir sandalye olan bir küreye indirgenmişti, öyle ki bütün uygulamalar kol mesafesindeydi, yemeği ısıtmak için en iyi ayarlamalar yapılmıştı ama aslında yemek pişirmek için uygun değildi. Buna rağmen böyle çıkışlar genel eğilimin dışındadır. Eski Doğu Bloku ülkelerinde, resmi öğreti yemek yapmayı önemsiz bir gereklilik olarak görmekteydi ve kadınlar “toplum için” fabrikalarda çalışmalıydı, evde değil. Aynı zamanda, barınma prefabrike levhalar kullanarak standardize edilen daireler yapılarak düşük fiyatla ve kısa sürede çözülmeliydi. Mutfak asgari ölçülerine indirgendi ve iş mutfağı düşüncesi uçlara taşındı: örneğin Doğu Almanya’da P2 model standart 55 metrekarelik dairelerde 4 metrekarelik mutfaklar vardı (pencere yoktu) ve bunlar bir diğerinden pencereyle ya da geçişle ayrılan yemek ve oturma odasına bağlanıyordu. Bununla birlikte tüm nüfusuna ev sağlamak ve gelir adaletsizliğini yok etmek üzere yola çıkan bir düşüncenin, karşılaması gereken ihtiyaç düşünüldüğünde bu durum o kadar vahim gözükmez. Kapitalist toplumlardaki gecekonduları, evsizleri ve gettoları hatırlayınız. Diğer mutfak çeşitleri. Oteller, hastaneler, eğitim ve iş yeri tesisleri, kışla ve benzeri kurumlarda bulunan restoran ve kantin mutfakları genellikle halk sağlığı yasalarına tabidir. Profesyonel mutfaklarda genellikle gazlı ocaklar bulunur, çünkü bunlar aşçıların ısıyı elektrikli ocaklardan daha hızlı ve daha hassas bir şekilde düzenlemesine olanak tanır. Büyük yerleşik fritözler, buğulama veya benmari gibi bazı özel cihazlar profesyonel mutfaklar için tipiktir. Fast food ve hazır yemek trendleri, restoran mutfaklarının çalışma şeklini değiştirdi. Bu tür restoranlardan bazıları, kendilerine teslim edilen hazır yiyecekleri yalnızca "bitirebilir" veya tamamen hazırlanmış yemekleri yeniden ısıtabilir. En fazla hamburger veya steak yapabilirler. Gemilerdeki, uçaklardaki ve bazen vagonlardaki mutfaklara genellikle galley denir. Yatlarda, bir sıvılaştırılmış petrol gazı şişesiyle beslenen bir veya iki brülörle mutfaklar genellikle sıkışıktır. Buna karşılık, savaş gemisi veya büyük kruvaziyer mutfaklar, restoranlar veya kantin mutfaklarıyla her açıdan karşılaştırılabilir. Yolcu uçağı türlerinde mutfak bir kilere indirgenmiştir. Mürettebatın rolü, bir catering şirketi tarafından verilen uçak içi yemekleri ısıtmak ve servis etmektir. Astronotların yiyecekleri genellikle uçuştan önce tamamen hazırlanır, kurutulur ve plastik torbalarda kapatılır. Mutfak, bir rehidrasyon ve ısıtma modülüne indirgenmiştir. Yiyeceklerin hazırlandığı açık alanlar genellikle mutfak sayılmaz. Bununla birlikte, örneğin açık havada yemek pişirme zamanı, kamp yaparken, düzenli yemek hazırlamak için kurulan bir açık alan, "açık mutfak" olarak adlandırılabilir. Kamp alanındaki açık mutfak, bir kuyu, su pompası veya su musluğunun yanına yerleştirilebilir ve masalar sağlayabilir. Ev ekonomisi, gıda teknolojisi veya mutfak sanatlarının öğretildiği okullarda, genellikle yalnızca öğretim amacıyla birden fazla donanıma sahip (bazı bakımlardan laboratuvarlara benzer) bir dizi mutfak vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4436", "len_data": 20635, "topic": "FOOD_GASTRONOMY", "quality_score": 3.62 }
Süleyman Sami Demirel (1 Kasım 1924, Isparta - 17 Haziran 2015, Ankara), 1993-2000 yılları arasında Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Türk mühendis, siyasetçi ve devlet adamı. Bundan önce, 1965-1993 yılları arasında yedi farklı hükûmette toplam 10 yıl 5 aylık bir süreyle başbakanlık görevinde bulundu. Ayrıca 1964-1980 yılları arasında Adalet Partisi, 1987-1993 yılları arasında ise Doğru Yol Partisi Genel Başkanı olarak görev aldı. Demirel, siyasi kariyeri boyunca birçok ilki gerçekleştirdi. Türkiye'nin çok partili sisteme geçtiği 1946'dan sonraki dönemde kurduğu 7 hükûmetle en çok hükûmet kuran siyasetçi, Türk siyasi tarihinde İsmet İnönü ve Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra en uzun süre görev yapan başbakan, 41 yaşında başbakanlık koltuğuna oturan en genç başbakan, 40 yaşında parti genel başkanı olan en genç politikacı ve 30 yaşında bir kamu kurumuna atanan en genç genel müdür olma rekorlarını kırdı. 17 Haziran 2015'te tedavi gördüğü hastanede solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliği nedeniyle 90 yaşında öldü. Ölümü üzerine Türkiye'de 17-19 Haziran tarihleri arasında ulusal yas ilan edildi. İlk yılları. 1 Kasım 1924'te Isparta'nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy'de Hacı Yahya Demirel (1893-1972) ile Hacı Ümmühan Demirel'in (1902-1979) oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunda çobanlık yapmıştır. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta, Muğla ve Afyonkarahisar'da bitirdi. 1949'da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinden inşaat yüksek mühendisi olarak mezun oldu. 1948'de Nazmiye Şener'le evlendi. Görevleri. 1950'de Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğünde çalışmaya başladı. Sulama ve elektrik konularında araştırma yapmak için Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) gönderildi. Türkiye'ye dönüşünde, 1953 yılında Seyhan Barajı inşaatı başladığında proje mühendisi iken Başbakan Adnan Menderes'in dikkatini çekerek 1954 yılında Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünde Barajlar Dairesi Başkanlığına atandı. 1955 yılında da DSİ Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Bu arada Eisenhower Vakfının onu bursiyer olarak seçmesiyle yeniden ABD'ye gitti. Askerliğini yapmak üzere 1960 yılında genel müdürlük görevinden ayrıldı. 1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesinde inşaat mühendisliği alanında dersler verdi. Boğaziçi Köprüsü'nün ilk projesini (1954) hazırlayan ABD'nin uluslararası mühendislik ve müteahhitlik firması Morrison Knudsen Inc.in Türkiye temsilciliğini üstlendi. Siyasi kariyeri. 1960'lar. 1962'de siyasi yaşama atılarak Adalet Partisine (AP) katıldı. Aynı yıl yapılan I. Kongre'de Genel İdare Kuruluna seçildi. AP'lilerin af kampanyası sonucunda eski cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın 22 Mart 1963'te şartlı olarak serbest bırakılmasının ardından Ankara'da meydana gelen olaylar sırasında AP Genel Merkezi'nin saldırıya uğraması üzerine aktif siyasetten çekildi. Süleyman Demirel'in bu tavrı yıllar sonra parti içindeki muhalifleri tarafından, "Şapkasını alıp kaçtı." ya da "Şapkasını bırakıp kaçtı." diye aleyhinde propagandaya dönüştürüldü. Haziran 1964'te AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala'nın beklenmeyen ölümü üzerine baş gösteren parti içi bunalım sırasında yeniden siyasete döndü. 28 Kasım 1964 tarihinde yapılan Adalet Partisi Genel Kongresi'nde Sadettin Bilgiç, Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil'in de yarıştığı seçimde 1679 oydan 1072'sini alarak genel başkan seçildi. İsmet İnönü Hükûmetinin düşürülmesinden sonra Şubat 1965'te Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında AP, Yeni Türkiye Partisi (YTP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Millet Partisi (MP) katılımıyla kurulmasını sağladığı 29. Türkiye Cumhuriyeti koalisyon hükûmetinde TBMM dışından başbakan yardımcısı ve devlet bakanı olarak görev aldı. Aynı yıl babası Yahya Demirel memleketi Isparta'nın İslamköy beldesinde belediye başkanı seçildi. 1965 genel seçimlerinde, Yeni Türkiye Partisinin silinmesiyle Demokrat Parti (DP) çizgisinin tek mirasçısı durumuna gelen Adalet Partisi aldığı %52,8 oy ile tek başına iktidar oldu. Demirel de bu seçimlerde Isparta milletvekili olarak ilk kez TBMM'ye girdi. 27 Ekim 1965'te, 27 Mayıs sonrasının ilk koalisyonsuz hükûmeti olan 30. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini kurdu ve Türkiye'nin 12. başbakanı oldu. Demirel; İsmet İnönü, Celâl Bayar ve Ragıp Gümüşpala gibi Türk Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yavaş yavaş siyaset arenasından çekildiği bu dönemde "Cumhuriyet Kuşağı" olarak bilinen 1920'lerde dünyaya gelmiş siyasetçilerin ilk örneklerindendi. AP Hükûmeti'nin işbaşı yapmasından kısa süre sonra Süleyman Demirel'in karşılaştığı ilk kriz, 27 Mayıs 1960'ta devlet başkanlığını, 1961 Anayasası'nın kabul edilmesinden sonra da cumhurbaşkanlığını üstlenen Cemal Gürsel'in, sağlık durumunun görevini sürdürmesine engel olduğu yolundaki rapor üzerine cumhurbaşkanlığının sona ermesiydi. Ordu komuta kademesini altüst ederek yapılan ve üzerinden henüz altı yıl geçmiş olan 27 Mayıs Darbesi'nin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki etkilerinin sürdüğü bir ortamda TSK içindeki güç dengelerini çok iyi bilen ve bu nedenle çok önemli bir konumda olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, Demirel tarafından ordunun AP'ye karşı olan tavrının yumuşatılması için cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. 15 Mart 1966 tarihinde kendi isteği ile emekli olan ve kısa süre sonra kontenjan senatörü yapılan Sunay, 28 Mart 1966'da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin beşinci cumhurbaşkanı seçildi. Süleyman Demirel'in 1965 ile 1971 arasında başbakan olduğu dönemde Boğaziçi Köprüsü, Ereğli Demir Çelik İşletmeleri ve Keban Barajı gibi büyük yatırımlara imza atıldı. Bu dönemde Türkiye'de enflasyon %5, kalkınma hızı %7 idi. Bu kalkınma hızı Japonya'dan sonra, petrol ülkeleri dışında, dünyanın ikinci yüksek kalkınma hızıydı. Bu gelişmelere karşın Adalet Partisi iktidarı, toplumun aydın kesimleri ve özellikle öğrenci örgütlerince DP iktidarının 27 Mayıs sonrasındaki devamı olarak görüldü. 1961 Anayasası'nın sağladığı bazı temel haklar ve bunların kullanılması, iktidarın giderek artan tepkileriyle karşılaşınca 27 Mayıs 1960 öncesindeki gençlik protestolarının benzerlerini AP iktidarı da yaşamaya başladı. Öte yandan 1968'de Avrupa ve ABD'de yaygınlaşan gençlik hareketleri, sosyalist düşünceyle yeni yeni ilişki kuran Türkiye'deki üniversite gençliğini de etkilemişti. Türkiye'deki ilk önemli öğrenci eylemi Haziran 1968'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki boykotla başladı. Bunu, öteki üniversite ve fakültelerde hızla yaygınlaşan boykot ve işgaller izledi. Akademik amaçlarla başlatılan bu eylemler daha sonra giderek siyasi içerik kazandı ve AP iktidarı için tedirginlik kaynağı oldu. Bunun ardından sağ ve sol görüşlü öğrenci grupları arasındaki çatışmalarda kan dökülmeye başladı. Huzursuzluğun, AP'yi DP'nin ardılı olarak gören Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde de yankılanmasının ardından "askerî müdahale" söylentileri yaygınlık kazandı. Kuvvet komutanlarının Hükûmet Başkanı Demirel'e ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin mektup göndermeleri, sıradan gelişmeler hâline geldi. 1969'da, 27 Mayıs Darbesi'nden sonra 1961 Anayasası'nın 68. maddesiyle Demokrat Partililere (DP) konan siyaset yasağının kaldırılması için mayıs ve haziran aylarında İsmet İnönü ile Celâl Bayar karşılıklı olarak tarihî sayılabilecek ziyaretler gerçekleştirdiler. Bu ziyaretlerden sonra anayasa değişikliği için Cumhuriyet Halk Partisinin de (CHP) desteğini alan AP'nin önerisi TBMM'de onaylandı. Ancak bu gelişmeler, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 27 Mayıs'ın restorasyonu olarak algılanmasına ve anayasa değişikliğine tepki göstermesine, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın da anayasa değişikliğine karşı tavır almasına neden oldu. Tüm bu tepkiler AP'nin tavrını, anayasa değişikliği meselesinin 12 Ekim 1969'da yapılacak seçimler öncesi lüzumsuz bir gerginliğe neden olmaması ve Cumhuriyet Senatosunda görüşülmesinin seçim sonrasına bırakılması yönünde değiştirdi. AP'nin af konusundaki tutum değişikliği ile parlamentonun itibarının zedelendiğini ileri süren Celal Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy ve eski DP'li bakanlardan Samet Ağaoğlu'nun eşi AP Manisa Milletvekili Neriman Ağaoğlu, 31 Temmuz 1969 günü partilerinden ve milletvekilliklerinden istifa ettiler. Bu gelişme, eski DP'lilerin AP'lilerle ihtilaflarının su yüzüne çıkması şeklinde yorumlandı. 12 Ekim 1969 tarihindeki genel seçimlerde de AP yüzde 47 oy alarak yine tek başına iktidar oldu ve Süleyman Demirel ikinci hükûmetini kurdu (3 Kasım 1969). Ancak halktan gelen bu destek AP'nin bölünmesini önleyemedi, partisi dışından gelen eleştiriler karşısında hoşgörülü, liberal bir siyaset izleyen Demirel, Adalet Partisi içinde başlayan muhalefete karşı aynı hoşgörüyü göstermedi. Kendisine bağlı "Yeminliler" hizbindeki kişilerin kayırılması, ülkede günden güne artan toplumsal, iktisadi, siyasi karışıklıklara son verilmesi ve eski Demokrat Parti mensuplarının siyasi haklarının iadesi sorununun çözülmesi gibi istekleri dile getiren milletvekilleri partiden çıkarıldı. Bunun üzerine 72 AP'li senatör ve milletvekili, aynı istekleri içeren bir muhtırayı Demirel'e verdi (12 Ocak 1970). Demirel'in, "Biz muhtırayla iş görmeyiz." diyerek belirtilen istekleri göz ardı etmesi karşısında 11 Şubat 1970'te Saadettin Bilgiç ve Faruk Sükan'ın başını çektiği 41 AP'li milletvekili bütçe görüşmeleri sırasında, CHP ve öteki muhalefet partileriyle beraber ret oyu vererek Demirel'i istifaya zorladı. 41 milletvekilinin karşı oy vermesi üzerine bütçe 214 kabul oyuna karşılık 224 ret oyuyla güvenoyu alamadı ve Demirel ertesi gün başbakanlıktan istifa etti. Bu olaylardan sonra Celâl Bayar çevresindeki AP milletvekilleri istifa ederek eski Demokrat Partinin gerçek mirasçısı olma savındaki Demokratik Partiyi kurdular. Aynı dönemde AP'nin İslamcı kanadının önemli bir bölümü partiden ayrılıp Necmettin Erbakan'ın kurduğu Millî Nizam Partisine katıldı. Adalet Partisinde meydana gelen bu kopmalar, hükûmetin zayıflığından yakınanlar için önemli bir dayanak oluşturdu. Demirel, Mart 1970'te yeni bir hükûmet kurdu ve aynı yıl yapılan 5. Kongre'de yeniden genel başkan seçildi. 12 Mart Dönemi. Parti içi muhalefet gibi Demirel iktidarının cendere altına alındığı bir diğer sorun haşhaştı. 1970 yılında Richard Nixon yönetimindeki ABD hükûmeti, Demirel hükûmetinden Türkiye'de haşhaş ekiminin yasaklanmasını istedi. 1960'lı yılların ikinci yarısında Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki yakınlaşmadan rahatsızlık duyan ABD yönetiminin bu talebinin, siyasi tabanı kırsal nüfusa dayanan Demirel tarafından reddedilmesiyle zaten yolunda gitmeyen ABD-Türkiye ilişkileri iyice gerildi. İktisadi durumun bozulması, Türkiye tarihindeki en büyük işçi eylemlerinden biri olan 15-16 Haziran 1970 Olayları, Türk lirasının değerinin yüzde 66 oranında düşürülmesi (10 Ağustos 1970), 1968 öğrenci olayları, grevler ve anarşi karşısında Demirel, 1961 Anayasası'nı suçlayarak bu anayasayla ülkenin yönetilemeyeceğini savundu. Bu konuyu da kullanan Millî Demokratik Devrimciler 1971 yılında 9 Mart darbe teşebbüsüne kalkışınca önce bu kalkışma önlendi, ardından ordunun komuta kademesinin verdiği 12 Mart Muhtırası ile hükûmet istifaya zorlandı. Demirel istifa etti. İki hafta sonra Nihat Erim hükûmeti kuruldu. Anayasa'da Demirel'in istediği yönde değişiklikler 12 Mart döneminde gerçekleştirildi, o da partisinin başkanı olarak "partilerüstü" denilen hükûmetleri bakan vererek destekledi. Bir yandan da parlamentodaki gücüne dayanarak askerî kesim karşısında üstünlük elde etmeye çalıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemdeyken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar ile görüştü fakat bu görüşmeyi önce inkâr etti. Sancar'ın ise görüştüklerini açıklamasından sonra, "Dün dündür, bugün bugündür." diyerek cevap verdi. 1973 ilkbaharında CHP ile anlaşarak 15. Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Faruk Gürler'in cumhurbaşkanı seçilmesini önledi. Bu göreve, iki partinin de üzerinde anlaştığı Fahri Korutürk getirildi. 1973'ten 12 Eylül 1980'e. 14 Ekim 1973 genel seçimlerinde, siyasi rakibi olan Bülent Ecevit'in liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Demirel'in AP'sinden daha çok oy aldı, böylece AP 11 yıl aradan sonra CHP'nin karşısında ikinci parti durumuna düştü. Adalet Partisinin bu başarısızlığının ardında, 1972'de CHP liderliğine seçilen Ecevit'in halk nezdindeki popülaritesi kadar Adalet Partisi içindeki bölünmeler de büyük rol oynamıştı. 1965 ve 1969 seçimlerinde oyların yarısını alan AP; sağ siyasetin her rengini, küçüğünden büyüğüne ülkedeki sermaye sahibi tüm kesimlerin çıkarlarını temsil eden bir koalisyondu. Ancak gelişen kapitalist ekonominin yol açtığı toplumsal sonuçlar 1960'ların sonlarında Türk sağında parçalanmalara neden olmuştu. AP'nin 1960'ların sonlarına doğru gitgide salt büyük sermayenin çıkarlarını savunarak ithalata dayanan bir sanayileşme politikası gütmeye başlaması, özellikle İstanbul merkezli olarak Marmara Bölgesi’ndeki sanayileri desteklemesi, yabancı sermaye uzantısı büyük kartellerin oluşmasına neden olmuş, bunun sonucu olarak piyasanın rekabet koşullarıyla baş edemez hâle gelen Anadolulu küçük tüccar, esnaf ve toprak sahipleri büyük bir yıkım yaşamıştır. Yaşananların siyasete etkisiyle; Necmettin Erbakan'ın MSP'si ile birlikte aynı toplumsal tabana (Anadolulu küçük tüccar, esnaf ve zanaatkârlar) hitap eden, AP’den kopanların kurduğu Demokratik Parti 1973 seçimlerinde toplam yüzde 23 oy (iki partini toplamı) oranına erişirken Demirel liderliğindeki AP'nin oyları yüzde 17 oranında geriledi, AP yüzde 29 aldı. Seçimlerden ikinci parti olarak AP'nin çıkması sonucu CHP-AP koalisyonu beklendi. Ancak Demirel'in liderliğindeki AP, CHP ile bir araya gelmek istemedi. Demirel, "Biz ancak savaşta bir araya gelebiliriz." ifadelerini kullandı. Daha sonra CHP-MSP koalisyonu kuruldu. Kurulan CHP-MSP koalisyonu, Kıbrıs Barış Harekâtı'nı gerçekleştirmesine rağmen Kıbrıs başta olmak üzere birçok konuda kendi içinde anlaşmazlığa düşmüştü. Başbakan Ecevit erken seçime gidebilmek için 18 Eylül 1974'te istifa etmesine rağmen bu istifa erken seçimin yapılmasını sağlayamadığı gibi Eylül 1974'ten Mart 1975'e kadar 200 günü aşkın süren bir hükûmet krizine neden oldu. Sonunda güvenoyu alamayan Sadi Irmak hükûmetinin ardından 31 Mart 1975'te AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in başkanlığında Adalet Partisi (AP), Millî Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi'nden (CGP) oluşan koalisyon hükûmeti kuruldu. Sola karşı hemen hemen bütün sağ partilerin birliğini oluşturan Demirel hükûmeti, "I. Milliyetçi Cephe Hükûmeti" olarak anıldı. Dört yıl aradan sonra başbakanlık koltuğuna oturan Demirel, koalisyonu yürütebilmek için MSP ve MHP destekçilerinin devlet kurumları içinde kadrolaşmalarına göz yumdu. Bu hükûmet döneminde ülkede yeniden yoğun terör olayları ve toplumsal hareketler başladı. Ülke, dış ödemeler açığı ve hızlı enflasyondan kaynaklanan bir ekonomik bunalıma girdi. 1975 yılında kardeşi Hacı Ali Demirel'in oğlu Yahya Kemal Demirel’in adı hayali mobilya ihracatı yaptığı iddiasıyla gündeme geldi. Yurt dışına mobilya yerine sunta gönderdiği, devletten haksız vergi iadesi aldığı iddia edildi. Bu iddia gazeteci Uğur Mumcu tarafından haberleştirildi ve Altan Öymen'le birlikte hazırladıkları "Mobilya Dosyası" adlı kitapta belgeleriyle yayımlandı. Yahya Demirel kısa bir süre de cezaevinde yattı. AP, 1977 seçimlerinde bir derece güçlenip yüzde 36,9 oy oranına çıkmasına rağmen oylarını 8 puan artırarak yüzde 41,4 oy alan CHP'nin ardından ikinci parti olabildi. Seçim sonrasında kurulan Ecevit hükûmeti güvenoyu alamayınca Ağustos 1977'de MSP ve MHP'nin de katılımıyla oluşan II. Milliyetçi Cephe Hükûmeti'nin başbakanı oldu. Bu hükûmet, Güneş Motel Olayı diye anılan operasyonla (CHP'nin Adalet Partisinden seçilmiş 13 milletvekilini bakanlık vaadiyle transfer etmesi) 31 Aralık 1977'de CHP'nin gensoru önergesiyle düşürüldü. 1978 başında Ecevit tek başına iktidar oldu. AP'den transfer edilen milletvekillerinin çoğuna bakanlık verildi. İktidarı yitiren Demirel, CHP ağırlıklı hükûmetle diyalog kurmayı reddedip Ecevit'e karşı hırçın bir muhalefet yürüttü. Sürekli olarak Ecevit'ten "başbakan" değil, "hükûmetin başı" diye bahsetti. Maraş Katliamı sırasında yaptığı, "Bana, 'Sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor.' dedirtemezsiniz." açıklaması büyük tepki çekti. 1 Şubat 1979'da hükûmeti, "Dünyanın hiçbir ülkesinde zimmetinde 1200 ölü, %70 enflasyon, itibarsızlık, zulüm, işkence, adaletsiz ve merhametsiz partizanlık bulunan böyle bir hükûmet bir gün dahi ayakta duramaz. Hırsı boyunu aşmış bir kadro, idareyi gasbetti." şeklinde tanımladı. 21 Şubat 1979'da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e, sıkıyönetimin uzatılmasına karşı olduklarını açıkladı. ABD ambargosunun getirdiği sıkıntılar, enflasyon ve tırmanan anarşi ve terör, Ecevit iktidarının halkın nezdinde güven kaybetmesine neden oldu. 14 Ekim 1979 ara seçimlerinde sol grupların da boykot etmesiyle oyları gerileyen CHP iktidardan çekildi. Büyük bir farkla seçimleri kazanan AP'nin lideri Demirel, önceki Milliyetçi Cephe hükûmetlerinin yarattığı olumsuz hava nedeniyle hükûmetini dışarıdan desteklenen bir azınlık hükûmeti olarak kurdu. Kasım 1979'da MHP ve MSP'nin dışarıdan desteğiyle kurulan 6. Demirel hükûmetiyle tekrar başbakan olan Demirel, 12 Eylül 1980 Darbesi'ne kadar görevini sürdürdü. Demirel, bu dönemdeki başbakanlıkları sırasında 268 imam hatip okulu açtı. En çok imam hatip okulu açan siyasilerden biri oldu. Ülkenin büyük boyutlara varan iktisadi sorunları karşısında, kredi veren uluslararası kurumların önerdiği önlemleri (24 Ocak Kararları) uygulamak durumunda kaldı. Bu sırada başbakanlık müsteşarlığına Turgut Özal'ı getirdi. 24 Ocak 1980, Türkiye'nin liberal ekonomiye geçişinde tam bir dönüm noktası oldu. 12 Eylül Darbesi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının 1979 yılının son günlerinde cumhurbaşkanına verdikleri "uyarı mektubu"ndan (27 Aralık Muhtırası) sonra askerî darbenin beklenir duruma gelmesine karşın ana muhalefet partisi başkanı Bülent Ecevit ile tırmanan teröre (1980'nin yaz aylarında eski tekel bakanı MHP'li Gün Sazak, eski başbakan Nihat Erim ve Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler gibi önemli kişiliklerin öldürülmesi) karşı ortak bir çözüm üzerinde anlaşmaktan kaçındı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün süresini doldurarak görevinden ayrılmasından (Nisan 1980) sonra ortaya çıkan cumhurbaşkanı seçim sorununun çözülmesini geciktirdi. 12 Eylül 1980'e kadar cumhurbaşkanı seçilemedi. 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askerî darbe ile başbakanlığı sona erdi ve Hamzakoy'da (Gelibolu) yaklaşık bir ay gözetim altında tutuldu (13 Eylül-11 Ekim 1980). Partisi 16 Ekim 1981'de kapatılıncaya kadar başkanlıktan ayrılmadı. 7 Kasım 1982 halk oylamasında kabul edilen 1982 Anayasası'nın geçici 4. maddesi ile 10 yıl siyaset yasaklıları kapsamına alındı. Ancak partisinin eski yöneticileriyle bağlantılarını sürdürdü. Mayıs 1983'te siyasi partilerin kurulmasına izin verilmesinden sonra Demirel, "Tapulu arazime gecekondu yaptırmam." diyerek ne askerî yönetimin Bülend Ulusu'ya kurdurmaya çalıştığı partiye ne Turgut Sunalp liderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisine ne de Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisine (ANAP) destek verdi. 20 Mayıs 1983'te AP'nin devamı olarak Büyük Türkiye Partisi (BTP) kuruldu. Ancak 31 Mayıs 1983'te AP'nin devamı olduğu gerekçesiyle Millî Güvenlik Konseyi tarafından kapatıldı. Demirel de siyaset yasağını çiğnediği gerekçesiyle bazı CHP ve AP'lilerle birlikte bir süre Çanakkale, Zincirbozan'da dört ay zorunlu ikamete tabi tutuldu. Demirel 12 Eylül Dönemi boyunca yaklaşık 5 ay boyunca gözetim altında tutuldu. Doğru Yol Partisi (DYP) kurulunca onu destekledi. 6 Eylül 1987'deki halk oylaması sonucunda siyaset yasağı kalkan (%50,16 ile) Demirel, DYP'nin o tarihteki genel başkanı Hüsamettin Cindoruk'un istifası ile 24 Eylül 1987'de DYP'nin genel başkanlığına seçildi. 29 Kasım 1987 seçimlerinde Isparta'dan milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. 1988 ve 1990 yıllarında yapılan büyük kongrelerde DYP genel başkanlığına yeniden seçildi. Bu dönemde, 24 Ocak Kararları'nı beraber hazırladığı Turgut Özal'a karşı sert bir muhalefet yürüttü. Son başbakanlığı. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde DYP oyların yüzde 27'sini alarak çıkardığı 178 milletvekiliyle TBMM'de birinci parti durumuna gelince Demirel, hükûmeti kurmakla görevlendirildi. 20 Kasım 1991'de Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile bir koalisyon hükûmeti kurdu. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Turgut Özal'la Süleyman Demirel hükûmeti arasındaki yetki çatışması uzun süre siyaset gündemini belirledi ve parlamenter sistemde cumhurbaşkanının konumuyla ilgili bir sistem tartışmasına yol açtı. DYP-SHP hükûmetinin demokratikleşme yolunda attığı en önemli adımlar; "Kürt realitesinin tanındığının" açıklanması, Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu'nun yeniden düzenlenmesi, 27 Mayıs 1960'tan sonra kapatılan Demokrat Parti ile 12 Eylül'den sonra kapatılan siyasi partilerin açılması ve sendikal özgürlüklerle ilgili bazı uluslararası sözleşmelerin onaylanması oldu. Süleyman Demirel'in başbakanlığı döneminde DYP-SHP hükûmeti, enflasyon konusunda söz verdiği başarıyı gösterememekle birlikte ekonomik büyümeyi canlandırmakta ve ücretlilerin reel gelirlerini artırmakta bir ölçüde başarılı oldu. 1992 yılında herhangi bir sosyal güvencesi olmayan vatandaşların sağlık giderlerini karşılamak için "Yeşil Kart" uygulaması başlatıldı. 1987 yılında başlatılan, emeklilikte belirli bir süre prim ödeme ve belirli bir süre sigortalı olma şartının yanında üçüncü bir şart olarak da belirli bir yaşı tamamlama şartı uygulaması Demirel döneminde değiştirildi. 1992 yılında çıkarılan 3774 sayılı Kanun'la emeklilikte “yaş” şartı tamamen kaldırıldı, böylece kadınlar 38 ve erkekler 43 yaşında emeklilik hakkı elde etti. Büyük kentlerdeki aşırı sol terör eylemlerinin denetim altına alınmasında da ilerleme sağlandı. Buna karşılık laiklik yanlısı gazeteci, araştırmacı ve yazar Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te bombalı bir suikast sonucunda öldürülmesi, hükûmetin radikal İslamcı terör karşısındaki duyarlılığının sınanmasına yol açtı. Mumcu'nun ailesini taziye sırasında Demirel, "suikastın aydınlatılacağını, bunun devletin namus borcu olduğunu" ifade etti ancak failler bulunamadı. Türkiye'yi sarsan bir diğer ölüm ise Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümü oldu. Bitlis'in ölümünün kaza mı suikast mı olduğu uzun süre tartışıldı. Koalisyonun iki ortağı da geçmişte Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde olağanüstü hâlin ve koruculuk sisteminin kaldırılmasını, Çekiç Güç'ün görevine son verilmesini savundukları hâlde DYP-SHP hükûmeti bu uygulamaları sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı (1993-2000). 17 Nisan 1993 tarihinde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, kalp ve koroner yetmezliğine bağlı tansiyon düşmesi sonucunda yaşamını yitirdi. Süleyman Demirel 4 Mayıs tarihinde, Turgut Özal'ın beklenmeyen ölümüyle boşalan cumhurbaşkanlığına adaylığını ilan etti. 8 Mayıs günü TBMM'de yapılan seçimin ilk turunda Demirel 234 oyda kalarak yeterli çoğunluğu sağlayamadı. İkinci turda Demirel 225, öteki partilerin adayları Kamran İnan (ANAP) 95, Lütfi Doğan (RP) 49, İsmail Cem (CHP) 25 oy aldı. 16 Mayıs'taki üçüncü turda Doğru Yol Partisi dışında koalisyon ortağı Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) desteğiyle 244 oy olan Demirel, Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Cumhurbaşkanı olduktan bir buçuk ay sonra 2 Temmuz 1993 günü Sivas Katliamı yaşandı. 35 kişinin yanarak veya yangın dumanıyla boğularak öldüğü katliamın önlenememesi ve olaydan sonra yaptığı, "Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır... Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır." açıklaması tepki çekti. Mart 1995'te Azerbaycan'da Haydar Aliyev'e karşı gerçekleştirilen darbe girişimini önceden haber alıp Aliyev'i bilgilendirdi. 18 Mayıs 1996 tarihinde İzmit'te katıldığı bir alışveriş merkezinin temel atma töreni sırasında İbrahim Gümrükçüoğlu adlı bir eylemcinin ateşli silahla düzenlediği suikast girişiminden yara almadan kurtuldu. Saldırıda, silahını ateşlemek üzere çıkaran İbrahim Gümrükçüoğlu'nun üzerine atlayan koruma müdürü Şükrü Çukurlu kolundan, bir gazeteci ise ayağından yaralandı. 28 Şubat Süreci olarak bilinen dönemde bazı çevrelerce Refahyol Hükûmetine karşı oluşan cephenin başaktörü olmakla itham edilirken bazı çevrelerce de gerginliği yumuşatarak bir darbeyi engellediği öne sürüldü. Bu süreçten sonra Refah ve Doğru Yol Partisi arasındaki protokole binaen Erbakan'ın başbakanlıktan istifade edip görevi Tansu Çiller'e devretmesini kabul etmedi. Hükûmet kurma görevini Mesut Yılmaz'a verdi. Buna RP, DYP, BBP karşı çıksa da kararından dönmedi. 1997 yılında Fethullah Gülen'in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının düzenlediği organizasyona katıldı, Fethullah Gülen'in elinden "Devlet Adamı Ulusal Uzlaşma Ödülü"nü aldı. Görev süresinin bitimine doğru cumhurbaşkanlığı süresinin beş yıl daha uzatılmasını öngören T.C. Anayasası'nın 101. maddesi ilgili değişiklik teklifi, 5 Nisan 2000 tarihinde TBMM Genel Kurulunda reddedildi. TBMM'de 351 sandalyesi bulunan koalisyon ortakları Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin liderlerinin mutabakat açıklamalarına karşın bir kişinin beşer yıllığına iki kez cumhurbaşkanı olabilmesini öngören anayasa değişiklik teklifine verilen oyların 303'te kalmasıyla Demirel köşke veda etmek zorunda kaldı. 16 Mayıs 2000 tarihinde görevini Ahmet Necdet Sezer'e devretmiştir. Eşi Nazmiye Demirel, Alzheimer tedavisi gördüğü hastanede 27 Mayıs 2013'te yaşamını yitirdi. Demirel'in, memurluktan cumhurbaşkanlığının sona erdiği döneme kadar geçen sürede kullandığı eşyalarının sergilendiği "Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi" Isparta'da 26 Ekim 2014 tarihinde açıldı. Ölümü. 13 Mayıs 2015 tarihinde böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve akut solunum yolları enfeksiyonu sebebiyle Güven Hastanesine yatırılan Demirel, 17 Haziran 2015 günü saat 02.05'te solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliği nedeniyle aynı hastanede öldü. 19 Haziran 2015'te Türkiye Büyük Millet Meclisindeki devlet töreni ile Kocatepe Camisi'ndeki dinî törenden sonra Demirel'in naaşı memleketi Isparta'ya götürüldü. Naaşı ertesi gün memleketi Isparta, İslamköy'deki anıt mezar olarak tahsis edilen yerde toprağa verildi. 2019'da Süleyman Demirel Anıt Mezarı tamamlanarak ziyarete açıldı. Popüler kültürdeki yeri. Fikret Kızılok, "Yadigâr" (1995) albümündeki "Demirbaş" şarkısıyla, Süleyman Demirel'in siyaset sahnesinden uzaklaşamamasını esprili bir dille anlatmıştır. Barış Manço'nun 1992 tarihli "Mega Manço" albümünün hit şarkılarından biri olan "Süleyman", yine bir Süleyman Demirel taşlamasıydı. Demirel 2007 yapımı "Zincirbozan" filminde Haldun Boysan tarafından canlandırılmıştır. Cem Karaca'nın "Raptiye" eserinde de Demirel'e göndermeler vardır. Ayrıca Demirel "Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye'de" filminde de konuk oyuncu olarak yer almıştır. TRT 1'de yayınlanmış olan dizisinde kendisini Nejmi Aykar canlandırmıştır. Adının verildiği yerler. Süleyman Demirel'in adı memleketi Isparta'da yapılan bir havalimanına, bir üniversiteye ve çok sayıda okula verildi. Bunların bir kısmı:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4443", "len_data": 27256, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.41 }
Nüfus yoğunluğu, birim alanda yaşayan organizma sayısı olarak ifade edilir. İnsanoğlu için nüfus yoğunluğu birim alanda yaşayan kişi sayısı olarak ifade edilir, hesaplama yapılırken alandaki su bazen hesaba katılır. Bazen bu hesaplama tüm alan için yapılırken, bazen de yalnızca yerleşim yerleri için, yerleşilebilir alanlar için, tarım yapılan ya da tarım yapılabilecek alanlar için hesaplanır. Genellikle kilometre karede, mil karede ya da hektarda kişi sayısı olarak hesaplanır. Bu rakam basitçe alanda yaşayan birey sayısı alanın yüzölçümüne bölünerek yapılır. Bu sayı bir ülke için, bir kent için ya da tüm dünya için hesaplanabilir. Mali değerler yüksektir. Nüfus yoğunluğu türleri. Herhangi bir alandaki insan yoğunluğunu ifade etmek için değişik yöntemler kullanılır. Nüfus yoğunluğu: Aritmetik, Tarımsal ve Fizyolojik olmak üzere üç türlü hesaplanır. Dünyanın en yoğun büyücek ülkesi 134 milyon kişinin Ganj Irmağının aşağı bölümünün çevresindeki yoğun tarım yapılan alandır. Burada nüfus yoğunluğu 900 kişi/km²'dir. Tüm dünyanın nüfus yoğunluğu ise yaklaşık 2 kişi/km²'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4461", "len_data": 1083, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.14 }
Frank Vincent Zappa Jr. (21 Aralık 1940, Baltimore, Maryland - 4 Aralık 1993) Amerikalı gitarist, şarkıcı, besteci. Sicilyalı bir baba ve Fransız-İtalyan bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Önceden kendi halinde babasının davulundan sesler çıkartmaya çalışan Zappa, tam okulun grubunda davul çalmaya başlamıştı ki, 1955 yılında yerleştikleri Lancester, Kaliforniya'da ilk gitarını edinir ve davulu bırakarak, biraz geç sayılabilecek bir yaşta, 17 yaşında gitar çalmaya başlar. Bu yıllarda yazdığı ve o yıllardaki mutsuzluğu ile yalnızlığından dem vurduğu "I Was a Teenage Maltshop" isimli yapıtı, daha sonraları "Dünyanın İlk Rock Operası" olarak müzik literatürüne geçmiştir. Asosyal bir yapıya sahip olması ve çok fazla arkadaşı olmaması sebebiyle neredeyse tüm zamanını evinde gitarıyla başbaşa geçirir ve kısa sürede büyük ilerleme gösterir ve ilk grubu Blackouts'u, henüz Lise 1. sınıf öğrencisiyken, 1956 yılında kurar. Bu grupta, daha sonra profesyonel yaşantısında da uzun yıllar birlikte çalışacağı Captain Beefheart ismiyle bilinen Don van Vliet de yer alıyordu. 1958 yılında liseyi bitiren Zappa, müzik eğitimi görmek için konservatuvara kaydolur fakat daha okula başladığı dönem, okulun kendisine göre olmadığına kanaat getirerek, ayrılır ve Hollywood'a yerleşir. Ünlü bir isim olma hayaliyle gidilen bu kentte Zappa boş hayallerle işe başlamaz ve iki sene boyunca grafikerlik, sanat yönetmenliği gibi işlerle haşır neşir olarak hayatını idame ettirir. Bu süre içinde müziğe de ara vermez ve her fırsatta şansını denemekten vazgeçmez. Bunun bir sonucu olarak ilk profesyonel işini alır ve yakın arkadaşı, ünlü yönetmen Tim Carey'nin The World's Greatest Sinner adlı filminin müziğini yapar. 1962-1963 yıllarında arka arkaya 45'likler çıkarır. Daha sonraları üne kavuşacak olan "A Concerto for Two", "America Drinks and Goes Home", "Tijuana Surf", "The Big Surfer" gibi başarılı çalışmaları, bu dönemlerde yaptığı müziklerindendir. Bu 45'liklerden kazandığı parayla Z adını verdiği bir müzik stüdyosu kurar. Eski dostu Captain Beefheart ile birlikte bu yıllarda kurdukları "Muthers" grubuyla çalışmalarına ise ara vermeden devam eder. Muthers ile birlikte çaldıkları barlarda şehrin diğer gruplarıyla tanışırlar. Bunların arasından Ray Collins'in grubu The Soul Giants ile özel olarak ilgilenir ve sonunda 1965 yılında bu grup ile birleşerek, grubun ismini "The Mothers" yaparlar. Frank Zappa (gitar), Ray Collins (vokal), Elliot Ingber (gitar), Roy Estrada (bas) ve Carl Black'ten (davul) oluşan grup kısa sürede Hollywood gece piyasasının ünlü gruplarından birisi haline gelir ve ilk plak anlaşmalarını yaparlar. Yaptıkları müziğin değişikliği ve yeniliğini, ticari bir mantıkla ele alan Verve plak şirketinin isteği ile grubun ismi The Mothers of Invention olarak değiştirirler ve ilk albümleri "Freak Out" (1966) bu isimle çıkar. "Freak Out", getirdiği müzikal değişim ve yeniliği bir kenara bıraksak bile, rock müzik tarihinin ilk konsept albümü, hem de ilk ikili (double) albümüyle büyük ilgi çekmeyi başarır. Birbiri ardına gelen albümlerle; hem deneysel hem geleneksel, hem tonal hem atonal müzikleriyle, provokatif, argo ve küfür dolu şarkı sözleriyle ve azgın sahne şovlarıyla topluluk kısa sürede dünya çapında üne kavuşur. Bu yıllarda Zappa, Melody Maker dergisine kapak olan, saçları iki yandan bağlı, etekli ve el çantalı haliyle klozette otururken verdiği poz ile o yıllarda bütün gençlerin duvarlarını süsleyen bir sembol halini almıştı. Konsere gittiği hemen her yerde ise, çocuklarını zehirlediğini düşündükleri bu adamlara kızgın anneler Zappa'nın o şehre gelmemesi için gösteriler düzenlemeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Oldukça hızlı ve gürültülü geçen bir 3 yılın ardından 1969 yılında Frank Zappa, solo çalışma kararı alır ve The Mothers of Invention, Zappa'nın ayrılmasıyla dağılır. "Uncle Meat", bu bağlamda, Zappa'nın ilk solo albümü olarak kabul edilebilir. Dönem dönem tekrar bir araya gelseler ve birlikte albümler ve turneler yapsalar da, bu tarihten itibaren bir daha sürekli olarak bir araya gelmezler. Dünya müzik tarihinin en üretken müzisyenlerinden birisi olan Zappa'nın müziği ise tabir edilemeyen bir kategoridedir. Rock, jazz, fusion, rap, reggae, elektronik, klasik; her ne yaparsa yapsın onun için her zaman "uçuş serbest" olmuştur. "Apostrophe", "Joes Garage", "Sheik Yerbouti", "Them or Us", "Zoot Allures", "Broadway the Hardway" gibi albümleri, üretken yaşamının en popüler albümlerinden bazıları olmuştur. Tek başına, sadece synclavier kullanarak yaptığı "Jazz from Hell" albümüyle ve ölümünden sonra "Sofa" adlı şarkısı Grammy ödülüne layık görülen sanatçı, 4 Aralık 1993 tarihinde prostat kanseri sonucu öldü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4462", "len_data": 4676, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.44 }
Athena, Türk ska ve punk rock grubu. Gökhan Özoğuz ve Hakan Özoğuz kardeşler grubun kurucu üyeleridir. Türkiye'de ska ve punk türünde müzik yapan ilk topluluklardan birisi oldu. Holigan albümünün aynı isimli şarkısı futbol maçlarının değişmez sloganı oldu. Bu şarkı, Türkiye millî basketbol takımı için yapılan "12 Dev Adam" şarkısı ise basketbol takımının bir nevi marşı oldu. Birçok rock müzik dinleyicisine göre Türkiye'nin en iyi rock gruplarındandır. 195 puanla Eurovision Şarkı Yarışması tarihinde Türkiye adına elde edilen en yüksek puanı aldı. Geçmişi. Kuruluş dönemi. Hakan ve Gökhan Özoğuz kardeşlerin müzik yapma sevdasına kapıldıkları 1987 yılı Athena macerasının başlangıç noktası olarak kabul edilir. O dönemde henüz 11 yaşında olan ve okul hayatından pek haz etmeyen Hakan ve Gökhan, Pentagram'ın eski gitaristi Ümit Yılbar'dan gitar dersleri almak suretiyle çalışmaya başladılar ve ardından da Akmar Pasajı'na ilanlar asarak grubu tamamlayacak bas gitarist ve davulcu arayışına giriştiler. Çalışmalarını ilk etapta iki kişi devam ettiren Gökhan ve Hakan kardeşler ilk yıllarda aralarına katılan birtakım arkadaşlarıyla stüdyo ve aletler kiralayarak çalışmaya başladılar. Akmar Pasajı'nda tesadüfen karşılarına çıkan bir ilanla hem bir isim hem de grubu tamamlayacak bas gitarist ve davulcu bulmuş oldular. O dönemde D.R.I, S.O.D, Nuclear Assult, Slayer, Megadeth ve Metallica gibi gruplardan heyecan duyan grup, 4 şarkıdan oluşan ve hardcore thrash sound'lu ilk demolarını da kaydetmeyi başardılar. Fakat bas gitarist ve davulcu problemi hâlen devam etmekteydi. Grubun ilk ciddi kadrosu süregelen pek çok değişikliğin ardından nihayet 1990'da şekillenebildi, Gökhan ve Hakan, davulda Turgay Gülaydın ve bas gitarda Asrın Tuncer katılımıyla çalışmalara hız verdiler. 1991 yılında "Horror Dimensions" isimli beş şarkılık bir demoyu kasede kaydettiler. Bu demodan sonra gruba vokal olarak Ferit Tuncer dahil oldu ancak kısa süre sonra Asrın ve Ferit gruptan ayrılıp AF adlı bir grup kurdular. Athena'da bas gitara Ozan Karaçuha dahil oldu. Grup, 1993 yılında ise thrash sound'lu ilk albüm "One Last Breath"'i piyasaya sürdü. Albüm, aynı yıl ölen Ümit Yılbar'a adanmıştı. Müzik hayatında yeni dönem (1997-2003). Grup, ilk albümünden sonra thrash metal olan tarzlarını ska ve punk rock'a çevirdi ve yeni albüm çalışmalarına 1997'de başladı. Bu dönemde çoğu plak şirketi Athena'nın yaptığı müziğin Türkiye'deki dinleyici kitlesi için çok yeni bir tür olması nedeniyle albümü yayınlamaya yanaşmadılar. NR1 ise alternatif projelere şans veren bir plak şirketi olarak Athena'ya şans verdi ve müzik şirketinin ilk müzik projesi "Holigan" oldu. Kargo elemanlarının da destekte bulunduğu bu albüm 1998 baharında piyasaya sürüldü ve galası Athena'nın yıllar boyunca sahne aldığı Captain Hook'ta yapıldı. Albümden yayınlanan video'lardan biri olan "Tarlaya Ektim Soğan"ın çekimleri de yine Captain Hook’ta Athena’nın sahne aldığı Cumartesi gecelerinden birinde çekildi ve mekanın atmosferi video'da birebir yansıtıldı. 1999’da sonlanan Athena konserlerinden kısa süre sonra Captain Hook da kapılarını kapattı. Captain Hook macerasını sonlandıran Athena için yeni bir sayfa açılmış, "Holigan" albümü ülke çapında büyük yankı uyandırmayı başarmıştı. Plak şirketlerinin beklentilerinin aksine ska sound’u Athena’nın şarkılarıyla Türkiye'de büyük ilgi gördü ve albümle aynı adı taşıyan "Holigan" adlı şarkının sporla özdeşleşerek bir marş misali yediden yetmişe ulaşmayı başardı. Bu başarının ardından tekrar stüdyoya giren Athena, 2000 yılında "Tam Zamanı Şimdi" albümü ile tekrar büyük bir başarı yakaladı. "Palavra" ile albümü tanıtan grup, "Yaşamak Var Ya" ve "Macera" şarkıları ile büyük bir başarı yakaladı. Athena, kariyerinin önemli anlarından biri de Türkiye'nin marşı haline gelen ve büyük yankı uyandıran "12 Dev Adam" projesi oldu. Millî Takım için bir marş yazılmasını talep eden Basketbol Federasyonu, Holigan ekolü dolayısıyla bu işin altından kalkabilecek en uygun ismin Athena olduğuna karar verdi. Alınan kararın ne kadar isabetli olduğu 12 Dev Adam'ın ülke genelinde yarattığı büyük yankının ardından iyice anlaşılmış oldu. Şarkı Türkiye'de olduğu kadar Avrupa'da da büyük yankı uyandırdı, Basketbol Millî Takımı'nın 2. geldiği 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası’na katılan diğer Avrupa ülkelerinin basın organları "12 Dev Adam" şarkısının takıma verdiği güçten bahsetti. "Tam Zamanı Şimdi" albümü bu yıl "12 Dev Adam" şarkısı ile tekrar piyasaya sürüldü. 2001 yılı sonlanırken Athena kadrosunda birtakım değişiklikler meydana geldi, gruptan ayrılan Ozan Karaçuha ve Turgay Gülaydın'ın yerine 2002 yılı başında bas gitara Canay Cengen ve davula Doğaç Titiz katıldı ve yeni albüm çalışmalarına başlandı. Ancak başlangıçta ortada yeni albüme ait hiçbir materyal yoktu. Şubat ve Mart ayları ise gece gündüz stüdyoda geçti. Athena şimdiye kadar hiçbir albüm hazırlık döneminin bu kadar sancılı geçmediğini açıkladı. Grup, Nisan ayında yeni albüm "Her Şey Yolunda"'yı piyasaya sürdü. Albüm "Öpücük" videosu ile tanıtıldı. Grup daha sonra bu kez 2002 Dünya Basketbol Şampiyonası sebebiyle Millî Takım ile birlikte Amerika'ya uçtu. Bu dönemde gruba bas gitarist olarak Ozan Musluoğlu katıldı. Eurovision performansı ve "Us" (2004). TRT, 2003 yılında Sertab Erener'in Eurovision başarısının ardından Türkiye'de yapılacak olan 49. Eurovision Şarkı Yarışması için iddialı bir isim arayışına girdi. Athena ile yapılan görüşmeler olumlu sonuç verince Türkiye'yi Athena'nın temsil edeceği açıklandı. Türkiye elemelerinde grup, "I Love Mud On My Face", "Easy Man" ve "For Real" şarkılarını halk jürisine sundu ve oyların %79'unu alan For Real, Athena'nın yarışma şarkısı oldu. Athena, yarışmada 195 puanla 4. oldu. Bu puan o döneme kadar Türkiye'nin aldığı en yüksek puan olurken, dördüncülük de Türkiye tarihinin o dönemki en iyi üçüncü derecesiydi. Grup, bu maceranın ardından hemen beşinci albümlerinin kayıtlarına başladı. 2004 yılında çıkan "Us" albümünde 7 yeni şarkının yanında, 3 Eurovision şarkısı ve "For Real"in Türkçe versiyonu da yer almaktaydı. Albümün ilk klibi "d.i.h.o" şarkısına çekildi. Ancak albüm büyük bir başarı elde edemedi. "Athena" albümü ve sonrası (2005-2007). Athena ile zaman zaman birlikte çalışan baterist Burak Gürpınar, Kurban'ın dağılmasının ardından Athena'nın daimi elemanı haline geldi. Burak'ın katılımından sonra grubun soundunda büyük bir değişim oldu ve müzik tarzı punk rock'a kaydı. Bu tarzla ilk olarak 2005'te Pasaj etiketiyle "Athena" albümünü çıkardılar. Bu albümün önemi Türkiye'de çıkan ilk ana akım punk albümü olmasıdır. Athena, televizyonlarda ilk olarak "Çatal Yürek"'le görünmeye başladı. Bu şarkının beğenilmesinden sonra ikinci teklisi olan "Kime Ne" piyasaya çıktı. Athena, aynı kadroyla 2006'da İt adlı EP'sini çıkardı. 5 parçadan oluşan albümün çıkış parçası Nirvana şarkısı "Breed"'in cover hali olan "Köpek" oldu. En başta yalnızca Dream Tv'nin 2006 yılbaşı çekimi için "Breed" coverı yapmak isteyen grup bu şarkının heyecanıyla US'ta yer alan "Yalan"'ın akustik versiyonunu ve elinde olan 3 yeni şarkıyı da katarak bu EP'yi ortaya çıkardı. Albüm, Kurt Cobain'in ruhuna ithaf edildi. Ocak 2007'de, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün 100. yılı anısına hazırlanmış; 3 yeni şarkı ve bir şarkının enstrümantal kaydı olmak üzere 4 parçadan oluşan "Fenerbahçe'nin 100 Şerefli Yılı" EP'si yayımlandı. Geri Dönüş (2009-bugün). 2007 yılında Gökhan ve Hakan Özoğuz'un babaları Ahmet Hamdullah Özoğuz öldü. Bu dönemde sarsılan abi - kardeş bir süre müziğe ara verdi. Hakan Özoğuz askere giderken, Gökhan Özoğuz ise Londra'ya taşındı. Hakan da daha sonra Gökhan'a Londra'da katıldı ve bu şehirde geçirdikleri 4 yılda şarkılar yazıp bestelediler ve 2010'da yeni albümün müjdesini verdiler. 2010 yılının Mayıs ayında "Pis" adlı stüdyo albümü, grubun 8. albümü olarak yayınlandı. Albümün prodüktörlüğünü Mike Nielsen üstlendi, bas gitar ve klavyede Alp Ersönmez, davul ve perküsyonda ise Volkan Öktem albümde çaldı. Grup, "Serseri Mayın" ve "Arsız Gönül" şarkılarıyla tekrar büyük bir başarı yakaladılar. Athena, 2011 yılında Coca Cola'nın 125. yılı şerefine Frank Sinatra’nın seslendirdiği, müzik dünyasının en kült baladlarından "My Way"’i, kendi yüksek enerjilerini katarak yeniden yorumladı. Şarkının Türkçe versiyonu “Ben Böyleyim”in sözlerini Gökhan Özoğuz yazmıştı. Şarkı, Tarkan Gözübüyük prodüktörlüğünde, Gökhan Özoğuz, Hakan Özoğuz, Volkan Öktem ve Alp Ersönmez’in ortak çalışmasıyla yeniden aranje edildi. 2011 yılında Rock’n Coke’ta da çalan Athena bu şarkıyı da canlı repertuvarlarına dahil ettiler ve bu çalışma da büyük bir ilgi gördü. 2012 yılında ise Orhan Gencebay'ın müzikteki 60. sanat yılına özel hazırlanan tribute albümde bulunan 32 müzisyenden olan Athena bu albümde Gencebay'ın "Bir Araya Gelemeyiz" isimli şarkısını kendi tarzında yorumladı. Albüm, Orhan Gencebay ile Bir Ömür ismiyle 17 Eylül 2012 tarihinde Poll Production etiketiyle yayınlandı. 2014 yılında "Altüst" albümü ile müzik dünyasına geri dönen gruba bas gitarda Umut Arabacı, davulda da Sinan Tınar eşlik etti. Ayrıca beş kişiye yükselen grup klavyede Emre Ataker ile çalışmaya başladı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4467", "len_data": 9118, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.39 }
