text
stringlengths
3
198k
metadata
dict
Beykoz, İstanbul ilinin bir ilçesidir. Çatalca-Kocaeli bölümünün Kocaeli Yarımadası batısında yer almakta olup; batıdan İstanbul Boğazı, doğudan Şile ilçesi, kuzeyden Karadeniz ve güneyden de Çekmeköy, Üsküdar ve Ümraniye ilçeleri ile çevrelenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yapılan sanayi ağırlıklı çalışmaların etkisiyle fabrikaların çoğalması sonucu genelde işçi kesimin tercih ettiği yerleşim yeri olan Beykoz, son yıllarda üst gelir seviyesi kesimden de talep görmektedir. Deniz seviyesinden başlayarak 240 metreye kadar yükselen Beykoz'un engebeli arazisini Riva, Küçüksu ve Göksu dereleri parçalamıştır. İlçe ve yakın çevresinde Akdeniz iklimi ile Türkiye'de Karadeniz iklimi nin karışımı olan “Geçiş Tipi İklim” etkilidir. Yazlar, Akdeniz kadar sıcak olmamakla birlikte Karadeniz kadar yağışlı değildir. Beykoz ve çevresi başta kestane, meşe, gürgen, ıhlamur, kayın, kızılağaç ve fındık ağaçlarından oluşan doğal orman örtüsüyle kaplıdır. Etimoloji. Rivayete göre Farsçada köy anlamına gelen kos sözcüğünün Türkçe bey sözcüğüne eklenmesi sonucunda ortaya çıkan Beykos (Beyköyü) sözcüğü kentin adı olarak kalmıştır. Beykos zamanla Beykoz'a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise, Beykoz isminin, kentin Osmanlı idaresi altına girdiği dönemden sonra kentte inşa ettirilen On Çeşmeler adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde "koz" sözcüğü "ceviz" sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır. Bu yörede ceviz ağaçlarının çok fazla sayıda bulunması nedeniyle de bu yöreye Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir. Tarihçe. Beykoz'un tarihine ilişkin olarak bilinen en eski tarih MÖ 700'lerdir. Bu dönemde deniz yoluyla gelip Beykoz'u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz'da yerleştiği bilinen ilk halk olarak karşımıza çıkar. Her ne kadar sanat tarihçileri ve arkeologlar çok daha önceki dönemlerde Karadeniz'den Boğaz'a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da Beykoz'un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere götürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz'da söz konusu tarihle birlikte başladığını söyleyebiliriz. Traklar Dönemi. Traklar Beykoz'a geldiklerinde, kralları Amikos’un ismine dayanarak, buraya “Amikos” adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz'un bilinen en eski adıdır. Boğaz'ı geçerek Beykoz'a gelen Traklar burada Bebrik Devleti'ni kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Bebrikler M.Ö. 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik Devleti uzun süren kanlı mücadele ve savaşların ardından yıkılmıştır. Bitinya dönemi, Beykoz'un yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir dönemdir. Beykoz (Amikos), yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar devrinde tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında Bitinya kralı IV. Nicomedes ölüm üzereyken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devretmiştir. Bunun üzerine Roma İmparatorluğu Bitinya'yı bir eyalet olarak ilan etmiştir. Ancak Pontus kralı III. Mithridates Bithinya'yı zaptetmiş ve M.Ö. 74 yılının ortasında Roma İmparatorluğu bölgeyi yeniden ele geçirmek üzere, askeri bir birlik hazırlamış ve bölgeye yollamıştır. On yıllık bir mücadele neticesinde M.Ö. 65 yılında Bithinya Roma İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiş, Pontus toprakları da Bithinya topraklarına dahil edilmiştir. III. Mithridates'in M.Ö. 63 yılında yakalanması ile birlikte tarihte Üçüncü Mithridates Savaşı olarak bilinen savaş son bulmuştur. Bizans Dönemi. M.S. 395 yılında Roma İmparatoru Büyük Teodosyus, imparatorluğu Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye bölene dek Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Beykoz, bu tarihten itibaren Bizans İmparatorluğunun egemenliği altına girer. Pers İmparatorluğu 609 yılında Beykoz'u sınırlarına dahil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra, 669 yılında Müslüman Araplar bu toprakları Perslerden alırlar. Kısa bir süre sonra çekilen Arapların ardından bölgenin hakimiyeti yeniden Bizanslıların eline geçer. Bizanslıların bölgedeki bu üstünlükleri yedi yüz yıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'ın bölgeyi ele geçirdiği tarih olan 1402 yılına kadar devam eder. İstanbul'un 2. Mehmet tarafından fethinden 51 yıl önce, Beykoz (Amikos) Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisine dahil edilir. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dahil edilen kentin adı bundan böyle Amikos değil, Beykoz'dur. Cumhuriyet Dönemi. Beykoz 28 Mayıs 1928 tarih ve 900 sayı ile resmi gazetede yayımlanarak 1 Haziran 1928 tarihinde 1282 sayılı kanun ile ilçe oldu. Nüfus. 2020 TÜİK verilerine göre ilçede 246.110 kişi yaşamaktadır. İdari yapı. İlçe, 45 mahalleden oluşmaktadır. Büyükşehir yasası ile köyden mahalleye dönüştürülen yerleşimlerin nüfusları düşüktür. Elmalı Mahallesi orman içine sonradan yerleşilerek oluşmuş köy niteliğinde olup, Karadeniz köyleri özelliğini taşır. Sosyal etkinlikler. Beykoz Belediyesi, Beykoz İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü ile ilçede bulunan çeşitli vakıf ve derneklerin işbirliği sayesinde halk oyunları, tiyatro etkinlikleri ve çeşitli yarışmalar yapılmaktadır. Ayrıca İSMEK'in açtığı kurslara da büyük rağbet vardır. İlçede bir de Halk Eğitim Merkezi bulunmaktadır Kütüphanelerin ve çok amaçlı salonların yetersizliği, kültürel faaliyetlerin istenilen düzeye ulaşmasını engellemektedir. İlçede 3 sinema, 3 kütüphane, 11 spor kulübü, 1 spor salonu, 3 futbol sahası, 4'ü şahıslara ait 26 halı saha mevcuttur. Beykoz Çayırı'nda yapılmaya başlayan geleneksel Beykoz Şenlikleri kültürel etkinliklerin sergilendiği önemli bir faaliyettir. Beykoz Çayırı'ndaki askeri kışlanın ve (halk tarafından Saray Hastanesi) olarak bilinen Beykoz Kasrı'nın yakın tarihte turizme açılacak olması turizmi geliştirmiştir. Turizm. Beykoz merkezindeki Abraham Paşa Korusu çeşitli turistik tesislerle yeniden düzenlenmiştir. Kanlıca'da bulunan Mihrabad Korusu Boğaz manzaralı görünümüyle en gözde mesire alanları arasında yer almaktadır. Beykoz tarihi yalıları ile de ünlüdür. Anadolu Hisarı'ndan Beykoz Yalıköy'e kadar birçok özel mülk konumunda olan tarihi yalılar, Boğaz görünümüne güzellik katmaktadır. Bu yalıların en önemlisi Anadolu Hisarı'ndaki Hekim Paşa Yalısı'dır. %60'ı orman alanı olan Beykoz, İstanbul halkının hafta sonu dinlenme ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılamaktadır. Anadolu Kavağı, Anadolu Feneri, Poyraz Köy, Riva (Çayağazı), Cumhuriyet, Alibahadır, Değirmen Dere, Bozhane, Göllü, Akbaba, Polonezköy en çok ilgi çeken mesire alanlarıdır. Turizm alt yapısı ve tesisleri yetersizdir. Polonezköy'de bulunan otel ve pansiyonlar dışında turizm amaçlı tesis çok azdır. Boğaz eskiden beri balıkçılığı ile meşhur olmasına rağmen Beykoz bu açıdan da istenilen ölçüde tanıtılamamıştır. Anadolukavağı'ndaki balık lokantaları deniz ve kara yoluyla gelen yerli ve yabancı turistlerin rağbet ettikleri yerlerdendir. Akbaba köyünde bulunan Akbaba Sultan Türbesi ve Mescidi, Anadolu Kavağı Yuşâ Tepesi'ndeki Yuşâ Türbesi, Kanlıca'daki İskender Paşa Türbesi ve Camii, Dereseki köyündeki Kırklar Baba Türbesi, Orta Çeşme'deki Uzun Evliya Türbesi çok sayıda ziyaretçi çeken yerledir. İlçe sınırları içinde bulunan ve Türkiye'de Kültür ve Tabiatı Koruma Vakfının belirlediği anıtsal ve korunmaya değer ağaçlar vardır ki bunlardan bazıları; Kaymak Donduran da 200 yaşındaki kestane ağacı, Beykoz Çayırı'ndaki 200 yaşındaki Çınar Ağaçları örnek verilebilir. Tarihi yapılar. Hidiv Kasrı. 1907 yılında Mısır'ın son hidivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati'ye yaptırılmıştır. Dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındadır. İskenderpaşa Camii ve Türbesi. I. Süleyman ve II. Selim dönemlerinin devletin ileri gelenlerinden, “Mağusa Fatihi” olarak tanınan Gazi İskender Paşa (ö. 1570) tarafından yaptırılmıştır. Karakulak Çeşmesi. Beykoz Merkez bucağına bağlı Dereseki Köyündedir. Yoros Kalesi. Anadolukavağı sırtlarındaki Doğu Roma döneminden kalma kaledir. Recep Şahin Köktürk Spor Salonu. 1986 yılında spora açılan salon 1750 seyirci kapasiteli olup 60 araçlık otoparkı mevcuttur. Beykoz Belediyesi tarafından işletilen salonu Türkiye Basketbol Ligi'nde Beykoz SK kullanmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13345", "len_data": 8395, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.65 }
Ananda Kentish Coomaraswamy (22 Ağustos 1877 Colombo - 9 Eylül 1947 Massachusetts), Sri Lankalı hukukçu ve filozof Mutu Coomaraswamy ile İngiliz eşi Elizabeth Beeby'nin oğulları ve Rene Guenon ve Frithjof Schuon ile birlikte Tradisyonalist Ekol'ün kurucularından biridir. 1917 yılında Boston Güzel Sanatlar Müzesi'nde Hint Sanatı departmanında yöneticilik yapmaya başlayan Coomaraswamy, sanat metafiziği ve Hint sanatına dair öncü çalışmalarıyla tanınmış da olsa batı ve doğu gelenekleri (özellikle Hindu ve Budist) ile ilgili çeşitli yayın organlarında çıkan pek çok önemli makalesiyle Tradisyonalist ekolün önde gelen sözcülerindendir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13346", "len_data": 637, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.81 }
Viyana Kongresi, Napolyon Savaşları sonunda Fransız ordusunun, koalisyon orduları tarafından tümüyle yenilgiye uğratılmasının ardından, Avrupa’daki sınırları ve güçler dengesini yeniden belirlemeye yönelik kararlar almak üzere toplanmış olan kongredir. Napolyon ordusunun sürekli yenilgiye uğrayıp geri çekildikleri bir dönemde, 9 Mart 1814 tarihinde, VI. Koalisyon’un, aynı zamanda Avrupa’nın en güçlü devletleri olarak Birleşik Krallık, Avusturya, Prusya, Rusya, Avrupa’da siyasi coğrafyanın ve dolayısıyla güçler dengesinin yeniden düzenlenmesi için aralarına bir ittifak oluşturmuşlardı. Doğal olarak bu ittifak, askerî olmaktan çok, siyasi bir ittifaktır. Söz konusu devletlere İsveç ve Portekiz’in de katılmasıyla 30 Mayıs 1814 tarihinde Paris’te imzalanan Paris Antlaşması’sında, 20 Temmuz 1814’te de İspanya katılmıştır. Savaşa katılmış olan tüm devletlerin Viyana’da toplanacak bir kongreye, tam yetkili temsilciler göndermesi kararlaştırılmaktaydı. Fransız İhtilali ve Napolyon savaşları ile bozulan Avrupa siyasi haritası ve güçler dengesi, Osmanlı Devleti hariç, tüm Avrupa devletlerinin katıldığı bu kongre kararlarıyla yeniden yapılandırıldı. Bu kararlar ve yeni statüko ile I. Dünya Savaşı'na kadar devam eden Avrupa siyasi coğrafyası, yeni dönemde de pek çok isyan, ihtilal ve olaylara sahne oldu. Hemen hemen tüm Avrupa devletlerinin temsilcilerinin katılmasına karşın, 1815 Viyana Kongresi'nde ve Avrupa'nın yeniden yapılanmasında en önemli rolü, aynı zamanda kongre başkanlığı görevini de yürüten Avusturya başbakanı Klemens Wenzel Lothar von Metternich oynamıştır. Kongrenin nihai kararları, Birleşik Krallık, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından belirlenmiştir. Fransız İhtilali ile etkinlikleri artan milliyetçilik, hürriyetçilik ve sosyalizm akımlarına tamamen karşı ve statükonun korunmasından yana olan Metternich'in yeni Avrupa politikası üç temel görüşe dayanıyordu. Bunlardan birincisi "Orta Avrupa" görüşü olup Avusturya'nın önderliğinde Rusya ve Fransa'ya karşı Birleşik Krallık ile ittifak; ikincisi, batıdan gelebilecek yeni ihtilal hareketlerine karşı Birleşik Krallık, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında dörtlü ittifak; üçüncüsü ise tüm Avrupa'da iç ve dış barışın korunması için ek olarak Fransa'nın da katıldığı beşli ittifak. Metternich'in Orta Avrupa'sı, eski Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu topraklarını ve İtalya'yı kapsıyordu. Bu düzenlemede, geniş bir Alman-Roma birliği, kültür ve güç alanında gerçekte bağımsız; ancak sürekli bir birlik bağı ile birbirine bağlı devletler topluluğu bulunmaktaydı. Böyle bir Orta Avrupa'da yeni büyük devletler ile birleşik bir Almanya'nın, bağımsız bir İtalya'nın ortaya çıkmasına yer yoktu. Metternich, Alman birliğini, Avusturya'nın egemenliği altına alabileceği prenslerin yönetimindeki küçük devletçikler hâlinde oluşturmayı hedeflemişti. Dolayısıyla, Metternich'in Avrupa'nın yeniden yapılanması planında, kıtanın merkezinde yer alan Avusturya'ya çok güç bir görev verilmişti. Bu görev; yeni devlet sistemi ve eski toplum yapısı temeli üzerinde, bölgenin siyasal ve sosyal açılardan devamının sağlanmasında öncülük ve liderlik göreviydi. Metternich'in düşüncesi, Avrupa'yı "federasyon" sistemi içinde yeniden kurmak ve kıtanın merkezinde yer alan ve tarihsel bir varlık olan Avusturya'nın yönetiminde federatif bir güç oluşturmaktı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13347", "len_data": 3317, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.66 }
Prusya (Almanca: Preußen), tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlarda kullanılmış bir isim olmakla birlikte en çok 1713-1867 yılları arasında kendine Prusya Krallığı adını veren ve Orta Avrupa'da hüküm süren Alman devletinin ismidir. Tarihçe. Baltık Denizi kıyısında bir bölge olan Prusya başlangıçta, Brandenburg Dükalığı olarak Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun bir parçasıydı ve başkenti Königsberg (Kaliningrad) idi. İspanya Veraset Savaşı (1701-1713) sırasında İngiltere, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Hollanda; Portekiz ve Savoya Dükalığı ittifakında savaşa katılmıştır. İttifakın Fransa karşısında zafer kazanmasıyla imzalanan Utrecht Barışı'yla Brandenburg Dükalığına krallık statüsü tanınmıştır. Bu tarihten sonra Prusya Krallığı olarak bilinecektir, başkenti ise Berlin olacaktır. 1806 yılında krallık, Napolyon Bonapart önderliğindeki Fransız ordusuna yenilince topraklarının büyük bir kısmını kaybeder ve Fransa ile ittifak kurmak zorunda kalır. Napolyon'un 1812'deki Rusya seferinde başarısız olup büyük güç kaybetmesini fırsat bilen Prusya, Fransa'yla olan ittifakını bozar ve koalisyon güçleriyle birlikte 1813 Leipzig ve 1815 Waterloo savaşlarında Fransızları mağlup ederler. 1815'teki Viyana Kongresi'nde Prusya, sınırlarını batıdaki Saar nehrinden doğudaki Neman nehrine kadar genişletir. Ancak krallık toprakları hâlâ ikiye bölünmüş durumdadır. Çünkü Hannover, Braunschweig, Hamburg ve Bremen gibi bağımsız prenslikler ve şehir devletleri ülkeyi coğrafi olarak ikiye bölmektedir. 1867 yılında Prusya kralı I. Wilhelm, Otto von Bismarck'ı başbakanlığa atadı. Bismarck, Danimarka, Avusturya ve Fransa'ya açtığı savaşlarla Alman bölgelerini bir bayrak altında topladı ve Alman İmparatorluğu'nu kurdu. Bu birleşmedeki anahtar unsur Otto von Bismarck'tır. Kendisi (Almanca) Blut und Eisen politik düşüncesiyle birlikte bu birleşimi sağlamıştır. Bu sayede Prusya kralı I. Wilhelm de artık Almanya'nın Kayzer Wilhelm'i oldu. Bu tarihten sonra Prusya Alman İmparatorluğu'nun en büyük parçası olarak kaldı. 1934 yılında Naziler Prusya tanımını tamamen ortadan kaldırdılar. II. Dünya Savaşı sonrasında Prusya toprakları Polonya ile Rusya arasında paylaşıldı. Günümüzde Litvanya ile Polonya arasında kalan Rusya'ya ait Kaliningrad şehri eskiden Königsberg adıyla Doğu Prusya'nın başkenti idi. Prusya, Avusturya ile birlikte "Alman düalizminin" (Alman ikiliğinin) temeli olarak bilinir. Demografi. Nüfus. 1871 yılında Prusya'nın nüfusu 24.69 milyon olarak ölçüldü-ki bu Alman İmparatorluğunun nüfusunun %60'ıydı-. 1910 yılında nüfus 40.17 milyona yükseldi (Alman İmparatorluğunun nüfusunun %62'si). 1914'te Prusya 354,490 km² alana sahipti. Mayıs 1939'da Prusya 297,007 km² alana ve 41,915,040 kişilik nüfusa sahipti.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13348", "len_data": 2734, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.72 }
Oyunlarla Yaşayanlar, Oğuz Atay'ın yazdığı tek tiyatro oyunu. Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar’la bir üçleme niteliği taşıdığı söylenir. Konusu. Çok çeşitli kültürlü, yaşamını sürdürmekle sanat üretmek, düşündüğünü söylemeye çalışmakla ortamın isteklerini karşılamak arasında boğulup kalmış bir emekli tarih öğretmeni ve ailesi çevresinde oyunlarla yaşayan insanlar. Bir yanda hamasi bir tarih, bir yanda güncel gerçekler, bir yanda sanat, bir yanda da geçim sıkıntısıyla süren hayat. İşte, Oyunlarla Yaşayanlar'da emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş'in dramı. "Oyun nerede başlıyor, yaşam nerede bitiyor?" diye soruyor Coşkun. Öyle ki o, Napoleon piyesleri yazmaya çalışırken, komşusu oyuncu Saffet ondan Vodvil türünde oyunlar yazmasını istiyor. Tiyatro patronu Servet ise Antik Yunan dönemi oyunları sipariş ediyor. Oysa Coşkun beyin evinde bir başka oyun sahnelenmektedir. Bunamış kayınvalidesi Saadet Nine kendisini ziyarete gelecek Cemil Paşa'yı kurduğu hayaller içinde beklemektedir. Oğlu Ümit, okuldan, dersten sıkılmış bir halde sürekli sulu oyunlar ve taklitler yapmaktadır. Karısı Cemile ise oyunun başında çalışan, evin yükünü dikiş dikerek sırtlamış tek gerçekçi kişi iken o da gerçeğin dışına çıkmaya hayalden oyunlar kurmaya başlamıştır. Gösterimleri. Oyunlarla Yaşayanlar, Türk Tiyatrosunun önemli oyunlarından biri olarak çok sayıda tiyatro topluluğu tarafından birçok kez yorumlanmıştır. Bu yorumların en önemlisi 80'li yıllarda Mehmet Ulusoy yönetimindeki sahnelenişidir. 1998-99 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından Macit Koper yönetiminde ve 2005-6 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından Cahit Tüfekçi yönetiminde olumsuz eleştiriler alan sahnelenişleri de vardır. Televizyon filmi. Oyunun, Erdal Özkan'ın aynı isimle senaryolaştırıp yönettiği, TRT yapımı bir TV filmi de bulunmaktadır. Filmin Nihat İleri, Mustafa Uğurlu, Selda Özer, Funda İlhan, Suna Selen, Can Kolukısa, Cezmi Baskın'dan oluşan bir kadrosu vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13350", "len_data": 1960, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.23 }
Meteoroloji veya hava bilgisi, atmosferde meydana gelen hava olaylarının oluşumunu, gelişimini ve değişimini nedenleri ile inceleyen ve bu hava olaylarının canlılar ve dünya açısından doğuracağı sonuçları araştıran bir bilim dalı. Türkçeye, Fransızca "météorologie" sözcüğünden geçmiştir. Ayrıca meteoroloji bilimi, Dünya'daki atmosferin her türlü fiziksel, dinamik ve kimyasal durumuyla ve yeryüzüne yakın atmosfer ile etkileşimleriyle ilgilenmektedir. Atmosferin özellikle alt katmanlarında meydana gelen hava olaylarının oluşumunu ve değişimini nedenleriyle inceler ve kısa dönemli tahminler yapmayı amaçlar. Matematik, coğrafya, istatistik ve fizikten yararlanır. Tarihte Meteoroloji. İlk Çağ. İlk hava tahminleri, ilk uygarlıklar tarafından mevsimsel değişiklikleri izlemelerine yardımcı olmak amacıyla tekrar eden astronomik ve meteorolojik olayları gözlemlemeleriyle başlamaktadır. MÖ 650 civarında, Babilliler bulutların görünümüne ve hale gibi meteorolojik optik fenomenlere dayanarak kısa vadeli hava değişikliklerini tahmin etmeye çalıştılar. MÖ 300'e gelindiğinde, Çinli gök bilimciler yılı 24 festivale bölen ve her festivalin farklı bir hava türüyle ilişkilendirildiği bir takvim geliştirdiler. Yunan filozof Aristo, yağmur, bulutlar, dolu, rüzgâr, gök gürültüsü, şimşek ve kasırgalar gibi 340 civarında meteorolojik olay hakkında teoriler içeren felsefi bir bilimsel metin olan 'yı yazdı. Ayrıca Meteorologica'da meteoroloji ve atmosferin yanında astronomi, coğrafya, kimya gibi konulara da değindi. Aristoteles, bazı önemli hataların yanı sıra hava durumuyla ilgili keskin gözlemler yaptı ve dört ciltlik metni birçok kişi tarafından neredeyse 2000 yıl boyunca hava durumu teorisi konusunda otorite olarak kabul edildi. Aristoteles'in iddialarının çoğu hatalı olsa da, fikirlerinin çoğu 17. yüzyıla kadar yıkılmadı. Orta Çağ ve Yeni Çağ. Yüzyıllar boyunca, genel hava durumu bilgilerine ve kişisel gözlemlere dayalı tahminler üretmek için girişimlerde bulunuldu. Bununla birlikte, Rönesans'ın sonunda, doğa filozoflarının spekülasyonlarının yetersiz olduğu ve atmosferi daha iyi anlamak için daha fazla bilginin gerekli olduğu giderek daha belirgin hâle geldi. Bunu yapmak için atmosferin nem, sıcaklık ve basınç gibi özelliklerini ölçen aletlere ihtiyaç vardı. Batı medeniyetinde, havanın nemini ölçen bir alet olan bir higrometre için bilinen ilk tasarım, on beşinci yüzyılın ortalarında Nicholas Cusa (c.1401-1464, Almanca) tarafından tasarlanmıştır. Galileo Galilei (1564-1642, İtalyan) 1592'de veya kısa bir süre sonra ilkel bir termometre icat etti; ve Evangelista Torricelli (1608-1647, İtalyan) 1643'te atmosfer basıncını ölçmek için barometreyi icat etti. Yakın Çağ. Bu meteorolojik araçlar on yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla kadar imal edilirken, gözlemsel, teorik bilgiler ve teknolojik gelişmeler de atmosfer bilgisine katkıda bulundu. Dünya'nın farklı yerlerinde yaşayan bireyler atmosferik ölçümler yapmaya ve kaydetmeye başladılar. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında telgrafın icadı ve telgraf ağlarının ortaya çıkması, hava durumu gözlemlerinin gözlemcilere ve derleyicilere rutin olarak iletilmesine olanak sağladı. Bu veriler kullanılarak, pek ayrıntı içermeyen hava haritaları çizildi. Yüzey rüzgâr davranışları ve fırtına sistemleri tanımlanıp incelenebildi. Geniş bir alanda eş zamanlı olarak alınan birçok gözlemin derlenmesine ve analizine dayanan sinoptik hava tahmininin doğuşu, 1860'larda hava durumu gözlem istasyonlarının sayısının artmasıyla gerçekleşmiştir. Günümüz. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda bölgesel ve küresel meteorolojik gözlem ağlarının oluşumuyla birlikte, gözleme dayalı hava tahmini için daha fazla veri elde edilmekteydi. 1920'lerde icadıyla çeşitli irtifalarda havayı izleme konusunda büyük bir adım atıldı. Hava durumu aletleri ve bir radyo vericisi ile donatılmış küçük hafif bir kutu olan radyosondalar, ortalama 30 kilometre yüksekliğe çıkan hidrojen veya helyum dolu bir balon tarafından atmosfere taşınır. Yükseliş sırasında aletler sıcaklık, nem ve basınç verilerini ölçerek yer istasyonuna geri iletir. Yer istasyonunda, veriler işlenir ve atmosferin düşey profili çıkartılır. Ayrıca bu veriler hava durumu haritaları oluşturmak veya hava tahmini için bilgisayar modellerine yerleştirmek için kullanılabilir hale getirilmektedir. Günümüzde meteorolojik hizmetler, tamamen bilimsel yöntemlerle ve uluslararası iş birliği içerisinde yürütülmektedir. Bugün dünyada, 24 saat sürekli çalışan on bin civarında kara istasyonu, açık denizlerde görev yapan altı binden fazla gözlem gemisi ve yüksek hava sondajları yapan binden fazla meteoroloji istasyonu vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13352", "len_data": 4636, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.99 }
Etimoloji veya kökenbilim, sözcüklerin köklerini, hangi dile ait olduklarını, ne zaman ortaya çıktıklarını, ilk olarak hangi kaynakta kayıt altına alındıklarını, ses ve anlam bakımından geçirdikleri dönüşümleri inceleyen bilim dalıdır. Etimoloji. "Etimoloji" sözcüğü Türkçeye Fransızca aynı anlama gelen "étymologie" sözcüğünden geçmiştir ve Türkçede en eski kullanımı 1910'a tarihlenmektedir. Fransızca sözcük Eski Yunanca ετυμολογία ("etymología") sözcüğünden alıntıdır. Bu kullanım Grekçe "asıl, hakiki, gerçek" anlamındaki έτυμον ("étymon") köküne "akıl, bilim, söz" anlamlarındaki λόγος ("lógos") ekinin eklenmesinden türetilmiştir. Dala Osmanlıcada "ilm-i iştikak" adı verilir. Etimoloji uzmanları "etimolog", "kökenbilimci" veya "iştikakçı" olarak adlandırılır. Özellikler. Bir dildeki sözcüklerin kökenlerini (menşeini) ve bunun bir gereği olarak o dilin diğer dillerle ilişkilerini ve zorunlu olarak gerektiği kadar kültürel ilişkilerini araştırır. Bir sözcüğün ya da dildeki benzer bir kullanımın gelişme sürecinin ilk ortaya çıkışından itibaren izlenmesi, hangi dillerde ne şekilde yayıldığının tespit edilerek parça ya da bileşenlerinin analiz edilmesi bilimidir. Ayrıca, etimologlar artık doğrudan bilgi edinilemeyecek ölü diller hakkında, kalıntı ve bulguları takip ederek çeşitli sonuçlar çıkartırlar. İlgili dillerdeki sözcükleri karşılaştırarak ortak ana dil hakkında daha fazla bilgi elde edilebilir. Bir sözcüğün en eski, kaynak şekline '"Etymon" (τὸ ἔτυμον) (Türkçe söyleyiş ile "Etimon") denmektedir. Etimoloji kavramı Türkçede bir bilim dalını ("Kökenbilim") tanımlamanın yanında bir sözcüğün kökenine dair bilgi manasına da gelir ki, bu bağlamda aynı zamanda "Sözkökü" demektir. Yöntemler. Etimologlar, sözcüklerin kökenlerini incelemek için bir dizi yöntem uygularlar, bunlardan kimileri şunlardır: Türkçe etimoloji çalışmaları. Bilinen en eski ve ilk Türkçe etimoloğunun Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün yazarı Mahmud el-Kaşgarî olduğu rahatlıkla söylenebilir. 7000’e yakın sözcük bulunan yapıtında türemiş ya da şekil değiştirmiş sözcüklerin yapılarını açıklamıştır. Hasan Eren’in "Türk Dili'nin Etimolojik Sözlüğü" (1999) adlı eseri Türkçe sözcüklerin kökenlerinin incelenmesi açısında Türkiye'deki ilk önemli çalışmalardan biridir. Yaklaşık 5000 sözcük ile sınırlı olsa özellikle de Anadolu ağızlarındaki çalışmaları inceleyen ve her maddeyi farklı açılardan ele alan bir kitaptır. Nişanyan Sözlük Çağdaş Türkçenin Etimolojisi, Sevan Nişanyan tarafından yayımlanan ve modern Türkçenin etimolojisi üzerine yoğunlaşan bir sözlüktür. İlk kez 2002'de Sözlerin Soyağacı adıyla yayınlanmıştır. Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş yedinci basımı 2018'de yayımlanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13354", "len_data": 2680, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 3.82 }
Dean Martin (7 Haziran 1917, Steubenville - 25 Aralık 1995, Beverly Hills), İtalyan asıllı Amerikalı oyuncu ve şarkıcıdır. Yaşamı. Dino, 7 Haziran 1917'de Steubenville, Ohio'da doğdu. Dino göçmen bir ailenin çocuğuydu, gençliğinde sayısız işte çalıştı. Onuncu sınıfa giderken evinde yasa dışı alkol bulundurma suçundan yargılandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Dino bir kumarhanede krupiye olarak çalışmaya başladı, birçok kart oyunu ve hileleri öğrendi. Bununla beraber bir çelik fabrikasında da çalıştı. Boks öğrendi ve maç başına on dolar kazanmaya başladı, bazen kazandığı para 25 dolara kadar da çıkıyordu. 16 yaşında hiç istemeden de olsa parasız kaldığı bir zamanda komşusunun kulübünde şarkı söyledi. Aslında Dino hiç şarkıcı olmak istemiyordu, zaten kart numaraları yaparak daha fazla para kazanıyordu. Fakat arkadaşları onun şarkı söylemesini istiyorlardı. O da söylemeye devam etti. İlk önce çalıştığı kulüpte söylemeye başladı. Daha sonra çevredeki bar ve kulüplerde söylemeye başladı. Dino 21 yaşındayken Sammy Watkins tarafından keşfedildi. Sammy Watkins Dino'nun tarzından çok etkilendi ve onu çok büyük bir yıldız yapmaya karar verdi. İlk önce adını Dino Martini olarak değiştirdi. Daha sonra Dean Martin olarak değiştirdi. Daha sonra Dean Jerry Lewis ile karşılaştı ve MCA ile bir kontrat imzaladı (1943). New York'taki Rio Bamba Room'da söylemeye başladı. Sonra da bir radyoda söylemeye başladı (Songs by Dean Martin). Bu program halkın ilgisini çekti. Dean ve Jerry 10 yıl boyunca başarılı bir komedi şovu yaptılar. 1949'da kendi radyo programlarını yaptılar: "The Martin and Lewis Show". Bu popüler şov 30 dakikaydı ve ilk önce NBC Radyosu'nda yayınlandı. Kariyer. Jerry Lewis ile ekip olması. Martin Metro-Goldwyn-Mayer ve Columbia Pictures'ın dikkatini çekti, ancak bir Hollywood kontratı yapılmadı. Her ikisinin de sahne aldığı New York'taki Glass Hat Club'da Dean Martin komedyen Jerry Lewis ile tanıştı. Martin ve Lewis birbirlerinin eylemlerine katılmalarına ve bir müzik-komedi ekibinin oluşumuna yol açan hızlı bir dostluk kurdular. Martin ve Lewis birlikte ilk kez 24 Temmuz 1946'da Atlantic City'nin 500 Club'unda sahneye çıktı ve iyi karşılanmadı. Sahibi Skinny D'Amato, o geceki ikinci şovları için daha iyi bir harekette bulunmazlarsa kovulacakları konusunda onları uyardı. Kulübün arkasındaki sokakta bir araya gelen Lewis ve Martin, "parasız kalmaya" karar verdiler, hareketlerini şarkılar, skeçler ve reklamsız malzemeler arasında paylaştılar. Martin şarkı söyledi ve Lewis bir komi gibi giyinmiş, tabakları düşürüp Martin'in performansını ve kulübün nezaketini bozdu, Martin onu ekmekleri yağdırırken Lewis odadan kovalanmıştı. Hokkabazlık yaptılar, eski vodvil şakalar yaptılar ve kafalarına ne gelirse onu yaptılar. Seyirciler güldü. Bu başarı, New York'un Copacabana gece kulübü'nde bir koşuyla doruğa çıkan Doğu sahilinde bir dizi iyi ücretli anlaşmaya yol açtı. Gösteri, Lewis'in Martin'i şarkı söylemeye çalışırken araya girmesi ve homurdanmasından oluşuyordu, sonra da ikisi sahnede birbirini kovalıyorlardı. Her ikisinin de söylediği sır, seyirciyi görmezden gelmeleri ve birbirleriyle oynamalarıydı. Ekip, televizyona ilk çıkışını 20 Haziran 1948'de CBS-TV ağının "Ed Sullivan Show"un (daha sonra "The Toast Of The Town" olarak adlandırıldı) besteciler Rodgers ve Hammerstein da yaptı. Oyunculuklarını geliştirmeyi umarak, iki genç komedi yazarları Norman Lear ve Ed Simmons'ı kendi metin parçalarını yazmaları için tuttular. Hem Lear hem de Simmons'ın yardımıyla, ikisi oyunculuklarını gece kulüplerinin ötesine taşıyacaklardı. Martin ve Lewis radyo dizisi, Martin ve Lewis'in Paramount yapımcısı Hal B. Wallis ile "Arkadaşım Irma]" filmi için bir komedi arası olarak imza attığı 1949'da başladı. Menajerleri Abby Greshler, Hollywood'un en iyi anlaşmalarından biri için pazarlık yaptı: Wallis'le çektikleri filmler için aralarında yalnızca 75,000 dolar alsalar da, Martin ve Lewis, kendi York Productions aracılığıyla ortak yapımcılık yapacakları yılda bir dışarıda film çekmekte özgürdü. Ayrıca kulüplerini, plaklarını, radyo ve televizyon programlarını da idare ettiler ve bu sayede milyonlarca dolar kazandılar. "Dean & Me"de Lewis, Martin'i tüm zamanların en büyük komik dahilerinden biri olarak adlandırıyordu. Martin 1949'da yeniden evlendiğinde sağdıcı olarak davranan Lewis'le de iyi arkadaştı. Ancak eleştirmenlerden gelen sert yorumlar ve yapımcı Hal Wallis'in değiştirmeyi reddettiği Martin ve Lewis filmlerinin benzerliğine duyulan hayal kırıklığı Martin'in memnuniyetsizliğine yol açtı. Hevesli çalışmadı ve Lewis ile artan tartışmalar ortaya çıktı. Martin, ortağına "benim için bir dolar işaretinden başka bir şey olmadığı" şeklinde konuştu. Hareket, 1956'da, ilk ekip oluşumundan on yıl sonra dağıldı. "Martin and Lewis Show" 17 Temmuz 1950'de "The Colgate Comedy Hour" ile birleşti. Martin ve Lewis on başarılı yıla 16 film sığdırdılar. Fakat sonunda yolları ayrıldı. Böyle bir popüler komedi grubunun yollarını ayırması tüm hayranlarını şok etti. Grup en son 24 Temmuz 1956 tarihinde New York'ta bulunan the Copacabana'da şovlarını yapmışlardı. Dean gruptan ayrıldıktan sonra solo çalışmalar yaptı. 2 Nisan 1958 tarihinde film endüstrisine girdi ve sadece bir şarkıcı olmadığını, büyük bir oyuncu olduğunu Young Lions filminde kanıtladı. Bu filmden sonra Dean 35 tane daha film çekti. Aynı zamanda söylediği birçok şarkı 1995 yılında ölene kadar liste başı oldu. Bu şarkıların başında ""Every body loves somebody ", "volare ", "When you're smiling", "Oh Marie", "I'd cry like a baby", "Sway", "Memories are made of this", "That's amore", "Mambo Italiano" gelmektedir. Altmışların başında en tanınmış King of Las Vegas, Beatles gruplarını "Every body loves somebody sometime" şarkısı ile geçen Dean artık çok ünlüydü. 16 Eylül 1965 tarihinde saat 22:00'de NBC kanalında sunduğu Dean Martin Show 1965-1966 sezonunun en çok reyting alan programı oldu. Yaptığı programda bölüm başına 40.000 dolar alıyordu. Televizyon izleyicileri Dean'i seviyorlardı ve onu hiç bıkmadan izliyorlardı. Dean Martin program yapmaya devam etti. NBC kanalı Dean'e yeni bir teklif yaptı ve Dean de reddetmedi. Dean 3 yıllık sözleşme yaptı ve bölüm başına 283.000 dolar almaya başladı. Bununla beraber NBC aile şirketi RCA'dan hisse sahibi oldu. Ayrıca televizyonlarda haftada sadece 8 saat program yapıp en fazla para alan kişi de Dean Martin'di. Hastalığı ve ölümü. Çok sigara içen Martin'e Eylül 1993'te Cedars Sinai Tıp Merkezi'nde akciğer kanseri teşhisi kondu. Kendisine ömrünü uzatmak için ameliyat olması gerektiği söylenmesine rağmen reddetti. 1995'in başlarında kamudan emekli oldu ve 25 Aralık 1995 Noel gününde Beverly Hills'deki evinde amfizem sonucu akut solunum yetmezliği nedeniyle 78 yaşında öldü. Onuruna Las Vegas Strip'in ışıkları karartıldı. Martin, Los Angeles'taki Westwood Village Memorial Park Mezarlığı'na defnedildi. Mezar odasının duvarında imza şarkısının başlığı olan "Everybody Loves Somebody Sometime" yazan kitabesi vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13364", "len_data": 6993, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.09 }
Ut ya da Ud, telli bir müzik aleti. Kelimenin aslı Arapçada sarısabır veya ödağacı anlamındaki "el-oud" dan gelir. Baştaki "el"- sözcüğünün, bazı dillerde olup bazılarında olmayan harf-i tarif (belirgin tanım edatı) olduğunu bilen Türkler bu edatı atmış, geriye kalan "oud" ('ayn, waw, dal) kelimesini de - gırtlak yapıları "ayn"a uygun olmadığı için - "ut" şekline sokmuşlardır. Dillerinde tanım edatı olan batılılar, 11-13. yüzyıllar arasındaki Haçlı Seferleri sırasında tanıyıp Avrupa'ya götürdükleri bu saza, , , , , Alaut (İsp.)Laúd, Luit (Dat.) gibi hep L ile başlayan isimler vermişlerdir. Hatta "saz yapıcılığı" anlamında kullanılan "lütiye" kelimesi de yine lütfen yapılmadır (aslı Fransızca "luthier"). Ud çalan kişiye "udî" denir. Tarihi. Kimi kaynaklarda udu Farabi'nin icat ettiği söylenir, ancak Farabi'den çok önce minyatür ve kabartmalarda ud ve benzeri çalgılar bulunur. Farabi'nin mucit olarak algılanmasının esas sebebi uda hakim bir müzisyen olması ve uda getirdiği akort sistemidir. Döneminde ud hakkında en kapsamlı bilgiyi verenlerden biri olan Farabi, o döneme kadar 4 telli bir saz olan uda 5. teli eklemiştir. Ud hakkında Farabi'den İbni Sina (980/1037) Kitabu'ş Şifa adlı eserinde en meşhur aletlerden biri olduğunu söyler. Akordu ve ses aralıkları gibi teknik bilgileri, şekillerle anlatır. 10. yüzyılda İhvan-ı Safa risalelerinde musiki aletlerinden bahsedilirken bunların en güzel olanının ud olduğu belirtilir. Yapısı. Tekne (gövde), göğüs (kapak), sap, burguluk ve teller olmak üzere beş esas elemandan meydana gelen udun yapımına, eleman sıralamasında da görüldüğü gibi, tekneden başlanır. Udun teknesi; gemi karinasını andıran, eni ve boyuna yapıştırılmış 4–5 cm kalınlığındaki parçalardan oluşan bir kalıp üzerine, 70 cm boy, 2 ila 4 cm en ve 3 mm kalınlıktaki dilim yaprak veya çemberlerin, çoğunlukla aralarına - hem estetik, hem sağlamlık amaçlı - kontrast renkli tek veya çift filetolar konularak işlenmesiyle meydana getirilir. Günümüzde bazı yapımcıların, parçaları tekne kavsine uygun boşluksuz olarak yapıştırılmış veya yine aynı formda yekpare alüminyum olarak kullandıkları kalıplar üzerine, ortada geniş, uçlarda sivri ve işlem orta eksenden başladığı için hep tek sayıda çevirdikleri dilimler, genellikle maun, ceviz, paduk, vengi, kelebek, nadiren de erik veya zeytin ağacındandır. Önceden ısıtılarak kalıbın eğimli profili kabaca verilen dilimler ütü ve ince kâğıt yardımıyla kalıba çekildikten sonra, belirli yerlerdeki küçük monte çivileri çıkarılarak kalıptan alınır ve bu defa dilimlerin içbükey yüzeyi, çenber ve filetoların uzun birleşme hattı boyunca kalın kâğıt veya ekstrafor yapıştırılarak kuvvetlendirilir. Ut yapımı hakkında özet bilgiler. Yaylı sazlarda olduğu gibi uzun da bir şekli var. Yapımdan önce malzemeyi seçmek gerekir. Ud teknesi; ceviz, maun, erik, kayısı, akça ağaç, kiraz, ithal ağaçlardan magase, vengi, pelesenk gibi birçok ağaçtan yapılmaktadır. En önemlisi kemanda da olduğu gibi üst tabladır. Seste başarı elde edebilmek için tablanın yani göğsün kaliteli ve çok kuru ladin ağacından yapılması gerekir. Ancak güzel ve yumuşak bir ses elde etmek için tabla kalın olmamalıdır. Çünkü ses dalgaları utun teknesine aksederek tablaya yansıyarak titreşim sağlar. Utta ses tablasının yüzde yetmiş beş önemi vardır, buna uyulduğu takdirde güzel ses almak mümkün olacaktır. Udun akort usulleri. Ut tellerinin dört türlü akort şekli vardır ki şunlardır: 1) Geleneksel beş telli utta (inceden kalına); sol-re-la-mi-re; 2) Çağdaş altı telli utta (aynı sırayla): sol-re-la-mi-re-la (Targan bu kalın La'yı çalacağı parçaya göre bazen kalın Sol olarak da kullanmıştır); 3) Bacanos'un yaptığı değişiklik; sol-re-la-mi-si-fa diye; 4) Cinuçen Tanrıkorur'un akort sisteminde sol-re-la-mi-si-en kalın mi. Mızrap. Udun, eskiden uzun süre zeytinyağına yatırılan genç ve erkek kartalın kanadından yapılan mızrabı (teleği), bugün yerini hem esnek, hem sağlam kaliteli plastik malzemeden, 11–13 cm boy, 6 mm en ve 0.6-0.8 mm et kalınlığında ve hafifçe incelen uçları parabolik olarak yuvarlatılıp keçe ile parlatılmış mızraplara bırakmıştır. (İnce plastikten çanta sapı veya yoğurt kabı kapağından yapılmış mızraplar, kaliteli saz ve icrâcılar için söz konusu değildir.) Bunun ile beraber günümüzde imal edilen İ-20 adlı plastik malzemeden yapılma orta esneklikteki mızrablar da tercih edilmektedir. Bunun yanında, mızrabın sertlik derecesi ve esnekliği (flexibilitesi) icrâcının alışkanlığına göre değişebilir. Bu konuda bir standart ya da şart koşulması uygun olmaz. Zîra kimi büyük icrâcılar sert mızrab tercih ederlerken kimi icrâcılar ise daha yumuşak ve esnek mızrab tercih etmişlerdir. Meselâ, Targan'ın orta sertlikte ve ucu inceltilmiş esnek mızrab kullandığı, Yorga Bacanos'un ise oldukça sert mızrab kullandığı söylenir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13366", "len_data": 4788, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.73 }
Sahne tasarımı (ya da set tasarımı), bir tiyatro oyununun sahne üzerinde canlandırılması için dekor, kostüm, aksesuar, butafor, ışık, efekt ve diğer tüm görsel işitsel ortamının tasarımıdır. Sahne tasarımı tüm sayılan alanların tasarımının genel adıdır. Sahne tasarımcıları çeşitli sanatsal alanlardan olabilir; ancak, günümüzde bu işle uğraşanlar genellikle güzel sanatlar fakültesi mezunlarıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13370", "len_data": 397, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.48 }
Adile Naşit (17 Haziran 1930, İstanbul - 11 Aralık 1987, İstanbul), Türk sinema oyuncusu, tiyatro sanatçısı ve televizyon sunucusudur. Gerçek adı meselesi. İnternetteki kaynaklarda yaygın bir şekilde gerçek adının Adela olduğu aktarılmaktadır. Ancak, "Oyuncu: Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit" adlı yapıtı kaleme alan yazar Sibel Öz, Adela isminin hiçbir yazılı kaynakta geçmediğini belirtmektedir. Adı geçen eserde yazar, Adile Naşit'in annesi Amelya Hanım'ın annesi Verjin Hanım'ın Ermeni değil Rum olduğunu ve Verjin Hanım'ın ise annesinin Ermeni olduğunu belirtmektedir. Yeğeni Necip Naşit Özcan da bir röportajında yukarıdaki bilgileri doğrulamıştır. Hayatı. Tiyatrocu bir aileden gelen Adile Naşit'in babası komedyen Naşit Özcan, annesi de tiyatro oyuncusu Rum Amelya Hanım'dır. Dedesi Kemani Yorgo Efendi, anneannesi ise zamanının meşhur kantocularından olup lakabı "Küçük Verjin"'dir. Ağabeyi Selim Naşit ve 1950'de evlendiği ilk eşi Ziya Keskiner de tiyatro sanatçısıdır. Adile Naşit, eşi Ziya Keskiner'in Temmuz 1982'deki ölümünden sonra 16 Eylül 1983 tarihinde Cemal İnce (1928-2015) ile gizlice evlendi. Adile Naşit, 15 yaşındaki oğlu Ahmet'i 16 Haziran 1966 tarihinde kaybetti. Kalbi delik olan Ahmet'in kalp ameliyatı başarılı geçmesine rağmen sonrasında fenalaşarak komaya girdi ve kurtarılamadı. Oyunlarında ve sinema filmlerindeki anne tiplemesi, kendine has üslubu ve kahkahası, onu Türk sinemasının unutulmaz isimleri arasına yerleştirmiştir. Adile Naşit canlandırdığı anne karakterleri nedeniyle 1985 yılında Yılın Annesi seçilmiştir. Kariyeri. Tiyatroya başlayışı. Babası öldükten sonra okulunu bırakan Adile Naşit, 14 yaşında İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Tiyatrosu'na girdi. Halide Pişkin'in grubunda "Herşeyden Biraz" oyunu ile İstanbul turnesine çıkan Adile Naşit, sonradan Muammer Karaca'nın tiyatrosuna girdi. 1948-1951 arasında komedyen Aziz Basmacı ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları toplulukta çalıştı. Sonradan 1954'te, döndüğü Muammer Karaca Tiyatrosu'nda 1960'a kadar çalıştı. 1961'de eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit Özcan ile birlikte kurdukları Naşit Tiyatrosu dağıldıktan sonra, 1963'ten 1975'e kadar "Gazanfer Özcan - Gönül Ülkü Tiyatrosu"nda çalıştı. Tiyatro oyunlarının yanı sıra Hisseli Harikalar Kumpanyası, Neşe-i Muhabbet, Şen Sazın Bülbülleri gibi müzikallerde beğeni topladı. Sinema kariyeri. Sinemaya girişi 1947 yılında Seyfi Havaeri'nin yönettiği "Yara" filmiyle olmuştur, ancak 1970'lerde filmlerde yoğun olarak rol almaya başlamıştır. 1976'da "İşte Hayat" adlı filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü"'nü kazandı. Hababam Sınıfı film serisindeki Hafize Ana rolüyle ün kazandı. 1978'de Uluslararası Sanat Gösterileri'nin tiyatro ve müzikallerinde rol almaya başladı. Daha çok Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet'in çektiği güldürü filmlerinde oynamıştır. Masalcı Teyze. Tek çocuğu Ahmet'i kaybettikten sonra iyice çocuklara yöneldi. Masalcı Teyze; TRT'de 1980 yılında TRT Ankara Televizyonu prodüktörlerinden İlhan Şengün'ün (1946-2003) yapımcısı olduğu "Uykudan Önce" isimli çocuk programıyla birlikte "masalcı teyze" diye anılmaya başladı. Masal ve öykü anlattığı bu program tek kanallı televizyon döneminde çocuklar tarafından büyük ilgi görmüştür. Ölümü. Sinema dünyasında, Rıfat Ilgaz'ın ünlü eseri Hababam Sınıfı'ndan uyarlanan filmlerdeki müstahdem Hafize Ana rolü ile olduğu kadar, Münir Özkul ile karşılıklı oynadığı filmlerdeki "anne" rolleriyle de ünlenen Adile Naşit, 11 Aralık 1987'de İstanbul'un Beyoğlu ilçesindeki Alman Hastanesinde 57 yaşında kalın bağırsak kanseri sonucu hayatını kaybetti. Cenaze töreni 13 Aralık 1987 tarihinde Şişli Camii'nde düzenlendi. Öğlen kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedildi. İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'nda ilk eşi Ziya Keskiner ve oğlu Ahmet Naşit Keskiner ile birlikte yatmaktadır. Ödüller. !Yıl !Ödül veren organizasyon !Kategori !Çalışma !Kaynak !Sonuç
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13371", "len_data": 3960, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.17 }
İhsangazi, Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz Bölgesi'nde yer alan Kastamonu ilinin bir ilçesidir. Tarihçe. Mergüze adıyla anılan yerleşim alanının adı 1968 yılında belediye teşkilatının kurulması sırasında İhsangazi olarak değiştirilmiştir. Önceden ‘’İhsangazi Köyü’’ olarak bilinen yerleşim alanının adı da ‘’Yukarı Yeşil Mahalle’' olarak değiştirilmiştir. İsim değişikliğinin üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen Mergüze adı günümüzde de halk arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. İlçe sınırları içinde bulunan kaya mezarları ve yüzey kalıntıları bölgenin eski çağlarda yerleşim alanı olarak kullanıldığını göstermektedir. Kaya mezarlarının M.S. 5-6 yüzyıllarda yapıldığı konusunda çeşitli kaynaklarda bilgiler mevcuttur. 1996 yılında A. Özdoğan, C. Marro ve A. Tibet başkanlığında gerçekleştirilen Kastamonu İli yüzey araştırması sırasında ilçe sınırları içinde bulunan bir bölgede yüzeyden kalkolitik ve ilk tunç çağı çanak çömleklerinin yanı sıra şüpheli hellenistik dönem parçaları toplanmıştır. Gerekli yüzey tarama çalışmaları tamamlanmadığı, için eski dönemlere ilişkin sağlıklı bilgilere ulaşmak mümkün değildir. Bölgedeki ormanlık alanın sürekli olarak genişlemesi ve bilinçsizce yapılan kaçak kazılar sonucu yüzeyde bulunan ve geçmişe ışık tutacak materyallere ulaşmak her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. 1530 yılına ait 438 numaralı Muhasebe-i Vilayeti Anadolu defterinde, Mergüze adında yerleşim alanı, yoktur. Ancak şu an ilçe sınırları içinde bulunan Hocahacip, Afşar, Sevindik, Körpeler, Ortaca, Köseler, Kapaklı ve Obruk köylerinin varlığı yazılı olarak kayıtlıdır. Bu köyler idari olarak Kastamonu merkezine bağlıdır. Bu Köylerde o dönemlere ait herhangi bir eser ya da kalıntı bulunmamaktadır. 1836 yılına ait Kastamonu Jurnal Defterinde yazılı mahkeme kararlarında Mergüze Kazası olarak kayıtlar görülmektedir. 1869, 1879, 1903 yılında yayınlanan Kastamonu salnamelerinde Mergüze, Araç ilçesine bağlı bir nahiye olarak yazılıdır. 1940 yılında şu anki ilçe merkezinin kurulu olduğu Mergüze mevkiinde ilk olarak bir karakol kurulmuş, 1945 yıllarında da çevre köylerin ihtiyacı için bir okul yaptırılmıştır. Zaman içinde karakol ve okul civarında yapılaşmanın artmasıyla yerleşim alanı olarak gelişme başlamıştır. 1958 yılında vatandaşların katkısıyla inşa edilen Bucak Müdürlüğü binası hâlen Hükûmet Binası olarak kullanılmaktadır. Mergüze, 1968 yılına kadar Araç ilçesine bağlı bir nahiye olarak kalmıştır. 1968 yılında Belediye teşkilatının kurulması ile birlikte idari olarak Kastamonu merkeze bağlanmış, adı İhsangazi olarak değiştirilmiştir. Merkeze yakın 10 köy mahalle statüsüne alınarak Belediye hudutlarına dahil edilmiştir. 1979 yılında İhsangazi Yatılı Bölge Okulunun açılmasıyla mevcut yapılaşma artmaya devam etmiştir. 19 Haziran 1987 tarihinde kabul edilen 3392 sayılı kanunla ilçe olmasına karar verilmiş ve karar 4 Temmuz 1987 tarih ve 19507 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 31.08.1988 tarihinde ilçe merkezi olarak faaliyetlere başlanmıştır. 2004 yılına kadar kamu kurum ve kuruluşlarının ilçe müdürlükleri ve temsilcilikleri açılmış, Emniyet Müdürlüğü ve Adliye Teşkilatı faaliyetlerine devam etmekteydi. 2007 Emniyet bulunmasına rağmen adliyesi yoktur bu da halka sıkıntı yaratmakta dava ve şikayet olaylarında Kastamonu adliyesine gitmek zorunda kalmaktadırlar. 2011 yılında yapımına başlanan ve 2012 yılı sonuna kadar bitirilmesi planlanan Kastamonu yolunun 1. kısmı trafiğe açılmıştır ve böylece ilçenin Kastamonu'ya uzaklığı 27 km'ye düşmüştür. Çalışmaları devam eden yolun 2. kısmının da hizmete açılmasıyla İhsangazi-Kastamonu arası 20–25 km'ye düşecek ve böylece İhsangazi ilçesi, Kastamonu'ya en yakın ilçe olma özelliğine kavuşacaktır. Yapılan yeni yol ile İhsangazi halkı Kastamonu'ya giderken virajlı ve küçük yollardan kurtularak düz ve yeni bir yola kavuşmuş olacaktır. İhsangazi, Araç'a 20 km ve İstanbul yoluna 15 km uzaklığındadır. İlçenin siyez bulguru üretimi hâlen devam etmektedir. Her yıl ağustos ayının sonunda İhsangazi Sepetçioğlu ve Siyez Bulguru Festivali binlerce İhsangazilinin katılımı ile gerçekleşmektedir. İhsangazi Meslek Yüksekokulu. 2013-2014 Eğitim Öğretim döneminde Kastamonu Üniversitesi İhsangazi Meslek Yüksek Okulu açılmıştır. Adalet, veterinerlik ve harita kadastro bölümleri vardır. 250 öğrenci ile eğitim öğretime başlamıştır. Kastamonu'ya 28 km mesafede Kastamonu'nun en yakın ilçesi olan İhsangazi ilçesi öğrencilerin barınma imkânı açısında da yeterli altyapıya sahip bir yerdir. Ayrıca Ankara'ya 230 km, Kastamonu Havalimanı'na 30 km, Karabük'e ise 90 km mesafede olan ilçe ulaşım açısından da cazip bir yerde bulunuyor.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13383", "len_data": 4638, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.34 }