Pink Floyd, 1965'te Londra'da kurulan İngiliz progresif/psikedelik rock müzik grubu. Felsefî şarkı sözleri, yenilikçi albüm kapakları, etkileyici-girift sahne şovları ile Pink Floyd, dünya çapında başarıya ulaşmıştır. Pink Floyd, gitar ve vokalde Syd Barrett, davulda Nick Mason, basta ve vokalde Roger Waters ve klavye ve vokalde Richard Wright adlı üniversite öğrencileri tarafından kuruldu. 1960'ların sonunda Londra'nın yeraltı müzik dünyasında verdikleri konserlerle popülerlik kazandılar ve Barrett'in liderliği altında listelere giren iki single ve başarılı bir ilk albüm olan "The Piper at the Gates of Dawn"'u (1967) yayımladılar. Gitarist ve vokalist David Gilmour Aralık 1967'de gruba katıldı. Zihinsel rahatsızlık geçiren Barrett, durumunun kötüleşmesi ile Nisan 1968'de gruptan ayrıldı. Waters grubun birinci söz yazarı ve yaratıcı lideri oldu ve "The Dark Side of the Moon" (1973), "Wish You Were Here" (1975), "Animals" (1977), "The Wall" (1979) ve "The Final Cut" (1983) gibi konsept albümlere imza attı. "The Dark Side of the Moon" ve "The Wall" tüm zamanların en çok satan albümlerinden oldu. Grubun simgesi haline gelmiş olan "The Dark Side of the Moon", tüm zamanların en uzun süre zirvede kalan albümü olarak "Billboard 200" listesinde 741 hafta kalmıştır. Müzikal anlamda yaşanan tartışmaların ardından Wright, Pink Floyd'u 1979'da terk etti. Bunu 1985'te Waters'ın gruptan ayrılması takip etti. Gilmour ve Mason, Pink Floyd olarak müzik hayatlarına devam ettiler, Wright ise önce stüdyo müzisyeni olarak sonra da grup elemanı olarak onlara tekrar katıldı. Üçlü, "A Momentary Lapse of Reason" (1987) ve "The Division Bell" (1994) olmak üzere iki albüm daha yayımladı, 1994 yılı boyunca konserlere çıktı. Neredeyse 20 yıllık küslüğün ardından Gilmour, Wright ve Mason, bir hayır konseri olan Live 8 için 2005'te Londra'da Waters ile tekrar bir araya geldi ve Pink Floyd olarak konser verdi. Gilmour ve Waters daha sonra grubu tekrar diriltme planlarının olmadığını açıkladı. Barrett 2006 yılında, Wright ise 2008 yılında hayatını kaybetti. Son Pink Floyd albümü "The Endless River" (2014) Waters olmadan kaydedildi ve büyük ölçüde yayımlanmamış eski şarkılardan oluştu. 2022'de Gilmour ve Mason, Rus-Ukrayna Savaşı'nı protesto etme amacıyla yazdıkları "Hey, Hey, Rise Up!" şarkısını yayınlamak için tekrar Pink Floyd çatısı altında toplandılar. Pink Floyd, 1996'da ABD'de Rock and Roll Hall of Fame'e, 2005'te UK Music Hall of Fame'e dahil edildi. Grup, 2013 itibarıyla 75 milyonu ABD'de olmak üzere dünya çapında 250 milyon albüm satmıştır. Popüler müzik tarihinde ticari olarak en başarılı gruplardan biridir. Tarihi. 1963-1967: İlk yıllar. Kuruluş. Grup 1965 yılında Roger Waters ve Nick Mason tarafından "Sigma 6" adıyla Londra'da kuruldu. Bir yıl sonra Rick Wright da gruba katıldı. Grup ismini sırasıyla T-Set, Meggadeaths ve Abdabs olarak değiştirdi. Abdabs ismiyle bir süre devam eden grup, yaptıkları müziği "rhythm and blues" olarak tanımlıyordu. Grup Regent Street Politeknik'te çoğunlukla mimari okuyan öğrencilerden oluşuyordu. Grubun ilk kadrosu şöyleydi: Roger Waters - Lead gitar, Richard Wright - Ritim gitar, Nick Mason - Davul, Clive Metcalf - Bas, Keith Nable ve Juliette Gale - Solist. Bir süre sonra grup dağıldı ve Roger Waters, Nick Mason, Rick Wright etrafında tekrar kuruldu. Roger Waters eski okul arkadaşı Syd Barrett'i de gruba dahil etti. Gruba caz gitaristi Bob Close da katıldı. Close, grubun blues tarzından uzaklaşmasından sonra gruptan ayrıldı. Gruba isim aranırken Syd Barrett'in aklına iki caz gitaristi olan Pink Anderson ve Floyd Council'in ilk isimlerinden oluşan Pink Floyd ismi geldi ve grubun ismi Pink Floyd olarak belirlendi. Bu sebeple grubun kurucusu olarak görülen kişi de Syd Barrett oldu. 1965 sonlarında grup ilk olarak Londra'da Palace Gate'de Countdown Club'da yaptı. İlk gösterilerinden itibaren ışık gösterileri ve slayt görüntülerini konserlerinde kullandılar. Kalabalık bir seyirci önüne ilk defa 1966 yılında "International Times" isimli yeraltı dergisinin açılış partisinde çıktı. Parti Pink Floyd'un basında yer alması için önemli bir fırsattı. "The Piper at the Gates of Dawn". Grubun ilk oluşumundan sonraki kayıtları ve çalışmaları "psikedelik rock" tarzından oldukça uzaktı. Ve grup o zamanlar ciddi anlamda dinlenen ve beğeni toplayan caz müziğini, altyapıları olarak benimsedi ve müziklerindeki bateri ve gitar alt yapılarını caz akorları üzerine kurarak başarı sağladı. Daha sonra kendilerini geliştirerek kendi müziklerini oluşturdular. Bunun ismi ne caz ne de psikedelik rock'tı. Bu, diğer müzik türlerinden farklılık gösteren bir müzikti. Bu "Pink Floyd gerçeğiydi". O zamanlar tüm dünya Pink Floyd'u konuşuyordu. Müzik otoriteleri bile ne yorum yazabileceklerini bilmiyorlardı. Grup "psikedelik rock" tarzları ve görselleri çok iyi kullandıkları konserler ile Londra yer altının en önemli gruplarından biri haline gelmişti. 1966'da daha bir firmayla anlaşmamışken gazeteci Peter Whitehead'ın çektiği Tonite Let's All Make Love in London belgeselinde şarkılarıyla yer aldılar. 1966'da ilk kez bir müzik şirketiyle anlaştılar. 1967'de Arnold Layne single'ı ile müzik dünyasına girdiler. 20. olan bu single'ı See Emily Play takip etti. Şarkı 6. olmuş ve grubu ünlü program "Top of the Pops"'a çıkartmıştır. İlk albümleri The Piper at the Gates of Dawn bir şarkı dışında tamamen Barrett imzalıydı. Albüm İngiltere'de büyük bir başarı kazandı. Amerika'da albüm çok iyi satmasa da grup Jimi Hendrix ile beraber turneye çıkıp kendini tanıttı. 1967-1978: Değişim ve uluslararası başarı. Syd Barrett'in ayrılışı. Gelişmiş bir sound'a sahip bu albümden sonra Syd Barrett ruh sağlığını gittikçe kaybediyordu. Stüdyolara katılmayan, konserlerde iyi performans göstermeyen Barrett'in yanına grup elemanlarının arkadaşı David Gilmour da Aralık 1967'de gitara alınd ı. Syd Barrett'in arkadaşı olan Gilmour, 1960'ların başında onunla Cambridge Tech'te beraber okumuştu. Okul yıllarında öğle aralarında beraber gitar ve armonika çalan ikili, daha sonra otostop turuna çıkıp Fransa'nın güneyinde dolaşmışlardı. 1965'te Joker's Wild'ın elemanı olan Gilmour, o zaman the Tea Set olarak çalan grubu da izlemişti. Steve O'Rourke, Gilmour ile buluştu ve gitariste haftada 30 poundluk bir ücret ödemeye taahhüt etti. Ocak 1968'de Gilmour grubun ikinci gitaristi ve beşinci üyesi olarak tanıtıldı. Grup, Barrett ile sadece şarkı yazımında çalışmayı planlıyordu. Gilmour'un gelmesi ile hayal kırıklığına uğrayan Barrett, gruba şarkı yazımında yardım etmemeye başladı. Ocak 1968'de yapılan fotoğraf çekimlerinde de Barrett'in grubun diğer dört elemanından daha uzakta durduğu dikkat çekiyordu. Barrett ile beraber çalışmak gitgide zorlaşırken, Ocak ayında Southampton'a bir konser vermek için girerken grup elemanlarından biri Barrett'i alıp almayacaklarını diğerlerine sordu. Sonunda onu rahatsız etmemeye karar verip, konsere dört kişi gittiler. Bu da gruptaki ayrılığın en büyük sinyali oldu. 1968 Mart'ında Pink Floyd, ortakları Jenner ve King ile grubun geleceğini konuştu ve bu toplantıda Barrett, gruptan ayrılmayı kabul etti. Jenner ve King, Barrett'in grubun arkasındaki beyin olduğunu inandılar ve Pink Floyd ile bağlarını kopararak yola Barrett ile devam etme kararı aldılar. Morrisson haklarını NEMS Enterprises'a sattı ve grubun yeni menajeri O'Rourke oldu. Barrett'in ayrılığı 6 Nisan 1968'de açıklandı. Barrett'in ayrılığı sonrası şarkı yazımı ve yaratım süreci genellikle Waters tarafından yönetildi. Gilmour, Avrupa TV'lerinde çıktıkları programlarda Barrett'in sesine playback yaptı ancak çıktıkları konserlerde Barrett şarkıları yerine Waters ve Wright tarafından yazılan "It Would Be So Nice" ve "Careful with That Axe, Eugene" gibi şarkılara ağırlık verdiler. A Saucerful of Secrets. 1968'de Pink Floyd Abbey Road stüdyolarına döndü ve ikinci albümleri "A Saucerful of Secrets"'ı kaydetmeye başladı. Albüm Barrett'ın Floyd için yazdığı son şarkı olan "Jugband Blues"u içeriyordu. Barrett, "Remember a Day"da da gitar çalmıştı. Waters, şarkı yazarlığını geliştirmeye başladı ve "Set the Controls for the Heart of the Sun", "Let There Be More Light" ve "Corporal Clegg" şarkılarını besteledi. Wright da "See-Saw" ve "Remember a Day" şarkılarını albüme verdi. Smith, grubu kendi prodüktörlüklerini kendileri yapması konusunda destek verdi ve yeni şarkıların demolarını kendi evlerinde kaydettiler. Yine Smith'in desteği ile kayıt stüdyolarını nasıl kullanabileceklerini öğrendiler. Ancak Smith grubun müzikal çalışmalarından hâlen endişe duymaktaydı ve Mason "Remember a Day" şarkısında zorluk çekerken Smith onun yerine davul çaldı. Haziran 1968'de yayınlanan albüm Hipgnosis'ten Storm Thorgerson ve Aubrey Powell'in tasarladığı bir saykedelik kapak ile piyasaya sürüldü. Bu Hipgnosis tarafından tasarlanan birçok Pink Floyd albümünün ilkiydi. EMI şirketi de tarihinde ikinci kez bir grubun albüm kapaklarında kendi tasarımcılarıyla çalışmasına izin vermiş oldu. Albüm, listelerde dokuz numaraya kadar yükseldi ve 11 hafta İngiltere listelerinde kaldı. Albümün yayınlanmasından bir gün sonra grup Hyde Park'taki ilk konserini verdi. Temmuz 1968'de ikinci kez ABD'ye gittiler. The Soft Machine ve the Who'ya eşlik eden grubun bu turnesi ilk ciddi turneleriydi. Aynı yılın Aralık ayında "Point Me at the Sky" single'ını yayınladılar ancak bu single da "See Emily Play" sonrası single'lar gibi başarısız oldu ve single konusundaki başarısızlıkları 1973 tarihli "Money"ye kadar devam etti. Pink Floyd'un yükselişi. Yeni Pink Floyd, grubun beyni Barrett'ten sonra kendilerini bulmak için stüdyoda uzun zaman geçiriyordu. Grup zaman zaman Careful With That Axe, Eugene gibi uzun ve deneysel şarkılar üzerinde çalışıyorlardı. Vokalleri ise Waters, Gilmour ve Wright üçlüsü değişerek yapıyorlardı. Grup 1969'da More filminin soundtrack'ini yaptı. Albümde daha önceden yaptıkları bestelerin yanında film için özel besteler yaptılar. Pink Floyd 1969'da ilk iki LP'lik albümleri Ummagumma'yı çıkarmışlardı. İlk LP'si 4 tane canlı performanstan ikinci LP ise grubun solo çalışmalarından oluşmuştu. İkinci disk'te bulunan solo şarkılardaki psikedelik özellikler hem dinleyiciler hem de eleştirmenler tarafından çok başarılı bulunmuştu. 1970'te Atom Heart Mother yayınlandı. Grup albümün ilk şarkısını 23 dakikalık bir beste olan "Atom Heart Mother"ı bir orkestrayla kaydederek oluşturmuştu. Grubun üç elemanının da solo eserleri ve bir tane daha deneysel parçadan oluşan albüm Floyd'un o dönem en çok satan albümü olmuştu. Grup üyeleri daha sonra bu albümü beğenmemiş olsalar bile deneyselliği, ses efektleriyle Pink Floyd ile bütünleşecek elementlerin bulunduğu ilk albüm olmuştu. Floyd albümün başarısıyla ilk Amerika turnelerine çıkmıştı. Albümün ismiyle ilgili soru soran gazetecilere grup üyelerinden Nick Mason şöyle cevap veriyordu: "Her şey atomik bir kalp makinesiyle hayata bağlanmış hamile bir kadının gazete manşetine çıkmasıyla başladı. Dünyanın annesini ya da dünyanın kalbini düşünmek istiyorsan ineklerle başlık arasındaki bağlantıyı da görürsün." Grup 1971'de ilk dönemlerindeki teklilerinin toplandığı Relics albümünü çıkardı ve Zabriskie Point albümüne şarkılar verdi. Aynı yıl içinde bulunan "Echoes" parçasıyla dikkat çeken Meddle yayınlandı. Ses efektlerin daha da dikkat çektiği albüm, grup tarafından da grupça çalıştıkları ilk albüm olarak görülmüştü. Albüm İngiltere listelerinde 3 numaraya kadar çıktı. 1972'de çıkan Obscured By Clouds, "La Vallee" adlı filmin film müziğiydi. Albüm bir önceki Meddle'a göre daha sade olmasıyla dikkat çekiyordu. Albüm eleştirmenler tarafından çok beğenilmese de ilk kez Amerika listelerine ilk 50'den giriyordu. Free Four şarkısı ise Amerika'da bir hit haline geldi. Şarkı daha sonra çok konu olacak Roger Waters'ın babasıyla ilgiliydi. Albüm Waters gruptan ayrılana dek David Gilmour'un son yazdığı sözleri içeriyordu. The Dark Side Of The Moon. Grubun sonraki albümü The Dark Side of the Moon (bu isim astronomik bir anlamdan ziyade, kişinin cinnet geçirmesiyle ilgilidir) Mayıs 1972 ile Ocak 1973 arasında kaydedildi. Albüm Mart 1973'te piyasaya çıktı. Albümün mühendisliğini Alan Parsons yaptı. Parsons'a Chris Thomas da destek verdi. Thomas özellikle albümdeki "Us and Them" parçasındaki yankılar gibi dikkate değer değişiklikler yaptı. Albüm Britanya ve Amerika müzik listelerine birinci sıradan girdi. Özellikle grup üyelerinden David Gilmour ve Nick Mason'a göre bu albüm müzikal açıdan Meddle veya Atom Heart Mother'dan daha iyi değildi; fakat ilk defa albüm tanıtımı için belirli bir para ayrılmıştı ve basın gruba destek vermişti. David Gilmour albümün müzikal başarısını parçaların daha önce canlı olarak çalınması ve parçaların bilinmesine, dolayısıyla kayıtların iyi olmasına bağlıyordu. Albümde saksafon kullanımı ve Wright'ın piyano stili bazı parçalara bir caz havası katıyordu, kadın vokalistler yer alıyordu. Albümde bütün parçaların sözleri Roger Waters tarafından yazılmış ve tematik şekilde birbirlerine bağlanmıştı. Grup artık dünya ve insan sorunlarına odaklanan ve tek bir konu ve ton etrafında yoğunlaşan bir müzik yapmaya karar kıldı. Dark Side of the Moon dünya çapında 50 milyondan fazla satarak dünyanın en çok satan ikinci Rock albümü olmuştur. Bu albümle beraber grubun basçısı Waters'ın grupta egemenliği daha ön plana çıkmıştır. 1969'dan beri İngiltere'de single yayınlamayan Pink Floyd bu albümden Money şarkısını yayınlamış ve bir numaraya oturmuştur. Albümün başarısı A Nice Pair (İlk iki albümün birlikte olduğu bir toplama), Syd Barrett (Barrett'in iki albümünün beraber olduğu bir toplama) ve gibi materyallerin yayınlanmasına neden oldu. Bu toplamalar Pink Floyd'un ilk dönemlerini de yeni dinleyicilere daha yakından tanıttı. Wish You Were Here. Pink Floyd stüdyoya Ocak 1975'te geri döndü. Alan Parsons grubun kendisiyle çalışmaya devam etmesi önerisini kendi çalışmalarına öncelik vermek için reddetti, grup da More albümünde çalıştıkları Brian Humphries ile anlaştı. Grup Dark Side of the Moon albümünün başarısından sonra yeni fiziksel ve duygusal olarak bitkin durumdaydı. Waters, yeni bir konsept için araştırmaya girişti. Grup 1974'te çıktığı Avrupa turnesinde üç yeni besteyle hayranlarının karşısına çıktı. Bu besteler sonraki albüm için bir başlangıç noktası oldu. Bu bestelerden birinde Gilmour tarafından çalınan bir gitar solosu Waters'a grubun eski üyesi ve kurucusu Syd Barrett'i hatırlattı. Albüm Eylül 1975'te piyasaya çıktı. Albümde yer alan Shine On You Crazy Diamond ve Wish You Were Here parçaları da Barrett'ın anısına idi. "Shine On You Crazy Diamond" içindeki slide guitar ve psikedelik havayla Barrett günlerine bir gönderme yapıyordu. Şarkının sonunda Rick Wright See Emily Play'den bir bölüm çalıyordu. Diğer şarkılar ise müzik endüstrisine karşı bir eleştiriydi. Albüm kayıtları sırasında Syd Barrett stüdyoyu ziyaret etmişti ancak grup elemanları fiziksel olarak değişmiş Syd Barrett'i tanımamışlar, tanıyınca da gözyaşlarına boğulmuşlardı. Ona besteledikleri şarkıları dinletmişlerdi ve daha sonra Barrett stüdyodan ayrılmıştı. Bu grubun Barrett'i son kez gördüğü andı. Waters o günleri şöyle anlatıyor: "Çok garipti, sözler yazılmıştı ve aslında Syd ile ilgiliydi, geri kalan her şey başka bir şey anlatabilirdi ama neden sözleri Syd hakkında yazmaya başladım, bunu bilmiyorum. Sanırım Dave'in solosu ve onun hüzünlü sound'u beni oraya götürdü. Aslında Syd'in durumunun grubun genel durumunun bir sembolü olması 'Wish You Were Here' kayıtlarının başlamasından çok önceydi. (...) Elbette o çok önemliydi, grup Syd olmadan asla başlayamazdı. Çünkü her şeyi yazan oydu. Onsuz hiçbir şey olmazdı ama diğer yandan onunla da yürüyemezdi. Rock'n Roll tarihinde Syd önemli olabilir ya da olmayabilir ama Pink Floyd için insanların düşündüklerinden çok daha önemli. Kendimi yıllarca onun tehdidi altında hissettim. Ama o 'Wish You Were Here' kayıtlarında geldiğinde karşımda iri, şişman, kel, delirmiş bir insan buldum ve gözyaşlarımı tutamadım." Wright ise olaydan şöyle bahsediyor: "Bütün albüm Dave'in baştaki gitar solosundan yola çıktı, çok güzel bir soloydu. Sonuçta bence albüm bizim en iyi albümümüz oldu, çünkü en renklisi ve en duygusalıydı. 'Shine On' un sözleri Syd için yazılmıştı. Stüdyoya yürüyerek gelmiştim. Roger masasında miksaj yapıyordu, sonra onun yanında oturan şişman, kel bir adam gördüm. Bunu garipsemedim çünkü insanların bizi merak edip gelmesi normaldi. Sonra roger 'Bu adam kim bilmiyorsun değil mi?' dedi. 'Bu Syd'. Büyük bir şoktu, çünkü onu 6 yıldır hiç görmemiştim. Ayağa kalktı, dişlerini fırçaları, yeniden oturdu ve 'Pekala gitarı ne zaman çalacağım?' dedi. Tabii yanında gitarını getirmemişti. Biz ise 'Üzgünüz Syd, gitarların işi bitti', dedik." Animals. Bu albümden sonra Pink Floyd 1977'de yine bir Harvest yapımı olan Animals'ı piyasaya çıkardı. George Orwell'in ünlü eseri Hayvan Çiftliği'ne nazireten, çeşitli kişilik yapılarının birer hayvan (domuzlar, köpekler ve koyunlar) olarak sembolize edildiği albüm oldukça ilgi çekti. Albümde Gilmour ve Waters'ın birlikte yaptığı bir şarkı dışında her şarkı Roger Waters'a aitti. Aynı yıl haziran ayında bir ABD turu yaptılar. Turnede albüm kapağında da kullandıkları büyük domuz da konserlerde kullanıldı. 1978-1985: Roger Waters dönemi. The Wall. Pink Floyd, 1977'den beri üzerinde çalıştığı The Wall albümünü Kasım 1979'da EMI'den çıkarttı. Bu albümde "Pink" adındaki bir karakterin doğumundan itibaren olan süreç incelenmiş; savaş, babaya duyulan hasret, eğitim sistemi, aldatma gibi konular işlenmiştir. Turnede bir hayranıyla kavga eden Roger Waters kafasında seyirciyle kendisinin arasına bir duvar örme düşüncesini yaratmıştı. Daha sonra konsepti geliştirerek bir insanın tüm insanlara karşı olması olarak büyütmüştü. Albümün kayıtları sırasında Waters egemenliği eline aldı. Özellikle albümde Rick Wright'ın katkısı çok azdır. Bu durum Gilmour'un hoşuna gitmiyor, Waters'la olan rekabetini artırıyordu. Waters albümde olması gerektiğini düşündüğü şeyler yüzünden grup elemanlarıyla kavga ediyordu. Tüm bu kavgalara rağmen Another Brick In The Wall (Part 2) ve Comfortably Numb gibi şarkılar büyük başarı kazanmıştı. Albüm kayıtları sonrası Wright gruptan ayrılmış ancak konserlerde bir turne müzisyeni olarak çalmıştır. 1982 yılında Alan Parker tarafından albümle aynı isimde bir film çekildi. Soyut bir anlatım tekniğine sahip, simgesel bir anlatım tarzını benimseyen film, Mayıs 1982'de Cannes Film Festivali'nde gösterildi. Film Türkiye'de ilk defa Emek Sineması'nda 1986 Kasım'ında gösterilmiştir. The Final Cut. Mart 1983'te, The Wall albümünden çıkarılan parçalar ile yapılan "The Final Cut", aynı zamanda grubun bir kriz içerisinde olduğunun açık göstergesi oldu. Roger Waters'ın, Rick Wright'ın albümde çalmasına izin vermemesi ve Nick Mason'ın albümdeki bazı parçalarda çalmasını istemeyişi sonucu kavgalar yaşanmış, David Gilmour da sadece tek parça seslendirmiştir. Gilmour, Waters'a albüm için besteler yapabilmesi için albümü geç yayınlamasını teklif etmiş ancak Waters bunu kabul etmemiştir. Albüm savaş karşıtı bir albümdü ve birçok yönden The Wall albümünü hatırlatıyordu. Albümün turnesi de yapılmadı ve grup elemanları solo çalışmalar için Pink Floyd'dan bir süre uzak kaldılar. Bütün bunlara rağmen albüm Britanya'da müzik listelerinde 1 numaraya kadar çıkmayı başardı. Bir süre sonra Roger Waters ile David Gilmour arasındaki anlaşmazlık sonucu Roger Waters grubu dağıttığını açıkladı. Ancak David Gilmour Pink Floyd adını devam ettirmek istedi ve davayı kazandı. Waters'ın ayrılışı. Gilmour ikinci solo albümü "About Face"'i 1984'te kaydetti ve bu albümde John Lennon'ın öldürülmesinden Waters ile ilişkisine kadar farklı kişisel konular işledi. Daha sonra bu albümü Pink Floyd'dan uzaklaşmak için kullandığını açıkladı. Kısa bir süre sonra Waters ilk solo albümü "The Pros and Cons of Hitch Hiking" ardından turneye çıktı. Wright, Dave Harris ile Zee adlı bir grup kurup "Identity" adlı bir albüm çıkardı ama pek büyük bir başarı yakalayamadı. Ağustos 1985'te Mason ikinci solo albümü "Profiles"'ı çıkardı. "The Pros and Cons of Hitch Hiking" yayınlandıktan sonra Waters, Pink Floyd'un bir daha bir araya gelmeyeceğini açıkladı. O'Rourke ile gelecekteki telif hakları konusunu konuşmak için konuştu. O'Rourke bu durumdan Mason ve Gilmour'u bilgilendirince Waters bu duruma sinirlendi ve O'Rourke'ı menajerlikten kovmak istedi. O'Rourke ile kendi anlaşmasını sonlandıran Waters onun yerine Peter Rudge'ı işe aldı. EMI ve Columbia'yı arayan Waters, gruptan ayrıldığını ve sözleşmelerini iptal etmek istediğini resmen açıkladı. Gilmour, Waters'ın Pink Floyd'u sona erdirmek için ayrıldığına inandı. Waters daha sonra mahkemeye giderek grubu resmi olarak sona erdirmek için başvuru yapıp geri kalan üyelerin Pink Flyod ismini kullanmalarını engellemeye çalıştı. Avukatları bu ortaklığın hiçbir zaman resmi bir belgeyle oluşmadığını öğrendiğinde ise Waters mahkemeye tekrar giderek grup isminin kullanılması hakkında bir veto hakkına sahip olma başvurusunda bulundu. Gilmour ise Pink Floyd'un devam edeceğini medyaya açıkladı. 2013 yılında Waters bu davalardan pişman duyduğunu açıkladı ve bu konuda hatalı olduğunu kabul etti. 1985-1994: David Gilmour dönemi. "A Momentary Lapse of Reason". 1983'ten sonra 1994'e kadar grup elemanlarının solo albümleri yayınlamakla beraber, 1986'da Gilmour, Waters'sız ilk albüm olan "A Momentary Lapse of Reason" için müzisyenleri bir araya getirmeye başladı. Wright'ın gruba tekrar katılmasını engelleyecek yasal problemler olmasına karşın Hampstead'te yapılan bir toplantı sonrası Pink Floyd, Wright'ı kayıtlara katılması için davet etti. Gilmour daha sonra Wright'ın bu kayıtlara katılmasının grubu müzik anlamında ve yasal olarak güçlendireceğini belirtti. Pink Floyd, haftalık 11.000 dolarlık bir ücret karşılığında Wright'ı dışarıdan bir müzisyen olarak kayıtlara dahil etti. Albüm kayıtları Gilmour'un Thames nehrine demirlemiş olan botu Astoria'da başladı. Gilmour, Eric Stewart ve Roger McGough gibi söz yazarlarıyla konuşsa da en sonunda Anthony Moore'u sözlere imza atması için seçti. Gilmour, daha sonra Waters'sız bir Pink Floyd'un yaratım aşamasında sıkıntılar çektiğini itiraf etti. Mason da müziğe ara vermesinden dolayı kayıtlarda zorlandı ve bazı davul kayıtları stüdyo müzisyenleri tarafından yapıldı. Mason ise daha çok albümün ses efektleri üstünde çalıştı. Albüm, Eylül 1987'de yayınlandı. "The Wall" ve "The Final Cut"'ta grupla çalışamayan Storm Thorgerson albümün kapağını yaptı. Waters'ın grupta artık olmadığını vurgulamak için "Meddle" albümünden sonra ilk kez bir albüm içine grup fotoğrafı koydular. Albüm, İngiltere ve ABD'de listelere üçüncü sıradan girdi. Waters, albümü beğenmediğini açıklayarak şarkıların genel olarak kötü olduğunu ve Gilmour'un söz yazarlığının başarısız olduğunu söyledi. Gilmour, albüm hakkında iyi düşüncelere sahip olduğunu söylese de Wright daha sonra Waters'ın eleştirilerinin doğru olduğunu kabul etti ve bu albümün bir grup albümü olmadığını düşündüğünü söyledi. Q dergisi de albümü bir David Gilmour albümü olarak tanımladı. Waters, ABD'deki organizatörleri arayarak ve Pink Floyd adının kullanılması durumunda dava açacağını söyleyerek albümün turnesini engellemeye çalıştı. Gilmour ve Mason, Mason'ın  Ferrari 250 GTO'sunu teminat olarak göstererek turne için gerekli parayı bankalardan topladı. Mason ve Wright'ın formda olmamaları nedeniyle turne hazırlıkları zorlu geçti. Gilmour, zorlandığını fark ettiği için Bob Erzin'den bu dönem yardım aldı. Pink Floyd, Kuzey Amerika'yı turlarken, Waters da yakın şehirlerde fakat daha küçük salonlarda "Radio K.A.O.S." albümünün turnesini yapmaktaydı. Waters, bu konserlerde kendi fikri olan "uçan domuz" balonunu kullanan Pink Floyd'a telif hakkı davası açtı. Pink Floyd da buna karşılık balona büyük bir erkek cinsel organı takarak balonu Waters'ın dizaynından daha farklı bir hale getirdi. 23 Aralık'ta iki tarafta anlaşmaya vardı. Mason ve Gilmour Pink Floyd adının hakkını alırken, Waters da "The Wall" ile ilgili şarkıların ve dizaynların hakkını kazandı. The Division Bell ve P•U•L•S•E. Bu albüm sonrası Pink Floyd, La Carrera Panamericana'da yarışıp bu olayın soundtrack'ini yapmak gibi, kişisel çalışmalarla uğraştı. Ocak 1993'te Britannia Row Stüdyoları'na dönen üçlü yeni bir albüm için çalışmalara başladı. İki hafta sonra grup, şarkılara dönüştürebilecekleri fikirleri topladılar. Erzin, albüm prodüktörlerinden biri olmak için tekrar grupla çalışmaya başladı. Prodüksiyon Şubat - Mayıs 1993 arasında Astoria'ya taşındı ve grup 25 müzikal fikre odaklanmaya başladı. Sözleşme gereğince Wright grubun bir elemanı değildi ve az kalsın albümde yer alamayacaktı. Ancak, sonuç olarak albümdeki beş şarkıya imza attı ve 1975 tarihli "Wish You Were Here"'den sonra ilk kez şarkı yazarı olarak adı geçti. Albümün şarkı yazarlarından bir diğeri de daha sonra Gilmour'un eşi olacak Polly Samson oldu. "High Hopes"un aralarında bulunduğu birkaç şarkıya söz yazdı. Bu şarkının kayıtları önceleri zorlu geçse de şarkı Ezrin'e göre albümünü bir arada tutan şarkı oldu. Albümün orkestral kayıtları için yine Michael Kamen ile çalıştılar. Dick Parry ve Chris Thomas da müzisyen olarak gruba geri döndü. Yazar Douglas Adams albümün adını önerirken, Thorgerson da kapağı düzenledi. Thorgerson, kapakta Easter Adası'ndaki Moai anıtlarından etkilendi. Birbirine bakmakta olan iki yüzün oluşturduğu üçüncü yüzün Pink Floyd'un geçmişini, Syd ve Roger'ı temsil ettiğini açıkladı. Albümü Nisan 1994'te çıkaran grup hemen ardından bir turneye başladı. Albüm hem İngiltere'de hem de ABD'de listelere bir numaradan girdi ve İngiltere'de 51 hafta listelerde kaldı. Pink Floyd, San Bernardino'daki Norton Air Force Base'deki bir hangarda iki haftadan uzun bir süre provalar yaptıktan sonra "Momentary Lapse of Reason" turnesinde de beraber çalıştıkları ekiple 29 Mart 1994'te Miami'de albümün bir konserini verdi. Pink Floyd'un en iyi şarkılarına da yer veren grup daha sonra "The Dark Side of the Moon" albümünün tamamını repertuvarına aldı. Pink Floyd'un son turnesi 29 Ekim 1994'te tamamlandı. Bu konserler sonrası Pink Floyd Mayıs 1995'te iki CD'den oluşan P•U•L•S•E adlı konser albümünü çıkardı. Kapak yine Storm Thorgerson tarafından yapıldı. Gerek The Division Bell, gerek P•U•L•S•E basından sert eleştiriler aldı. P•U•L•S•E grubun 2003 yılında menajerleri Steve O'Rourke için düzenlenen cenaze törenine ve 2005 yılında tek seferlik olarak Live 8 konserleri için bir araya gelişine kadarki son kez görünüşü oldu. Grup 1996'da "Rock 'N Roll Hall of Fame"e girmeye hak kazandı Törende Roger Waters bulunmadı. 2000'de Is There Anybody Out There? The Wall Live 1980-81 konser albümü ve 2001'de best of yayınlandı. 2003'te Dark Side of the Moon yeniden yayınlandı. 2004'te ise Nick Mason "Inside Out" isimli Pink Floyd kitabını yazdı. Gilmour, Mason ve Wright 2003'te ölen menajerleri Steve O'Rourke için birleşip "Fat Old Sun" ve "The Great Gig In The Sky"'ı cenazede çaldılar. 1981 yılındaki Earls Court (Londra) konserinin ardından bir daha sahnede birlikte görülmeyen grubun orijinal kadrosu 2 Temmuz 2005 tarihinde Londra Hyde Park'ta düzenlenen Live 8 yardım konserlerinde 24 yıl sonra bir araya geldi ve "Breathe", "Money", "Wish You Were Here" ve "Comfortably Numb" parçalarını canlı olarak çaldı. 2005-Günümüz: Yeniden buluşma, ölümler ve son albüm. 2 Temmuz 2005'te Londra Hyde Park'ta düzenlenen Live 8 konserinde Waters, Gilmour, Mason ve Wright, Pink Floyd olarak 24 yıldan sonra ilk kez sahneye çıktı. Organizatör Bob Geldof yılın başında yeniden buluşmanın olasılığını tartışmak için sene başında Mason'ı aradıktan sonra bu birleşmeyi sağladı. Geldof ilk olarak teklifi reddeden Gilmour ile konuştu, daha sonra Mason'a arabuluculuk teklif etti ancak Mason bu teklifi reddetti ve en sonunda bu buluşmaya sıcak bakan Waters ile konuştu. Waters daha sonra Geldof ile bir ay içinde gerçekleşmesi planlanan bu olay hakkında bilgi aldı. İki hafta sonra Waters, iki yıllık bir aradan sonra Gilmour'u aradı ve bir sonraki gün ikili beraber çalışmaya karar verdi. Gilmour, bunun ardından teklifi anında kabul eden Wright'ı aradı. Grup, basına yaptığı açıklamada Live 8'in odaklandığı konuların yanında gruptaki problemlerin ne kadar önemsiz kaldığına vurgu yaptı. Londra'daki Connaught Otel'de çalacakları şarkılara karar veren grup, Black Island Studios'ta üç gün prova yaptı. Bu provalarda şarkıların düzenlemeleri ve çalacakları şarkıların hızları hakkında tartışmalar yaşandı. Çalınacak şarkılara konserden sadece bir gün önce karar verilebildi. Performanslarının başında Waters seyirciye şu sözleri söyledi: "Bu oldukça duygusal, bunca yıl sonra bu üç adamla burada olmak, sizinle burada olmak. Bunu burada olmayanlar için yapıyor ve özellikle tabii ki Syd için". Performansın sonunda Gilmour, seyirciye teşekkür edip sahneden ayrıldı. Waters bunun ardından onu geri çağırdı ve grup olarak seyirciyi selamladılar. Grubun bu selamı Live 8 sonrası gazetelerin başlıklarında yer aldı. Pink Floyd bu konser sonrası 136 milyon pound'luk bir konser teklifini reddetse de Waters yeniden bir buluşmaya açık kapı bıraktı ve bir yardım kuruluşu adına bunu yapabileceklerini söyledi. Ancak Gilmour Associated Press'e böyle bir durumun gerçekleşmeyeceğini söyledi ve provalarda bu işi devam ettirmenin bir anlamı olamayacağını anladığını açıkladı. Daha sonra verdiği röportajlarda da bu fikrini tekrarladı. Barrett ve Wright'ın ölümü. Grup kurucularından Syd Barrett, 7 Temmuz 2006'da Cambridge'teki evinde pankreas kanserinden dolayı hayatını kaybetti. 10 Mayıs 2007'de Londra'daki Barbican Centre'da düzenlenen Barrett'ı anma konserinde Roger Waters sahne aldı ve "Flickering Flame" şarkısını çaldı. Konserin sonunda ise sürpriz olarak Gilmour, Mason, Wright, Arnold Layne'i çaldılar. Gecenin son performansında tüm konuklar beraber "Bike"ı söylediler ancak Roger Waters diğer Floyd üyeleriyle sahneye çıkmadı. Grubun piyanisti Richard Wright da 15 Eylül 2008 tarihinde açıklanmayan bir kanser çeşidinden dolayı yaşamını yitirdi. Wright'ın ölümünden bir hafta sonra Gilmour "A Saucerful of Secrets" albümünde yer alan bir Wright bestesi olan "Remember a Day"i Wright'ın anısına yorumladı. Daha sonraki performanslar ve yeniden yayınlanan albümler. 10 Temmuz 2010'da Waters ve Gilmour, Hoping Vakfı için düzenlenen bir gecede beraber çaldılar. Filistinli çocuklar için düzenlenen bu gece 200 kişilik bir seyirci kitlesinin önünde Oxfordshire'daki Kiddington Hall'da düzenlendi. Waters'ın bu konsere katılmasına bir karşılık olarak Gilmour, 12 Mayıs 2011'de Waters'ın O2 Arena'da verdiği The Wall konserinde "Comfortably Numb"da sanatçıya eşlik etti. Mason da aynı konserin sonunda çalınan "Outside the Wall" şarkısında ikiliye katıldı ve tamburin çaldı. 26 Eylül 2011'de Pink Floyd ve EMI, Why Pink Floyd...? adı altında grubun eski albümlerinin yeniden düzenlenmiş versiyonlarının yayınladığı büyük çaplı bir projeye başladı. Albümler, The Wall'un prodüktörlerinden James Guthrie tarafından elden geçirilmişlerdi. Haziran 2015'te Pink Floyd, "The Piper at the Gates of Dawndan önce kaydettikleri 6 şarkıdan oluşan ve kısıtlı sayıda basılan ' adlı bir EP yayınladı. The Endless River. 2012'de Gilmour ve Mason, yeni bir Pink Floyd albümü hazırlamak üzere "Division Bell" sırasında Wright ile yapılan kayıtlara geri dönme kararı aldı. Bu kayıtların üstüne yeni kayıtlar yapmak için stüdyo müzisyenleri ile anlaştılar. Waters bu projeye dahil olmadı. Samson, Temmuz 2014'te Twitter üzerinden bu yeni albümün adının "The Endless River" olduğunu açıkladı. 7 Temmuz'da Pink Floyd'un websitesinde yapılan açıklama ile yeni albümün genellikle enstrümantal ve ambient bir havada olacağı söylendi. Albüm 7 Kasım 2014'te Parlophone tarafından yayınlandı. Albüm karma tepkiler almasına rağmen Amazon UK'de tarih boyunca en çok ön sipariş verilen albüm oldu ve birçok ülkede listelere ilk sıradan birdi. Albümün plak versiyonu 2014 yılında İngiltere'de en hızlı satılan plak olurken, 1997 tarihinden beri en hızlı satılan plak unvanını da aldı. Gilmour, "The Endless River"'in Pink Floyd'un son albümü olduğunu açıkladı. Albüm bir turne ile desteklenmezken Gilmour, bu albümün konserlerinin Wright olmadan verilebilmesinin imkânsızlığına değindi. Ağustos 2015'te Gilmour bir kez daha Pink Floyd'un sona erdiğini ve Wright'sız bir yeniden toparlanmanın doğru olmayacağının altını çizdi. Temmuz 2016'da grup albüme girmeyen şarkılar, konser performansları, yeni düzenlemeler ve bazı videoların yer aldığı 27 CD'lik CD, DVD ve Blu-ray'den oluşan "The Early Years 1965–1972" box-setini yayınladı. Hey, Hey, Rise Up! Mart 2022'de Gilmour ve Mason, Rus istilasından sonra Ukrayna'yı desteklemek adına single'ını kaydetmek için basçı Guy Pratt ve klavyeci Nitin Sawhney ile birlikte Pink Floyd olarak yeniden bir araya geldi. Şarkı aynı zamanda savaş için Amerika'daki turnesini yarıda kesip Kiev'e geri dönen Boombox şarkıcısı 'un, 1914 Ukrayna marşı olan "" şarkısını akapella olarak söylediği bir Instagram videosundan alınan vokalleri içeriyor; Gilmour bunu "Bende onu müziğe aktarma isteği uyandıran güçlü bir an" olarak nitelendirdi. 8 Nisan'da yayınlanan single'ın geliri Ukrayna İnsani Yardım Vakfı'na gidecek. Gilmour, savaşın kendisine Pink Floyd olarak yeni müzikler yayınlaması için ilham verdiğini ve farkındalığın artması için "hayati" bir öneme sahip olduğunu belirtti. Etkiledikleri. Çok sayıda sanatçı Pink Floyd'un müziğinden etkilenmiştir. David Bowie Syd Barrett'ı büyük bir ilham kaynağı olarak tanımlamaktadır. The Edge, ilk gecikme pedalını "Animals" albümündeki açılışı duyduktan sonra almıştır. Pet Shop Boys Marillion'un gitaristi Steve Rothery de "Wish You Were Here" albümünü büyük bir ilham kaynağı olarak göstermektedir. Bunun dışında pek çok grup Pink Floyd'dan etkilenmiş ve şarkılarını cover'lamışlardır. Bunlardan bazıları: Moğollar, Kurtalan Ekspres, Foo Fighters, Dream Theater, My Chemical Romance, Porcupine Tree, The Mars Volta, The La's, Queen, Oasis, Iron Maiden, Stone Temple Pilots, Coheed and Cambria, Tool, Queensryche, 30 Seconds to Mars, Scissor Sisters, Rush, Radiohead, Gorillaz, Mudvayne, Nine Inch Nails, Korn, Primus, System of a Down, Smashing Pumpkins'dir. Ödülleri. Pink Floyd pek çok ödüle aday gösterildi ve pek çok ödül kazandı. Grup 1980 yılındaki Grammy ödül töreninde "Best Engineered Non-Classical Album" dalında, yine aynı yıl düzenlenen BAFTA ödül töreninde "En Orijinal Şarkı" (Waters'a) ve "En İyi Sound" (James Guthrie, Eddy Joseph, Clive Winter, Graham Hartstone ve Nicholas Le Messurier'a) dallarında ödüle lâyık görülmüştür. Floyd 1995 yılındaki Grammy ödül töreninde "Marooned" ile "En İyi Entrümantal Rock Şarkısı" dalında ödül kazanmıştır. Pink Floyd, 2008 yılında çağdaş müziğe katkılarından dolayı Polar Müzik Ödülü'ne lâyık görülmüş, ödülü Waters ve Mason İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden almışlardır. Grup 17 Ocak 1996'da Rock and Roll Şöhretler Kulübü'ne, 16 Kasım 2005'te Birleşik Krallık Şöhretler Kulübü'ne kabul edilmiştir. Gilmour ve Mason orada bulundu. Wright ameliyat olduğu için katılamazken, Roger Waters Roma'da olduğu için videosuyla törene katıldı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4468", "len_data": 35066, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.43 }
Bryan Guy Adams OC (5 Kasım 1959, Kingston), Kanadalı Rock şarkıcısı, multi-enstrümantalist, şarkı sözü yazarı ve fotoğrafçı. Adams, Billboard tarafından müzik tarihindeki en başarılı 38'inci sanatçı seçildi. Bugüne kadar aralarında 20 Juno Ödülü (56 adaylık), Grammy, MTV, ASCAP, Amerikan Müzik, Ivor Novello gibi sayısız ödül kazanmış, Kanada Ordeni, OBC, Hollywood ve Kanada'nın yıldızlar geçidinde bir yıldız kazanarak da çoğu kez onurlandırılmıştır. Sert, güçlü ve derin bir sese sahip olması, yazdığı karışık ve aynı şekilde edebî ve şiirsel olan, romantik bazense politik olan şarkı sözleri, heavy metal, country ve blues'dan etkilenilmiş melodik soft, bazense hard rock veya melodik rock ballad'ları Adams'ın en bilinen özellikleridir. Adams'ın filmler için yazdığı şarkılar ona 3 Oscar ve 5 Altın Küre adaylığı getirdiği gibi bir fotoğrafçı olarak da ödüllendirilmiştir. Adams, aynı şekilde sosyal aktiviteleri ve yardım çalışmalarından dolayı da Allan Waters Ödülü dâhil birçok ödül kazanmış, Live Aid, Farm Aid, Live8, A Conspiracy of Hope gibi birçok yardım konserinde yer almıştır. Sanatçı, müziğe "Cuts Like a Knife", "Reckless" ve "Waking Up the Neighbours" gibi önemli albümler ve başta "Summer of '69", "Everything I Do", "Run to You", "Heaven", "Please Forgive Me", "Have You Ever Really Loved a Woman?", "All for Love", "I Finally Found Someone" ve "When You're Gone" gibi birçok önemli şarkı vermiştir. Bunlardan "(Everything I Do) I Do It For You" hâlen İngiltere müzik listelerinde en çok bir numarada kalmış şarkıdır (16 hafta). Run to You klibi ona MTV Video Ödülleri'nde rekor sayıda adaylık getirmişti. "Do I Have To Say The Words?" adlı parçasının klibini Türkiye'de çekmiştir. Sanatçının İstanbul'da bir taksiye binmesiyle başlayan klip, İnönü Stadı konserinin görüntüleri eşliğinde devam etmekteydi. İstanbul'un tarihî dokusunu yansıtan klipte Türk seyircisinin coşkusu da ekrana yansımaktaydı. Türkiye tarihinde bu konser ilk stadyum konseri ve dönemin en büyük konseriydi. Pakistan ve Vietnam tarihinde konser veren ilk Batılı sanatçı olduğu gibi, tarihteki ilk kaset-single formatında çıkan şarkı ("Heat of the Night"), bazı ülkelerin radyosunda en çok çalınan şarkı ("Summer of 69"), 90'ların en ünlü şarkısı ("Everything I Do"), en başarılı Kanadalı erkek sanatçı, 1 milyondan çok satmış ilk Kanada albümü, içerisinden 5 üzerinde Top 15 hiti çıkan ilk rock albümü, bir senede en fazla Grammy'ye aday gösterilmiş Kanadalı gibi birçok önemli unvan taşımaktadır. Adams'ın turneleri de rekorlar kırmıştır. Eleştirmen Sylvie Simmons onun canlı performansları için "seyirciyi avuçlarının içine almakta ona yaklaşan kimse yok" demiştir. Müziğe verdiği katkılardan dolayı, prestijli GGPA ödülü dışında, en son Florida'da müzik ödüllerinde "Yaşayan Efsane" ödülü kazandı. Bryan Adams kariyeri boyunca 100 milyonun üzerinde bir satış başarısı elde etmiştir. Kendi çalışmaları dışında Bonnie Raitt, Kiss, Joe Cocker, Celine Dion ve Mel C. gibi sanatçılar için de birçok şarkı yazmıştır, Ronan Keating ve Matchbox Twenty gibi sanatçıların idolleri arasındadır. Çocukluk ve 1970'li Yıllar. Adams, İngiliz ebeveynlerin "(Jane ve Conrad Adams)" çocuğu olarak Kanada'da doğmuş olsa da büyükannesi ve büyükannesinin annesi Maltalı idiler. "(Adams, Malta'da 28 Haziran 2007 tarihinde bir konser vererek geçmişteki akrabalarını da anmış oldu.)" 1960'larda diplomat olan babası "Conrad Adams"'ın işi nedeniyle İngiltere, İsrail, Fransa, Portekiz ve Avusturya'da yaşadı. "Bruce" adında bir kardeşi olan Adams'ın ailece takma adı "Kid" idi. Adams, 15 yaşından itibaren "Shock" ve "Sweeney Todd" gruplarında çalışmaya başladı. "Sweeney Todd"'un "If Wishes Were Horses" albümünde vokalist oldu. Bu arada bulaşıkçı ve marketlerde paketleyici olarak çalışmaya da devam ediyordu. "Sweeney Todd"'dan ayrılmasından sonra Jim Vallance ile tanıştı. Adams, 1978 yılında 18 yaşında iken, birkaç demosunu Toronto'daki A&M Records'un beğenisine sundu. 1979 yılında da şirketle kontrat imzaladı. Bryan Adams adlı ilk solo albümü için Keith Scott ve Jim Vallance ile birlikte çalışmalara başladı. 1980'li Yıllar. Adams ilk albümünün ardından You Want It You Got It adlı albümü 1981 yılında yayınladı. "Foreigner" grubu ile 1982 yılında turneye çıktı. Adams'ın parçaları yavaş yavaş listelerde tutunmaya başladı. 1983 yılında Cuts Like a Knife adlı albümünü çıkaran Adams, ABD müzik listelerinde hızla yükseldi ve "Straight From The Heart, This Time" ve "Cuts Like a Knife" adlı parçaları hit oldu. Gruba günümüze kadar Adams'ın yanında yer alan Mickey Curry bu albümde eklendi. 1984 yılında 13 milyonluk satış rakamına ulaşan Reckless albümü yayınlandı. Bu albümle birlikte dünya çapında tanınan bir sanatçı olarak çıkış yakalayan Adams, "Heaven" adlı parçasıyla listelerde 1 numara olurken, "Run to you", "Summer of 69", "It's Only Love" ve "Somebody" parçaları da listelerde üst sıralara hızla tırmandı. 1985 yılından itibaren yardım konserlerinde yer alan Adams, Jim Vallance'la birlikte yazdıkları "Tears are not Enough" adlı şarkıyla "Live Aid" konserlerinin aranılan sanatçısı oldu. Adams, 1987 yılında Into the Fire adlı albümünü çıkardı. Adams'ın Jim Vallance ile son çalışması olan albümden "Into the Fire" ve "Heat of the Night" parçaları çok sevildi. Adams yoluna Bob Clearmountain ile devam etti. Live! Live! Live! adlı canlı performansını içeren albümü 1988 yılında yayınlandı. Adams, 1988-1991 yılları arasında yardım konserlerinde bulunurken, turnelerine devam etti ve yeni albümünün çalışmalarına başladı. 1990'lı Yıllar. Adams'ın A&M Records'tan 1991 yılında çıkardığı Waking Up the Neighbours adlı albümü, sanatçıya unutulmayacak bir başarı getirdi. Albümdeki "(Everything I Do) I Do It for You" adlı parça İngiltere listelerinde 16 hafta 1 numara olarak bir rekora ulaştı. "(Everything I Do) I Do It for You" adlı filmin müziği idi ve Adams, Robert John "Mutt" Lange ve Michael Kamen tarafından yazılmıştı. Adams, bu şarkısıyla dünyanın önemli tüm müzik listelerinde 1 numara oldu. Waking Up the Neighbours albümüyle unutulmaz bir başarı yakalayan Adams, 1993 yılında So Far So Good adlı albümünü yayınladı. Hit şarkıları toplayan albümden çıkan "“Please Forgive Me”" adlı parça çok sevildi ve listelerde 1 numara oldu. Adams, Sting ve Rod Stewart'la düeti olan The Three Musketeers filminin müziği "All For Love" adlı parçayı yayınladı. Ayrıca 14 Ocak 1994 tarihinde Vietnamda konser veren ilk batılı sanatçı oldu. 1996 yılında çıkan 18 til I Die adlı albümü Rock ve blues tarzlarının öne çıktığı bir albümdü. Bu albümünde öne çıkan "The Only Thing That Looks Good On Me Is You" ve "18 til I Die" adlı parçalar Adams'ın daha sert müziğini özleyenlere hitap etti. Daha sonra Adams "Don Juan de Marco" filminin müziği "Have you ever really loved a woman?" adlı parçasıyla tekrar zirveye yerleşti ve Akademi Ödülleri'nde aday oldu. 1996 yılında Barbra Streisand ile Streisand'ın oynadığı "The Mirror Has Two Faces" filmi için "I Finally Found Someone" isimli bir şarkı yaptılar ve bu Adams'a üçüncü Oscar adaylığını getirdi. 1997 yılında MTV Unplugged albümünü yayınladı. Bu albümde "Back to You" gibi yeni şarkılarının yanı sıra eski şarkılarını da akustik ve değişik formatta yorumlayarak olumlu eleştiriler aldı. 1998 yılında On a Day Like Today adlı albümünü yayınladı. 1999 yılında The Best of Me adlı albümünü yayınladı. 2000'li yıllardan günümüze. 2000 yılında Chicane grubuyla "Don't Give Up" adlı parçasıyla listelerde kendine yer bulan Adams, 2001 yılında "Live at the Budokan" ve "Live at Slane Castle" adlarında canlı performans videolarını yayınladı. 2002 yılında adlı aynı adı taşıyan filmin müziklerini içeren albümünü yayınladı. Albüm için Hans Zimmer ile birlikte çalıştı. 2004 yılında "Room Service", 2005 yılında Anthology adlı albümünü yayınladı. Aynı yıl "Live in Lisbon" adlı canlı performans videosunu yayınladı. 2006 yılında Kevin Costner'in rol aldığı "The Guardian" filminin müziği "Never Let Go" adlı parçayı yayınladı. Aynı yıl Anthony Hopkins'in rol aldığı "Bobby" adlı filmin müziği "Never Gonna Break My Faith" adlı parça ile 2007 yılında beşinci kez Altın Küre ödülüne aday gösterildi. 17 Mart 2008 tarihinde 11. albümü olan 11'i yayınladı. Adams, 2 Temmuz 2009'da Kanada postalarının posta pulu olarak resmini bastığı dört müzisyenden biri oldu. Aralık 2009'da "Old Dogs". filmi için "You've Been a Friend to Me" adlı şarkısını hazırladı. Şubat 2010'da "One World, One Flame" adlı teklisi çıktı ve Alman ARD televizyonunun 2010 Kış Olimpiyatları yayınlarında tema müziği oldu. 12 Şubat 2010 tarihinde Nelly Furtado ile düet yapan sanatçı, 2010 Kış Olimpiyatlarının kapanış törenlerinde "Bang the Drum" adlı şarkısını BC Place Stadyumunda 60 bin kişiye seslendirdi. Adams Kanada Başbakanı Stephen Harper'ı resmî konutunda birlikte doğaçlama müzik yapmak üzere ziyaret eden birkaç tanınmış müzisyenden biri oldu. Adams, Nepal'in Katmandu şehrinde, Dhasrath Stadyumu'nda Şubat 2011'de konser verdi. 2014 yılında Tracks of My Years adlı albümü, 2015 yılında da Get Up! adlı albümünün yayınlanacağı duyuruldu. Bryan Adams Ekibi. Scott ve Curry 1980'lerin başından beri Adams ile birlikte müzik kariyerlerine devam ettiler, Fisher ve Breit gruba 2000'lerin başlarında dahil oldular. Onlardan önce Tommy Mandel klavyede, Dave Taylor bas gitarda (1980-1997) ve Pat Steward bateride çalmaktaydı. Adams'ın 1980'ler ve 1990'ların başında gelen başarılarında bu ekibinin büyük katkısı oldu. Fotoğrafçılık. Adams, 2000 yılında yakın arkadaşı "Donna" 'nın göğüs kanserinden ölmesi üzerine, kanser araştırmalarına gelir sağlamak amacıyla çeşitli sanatçılarla çektiği fotoğraflarını "Made in Canada", "American Women" ve "Haven" adlı kitapları yayınladı. Fotoğrafları "Vogue", "Vanity Fair", "Harper's Bazaar", "Jane", "Interview", "i-D" ve diğer dergilerde yayınlandı. Sergileri: Diskografi. Stüdyo albümleri Canlı - Konser albümleri Toplama albümleri Film müziği - Soundtrack albümleri
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4469", "len_data": 9927, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.41 }
Manu Chao (d. 21 Temmuz 1961, tam adı José-Manuel Thomas Arthur Chao) İspanyol asıllı Fransız şarkıcı. Fransızca, İspanyolca, İngilizce, Galiçyaca, İtalyanca, Arapça, Portekizce ve başka pek çok dilde şarkılar seslendiriyor. Chao'nun müzik kariyeri Paris'te sokak müziği yaparak, çeşitli dilleri ve müzik türlerini bir arada yaşatan Hot Pants ve Los Carayos gibi gruplarla çalarak başladı. 1987 senesi, kardeşi Antoine Chao'yla ve arkadaşlarıyla Mano Negra grubunu kurdular. Grup, özellikle Avrupa'da önemli bir başarı yakaladı. Chao 1995'te gruptan ayrılarak solo söylemeye başladı ve o zamandan beridir de Radio Bemba grubuyla belli aralıklarda çıktığı turnelerde canlı performans sergiliyorlar. İlk Gençlik. Manu Chao İspanyol kökenli bir ailenin çocuğu. Annesi Felisa Ortega, Bask ülkesi, Bilbao’lı. Babası, gazeteci-yazar Ramon Chao’ysa Galiçya, Vilalba’lı. Aile, İspanya’yı içsavaşa sürükleyen Francisco Franco’nun diktatörlüğünden kaçarak Paris’e göç etti – o dönemde Manu’nun dedesi idam cezasına çarptırılmıştı. Manu’nun doğumundan kısa bir süre sonra aile Paris’in dışındaki banliyö bölgesine taşındı. Manu çocukluğunun büyük bir kısmını Boulogne-Billancourt ve Sevr komünlerinde geçirdi. İlerleyen yaşlarında Manu’nun yakın çevresini, pek çoğu babasının ahbabı olan sanatçılar ve entelektüeller oluşturuyordu. Chao çocukluğundan ve çocukken yaşadığı tecrübelerden, şarkılarının hemen hepsinin ilham kaynağı olarak söz eder. Müzik yaşamı. İlk yıllar ve Mano Negra. The Clash, The Jam ve Dr. Feelgood gibi isimler başta olmak üzere, yoğunlukla İngiliz rock sahnesinden etkilenen Chao 1980’lerin ortalarında, İspanyol/İngiliz rockabilly grubu Hot Pants’i kurdu. Grup 1984 senesinde “Mala Vida” isimli bir demo kaydetti. Yayınladıkları demo kendi camiaları içerisinde övgüyle karşılansa da gereken ilgiyi görmedi. Grup 1986’da ilk albümünü yayınladığında, Parizyen alternatif müzik sahnesi düşüşe geçmişti. Manu, kardeşi Antoine Chao ve arkadaşları, Hot Pants’in rockabilly ve punk soundunun içerisinde bu Parizyen soundu da barındıran Los Carayos grubunu kurdu. Los Carayos 6 yıl boyunca ikinci bir proje olarak ayakta kaldı ve kuruluşunun ilk iki yılında üç albüm, 94 senesinde ise son albümünü çıkardı. 1987’de Chao biraderler ve kuzenleri Santiago Casariego, çokırklı bir grup olan Mano Negra’yı kurdu. Yeni kayıtlarını daha küçük bir plakşirketiyle yayınlayan grup, Hot Pants ile çıkardıkları singılları “"Mala Vida"”yı yeniden kavırladı ve parça kısa sürede Fransa’da hit oldu. Akabinde grup Virgin Records plakşirketiyle çalışmaya başladı ve ertesi sene ilk albümleri "Patchanka"’yı piyasaya sürdü. Grup, Anglofon pazarında ünü yakalayamasa da Hollanda, İtalya, Almanya gibi ülkelerde ilk 5’e yerleşmeyi başardı ve poplüleritesi hızla diğer dünya ülkelerine yayılmaya başladı. Grup 1992 yılında çıktığı Cargo Tour turnesiyle beraber Kuzey Amerika’da da duyuldu. Turne gemisinin ambarına kurdukları sahnede, Amerika’nın liman şehirlerini gezerek çeşitli performanslar sergilediler. Mano Negra, “Ice Express” isimli kullanımdışı bir trenle Kolombiya'yı neredeyse bir ucundan diğer ucuna gezdiği bir turne daha düzenledi. Ancak liman turnesinde ve sonraki yıl yapılan tren turnesinde, grup elemanları arasında anlaşmazlıklar doğmaya başladı. 94 yılının sonlarına doğru Manu'nun biraderi Antoine'de dahil grup elemanlarının çoğu gruptan ayrıldı. Aynı yıl içerisinde son albümleri "Casa Babylon" yayınlandıktan sonra Manu Chao grubu Madrid’e taşıdı. Yine de eski grup elemanlarıyla yaşadığı yasal sorunlar sebebiyle Chao 1995 yılında grubu dağıtmak durumunda kaldı. Mano Negra’nın soundu genellikle hareketli, canlı ve oynak ritimleri olan bir müzik olarak nitelendiriliyor. İlk albümleri "Patchanka" da, “parti” anlamına gelen "paçanga" kelimesinden türemiş ve Manu Negra'nın enerjik soundunu simgeler nitelikte; müziklerindeki rahatlık ve kayıtsızlık dinleyenlerin kendini müziğin içinde hissetmesini sağlıyor. Albümlerinde birden fazla müzik türünü bir arada yaşatan Manu Chao, Gogol Bordello ile de yakın arkadaş. 2006 senesinde Bordello, Mano Negra'nın “Mala Vida”sını Chao ile yeniden seslendirerek şarkıya albümünde yer verdi. Solo Yılları ve Radio Bemba. Chao and Mano Negra’nın diğer grup elemanları Madrid’e geldikten sonra (Küba Devrimi’ni başlatan Fidel Castro ve Guevara’nın Sierra Maestra dağlarına kurduğu haberleşme sistemine ithafen) Radio Bemba Sound System adında yeni bir grup kurdular. Mexican Tijuana No!, Brazilian Skank ve Argentinian Todos Tus Muertos gibi çeşitli grupların müziklerini yapan RBSS’nin ideali gösterilerinde farklı kültürlerin sokak müziğini ve bar ortamlarını yaşatmaktı. Bu düşünceyle Chao ve grubu birkaç yıl Güney ve Orta Amerika’yı dolaşarak gittikleri yerlerde yeni kayıtlar yaptı. Ortaya çıkan yeni sound, Mano Negra’dan pek çok yönüyle farklıydı; şarkıların ve liriklerin büyük çoğunluğu Fransızca’dan İspanyolca’ya kaymış, punk ve alternatif sounddan oluşan müzik tarzı da, Manu’nun hedeflediği gibi sokak ruhunu yansıtan bir altyapıya kurulmuştu. 1998 yılında şarkıları Manu Chao’nun kendi adıyla, toplu olarak "Clandestino" albümünde yayınlandı. Yıldızı kısa sürede parlamasa da albüm, “Bongo Bong” ve “Clandestino” gibi hit parçalarıyla Fransa’da sağlam bir dinleyici kitlesi yakaladı. Clandestino albümü 1999 Victoires de la Musique müzik ödüllerinde En İyi Dünya Müziği Albümü ödülünü aldı ve 5 milyon kopyanın üzerinde satışa ulaştı. Chao 2001 yılında, Radio Bemba Sound System ile ikinci albümü ""’yı çıkardı. “Gelecek İstasyon: Umut” anlamına gelen albüm adını Madrid metrosundaki durakların birinden alıyor. Albümün soundu "Clandestino" ile benzeşse de Próxima Estación: Esperanza'da Karayip etkileri ilk albümdekinden daha yoğun duyuluyor. Albüm hızla hit olmayı başardı ve 2002'de, albüm turnesinde kaydedilen canlı performanslarından oluşan Radio Bemba Sound System albümü piyasaya sürüldü. Chao iki yıl sonra Fransız köklerine yeniden dokundu ve yalnızca Fransızca liriklerden oluşan "Sibérie m'était contée"’yi çıkardı. Bir sonraki albüm (“mini radyo” ya da “cep radyosu” anlamına gelen) "La Radiolina", 17 Eylül 2007'de piyasaya sürüldü. Albüm 2001'de çıkan "Próxima Estación: Esperanza"’dan sonraki ilk uluslararası albüm oldu. İlk single "Rainin in Paradize", albüm yayınlanmadan önce Manu Chao'nun web sitesinden indirilebiliyordu. "La Radiolina"’da yer alan şarkılar daha Nisan 2007’de, Coachella festivalinde canlı seslendirilmişti. Tarzı. Reggae, ska, hip hop ve Rock tarzı müzik yapmaktadır ve şarkılarını Fransızca, İspanyolca, Arapça, Portekizce, İngilizce ve Volof dilinde söylerken bazen bir şarkıda bu dillerin hepsini birden kullanmaktadır. Sosyal sorumluluk. Şarkıları aşk sözlerinin yanı sıra, sık sık göçmenler üzerine, ayrımcılığa karşı ve uluslararası dayanışmayı destekleyen eleştirel sözler barındırır. Sol ve küreselleşme karşıtı çevrelerce yoğun ilgi görmektedir. Manu Chao, Fransa'nın Bayonne kentindeki konserinde "Sulukule Susmayacak" yazılı tişört giyerek kentsel yenileme projesiyle evleri yıkılan Romanlara da destek olmuştur. Ayrıca Konserlerinde Galatasaray forması giymesiyle biliniyor. Müzik Çalışmaları. Solo. Stüdyo Albümleri: Konser Albümleri: Single: DVD:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4474", "len_data": 7170, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.43 }