Sauron veya orijinal ismiyle Mairon, J. R. R. Tolkien'in hayalî Orta Dünya evreninde Melkor'un Hizmetkarı ya da "Yüzüklerin Efendisi" olarak anılan kötü bir Maia. Birinci Çağ. Sauron, Ainur ile birlikte doğduğunda ona Mairon ismi verilmişti. Aulë'nin öğrencisi olan Sauron, kısa bir süre içerisinde demircilik sanatında ustalık seviyesine ulaşmıştır. Düzene saplantısı bulunan Sauron, en sonunda Melkor'un Arda'yı asla bozulmayan bir düzenle yönetmek gibi vaatlerine kanıp karanlık tarafa geçmiştir. Melkor'un Angband'i komuta merkezi olarak kullanmaya başladığı zamandan önce Angband komutanlığı yapmıştır. Fingolfin'in ölümünün ardından Tol Sirion ve Minas Tirith'i (Gondor kalesiyle karıştırılmamalıdır) ele geçirmiştir. Tol Sirion o andan itibaren Tol-in-Gaurhoth olarak anılmıştır. Thingol tarafından verilen Silmaril görevinde iken Beren, Felagund ve 10 yoldaşı yakalamıştır. İşte Felagund ile Sauron'un efsanevi şarkı düellosu bu anda yaşanmıştır. Felagund, Sauron'un gerçek kimliklerini anlamasını engellemiştir. Sauron, buna karşılık hepsini bir çukura attırıp her gün birini öldürmesi için kurtlar göndermiştir. Beren ölmek üzereyken Felagund kurtu yakalamıştır ama kurtu öldürse de, kendisi de daha çok dayanamayıp Mandos'un salonlarına göçmüştür. Beren ölmek üzereyken Lúthien, Huan ile Sauron'un dışarı çıkmasını talep etmiştir. Sauron dışarı kölelerini gönderse de, hiç biri geri dönmemiştir. Sonunda dışarı çıkmak zorunda kalan Sauron, Huan tarafından yenilip, kendi canını zor kurtarmıştır. İste Sauron'un Beren ile Lúthien'in hikâyesindeki bölümü böyle biter. Sauron'un Öfke Savaşına etkisi belli değildir. İkinci Çağ. Efendisi Morgoth'un Öfke Savaşında Valinor'un Ordusu tarafından yenilmesi ardından, Eönwë'nin Valinor'a dönüp "Valar" tarafından yargılanma teklifini reddedip, Rhûn topraklarına kaçmıştır. Burada Doğulu (İngilizce: Easternling) ve Harad İnsanlarını kendi tarafına çekmiştir. İkinci Çağı'n 882 yılında, Elf Yüksek Kral Gil-galad, Doğu'da bir karanlığın yükseldiğini sezmiş ve Númenor'a uyarı göndermiştir. İkinci Çağ'ın 1000. yılında, Sauron Mordor'u kendi ülkesi bellemiş ve Barad-dûr'un temelini atmıştır. 1200 yılında, Sauron kendini "Annatar" olarak tanıtarak, Lindon'a gitmiştir. Burada, kendini Valar'ın bir temsilcisi olarak tanıtmıştır. Ama bu yabancıya güvenmeyen Gil-galad ve Elrond, onu Lindon'a kabul etmemiştir. Lindon'dan kapı dışarı edilen Sauron, Eregion'a gitmeye karar verir. Burada, Fëanor soyundan gelen Lord Celebrimbor tarafından kabul edilir ve Eregion'a girmiş olur. Eregion'da Sauron'a güvenmeyen tek kişi, Galadriel'dir. Sauron, Annatar çehresi altında, Eregion elflerine demir dövme sanatı hakkında dersler verir ve ilerleyen yıllarda Elf demirciler "Gwaith-i-Mírdain" adlı bir organizasyon kurarlar ve bu grup aynı zamanda Fëanor dışında, Orta Dünya'nın Görmüş olduğu en iyi demircileri barındırmıştır. 1500 yılında, Annatar'ın bu Yüzüklerin topraklarını ve güçlerini korumaya yarayacağını iddia ettikten sonra, Celebrimbor "Güç Yüzüklerini" dövmeye başlar. 1600 yılında, Sauron Eregion'u terk eder ve Orodruin'de "Tek Yüzük"'ü döver. Bu yüzük diğer tüm Güç Yüzükleri'ni kontrol etmek için dövülmüştür ve Sauron gücünün çok büyük bir kısmını bu yüzüğe döker. Bu yüzüğün gücüyle, Barad-dûr'un inşasını tamamlar. Yüzük, ilk başta normal, altın bir yüzük olarak gözükür, ama parmağa takıldığında, kişiyi görünmez yapar. Ve ateşe atıldığında ikonik olarak bu yazı ortaya çıkar: Ash nazg durbatulûk, ash nazg gimbatul, ash nazg thrakatulûk, agh burzum-ishi krimpatul. Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak. Ama, Sauron yüzüğü parmağına taktığı an, Eregion Elfleri Sauron'un ihanetini anlarlar. Bunun üzerine, Celebrimbor, Yüzüklerin on altısını, Sarayının dibindeki bir kasaya kilitleyip, Üç Elf Yüzüğünü Nenya, Galadriel'e, Narya ve Vilya Lindon'a olmak üzere dağıtır. Sauron, bunun karşısında Güç Yüzüklerinin hepsini talep eder. Elfler bu teklifi reddettiğinde ise, Elfler ile Sauron'un savaşı başlar. Savaş haberini alan Gil-galad, Eregion'a Elrond'u gönderir, ama o çok geç kalır. Elrond Eregion'a vardığında, Eregion çoktan yerle bir edilmiş ve Celebrimbor tutsak edilmiştir. Böylece Sauron'un orduları Elrond'un güçlerini yenmeye çok yakınken, Khazad-dûm'dan çıkan Cüceler, Sauron'un sağ koluna saldırmış ve Elrond'a kaçmak için zaman vermiştir. Ama Sauron'u alt edemeyen Cüceler de geri çekilmek zorunda kaldı ve Khazad-dûm'un kapıları kapandı. Sauron, kısa bir süre sonra Lindon'a hareket etmeye başladı. Elrond'un İmladris'i kuzeye geri çekilirken bulduğu söylenir. Bu sırada, Kral Gil-galad'ın habercileri Númenor'a ulaşır ve Númenor Kralına yardım isteğinde bulunur. Elflerin yenilgi üstüne yenilgi yaşaması ve Sauron'un Lindon'a çok yaklaşmasını takiben, Númenor'un yiğit askerleri Elflerin saflarına katıldı ve böylece yenildi Kara Lord, üç kere üst üste. Başarıları üstüne, Gil-galad, Vilya'yı Elrond'a hediye etti ve onu Lindon'un yarı-naibi ilan etti. Sauron, orijinal olarak Elfler için dövülmüş 16 yüzüğü, 7 yüzük Cücelere, 9 yüzük İnsanlara olarak dağıttı. Yüzükleri dağıtarak Cüce ve İnsan ırklarını kontrol etmeyi umuyordu. Cüceler, Sauron'un oyunlarına kanmayacak kadar güçlü olsa da İnsanlar yüzüklerin kontrolu altına girmiş, ilkin güçlü savaşçılar, yöneticiler ve büyücüler olsalar da, 2251 yılında, Sauron'un köleleri, Nazgûl'a dönüştüler. Númenor. Sauron, kendini İnsanların Kralı ve Dünyanın Lordu ilan etmiştir. Bu dönemde, Nûmenor karanlığa düşmüştür, kendini zorla "İnançlı" Yüksek Kraliçe Tar-Miriel ile evlendirip, kendini Yüksek Kral ilan eden Ar-Pharazôn, "İnançlı" grupları yasadışı ilan etmişti ve kendisi "Kral'ın Adamlarının" büyük bir destekçisiydi. Elfler ile ilişiği tamamen kesmiş, Elfçe konuşmayı yasaklamış ve Valar'a sırtını dönmüştü. Ve Sauron'un kendisini İnsanların Kralı ilan etmesi, Ar-Pharazôn'u çok sinirlendirmişti. 3262'de Umbar'a, Orta Dünyada görülmüş en büyük ordulardan biriyle inmişti. Sauron, Nûmenor'un insanlarını yenemeyeceğini anlayınca, Annatar olarak, Ar-Pharazôn'a teslim olmuş ve ona biat etmiştir. Çok kısa bir sürede, Kralın baş danışmanı olan Sauron, Ak Ağacı kestirmiştir. (Isildur Ak Ağacın bir meyvesini alıp ilerleyen yıllarda Minas Ithil'e dikmiştir.) ve onun yerine Melkor'a bir tapınak diktirmiş, kendini tapınağın yöneticisi ilan etmiştir. Yaşlanan Ar-Pharazôn, gittikçe ölümden daha çok korkup sonunda Sauron'un yalanlarına inanıp 3310'da Valinor'a saldırmıştır. Sauron bu sürede, Númenor'da kalmıştır. Manwë'nin çağrısı ile, Eru bu olayla kendisi ilgilenmiş, dünyayı yuvarlak yapmış ve Valinor'u Orta Dünya'dan taşımıştır. Sauron Akallabêth sırasında, fiziksel formunu kaybetmiş ve bir daha adil formuna dönüşememiştir. Númenor'dan sadece Andustar'da yaşayan "İnançlı" halk kaçabilmiştir. Andustar Lordu, Elendil ve iki oğlu Isildur ile Anárion Orta Dünya'ya göçün liderleriydi. Elendil kuzeyde Arnor'u, oğulları ise güneyde Gondor'u kurdular. 3429'da Sauron'un orduları, Minas Ithil'i kuşatıp şehri ele geçirdi. Bunun üstüne Isildur, babası Elendil'den yardım istemek için Annuminas şehrine ulaklar gönderdi. Elendil ise Gil-galad'a haber gönderince, Son İttifak kuruldu. Bu ittifakın içinde sadece Quenya ve Dúnedain değil, Kuyutorman'ın Sindarin Elfleri de vardı. Sindar Elflerinin lideri ise Thranduil'in babası Kral Oropher'di. Dagorlad muharebesini kazanan İttifak, Barad-dûr'u 7 yıl boyunca kuşattı ve sonunda Sauron kulesinden çıktı. İttifakı Orodruin'e kadar geri püskürttü. Gil-galad ve Elendil, Sauron'la savaşırken öldü, ama Sauron'u yere yıkmayı başardılar, işte o an kesti Sauron'un parmağını Isildur ve yüzüğü kendine aldı. Sauron işte böyle yenildi ikinci çağda. Ama yüzük, Isildur'a ihanet etti, onun ölümüne sebep oldu ve kayboldu. Ta ki Gollum tarafından alınıp, Dumanlı Dağlar'a götürülene kadar. Üçüncü Çağ. Yüzük'ünü kaybeden Sauron, yine Rhûn topraklarına kaçmış, 1000 yıllık bir süre boyunca orada gücünü geri kazanmaya çalışmıştır. 1050 Ü.Ç'de Kuyutorman Elflerinin başkenti Amon Lanc'a gelen Sauron, bölgeyi kirletmiş ve kara büyüleriyle orayı yaşanamaz hale getirmiştir. Bunun üstüne, Amon Lanc Dol Guldur olarak anılmıştır. Buradaki karanlık ruh Ölü Çağıran (İngilizce: The Necromancer) olarak anılır. Sauron'un Dol Guldur'daki varlığı, karanlığın gitgide büyümesine sebep olur. Dumanlı Dağlar'ın orkları daha pervasız olurken, Smaug, Cüceleri Erebor'dan kovdu ve Cadı Kral Angmar'da dehşet saçmaya başladı. 1636 yılında, Doğu rüzgarları ile Orta Dünya'yı ölümcül bir hastalık pençesine aldı, Gondor, Eriador ve Rhovanion'da binlerce insanın ölümüne neden olan bu hastalık, Gondor'u Mordor'u gözetleyen istihkamları terk etmeye zorladı. Ve bu Nazgûl'un Mordor'a dönmesini sağladı. Angmar 1975 yılında yenilse de Arnor, şimdi kralsız ve yerle bir olmuş bir şekilde terk edildi. Sadece beş yıl sonra, Khazad-dûm'da Balrog uyandı, Kral VI Durin'i öldürdü ve cüceleri Moria olarak bilinecek Khazad-dûm'dan kovdu. 2050 yılında, Cadı Kral, Gondor'un son Kralı Eärnur'un ölümüne sebep oldu. 2063 yılında, Gri Gandalf, Dol Guldur'a gitti ve bunun üzerine Sauron, hala yeteri kadar güçlenmemiş olduğunu düşünerek, yine doğuya kaçtı. Neredeyse 400 yıl boyunca doğuda bulunan Sauron, 2460'da Gollum'un yüzüğü bulduğu yıl, Dol Guldur'a geri döndü. Dol Guldur'a gölgenin geri çöktüğünü sezen arifler Ak Konseyi kurdular, Saruman konseyin bir şey yapmasını uzun bir süre engellemiş olsa da, hatta ve hatta Gandalf Dol Guldur'a 2850 yılında gitmiş, Ölü Çağıran'ın Sauron olduğunu görmüş olsa bile. Sonunda 2939 yılında Saruman, Dol Guldur'a gitmeyi kabul etmiş ve Ak Konsey, Sauron'u 2941 yılında Dol Guldur'dan kovup, kendini açık etmeye zorlamıştır. Saruman Ak Konseyi oyalarken, Gondor zayıflamış, Ithilien kısa bir süreliğine düşmüş, Eorloğulları atlarını Celebrant'a, Gondor'un yardımına sürdüklerinde, Rohan Krallığıyla ödüllendirilmişlerdi. Sauron'un Dol Guldur'dan kovulduğu yıl, aynı zamanda Smaug ölmüş ve Gundabad orduları Beş Ordular Savaşı'nda yenilmişti. 2951 yılında Mordor'a dönen Sauron, iki yıl boyunca Barad-dûr'u yeniden inşa etti ve kendini yeniden Kara Lord olarak açıkça ilan etti. Sauron'un kara büyüsü, doğu rüzgarları ile Gondor'a yine bir hastalık yaydı ve bu hastalık Vekilharç Denethor'un eşi ve Vekilharç Faramir ile Boromir'in annesi Finduilas'i öldürdü. Eşinin ölümünü takiben, Denethor, Anor Taşına bakmaya başladı ve bunu fark eden Sauron, Minas Ithil'den ele geçirdiği Ithil Taşı ile Anor Taşını kontrol etmeye çalıştıysa da, Denethor'un iradesi çok güçlüydü ve Sauron başarısız oldu. Yüzük Savaşı. 3000 yılında Saruman, Orthanc Taşını kullanmaya başladı ama bu sefer, Saruman Sauron'un Orthanc Taşını kontrol altına almasına bilerek izin verdi çünkü aslında, Sauron'un himayesi altındaymış gibi davranırken aslında o, Tek Yüzük'ü istiyordu. 3009 yılında, Gollum Mordor'a girmeye çalışırken yakalanmış ve bizzat Sauron tarafından yüzük hakkında bilidiği her şeyi söylemek zorunda bırakılmıştı. "Shire" ve "Baggins" kelimelerini söyleyebilen Gollum, 3017 yılında serbest bırakıldı. Aynı yılın 1 Şubat'ında Aragorn tarafından yakalanıp Kuyutorman'a götürülen Gollum, Haziran'ın yirmisinde orkların saldırısı ile kaçmış, aynı gün ise Sauron, Gondor'un gücünü test etmek için ve Nazgûl'un Osgiliath'ı geçmesini sağlamak için, ordularını Osgiliath'a gönderse bile Gondor'u yenememiştir ama yine de Nazgûl Osgiliath'ı geçmekte başarılı olmuştur. Aynı yılın Eylül ayında, Sauron, Saruman'ın hainliğini ve Gandalf'ı Orthanc'a hapis ettiğini öğrenir. Kara Süvariler, Gollum'un açık ettiği iki kelime ile Shire'ı bulmuş ve Frodo'yu Ayrıkvadiye kadar takip etmiştir. Ve Cadı Kral onu Fırtına Başı'nda Morgul bıçağı ile yaralamıştır. Bu yara, Frodo Valinor'a gidene kadar tam olarak iyileşmese de, Elrond'un irfanı sayesinde yaranın ilerlemesi engellenmiştir. Saruman'ın yenilmesinin ardından, Pippin Palantire bakar ve Sauron yüzüğü onun taşıdığını düşünür ve Saruman'ın yanında olduğunu zanneder. Ama yanıldığını Nazgûl ona Saruman'ın yenilmiş olduğunu ve kendi kulesinde tutsak durumda olduğunu bildirince anlar. Birkaç gün sonra Aragorn'un da palantire bakmasının ardından Sauron, Aragorn'un Gondor'da olduğunu zanneder ve büyük bir aceleyle Minas Morgul'dan saldırısını başlatır. Mordor'un ordularını savaşa, Cadı Kral götürecektir. Bu, Frodo'nun Morgul Vadisini kolayca geçmesini sağlar. Minas Tirith Kuşatmasında Mordor'un ordusu Pelennor Çayırları Savaşında yok edilse ve en önemli komutanı, Cadı Kral ölse bile, (Aynı zamanda Rohan Kralı Théoden bu savaşta ölmüştü) hala Mordor'da on binlerce Ork bulunuyordu. Aynı zamanda 8 Kara Süvari hala Göz'ün hizmetindeydi. Ak Gandalf, Batı'nın Efendilerini Kara Kapıya gitmeye ikna etti ve bu Samwise ile Frodo'ya gizlice Orodruin'e gitmek için yeterli zaman tanıdı. Ama Frodo, son anda Yüzük'ü kendinin ilan etti ve parmağına taktı. Gollum tam o anda Frodo'nun parmağını koparttı ve yüzüğü kendine aldı. Kendini kutlarken ayağı kaydı ve Orodruin'e düştü. Yüzük, sonunda yok edilmişti. Sauron, fiziksel formunu sonsuza kadar kaybetmiş, ruhu bir bulut gibi havaya uçmuştu, sadece batıdan esen bir rüzgar tarafından yok edilmek için... Sauron, zamansız boşluğa atılmıştı, yıllar önce efendisi Morgoth'un gittiği yere. Etimoloji. Annatar Sauronun İkinci Çağın başlarında Elflerce tanınan ismidir. Annatar Elf lisanında "Hediyeler Veren" anlamına gelmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13384", "len_data": 13350, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.55 }
Biyografi ya da yaşam öyküsü, bir kişinin yaşamını ayrıntılı bir biçimde açıklayan bir edebiyat türüdür. Kişi kendi hayatını anlatıyorsa buna otobiyografi, şairlerin yaşam hikâyesi anlatılıyorsa da buna tezkire denir. Biyografiler eğitim, iş, ilişkiler ve ölüm gibi temel olaylardan daha fazlasını içerir. Bir biyografi, bir konunun yaşam öyküsünü sunar, deneyimle ilgili samimi ayrıntılar da dahil olmak üzere yaşamlarının çeşitli yönlerini vurgular ve öznenin kişiliğinin bir analizini içerir. Biyografik eserler genellikle kurgusal değildir, ancak kurgu bir kişinin hayatını betimlemek için de kullanılabilir. Biyografik kapsamın derinlemesine bir biçimine eski yazı denir. Edebiyattan filme kadar çeşitli mecralarda yapılan çalışmalar biyografi olarak bilinen edebiyat türünü oluşturur. Plutarkhos'un "Paralel Yaşamlar"ı klasik biyografi yazımını etkileyen bir eserdi. Etimoloji. Biyografi sözcüğü biyo+grafi sözcüklerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. "Bio" sözcüğü, Fransızca “[bileşik adlarda] can, yaşam” anlamında olup, Eski Yunancada da aynı anlama gelen "bíos, biot-" βίος, βιοτ- sözcüğünden alıntıdır. "Graf" Bu ek Eski Yunanca graphḗ γραφή “yazı, çizgi” sözcüğünden alıntıdır. Türkçeye, Fransızcadan geçmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13385", "len_data": 1230, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.94 }
Kuyruklu yıldız ya da kirlikartopu, Güneş’in yakınından geçerken ısınarak gaz açığa çıkarmaya başlayan, buzlu, küçük Güneş Sistemi cisimleridir. Bu gaz çıkışı, görünür bir atmosfer veya koma ve bazen de bir kuyruk oluşturur. Bu fenomenler, kuyruklu yıldızın çekirdeğine etki eden güneş radyasyonu ve güneş rüzgarı etkilerinden kaynaklanır. Kuyruklu yıldız çekirdek’lerinin büyüklüğü, birkaç yüz metreden ile onlarca kilometreye kadar değişir ve gevşek buz (su ve donmuş gazlar), kozmik toz ve küçük kayalık parçacıklardan oluşur. Kuyruk bir astronomik birim ötesine uzanabilirken, koma Dünya'nın çapının 15 katına kadar çıkabilir. Yeterince parlaksa, teleskop yardımı olmadan Dünya'dan kuyruklu yıldız görülebilir ve gökyüzünde 30°'lik (60 Ay) bir alt açı yayı olabilir. Kuyruklu yıldızlar eski çağlardan beri birçok kültür ve din tarafından gözlemlenmiş ve kaydedilmiştir. İsimlerinde yer almasına rağmen yıldız değildirler. Güneş Sistemi'nin diğer küçük cisimlerinin aksine, kuyruklu yıldızlar antik çağlardan beri bilinmektedir. Çin kayıtlarına göre Halley kuyruklu yıldızı MÖ 240 yılından beri tanınmaktadır. Temmuz 2019 itibarıyla bilinen 6,619 kuyruklu yıldız bulunmakta ve yeni keşiflerle bu sayı sürekli artmaktadır. Fiziksel özellikler. Çekirdek. Kuyruklu yıldızın katı, çekirdek yapısı çekirdek olarak bilinir. Kuyruklu yıldız çekirdekleri kaya, toz, su buzu ve donmuş karbon dioksit, karbon monoksit, metan ve amonyak karışımından oluşur. Bu nedenle, Fred Whipple'ın modelinden sonra halk arasında "kirli kartopu" olarak tanımlanırlar. Daha çok tozlu kuyruklu yıldızlara "buzlu kir topları" denir. "Buzlu kir topları" terimi, Temmuz 2005'te NASA Deep Impact misyonu tarafından gönderilen "çarpıcı" sonda ile Comet 9P/Tempel 1 çarpışmasının gözlemlenmesinden sonra ortaya çıktı. 2014 yılında yapılan araştırmalar, kuyruklu yıldızların "derin yağda kızartılmış dondurma" gibi olduklarını yani yüzeylerinin organik bileşik'lerle karıştırılmış yoğun kristal buzdan oluştuğunu, iç kısmındaki buzunsa daha soğuk ve daha az yoğun olduğunu ortaya koyar. Çekirdeğin yüzeyi genellikle kuru, tozlu veya kayalıktır, bu da buzların birkaç metre kalınlığındaki bir yüzey kabuğunun altında gizlendiğini gösterir. Daha önce bahsedilen gazlara ek olarak, çekirdekler, metanol, hidrojen siyanür, formaldehit, etanol, etan gibi ve belki de uzun zincirli hidrokarbonlar ve amino asitleri gibi daha karmaşık molekülleri olan çeşitli organik bileşikler içerir. 2009 yılında NASA'nın Stardust görevi tarafından alınmış kuyruklu yıldız tozunda amino asidin glisin bulunduğu doğrulandı. Ağustos 2011'de NASA çalışmalarına göre Dünya'daki meteoritlerin DNA ve RNA bileşenlerin (adenin, guanin ve ilgili organik moleküller) asteroid'ler ve kuyruklu yıldızlar üzerinde oluşmuş olabileceğine dair bir rapor yayınlandı. Kuyruklu yıldız çekirdeklerinin dış yüzeylerinin çok az albedo'su vardır, bu da onları Güneş Sistemi'nde bulunan en az yansıtıcı nesnelerden biri yapar. Giotto uzay sondası, Halley Kuyruklu Yıldızı (1P/Halley) çekirdeğinin üzerine düşen ışığın yaklaşık yüzde dördünü yansıttığını buldu, ve Deep Space 1, Borrelly kuyruklu yıldızı'nın yüzeyinin %3.0'dan daha az yansıttığını keşfetti; karşılaştırıldığında, asfalt bile ışığın yüzde yedisini yansıtır. Çekirdeğin karanlık yüzey malzemesi karmaşık organik bileşiklerden oluşabilir. Güneş enerjisiyle ısıtma daha hafif uçucu bileşikleri uzaklaştırarak geride katran veya ham petrol gibi çok karanlık olma eğiliminde olan daha büyük organik bileşikler bırakır. Kuyruklu yıldız yüzeylerinin düşük yansıtıcılığı onların gaz çıkışı süreçlerini yönlendiren ısıyı emmelerine neden olur. Yarıçapları 'ye kadar olan kuyruklu yıldız çekirdekleri gözlemlendi ancak tam boyutlarını belirlemek zordur. 322P/SOHO'nun çekirdeği muhtemelen yalnızca 100–200 m çapındadır. Aletlerin artan hassasiyetine rağmen tespit edilen daha küçük kuyruklu yıldızların olmaması, bazılarının 100 m çapından daha küçük kuyruklu yıldızların gerçek bir eksikliği olduğunu öne sürmesine neden oldu. Bilinen kuyruklu yıldızların ortalama yoğunluğunun olduğu tahmin edilmektedir. Az kütleleri nedeniyle kuyruklu yıldız çekirdekleri kendi yerçekimleri nedeniyle küresel hale gelmez ve bu nedenle düzensiz şekillidirler. Dünyaya yakın asteroit'lerin yaklaşık yüzde altısının 14827 Hypnos ve 3552 Don Kişot dahil artık gaz çıkışı yaşamayan soyu tükenmiş kuyruklu yıldız çekirdekleri olduğu düşünülür. "Rosetta" ve "Philae" uzay araçlarında elde edilen sonuçlar 67P/Churyumov–Gerasimenko çekirdeğinin manyetik olmadığını gösterir. Bu, manyetizmanın gezegenimsi'lerin erken oluşumunda bir rol oynamamış olabileceğini düşündürür. Ayrıca "Rosetta" üzerindeki ALICE spektrografı, daha önce düşünüldüğü gibi Güneş'ten gelen fotonların değil, su moleküllerinin güneş radyasyonu ile fotoiyonizasyonundan üretilen elektronların (kuyruklu yıldız çekirdeğinin 1 km (0.62 mi) üzerinde) suyun bozulmasından ve kuyruklu yıldızın çekirdeğinden komaya salınan karbondioksit moleküllerinden sorumlu olduğunu belirledi. "Philae" uzay aracındaki aletler, kuyruklu yıldızın yüzeyinde en az on altı organik bileşik buldu, bunlardan dördü (asetamid, aseton, metil izosiyanat ve propionaldehit) İlk defa bir kuyruklu yıldızda belirlendi. Kuyruklu yıldız saçı (Koma). Bu şekilde salınan toz ve gaz akışları, kuyruklu yıldızın etrafında "koma" adı verilen devasa ve son derece ince bir atmosfer oluşturur. Güneş'in radyasyon basıncı ve güneş rüzgarı tarafından komaya uygulanan kuvvet, Güneş'ten uzağa doğru muazzam bir "kuyruk" oluşmasına neden olur. Koma genellikle su ve tozdan ve kuyruklu yıldız Güneş'e 3 ila 4 astronomik birim (450,000,000 ila 600,000,000 km; 280,000,000 ila 370,000,000 mi) uzaklıktayken çekirdekten dışarı akan uçucuların %90'ını oluşturan sudan oluşur. H2O kaynak molekülü esasen fotoliz ve çok daha küçük ölçüde fotoiyonizasyon yoluyla yok edilir; fotokimya ile karşılaştırıldığında güneş rüzgarı suyun yok edilmesinde küçük bir rol oynar. Daha büyük toz parçacıkları kuyruklu yıldızın yörüngesi boyunca bırakılırken daha küçük parçacıklar ışık basıncı ile Güneş'ten kuyruklu yıldızın kuyruğuna doğru itilir. Kuyruklu yıldızların katı çekirdeği genellikle çapından daha az olmasına rağmen, koma binlerce hatta milyonlarca kilometre boyunda olabilir ve bazen Güneş'ten de daha büyüktür. Örneğin, Ekim 2007'deki patlamadan yaklaşık bir ay sonra, 17P/Holmes kuyruklu yıldızı kısa süreliğine Güneş'ten daha büyük, belirsiz bir toz atmosferine sahip oldu. 1811 Büyük Kuyruklu Yıldızı da kabaca Güneş'in çapı kadar bir komaya sahipti. Koma oldukça büyük olabilse de Güneş'ten civarındaki Mars yörüngesini geçtiği zaman boyutu küçülebilir. Bu mesafede güneş rüzgarı, gaz ve tozu komadan uzaklaştıracak kadar güçlenir ve bunu yaparken kuyruğu genişletir. İyon kuyruklarının bir astronomik birimi (150 milyon km) veya daha fazla uzattığı gözlemlenmiştir. Hem koma hem de kuyruk Güneş tarafından aydınlatılır ve kuyruklu yıldız iç Güneş Sisteminden geçtiğinde görünür hale gelebilir, gazlar iyonizasyondan parlarken toz güneş ışığını doğrudan yansıtır. Kuyruklu yıldızların çoğu teleskop yardımı olmadan görülemeyecek kadar soluktur ancak her on yılda bir birkaç tanesi çıplak gözle görülebilecek kadar parlaklaşır. Bazen bir kuyruklu yıldız büyük ve ani bir gaz ve toz patlaması yaşayabilir ve bu sırada koma boyutu bir süreliğine büyük ölçüde artar. Bu, 2007'de Holmes kuyruklu yıldızı'na oldu. 1996'da kuyruklu yıldızların X-ışın'ları yaydıkları bulundu. Bu, gök bilimcileri büyük ölçüde şaşırttı çünkü X-ışını emisyonu genellikle çok yüksek sıcaklık cisimleri ile ilişkilidir. X-ışınları kuyruklu yıldızlar ve güneş rüzgarı arasındaki etkileşim tarafından üretilir: çok yüklü güneş rüzgar iyonları kuyruklu yıldız atmosferi boyunca uçarken, "şarj değişimi" denilen işlemle atomdan bir veya daha çok elektronu "çalarak" kuyruklu yıldız atomları ve molekülleriyle çarpışırlar. Güneş rüzgar iyonuna bir elektronun bu değiş tokuşunu veya transferini, X-ışınları ve uzak ultraviyole fotonların emisyonu ile iyonun temel durumuna uyarılması izler. Yay şoku. Yay şok'ları, komadaki gazların iyonlaşmasıyla oluşan güneş rüzgarı ile kuyruklu yıldız iyonosferi arasındaki etkileşimin sonucunda oluşur. Kuyruklu yıldız Güneş'e yaklaştıkça artan gaz çıkışı oranları komanın genişlemesine neden olur ve güneş ışığı komadaki gazları iyonize eder. Güneş rüzgarı bu iyon komasından geçtiğinde yay şoku ortaya çıkar. İlk gözlemler 1980'lerde ve 90'larda birkaç uzay aracı 21P/Giacobini-Zinner, 1P/Halley, ve 26P/Grigg–Skjellerup tarafından uçarken yapıldı. Daha sonra kuyruklu yıldızlardaki pruva şoklarının, örneğin Dünya'da görülen keskin gezegen pruva şoklarından daha geniş ve daha kademeli olduğu bulundu. Bu gözlemlerin tümü, yay şokları zaten tam olarak geliştirildiğinde günberi yakınında yapıldı. "Rosetta" uzay aracı, kuyruklu yıldızın Güneş'e doğru yolculuğu sırasında gaz çıkışı arttığında, yay şoku gelişiminin erken bir aşamasında 67P/Churyumov–Gerasimenko kuyruklu yıldızındaki yay şokunu gözlemledi. Bu genç yay şokuna "bebek yay şoku" adı verildi. Bebek yay şoku asimetriktir ve çekirdeğe olan mesafeye göre tam gelişmiş yay şoklarından daha geniştir. Kuyruklar. Dış Güneş Sisteminde kuyruklu yıldızlar donmuş ve hareketsiz kalır ve küçük boyutları nedeniyle Dünya'dan tespit edilmesi son derece zor veya imkansızdırlar. Kuiper kuşağı içindeki etkin olmayan kuyruklu yıldız çekirdeklerinin istatistiksel tespitleri Hubble Uzay Teleskobu tarafından yapılan gözlemlerden bildirilmiştir ancak bu tespitler sorgulanmıştır. Kuyruklu yıldız iç Güneş Sistemine yaklaştıkça güneş radyasyonu kuyruklu yıldızın içindeki uçucu maddelerin buharlaşmasına ve çekirdekten dışarı akmasına neden olarak tozu da beraberinde taşır. Toz ve gaz akışlarının her biri biraz farklı yönlere işaret eden kendi ayrı kuyruğunu oluşturur. Toz kuyruğu, kuyruklu yıldızın yörüngesinde genellikle II. tip veya toz kuyruk adı verilen kavisli bir kuyruk oluşturacak şekilde geride bırakılır. Aynı zamanda iyon veya tip I kuyruk, gazlardan oluşur, her zaman doğrudan Güneş'ten uzağı işaret eder çünkü bu gaz güneş rüzgarından tozdan daha güçlü etkilenir, yörünge yolundan ziyade manyetik alan çizgilerini izler. Bazı durumlarda, örneğin Dünya bir kuyruklu yıldızın yörünge düzleminden geçtiğinde, iyon ve toz kuyruklarının tersi yönü gösteren karşıkuyruk görülebilir. Anti-kuyrukların gözlemlenmesi, güneş rüzgarının keşfine önemli ölçüde katkıda bulundu. İyon kuyruğu, komadaki parçacıkların güneş morötesi radyasyonu ile iyonlaşması sonucu oluşur. Parçacıklar iyonize edildikten sonra, net pozitif elektrik yüküne ulaşırlar ve bu da kuyruklu yıldızın çevresinde "indüklenmiş manyetosfer" oluşmasına neden olur. Kuyruklu yıldız ve indüklenen manyetik alanı, dışarı doğru akan güneş rüzgarı parçacıklarına engel oluşturur. Kuyruklu yıldızın ve güneş rüzgarının göreceli yörünge hızı süpersonik olduğundan kuyruklu yıldızın akış yönünde güneş rüzgarının akış yönünde yay şoku oluşur. Bu yay şokunda, büyük kuyruklu yıldız iyonları ("toplayıcı iyonlar" denilir) toplanır ve güneş manyetik alanını plazma ile "yüklemek" için hareket ederler böylece alan çizgileri iyon kuyruğunu oluşturan kuyruklu yıldızın etrafında "örtülür". İyon kuyruğu yüklemesi yeterliyse manyetik alan çizgileri, iyon kuyruğu boyunca belirli bir mesafede manyetik yeniden bağlantı oluştuğu noktaya kadar birlikte sıkıştırılır. Bu, bir "kuyruk kopukluk olayına" yol açar. Bu birkaç kez gözlendi, 20 Nisan 2007'de Encke kuyruklu yıldızı'nın iyon kuyruğunda kayda değer bir olay kaydedildi. Kuyruklu yıldız taçküre kütle atımı içinden geçerken tamamen kopmuştu. Bu olay STEREO uzay sondası tarafından gözlemlendi. 2013'te ESA bilim adamları Venüs gezegeninin iyonosfer’inin benzer koşullar altında bir kuyruklu yıldızdan akarken görülen iyon kuyruğuna benzer şekilde dışa doğru aktığını bildirdi." Jetler. Düzensiz ısıtma, yeni oluşan gazların, bir gayzer gibi, kuyruklu yıldızın çekirdeğinin yüzeyindeki zayıf bir noktadan dışarı çıkmasına neden olabilir. Bu gaz ve toz akışları çekirdeğin dönmesine ve hatta parçalanmasına neden olabilir. 2010 yılında, kuru buzun (donmuş karbon dioksit) kuyruklu yıldız çekirdeğinden dışarı akan madde jetlerine güç sağlayabildiği ortaya çıktı. Hartley 2'nin kızılötesi görüntüsü, bu tür jetlerin çıktığını ve onunla birlikte toz tanelerini komaya taşıdığını gösterir. Kuyruklu yıldızlar, Güneş yakınından yüzlerce geçişin sonunda (yaklaşık 500 geçiş sonunda), buz ve gazlarının tamamına yakınını yitirerek asteroidlere benzer bir görünüm kazanırlar (muhtemelen Dünya'ya yakın asteroidlerin bazıları ölü kuyruklu yıldızlardır). Yörüngeleri Güneş'e yaklaşan kuyruklu yıldızların, Güneş ya da gezegenlerle çarpışma ya da oldukça yakın bir geçişle (özellikle Jüpiter'e yakın geçerlerse), Güneş Sistemi dışına atılmaları olasılığı vardır. Kuyruklu yıldızlar içinde en ünlüsü Halley kuyruklu yıldızıdır. Yakın geçmişte görülen kuyruklu yıldızlar, 1994 yazında Jüpiter'e çarpan SL 9 (Shoemaker-Levy) ve 1997 yılında çıplak gözle gözlemlenen Hale-Bopp ve 2002 yılında görülen İkeya Seki kuyruklu yıldızı'dır. Kuyruklu yıldızlar Güneş'e yeterince yakın olmadıkça görülmezler. Bazılarının yörüngesi Güneş Sistemi'nin bir hayli dışına taşar, bunlar bir kez görüldükten sonra binlerce yıl geri dönmezler. Sadece kısa ve orta periyodlu kuyruklu yıldızların (Halley kuyruklu yıldızı gibi) yörüngelerinin en azından önemli bir bölümü Güneş Sistemi içinde kalır. Yörünge özellikleri Kuyruklu yıldızların çoğu, yörüngelerinin bir kısmında onları Güneş'e yaklaştıran ve geri kalanında Güneş Sisteminin daha uzak yerlerine götüren uzun eliptik yörüngeleriyle küçük güneş sistemi cisimleri'dir. Kuyruklu yıldızlar genellikle yörünge periyodu uzunluklarına göre sınıflandırılır: Periyot ne kadar uzun olursa elips de o kadar uzun olur. Yörünge Özellikleri. Kısa periyot. Periyodik kuyruklu yıldızlar veya kısa periyodlu kuyruklu yıldızlar genellikle yörünge periyodu 200 yıldan az olarak tanımlanır. Genellikle ekliptik düzleminde gezegenlerle aynı yönde daha büyük veya daha az yörüngede dönerler. Yörüngeleri onları genellikle günötesi'deki dış gezegenlerin (Jüpiter ve ötesine) bölgesine götürür; örneğin, Halley Kuyruklu yıldızının günötesi Neptün yörüngesinin biraz ötesindedir. Aphelia'ları büyük bir gezegenin yörüngesine yakın olan kuyruklu yıldızlara "aile" denir. Bu tür ailelerin eskiden uzun periyodlu kuyruklu yıldızları daha kısa yörüngelerde yakalayan gezegenden kaynaklandığı düşünülür. En kısa yörünge periyodunda, Encke Kuyruklu yıldızının Jüpiter'in yörüngesine ulaşmayan bir yörüngesi vardır ve Encke tipi kuyruklu yıldız olarak bilinir. Yörünge periyotları 20 yıldan az olan ve ekliptik için düşük eğimli (30 dereceye kadar) kısa periyodlu kuyruklu yıldızlara geleneksel Jüpiter ailesi kuyruklu yıldızları (JFC'ler) denir. Halley gibi yörünge periyotları 20 ile 200 yıl arasında değişen ve eğimleri sıfırdan 90 dereceden fazla olan kuyruklu yıldızlara Halley tipi kuyruklu yıldızlar (HTC'ler) denir. , 691 tanımlanmış JFC ile karşılaştırıldığında, 91 HTC'ler gözlemlendi. Yakın zamanda keşfedilen ana kuşak kuyruklu yıldızlar, asteroit kuşağı içinde daha dairesel yörüngelerde dönen ayrı bir sınıf oluştururlar. Eliptik yörüngeleri onları sıklıkla dev gezegenlere yaklaştırdığı için kuyruklu yıldızlar daha çok yerçekimi pertürbasyonları'na maruz kalırlar. Kısa periyotlu kuyruklu yıldızlar, afellerinin dev gezegen'in yarı ana ekseniyle çakışma eğilimine sahiptir ve JFC'ler en büyük gruptur. Oort bulutu'ndan gelen kuyruklu yıldızların yörüngelerinin yakın bir karşılaşmanın sonucunda dev gezegenlerin yerçekiminden güçlü bir şekilde etkilendiği açıktır. Jüpiter, diğer tüm gezegenlerin toplam kütlesinin iki katından fazla kütleye sahip olmasıyla en büyük sapmaların kaynağıdır. Bu saptırmalar, uzun periyodlu kuyruklu yıldızları daha kısa yörünge periyotlarına doğru saptırabilir. Yörünge özelliklerine dayanarak, kısa periyodlu kuyruklu yıldızların centaurlar ve Kuiper kuşağından/saçılmış disk Neptün-ötesi gezegendeki bir nesne diskinden kaynaklandığı düşünülür. Uzun periyodu kuyruklu yıldızların kaynağının çok daha uzaktaki küresel Oort bulutu olduğu düşünülür (varlığını varsayan Hollandalı astronom Jan Hendrik Oort'tan sonra). Kuyruklu yıldız benzeri cisimlerin büyük sürülerinin, bu uzak bölgelerde kabaca dairesel yörüngelerde Güneş'in yörüngesinde döndüğü düşünülür. Ara sıra, dış gezegenlerin (Kuiper kuşağı cisimleri durumunda) veya yakındaki yıldızların (Oort bulut nesneleri durumunda) yerçekimi etkisi, bu cisimlerden birini eliptik bir yörüngeye fırlatabilir ve bu da onu Güneş'e doğru içeri doğru götürüp görünür bir kuyruklu yıldız yapacak yörünge oluşturur. Yörüngeleri önceki gözlemlerle belirlenmiş olan periyodik kuyruklu yıldızların geri dönüşünden farklı olarak, bu mekanizma ile yeni kuyruklu yıldızların ortaya çıkması tahmin edilemez. Güneşin yörüngesine fırlatıldığında ve sürekli olarak ona doğru çekildiğinde, kuyruklu yıldızlardan ömürlerini büyük ölçüde etkileyen tonlarca madde sıyrılır; ne kadar madde alınırsa, o kadar kısa yaşarlar ve bunun tersi de geçerlidir. Uzun periyot. Uzun periyodlu kuyruklu yıldızların yüksek eksantrik yörüngeleri ve 200 yıldan binlerce hatta milyonlarca yıla kadar değişen periyotları vardır. Günberi’ye (ingilizce: perihelion) yakınken 1'den büyük bir eksantriklik kuyruklu yıldızın Güneş Sistemi'nden ayrılacağı anlamına gelmez. Örneğin, McNaught Kuyruklu yıldızı, Ocak 2007'de günberi geçidinin çağ yakınında 1.000019'luk güneş merkezli oskülatör eksantrikliğine sahipti ancak kabaca 92,600 yıllık Güneş'e bağlı yörüngedir çünkü eksantriklik Güneş'ten uzaklaştıkça 1'in altına düşer. Uzun periyotlu bir kuyruklu yıldızın gelecekteki yörüngesi, oskülatör yörünge gezegen bölgesini terk ettikten sonra bir çağda hesaplandığında ve Güneş Sistemi'nin kütle merkezi 'ne göre hesaplandığında düzgün bir şekilde elde edilir. Tanım olarak uzun periyotlu kuyruklu yıldızlar kütleçekimsel olarak Güneş'e bağlı kalırlar; dev gezegenlerin yakın geçişleri nedeniyle Güneş Sistemi'nden fırlatılan bu kuyruklu yıldızlar artık uygun "periyotlu" kabul edilmezler. Uzun periyotlu kuyruklu yıldızların yörüngeleri onları aphelia'daki dış gezegenlerin çok ötesine götürür ve yörüngelerinin düzleminin ekliptik yakınında olması gerekmez. C/1999 F1 ve C/2017 T2 (PANSTARRS) gibi uzun periyotlu kuyruklu yıldızlar 6 milyon yıl civarında tahmin edilen yörüngeleriyle yaklaşık günötesi (İngilizce: aphelion) mesafelerine sahip olabilirler. Tek-görünümlü veya periyodik olmayan kuyruklu yıldızlar, uzun periyotlu kuyruklu yıldızlara benzer, çünkü onlar da iç Güneş Sisteminde günberiye yakınken parabolik veya hafif hiperbolik yörüngelere sahiptir. Ancak dev gezegenlerden gelen kütleçekimsel bozulmalar yörüngelerinin değişmesine neden olur. Tek-görünümlü kuyruklu yıldızlar, Güneş'in tek geçişinden sonra Güneş Sistemi'nden kalıcı olarak çıkmalarına izin veren hiperbolik veya parabolik oskülatör yörünge'lidirler. Güneş'in Hill küresi'nin lik kararsız maksimum bir sınırı vardır. Sadece birkaç yüz kuyruklu yıldızın günberiye yakın olduklarında hiperbolik bir yörüngeye (e > 1) ulaştığı görülmüştür, bu da güneş merkezli pertürede olmayan iki cisim'li en uygun'un Güneş Sistemi'nden kaçabileceklerini düşündürür. 2019 itibarıyla birden fazla eksantriklik değerine sahip Güneş Sistemi dışında bir orjini gösteren yalnızca iki gök cismi 1I/ʻOumuamua ve 2I/Borisov keşfedildi. Yaklaşık 1.2 eksantriklikle ʻOumuamua, Ekim 2017'de iç Güneş Sistemi'nden geçişi sırasında hiçbir optik kuyruklu yıldız faaliyeti belirtisi göstermese de yörüngesindeki değişiklikler (gaz çıkışı olduğunu düşündüren) onun muhtemelen bir kuyruklu yıldız olduğunu gösterir. Öte yandan, tahmini eksantrikliği yaklaşık 3.36 olan 2I/Borisov'un kuyruklu yıldızların koma özelliğine sahip olduğu gözlemlendi ve ilk belirlenen yıldızlararası kuyruklu yıldız olduğu kabul edilir. Kuyruklu yıldız C/1980 E1 1982 günberi geçişinden önce kabaca 7.1 milyon yıllık bir yörünge periyoduna sahipti ancak 1980'de Jüpiter ile karşılaşması kuyruklu yıldızı hızlandırdı ve ona makul gözlem arklı herhangi bilinen güneş kuyruklu yıldızının en büyük eksantrikliğini (1.057) verdi.<ref name="C/1980E1-jpl"></ref> İç Güneş Sistemine dönmesi beklenmeyen kuyruklu yıldızlar arasında C/1980 E1, C/2000 U5, C/2001 Q4 (NEAT), C/2009 R1, C/1956 R1 ve C/2007 F1 (LONEOS) vardır. Bazı otoriteler "periyodik kuyruklu yıldız" terimini periyodik yörüngeye sahip herhangi bir kuyruklu yıldıza (yani, tüm kısa periyotlu kuyruklu yıldızlar artı tüm uzun periyotlu kuyruklu yıldızlar) atıfta bulunmak için kullanırken, diğerleri bunu yalnızca kısa periyotlu kuyruklu yıldızlar anlamında kullanır. Benzer şekilde "periyodik olmayan kuyruklu yıldız"ın gerçek anlamı "tek-görüntülenen kuyruklu yıldız" ile aynı olmasına rağmen, bazıları bunu ikinci anlamda "periyodik" olmayan tüm kuyruklu yıldızlar anlamında kullanırlar (yani, 200 yıldan daha uzun bir süre ile tüm kuyruklu yıldızları da kapsar). İlk gözlemler, birkaç gerçekten hiperbolik (yani periyodik olmayan) yörüngeyi ortaya çıkardı ancak bunlar Jüpiter'den gelen bozulmalarla açıklanamayacak kadar fazla değildiler. Yıldızlararası uzay'dan gelen kuyruklu yıldızlar, Güneş'e yakın yıldızların göreli hızlarıyla aynı düzende (saniyede birkaç on km) hızlarla hareket eder. Bu tür nesneler Güneş Sistemi'ne girdiklerinde, pozitif özgül yörünge enerjisi'ne sahip olurlar ve bu da pozitif bir sonsuzdaki hız (formula_1) ile sonuçlanır ve özellikle de hiperbolik yörüngeleri vardır. Kaba bir hesaplama, Jüpiter'in yörüngesinde her yüzyılda dört hiperbolik kuyruklu yıldız olabileceğini, bir ve belki de iki büyüklük mertebesi alabileceklerini ortaya koyar. Oort bulutu ve Hills bulutu. Oort bulutunun ve başlayan ve ye kadar Güneş'ten uzak geniş bir alanı kapladığı düşünülmektedir. Bu bulut, güneş sistemimizin ortasından başlayarak Kuiper Kuşağı'nın dış sınırlarına kadar uzanan güneşi çevreleyen gök cisimlerini kaplar. Oort bulutu, gök cisimlerinin yaratılması için gerekli olan uygun malzemelerden oluşur. Bugün sahip olduğumuz gezegenler, yalnızca güneşin yerçekimi tarafından yoğunlaştırılan ve oluşan gezegenler (gezegenlerin oluşumuna yardımcı olan artık uzay parçaları) nedeniyle var olurlar. Bu kapana kısılmış gezegenlerden yapılan eksantrik, Oort Bulutunun bile var olmasının nedenidir. Bazı tahminler, dış kenarı arasına yerleştirir. Bölge, 'luk küresel bir dış Oort bulutu ve halka şeklindeki bir iç bulut olan Hills bulutu, olarak alt bölümlere ayrılabilir. Dış bulut, Güneş'e yalnızca zayıf bir şekilde bağlıdır ve Neptün yörüngesinin içine düşen uzun dönemli (ve muhtemelen Halley tipi) kuyruklu yıldızları besler. İç Oort bulutu, 1981'de varlığını öneren J. G. Hills'in adını taşıyan Hills bulutu olarak da bilinir. Modeller, iç bulutun, dış halenin onlarca veya yüzlerce katı kadar kuyruklu yıldız çekirdeğine sahip olması gerektiğini öngörür; nispeten zayıf dış bulutu besleyen olası bir yeni kuyruklu yıldız kaynağı olarak görülür çünkü sonuncusunun sayıları yavaş yavaş tükeniyor. Hills bulutu, Oort bulutunun milyarlarca yıl sonra devam eden varlığını açıklar. Dış kuyruklu yıldızlar. Güneş Sistemi'nin ötesindeki dış kuyruklu yıldızlar da (Exocomet) tespit edildi ve bunlar Samanyolu'nda yaygın olabilir. Tespit edilen ilk dış kuyruklu yıldız sistemi, 1987'de çok genç bir A-tipi ana kol yıldızı olan Beta Pictoris civarındaydı. Kuyruklu yıldızların, yıldızlarının yakınından geçerken yaydıkları büyük gaz bulutlarının neden olduğu absorpsiyon spektrumunu kullanılarak, 2013'ten beri toplam 11 dış kuyruklu yıldız sistemi tanımlanmıştır. On yıl boyunca Kepler (uzay aracı) teleskobu güneş sistemi dışındaki gezegenleri ve diğer formları araştırmaktan sorumluydu. İlk geçiş yapan dış kuyruklu yıldızlar, Kepler Uzay Teleskobu tarafından kaydedilen ışık eğrilerinde profesyonel gök bilimcilerden ve vatandaş bilim adamlarından oluşan bir grup tarafından Şubat 2018'de bulundu. Kepler Uzay Teleskobu Ekim 2018'de emekli olduktan sonra, Kepler'in görevini TESS Teleskobu adlı yeni bir teleskop devraldı. TESS'in uzaya fırlatılmasından bu yana, gök bilimciler, TESS'ten gelen bir ışık eğrisini kullanarak Beta Pictoris yıldızı etrafındaki kuyruklu yıldızların geçişlerini keşfettiler. TESS devraldığından beri, gök bilimciler o zamandan beri dış kuyruklu yıldızları spektroskopik yöntemle daha iyi ayırt edebildiler. Yeni gezegenler, bir gezegen ana yıldızını gölgede bıraktığında harita okumalarında simetrik bir düşüş olarak görülen beyaz ışık eğrisi yöntemiyle tespit edilir. Ancak, bu ışık eğrilerinin daha fazla değerlendirilmesinden sonra, sunulan eğimlerin asimetrik modellerinin bir kuyruklu yıldızın veya yüzlerce kuyruklu yıldızın kuyruğundan kaynaklandığı keşfedildi. Kuyruklu yıldızların etkileri. Meteor yağmurları ile bağlantı. Kuyruklu yıldızlar Güneş'in yakınından geçip ısınırken buzlu bileşenlerdeki gaz çıkışı, radyasyon basıncı ya da güneş rüzgarı tarafından süpürülemeyecek kadar büyük katı bir malzemeyi açığa çıkarır. Dünya'nın yörüngesi bu ince kayaçlı malzeme taneciklerinden oluşmuş enkaz izinden geçerken bir meteor yağmuru oluşması muhtemeldir. Yoğun enkaz izleri hızlı ama kuvvetli meteor yağmurlarına sebep olurken, yoğunluğu düşük olan enkaz izleri daha uzun süren ancak daha kuvvetsiz bir meteor yağmuruna sebep olur. Genellikle enkaz izinin yoğunluğu, ana kuyruklu yıldızın enkazı bırakmasından sonra geçen zamana bağlıdır. Örneğin perseid meteor yağmuru, Dünya'nın Swift-Tuttle Kuyruklu Yıldızı'nın yörüngesinden geçtiği her yıl 9 ila 13 Ağustos arasında meydana gelir. Ekim ayında görülen Orionid meteor yağmurunun kaynağı ise Halley kuyruklu yıldızıdır. Yörüngelerine göre sınıflandırma. Kuyruklu yıldızlar ilke olarak Güneş'in çekim alanının etkisi altındadır. Yörüngeleri elips, parabol ender olarak da hiperbol çizer. Bu yörüngeler, izledikleri yola en yakın biçimleri ifade eder, çünkü kuyruklu yıldızlar aynı zamanda Güneş Sistemi'nin dokuz gezegeninin ve kendi çekirdeklerinden açığa çıkan anizotrop gazları çekim gücüyle bağlantısı olmaksızın etkisi altındadır. Bunlar, yörünge periyotlarına göre, yani Güneş'in çevresinde tam bir dolanım yapmak için harcadıkları zamana göre sınıflandırılırlar. Listesi yapılan 710 kuyruklu yıldızdan 121'inin periyodu 200 yılın altındadır; Bunlara "kısa periyotlu"'lar denir. Geriye kalan 589'u da "uzun periyotlular" grubunu oluşturur (Örneğin; C/2021 A1 (Leonard) gibi. Kısa periyodlular günberi noktalarına yaklaştıklarında genel olarak birkaç kez gözlemlenebilir, bu da yörüngelerinin kesin belirlenmesini sağlar. Bunlar, Güneş'in çevresinde, Dünya'nın tutulumuna (Dünya'nın Güneş çevresindeki yörünge düzlemi) oranla biraz daha eğik bir düzlem içinde elips yörüngeler çizer; çoğu zaman Dünya ve öteki gezegenler yönünde dönerler (doğru yön). Günberi noktaları 0,34 AB ile 2,5 AB (1 AB = 1 astronomi birimi = Dünya ile Güneş arasındaki ortalama mesafe, yani yaklaşık 150 milyon kilometre) arasındadır. Bu mesafenin ötesinde güçlükle gözlemlenirler. Periyodik kuyruklu yıldızların günöte noktaları çoğunlukla dev gezegenlerin yakınındadır. Günöte noktası, özellikle Güneş'ten 4 ilâ 6 AB uzaklıklar arasında Jüpiter'in yörüngesinin yakınındadır. En küçük yörünge periyoduna (yaklaşık 3 yıl 4 ay) sahip kuyruklu yıldız Encke Kuyruklu Yıldızı'dır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13388", "len_data": 27272, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.86 }
Metan, kimyasal formülü CH4 (Karbon ve 4 Hidrojen atomu) olan bileşiktir. Normal sıcaklık ve basınçlarda gaz hâlinde bulunan metan, kokusuzdur. Doğalgazın bir bileşenidir ve önemli bir yakıttır. Metan, insanlar için zehirli değildir ancak yüksek konsantrasyonlarda boğucu olabilir. Oksijenin varlığında bir mol metanın yanmasıyla bir mol karbondioksit ve iki mol su ve 55.5 MJ/kg ısı açığa çıkar: Doğal metan hem zemin altında hem de deniz tabanı altında bulunabilir. Yüzeye ve atmosfere ulaştığında atmosferik metan olarak bilinir. Endüstriyel devrimden önce (1750 yılında) atmosferdeki metan 720 ppb seviyesindeydi. 2000'li yılların başında metan seviyesi stabil bir seviyeye ulaşmış, ancak 2007'den beri atmosferdeki metan oranı hızlı bir artış göstermektedir. 2017 yılında, atmosferik metan 1850 ppb seviyesine ulaşmıştır. 1750'den beri Dünya'nın atmosferik metan konsantrasyonu yaklaşık %150 oranında arttı ve uzun süren ve küresel olarak karışan sera gazlarının toplam radyasyon zorlamalarının %20'sini oluşturuyor (bu gazlar su buharı içermiyor; Sera etkisinin en büyük bileşeni). Metan, sera gazlarının içerisinde, Küresel ısınmada oynadığı rol açısından, Karbondioksit'ten sonra ikinci sırada gelmektedir. Ayrıca çöplerdeki metandan yakıt elde edilebilir. Doğal metan gazları atmosfere zarar vermez. Metanojen arkeler metan üretimi yapar. Bu canlı türü zorunlu anaerob bir arkedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13394", "len_data": 1390, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.14 }
Hidrokarbon, organik kimyada tamamen karbon ve hidrojen atomlarından oluşan organik bileşiklerin genel adıdır. Hidrokarbonlar, 14. grup hidrürlerine örnek teşkil eder. Genellikle renksiz ve hidrofobiktirler; kokuları hafif olup, benzin ya da çakmak gazını andırabilir. Moleküler yapıları ve fiziksel hâlleri açısından çok sayıda çeşitli biçimlerde bulunabilirler: gaz (örneğin metan ve propan), sıvı (örneğin hekzan ve benzen), düşük erime noktalı katı (örneğin parafin mumu ve naftalin) ya da polimer (örneğin polietilen ve polistiren) hâlinde olabilirler. Hidrokarbonlar çok çeşitlidir ve birçok üyesi endüstriyel bakımdan önemlidir. Örneğin metan doğal gazın temel maddesidir. Benzin, hidrokarbonlar karışımı olduğu gibi benzen, naftalin ve asetilen de birer hidrokarbondur. Organik bileşiklerin birçok sınıfının sistematik olarak adlandırılmasında hidrokarbonların adlandırılması esas olması nedeniyle hidrokarbonlar teorik bakımdan da önemlidir. Hidrokarbon tipleri. Hidrokarbonlar yapılarına bağlı olarak alifatik, aromatik ve alisiklik bileşikler olarak sınıflandırılır. Alifatik ve alisiklik bileşikler de doymuş ve doymamış olarak sınıfandırılır. Doymuş hidrokarbon, mümkün olan en çok hidrojen ihtiva eder ve karbonlar birbirlerine bir elektron çiftinin meydana getirdiği tek elektron bağı ile bağlıdırlar. Doymamış hidrokarbonlarda ise karbonlar birbirlerine çift veya üç bağ ile bağlanmışlardır. Alifatik hidrokarbonlar, hidrojen atomlarının bağlı olduğu düz veya dallanmış karbon zincirlerinden meydana gelmiştir. Doymuş alifatik hidrokarbonlar. Bunlara alkanlar veya parafinler de denir. Genel formülü CnH2n+2'dir (n: karbon sayısı). Alkanlar bir homolog seri meydana getirir ki bu seride birbirini takip eden bileşikler arasında (CH2) kadar fark vardır. Bu fark nedeniyle homolog (aynı) seri oluştururlar. Bileşikler birbirine yakın benzerlik gösterir. Karbon sayısı birden ona kadar olan alkanlar: metan, etan, propan, bütan, pentan, hekzan, heptan, oktan, nonan ve dekan şeklinde adlandırılır. Dört karbonlu hidrokarbonlardan itibaren izomeri görülür. Alkanlar doymuş olduklarından sadece yer değiştirmesi tepkimesi verir ve yanıcıdır. Genel yanma tepkimeleri: Bu olay aynı zamanda alkanların yükseltgenmesi manasına da gelir. Doymamış hidrokarbonlar. Alkenler. Bu sınıfa olefinler sınıfı da denir. Bu sınıfta en az iki karbon arasında çift bağ vardır. Çift bağın hangi karbonlar arasında olduğunu belirtmek için rakam kullanılır. Bu rakam çift bağın bağlı olduğu karbonlardan ilkine aittir. SP2 hibritleşmesi yaparlar. Birbirini takip eden iki alkan molekülü arasında CH2kadar fark vardır. Homolog seri oluştururlar. Alkenler oldukça aktiftir. Doymamış karbonlara hidrojen, halojen ve diğer bazı bileşikler katılır. Genel formülleri CnH2n'dir. Alkinler. Doymamış diğer hidrokarbon grubudur. Karbonlardan bir çiftinin arasında üç bağ vardır. Karbon sayısının Latincesinin sonuna İN eki getirilerek adlandırılır: Alkinler kimyasal olarak alkenlere göre çok daha aktiftir. Genel formülü CnH2n-2'dir. Aromatik hidrokarbonlar. Aromatik hidrokarbonlar bir veya daha çok benzen halkası ihtiva ederler. Benzen halkasına çeşitli grupların girdirilmesi ile çeşitli bileşikler elde edilir. Toluen, ksilen, naftalin gibi misaller vermek mümkündür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13397", "len_data": 3253, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.9 }
Jeolojik zaman cetveli (veya ölçeği), Dünya'nın jeolojik kayıtlarına dayanan bir zaman temsil şeklidir. Jeolojik zaman cetveli, kronostratigrafiyi (jeolojik katmanları zamanla ilişkilendirme) ve jeokronolojiyi (kayaçların yaşını belirlemeyi amaçlayan bir jeoloji dalı) kullanan bir kronolojik tarihleme sistemidir. Özellikle yer bilimciler (jeologlar, paleontologlar, jeofizikçiler, jeokimyacılar ve paleoklimatologlar dahildir) tarafından jeolojik tarihteki olayların zamanlamasını ve ilişkilerini tanımlamak için kullanılır. Zaman cetveli, kayaç katmanlarının incelenmesi, bu katmanların ilişkilerinin gözlemlenmesi, litoloji, paleomanyetik özellikler ve fosiller gibi özelliklerin tanımlanmasıyla geliştirilmiştir. Standartlaştırılmış uluslararası jeolojik zaman birimlerinin tanımlanması, birincil amacı jeolojik zaman bölümlerini gösteren "Uluslararası Kronostratigrafik Çizelge"'deki (ICC) global kronostratigrafik birimleri kesin olarak tanımlayan Uluslararası Jeolojik Bilimler Birliği'nin (IUGS) kurucu organı Uluslararası Stratigrafi Komisyonu'nun (ICS) sorumluluğundadır. Kronostratigrafik bölümler ise jeokronolojik birimleri tanımlamak için kullanılır. Bazı yerel ve bölgesel terimler hala kullanımda olsa da, bu başlık altında sunulan jeolojik zaman çizelgesi, uluslararası bir standart kaynak olan Uluslararası Kronostratigrafik Çizelge'ye dayandığından, ICS tarafından belirlenmiş isimlendirme, dönem ve renk kodlarına uymaktadır. Terminoloji. Jeolojik zamanın bölümleri. Üst zaman, en büyük (resmî) jeokronolojik zaman birimidir ve bir kronostratigrafik birim olan eonotemin eşdeğeridir. Nisan 2022 itibarıyla, resmî olarak tanımlanmış üç üst zaman/eonotem vardır. Bunlar kronolojik sırayla Arkeen, Proterozoyik ve Fanerozoyik'tir. Hadeen gayri resmi bir üst zaman/eonotemdir, ancak yaygın olarak kullanılır. Zaman, ikinci en büyük jeokronolojik zaman birimidir ve bir kronostratigrafik birim olan eratemin eşdeğeridir. Nisan 2022 itibarıyla 10 tane tanımlanmış dönem/eratem vardır. Dönem, "zamanın" altında ve "çağın" üzerinde yer alan ana bir zaman birimidir. Bir kronostratigrafik birim olan sistemin jeokronolojik eşdeğeridir. Nisan 2022 itibarıyla 22 tane tanımlanmış dönem/sistem vardır. Sadece Karbonifer Dönemi/Sistemi için bir istisna vardır ve bu dönem için diğer dönemlerin aksine iki adet alt dönem/alt sistem (Misisipiyen ve Pensilvaniyen) kullanılır. Devre, "dönem" ile "çağ" arasında yer alır ve ikinci en küçük jeokronolojik birimdir. Bir kronostratigrafik birim olan serinin eşdeğeridir. Nisan 2022 itibarıyla 37 adet resmî ve bir adet gayriresmî devre/seri vardır. Ayrıca hepsi Neojen ve Kuvaterner içinde olan 11 tane alt devre/alt seri vardır. Uluslararası kronostratigrafide alt serilerin/alt dönemlerin, resmi birer birim olarak kullanımı 2022'de onaylandı. Çağ, en küçük hiyerarşik jeokronolojik birimdir ve bir kronostratigrafik birim olan katın eşdeğeridir. Nisan 2022 itibarıyla 96 resmî ve 5 gayriresmî çağ/kat vardır. "Kron", hiyerarşik olmayan, resmî bir jeokronoloji birimidir ve bir kronostratigrafik birim olan kronozonun eşdeğeridir. Bunlar önceden tanımlanmış stratigrafik birimlere veya jeolojik özelliklere dayandığından, manyetostratigrafik, litostratigrafik veya biyostratigrafik birimlerle bağlantılıdır. "Erken" ve "Geç" alt bölümleri, kronostratigrafik "Alt" ve "Üst"'ün jeokronolojik eşdeğerleri olarak kullanılır. Örneğin, Alt Triyas Serisi (kronostratigrafik birim) yerine Erken Triyas Dönemi (jeokronolojik birim) kullanılır. Özünde, belli bir kronostratigrafik birimi temsil eden kayaçların o kronostratigrafik birim olduğunu ve yerleştirildikleri zamanın da jeokronolojik birim olduğu söylenebilir. Buna bir örnek vermek gerekirse, Silüriyen Serisi'ni temsil eden kayaçların Silüriyen Serisi "olduğunu" ve bunların Silüriyen Dönemi "sırasında" çökeldiğinin söylenmesi doğrudur. Jeolojik zaman tablosu. Aşağıdaki tablo, yerkürenin jeolojik zaman ölçeğini oluşturan bölümlerin ana olaylarını ve özelliklerini özetlemektedir. Bu tablo, en yeni jeolojik dönemler üstte ve en eskiler altta olacak şekilde düzenlenmiştir. Tablodaki satırların yüksekliği, bu satırlardaki jeolojik birimlerin süresini yansıtmamaktadır. Bu nedenle tablo ölçekli değildir ve her bir jeokronolojik birimin zaman aralıklarını birbirileriyle oranlı bir şekilde temsil etmemektedir. Örneğin Fanerozoyik üst zaman, diğer üst zamanlardan daha uzun görünüyor olsa da yalnızca ~539 milyon yılı (Yerküre tarihinin ~%12'sini) kapsar. Fanerozoyik'ten önce gelen üç üst zaman ise toplam ~3.461 milyon yılı (yerküre tarihinin ~%76'sı) kapsar. Yerküre tarihindeki son üst zaman olan Fanerozoyik'e yönelik bu önyargı, Fanerozoyik'ten önce gelen üç üst zamanda gerçekleşen olaylara dair bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Alt serilerin/alt devrelerin kullanımı, Uluslararası Stratigrafi Komisyonu tarafından onaylanmıştır. Tablonun içeriği, bu çizelgenin çevrimiçi etkileşimli bir sürümünü sağlayan Uluslararası Stratigrafi Komisyonu tarafından üretilen ve sürdürülen resmî Uluslararası Kronostragrafik Çizelge'ye dayanmaktadır. İnteraktif sürüm, zaman çizelgesinin, SPARQL uç noktasında, Commission for the Management and Application of Geoscience Information GeoSciML projesiyle üretilmiş ve makine tarafından okunabilir Kaynak Tanımlama Çerçevesi/Web Ontoloji Dili temsiline dayalıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13400", "len_data": 5316, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.69 }
Paleontoloji, palaeontoloji yahut taşıl bilim, fosilleri veri olarak kullanarak dünyada yaşamın tarihini inceleyen bilim dalıdır. Yunanca palaios (eski), onto (varlık) ve logos (bilim) kelimelerinden türemiştir. Eski varlık bilimi olan paleontoloji; Stratigrafi, Sedimantoloji, Tarihsel jeoloji, Biyoloji, Ekoloji, Coğrafya, Klimatoloji ve Evrim ile yakın ilişkilidir. Bir başka tanımlamayla, taşılların şekilleri ve yapıları, evrimsel kalıpları, birbirleriyle ve modern canlı türleriyle taksonomik ilişkileri, coğrafi dağılımı ve çevre ile ilişkisini inceler. İlk paleontoloji araştırmaları Leonardo da Vinci tarafından, Mısır'dan getirilmiş kireç taşında nummulitleri görmesiyle yapılmaya başlanmıştır. Da Vinci nummulitlerin bir organizma kalıntısı olduğunu anlamıştır. Arkeolojiden farklı olarak taşıl bilimi, insan yapılarını ve salt insanlığı değil bir bütün olarak doğayı inceler. Özellikleri. Jeolojiden farklı olarak biyolojik sorular da sorduğu için jeolojiden farklı bir türdür. Taşılbiliminin amaçları, yüzyıllar boyunca, jeolojik zaman ölçeğinin gelişimi gibi jeolojik soruları yanıtlamaya odaklanmaktan, makroevrimsel süreçleri aydınlatmak gibi biyolojik soruları yanıtlamaya kadar çeşitlilik göstermiştir. Alt bölümler. Taşıl bilim zamanla gelişerek bazı alt bölümlere ayrılmıştır. Bu bölümler şunlardır: Mikropaleontoloji: Ait oldukları gruba bakılmaksızın genel olarak mikroskobik taşılların incelenmesi Paleobotanik: Taşıl bitkilerin incelenmesi; geleneksel olarak kara bitkilerine ek olarak fosil algler ve mantarların incelenmesini içerir. Paleoekoloji: Hem fosiller hem de diğer yöntemlerle ortaya konan geçmişin ekolojisi ve ikliminin incelenmesi. Omurgalı Paleontoloji: İlkel balıklardan memelilere kadar omurgalı fosillerinin incelenmesi. Omurgasız Paleontoloji: Yumuşakçalar, ekinodermler ve diğerleri gibi omurgasız hayvan fosillerinin incelenmesi. Taşıl biliminin kaynakları. Taşıllar. Taşıl biliminin başat kaynağı taşıllardır. Taşıllar, geçmişteki bir yaşam formunun bir izi, kalıntısı olarak nitelendirilebilir. Taşıllar, bitki, hayvan, mantar, bakteri ve tek hücreli canlıların yerlerini kayadaki kalıntılarına bıraktığı biçimlerdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13403", "len_data": 2164, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.09 }
Stratigrafi, katmanbilim ya da tabakabilim. Yerkabuğunun kısımları olarak ele alınan tabakalı kayaların formasyonlardan, bileşimlerden, istiflenmelerden ve korelasyonlarından söz açan jeoloji koludur. Bir alan veya bölgedeki kayaların nitelik, kalınlık, istiflenme, yaş ve korelasyon yönlerinden ele alan tasvirci jeoloji bölümüdür. Tarihsel Gelişimi. Nicholas Steno, De Solido adlı kitabında bu üç prensibe yer vererek konuyu başlatmıştır. William Smith, stratigrafiyi ilk 1790'lı yıllarda ve 19. yüzyıl başlarında pratik amaçlı kullanmıştır. Tabaka Smith adıyla anılan Smith, İngiltere'nin ilk jeolojik haritasını çizmiştir. Aynı tabakaların değişik yerlerde olduğunu fosiller ile anlaşılabileceğini göstermiştir. Örnekleri alarak, tabaka pozisyonlarını haritalayıp, tabakaların dikey genişlemelerini not alarak, kesit ve tablolarını çıkarmıştır. Smith incelediği tabakalardan büyük bir miktar fosil koleksiyonu oluşturmuştur. En önemli buluşu, Fauna Ardalanması Kuralı: Sedimanter kayaçlardaki fosillerin varlığına dayanan bir kuraldır. Sedimanter kayaç tabakaları fosilleşmiş flora ve fauna barındırır. Bu fosiller birbirini dikey olarak belirli ve güvenilir bir şekilde takip ederek geniş yatay uzaklıktan görülebilir. Canlılar aynı zaman periyodunda dünya çapında yer aldıklarından, bunların varlığı veya yokluğu içinde bulundukları kayaçların göreli olarak yaşlandırılmasında kullanılabilir. Fosilleşmenin tam olarak belirlenememesi, fosil tiplerinin yanal olarak değişim sunması ve tüm fosillerin aynı zaman içinde dünya çapında bulunmaması bu kuralın zorluklarındandır. Litostratigrafi. Litostratigrafi, kayaçların fiziksel çeşitleri ve yer yer değişimlerini ele alır. Kayaçlardaki değişim, çevredeki çökellere etki eder. Stratigrafinin temel kavramlarından biri de Süperpozisyon kanununda derlenip bozulmamış stratigrafik sırada en yaşlı tabakanın bu dizinin tabanında oluştuğunu söyler. Biostratigrafi. Çökel kayaçların hayvan ve bitki fosilleri kullanılarak yaşlandırma ve karşılaştırmaları olarak tanımlanır. Kuvaterner sırasında karasal bitki ve hayvanların neredeyse sürekli değişmesi gerçeği, stratigrafik istifin karşılaştırılabilmesi, biyostratigrafik yaşlandırmaya iyi bir temel sağlamaktadır. Ancak, biyostratigrafi göreceli bir yaşlandırma yöntemidir ve biyostratigrafik zonlara veya olaylara sayısal yaş verilmeden önce bağımsız olarak sayısız tarifleme yöntemleriyle kalibre edilmelidir. Kronostratigrafi. Kronostratigrafi, kayaç kütlelerinin göreceli yaş ilişkilerini ele alan stratigrafinin bir parçasıdır ve birimi jeolojik zamanın belirli bir aralığında oluşan bir kayaç kütlesidir. Kronostratigrafi'nin en büyük amacı, kayaçların yer değişiminin sırasını ve bütün kayaçların yer değişim zamanını belli jeolojik bölge ve dünyanın jeolojik geçmişinde ayarlamaktır. Manyetostratigrafi. Manyetostratigrafi, manyetik kutup terslenmelerinden yola çıkarak çökel ve volkanik istiflerin karşılaştırılmasında kullanılan bir yöntemdir. Yöntem, kesit boyunca ölçülen aralıklara yönelik örnekler toplayarak çalışmaktadır. Tortullar, dünyanın o zamandaki manyetik alanın polaritesine göre çökeldiğinden, örneklerin kendi karakteristik mıknatıslanmalarını belirlemek için analiz etmektedir. Volkanik kayaçlar sıcaklık mıknatıslanması kazanırken, çökeller ise çökelme mıknatıslanması kazanır ve her ikisi de oluşumları sırasında yeryüzünün manyetik alan yönünü yansıtır. İklim Stratigrafisi. Stratigrafinin bu özelliği kuvaterner çalışmalarında yaşamsal öneme sahip olmasına karşın birçok stratigrafi komitesi tarafından göz ardı edilmiştir. İklim stratigrafisinin birimleri kuvaternerin en bölgesel birimidir. Temel birim jeolojik-iklim birimidir. Kuvaternerin yaşlı çökel istifleri özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika'daki buzul çökelleri sayesinde iklimsel değişimlerin temelinde Fanerozoik'in diğer bölümlerine göre daha iyi kurgulanmıştır. Bu yaklaşım, önceki çalışmacılar tarafından karasal çökeller için uyarlanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13405", "len_data": 3938, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.06 }