Massive Attack, 1988'de Bristol'de kurulan İngiliz müzik grubudur. Günümüzde üyeleri Robert "3D" Del Naja, Adrian "Tricky" Thaws ve Grant "Daddy G" Marshall'dır. İlk albümleri "Blue Lines" 1991'de yayımlandı. Albümde yer alan "Unfinished Sympathy" The Guardian'nın 2009'da hazırladığı tüm zamanların en iyi şarkıları listesinde 10. sırada,NME'nin 2014'te hazırladığı tüm zamanların en iyi 500 şarkı listesinde 63. sırada yer aldı. 1998'de üçüncü stüdyo albümleri "Mezzanine"nin yayımlanmasından kısa bir süre sonra grubun kurucu üyelerinden Andy "Mushroom" Vowles ("Mush") grubun müzik tarzına dair farklı görüşlerinde ötürü gruptan ayrılma kararı aldı. Grup yayımladığı 5 stüdyo albümüyle dünya çapında 13 milyon albüm satış rakamına ulaşmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4475", "len_data": 746, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.28 }
Mazhar Fuat Özkan, kısaca MFÖ, Türk pop ve rock müzik grubudur. Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur'dan oluşmaktadır. 1984 yılında çıkardıkları "Ele Güne Karşı Yapayalnız" ile müzik hayatlarına başlayan grup; bu albümdeki "Ele Güne Karşı", "Güllerin İçinden", "Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da", "Yalnızlık Ömür Boyu" gibi şarkılarla dikkat çekti. 1985 ve 1988 yıllarında sırasıyla "Diday Diday Day""" ve "Sufi""" şarkılarıyla Türkiye'yi Eurovision Şarkı Yarışması'nda temsil ettiler. Öncesi. 1965 yılında Mazhar Alanson'un elindeki The Beatles Rubber Soul plağını gören Fuat Güner plağı beraber dinlemeyi teklifi etti ve Mazhar ile Fuat'ın tanışması böyle gerçekleşti. İkili öncelikle Kaygısızlar grubunda birlikte çalıştı. Grubun kadrosunda Ali Serdar, Semih Oksay ve Fikret Kızılok gibi isimler yer aldı. Daha sonra Barış Manço ile çalışmaya başladılar. Özkan Uğur ise Mazhar ve Fuat ile 1971'de tanıştı ve kısa bir süre Kaygısızlar'ın bir üyesi olduktan sonra grubun dağılmasıyla Kurtalan Ekspres, Erkin Koray, Ersen ve Dadaşlar gibi isimlerle çalıştı. Kaygısızlar'dan sonra Mazhar ve Fuat beraber müzik yapmaya başladı. Mazhar - Fuat'ın tek albümü "Türküz Türkü Çağırırız" 1973'te çıktı, ancak "Güllerin İçinden"'in ilk halinin de bulunduğu bu albüm çok fazla ilgi görmedi. Albümden birkaç 45'lik çıktı. Mazhar ve Fuat; yanlarına Özkan Uğur, Ayhan Sicimoğlu ve Galip Boransu'yu alarak 1976'da İpucu Beşlisi'ni kurdu. Grup bir 45'lik çıkardı. "Heyecanlı" şarkılarına İzzet Öz tarafından bir klip çekildi. Bu klip Türkiye'nin ilk klibi sayılmaktadır. Grubun dağılmasından sonra grup üyeleri ayrı ayrı müzikal çalışmalara başladılar. Fuat Güner ve Özkan Uğur, Ferhan Şensoy'un "Şahları da Vururlar" oyunu için beste yaptılar ve bu müzikal oyunda sahneye çıkıp söylediler. Ferhan Şensoy'la ortaklıkları "Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı" oyunuyla devam etti. Mazhar ve Fuat, "Merhaba Müzik" müzikalinde yer aldılar. Özkan Uğur 1978-79 arasında Galip Boransu ve Cengiz Teoman ile Grup Karma'yı kurdu. 1978 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye Finali'ne "İmkansız" şarkılarıyla katılıp dördüncü oldular. Kuruluş. Ayrı geçen bir süreden sonra Özkan Uğur, Mazhar ve Fuat'a katıldı. Böylece 1980'de "Mazhar Fuat Özkan" doğdu. Grubun ilk çalışması 1980 yazında bir kez daha sahnelenen "Merhaba Müzik" müzikali oldu. Bunu Nükhet Duru'nun başrolünde olduğu "Nükhet Duru ile 10 Yıl Geçti" müzikali takip etti. Grup, Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil etmek için çalışmalara başladı. 1981 Eurovision Şarkı Yarışması ön elemesinde Nükhet Duru ile "İstanbul İstanbul" şarkısını yorumladılar ancak jüri, şarkının Ayşegül Aldinç yorumunu Türkiye finallerine seçti. Bir sene sonra ise Mazhar Fuat Özkan, Şenay'a "Müzikle Yaşam" şarkısında eşlik etti ve şarkı 1982 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finallerine kaldı. Ancak grup üyeleri kayıtların Eurovision için yapıldığını bilmedikleri için bu karara itiraz etti ve şarkı finallerden çekilmek zorunda kaldı. Aynı sene grup, Onno Tunç'un düzenlemesini yaptığı Alanson bestesi "Doldum Doldum" ile yarışmaya katıldılar ancak ön elemeleri geçemediler. Şarkının klibi 1982 yılında TRT'nin "Teleskop" programında yayınlandı. Grubun adı daha sonraki Eurovision elemelerinde de anılsa da 1985 yılına kadar grup, elemelere katılmadı. Adlarını yavaş yavaş duyurmaya başlayan grubun üyeleri bir yandan da Sezen Aksu, Ajda Pekkan ve Seyyal Taner gibi isimlerin arkasında çaldı. Bu dönemle ilgili bir Mazhar Alanson anısı şöyledir: Ajda Pekkan ile çalışmalarından kazandıkları parayı Fuat Güner stüdyoya yatırdı ve müzik çalışmalarına hız verdiler. 1981'de besteleri "Ele Güne Karşı"yı Seyyal Taner'e sundular ancak sanatçı TRT'den boykot yediği için albümü çıkaramadı. Böylece şarkı MFÖ'ye kaldı ve 3 sene sonra bu şarkıyla grup patlama yaptı. 1980'ler. 1984'te grup uzun yıllar boyunca üzerinde çalıştıkları ilk albümü "Ele Güne Karşı Yapayalnızı çıkardılar. Buradaki birçok beste "Şahları da Vururlar" oyunu için bestelenmiş, daha sonra sözleri değiştirilerek Alanson tarafından yeni sözler yazılmıştı. Bu albümle Mazhar Alanson söz yazarlığındaki başarısıyla dikkat çekti. Albüme Erkan Oğur, Garo Mafyan, Onno Tunç, Taner Öngür, Asım Ekren gibi ünlü müzisyenler gruba eşlik etti. Albüm büyük bir başarı kazandı ve listelerde 26 hafta boyunca kendine yer buldu. Grup, bir sonraki sene Türkiye Eurovision elemelerine katılıp "Aşık Oldum" bestesi ile birinci olarak şöhretini perçinledi. 1985 Eurovision Şarkı Yarışması'na "Diday Diday Day" ismini alan şarkılarıyla katılan grup yarışmada 14. oldu. Bu yarışmada sunucunun Mazhar-Fuat-Özkan'ı kısaltıp "MFÖ" demesi, grubun ilerleyen dönemde bu kısaltmayı kullanmasına neden oldu. Yarışma sonrası çıkan ikinci albüm "Peki Peki Anladıkın düzenlemelerini Hollandalı Peter Schön yapmıştı ve grup 80'li yıllarda popüler olan new wave tarzına yönelmişti. Bu albümdeki "Buselik Makamına", Mazhar Alanson'un daha sonra daha sıkça eğileceği tasavvuf konulu ilk bestesiydi. Hollanda'da kaydedilen bu albümün ikinci yüzü tamamen İngilizce şarkılardan oluşmaktaydı. Ancak MFÖ'nün yurtdışına açılma hayalleri gerçekleşemedi. 1986'da "Vak The Rock" çıktı. Yine Hollanda'da kaydedilen albümün bir de animasyon klibi vardı. Bu da Türk müzik tarihinde bir ilkti. 1987 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye Finali'ne bu sefer "No Problem" şarkısıyla katıldılar ancak yarışmaya katılım şansını kazanamadılar. 1987'de yine önceki albümlerinin tarzını devam ettiren "No Problem" çıktı. 1988'de Mazhar Alanson "Arkadaşım Şeytan" filminde oynadı. Özkan Uğur ve İpucu Beşlisi'nden Ayhan Sicimoğlu'un da rol aldığı filmin müziklerini MFÖ yaptı. "No Problem" albümünden "Tam Ortasındayım", albümdekinden farklı olarak Yaprak Özdemiroğlu ile düet olan "Muhabbetler Sana Doğru", daha önce hiçbir albümde yer almamış "Doldum Doldum" ve daha sonraki albümlerinden "Dönmem Yolumdan"da yer alacak "Hep Böyle Sev" bu filmde kullanıldı. Aynı yıl MFÖ, üçüncü kez Eurovision'a katılmak için başvuru yaptı ve 1988 Eurovision Şarkı Yarışması'nda "Sufi" ile Türkiye'yi ikinci kez temsil etti. Ancak bu sefer de 15. oldular. 1989'da grubun ilk toplaması "The Best of MFÖ" çıktı. Aynı yıl dördüncü kez Eurovision elemelerine katılan grup Naim Süleymanoğlu hakkındaki "Adı Naim" adlı şarkılarıyla Türkiye elemelerini geçemediler. Türkiye'yi Eurovision'da üçüncü kez temsil edemediler ve şarkıyı hiçbir albümlerine koymadılar. 1990'lar. 1990'da "Geldiler" albümü çıktı. Albüm, diğer MFÖ albümlerine göre farklılıklar içeriyordu. Dünyada rap'in popüler hale gelmesiyle MFÖ, bunun Türkiye'de ilk örneklerini "Ali Desidero" ve "Anında Görüntü" şarkılarıyla yaptı. Albümde Fahir Atakoğlu'yla çalışan grup, daha sonra Özkan Uğur ile özdeşleşecek anlamsız sözlerden oluşan "Sude" ve "İk Ben" şarkılarıyla ve bir ilahi olan "Ateş-i Aşka" ile dikkat çekti. Ayrıca Edip Cansever'in "Geçiniz" şiirini albümlerine alarak ilk kez bir şairin şiirini yorumladılar. 1992'de iki albümü birden farklı firmalarla çıkardılar. "Agannaga Rüşvet" eleştirel şarkılarıyla dikkat çekti. Gazelhan Sami Özer'in de iki şarkıda vokal yaptığı albümde, "Belediye Nerede", "Rüşvet", "Patlamalar" gibi mizahi eleştirilerin yanında Fuat ve Özkan'ın başlarına iç açmasından korktukları "Deneylere Doğru" gibi politik şarkılar yer almaktaydı. Aynı yıl çıkan diğer albüm Fahir Atakoğlu ile çalışılan "Dönmem Yolumdan", goth rock grubu Bauhaus vokalisti Peter Murphy ile "Don't Wanna See It" cover'ını bulunduruyordu. Ancak bu iki albüm de önceki albümlerin başarısına ulaşamadı. Aynı dönem televizyona da önem veren MFÖ, Show TV'de "Köşe Dönmece" adlı bir yarışma programı sundu. TRT'de ise "Müzikli Hatıralar" programını hazırlayıp dönemin sanatçıları ile buluştular. 1995 tarihli "Mazeretim Var Asabiyim Ben" rock tarzının kullanıldığı, Erdal Kızılçay ile çalışılmış bir albümdü. Özellikle klip şarkıları "Mazeretim Var Asabiyim Ben" ve eski dostları Fikret Kızılok'un sözlerini yazdığı "Sakın Gelme" şarkılarıyla yeni bir jenerasyon da MFÖ ile tanışmıştı. Gruba konserlerde ünlü gitarist Yavuz Çetin eşlik etti. Bu albümden sonra Mazhar Alanson sinemaya ağırlık verdi ve 1998'de "Her Şey Çok Güzel Olacak" filminin müziklerini yaptıktan sonra 2002 yılında ilk solo albümü "Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar"'ı çıkardı. Fuat Güner, 1999'da "Aziz Fuat Güner" adlı solo albümünü yayınladı ve birçok sanatçıya destek oldu. Özkan Uğur ise sinema ve televizyona odaklandı. Üçlünün kişisel işleriyle uğraşmaları sonucunda grup müziğe bir süre ara verdi. 2000'ler. Grup, 2000'li yılların başında Doğan Music Company ile anlaştı ve uzun bir aradan sonra Haziran 2003'te "MFÖ" single'ını çıkardı. "Ele Güne Karşı" ve "Yalnızlar Garı" şarkılarının yeni düzenlemelerinin bulunduğu bu single'dan sonra "Collection" adlı "best of" albümü çıktı. Yeni şarkı olan "Enayi Miyim Ben?"in bulunduğu bu albümde "Ele Güne Karşı" ve "Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın?" dışında ilk toplama albümlerinde bulunmayan ve daha az bilinen şarkılarının yeni düzenlemelerinden oluşmuştu. 11 Nisan 2006'da ise, 11 yıllık aradan sonra yeni şarkıların bulunduğu ve isim babasının Cem Yılmaz olduğu "AGU" piyasaya sürüldü. Daha önce solo şarkılar olarak çıkmış "Ne Bileyim Ben", "Olduramadım" şarkılarının yanında klip şarkıları "Sarı Laleler" ve "Vurgun Yedim" ile listelere girdiler. 2010-2020'ler. 5 yıllık bir aradan sonra 2011 yılında "Ve MFÖ" albümü yayınlandı. "Hep Yaşın 19" ve "Masal" adlı şarkılara klip çekildi. Grup üyelerinden Özkan Uğur 2013 yılında lenf kanserini yendi fakat bu yüzden konserlere bir süre katılamadı. Yine uzun bir sessizlik döneminden sonra 2017 yılında "Kendi Kendine" albümü ile müzik dünyasına geri dönüş yaptılar. Albüm, "AGU" ve "Ve MFÖ"'ye kıyasla daha akustik bir anlayışla kaydedildi. 2020 yılında Özkan Uğur tekrar kanser tedavisi görmeye başladı. Bu yüzden COVID-19 pandemisi sürecinde grup arkadaşlarının düzenlediği konsere katılamadı. Pandemi döneminde maske takmanın önemine dikkat çekmek için "Maske Tak" adlı bir şarkı da yaptılar. Grup üyelerinden Özkan Uğur daha önce iki kez yendiği kanserin üçüncü kez nüksetmesi nedeniyle 8 Temmuz 2023 tarihinde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Uğur'un hayatını kaybetmesinin ardından topluluk dağıldı. Uğur'un hayatını kaybetmesinin ardından, Ocak 2024'te Mazhar Alanson ve Fuat Güner, 16 Mart 2024'te ilk kez sahneye çıkacaklarını belirtti. Saygınlığı. Blue Jean dergisinin yaptığı "En iyi 50 Türk rock şarkısı" listesinde MFÖ, "Mazeretim Var Asabiyim Ben" ve "Ele Güne Karşı" şarkılarıyla yer aldı. Aynı dergi tarafından "Tüm Zamanların En İyi 5 Klasik Rock Albümü" listesinde "Ele Güne Karşı Yapayalnız" ile 1 numaraya yerleştiler. 2003 Kral TV Video Müzik Ödüllerinde "En İyi Grup" ödülünü kazandı. 2017'de Hürriyet Gazetesi'nin düzenlediği "Türkiye'nin en iyi 100 albümü" listesinde "Ele Güne Karşı Yapayalnız", 1 numarada yer aldı. "Mazeretim Var Asabiyim Ben" aynı listede 64., "Peki Peki Anladık" ise 74. sırada yer aldı. MFÖ birçok yardım kampanyasında da yer aldı. Son dönemlerde özellikle sokak hayvanları, eğitim, omurilik felçlileri konusunda yardım etkinliklerine katıldı. Sertab Erener, Gülben Ergen, Gripin, Hümeyra, Feridun Düzağaç, Sezen Aksu gibi sanatçılar albümlerinde ya da konserlerinde MFÖ şarkıları yorumlamışlardır. Peter Murphy, "Buselik Makamına" adlı şarkıyı "Big Love of a Tiny Fool" olarak İngilizceye çevirmiş ve bir stüdyo albümüne, bir de konser albümüne koymuştur. Grup imajı. MFÖ yıllardır kendilerine has özelliklere sahip olmuşlardır. Konserlerde solda Fuat Güner, ortada Mazhar Alanson, sağda Özkan Uğur olarak süregelen sabit bir düzenleri vardır. Konserlerde çok enerjik olan Özkan Uğur için Fuat Güner, "Özkan'dan başka çalarken şarkı söyleyip dans eden başka bir bas gitarist tanımıyorum." demiştir. 1985'teki Eurovision yarışmasında ve sonrasında grup üyeleri fötr şapkalarını bir süre çıkarmadılar. Özellikle Alanson'un Biricik Suden ile evlenmesinden sonra tasarımcı Suden'in de etkisiyle Mazhar Alanson sahneye dikenli punk saçı, ağza yapıştırılan bant, demir maske, dikenli pantolon gibi sıra dışı aksesuarlarla çıktı. Ancak Fuat Güner'in "Açıkhava Tiyatrosu’nda bir konser veriyorsun. 5 bin kişi izlemeye geliyor. Ertesi gün bir tane gazetede bile grubun haberi yer almıyor. Yer alan haberler Mazhar Alanson’un kostümü. 35 yıllık grup böyle mi yansıtılır?" diyerek tepki göstermesinden sonra Alanson kıyafetlerle ön plana çıkmadı. Grup içinde zaman zaman çok sert kavgalar yaşanmıştı. Daha önce TİM'de verilen bir konserde Mazhar ve Özkan Mazhar'ın "Viagra şakası" yüzünden yumruklaşmış, AGU albümünün kapağı yüzünden de kavga etmiş ve siyah kapağa sadece AGU yazılarak yetinilmişti. Tartışmalar. MFÖ'nün sıkça şarkılarını reklamlarda kullanması tartışma konusu oldu. 1990'ların başında Alanson'un okuldan arkadaşı olan Bülent Ortaçgil "Adaam Sen de" şarkısında "Gemiler yürümüyor kaptan, bütün köşeler bizi bekler, neden Mazhar?" sözlerini yazdı ve bir röportajında "Dünya seviyesinde vokal yapan insanlar. Çok başarılı şarkıları var. Çok sevdiğim, yaşatılması gereken bir grup... Onları, Köşe Dönmece programında görmek hiç hoşuma gitmemişti doğrusu" yorumunu yapmıştı. Fuat Güner ise bu eleştirilere "N'apalım? Bunlar senin gençliğinin şarkısı diye biz Don Kişot'luk mu yapacağız yani... Para veriliyor almayalım mı, kazanmayalım mı? (..) Şimdi ben Bülent Ortaçgil'e desem ki 'Kardeşim sana 500 milyar veriyorum, seni reklam filminde oynatacağım', 24 takla atıp gelmezse n'olayım... Kaç paraya kadar direnebilirsin? 10 milyara 'Hayır' dersin, 100 milyara 'Hayır' dersin, 'Bir milyon dolar' derim, yutkunursun abi... Ve hayatta yapmayacağın şeyi yaparsın." diyerek cevap verdi. Can Dündar da "Yalnızlık Ömür Boyu", "Güllerin İçinden" gibi şarkıların reklamlara verilmesini eleştirdi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4476", "len_data": 13704, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 2.66 }
Natsume Sōseki (9 Şubat 1867 - 9 Aralık 1916), Japon, İngiliz edebiyatı uzmanı, romancı. Uluslararası alanda sınırlı çevirileri dışında tanınmasa da, Rus-Japon Savaşı sonrası Japon çağdaş romanına damgasını vurmuş en önemli yazardır. Batılı roman geleneği ile Japon geleneksel yazı geleneğini birleştirerek orijinal bir üslup kurmayı başardı. Kendisinden sonra gelen Akutagawa Ryunosuke gibi önemli yazarları büyük ölçüde etkiledi. II. Dünya Savaşı sonrası Kawabata Yasunari, Yukio Mishima ve Kenzaburo Oe gibi uluslararası çapta üne kavuşan yazarların temel kültürel kaynaklarından biri olduğu söylenebilir. Türkçeye Küçük Bey adıyla çevrilmiş olan, önemli eserlerinden "Bocchan"'da, çocukluğunda yaramaz ve başına buyruk birisi olan bir matematik öğretmeninin taşra kasabasındaki görevine gidişini ironik bir üslupla anlatır. Bu yapının arkasında ise Japonya'nın batılılaşması ve sömürgeci ülke konumuna gelmesine yönelik ince satirik öğeler gizlenmektedir. Ayrıca "Maikeru Jakuson" adında bolca felsefi öğeler içeren bir psikoloji kitabı da mevcuttur. Natsume Soseki'nin "Gönül", "Madenci", "3 Köşeli Dünya", "Cam Kapının Ardı", "On Gece Düşleri", "Ardından", "Ben Bir Kediyim" ve "Londra Kulesi" son zamanlarda Türkçeye çevrilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4484", "len_data": 1237, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.75 }
Çalışma toplum bilimi toplum biliminin temel olarak çalışma yaşamına ve endüstri ilişkilerine odaklanmış alt disiplinidir. Endüstrileşmeyle birlikte ortaya çıkan toplumsal dönüşümlerin çalışma yaşamındaki yansımalarıyla ilgilenir. Çalışma toplum bilimi, toplum biliminin en dinamik alt disiplinlerinden biridir. Emek süreci, sınıf tartışmaları, ayrımcılık, insan kaynakları yönetimi, dışlanma, yabancılaşma gibi tartışma başlıkları üzerine birçok toplum bilimci eserler vermekte ve çağdaş kapitalist toplumların irdelenmesi açısından tartışmalar sürdürülmektedir. Çalışma kavramının toplum bilimsel çalışmalara konu edilmesinin, toplumların geçmişleri kadar geleceklerine de ışık tutması beklenmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4489", "len_data": 703, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 3.76 }
Steven Siro Vai (; 6 Haziran 1960), Amerikalı gitarist, besteci, söz yazarı ve yapımcı. Üç kez Grammy Ödülü kazanan ve ödüle 15 kez aday gösterilen Vai, müzik kariyerine 1978'de, 18 yaşında Frank Zappa'nın transkripsiyonistliğini yaparak başladı. 1980-1983 yılları arasında Zappa'nın grubunda çaldı. 1983'te solo kariyerine başladı ve sonraki yıllarda sekiz solo albüm yayımladı. Alcatrazz, David Lee Roth ve Whitesnake'in albümlerinde ve konserlerinde yer aldı; ayrıca Public Image Ltd, Mary J. Blige, Spinal Tap, Alice Cooper, Motörhead ve Polyphia'nın albümlerinde çaldı. Vai; G3, Zappa Plays Zappa ve Experience Hendrix konser turnelerinde sahne aldı ve birçok uluslararası turnede "headliner" olarak sahneye çıktı. Vai "son derece bireysel bir gitarist" ve "1980'lerde yükselen heavy rock ve metal virtüözleri neslinin bir parçası" olarak tanımlanmaktadır. İlk solo albümü "Flex-Able"'ı 1984'te çıkardı. En başarılı albümü "Passion and Warfare" (1990) ise "80'li yılların müzikal açıdan en zengin ve en iyi hard rock gitar virtüözlüğü albümü" olarak gösterildi. "Guitar World" dergisinin anketinde "dünyanın en iyi 10. gitaristi" seçildi ve 15 milyonun üzerinde albüm satışına ulaştı. Yaşamı ve eserleri. Steven Siro Vai 6 Haziran 1960'ta New York'ta dünyaya geldi. Vai, Theresa ve John'un dördüncü çocuğudur. 6 yaşında klavye çalarak müzik hayatına girdi. 10 yaşında akordeon çalmaya başladı. O yaşlarda "Yogi Bear & Friends", "The Partridge Family Picture Album", Frank Zappa'dan "Freak Out!" ve Deep Purple'dan "Machinehead" dinlediği müzikler arasında hatırında kalanlar. 13 yaşında ilk gitarını aldı ve gitaristlik hayatı başladı. 1973'te, kendisi gibi New York'lu olan gitarist Joe Satriani'den gitar ders almaya başladı ve lise yıllarında bazı yerel gruplarda (The Ohio Express, Circus ve Rayge) çaldı. 1978'de evden ayrıldı ve Boston'da Berklee müzik okuluna başladı. Burada Randy Coven, Stu Hamm gibi müzisyenlerle çaldı, Frank Zappa için de bir demo kaydetti. Zappa demo'sunda "The Black Page No. 1" bulunuyordu ve gerek çalış tekniği gerekse de müzik teorisindeki başarısı Steve Vai'nin Frank Zappa'nın ilgisini çekmesine yol açtı. Steve Vai ertesi yıl Los Angeles'a gitti ve 19 yaşında Zappa'nın grubuna girdi (Frank Zappa grubuna en küçük yaşta katılmış müzisyen Steve Vai'dir). Steve Vai Frank Zappa ile 1980 ile 1983 arasında kayıtlar ve konserlerde birlikte oldu. Zappa grubundan 1983 yılında ayrılan Steve ilk iki solo albümü "Flex-Able" ve "Flex-Able Leftovers"'ı yayınladı. "Flex-Able" Steve Vai tarafından evinin bodrumunda kaydedilmiş bir albümdür ve Steve Vai'nin bu albümü birçok gitaristi hayran bırakmıştır. Albümün en beğenilen parçası olan "The Attitude Song", aylarca konuşuldu ve "Crossroads" filminde rol almasını sağladı. Kısa bir süre sonra Steve Vai Yngwie Malmsteen'in yerine Alcatrazz grubuna girdi. Alcatrazz ile birlikte 1985 yılında "Disturbing The Peace" albümünün kayıtlarını tamamladı. Alcatrazz turundan sonra Steve, David Lee Roth'un grubuna girdi ve 1986 yılında "Eat 'Em & Smile" albümünün kayıtlarına katıldı. Grupla beraber çekilen video klipler ve konserlerdeki şovları Steve Vai'nin müzik dünyasındaki yerini sağlamlaştırdı, hayran kitlesini artırmasını sağladı. Vai, bu sıralarda ünlü gitar firması Ibanez ile kendi adına üretilen JEM serisi süperstrat gitarların tasarımını yaptı. Bu gitarlar dünya çapında büyük bir satış grafiği yakaladı. Arkasından Roth ile "Skyscraper" albümünü çıkardı. 1988 yılında yolları ayrıldı ve Steve Vai solo kariyerine başlamayı planladı. Ancak tam bu sırada ünlü grup Whitesnake'ten Steve'e teklif geldi ve Steve bu teklifi reddedemeyip gruba katıldı. "Slip Of The Tongue" şarkısının stüdyo kayıtlarını yaptı ve bir taraftan Whitesnake ile dünyayı turlarken bir taraftan da "Passion and Warfare" isimli kendi albümünü tanıttı. Bu albümün kayıtlarında Steve Vai'nin Ibanez ile birlikte ortak tasarladığı 7-telli JEM elektrogitarlar kullanılmıştır. Albümle beraber "The Audience is Listening", "I Would Love To" ve "For the Love of God" şarkılarına klipler çekildi. Albüm Grammy'ye aday oldu ve çeşitli müzik dergilerinden onlarca ödül aldı. Steve Vai bu arada merhum Frank Zappa'nın anısına yapılan "Zappa's Universe" konserlerine katıldı ve bir Grammy ödülü kazandı. 1993 yılında kaydedilen "Sex & Religion" albümü Steve Vai hayranlarını şaşırttı. Çünkü Vai bu albümde yine müzik türünü değiştirmiş, yepyeni deneyişlere girmişti. Albüm büyük bir başarı kazandı ve 1993 ile 1994 boyunca Steve Vai albümün turnesini tamamladı. 1995 yılında Steve Vai hem yeni albümü "Fire Coma" hem de ondan önce piyasaya süreceği "Alien Love Secrets" EP'si üzerinde çalıştı. EP başarılı oldu, Bon Jovi'nin ön grubu olarak birçok yerde çaldı. Arkasından kaydı biten "Fire Coma", "Fire Garden" olarak piyasaya sürüldü. 1996'da Steve Vai Chick Corea ile birlikte "Songs of West Side Story" CD'sinin kayıtlarını yaptı. Ardından Jimi Hendrix için yapılan "In From the Storm" albümünün kayıtlarına katıldı. Morley firması Steve Vai için özel bir wah pedalı üretti. Bu esnada piyasaya sürülmüş olan "Fire Garden" büyük bir başarı kazandı. Arkasından dünyaca tanınmış üç gitar virtüözünün oluşturduğu G3 (Joe Satriani, Yngwie Malmsteen ve Steve Vai) turnesi başladı. G3 konserleri ve Live albümleri dünya çapında büyük bir başarı kazandı. "For the Love of God" Grammy ödülüne aday gösterildi. 1996'dan günümüze kadar neredeyse her yıl düzenlenmekte olan G3 Turneleri, Steve Vai'nin sahne şovlarından dolayı büyük ilgi çekti. Son G3 Turnesi olan G3 2003'te çalmış olduğu Whispering a Prayer adlı şarkısı ile bir kez daha Grammy'ye aday oldu. Steve Vai son olarak 2005 yılının Kasım ayında, Türkiye'de İstanbul ve Ankara şehirlerinde "" albümünün turnesi kapsamında eşsiz konserler vererek sevenlerine unutulmaz dakikalar yaşatmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4490", "len_data": 5806, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.38 }