Petroloji, taşbilim ya da kayaçbilim, köken, bugünkü koşullar, ayrışma ve çürüme içinde olmak üzere kayaçların doğal tarihiyle uğraşan bilimdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13406", "len_data": 144, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.88 }
Mineroloji, mineralleri inceleyen bir bilim dalı. Mineroloji sözcüğü "mineralis" kelimesinden gelir. Latince, "yer kabuğundan çıkarılan cisim" anlamındadır. Mineraller yeryüzündeki kayaçları oluşturan bileşenlerdir. Yer kabuğunu oluşturan kayaçları mineraller oluşturduğuna göre esas bilim dalı kayaçları inceleyen jeoloji'dir. Mineroloji de Jeoloji'den gelişerek yeni bir bilim dalı haline gelmiştir. Minerolojinin iyice anlaşılabilmesi için matematik, fizik ve kimyanın yanı sıra petrografi, jeofizik ve jeokimyanın da iyi bilinmesi gerekir. Mineroloji başlıca: kristallografi ve "özel mineroloji" olarak ikiye ayrılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13408", "len_data": 621, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.81 }
"Besin takviyesi için Mineral (besin) sayfasına bakınız" Mineral, doğal şekilde oluşan, homojen, belirli kimyasal bileşime sahip inorganik kristalleşmiş katı bir maddedir. Buna göre minerallerin özellikleri şöyledir; doğal olarak oluşur, herhangi bir parçası bütününün özelliklerini taşır, belirli bir kimyasal formülü vardır, katı hâlde olup nadiren sıvıdır ve inorganiktir. Mineralojinin konusu doğal şekilde oluşan maddeleri ihtiva ettiği için bu bakımdan sınırlandırılmıştır. Teknolojinin ilerlemesiyle laboratuvarlarda sentetik olarak elde edilen kimyasal bileşikler mineral sayılmazlar. Bu yapay bileşikler halindeki katı maddelere doğada tabii halde rastlanmaz. Dolayısıyla da doğal şartlarda oluşturulamazlar. Bu tür katı maddelere "yapay mineraller" adı verilebilir. Yapay mineraller de tabii minerallerde olduğu gibi benzer kristal iç yapılarına sahiptir. Minerallerin doğada veya deneysel olarak yapılan incelemelerde de gözlendiği gibi, oluşum şartları bunların belirli fizikokimyasal şartlarda (belirli sıcaklık ve basınç altında ve ortamın kimyasal durumu gibi) oluşurlar. Buradan mineralojinin bir amacının da minerallerin oluşturduğu yerkabuğunun kimyasal ve fiziksel yapısının öğrenilmesi, yerkabuğunun tarihinin bilinmesi ve yer altı kaynaklarından yararlanılması olduğunu anlıyoruz. Mineraller belirli bir kimyasal bileşime sahiptirler. Her mineral ayrı bir kimyasal formül ile ifade edilir. Minerallerin kimyasal formülleri genellikle sabittir. Ancak belirli sınırlar içinde belirli kaidelerle değişebilir. Çok ender olarak saf elementler (altın, gümüş, bakır vs) şeklinde oluşan mineraller, yerkabuğunda meydana gelen doğal fizikokimyasal olayların ürünleridir. Minerallerin bir diğer özelliği de inorganik oluşudur. Yerkabuğunda bulunan petrol, kömür, fosil ve reçine gibi maddeler mineralojinin kapsamına girmez. Minerallerin katı olmaları düzenli atomsal iç yapılı olduklarını gösterir. Mineral kristallerinin dış yapıları incelendiğinde düzgün geometrik dış şekilli oldukları görülür. Yine aynı şekilde iç yapılarının da düzgün olduğu görülür. Minerallerin "cıva" gibi sıvı olan tipleri de vardır. Mineraller homojen yapılıdır. Alınan bir mineral örneğinin her tarafı aynı mineralden ibaret olmalıdır. Ancak her mineralde az veya çok yabancı mineral varlığı bulunur. Yabancı madde oranının çokluğu, mineralin özelliklerini değiştirir. Esasta; gözle görülebilen boyutta homojen olması basit tanımlama için yeterlidir. Tanım. Temel tanım. Mineralin tanımı aşağıdaki kriterleri içerir: İlk üç genel özellik son ikiliden daha az tartışılmaktadır. Son gelişmeler. Mineral sınıflandırma şemaları ve tanımları mineral bilimindeki son gelişmelere uymak için evrilmektedir. Son değişiklikler hem Dana hem şemalarında organik bir sınıfın eklenmesini içermektedir. Organik sınıf, hidrokarbonlu nadir mineral grubunu içerir. IMA Yeni Mineraller Komisyonu ve "Mineral İsimler" 2009'da hiyerarşik bir şema kabul etmiştir. Yedi komisyon ve bu konuda çalışan dört grup yayımlanmış isimleriyle resmi şekilde listelemek üzere kurulmuştur. Bu yeni kurallara göre, " mineral türleri, kimya, kristal yapısı, oluşumu, birlikteliği, genetik tarihi veya kaynağı temel alınarak farklı şekillerde gruplandırılabilirler. Örneğin, amacına dayanarak sınıflandırma yapılabilir." Ernest Nickel'in (1995) biyojenik maddelerin dışlanması evrensel olarak uygulanmamıştır. Örneğin Lowenstam (1981), "organizmaların, bazıları biyosferde inorganik olarak oluşturulamayan çeşitli bir mineral dizisi oluşturabildiğini belirtti."ayrım, bir sınıflandırma meselesidir ve minerallerin bileşenleri ile daha az ilgilidir. Skinner (2005) tüm katıları potansiyel mineraller olarak görür ve mineral krallığında, organizmaların metabolik aktiviteleri tarafından yaratılan biyomateryalleri içerir. Skinner, bir mineral olarak "biyojeokimyasal süreçlerle oluşan amorf veya kristalli element veya bileşiği" bir mineral olarak sınıflandırmak için önceki mineral tanımını genişletti. Yüksek çözünürlüklü ve spektroskopisi son gelişmeler nikel (1995) biyojenik mineral dışlama eskimiş ve Skinner (2005) biyojenik mineral dahil bir zorunluluk yapabilir mikroorganizmalar ve mineraller arasındaki biyojeokimyasal ilişkiler üzerinde bilgi sağlamaktadır. örneğin, IMA tarafından görevlendirilen "çevresel mineraloji ve Jeokimya Çalışma Grubu" hidrosfer, atmosfer ve biyosferdeki minerallerle ilgilenir grubun kapsamı mineral oluşturan mikroorganizmaları içerir, deniz tabanının en az 1600 metre altında ve stratosfere 70 kilometre (muhtemelen mezosfere giren) derinliklerine kadar dünyayı kapsayan neredeyse her kaya, toprak ve parçacık yüzeyinde var olan biyojeokimyasal döngüler milyarlarca yıldır minerallerin oluşumuna katkıda bulunmuştur. Mikroorganizmalar metalleri çözeltiden çökeltebilir ve cevher yataklarının oluşumuna katkıda bulunur. Ayrıca minerallerin çözünmesini katalize edebilirler. UMO'nun listelemesinden önce 60'ın üstünde biomineral keşfedilmiş, isimlendirilmiş ve yayımlanmıştı. Bu mineraller, Skinner'ın tanımına göre düzgün mineraller olarak tanımlanmıştır. Bu biomineraller, UMO'nun resmi mineral listesinde geçmemektedir ancak bu mineral temsilcilerin birçoğu Dana'nın sınıflandırma şemasında 78 mineral sınıfı arasında paylaştırılmıştır. Diğer nadir bir mineral sınıfı (öncelikle biolojik kökenli) hem sıvı hem kristal özelliklere sahip sıvı kristal mineralleri da içermektedir. Bugüne kadar 80.000'in üzerinde sıvı kristal bileşeni tanımlanmıştır. Skinner'ın mineral tanımı, minerallerin kristal halde ya da amorf şekilde olmasını göz önüne alarak incelenmesi üzerinedir.(Sıvı kristaller amorf şekilde olanlara dahildir). Biomineraller ve sıvı mineraller en yayın mineral hali olmasa bile, düzgün mineralin oluşumundaki limiti tanımlamamızda bize yardımcı olur. Nickel'in resmi tanımı bir şeyin mineral olarak tanımlanmasını kristalliğine bağlı olduğunu özellikle belirtmiştir. Kayalar, cevherler, mücevherler. Mineraller kayalara eşdeğer değildir. Taş birden fazla mineralin ya da mineraloidin bütünüdür. Kireçtaşı veya kuvarsit gibi bazı kayaçlar, öncelikle kireçtaşı durumunda mineral – kalsit veya aragonit ve ikinci durumda kuvarstan oluşur. Diğer kayalar temel minerallerin göreceli bollukları ile tanımlanabilir; granit kuvars, alkali feldispat ve plajiyoklaz feldispat oranları ile tanımlanır. Diğer bazı taşlar ise oluşturan minerallerden çoğunlukta olan ile tanımlanır. Mesela granit, kuvarslar, alkali feldispat ve plajiyoklasların birleşiminden oluşur. Taşlar aynı zamanda bütünüyle mineral olmayan malzemelerden oluşabilir; örneğin kömür genel olarak organik kökenli karbonun oluşturduğu bir tortuldur. Taşlarda, bazı mineral grupları ve türleri diğerlerinden daha çoktur. bunlara taş-oluşturan mineraller adı verilir. Bunun en önemli örnekleri kuvarslar, feldispatlar, piroksenler, amfiboleler, kalsitler ve mikalardır. Kalsitler harici bütün bu mineraller silikattır. Toplamda 150 mineral, bolluğu ya da toplanması bağlamında estetik değeri gözetilmeden önemli kabul edilir. Ticari olarak değerli kabul edilen mineraller endüstriyel kabul edilir. Örneğin muskovit ve beyaz mika pencerelerde dolgu ve yalıtkan maddesi olarak kullanılabilir. Cevherler, belirli bir elementin tipik olarak metalin yüksek konsantrasyonuna sahip minerallerdir. Örnekleri cinnabar (HgS), cıva cevheri (ZnS), çinko cevheri veya kalay cevheri olan (SnO2). Değerli taşlar süs değeri olan minerallerdir ve güzelliği, dayanıklılığı ve nadirlikleri değersiz taşlardan ayrılırlar. En yaygın değerli taşların yaklaşık 35'ini oluşturan mücevher mineralleri olarak nitelendirilen yaklaşık 20 mineral türü vardır. Mücevher mineralleri genellikle birkaç çeşitte bulunur ve bu nedenle bir mineral birkaç farklı değerli taşı oluşturabilir, örneğin yakut ve safir hem korendon, hem de Al2O3'tür. İsimlendirme ve sınıflandırma. Mineraller artan genellik sırasına göre çeşitliliğe, türe, seriye ve gruba göre sınıflandırılır. Temel tanım seviyesi, her biri diğerlerinden benzersiz kimyasal ve fiziksel özelliklerle ayırt edilen mineral türleridir. Örneğin kuvars SiO2 formülü ile ve onu aynı kimyasal formülle (polimorflar olarak adlandırılır) diğer minerallerden ayıran özel bir kristal yapısı ile tanımlanır. İki mineral türü arasında bir bileşim aralığı olduğunda, bir mineral serisi tanımlanır. Örneğin biyotit serisi, uç elemanların değişken miktarları , , ve doğutonit ile temsil edilir. Buna karşılık mineral grubu, kristal yapıyı paylaşan bazı ortak kimyasal özellikleri olan bir mineral türü grubudur. Piroksen grubu genel olarak XY(Si, Al)2O6 formüllüdür ki burada X ve Y her ikisi de katyondur ve X genelde Y'den büyüktür; piroksenler, ortorombik veya kristal sistemlerinde kristalleşen tek zincirli silikatlardır. Bir başka mineral çeşidi ise renk veya kristal yapısı gibi bazı fiziksel özelliklere göre farklılık gösteren belirli mineral türüdür. Örneğin mor kuvars ametis bunların bir çeşitidir. Dana ve Strunz, iki ortak sınıflandırması mineraller için kullanılır; her ikisi de özellikle önemli kimyasal gruplar ve yapı bakımından bir bileşime dayanır. 1837 yılında zamanının önde gelen jeoloğu ilk olarak Mineraloji Sistemini yayınlamış olup 1997 itibarıyla bu sistem sekizinci baskısını yapmıştır. Dana sınıflandırması mineral türüne dört bölümlü bir sayı atar. Sınıf numarası önemli kompozisyon gruplarına dayanır; tip, katyonların mineral içindeki anyonlara oranını verir ve son iki sayı mineralleri belirli bir tip veya sınıftaki yapısal benzerliğe göre gruplandırır. Alman mineralog için daha az kullanılan Dana sistemine dayanır ancak kimyasal bağların dağılımı ile ilgili olarak hem kimyasal hem de yapısal kriterleri birleştirir. Ocak 2020 itibarıyla 5,562 mineral türü IMA tarafından onaylanmıştır. En yaygın olarak bir kişinin adını alır, ardından keşif yeri gelir; kimyasal bileşime veya fiziksel özelliklere dayanan isimler mineral adı etimolojilerinin diğer iki ana grubudur. "Türler" kelimesi (Latince "türlerden", "farklı bir görünüme veya görünüme sahip belirli bir tür, tür veya tür")", Systema Naturae'deki" Carl Linnaeus'un sınıflandırma şemasından kaynaklanır. linnaeus, doğal dünyayı üç krallığa (bitkiler, hayvanlar ve mineraller) ayırdı ve her birini aynı hiyerarşili olarak sınıflandırdı. Azalan düzende bunlar filum, sınıf, düzen, familya, kabile, cins ve türlerdi. Madde yapısı. Minerallerin bolluk ve çeşitliliği doğrudan kimyaları tarafından kontrol edilir ki bu da yeryüzündeki element bolluğuna bağlıdır. Gözlenen minerallerin çoğunluğu yerkabuğundan elde edilir. Sekiz element, kabuktaki bolluğu nedeniyle minerallerin temel bileşenlerinin çoğunu oluşturur. Kabuk ağırlığının% 98'inden fazlasını oluşturan bu sekiz element azalan bolluk sırasıyla şunlardır: oksijen, silikon, alüminyum, demir, magnezyum, kalsiyum, sodyum ve potasyum. Oksijen ve silikon en önemli iki maddedir - oksijen kabuğun ağırlığının % 47'sini silikon ise % 28'ini oluşturur. Oluşan mineraller, ana gövdenin kütle kimyasının dayattığı sınırlar dahilinde, oluşum sıcaklığı ve basıncında en kararlı olanlardır. Örneğin, demir ve magnezyum açısından zengin bir magma, olivin ve piroksenler gibi mafik mineraller; aksine, daha silika açısından zengin bir magma, feldispatlar ve kuvars gibi daha fazla Si02 içeren mineraller oluşturmak için kristalleşir. Kireçtaşı, kalsit veya (her ikisi de CaCO3 kaya kalsiyum ve karbonat açısından zengin olduğu için) oluşturur. Bir mineral kimyası toplu mineraller dışında verilen bir mineral toplu kimyası benzer olmayan bir kaya buldu olmayacak bir sonucudur. Örneğin kiyanit, Al 2 SiO 5 alüminyum açısından zengin şeylerin metamorfizminden formlar; muhtemelen kuvarsit gibi alüminyum açısından fakir kayalarda meydana gelmez. Kimyasal bileşim, katı çözelti serisinin son üye türleri arasında değişebilir. Örneğin plajiyoklaz feldispatlar, sodyum bakımından zengin son üye albitten (NaAlSi3O8) kalsiyum bakımından zengin anortite (CaAl2Si2O8), aralarında dört tanınmış ara çeşidi olan (sodyumdan kalsiyum açısından zengin): oligoklaz, andesin, labradorit ve bytownite serinin diğer örnekleri arasında magnezyum bakımından zengin forsterit ve demir bakımından zengin fayalit olivin serisi ve manganez bakımından zengin hübnerit ve demir bakımından zengin serisi bulunur. Koordinasyon polyhedra, bir katyonun bir anyonla nasıl çevrildiğinin geometrik temsilleridir. Mineralojide, koordinasyon polyhedra genellikle kabuktaki bolluğu nedeniyle oksijen açısından düşünülür. Silikat minerallerinin ana birimi, dört O2− çevrelenmiş bir Si4 + olan silika tetrahedrondur. Silikatın koordinasyonunu tanımlamanın alternatif bir yolu bir sayıdır: silika tetrahedron durumunda, silikonun 4'lük bir koordinasyon sayısına sahip olduğu söylenir. Çeşitli katyonlar belirli bir olası koordinasyon sayılarına sahiptir; silikon için, bileşiğin, silikonun oksijen ile altı kat (oktahedral) koordinasyonda olduğu şekilde sıkıştırıldığı çok yüksek basınçlı mineraller hariç, hemen hemen her zaman 4'tür. Daha büyük katyonlar, oksijene kıyasla göreceli boyuttaki artış nedeniyle daha büyük bir koordinasyon sayılarına sahiptir (daha ağır atomların son orbitalalt kabuğu da farklıdır). Koordinasyon sayılarındaki değişiklikler fiziksel ve mineralojik farklılıklara yol açar; örneğin, mantoda olduğu gibi yüksek basınçta, birçok mineral, özellikle olivin ve granat gibi silikatlar, silikonun oktahedral koordinasyonda olduğu bir dönüşecektir. Diğer örnekler, Al3 + 'nın koordinasyon sayısına göre farklılık gösteren alüminosilikatlar kiyanit, andalusit ve sillimanittir (polimorflar, çünkü Al2SiO5 formülünü paylaşırlar); bu mineraller basınç ve sıcaklık değişimlerine tepki olarak birbirlerinden geçiş yaparlar. Silikat malzemeler söz konusu olduğunda, Si4 + 'ün Al3 + ile ikamesi, yükleri dengeleme ihtiyacı nedeniyle çeşitli minerallere izin verir. Sıcaklık ve basınç ve bileşimdeki değişiklikler kaya örneğinin mineralojisini değiştirir. Bileşimdeki değişiklikler, hava koşulları veya metasomatizma (hidrotermal alterasyon) gibi işlemlerden kaynaklanabilir. Ana kaya farklı fiziksel rejimlere doğru tektonik veya magmatik hareket geçirdiğinde sıcaklık ve basınçtaki değişiklikler oluşur. Termodinamik değişiklikler koşullar, mineral topluluklarının yeni mineraller üretmek için birbirleriyle reaksiyona girmesini elverişli kılar; bu nedenle, iki kayanın benzer bir mineralojiye sahip olmadan aynı veya çok benzer bir toplu kaya kimyasına sahip olması mümkündür. Bu mineralojik değişim süreci kaya döngüsü ile ilgilidir. Mineral reaksiyon dizi örneği aşağıdaki gibidir. Ortoklaz feldispat (KAlSi 3 O 8), plütonik bir magmatik kayaç olan granitte yaygın olarak bulunan bir mineraldir. Hava şartlarına maruz kalıyorsunuz, bir tortul mineral ve silisik asit olan kaolinit (Al 2 Si 2 O 5 (OH) 4 oluşturmak için reaksiyona girer) Düşük dereceli metamorfik koşullar altında, kaolinit, pirofilit (Al 2 Si 4 O 10 (OH) 2 oluşturmak için kuvars ile reaksiyona girer): Metamorfik derece arttıkça, pirofilit kiyanit ve kuvars oluşturmak için reaksiyona girer: Alternatif olarak bir mineral, reaksiyon yapmadan sıcaklık ve basınçtaki değişikliklerin bir sonucu olarak kristal yapısını değiştirebilir. Örneğin kuvars, yüksek sıcaklıklarda tridimit ve kristobalit ve yüksek basınçlarda koesit gibi çeşitli Si02 polimorflarına dönüşür. [56] Fiziksel özellikler. Minerallerin sınıflandırılması basitten zora kadar değişir. Bir mineral birkaç fiziksel özellik ile tanımlanabilir, bazıları eşit konum olmadan tam tanımlama için yeterlidir.Diğer durumlarda, mineraller sadece daha karmaşık optik, kimyasal veya X-ışını kırınım analizi ile sınıflandırılabilir; bununla birlikte bu yöntemler maliyetli ve zaman alıcı olabilir. Sınıflandırma için uygulanan fiziksel özellikler arasında kristal yapı ve alışkanlık, sertlik, parlaklık, şeffaflık, renk, çizgi, yarılma ve kırık ve özgül ağırlık yer alır. Diğer daha az genel testler arasında flüoresans, fosforesans, manyetizma, radyoaktivite, mukavemet (şekil veya formun mekanik kaynaklı değişikliklerine tepki), piezoelektriklik ve seyreltik asitlere reaktivite bulunmaktadır. Kristal yapısı. Ana maddeler: ve Ayrıca bakınız: Kristal yapı, mineralin iç yapısındaki atomların düzenli geometrik mekansal düzenlemesinden kaynaklanır. Bu kristal yapı, genellikle kristalin aldığı geometrik formda ifade edilen düzenli iç atomik veya iyonik düzenlemeye dayanır. Mineral taneleri görülemeyecek kadar küçük veya düzensiz şekilli olsa bile alttaki kristal yapı her zaman periyodiktir ve X-ışını kırınımı ile belirlenebilir. Mineraller genelde simetri içerikleriyle tanımlanır. Kristaller, simetrileriyle farklılık gösteren 32 nokta grubu ile sınırlıdır. Bu gruplar sırayla daha geniş kategoriler halinde sınıflandırılır, bunlardan en geniş olanı altı kristal ailedir. Bu aileler, üç kristalografik eksenin göreceli uzunlukları ve aralarındaki açılar ile tanımlanabilir; bu ilişkiler, daha dar nokta gruplarını tanımlayan simetri işlemlerine karşılık gelir. Bunlar aşağıda özetlenmiştir. A, b ve C eksenleri temsil eder ve α, β, γ, ilgili kristalografik eksenin karşısındaki açıyı temsil eder (örneğin α, a ekseninin karşısındaki açıdır, yani. B ve c eksenleri arasındaki açı) Altıgen kristal ailesi de iki kristal sisteme ayrılır - üç kat simetri eksenine sahip olan üçgen ve altı kat simetri eksenine sahip olan altıgen. Mineral, kimyasal ve kristal yapısı birlikte tanımlanır. 32 nokta grubuna kısıtlama getirildiğinde, farklı kimyanın mineralleri aynı kristal yapıya sahip olabilir. Örneğin, halit (NaCl), galena (PbS) ve periklazın (MgO) hepsi, farklı bileşen elemanları arasında benzer bir stokiyometriye sahip oldukları için hekzaoktahedral nokta grubuna (izometrik aile) aittir. Aksine, polimorflar kimyasal bir formülü paylaşan ancak farklı bir yapıya sahip olan mineral gruplandırmasıdır. Örneğin, her iki demir sülfür olan pirit ve markazit, FeS2 formülüne sahiptir; ancak birincisi izometrikken ikincisi ortorombiktir. Bu polimorfizm genel AX2 formülü ile diğer sülfidlere uzanır; bu iki grup topluca pirit ve markazit grupları olarak bilinir. Polimorfizm saf simetri içeriğinin ötesine uzanabilir. Alüminosilikatlar, Al2SiO5 kimyasal formülünü paylaşan üç mineral grubudur - kiyanit, andalusit ve sillimanit -. Kiyanit trisinikken, endülit ve sillimanit hem ortorombiktir hem de dipiramidal grup grubuna aittir. Bu farklılıklar, alüminyumun kristal yapı içinde nasıl koordine edildiğine bağlı olarak ortaya çıkar. Tüm minerallerde, bir alüminyum iyonu daima oksijenle altı kat koordinasyondadır. Silikon, genel bir kural olarak, tüm minerallerde dört kat koordinasyondadır; bir istisna stishovite (SiO2, rutil yapıya sahip ultra yüksek basınçlı bir kuvars polimorfu) gibi bir durumdur. [60] Kiyanitte, ikinci alüminyum altı kat koordinasyondadır; kimyasal formülü kristal yapısını yansıtmak için Al[6]Al[6]SiO5, olarak ifade edilebilir. Endülit beş kat koordinasyonda ikinci alüminyuma sahiptir (Al[6]Al[5]SiO5) ve sillimanit buna dört kat koordinasyonda (Al[6]Al[4]SiO5) sahiptir. Kristal yapı ve kimyadaki farklılıklar mineralin diğer fiziksel özelliklerini büyük ölçüde etkiler. Elmas ve grafit karbon allotropları çok farklı özelliklere sahiptir; elmas en sert doğal maddedir, adamantin parlaklığına sahiptir ve izometrik kristal ailesine aittir, oysa grafit çok yumuşaktır, yağlı bir parlaklığa sahiptir ve altıgen ailede kristalleşir. Bu fark, bağlanma farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Elmasta, karbonlar sp3 hibrit orbitallerdedir, yani her bir karbonun dört yüzlü kombine bir tetrahedral tarzda kovalent olarak bağlandığı bir çerçeve oluştururlar; Öte yandan, grafit sp2 hibrit orbitallerindeki karbon tabakalarından oluşur, burada her karbon sadece üç tanesine kovalent olarak bağlanır. Bu tabakalar çok daha zayıf van der Waals kuvvetleri tarafından bir arada tutulur ve bu tutarsızlık büyük makroskopik farklılıklara neden olur. Eşleştirme, tek bir mineral türünün iki veya daha fazla kristalinin birleşimidir. Eşleştirmenin geometrisi mineralin simetrisi ile kontrol edilir. Sonuçta, temas ikizleri, ağsı ikizler, genleşmiş ikizler, penetrasyon ikizleri, siklik ikizler ve polisentetik ikizler dahil olmak üzere çeşitli ikizler vardır. Temas veya basit İkizler, bir düzlemde birleştirilen iki kristalden oluşur; bu tür eşleştirme spinel'de yaygındır. Ağlı İkizler, ortak rutil içinde, örgü benzeyen kristaller birbirine vardır. Geniküle edilmiş İkizler, ikizin başlamasından kaynaklanan ortada bir dönüşe sahiptir. Penetrasyon ikizleri, birbirine dönüşen İki tek kristalden oluşur; bu eşleştirme örnekleri çapraz şekilli staurolit içerir İkizler ve Carlsbad ortoklazda eşleştirme. Döngüsel ikizlere dönme ekseni etrafında tekrarlanan eşleştirme neden olur. Bu tür eşleştirme, üç, dört, beş, altı veya sekiz kat eksen etrafında gerçekleşir ve karşılık gelen desenlere threelings, fourlings, fivelings, sixlings ve eightlings denir. Altılı aragonit yaygındır. Polisentetik İkizler, tekrarlayan ikizlerin varlığı yoluyla döngüsel ikizlere benzer; bununla birlikte, dönme ekseni etrafında meydana gelmek yerine, polisentetik eşleştirme, genellikle mikroskobik ölçekte paralel düzlemler boyunca gerçekleşir. Kristal alışkanlığı, kristalin genel şeklini ifade eder. Bu özelliği tanımlamak için çeşitli terimler kullanılır. Yaygın yapılar arasında natrolit, kanatlı, dendritik (doğal bakırda çok olan ağaç deseni) gibi iğne benzeri kristalleri tanımlayan asiküler, granat, prizmatik (bir yönde uzamış) ve sekanstan farklıdır. Birincisinin platili olma alışkanlığı, buna karşılık ikincisinin tanımlanmış uzaması vardır. Kristal form ile ilgili olarak, kristal yüzlerin kalitesi, özellikle bir petrografik mikroskopla, bazı minerallerin teşhisidir. Euhedral kristaller tanımlanmış bir dış şekle sahipken, anhedral kristaller yoktur; bu ara biçimlere subkedral denir. Sertlik. "Ana madde: Mohs mineral sertlik skalası" Bir mineralin sertliği, çizilmeye daha fazla ne kadar dayanabileceğini tanımlar. Bu fiziksel özellik, mineralin kimyasal bileşimi ve kristal yapısı ile kontrol edilir. Bu mineralin sertliği, yapısının bir fonksiyonu olan tüm taraflar için mutlaka sabit değildir; kristalografik zayıflık, bazı yönleri diğerlerinden daha yumuşak hale getirir. En yaygın ölçüm ölçeği ordinal Mohs sertlik ölçeğidir. Ön göstergeyle tanımlanan, daha yüksek bir endeksli mineral, altındakileri çizer. Ölçek talk, fillosilikat, elmas, en zor doğal malzeme olan karbon polimorfu arasında değişir. Ölçek aşağıdadır: Parlaklık ve şeffaflık. Parlaklık, ışığın kalitesi ve yoğunluğu bakımından mineral yüzeyinden nasıl yansıdığını gösterir. Metalik ve metalik olmayan kategorilere ayrılan bu özelliği tanımlamak için kullanılan çok sayıda nitel terim vardır. Metalik ve altmetalik mineraller metal gibi yüksek yansıtma özelliğine sahiptir; bu parlaklığa sahip minerallerin örnekleri galena ve pirittir. Metalik olmayan parlak mineraller şunlardır: elmas gibi adamantin; silikat minerallerinde çok yaygın olan camsı parlak vitreus; Talk ve apofilit gibi inci; granat grubunun üyeleri gibi reçineli; asbestiform krizotil gibi lifli minerallerde yaygın olan ipeksidir. Bir mineralin diyafanlığı, ışığın içinden geçme yeteneğini tanımlar. Şeffaf mineraller, içinden geçen ışığın yoğunluğunu azaltmaz. Şeffaf bir mineral örneği muskovittir (potasyum mika); bazı çeşitler pencereler için yeterince açıktır. Yarı saydam mineraller, bir miktar ışığın geçmesine izin verir, ancak şeffaf olanlardan daha azdır. Jadeit ve nefrit (yeşimin mineral formları bu özelliğe sahip minerallerin örnekleridir). Işığın geçmesine izin vermeyen minerallere opak denir. Bir mineralin diyafanlığı, numunenin kalınlığına bağlıdır. Bir mineral yeterince ince olduğunda (örneğin, petrografi için ince bir kesitte), bu özellik bir el örneğinde görülmese bile şeffaf hale gelebilir. Buna karşılık, Hematit veya pirit gibi bazı mineraller ince kesitte bile opaktır. Renk ve Çizgi. Renk, bir mineralin en belirgin özelliği olup ancak genellikle tanı koymaz. Elektronlarla etkileşime giren elektromanyetik radyasyondan kaynaklanır. (Mineraller için geçerli olmayan akkor durum hariç). İki geniş element sınıfı (idiokromatik ve allochromatic), bir mineralin rengine katkıları ile tanımlanır: İdiokromatik elementler bir mineralin bileşimi için gereklidir; bir mineralin rengine katkıları tanısal. Bu tür minerallerin örnekleri malakit (yeşil) ve azurittir (mavi). Buna karşılık, minerallerdeki allokromatik elementler, safsızlıklar olarak eser miktarlarda bulunur. Böyle bir mineralin bir örneği, mineral korundumun yakut ve Safir çeşitleri olacaktır. Psödokromatik minerallerin renkleri, ışık dalgalarının müdahalesinin sonucudur. Örnekler labradorit ve borniti içerir. Basit vücut rengine ek olarak, mineraller renklerin oynanması, asterizm, chatoyancy, yanardönerlik, kararma ve pleokroizm gibi çeşitli ayırt edici optik özelliklere sahip olabilir. Bu özelliklerin bazıları renk değişkenliği içerir. Opal'de olduğu gibi renk oyunu, açıldığında farklı renkleri yansıtan örnekle sonuçlanır, pleokroizm ise ışık farklı bir yönde bir mineralden geçerken renk değişimini açıklar. Yanardönerlik, ışığın kristal yüzeyinde bir kaplamayı, bölünme düzlemlerini veya kimyada küçük geçişleri olan katmanları dağıttığı bir çeşit renk oyunudur. buna karşılık opal'deki renklerin oyunu, fiziksel yapısı içindeki sıralı mikroskobik silika kürelerinden ışığın kırılması nedeniyle oluşur. Chatoyancy ("kedi gözü"), numunenin döndürülmesiyle gözlenen dalgalı renk bantlamasıdır; asterizm, çeşitli chatoyancy, mineral tahıl üzerinde bir yıldızın görünümünü verir. İkinci özellik özellikle mücevher kalitesinde korundumda yaygındır. Bir mineral çizgi ya da vücut rengi ile aynı olmayabilir toz halinde bir mineral rengini ifade eder. Bu özelliği test etmenin en yaygın yolu, porselenden yapılmış ve beyaz veya siyah renkli bir çizgi plakası ile yapılır. Mineralin çizgisi eser elementlerden bağımsızdır. Veya herhangi bir ayrışma yüzeyi. Bu özelliğin ortak bir örneği, el örneğinde siyah, gümüş veya kırmızı renkli, ancak kiraz kırmızısı ila kırmızımsı-kahverengi bir çizgi olan Hematit ile gösterilmiştir. Streak, vücut rengi allochromatic elementler tarafından oluşturulan metalik olmayan minerallerin aksine, metalik mineraller için daha belirgindir. Çizgi testi, mineralin sertliği ile sınırlıdır çünkü bunun yerine 7 tozdan daha sert olan çizgi plakası. Bölünme, ayrılık, kırılma ve azim;. Tanım olarak, mineraller karakteristik bir atomik düzenlemeye sahiptir. Bu kristal yapıdaki zayıflık zayıflık düzlemlerine neden olur ve bu düzlemler boyunca bir mineralin kırılması bölünme olarak adlandırılır. Bölünme kalitesi, mineralin ne kadar temiz ve kolay kırıldığına bağlı olarak tanımlanabilir; ortak tanımlayıcılar, azalan kalite sırasına göre, "mükemmel", "iyi", "farklı" ve "zayıf"dır. Özellikle şeffaf minerallerde veya ince kesitte, bölünme, yandan bakıldığında düzlemsel yüzeyleri işaretleyen bir dizi paralel çizgi olarak görülebilir. Bölünme mineraller arasında genel bir özellik değildir; örneğin, yoğun olarak birbirine bağlı silika tetrahedradan oluşan kuvars, parçalanmasına izin verecek kristalografik zayıflığa sahip değildir. Buna karşılık, mükemmel bazal bölünmeli mika, çok zayıf şekilde bir arada tutulan silika tetrahedra tabakalarından oluşur. Bölünme kristalografinin bir fonksiyonu olduğundan, çeşitli bölünme türleri vardır. Bölünme tipik olarak bir, iki, üç, dört veya altı yönde gerçekleşir. Bir yönde bazal bölünme, mikaların ayırt edici bir özelliğidir. İki yönlü bölünme prizmatik olarak tanımlanır ve amfiboller ve piroksenler gibi minerallerde oluşur. Galena veya Halit gibi mineraller, 90° 'de üç yönde kübik (veya izometrik) bölünmeye sahiptir; üç bölünme yönü mevcut olduğunda, ancak kalsit veya rhodochrosite gibi 90°' de değil, rhombohedral bölünme olarak adlandırılır. Oktahedral bölünme (dört yön) florit ve elmasta bulunur ve sfalerit altı yönlü dodekahedral bölünmeye sahiptir. Birçok bölünmeye sahip mineraller, tüm yönlerde eşit derecede iyi kırılmayabilir; örneğin, kalsit üç yönde iyi bölünmeye sahiptir, ancak alçı bir yönde mükemmel bölünmeye ve diğer iki yönde zayıf bölünmeye sahiptir. Bölünme düzlemleri arasındaki açılar mineraller arasında değişir. Örneğin, amfiboller çift zincirli silikatlar ve piroksenler tek zincirli silikatlar olduğundan, bölünme düzlemleri arasındaki açı farklıdır. Piroksenler yaklaşık 90° ' de iki yönde bölünürken, amfiboller yaklaşık 120° ve 60°ile ayrılmış iki yönde belirgin bir şekilde bölünürler. Bölünme açıları, bir iletkene benzer bir temas gonyometresi ile ölçülebilir. Bazen "yanlış bölünme" olarak adlandırılan ayrılma, görünüşte bölünmeye benzer, ancak bunun yerine sistematik zayıflığın aksine mineraldeki yapısal kusurlar tarafından üretilir. Ayırma, mineralin kristalinden kristaline değişir, oysa atomik yapı bu özelliğe izin verirse, belirli bir mineralin tüm kristalleri parçalanır. Genelde, ayrılma kristale uygulanan streslerden kaynaklanır. Gerilme kaynakları arasında deformasyon (örneğin basınç artışı), ekssolüsyon veya eşleştirme bulunur. Genellikle ayrılık gösteren mineraller arasında piroksenler, Hematit, manyetit ve korundum bulunur. Bir mineral bölünme düzlemine karşılık gelmez bir yönde kırıldığında, kırılmış olarak adlandırılır. Birkaç düzensiz kırık türü vardır. Klasik örnek, kuvars gibi konkoidal kırıktır; pürüzsüz kavisli çizgilerle işaretlenmiş yuvarlak yüzeyler oluşturulur. Bu tip kırık sadece çok homojen minerallerde oluşur. Diğer kırık türleri lifli, kıymık ve hackly'dir. İkincisi, kaba, pürüzlü bir yüzey boyunca bir kopmayı tanımlar; bu özelliğin bir örneği doğal bakırda bulunur. Mukavemet hem bölünme hem de kırılma ile ilgilidir. Kırılma ve bölünme, mineral kırıldığında oluşan yüzeyleri tanımlarken, mukavemet, mineralin bu kırılmaya ne kadar dirençli olduğunu açıklar. Mineraller kırılgan, sünek, dövülebilir, sekstil, esnek veya elastik olarak tanımlanabilir. Özgül Ağırlık. Özgül Ağırlık, bir mineralin yoğunluğunu sayısal olarak tanımlar. Yoğunluğun boyutları kütle birimlerle hacme bölünür: kg / m3 veya g/cm3. Özgül Ağırlık, bir mineral numunesinin ne kadar suyun yer değiştirdiğini ölçer. Numunenin kütlesinin bölümü ve havadaki numunenin ağırlığı ile Sudaki karşılık gelen ağırlığı arasındaki fark olarak tanımlanan Özgül Ağırlık, birimsiz bir orandır. Çoğu mineral arasında, bu özellik teşhis değildir. Kaya oluşturan mineraller-tipik olarak silikatlar veya bazen karbonatlar–2.5-3.5 özgül ağırlığına sahiptir. Yüksek Özgül Ağırlık, bir mineralin teşhis özelliğidir. Kimyada bir varyasyon (ve sonuç olarak, mineral sınıfı) özgül ağırlıktaki bir değişiklikle ilişkilidir. Daha yaygın mineraller arasında, oksitler ve sülfitler, daha yüksek atomik kütleye sahip elementleri içerdikleri için daha yüksek bir özgül ağırlığa sahip olma eğilimindedir. Bir genelleme, metalik veya adamantin parlaklığına sahip minerallerin, metalik olmayan bir parlaklığa sahip olanlardan daha yüksek özgül ağırlığa sahip olma eğiliminde olmasıdır. Örneğin, Hematit, Fe2O3, 5.26 özgül ağırlığına sahipken, Galena, PbS, sırasıyla yüksek demir ve kurşun içeriğinin bir sonucu olan 7.2–7.6, özgül ağırlığına sahiptir. Yerli metallerde çok yüksek bir Özgül Ağırlık çok belirgin hale gelir; demir göktaşlarında yaygın olan bir demir-nikel alaşımı olan kamasit, 7.9 özgül ağırlığına sahiptir, ve altın 15 ile 19.3 arasında gözlenen bir özgül ağırlığa sahiptir. Diğer özellikler. Mineralleri teşhis etmek için diğer özellikler kullanılabilir. Bunlar daha az geneldir ve belirli minerallere uygulanır. Seyreltik asit (genellikle %10 HCl) bir mineral üzerine bırakarak, karbonatları diğer mineral sınıflarından ayırmaya yardımcı olur. Asit karbonat ([CO3]2−) grubu ile reaksiyona girer, bu da etkilenen bölgenin efervesce olmasına neden olur ve karbondioksit gazı verir. Bu test, minerali orijinal kristal formunda veya toz halinde test etmek için daha da genişletilebilir. Bu testin bir örneği, kalsiti dolomitten, özellikle kayaların içinde (sırasıyla kireçtaşı ve dolomit) ayırt ederken yapılır. Kalsit hemen asit içinde effervesces, asit ise toz Dolomite (genellikle bir kayadaki çizilmiş bir yüzeye), effervesce için uygulanmalıdır. zeolit mineralleri asit içinde efervesce olmaz; bunun yerine, 5-10 dakika sonra buzlu hale gelir ve bir gün boyunca asit içinde bırakılırsa, çözülür veya bir silika jel haline gelir. Test edildiğinde, manyetizma minerallerin çok göze çarpan bir özelliğidir. Yaygın mineraller arasında manyetit bu özelliği güçlü bir şekilde sergiler ve manyetizma da pirotit ve ilmenitte güçlü olmasa da mevcuttur. bazı mineraller elektriksel özellikler sergiler – örneğin kuvars piezoelektriktir - ancak elektriksel özellikler, eksik veriler ve doğal varyasyon nedeniyle mineraller için tanı kriterleri olarak nadiren kullanılır. Mineraller ayrıca tat veya koku için test edilebilir. Halit, NaCl, sofra tuzudur; potasyum taşıyan meslektaşı sylvite, belirgin bir acı tada sahiptir. Sülfitler, özellikle numuneler kırıldığı, reaksiyona girdiği veya toz haline getirildiği için karakteristik bir kokuya sahiptir. Radyoaktivite nadir bir özelliktir; mineraller radyoaktif elementlerden oluşabilir. Uraninit, autunite ve carnotite gibi uranyum veya iz safsızlıklar gibi tanımlayıcı bir bileşen olabilirler. İkinci durumda, radyoaktif bir elementin çürümesi mineral kristale zarar verir; radyoaktif bir halo veya pleokroik halo olarak adlandırılan sonuç, ince kesitli petrografi gibi çeşitli tekniklerle gözlemlenebilir. Sınıflandırma. Yerkabuğunun bileşimi silikon ve oksijenin hakim olduğu için, silikat elementleri Kaya oluşumu ve çeşitliliği açısından en önemli mineral sınıfıdır. Bununla birlikte; silikat olmayan mineraller, özellikle cevher olarak büyük ekonomik öneme sahiptir. Silikat olmayan mineraller, doğal elementleri, sülfitleri, halojenürleri, oksitleri ve hidroksitleri, karbonatları ve nitratları, boratları, sülfatları, fosfatları ve organik bileşikleri içeren baskın kimyaları ile diğer bazı sınıflara ayrılır. Silikat olmayan mineral türlerinin çoğu nadirdir (yerkabuğunun toplam %8'ini oluşturur), ancak bazıları kalsit, pirit, manyetit ve Hematit gibi nispeten yaygındır. Silikatsızlarda gözlenen iki ana yapısal stil vardır: yakın paketleme ve silikat benzeri bağlantılı tetrahedra. yakın paketlenmiş yapılar, interstisyel alanı en aza indirirken atomları yoğun bir şekilde paketlemenin bir yoludur. Altıgen yakın paketleme, diğer her katmanın aynı olduğu istifleme katmanlarını ("ababab") içerirken, kübik yakın paketleme, üç tabakadan oluşan istifleme gruplarını ("abcabcabc") içerir. Bağlı silika tetrahedra analogları SO4 (sülfat), PO4 (fosfat), AsO4 (arsenat) ve VO4 (vanadat) içerir. Silikatlar, silikat minerallerinden daha fazla elementleri konsantre ettikleri için büyük ekonomik öneme sahiptir. Bugüne kadar minerallerin en büyük gruplama silikatlar vardır; çoğu kayalar daha büyük oluşur 95 % silikat mineraller ve üzerinde 90 % yerkabuğunun bu minerallerin oluşmaktadır. Silikatların iki ana bileşeni, yer kabuğundaki en bol iki element olan silikon ve oksijendir. Silikat minerallerindeki diğer ortak elementler, Alüminyum, magnezyum, demir, kalsiyum, sodyum ve potasyum gibi Yerkabuğundaki diğer ortak elementlere karşılık gelir. Bazı önemli Kaya oluşturan silikatlar feldispat, kuvars, olivinler, piroksenler, amfiboller, granatlar ve mikaları içerir. Silikatlar. Bir silikat mineralinin temel birimi [SiO4] 4-tetrahedrondur. Vakaların büyük çoğunluğunda, silikon oksijen ile dört kat veya tetrahedral koordinasyondadır. Çok yüksek basınçlı durumlarda, silikon, perovskite yapısında veya kuvars polimorf stishovit (SiO2) gibi altı kat veya oktahedral koordinasyonda olacaktır. İkinci durumda, mineral artık bir silikat yapısına sahip değildir, ancak rutil (TiO2) ve basit oksitler olan ilişkili grubuna sahiptir. Bu silika tetrahedra daha sonra tek boyutlu zincirler, iki boyutlu levhalar ve üç boyutlu çerçeveler gibi çeşitli yapılar oluşturmak için bir dereceye kadar Polimerize edilir. Tetrahedra'nın polimerizasyonunun gerçekleşmediği temel silikat minerali, baz 4 yükünü dengelemek için diğer elementleri gerektirir. Diğer silikat yapılarda, elde edilen negatif yükü dengelemek için farklı element kombinasyonları gereklidir. İyonik yarıçap ve şarjdaki benzerlik nedeniyle Si4+ ' nın al3 + ile ikame edilmesi yaygındır; bu durumlarda, [AlO4]5− tetrahedra, ikame edilmemiş tetrahedra ile aynı yapıları oluşturur, ancak şarj dengeleme gereksinimleri farklıdır. Polimerizasyon derecesi, hem oluşan yapı hem de kaç tane tetrahedral köşenin (veya Koordinatör oksijenin) paylaşıldığı (tetrahedral bölgelerdeki alüminyum ve silikon için) tanımlanabilir. Ortosilikatlar (veya nesosilikatlar) polyhedra'nın hiçbir bağlantısına sahip değildir, bu nedenle tetrahedra hiçbir köşeyi paylaşmaz. Disilikatlar (veya sorosilikatlar) bir oksijen atomunu paylaşan iki tetrahedraya sahiptir. İnosilikatlar zincir silikatlardır; tek zincirli silikatlar iki paylaşılan köşeye sahipken, çift zincirli silikatlar iki veya üç paylaşılan köşeye sahiptir. Fillosilikatlarda, üç paylaşılan oksijeni gerektiren bir tabaka yapısı oluşur; çift zincirli silikatlar durumunda, bazı tetrahedra, aksi takdirde bir tabaka yapısının ortaya çıkacağı için üç yerine iki köşeyi paylaşmalıdır. Çerçeve silikatlar veya tektosilikatlar, dört köşeyi paylaşan tetrahedra'ya sahiptir. Halka silikatlar veya siklosilikatlar, döngüsel yapıyı oluşturmak için iki köşeyi paylaşmak için sadece tetrahedra'ya ihtiyaç duyar. Silikat alt sınıfları, azalan polimerizasyon sırasına göre aşağıda açıklanmıştır. Tektosilikatlar. Çerçeve silikatları olarak da bilinen tektosilikatlar, en yüksek polimerizasyon derecesine sahiptir. Bir tetrahedra'nın tüm köşeleri paylaşıldığında, silikon: oksijen oranı 1:2 olur. Örnekler kuvars, feldispat, feldspathoidler ve zeolitlerdir. Çerçeve silikatlar, güçlü kovalent bağların bir sonucu olarak özellikle kimyasal olarak kararlı olma eğilimindedir. Yerkabuğunun %12'sini oluşturan kuvars (SiO2) en bol mineral türüdür. Yüksek kimyasal ve fiziksel direnci ile karakterizedir. Kuvars, yüksek sıcaklıklarda tridimit ve cristobalite, yüksek basınçlı coesite ve ultra yüksek basınçlı stishovite dahil olmak üzere çeşitli polimorflara sahiptir. İkinci mineral sadece Dünya'da göktaşı etkileri ile oluşturulabilir ve yapısı o kadar çok oluşmuştur ki, bir silikat yapısından rutile (TiO2) dönüşmüştür. Dünya yüzeyinde en kararlı olan silika polimorfu α-kuvarstır. Muadili β-kuvars, sadece yüksek sıcaklıklarda ve basınçlarda bulunur(1 barda 573 °C'nin altındaki α-kuvars değişiklikleri). Bu iki polimorf, bağların "bükülmesi" ile farklılık gösterir; yapıdaki bu değişiklik, β-kuvars α-kuvartzdan daha büyük simetri verir ve bu nedenle yüksek kuvars (β) ve düşük kuvars (α) olarak da adlandırılır. Feldispat, Yerkabuğundaki en bol gruptur ve yaklaşık %50'dir. Feldispatlarda, Al3+, katyonların eklenmesiyle hesaba katılması gereken bir yük dengesizliği yaratan Si4 + yerine geçer. Baz yapısı ya olur [AlSi3O8]− veya [Al2Si2O8] 2 – vardır 22 feldispat mineral türleri, iki ana alt gruba ayrılır-alkali ve plajiyoklaz - ve iki daha az yaygın gruplar – celsian ve banalsite. Alkali feldispatlar en çok potasyum bakımından zengin ortoklaz ve sodyum bakımından zengin albit arasında bir seride bulunur; plajiyoklaz durumunda, en yaygın seri albitten kalsiyum açısından zengin anortite kadar değişir. Kristal eşleştirme feldispatlarda, özellikle plajiyoklazda polisentetik ikizlerde ve alkali feldispatlarda Carlsbad ikizlerinde yaygındır. İkinci alt grup bir eriyikten yavaşça soğursa, ekssolüsyon lamelleri oluşturur, çünkü iki bileşen – ortoklaz ve albit – katı çözelti içinde kararsızdır. Exsolution el numunesinde kolayca gözlemlenebilir mikroskobik bir ölçekte olabilir; Perthitic doku formları zaman Na-zengin feldispat bir k-zengin konak exsolve. K açısından zengin feldispatın Na açısından zengin bir konakta çözdüğü karşıt doku (antipertitik) çok nadirdir. Feldspatoidler yapısal olarak feldspata benzerdir, ancak Al3+ile daha fazla ikame yapılmasına izin veren Si eksikliği koşullarında oluşmaları bakımından farklılık gösterir. Sonuç olarak, feldspatoidler kuvars ile ilişkilendirilemez. Bir feldspatoidin ortak bir örneği nefelindir ((Na, K) AlSiO4); alkali feldspat ile karşılaştırıldığında, nefelin feldspatta 1:6'nın aksine 1:2'lik bir Al2O3:SiO2 oranına sahiptir. Zeolitler genellikle iğneler, plakalar veya bloklu kütlelerde meydana gelen ayırt edici kristal alışkanlıklarına sahiptir. Düşük sıcaklıklarda ve basınçlarda su varlığında oluşurlar ve yapılarında kanallar ve boşluklar vardır. Zeolitler, özellikle atık su arıtımında çeşitli endüstriyel uygulamalara sahiptir. Fillosilikatlar. Fillosilikatlar Polimerize tetrahedra tabakalarından oluşur. Karakteristik bir silikon veren üç oksijen bölgesine bağlanırlar: 2: 5 oksijen oranı. Önemli örnekler arasında mika, klorit ve kaolinit-serpantin grupları bulunur. Tabakalar, van der Waals kuvvetleri veya hidrojen bağları ile zayıf bir şekilde bağlanır, bu da kristalografik bir zayıflığa neden olur ve bu da fillosilikatlar arasında belirgin bir bazal bölünmeye yol açar. tetrahedra'ya ek olarak, fillosilikatlar, negatif bir yüke sahip olan temel tetrahedrayı dengeleyen bir oktahedra tabakasına (oksijen ile altı kat koordinasyondaki elemanlar) sahiptir (örneğin [Si4O10]4−) Bu tetrahedra (T) ve oktahedra (O) tabakaları, fillosilikat grupları oluşturmak için çeşitli kombinasyonlarda istiflenir. Bir oktahedral levha içinde, bir birim yapısında üç oktahedral siteleri vardır; ancak, tüm siteler işgal edilebilir. Bu durumda, mineral dioctahedral olarak adlandırılır, diğer durumda ise trioctahedral olarak adlandırılır. Kaolinit-serpantin grubu, yığınlardan (1:1 kil mineralleri) oluşur; tabakalar hidrojen bağları tarafından tutulduğu için sertlikleri 2 ila 4 arasında değişir. 2: 1 kil mineralleri (pirofilit-talk) T-O-T yığınlarından oluşur, ancak bunlar van der Waals kuvvetleri tarafından bir arada tutulduğu için daha yumuşaktır (1'den 2'ye sertlik). Bu iki mineral grubu oktahedral mesleğe göre alt gruplardır; spesifik olarak, kaolinit ve pirofilit dioctahedral, serpantin ve talk trioctahedral'dır. Mica'lar ayrıca T-O-T-yığılmış fillosilikatlardır, ancak diğer T-O-T ve T-O-yığılmış alt sınıf üyelerinden farklıdır, çünkü tetrahedral tabakalara alüminyum dahil ederler (kil mineralleri oktahedral bölgelerde al3+ ' a sahiptir). Mikaların yaygın örnekleri muskovit ve biyotit serisidir. Klorit grubu mika grubu ile ilgilidir, ancak iki yığın arasında brusit benzeri (Mg(OH)2) bir katmandır. Kimyasal yapıları nedeniyle, fillosilikatlar tipik olarak elektrik izolatörleri olan ve çok ince pullara bölünebilen esnek, elastik, şeffaf katmanlara sahiptir. Mıcas, elektronikte izolatör olarak, inşaatta, optik dolgu maddesi olarak veya hatta kozmetik olarak kullanılabilir. Bir serpantin türü olan krizotil, endüstriyel asbestte en yaygın mineral türüdür, çünkü sağlık açısından amfibol asbestten daha az tehlikelidir. İnosilikatlar. İnosilikatlar, zincirlerle defalarca bağlanmış tetrahedradan oluşur. Bu zincirler tek olabilir, burada bir tetrahedron sürekli bir zincir oluşturmak üzere iki kişiye bağlanır; alternatif olarak, çift zincirli silikatlar oluşturmak için iki zincir birleştirilebilir. Tek zincirli silikatlar 1:3 (örneğin [Si2O6]4 -) bir silikon:oksijen oranına sahipken, çift zincirli çeşitlilik 4:11, örneğin [Si8O22]12-oranına sahiptir. İnosilikatlar iki önemli Kaya oluşturan mineral grubu içerir; tek zincirli silikatlar en yaygın olarak piroksenlerdir, çift zincirli silikatlar ise genellikle amfibollerdir. Yüksek mertebeli zincirler var (örneğin üç üyeli, dört üyeli, beş üyeli zincirler, vb. ama bunlar çok nadirdir. Piroksen grubu 21 mineral türünden oluşur. Pyroxenes, XY(Si2O6) genel bir yapı formülüne sahiptir, burada X bir oktahedral bölgedir, Y ise koordinasyon numarasında altı ila sekiz arasında değişebilir. Piroksen çeşitlerinin çoğu, omurgadaki negatif yükü dengelemek için Ca2+, Fe2+ ve Mg2 + permütasyonlarından oluşur. Pyroxenes yerkabuğunda yaygındır (yaklaşık %10) ve mafik magmatik kayaların önemli bir bileşenidir. Amfiboller kimyada büyük bir değişkenliğe sahiptir, çeşitli şekillerde "mineralojik çöp tenekesi" veya "elementlerin denizini yüzen mineralojik bir köpekbalığı"olarak tanımlanmaktadır. Amfibollerin omurgası [Si8O22] 12−; üçüncü pozisyon her zaman kullanılmamasına rağmen, üç olası pozisyonda katyonlarla dengelenir ve bir eleman kalan her ikisini de işgal edebilir. Son olarak, amfiboller genellikle hidratlanır, yani bir hidroksil grubuna ([OH]−) sahiptirler, ancak bir florür, bir klorür veya bir oksit iyonu ile değiştirilebilirler. değişken kimya nedeniyle, 80'den fazla amfibol türü vardır, ancak piroksenlerde olduğu gibi varyasyonlar en yaygın olarak Ca2+, Fe2+ ve Mg2 + karışımlarını içerir. birkaç amfibol mineral türü asbest benzeri bir kristal alışkanlığına sahip olabilir. Bu asbest mineralleri, kimyasal olarak inert ve ısıya dayanıklı, elektrik izolatörleri olan uzun, ince, esnek ve güçlü lifler oluşturur; bu nedenle, özellikle inşaat malzemelerinde çeşitli uygulamalara sahiptirler. Bununla birlikte, asbest kanserojen olarak bilinir ve asbest gibi çeşitli hastalıklara neden olur; amfibol asbest (antofilit, tremolit, aktinolit, grunerit ve riebeckite) krizotil serpantin asbestten daha tehlikeli olarak kabul edilir. Siklosilikatlar. Siklosilikatlar veya halka silikatlar, 1: 3'lük bir silikon oranına sahiptir. Altı üyeli halkalar en yaygın olanıdır, bir baz yapısı ile [Si6O18] 12 -; örnekler turmalin grubu ve beril içerir. Diğer halka yapıları var ile 3, 4, 8, 9, 12 tarif edilmiştir. Siklosilikatlar, uzun, çizgili kristallerle güçlü olma eğilimindedir. Turmalinler, genel bir formül XY3Z6(BO3)3T6O18V3W ile tanımlanabilen çok karmaşık bir kimyaya sahiptir. T6O18, T'nin genellikle Si4+ olduğu, ancak Al3+ veya B3 + ile değiştirilebilen temel halka yapısıdır. Turmalinler, x bölgesinin doluluk oranı ile alt gruplandırılabilir ve oradan W bölgesinin kimyası ile alt bölümlere ayrılabilir. Y ve Z bölgeleri çeşitli katyonları, özellikle de çeşitli geçiş metallerini barındırabilir; yapısal geçiş metal içeriğindeki bu değişkenlik, turmalin grubuna renk bakımından daha fazla değişkenlik kazandırır. Diğer siklosilikatlar, çeşitleri zümrüt (yeşil) ve akuamarin (mavimsi) değerli taşları içeren beril, Al2Be3Si6O18 içerir. Kordierit yapısal olarak berile benzer ve yaygın bir metamorfik mineraldir. Sorosilikatlar. Sorosilicates, aynı zamanda vadeli disilicates,-oksijen tetrahedron yapıştırma için silikon 2:7 oranı sonucu bir oksijen tetrahedron de var. Elde edilen ortak yapısal eleman [Si2O7]6 grubudur. Şimdiye kadar en yaygın hayal kırıklığı epidot grubunun üyeleridir. Epidot jeolojik ortamlarda çeşitli bulunur, metapelitlere granitler orta okyanus sırt arasında değişen. Bölüm yapısı [(SiO4)(Si2O7)] 10-yapısı etrafında inşa edilmiştir; örneğin, mineral türleri epidot denge şarj etmek için kalsiyum, alüminyum ve ferrik demir vardır: Ca2Al2(Fe3+, Al) (SiO4) (Si2O7) O (OH). Fe3+ ve Fe2 + olarak demirin varlığı, oksijen fugasitesinin anlaşılmasına yardımcı olur ve bu da petrojenezde önemli bir faktördür. Sorosilikatların diğer örnekleri arasında, blueschist fasiyeslerinde (düşük sıcaklık ve yüksek basınçla yitim Bölgesi Ayarı) oluşturan bir metamorfik mineral olan lawsonite, kimyasal yapısında önemli miktarda kalsiyum alan vesuvianit bulunur. Ortosilikatlar. Ortosilikatlar, diğer katyonlar tarafından şarj dengelenmiş izole tetrahedradan oluşur. Ayrıca nesosilikatlar olarak da adlandırılan bu silikat türü, 1:4'lük bir silikon: oksijen oranına sahiptir (örneğin SiO4). Tipik ortosilikatlar bloklu equant kristalleri oluşturma eğilimindedir ve oldukça zordur. Çeşitli Kaya oluşturan mineraller, alüminosilikatlar, olivin grubu ve granat grubu gibi bu alt sınıfın bir parçasıdır. Alüminosilikatlar-bkyanit, andalusit ve sillimanit, tüm Al2SiO5 – yapısal olarak bir [SiO4]4− tetrahedron ve oktahedral koordinasyonda bir Al3+ ' dan oluşur. Kalan Al3 + altı kat koordinasyon (kiyanit), beş kat (andalusit) veya dört kat (sillimanit) olabilir; belirli bir ortamda hangi mineral formları basınç ve sıcaklık koşullarına bağlıdır. Olivin yapısında, ana olivin serisi (Mg, Fe) 2SiO4, magnezyum bakımından zengin forsterit ve demir bakımından zengin fayalitten oluşur. Hem demir hem de magnezyum oksijenle oktahedraldedir. Bu yapıya sahip diğer mineral türleri, tephroite, Mn2SiO4 gibi mevcuttur. granat grubu, X'in büyük bir sekiz kat koordineli katyon olduğu ve Y'nin daha küçük bir altı kat koordineli katyon olduğu genel bir x3y2(SiO4)3 formülüne sahiptir. İki gruba bölünmüş altı ideal son granat var. Piralspit granatlarının y konumunda Al3 + vardır: pirop (Mg3Al2 (SiO4) 3), almandin (Fe3Al2 (SiO4) 3) ve spessartin(Mn3Al2 (SiO4)3). Ugrandite granatlarının X konumunda Ca2 + vardır: uvarovite (Ca3Cr2 (SiO4) 3), grossular (Ca3Al2 (SiO4) 3) ve andradite(Ca3Fe2 (SiO4)3). İki alt granat grubu olsa da, altı son üye arasında katı çözümler bulunur. Diğer ortosilikatlar Zirkon, staurolit ve topaz içerir. Zirkon (ZrSiO4), zr4+ U6 + ile ikame edilebileceğinden jeokronolojide yararlıdır; ayrıca, çok dayanıklı yapısı nedeniyle, bir kronometre olarak sıfırlamak zordur. Staurolit, yaygın bir metamorfik orta dereceli indeks mineralidir. Sadece 1986'da tam olarak tarif edilen özellikle karmaşık bir kristal yapıya sahiptir. Turmalin ile ilişkili granitik pegmatitlerde sıklıkla bulunan Topaz (al2sio4(F, OH) 2, ortak bir taş mineralidir. Silikatlar. Yerli elemanlar. Doğal elementler, diğer elementlere kimyasal olarak bağlanmamış olanlardır. Bu mineral grubu, doğal metalleri, yarı metalleri ve metal olmayanları ve çeşitli alaşımları ve katı çözümleri içerir. Metaller, parlak metalik parlaklık, süneklik ve dövülebilirlik ve elektriksel iletkenlik gibi ayırt edici fiziksel özellikler sağlayan metalik bağ ile bir arada tutulur. Yerli elemanlar, yapıları veya kimyasal özellikleri ile gruplara ayrılır. Kübik yakın paketlenmiş bir yapıya sahip olan altın grubu, altın, gümüş ve bakır gibi metalleri içerir. Platin grubu, yapı olarak altın grubuna benzer. Demir-nikel Grubu, birkaç demir-nikel alaşımı türü ile karakterize edilir. İki örnek, demir göktaşlarında bulunan kamasit ve taenittir; bu türler alaşımdaki Ni miktarına göre farklılık gösterir; kamasit %5-7 nikelden daha azdır ve çeşitli doğal demirdir, oysa taenitin nikel içeriği %7-37 arasında değişmektedir. Arsenik grubu mineralleri, sadece bazı metalik özelliklere sahip olan yarı metallerden oluşur; örneğin, metallerin dövülebilirliğinden yoksundurlar. Doğal karbon, iki allotropta, grafit ve elmasta oluşur; ikincisi, mantoda çok yüksek basınçta oluşur ve bu da grafitten çok daha güçlü bir yapı sağlar. Sülfürler. Sülfür mineralleri, bir veya daha fazla metalin veya bir kükürtlü semimetallerin kimyasal bileşikleridir; tellür, arsenik veya selenyum kükürtün yerini alabilir. Sülfitler, yüksek özgül ağırlığa sahip yumuşak, kırılgan mineraller olma eğilimindedir. Pirit gibi birçok toz sülfür, toz haline getirildiğinde sülfürlü bir kokuya sahiptir. Sülfitler hava koşullarına duyarlıdır ve birçoğu suda kolayca çözülür; bu çözünmüş mineraller daha sonra zenginleştirilmiş ikincil cevher yatakları oluşturan yeniden biriktirilebilir. Sülfitler, metal veya semimetalin kükürt oranına göre sınıflandırılır, örneğin M:S 2:1 veya 1: 1'e eşittir. birçok sülfit minerali metal cevherleri olarak ekonomik olarak önemlidir; örnekler arasında sfalerit (ZnS), bir çinko cevheri, galena (PbS), bir kurşun cevheri, cinnabar (HgS), bir cıva cevheri ve molibdenit (MoS2, bir molibden cevheri bulunur. Pirit (FeS2), en sık görülen sülfittir ve çoğu jeolojik ortamda bulunabilir. Bununla birlikte, bir demir cevheri değildir, ancak bunun yerine sülfürik asit üretmek için oksitlenebilir. sülfitler ile ilgili olarak, metalik bir elementin kükürt ve antimon, arsenik veya bizmut gibi bir semimetale bağlandığı nadir sülfosaltlardır. Sülfitler gibi, sülfosaltlar tipik olarak yumuşak, ağır ve kırılgan minerallerdir. Oksitler. Oksit mineralleri üç kategoriye ayrılır: basit oksitler, hidroksitler ve çoklu oksitler. Basit oksitler, ana anyon ve esas olarak iyonik bağ olarak O2− ile karakterize edilir. Oksijenin katyonlara oranı ile daha da alt bölümlere ayrılabilirler. Periklaz grubu 1:1 oranına sahip minerallerden oluşur. 2:1 oranına sahip oksitler arasında cuprite (Cu2O) ve su buzu bulunur. Korundum grubu mineralleri 2: 3 oranına sahiptir ve korundum (Al2O3) ve Hematit (Fe2O3)gibi mineralleri içerir. Rutil grubu mineralleri 1:2 oranına sahiptir; eponymous türler, rutil (TiO2) titanyumun baş cevheridir; diğer örnekler arasında cassiterit (sno2; kalay cevheri) ve pirolüzit (MnO2; manganez cevheri) bulunur. Hidroksitlerde, baskın anyon hidroksil iyonudur, OH−. Boksitler baş alüminyum cevheridir ve hidroksit mineralleri diaspore, gibbsite ve bohmitin heterojen bir karışımıdır; çok yüksek oranda kimyasal ayrışma (özellikle tropikal koşullar) olan bölgelerde oluşurlar. Son olarak, çoklu oksitler oksijenli iki metalin bileşikleridir. Bu sınıftaki büyük bir grup, X2+Y3+2O4 genel formülü ile spinellerdir. Türlerin örnekleri spinel (MgAl2O4), kromit (FeCr2O4) ve manyetit (Fe3O4) içerir. İkincisi, iki oksidasyon durumunda (Fe2+Fe3+2O4), demire sahip olduğu için ortaya çıkan güçlü manyetizması ile kolayca ayırt edilebilir, bu da onu tek bir oksit yerine çoklu bir oksit yapar. Halidler. Halojenür mineralleri, bir halojenin (flor, klor, iyot veya brom) ana anyon olduğu bileşiklerdir. Bu mineraller yumuşak, zayıf, kırılgan ve suda çözünür olma eğilimindedir. Halojenürlerin yaygın örnekleri arasında Halit (NaCl, sofra tuzu), sylvite (KCl), florit (CaF2) bulunur. Halit ve sylvite yaygın olarak evaporitler oluşturur ve kimyasal tortul kayaçlarda baskın mineraller olabilir. Cryolite, Na3AlF6, boksitlerden alüminyumun çıkarılmasında önemli bir mineraldir; Bununla birlikte, Ivittuut'taki tek önemli olay olan Grönland, granitik bir pegmatitte tükendi, sentetik kriyolit floritten yapılabilir. Karbonatlar. Karbonat mineralleri, ana anyonik grubun karbonat, [CO3]2− olduğu minerallerdir. Karbonatlar kırılgan olma eğilimindedir, birçoğu rhombohedral bölünmeye sahiptir ve hepsi asitle reaksiyona girer. Son özellik nedeniyle, saha jeologları genellikle karbonatları karbonatlardan ayırmak için seyreltik hidroklorik asit taşırlar. Asidin en yaygın olarak polimorf kalsit ve aragonit (CaCO3)olarak bulunan karbonatlarla reaksiyonu, kireçtaşı mağaralarının oluşumunda bir anahtar olan mineralin çözünmesi ve çökelmesi ile ilgilidir, bunlar içinde sarkıt ve dikitler ve karst yer şekilleri gibi özellikler. Karbonatlar çoğunlukla deniz ortamlarında biyojenik veya kimyasal çökeller olarak oluşur. Karbonat grubu yapısal olarak merkezi bir C4+ katyonunun üç O2− anyon ile çevrelendiği bir üçgendir; bu üçgenlerin farklı düzenlemelerinden farklı mineral grupları oluşur. En yaygın karbonat minerali, tortul kireçtaşı ve metamorfik mermerin birincil bileşeni olan kalsittir. Kalsit, CaCO3, yüksek magnezyum safsızlığına sahip olabilir. Yüksek Mg koşullar altında, polimorf aragonit bunun yerine oluşacaktır; bu bağlamda deniz jeokimyası, hangi mineralin tercihli olarak oluştuğuna bağlı olarak bir aragonit veya kalsit Denizi olarak tanımlanabilir. Dolomit, CaMg(CO3)2.formülü ile bir çift karbonattır. Kireçtaşının ikincil dolomitizasyonu yaygındır, burada kalsit veya aragonit dolomite dönüştürülür; bu reaksiyon gözenek alanını arttırır (dolomitin birim hücre hacmi kalsitin %88'idir), bu da petrol ve gaz için bir rezervuar oluşturabilir. Bu iki mineral türü, isimsiz mineral gruplarının üyeleridir: kalsit Grubu, Genel formül XCO3ile karbonatları içerir ve dolomit Grubu, Genel formül XY(CO3)2. ile mineralleri oluşturur. Sülfatlar. Sülfat minerallerinin tümü sülfat anyonunu içerir, [SO4]2−.. Yarı saydam, yumuşak ve birçoğu kırılgandır. Sülfat mineralleri genellikle buharlaşan tuzlu sulardan çökeldikleri evaporitler olarak oluştururlar. Sülfatlar ayrıca sülfitlerle ilişkili hidrotermal ven sistemlerinde, veya sülfitlerin oksidasyon ürünleri olarak da bulunabilir. Sülfatlar susuz ve sulu minerallere bölünebilir. En yaygın hidro sülfat, alçı, CaSO4⋅2H2O. bir evaporit olarak oluşur ve kalsit ve Halit gibi diğer evaporitlerle ilişkilidir; kristalleştikçe kum taneleri içeriyorsa, alçı çöl gülleri oluşturabilir. Alçı çok düşük ısı iletkenliğine sahiptir ve dehidrasyon ile bu ısıyı kaybettiği için ısıtıldığında düşük bir sıcaklığı korur; Bu nedenle, alçı sıva ve alçıpan gibi malzemelerde bir yalıtkan olarak kullanılır. Jipsin susuz eşdeğeri anhidrittir; çok kurak koşullarda doğrudan deniz suyundan oluşabilir. Barit grubu, X'in büyük bir 12 koordineli katyon olduğu genel formül XSO4 'e sahiptir. Örnekler barit (BaSO4), celestine (SrSO4),ve anglesite (PbSO4) içerir); anhidrit, daha küçük Ca2+ sadece sekiz kat koordinasyonda olduğu için barit grubunun bir parçası değildir. Fosfatlılar. Fosfat mineralleri tetrahedral [PO4]3− birimi ile karakterize edilir, ancak yapı genelleştirilebilir ve fosfor antimon, arsenik veya vanadyum ile değiştirilir. En yaygın fosfat apatit grubudur; bu gruptaki ortak türler fluorapatit (Ca5(PO4)3F), klorapatit(Ca5(PO4)3Cl) ve hidroksilapatit (Ca5(PO4)3(OH)) dir. Bu gruptaki mineraller omurgalılardaki dişlerin ve kemiklerin ana kristal bileşenleridir. Nispeten bol miktarda monazit grubu, T'nin fosfor veya arsenik olduğu A ila 4 genel bir yapıya sahiptir ve A genellikle nadir toprak elementidir (REE). Monazite iki yönden önemlidir: birincisi, REE "bir lavabo" olarak, yeterince bu unsurlar bir cevher olmaya konsantre olabilir; ikincisi, monazite grup elemanları monazite 1998 yılında U ve Th kurşun çürüme dayalı rock tarihi için kullanılabilecek uranyum ve toryum nispeten büyük miktarda dahil edebilirsiniz. Organik mineraller. Strunz Sınıflandırması organik mineraller için bir sınıf içerir. Bu nadir bileşikler organik karbon içerir, ancak jeolojik bir işlemle oluşturulabilir. Örneğin, whewellite, CaC2O4⋅H2O hidrotermal cevher damarlarında birikebilen bir oksalattır. Hidratlı kalsiyum oksalat, kömür dikişlerinde ve organik madde içeren diğer tortul birikintilerde bulunabilirken, hidrotermal oluşumun biyolojik aktivite ile ilişkili olduğu düşünülmemektedir. Astrobiyoloji. Biyominerallerin dünya dışı yaşamın önemli göstergeleri olabileceği ve bu nedenle Mars gezegeninde geçmiş veya şimdiki yaşam arayışında önemli bir rol oynayabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca, genellikle biominerals ile ilişkili organik bileşenlerin (biyoignatürlerin) hem ön biyotik hem de biyotik reaksiyonlarda önemli roller oynadığına inanılmaktadır. Mars'ta Merak ve opportunity rovers tarafından mevcut çalışmalar artık eski hayatın kanıt arıyoruz, bu antik nehir veya göl ile ilgili (plains) göl ortamları yaşanabilir olmuştur ototrof, chemotrophic ve/veya chemolithoautotrophic mikroorganizmaların yanı sıra antik su, fluvio dahil olmak üzere temel bir biyosfer dahil olacağı 24 Ocak 2014 tarihinde, NASA bildirdi. Mars gezegenindeki yaşanabilirlik, taphonomy (fosillerle ilgili) ve organik karbon kanıtı arayışı şimdi birincil bir NASA hedefidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13412", "len_data": 58929, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.66 }
Elektronik kitap, E-kitap veya e-Kitap, bilgisayarların veya diğer elektronik cihazların düz panel ekranında okunabilen metinden oluşan dijital biçimde sunulan bir kitap yayınıdır. Bazen "basılı bir kitabın elektronik versiyonu" olarak tanımlansa da, bazı e-kitapların basılı bir eşdeğeri yoktur. E-kitaplar, özel E-kitap okuyucu cihazlar, masaüstü, dizüstü bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar da dahil olmak üzere kontrol edilebilir bir görüntü aygıtına sahip herhangi bir cihazda okunabilir. E-kitap kolaylık sağladığından dolayı kitap sektörünün dijitale kaymasını etkilemiştir. E-kitap tabirinin bir endüstri olarak ortaya çıkışı 1990'ların sonlarında, Peanut Press gibi şirketlerin cep bilgisayarı aracılığıyla kitap okuma gayesine dayanır. Bununla birlikte 2002 dot-com çöküşünden sonra(bkz.Dot-com balonu) e-kitaplar yayıncılık endüstrisi tarafından geniş bir kabul ve ilgi görmedi. Bunun sonucunda e-okuma cihazlarına ve e-kitap teknolojilerine yapılan yatırımlar azaldı. Sony Corporation 2006 yılında bir e-okuma cihazı piyasaya sürmesi (Sony Portable Reader Prs-500) endüstrinin yeniden canlanmasının başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Nitekim, Aralık 2008'de Sony, cihazın Ekim 2006'da piyasaya sürülmesinden bu yana dünya çapında 300.000 adet Okuyucu Dijital Kitabı sattığını açıkladı. Buna ek olarak, Amazon (şirket) 2007 yılında Kindle'ı piyasaya sürdü, ardından Amerika Birleşik Devletleri'ndeki e-kitap satışları hızla arttı. Bir cihazın e-kitap okuyucu olarak değerlendirilebilmesi için elektronik mürekkep özelliğinin olması gerekmektedir. Kısaca E-ink denen bu teknoloji, göz sağlığı ve okuma deneyimi olarak gerçek kitaba yakın bir deneyim sunmaktadır. E-kitap okuyucularda kullanılan farklı yazılımlar mevcuttur. Bunlar arasında en yaygınları olan Epub (.epub) ve Mobipocket(.prc .mobi) dışında e-Reader (.pdb), HTML (.html), Microsoft Reader (.lit), Kindle (.azw) sayılabilir. E-kitap okumak için kullanılan PDF bilinenin aksine bir e-kitap formatı değildir. PDF belgeleri geçerli sayfaya, pencereye veya başka bir boyuta dinamik olarak uyum sağlamak yerine genellikle belirli bir boyuta ve düzene bağlıdır"". Epub gibi e-kitap yazılımları ise kitap içeriğini sabit tutup biçimini okuyucu tarafından değiştirilebilir kılmıştır. Kitabınızı okurken zemin/metin renkleri, metin boyutu, ekran yönü gibi özellikler değiştirilebilir ve kitabın içeriği okuyucuya uyum sağlar. Günümüzde internet tabanlı her teknolojide söz konusu olduğu gibi e-kitap ve e-kitap okuyucuları vasıtasıyla kişisel veriler takip edilebilir ve saklanabilir durumdadır. Kullanıcıların hangi e-kitapları açtığını, kullanıcıların her bir e-kitabı okumak için ne kadar zaman harcadıklarını ve her bir e-kitabın ne kadar olduğunu içeren veriler düzenli olarak toplanmaktadır. Amazon.com şirketinin bir ürünü olan e-kitap okuyucu Kindle, kullanılan uygulama veya cihaz ile etkileşim haline geçtiğinde cihaz bilgilerini, kullanım meta verilerini ve ayrıntıları Amazon servislerine gönderir ve bütün bu veriler doğrudan okuyucunun hesabına bağlıdır. Konuyla ilgili olarak Kobo e-Reader markalı e-kitap okuyucuyu piyasa süren firma olan Kobo Inc tarafından 2014 Aralık ayında 21 milyondan fazla kullanıcının okuma alışkanlıklarını gösteren veriler yayınlandı. Bu dokümanda verilen Birleşik Krallık 'ta 2014 yılında en çok tamamlanan kitap olan Casey Kelleher adlı yazarın "Rotten to The Core" adlı eserinin insanların %83'ünün baştan sona okuduğu bilgisi veya aynı sene en çok satılan e-kitap olan Katia Lief tarafından yazılan "One Cold Night" adlı eserin okuyucular tarafından tamamlanma oranın %69'u bilgisi, e-kitapların kullanıldığı zaman pek çok veriye ulaştığının bir kanıtıdır. 1990'lı yılların sonlarında ortaya çıkan ve asıl yükselişini 2000'lerin ortasında yapan e-kitaplar, özellikle çevre ve kullanıcı dostu olmaları nedeniyle dünya çapında yoğun bir ilgi gördü. E-kitapların düşük maliyetli, güncellenebilir ve kolay temin edilebilir olmaları gerek yayıncı ve yazarlar gerekse de kullanıcılar tarafından rağbet görmesinin nedenlerinden bazılarıdır. Ayrıca, "etkileşimli e-kitap" adı verilen, etkileşim düzeyi yüksek ve zengin içerik sunum olanaklarına sahip uzantıları olan e-kitaplar, okuyucunun kitapla ilgili notlar almasını, anlamını bilmediği kelimeleri aratmasına ve okumayı video, ses ve üç boyutlu nesnelerle zenginleştirmeyi mümkün kılar. E-kitaplar kullandığı teknoloji veya okuma aracının sınırlılıklarından kaynaklanan dezavantajları da bulunur. Harici bir güç kaynağına ihtiyaç duymalarından kaynaklanan şarj problemler, düşük çözünürlüklü cihazların kullanılması nedeniyle okuyucuların yaşadığı göz ve baş ağrıları, temel sorunlardır. Özellikle etkileşimli e-kitaplarda bazı durumlarda telif hakkı ihlali gibi sorunlar yaşanabilmektedir ve telif hakkı konusunda yeterli yasal düzenlemenin olmaması nedeniyle birçok ülkede bu konu çözümsüz kalabilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13414", "len_data": 4885, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.75 }
CD-ROM'a halk arasında sadece CD de denir. İngilizce bir terim olan Compact Disc Read-Only Memory sözcüklerinin baş harfleri alınarak yapılmış olan kısaltmadır. Bilgi ve verileri, bünyesine kaydetmeye yarayan elektronik kayıt cihazıdır. CD-ROM, elektronik üreticisi firmalar tarafından, standart kabul edilen ve özellikleri, sarı kitapta belirtilmiş olan elektronik bir kayıt ortamıdır. Bu tanıma uyan CD-ROM'lar firması tarafından verilen Compact Disk Logosunu taşıyabilmektedir. CD-ROM, teker biçiminde, üzeri spiral biçiminde izler taşıyan, alüminyum kaplamalı, yassı bir elektronik kayıt malzemesidir. CD yüzeyindeki bazı bölümler, kaplama (üretim) sırasında, biraz derinleştirilmiştir. Pits denilen bu çukurlar, lands denilen ve çukurlaştırılmamış olan bölümlere göre, gelen ışınları biraz daha erken yansıtır. 1990'larda ve 2000'lerin başında CD-ROM'lar popüler olarak bilgisayarlar ve beşinci nesil video oyunu konsolları için yazılım ve veri dağıtmak amacıyla kullanılmıştır. DVD'lerin yanı sıra internet üzerinden indirme işlemleri de 2000'lerin başından itibaren bu rollerde CD-ROM'ların yerini almaya başladı ve ticari yazılımlar için CD-ROM nadiren kullanılmaya başlandı. Tarihçe. Optik disk depolama konusundaki ilk teorik çalışmalar, David Paul Gregg (1958) ve James Russel (1965-1975) dahil olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bağımsız araştırmacılar tarafından yapılmıştır. Özellikle Gregg'in patentleri, MCA'nın Gregg'in patentlerini ve kurduğu Gauss Electrophysics şirketini satın almasından sonra MCA ve Philips arasında ortaklaşa geliştirilen LaserDisc spesifikasyonunun temeli olarak kullanılmıştır. LaserDisc, CD'nin öncüsüydü; temel fark, LaserDisc'in bilgiyi analog bir işlemle kodlaması, CD'nin ise dijital kodlama kullanmasıydı. Optik diskin dijitalleştirilmesine yönelik kilit çalışma 1979-1980 yılları arasında Sony ve Philips için çalışan Toshi Doi ve Kees Schouhamer Immink tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmanın sonucunda 1980 yılında tanımlanan Compact Disc Digital Audio (CD-DA) ortaya çıkmıştır. CD-ROM daha sonra CD-DA'nın bir uzantısı olarak tasarlanmış ve bu formatı 553 MB'lık başlangıç depolama kapasitesiyle her türlü dijital veriyi tutacak şekilde uyarlanmıştır. Sony ve Philips 1983'te Sarı Kitap olarak adlandırılan CD-ROM formatını tanımlayan teknik standardı oluşturdu. CD-ROM 1984'te duyuruldu ve 1985'teki ilk Japon COMDEX bilgisayar fuarında Denon ve Sony tarafından tanıtıldı. Kasım 1985'te Microsoft, Philips, Sony, Apple ve Digital Equipment Corporation dahil olmak üzere birçok bilgisayar endüstrisi katılımcısı CD-ROM'lar için dosya sistemi biçimi tanımlamak amacıyla bir şartname oluşturmak için bir araya geldi. High Sierra biçimi olarak adlandırılan sonuç şartnamesi Mayıs 1986'da yayınlandı. Ardından birkaç değişiklikle 1988'de ISO 9660 standardı olarak standartlaştırıldı. CD-ROM'da halka sunulan ilk ürünlerden biri Mart 1986'da Microsoft CD-ROM Konferansında sunulan Grolier Akademik Ansiklopedisi oldu. CD-ROM'lar 1988'de PC Engine CD-ROM2 (TurboGrafx-CD) ile başlayarak ev video oyun konsollarında kullanılmaya başlanırken, CD-ROM sürücüleri de 1980'lerin sonunda ev bilgisayarları için kullanılabilir hale gelmişti. 1990'da Data East, 1980'lerin LaserDisc video oyunlarına benzeyen ancak dijital verilerle eski LaserDisc oyunlarından daha fazla esneklik sağlayan CD-ROM'ları destekleyen bir arcade sistem kartı tanıttı. 1990'ın başlarında Japonya'da yaklaşık 300.000 CD-ROM sürücüsü satılırken, Amerika Birleşik Devletleri'nde ayda 125.000 CD-ROM diski üretiliyordu. 1990'larda piyasaya sürülen bazı bilgisayarlar, birkaç yüz megabayt video, resim ve ses verisinin iletilmesine izin veren bir CD-ROM sürücüsü içerdikleri için “multimedya” bilgisayarlar olarak adlandırıldı. Bir seçenek olarak entegre CD-ROM sürücüsüne sahip ilk dizüstü bilgisayar 1993 yılında Panasonic tarafından üretilen CF-V21P oldu, ancak sürücü yalnızca 3,5 inç çapa kadar mini CD'leri destekliyordu Standart 4,7 inç çaplı diskleri destekleyen ilk dizüstü bilgisayar 1994 yılında IBM'in ThinkPad 755CD modeliydi. CD-ROM'un ortaya çıkmasından önce piyasaya sürülen ilk ses CD çalarlarında, CD-ROM'un ham ikili verileri gürültü olarak çalınıyordu. Bu sorunu çözmek için Q alt kod kanalı, diskin çalınabilir ses yerine bilgisayar verileri içeren alanlarında bir “veri” bayrağına sahiptir. Veri bayrağı CD çalarlara sesi kapatma talimatı verir. Çalışma prensibi. Verilerin yazılması ve okunması, zayıf bir lazer ışınının, bu çukur ve düzlükler üzerinde yansıması (ya da yansımaması) sayesinde gerçekleşir. Özellikleri. Bir CD-ROM'un çapı 12 santimdir. Üzerine 650 ile 900 MB arasında bilgi kaydedilebilir. Ancak, tüm CD Sürücüler (CD-ROM aygıtları) bu verileri okuyamadığından, yaygın olarak, 700 MB kapasiteli olan CD'ler kullanılır. 700 MB'lık kayıt kapasitesi, yaklaşık olarak 80 dakikalık bir müzik kaydına eşdeğer bir yeğinliktir. Günümüzde 2x ile 56x (x=150kbps)'e kadar yazım hızına sahiptirler. CD-ROM üzerine kayıtlı olan bilgi ve verilerin, ne kadar süreyle saklanabildiği henüz tam olarak bilinememektedir. Yapılan tahminler, CD-ROM 'un nasıl depolandığına bağlı olarak, 10 ile 50 yıl arasında değişmektedir. Bu süre, kâğıt ve pergament ile karşılaştırılamayacak kadar kısa bir süredir. Ancak, materyalin geliştirilmesi ve buna bağlı olarak, verilerin daha uzun süreli olarak korunabilmesi ile ilgili çalışmalar, aralıksız olarak sürmektedir. Korunması. CD-ROM güneş ışınlarına duyarlı bir materyaldir. Bu nedenle, böyle bir şey uygulamada pek mümkün olmasa da, sabit bir oda sıcaklığında ve karanlık bir odada depolanması gerekir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13420", "len_data": 5593, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.8 }
Compact Disc ya da Yoğun Disk (İngilizce: "Compact Disc", "CD"), Philips ve Sony ortaklığı ile geliştirilmiş sayısal optik veri saklama ortamıdır. 1982'de Sony şirketinde çalışan Norio Ogha tarafından icat edilmiş ve aynı yıl 1 Ekim 1982'de satışa çıkan ilk disk ve yürütücü sırasıyla Billy Joel'in 52nd Street'i ve Sony'nin CDP-101'i idi. CD'ler bu tarihten sonra ticari olarak günümüze kadar satılmaya devam edilmiştir. Standard CD'ler 120 milimetrelik çapa sahiptirler. Standard bir CD 80 dakikaya kadar sıkıştırılmamış ses verisini saklayabilir (700 MB). Mini CD'lerin çapları 60 ile 80 mm arasında değişebilir. Mini CD'ler yaklaşık 24 dakikalık ses verisi depolayabilirler (200 MB). CD-ROM'lar ve CD'ler bilgisayar sektoründe çok yaygın bir biçimde kullanılan teknolojiler olarak yerlerini korumuşlardır. 2004 yılında, Dünya çapında satılan CD sayısı yaklaşık olarak 30 milyara yükselmiştir. 2007'ye kadar bu rakam Dünya çapında 200 milyara ulaşmıştır. Fiziksel detaylar. CD, 1,2  mm kalınlığında, 15-20 gram ağırlığında ve polikarbonat plastikten yapılmıştır. İçten dışa doğru sırasıyla merkezî delik (15 mm), ilk-geçiş bölgesi, sıkma alanı, ikinci geçiş bölgesi (ayna grubu), program (veri) alanı ve çerçeveden oluşur. İçerideki program alanı 25 ilâ 58  mm arasında bir yarıçapı kaplar. Başlıca türleri. İlk Aşama: Öncelikle temiz bir ortamda yaklaşık 130  mm çapında, pürüzsüz, dairesel, fotoresist katmanla kaplı, cam hazırlanır. Kaynak materyal bilgisayar kontrolündeki bir makine yardımıyla belirli bir formatta yakılır. Böylece ana cam oluşturulur. Nikel plazma formuna getirilerek cama ince film olarak tutturulur. Kalıp Hazırlama Aşaması: Daha sonra ana cam elektro (electroforming) kaplama tekniği ile 0,3 mm (300 µm) kalınlığında nikel ile kaplanarak, damga kalıp (stamper) üretimi gerçekleştirilir. Baskılama Aşaması: Her bir damga kalıp bir plastik enjeksiyon makinesinde CD kalıplarına monte edilir. Erimiş polikarbon CD kalıbı içine enjekte edilir ve damga kalıp üzerindeki izler polikarbon materyale aktarılırken "yoğun disk" de üretilmiş olur. Bu aşamada üretilen yoğun disk şeffaftır ve okuyucularda damga kalıptan aktarılan izlerin okunabilmesi için yansıtıcı alüminyum film ile kaplanır. Son olarak da koruyucu vernik spin kaplama (yüksek hızda çevirerek) tekniği ile alüminyum filmin üzerine uygulanır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13421", "len_data": 2328, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.61 }
Sarımsak ("Allium sativum") ya da sarmısak, Amaryllidaceae familyasına dahil olan "Allium" cinsinden, soğanlı bir bitki türüdür. Yakın akrabaları arasında soğan, arpacık soğanı, pırasa, Frenk soğanı ve Çin soğanı bulunur. Orta Asya'ya ve İran'ın kuzeydoğusuna özgüdür ancak birkaç bin yıllık insan tüketimi ve kullanımı geçmişi sebebiyle dünya çapında yaygın bir baharattır. Sarımsak, Antik Mısırlılar tarafından da bilinmekteydi ve hem gıda aroması hem de geleneksel ilaç olarak kullanılmıştı. Günümüzde Çin, tek başına dünyadaki sarımsak ihtiyacının yaklaşık % 80'ini karşılamaktadır. Etimoloji ve yazım. Türkçede yer alan "sarımsak" kelimesinin nihai kökeni tartışmalıdır. Bir Türk dilinde yazılı olarak bahsi geçtiği ilk kaynak Kâşgarlı Mahmud'un 11. yüzyıla tarihlenen "Dîvânu Lugâti't-Türk" eseridir ve "sarmusak" olarak kaydedilmiştir. TDK "sarımsak", Dil Derneği, "Misalli Büyük Türkçe Sözlük", "Nişanyan Sözlük" ve Püsküllüoğlu'nun eserleri gibi diğer sözlükler "sarmısak" yazımını benimsemiştir. Türkî dillerin büyük bir kısmında bitki için benzer sözcüklerin kullanılması Ana Türkçe "*sarïmsak" kökünden evrildiği varsayımına neden olmaktadır. Eğer bu teori doğruysa sözcüğün kökeni Ana Türkçe sarı veya beyaz anlamına gelmiş "*sāryg" köküne dayanır ve nihai olarak beyaz veya beyazlaşmak anlamına gelen *"siar(ï)-" köküne bağlanabilir. Modern Moğol dillerinde de benzer sözcüklerin varlığı Proto Moğolcaya da Türk dillerinden alıntılanmış olduğuna işaret eder. Buna ek olarak Macarcaya ya Alan ya da Türk dillerinden alıntılanmış olduğu düşünülen "sárma" kelimesinin sarımsak ile akraba tükürük otu ("Ornithogalum") için kullanılması eski zamanlarda Türk dillerinde de kelimenin bu bitki için kullanılmış olabileceğini göstermektedir. Leh dilbilimci Marek Stachowski sarı sözcüğünü /g/ ile kullanan hiçbir modern Türk dilinde (örneğin Özbekçe sariġ) sarımsak kelimesi için g kullanılmamasını neden göstererek bu teorinin ses evrimine aykırı olduğunu ve sözcüğün Arapça "keskin" anlamına gelen صَارِم (ṣārim) kelimesinden alıntı olmasının daha büyük bir olasılık olduğunu öne sürer. Ayrıca Çuvaşça ile Altayca, Hakasça, Tuvaca ve Yakutça gibi Sibirya Türk dillerinde bitkiyi kasteden bu kök ile ilişkili bir kelimenin yer almamasından ötürü kelimenin Ana Türkçe olamayacağı ve Türk dillerine bu diller ayrıştıktan sonra Orta Asya'da girmiş İranî bir alıntı olabileceği teorisine neden olmaktadır. Farsça bitkiye atıfta bulunan سیرمو‎ ("sirmu") ve سیر‎ ("sir") kelimeleri ile Hotancada kimliği belirlenmemiş soğanlı bir bitkiye atıfta bulunan "sarme" ve "sarmā" kelimeleri Türkî kelimeler ile bağlantılı olabilir. Ananiasz Zajączkowski ve Gerard Clauson "sarımsak" kelimesinin "sarmak" fiili ile etimolojik bir bağlantısı olduğu öne sürmüş olmakla birlikte daha sonraki yayımlar bu ilişkinin doğru olmadığına değinmektedir. Tanım. "Allium sativum", bir soğandan büyüyen çok yıllık çiçekli bir bitkidir. 1 m'ye kadar büyüyen uzun, dik, çiçekli bir gövdesi vardır. Yaprak ayası düz, doğrusal ve sağlamdır ve yaklaşık 1,25–2,5 cm genişliğindedir, sivri bir uçla biter. Bitki, Kuzey yarımkürede Temmuz ve Eylül ayları arasında pembeden mora kadar değişen tonlarda çiçekler üretebilir. Soğanı kokuludur ve sarımsak dişlerini çevreleyen bir iç kılıf ve onu çevreleyen ince bir kılıf ve onu çevreleyen bir dış yaprak katmanını içerir. Soğan genellikle, şekil olarak merkeze en yakın olanlar hariç asimetrik 10 ila 20 diş içerir. Sarımsak doğru zamanda ve derinlikte ekilirse, Alaska kadar kuzeyde dahi yetiştirilebilir. Hermafrodit çiçekler üretir. Arılar, kelebekler, güveler ve diğer böcekler aracılığıyla tozlaşır. Köken ve ana türler. Sıradan sarımsağın yabani atasının tanımlanması, birçok kültivarının verimsizliğinden dolayı zordur, bu verimsizlik yabani akrabalarla çapraz test yapma kabiliyetini sınırlar. Genetik ve morfolojik olarak sarımsak en çok, Orta ve Güneybatı Asya'da yetişen yabani "Allium longicuspis" türüne benzemektedir. Ancak "Allium longicuspis" de çoğunlukla verimsiz olduğu için "Allium sativum"'un atası olduğu şüphelidir. Önerilen diğer adaylar arasında hepsi Orta Doğu'ya özgü olan "Allium tuncelianum", "Allium macrochaetum" ve "Allium truncatum" türleri yer almaktadır. "Allium sativum", doğallaştırıldığı bölgelerde yabani olarak yetişir. Britanya'da "yabani sarımsak", "karga sarımsağı" ve "tarla sarımsağı" olarak adlandırılan bitkiler sırasıyla "Allium ursinum", "Allium vineale" ve "Allium oleraceum" türlerinin üyeleridir. Kuzey Amerika'da "Allium vineale" ("yabani sarımsak" veya "karga sarımsağı" olarak bilinir) ve "Allium canadense" ("çayır sarımsağı", "yabani sarımsak" veya "yabani soğan" olarak bilinir) tarlalardaki yaygın yabani otlardır. Fil sarımsağı ("Allium ampeloprasum") olarak adlandırılan bitki aslında yabani bir pırasadır, gerçek bir sarımsak değildir. Tek diş sarımsak (inci veya yalnız sarımsak olarak da adlandırılır), Çin'in Yunnan eyaletinde doğmuştur. Avrupa sarımsağı. Bazı sarımsakların Avrupa'da koruma statüsü vardır, bunlar: Alt türler ve varyeteler. "A. sativum"'un iki alt türü, on ana varyete grubu ve yüzlerce kültivarı veya varyetesi vardır. Orta Asya menşeli en az 120 kültivar vardır ve bu da Orta Asya'yı sarımsak biyolojik çeşitliliğinin ana merkezi yapar. Yetiştirme. Sarımsak yetiştirmesi kolay bir bitkidir ve ılıman iklimlerde yıl boyunca yetiştirilebilir. Sarımsağın eşeyli olarak çoğaltılması mümkün olsa da, yetiştirilen sarımsağın neredeyse tamamı, toprağa tek tek diş şeklinde ekilerek eşeysiz olarak çoğaltılır. Daha soğuk iklimlerde, dişlerin en iyi ekim zamanı toprak donmadan altı hafta öncesidir. Amaç, sarımsak soğanlarının sadece kök üretmesini sağlamak ve zeminin üzerinde filiz bırakmamaktır. Hasat ilkbaharın sonlarında veya yazın başındadır. Sarımsak bitkileri, soğanların olgunlaşması için yeterli alan bırakılarak birbirine yakın şekilde yetiştirilebilir ve yeterli derinliğe sahip kaplarda kolayca gelişir. Sarımsak, gevşek, kuru, iyi drene edilmiş topraklarda, güneşli yerlerde iyi sonuç verir ve USDA iklim bölgeleri 4-9 boyunca dayanıklıdır. Dikim için sarımsak seçerken, dişleri ayırabilmek amacıyla büyük soğanlar seçmek önemlidir. Dikim yatağına uygun aralıklarla ekilen büyük dişler de soğan boyutunu artıracaktır. Sarımsak bitkileri organik madde içeriği yüksek bir toprakta büyümeyi tercih ederler ancak çok çeşitli toprak koşullarında ve pH seviyelerinde de büyüyebilirler. Farklı sarımsak çeşitleri veya alt türleri vardır ancak en önemlileri sert boyunlu sarımsak ve yumuşak boyunlu sarımsaktır. Sarımsağın yetiştiği enlem, sarımsak gün ışığına duyarlı olabileceğinden, tür seçimini etkiler. Sert boyunlu sarımsak genellikle daha soğuk iklimlerde yetiştirilir ve nispeten büyük dişler üretirken, yumuşak boyunlu sarımsak genellikle ekvatora daha yakın yerlerde büyür ve küçük, sıkıca paketlenmiş dişler üretir. Sarımsağın tüm enerjisini, soğanının büyümesine odaklamak için yeşil kısmı çıkarılır. Bu kısım çiğ veya pişmiş olarak yenebilir. Hastalıklar. Sarımsak bitkileri genellikle dayanıklıdır ve birçok zararlıdan veya hastalıktan etkilenmezler. Sarımsak bitkilerinin tavşanları ve köstebekleri uzaklaştırdığı söylenir. Kaliforniya Gıda ve Tarım Bakanlığı (CDFA), yuvarlak solucanların ve "Stromatinia cepivora"'nın neden olduğu beyaz çürük hastalığından kurtulmayı sağlamak için bir sertifika programı yürütmektedir. Bu iki patojen hem bir ürünü yok edebilir hem de bir kez ortaya çıktığında toprakta sonsuza kadar kalabilir. Sarımsak ayrıca, kökleri yok eden ve onları pembe veya kırmızıya çeviren, tipik olarak ölümcül olmayan bir hastalık olan pembe kökten veya pırasa pasından da muzdarip olabilir. Pırasa güvesinin larvaları, yaprakları veya soğanları kazarak sarımsağa saldırır. Üretimi. 2018'de dünya sarımsak üretimi 28,5 milyon tondu ve Çin tek başına toplamın % 78'ini oluşturuyordu. Çin'i Hindistan, Bangladeş ve Mısır, İspanya izlemekteydi. Türkiye 2022 itibarıyla dünya sarımsak üretiminde %0,4 lük bir paya sahiptir. Geleneksel yöntemlerle tarımı yapılan ve yoğun işgücü isteyen sarımsak, Türkiye'nin birçok yerinde yetiştirilir ancak üretim, Türkiye’deki toplam yıllık sarımsak üretiminin yaklaşık %20’sinden fazlasının gerçekleştiren Kastamonu'da yapılmaktadır. Kastamonu ilindeki yıllık toplam sarımsak üretiminin %90’nına yakınını Taşköprü ilçesinden gelir. Özellikler. Taze veya ezilmiş sarımsak, kükürt içeren bileşikler olan allisin, ajoen, dialil polisülfidler, vinildithiinler, S-allylcysteine ve enzimler, saponinler, flavonoidler ve Maillard reaksiyonu ürünleri içeren bileşikler verir. Sarımsağın keskin tadından sorumlu olan fitokimyasallar, bitkinin hücreleri zarar gördüğünde üretilir. Bir hücre parçalanarak, çiğnenerek veya ezilerek zarar gördüğünde, hücre boşluklarında depolanan enzimler, hücre sıvılarında depolanan kükürtlü bileşiklerin parçalanmasını tetikler. Ortaya çıkan bileşikler, sarımsağın keskin veya acı tadından ve güçlü kokusundan sorumludurlar. Bazı bileşikler kararsızdır ve zamanla reaksiyona girmeye devam eder. Soğan ailesinin üyeleri arasında sarımsak, en yüksek konsantrasyonlarda ilk reaksiyon ürünlerine sahiptir ve sarımsağı soğan, arpacık veya pırasadan çok daha güçlü yapar. Birçok insan sarımsak tadından hoşlansa da, bu bileşiklerin kuşlar, böcekler ve solucanlar gibi hayvanları bitkiyi yemekten caydıran savunma mekanizmasını çalıştırdığına inanılır. Bu nedenle tarih boyunca insanlar sivrisinek ve sümüklü böcek gibi zararlıları uzak tutmak için sarımsak kullanmıştır. Çok sayıda kükürt bileşiği sarımsak kokusunu ve tadını etkiler. Çiğ sarımsağın acılığı allisin, bileşiğinden kaynaklanır. Bu kimyasal, gıdalardaki yanma hissinden sorumlu olan termo-geçici reseptör potansiyel kanalları açar. Sarımsağın pişirilmesi allisini uzaklaştırır, böylece bileşiğin sebep olduğu baharatlı tadı yumuşatır. Allisin, ayrışma ürünleri diallil disülfid ve dialil trisülfid ile birlikte, vinildithiins ve ajoene gibi diğer allisin türevi bileşiklerle birlikte sarımsağın özel kokusuna katkı yapar. Bol miktarda yenildiğinde, sarımsak ertesi gün ter ve nefeste güçlü bir şekilde belirgin olur. Bunun nedeni, sarımsağın güçlü kokulu kükürt bileşiklerinin, alil metil sülfür oluşturarak metabolize edilmesidir. Allil metil sülfür (AMS) sindirilemez ve kana geçer. Akciğere ve atıldığı yer olan cilde taşınır. Sindirim birkaç saat sürdüğü ve AMS salınımı birkaç saat daha sürdüğü için, sarımsak yemenin etkisi uzun süre devam edebilir. İyi bilinen "sarımsak nefesi" fenomeni, iddia edildiği gibi taze maydanoz yiyerek hafifletilebilinir. Bu nedenle, "pistou", "persillade" ve sarımsaklı ekmekte kullanılan sarımsaklı tereyağı gibi birçok sarımsak tarifine maydanoz dahil edilmiştir. Kan dolaşımındaki AMS nedeniyle sarımsağın sivrisinek kovucu olduğuna inanılır ancak klinik olarak bildirilen hiçbir veri sarımsağın bu şekilde etkili olduğunu göstermemiştir. Sarımsaktaki bol miktarda kükürt bileşikleri, turşu yapma ve pişirirken sarımsağı yeşile veya maviye çevirir. Bu koşullar altında (yani asitlik, ısı gibi) kükürtlü bir bileşik olan alliin, piroller ve karbon-azot halkaları kümeleri oluşturmak için ortak amino asitlerle reaksiyona girer. Bu halkalar, polipirol moleküllerinde birbirine bağlanabilir. Halka yapıları, ışığın belirli dalga boylarını emer ve böylece renkli görünür. İki pirol molekülü kırmızı görünür, üç pirol molekülü mavi görünür ve dört pirol molekülü yeşil görünür (klorofil -bir tetrapirol- gibi). Klorofil gibi, pirol pigmentlerinin yenmesi güvenlidir. Kesildikten sonra, amino asitlerin sülfür bileşikleri ile reaksiyona girmesinden kaynaklanan, soğandaki renk değişikliğine benzer şekilde sarımsak da yeşile dönebilir. Tarih. Mutfakta kullanım. Çok sayıda çivi yazısı kaydı, sarımsağın Mezopotamya'da en az 4000 yıldır yetiştirildiğini göstermektedir. Çin ve Mısır'da da sarımsak kullanımı binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tutankhamun'un mezarında (MÖ 1325) iyi korunmuş durumda bir sarımsak bulunmuştur. Antik Yunan ve Romalı; askerler, denizciler ve köylüler (Virgil, "Eklogues" ii. 11) ve Pliny'e göre ("Naturalis Historia" xix. 32) Afrika köylüleri tarafından sarımsak tüketilmiştir. Sarımsak, Hekate için bir akşam yemeği olarak, eski Yunanlar tarafından kavşaklarda taş yığınlarının üzerine yerleştirilmiştir (Theophrastus, "Characters, The Superstitious Man)". Sarımsak geleneksel İngiliz mutfağında nadir kullanılırdı (1548'den önce İngiltere'de yetiştirildiği söylenmektedir) ancak Akdeniz Avrupa'sında yaygın bir bileşen olmuştur. "Assize of Weights and Measures"'in bir çevirisi -genellikle 13. yüzyıla tarihlenen bir İngiliz tüzüğüdür- standartlaştırılmış sarımsak üretimi, satışı ve vergilendirme birimleriyle ilgili bir pasaj içerir ancak metnin Latince versiyonu, sarımsak yerine ringa balığı anlamına da gelebilir. Tıbbi kullanım. Pliny, "Naturalis Historia" adlı kitabında sarımsağın faydalı olduğu düşünülen durumların bir listesini verir ("N.H". xx.23). İkinci yüzyılda Galen, sarımsağı "köylülerin tiryakı" (her şeyi iyileştiren) olarak övmüştür (bkz. F. Adams "Paulus Aegineta", s. 99). İbn-i Sina, El-Kanun fi't-Tıb'da (1025), artrit, yılan ve böcek ısırıkları, parazitler, kronik öksürük ve bulaşıcı hastalıklar gibi çok çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde sarımsağı antibiyotik etkisi sebebiyle önermektedir. 12. yüzyılın yazarı Alexander Neckam ("Wright's", s. 473, 1863), sarımsağın, tarla işçiliğinde güneşin ısısını hafifletmek amacıyla palyatif olarak kullanımını tartışmıştır. 17. yüzyılda, Thomas Sydenham sarımsağı, çiçek hastalığında bir uygulama olarak önermiştir ve William Cullen'ın 1789 tarihli "Materia Medica"'sı, sarımsağın ödemleri tek başına tedavi edebileceğini bulmuştur. Kullanımları. Mutfakta kullanımı. Sarımsak, keskin tadı nedeniyle baharat veya çeşni olarak dünya çapında yaygın kullanılır. Sarımsak bitkisinin başı bitkinin en çok kullanılan kısmıdır. Tek diş türleri haricinde, sarımsak başları normalde diş adı verilen çok sayıda etli bölüme ayrılır. Sarımsak dişleri tüketim için (çiğ veya pişmiş) veya tıbbi amaçlar için kullanılır. Pişirmeyle önemli ölçüde yumuşayan ve tatlandırılan özel keskin, baharatlı tadları vardır. Ayırt edici aroması esasen taze sarımsak dişlerindeki allisin ve ezildiklerinde veya doğrandıklarında oluşan ajoen içeren organosülfür bileşiklerinden kaynaklanır. Başka bir metabolit alil metil sülfür sarımsak kokusundan sorumludur. Sarımsak bitkisinin diğer kısımları da yenilebilir. Başındaki (spathe) yapraklar ve çiçekler bazen yenir. Tadı, kuru sarımsak başlarından daha hafiftir ve çoğunlukla olgunlaşmamış ve hala yumuşakken tüketilir. Olgunlaşmamış sarımsak bazen yeşil soğan gibi topraktan çekilir ve "taze sarımsak" olarak satılır. Yeşil sarımsağın "kuru baş sarımsak" aşamasını geçmesine izin verildiğinde, ancak tamamen olgunlaşmasına izin verilmediğinde, soğan gibi bir baş olan ancak olgun bir baş gibi dişlere ayrılmayan "yuvarlak" sarımsak üretebilir. Yeşil sarımsak, baharatlılığı hariç, yiyeceklere sarımsak tadı ve aroması verir. Yeşil sarımsak genellikle Güneydoğu Asya'da doğranıpkızartılır veya çorba veya Hot pot içinde pişirilir (örn. Vietnam,Tayland, Myanmar, Lao, Kamboçya, Singapur) ve Çin mutfağı ve çok bol ve ucuzdur. Ayrıca, sert sarımsak boynunun olgunlaşmamış çiçek sapları bazen tavada kızartmalarda kuşkonmaz benzeri kullanım için satılır. Sarımsak bitkisinin yenmeyen veya nadiren yenen kısımları, her bir dişi ve kök kümesini kaplayan "kabuğu" içerir. Bitkinin çeşitli kısımları üzerindeki kağıtsı, koruyucu "kabuk" katmanları genellikle mutfakta kullanımların çoğu için hazırlık sırasında atılır, ancak Kore'de olgunlaşmamış bütün başlar bazen yumuşak kabuklar bozulmadan hazırlanır. Başın taban plakasına bağlı kök kümesi, herhangi bir biçimde genelde lezzetli kabul edilmeyen tek kısımdır. Bir alternatif, başın üst kısmını kesmek, dişlerin üzerlerine zeytinyağı (veya diğer yağ esaslı baharatları) damlatarak kaplamak ve fırında kızartmaktır. Sarımsak yumuşar ve başın (kök) ucunu sıkarak veya dişin bir ucunu tek tek sıkarak dişinden çıkarılabilir. Kore'de sarımsak başları birkaç hafta boyunca ısıtılır; ortaya çıkan ürüne, siyah sarımsak denir ve sarımsağın bu hali tatlıdır ve Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Avustralya'ya ihraç edilir. Sarımsaklı ekmek, sarımsaklı tost, bruschetta, crostini ve kanepe gibi çeşitli klasik yemekleri yapmak için sarımsak, genellikle tereyağı veya sıvı yağda farklı ekmek türlerine uygulanabilir. Farklı pişirme yöntemlerine göre lezzet yoğunluğu ve aroması değişir. Genellikle soğan, domates veya zencefil ile eşleştirilir. Olgunlaşmamış sarımsak sapları yumuşak ve yenilebilir. Saplar genellikle sarımsak dişlerinden daha hafif tadı vardır. Genellikle tavada kızartarak veya kuşkonmaz gibi kızartılarak kullanılırlar. Sarımsak yaprakları Asya'nın birçok yerinde sevilen bir yiyecektir. Yapraklar kesilir, temizlenir ve ardından yumurta, et veya sebze ile karıştırılarak kızartılır. Sarımsak tozu kurutulmuş sarımsaktan yapılır ve tadı tam olarak aynı olmasa da taze sarımsak yerine kullanılabilir. Sarımsak tuzu sarımsak tozunu sofra tuzuyla birleştirir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13422", "len_data": 17032, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.1 }
Sony (Japonca: ソニー株式会社, "Sonī Kabushiki-Kaisha"), Japonya kökenli çokuluslu şirketler topluluğu. Topluluğun ana şirketi, Tokyo'nun Minato semtinde yerleşik olan Sony Corporationdır. Sony, dünyanın en büyük tüketici elektroniği ve profesyonel elektronik üreticilerinden biridir. Ayrıca dünyanın en büyük oyun konsolu üreticisi, dünyanın ikinci en büyük video oyun yayıncısı ve en kapsamlı medya şirketlerinden biridir. Görüntü sensörü pazarında %50 pazar payına sahip Sony, yarı iletken üretiminde dünyada önde gelen 20 şirket arasındadır. 2015 rakamlarına göre dünyanın en büyük beşinci televizyon üreticisidir. Sony Corporation, Sony Group'un (ソニー・グループ, "Sonī Gurūpu") holding şirketidir. Grup; Sony Electronics, Sony Semiconductor Solutions, Sony Pictures, Sony Music, Sony Interactive Entertainment ve Sony Financial Holdings başta olmak üzere birçok şirketten oluşur. Şirketin sloganı "Be Moved"dur. Adı Latince "ses" demek olan "sonus" kelimesinden gelmektedir. Tarihçe. 1945 yılında II. Dünya Savaşı'ndan sonra Masaru Ibuka, bombardıman sonrasında harabeye dönüşen Tokyo'da tamir dükkânı açmıştı. Ertesi yıl iş ortağı Akio Morita ile birlikte Tokyo Tsushin Kogyo Kabushiki Gaisya (東京通信工業株式会社; kısaca: Tōtsūkō 東通工), adlı şirketi kurdular. Bu şirket Type-G adlı Japonya'nın ilk kaset çalarını yaptı. 1950'li yılların başında Ibuka Amerika'ya gitti ve orada Bell Labs'in icadı olan transistörü duydu. Bell Labs'i transistörün lisansını alıp kendi şirketinde kullanma konusunda ikna etti. Birçok Amerikan şirketi transistörü askeri amaçlı kullanmayı düşünürken Ibuka bu icadı iletişim için kullanmayı düşündü. Transistörü ilk defa Texas Instruments adlı şirket kullansa da Ibuka bu icadı ilk defa ticari açıdan başarılı kıldı. 1955 yılı Ağustos ayında Tokyo Tsushin Kogyo, Sony TR-55'i piyasaya sürdü.Bu ürün Japonya'nın ilk transistörlü radyosuydu. Aynı yılın Aralık ayında ise Sony TR-72 piyasaya sürüldü ve bu ürün hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük ilgi gördü. Bu ürün birçok özelliği sayesinde 60'lı yılların en popüler radyosu oldu. Mayıs 1956 yılında şirket TR-6'yı piyasaya sürdü. Taşınabilir tüplü bu yeni radyo, yenilikçi bir tasarım ve daha iyi bir ses kalitesi ile piyasaya sürüldü. TR-6 reklamında Sony, çizgi film karakteri "Atchan" (アッちゃん)'ı kullandı. Atchan karakteri Fuyuhiko Okabe çizmiştir. Bu karakter şu anda Sony Boy olarak bilinmektedir. Bu karakter reklamda TR-6'yı kulağına tutuyordu. 60'lı yılların ortasına kadar Sony reklamlarında bu karakteri kullandı. 1957 yılında TR-65 modelini piyasaya sürdü. Bu radyo o zamanların en küçük transistörlü radyosuydu. Bu olay dünya çapında ticari bir başarıydı. Arizona Üniversitesi profesörü Michael Brian Schiffer bir sözünde şöyle demişti: "Sony ilk radyo değildir ama transistörlü radyoların en başarılısıdır. TR-63 1957 yılında Amerika'da marketlere girdi ve burada yeni bir endüstri başlattı. Bu endüstrinin ismi "tüketici mikroelektroniği"dir. "1950'li yılların ortasında Amerikalı gençler transistörlü radyoya büyük bir ilgi gösterdi. Satışlar 1955'te 100.000 iken 1968 sonunda 5.000.000'a ulaştı. 2006 yılında Sony'nin ana merkez binası Shinagawa'dan Minato'ya taşındı. İsmin kökeni. Tokyo Tsushin marketlerde kendini temsil edecek akılda kalıcı bir isim ararken TKK kısaltmasını kullanmayı düşündü fakat Tokyo Kyuko adlı demiryolu şirketi TKK olarak bilindiği için bu ismi kullanamadı. Sony ara sıra "Totsuko" ismini Japonya'da kullandı ama Morita bu ismin Amerikalı müşteriler için telaffuzunun zor olduğunu keşfetti. Daha sonra "Tokyo Teletech" ismini kullanmaya başladı ama Morita bu "Teletech" ismini bir Amerikan şirketinin kullandığını gördü. Daha sonra iki kelimenin karışımı olan "Sony" kelimesi marka olarak seçildi. Bu kelime Latince "ses" anlamına gelen "sonus" kelimesi ve 1950'li yıllarda Amerikalıların birbirlerine seslenmek için kullandığı popüler bir kelime olan "Sonny"'nin bir karışımıdır. Şirketin ilk ürünü 1955'te çıkmıştı fakat şirket Sony ismini Ocak 1958'de kullanmaya başladı. Morita hiçbir dilde bulunmayan bir kelime aradığı için şirketin ismini Sony olarak değiştirdi. (Başka dillerde de Sony kelimesi var diyen bir şeker üreticisine bu ismi kullandığı için ceza verildi.) Değişim döneminde Japon bir şirketin Kanji alfabesi yerine Romen alfabesini kullanması alışılmamış bir durumdu. Bu adın telaffuzu da çok zordu ama bu isim değişimi şirketin lehine oldu. TKK ana bankası zamanında, Mitsui Bankası, bu isim konusunda güçlü duygulara sahipti. Onlar isim konusunda Sony Elektronik Endüstrisi ya da Sony Teleteknoloji için ısrar etti ama Akio Morita bu isimleri istemedi. En sonunda Ibuka ve Mitsui Bankası'nın başkanı onay verdi ve isim Sony olarak değiştirildi. 2 Temmuz'da Sony Çin Temsilciliği'nden yapılan açıklamaya göre şirket 60 yıl sonra ismini değiştiriyor. 2021 yılında değişikliğin gerçekleşmesi beklenirken şirketin yeni ismi; "Sony Corporation" yerine Sony Group olarak değiştirilecek. Sony ürünleri, teknolojileri ve özel biçimleri. Sony, tarihi boyunca kaydetme, saklama ve ev ürünleri konusunda yeni teknolojiler çıkartmada önde gelen bir şirket olmuştur. Var olan teknolojiyi kullanma yerine kendi teknolojisini oluşturmaya çalışmıştır. Bunların en ünlülerinden biri videotape formatıdır. JVC'nin VHS formatına karşı Betamax formatını üretmiştir. Daha sonra VHS sistemi eleştiriler alınca VCRs kullanılmaya başlandı ve Sony bu formata kendini adapte etti. Betamax formatını geliştirerek Betacam'ı üretti. Betacam hala film ve televizyon endüstrisinde kullanılmaktadır. 1968 yılında Sony Trinitron markasıyla tüplü televizyon ve daha sonra bilgisayar monitörü üretti. Trinitron'un üretimi hala Pakistan, Bangladeş, Hindistan ve Çin'de devam etmektedir. Sony 2007 ilkbaharında ABD'de Trinitron markalı televizyonların üretimini durdurdu. Trinitron markalı bilgisayar monitörlerinin üretimine ise 2005 yılında son verdi. 1975 yılında Betamax videokaset kayıt formatını piyasaya sürdü.1979 yılında dünyanın ilk taşınabilir müzik çaları olan Walkman'i üretmeye başladı. 1982 yılında Betacam videotape ile CD formatını piyasaya sürdü ve 90 mm mikro disketlerin üretimine başladı. 1983 yılında MSX adında ev bilgisayar sistemini piyasaya sürdü ve bütün dünyaya CD ile birlikte tanıtıldı. 1984 yılında ise Discman'i piyasaya sürdü. Bu ürün Walkman ve CD'nin birleşiminden oluşmuştu. 1985 yılında ise Handycam ve Video8 formatını üretti. Video8 ve daha sonra çıkan Hi8 formatı tüm dünyada ünlü oldu. 1987 yılında 4 mm DAT formatını piyasaya sürerek dijital ses kasetine yeni bir standart getirdi. Tüketiciye yönelik kayıt ürünlerinden sonra Sony ticari amaçları kayıt ürünleri üretimine başladı. 1986 yılında Write-Onca Optical Disc (WD)'i piyasaya sürdü. Bu ürün tek yazılımlık optik diskti.1988 yılında 125 MB'lık Magneto-optical disc'i piyasaya sürdü. 1990'lı yılların başlarında yüksek kaliteli optik ürünlerin üretimine başladı. Bunlar MMCD ve SD'dir. MMCD Philips'in ortaklığıyla, SD ise Toshiba'nın ortaklığıyla geliştirilmiştir. Daha sonra MMCD formatı ortadan kalktı ve şirketler SD formatını kabul etti.MMCD formatı geliştirilerek EFMPlus ortaya çıktı ve bu formatın adı DVD olarak 1997 yılında piyasaya çıktı.1993 yılında Sony Minidisc'i tanıttı. Bu tanıtımdan sonra MP3'e rakip olan ATRAC tanıtıldı. 2004'e kadar Sony Walkman MP3'ü desteklemiyordu. Müzik çalabilmesi için bazı özel programlarla MP3'ün ATRAC veya Atrac3 formatlarına çevrilmesi gerekiyordu. Ayrıca Sony Dolby Digital'e rakip olarak Sony Dynamic Digital Sound'u çıkarttı. Bu sistem 8 kanallı, Dolby Digital'in sistemi ise 6 kanallıydı. DTS ve Dolby Digital SDDS'yi gölgede bırakınca SDDS tiyatrolarda, Dolby Digital ise sinemalarda standart hale geldi. Sony hiçbir zaman SDDS'yi ev sinema sistemi olarak geliştirmedi. 1998 yılında Memory Stick hafıza kartını piyasaya sürdü ve Sony kendi MP3 çalar ve kameralarında bu ürünü kullanmaya başladı. Daha sonra bu formatı Memory Stick Duo ve Memory Stick Micro olarak geliştirdi. 1998 yılında Philips ortaklığıyla S/PDIF (Sony/Philips Digital Interface) adında yüksek kaliteli dijital ses iletimi oluşturdu. 1999 yılında Örnekleme frekansı 2,8224 MHz olan S/PDIF ve Optical dijital aktarım ile sinyal aktarımı olmayan ancak Firewire 1394 ile dijital sinyal aktarımı olan yeni ses bir ses kodlaması (SACD) piyasaya sürdü. DSD kodlamayı kullanan SACD direkt olarak Master kayıtlardan oluşmakta idi. Bu sistem daha sonra DVD-Audio ile mücadele etti. Bu ürün çok talep almadı. genellikle kullanıcılar CD'yi tercih etti. 1994 yılında Sony Playstation'u piyasaya sürdü. 2000 yılında PS2 ve 2006 yılında PS3 ile büyük başarı yakaladı. PS2 en başarılı oyun konsolu oldu ve 140 milyon adet sattı. Daha sonra 2005 yılında Sony Playstation Portable ile taşınabilir oyun konsolu dünyasına da el attı. Universal Media Disc optik medya formatini PSP ile kullanılması için geliştirdi. Sony bu formatı film dünyasında da kullanmayı düşünürken bazı stüdyolar bu formatı desteklemeyi bıraktı ve bu proje gerçekleşemedi. 2004 yılında Sony MiniDvd formatına karşı Hi-MD formatını piyasaya sürdü. Bu diskler 1 GB'a kadar kayıt imkânı sağlıyordu ve bilgisayardan kayıt imkânı sağlıyordu. (Eski sürümü olan NetMD'de bu özellik yoktu.) HiMD CD kalitesinde ses kaydı ve PCM görüntü kayıt özellikleriyle birlikte tanıtıldı. Sony Blu-ray disklerin tanıtımında çok önemli rol oynamıştır. İlk Blu-ray player Sony BDP-S1, $999.95 fiyat etiketiyle Aralık 2006'da piyasaya çıktı.2007 sonunda Motion Picture bu formata destek verdi, Universal, Paramount ve Dreamworks ise bu formatı desteklemedi. Blu-ray'in popülaritesi artmaya devam etti. 19 Şubat 2008'de Toshiba HD DVD formatını desteklemeyi bıraktığını açıkladı. 10 Eylül 2007'de Rolly'yi çıkarttı ve müzik çalar sistemlerine yeni bir anlayış getirdi. Bu MP3 çalar robot şeklinde, üzerinde kulakçıklarla müziğe göre dans edip şekil değiştiren yumurta şekilli bir robottu. Robota müzikler Bluetooth ile yüklenebiliyordu. 29 Eylül 2007'de Japonya'da piyasaya çıktı. Daha sonra ise 1 GB hafızalı köpek robot Aibo ve insan şekilli robot Qrio geliştirildi. Sony'nin getirdiği yenilikleri kısaca özetlemek gerekirse: Yönetim. 22 Haziran 2005'te Nobuyuki Idei Sony'den istifa etti. Nobuyuki'nin yerine CEO olarak Howard Stringer getirildi. Bu olayla birlikte ilk defa elektronik üreten Japon bir şirketin başına Japon olmayan bir kişi getirilmiş oldu. Üretim üssü. 2005 mali yılında elektronik üretimin yarısını Japon şirketler gerçekleştirdi. Japonya'daki üretimin %65'i ihraç edilmiştir. Sponsorlukları. UEFA Şampiyonlar Ligi
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13424", "len_data": 10485, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.4 }
USB, İngilizce "Universal Serial Bus"" "kelimesinin kısaltmasıdır". "USB'nin Türkçesi "Evrensel Seri Veriyolu"dur". "USB dış donanımların bilgisayar ile bağlantı kurabilmesini sağlayan seri yapılı bir bağlantı biçimidir. Son sürümü 3.1'dir. 1,22 GByte/sn'lik aktarım hızı vardır. Dört nesil USB özelliği vardır: USB 1.x, USB 2.0, USB 3.0 ve USB4. Ayrıca USB-C ve USB On-The-Go türleri de var. Standart bir USB 2.0 veriyolu 5.00 volt, 500 mA çıkış verirken USB 3.0 veriyolu 900 mA çıkış değerine sahiptir. USB 3.1 ise 9.00 volt çıkış verebilmektedir. Tak Çalıştır (plug and play, PnP) özelliğinden dolayı birçok cihazın bağlantısında kullanılmaktadır. Evrensel seri veriyolu (USB), çevre birimlerinin bilgisayara takıldıkları anda tanınıp otomatik çalışmalarını sağlamaktadır. Yani PnP'dir. Bu yolla 127 tür cihazı çalıştırma imkânı vardır. Ek aparatlarla tek bağlantı noktasına birden fazla cihaz bağlanabilir. USB basit bir dört telli bağlantıdır. Veri kodlamasına NRZI (Non-return to Zero Inverted) denir. Modern anakartlarda en az 4 USB portu bulunmaktadır. USB hızları. USB 2.0, 480 Mbps bant genişliği sunabilen USB sürümüdür. USB 1.1'de sunulabilen bant genişliği 12 Mbps ile sınırlıdır. USB 2.0, USB 1.1'in 40 katı kadar bant genişliği ile yüksek hız sağlar. Her iki sürümde de kablo yapısı ve bağlantı uçları aynıdır. USB 2.0, USB 1.1 ile uyumludur. Yüksek bağlantı hızı gerektiren harici CD/DVD yazıcı gibi cihazlar USB 2.0 standardını kullanırlar. USB 3.0 yapılan testler sonucunda en fazla 1320 Mbit/sn ile sınırlı kaldı ve beklenilen yükseklikte bir hıza ulaşılamadı. 2001 yılında benzer bir durum USB 2.0 için yaşandı. En yüksek hız olarak 250 Mbit hıza ulaşıldı ancak çalışmalar ilerledikçe USB 2.0 480 Mbit/sn hıza ulaştı ve kullanılmaya başlandı. Günümüzdeki en son teknoloji USB 3.1'dir. USB 3.0 beklendiği gibi 5 Gbit hıza çıkmıştır. Günümüzde yeni üretilen anakartların neredeyse hepsinde USB 3.0 desteği vardır. Intel ve AMD'nin yeni yonga setlerinin yaygınlaşmasıyla, USB 3.0 gittikçe yüksek hız gerektiren harici sabit diskler ve flash belleklerde kullanılmaya başlanmıştır. Harici sabit disklerin çoğunluğu USB 3.0 desteğine sahip olmasına rağmen flash belleklerde henüz USB 3.0 desteği yaygın değildir ve pahalıdır. USB 3.1, 31 Temmuz 2013'te duyuruldu. Uyku ve Şarj. USB port bilgisayar kapalıyken bile elektronik cihazları şarj etmek için kullanılabilir. Normalde bir bilgisayar kapalı iken USB portları güç kaybeder. Uyku durumunda USB portlarında bilgisayar kapalıyken bile güç kalır. Masaüstü makinelerinde uyku ve şarj durumunun çalışması için güç kaynağına bağlı kalması gerekir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13426", "len_data": 2610, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.37 }