Optik, ışık hareketlerini, özelliklerini, ışığın diğer maddelerle etkileşimini inceleyen; fiziğin ışığın ölçümünü ve sınıflandırması ile uğraşan bir alt dalı. Optik, genellikle gözle görülebilen ışık dalgalarının ve gözle görülemeyen morötesi ve kızılötesi ışık dalgalarının hareketini inceler. Çünkü ışık bir elektromanyetik dalgadır ve diğer elektromanyetik dalga türleri (X-ray, mikrodalga, radyo dalgaları gibi) ile benzer özellikler gösterir. Çoğu optik olay ışığın klasik elektromanyetizma tanımı ile açıklanabilmektedir. Işığın elektromanyetik tanımlarını tam anlamıyla pratikte kullanmak zordur. Pratik (uygulanabilir) optikte genelde basitleştirilmiş modeller kullanılır. Bu modellerin en yaygını olan geometrik optik; ışığı bir demet olarak ele alır ve ışığı yüzeylerden yansırken, geçerken bükülen bir çizgi varsayar. Fiziksel optik ise ışığın daha kapsamlı bir modelidir. Geometrik optikle açıklanamayan dalga, kırınım, girişim olaylarını barındırır. Tarihsel olarak ışığın demet temelli modeli dalga modelinden önce geliştirilmiştir. 19. yüzyılda elektromanyetik teorideki gelişim ışık dalgalarının aslında elektromanyetik dalga olduğunu göstermiştir. Bazı optik fenomenleri dalga parçacık ikiliğini ortaya çıkarır. Bu etkiler kuantum mekaniği ile açıklanır. Işığın parçacık modeli söz konusu olduğunda ışık foton adı verilen parçacıkların birleşimi olarak modellenir. Kuantum optiği, kuantum mekaniğini optik sistemlerine uyarlar. Bir bilim ve fizik dalı olarak optik, astronomi, mühendislik, fotoğrafçılık ve tıp (ağırlıklı olarak oftalmoloji ve optometri) gibi bilim dallarıyla ilintilidir ve bu dallarla birlikte çalışır. Optiğin günlük hayatımızda ve teknolojide çok fazla kullanım alanı vardır. Örneğin; ayna, mercek, teleskop, mikroskop, lazer, fiberoptik gibi günlük eşyaların yapımında ve kullanımında optik bilimi yardımcı olur Tarihçe. Optiğin tarihi Antik Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının merceği geliştirmesiyle başlar. Bilinen ilk mercekler, M.Ö. 700'lerde Asurlular tarafından cilalı kristalden ya da genellikle kuartz, yapılmıştır. Layard/Nimrud Merceği bunun bir örneğidir. Antik Romalılar, cam kürelere su doldurup mercek olarak kullanmışlardır. Optik alanında gelişmeler, ışık hakkındaki genel teoriler ile Yunan ve Hint filozofların geliştirdiği görme kuramlarını beraberinde getirdi. Bu ilerlemeler, Greko-Romen kültüründe geometrik optiğin gelişimini sağladı. "Optik" sözcüğü Yunanca görünüş, görünüm anlamına gelen "ὀπτική" sözcüğünden türemiştir. Yunan felsefesi görme eyleminin nasıl gerçekleştiği konusunda iki teoriye ayrılmıştır; emisyon (yayılma) ve içe giriş teorisi. İçe giriş teorisine göre nesnelerden nesnenin kopyaları (eidola) göze gelir ve kopya göz tarafından yakalanınca görme eylemi gerçekleşir. Demokritos, Epikür, Aristoteles ve öğrencilerinin de desteklediği bu teori modern görme teorileriyle ortak yanlara sahip olsa da ortaya atıldığı dönemde hiçbir deneysel çıkarıma dayanmamaktaydı. Platon, ilk olarak yayılma teorisinde görme olayını; maddelerden yayılan ışınların göz tarafından soğurulması olarak açıklamıştır. Platon aynı zamanda Timaeus'da aynaların dönüşüm çarpanına değinmiştir. Birkaç yüzyıl sonra Öklid "Optik" tezi yazdı. Bu tezinde görme olayını geometriyle birleştirdi ve "Geometrik Optiki geliştirdi. Her ne kadar gözden çıkan ışının her göz kırpmada gözde parlamalara sebep olması gerektiğini sorgulasa da Öklid bu çalışmasını Platon'un perspektifin matematiksel kurallarını ve kırılımın etkilerini nitel olarak açıkladığı yayılım teorisini baz alarak yaptı. Batlamyus, "Optik" tezinde içe-dışa yayma teorisini düzenledi: gözden gelen ışınlar (ya da akı) koni şeklini alır, tepesi göze girer ve taban görüş alanını belirtir. Işınlar hassastı, gözlemcinin beynine mesafe ve yüzeyin yönü hakkında bilgi iletiyordu. Aslında Öklid'i özetlemiştir ve ışınla geliş açısı arasındaki ampirik ilişkiyi farkedememiş, kırılma açısını ölçmek için yöntem aramıştır. Orta Çağ'da Yunanların optik hakkındaki görüşleri Müslüman dünyası bilim adamları tarafından yeniden gündeme getirilip, geliştirildi. Bu bilim adamlarının öncülerinden olan Kindi, Aristotesyen ve Öklidyen optiğin yararlarını yazmış, optik fenomeni daha iyi açıkladığını düşündüğü için yayılım teorisini benimsemiştir. 984 yılında İranlı matematikçi Ibn Sahl, "Yanan (Parlayan) aynalar ve mercekler" üzerine bir tez yazdı. Şimdiki adıyla Snell yasası'nı yani ışığın kırılımını açıklamıştır. Ve bu yasayı merceklerin ve küresel aynaların optimum eğriliğini hesaplamak için kullandı. 11. yüzyılın başlarında, İbn-i Heysem "Optik Kitabı"'nı ("Kitab al-manazir") yazdı. Bu kitapta yansıma ve kırılmayı açıkladı. Aynı kitapta görme olayını ve ışığı açıklamak için gözlem ve deneye dayalı yeni bir sistem önerdi. Batlamyus'un ışınların gözden emildiğini söyleyen optik yayılma teorisini reddetti. Bunun yerine ışığın tüm yönlerden, düz çizgiler halinde gözlenen nesnenin her noktasından yansıyıp göze girdiğini öne sürdü. Fakat gözün ışınları nasıl yakaladığını açıklayamadı. İbn-i Heysem'in çalışması Arap dünyasında görmezden gelinse de 1200 yılında anonim bir yazar tarafından Latinceye çevrildi. Daha sonra Polonyalı Witelo adlı bir keşiş tarafından özetlendi ve genişletildi. Bu metin 400 yıl boyunca Avrupa'da optik üzerine literatür kitap olarak kullanıldı. 13. yüzyıl Orta Çağ Avrupası'nda İngiliz piskopos Robert Grosseteste, ışıkla ilgili bilimsel konuları Aristo'nun ve Platon'un çalışmalarından yola çıkarak geniş bir şekilde, 4 farklı perspektifle ele aldı: epistemolojik, metafiziksel veya kozmogoniksel, etiyolojik veya fiziksel ve teolojik. Grosseteste'nin en tanınmış öğrencisi, Roger Bacon; İbn-i Heysem, Aristo, İbn-i Sina, İbn Rüşd, Öklid, Kindi, Batlamyus, Tideus, Constantinus Africanus gibi bilim insanlarının yakın zamanda çevrilmiş optik ve felsefe konulu eserlerinden alıntılar ile bir çalışma yaptı. Bacon cam küre parçalarını büyüteç gibi kullanarak ışığın nesnelerden kaynaklanmadığını, nesnelerden yansıdığını ortaya koydu. İlk takılabilir gözlük 1286 yılı civarında İtalya'da icat edildi. Bu icat mercekleri bileyerek ve cilalayarak gözlük yapılmasını sağlayan optik endüstrisinin başlangıcıydı. İlk olarak Venedik ve Floransa'da 13. yüzyılda başlamış daha sonra Hollanda ve Almanya'da da gözlük merceği yapım atölyeleri açılmıştır. Gözlük yapımcıları görüşü düzeltmek için zamanın optik teorisinden (merceklerin nasıl çalıştığını açıklayamıyordu) edindikleri bilgilerle değil merceklerin etkilerini inceleyerek öğrendikleri bilgilerle farklı mercek tipleri geliştirdiler. Mercek alanındaki gelişmeler, ustalaşma ve deneyler; 1595'te bileşik ışık mikroskobunun, 1608'de refrakter teleskopun Hollanda'daki mercek atölyelerinde icat edilmesini sağladı. 17. yüzyılın başlarında Johannes Kepler geometrik optikte ilerleme kaydetmiştir. Kepler mercekleri, düz ve küresel aynalarda yansımayı, iğne deliği kameranın çalışma prensibini, ışığın yoğunluğunun ters kare yasası ile ilişkisini, Ay ve Güneş tutulmasını, ıraklık açısını açıklamıştır. Aynı zamanda retinanın görüntüleri kaydetme rolü olduğunu anlamış ve mercek yapımcılarının 300 yıllık gözlemlerinin ardından değişik mercek çeşitlerinin etkileri bilimsel olarak ölçülmüştür. Teleskobun icadından sonra Kepler; teleskobun çalışma prensibinin teorik temellerini oluşturmuş; teleskoplar için Kepler teleskobu olarak bilinen ve büyütmeyi artırmak için iki dışbükey mercek kullanan daha iyi bir yöntem geliştirmiştir. Optik teori 17. yüzyılın ortalarında René Descartes'ın The World adlı eserinde bulunan tezlerle ilerleme kaydetti. Bu tezlerde yansıma ve kırılma, ışığın onu üreten nesneler tarafından emildiği varsayılarak, açıklandı. Bu antik Yunan yayılma teorisinden çok farklıydı. 1660'ların sonlarına doğru, Newton Descartes'in fikrini Işığın Tanecik Kuramı'na dönüştürdü. Bu kurama göre beyaz ışık bir prizma aracılığıyla içeriğindeki renklere ayrılabilen birçok rengin karışımıydı. 1690'da Christiaan Huygens, 1664'te Robert Hooke tarafından yapılan çıkarımlara dayanarak dalga teorisini önerdi. Hooke, Newton'ın ışık teorilerini halka açık bir şekilde eleştirdi. İkisi arasındaki anlaşmazlık Hooke'un ölümüne kadar sürdü. 1704 yılında Newton, "Opticks"'i yayınladı. Fiziğin diğer alanlarındaki başarısı sebebiyle yaşadığı dönemde ışığın doğası tartışmasının galibi olarak düşünülüyordu. Newtonyen optik 19. yüzyılın başlarına kadar kabul gördü ta ki Thomas Young ve Augustin-Jean Fresnel'in girişim deneyleri ile ışığın dalga modelini yayınlamasına kadar. Young'ın meşhur çift yarık deneyi ışığın süperpozisyon ilkesine uyduğunu gösterdi. Bu durum Newton'ın parçacık teorisinde öngörülmemişti. Bu çalışma ışığın kırınım teorisine yönlendirdi ve fiziksel optikte yeni bir çalışma alanı yarattı. 1860'larda dalga optiği James Clerk Maxwell tarafından elektromanyetik teori ile başarıyla birleştirildi. Optik teorideki bir sonraki gelişme 1899 Max Planck'ın siyah cisim ışımasını doğru olarak modellemesi oldu. Bu modelde Planck madde ile ışık arasındaki enerji değişimlerinin sadece "kuanta" adını verdiği belirli enerji düzeylerinde gerçekleşebildiği varsaydı. 1905'te Albert Einstein kuantizasyonun ışığın kendisinden kaynaklandığını açıklayan fotoelektrik etki teorisini yayınladı. 1913'te Niels Bohr atomların sadece belirli ve kesikli enerji düzeylerinde enerji yayıldığını gösterdi. Bu keşif emisyon ve absorpsiyon spektroskopisindeki kesikli çizgileri açıkladı. Işık ve madde arasındaki etkileşimin anlaşılması kuantum optiğinin temelini atmasının yanı sıra kuantum mekaniğinin bir bütün olarak geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Sonuç olarak; kuantum elektrodinamiği tüm optik ve elektromanyetik süreci sanal ve gerçek fotonların değişimi olarak açıkladı. Kuantum optiği 1953'te maserin, 1960'ta lazerin icadıyla günlük hayatta kullanım bakımından önem kazandı. Paul Dirac'ın kuantum alan kuramı üzerine çalışması ve George Sudarshan, Roy J. Glauber, Leonard Mandel'in katkıları 1950 ve 1960'larda fotodedektör, istatistiksel mekanik alanlarında daha fazla bilgi edinmek için kuantum teorisinin elektromanyetik alana uygulanmasını sağladı. Klasik optik. Klasik optik iki ana dala ayrılır: geometrik optik ve fiziksel optik. Geometrik optikte ya da ışın optiği, ışığın düz çizgiler üzerinde yol aldığı varsayılır. Fiziksel optikte ya da dalga optiği, ışık elektromanyetik bir dalga olarak düşünülür. Geometrik optik, dalga boyu optik elemanlar ve modellenen sistem için çok küçükse fiziksel optiğin indirgenmiş hali olarak düşünülebilir. Geometrik optik. "Geometrik optik" ya da "ışın optiği", ışığın dalga olarak yayılmasını farklı ortamlara geçerken yansıma veya kırılma yasalarıyla düz yolda ilerleyen ışınlar şeklinde gösterir. Bu yasaların ampirik keşfi 984 yıllarına kadar uzanır. Bu süreç içinde optik cihaz ve araç tasarımında bu yasalar kullanılmıştır. Yasalar şu şekilde özetlenebilir: Işık ışını iki geçirgen yüzey arasından geçerken yansıyan ve kırılan ışınlar olmak üzere ikiye ayrılır. herhangi iki sayı için değişkendir ve ışığın rengini verir. Kırılma indisi olarak bilinir. Yansıma ve kırılım yasaları Fermat ilkesinden çıkarılabilir. Bu ilkeye göre: "bir ışık ışını herhangi iki nokta arasında ilerlerken, izlediği yol en az zamanı gerektiren yoldur." Yaklaşımlar. Geometrik optik genellikle paraksiyal yaklaşım ya da "küçük açı yaklaşımı" ile basitleştirilir. Bunun sonucunda matematiksel işlemler doğrusal olur. Böylece optik bileşenler ve sistemler basit matrislerle açıklanabilir. Bu Gaussyan optiğin temelidir ve "paraksiyal ışın izleme" ile birlikte bir optik sistemin resim ve nesnenin yaklaşık konumu, büyütme gibi temel özelliklerini bulmada kullanılır. Yansıma. Yansımalar ikiye ayrılır: düzgün yansıma ve dağınık yansıma. Düzgün yansıma, ışığın ayna gibi parlak yüzeylerden basitçe ve öngörülebilir bir şekilde yansımasıdır. Düzgün yansımada yansıyan görüntünün konumu gerçek olabileceği gibi sanal da olup uzayda tahmin edilebilir bir konumda olabilir. Dağınık yansıma; opak, berrak olmayan, kâğıt ve kaya gibi nesnelerin yüzeyinde gerçekleşen yansımadır. Bu yüzeylerdeki yansımalar, yansıyan ışığın, kaynak yüzeydeki materyalin mikroskobik yapısına bağlı olarak, tam dağlımı ile sadece istatistiksel olarak belirlenebilir. Birçok dağınık yansıtıcının özelliği Lambert Kosinüs Yasası ile açıklanır ya da tahmin edilir. Bu yasa herhangi bir açıdan bakıldığında aynı parlaklığı veren yüzeylerde kullanılır. Parlak yüzeylerde hem dağınık hem de düzgün yansıma görülebilir. Düzgün yansımada yansıyan ışının yönü, gelen ışının yüzey normali (ışının yüzeye değdiği noktadan çizilen dikme) ile yaptığı açıya göre belirlenir. Gelen ışın, yansıyan ışın ve normal aynı düzlemdedir. Gelen ışının normalle yaptığı açı yansıyan ışının normalle yaptığı açıya eşittir. Bu aynı zamanda Yansıma Yasası olarak da bilinir. Düzlem aynalarda yansıma yasasına göre nesnenin görüntüsü, nesnenin aynaya uzaklığına eşit mesafede düz ve aynanın arkasında oluşur. Nesne ile görüntünün boyu eşittir. Yasa aynı zamanda ayna görüntüsünü dönüşümçarpanı ile sağ-sol farkına sebep olduğunu da ifade eder. İki (ya da herhangi bir çift sayı) defa yansımaya uğramış bir nesnenin görüntüsünde dönüşüm (sağ-sol farkı) yoktur. Köşe yansıtıcılar ışının izlediği yoldan geri dönmesini sağlar. Yüzeyleri kavisli olan aynalar ışın izleme ile ve yüzeyinin her noktasında yansıma yasası kullanılarak modellenebilir. Parabolik yüzeye sahip aynalarda ise birbirine paralel ışınlar aynadan yansır ve ortak bir odakta birleşirler. Diğer kavisli yüzeyler de ışığı odaklayabilir fakat ışınlar ıraksak şekle sahip aynalarda saparak sonsuzda odaklanır. Özellikle küresel aynalar, küresel sapmaya neden olur. Kavisli aynalar görüntüyü büyütebilir ve küçültebilir ya da büyütme negatif olur. Büyütmenin negatif olması görüntünün ters döndüğünü işaret eder. Düzgün görüntüler sanal, ters görüntüler ise gerçek görüntülerdir. Bu sayede ters görüntüler bir ekrana aktarılabilir. Kırınım. Kırınım ışık kırılma indisi farklı bir ortama geçerken gerçekleşir. Bu prensip sayesinde mercekler ışığı odaklayabilmektedir. En basit şekilde kırılma; ışık kırılma indisi formula_2 olan bir ortamdan kırılma indisi formula_3 olan bir ortama geçerken gözlenir. Bunun gibi durumlarda Snell yasası ışık ışının sapma miktarını hesaplar: burada formula_5 ve formula_6 sırasıyla gelen ve kırılan ışının (dalganın) normalle yaptığı açıdır. Bu durum aynı zamanda ortam değişirken ışık hızının da değişimini hesaplamak için de kullanılabilir. burada formula_8 ve formula_9 ilgili ortamdaki dalga hızlarıdır. Snell Yasası'nın birçok sonucundan biri de ışık ışınlarının yüksek kırıcılık indisi olan maddeden düşük kırıcılık indisi olan maddeye doğru gitmesidir. Arayüzle temas sonucu tüm ışının yansıyıp hiçbir kısmının emilmemesi de olasıdır. Bu olaya tam yansıma denir ve Fiber optik teknoloji bu mantıkla çalışır. Işık sinyalleri fiber optik kabloda ilerlerken tam yansımaya uğrar bu sayede kablo boyunca ışık kaybı olmaz. Aynı zamanda yansıma ve kırılma kullanarak polarize ışık ışınları elde etmek mümkündür. Kırılan ve yansıyan ışın dik açıyla gelirse yansıyan ışın "düzlemsel (lineer) polarizasyon" özelliği kazanır. Bunun gibi durumların gerçekleşmesi için gereken gelme açısına Brewster açısı denir. Snell Yasası, ortam doğru ışık ışınlarının kırılma indisi ve geometrisi bilinen "lineer ortamda sapma miktarlarını ölçmek için kullanılabilir. Örneğin ışığın bir prizmadan geçmesi sonucu ışınların sapması ve yayılması prizmanın şekline ve konumuna bağlıdır. Ek olarak çoğu maddede farklı frekanstaki ışıkların farklı kırılma indisi olduğu için kırılma gök kuşağındaki gibi ışık tayfı üretebilir. Bu olayın keşfi Isaac Newton'a mal edilir. Işığı kırabilen maddelerde kırınım indisi pozisyonla aşamalı olarak değişir ve böylece ışık ışınları düz çizgiler halinde değil bükülmüş olarak yol alır. Bu etki; sıcak havalarda havanın kırılma indisinin değişerek ışık ışınlarının bükülmesine ve uzaktaki nesnelerin çeşitli şekillerde (havuz yüzeyinde olduğu gibi) algılanmasına sebep olur. Serap olayı buradan kaynaklanır. Birden fazla kırılma indisine sahip maddelere değişken-indisli (GRIN) maddeler denir. Bu maddeler modern optikte fotokopi makinesi ve tarayıcı gibi cihazların yapımında olduğu gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Bu olay Değişken indis optiği alanında incelenir. Kırılma ile ışınları birleştiren ya da ayıran cihazlara mercek (lens) adı verilir. İnce mercekler, merceğin iki tarafında da odak noktası oluşturabilirler. Bu noktalar Lensmaker denklemi ile modellenebilir. Genel olarak iki tip mercek vardır: paralel ışınları birleştiren konveks (dışbükey, ince kenarlı ya da yakınsak) mercek ve paralel ışınları ayıran konkav (içbükey, kalın kenarlı ya da ıraksak) mercek. Merceklerin oluşturduğu görüntünün ayrıntılı tahmini için küresel aynalarda kullanılan ışın izleme yöntemi kullanılabilir. Küresel aynalarda olduğu gibi ince merceklerde de verilen odak noktasının uzunluğu (formula_10) ve nesne uzaklığı (formula_11) kullanılarak basit bir denklem ile cismin görüntüsünün nerede olduğu belirlenebilir: Bu denklemde formula_13 görüntünün mesafesini ifade eder ve görüntü ile nesne aynı tarafta ise negatif; farklı tarafta ise pozitif kabul edilir. Odak uzaklığı formula_10 konkav merceklerde negatif alınır. Paralel gelen ışınlar ince kenarlı (konveks) mercek tarafından, merceğin uzak tarafında odaklandırılarak bir odak uzaklığı mesafede ters bir şekilde gerçek görüntüye dönüştürülürler. Sonlu bir mesafedeki nesneden gelen ışınlar odak noktasından daha öte bir noktada odaklanırlar; nesne merceğe yaklaştıkça görüntü mercekten uzaklaşır. Kalın kenarlı (konkav merceklerde), paralel gelen ışınlar mercekten geçtikten sonra mercekten bir odak uzunluğu mesafede, paralel ışınların geldiği mercek tarafındaki düz bir sanal görüntüden kaynaklanmışçasına dağılırlar. Sonlu mesafedeki bir nesneden gelen ışınlar, merceğe odak noktasından daha yakın, nesne ile aynı tarafta olan bir sanal görüntü ile ilişkilendirilirler. Nesne merceğe yaklaştıkça, sanal görüntü de merceğe yaklaşır. Aynı şekilde, bir merceğin büyütmesi ise aşağıda gösterildiği şekildedir: Bu formüldeki eksi (-), bir kongrede alınan karara göre, pozitif ise düz, negatif ise ters nesneleri belirtir. Aynalara benzer olarak, tek mercek ile oluşmuş görüntüler düz ise sanal, ters ise gerçek görüntülerdir. Merceklerde odağı ve görüntüyü bozan optik aberasyonlar gözlemlenebilmektedir. Bu aberasyonlar (sapınçlar) geometrik kusurlardan ya da ışığın değişik dalga boyları nedeniyle ortaya çıkan kırınım indeksi değişiminden (kromatik aberasyon) kaynaklanabilmektedir. Modern optik. 20. yüzyılda popüler oldu. Optik bilimi ve mühendislik alanlarında kullanılmakta. Bu alanda optik biliminin elektromanyetik ya da ışık kuantumu ile ilgilidir ama diğer konularda dahil edilebilir. Modern optiğin önemli bir alt dalı olan kuantum optiği özellikle ışık kuantumunun mekanik özellikleri ile ilgilenir. Kuantum optiği sadece teorik değildir; lazer gibi bazı modern cihazların kuantum mekaniğine bağlı çalışma prensipleri vardır. Photomultipliers ve channeltron gibi ışık dedektörleri bireysel fotonlara yanıt verir. CCDs gibi elektronik görüntü sensörleri bireysel foton çekim olaylarının görüntü istatisliklerini sergiler. Çok Işık yayan diyotlar ve fotovoltaik hücreler, kuantum mekaniği olmadan anlaşılamaz. Bu cihazların çalışması kuantum optiğinden genellikle kuantum elektroniği ile örtüşmektedir. Özel optik araştırma alanları ışığın kristal optik ve metamaterials gibi özel malzemeler ile nasıl etkileşimde bulunduğu hakkında çalışmalar içerir. Diğer araştırmalar, tekil optik, görüntüleme olmayan optik, doğrusal olmayan optik, istatistiksel optik ve radyometri gibi elektromanyetik dalgaların fenomenolojine odaklanır. Bu gün saf bilim optiğine optik bilimi veya optik fiziğini optik mühendisliğinden ayırt etmek gerekir bunlara optik bilimleri denir. Tanınmış alt başlıklarla optik mühendisliği; lens tasarımı, imalat ve test optik bileşenleri ve görüntü işleme gibi pratik uygulamalar ile aydınlatma mühendisliği, fotonik ve optoelektronik içerir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4492", "len_data": 20013, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.16 }
Nautilus, Jules Verne'in "Denizler Altında Yirmi Bin Fersah" adlı 1870 ve "Esrarlı Ada" adlı 1874 yılı romanlarında anlatılan, hayal ürünü bir denizaltıdır. Jules Verne bu denizaltıyı Robert Fulton'un icat ettiği ve ilk kullanılabilir denizaltı olan "Nautilus"'dan esinlenerek isimlendirmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4495", "len_data": 295, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.6 }
Vatan, Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A. Ş.'ne bağlı olarak çıkan günlük bir gazetedir. İmtiyaz sahibi, Demirören ailesidir. Demirören-Karacan ortaklığı tarafından 2011 yılında satın alındı. Gazete, bu tarihten önce 2008 yılında Doğan Grubu'na satılmıştı. Gazetenin kurucusu gazeteci Zafer Mutlu'ydu. Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan, Ankara temsilcisi Bilal Çetin'di. Yayın kurulunda Bilal Çetin, Okay Gönensin, Zülfü Livaneli, Güngör Mengi ve Aydın Öztürk bulunmaktaydı. Merkez sol bir siyasi çizgi takip eden gazeteye bağlı olarak Vatan Grubu dergileri de yayımlanmaktaydı. Renkli olarak basılmış ve spor, ekonomi, televizyon, magazin gibi bölümleri bulunuyordu. Gazetenin İstanbul gündemine özel sayıları "Vatan 34" adıyla ve tabloid formatta yayımlanmıştır. "Vatan" Gazetesi, 1 Kasım 2018 tarihinde son baskısını yapmıştır. Bu tarihten itibarense Demirören grubuna ait bir başka gazete olan "Milliyet" gazetesinin hafta sonu eki olarak yayın hayatını sürdürmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4500", "len_data": 976, "topic": "NEWS", "quality_score": 3.38 }