Ericsson ("Telefonaktiebolaget L. M. Ericsson"), merkezi İsveç'in başkenti Stockholm'de bulunan çok uluslu bir ağ teknolojileri, telekomünikasyon ekipmanı ve hizmetleri şirketidir. 1876'da Lars Magnus Ericsson tarafından kurulmuştur. Şirket, telekomünikasyon operatörleri gibi çeşitli müşterilerine geleneksel telekomünikasyon ve İnternet Protokolü (IP) ağ donanımları, mobil ve sabit genişbant operasyonları için gereçler ve iş destek hizmetleri, kablolu televizyon, IPTV, video sistemleri ve iletişim sistemleri için bilgi ve iletişim teknolojileri (BT) gibi kapsamlı teknolojiler ve hizmetler sunmaktadır. 2012'de 2G/3G/4G mobil ağ altyapısı pazarında Ericsson'un pazar payı %35 olmuştur. Şirket yaklaşık 113.000 kişiye istihdam sağlamakta ve yaklaşık 180 ülkede etkinlik göstermektedir. Ericsson, birçok kuruluşun da bulunduğu kablosuz iletişim alanında Mayıs 2015 itibarıyla 39.000 patenti elinde bulundurmaktadır. 1876'da telgraf şirketi olarak kurulmuştur. 20. yüzyıl başında manuel telefon santrali piyasasını elinde tutuyordu. Ancak otomatik santralleri geliştirmekte geç kaldı. Ardından kablosuz telefon teknolojisinde geliştirdiği ürünlerle yine piyasa lideri oldu. 1990'larda, kablosuz şebeke donanımında piyasanın %40'a yakınını elinde tutuyordu. Son kullanıcıya yönelik cep telefonu modelleri ilk zamanlarındaki başarıyı sürdüremedi ve batma noktasına geldi. 2001'de bu alanda Sony ile ortaklığa gitti ve Sony Ericsson firması kuruldu. 2005'i, 4. en çok satılan cep telefonu markası olarak kapattı. 27 Ekim 2011 tarihinde şirketin Sony tarafından satın alınacağı duyuruldu ve 16 Şubat 2012 tarihinde Ericsson Sony tarafından tamamen satın alındı. Şirketin Kanada, ABD, Çin, Hindistan, Brezilya, Japonya, Güney Afrika, Avustralya, Almanya, İtalya, Büyük Britanya, İsveç ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 180 ülkede, 110.000'den fazla çalışanı bulunmaktadır. Ericsson'un 2012 yılı itibarı ile 35.000'den fazla patenti bulunmaktadır. Bu patentlerin birçoğu kablosuz iletişim alanındadır. Bluetooth teknolojisi de bu patentler arasında yer almaktadır. Türkiye'de İstanbul ve İzmir olmak üzere 2 adet ofisleri bulunmaktadır. Geçmiş. Kuruluş. Lars Magnus Ericsson gençliğinde telefon gibi aletler yapımında çalışmaya başladı. İsveç devlet kurumu Telegrafverket için telgraf cihazı yapan bir kuruluşta çalıştı. 1876'da 30 yaşında iken Stockholm'ün merkezinde arkadaşı Carl Johan Andersson'un yardımıyla bir telgraf onarım atölyesi kurdu ve yabancı yapımı telefonları onarmaya başladı. 1878 yılında Ericsson kendi telefon ekipmanlarını üretmeye ve satmaya başladı. Telefonları teknik açıdan yenilikçi değildi. 1878'de İsveç'in ilk telekomünikasyon işletme şirketi Stockholms Allmänna Telefonaktiebolag'a telefonlar ve santraller tedarik etmek için bir anlaşma yaptı. Ayrıca 1878'de yerel telefon ithalatçısı Numa Peterson, Bell Telephone Company'den bazı telefonları ayarlamak için Ericsson'u kiraladı. Birkaç Siemens telefonu satın aldı ve teknolojisini inceledi; Ericsson birkaç yıl önce de Siemens'den bilgi almıştı. Bell ve Siemens Halske telefonlarını Telegrafverket ve İsveç Demiryolları için yaptığı tamir işiyle tanıdı. Rikstelefon gibi yeni telefon şirketleri tarafından Bell Group'dan daha ucuza hizmet vermek üzere kullanılacak daha kaliteli bir enstrüman üretmek için bu tasarımlarını geliştirdi. Bell'in İskandinavya'daki buluşlarının patenti olmadığı için Ericsson'da herhangi bir patent veya telif hakkı sorunu yoktu. Cihaz üreticisi olarak aldığı eğitimi, bitiş ölçütü ile bu dönemin Ericsson telefonlarının süslü tasarımına yansımıştır. Yılın sonunda Siemens'inkine benzer telefonlar üretmeye başladı; ilk ürün 1879'da bitirildi. Ericsson, İskandinavya'da telefon ekipmanlarının önemli bir tedarikçisi olmuştu. Fabrikası talebi karşılayamadı; ürünlerine doğrama ve metal kaplama işlemleri uygulandı. Hammaddelerin büyük bölümü ithal edildi; ilerleyen yıllarda Ericsson pirinç, tel, ebonit ve mıknatıs çeliği tedarik etmek için bir takım kuruluşları satın aldı. Dolaplar için kullanılan ceviz ağacının büyük bir kısmı Amerika Birleşik Devletleri'nden ithal edildi. Stockholm telefon şebekesi o yıl genişledi ve şirket önemli bir telefon üreticisi haline geldi. Bell, Stockholm'deki en büyük telefon ağını satın aldığında yalnızca kendi telefonlarının kullanılmasına izin verdi. Ericsson'un donanımları, esasen İsveç kırsalındaki ve diğer İskandinav ülkelerindeki ücretsiz telefon iştiraklerine satıldı. Bell ekipmanlarının ve servislerinin yüksek fiyatları Henrik Tore Cedergren'in 1883'te "Stockholms Allmänna Telefonaktiebolag" adlı bağımsız bir telefon şirketini kurmasına yol açtı. Bell, rakiplerine ekipman teslim etmeyeceğinden, yeni telefon şebekesi için ekipman temin etmek üzere Ericsson ile bir anlaşma imzaladı. 1918 yılında şirketler "Allmänna Telefonaktiebolaget LM Ericsson" olarak birleştirildi. 1884 yılında, elle kullanılan çoklu bir telefon santrali daha çok C. E. Scribner tarafından Western Electric'deki bir tasarımdan kopyalanmıştı. Bu, yasal bir dayanakta yapıldı, çünkü cihaz 1879'dan beri 529421 nolu patentli olmasına rağmen, cihaz İsveç'te patentli değildi. Tek bir santral 10.000 hattın üstesinden gelebilirdi. Ertesi yıl, LM Ericsson ve Cedergren, "esinlenme" için birçok telefon santralini ziyaret ederek Amerika'yı dolaştılar. ABD santral tasarımlarının daha gelişmiş olduğunu, ancak Ericsson telefonlarının diğerlerine eşit olduğunu keşfettiler. 1884 yılında, "Stockholms Allmänna Telefonaktiebolag"'daki Anton Avén adlı bir teknisyen, kulaklığı ve standart bir telefonun ağızlığını bir el cihazında birleştirdi. Cihazlar, operatörlerin müşterilerle konuşurken bir elini serbest bırakmalarını sağlayacak şekilde borsalarda kullanıldı. Ericsson bu buluşu aldı ve The Dachshund adlı bir telefonla başlayarak Ericsson ürünlerine dahil etti. Uluslararası genişleme. 1890'ların sonlarında üretim arttıkça ve İsveç pazarının doygunluğa ulaştığı göz önüne alındığında, Ericsson birçok aracı ile dış pazarlara açıldı. İngiltere ve Rusya, fabrikaların daha sonra kurulduğu ve yerel sözleşmeler yapma şansını artıran ve İsveç fabrikasının çıktısını artıran erken pazarlardı. İngiltere'de Ulusal Telefon Şirketi önemli bir müşteriydi; 1897 yılında, üretimin %28'i İngiltere'ye yapılıyordu. İskandinav ülkeleri de Ericsson müşterileri idi; İsveç'teki telefon hizmetlerinin büyümesiyle teşvik edildi. Diğer ülkeler ve koloniler, ebeveyn ülkelerinin etkisi ile Ericsson ürünlerine talepli kalmışlardı. Bunlara 1890'ların sonunda Ericsson'un Avrupa dışındaki en büyük pazarları olan Avustralya ve Yeni Zelanda dâhil edildi. Kitle üretim teknikleri o anlarda sıkı sıkıya kuruldu; telefonlar süslü dekorasyonlarından bazılarını kaybediyorlardı. Başarılarının başka yerlerden olmasına rağmen, Ericsson ABD'ye önemli bir satış yapamadı. Bell Group, Kellogg ve Automatic Electric piyasaya hakim oldu. Ericsson nihayetinde ABD varlıklarını sattı. Meksika'daki satışlar ile Güney Amerika ülkeleri pazarına girdi. Güney Afrika ve Çin de önemli satışlar gerçekleştiriliyordu. Lars Ericsson şu anda çokuluslu olan şirketinden 1901'de istifa etti. 1 Aralık'ta Ericsson Nijerya'daki ofislerde 160 kişiyi işten çıkartacağını ve işlerini Hindistan'a taşıyacağını açıkladı. Otomatikleştirme donatımı. Ericsson, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki otomatik telefon gelişimini ihmal etmiş ve el değişim tasarımlarına odaklanmıştır. İlk çevirmeli telefon 1921'de üretildi, ancak erken dönem otomatik anahtarlama sistemlerinin satışları ve ekipmanlarının dünya pazarlarında kendini kanıtlaması yavaş kaldı. Bu döneme ait telefonlar daha basit bir tasarıma ve kapağa sahipti ve Ericsson'un kataloglarındaki erken dönem otomatik büro telefonlarının birçoğu cep telefonundaki gibi bir kadran ve elektronikte uygun değişiklikler bulunan manyetolu biçimlerdeydi. Ayrıntılı çıkartmalar kasaları süsledi. I. Dünya Savaşı, sonraki Büyük Buhran ve Rus Devrimi'nden sonra Rusya varlıklarının kaybı şirketin gelişimini yavaşlattı ve satışlarını Avustralya gibi ülkelerle sınırladı. Ortaklık değişiklikleri. Diğer telekomünikasyon şirketlerinin satın alınması Ericsson'un finansmanında baskı yarattı; 1925 yılında Karl Fredric Wincrantz, hisselerin çoğunu alarak şirketin kontrolünü ele geçirdi. Wincrantz kısmen uluslararası bir finansçı olan Ivar Kreuger tarafından finanse edildi. Kuruluş adı, Telefon AB LM Ericsson olarak değiştirildi. Kreuger şirkete ilgi göstermeye başladı, Wincrantz holding şirketlerinin büyük ortağı oldu. 1928'de Ericsson, "A" ve "B" hisselerini vermeye başladı; "A" payı, "B" payına karşı 1000 oy aldı. Wincrantz, hisseleri çoğunluk değil, yalnızca birkaç "A" hissesine sahip olacak şekilde şirketi kontrol etmiştir. Şirket, güç dağıtımında "statüko"sunu korurken bir sürü "B" hissesi çıkararak daha fazla para toplamıştı. 1930'da ikinci bir "B" ihracı gerçekleşti ve Kreuger LM Ericsson tarafından verilen parayla satın alınan "A" ve "B" hisselerinin bir karışımı ile şirketin çoğunluk kontrolünü eline aldı ve Alman devletine tahvillerde güvenlik sözü verdi. Daha sonra LM Ericsson'un bir bölümünü güvenli olarak veren ITT Corporation'dan (Sosthenes Behn tarafından yönetilen) kendi şirketi Kreuger & Toll için bir kredi aldı ve bir dizi uluslararası finansal işlemde varlıklarını ve ismini kullandı. Ericsson ITT tarafından ana uluslararası rakibi olarak bir devralma hedefi olarak görülüyordu. 1931'de ITT, Ericson'da çoğunluk payına sahip olmak için Kreuger'den yeterli miktarda hisse aldı. İsveçli şirketlerin yabancı hisse senetleri üzerindeki hükûmet tarafından getirilen bir limit nedeniyle bu haberler bir süre kamuya açıklanmadı, bu nedenle hisseler Kreuger'in adına listelenmişti. Buna karşılık Kreuger, ITT'den pay aldı; anlaşmada bu 11 milyon dolarlık kâr elde etmek içindi. ITT, 1932'de bu anlaşmayı iptal etmek istediğinde, şirkette para kalmadığını gördü; Kreuger'in kendisi için ödünç para vermiş olduğu aynı Kreuger & Toll'daki gibi büyük bir iddiası olduğunu fark etti. Kreuger LM Ericsson'u kendi parasıyla etkin bir şekilde satın almıştı. Kreuger şirketi kredi için güvenlik olarak kullanıyordu; kârlarına rağmen, onlara geri ödeme yapamadı. Ericsson, kayıpları belirgin olarak görülen bazı şüpheli hisse anlaşmalarına yatırım yapıldığını keşfetti. ITT anlaşmayı inceledi ve Ericsson'un değeri hakkında yanlış yönlendirildiğini fark etti. ITT, Kreuger'dan bir konferans için New York'a gitmesini istedi ancak kendisi bu konferansa katılmadı. Bankacılık kurumları, Kreuger'in mali durumunun sözcük dağılımına paralel olarak, kredileri için güvenlik sağlamaları için baskı yapıyorlardı. ITT, Ericsson hisselerini satın almak için olan anlaşmayı iptal etti. Kreuger, 11 milyon doları geri ödeyemedi ve 1932'de Paris'te intihar etti. ITT, Ericsson'un üçte birine sahipti, ancak şirketin ana sözleşmesinde, hiçbir yabancı yatırımcının oyların %20'sinden fazlasını kontrol etmesine izin verilmediğini gösteren bir paragraf nedeniyle bu sahipliği kullanması yasaklandı. Wallenberg dönemi. Ericsson, Stockholms Enskilda Bank (şimdiki Skandinaviska Enskilda Banken) ve Wallenberg ailesi tarafından kontrol edilen diğer İsveç yatırım bankaları ve bazı İsveç hükûmetinin desteğini de içeren bankaların yardımıyla iflas ve kapatılmalardan kurtuldu. Marcus Wallenberg Jr, Ericsson'u mali olarak yeniden inşa etmek için birçok İsveç bankasıyla anlaşma imzaladı. Bankalar kademeli olarak LM Ericsson'un "A" hisselerini elinde bulundururken, ITT hâlâ en büyük hissedar olarak kaldı. 1960 yılında Wallenberg ailesi ITT ile Ericsson'daki paylarını satın alması için düzenlemeler yaptı ve o zamandan beri şirketi kontrol etmiştir. Pazar gelişimi. 1920'li ve 1930'lu yıllarda dünya telefon pazarları pek çok hükûmet tarafından örgütlenmekte ve istikrara kavuşturulmaktaydı. Evrimleşmiş küçük, özel şirketlerin hizmet verdiği bölünmüş kasaba-şehir sistemleri, birbirine bütünleştirildi ve tek bir şirkete kiralama biçimi teklif edildi. Ericsson, büyüyen şebekelere donanım satışı yapar şekilde bazı kira gelirleri elde etti. Ericsson satışlarının yaklaşık üçte biri telefon şirketlerinin kontrolünde tutuluyordu.. Büyük telefon şirketleri arasındaki müzakerelerde, dünyayı kendi alanlarında ikiye bölmeyi amaçlıyordu. ITT'nin büyüklüğü rekabet etmeyi zorlaştırdı. Ericsson, telefon şirketlerine katılımını azalttı ve telefon ve şalt cihazları imalatına geri döndü. İngiltere'deki Beeston fabrikası, Ericsson ve Ulusal Telefon Şirketi arasında ortak bir girişim olmuştu. Fabrika, Strowger lisansı altında GPO için otomatik anahtarlama teçhizatı kurdu ve ürünleri eski İngiltere kolonilerine ihraç etti. İngiltere hükûmeti donanım sözleşmelerini rakip üreticiler arasında ikiye bölmüş ancak Ericsson'un İngiltere'deki varlığı ve üretim tesisleri sözleşmelerinin çoğunu almasına izin vermişti. Büyük Buhran sonrasında satışlar yeniden başladı, ancak şirket, yüzyılın başında sahip olduğu pazar girdilerine hiçbir zaman ulaşamadı. Bir dizi telefon ve anahtarlama ekipmanı üretti; pazarın daha önemli bir parçası haline geldi. Farklı Ericsson stilleri, 1930'lu yıllardan başlayarak bakalit telefonların artan kullanımı ile bastırılmıştı. Daha fazla gelişim. Ericsson, 1956 yılında dünyanın ilk tam otomatik cep telefonu sistemini (MTA) tanıttı. 1960'lı yıllarda dünyanın ilk eller serbest (hands-free) hoparlörlü telefonlarından birisini satışa sundu. 1954'te Ericofon'u satışa sundu. Birçok ülkedeki telefon idarelerinde Ericsson çapraz anahtarlama (crossbar switching) donanımı kullanıldı. 1995-2003: İnternetin ortaya çıkışı. 1990'larda Internet'in ortaya çıkışı sırasında Ericsson, potansiyelini gerçekleştirmekte IP teknolojisi alanında geride kalmayı kabul etti. Fakat şirket, 1995 yılında sabit hat telekom ve BT'den gelen fırsatları kullanmak için Infocom Systems adlı bir İnternet projesi oluşturdu. İcra Kurulu Başkanı Lars Ramqvist 1996 yıllık raporunda, üç iş alanının hepsi hakkında –Mobil Telefonlar ve Terminaller, Mobil Sistemler ve Bilgi Alma Sistemleri– "Müşteri hizmetlerimize ve İnternet Protokolü (IP) erişimine (İnternet ve intranet erişimi) ilişkin faaliyetlerimizi genişleteceğiz" dedi. Fiilen bir dünya standardı haline gelen GSM'in büyümesi, Ericsson'un diğer taşınabilir standartlarıyla (mobile standards) birlikte, D-AMPS ve PDC gibi, 1997 yılı başında Ericsson'un yaklaşık 54 milyon abone ile dünya mobil pazarının yaklaşık %40 payına sahip olduğu anlamına geliyordu. 117 ülkede sipariş üzerine yaklaşık 188 milyon AXE telefon santrali vardı. Telekom ve çip şirketleri 1990'lı yıllarda cep telefonları üzerinden İnternet erişimi sağlamak için çalıştı. Kablosuz Uygulama Protokolü (WAP) gibi paketlerin verilerini mevcut GSM şebekesi üzerinden GPRS (GPRS - "Genel Paket Radyo Servisi") olarak bilinen eski sürümleri kullandı, ancak 2.5G olarak bilinen bu servisler oldukça ilkeldi ve çok fazla bir kullanıcı kitlesine ulaşamadı. Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), çeşitli teknolojileri içeren bir 3G mobil servis için teknik ölçütler hazırladı. Ericsson, GSM standardına dayanan WCDMA (geniş bantlı CDMA) formu için sert bir baskı uyguladı ve 1996'da bunu test etmeye başladı. Japon operatör NTT DOCOMO, rakip standartlar üzerinde WCDMA'yı desteklemek için 1997'de bir araya gelen Ericsson ve Nokia ile ortaklık yapmak için bir anlaşma imzaladı. DOCOMO, FOMA (FOMA - Freedom of Mobile Multimedia Access, "Taşınabilir Çokluortam Erişimi Özgürlüğü") adlı kendi WCDMA sürümünü kullanan canlı bir 3G şebekesine sahip ilk operatördü. ABD merkezli çip geliştiricisi Qualcomm, ABD pazarındaki CDMA popülerliğine dayanan başka bir sistem olan CDMA2000'i tanıtırken, Ericsson WCDMA GSM versiyonunun önemli bir geliştiricisiydi. Bu, Mart 1999'da çözülen ve iki şirketin kendi teknolojilerinin kullanımı için telif ücreti ödemeyi kabul ettiği ve Qualcomm'un kablosuz altyapı işini ve bazı Ar-Ge kaynaklarını satın aldığı bir patent ihlal davasıyla sonuçlandı. Qualcomm anlaşmazlığı çözüldükten sonra, Ericsson taşınabilir internet teknolojisinde yer aldı. Microsoft ile ağ tarayıcısı ve sunucu yazılımı gibi konularda Ericsson, taşınabilir internet teknolojileri ile birleştirmek için bir ortaklık duyurusunda bulundu. İnternet ve telekomünikasyon sonrası müteakip ortak girişim 2001 yılında bozuldu. Ericsson, 1990'ların sonundaki Dot-com balonuna kapıldı. Şirketin piyasa değeri arttı; hisse fiyatı 1990'lı yılların başındaki 20 SEK'lik bir seviyeden Mart 2000'de 825 SEK'de zirve yaptı. Ocak 1998'de CEO olarak görevinden istifa eden Lars Ramqvist, daha sonra yönetim kurulu başkanlığına getirildi. 1998 başında CEO olarak Sven-Christer Nilsson görevi devraldı ve kuruluş IP teknolojileri yönünde daha net kararlar aldı. Liderliği altında, şirket Amerikalı yönlendirici şirketi Juniper'in bir payı da dahil olmak üzere satın alımlarda bulundu. Ericsson, 1997 yılında Nokia ve Motorola ile en üst düzeyde paylaşımlı ağlarda ve cep telefonu üretiminde lider bir oyuncu haline geldi. Hizmetler giderek daha önemli hale geliyordu; Ericsson uzun yıllar şebekeleri devreye alma hizmetleri teklif etmiş ve şebekeleri işletmişti, ancak 1990'ların sonunda servis operasyonları bir hizmet birimi haline getirildi. Haziran 1999'da, Ericsson'un mobil bölümünün başında olan Kurt Hellström, Nilsson'u Genel Müdür olarak değiştirdi. İnternet potansiyeli etrafında dünya çapında aldatıcı olan - ve özellikle Ericsson'un mobil internet teknolojileri için - endüstri beklentilerini şişirmiştir. Pek çok Batılı ülkedeki operatör, sermaye piyasalarının çoğunda 3G lisansları için kullandığı ve satın aldıkları tayfı kullanmak için gereken yeni ağları göze alamadılar. Ericsson ve diğer telekomünikasyon tedarikçilerinin beklediği ve hazırlamaya yatkın oldukları sipariş kabulü hayal kırıklığı yaratıyor ve endüstri genelinde iş kayıplarına ve sağlamlaştırmalara (konsolidasyon) neden oluyordu. Ericsson, Mart 2001'de kâr ihbarı düzenledi. İleriki yıl operatörler için satışlar yarıya indi. Cep telefonları işi büyük bir yük haline geldi; 2000 yılında şirketin taşınabilir telefon birimi 24 milyon İsveç kronu kaybetti. Mart 2000'de ABD, New Mexico'daki Philips çip fabrikasındaki bir yangın, Ericsson'un telefon üretiminde ciddi aksaklıklara neden oldu ve Ericsson'un cep telefonu umutlarına "son darbe"yi vurdu. Cep telefonu operasyonları Ekim 2001'de Sony ile Sony Ericsson Mobil İletişim şeklinde bir ortak girişim haline getirildi. Ericsson'da yeniden yapılanma, yeni ödenek belirleme ve işten çıkarmalara yönelik birkaç işlem sonucunda; 2001'de 107.000 olan personel sayısı 85.000'e düştü. Gelecek yıl 20.000 kişi ve 2003'te de 11.000 kişi daha gitti. Şirketi ayakta tutmakta gereken 30 milyar kron yeni bir haklar konusunda kazanıldı. Mobil İnternet kullanımı arttıkça şirket hayatta kalmıştı. Kuruluş kayıt kârları konusunda rakiplerinden çok daha iyi durumdaydı. 2003-2016: yeniden yapılanma ve büyüme. Mobil İnternetin ortaya çıkması, Ericsson da dahil olmak üzere küresel telekom endüstrisi için bir büyüme dönemi başlattı. 2003 yılında 3G hizmetlerinin tanıtılması ardı dönemde insanlar telefonlarını kullanarak internete girmeye başladı. Ericsson'un birçok önemli operatöre GSM ekipman tedarikçisi konumuna girmesi ve ortaya çıkan 3G standartlarında ve ilgili teknolojilerdeki öncü rolü birçok değişikliğin ön planında yer almaktaydı. Ardı ardına 10 kez zarara uğrayan kesintili dönemler, şirketin 2003 yılının üçüncü çeyreğinde kara dönebileceği ve yeniden büyümeye başlayacağı anlamına geliyordu. 2003 yılında yeni CEO konumuna döndüğünü açıklayan Carl-Henric Svanberg, şirketin operasyonel mükemmellik üzerine yoğunlaşacağını, bunun verimliliği geniş bir yelpazede arttıracağını ve birkaç yıldır Ericsson'un kurumsal kültürüne hakim olan daha iyi yatırım getirisini artırmaya odaklanacağını söyledi. Kesintiler sırasında Ericsson, CDMA örgütlenmesini azaltmıştı. Büyük ölçüde Kuzey Amerika, Japonya ve anakara Asya'da kullanılan bu standart GSM ile rakipti ve Ericsson'un bu alanda %25'lik bir pazar payı vardı, ancak genel hacimler çok düşüktü, bu nedenle Ericsson CDMA bağlantılarını azalttı ve 2006'da tamamen sona erdirdi. Ericsson, anahtar teknolojilerdeki ve pazar bölümlerindeki konumunu güçlendirmek için bir dizi satın almaya gitti. Bunlardan ilki, veri aktarımında, fiber optik ve sabit ağ hizmetlerinde güçlü bir portföy içeren varlıklarının bulunduğu radyonun doğuşuna kadar giden geçmişiyle bir kuruluş olan Marconi'ydi. Diğer satın alımlar arasında 2007'de Redback Networks (taşıyıcı uç yönlendiricileri), Entrisphere (fiber) ve LHS Telekommunikation (müşteri hizmetleri) ve 2008'de Tandberg Television yer alıyordu. Ericsson, kurumsal PBX bölümünü aynı yıl Aastra Technologies'e sattı. Ericsson, 2009 yılında Kuzey Amerika'da Nortel'in CDMA operasyonlarını ve varlıklarını satın alarak CDMA pazarına tekrar girdi. Satın alımları, Ericsson'un yeni nesil ağ teknolojileri ve çokluortam genel stratejisini genişletmesi izledi, bu süreçte, video, mobil genişbant ağlarında veri trafiğinin baskın şekli haline geldiğinden, daha da önem kazandı. Ericsson, çokluortam işini 2007 başında geliştirmek için ayrı bir bölüm oluşturdu. Ericsson, operatörler satın alıp teslimat yaparken WCDMA'yı iyileştirmenin yolları üzerinde çalışıyordu; bu 3G erişimin ilk nesli olmuştu. Yeni gelişmeler arasında, IMS (IMS - IP Multimedia Subsystem, "IP Çokluortam Alt Sistemi") ve WCDMA'nın bir sonraki gelişimi olan HSPA (HSPA - High-Speed Packet Access, "Yüksek Hızlı Paket Erişimi") bulunuyordu. Başlangıçta HSDPA (High Speed Downlink Packet Access) olarak adlandırılan indirme sürümünde konuşlandırıldı; teknoloji, 2005 yılı sonlarında ABD'de yapılan ilk test çağrılarından Eylül 2006'da 59 ticari ağa yayıldı. HSPA, dünyanın ilk taşınabilir geniş bant sistemi olacaktı. Temmuz 2016'da Hans Vestberg, şirkete yön veren yarım düzine yıldan sonra Ericsson'un CEO'luğu görevinden istifa etti. 1991'den beri şirkette çalışan Jan Frykhammar, Ericsson'un tam zamanlı olarak geçici icra kurulu başkanlığı görevine gelecekti. 26 Ekim'de Ericsson yeni CEO'unu açıkladı. Börje Ekholm, 16 Ocak 2017'de görevine başlayacak ve geçici CEO Jan Frykhammar ertesi gün istifa edecektir. Devralmalar, genişleme, konsolidasyon ve işbirlikleri. 2000 yılı civarında şirketler ve hükûmetler mobil İnternet standartlarını yükseltmeye başladılar. Mayıs 2000'de Avrupa Komisyonu, gelişmiş kablosuz iletişim sistemleri için yeni öntürler geliştirmek ve test etmek için Avrupa'daki dört telekomünikasyon tedarikçisinin – Ericsson (İsveç), Nokia (Finlandiya), Alcatel (Fransa) ve Siemens'in (Almanya) - bir konsorsiyumu olan Kablosuz Strateji Girişimi'ni oluşturdu. O yıl, konsorsiyum ortakları diğer şirketleri 2001 yılında bir 'Kablosuz Dünya Araştırma Forumu'na davet etti. Aralık 1999'da Microsoft ve Ericsson, eski web tarayıcıları ve sunucu yazılımının ikincisini mobil internet teknolojileri ile birleştirmek için stratejik bir ortaklık yaptıklarını duyurdu. 2000 yılında, Dot-com balonu İsveç için çarpıcı ekonomik etkilerle patladı. Dünyanın en büyük mobil telekomünikasyon donanımı üreticisi olan Ericsson'un, ülkede internet danışmanlık kuruluşları ve dot-com start-up'ları gibi binlerce işi buluyordu. Aynı yıl dünyanın en büyük yarıiletken yonga üreticisi olan Intel, ilerleyen üç yıl içinde Ericsson'a flash bellek sağlamak için 1,5 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Kısa süren ortak girişim Ericsson Microsoft Mobile Venture AB, Ericsson ve Microsoft tarafından yüzde 70/30 sahiplikle oluşturuldu ancak Ericsson eski ekibini özümseyeceğini ve Microsoft ile bunun yerine bir lisans anlaşması imzaladığı Ekim 2001'de ortak girişimi sona erdirdi. Aynı ayda Ericsson, Sony Corporation ile birlikte müşterek yönetime tabi bir taşınabilir telefon şirketi olan Sony Ericsson'un kurulduğunu duyurdu. Sony Ericsson ortak girişimi, Sony'nin Ericsson'un payını satın aldığı Şubat 2012 tarihine kadar işletilmeye devam etti; Ericsson, küresel kablosuz pazarına bir bütün olarak odaklanmak istediğini bildirdi. Daha düşük hisse senedi fiyatları ve iş kayıpları 2001'de birçok telekomünikasyon şirketini etkiledi. Ana ekipman üreticileri - Motorola (ABD), Lucent Technologies (ABD), Cisco Systems (ABD), Marconi (İngiltere), Siemens AG (Almanya), Nokia (Finlandiya) ve Ericsson (İsveç) - tüm yatırım bulunan ülkelerde ve dünyadaki iştiraklerde işten çıkarmalar ilan etti. Ericsson'un dünya genelindeki iş gücü 2001 yılı boyunca 107.000'den 85.000'e düştü. Eylül 2001'de Ericsson, EHPT'taki geri kalan hisseleri Hewlett Packard'dan satın aldı. 1993'te kurulan Ericsson Hewlett Packard Telecom (EHPT), %60 Ericsson ve %40 Hewlett-Packard ortaklığında oluşturulmuş bir Müşterek Yönetime Tabi Ortaklıktı. 2002 yılında ICT yatırımcı kayıpları 2 trilyon doları aştı ve hisse senetleri Ağustos ayına kadar %95 oranında düştü. İki yıllık süreçte küresel telekom sektöründe yarım milyondan fazla insan işini kaybetti. 107 milyar doların üzerinde varlık gösteren Amerikalı taşıyıcı WorldCom'un çöküşü, ABD tarihinin en büyüğü oldu. Sektörün sorunları iflaslara ve iş kayıplarına neden oldu ve bir dizi büyük şirketin liderliğinde değişikliklere neden oldu. Ericsson, 20.000 ilave çalışanı işten çıkardı ve hissedarlarından yaklaşık 3 milyar dolar kazandı. Haziran 2002'de Infineon Technologies AG (daha sonra altıncı büyük yarı iletken tedarikçisi olacak ve Siemens AG'nin bir iştiraki olan), Ericsson'un mikroelektronik birimini 400 milyon dolara satın aldı. Hewlett-Packard ile işbirliği EHPT ile sonuçlanmadı; 2003 yılında Ericsson IT, Yönetilen Hizmetler, Yardım Masası Desteği, Veri Merkezi İşlemleri ve HP Yardımcı Veri Merkezi dahil olmak üzere HP'ye dış kaynak sağlamıştır. Sözleşme 2008'de uzatılmıştır. Ayrıca, H3G ve Vodafone dahil bazı telekom operatörleri ile bir dizi ortak Ericsson/HP Telekomünikasyon dış kaynak kullanımı anlaşması yapılmıştır. Ekim 2005'te Ericsson, "radyonun babası" Guglielmo Marconi tarafından esas Marconi Şirketinin kurulmasına dek uzanan ve markası da dahil olmak üzere sorunlu İngiliz telekomünikasyon üreticisi Marconi Company'nin büyük bir kısmını satın aldı. Eylül 2006'da, Ericsson, esas olarak sensör ve radar sistemleri üreten savunma sanayi şirketi Ericsson Mikrodalga Sistemleri'nin büyük bir kısmını Saab AB'ye sattı ve şirket adı Saab Mikrodalga Sistemleri olarak değiştirildi. Satış, daha önce ortak bir girişim olan Saab Ericsson Space'in tamamen Saab'a ait olduğu anlamına geliyordu. Saab satışa dahil edilmedi, satışla Ericsson'a devredilen Ulusal Güvenlik ve Kamu Güvenliği bölümü oldu. 2007'de Ericsson, taşıyıcı uç yönlendirici üreticisi Redback Networks'ü ve daha sonra fiber erişim teknolojisi sağlayıcısı ABD merkezli Entrisphere'yi satın aldı. Eylül 2007'de, Ericsson, Alman müşteri hizmetleri ve faturalandırma yazılımı şirketi LHS'ye %84 payla kaynak sağladı ve bu pay daha sonra %100'e yükseltildi. Ericsson, 2008 yılında kurumsal PBX bölümünü Aastra Technologies'e satmış ve Norveçli şirket Tandberg'in televizyon teknolojisi bölümü olan Tandberg Television'ı satın almıştır. 2009'da Ericsson, Nortel'in operatör ağları bölümünün CDMA2000 ve LTE işini 1,18 milyar dolar karşılığında satın aldı; Bizitek, Türk iş destek sistemleri bütünleyicisi (integrator); elektronik imalat şirketi Elcoteq'in Estonya üretim operasyonları ve LHS'nin satın alınması tamamlandı. 2010 yılı satın alımları arasında, inCode'un Strateji ve Teknoloji Grubu'ndan alınan varlıkları, bir Kuzey Amerika ticaret ve danışmanlık hizmetleri şirketi; Nortel'in LG-Nortel'deki çoğunluk hissesi (%50 üzeri bir pay), LG Electronics ve Nortel Networks arasında satış yapan bir ortak girişim, Ar-Ge ve Güney Kore'deki endüstriyel kapasite ile şu anda Ericsson-LG olarak bilinen şirket; Nortel taşıyıcısı bölünmüş varlıklarının daha fazlası, Nortel'in ABD ve Kanada'daki GSM işiyle ilgili varlıkları; bir ABD kuruluşu Optimi Corporation, –ağ optimizasyonu ve yönetiminde uzmanlaşmış İspanyol telekomünikasyon satıcısı ve Pride, İtalya'da etkinlik gösteren bir danışmanlık ve sistem entegrasyonu şirketi bulunmaktaydı. Ericsson, 2011 yılında Guangdong Nortel Telekomünikasyon Ekipmanları Şirketi (GDNT) ve Nortel'in Multiservice Switch (Multiservice Switch) işinden imalat ve araştırma tesisleri ve personeli satın aldı. Ayrıca mobil bulut hızlandırma hizmetlerini geliştirmek ve pazarlamak için Akamai Technologies ile stratejik bir ittifak oluşturdu. Ericsson, Ocak 2012'de ABD şirketi Telcordia Technologies'i, bir operasyon ve iş destek sistemleri (OSS/BSS) şirketine kavuştu. Ericsson, Mart ayında bir medya yayın teknolojisi şirketi olan Technicolor'un yayın hizmetleri bölümünü satın aldığını açıkladı. Nisan 2012'de Ericsson, güçlü bir Wi-Fi şebeke teknolojisi şirketi olan BelAir Networks'ün devralımını tamamladı. 3 Mayıs 2013'te Ericsson, elektrik kablosu operasyonlarını Danimarka şirketi NKT Holding'e devredeceğini açıkladı. 1 Temmuz 2013'te Ericsson, düzenleyici onayına tabi medya yönetimi şirketi Red Bee Media'ı satın alacağını açıkladı. Satın alma işlemi 9 Mayıs 2014 tarihinde tamamlandı. Ericsson, Eylül 2013'te, aynı yılın Nisan ayında ilk kez ilan edilen Microsoft'un Mediaroom iş ve televizyon hizmetlerinin satın alınmasını tamamladı. Satın alma işlemi, Ericsson'u, pazar payında dünyadaki IPTV ve çoklu ekran servislerinin en büyük sağlayıcısı haline getirmiş ve girişim Ericsson Mediaroom olarak yeniden adlandırılmıştır. Eylül 2014'te, Ericsson, bulut politikası uyumluluğu için Apcera'da çoğunluk hisseye sahip oldu. Kurumsal yönetim. 2016 yılı itibarıyla, LM Ericsson yönetim kurulu üyeleri şunlardı: Leif Johansson, Jacob Wallenberg, Kristin S. Rinne, Helena Stjernholm, Sukhinder Singh Cassidy, Börje Ekholm, Ulf J. Johansson, Mikael Lännqvist, Zlatko Hadzic, Kjell-Åke Soting, Nora Denzel, Kristin Skogen Lund, Pehr Claesson, Karin Åberg and Roger Svensson. Araştırma ve geliştirme. Ericsson, ürün ve teknolojilerin müşterilere ve kullanıcılara ne zaman tanıtılacağına bağlı olarak Ar-Ge'yi üç düzeyde yapılandırdı. Araştırma ve geliştirme örgütlenmesi Grup İşlevi Teknolojisi'nin bir parçasıdır ve kablosuz erişim ağlarına odaklanmaktadır; radyo erişim teknolojileri; genişbant teknolojileri; paket teknolojileri; çokluortam teknolojileri; hizmetler ve yazılımlar; EMF güvenliği ve sürdürülebilirliği; güvenlik ve küresel hizmetlerden oluşmaktadır. Bu alanlar, tüm ağ mimarisinin farklı bölümlerini kapsamaktadır. Grup İşlevi Teknolojisi, İsveç'te Lund Üniversitesi, Macaristan'da Eötvös Loránd Üniversitesi ve Çin'de Pekin Teknoloji Enstitüsü gibi birkaç büyük üniversite ve araştırma enstitüsüyle araştırma ortaklığı yapmaktadır. Ericsson ayrıca, GigaWam ve OASE gibi çeşitli Avrupa araştırma programlarıyla araştırma işbirliği yapmaktadır. Ericsson 33.000 patent aldı ve GSM/GPRS/EDGE, WCDMA/HSPA ve LTE temel patentlerinin bir numaralı sahibi konumundadır. Ürünler ve servisler. Ericsson'un işleri, teknoloji araştırmaları, geliştirmeleri, ağ ve yazılım geliştirmeleri ve çalışan ve gelişen operasyonları ve yazılımları kapsar. Ericsson, tüm önemli mobil iletişim standartları için uçtan uca servisler sunar ve dört ana iş birimine sahiptir. İş Birimi Ağları. İş Birimi Ağları, 2008 yılından beri Johan Wibergh tarafından yönetilmektedir. Taşınabilir ve sabit bağlantılar üzerinden iletişim ihtiyaçları için ağ altyapısı geliştirir. 1 Temmuz 2014 itibarıyla BNET, İş Birimi Radyosu ve İş Birimi Bulut Birimi ve IP'ye ayrılmıştır. Ürünleri arasında radyo baz istasyonları, radyo ağ denetleyicileri, mobil anahtarlama merkezleri ve çok servisli erişim düğümü yer alıyor. Operatörler, 2G'den 3G'ye ve en son olarak 4G şebekelerine geçmek için Ericsson ürünlerini kullanıyor. Şirketin şebeke bölümü, 2G, 3G, 4G / LTE teknolojisinin, geleceğin 5G'sinin ve tüm IP'ye doğru evrimin geliştirilmesinde bir sürücü olarak tanımlanmıştır ve gelişmiş LTE sistemlerini geliştirir ve uygular, Eski GSM, WCDMA ve CDMA teknolojilerini halen geliştirmektedir. Şirketin ağ portföyünde aynı zamanda ana ağlar, mikrodalga aktarımı, İnternet Protokolü (IP) ağları, bakır ve fiber için sabit erişimli hizmetler ve mobil geniş bant modülleri, çeşitli seviyelerde sabit genişbant erişimi, radyo erişim ağları da bulunmaktadır. Üretim Çin'de yapılmaktadır. Bunlarla küçük piko hücrelerden yüksek kapasiteli makro hücrelere, radyo baz istasyonları için denetleyicilere ve ağın diğer bölümleriyle radyo erişim ağlarını birbirine bağlayan çekirdek ağ düğümlerine sahip olursunuz. İş Birimi Küresel Hizmetleri. 2010'dan bu yana Magnus Mandersson, İş Birimi Küresel Hizmetleri Başkanıdır. Bu birim bir operatörün şebekesini ve ilgili işletme destek sistemlerini çalıştırmak için sorumluluk almak da dahil telekomünikasyon ile ilgili yönetilen hizmetleri sağlamaktadır. Birim 180 ülkede faaliyet göstermektedir; yönetilen hizmetleri tedarik eder, sistem bütünleştirmeleri, danışmanlık, ağ tanıtımı, tasarım ve optimizasyon, yayın hizmetleri, öğrenme hizmetleri ve desteği sağlar. Şirket ayrıca televizyon ve medya, kamu güvenliği ve kamu hizmetleri ile birlikte çalışıyor. Ericsson, dünya çapında 1 milyardan fazla aboneye hizmet eden ağları yönetmeyi ve 2,5 milyardan fazla aboneye hizmet eden müşteri ağlarını desteklediğini iddia ediyor. İş Birimi Destek Çözümleri. Per Borgklint, 2011 yılından bu yana İş Birimi Destek Çözümleri'ne yön verdi. Başlangıçta 2007'de Çokluortam İş Birimi olarak kurulan Ericsson birimi, Şubat 2012'de çokluortam işinde yeni bir stratejiyi duyurdu. İş Birimi Destek Çözümleri, operasyonlar ve iş destek sistemleri (OSS ve BSS), gerçek zamanlı, çoklu ekran ve isteğe bağlı televizyon ve medya için ve gelişmekte olan m-ticaret ekosistemi için yazılım geliştiriyor. Ericsson, 1,6 milyar insana hizmet veren, ücretlendirme ve faturalama konusunda lider bir konumda olduğunu iddia ediyor. Sistem bütünleştirmeleri. Ericsson'un sistem entegrasyonu şu anda teklifleri yedi hizmet sunumundan oluşur: Şebeke servisleri. Ericsson şebeke yayılım hizmetleri, canlı şebekelerde değişiklikler yapmak için kurum içindeki yetenekleri, taşeronları ve merkezi kaynakları kullanmaktadır. Teknoloji dağıtımı, ağ dönüşümü ve ağ optimizasyonu gibi hizmetler de sağlanmaktadır. Yayın hizmetleri. Ericsson Broadcast Services, canlı ve önceden kaydedilmiş, ticari ve kamuya açık televizyonlarla ilgilenir. Medya yönetimi hizmetleri, Yönetilen Medya Hazırlama ve Yönetilen Medya İnternet Dağıtımı'ndan oluşur. İş Birimi Modemleri. 7 Mayıs 2014'ten itibaren Robert Puskaric, görevi Ağustos 2013'ten beri görev yapan Mats Norin'den sonra Başkan Yardımcısı ve İşletme Birimi Başkanı olarak devraldı. Bu birim 2G, 3G ve 4G ile birlikte çalışabilirliği dahil LTE çok modlu ince modemlerini tasarlar ve satar. Bu etkinlik Ericsson'a, yeni modem organizasyonu kurulduğunda ST-Ericsson'dan devredildi. Ünite, LTE (FDD/TDD), HSPA+, HSPA, TD-SCDMA ve EDGE'yi destekleyen Ericsson M7000 serisi çok modlu modemler de dahil olmak üzere ürünler geliştirdi. Eylül 2014'te Ericsson, STMicroelectronics'in ortak girişimdeki ortağını çıkardıktan sonra aldığı bir kayıp birimini kapatarak, modem geliştirmeyi durduracağını duyurdu. Kapatılan işletmeler. Sony Ericsson Mobile Communications AB (Sony Ericsson), Sony ile ortak ve iki şirketin önceki cep telefonu operasyonlarını birleştiren bir ortak girişimdi. Cep telefonları, aksesuarlar ve kişisel bilgisayar (PC) kartları üretti. Sony Ericsson, ürün tasarımı ve geliştirme, pazarlama, satış, dağıtım ve müşteri hizmetleri konularından sorumluydu. Sony, 16 Şubat 2012'de Sony Ericsson'un tamamının satın alımının tamamladığını açıkladı. Cep telefonları. Sony ile ortak girişim olarak, Ericsson'un mobil telefon üretimi 2001'de Sony Ericsson'a taşınmıştır. Aşağıda, Ericsson markası altında pazarlanan cep telefonlarının bir listesi bulunmaktadır. Ericsson Taşınabilir Platformlar. Ericsson Mobile Platforms (EMP), cep telefonları ve PC kartları gibi cihazlarda kullanılan GSM/EDGE ve WCDMA/HSPA platformları için bir teknoloji platformu sağlayıcısıydı. Ericsson, Ericsson Taşınabilir Platformlar AB aracılığıyla, açık standart, uçtan uca birlikte çalışabilirliğe sahip ve GSM/EDGE ve WCDMA teknolojisi platformlarını lisansladı. Ürün, referans tasarımları, platform yazılımları, uygulamaya özel entegre devre (ASIC - "Application-specific integrated circuit") tasarımları ve geliştirme panoları, geliştirme ve test araçları, eğitim, destek ve dokümantasyonları içermekteydi. Ericsson Mobile Platforms, dokuz küresel alanda hizmet vermekte ve ana işletimleri İsveç'te bulunmaktaydı. Şirket sekiz yıldır varlığını sürdürmektedir; 12 Şubat 2009'da Ericsson, Ericsson ve ST Microelectronics'in yüzde 50/50 ortaklığı olan ortak girişimi kurmak üzere ST-Micro'nun ST-NXP Wireless mobil platform şirketiyle birleşeceğini duyurdu. Bu ortak girişim 2013 yılında bölünmüş ve kalan etkinlikler Ericsson Modemler ve STMicroelectronics'te bulunabilir durumdadır. Ericsson Taşınabilir Platformlar (EMP - "Ericsson Mobile Platforms"), 2009 yılının başında yasal bir varlık olmayı bırakmıştır. Ericsson Kurumsal. Ericsson Kurumsal (EE - "Ericsson Enterprise"), şirketler, kamu kuruluşları ve eğitim kurumları için iletişim sistemleri ve hizmetleri sağlamıştı. İnternet protokolü üzerinden ses iletimi (VoIP) tabanlı kişisel alan santralleri (PBX), kablosuz yerel alan ağları (WLAN) ve mobil intranet alanları için ürünler geliştirdi. Ericsson Enterprise çoğunlukla İsveç'te işletilmekte, aynı zamanda bölgesel birimler ve diğer ortak/distribütörler aracılığıyla işletilmekteydi. 2008'de Aastra'ya satıldı. .mobi ve mobil İnternet. Ericsson, mobil internet için özel olarak oluşturulan .mobi ile üst düzey alan adının tanıtımında resmi bir destekçiydi. Ericsson, .mobi'nin Eylül 2006'da piyasaya sürülmesinden bu yana Sony Ericsson'un mobil portalı olan SonyEricsson.mobi'yi devreye aldı. Ek olarak Ericsson, uygulamaların ve hizmetlerin geliştirilmesini teşvik etmek için geliştirilmiş bir Ericsson Geliştirici Bağlantısı programını barındırmıştır. Ericsson ayrıca beta uygulamalar için açık bir yenilik girişimi ve beta sürüm API'leri ve araçları olan Ericsson Labs'a da sahipti. Şirket çalışanları arasında çeşitli iç yenilik yarışmalarına ev sahipliği yapmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13427", "len_data": 37955, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 3.52 }
Silah veya teçhizat, canlıların diğer canlılara karşı savunma veya saldırı amacıyla kullandığı her türlü araç. Silahlar, bıçak ve kılıç gibi kesici araçlardan, top ve tüfek gibi patlayıcı araçlara kadar çok geniş bir yelpazede yer alırlar. Ateşsiz yaralayıcı ve ölümcül silahlar. Yakın mücadele silahları. Gürz, bıçak, kılıç, pala, mızrak, kargı, kırbaç, kalkan, zırh, hançer, balta, kama, koçbaşı ve bunlara benzer pek çok çeşitte silah geliştirildi. Bunların savaşta en yaygın olanı kılıçtı. Meç, şimşir, gaddare, yatağan gibi çeşitleri vardı. Günümüzde hala kullanılmakta olan kasatura, tüfeğin ucuna takılan dürtücü ve kesici ateşsiz bir silahtır. Koçbaşı, ucunda demir bir koçbaşı bulunan asılı bir kirişten ibarettir. Kale kapılarını yıkmak için kullanılır. Ateşsiz menzilli silahlar. Yay, tatar yayı, cirit, bumerang, mancınık. Ateşli silahların bulunuşuna kadar yaygın olarak kullanılan diğer bir silah oktu. Mancınık, gülleleri ve büyük okları fırlatmaya yarayan bir aletten çok bir mekanizmaydı. Ateşli silahlar. Çin gibi Uzak Doğu ülkelerinde bulunan barutun, Orta Doğu ve Avrupa'ya geçmesiyle ateşli silahlarda da önemli gelişmeler oldu. Eskiden beri Orta Asya'da Türkler ve Çinliler tarafından kullanılan barut, sonradan roket, top ve tüfek gibi silahlarda kullanılmaya başlandı. Orta Çağ'da en çok Selçuklu ve Osmanlı döneminde bu tür silahlarda büyük gelişmeler kaydedildi. Kosova Meydan Muharebesi'nde ve özellikle II. Mehmed tarafından, İstanbul'un fethinde toptan büyük ölçüde faydalanıldı. I. Selim zamanındaysa kısa ve orta menzilli tüfekler askerî birim ve orduda yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. I. Selim tarafından verilmiştir. Zamanla büyük değişikliğe uğrayan ateşli silahlar, tabanca, tüfek, bomba atar, top, obüs, havan gibi çeşitli adlar altında, değişik vasıflara sahip birçok çeşitlere ayrıldı. Bunların her birinin kullanım amacına göre özellikleri vardır. Ayrıca günümüzde bu silahların makineli, yarı otomatik tipleri gelişmiştir. Güdümlü mermiler, deniz hedeflerine karşı kullanılan torpidolar, çeşitli tipteki bombalar, roketler ve mayınlar da ateşli silahlar grubuna dahil edilebilir. Kara, deniz ve hava birliklerince kullanılan bu silahların bazısı saldırı, bazısı savunma, bazısı da hem saldırı hem de savunma amacı taşır. Örneğin savaş uçaklarında saldırı için kullanılan makineli tüfek, top, roket, güdümlü mermi ve çeşitli bombalar bulunabildiği gibi uçaklara karşı savunmada kullanılan güdümlü uçaksavar sistemleri de vardır. Zırhlı bir savaş aracı olan tankta kullanılan makineli tüfek, top, roket, alev makinesi, sis ve gaz makineleri ayrıca tanklara karşı kullanılan tanksavar topları, roketleri, bombaları, füzeleri bu silahların çeşitli değişik amaçlardaki kullanımına örnektir. Diğer silahlar. Her ne kadar bir silah olmamakla birlikte, üzerlerinde çeşitli silahlar taşıyan ve birer savaş aracı olan askerî araç, askerî gemi, askerî uçak, savaş uçağı, savaş gemisi, denizaltı, uçak gemisi, tank da komplike ve dolaylı bir silah olarak kabul etmek mümkündür. Barış zamanlarında politik, istihbarat ve propaganda faaliyetleriyle kültürel ve sosyal yapı üzerinde tahribat yapmak için kullanılan usuller ve yapılan işler de bir silahtır. Savunmada bir vasıta olarak kullanılan radar, sonar, lidar gibi sistemler, lazer ve yapay uydu da birer silah grubu teşkil ederler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13428", "len_data": 3318, "topic": "HISTORY", "quality_score": 2.65 }
Cihat (Arapça: جهاد "cihad"), İslami bir terim. Arapça savaş kökünden gelir ve güncel Türkçede çoğunlukla "İslam uğruna savaşma" anlamında kullanılır. Etimoloji. Arapçada cihad sözcüğü "c-h-d" kökünden türemiştir. Cehd, "gayret etme", "bütün gücünü kullanma" mânâsında, cihad ise geleneksel anlamda silah ve savaşları da kapsayan "mücadele" anlamında Kur'an ayetlerinde de kullanılan Arapça bir kelimedir. İlgili ayet ve hadisler. "Fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse kuşkusuz Allah yaptıklarını görmektedir." (Enfal 39) "Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, kuşatın ve onları her geçit yerinde gözetleyin. Şayet tövbe ederler, namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirlerse artık onları serbest bırakın. Allah yargılayıcıdır, bağışlayıcıdır." (Tevbe 5) Fıkıhta. Cihat bazı fıkıhçılar tarafından bazı hadislere dayanılarak iki kısma ayrılmıştır: "büyük cihat" ve "küçük cihat". Büyük cihat, insanın benliğinde barındırdığı kötülüğe ve dünyevi zevke olan yakınlığına karşı verdiği mücadele olarak tanımlanmıştır. Küçük cihat ise İslam'ı savunma, hakim kılma ve fiili savaş anlamda dini mücadeledir. İslam'a göre cihat dört şekilde gerçekleştirilir: İslam'da İbrâhimî dinlerin mensupları kabul edilen Hristiyan ve Yahudilerin cihat konusunda özel bir durumu vardır. Bunlar ya İslam'a geçmek ya da İslâmi şeriat idaresi altında kendi dinlerini yaşayarak "baş vergisi" (cizye) ve "toprak vergisi" vermek zorundadır. Eğer her iki seçeneği de reddederlerse bu gruplara karşı da cihat ilan edilir. Hanefi fıkıh eseri El-Mebsut'ta ise şöyle geçmiştir: "Müslümanların görevi onları İslam'a çağırmak, İslam'a girmemekte diretenlerle ise savaşmaktır. Çünkü bu ümmetin, indirilmiş olan bütün kitaplardaki niteliği, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamaktır. İyiliğin başı Allah'a inanmaktır. Dolayısı ile tüm inananlar bunu emretmekle ve çağırmakla görevlidir. Kötülüğün kökü de Allah'a ortak koşmaktır. O bilgisizliğin ve inatçılığın son noktasıdır." Çağdaş İslam'da insanın kendisi ile olan cihadı özellikle vurgulanır. Diğer milletlerle savaşa, sadece inancın tehlikede olduğu durumlarda ve savunma amaçlı olmak kaydıyla izin verilir. Tarihçe. İslam tarihi boyunca Müslümanların gayrimüslimlerle savaşları -ağırlıklı olarak politik nedenlerle olsa dahi- sıklıkla, dinî boyutunu vurgulamak için "cihat" olarak adlandırılmıştır. Bu duruma özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda Sahraaltı Afrika'nın Müslüman bölgelerinde rastlanırdı. Örneğin Osman dan Fodio, 1804 yılında bugünkü Nijerya'nın kuzeyinde kurduğu Sokoto Halifeliği için mücadelesini cihat olarak tanımlamıştı. 20. ve 21. yüzyıllardan önce Rusya ve sonrasında da Amerika Birleşik Devletleri ile savaşan Afgan savaşçılar da genellikle kendilerini mücahit olarak tanımlamıştır. Bu savaşlar esnasında İslamcı aşırı uçlar, "mürted" olarak gördükleri diğer Müslümanlara karşı düzenledikleri saldırıları da cihat kapsamında değerlendirmişlerdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13444", "len_data": 2977, "topic": "RELIGION", "quality_score": 3.73 }
Atmosfer, gaz yuvarı veya hava yuvarı herhangi bir gök cisminin etrafını saran ve gaz ile buhardan oluşan tabaka. Yer çekimi sayesinde tutulan atmosfer, büyük ölçüde gezegenin iç katmanlarından kaynaklanan gazların yanardağ etkinliği ile yüzeye çıkması sonucu oluşmakla birlikte, gezegenin tarihi boyunca Dünya dışı kaynaklardan da beslenmiş ve etkilenmiştir. Dünya'nın atmosferi, basınç ve yoğunluk açısından diğer yer benzeri gezegenlerden Mars'a göre yaklaşık 100 kat daha büyük, Venüs'e göre ise yaklaşık 100 kat daha küçük bir gaz kütlesini ifade eder. Ancak bileşim açısından bu iki gezegenin atmosferlerinden çok farklı olduğu gibi, Güneş Sistemi içinde de eşsizdir. Atmosfer basıncı. Atmosfer basıncı havanın ağırlığının bir sonucudur. Dolayısıyla yere ve zamana göre değişir. Atmosfer basıncı 5 km'de yaklaşık %50 azalır. Yer çekimi nedeniyle bu gaz kütlesinin bir ağırlığı vardır ve gezegen yüzeyine doğru alçaldıkça artan bir basınç yaratır. Basınç, normal atmosferde, 0 °C'de, 760 mm'lik bir cıva sütununun yarattığı basınca eşittir. Atmosferin toplam kütlesinin yaklaşık 5,1×1015 ton olduğu sanılmaktadır; bu da Dünya'nın toplam kütlesinin milyonda birinden daha azdır. Bileşimi. Atmosfer renksiz, kokusuz, tatsız, çok hızlı hareket edebilen, akışkan, elastik, sıkıştırılabilir, sonsuz genleşmeye sahip ısı geçirgenliği zayıf ve titreşimleri belli bir hızda ileten bir yapıya sahiptir. Tam olarak yüksekliği saptanamamıştır. "Homojen atmosfer" olarak isimlendirilen ve yoğunluğun hemen hemen aynı olduğu alt bölümün yüksekliği 8 km civarındadır. Bu seviyeden sonra yoğunluk yükseklikle azalır ve seyrek gaz kütleleri şekline dönüşerek uzay boşluğuna kadar uzanır ki bu bölge de "heterojen atmosfer" olarak isimlendirilir. Belirgin olan bir şey; atmosferin üst seviyesinin 30 km civarında son bulduğudur. Bu seviyeden sonra da hava bulunduğunu söylemek doğrudur fakat bu bölümün meteoroloji ile bir ilişkisi yoktur. Şöyle ki 80 km yukarıda Güneş ışınlarını yansıtabilecek kadar hava, 300 km yukarıda meteorların atmosfere girişinde sürtünme nedeniyle ışık verebilmesi ve hatta 600 km yukarıda aurora'ların gözlenmesi buralarda da az da olsa atmosferin olduğu yönünde ipuçları vermektedir. Atmosferin yeryüzüne yakın katmanlarının yüzde 78'i azot, yüzde 21'i de oksijenden oluşur. Yüzde 1'i ise su buharı, argon, karbondioksit, neon, helyum, metan, kripton, hidrojen, ozon ve ksenon elementlerinden oluşur. Bunlara toz ve duman gibi maddeler de katılır. 100 km yükseğe kadar azot-oksijen oranında önemli bir değişiklik olmaz, yalnızca 20–30 km arasındaki yüksekliklerde bir ozon yoğunlaşması gözlenir. Bu ozon katmanının önemli bir işlevi vardır. Çünkü Güneş'ten gelen morötesi ışınların büyük bir bölümü bu katman tarafından süzülür. Ama buradaki ozon hem miktar, hem de yüzde olarak çok fazla değildir. 100 km'nin üzerinde hızlı bir sıcaklık düşmesi gözlenir. Buradaki gazlar artık çok ince katmanlar biçimindedir. Daha çok da hafif gazlar bulunur. Bu gazlar morötesi ışınların etkisiyle ayrışır ve böylece burada oksijen serbest atomlar halinde bulunur. Işıl ayrışma denen bu olay 200 km yükseklikte daha da yüksek bir düzeye çıkar. Su buharı, yer ve zamana göre değişen biçimde, atmosferin alt katmanlarına karışmış olarak bulunur ve yaklaşık 10–15 km yükseklikten sonra azalmaya başlar. Yeryüzünün iklim ve meteoroloji koşulları üstünde bu su buharının önemli bir rolü vardır, çünkü bulutlara asılı olan su buharı yağış olarak yeryüzüne düşer. Heterosfer. Yeryüzeyinden 100 km yükseklikten itibaren atmosferin bileşim açısından bu türdeş yapısı kaybolmaya başlar. Bu nedenle "heterosfer" adı verilen ve atmosferin son derece seyrek olduğu bu alanlarda, hareketlilik az olduğu için, gazlar uzun dönemde moleküler ağırlıklarına göre alçaktan yükseğe doğru hafife gidecek şekilde tabakalanma eğilimindedir. Güneş ışınlarının iyonize edici etkisinin güçlü hissedildiği bu bölgelerde, fotokimyasal etkinlikler de giderek önemli hale gelir ve atmosfer bileşimini etkiler. 600-1,500 km arasında atmosferdeki oksijenin yerini, Güneş'teki lekelerin durumuna göre değişen bir biçimde, helyum alır, bunun üstünde de bir hidrojen katmanı bulunur. Onun için burada yerküreyi çepeçevre saran bir hidrojen tacından söz edilebilir. Yüksek enerjili Güneş ışınlarının etkisi ile hızlandırılan bu hafif atomlar, Yerkürenin kütleçekiminden kurtularak uzaya kaçarlar. Eksilen hidrojenin yerini fotokimyasal etkilerle yüksek atmosfer katmanlarındaki su moleküllerinin parçalanması sonucunda ortaya çıkan hidrojen alır. Bu nedenle hidrojen kaybı gezegenin değerli su kütlesinin kaybı anlamına gelmektedir. Ozon tabakasının tahribatı sonucunda, fotokimyasal etkinliklerin atmosferin su buharından zengin olduğu alçak tabakalarına doğru inmesi bu yönden de tehlike yaratmaktadır. Yıldızların atmosferleri. Yıldızların geniş atmosferleri vardır. Işık yuvarı, renk yuvarı ve geçiş bölgesiyle başlayan yıldız atmosferleri, korona, Güneş rüzgârı ve heliosferle gelişerek gezegenlerarası uzayın derinliklerinde heliopause ile son bulurlar. Mesela Güneş'in atmosferin takriben %73 kadarı hidrojenden, %25'i helyumdan oluşur. Atmosfer, elementlerin iyonize olmuş plazmalarıyla Güneş rüzgârı ve Güneş fırtınası şeklinde Güneş Sistemi'ndeki diğer gök cisimlerinin atmosferlerini etkiler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13448", "len_data": 5270, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.16 }
Srinivasa Aiyangar Ramanujan (22 Aralık 1887 - 26 Nisan 1920), sayılar teorisi ve sonsuz seriler alanlarında önemli katkılarda bulunmuş bir Hint matematikçidir. Ramanujan'ın yaşamı ve çalışmaları, matematik dünyasında derin izler bırakmış ve modern matematiğin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Erken dönem yaşamı ve eğitimi. Srinivasa Ramanujan, 22 Aralık 1887'de Hindistan'ın Tamil Nadu eyaletindeki Erode kasabasında doğdu. Babası bir dokuma tüccarı, annesi ise bir ev hanımıydı. Ramanujan'ın matematiğe olan ilgisi erken yaşlarda başladı ve bu alanda olağanüstü bir yetenek sergiledi. 10 yaşında, kendi kendine ileri düzey matematik problemlerini çözmeye başlamıştı. Ramanujan'ın matematik konusundaki parlaklığı, onu yerel okullarında öne çıkardı. 16 yaşında, George Shoobridge Carr'ın "A Synopsis of Elementary Results in Pure and Applied Mathematics" adlı kitabını keşfetti. Bu kitap, Ramanujan'ın matematiksel düşüncelerini ve çalışmalarını derinleştirmesinde büyük rol oynadı. Ancak, matematik dışındaki derslerde zorlandığı için bursunu kaybetti ve üniversite eğitimini tamamlayamadı. Gençlik yılları ve zorluklar. Ramanujan, resmi bir matematik eğitimi almadan kendi başına çalışarak birçok önemli matematiksel keşif yaptı. Bu süreçte, maddi zorluklarla karşılaştı ve geçimini sağlamak için muhasebeci olarak çalıştı. Ancak, matematiksel araştırmalarına olan tutkusu ve azmi, onu durdurmadı. Çeşitli matematiksel problemler üzerinde çalışmaya ve kendi başına yeni teoriler geliştirmeye devam etti. Cambridge yılları ve kariyeri. Ramanujan'ın yeteneği, Hindistan'da fark edilmeye başlandı ve çalışmalarını tanınmış matematikçilere göndermeye karar verdi. 1913 yılında, Cambridge Üniversitesi'nde görev yapan İngiliz matematikçi G. H. Hardy'ye yazdığı mektup, Ramanujan'ın hayatında dönüm noktası oldu. Hardy, Ramanujan'ın olağanüstü yeteneğini hemen fark etti ve onu Cambridge'e davet etti. 1914 yılında, Ramanujan İngiltere'ye giderek Cambridge Üniversitesi'nde Hardy ile birlikte çalışmaya başladı. Burada, sayılar teorisi, sonsuz seriler, kesirler ve devamlı kesirler konularında önemli sonuçlar elde etti. Ramanujan'ın çalışmaları, Avrupa'daki matematik camiası tarafından büyük ilgi gördü ve birçok makalesi prestijli dergilerde yayımlandı. Matematiksel katkıları. Ramanujan'ın matematiksel katkıları oldukça geniş kapsamlıdır. Sayılar teorisi alanında, Ramanujan asal sayıları ve tam sayılar üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, sonsuz seriler ve modüler fonksiyonlar konularındaki çalışmaları, modern matematiğin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Ramanujan, pi (π) sayısının hesaplanması için geliştirdiği formüllerle de tanınır. Bu formüller, pi'nin yüksek hassasiyetle hesaplanmasını sağlamış ve matematiksel hesaplamalarda devrim yaratmıştır. Ayrıca, "Ramanujan sayıları" olarak bilinen belirli tam sayılar üzerinde de önemli çalışmalar yapmıştır. Örneğin, bu formül Ramanujan’ın geliştirdiği hipergeometrik seri teknikleriyle √5 sayısını son derece hızlı ve hassas bir şekilde hesaplamaya olanak tanır. Formülün her terimi, √5’e yaklaşık 8–10 yeni doğru basamak ekleyerek son derece hızlı bir yakınsama sağlar. Ramanujan bu formül ile, klasik yöntemlerin çok ötesinde bir hızla irrasyonel sayıların yüksek hassasiyetli hesaplanmasını mümkün kılmış ve sayısal analizde çığır açmıştır. Burada √5 üzerinden altın oran φ’ye geçilmesiyle, bu yaklaşım aynı zamanda φ’nin yüksek hassasiyetli hesaplanmasını da sağlar. formula_1 Sağlık sorunları ve ölümü. Ramanujan'ın İngiltere'deki yaşamı, sağlık sorunlarıyla gölgelenmiştir. Soğuk ve nemli iklim, onun sağlığını olumsuz etkiledi ve 1919 yılında Hindistan'a geri dönmek zorunda kaldı. 26 Nisan 1920'de, henüz 32 yaşındayken hayatını kaybetti. Kısa yaşamına rağmen, Ramanujan'ın matematiksel mirası ve katkıları, bugün bile matematik dünyasında büyük bir saygıyla anılmaktadır. Srinivasa Ramanujan, kendi kendine öğrenme azmi ve olağanüstü matematiksel yetenekleriyle, matematik tarihinde eşsiz bir yer edinmiştir. Onun çalışmaları, sayılar teorisi ve sonsuz seriler gibi alanlarda önemli ilerlemelere yol açmış ve modern matematiğin temellerine büyük katkılarda bulunmuştur. Ramanujan'ın hikâyesi, azim ve tutkunun bilimin sınırlarını nasıl zorlayabileceğinin en güzel örneklerinden biridir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13461", "len_data": 4279, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.57 }
Harita, yeryüzünün tümünün ya da bir parçasının belirli oranlarda küçültülmüş bir şekilde bir düzlem üzerinde gösterimidir. Yeryüzü düzleme açılamayan kapalı bir şekil olduğundan küçültme ile birlikte harita projeksiyonları kullanılarak düzleme izdüşüm işlemi de yapılır. Haritanın temel işlevi, bölgenin topografyası ya da ilişkili diğer konularda, jeolojisi, jeomorfolojisi, iklimi, trafiği, yeraltı kaynakları, değişik bakış açılarından ekonomisi vb. hakkında bilgi vermektir. Başlarda haritacılık yalnız savaşlar sayesinde var olmuş, daha sonraları bilimsel ve siyasal konularda söz sahibi konuma gelmiştir. Haritacılık anlayışında en doğru hesapları yapabilen denizciler olduğundan dolayı Portekizler haritacılık tarihinde önemli bir yer tutar. Yine aynı biçimde ünlü gök bilimci Ptolemaios (Batlamyus) tarihi geçmişinde haritacılığa ismini altın harflerle kazımıştır. Bu haliyle harita, insandan (haritayı üreten kartograf) insana (harita kullanıcısı) yer referanslı bilgi aktaran, genel olarak basılı bir iletişim aracıdır. Haritalar, basılı haritalar ve sayısal haritalar olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Sayısal harita (vektör harita, raster harita, matris harita) niteliğindeki coğrafi veriler, Ulusal Coğrafi Veri Altyapısı'nın temel altlık verilerini oluşturur. Anadolu Medeniyetleri Müzesinde yer alan ve MÖ 6200 yıllarına tarihlenen Çatalhöyük kent planını gösteren harita, dünyanın bilinen en eski haritasıdır. Harita bilgileri. Pafta indeksi. Pafta indeksi, haritanın, haritası olduğu bölgenin kullanıcı tarafından konumunun algılanabilmesi için genel bir harita üzerinde bir çerçeve ile, bazen diğer harita paftaları ile komşuluklarını da göstererek haritanın kapsadığı alan ve nerenin haritası olduğu hakkında bilgi veren bir küçük haritadır. Uzunluk ölçeği (çizgisel ölçek) ve eğim ölçeği. Uzunluk ölçeği, çizgisel ölçek olarak da tanımlanır. Harita üzerinde temsil ettiği mesafenin arazide gerçekte hangi uzunluğa karşılık geldiğini gösterir. Çizgisel ölçek üzerindeki rakamların hangi ölçü biriminde olduğu (km, m, mil vb). Ülkemizdeki haritalarda çizgisel ölçek birimi genelde m ve km biriminde verilir. Bazı ülkelerde mil kullanılmaktadır. Bu tür haritalarda genelde iki birim için iki ayrı ölçek çizgisi kullanılarak farklı birimlerle çalışmaya alışmış olan kullanıcıları için kolaylık sağlanır. Eğim ölçeği ise yükseklik gösterimlerinin ölçeğini ifade eder, ancak çoğu topoğrafik haritada kullanılmamaktadır. Harita çerçevesi. Harita çerçevesi üzerinde haritanın bulunan koordinat bilgileri, koordinat ağı ile kesiştiği yerde rakam olarak yazılmıştır. Büyük ölçekli haritalarda sadece çizgisel dakika, küçük ölçekli haritalarda çizgisel derece ve 30 dakika aralığında verilir. Koordinat bilgileri özellikle günümüzde GPS ve haritayı birlikte kullanan ya da haritadan koordinat okuması yapan kullanıcılar için çok önemlidir. Bunun için koordinat çizgileri arasında kalan noktaların hassas koordinat hesabının yapılabilmesi için aşağıdaki cetvel kullanılır. Sapma açısı hesabı. Topoğrafik haritaların üzerindeki koordinat ağı (grid) daima kuzeyi gösterir. Koordinat ağının yönü grid kuzeyi olarak adlandırılır ve coğrafi kuzeyden bir miktar sapar. Coğrafi kuzey gerçek kuzey olarak da adlandırılır. Haritayı araziyle çakıştırmak için kullanılan pusula ise magnetik kuzeyi gösterir. Magnetik kuzey kutbu ile coğrafi kuzey kutbu arasında büyük bir mesafe vardır ve bu fark haritalarda göz ardı edilirse hatalara sebep olur. Magnetik kuzey her yıl belli bir miktar hareket etmektedir. Aşağıdaki şekilde 1600 – 2000 yılları arasında magnetik kuzeyin yer değiştirme miktarı görülmektedir. Haritalar yapıldıkları anda güncelliklerini yitirdikleri ve magnetik kuzey de her yıl belli bir miktarda yer değiştirdiği için, magnetik kuzey, grid kuzeyi ve coğrafi kuzey arasındaki farklar mutlaka harita kenar bilgileri içinde belirtilir. Yıllık deklinasyon (sapma) farkı da kullanıcının haritanın üretim yılı ile haritanın kullanıldığı anda içinde bulunulan yıl arasındaki fark oranında eklenerek ya da çıkarılarak güncel deklinasyonun elde etmesine olanak verir. Jeodezik esaslar. Genelde ulusal harita çalışmalarında kullanılırlar. Mühendislik çalışmalarında altlık olarak hazırlanan özel amaçlı haritalarda bu tür özel bilgiler hesap hassasiyeti açısından önemlidir. Nirengi / Nivelman çıkış noktaları, fotogrametrik belgeleme yöntemleri, hava fotoğraflarına ait bilgiler, hata aralığı diğer kartografik kaynaklar vb. bu bilgiler arasında sayılabilir. Elipsoid, Projeksiyon ve Datum bilgisi. Datum, herhangi bir noktanın yatay ve dikey konumunu tanımlamak için referans alınan başlangıç yüzeyidir. Datum, Yer'in şeklini ve boyutunu tanımlayan bir referans sistemidir.Yatay datum: Koordinatlar için referans alınan başlangıç yüzeyi Dikey datum: Yükseklikler için referans alınan başlangıç yüzeyi Bir datum; elipsoidi, enlem-boylam oryantasyonu ve fiziksel bir orijin ile tanımlanır. Örn: Lambert Kesen Konik Datum: WGS 84 Güney Paralel Dairesi:…. Kuzey Paralel Dairesi:….. Orta Paralel Dairesi:……. Dilim Orta Meridyeni:….. Haritalardaki bozulmanın etkisini azaltmak için çeşitli çizim yüzeyleri geliştirilmiştir.Bu çizim yüzeylerine projeksiyon denir. Bazı projeksiyonlar açılardaki bozulmaları önlemeyi amaçlarken, bazı projeksiyonlar uzunluklardaki bozulmaları önlemeyi amaçlar.Bu yöntemlerden birkaçı şöyledir: Bilgi ağı. Haritalar içerisinde aranan bir bilgiye kullanıcının kolay ulaşmasını sağlayan konumları harfler ve rakamlara karşılık gelen (Nazar Tepe D 4 gibi) karelerden oluşan bir sistemdir. Bu sistem bir liste ile birlikte kullanılır. Haritanın yanında, arkasında ya da birlikte kullanıldığı bir kitapçık içerisinde özel noktaların bir listesi harita içerisinde bu sistem yardımı ile bulunur. Özellikle turistik amaçlı hazırlanmış olan haritalarda yaygın olarak kullanılırlar. Bu ağ bazen harita koordinat ağı dışında ikinci bir ağ olarak çizilebilirken, koordinat ağı da aralara numara ve harfler verilerek bu amaçla kullanılmaktadır. Diğer. Haritalar içerisinde ayrıca kullanıcı için faydalı olabilecek olan bilgiler de verilir. Özellikle turistik cep haritalarında harita dışında kalan veya haritanın arka sayfasında rehber bilgiler verilir. Bazı ülkeler tarafından hazırlanmış olan askeri amaçlı haritalarda da aynı amaçla harita etrafında kullanıcıya ayrıntılı bilgiler verildiği bilinmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13462", "len_data": 6333, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.63 }
İlk olarak HP tarafından geliştirilmeye başlanan, daha sonra C++ standardına dahil edilen generic programlama modeliyle geliştirilmiş kütüphanedir. Daha çok STL şeklinde kısa ismiyle anılır. STL, nesne yönelimli bir kütüphane değildir. Generic bir kütüphanedir. Bu özelliğiyle, genel amaçlı algoritmalar (sort, find, vs.) çok çeşitli container yapılarında kullanılabilirler. C++ standardı, STL içindeki yapıların performans arayüzlerini ve performans kriterlerini belirler. Örneğin, vector sınıfından bir elemanın çağrılma işlemi sabit süre almalıdır. (Big-Oh gösterimiyle, O(1) olmalıdır.) Container Sınıfları. C++ container sınıfları bazı ortak ve bazı kendine özgü fonksiyonlar (algoritmalar) bulunduran veri yapılarıdır. Kullanılabilmeleri için ana koda dahil edilmeleri gerekir. Bu da codice_1 yöntemi ile gerçekleştirilir. Örneğin codice_2 sınıfını ana koda dahil etmek için codice_3 kullanılır. Aşağıda ana koda dahil edebileceğiniz container türleri yer almaktadır: Algoritmalar. Standard Şablon Kütüphanesindeki codice_4 sınıfı birçok farklı container türünde kullanılabilen veya sadece bir container türüne özel fonksiyonlar bulundurur. Bu fonksiyonlardan yararlanabilmek için <algorithm> sınıfını ana koda dahil etmek gerekir. Bu da codice_5 ifadesi ile gerçekleştirilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13465", "len_data": 1288, "topic": "CODING", "quality_score": 3.78 }
Büyük O (Big-Oh) gösterimi matematiksel bir gösterim olup işlevlerin (fonksiyonların) asimptotik davranışlarını tarif etmek için kullanılır. Bir işlevin büyümesinin asimptotik üst sınırını daha basit başka bir işlev cinsinden tanımlanması demektir. İki temel uygulama alanı vardır: matematik alanında genellikle kırpılmış bir sonsuz serinin kalan terimini karakterize etmek için kullanılır; bilgisayar bilimlerinde ise algoritmaların bilgi işlemsel karmaşıklığının çözümlemesi için kullanılır. Bu gösterim ilk olarak Alman sayılar kuramcısı Paul Bachmann tarafından 1892 yılında yazdığı "Analytische Zahlentheorie" kitabında kullanılmıştır. Gösterim bir başka Alman matematikçi olan Edmund Landau tarafından yaygın kullanıma sokulmuştur, bundan ötürü bazen Landau sembolü olarak da anılır. Büyük O, İngiliz dilindeki "order of" yani bir şeyin derecesi anlamına gelen söz öbeğini hatırlatmak amacı ile kullanılıyordu ve ilk olarak büyük omicron harfi idi; günümüzde büyük O kullanılmakta ve 0 sayısı hiç kullanılmamaktadır. Kullanım alanları. Bu gösterimin biçimsel olarak yakın ama temelde farklı iki kullanımı vardır: sonsuz asimptotikler ve infinitesimal asimptotikler. Bu ayrım sadece uygulamadadır ancak "büyük O"nun biçimsel tanımı her iki durumda aynı olup işlev argümanının limitleri değişmektedir. Sonsuz asimptotikler. Büyük O gösterimi algoritma başarım çözümlemesinde faydalıdır. Söz gelimi "n" boyundaki bir problemi çözmek için gereken zaman (adım sayısı) "T"("n") = 4"n"² - 2"n" + 2 olarak bulunabilir. "n" büyüdükçe "n"² terimi o kadar hızlı büyüyecektir ki diğer terimlerin büyüme hızı buna kıyasla ihmal edilebilecek kadar düşük kalacaktır; örneğin "n" = 500 için 4"n"² terimi 2"n" teriminin 1000 katı büyüklüğünde olacaktır ve dolayısıyla bu ikinci terimin değeri tüm ifadenin değerini belirlemede çoğu amaç bakımından ihmal edilebilir bir etkiye sahip olacaktır. Buna ek olarak, aynı ifadeyi n³ veya 2"n" terimleri içeren bir ifade ile kıyaslayacak olursak katsayılar da anlamlarını yitirecektir. "T"("n") = 1.000.000"n"² ve "U"("n") = "n"³ olsa bile ikinci ifade, "n" 1.000.000'u geçtikçe birinci ifadeye kıyasla daima daha büyük olacaktır ("T"(1.000.000) = 1.000.000³ = "U"(1.000.000)). O halde Büyük O gösterimi işin özünü sade biçimde sunmaktadır: şu şekilde yazabilir ve algoritmanın "n2 dereceden" zaman karmaşıklığına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Sonsuz küçük asimptotikler. Büyük O aynı zamanda bir matematiksel işlev için geliştirilen yaklaşık işlevin hata terimini tarif etmek için de kullanılabilir. Örneğin, :formula_2 ifadesi hatanın (yani formula_3 farkının) mutlak değer bakımından, sıfıra yeterince yakın x değerleri için bir sabit çarpı "x"3 değerinden daha küçük olduğunu belirtir. Biçimsel tanım. "f"("x") ve "g"("x") gerçel sayılar kümesinin bir alt kümesi üzerinde tanımlanmış iki işlev olsun. Bu durumda deriz ki yalnız ve yalnız Aynı gösterim "f" işlevinin bir "a" gerçel sayısı civarındaki davranışını tarif etmek için de kullanılabilir: Deriz ki yalnız ve yalnız Eğer "g"("x") "a" sayısına yeterince yakın "x" değerleri için sıfırdan farklı ise yukarıdaki iki tanım limit superior kullanılarak birleştirilebilir: yalnız ve yalnız Matematikte hem ∞ hem de "a" civarındaki asimptotikler kullanılır. bilgi işlemsel karmaşıklık kuramında ise sadece ∞a giden asimptotikler kullanılır. Ayrıca sadece pozitif değerli işlevler ele alındığından mutlak değer de kullanılmadan yazılabilir. Örnek. Şu çokterimlilere bakalım: "f"("x"), O("g"("x")) ya da O("x"4) derecesindedir diyebiliriz. Tanıma göre, tüm "x">1 değerleri için ve "C" bir sabit iken, |"f(x)"| ≤ "C" |"g(x)"| ifadesi geçerlidir. İspat: Dikkat edilmesi gereken hususlar. Yukarıda bahsi geçen ""f"("x") O("g"("x"))dir" ifadesi genellikle "f"("x") = O("g"("x")) şeklinde yazılır. Bu, gösterimin bir nebze kötüye kullanılması demektir. Elbette kastettiğimiz iki işlevin birbirine eşit olmaları değildir. O("g"("x")) olma hali simetrik değildir: Bu yüzden bazı yazarlar küme gösterimini tercih ederler ve "f" formula_16 O("g") yazarlar, bunu yaparken de O("g")yi "g" işlevinin altında kalan tüm işlevlerin kümesi olarak düşünürler. Ayrıca, aşağıdaki gibi bir "eşitlik" ""f"("x") ile "h"("x")nin farkı O("g"("x"))dir" olarak anlaşılmalıdır. Sık rastlanan işlev dereceleri. Aşağıda algoritma çözümlemesinde sıkça karşılaşılan işlev derecelerini görebilirsiniz. Tüm bunlar "n" sonsuza giderken durumunda belirtilmiştir. Daha yavaş büyüyen işlevler önce listelenmiştir. "c" keyfi bir sabit değerdir. Pek sık rastlanmasa da, Büyük O gösterimi ile kullanılan çok daha hızlı büyüyen işlevler mevcuttur, mesela A("n","n") olarak temsil edilen Ackermann işlevinin tek değerli hâli. Bunun tam tersi çok yavaş büyüyen işlevler da vardır, ör. Ackermann işlevinin ters işlevi olan ve genellikle α("n") ile gösterilen işlev. Her ne kadar bu işlevler sınırsız olsa da pratik amaçlar için sabit çarpanlar olarak kabul edilirler. Özellikler. Eğer bir "f"("n") işlevi diğer işlevlerin sonlu toplamı olarak yazılabiliyorsa o zaman bunların içinden en hızlı büyüyeni "f"("n") işlevinin derecesini belirler. Örneğin Özel olarak eğer bir işlev "n" terimine bağlı birçokterimli tarafından üstten sınırlandırılabiliyorsa o zaman "n" değeri "sonsuz"a gittikçe çokterimlinin "düşük dereceli" terimleri ihmal edilebilir. O("n""c") ve O("c""n") çok farklıdır. İkincisi çok çok daha hızlı büyür ve "c" sabitinin değeri, bu değer 1 sayısından büyük olduğu sürece, bu durumu değiştirmez. "n"'nin herhangi bir kuvvetinden daha hızlı büyüyen bir işleve "yüksek çokterimli" (superpolynomial) denir. "c""n" biçimindeki herhangi bir üssel işlevden daha yavaş büyüyen işleve ise "altüssel" denir. Bir algoritmanın zaman karmaşıklığı hem yüksek çokterimli hem de altüssel olabilir, bu tür algoritmalara örnek olarak bilinen en hızlı çarpanlara ayırma algoritmaları verilebilir. O(log "n") tam olarak O(log("n""c")) ile aynıdır. Logaritmalar arasındaki fark sadece sabit değerden kaynaklanan farktır (çünkü log("n""c")="c" log "n") ve bundan ötürü büyük O gösteriminde ihmal edilir. Benzer şekilde farklı tabanlara göre yazılmış logaritmalar da denk kabul edilir. Bir sabit ile toplama. Diğer faydalı özellikler aşağıda belirtilmiştir. İlişkili asimptotik gösterimler: "O", "o", Ω, ω, Θ, "Õ". Büyük O işlevleri kıyaslamak için en sık kullanılan asimptotik gösterimdir ancak genellikle Θ yerine geçen resmi olmayan bir gösterim şeklidir (Theta, bk. aşağısı). Burada konuyla ilgili bazı gösterimleri "büyük O" cinsinden tanımlayacağız: "f"("n") = o("g"("n")) ilişkisi ""f"("n") "g"("n")nin küçük o'sudur" olarak okunur. Sezgisel olarak bunun anlamı şu demektir: "g"("n"), "f"("n") işlevinden çok daha hızlı büyür. Biçimsel olarak söylemek gerekirse bu ifadenin anlamı şudur: "f"("n")/"g"("n") ifadesinin limiti sıfırdır. Büyük O gösterimi bir yana, Θ ve Ω sembolleri ile yapılan gösterim de bilgisayar bilimlerinde çok sık kullanılır. "Küçük o" daha ziyade matematikte kullanılır ve bilgisayar bilimlerinde kullanımı daha nadirdir. Küçük ω nadiren kullanılır. Genelgeçer kullanımda O Θ kullanılması gereken yerlerde kullanılır, söz gelimi keskin bir sınır kastetildiğinde. Örneğin birisi ""Yığın sıralaması" ortalama durumda O("n" log "n")dir" diyebilir oysa asıl kastedilen "Yığın sıralaması ortalama durumda Θ("n" log "n")dir". Her iki ifade de doğru olmakla birlikte ikincisi daha güçlü bir iddiadır. Bilgisayar bilimlerinde kullanılan bir başka sembol ise Õdir ("Yumuşak-O" olarak okunur). "f"("n") = Õ("g"("n")) şeklindeki gösterim "f"("n") = O("g"("n") log"k""g"("n")) (bazı "k" değerleri için) için kısa yoldur. Temelde logaritmik çarpanları ihmal eden büyük O gösteriminden başka bir şey değildir. Bu gösterim daha çok algoritma başarımında "küçük kusurlar"ı belirlemeye yönelik başarım kestirimlerinde kullanılır (zira log"k""n", herhangi bir "k" sabiti için, daima o(n)'dir). Büyük O ve küçük o. Aşağıdaki özellikleri bilmek faydalı olabilir: Çoklu değişkenler. Büyük O (ve küçük o ve Ω...) birden çok değişken için de kullanılabilir. Örneğin, ifadesine göre öyle "C" ve "N" sabitleri vardır ki Çift anlamlılığı engellemek için hangi değişkenin esas kabul edildiği daima belirtilmelidir çünkü ifadesi, ifadesinden çok farklıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13469", "len_data": 8197, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.3 }
Olimpos antik kenti, Antalya'nın batısında Kumluca İlçesi Tahtalı dağının 10 km kuzeyinde kalan Likya yerleşimidir. Antalya'ya 85,7 km. uzaklıkta, Caretta Caretta kaplumbağalarının yavrulama alanı olduğundan sit alanı olarak korunan, genellikle üniversite öğrencileri ve sırt çantalı turistlerin tercih ettiği bir tatil mahallesidir. Ağaç evleri, çadır mekanı olarak kullanılabilecek açık alanları, Likya Yolu üzerinde bulunması önemli özellikleridir. Olimpos Beydağları Millî Parkı sınırları içinde yer almaktadır. Tarihçe. Olympos'un ilk kuruluş tarihi hakkında yeterli bilgi olmamakla birlikte kent tarihi hakkında en geniş bilgi arkeolojik yüzeysel araştırmalarda günyüzüne çıkmış veriler ışığında antik kentin ilk yerleşim temel kalıntılarının M.Ö.300 civarına Helenistik dönem tarihlendiği sanılmaktadır. Helenistik duvar kalıntılarının halen görülebildiği antik kentte MÖ 2.yüzyıldan itibaren Roma ile çatışmalar yaşanmış olabileceği düşünülür. Strabon'un Artemidoros'tan aktararak anlattığı yazılı bilgilere göre Olympos Likya Birliği'nde üç oy hakkına sahip altı şehirden biridir ve Likya'nın doğusunu temsil etmiştir. Büyük İskender'in fetihlerine ilk başladığı yıllarda kış aylarını Olympos'a komşu bir liman şehri olan Phaselis'te geçirdiği bilinir ve bazı tarihçilere göre Olympos şehrini de ziyaret etmiştir. Antik kaynaklar, Olympos'un tarihi kayıtlarda izine ilk defa MÖ 78 yılında, Sicilya'daki Roma Valisi Servilius Vatia'nın zamanın en büyük korsanı Zenicetes'i deniz savaşında yendiği sene rastlanır. Gemilerini Porto Ceneviz ve Sazak'ın gizli limanlarında saklayarak civardaki tüm kıyı şeridini hakimiyeti altına alan Zenicetes'in Olympos'u da kendisine kale yaptığı düşünülür. Olimpos Çayı'nın kuzey ve güney yakasında kurulmuş antik kentte, her iki taraftan da limana uzanan taş döşemeler görülmektedir. Yapılan arkeolojik araştırmalar neticesinde kentin kuzeyinde Olimpos çayının denizle birleştiği harabelerin olduğu iki mezar odası tespit edilmiştir. MS 2.yüzyıl sonlarında yapılmış lahit mezarların Zosimos ve dayısı Eudemos'a ait olduğu lahitlerin ön yüzünde (tabula ansata) yazılmış yazıtlardan anlaşılmaktadır. Ayrıca antik kentin güney kısmında limana yakın konumu ile dikkat çeken Roma dönemi inşa edilmiş hamam kalıntıları Olimpos liman kentinde yaşanan deniz trafiği ve çevre limanlara hakimiyetini anlatır niteliktedir. Antik kent güneyi yamaçlarında Bizans dönemine ait Kilise kompleksi ve sarnıç içinde kök boyası ile gemi grafitisi betimlemesi Bizans dönemi limanda yaşananları tasvir etmektedir. Konaklama. Portakal ağaçları, nar ağaçları ve armut ağaçları ile çevrelenmiş bungalov evlerinde konaklama yapılabildiği gibi son zamanlarda değişik tarzlarda birçok işletme açılmıştır. Sahile yakın yerlerde kamp şeklinde çadırla konaklama imkanı sunan işletmeler de mevcuttur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13470", "len_data": 2811, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.52 }
Efes (Hititçe: 𒀀𒉺𒊭 "Apaša", Eski Yunanca: Ἔφεσος "Ephesos"), Anadolu'nun batı kıyısında, bugünkü İzmir ilinin Selçuk ilçesinin üç kilometre güneybatısında yer alan antik bir Luvi şehriydi. Şehir Anadolu'da Yunan sömürgeciliğinin başlamasıyla birlikte İyonya ve daha sonra Roma dönemlerinde de önemini korumuştur. Kuruluşu Cilalı Taş Devri'ne yani MÖ 6000 yıllarına dayanır. MÖ 10. yüzyılda eski Arzava başkentinin yerine Attik ve İyonyalı Yunan kolonistleri tarafından inşa edilmiştir. Klasik Yunan döneminde İyonya'nın on iki şehrinden biriydi. Şehir, MÖ 129'da Roma Cumhuriyeti'nin kontrolüne geçtikten sonra gelişti. 1994'te UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dâhil edilen Efes 2015'te ise Dünya Mirası olarak tescil edildi. Şehir antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan şehrin yakınındaki Artemis Tapınağı (MÖ 550 civarında tamamlandı) ile ünlüdür. Diğer birçok anıtsal yapı arasında Celsus Kütüphanesi ve 25.000 seyirci alabilen II. Claudius zamanında başlanıp, Trajan (MS 98-117) döneminde tamamlanan antik tiyatro da vardır. Efes, Vahiy Kitabı'nda adı geçen Asya'nın yedi kilisesinden biriydi. Yuhanna İncili burada yazılmış olabilir. Şehir 5. yüzyıl birkaç Hristiyan konsilinin yeriydi (bkz. Birinci Efes Konsili). Şehir 263 yılında Gotlar tarafından yıkıldı ve yeniden inşa edilmesine rağmen limanın Küçük Menderes nehri tarafından yavaş yavaş silinmesi nedeniyle şehrin ticaret merkezi olarak önemi azaldı. MS 614'teki bir depremde kısmen tahrip oldu. Efes harabeleri Adnan Menderes Havalimanı'ndan 65,7 km, Kuşadası Limanı'ndan ise 17,9 km uzaklıktadır. 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası olarak eklendi. 2022 yılındaki kazı çalışmalarında MS 7. yüzyıla denk gelen Erken Bizans Dönemi'nden kalma dükkânlara ve bir mahalleye ulaşıldı. Efes Örenyeri 2 milyon 634 bin 355 kişi ile 2024 yılında Türkiye'den en çok ziyaret edilen müze olmuştur. Tarihçe. Neolitik dönem. Efes'i çevreleyen alan yakındaki Arvalya ve Çukuriçi olarak bilinen yapay höyükler tarafından ortaya çıkarıldığı üzere Neolitik Çağ (yaklaşık MÖ 6000) sırasında zaten iskân edilmişti. 1996 yılı içinde Selçuk, Aydın ve Efes yol üçgeninin yaklaşık 100 m kadar güney batısında, mandalina bahçeleri arasında Derbent Çayı'nın kıyısında Çukuriçi Höyüğü saptanmıştır. Arkeolog Adil Evren başkanlığında yapılan araştırma ve kazılar sonucu, bu höyükte taş ve bronz baltalar, iğneler, açkılı seramik parçaları, ağırşaklar, obsidyen (volkanik cam) ve sileks (çakmak taşı), deniz kabukluları, öğütme ve perdah aletleri bulunmuştur. Yapılan değerlendirmelerle Çukuriçi Höyük'te Neolitik dönemden Erken Bronz Çağı'na kadar bir yerleşimin ve yaşamın olduğu saptanmıştır. Aynı tür malzemeler yine Selçuk-Kuşadası yolunun yaklaşık 8. km'de Arvalya Deresi'nin bitişiğinde Gül Hanım tarlasında buluna Arvalya Höyüğü'nde saptanmıştır. Çukuriçi ve Arvalya (Gül Hanım) höyüklerinde saptanan eserler ile Efes'in yakın çevresinin tarihi böylece Neolitik Dönem'e kadar ulaşmaktadır. Helenistik dönem. MÖ 1050 yıllarında Yunanistan'dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, MÖ 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise Büyük İskender'in generallerinden Lisimahos tarafından MÖ 300 yıllarında kurulmuştur. Şehir Roma'dan özerk bir şekilde Apameia Kibotos şehri ile ortak para bastırmıştır. Bu şehirler klasik dönemdeki Küçük Asya'da çok parlak yarı özerk davranmaya başlamışlardı. Lisimahos, kenti Miletli Hippodamos'un bulduğu "Izgara Plan"a göre yeniden kurar. Bu plana göre, kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser. Roma dönemi. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Roma İmparatoru Augustus zamanında, Asya Eyaleti'nin başkenti olmuş ve nüfusu o dönem (MÖ 1.-2. yüzyıl) 200.000 kişiyi aşmıştır. Bu dönemde her yer mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donatılır. MS 4. yüzyılda limanın dolmasıyla Efes'te ticaret geriler. İmparator Hadrianus, limanı birkaç kez temizletir. Liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır. 7. yüzyılda Araplar bu kıyılara saldırır. Bizans döneminde tekrar yer değiştiren ve ilk kez kurulduğu Selçuk'taki Ayasuluk Tepesi'ne gelen Efes, 1330 yılında Türkler tarafından alınır. Aydınoğullarının merkezi olan Ayasuluk, 16. yüzyıldan itibaren giderek küçülmeye başlamıştır. Günümüzde ise bölgede Selçuk ilçesi bulunmaktadır. Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes'in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: "Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar... Kaystros (Küçük Menderes) Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler..." Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes'in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir. Anadolu'nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültürünün en büyük tapınağı da Efes'te yer alır. MÖ 6. yüzyılda bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer alan Efes, bilge Herakleitos, rüya tabircisi Artemidoros, şair Callinos ve Hipponaks, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus gibi ünlü kişileri yetiştirmiştir. Mimari eserler. Efes, tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları yaklaşık 8 kilometrelik geniş bir alana yayılır. Ayasuluk Tepesi, Artemision, Efes ve Selçuk olarak dört ana bölgedeki harabeler yılda ortalama 1,5 milyon turist tarafından ziyaret edilmektedir. Tümüyle mermerden yapılmış ilk kent olan Efes'teki başlıca yapılar ve eserler aşağıda açıklanmıştır: Artemis Tapınağı. Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri MÖ 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmış ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Büyüklüğü 130 x 68 metre ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktü. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu'yu fethettiğinde Artemis Tapınağı'nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir. Tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmıştır. Artemis Tapınağı ile ilgili kazı çalışmaları 1863 yılında British Museum'un katkılarıyla arkeolog John Turtle Wood tarafından başlatılmış ve 1869 yılında 6 metre derinlikte, Artemis Tapınağı'nın temellerine ulaşılmıştır. Celsus Kütüphanesi. Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsius'un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu. Meryem Ana Evi. Bülbüldağı'nda İsa'nın annesi Meryem'in son yıllarını Yuhanna ile birlikte geçirdiğine inanılan kilisedir.Hristiyanlar için hac yeridir ve bazı papalar tarafından da ziyaret edilmiştir. Meryem'in burada ölü mezarının da Bülbüldağı'nda olduğu düşünülmesine karşın Kitab-ı Mukaddes'te anlatıldığı gibi Meryem'in mezarı dönemin selefkosunda bugünün Silifke'sinde olduğu inanılmaktadır. Yedi Uyurlar (Ashab-ı Kehf). Bizans döneminde mezar kilisesi hâline getirilmiş olan bu yer, Geç Roma imparatorlarından Decius zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hristiyan gencin Panayır Dağı eteklerinde sığındıkları rivayet edilen mağara olduğuna inanılır. Dünya üzerinde ilgili mağaranın kendi sınırları içinde olduğunu iddia eden 33 kent olmasına karşın Hristiyan kaynaklarının çoğuna göre kent Hristiyanlarca kutsal sayılan Efes'tir. Türkiye'de Yedi Uyurlar mağarası olarak en çok bilinen ve ziyaret edilen mağara ise dönemin önemli bir merkezi ve St. Paul'ün doğum yeri olan Tarsus'takidir. Eski ismi Arap kaynaklarında "Efsus" şeklinde geçen Afşin de bilim adamlarından oluşan bir heyete hazırlattığı rapor ve yerel mahkemede açtıkları keşif davası ile iddiasını arttırmıştır. Türkiye'deki diğer Ashab-ı Kehf ise Lice'dedir. Efes'teki bu mağaranın üstüne bir kilise yapılmış hâli 1927-1928 yılları arasındaki bir kazıda ortaya çıkarılmış, kazı sonucunda 5 ve 6. yüzyıla ait olan mezarlar da bulunmuştur. Yedi Uyurlar'a ithaf edilmiş yazıtlar hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında bulunmaktadır. İsa Bey Camii. 1374-75 yılında Aydınoğulları'ndan İsa Bey tarafından Ayasuluk Tepesi'ne Mimar Şamlı Dımışklıoğlu Ali'ye inşa ettirilmiştir. Artemis Tapınağı ile Saint Jean Kilisesi arasında yer almaktadır. Anadolu cami mimarisinin ilk örneklerini sergiliyen camide zengin süslemeler ve çiniler vardır. 19. yüzyılda kervansaray olarak da kullanılmıştır Diğer yapılar. Hadrian Tapınağı: İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes'in kuruluş efsanesi işlenmiştir. 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celsus Kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır. Domitian Tapınağı: Şehirdeki en büyük yapılardan biri olduğu düşünülen İmparator Domitianus adına yapılmış olan tapınak Memmius Anıtı'nın karşısında Pollio Çeşmesi'nin sol çaprazında yer almaktadır. Günümüze yalnızca temelleri ulaşmış olan tapınağın yanlarında sütunların bulundu­ğu belirlenmiştir. Domitianus'un heykelinden kalanlar ise baş ve bir kol kısımlarıdır. Serapis Tapınağı:: Efes'in en ilginç yapılarından biri olan Serapis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi'nin hemen arkasındadır. Hristiyanlık döneminde kiliseye dönüştürülen tapınağın Mısırlılarca yapıldı­ğı düşünülmektedir. Türkiye'deki "Serapis Tapınağı" olarak Hristiyanlıktaki Yedi Kilise arasında olması sebebi ile Bergama'daki diğer tapınak daha çok tanınmaktadır. Meryem Kilisesi: 431 Konsül Toplantısı'nın yapıldığı yer olan Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi), Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir. Liman Hamamı'nın kuzeyinde yer almaktadır. Hristiyanlık dinindeki ilk Yedi Kilise arasındadır. St. Jean Bazilikası: Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından yaptırılan ve o dönemin en büyük yapılarından bir olan 6 kubbeli bazilikanın merkezi kısmında, altta, İsa'nın en sevdiği havarisi St. Jean (Yuhanna)'nın mezarının bulunduğu iddia edilmektedir ancak henüz herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Burada St. Jean adına dikilmiş anıt da bulunmaktadır. Hristiyanlar için çok önemli kabul edilen bu kilise Ayasuluk Kalesi'nde yer almaktadır ve kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır. Yukarı Agora ve Bazilika: İmparator Augustus tarafından inşa ettirilmiş, resmî toplantıların ve borsa işlemlerinin yapıldığı yerdir. Odeion'un önündedir. Oktagon: Kleopatra'nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır. Odeon: Efes'in iki meclisli bir yönetimi vardı. Bunlardan biri olan Danışma Meclisi toplantıları zamanında üzeri kapalı olan bu yapıda yapılmış ve konserler verilmiştir. 1.400 kişilik kapasiteye sahiptir. Bu nedenle yapı Bouleterion olarak da adlandırılır. Prytaneion (Belediye Sarayı): Prytan kentin belediye başkanı gibi görev yapardı. En büyük görevi kalın sütunları bulunan bu yapının içindeki kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin sönmemesini sağlamaktı. Prytan, Kent Tanrıçası Hestia adına bu görevi üstlenmişti. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştı. Efes müzesindeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmî misafirlerine ayrılmıştı. Mermer Cadde: Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir. Domitianus Meydanı: Domitianus Tapığınağı'nın kuzeyinde yer alan meydanın doğusunda Pollio Çeşmesi ve hastane olduğu düşünülen bir yapı, kuzeyinde cadde üzerinde de Memmius Anıtı yer alır. Magnesia Kapısı (Üst Kapı) ve Doğu Gymnasiumu: Efes'in iki girişi vardır. Bunlardan biri kentin çevresindeki sur duvarlarının doğu kapısı olan, Meryemana Evi Yolu üzerindeki Magnesia Kapısı'dır. Doğu Gymnasiumu, Panayır Dağı eteğindeki Magnesia Kapısı'nın hemen yanındadır. Gymnasion, Roma Çağı'nın okuludur. Herakles Kapısı: Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi'ni yaya yolu hâline getirmiştir. Ön cephesindeki Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır. Mazeus Mitridatis (Agora Güney) Kapısı: Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir. Kapıdan Ticaret Agorası'na (Aşağı Agora) geçilir. Anıtsal Çeşme: Odeion'un önündeki meydan kentin "Devlet Agorası" (Yukarı Agora)'dır. Tam ortasında Mısır tanrıları tapınağı (İsis) bulunuyordu. MÖ 80 yıllarında Laecanus Bassus tarafından yaptırılan Anıtsal Çeşme, Devlet Agorası'nın güneybatı köşesinde yer alır. Buradan Domitian Meydanı'na ve bu meydan etrafında kümelenmiş bulunan Pollio Çeşmesi, Domitian Tapınağı, Memmius Anıtı ve Herakles Kapısı gibi yapılara ulaşılır. Traianus Çeşmesi: Cadde üzerindeki iki katlı anıtlardan biridir. Ortada duran İmparator Traianus'un heykelinin ayağı altında görülen küre dünyayı simgeler. Heroon: Efes'in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans döneminde değiştirilmiştir. Yamaç Evler: Teraslar üzerine inşa edilmiş olan çok katlı evlerde kentin zenginleri oturuyordu. Peristilli ev tipinin en güzelleri olan bu evler modern evlerin konforunda idi. Duvarlar mermer kaplama ve fresklerle, taban ise mozaiklerle kaplıdır. Evlerin hepsinde kalorifer sistemi ve hamam bulunmaktadır. Büyük Tiyatro: Mermer Cadde'nin sonunda bulunan yapı, 24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük açık hava tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür. Tiyatro, St. Paul'ün vaazlarına mekân olmuştur. Saray Yapısı, Stadyum Caddesi, Stadyum ve Gymnasium: Bizans sarayı ve caddenin bir bölümü restore edilmiştir. At nalı biçimindeki Stadyum, antik devirde sportif oyunların ve yarışmaların yapıldığı yerdir. Geç Roma döneminde gladyatör oyunları da yapılmıştır. Stadyumun yanındaki Vedius Gymnasiumu ise hamam-okul kompleksidir. Vedius Gymnasiumu kentin kuzey ucunda, Bizans dönemi surlarının hemen yanında yer almaktadır. Tiyatro Gymnasiumu: Hem okul, hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır. Agora: 110x110 metre boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkânlarla çevrili bir alandır. Agora, kentin ticari ve kültürel merkeziydi. Agora Mermer Cadde'nin başlangıç noktasıdır. Hamam ve Umumi Tuvalet: Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans döneminde tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır. Liman Caddesi: Büyük Tiyatro'dan, bugün tamamen dolmuş olan Antik Liman'a uzanan, iki yanı sütunlu ve mermer döşeli Liman Caddesi (Arcadiane Caddesi), Efes'in en uzun caddesidir. 600 metre uzunluktaki cadde üzerine kentin Hristiyanlık döneminde anıtlar yapılmıştır. Her birinde havarilerden birinin heykeli olan dört sütunlu Dört Havari Anıtı, caddenin hemen hemen ortasındadır. Liman Gymnasiumu ve Liman Hamamı: Liman Caddesi'nin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır. Yuhanna Kalesi:: Kale içinde cam ve su sarnıçları vardır. Efes civarındaki en yüksek noktadır. Ayrıca bu kilisenin bulunduğu tepe, Efes Antik Kenti'nin ilk yerleşim bölgesidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13477", "len_data": 16164, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.66 }
İlhan Selçuk (11 Mart 1925, Aydın - 21 Haziran 2010, İstanbul), Türk gazeteci ve yazar. Düzenli gazetecilik kariyerine 1961'de "Akşamda başladı; aynı yıl "Tanin"'e oradan "Vatana geçti; ertesi yıl Nadir Nadi'nin çağrısı üzerine "Cumhuriyet" gazetesinde yazmaya başladı. 1991 yılından ölümüne kadar "Cumhuriyet"'in başyazarlığını yaptı. İlhan Selçuk, 12 Mart Muhtırası'ndan sonra "9 Mart Cuntası" içerisinde yer almak savıyla tutuklandı ve Ziverbey Köşkü'nde işkence gördü. 21 Mart 2008 tarihinde saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı ve iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 21 Haziran 2010 tarihinde ölen yazar, Hacıbektaş ilçesindeki "Yıldızlar Mezarlığı"na defnedildi. Yaşamı. Babası Mehmet Kasım Selçuk, annesi Hikmet Selçuk'tur. Asker olan babasının görevi sebebiyle çocukluğunda Türkiye'nin birçok değişik yerinde bulundu. Karikatürist Turhan Selçuk'un ve Mengü Ertel'in eşi Ülfet Ertel'in kardeşidir. En büyük abileri Orhan ise, Harp Okulunda okurken ölmüştür. İlhan Selçuk, 1950'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir süre serbest avukat olarak çalıştıktan sonra, önce yayıncılığa sonra da gazeteciliğe yöneldi. Kardeşi Turhan Selçuk'la birlikte "41 Buçuk" (1952) ve "Dolmuş" (1956), Aziz Nesin ve Turhan Selçuk'la birlikte "Karikatür" (1958) adlı mizah dergilerini çıkardı. "Karikatür" dergisi, sonradan Semih Balcıoğlu'nun "Taş" adlı mizah dergisiyle birleşerek "Taş-Karikatür" adını aldı. İlk yazıları 1952 yılında "41 Buçuk" dergisinde çıkan Selçuk, 1961'den itibaren gazeteciliğe başlayarak "Yeni İstanbul", "Akşam", "Tanin" ve "Vatan" gazetelerinde fıkra yazarlığı yaptı. 1963'te girdiği "Cumhuriyet"'teki "Pencere" adlı köşesindeki yazılarını ölümüne kadar sürdürdü. 12 Mart Dönemi. İlhan Selçuk 12 Mart Muhtırası'ndan sonra, 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne katılan Millî Demokratik Devrimcilerden olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. 12 Mart 1971 muhtırasına giden süreçte Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı "Devrim" gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesini yapan Millî Birlik Komitesi'nin gerçek lideri Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu öne sürülen "Millî Demokratik Devrimciler", o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek "ulusçu-devrimci yöntem" olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı."Devrim" gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal, çok sonraları anılarını anlattığı "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" adlı kitabında o zamanki maksatlarının "ulusalcı" subayları ikna ederek onlarla birlikte 1917'de Rusya'da yapılmış olan Ekim Devrimi gibi askeri darbeye benzeyen bir "Millî Demokratik Devrim" yapmak olduğunu yazdı. 1971'de Oktay Kurtböke ile beraber sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı. Selçuk, 12 Mart döneminde "Ziverbey Köşkü"nde yaşadığı sorgulama günleri üzerine açıklamalar yapmayı düşünmediğini belirtse de 1987 yılında burada yaşadıklarından yola çıkarak "Köşk"ün adını taşıyan bir kitap yazdı. Kitapla birlikte Ziverbey Köşkü’nün işkence iddiaları ilk defa anlatılmış oldu. Selçuk, Köşk’teki işkence iddiasını ifadesinin içine akrostiş yöntemiyle gizlice yerleştirmişti, yazdığı her cümlenin sondan ikinci kelimesinin baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında "işkence altındayım" cümlesi çıkıyordu. Yazar, Ziverbey Köşkündeki "ilişki ağı" konusundaki bir soruyu şöyle yanıtlamıştır: "Erenköy Köşkü Cevdet Sunay-Memduh Tağmaç-Faik Türün cuntasının işkence merkeziydi. 12 Mart yapısı içinde özel bir yeri vardı. Çünkü 1. Ordu'nun bulunduğu İstanbul bölgesinde Faik Türün, kendi yetkilerini kullanarak özel operasyonlar yaptırabiliyordu. Basın da İstanbul'da olduğuna göre, burada yaşandı birçok şey. İnsanlar tutuklanmaya, gözaltına alınmaya, kovuşturulmaya başlandı, davalar birbirini izledi. Bu karmaşa içinde aydınlık olan şudur: 12 Mart döneminde Erenköy'de, Ziverbey'de Zihni Paşa Köşkü diye anılan (ya da Ziverbey Köşkü) yerde Faik Türün ve (1991 yılında bir Dev-Sol militanı tarafından öldürülecek olan) Memduh Ünlütürk buyruğunda bir işkence merkezi kurulmuştur. Bu işkence merkezinde de birçok aydın tezgâhtan geçirilmiştir." Selçuk, kitapta yaşadığı işkenceyi şöyle anlatıyordu: "“Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Birileri beni yere yatırmışlar, çoraplarımı çıkarmışlardı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım (...) ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz (...) Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, hayvanlaşıyorsun. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun..."" Sonraki yıllar. 1991 yılında, Nadir Nadi'nin ölümünden sonra "Cumhuriyet"'in yayın politikası nedeniyle başlayan tartışmalar sonucunda bir grup yazar ve çalışanla beraber gazeteden ayrıldı. Ancak Nisan 1992'de yeni bir yayın kurulu oluşturulmasıyla gazeteye döndü ve ölümüne kadar sürdüreceği başyazarlık görevine başladı. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı (TİHAK) kurucu üyesidir. 1997 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür. İlhan Selçuk, 21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30'da Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Selçuk'la birlikte gözaltına alınanlar arasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk ve gazeteci Adnan Akfırat da bulunmaktaydı. İlhan Selçuk, 22 Mart'ı 23 Mart 2008'e bağlayan gece, saat 01:30'da serbest bırakılmıştır. 14 Ağustos 2009 günü, rahatsızlanarak Vehbi Koç Amerikan Hastanesi Yoğun Bakım ünitesinde tedavi altına alınmış ve beyin damar tıkanıklığına bağlı olarak kısmi felç geçirdiği saptanmıştır. 10 gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gören Selçuk, 24 Ağustos 2009 günü yoğun bakımdan çıkmıştır. 21 Haziran 2010 günü çoklu organ yetmezliği nedeniyle İstanbul'da öldü. Vasiyeti üzerine Nevşehir'in Hacıbektaş İlçesi'nde ağabeyi Turhan Selçuk'un yanı başında toprağa verildi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13485", "len_data": 6456, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.36 }
Memeliler (), hayvanlar aleminin insanların da dâhil olduğu, dişilerinde bulunan meme bezleri ve hem dişi hem erkek bireylerinde bulunan ter bezleri, kıl, işitmede kullanılan üç orta kulak kemiği ve beyinde yer alan neokorteks bölgesi ile ayrılan bir omurgalı sınıfıdır. Dünya üzerinde yaklaşık 6500 memeli türü bulunur. Bunların 200 kadarı Avrupa'da görülebilir, Türkiye ise tek başına yaklaşık 170 memeli türü barındırmaktadır. Çift ve karmaşık dolaşım sistemine sahip, sabit vücut sıcaklıklı hayvanlardır. Vücutları genellikle kıllarla örtülüdür. Genç bireyler anne sütü ile beslenirler. Genellikle bacak şeklinde oluşmuş dört üyeleri vardır. Solunumda diyafram kullanırlar. Alt çeneleri bir çift kemikten oluşmuştur; orta kulaktaki kemikler üç parçalı olup kulak zarı ve iç kulakla bağıntılıdır. Hemen hemen hepsinde yedi boyun omuru vardır. Memeliler, sıcak kanlı yaratıklardır. Yani vücut sıcaklıkları genel olarak çevre koşullarından bağımsızdır. Bu ısı yalıtkanlığını sağlamak için ise toplam ürettikleri enerjinin %80'ini harcarlar. Vücutları kıllarla kaplıdır ki, bu doku bazı türlerde dikenli bir hâl alabilir (örneğin kirpi) ya da azalıp neredeyse pürüzsüz hâle gelebilir; insan, yunus ve balinalarda olduğu gibi. Theria alt sınıfı doğurarak çoğalırken Prototheria alt sınıfı yumurtlayarak çoğalır. Yavru memeliler, genel olarak belirli bir gelişim evresini tamamlayıncaya kadar annelerinin karnında taşınır. Doğum sırasında yavrunun gelişmişliği memeli türüne göre değişkenlik gösterir. Kör (ve genelde çıplak) doğan ve bazen yıllarca annesi tarafından yetiştirilen memeli türleri olduğu gibi, doğumun ardından kısa süre içinde koşmaya ya da yüzmeye başlayan memeli türleri de vardır. Ancak genel olarak memelilerde, yavruların belirli bir süre anne tarafından bakımı zorunludur. Dişi memeli, yavrusunu bebeğin gelişimi için gerekli bileşenleri içeren zengin içerikli sütü ile besler. Memelilerin vücut büyüklükleri değişkendir. En küçük memeli, bir böcekçil olan yabanarısı yarasası ("Craseonycteris thonglongyai" - ortalama 3 cm, 1 gr); en büyük memeli ise mavi balinadır ("Balaenoptera musculus" - ortalama 35 m, 120 ton). Memeli vücudu, sıcak veya soğuk iklim koşulları ile mücadele için de farklı özelliklere sahiptir. Karasal memeliler için kalın bir kış kürkü, deniz memelileri için deri altında kalın bir yağ tabakası veya yağlanmış bir kürk bu mücadelenin silahlarıdır. Bazı memeliler de kış uykusuna yatarak, bu dönemi enerjiden tasarruf ederek geçirir. Yiyeceğin bol olduğu dönemde vücudunda depoladığı fazladan kalorileri, yiyeceğin kıt olduğu bu dönemde ‘uyku’ durumunda iken yakar. (Sincaplar, ayılar ve porsuklarda olduğu gibi.) Bu durum gerçek bir kış uykusu hâlini de alabilir (yediuyurlar ya da yarasalarda olduğu gibi) yani bu süre içinde canlılar, yaşamsal faaliyetlerini ve vücut sıcaklıklarını minimuma indirirler. Bazı memeli türleri insanlar tarafından evcilleştirilmiştir ve yabani türleri ortadan kalkmış ya da çok az kalmıştır. (İnek, at, koyun gibi.) Sistematik. "Memelilerin familya seviyesine kadar sınıflandırılması için buraya bakınız": Memelilerin sınıflandırılması Moleküler DNA incelemeleri sonucunda oluşturulmuş bir kladogram şu şekilde gösterilebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13486", "len_data": 3202, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.7 }
Gümrük, eşya ve malların ülke sınırlarından giriş ve çıkışlarında denetimlerinin yapıldığı ve vergilerin ödendiği kamu kurumudur. Gümrük vergisi'nin toplanması, bir ülkeye giren ve çıkan kişiler ve hayvanlar, nakliye araçları, kişisel eşyalar ve tehlikeli maddeler dahil olmak üzere malların akışını kontrol eder. Gümrük kara sınırlarında, deniz limanları ve hava alanlarında bulunur. Geleneksel olarak gümrük, ithalat ve ihracatta gümrük vergilerini ve diğer vergileri alan mali konu olarak kabul edilmiştir. Gümrük şimdi üç temel konuyu kapsıyor: vergilendirme, güvenlik ve ticaretin kolaylaştırılması. Köken bilimi. "Lehçe-i Osmânî" adlı kitapta "gümrük" kelimesi, Rumcadan alınmış ve "emtiaya ilişkin rüsumun idare mahallinin ismidir" diye tanımlanmış ise de "Gümrük" kelimesinin Rumca'dan alınma olmayıp, Latincede ticaret manasına gelen "Commercium" kelimesinden alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Zira, gümrük resminin ticaret eşyasından alınan bir vergi olduğu göz önüne alındığında, kelimenin manaya uygunluğu ortaya çıktığından, bu adlandırmanın esasen daha uygun bulunduğu açıktır. Fransızlar "Gümrük"e "Douane" derler. İtalyanca "Dogana" kelimesinden alınmıştır ki, Venedik ve Cenova Cumhuriyetinin Birinci Hakimi'nin unvanı olan "Doge" adına, hazineye gelir temin etmek için, Venedik'te uygulamaya konulan verginin ismi olmuştur. Tarihçe. Gümrük ve gümrük vergisi, muhtemelen tarihte birbirinden ayrı yaşayan toplumlar, şehir devletleri, devletler, imparatorluklar var olduğu sürece var idi. Gümrük, devletlerin egemenlik alanlarının bir ifade biçimi ve hazinelerinin önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Ülkeler, topraklarına giren kişiler, ticari mallar ve her tür maddeleri ülkenin güvenliği, ekonomisi, hükümranlık, halkın sağlığı gibi faktörleri korumak ve vergi sağlamak amaçlarıyla sınırlarda denetlemeye tabi tutmuşlardır. Bugün de gümrük vergileri, devletin maliye kapsamında topladığı vergilerden sonra en büyük gelir kaynağı olabilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13495", "len_data": 1959, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 4.02 }
III. Mustafa (Osmanlı Türkçesi: مصطفى ثالث Mustafa-i Sālis), divan edebiyatındaki mahlasıyla Cihangir; (28 Ocak 1717 Edirne – 21 Ocak 1774 İstanbul), 26. Osmanlı padişahı ve 105. İslam halifesi. Babası Sultan III. Ahmed, annesi Emine Mihrişah Kadın'dır. Babasının 1730'da padişahlıktan çekilmesinden sonra yirmi yedi yıl kafes hayatı yaşamıştır. Amcasının oğlu III. Osman'ın ölümü üzerine 1757'de tahta geçmiştir. Saltanatı. Başa geçtikten sonra sadrazam Koca Mehmed Ragıp Paşa'yı görevde bıraktı. Malî durumu düzeltmek için sarayın giderlerini azalttı ve yolsuzlukların üzerine gitti ancak başarılı olamadı. Orduda topçu sınıfını düzeltmek için Baron de Tott'a "Sürat topçuları" adında askerî bir birlik kurdurdu. Rusların 1770'te Çeşme'de Osmanlı donanmasını yakmaları üzerine yeni bir donanma hazırlanmasına çalıştı. Bu donanmanın subaylarını yetiştirmek üzere 1773 yılında Mühendishane-i Bahr-i Hümayun'u kurdurdu. Laleli Camii'ni yaptırdı. Ayrıca depremde yıkılan Fatih Camii'ni yeniden yaptırdı. Saltanatının son dönemine 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı hâkim oldu. III. Mustafa ordusunun zayıflığını bilmekle beraber II. Katerina döneminde Rusya'nın Lehistan'a yaptığı müdahaleler yüzünden Rusya'ya karşı savaş ilan etti. Savaş sırasında Baltık Denizi'nden yola çıkan Rus Donanması Çeşme'de Osmanlı donanmasını yaktı. III. Mustafa savaşı bitirmek için girişimlerde bulundu ancak başarılı olamadı. Savaş sürerken öldü. Laleli'de kendi yaptırdığı Laleli Külliyesi içindeki III. Mustafa Türbesi'nde yatmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13496", "len_data": 1512, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.23 }