ColdFusion bir programlama dilidir. Daha çok web tabanlı uygulamalar yazmakta kullanılır. JJ Allaire ve kardeşi Jeremy Allaire tarafından geliştirilen ColdFusion, sonradan Macromedia ile Allaire firmalarının birleşmesi sonucu Macromedia bünyesine katılmıştır. Gelişmiş web programcılarının kullandığı bir programlama dilidir. MySQL, PostgreSQL, Oracle, MS SQL, DB2,Ms Access, dBASE, FoxPro ve Paradox veritabanlarıyla uyumlu olarak çalışabilir. Allaire ve Macromedia bünyesinden sonra Adobe firması tarafından satın alınıp geliştirilmeye devam edilmektedir. 2006 yılına gelindiğinde; Adobe, Macromedia'yı bünyesine kattığı için, artık "Adobe ColdFusion" olarak anılmalıdır. J2EE tabanlı bir web sunucu sistemi olan ColdFusion, hızlı uygulama geliştirme olanakları, teknoloji desteği, gelişmiş veritabanı desteği, kolay öğrenilebilirliği, Flash gibi diğer Macromedia ürünleri ile doğrudan entegrasyonu gibi birçok özelliği ile ön plana çıkmaktadır. ColdFusion uygulama sunucusu, 7.0 sürümü ile birlikte daha kararlı hale gelmiştir. Kısa sürede orta/büyük ölçekte projeler tamamlamak, gelecekteki ek masraflarla uğraşmadan tek seferde ücretini ödeyerek kendinizi rahat hissetmek, bilindik programlama sorunları ile uğraşmadan iş bitirmek ve böylece para kazanmak istiyorsanız, bu dil tam size göredir. Eğer küçük ölçekte projeler geliştirmek istiyorsanız, ColdFusion size biraz pahalı gelebilir. Böyle bir durumda, Macromedia, hosting ortaklarından birini tercih edebilirsiniz. ColdFusion'un dili CFML'dir. Doğal bir belgelendirmeli yapıya sahiptir. Fakat, geliştirim esnasında mutlaka bir metodoloji veya framework kullanmalısınız. En meşhur CFML metodolojisi Fusebox ve en meşhur framework [ http://www.mach-ii.com/ Mach-II] sayılabilir. Bununla birlikte, alternatifleri incelendikten sonra oluşturulan, yerli üretim olan, büyük ve küçük projelerde sınanmış; sade, basit, hızlı, kolaylaştırıcı yönleriyle öne çıkan Reaction Framework de mutlaka incelenmelidir. ColdFusion aslında iki ayrı şeydir: Birincisi bir uygulama sunucusudur ikincisi ise bir dil. Birçok ColdFusion geliştiricisi bu iki şeyi birbirinden ayırt etmez. ColdFusion uygulama sunucusunu yüklerler ve ColdFusion dilini (bu dil CFML olarak adlandırılmaktadır, CFML ColdFusion Markup Language kelimelerinin kısaltmasıdır) kullanarak bu uygulama sunucusunda çalışacak uygulama geliştirirler. ColdFusion dili aynı zamanda, J2EE uygulama sunucusu gibi diğer üst uç uygulama sunucularının üzerinde de kullanım kolaylığı avantajı ile kullanılabilir. CFML dili her iki şekilde de ColdFusion ya da tercih ettiğiniz başka bir uygulama sunucusu üzerinde güçlü uygulamaları hızlı ve kolayca geliştirebilmek için kullanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4501", "len_data": 2677, "topic": "CODING", "quality_score": 3.76 }
Dominik Cumhuriyeti (İspanyolca "República Dominicana", okunuşu 'Republika Dominikana'), Karayiplerdeki Hispanyola adasında yer alan bir ülkedir. Hispanyola, Porto Riko'nun batısında, Küba ve Jamaika'nın doğusunda yer alır. Venezuela ile deniz sınırı vardır. Adanın batı kısmında ülkenin tek kara komşusu olan Haiti bulunur. Dominik Cumhuriyeti Avrupalıların Amerika kıtalarında ilk oluşturdukları yerleşimdir. Başkenti, Santo Domingo da Amerika kıtasındaki ilk sömürge başkentiydi. Bağımsızlığının büyük bir bölümünde ülkede siyasi buhran yaşanmış, halkı temsil etmeyen ve baskıcı pek çok hükûmet tarafından idare edilmiştir. 1961'de diktatör Rafael Leonidas Trujillo Molina'nın ölümünden sonra Dominik Cumhuriyeti temsili demokrasiye geçmiştir. Coğrafya. İklim. Dominik Cumhuriyeti'nin tropik bir iklimi vardır. Fakat mevsimsel sıcaklık değişimlerinden çok bölgesel sıcaklık farklılıkları görülmektedir. Ağustos ayı bunaltıcı şekilde sıcak olur. Ülkede iki yağmurlu mevsim vardır; Ekim'den Mayıs'a kadar kuzey kıyıları, Mayıs'tan Ekim'e kadar güney kıyıları yağmurlu olur. Bu yağmurlar, sadece serinletici etkilidir ve yarım gün sürer. Haziran-Eylül ayları kasırga mevsimidir. Yönetim. Para birimi. Dominik Cumhuriyeti'nin resmî para birimi Dominik Pesosu'dur. Doğu Karayip Doları da kullanılmaktadır. Nüfus. Ülkenin 2007 yılında nüfusu Birleşmiş Milletler tarafından 9.760.000 olarak tahmin edilmiştir. Ortalama ömür 73,7 yıl (2002 tahmini), okur yazarlık oranı %82,1 (1995 tahmini). Turizm. Kristof Kolomb'un "yeni dünya"yı keşfinde ilk ayak bastığı yer Bahamalar'da San Salvador adasıdır. Daha sonra Küba'nın kuzeyini gezmiş ve Dominik Cumhuriyeti'nin ve Haiti'nin bulunduğu Hispanyola adasına geçmiştir. Son yıllarda geçirdiği değişim zinciriyle Karayipler'in en lüks tatil mekanlarından biri hâline gelmiştir. Dünya Turizm Örgütü istatistiklerine göre Dominik Cumhuriyeti Karayipler'in en popüler turizm yeridir. Turizm, Dominik Cumhuriyeti'nin ekonomisinde önemli yer tutar. Doğal çevre. Dominik Cumhuriyeti geçmişte yoğun yağmur ormanları ve başka hiçbir yerde bulunmayan 1500 türü kapsayan çeşitli bitki örtüsü ile kaplıydı. Bugün birçok bataklık kurumuş ve ağaçlar kömür için kesilmiştir fakat hala korunmuş kesimler vardır. Ülkede yoksulluk ve aşırı nüfus gibi ciddi problemler vardır. Dominik Cumhuriyeti'ndeki birçok örgüt artan nüfus ile ekosistem üzerindeki baskı arasında sağlam bir ilişki kurmak için çalışmaktadır. Tüm bunlara rağmen Dominik Cumhuriyeti sahip olduğu ciddi güzellikteki sayfiye yerleri, mangrov bataklıkları, dağlık ormanları, çiçek açan düzinelerce ağaçları ve 218'den fazla kuş türü bulunmaktadır. Hükûmet ve Politika. Dominik Cumhuriyeti temsili bir demokrasi veya demokratik cumhuriyettir, ülke üç güç koluna sahiptir: yürütme, yasama ve yargı. Dominik Cumhuriyeti cumhurbaşkanı yürütme organının başkanlığını yapar ve kongre tarafından geçirilen yasaları yürütür, kabineyi atar ve silahlı kuvvetlerin baş komutanıdır. Başkan ve başkan yardımcısı 4 yıl için doğrudan oyla seçilirler. Ulusal meclis, 32 üyeli bir senato ve 178 üyeli Milletvekilleri Meclisinden oluşan iki meclislidir. Yargı makamı Yüksek Adalet Divanı'nın 16 üyesine aittir. Cumhurbaşkanı, her iki Kongre meclisinin liderleri, Yüksek Mahkeme Başkanı ve bir muhalefet veya iktidar partisi olmayan üyeden oluşan bir konsey tarafından atanırlar. Dominik Cumhuriyeti'nin çok partili bir siyasi sistemi var. Seçimler iki yılda bir eşit olarak bölünebilen yıllarda yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ile dörde bölünemeyen çift sayılı yıllarda yapılan kongre ve belediye seçimleri arasında iki yılda bir yapılır. Dokuz üyeden oluşan Merkezi Seçim Kurulu (JCE) seçimleri denetlemektedir. Üç büyük partiden en büyüğü muhafazakâr Sosyal Hristiyan Reformcu Partisi'dir (İspanyolca: Partido Reformista Social Cristiano (PRSC)), 1966-78 ve 1986-96 iktidarında; ve 1963, 1978-86 ve 2000-04'te iktidardaki sosyal demokrat Dominik Devrimci Partisi (İspanyolca: Partido Revolucionario Dominicano (PRD)); 1996-2000 döneminde ve 2004'ten beri Dominik Kurtuluş Partisi (İspanyolca: Partido de la Liberación Dominicana (PLD)). Dominik Cumhuriyeti'nin Amerika Birleşik Devletleri ve Amerikanlararası sistemin diğer ülkeleriyle yakın bir ilişkisi vardır. Dominik Cumhuriyeti'nin Porto Riko ile çok güçlü bağları ve ilişkileri var. Dominik Cumhuriyeti'nin komşu Haiti ile ilişkisi, Dominik Cumhuriyeti'ne kitlesel Haiti göçü üzerinde gerginleşmekte, Dominik Cumhuriyeti vatandaşları Haitilileri suç ve diğer sosyal sorunlar için suçluyor. Dominik Cumhuriyeti, Internationale de la Francophonie Örgütü'nün düzenli bir üyesidir. Dominik Cumhuriyeti'nin, Dominik Cumhuriyeti-Orta Amerika Serbest Ticaret Anlaşması yoluyla ABD, Kosta Rika, El Salvador, Guatemala, Honduras ve Nikaragua ile Serbest Ticaret Anlaşması bulunmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4505", "len_data": 4807, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.47 }
COBOL (COmmon Business Oriented Language), bir programlama dili. Ticaret alanı ve özellikle iş yerlerinin yönetimiyle ilgili konularda, tüm dünyada kullanılmak üzere hazırlanmıştır. ISAM yapısına izin veren sınırlı sayıdaki dilden biridir. Sayı tipi sınırsızdır. COBOL 2002 'den beri Nesne Yönelimli Programlama'yı desteklemektedir. COBOL 1959'da Üniversiteler, Hükûmetler ve Ticari Kuruluşlar tarafından oluşturulan bir komite tarafından yaratılmıştır. "COBOL" ismi 18 Eylül 1959'da toplanan komitenin kararıdır. Bölümleri. Toplam olarak dört bölümden oluşur. Daha önceden ilk geliştirilme amacı olarak ticaret ile uğraşan kurum veya kuruluşlarda kurumları temsil eden kişiler ile müşterileri arasındaki her türlü ilişkiyi bilgisayar ortamında geliştirilmiş programlarla gerçekleştirilmesini sağlayan bir yazılım olarak ortaya çıkmıştır. Kişiler arasında ilişkileri yukarıda anlatılan bölümler arasında tanımlanan mantıksal yordamlarla gerçekleştirmeyi amaçlayan bir yazılım dilidir. Günümüzde COBOL'un bulunduğu konum çok önemlidir. Bunun nedenlerinden biri Microsoft tarafından 2001 yılında piyasaya sürülen .NET Framework 1.1 versiyonu ile desteklenmeye başlamış olmasıdır. Gelişen ticaret dünyasına ve bunun yanında gelişen yapay zeka teknolojisine destek vermek amacı ile Microsoft tarafından destek verilmiştir. .NET Framework bileşenlerini kullanarak basit bir metin düzenleyici aracılığıyla yazılan COBOL kodları ".cb" uzantısı ile kaydedebilir ise, .NET derleyicisi tarafından derlenebilir. Prolog gibi sınırlı sayıda koda sahiptir. Programcı mantıksal olarak tanımlamak istenen durumları belirler ve dilin kendisine sunduğu yapıları kullanarak bunların kombinasyonlarını sağlayarak sonuç üretmeye çalışır. Eski bir yazılım olmasına rağmen COBOL günümüzde bankalarda hala kullanılmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4508", "len_data": 1799, "topic": "CODING", "quality_score": 3.59 }
Friedrich Engels (28 Kasım 1820, Barmen (şimdiki Wuppertal) - 5 Ağustos 1895, Londra), Alman sosyalist, filozof, tarihçi ve siyaset bilimcidir. Aynı zamanda, iş insanı olan Engels'in babasının Salford, Birleşik Krallık, Prusya'nın Barmen şehrinde (şimdiki Wuppertal) büyük tekstil fabrikaları vardı. Karl Marx ile birlikte marksizm'in kurucusu sayılan Engels "ilk marksist" olarak tanımlanmıştır. 1845 yılında kendi gözlem ve araştırmalarına dayanan "1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları" isimli yapıtı yayınlanmıştır. Karl Marxla beraber "Komünist Manifesto"'yu (1848) yazarak komünist kuramın geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır, sonrasında Karl Marx'a maddi destek sağlayarak "Das Kapital" için yaptığı araştırmalara yardımcı olan Engels, Karl Marx öldükten sonra onun önemli sayılan eserlerinden "Das Kapital"in son iki cildini tamamlamıştır. Daha sonra Artı-Değer Teorileri ve Kapital'in 4. cildi olarak Karl Kautsky tarafından basılan Marx'ın notlarını düzenlemiştir. 1884 yılında, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli kitabı yayınlanmıştır. Hayatı. Engels, 28 Kasım 1820 tarihinde Prusya'nın Barmen şehrinde (şimdiki Wuppertal) doğmuştur. Babası fabrikatör Friedrich Engels Sr. (1796-1860), annesi Elisabeth Franciska Maurita (1797-1873) idi. Ebeveynleri pietist protestanlardı. Saygın bir aileden gelen Engels, ilk eğitimine Barmen'de başladı. 1834 yılında Elberfeld'deki daha ileri durumdaki bir okula başladı. Bu sırada babasıyla ilk fikir ayrılıkları başladı. 1837 yılında liseyi bitirmesine bir yıl kala babası tarafından okuldan alınınca Barmen'deki aile şirketinde muhasebecilik yapmak zorunda kaldı. 1838 yılında Bremen'e giderek burada ünlü sanayici Heinrich Leopold'un yanında çalıştı ve 1841 yılına kadar eğitimine devam etti. Bremen'in kozmopolit ortamında yeni düşüncelerle karşılaşan Engels, hem mesleğinde başarılı oldu hem de edebiyat ve sanat çevrelerine girmeye başladı. Bu dönemde çeşitli gazetelerde değerlendirme yazıları yazdı ve makale, şiir, drama gibi alanlarda eserler verdi. "Der" "Telegraph für Deutschland" gazetesinde "Friedrich Oswald" mahlasıyla yazılar yazdı. 1841 yılında bir yıllık gönüllü askerî görevini yapmak için Berlin'e gitti. Topçu birliğinde askerken Berlin Üniversitesi'ndeki felsefe derslerini takip etti. Buradaki ilk Genç Hegelciler arasında yer aldı. 1842 yılında, o dönem önde gelen muhalif burjuva gazetelerinden olan "Rheinische Zeitung"'da Prusya devletinin gidişatını eleştiren bir yazı dizisi kaleme aldı. 1842 yılında babası tarafından İngiltere'nin Manchester şehrine gönderildi. Yol üzerinde Köln kentinde "Rheinische Zeitung" bürosunu ziyaretinde ilk kez Karl Marx ile karşılaştı. 1845 yılında İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu konulu bir makale yayımladı. Aynı yıl, editörlüğünü Paris'teki Karl Marx'ın editörlüğünü yaptığı "Franco-German Annals" adlı dergiye yardım etmeye başladı. Marx, Engels ile kişisel olarak tanışmasının ardından onunla kapitalizm üzerine aynı bakış açısına sahip olduklarını fark etti. Marx, Engels'e ve fikirlerine büyük hayranlık duyarak onunla birlikte çalışmaya karar verdi. Marx'ın Ocak 1845'te Fransa'dan sürülmesinden sonra, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha fazla ifade özgürlüğü sunan Belçika'ya gitmeye karar verdiler. 1845 Temmuz'unda Engels, Marx'ı İngiltere'ye götürdü. Burada Engels, İrlandalı emekçi bir kadın olan Mary Burns ile tanıştı. İkisi de o dönem radikal olarak nitelendirilen fikirleri benimsediklerinden dolayı burjuvazi evliliğine karşı oldukları için birlikte olmalarına rağmen hiç evlenmediler. Beraberlikleri 1863 yılında Mary Burns ölünceye dek devam etti. Engels, Mary Burns'ün ölümünden sonra 11 Eylül 1878'de kardeşi Lizzie Burns ile evlenmiştir. Engels içlerinde George Harney'in de olduğu Çartist hareketin liderleriyle tanıştı. 1846 Ocak'ında Engels, Marx'ı da yanına alarak Brüksel'e döndü. Burada Komünist Yazışma Komitesi'ni kurdu. Tasarısı Avrupa'nın çeşitli bölgelerindeki sosyalist liderleri birleştirmekti. İngiltere'deki sosyalistler, Engels'in fikirlerinden etkilenerek Londra’da bir toplantı düzenlediler ve Komünist Birlik adı verilen yeni bir organizasyon oluşturdular. Engels buraya delege olarak katıldı ve eylem stratejisinin geliştirilmesine öncülük etti. 1847 yılında Engels ve Marx birlikte bir broşür yazmaya başladılar. Temelini Engels’in "Komünizmin İlkeleri" adlı kitabının oluşturduğu bu 12.000 kelimelik broşür altı haftada bitirildi. Engels'in amacı komünizmi kitleler için anlaşılabilir kılmaktı. "Komünist Manifesto" adı verilen bu broşür 1848 Şubat'ında yayınlandı. Ama yayınlandıktan sadece 1 ay sonra, Mart ayında Engels ve Marx Belçika’dan kovuldular. Köln’e taşındılar ve Marx radikal bir gazete olan "Yeni Ren Gazetesi'"ni Engels'in desteğini alarak çıkarmaya başladı. Engels, 1848 devriminin önderiydi ve bu ayaklanma ilk ciddi sosyalist ayaklanmaydı. Bu ayaklanma sonraki komünist ayaklanmaların en büyük ilham kaynağı oldu. Engels Elberfeld’deki ayaklanmada aktif olarak bulundu, Prusyalılara karşı düzenlenen Baden Seferi’nde, Baden-Palatinate ayaklanmasındaki serbest güçlerin komutanı olan August Willich’in yaveri olarak savaştı. Aslında bu yaverlik bir aldatmacaydı. Çünkü August Willich tüm emirleri Engels'ten alıyordu. 1849 yılında İngiliz hükûmetine başta Engels olmak üzere birçok sosyalist liderin sürülmesi için baskı yapıldıysa da Başbakan Lord John Russell bunu reddetti. Marx, Engels'in kendisine sağladığı gelirle yaşamını devam ettirdi. Engels, Marx’ın ailesi kendi ailesi olmasa dahi, sonuçta hem bir aile geçindiriyor, hem fikrî mücadele veriyor, hem de serbest güçlerin fikrî ve askerî sahadaki stratejik önderliğini yapıyordu. 1870’te Londra’ya taşınmadan evvel Engels, Marx’a yeterli geliri sağlayabilmek için Manchester’daki fabrikasında çalışmaya gitti. Marx'ın 1883'teki ölümünden sonra Komünist kitle Engels'i artık o ölene dek fikrî ve askerî alanda önder kabul ettiler. Bununla birlikte Engels, tek eşli evliliğin "erkeklerin, kadınlar üzerinde baskı kurmak için ortaya attığı tek taraflı bir yalan" olduğunu ifade etti. Bu bağlamda komünist kuramı, aileyle ilişkilendirerek erkeklerin kadınlar üzerindeki hâkimiyetinin tıpkı kapitalist toplumlarda burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki hâkimiyetine benzediğini iddia etti. Bu söylemleriyle Engels, Feminist kuramın kurucularından sayılmaktadır. Ölümü ve sonrası. Engels, 1895 yılında Londra'da bir otel odasında tek başınayken çalışma masasında makalesini yarım bırakmış bir hâlde ölü bulundu. Ölüm sebebi boğaz kanseriydi. Öldüğünde hiç çocuğu yoktu. Engels paranın var olmadığı bir dünya istiyordu. Tüm fikirleri, Marx'ı çok büyük bir etki altında bıraktığı gibi onun bu fikri de Marx üzerinde derin bir etki bıraktı. Engels bu fikrini ölmeden birkaç saat önce yaşadığı olayı, yine ölmeden önce yazdığı son makalesinde şöyle bir örnekle açıklamıştır: Friedrich Engels, bu durumda olanları burjuvazinin ve kapitalizmin ağına yakalanmış kişiler olarak görmektedir; insanoğlunun bu kadar aciz durumda olmasından yakınmaktadır. Engels 1884 tarihinde yayınladığı Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eserinde doğu toplumlarında kapitalist birikimin neden gelişmediğini aşağıdaki sözleriyle açıklamaya çalışmıştır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4509", "len_data": 7207, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.49 }
Hidrojen, sembolü H, atom numarası 1 olan kimyasal bir element. Standart sıcaklık ve basınç altında renksiz, kokusuz, metalik olmayan, tatsız, oldukça yanıcı ve H2 olarak bulunan bir diatomik gazdır. 1,00794 g/mol'lük atomik kütlesi ile tüm elementler arasında en hafif olanıdır. Periyodik cetvelin sol üst köşesinde yer alır. Hidrojenin adı, Yunancada "su oluşturan" anlamına gelen "ὑδρογόνο"'dan ("idrogono") kelimesinden gelir. Hidrojen, evrenin kütlesinin %75'ini oluşturan ve evrende en çok bulunan elementtir. Ana hatta bulunan yıldızların çoğunluğu, plazma hâlinde olan hidrojenden oluşur. Elementel hidrojen Dünya'da az bulunur. Endüstride metan gibi hidrokarbonlardan üretilebildiği gibi, pahalı olsa da suyun elektrolizinden de üretilebilir. Hidrojenin en yaygın doğal izotopu, nötronsuz protiyumdur. Hidrojen pek çok elementle bileşik oluşturabilir. Ayrıca suda ve pek çok organik molekülde bulunduğundan önemlidir. Suda çözünen moleküller arasındaki asit - baz tepkimelerinde önemli rol oynar. Schrödinger denkleminin analitik olarak çözülebildiği tek nötral molekül olduğu için, hidrojen atomunun enerji basamakları ve bağ özellikleri, kuantum mekaniğinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Tarihi. Hidrojen 1500'lü yıllarda keşfedilmiş, 1700'lü yıllarda yanabilme özelliğinin farkına varılmış, evrenin en basit ve en çok bulunan elementi olup, renksiz, kokusuz, havadan 14,4 kat daha hafif ve tamamen zehirsiz bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer tepkimeye vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji kaynağıdır. Hidrojen, 1 atm de -252,77 °C'de sıvılaşır. Sıvı hidrojenin hacmi gaz halindeki hacminin sadece 1/700'ü kadardır. Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir. 1 kg hidrojen 2,1 kg doğalgaz veya 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Ancak birim enerji başına hacmi yüksektir. Hidrojen gazını yapay olarak ilk defa T. Von Hohenheim (ayrıca Paracelsus, 1493 - 1521, olarak da bilinir) tarafından güçlü asitlerle metalleri karıştırarak elde etmiştir. Bu kimyasal reaksiyon sonucu elde edilen bu yanıcı gazın yeni bir element olduğunun farkına varamamıştır. 1671 yılında hidrojen Robert Boyle tarafından demir çubuk ve seyreltik asit çözeltilerinin reaksiyonu sonucu üretilerek yeniden keşfedilmiştir. 1766 yılında Henry Cavendish metal asit reaksiyonuyla elde edilen, havada yanan, yandığı zaman su açığa çıkaran hidrojenin ayrı bir element olduğunun farkına varmıştır. Cavendish'in hidrojenle tanışması cıva ve asitlerle yaptığı deneyler zamanında olmuştur. Başlangıçta hidrojenin cıvayı oluşturan birimlerden biri olduğunu, cıvanın asitle reaksiyonundan ortaya çıktığını düşünmüş, buna rağmen hidrojenin pek çok önemli özelliğini gerçekçi şekilde tasvir edebilmiştir. 1783'te Antoine Lavoiser, Laplace ile Cavendish'in bulduklarını tekrarlarken, yandığı zaman su üreten bu gaza hidrojen adını vermiştir. Hidrojenin elde edilmesi. Hidrojenin ilk kullanım yerlerinden biri balonlar ve daha sonraları zeplinlerdir. Bu amaçlar için hidrojen metalik demir ve sülfürik asidin reaksiyona girmesiyle elde edilmiştir. Hidrojen Hindenburg adlı, havada yanarak yok olan zeplinde kullanılmıştır. Balonlarda daha sonraları oldukça patlayıcı olan hidrojenin yerine inert helyum kullanılmıştır. Hidrojenin Atom Yapısı. 1 proton ve 1 elektrondan oluşan hidrojen atomu, basit atomik yapısı, ışık emilim ve yayma spektrumu sayesinde atomik yapının geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Hidrojen molekülünün ve ona karşılık gelen H2+ katyonu basit yapısı kimyasal bağların doğası hakkında önemli bilgiler vermiş, bu 1920'li yılların ortalarında hidrojen atomunun kuantum mekaniği uygulamasıdır. Hidrojenin Evrendeki Yeri. Hidrojen evrenin kütlece %75'ini, atom sayıca %90'nı oluşturur ve bu oranlarıyla evrende en çok bulunan elementtir. Bu element yıldızlarda, dev gaz gezegenlerinde büyük miktarda bulunur. Moleküler hidrojen bulutları yıldızların oluşumuyla bağlantılıdır. Hidrojen yıldızların proton-proton nükleer füzyon reaksiyonuyla enerji üretmesinde önemli rol oynar. Evrende hidrojen atomik ya da plazma halinde bulunur. Plazma hali atomik halinden oldukça farklıdır. Bu halde hidrojen elektronu ve protonu bağlı değildir ve bu oldukça yüksek elektrik iletkenliği ve ışık yayılımına (güneş ve diğer yıldızlar ışık yayar) sahiptir. Yüklü partiküller elektrik ve manyetik alanlarda oldukça etkilenirler. Mesela, güneş rüzgârında dünyanın magnetospheri ile etkileşerek Birkeland akımları ve auroraya yol açarlar. Uzayda hidrojen nötral atomik halde bulunur. Normal şartlar altında hidrojen biatomik gaz (H2) halinde bulunur. Hafifliği nedeniyle diğer daha ağır gazlara göre yerçekimi kuvvetinden kolayca kurtulur. Bu nedenle dünya atmosferinde hidrojen gazı oranı oldukça düşüktür (hacimce 1 ppm). Hidrojen atomu ve H2 molekülü uzayda bolca bulunduğu halde dünyada bunların üretimi ve saflaştırılması oldukça güçtür. Bütün bunlara rağmen hidrojen dünyada en çok bulunan üçüncü elementtir. Yeryüzündeki hidrojen su, hidrokarbonlar gibi kimyasal bileşiklerin içinde bulunur. Hidrojen gazı bazı bakteri ve algae tarafından üretilir. Günümüzde metan gazı önemi artan bir hidrojen kaynağıdır. Hidrojen Atomu. İzotopları. Atomun doğada üç izotopu vardır. Bunlar 1H, 2H ve 3H. Oldukça kararsız diğer izotoplar (4H - 7H) laboratuvar koşullarında sentezlenmiştir. Hidrojen, izotoplarının değişik isimleri olan tek elementtir. IA grubu elementleri, Ca, Sr, Ba gibi aktif metallerin su ile reaksiyonu sonucunda hidrojen gazı elde edilir. Ca(k) + 2H2O à Ca2+ (aq) + 2OH-(aq) + H2 (g) Uygulamaları. Hidrojen zehirsiz ve havadan 14,4 kez daha hafif bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer tepkimeyle vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji kaynağıdır. -252,77 °C'ta sıvı hale getirilebilir. Sıvı hidrojenin hacmi gaz halindeki hacminin sadece 1/700'ü kadardır. Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir (Üst ısıl değeri 140,9 MJ/kg, alt ısıl değeri 120,7 MJ/kg). 1 kg hidrojen, 2,1 kg doğalgaz veya 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Petrol yakıtlarına göre ortalama 1,33 kat daha verimli bir yakıttır. Buna karşın, enerji olarak kullanılabilmesi için doğadaki bileşiklerden ayrıştırılması gerekir. Üretilmesi de göz önünde bulundurulduğunda petrol gibi hazır yakıtlar kadar kârlı değildir. Ancak hidrojenin diğer yakıtlardan önemli bir farkı, güneş veya rüzgâr enerjisinin yardımıyla sudan üretilebilmesi ve kullanıldığında tekrar suya dönüşebilmesidir. Bu özellik hidrojenin herkesin üretimine ve kullanımına açık bir yakıt olmasını sağlar. Hidrojen doğada serbest halde bulunmaz, bileşikler halinde bulunur. En çok bilinen bileşiği ise sudur. Isı ve patlama enerjisi gerektiren her alanda kullanımı temiz ve kolay olan hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı enerji sistemlerinde, atmosfere atılan ürün sadece su ve/veya su buharı olur. Bunun dışında çevreyi kirleten hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde (karbonmonoksit veya karbondioksit gibi) üretimi olmaz..