Turgut Reis (1485, Turgutreis – 23 Haziran 1565, Malta), Osmanlı İmparatorluğu donanmasında amirallik yapmış, Trablusgarp fatihi olarak anılan Türk denizcisidir. Beylerbeyi olarak görev yapmış, ayrıca Trablus Beyi olmuştur. Hayatı. İlk yılları. Anadolu'da Bodrum yakınlarında bugün Turgutreis olarak bilinen Karabağ köyü'nde Alfara Mevkiinde dünyaya geldi. Dönemin kaynaklarına göre Turgut Reis'in babasının adı Veli'dir. 12 yaşında bölgedeki Osmanlı askerleri tarafından mızrak ve ok kullanmaktaki kabiliyetinden dolayı dikkat çekince orduya alınır. Ordu bünyesinde başarılı bir denizci ve topçu haline gelir. Bağlı bulunduğu birlik 1517 yılında Memlûk Sultanlığı seferine katılır. Kahire'de bulunduğu sırada Sinan Paşa komutasındaki donanmaya katılır. Deniz topçuluğundaki başarılarıyla dikkat çekmeyi başarır. Zamanla denizcilikte de gelişme gösterince bir guletin komutasını alır. Çok sayıda başarılı seferden sonra artık bir hafif kadırganın sahibi ve kaptanı olur. Bu dönemde Doğu Akdeniz bölgesinde özellikle Venedik Cumhuriyeti'nin topraklarına ve ticari hatlarına saldırılar düzenler. 1520 yılında Barbaros Hayreddin Paşa donanmasına katılır. Turgut Reis Barbaros Hayreddin Paşa ile dostluğunu ilerletirken rütbesi de yükselecektir. 1526 yılında Sicilya'daki Capo Passero kalesini ele geçirir. 1526-1533 yılları arasında Sicilya Krallığı ile Napoli Krallığı korsanlık yapar. Bu dönemde Barbaros Hayreddin Paşa ile birlikte Adriyatik kıyılarını yağmalayacak, Girit'teki Kandiye'yi ele geçirecektir. Preveze Deniz Muharebesi. Preveze Deniz Muharebesi sırasında Osmanlı donanmasının merkezinde 30 kadırgaya komuta eden Turgut Reis, Giambattista Dovizi komutasındaki Papalık Devleti kalyonunu ele geçirerek Dovizi ve mürettebatını esir edecektir. Bu dönemde Venedik gemileri ve topraklarına saldırılarını artırır. Cerbe valisi. 1539 yılında Sinan Paşa, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Kızıldeniz'deki donanmanın komutasına atanınca onun yerine Cerbe valisi olarak atanır. Bu dönemde Sicilya, İspanya ve İtalya kıyılarında çeşitli kentlere saldıracak; Gozo, Palasca ve Capraia'yı yağmalayacaktır. Esaret. Korsika'nın batı sahillerinde gemilerinin bakımını yapmak için mola verdiği sırada Cenevizli komutanlar Giannettino Doria, Giorgio Doria ve Gentile Virginio Orsini tarafından esir edilir. Dört yıl boyunca Ceneviz gemilerinde forsa olarak çalışmak zorunda kalır. Barbaros Hayreddin Paşa tarafından Cenevo'ya yapılan fidye teklifleri reddedilir. 1544 yılında Toulon'da kışlayan Barbaros dönüş yolunda Cenova açıklarına güçlü bir donanmayla gelerek Turgut Reis'in serbest bırakılması için pazarlık yürütür. Bizzat Andrea Doria ile görüşen Barbaros 3500 düka altın karşılığında Turgut Reis'in serbest kalmasını sağlar. Özgürlüğüne kavuşan Turgut Reis, Korsika ve Sicilya bölgesindeki Cenova hakimiyetine karşı saldırılara başlar. Malta'daki Malta Şövalyeleri de bu saldırılardan payını alır. Osmanlı donanması komutanı. Barbaros'un 1546 yılındaki ölümünden sonra Turgut Reis, Akdeniz'deki Osmanlı donanmasının başına geçer. 1547 yılı Temmuz ayında 23 parça kadırga ile Malta'ya saldırır. Buradan sonra Sicilya ve Korsika üzerine seferler düzenler. 1548 yılında Cezayir Beylerbeyi ilan edilir. 1548 yılında çıktığı İtalya seferi sırasında Napoli'ye saldırır. Bu dönemde Malta'nın kontrolünde olan Trablus'un savunmasının güçlendirilmesi için toplanmış olan 70.000 duka altına el koyar. 1550 yılında Tunus kıyılarını ele geçirir. Sardinya ve İspanya kıyılarına saldırır. 1551 yılında İstanbul'a giderek padişahın huzuruna çıkan Turgut Reis emrine verilen 112 parça kadırga ve 12 bin yeniçeri ile Adriyatik Denizindeki Venedik topraklarına saldırır. Aynı yıl Malta'ya çıkarak Birgu ve Senglea kalelerini muhasara altına alsa da bir süre sonra iyi korunan kaleleri alamayacağını anlayarak geri çekilir. 1551 yılı Ağustos ayında Libya'daki Trablus'a saldıracak ve 1530 yılından beri Malta Şövalyelerinin denetimindeki şehri ele geçirecektir. Başarılarının ardından Kanuni tarafından bölgeye Sancak Beyi atanır. 1552 yılında Kanuni, II. Henry ile yapmış olduğu ittifak kapsamında İtalya'ya gönderilen Osmanlı donanmasının başına Turgut Reis'i getirir. Sinan Paşa komutasındaki diğer donanmayla buluşur. Papalık Devleti ile Napoli Krallığı denetimindeki topraklara saldıran Osmanlı donanmaları kıyıdaki kentleri yağmalar. Bunun üzerine harekete geçen Cenova donanmasının başındaki Andrea Doria 5 Ağustos 1552 tarihindeki Ponza Deniz Muharebesi'nde yenilir. Beylerbeyi. Bu zaferin ardından Turgut Reis, Akdeniz Beylerbeyi görevine getirilir. Bu dönemde İtalya, Korsika ve Sicilya kıyıları yağmalanacak, Osmanlıların müttefiki olan Fransa için bazı topraklar ele geçirilecektir. 1554 yılında İstanbul'a gelir, sonrasında Sakız Adasında kış mevsimini geçirir. Buradan Adriyatik kıyılarına geçerek Ragusa Cumhuriyeti topraklarına saldırır. 1556 yılında Trablus Paşası ilan edilir. Burada şehrin savunmalarını güçlendirecektir. 1558 yılında Piyale Paşa komutasındaki donanmayla birleşerek Cerbe Adasını ele geçirir. Daha sonra Minorka'ya saldırırlar. 1559 yılında Cezayir'e yapılan bir İspanyol saldırısını püskürtürken, Trablus'ta çıkan yerli ayaklanmasını bastırır. Bu dönemde Trablus'u ele geçirmeye çalışan İspanyol İmparatorluğu kralı II. Felipe'nin girişimleri Cerbe Deniz Muharebesindeki yenilgiyle son bulur. 1563 yılında Granada açıklarında karaya çıkar, sonra Málaga'ya devam eder. Ölümü. Kanuni, 1565 yılında Malta Kuşatması için Turgut Reis'e Piyale Paşa birliklerine katılma çağrısı yapınca yaklaşık 1600 askeriyle sefere katıldı ve Mayıs ayında adaya çıktı. St. Elmo Kalesi kuşatması sırasında diğer kalelerden açılan top ateşi sonucu ağır yaralandı, bir hafta sonra da 23 Haziran 1565 günü öldü. Kuşatma başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra naaşı Kılıç Ali Paşa tarafından Trablus'a götürülür ve orada toprağa verildi. Geleneği. Cumhuriyet döneminde, Doğduğu Karabağ köyünün bağlı olduğu beldeye Turgutreis adı verilmiştir. Bugün, beldenin kıyısında adını taşıyan bir gezi parkı ve bu parkın içinde Turgut Reisi bir kadırganın burnunda, kılıcıyla ufku gösterir vaziyette tasvir eden bir anıt vardır. Dragut. Dragut, Güney Avrupalıların Turgut Reis'e taktığı lakaptır. Turgut Reis'in, Akdeniz'in Hristiyan topraklarına yaptığı seferleriyle yarattığı etki, Dragon (Ejderha) ve Turgut arasındaki ses benzerliğinden yararlanarak "Dragut" kelimesinin doğmasına yol açmıştır. Batılı kaynaklar, kendisini hâlâ "Dragut Rais" olarak anmaktadır. Ayrıca bakınız. Turgut Reis Camisi veya Jama Sidi Darghut Libya, Trablus'ta bir camidir. 1560'larda Turgut Reis tarafından yaptırılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13497", "len_data": 6584, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.39 }
Oruç Reis veya Oruç Barbaros (1470 veya 1474, Midilli Adası - 1518, Tilimsan), Osmanlı denizci. Barbaros Hayreddin Paşa'nın ağabeyidir. Osmanlı'ya katılmadan önce Cezayir'i ele geçirip egemen olmuştur. Hayatı. Muhtemelen 1470'te (bazı kaynaklara göre 1474'te) Osmanlı yerleşkesi olan şu anki Midilli’nin Bonova köyünde doğdu. Babası, Vardari Yâkub Ağa, 1462’de Midilli’nin fethine katılmış ve Bonova köyü kendisine tımar olarak verilmişti. Burada yerleşip evlenen Yâkub Ağa'nın İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adını verdiği dört oğlu oldu. Eğitimi ve gençliği. İyi bir öğrenim gören kardeşler, devrin denizci milletlerinin lisanları olan İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve Rumca'yı öğrenerek yetiştiler. Gençliğinde gemiciliği ve deniz ticaretini çok iyi öğrenen Oruç Reis, cesareti, zekası ve girişimciliği ile kısa zamanda gemi sahibi oldu. Suriye, Mısır, İskenderiye ve Trablusşam’a mal taşıyarak, oradan aldıklarını Anadolu’ya getiriyordu. Esareti. Oruç ve İlyas Reis, bir seferinde Midilli’den Trablusşam’a giderken, Rodos Şövalyeleri'nin büyük savaş gemileriyle karşılaştılar. Çarpışmada İlyas Reis hayatını kaybetti, Oruç Reis esir oldu. Uzun uğraşılardan sonra, buradan kurtuldu. Muhtemelen üç sene esir kalan Oruç Reis, esaretten kurtulduktan sonra, bir süre Memlûk Devleti hizmetinde amirallik yaptı. Ünlü sözü olan "yaşama hakkın mücadele gücün kadardır" dedi. Donanma komutanı oluşu. Memlük emrinde uzun zaman kalmayıp, Şehzade Korkut'un verdiği on sekiz oturaklı Kalyata savaş gemisine komutan oldu. Bunlarla, Rodos kıyılarında ani bir baskın sonucunda gemilerini kaybetti. Leventleriyle birlikte bu baskından kurtulduktan sonra, Şehzâde Korkut'a tekrar başvurdu.1511 Yılında Kendisine, biri yirmi dört oturak, ikincisi yirmi iki oturak iki Kalyata savaş gemisi verildi. Şehzâde Korkut'un elini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra Akdeniz'e açıldı. Seferlerinde pek çok ganimet, ticaret malı ve esir aldı. İlk başarıları. Türk denizcilik tarihinde önemli bir yeri olan Cerbe Adası, Oruç Reis tarafından 1513 yazında fethedildi. Burayı kendisine üs edinip, Doğu ve Batı Akdeniz’de pek çok gemi zapt etti. Papa’ya ait, o zamanın dev savaş gemilerini, ince tekneleriyle ele geçirmesi, şöhretini Avrupa ve dünyaya ulaştırdı. O tarihe kadar, bir çektirinin, bir baştardayı ele geçirmesi işitilmemişti. Gemi elde edilince kendisi dahil bütün leventlerine İtalyan elbiselerini giydirdi. Oruç Reisin, arkadan gelen ikinci savaş gemisini ele geçirmesi, pek kolay oldu. Zira ateş başlayıncaya kadar İtalyanlar, bu gemiyi kendi gemileri zannetmişlerdi. İtalyanlar bu başarıları ve tanınmasının ardından kızıl sakalından ötürü kendisine "Barbarossa" lakabını vermişlerdir. Oruç Reis'in ardından kardeşi Hızır da ağabeyine hürmeten aynı lakabla anıldı. Cezayir'i Fethi. Cezayir’de bir devlet kurmaya karar veren Oruç Reis, kısa zamanda bu toprakları ele geçirdi. İspanya Kralı Şarlken, Cezayir’e donanma gönderdiyse de, Oruç Reis’i elde ettiği yerlerden çıkaramadı. Becâye kuşatması sırasında Oruç Reis, sol kolundan ağır yaralandı ve hekimlerin tavsiyesiyle bu kolu dirsekten kesildi. Tek kolla mücadelede de şevk ve azminden hiçbir şey kaybetmeyen Oruç Reis, iyileşince derhal denize açıldı ve pek çok gemi ele geçirdi. Çok güç durumda olan Emevilere yardım ederek, onların binlercesini Kuzey Afrika’ya taşıdı. Bu hareketleri saygısını artırdı. Kardeşleriyle Kuzey Afrika’yı İstilacılara karşı savunmakla kalmayıp, Emevileri iskan ediyor, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını temin ediyordu. Elindeki leventler, akıncılar ve serdengeçtilerle, devrin en büyük denizci devleti olan İspanyollarla bitmek tükenmek bilmeyen mücadelelerine devâm ediyordu. İspanya kralı o dönemde, Avrupa’nın pek çok ülkesini elinde bulundurduğu gibi, Amerika’da da sömürgelere sahipti. Ölümü. Cezayir’in doğusunda, İspanya’ nın hakimiyeti altında bulunan Tilimsan'ı elde eden Oruç Reis, İspanyollardan yardım alan Tilimsan emirine karşı, elde ettiği yerleri savundu. Topraklarını yedi ay boyunca müdâfaa etti. Yerli halkın ihanet etmesi üzerine, Cezayir'e dönmek için düşman kuşatmasını yarıp dışarı çıkmaya çalıştı. Düşmanı yararak bir kısım leventleriyle birlikte ırmağı geçti. Ancak, yirmi kadar levendi, düşman tarafında kalmıştı. Oruç Reis, kurtulma ümidi olmadığını bile bile, leventlerini yalnız bırakmamak için tekrar düşmanları arasına daldı. Nehri geçmeye çalışırken leventlerinin çoğu öldü. Tek kollu Oruç Reis, yanındaki son levendin de öldüğünü gördükten sonra, aldığı mızrak yarası sonucu öldü. Oruç Reis'in ölümünü İspanya Kralı'na ispatlamak isteyen İspanyollar cesedin başını keserek almışlar ve bal dolu bir torba içerisine koyarak İspanya'ya götürmüşlerdir. Bunu yapmalarının nedeni, birçok kereler Oruç Reis'le çatışmaya giren İspanyolların, onu öldürdüklerini İspanyol Kralı'na bildirmelerine rağmen bunların hiçbirinin doğru çıkmamasıdır. Oruç Reis'in başı kesik bedenini alan leventler onu Cezayir'e getirdiler ve Cezayir'in ulusal evliyalarından olan Sidi Abdurrahman'ın Kasbah'da bulunan Sidi Abdurrahman Camii yanındaki türbesine gömdüler. Bugün Oruç Reis ve Sidi Abdurrahman'ın birlikte yattıkları Cezayir Kasbah 'daki bu türbe, Arapça öğrenen çocuklar için mahalle okulu olarak kullanılmaktadır. Oruç Reis'in 1518'de hayatını kaybettiğinde, kırk sekiz yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Karakteri. Sınır boylarında akıncıların yaptıkları, yıldırma ve fethe hazırlama faaliyetlerini denizde gerçekleştiren cesaret ve kahramanlık timsali deniz kurtlarından biri olan Oruç Reis, katıldığı muharebede can ve mal endişesi duymazdı. Elde ettiği ganimetleri fakir ve kimsesizlere, leventlerine dağıtır, varını yoğunu cihat ve gazâ için sarf ederdi. Cömert, âlicenap, yardımsever, merhametli olan Oruç Reis, ciddî ve sertti. Bütün leventleri tarafından, bir baba gibi sevilirdi. Çok iyi bir muharip, tehlikeli zamanlarda en iyi çareleri bulmakta zorluk çekmeyen bir komutandı. Türk Deniz Kuvvetlerinde Oruç Reis onuruna bazı deniz araçlarına ismi verilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13498", "len_data": 5950, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.45 }
Zhang Yimou (; d. 14 Kasım 1951, Şensi), Çinli film yönetmenidir. Kültür Devrimi sırasında çiftçi, çoban ve dokuma işçisi olarak çalıştı. Ödüller kazandığı fotografçılık uğraşısının ardından 1978 yılında yeniden açılan Pekin Film Akademisine başladı. 1978 - 1982 yılları arasında sinema eğitimi gördükten sonra Zhang Junzhau tarafından yönetilen The One and The Eight, Chen Kaige tarafından yönetilen Yellow Earth ve The Pig Parade, Wu Tianming tarafından yönetilen The Old Well filmlerinin görüntü yönetmeni olarak çalıştı. İlk yönetmenlik çalışması 1988 yapımı Red Sorghum / Kızıl Mısır Tarlalarıdır. Bütün Filmleriyle uluslararası film festivallerinde ödüller kazanmıştır. Zaman zaman Çin resmi kaynaklarında yer almayan ticari ve düşük kaliteli filmler de çevirmiş olduğu bilinmektedir. Beşinci Kuşak olarak adlandırılan bir grubun temsilcisi olan yönetmen, ayrıca Pekin 2008 Olimpiyatları'nın açılış ve kapanış törenlerinin de tasarımcısıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13504", "len_data": 947, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.54 }
Kızıl Darı Tarlaları (orijinal adı: Red Sorghum), yönetmenliğini Yimou Zhang'ın yaptığı bir filmdir. Mo Yan'ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmıştır. Konusu. 1920'li yıllarda Kuzeybatı Çin kırsalının sakin yaşamını hareketlendiren en önemli etken düğünler, hasat bayramları ve eşkiyalardır. Görünmeyen bir anlatıcı büyükanne ve büyükbabasının yaşamından kesitler anlatmaya başlar. Henüz on sekizinde iken bir şarap fabrikası sahibine satılan büyükanneyi düğün töreni için yeni evine götüren kortej bir haydutun saldırısına uğrar. Büyükanne bir kızıl mısır tarlasında haydutla baş başa kalınca, öykü şehvet düşkünlüğü ile biçimlenmiş bir dünyada yol almaya başlar. Şarap fabrikasının sahibi ortadan kaybolunca, büyükanne mutlu bir tecavüze uğradığı haydutla evlenir. Üretilen her şarap fıçısı onların mutluluklarını besler. Mutlu günler 1937 Japon istilasıyla sona erer. Fabrika işçileri Japonlarla savaşmaya karar verirler. Çatışmadan geriye, arkalarında kirli, bulanık bir güneşin asılı kalmış gibi durduğu büyükbaba ve baba kalır. Öykünün düğüm noktalarını oluşturan olaylar daima kızıl mısır tarlalarında geçer. Yimou, Kızıl Mısır Tarlaları ile her anlamda, yerli ve yabancı sinema dünyasında, tecimsel alanda, eleştirel ve sanatsal platformda tam bir patlama yaratır. Film, 1988 Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanarak Çin sinema tarihinde bir ilki gerçekleştirir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13505", "len_data": 1388, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.66 }
Hint-Avrupa dil ailesi, yüzlerce dil ve lehçe içeren dünyanın en büyük dil ailesi. Dünyada 3,2 milyarı aşkın kişinin anadili bu aileye ait bir dil olup, bu değer dünya nüfusunun %46'sına tekabül etmektedir. Avrupa'nın en büyük dilleri, Güney ve Batı Asya dilleri, Kuzey ve Güney Amerika ve Okyanusya'da en çok konuşulan diller Hint-Avrupa dilleridir. "Ethnologue"'a göre yaşayan 445 Hint-Avrupa dili bulunmaktadır ve bu dillerin üçte ikisinden fazlası (313) Hint-İran koluna bağlıdır. Dilbilimciler, Hint-Avrupa dillerinin Proto Hint-Avrupalılar tarafından konuşulmuş Proto Hint-Avrupa dili olarak adlandırılan bir dilden geldiğini öne sürmektedir. En çok destek gören Kurgan hipotezine göre dilin anavatanı Avrasya'nın Karadeniz-Hazar stepleri bölgesidir ve buradan dünyanın büyük bir kısmına yayılmıştır. Hint-Avrupa dillerinin bilinen ilk yazılı örnekleri Bronz Çağı sırasında üretilmiş ve Anadolu dilleri olan Hititçe ve Luvice ile Helen dili Miken Grekçesi kullanılarak yazılmış metinlerde kaydedilmiştir. En eski Hint-Avrupa kayıtları, Hint-Avrupalı olmayan Sami Asurluların Kültepe'de ürettiği metinlerde yer alan izole Hititçe kelime ve isimlerde tasdik edilmiştir. Günümüzde, dünyada toplam konuşan sayısına göre en çok konuşulan 20 dilden 11'i Hint-Avrupa dil ailesine aittir. Bu diller sırasıyla İngilizce, Hintçe (Hindustânî), İspanyolca, Fransızca, Bengalce, Rusça, Portekizce, Urdu (Hindustânî), Almanca, Marathi ve Batı Pencapçası'dır. Etimoloji. Thomas Young 1813'te dil ailesinin Batı Avrupa'dan Kuzeydoğu Hindistan'a uzanan coğrafi büyüklüğü nedeniyle "Hint-Avrupa" terimini Hint + Avrupa'dan türetmiştir. Evrim. Proto Hint-Avrupa dili, tüm Hint-Avrupa dillerinin ortak atası olduğu öne sürülen bir dildir. Proto Hint-Avrupalılarca konuşulduğu varsayılan dile ait herhangi bir yazılı kaynak bulunmadığından ötürü, dil hakkında ortaya konmuş bilgiler tarihsel dilbilim ve rekonstrüksiyon yöntemleri kullanılarak bu dil ailesi içinde yer alan dillerin karşılaştırılması ile ortaya çıkarılan özelliklere dayanmaktadır. Tarihsel açıdan pek çok hipotez, HA halklarının kökenlerini, yayılmasını ve farklılaşmasını açıklamak için geliştirilmiştir. Bu varsayımlardan en çok kabul göreni Kurgan hipotezi olmaktadır. Kurgan hipotezine göre dilin asıl konuşurlarının Doğu Avrupa'nın Karadeniz-Hazar bozkırlarında yaşadığı varsayılır. Bu teoride proto dil özellikle Yamnaya kültürü ve bu kültür ile ilgili kurganlar ile ilişkilendirilmektedir. Bunun yanı sıra Ermeni ve Anadolu hipotezleri daha az destek görmekle birlikte Kurgan hipotezine karşı desteklenen diğer teorileri oluşturmaktadır. Ön Hint-Avrupalıların göçlerle birbirinden ayrılması, Hint-Avrupa dillerinin çeşitlenmesine neden olmuştur. Bu ayrılma ses evrimlerine neden olmuş ve Proto Cermence (tüm Cermen dillerinin atası) ve Proto Anadolu dilleri (tüm Anadolu dillerinin atası) gibi dillere evrilmiştir. Bu proto diller ise zamanla daha da farklılaşmış, günümüzdeki modern dilleri oluşturmuştur. Alt gruplar. Arnavutça. Arnavutluk'ta ve Kosova'da konuşulur. Anadolu dilleri. Hitit, Lidya, Likya, Milya, Karya, Side, Pisidya, Kalaşma, Luvi, Pala dilleri gibi Anadolu'da antik dönemde konuşulmuş dilleri içerip Hint-Avrupa dillerinin en eski ve en erken soyu tükenmiş koludur. Frigya dili de aynı dönemde Anadolu'da konuşulmakta olup başka bir Hint-Avrupa dilidir. Baltık-Slav dilleri. Baltık dilleri. Litvanca, Letonca, Latgalyaca, Samogitçe Slav dilleri. Dünyada 250 milyon kişi tarafından konuşulur. Doğu Slav dilleri. Rusça, Ukraynaca, Belarusça, Podlakyaca, Batı Polesiyece Batı Slav dilleri. Çekçe, Slovakça, Lehçe, Sorbca Güney Slav dilleri. Bulgarca, Makedonca, Slovence, Sırpça, Hırvatça, Boşnakça Cermen dilleri. Batı Cermen dilleri. İngilizce dünyada 410 milyon kişi tarafından anadil olarak konuşulur ve 53 ülkede resmi dildir. Almanca (95 milyon kişi anadili olarak konuşur), Felemenkçe (23 milyon kişi), Yidiş (3 milyon kişi), Afrikaans (16 milyon kişi) Kuzey Cermen dilleri. İskandinav dilleri olarak da bilinen bu diller toplam 22 milyon kişi tarafından konuşulur. İskandinav dilleri İsveççe, Danca, Norveççe, İzlandaca'dır. Ermenice. Ermenistan'da ve Rusya, ABD ve Fransa başta olmak üzere dünyada yaşayan Ermeni azınlıklar tarafından (yaklaşık 5 milyon kişi) konuşulur. Hint-İran dilleri. İrani diller. İran, Orta Asya ve Kafkasya'da 150 milyondan fazla kişi tarafından konuşulur. Bu grup Doğu ve Batı İrani diller olmak üzere iki alt gruba ayrılır. Hint-Aryan dilleri. Hintçe (333 milyon kişi), Urduca (104 milyon kişi), Sanskritçe, Pali dili, Romanca, Bengalce, Pencapça, Nepali. İtalik diller. Latino-Faliskan dilleri. Latince, Umbriyaca, Oskanca, Faliskçe. Latin dilleri. Dünyada 600 milyon kişi tarafından konuşulur. Başlıca Romen dilleri Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence, Katalanca, Oksitanca, Korsikaca, Sarduca ve Arpitanca'dır Kelt dilleri. Dünyada 1,5 milyon kişi tarafından konuşulur. Başlıca Kelt dilleri Bretonca, Galce, İrlandaca, İskoç dili, Kernevekçe, Manksça Tohar dilleri. Toharca veya Tohar dilleri, Hint-Avrupa dil ailesinin soyu tükenmiş bir dalıdır. Dil, Tarım Havzası'nın (günümüz Sincan, Çin) kuzeyindeki vaha kentlerinde ve Lop Çölü'nde bulunmuş MS 6. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar uzanan el yazmalarıyla bilinmektedir. Yunanca. Yunanistan çevresinde 15 milyon kişi tarafından konuşulur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13508", "len_data": 5319, "topic": "HISTORY", "quality_score": 4 }
Ju Dou, yönetmenliğini Yimou Zhang'ın yaptığı, Çin yapımı bir filmdir. Varlığını bırakabileceği bir oğul sahibi olmak isteyen zengin ve yaşlı bir adam tarafından satın alınan genç bir kadının, Ju Dou'nun öyküsü. İktidarsızlığı nedeniyle genç kadını hamile bırakamayan yaşlı adam, hırsını genç kadını önceleri aşağılayarak, daha sonraları da döverek çıkarmaya kalkınca, genç kadın yaşlı adamın yeğeninin ilgisine ve ardından da aşkına sığınır. Filmde Gong Li ve Li Baotian'ın canlandırdığı karakterler arasındaki ilk dostluk bağı, Baotian'ın Li'yi gizlice gözetlediğini sandığı sahnede, Li'nin üstünü çıkartarak hem gözetleyeni hem de seyirciyi bir seks gösterisi yapacağı yanılgısına sürüklediği, ancak bu arzulanan süssüz striptizin yerine vücudundaki ezik ve çürükleri gösterdiği sahnede kurulur. Yaşlı adamın evde olmadığı ve yemek yedikleri bir sırada, Li arzusunu açık açık belli eder ve Baotian'a bir erkek olduğunu hatırlatarak, “Bu vücut senin” der, sevişirler. Bu, etik yargılamanın da başladığı sahne olması açısından anahtar özelliği taşır. Ju Dou'nun hamile kalmasıyla sorunların sonunun bir türlü gelmeyeceği günler başlar. Bebeğin doğumu ölümcül çatışmaların başlamasına neden olur ve bir süre sonra yaşlı adam gizemli bir biçimde ölür. Her şey düzene girmiş gibi gözükürken, beklenenin aksine film mutlu sonla bitmez. Çin kültürünün dul bir kadının yeniden evlenmesine izin vermeyen tutucu gelenekleri pusuda bekler. Aradan yıllar geçecek, Ju Dou'nun oğlu, annesinin sadakatsizliğine ilişkin dedikoduların etkisinde kalarak, annesinin sevgilisini, yani gerçek babasını öldürecektir. Çin sinemasına erotizm ve cinsel duyarlılığı taşıyan çağdaş filmlerin başında Ju Dou gelir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13511", "len_data": 1689, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.49 }
Kırmızı Fenerler (Özgün adı: Raise the Red Lantern), yönetmenliğini Yimou Zhang'ın yaptığı bir filmdir. Zhang Yimou, Chen Kaige ile birlikte Yeni Çin Sinemasının son dönemdeki en büyük çıkışı sağlayan iki yönetmeninden biridir. Film, 1991 yılında Vallodolid FF'nde en iyi görüntü ve Venedik Film Festivali'nde Gümüş Aslan ödüllerini kazanmıştır. Aynı zamanda da Oscar'a aday gösterilmiş ancak kazanamamıştır. Konusu. Kapı aralıklarının giriş ve iç içe geçen avluların da yön bulma alanı olarak değerlendirildiği, insan ilişkilerinin de bu son derece kontrollü trafiğe uygun olarak gelişmek zorunda bırakıldığı simetrik bir labirent alır ve karakterlerin bakış açıları bu labirent içinde birbirine karışır. Kırmızı Fenerler'de, Gong Li'yi önceki filmlerine kıyasla çok daha merkeze kaydırır. Yimou ve seyircisini Li'nin dünyasından uzak duramaz hale getirir. Onun filmin dramatik atmosferinin gelgitlerini belirleyen yüz ifadesinden kaçamazsınız. Kaprisli bir soylunun dördüncü eşi olmak zorunda kalan genç bir kadının öyküsü üstüne kurulu olan film, Li'nin yakın plan yüzüyle açılır ve öykünün genç kadını kendisini ve içinde bulunduğu durumu ağlamaklı ve acıklı bir görünümle kameraya anlatır. Filmin isminde belirtilen kırmızı renginin sosyalizmi, içeriğinin ise Çin toplumsal eleştirisi olarak algılanması sebebi ile ülkesinde gösterime girmesi yasaklanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13517", "len_data": 1363, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.5 }
Global Positioning System (kısaca GPS veya Türkçe karşılığıyla Küresel Konumlama Sistemi), ABD hükümetine ait ve ABD Uzay Kuvvetleri tarafından yönetilen uydu tabanlı radyonavigasyon sistemidir. Dünya'daki ve Dünya yakınındaki GPS alıcılarına, en az dört GPS uydusunu görebilmeleri şartıyla coğrafi konum ve saat bilgisi sağlayan küresel uydu navigasyon sistemlerinden biridir. Uydular bir tür radyo sinyali yayarlar ve yeryüzündeki GPS alıcıları bu sinyalleri alıp yorumlayarak konum belirlenmesini gerçekleştirir. GPS projesi, öncelindeki navigasyon sistemlerinin kısıtlı işlevselliklerini aşabilmek amacıyla 1960'lardan gelen bir dizi gizli mühendislik çalışması da dahil olmak üzere ilk denemelerde ortaya çıkan birkaç görüşün de bütünleştirilmesi ile, 1973 yılında geliştirilmişti. GPS, ABD Savunma Bakanlığı (DoD) tarafından esas olarak 24 uydu ile çalışacak şekilde tasarlanıp yapılmış ve devreye alınmıştı. 1994 yılında tam olarak işler hale gelmiştir. Sistem, Bradford Parkinson, Roger L. Easton ve Ivan A. Getting'in icatları ile güçlendirildi. GPS sistemi, var olan sistem üzerinde teknoloji ilerlemeleriyle ve yeni taleplerle artık yenileştirilme ve Yeni Nesil Operasyonel Kontrol Sistemi (OCX) destekli, gelişmiş GPS III uydularının hayata geçirilmesi çabalarına yol açmıştır. Beyaz Saray ve Başkan Yardımcısı Al Gore 1998 yılında duyurular ile bu değişimi başlattı. 2000 yılından beri, GPS III yenileştirilmeleriyle ilgili kararlarda ABD Kongresi yetkilidir. Ek olarak diğer sistemlerin kullanımında GPS geliştirilme aşamasındadır. Rus navigasyon sistemi GLONASS, GPS ile birlikte çağıldaşı olarak geliştirilmektedir; ama O, 2000'li yılların ortalarına kadar dünyayı tam olarak kapsamadan çalışmıştır. GPS'in yanı sıra AB tarafından geliştirilen Galileo, Çin tarafından geliştirilen Compass ve Hindistan tarafından geliştirilen IRNSS adlı konumlandırma sistemleri de vardır. Tarihi. GPS sistemi ilk askeri gereksinimler için tasarlanmıştı. Tasarımı kısmen 1940'lı yılların başlarında geliştirilen, II. Dünya Savaşı sırasında kullanılan ve daha sonra da uzun süre kullanılmış o dönem için bir çözüm olan LORAN (LORAN - "Long Range Navigation") ve Decca Gezgini gibi benzer yer tabanlı radyo-seyir sistemlerine dayanmaktadır. GPS'in ilk kullanımı İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasına dayanır. Sistem, sinyal alıcıları ile yön bulmakta, askeri planlarda ve konum hesaplamalarında ve güdümlü roketlerin kontrolünde kullanılmak üzere tasarlanmıştı. GPS sistemi, ancak 1980'lerde sivil kullanıma açılmıştır. Önceli. 1956 yılında, Alman-Amerikan fizikçi Friedwardt Winterberg yapay uydular içinde yörüngeye yerleştirilen hassas atom saatleri kullanılarak genel görelilik denemesi (güçlü bir yerçekimi alanındaki yavaşlayan süre için) önerdi. Genel görelilik kullanılmaksızın, yörüngede günde 38 mikrosaniye daha hızlı bir şekilde süre düzeltmesi çalıştırmak için GPS brüt arızalanmasına yol açardı. Sovyetler Birliği 1957 yılında ilk insan yapımı peyk olan Sputnik'i fırlattı; bu, GPS için ilave bir esin kaynağı oldu. İki Amerikan fizikçi, William Guier ve George Weiffenbach, Johns Hopkins'in Uygulamalı Fizik Laboratuvarı'nda (APL), Sputnik'in radyo sinyali iletimlerinin izlenmesine karar verdi. Doppler etkisi nedeniyle peykin, yörünge boyunca nerede olunduğunun bilgisini içindeki saatleri ile kesin olarak verebileceğini fark etti. APL Müdürü onlara gereken yoğun hesaplamaları yapmak için kendi UNIVAC bilgisayarına verileri giriş iznini verdi. Bir sonraki bahar, Frank McClure, APL müdür yardımcısı, Guier ve Weiffenbach'a, verilen ters problemi araştırmak için bu uydunun kullanıcının yerini saptamasını sordu. Bu, (denizaltıdan-fırlatılan Polaris füzesini geliştiren Donanma'nın, denizaltı konumunu bilebilmesi için gerekliydi.) onların ve APL'nin Transit sistemini geliştirmesine yol açtı. 1959 yılında, ARPA'da (adı 1972 yılında DARPA olarak değiştirildi) Transit sisteminin geliştiriminde rol aldı. Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri tarafından kullanılan ilk uydu navigasyon sistemi, Transit, 1960 yılında başarıyla test edildi. Yaklaşık saatte bir seyir düzeltmesi sağlayabilir bir uydu takımında ("satellite constellation") beş uydu kullanıldı. 1967 yılında, ABD Deniz Kuvvetleri, GPS sisteminde gerekli bir teknoloji olarak uzay şartlarında, yüksek doğruluklu saat ölçümü için Timation uydusunu geliştirerek yeteneğini kanıtladı. 1970'lerde, yer tabanlı Omega Navigasyon Sistemi, faz karşılaştırmasına dayanarak istasyon çiftlerinden sinyalin aktarımı ile dünya çapında ilk telsiz konumlandırma sistemi olmuştur. Bu sistemlerin sınırlandırılmaları daha fazla doğruluk ile daha evrensel bir navigasyon çözümüne ihtiyacı sürdürdü. Geliştirilme eylemlerinin hemen hemen hiçbiri uydu takımının milyarlarca dolara mal olacak araştırmalarda, askeri ve sivil işkollarındaki doğru konumlandırma için kapsamlı ihtiyaçların temininde bir gerekçe olarak görülmedi. ABD Kongresi'nin bu harcamaları, Soğuk Savaşın silahlanma yarışı sırasında, ABD'nin varlığına nükleer bir tehdit görünümü gibi haklı bir ihtiyaca yönelik olarak yaptığı düşüncesini oluşturdu. Bu nedenle caydırıcı etkisi görülerek gizlice GPS finanse edildi. Ayrıca bu, o dönemdeki aşırı dereceli gizlilik nedeniylede dir. Nükleer üçlüsü, ABD Hava Kuvvetleri'nin stratejik bombardıman uçakları ile birlikte kıtalararası balistik füzeler (ICBM) ve ABD Donanması'na ait denizaltıdan fırlatılan balistik füzelerden (SLBM) oluşuyordu. Nükleer caydırıcılık duruşu için hayati önem arz eden, SLBM fırlatma konumunun doğru belirlenmesi bir kuvvet çarpanı olmuştur. ABD'nin balistik füze taşıyan denizaltı konumlarının hassas biçimde hesaplanması için yüksek doğruluklu konum belirleme gereksinimi doğdu. Nükleer üçlüden ikisi için ABD Hava Kuvvetleri'nin, aynı zamanda daha doğru ve güvenilir bir navigasyon sistemine gereksinimi vardı. Paralelinde Deniz ve Hava Kuvvetleri'nde, temelde aynı tür sorunların çözümü için ne yapılabileceği ile ilgili, kendi teknolojileri geliştirilmekte idi. ICBM'lerin beka kabiliyetlerini artırmak için, taşınabilir fırlatma platformları kullanmak gibi (Rus SS-24 ve SS-25 sistemlerindeki gibi) öneriler vardı ve bu yüzden SLBM durumundaki gibi benzer fırlatma konumunu düzeltme ihtiyaçları oluştu. 1960 yılında, Hava Kuvvetleri aslında 3 boyutlu konum hesaplamaya imkân veren bir LORAN olan MOSAIC (MObile System for Accurate ICBM Control) adlı bir radyo-navigasyon sistemi önerdi. Takiben Proje-57 üzerinde çalışmalar başladı; 1963 yılında bu sistem denendi ve bu çalışmadan sonra GPS kavramı doğdu. Devamında aynı yıl GPS'te şimdi gördüğünüz özelliklerin birçoğunun ilk tasarılarını barındıran Proje 621B çalışmalarına yönelindi; hem ICBM'ler hem de Hava Kuvvetleri bombardıman uçaklarına gereken hassas konum hesaplamaları için çözümler üretilmeye başlandı. Deniz Kuvvetleri Transit sisteminin güncellemeleri Hava Kuvvetleri operasyonlarının yüksek hızları için çok yavaş kalmaktaydı. Deniz Araştırma Laboratuvarı'nın kendi sisteminin geliştirmeleri devam ederken, ilk kez 1967 yılında ve üçüncüsü 1974 yılında fırlatılmak üzere, içinde atom saati bulunan uzaydaki ilk araç olan Timation (Time Navigation) uydusu yörüngeye oturtuldu. GPS, ABD ordusunun bir diğer önemli, farklı bir dalı haline geliyordu. 1964 yılında, ABD ordusunun, jeodezi ölçümlerinde kullanılacak SECOR (Sequential Collation of Range) jeodezi yer uydusu yörüngede ilk turuna çıktı. Henüz belirlenmeyen bir konumunda iken karada üslenen dördüncü bir istasyondan, tam olarak konumu düzeltmek için daha sonra bu sinyalleri kullanabilirdi. Son SECOR uydusu ("SECOR 13") 1969 yılında fırlatıldı. Onyıllar sonra ilk yıllarında GPS, sivil yer araştırması için yeni teknolojilerinden sürekli olarak yararlanılabilen ilk sahalardan biri haline geldi. Çünkü sivil yer araştırması bilirkişilerine ("surveyors") yarayan GPS uydu takımıdan gelen daha eksiksiz sinyaller, yıllar önce operasyonel ilan edilmişti. GPS sisteminin, yer tabanlı vericileri yörüngeye taşınan, SECOR sisteminin evrim geçirmiş bir türü olduğu düşünülebilir. Geliştirme. 1960'larda, paralelindeki gelişmelerle; Transit, Timation, 621B kodlu proje ve SECOR gibi bir dizi çoklu hizmet programından en iyi teknolojileri sentezleyerek üstün bir sistem geliştirilebileceği anlaşıldı. 1973 yılında hafta sonu, İşçi Bayramı boyunca, Pentagon'daki yaklaşık 12 askeri yetkili tarafından Savunma Navigasyon Uydu Sistemi (DNSS) konusunu işleyen bir dizi toplantı kararı alındı. Bu toplantıda, "GPS sisteminin oluşturulması yolunda gerçek bir sentez" yapılmıştır. Daha sonra O yıl, DNSS programı, "Navstar" veya "Navigation System Using Timing and Ranging" ("Zamanlama Kullanımı ve Menzilleme Navigasyon Sistemi") adını almıştır. Navstar ile ilişkili olan özgün uyduların adı (önceki Transit ve Timation adlandırmaları gibi), Navstar uydu takımını tanımlamak için daha kapsamlı bir tam ad olarak "Navstar-GPS" şeklinde ve daha sonra da sadece kısaltılmış biçimde "GPS" olarak söylenegelmiştir. Kore Hava Yolları'na ait 007 uçuş numararalı, 269 kişi taşıyan bir Boeing 747, Sovyetler Birliği'nin yasak hava sahası içine sapması sonrasında Sahalin ve Moneron Adaları dolaylarında 1983 yılında düşürülmüştü. ABD Başkanı Reagan, yeterli derecede geliştirilmiş olan, GPS sisteminin sivilde, serbest bir şekilde kullanılabilir olması için bir yönerge yayınlattı. İlk uydu 1989 yılında fırlatıldı ve 24. uydu 1994 yılında fırlatıldı. Roger L. Easton GPS birincil mucidi olarak yaygın bir şekilde yansıtılır. Başlangıçta en yüksek kalitede sinyal, askeri kullanım için ayrılmıştı ve sivil kullanıma hazır olacak olan sinyal bilerek bozulmuş oldu ("Selective Availability"). Bu, seçici durumun kapatılabilir olması için 100 metreden (330 ft) 20 metreye (66 ft) sivil GPS sinyallerinin hassas iyileştirilmesi, Başkan Bill Clinton'ın siparişi ile 1 Mayıs 2000'de gece yarısı değişti. 2000 yılında seçici durumu kapatmak için 1996 yılında imzalanan talimat ABD Savunma Bakanı William Perry tarafından önerilmişti; çünkü diferansiyel GPS hizmetlerinin yaygın büyümesi için sivil doğruluğunu geliştirmek ve ABD askeri kazanımlarını ortadan kaldırmak gerekmekteydi. Dahası ABD ordusunun etkin bölgesel düzeyde muhtemel düşmanları için GPS hizmetini kullanımı bırakmayı destekleyebilecek teknolojileri gelişiyordu. 2000'li yıllarda ABD, GPS hizmetinde sivil kullanım için yeni sinyaller ve tüm kullanıcılar için artan doğruluk ve bütünlük de dahil olmak üzere, mevcut GPS donanımları ile tamamının uyumluluğunu korurken, çeşitli iyileştirmeleri uygulamaya geçirmiştir. Sistemin yenileştirmeleri şimdi, artan askeri, sivil ve ticari ihtiyaçları karşılamak, dolayısıyla yeni yetenekleri ile Küresel Konumlama Sistemini yükseltmek için devam eden bir girişim haline gelmiştir. Program GPS Blok III ve Yeni Nesil Operasyonel Kontrol Sistemi (OCX) dahil olmak üzere uydu satın almalar gibi bir dizi girişim şekliyle uygulanmaktadır. ABD Hükûmeti GPS sisteminin verimini ve doğruluğunu artırmak için uzay ve yer bölümlerini geliştirmeye devam etmektedir. GPS, ABD Hükûmeti'nin sahip olduğu ve işlettiği ulusal bir kaynaktır. Savunma Bakanlığı (DoD) GPS resmi temsilcisi olmaktadır. Kurumlararası GPS İcra Kurulu ("IGEB - Interagency GPS Executive Board") 1996 ile 2004 yılları arası GPS politikalarını yönetti. Daha sonra 2004 yılında bu Uzay-Tabanlı Konumlandırma, Seyir ve Zamanlama Ulusal Yürütme Kurulu ("Navigation and Timing Executive Committee"), GPS ve ilişkin sistemler ile ilgili konularda federal daireler ve kurumlara danışmanlık hizmeti vermek ve onları yönlendirmek için yönerge ile kurulmuştur. İcra kuruluna savunma ve ulaşım vekil sekreterleri ortaklaşa başkanlık etmektedir. Üyeleri eşdeğer düzeyde, devlet ve ticaret bakanlıklarından yetkililer ve ülke güvenliği kadrolarının ortak şefleri ve NASA'dan dır. İcra kurulunun bileşenleri, yürütme ofisinin gözlemcileri ve irtibatlı olarak katılan FCC (Federal İletişim Kurulu) başkanıdır. Savunma Bakanlığı (DoD), "Standart Konumlama Servisi"ni korumak için yasa gereği (federal radyoseyrüsefer planı ve standart konumlama hizmeti sinyal şartnamesinde tanımlandığı gibi) var olacaktır. GPS sisteminin dünya çapında sürekli geçerli halde olması; "ve" onu haksız yere bozan ya da sekteye uğratıcı sivil bir kullanım olmadan, onun güçlendirilmesine dair düşmanca kullanımları ortadan kaldırmak için önlemler geliştirecektir. Temel GPS kavramı. Bir GPS alıcısı Dünyanın yükseklerinden GPS uyduları tarafından gönderilen hassas zamanlama sinyalleri ile konumunu hesaplar. Her uydu sürekli GPS sinyali iletileri iletir ve: Alıcı her mesajın geçiş süresini belirlemek için aldığı iletileri kullanır ve ışık hızını kullanarak her uyduya olan mesafeyi hesaplar. Bu uzaklıkları ve uydusunun konumlarını her bir kürede tanımlar. Bu uzaklıklar ve uydusunun konumları konumlama denklemleri kullanılarak alıcının konumunu hesaplamak için kullanılır. Bu konum sonra belki hareketli bir harita ekranında veya enlem ve boylam ile gösterilir; yükseklik verisi ya da yükseklik bilgisi jeoidin (örneğin EGM96) yukarıdaki yüksekliğine göre dâhil edilebilir. Temel GPS ölçümleri sadece bir konumun ne hız ne de yönünü verir. Ancak, çoğu GPS cihazıyla otomatik olarak iki veya daha fazla konumun ölçümleriyle konumun hızını ve hareket yönünü elde edebilirsiniz. Bu ilkenin sakıncası, hız veya yön değişikliğinin yalnızca bir gecikmeyle hesaplanarak elde edilebilmesidir ve elde edilen yön uzaklığı ise iki konumun ölçümleri arasında seyahat ederken hatalı olmasıdır, altında veya yakınındaki konumun ölçümü rastgele hataya düşer. GPS cihazıyla doğru hızını hesaplamak için sinyallerin doppler kayması ölçümlerini kullanabilirsiniz. Daha gelişmiş konumlandırma dizgeleri GPS'i tamamlayacak bir pusula ya da ataletsel konumlandırma sistemi gibi ek algılayıcılarda kullanır. Temel bir GPS sinyal alımı işleminde, dört veya daha fazla uydu doğru bir sonuç elde etmek için görünür olmalıdır. Gezinme denklemlerin çözümü böylece daha doğru ve muhtemelen elverişsiz alıcı esaslı saat için ihtiyacı ortadan kaldırarak, alıcının yerleşik saat ve gerçek zaman günü tarafından tutulan saat arasındaki farkı ile birlikte alıcının konumu belirtir. Bu zaman aktarımı trafik sinyal zamanlaması ve cep telefonu baz istasyonları senkronizasyonu gibi GPS uygulamaları için bu ucuz ve son derece hassas zamanlamadan yararlanabilir. Dört uydu normal çalışması için gerekli olmakla birlikte, daha azıda özel durumlarda geçerli olabilir. Bir değişkeni zaten biliniyorsa, bir alıcı ile sadece üç uydu kullanılarak konum belirlenebilir. Örneğin, bir gemi veya uçak yüksekliği bilinenlerden olabilir. Bazı GPS alıcıları bilinen son rakımın yeniden kullanılması gibi ilâve ipuçları ya da parekete hesabı, ataletsel konumlama veya dâhili olarak ilâve ipuçları ya da varsayımlarını kullanabilir. Yapısı. Geçerli GPS üç ana parçadan oluşur. Bunlar, uzay bölümü (SS - space segment), kontrol bölümü (CS - control segment) ve bir kullanıcı bölümüdür (US - user segment). ABD Hava Kuvvetleri, uzay ve kontrol bölümlerini çalıştırır, geliştirir ve korur. GPS uyduları uzayda gönderilen sinyallerin yayını gerçekleştirir ve her GPS alıcısı kendi üç boyutlu konumunu (enlem, boylam ve yükseklik) ve anlık zamanı hesaplamak için bu sinyalleri kullanır. Uzay bölümü orta Dünya yörüngesinde 24 ile 32 uydudan oluşan ve aynı zamanda yörüngeye bunları başlatmak için gerekli arttırıcı yükü ile adaptörleri içerir. Kontrol bölümü bir ana yönleme istasyonu, başka bir ana yönleme istasyonuna ve adanmış ve ortak zemin antenleri ve görüntüleme istasyonlarının bir dizisinden oluşur. Kullanıcı kesimi ise Standart Konumlama Hizmeti sivil, ticari ve bilimsel kullanıcılar (GPS cihazlarına bakınız) ABD'nin yüz binlerce güvenli GPS Hassas Konumlandırma Hizmetini alan müttefik askeri kullanıcıları ve sivil milyonlarca kullanıcısından oluşur. Uzay bölümü. Uzay bölümü, en az 24 uydudan (18 aktif 6 yedek) oluşur ve sistemin merkezidir. Uydular, "Yüksek Yörünge" adı verilen ve dünya yüzeyinin 20.000 km üzerindeki yörüngede bulunurlar. Bu kadar fazla yükseklikte bulunan uydular oldukça geniş bir görüş alanına sahiptirler ve dünya üzerindeki bir GPS alıcısının her zaman iki boyutlu belirleme için en az 3, üç boyutlu belirleme için en az 4 adet uyduyu görebileceği şekilde yerleştirilmişlerdir. Uydular saatte 7.000 mil hızla hareket ederler ve 12 saatte, dünya çevresinde bir tur atarlar. Güneş enerjisi ile çalışırlar ve en az 10 yıl kullanılmak üzere tasarlanmışlardır. Ayrıca güneş enerjisi kesintilerine karşı (güneş tutulması vs.) yedek bataryaları ve yörünge düzeltmeleri için de küçük ateşleyici roketleri vardır. GPS projesi ilk uydunun 1978'de ateşlenmesiyle başlamıştır. 24 uyduluk ağ 1994'te tamamlanmıştır. Projenin devamlılığı ve geliştirilmesi ile ilgili bütçe ABD Savunma Bakanlığı'na aittir. Uyduların her biri, iki değişik frekansta ve düşük güçlü radyo sinyalleri yayınlamaktadır. (L1, L2) Sivil GPS alıcıları L1 (UHF bandında 1575,42 MHz) ve L2 (1227,60 MHz) frekanslarını dinlemektedirler. Birden fazla sinyalin kullanılması hem iyonesferden dolayı gerçekleşen kırılmayı engellemek hem de sinyal bozma durumlarına karşı güvenlik olarak uygulanmaktadır. ABD Savunma bölümü alıcıları Military (M-code) (5.115 MHz.) frekansını dinlemektedirler. Bu sinyaller "Görüş Hattında" "Line of Sight" ilerler. Yani bulutlardan, camdan ve plastikten geçebilir ancak duvar ve dağ gibi katı cisimlerden geçemez. GPS sinyalleri binalardan yansıdığı için şehir içlerinde araziye oranla hassasiyeti azalır. Yeraltına kazılan tünellerde ise sinyal elde edilemez. Hatalı sinyallerin elde edilebileceği ya da hiç sinyal elde edilemeyen bölgelerde kullanılmak üzere geliştirilen Diferansiyel GPS'ler tarafından bu hatalar en aza indirilerek daha hassas bir yer ölçümü yapılabilir. Daha rahat anlaşılması için, bildiğimiz radyo istasyonu sinyalleri ile L1 frekansını kıyaslamak istersek; FM radyo istasyonları 88 ile 108 MHz arasında yayın yaparlar, L1 ise 1575,42 MHz'i kullanır. Ayrıca GPS'in uydu sinyalleri çok düşük güçtedirler. FM radyo sinyalleri 100.000 watt gücünde iken L1 sinyali 20-50 watt arasındadır. Bu yüzden GPS uydularından temiz sinyal alabilmek için açık bir görüş alanı gereklidir. GPS uyduları tarafından gönderilen elektromanyetik dalgalar atmosferden geçerken bükülmeye uğrarlar. L1 ve L2 bantları farklı dalga boylarına sahip olduğundan farklı oranda bükülmeye uğradığından aradaki farklılık hesaplanarak atmosferik bozulma engellenerek çok daha hassas bir yer bilgisi hesaplanabilir. Sadece L1 bandı kullanılarak (diferansiyel GPS ile dahi) 98 m. hassasiyet elde edilebilirken, L1 ve L2 bantlarının ortak kullanımı ile 1 m.'nin altında hassasiyete ulaşmak mümkün olmaktadır. Her uydu yerdeki alıcının sinyalleri tanımlamasını sağlayan iki adet özel "pseudo-random" (şifrelenmiş rastgele kod) kodu yayınlar. Bunlar Korumalı (Protected P code) kod ve "Coarse/Acquisition" (C/A code) kodudur. P kodu karıştırılarak sivil izinsiz kullanımı engellenir, bu olaya Anti-Spoofing adı verilir. P koduna verilen başka bir isimde "P (Y)" ya da sadece "Y" kodudur. Bu sinyallerin ana amacı yerdeki alıcının, sinyalin geliş süresini ölçerek, uyduya olan mesafesini hesaplamayı mümkün kılmasıdır. Uyduya olan mesafe, sinyalin geliş süresi ile hızının çarpımına eşittir. Sinyallerin kabul edilen hızı ışık hızı dır. Gelen bu sinyal, uydunun yörünge bilgileri ve saat bilgisi, genel sistem durum bilgisi ve iyonosferik gecikme bilgisini içerir. Uydu sinyalleri çok güvenilir atom saatleri kullanılarak zamanlanır. Kontrol Bölümü. Adından da anlaşılacağı gibi, Kontrol Bölümü, GPS uydularını sürekli izleyerek, doğru yörünge ve zaman bilgilerini sağlar. Dünya üzerinde 5 adet kontrol istasyonu bulunmaktadır (Hawaii, Kwajalein, Colorado Springs (ana merkez), Ascension adası ve Diego Garcia). Bunlardan dördü insansız, biri insanlı ana kontrol merkezidir. İnsansız kontrol merkezleri, topladıkları bilgileri ana merkeze yollarlar. Ana merkezde bu bilgiler değerlendirilerek gerekli düzeltmeler uydulara bildirilir. Kullanıcı bölümü. Kullanıcı bölümü yerdeki alıcılardır. Çeşitli amaçlarla GPS kullanarak yerini belirlemek isteyen herhangi bir kişi, sistemin kullanıcı bölümüne dahil olur. Bu bölüm kullanıcılara sunulan uygulamaya ait donanım ve hesaplama tekniklerinin geniş bir aralığını tanımlar. Gerek askeri gerekse sivil kullanıcılar için teknolojinin gelişmesi ile beraber büyük bir ilerleme göstermiştir. Genel olarak her türlü amaç için farklı duyarlıkları olan uygun donanımlı GPS alıcıları (receiver) bu bölümü oluşturur. Bir GPS alıcısı; algılayıcı (sensor), kontrol ünitesi, alıcı anteni ve güç kaynağından oluşur. Ölçü sırasında elde edilir. Jeodezik amaçla GPS ölçülerinde kullanılan iki çeşit alıcı vardır. Uygulama alanları. Aslında askeri bir proje iken, GPS'nin, önemli askeri ve sivil uygulamaları vardır, yani bir çift kullanımlı teknoloji olarak kabul edilir. GPS ticaret, bilimsel kullanım, izleme ve gözetim için yaygın olarak dağıtılan ve kullanışlı olan bir araç haline gelmiştir. GPS doğru bir zaman kesinliğinde iyi eşitlenmede el-dışı anahtarlama vererek bankacılık, cep telefonu işlemleri ve enerji ağları hatta kontrolü gibi günlük etkinlikleri kolaylaştırır. Sivil. Mutlak konum, bağıl hareket ve zaman aktarımı için: birçok sivil uygulamanın birini veya GPS üç temel bileşenini daha kullanır. Ayrıca gezegen bulunmasında kullanılırken, örneğin, gözlemevleri uzmanları küçük teleskoplar kullanırken amatör astronomide yardımcı olarak GPS kullanmaktadır. Sivil kullanım kısıtlamaları. ABD Hükûmeti, bazı sivil alıcıları ihracatını kontrol eder. Örneğin insansız hava araçları gibi bir kullanım için değiştirilmiş (18 kilometre (11 mil) yükseklikte ve 515 saniye (1,001 kn) ortalama metre) veya tasarlanan yukarıdaki işleyen yeteneğine sahip tüm GPS alıcıları, balistik veya seyir füze sistemleri Dışişleri Bakanlığı ihracat lisanslarına bağlı olduğu için mühimmat (silah) olarak sınıflandırılır. Bir kural olarak yalnızca L1 frekansı ve C / A (Kaba/Edinim) kodu almak tamamen sivil birimler için geçerlidir. Bu sınırların üzerinde devre dışı bırakma işlemi cephane olarak sınıflandırmadan dolayı alıcıyı muaf tutar. Satıcı yorumlanması farklıdır. Bu kural hedef yükseklikte ve hızda çalışması anlamına gelir ancak bazı alıcılar çalışmaya devam eder. Bu düzenli olarak 30 kilometreye ulaşması, bazı amatör radyo balon duyurularıyla beraber sorunlara sebep olmuştur. Bu sınırlar, yalnızca ABD ihraç birimlerine uygulamaktadır, açıkça ITAR-özgür olarak satılan diğer ülkeler tarafından sağlanan GPS birimleri de dahil olmak üzere çeşitli bileşenlerin, büyüyen bir ticareti vardır. Askeri. GPS seyir füzelerinde (kıtalar arası füzelerde) ve hassas güdümlü füzelerde kullanılmaktadır. Balistik füzelere de de fırlatma pozisyonunun daha doğru olarak hesaplanması için kullanılmaktadır. Ayrıca Amerikan Nükleer Patlama Gözlemleme Sisteminin büyük bir parçası olarak GPS uyduları nükleer patlama dedektörleri içerir. Türk Silahlı Kuvvetleri de izlediği savunma politikasına paralel olarak birçok alanda GPS uygulamalarından yararlanmaktadır. Örnek olarak komando birlikleri intikal, travers, arazide yön bulma gibi birçok alanda GPS kullanmaktadır. İletişim. GPS uyduları tarafından iletilen seyir sinyalleri, içsel saatlerin durumu, ağ sağlığı ve uydu pozisyonları da dahil olmak üzere çeşitli bilgileri kodlamaktadır. Bu sinyaller, ağdaki tüm uydular için ortak olan iki ayrı taşıyıcı frekans üzerinden aktarılır. İki farklı kodlama kullanılır: düşük çözünürlüklü navigasyon sağlayan bir kamu kodlaması ve ABD ordusu tarafından kullanılan bir şifreli kodlama. İleti biçimi. Her bir GPS uydusu sürekli olarak saniyede 50 bitlik (bit hızı bakınız) bir oranda, L1, C / A ve L2, S / Y frekanslarında bir seyir mesajını yayınlar. Her tamamlama mesajını tamamlamak için 750 saniye (12 1/2 dakika) sürer. İleti yapısı, 1500-bit uzunluğundaki çerçevenin temel biçiminde, her alt çerçeve, 300 bit uzunluğunda (6 saniye) olmak üzere beş alt çerçeveden oluşur. Tam bir veri iletisi 25 tam çerçevenin iletimini gerektirdiğinden, böylece alt çerçeveler 4 ve 5, 25 kez alt komütasyonlu olur. Her alt çerçeve, her biri 30 bit uzunluğunda on kelimeden oluşur. Bu nedenle, bir alt-kat olarak 300 bitlik bir çerçeve içinde 5 alt-çerçeve, bir mesajı 25 kare, her bir mesajı 37500 bit uzunluğundadır. 50 bit / saniyelik bir iletim oranında bütün almanak mesajını (GPS) iletmek 750 saniye sürer. Her 30 saniyelik çerçeve dakikasında veya her uydunun üzerinde atom saati ile gösterilen şekilde yarım dakika üzerinde tam olarak başlar. Her çerçevenin ilk alt çerçevesi hafta numarasını ve hafta içinde zamanın, yanı sıra uydu sağlığı ile ilgili verileri kodlar. Uydu için hassas yörünge - ikinci ve üçüncü alt çerçeveler ephemerisi içerirler. Dördüncü ve beşinci alt çerçeveler kaba yörünge ve Almanak bileşenini yani uydu ağı özetini ve hata düzeltimini içerirler. Bu durumda, alıcı, 18-30 saniye boyunca çözüm içinde her bir uydudan gelen mesajı demodüle ederek gereken bu iletilen mesajını doğru olan bir uydu konumunu elde etmek için kullanır. Tüm iletilen almanakları toplamak amacıyla alıcının 732-750 saniye veya 12 1/2 dakika mesajı demodüle etmesi gerekmektedir. Tüm uydular aynı frekanslarda yayın yaparlar. Sinyaller bireysel uydulardan gelen mesajları, her uydunun (alıcı farkında olması gerektiğini) benzersiz kodlamalara dayalı birbirinden ayırt edilmesi için kod bölmeli çoklu erişim (CDMA) kullanılarak kodlanmıştır. CDMA kodlamalarının iki farklı türleri kullanılır: genel kamu tarafından erişilebilir olan, kaba / edinim (C / A) kodu ve sadece ABD askeriyesince erişebilir hassas (P (E)) kodu. Efemeris her 2 saatte bir güncellenir ve nominal olmayan koşullarda güncellemeleri her 6 saatte bir veya daha uzun süre için hükümleri ile, genel olarak 4 saat için geçerlidir. Almanak genellikle her 24 saatte bir güncellenmektedir. Birkaç hafta için ek veriler veri yükleme gecikme iletim güncellemeleri halinde yüklenir. Uydu frekansları. 1,57542 GHz (L1 sinyali) ve 1,2276 GHz (L2 sinyali) aynı iki frekansta tüm uydular yayın yapar. Uydu ağı, düşük bit hızı mesaj verilerinin her bir uydu için farklı bir yüksek oranlı sözde rastgele (PRN) dizisi ile kodlanan bir CDMA yayılma spektrumlu tekniğini kullanır. Her uydu gerçek ileti verilerini yeniden alıcı için PRN kodlarının farkında olmalıdır. P kodu, ABD askeri kullanımı için, saniyede 10.230.000 çip ile iletilir ise C / A kodu, sivil kullanım için, saniyede 1.023.000 çip veriyle iletilir. Uydudan asıl dahili referans göreli etkilerini telafi etmek üzere 10,22999999543 MHz yeryüzündeki bu gözlemciler yörüngede vericiler açısından farklı bir zaman referansı algılarlar. L2 taşıyıcısı sadece P kodu tarafından modüle edilir ise, L1 taşıyıcısı, C / A ve P kodları ile modüle edilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13519", "len_data": 26679, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.52 }
Qiu Ju'nun Öyküsü (), 1992 yapımı Çinli komedi-drama filmidir. Film Zhang Yimou tarafından yönetildi ve filmlerinin çoğunda olduğu gibi Gong Li başroldedir. Senaryo, Chen Yuanbin'in novellası "Wan Ailesinin Davası"'nın bir uyarlamasıdır. Hikâyesi. Eşi ile köyün reisi arasında geçimsizlik nedeniyle doğan kavga sonrasında, kırılan gururunu onarmak için mahkemeye başvurarak eşinin haklılığını kanıtlamayı kendine uğraş edinen bir kadının öyküsü aracılığıyla Çin insanının sadeliği ve direngenliği bir arada bulunduran karakteri yansıtılmaya çalışılır. Qiu Ju'nun Öyküsü, bölge insanının yaşamından kesitlere yer vermesi, yerel dialekt, vücut dili ve giysilerin kullanımı ve kameranın günlük gerçeğin doğal akışını yakalamasıyla realist estetiğin en iyi örneklerinden biridir. Zamanın başıboş anları, kendi halindeki kalabalığın gürültüsü ve ağaçların, sokakların ve evlerin varlığı Yimou sinemasında kimlik kazanır ve bir başkalaşımın altını çizer. Gizlenmiş bir kameranın işin içine girmesiyle serbest bir bakış açısı yakalanır. Gong Li'yi sürekli göz önünde bulundurmasıyla tanınan Yimou'nun kamerası bu kez onu tanımaya, bilinmedik yönlerini keşfetmeye çalışan soğuk, uzak bir kameradır. Yönetmen elden geldiğince kurgudan uzak durmak için uzun kaydırmalara yönelir. Dili ve stili açısından önceki Yimou filmlerinden farklıdır. Ancak yine de yönetmenin genel yaratı konsepti içinde yer alır. Önceki filmlerinde daha soyut ve daha sembolik bir anlatı dili vardır ve dramatik tansiyon daha güçlüdür. Dönemleri günümüzden oldukça uzaktır. Film öyküsüyle günümüz yaşamını birbirine bağlayacak ortak noktalar açısından zayıftırlar. “Qiu Ju’nun Öyküsü temel olarak sade, anlaşılır ve dürüst. Batılılar bunu çok basitçe anlayıp, filme genel olarak bir insan ilişkileri ve toplumsal olaylar öyküsü olarak baktılar. Çinliler ise filmi çağdaş Çin sineması içinde değerlendirdiler.” Yimou'nun Batı'nın filmine olan bakışına yönelttiği bu eleştiri, 1992 Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülünü kazanmasını engellemedi. “Çağdaş Çin sinemasının iki problemi vardır: Gerçeklikten uzaktırlar, yaşamın içinden kopup gelmezler, gündelik ve törel gerçeklikten uzaktırlar. İkinci problem, akılcılıktan uzaklaşma durumunu doğuran gösterişe yenik düşülmesidir. Qiu Ju’nun Öyküsü ile bir filmin nasıl olması gerektiği konusunda tutarlı bir uzlaşma yaratmaya çalıştık.” Artık dünyanın hangi noktasında olursanız olun, Uzakdoğu'ya baktığınızda başını Yimou'nun çektiği gözlenen bir patlamaya tanık olduğunuz yeni bir dönem başlamıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13521", "len_data": 2521, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.69 }
Yaşamak, 1994 Cannes Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'nü kazanırken, filmin oyuncusu You Ge da en iyi aktör ödülüyle onurlandırılır. Yimou filmini yaşamın gerçek problemleri üstüne kurar. Yaşamak, Kültür Devrimi sırasındaki köklü değişimlere sıradan birey ve ailelerin nasıl tepki verdiğini gösterir. 1940'lı yıllarda geçen öykü bir çiftin yaşamından bir kesit sunar. Zengin bir ailenin büyük oğlu, saplanıp kaldığı kumar tutkusunun bir sonucu olarak evlerini kaptırır. Yaşanılan büyük iç savaşta oradan oraya sürüklenir. Savaşın bitiminde evlerini kaptırdığı toprak ağasının asılışına tanık olur. Bir burjuva eğlencesi olarak gösterilip yasaklanıncaya kadar, yaşamını kukla oynatıcısı olarak kazanır. Yönetmen bireysel bir trajediyi sosyal bir dramın parçası olarak verir ancak trajik olanı değil dramatik olanı vermeyi amaçlar. Yaşamanın güçlükler karşısında umut beslemek olduğu mesajı belirgindir. “Amacım sıradan bir Çin ailesinin yaşamını yansıtmaktı. Bu insanların yaşamlarında çok boyutlu planları yok, elinde olanlarla yetinmeyi biliyorlar. Birçok insan filmdeki karakterlerle kendi yaşamları arasında paralellikler kurdu.”