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4512", "len_data": 7066, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.69 }
Aktinitler, periyodik tabloda yedinci sırada yer alan elementler. Atom numaraları 89 ile 103 arasına olan 15 radyoaktif elementten oluşur. Bunlar; aktinyum, toryum, protaktinyum, uranyum, neptünyum, plutonyum, amerikyum, küriyum, berkelyum, kaliforniyum, aynştaynyum, fermiyum, mendelevyum, nobelyum, lavrensiyum'dur. Bunlardan ilk dört element doğada bulunurlar. Diğerleri nükleer reaksiyonlarla elde edilmektedir. Aktinitler ismi serideki ilk element olan aktinyumdan ve esas olarak elementlerin radyoaktivitelerini ima eden Yunanca ακτις (aktis), "ışın" kelimesinden alır. Bu elementlerin en önemli ortak özelliği, elektron katılımının 5f orbitalinde gerçekleşmesidir. Geçiş metallerinin bir alt serisi konumundadırlar ve doğada çok ender bulunurlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4515", "len_data": 753, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.73 }
Bilohirsk (Kırım Tatarcası: Qarasuvbazar, Ukraynaca: Білогірськ, Rusça: Белогорск) Kırım'ın güneyinde yer alan bir şehirdir. Şehrin adı 1944'e kadar Karasubazar idi. Tarihi. Kırım tatarlarının en eski şehirlerinden birisidir. Şehir hakkında ilk bilgiler XII. asıra aittir. 1944 Mayıs Sürgününe kadar kırımdaki Tatar nüfusunun coğunlukta olduğu 3 şehirden birisi idi. Nüfus. Karasubazar bölgesinin nüfusu; 70.000'dir. Şehir merkezinin nüfusu; 20.000'dir. Nüfusun %35i KırımTatarıdır. Coğrafya. Kırımın ortasında yer alır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4523", "len_data": 520, "topic": "HISTORY", "quality_score": 2.82 }
İngiliz Milletler Topluluğu veya resmî adıyla Milletler Topluluğu (İngilizce: "Commonwealth of Nations"), geçmişte Britanya İmparatorluğu'nun (37 ülke), günümüzde de Birleşik Krallık'ın parçası olan (16 ülke) devletlerin oluşturduğu uluslararası bir koalisyondur. Üye ülkelerin 16'sı hâlen Britanya Kraliyet Ailesi yönetimindedir. Bu ülkelerde mevcut monark III. Charles; devlet başkanı görev ve yetkilerini, kendi tarafından atanan genel valiler aracılığı ile sürdürür. Kral aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğunun başkanıdır. Ülkelerin tümünün nüfus toplamı 2,5 milyardır. Köken bilimi. Kelime kökeni olarak Eski İngilizcede "ortak çıkar, fayda" anlamına gelen "commonwealth" sözcüğü günümüz İngilizcesinde "bağımsız devlet" (genellikle demokratik cumhuriyet) anlamında kullanılır. 1648 İngiliz Devrimi sonrasında, I. Charles'ın idam edilmesi (1649) ve kraliyetin lağvedilmesi ile ortaya çıkan ve 1660 yılında II. Charles'ın kral olmasıyla son bulan cumhuriyetçi döneme "Commonwealth Dönemi" denir. İç savaşı bastıran general Oliver Cromwell önce parlamentonun başkanı, sonra da diktatör olarak hüküm sürmüştür. Kral olmayı reddetmiş, kendini İngiliz Cumhuriyeti'nin "Muhafız Efendisi" olarak tanımlamıştır. 1658'de Cromwell'in ölümünden sonra oğlu Richard yerini dolduramamış, 1659'da sürgüne gönderilmiştir. 1660 yılında da kraliyet yeniden kurulmuş ve II. Charles başa geçmiştir. Günümüzde Commonwealth, Birleşik Krallık önderliğinde bir araya gelmiş, bağımsız devletleri nitelemek amacıyla kullanılır. İngiliz Milletler Topluluğu karşılıklı ekonomik etkileşime dayanan bir oluşumdur. Büyük çoğunluğu tarihte Britanya İmparatorluğu'nun eyaleti veya sömürgesi olmuş ülkelerdir ve günümüzde çoğu bağımsız olan bu ülkeler kendi rızalarıyla bu oluşumun bir parçası olarak kalmaya devam etmektedirler. Bu devletlerin bir kısmı geçmişte imparatorluğun parçası olmamakla beraber sonradan birliğe katılmışlardır. Zaman içerisinde bu topluluğu terk eden, topluluktan çıkarılan ve sonradan geri kabul edilen ülkeler olmuştur (Bkz. üye ülkeler listesi). Üye ülkelerin bir kısmı Birleşik Krallık hükümdarını sembolik olarak en üst düzey yöneticileri olarak tanırlar. Birbirlerinden farklı yönetim biçimleriyle (meşrutiyet, demokrasi, diktatörlük vs.) yönetilebilirler. Birleşik Krallık genel valileri. Birleşik Krallık Kral/Kraliçesi tarafından Devlet Başkanı sıfatıyla temsilci atadığı genel valiler: Genel valilerin görevleri. Devlet Başkanı ve hükümdar “III. Charles”tır. Kral'ın temsilcisi genel validir ve genellikle emekli olmuş eski politikacılar veya ilgili ülkenin başbakanının önerisiyle Kral tarafından atanır. Genel vali, siyaseten tarafsız olup Avam Kamarası ve Senatonun (üst meclisin) çıkardığı kararnamelere kral adına onay vermek, devlet başkanlığı düzeyinde imzalanması gereken belgeleri imzalamak ve onaylamak, parlamento toplantılarını resmen açıp kapatmak ve seçimler öncesi parlamentoyu feshetmek, başbakanı ve hükûmeti atamak veya görevden almak, büyükelçilerin güven mektuplarını teslim almak veya vermek görevlerinden birkaçıdır. Genel sekreterin görevleri. 1965 yılında İngiliz Milletler Topluluğu Başbakanları toplantısında Londra'da oluşturuldu. Genel Sekreterliğin merkezi, Kral III. Charles tarafından sekreterliğe kullanımına sunulan Londra'da bulunan Marlborough Sarayı'dır. Operasyon merkezi olarak Topluluğun her bir vatandaşına ulaşabilmesi kişisel bağlantılar için sıkı çalışmalarda bulunur. Bu görev Kral III. Charles'ın konumuyla karıştırılmamalıdır. İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları. Her dört senede bir İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları adlı çok sporlu etkinlik düzenlenmektedir. Üye ülkeler. Üyelik tarihine ve bölgelere göre sıralama:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4532", "len_data": 3680, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.73 }
Gelişim biyolojisi, canlıların büyüme ve gelişimlerini inceleyen bilim dalı. Modern gelişim biyolojisi, dokular, organlar ve sistemlerin oluşumunda rol alan hücrelerin gelişimini, değişimini, farklılaşımını ve şekil almasını (morfojenez) inceler. Embriyoloji, gelişim biyolojisinin bir alt birimidir ve tek hücrenin (genelde zigotun) oluşumundan embriyonik gelişim aşamasının sonuna kadarki gelişimi inceler ki serbest yaşam bazen embriyonik gelişimin tamamlanmasından da önce başlar. Bir başka alt dal ise evrimsel gelişim biyolojisidir. Bu dal 1990'larda moleküler gelişim biyolojisi ve evrimsel biyolojideki buluşların birleştirilmesi ve yeni bakış açılarının yaratılması ile ortaya çıkan bir sentezdir. Evrimsel gelişim biyolojisi canlıların evrimsel bağlamdaki organizmal formları ve çeşitliliğiyle ilgilenir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4546", "len_data": 814, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.04 }
Traklar, Antik Çağ'da günümüzdeki Doğu Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan'da yaşamış, MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender'in, topraklarını ele geçirmesiyle asimile olmuş bir kavimdir. Trakça ve izole bir dil konuşmuş kavim, Herodotos'a göre Hindulardan sonra dünya üzerindeki en kalabalık halk idiler. Bu kavmin en önemli boylarını Odris Krallığı, Getae ve Daklar teşkil etmekteydi. Trakya bölgesinin her üç ülkesinde de, Traklardan günümüze kalabilmiş tek yapılar kral mezarları olan yığma tepelerdir (tümülüs). Troya şehri Trakların bir kısmına başkentlik yapmıştır. Kral ve üst kesim burada yaşarken çiftçiler at yetiştiricileri ve asker aileleri başkente Trakya'dan hizmet etmekteydi. Truva destanında şehirdeki üstün Trakya atlarının salıverilme operasyonundan bahsedilir. Truva savaşında ağır yara alan halkın bir kısmı buradan göç etmiştir ve kalanlar bir daha bölgeye eskisi kadar hâkim olamamıştır. Göç edenlerin gittikleri yer ise İtalya istikametidir. Bu göçmenler orada Yunanlar tarafından Tyrrhenoi veya Tyrrsenoi adlarıyla bilinmişlerdir. İznik Ayasofya tarihini belgeleyen belgesel yönetmeni Tekin Gün çekimler sırasında, İznik ve çevresinde yapılan yüzey çalışmalar ve Semavi Eyice'nin araştırmalarında bir antik kentin ortaya çıktığını o bölgede Trak kavmi göçlerinden görmekteyiz." dedi. Ayrıca Eski Yunan mitlerinden Dionysus ve Orpheus karakterlerini yaratmışlardır. Yerleşim. MÖ I. milenyumda, Eski Traklar Avrupa'daki en kalabalık olan milletlerdenmiş. Çok fazla boylara ayrılmış olan Traklar, hem Balkan Yarımadası'nın doğu tarafında, hem de Küçük Asya'nın kuzeybatısının bölgelerine yerleşmiştir. güney Doğu Trakya'da Odrysianlar, Rodoplar bölgesinde Bessiler, kuzeydoğu bölgelerinde Getaeler, bugünkü kuzeybatı Bulgaristan'da Triballiler ve Küçük Asya'da Bitinler en kuvvetli boy gruplarındandır. Trakya'nın bereketli ovalarında ziraat geliştirilmiştir, dağ bölgelerinde ise hayvancılık. Cevher madenciliği, metal işleme, çömlekçilik, dericilik ve oymacılık iyi derecede geliştirilmiştir. Kabileler. Astai: Yıldız dağlarında oturmuş olanlar Apsintiler: Enez doğusunda oturmuş olanlar Binnai: Meriç'in orta ve aşağısında oturmuş olanlar Bessalar: Rodop ile Haimos arasındaki vadilerde oturmuş olanlar Bettegerriler: Edirne civarında oturmuş olanlar Bisaltlar: Akte Yarımadası'nda oturmuş olanlar Bistanlar: Ege kıyılarında oturmuş olanlar Briantlar: Semadirek adası karşısında oturmuş olanlar Danthaletler: Yukarı Vardar bölgesinde oturmuş olanlar Darsiler: Aşağı Vardar mecrasında oturmuş olanlar Digerler: Rila Vadisi'nin kuzeyinde oturmuş olanlar Drugeriler: Orta Meriç bölgesinde oturmuş olanlar Hedonlar: Aşağı Vardar vadisinde oturmuş olanlar Tynler: İğneada ve Midye bölgesinde oturmuş olanlardır. Trakların en savaşçı halkıdır. Kainoiler: Marmara sahilinde oturmuş olanlar Kebreniler: Arisbos çayı üzerinde oturmuş olanlar Kikonlar: Biston gölü civarında oturmuş olanlar Kovpiller: Dedeağaç bölgesinde oturmuş olanlar Kalopothaklar: Enez'in güneyinden Gelibolu Yarımadası'na kadar olan bölgede oturmuş olanlar Ladepsoylar: Ergene Vadisi'nde oturmuş olanlar Mygdonlar: Axias ile Vardar arasında oturmuş olanlar Nipsoylar: Kıyılara yakın yerlerde oturmuş olanlar Odomantlar: Aşağı Vardar Vadisi'nde oturmuş olanlar Odrysler: Tunca Vadisi'nden sahile kadar olan bölgede oturmuş olanlar Paitler: Aşağı Meriç'ten Melas Nehri'ne kadar olan bölgede oturmuş olanlar Pieresler: Makedonya'dan sürülmiş olanlar Pyrageriler: Arsuz bölgesinde oturmuş olanlar Saioylar: Taşoz civarında oturmuş olanlar Sapailar: Bistanis gölü ve Rodopların içine kadar olan bölgede oturmuş olanlar Satrailer: Rodoplarda oturmuş olanlar Selletler: Balkanlarda oturmuş olanlar Serdailer: Sofya civarında oturmuş olanlar Setonlar: Pallene Yarımadası'nda oturmuş olanlar Sintoylar: Axias ile Vardar arasındaki dağlık bölgede oturmuş olanlar Trallesler: Yukarı Nestos'ta oturmuş olanlar Hypsaltalar: Odryslerin komşusu olup Meriç bölgesinde yaşamış olanlar Etimoloji. Traklar ve Makedonlar. Trakya bölgesine bir dönemde Tur ve Ok boyları yerleşmiş olduğundan, "Trakya" sözünün Tur-Ok-Öyü ("Tur ve Ok‟ların bölgesi") kök sözcüklerinden "Turokya" ve zamanla "Trakya" şekline dönüştüğünü anlıyoruz. M.Ö. 4,000 yıllarından itibaren doğu ve batı Trakya'yı Bulgaristan'ı ve Makedonya'yı kapsayan geniş bölgede Trak (Tur-Ok) halkı yaşıyordu. Traklar, bölgenin Roma işgaline uğradığı M.S. 46 yılına kadar varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Yunanca U sesi bulunmadığından bölgeye hakim olan Yunan kültürü "Turokya" adını Thrakia şeklinde telaffuz etmiştir. "Günümüz Bulgaristan’ına ve ötesine yayılan antik Thrakia’daki birçok kavim –dil ve kültür açısından akraba olsalar da- ender olarak siyasi birlik içine giriyorlardı. Korku yaratan savaşçılar ve usta "atlılardan oluşan bu kavimler, Troya Savaşı'nda Yunanlara karşı mücadele etti. M.Ö. 73'te bir Thrak, esirlerin Romalılara karşı ayaklanmasına önderlik ederek ölümsüzleşti. Bu kişi, Spartaküs adıyla bilinen gladyatör olduğu sanılmaktadır."". Traklarda Kutsalın Göstergesi. Gerçekler ve Yanılgılar. Prof. Dr. Engin Beksaç, Traklar'ın bir Hint-Avrupalı ya da steplerle bağlantılı bir Avrupa ulusu olduğunu, Orta Avrupa'nın içlerinden gelen bir kültür dalgasıyla, steplerden gelen bir başka kültürün karışmasıyla şekillenmiş bir geçmişleri olduğunu ve özellikle Orta Avrupa'nın kültür ortamıyla coğrafyada şekillenen kültürler, Romanya'nın kuzeyinde ve Moldova'da yapılan çalışmalarda gördüğümüz gibi Tei kültürü olarak bilinen bir kültüre dönüşüm sağlıyor ve bu yolla da güneye doğru ilerleyen bir kültür olarak Trakya'ya giriyor. Trakların Trakya‟ya giriş süreci genellikle MÖ 1500'ler civarı olarak verilmekte; fakat bunun daha erken tarihlere gidebilmesi mümkün. Trakya'da yapmış olduğumuz yüzey araştırmaları sırasında bazı bölgelerde karşımıza çıkan verilerden elde ettiğimiz sonuçlar, bu bölge bağlantılarını netlikle ortaya koymaktadır. Trakların yayılım alanı güneyde Ege Denizi civarından kuzeyde Tuna Nehri civarına, doğuda Doğu Trakya‟dan batıda Vardar Ovası‟na kadar yayılan geniş bir bölge. Herodotos‟un dediği gibi, Traklar Hintlerden sonra dünya üzerinde en geniş nüfusa sahip ulus olarak antikçağda yerini almış. Yine antik tarihçi Herodotos'a göre, "“Bunlar Traklar birleşebilseydi, karşılarında kimse duramayacaktı”". Trakların gerçekten de her zaman birleşme sorunları oldu; ama şu anda düşünmek durumunda olduğumuz konu, Trak dili olarak bildiğimiz dilin gerçekten bütün bölgelerde aynı tip lehçelerle mi konuşulduğu. Bu konuda muhtemelen bazı sorunlar var. Dile ilişkin elimizde çok fazla veri olmamasına rağmen, bazı izlerden yola çıkarak bölgesel bazı farklılıkların olduğunu ve bunların da Trak topluluklarını oluşturan grupların kültür kimliği ve ulusal kimliğini tayin ettiğini söylemek mümkündür. Genel niteliği itibarıyla Trakların büyük kabilelerine baktığımız zaman çok sayıda kabile ismine rastlıyoruz; fakat bu isimlerin tarihsel verilerde karşımıza çıkan bazı örneklerde birbirleriyle örtüşmesi ve zaman içinde aynı topluluklara farklı isimlerle temas edilmesi de mümkün görünmektedir. Araştırma kazıları. İlk yüzey araştırmalar 2000 yılında antik bölgenin Tekirdağ ili Karaevlialtı mevkisindeki Heraion-Teikhos Antik Kenti'nde başlamış, Trak medeniyetine ait buluntular çıkmış fakat kaçak kazıların tahrip ettiği anlaşılarak arkeolojik araştırmalar yapıldığı alanı tel örgü ile çevrilerek daha geniş ve kapsamlı bilimsel çalışmalar başlatılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4551", "len_data": 7423, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.42 }
Topkapı Sarayı (Osmanlı Türkçesi: طوپقپو سرايى), İstanbul Sarayburnu'nda, Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı padişahlarının yaşadığı saraydır. Bir zamanlar içinde 4.000'e yakın insan yaşamıştır. Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478'de yaptırılmış, Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikâmetgâhı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m²'lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m²'dir. Topkapı Sarayı, saray halkının Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Kutsal Emanetler'in bulunduğu Hırka-i Saadet Dairesi'nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir. Topkapı Sarayı'nın ilk defa, adeta bir müze gibi ziyarete açılması Abdülmecid dönemine rastlamıştır. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi'ndeki eşyalar gösterilmiştir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi'ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Abdülaziz zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, hazinedeki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeye başlanır. II. Abdülhamid tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn'un pazar ve salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü'ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir. 1924 yılında bazı ufak onarımlar yapıldıktan ve ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra Topkapı Sarayı 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdat Köşkü'dür. Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken saray 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne giren İstanbul Tarihî yarımada içerisindeki tarihî eserlerin en başında gelmektedir. Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir. 2024 yılı boyunca müzeyi toplam 4 milyon 683 bin 250 kişi ziyaret etmiştir. Topkapı Sarayı'nın bölümleri. Topkapı Sarayı, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında kalan tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu'nda Bizans akropolü üzerinde kurulmuştur. Saray, kara tarafından Fatih Sultan Mehmed'in yaptırdığı Sûr-ı Sultâni, deniz tarafından ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır. Çeşitli kara kapılarıyla ve deniz kapılarıyla saray içerisindeki değişik yerlere açılan kapıların haricinde, sarayın anıtsal girişi Ayasofya'nın arkasında bulunan Bâb-ı Hümâyûn (Saltanat Kapısı)dur. Topkapı Sarayı yönetim, eğitim yeri ve padişahın ikâmetgâhı olması sebebiyle oluşturulan yapılanmaya uygun olarak iki ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar, birinci ve ikinci avludaki hizmet yapılarından oluşan Birun ile iç örgütlenme ile ilgili yapılardan oluşan Enderûn’dur. Saray-ı Hümayun ve İç Saray. Surlarla çevrili Saray-ı Hümayun'un yapıları: Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı), Hasbahçe (Gülhane Parkı), Istabl-ı Âmire (Has Ahırlar), Soğukçeşme Kapısı, Otluk Kapısı, Odun Kapısı, Balıkhane Kapısı, Vükela Kapısı, Yalıköşkü Kapısı, Alay Köşkü, Sepetçiler Kasrı, Yalı Köşkü, İncili Köşk, Şevkiye Köşkü, Eski Kayıkhaneler, Yeni Darphane, Darphane Köşkü, Gülhane Kasrı, Gotlar Sütunu, Çinili Köşk, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, III. Osman Taşlığı, Sofa Köşkü İç saraydaki yapılar: Bâbüsselâm (Selam Kapısı), Mutfak kanadı, Babüssaade (Saadet Kapısı), Arz Odası, Fatih Köşkü, Hekimbaşı odası, Ağalar Camii, İç hazine, Raht Hazinesi, Has Ahır, Kubbealtı, III. Ahmet Kütüphanesi, Sünnet odası, III. Murat Köşkü (DBİA, C.7, 283-5) Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı). Sarayı şehirden ayıran ve Fatih Sultan Mehmed tarafından sarayın inşaatıyla birlikte yaptırılmış olan Sur-i Sultani içerisindeki saray alanına Bâb-ı Hümâyûn’dan girilmektedir. Kapının en üstünde Ali bin Yahya Sofi tarafından yazılmış bulunan müsemmen (karşılıklı) tarzda, celi sülüs hat ile Hicr Suresi'nin 45-48. ayetleri yazılıdır. Kapının üstündeki ilk kitabede sadeleştirilmiş şekliyle şöyle yazar: "Bu mübarek kale, Allah'ın rızası ve inayetiyle bina edilmiş. Karaların sultanı, denizlerin hakanı, iki alemde Allah'ın gölgesi, Doğu'da ve Batı'da Allah'ın yardımı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve cihan fetihlerinin babası olan Sultan Mehmed Han oğlu Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmed Han'ın Allah Teala onun hükümdarlığını ebedi kılsın ve makamını feleğin en parlak yıldızının üstüne çıkarsın, Ebu'l Feth Sultan Mehmed Han emriyle 883(Hicri) yılının mübarek Ramazan ayında(Kasım-Aralık 1478) imar ve inşa edildi." ifadesi yer alır. Kitabenin altında ve kapının iç tarafında bulunan II. Mahmud ve Abdülaziz'e ait tuğralardan, kapının birkaç defa onarıldığı anlaşılmaktadır. Bab-ı Hümayun'un iki yanında, kapıcılara ayrılmış küçük odalar vardır. Kapının üstünde 1866 yılında yandığı için günümüze ulaşamayan, Fatih Sultan Mehmed'in kendisi için yaptırdığı köşk biçiminde küçük bir daire vardı. Üst katın asıl önemi Beytül mâl (Kapı arası hazinesi) olarak kullanılmış olmasıdır. Padişahın ölen kulları veya varissiz ölen şahısların servetlerinin sultan hazinesine alınması sistemi olan muhallefat sistemi ile bağlantılı olan bu mekan, sultan hazinesine alınmayan emtianın yedi sene emanete alındığı mekan olarak kullanılmıştır. I. Avlu (Alay Meydanı). Bab-ı Hümayun'dan girilen, asimetrik planlı bu avluya saray-kent-devlet üçlü yönetim sisteminin ikinci derecede öneme sahip olan yapıları yerleştirilmiştir. Burası halkın belirli günlerde girebildiği ve devletle olan ilişkilerini yürüttüğü bir merkez niteliğindedir. Devlet erkanının at ile girebildiği tek alandır. Bab-ı Hümayun'u Bab-üs Selam'a bağlayan 300 metre uzunluğundaki ağaçlı yol sultanların Cülus, Sefer, Cuma Selamlıklarına ihtişamla geçtiklerine sahne olmuştur. Bu avlu aynı zamanda Elçi alayları, Beşik alayları ile Valide Sultanların saraya taşınmasındaki Valide alaylarına da sahne olmuştur. Alay Meydanı'nında bulunan hizmet yapıları Sol tarafta sarayın ihtiyacını karşılayan odun ambarı ve hasırcılar ocakları bulunmaktaydı. Hamamları, koğuşları, işlikleri, ahırları ile bir bütün teşkil eden bu kısımlar günümüze ulaşamamıştır. Avlunun sol tarafındaki, günümüzde Karakol Restoran olarak hizmet veren bina, Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı'nın dış karakolu olarak kullanılmaktaydı. Bu yapılardan sonra gelen Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi günümüze ulaşmış ender yapılardandır. Cebehane'nin yanından başlayarak sarayın bahçelerine ve Çinili Köşk'e geçit veren yol boyunca uzanan bu yapılar günümüze tamamıyla değişmiş olarak gelmiştir. Darphanenin 17.786 metrekarelik kısmı günümüze ulaşmıştır, Darphane Genel Müdürlüğü Damga Matbaası Daire Başkanlığı, Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü bu yapıların bir kısmını kullanmaktadır. Koz bekçileri kapısından sonra gelerek İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin karşısında kalan yapıları Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan kiralayan Tarih Vakfı kullanmaktadır. Günümüzde I. Avlu'da Bulunmayan Yapılar Darphane binalarının sonunda Kız bekçileri veya Koz bekçileri adı verilen bir kuruluşun yerinin bulunduğu bilinmektedir. Görevleri depoların ve haremin dıştan korunması olan Koz Bekçiler Ocağı'nın bulunduğu kısımdaki yolun üzerindeki kapı da Koz Bekçiler Kapısı adıyla anılmaktadır. Bâb-ı Hümâyûn'un girişinden itibaren sağ tarafta sırasıyla Enderûn Hastahanesi, sarayın Marmara Denizi tarafındaki yapılarına ve bahçelerine inen yol ile Dizme ya da Dizme Kapısı denilen kapı, Hasfırın ve Dolap Ocağı vardı. Kapının girişine yaklaştıkça II. Abdülhamid tarafından meydanın bu kenarındaki duvara taşınan 16. yüzyıla ait Cellat Çeşmesi görülür. Yolun sol tarafında ise avlunun Bab-üs Selam'a yakın kısmında küçük sekizgen köşk biçiminde bir yapı bulunuyordu. Külah biçiminde sivri çatısı olan yapı Kağıt Emini Kulesi veya Deavi Kasrı olarak da tanınmaktadır. Buraya her gün Kubbealtı vezirlerinden biri gelerek halkın verdiği dilekçeleri toplar, dava sahiplerini dinler ve konuyu Dîvân-ı Hümâyun'a sunardı. Bugün aşağı yukarı bu mekânın bulunduğu yerde saraya giren-çıkan ziyaretçilere yiyecek-içecek servisi yapılan DÖSİM'e ait çay bahçesi bulunmaktadır. Bâbüsselâm (Selam Kapısı / Orta Kapı). Bâbüsselâm (Selam Kapısı), II. Mehmed tarafından 1468 yılında yaptırılmıştır. Kanunî döneminde yapılan onarımlardan sonra, kesme taştan, geniş kemerli portal tonozu, yan nişleri ile 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik unsurlarını yansıtan kapı, İki kulesi ile çağdaşı Avrupa kale kapılarına da benzer. Demir kapı 1524'te İsa bin Mehmed tarafından yapılmıştır. I. Avluya bakan cephede Kelime-i Tevhid, Sultan II. Mahmud tuğrası, yanlarda 1758 tarihli tamir kitabeleri ve Sultan III. Mustafa tuğraları vardır. II. Avlu (Divan Meydanı) Bâbüssaâde. Avlu, tahminen 1465 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmıştır. Etrafında saray hastanesi, pastane, Yeniçeri kışlaları, Istabl-ı Âmire adlı ahırlar, Harem bulunur. Kuzeyinde divan, güneyinde saray mutfakları vardır. Arkeolojik çalışmalarda Bizans ve Roma kalıntıları sarayda bulunmuştur. Bu buluntular 2. Avlu'da saray mutfaklarının önünde sergilenir. Sarayın altında Bizans döneminden kalma bir sarnıç vardır. Osmanlı döneminde kullanımdayken avluda büyük sayıda tavus kuşları ve ceylanlar bulunurdu. Istabl-ı Âmire (Has Ahırlar), II. Mehmed tarafından yaptırılıp I. Süleyman döneminde yenilenmiştir. Raht Hazinesi adı verilen geniş bir hazine mahrem ahırında tutulur. Harem ağası Beşir Ağa adına 18. yapılmış Beşir Ağa Cami ve Hamamı da burada bulunur. Saray Mutfakları ve Porselen Koleksiyonu. Mutfaklar avluyla Marmara Denizi arasındaki bir iç sokakta bulunur. Edirne Sarayı'nın mutfaklarından ilham alan saray mutfakları 15. yüzyılda inşa edilmiştir. 1574 yangınından sonra hasar alan mutfaklar Mimar Sinan tarafından tekrar tasarlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük mutfaklarıdır. Sayıları 800'e varan mutfak çalışanları yaklaşık 4.000 insana yemek sağlamaktan sorumluydu. Mutfaklar yurtlar, hamamlar ve çalışanlar için bir cami içerirdi, ancak bunların çoğunluğu zamanla yok oldu. Kubbealtı. Kubbealtı, Dîvân-ı Hümâyûn'a (Padişah Divanı) ev sahipliği yapardı. Fatih Sultan Mehmed'ten sonraki dönemde sadrazam (veya vezîr-i âzam) bu divanın başkanlığı görevini üstlenirdi. Hazine-ı Âmire (Dîvân-ı Hümâyûn Hazinesi). III. Avluda "iç" bir hazine daha olduğu için Dîvân-ı Hümâyûn Hazinesi'ne dış hazine denir. Yapılma zamanı belli olmasa da, inşa edilme şekli ve planlarından 15. yüzyılın sonlarında Kanuni döneminde yapıldığı tahmin edilir. Hazinede imparatorluğun mali yönetimi yapılırdı. Mali yöneticilerin vezirlere, elçilere ve saray sakinlerine verecekleri değerli kaftanlar, mücevherler ve diğer hediyeler burada saklanırdı. Yeniçerilerin üç ayda bir aldıkları ulufe adlı maaş burada bulunurdu. Topkapı Sarayı'nın müze hâline getirilmesinden 4 yıl sonra(1928) Topkapı Sarayı'nın silah ve zırh koleksiyonu bu binada sergilenir. 1937'de yapılan arkeolojik çalışmalarda, binanın önünde 5. yüzyıldan kalma bir bazilika bulunur. Bu bazilika çıkarılan diğer kiliselerle eşleştirilemediğinden "Saray Bazilikası" olarak bilinir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4556", "len_data": 11770, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Claude Jade (d. 8 Ekim 1948, Dijon - ö. 1 Aralık 2006, Boulogne-Billancourt), Fransız oyuncu. Yaşamı. Claude Jade oynadığı, adlı filmle tanındı: François Truffaut'nun Antoine Doinel filmlerinden "Çalınmış Buseler (Baisers volés, 1968)", "Aile Yuvası (Domicile conjugal, 1970)" ve "Kaçan Aşk" "(L'amour en fuite, 1979)" filminde oynamıştır. 1960'lı yıllarda tiyatroda oynarken Truffaut'nun dikkatini çeken Jade, yönetmenin 1968 yılındaki 'Çalınan Öpücükler (Çalınmış Buseler)' filminde başrol oynadı ve büyük bir şöhrete erişti. Truffaut'yla yaşadığı aşkı da dillere destan olan oyuncu yönetmenin 'Domicile Conjugal', 'L'Amour En Fuite' filmlerinde de oynadı. Alfred Hitchcock'un 'Topaz' filminde de rol alan oyuncu birçok Fransız yönetmenle çalışmış ayrıca televizyon yapımlarında da boy göstermişti. Fransız sinemasındaki en iyi bilinen rolleri, "My Amcam Benjamin" 'deki Jacques Brel'in yol arkadaşı rolündeki Manette, "Çayırdaki Gemideki" Eléonore ve "Kötü zevk" 'daki Julie'dir. Claude Jade ayrıca Amerikan, Japon, İtalyan, Belçika, Alman ve iki Sovyet filminde ("Teheran 43", "Lenin Paris'te") rol aldı. Ayrıca birçok televizyon filminde ve dizide rol aldı. Mistik macera dizisi "Otuz mezarlı ada" ' deki cesur maceracı Véronique rolüyle çok popülerdi. Claude Jade ayrıca çok fazla tiyatro yaptı. Son büyük tiyatro rolü Célimène'deki "Célimène ve kardinal" 'dı (2006). 1998'de Claude Jade, Legion of Honor Şövalyesi ilan edildi. 2000 yılında film dünyasındaki trend belirleyici rolüyle West Palm Beach'te "Yeni Dalga" ödülü aldı. 2004 yılında otobiyografisi "Baisers envolés" yayınlandı. 2000 yılında West Palm Beach Festivali'nden "Yeni Dalga" ödülü aldı. 1 Aralık 2006'da 58 yaşında öldü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4564", "len_data": 1695, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.21 }
Kerç (Kırım Tatarcası: Keriç, Ukraynaca: Керч, Rusça: Керчь, ), Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin doğusundaki Kerç Yarımadası'nda yer alan bir şehir. Kuzey Kafkasya'dan Kerç Boğazı ile ayrılır. Tarih. Kerç, yerleşimin antik dönemlere uzandığı kentlerden biridir. Bugünkü kentin yakınlarındaki Mayak köyündeki arkeolojik bulgular, buranın MÖ 17-15. yüzyıllarda yerleşme merkezi olduğunu göstermiştir. Bir kentsel yerleşme olarak Kerç'in tarihi MÖ 7. yüzyıldan başladı. Miletoslu Yunan koloniciler Kerç Boğazı kıyısında bir kent devleti olan Pantikapaeumos'u kurdular. Bugünkü Kerç kenti bu antik kentin temelleri üzerinde yükseldi. Kent, MÖ 480 yılında Bosporos Krallığı'nın başkenti oldu. Pantikapaeumos kenti, Asya ve Avrupa ticaret yolu üzerinde olduğu için kısa sürede gelişti. Tahıl ve balık ihracı merkezi olmasının yanında şarapçılık da önemliydi. Kentin zamanla nüfusunun önemli kısım İskitler, Sarmatlar gibi halklardan oluşmaya başladı. Pantikapaeumos, MS 1. yüzyılda Ostrogotların, 375 yılında da Hunların saldırılarına uğradı ve önemli ölçüde zarar gördü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4565", "len_data": 1061, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.82 }
Perekop (Kırım Tatarcası: Or Qapı, Ukrayna dili: Перекоп, Rusça: Перекоп) Ukrayna'da Kırım yarımadasını anakaraya bağlayan kıstak ve bu kıstak üzerinde yer alan kasabadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4566", "len_data": 171, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 2.91 }
Talep piyasalarda, belirli bir mal ve hizmete yönelen, belirli bir satın alma gücüyle desteklenmiş, satın alma isteğidir. Kuşkusuz pek çok mal ve hizmet, pek çok kullanıcı tarafından talep edilmektedir. Ancak bu isteğin piyasada talep haline dönüşebilmesi için yeterli satın alma gücüyle desteklenmesi gerekir, aksi takdirde sadece kişisel bir niyet olarak kalır, ekonomi üzerinde herhangi bir etkisi olmaz. Herhangi bir mal ve hizmete yönelen bu piyasa talebini etkileyen pek çok unsur vardır, moda, kişisel tercihler ve kişisel gereksinimlerin şiddeti, ikame mal ve hizmetlerin koşulları gibi. Ancak bunların hiçbiri, ölçülebilir, genellenebilir ve öngörülebilir olmadıkları için, ekonomik olayları açıklamakta kullanılabilecek bir model açısından hareket noktası olarak alınamazlar. Ancak bir mal ya da hizmete yönelen talebin, fiyat değişmeleri karşısında göstereceği tepki ölçülebilir, genellenebilir ve öngörülebilir bir tepkidir. Dolayısıyla ekonomi biliminde fiyatla talep arasında fonksiyonel bir ilişki olduğu kabul edilir ve bu kavram "Talep Fonksiyonu" olarak tanımlanır. Kuşkusuz talep fonksiyonu, kişi ve kuruluşların belirli bir mal ya da hizmete yönelik taleplerinde fiyatın etkisini açıklamakta çoğu kez yetersiz kalacaktır. Ancak tüm ekonomi baz alındığında fiyatla talep arasında, negatif eğimli bir fonksiyon geçerlidir, fiyat yükseldikçe, talep düşecektir. Fiyatla talep arasındaki bu ilişkiye Talep kanunu denir. Belirli bir piyasada, belirli bir fiyat düzeyinde tüketicilerin almaya hazır oldukları mal miktarının, üreticilerin o fiyattan satmaya istekli oldukları miktardan daha fazla olması sonucu ortaya talep fazlası çıkar. Aşırı talep durumunda, diğer şartlarda bir değişme olmamak şartıyla, talep edilen mal miktarı ile arz edilen mal miktarı birbirine eşit oluncaya kadar arz ya da talep değişme gösterir. Ekonomi yeterince esnekliğe sahipse, arz artarak talebi karşılar. Ancak çoğu kez arz bu denli esnek değildir. Bu durumda fiyat, yükselme eğilimi içindedir. Talep, arz seviyesine düşene kadar fiyat artışları gerçekleşir. Aşırı talep, ülke ekonomisinde de toplam mal ve hizmet talebinin arzı aşan kısmını ifade etmektedir ve ülke ekonomisi üzerinde Enflasyonist etki yaratır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=4573", "len_data": 2209, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 4.33 }