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13525", "len_data": 1135, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.68 }
Şangay Üçlüsü (), Zhang Yimou'nun yönettiği ve Gong Li'nin başrol oynadığı 1995 Çin filmi. Film, 1930'lar Şangay'ının suç dünyasında, yedi gün içinde geçmektedir. Konusu. 1930'lu yılların Şangay kentini kontrolünde tutan, komünist karşıtı eylemlere destek veren, parayı afyon ve kadın ticaretinden sağlayan bir mafya babası, Tang. Elindeki en değerli parça, meraklısının Gong Li tarafından oynandığını hemen anlayacağı ve kentin en güzel şarkıcı fahişesi olan Jewels'dır. Japonların Çin yönetimi üzerindeki etkisi ve yeraltı piyasasındaki gelişmeler sonucunda, tüm dengeler İki Numara adıyla bilinen mafya babasının istediği biçimde değişir. Jewels gizlice İki Numara'nın metresi olur ve birlikte Tang'a ölümcül bir tuzak kurmaya karar verirler. Ancak başaramazlar ve Jewels Tang tarafından sürgüne gönderilir. Öldürüleceğini düşünen Jewels kurtuluşun yolunun çekici kadınlığından geçtiğini düşünür. Haklı çıkar ve finali kendi kurallarıyla oynamaya karara verir. Öyküden de anlaşılacağı gibi sertlik ve şiddet üzerine kurulu bir mafya filmi değildir Şangay Üçlüsü. Yasadışı güçlerin kontrol ettiği bir toplumda kendine yaşam alanı bulmaya çalışan ve gösterişli yaşamını kısıtlanan özgürlüğüne borçlu bir kadının yaşamından bir kesittir sunulan. Yimou ilk kez karaktere öznel bir bakış açısı kullanmakta ve öyküsünü zamanın yontusunda netliğini ve doğaldır ki saf gerçekliğini yitiren bir belleğin bakış açısından aktarmaktadır. Yimou'nun Çin'in egzotik dünyasını yansıtma konusunda duyarlı biri olduğu bilinir. Bu, orada yaşamak, orada üretmek ve orada varolmak isteğinin somut bir kanıtıdır. Belki de çok da bilinçli ve kontrol altında gerçekleştirilen bir eylem değildir bu ve öykülerin içine denetimsizce sızıverir. Ancak dengede durması gereken bu duyarlılık Shanghai Üçlüsü'nde olduğu gibi fazlaca ön plana çıktığı için rahatsızlık uyandırabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13528", "len_data": 1852, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.58 }
Lumière ve Ortakları "(Lumière et compagnie)", aralarında Yimou Zhang, Theo Angelopoulos, Abbas Kiarostami, David Lynch, Michael Haneke, Arthur Penn, Constantin Costa-Gavras, Peter Greenaway ve Merchant-Ivory'nin de bulunduğu 40 çağdaş yönetmenin çektiği bir kısa film derlemesidir. Bu sinemacıların hepsi, Lumière kardeşlerin elden geçirilmiş bir kamerasını kullanarak kendi "Lumière" filmlerini çektiler. Bu kısa filmler tamamen farklı mekânlar, yaklaşımlar ve üsluplar sunsa da, hepsi bir Lumière filminden bir noktaya değinir. Bu "Lumière" tarzı sekansların aralarında ise yönetmen Sarah Moon'un çektiği, sinemanın ataları ile bugünkü kâşiflerini etkili bir şekilde bir araya getiren parçalar bulunuyor.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13530", "len_data": 707, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.7 }
Leylâ ile Mecnun, Arap efsanesine dayanan klasik bir aşk hikâyesidir. Birbirini seven; ama bir türlü kavuşamayan, kara sevdalı iki gencin çileli aşklarını konu edinir. Hikâye, 10. yüzyılın sonlarında İran'a geçmiş ve ilk defa Azerbaycan şairi Nizami (Azerbaycan, Gence) tarafından yazılmıştır. Türk edebiyatında otuzdan fazla şair tarafından işlenen ve çok sevilen bu aşk için yazılan en ünlü mesnevi, 1533 yılında Fuzûlî'nin "Leylâ ile Mecnun" adıyla kaleme aldığı eserdir. Leyla ve Mecnun teması, Farsçadan Urdu ve Hint edebiyatına da girmiş; 16.yüzyıldan itibaren Türk halk edebiyatına da geçerek anonim bir halk hikâyesine dönüşmüştür. Konusu. "Necid’de bulunan Beni Amir kabilesine mensup Leylâ ve" Kays birbirlerine âşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leylâ’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Arapçada "deli" anlamına gelen "Mecnun" diye anılmaya başlar. Kays, babasına Leyla'yı istemesini söyler ancak aşkları sebebiyle kızın adı dillere düşüp namusu lekelendiği için teklif reddedilir, Leyla bir başkası ile evlendirilir. İyice deliye dönen Mecnun'a birçok kişi Leylâ'yı unutmasını söyler; ancak onun için kainat artık Leylâ'dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Ailesi bu dertten kurtulmak için Allah'a yakarmak üzere onu Kabe’ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder; çöllere kaçarak vahşi hayvanlarla birlikte yaşamaya başlar. Başkasıyla nikahlandırılan Leylâ, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır. Dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leylâ’nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leylâ çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “L"eylâ benim içimdedir, sen kimsin?"” der. Leylâ, Mecnun'un ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner ve üzerinden fazla zaman geçmeden Leylâ hayata gözlerini yumar. Leyla'nın öldüğünü öğerenen Mecnun, onun mezarına gidip uzanır ve canından can gitmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlar. Yaradana feryat figan dualar ederek canını almasını, kendisini Leylâ'sına kavuşturmasını ister. Duası kabul olur, göklerin gürlemesiyle birlikte Leylâ'sına kavuşur âşıklar âşığı Mecnun. Ortaya çıkışı. Leylâ ile Mecnun öyküsüne dair rivayetlerden birine göre bu aşk, hicretin birinci yılında Arabistan yarımadasında yaşanmıştır. "Kays bin Mülevvah Amirî" ile aynı kabileye mensup "Leylâ binti Mehdî b. Sa’d Amirîye"'nin başından geçen bir aşk öyküsü olduğu söylenir. Kays, aşkı yüzünden aklını yitirip "Mecnun" lakabıyla tanınmıştır. Leyla ile Mecnun'un aşkı Arap  halk edebiyatında ortaya çıktıktan sonra Arapça ve Farsçada kaleme alınmış; 10. yüzyılda edebiyatçılar tarafından çok yaygın olarak işlenmiş; Mecnun'a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikâye haline getirilmiştir. Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da şiir olarak işlenmiştir. Bunların arasında Azeri asıllı olup Farsça şiirleri ile (özellikle "Beş Mücevher (پنج گنج Panj Ganj)" adlı hamsesi ve bunun içinde bulunan 1181'de hazırlanmış Farsça "Laylā o Majunūn" mesnevisi ile) ün kazanmış olan Nizami Gencevi (1141-1209), Herat'ta yaşamış ve Farsça yazdığı hamsesinde bulunan "Leylâ ve Mecnun" mesnevisi ile ünlü olmuş Hatifi (1454-1521), Azerbaycan edebiyatı ve Türkçe divan şiirinin başta gelen şairlerinden olduğu kabul edilen Fuzûlî (1483-1556) tarafından 1535'te yazılan "Leylâ vu Mecnûn" adlı mesnevisi sayılabilir. Fuzûli, "Leylâ ile Mecnun Mesnevisi"’ni istek üzerine yazmıştır. Kanuni Sultan Süleyman Bağdat şehrini ele ge­çirdikten sonra burada toplanan bilim ve sanat adamları, Fuzûli’den, bu türde bir eser yazmalarını istemişler, bunu bir çeşit sınanma sayan Fuzûli de 1535 yılında eserini tamamlayıp Bağdat valisi Süleymani Paşa’ya sunmuştur. Efsanenin farklılaşması. Efsane ile ilgili Fuzûlî’nin yazdığından farklı şekilde hikayeler de bulunmaktadır. Emir Hüsrev-i Dehlevi’nin hamsesindeki Leylâ ile Mecnun’da Mecnun bir Hint prensi, Leylâ ise Nevfel'in kızıdır. Diğer versiyonlarda daha başka yakıştırma tanımlar vardır. Cami, Heft Evreng’inde bu konuya ayırdığı 6. kitabında, Agani’deki kurguya bağlı kalmakla birlikte öykünün sonunu değiştirmiştir. Mecnun'u kucağında bir ceylanla çölde ölü bulan bir bedevinin haber vermesi üzerine Leylâ, sevgilisinin mezarına giderek orada ölür. Başka şairler de kerametler, olağanüstü ögeler, canlandırmalar, cinayetler ekleyerek öyküye yenilikler katmışlardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13531", "len_data": 4573, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.41 }
Ankara, Türkiye'nin başkenti ve en kalabalık ikinci şehridir. Ankara sözcüğü ile ayrıca şunlardan biri kastedilmiş olabilir;
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13548", "len_data": 124, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.26 }
Çoruh (, "Ch'orokhi", , "Akampsis", ", Ch'vorokh"), Türkiye'nin kuzey-doğusundaki Erzurum ili sınırları içerisindeki Mescit Dağları'ndan doğan bir nehirdir. Kelkit-Çoruh Fayı boyunca Bayburt, İspir, Tortum, Yusufeli ve Artvin şehirlerinden akarak Gürcistan'a ulaşır ve buradan; yani Batum'un hemen güneyinden, Türkiye-Gürcistan sınırının birkaç kilometre kuzeyinden, Karadeniz'e dökülür. Etimoloji. Çoruh adı Gürcüce Çorohi'den gelir. Çorohi (ჭოროხი) kelimesini Sulhan-Saba Orbeliani akarsuyun kıyıya attığı kum olarak açıklamıştır. "Çorohi" Megrelcede de aynı anlama sahiptir. Lazca "çoroha" (ჭოროხა) ise, "bulanık su" anlamına gelir. "Gürcü Dilinin Açıklamalı Sözlüğü" "çorohi" kelimesini çağdaş Gürcücedeki "çoromi" (ჭორომი) kelimesiyle ilişkilendirmiştir. Bu kelime ise, akarsu dibinde birikmiş taşlar için kullanılmaktadır. Bu taşların, Çoruh Nehri'nde olduğu gibi, akarsuyun daha hızlı akmasına yol açtığı belirtilmiştir. Gürcüce bir başka kaynakta "çorohi", akarsuyun ve selin geride bıraktığı taş, çakıl ve kum olarak tarif edilmiştir. "Çerehi" (ჭერეხი) şekline de sahip olan bu kelimenin günümüzde de kullanıldığı ifade edilmiştir. Akarsuyun taşıdığı taş, çakıl ve kumun yığıldığı alana "moçorohebuli" (მოჭოროხებული) denildiği belirtilmiştir. Havzası. Kaynağını Mescid Dağı'nın (3.255 m) batı yüzünden alır. Önce batı doğrultusunda akıp Bayburt ve İspir'den geçtikten sonra bir yay çizerek Yusufeli'nin Yokuşlu Köyü önünde Artvin il sınırlarına girer. Yusufeli, Artvin ve Borçka'nın içerisinden geçtikten sonra Borçka'nın Muratlı kasabasından geçerek burada il ve ülke sınırlarını terk eder ve Batum'da Karadeniz'e dökülür. (Kaynağından denize döküldüğü yere kadar uzunluğu 466 km.dir). Batum Limanı güneyinde Karadeniz'e dökülür. Türkiye topraklarında bulunan kısmı 442 km. iken, Gürcistan topraklarında kalan kısmı ise 24 km dir. Nehir Türkiye arazisinin %2,53'üne karşılık gelen 19.748 km³ havzaya sahiptir. Havza içinde ; Artvin, Erzurum, Bayburt, illerinin toprakları bulunur. Çoruh Havzası'nın Tarih Öncesi Çağları. Eskiçağ Tarihi araştırmalarında yazının önemli bir ölçü olması, zaman olarak bizi bir sınırlamaya götürür. Tarih öncesi (Prehistorya) ile Tarihi çağlar (Historya) arasındaki bu sınır yazının ortaya çıkışı ile kendiliğinden çizilir. Yazılı ve yazısız tarih arasındaki sürece de Öntarih çağları (Protohistorya) denilmektedir. Yazı, Mezopotamya ve Mısır'da M.Ö. 3200–3000, Anadolu da M.Ö. 2000 de, daha batıda İtalya'da ise M.Ö. 1000 yılında ortaya çıkmıştır. Yazı sayesinde, Eskidoğu (Eski Önasya ve Mısır) dillerinin çözülmesi ile sadece Eskibatıdan (Hellen ve Roma) ibaret olduğu zannedilen Eskiçağ Tarihinin kapsamı ve özellikle de zaman dilimi genişlemiştir. Tarih öncesi uygarlıklar; Paleolitik (Alt, Orta ve Üst), Mezolitik, Neolitik (Proto, Erken, Orta, Geç) Kalkolitik (Erken, Orta, Geç) ve Tunç Devri (İlk, Orta, Son) olmak üzere beş bölümde incelenir. Anadolu, Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bağlantı sağladığı gibi verimli topraklara da sahiptir. Ayrıca yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, akarsularının bolluğu, ikliminin elverişli olması sonucunda insanlık tarihinin her döneminde çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiştir. Tarih öncesi çağlara ait yerleşmelere ve buluntulara bakıldığında havzanın yukarı ve orta kısımlarında bazı farklar göze çarpar. Havzanın özellikle yukarı kısmında tarih öncesi çağların hemen hemen tümünde yoğun iskânla karşılaşılırken havzanın ortasında en erken yerleşme ya da buluntular şimdilik İlk Tunç Çağına yerleştirilebilir. Fiziki özellikleri. Toplam uzunluğu 431 km olan Çoruh'un 410 km'si Türkiye'de, 21 km'si Gürcistan'da bulunur. Çoruh'un debisi Mayıs ayında (569/529 m³/sn.) zirveye çıkar. Yıl boyunca en düşük debisi ise 53.09 m³/sn.’dir. Yıllık ortalama debi 192 m³/sn, yıllık ortalama su taşıma kapasitesi 6,3 milyar m³'tür. Çoruh 1420 metrelik enerji üretilebilir düşü ile yüksek hidroelektrik potansiyeli barındırır. Nehir, yılda 5,8 milyon m³ tortulu (rusubat) Karadeniz'e taşımaktadır. Eğim %5’tir. Kullanım. Çoruh Nehri'nde başta sazan ve kefal olmak üzere birkaç balık türü bulunur. Nehrin Yusufeli sınırları içerisinde seyreden 100 kilometrelik kısmı rafting ve kano gibi su sporları için en uygun ve en zorlu parkurları meydana getirmiştir. Çoruh Nehri'nin Artvin il sınırları içerisindeki uzunluğu 150 km olup 100 km'si Yusufeli sınırları içerisinde seyreder. Barajlar ve hidroelektrik. DSİ'nin Çoruh üzerinde gerçekleştireceği 10 proje ile Türkiye'de üretilen elektriğin %8'si, hidroelektriğin %34'u Çoruh havzasında üretilecektir. Hidroelektrik özel sektöre açıldıktan sonra; Çoruh ana kolda 10, Berta kolunda 2, Oltu kolunda 2, Barhal kolunda 1, Bardız kolunda 1 olmak üzere, toplam 16 baraj yapılması planlanmıştır. Ayrıca 157 adet nehir tipi hidroelektrik santrali planlanmaktadır. Halihazırda Çoruh Nehri üzerindeki barajlar ile üretilen elektrik, Türkiye elektrik tüketiminin %1,38'ini karşılanmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13549", "len_data": 4908, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.43 }
Tavşanımsılar (), memeliler (Mammalia) sınıfından Pika ve tavşanları kapsayan takım. Büyük gözleri ve çok büyük kulakları ile hayvanlar aleminde beslenme piramidinin altında yer alan tipik bir av hayvanı özelliği taşırlar. Sınıflandırma. Dünyada 2 familya bağlı, 67 tür tavşanımısı memeli vardır. Türkiye’de tek bir familyaya bağlı, 2 tür tavşanımsı yaşar. Tavşanımsılar hakkında bilgiler. Bir yaban tavşanı, yaklaşan bir tehlike gördüğü zaman yere yapışık ve kulakları tamamen inik durumda farkedilmemeye çalışarak bekler. Kamufle özelliği de bu sırada çok işine yarar. Tehlike devam eder ve düşman 3 metreye kadar yaklaşırsa tavşan birden ani bir biçimde zıplayarak bütün hızıyla koşmaya başlar. Koşarken hızı kısa mesafelerde saatte 65-85 km.’ye ulaşır ve düşmanını şaşırtmak için sürekli zikzaklar çizer. Bir sıçrayışta 3 metre atlayabilir. Bir ada tavşanı kolonisi içinde hiyerarşiyi belirlemek üzere yapılan kavgalar çok ciddi hasarlar oluşturmaz. Ancak bir koloninin yaşam alanını savunmak için diğer bir koloni ile yaptığı kavgalar ciddi yaralanmalarla sonuçlanabilir. Erkek tavşanlar, ayaklarını yere vurarak, gözdağı verirler. Koloninin sınırları, dallara, taşlara vb. sürtünerek, yanaklarındaki bezlerden salgılanan koku ile işaretlenir. Ayrıca yumuşak tüyleri, şirin ve sakin mizacı ile çok sevilen bir hayvandır. Hatta dışkıları çok temiz olduğundan "tavşan boku" deyimi ne yararı ne zararı olan şeylere söylenir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13553", "len_data": 1427, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.54 }
Kirpi ("Erinaceus"), kirpigiller (Erinaceidae) familyasından gececil, böcekçil bir memeli cinsi. Özellikleri. Yaklaşık 30 cm boyundadır. Ağırlığı cinsiyete, yaşa ve yaşadığı koşullara bağlı olarak 500-1200 gr. arasında değişir. Gövdesinin üzeri 2-2,5 cm uzunluğundaki kılçık dikenlerle örtülüdür. Kızdırıldığı zaman vücudu yuvarlak hale gelir ve böylece bir diken topuna dönüşür. Yaşam alanları. Çalılıklı ormanlardan, büyük park ve bahçelere kadar pek çok yerde yaşayabilir. Nemli yerleri sever. Toprak içine açtığı tünellerde ve kaya kovuklarında barınır. Dağılımı. Avrupa ve Asya'da görülür. Türkiye'nin hemen her yerinde rastlanır. Yalnız geceleri etkindir. Çevre sıcaklığının 4 °C'nin altına düştüğü zaman kış uykusuna yatar. Hamilelikleri 5-6 hafta sürer. Her doğumda 3-8 yavru doğurur. Ortalama ömrü 18 yıldır. Beslenme. Doğal hayatta beslenmeleri. Çoğunlukla böcek, sümüklüböcek, kurbağa, solucan, nadiren küçük fare ve yılan yavrularını yer. İnsanların dayanabildiği tetanus zehri miktarının 7 bin katına dayanıklı oldukları saptanmıştır. Çok zehirli bazı böcek ve yılanları kolaylıkla avlayıp yer. Ancak engerek zehri gibi bazı zehirlere karşı da dayanıksızdır. Esaret altında beslenmeleri. Öncelikle, kirpiler doğal hayattan koparılıp esir edilmemelidir. Olağanüstü bir durum olmadığı sürece, şirin diye kirpi yavrularına bakmak için eve götürmek, doğal hayata zarar verir. Kirpilerin Türkiye'de koruma altındaki türlerden olduğu unutulmamalıdır. Erişkin kirpiler kedi mamalarını severek yer. İnek sütü verilmemelidir. Yüksek miktarda laktoz içerdiğinden kirpiler için öldürücüdür, çünkü kirpiler laktozu sindiremez. Bu durum bağırsaklarda ishale sebebiyet verir, ishale bağlı su kaybı ve beslenme yetersizliğinden ölür. Yetim kalan yavruların beslenmesi gerektiğinde yabani hayvan konusunda tecrübeli veteriner hekimlere danışılmalıdır. Dişleri çıkan yavruya konserve veya ıslatılmış kuru kedi-köpek maması verilebilir. İnsan besini olarak. Kirpi etinin egzama hastalığına iyi geldiği, halk arasında yaygın fakat yanlış bir inançtır. Bunun Hayat-ül hayvan gibi kitaplarda da verilmesi, kirpinin yasak olduğu halde avlanılmasını tetiklemektedir. Kirpi Hanefi ve Hanbeliler'de mekruh, Şafii ve Malikiler'de helâl sayılmıştır. Türkiye'de kirpiler. Türkiye'de 2 türe ait 3 alt tür bulunur: "E. europaeus" türü Türkiye'de bulunmaz. Bu ad altında literatürde geçenlerin Trakya hariç hepsi E. concolor türündendir. Türkiye'de avlanması yasaktır. Kırmızı listede "NT" kategorisindedir. Kirpiler, Türkiye'nin koruma altındaki türlerinden biridir; Resmi Gazete'de yayınlanan “Çevre ve Orman Bakanlığı’nca Koruma Altına Alınan Yaban Hayvanları” (EK LİSTE 1) listesinde belirtilmiştir. Ayrıca kirpilerin doğal ortamından uzaklaştırılması, satılması, evlerde pet hayvanı olarak bakılması yasaktır. Konuyla ilgili ihbarlarla Doğa Koruma ve Milli Parklar İl Müdürlükleri ilgilenmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13560", "len_data": 2884, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.49 }
Böcekçiller (; eskimiş adı: ), böcekler ve diğer küçük hayvanlarla beslenen memeli takımı. Bazıları toprak altında eşerek, bazıları sularda yüzerek, bazıları da ağaçlara tırmanarak yaşar. Başlarının ön kısımları sivridir. Tabanlarına basarak yürürler. Çoğu gececidir. Koklama ve işitme duyuları oldukça iyi gelişmiştir. Gözler ise küçülmüş ve önemli ölçüde körelmiştir. Burun, ağız ve göz çevresinde, hareketli dokunma kılları bulunur. Çok kısa kıllı olan köstebekler de dikenli olan kirpiler ve sivri burunlu fareler de bu takıma girerler. Dünyada 7-8 aileye bağlı, 373-390 tür böcekçil vardır. (Sayı sınıflandırma sistemlerine göre değişiklik gösterir. Bilim insanları arasında da görüş birliği yoktur.) Türkiye'de 3 familyaya bağlı, 17 tür böcekçil bulunmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13565", "len_data": 766, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.56 }
Uzun kulaklı çöl kirpisi ("Hemiechinus auritus"), Uzun kulaklı kirpi olarak da bilinir, kirpigiller (Erinaceidae) familyasından böcekçil bir memeli türü. Özellikleri. Kulakları diğer kirpilere göre daha uzundur. Boyu 15–30 cm, ağırlığı 280 gr.a kadar çıkar, dikenleri 2 cm kadardır. Dikenleri kahverengi ve beyaz bantlı, sırtı kızılımsı, karına doğru, beyaz bir benek bulunur. Yaşam alanı. Çölümsü, kuru steplerde yaşarlar. Açlığa ve susuzluğa 10 haftaya kadar dayanırlar. kulakları, büyük olasılıkla sıcak step ortamına uyum sağlamak üzere büyümüştür. Uzun kulaklarının ısı yitirilmesini sağladığı ve çölümsü ortamlarda hayvana avantaj sağladığı sanılmaktadır. Dağılımı. Ukrayna’dan, Moğolistan, Pakistan ve Libya’ya kadar rastlanır. Türkiye’de Suriye sınırına yakın bölgelerde ve Iğdır’da bulunur. 150cm. derinliğinde yuvalar açarlar. Gececildirler. Bazı yörelerde yaz ve kış uykusuna yatar. 6 yıl kadar yaşarlar . Böcek ve diğer omurgasız hayvanlar, meyve ve tohum yerler. Türkiye’de avlanmaları yasaktır. Kırmızı listede "R" kategorisinde yer alırlar. Yani nâdir bulunan, küçük popülasyonlar halinde yaşarlar. Türleri tehlikeye girme riski altında sayılır. Uzunkulaklı kirpi, diğer böcekçiller gibi tarımsal zararlıları yiyerek yaşadığı için insanlara yararlı sayılan bir canlıdır. Ancak endüstriyel tarım ilaçları nedeniyle çok sayıda kirpi zehirlenmektedir. Ayrıca sıcağı seven kirpilerin pek çoğu her yıl asfaltın sıcağından yayılan çekime kapılarak otoyollara çıkar ve kazalarda hayatlarını kaybederler. Sayılarının azalmasının önemli nedenlerinden biri de budur. Üreme. Senede 2-3 kez yavrular ve her defasında 5-6 yavru doğururlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13566", "len_data": 1641, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.61 }
Sivri faregiller veya Sivri fareler (Soricidae), tür bakımından zengin bir memeli familyasıdır. fareler ile benzerliklerine rağmen, Böcekçiller (Eulipotyphla) takımında sınıflandırılırlar. Dünya çapında, yaklaşık 10'u Orta Avrupa'da da yaşayan 350'den fazla tür tanımlanmıştır. Açıklama. Genel. Sivri faregiller fareye benzer bir görünüme sahiptir, ancak burunları uzun ve sivridir. Bacakları kısadır, ayaklarının her biri beş parmakla biter ve uzmanlaşmamıştır. Bununla birlikte, suda yaşayan bazı türlerin ayak parmaklarında ağ gibi görünen bir kıl sınırı vardır. Sivri faregiller nispeten küçük memelilerdir, 3 ila 18 arasında, çoğunlukla 6 ila 10 santimetre arasında baş-vücut uzunluklarına ulaşırlar. Kuyruk uzunluğu değişkendir, özellikle bazı yeraltında oyuk açan türler göze çarpan kısa bir kuyruğa sahiptir. Ağırlık genellikle 3 ila 18 gram arasında değişir, istisnai durumlarda 65 grama kadar çıkabilir. Cüce sivri fare ("Suncus etruscus"), vücut uzunluğu 3.5 ila 5 santimetre ve ağırlığı yaklaşık 1.8 gram olan en küçük memelilerden biridir. Birçok tür, bölgelerini işaretlemek için kullandıkları koku bezlerine sahiptir. Kürkleri genellikle yoğun ve kısadır, rengi sarımsı kahverengiden çeşitli gri ve kahverengi tonlarına kadar değişir. Alt tarafları genellikle daha hafiftir, bazı türlerde koyu üst kısım ile açık alt taraf arasında ani bir geçiş gözlemlenebilir. Bir kır faresinin kalbi dakikada 800 ila 1000 kez atar. Baş ve dişler. Kafatasları uzun ve düzdür, uzun, gövdeye benzer burunları esnektir. Gözler küçüktür ve bazen kürkün içine gizlenir. Bir kulak kepçesi vardır, ancak genellikle küçüktür ve kürkten çok az veya hiç çıkıntı yapmaz. Tüm böcekçillerde olduğu gibi, dişler sivri uçlar ve keskin mine çıkıntıları ile karakterize edilir. Sivri farelerin 26 ila 32 dişi vardır ve diğer böcekçillerden daha azdır. En öndeki kesici dişler öne doğru çıkıntı yapar, ardından son premolara kadar bir dizi tek uçlu diş gelir. Diş minesi bölgesindeki demir birikintileri, kırmızı dişli sivri farelerde, aynı zamanda su sivri farelerinde ve Amerikan kısa kuyruklu sivri farelerinde kırmızımsı ila sarımsı bir renklenme sağlar. Süt dişleri doğumdan önce değiştirilir, böylece kalıcı dişlerle doğarlar. Sivri fareler, Solenodonlar ve yavaş loris gibi birkaç zehirli memeliden biridir. Bazı cinslerin (neomys ve Amerikan kısa kuyruklu kır faresi) submandibular bez zehirinde olduğu bilinmektedir, bu da kurbağalar ve tarla fareleri gibi nispeten büyük avları boğmalarına olanak sağlar. Bu nedenle, sivri fare ısırıkları insanlar için çok acı verici olabilir. Duyular. Sivri farelerinin görme duyusu zayıf gelişmiştir; av avlarken, daha çok işitme duyusuna ve özellikle koku duyusuna güvenirler. Kır farelerinin bir özelliği de, yarasalar ve dişli balinaların yanı sıra, ekolokasyon yeteneğinin bilindiği birkaç memeliden biri olmalarıdır. Yaşam alanlarını keşfetmek için kullanabilecekleri bir dizi tiz gıcırtı sesi gönderirler. Ekolokasyonun avın izini sürmek için de kullanılıp kullanılmadığı belli değil. Sınıflandırma ve sistematik. Dış sistematik. Sivri fareler böcekçiller takımına edilmiştir. Bu takımın taksonomik olarak oldukça tartışmalı bir geçmişi vardır, taksonlar tekrar tekrar dahil edilmiş veya kaldırılmıştır. Moleküler genetik çalışmalar da net bir sonuç vermemektedir, bu nedenle bu grup içindeki ilişkiler tartışmalıdır. Köstebekler (Talpidae), sivri farelerin olası bir kardeş grubu olarak kabul edilir ve solenodonlarla (Solenodontidae) daha uzak bir akrabalıkları vardır. İç sistematik. Sivri faregiller familyası, yaklaşık 25 cins ve 350'den fazla tür ile üç alt aileye ayrılmıştır. Beyaz dişli veya kirpik sivri fareleri. Beyaz dişli veya kirpik sivri fareleri (Crocidurinae) alt ailesinin üyeleri, kuyrukta ve vücudun arkasında beyaz dişler ve kirpikler ile karakterize edilir. Kırmızı dişli sivri farelerden daha az dişleri (26 ila 28) vardır. Beyaz dişli fareler Eski Dünya ile sınırlıdır, Avrasya ve Afrika'da bulunurlar, en büyük biyolojik çeşitlilik Orta Afrika'dadır. Aşağıdaki cinsler bu alt aileye dahildir: Myosoricinae. Myosoricinae alt familyasının cinsleri eskiden Crocidurinae içinde sınıflandırdı. Kafatasının yapısında üçüncü bir alt premolar ve diğer ayrıntılara sahip oldukları için bunlardan farklıdırlar. Bu alt ailenin üyeleri orta ve güney Afrika ile sınırlıdır. Gruba aşağıdaki cinsler dahildir: Kırmızı dişli sivri fareler. Kırmızı dişli sivri fareler (Soricinae) alt ailesinin üyeleri, kırmızı ve sarımsı diş uçlarıyla karakterize edilir. Ayrıca diğer alt familyalara göre daha fazla dişe (30 veya 32) sahiptirler ve kuyrukta ve vücudun arkasında kirpikleri yoktur. Kızıl dişli kır fareleri Avrasya'da, Kuzey ve Orta Amerika'da ve ayrıca Kuzeybatı Güney Amerika'da yaşar; Afrika'da yoklar. Aşağıdaki cinsler arasında bir ayrım yapılır: Evrimsel tarih. Kır farelerinin en eski fosil kayıtları, Kuzey Amerika'nın Üst Eosen döneminden gelmektedir. Oligosen'de Asya ve Afrika'ya göç ettiler ve o zamandan beri soyu tükenmiş Crocidosoricinae ve Heterosoricinae alt familyaları biliniyor. Afrika'daki en eski buluntular Miyosen'den geliyor, Güney Amerika'da sadece Pleistosen'den bu yana belgelendiler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13577", "len_data": 5158, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.51 }
Avrasya sivri faresi ("Sorex minutus"), Soricidae familyasından burnu kirpi gibi uzun bir böcekçil memeli türü. Türkçede "fare" olarak adlandırılmalarına ve genel görünüm olarak benzemelerine karşın, farelerden ayrı bir takımda yer alırlar. Özellikleri. Boyları 4–7 cm, vücut ağırlığı 3- 7 gr. kadardır. Üst tarafı açık gri-kahverengiden (yazın), siyah kahverengine kadar değişir, karın kısımları açık renktedir. Tüm sivriburunlu fareler gibi dişlerinin ucu koyu kırmızıdır. Yaşam alanı. Çoğunlukla ot ve çalılıklar arasında yaşar. Tüm Avrupa'dan, Sibirya ve Orta Asya'ya kadar yayılırlar. Türkiye'nin kuzey kesimlerinde; Marmara ve Karadeniz bölgelerinde bulunur. Beslenme. Gece ve gündüz aktiftirler. Sürekli yemek aramak zorunda olduklarından kısa uyku araları dışında dolaşırlar. İki saatte bir avlanmaya ya da yemek arayışına çıkarlar. Yalnız yaşar. Böcekler, örümcekler ve salyangozlarla beslenirler. Kış uykusuna yatmadıkları için, kışın da kar altında bile yemek aramaya devam ederler. Üreme. Yılda 1-2 defa yavrular ve 4-7 yavru doğururlar. Ortalama ömürleri 1-2 yıldır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13579", "len_data": 1080, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.55 }
Convention on the International Trade in Endangered Species of Wild Flora and Fauna (CITES), "Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme" (İngilizce CITES), Türkiye'de 20 Haziran 1996 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak 22 Aralık 1996'da yürürlüğe girdi. CITES, nesli tehlike altında olan yaban hayatının uluslararası ticaretini kontrol edebilmek için, bu tür alışverişlerde hükûmetlerin iznini şart koşan, dünya çapında bir sistem geliştirmiştir. Sözleşme I, II ve III EK listelere sahip olup bu EK listelerde yer alan türlerin ticaretini belirli esaslara bağlar. Buna göre,
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13582", "len_data": 635, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.44 }
Mısır meyve yarasası ya da Afrika meyve yarasası ("Rousettus aegyptiacus"), Afrika, Asya ve Türkiye’nin güneyinde Akdeniz Bölgesinde yaşayan, iri bir yarasa türü. Morfoloji. Boyu 15 cm'yi, kanat açıklığı 60 cm'yi bulur. Ağırlığı 45-75 g arasındadır. Yüzü bir köpeğinkini andırır. Türkiye’deki diğer yarasalardan farklı olarak; kanatta 2. parmak da başparmak gibi tırnaklıdır. Biyolojisi. Büyük koloniler halinde (bazen 2000 üyeli) mağaralarda yerleşirler. Kullanılmayan binaları da yuva olarak kullanabilirler. Çok karanlıkta görev yapmayan gözlerin yerini, yankı ile yön bulma (ekolokasyon) yöntemi alır. Dilleriyle oluşturdukları ultrasonik seslerle çevreye uyum sağlarlar. Gebelikleri 4 ay sürer. Yavrular 6 ay kadar annelerince bakılır. Çoğunlukla her doğumda tek yavru, nadiren de ikiz doğururlar. 20 yıl kadar yaşayabilirler. Besini. Trabzon hurması, elma, erik, üzüm, kayısı, muz, mandalina, portakal hünnapgibi olgunlaşmış sulu meyveler ve nektarla beslenirler. Polen ve diğer bitkisel materyalle de beslendikleri görülmüştür. Bitki üremesine böylece katkı sağlarlar. Yayılımı. Kıbrıs ve Türkiye’den, Arabistan Yarımadası ve doğuda Pakistan’a; güneyde ise Kuzeybatı Afrika ve Sahra Çölü gibi kurak bölgeleri dışında Güney Afrika’ya kadar kıtanın büyük kısmında yayılırlar. Türkiye’de ise Akdeniz Bölgesi’nin (Adana, Antalya, Hatay, Mersin ve Osmaniye) sahil ve alçak rakımlı kesimlerinde görülür. Soy tehlikesi. Afrika meyve yarasası, Kırmızı listede ‘’LC’’ (düşük önemde) kategorisindedir. Türkiye'de ‘’EN’' (tehlike altında) kategorisine alınması düşünülüyor. Tarım ilaçları, bu yarasa türünün maruz kaldığı en büyük potansiyel tehlikedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13583", "len_data": 1649, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.55 }
Yarasalar, ön ayakları kanat olarak uyarlanmış ve doğal olarak gerçekten uçabilen Chiroptera takımında sınıflandırılan memelilerdir. Yarasalar, üzerleri zar ve patagium ile kaplı çok uzun ve yayılmış parmaklarıyla kuşlardan daha kolay manevra yaparak uçabilirler. En küçük yaşayan memeli olduğu da iddia edilen yabanarısı yarasası 29 ila 34 mm. boyunda, 15 cm. kanat açıklığına sahip ve 2 ila 2,6 gram ağırlığındadır. En büyük yarasalar da "uçan tilki" adı verilen "Pteropus" cinsi yarasalardır. "Acerodon jubatus" türü 1,6 kg ağırlığındadır ve kanat açıklığı 1,7 m'yi bulur. Kemiricilerden sonra memelilerin ikinci en büyük takımı olan yarasalar 1.200'den fazla türü ile dünya üzerinde tüm sınıflandırılmış memelilerin yaklaşık %20'sini oluşturur. Yarasalar geleneksel olarak iki alt takıma ayrılırdı: Meyve yiyen büyük yarasalar (Megachiroptera) ve ekolokasyon kullanan küçük yarasalar (Microchiroptera). Ancak son zamanlarda bulunan –daha çok genetik– kanıtlar doğrultusunda takım Yinpterochiroptera ve Yangochiroptera olarak ikiye ayrılmıştır ve küçük yarasaların bazı türleri büyük yarasalar ile ilk takımda sınıflandırılmıştır. Yarasaların çoğu böcekçildir ve kalanların çoğu da meyvecildir. Birkaç tür böceklerden başka hayvanlarla beslenir; örneğin Yeni Dünya'ya özgü vampir yarasalar çeşitli memelilerin ve büyük kuşların kanını emerek beslenirler. Yarasaların çoğu gececildir ve çoğu mağaralarda ya da başka korunaklarda tünerler. Bu davranışın nedeninin avcılardan kaçmak olup olmadığı bilinmemektedir. Aşırı soğuk bölgeler dışında yarasalar tüm dünyaya yayılmışlardır. Çiçeklerin polenlerini taşıma ve tohumları yayma gibi görevlerle ekosistemleri içinde önemli yere sahiptirler ve çoğu tropikal bitki bu hizmetler için tamamen yarasalara bağımlıdır. Yarasalar, tehdit oluşturmanın yanı sıra insanlara yararlı da olmaktadır. Yarasa dışkısı mağaralardan guano olarak toplanır ve gübre olarak kullanılır. Haşere böcekleri yiyen yarasalar pestisit gereksinimini azaltır. Bazen turistlerin görmek isteyeceği kadar çok sayıda olabilirler ve Asya ile Pasifik Kıyılarında besin olarak tüketilirler. Kuduz gibi birçok patojenin doğal konaklarıdır ve çok hareket ettikleri, sosyal hayvanlar oldukları ve uzun yaşadıkları için çok kolay hastalık yayabilirler. Birçok kültürde yarasalar genellikle karanlık, kötü niyet, cadılık ve büyücülük, vampirler ve ölümle bağdaştırılırlar. Etimoloji. "Dîvânü Lugati't-Türk"'te "Aya Yersgü: Yarasa. Çiğilce. Bir takımları yarısa derler." diye geçer. Tuncer Gülensoy'a göre "*yarı 'deri+sa'" kelimesinden türetilmiş olabilir. Osmanlıcada Arapçadan geçen "huffâş" (خفاش) kelimesi kullanılır. Nişanyan Sözlük'e göre "yarsıġu" veya "yarasa" "yarasa" sözcüğünden evrilmiştir ve "yarsı-" "iğrenmek, tiksinmek" fiilinden Eski Türkçe +gU ekiyle türetilmiş olabilir ancak bu kesin değildir. Anatomi ve fizyoloji. Kafatası ve dişler. Kafa ve dişlerin şekli türlere göre değişiklik gösterir. Genel olarak büyük yarasaların burunları daha uzun, göz çukurları daha büyük ve kulakları daha küçük olur. Bu şekilde köpeğe benzer bir görünüşe sahip oldukları için de "uçan tilkiler" olarak anılırlar. Küçük yarasalarda uzun burun nektar ile beslenmeyle bağlantılı iken vampir yarasaların burnu daha büyük kesici ve köpek dişlerine yer açmak için daha küçüktür. Küçük böcekçil yarasaların 38 kadar dişi olurken vampir yarasaların 20 kadar dişi vardır. Kalın kabuklu böceklerle beslenen yarasaların daha az ama daha büyük dişleri olur; köpek dişleri uzundur ve daha yumuşak gövdeli böceklerle beslenen yarasalara göre alt çeneleri daha sağlamdır. Nektar ile beslenen yarasalarda ise köpek dişleri uzunken azı dişleri küçüktür. Meyve ile beslenen yarasalarda azı dişlerinin üstü ezmek için uyum sağlamıştır. Bu beslenme davranışları hem büyük hem de küçük yarasalar için geçerlidir. Vampir yarasaların üst kesici dişlerinde mine olmaması sayesinde jilet keskinliğindedirler. Küçük yarasaların ısırma kuvveti kuvvet kazancı sayesinde oluşur ve bu şekilde böceklerin sertleşmiş kabuklarını ve meyvelerin kabuklarını ısırabilirler. Kanatlar ve uçuş. Yarasalar, süzülerek uçan uçan sincapların aksine gerçekten uçma yeteneğine sahip tek memelilerdir. En hızlı uçabilen yarasa olan "Tadarida brasiliensis" 160 km/h yer süratine ulaşabilir. Yarasaların parmak kemikleri düzleşmiş kesitleri ve uçlara doğru düşük kalsiyum düzeyleri sayesinde diğer memelilere göre çok daha esnektir. Kanat gelişimi için gerekli bir özellik olan parmak kemiklerinin uzaması kemik morfojenik proteinlerinin (Bmp) artışı sayesindedir. Embriyo gelişimi sırasında Bmp işaretlemesini kontrol eden gen "Bmp-2" yarasaların önayaklarında artmış ifadeye maruz kalır ve sonucunda da parmak kemikleri uzar. Bu kritik genetik değişiklik uçmak için özelleşmiş uzuvların oluşmasına yardımcı olur. Yaşayan yarasalar ile Eosen fosillerindeki yarasaların önayak parmaklarının göreceli orantıları kıyaslandığında önemli farklılıklar görülmemesi yarasa kanat morfolojisinin 50 milyon yıldan üzün bir süredir değişmediğini göstermektedir. Uçuş sırasında kemikler hem bükülme hem de kayma gerilimine maruz kalır. Bükülme gerilimleri karasal memelilerden daha azdır ancak kayma gerilimi daha fazladır. Yarasaların kanat kemiklerinin kopma gerilim noktası kuşların kanat kemiklerinden biraz daha düşüktür. Diğer memelilerde olduğu gibi ve kuşların aksine önkolun ana bileşeni radiustur. Yarasaların hepsi bilekten çıkan beş uzamış parmağı bulunur. Başparmak ileri doğru bakar ve kanadın hücum kenarını desteklerken diğer parmaklar kanat zarındaki gerilimi desteklerler. İkinci ve üçüncü parmaklar kanat ucu boyunca uzanır ve aerodinamik sürükleme kuvvetine karşı kanadın ileri doğru çekilmesine yardımcı olurlar ve bu şekilde kanatlar teruzor kanadı kadar kalın olmak zorunda değildir. Dördüncü ve beşinci parmaklar bilekten firar kenarına doğru gider ve gergin zara doğru havanın itmesiyle oluşan bükülme kuvvetini iter. Esnek eklemleri sayesinde yarasalar süzülerek uçan memelilerden daha iyi manevra yapabilir ve daha beceriklidirler. Yarasaların kanatları kuşların kanatlarından çok daha incedir ve daha çok kemik içerir ve böylece daha çok kaldırma ve daha az sürüklenme ile kuşlardan daha iyi manevra yapabilerek uçabilirler. Kanat çırparken yukarıya doğru hareket sırasında kanatlarını vücutlarına doğru toplamaları uçuş sırasında %35 enerji korumalarını sağlar. Kanat zarları hassastır ve kolaylıkla yırtılabilir ama tekrar büyüyebilir ve küçük yırtıklar çabuk iyileşir. Kanatların yüzeyinde küçük yumrular üzerinde dokunmaya duyarlı ve Merkel hücresi denen duyu organları vardır; bu hücreler insanların parmak ucunda da bulunur. Bu duyarlı alanlar yarasalarda farklıdır; her yumrunun merkezinde ince bir kıl bulunur ve böylece hava akışını algılayıp değişikliğine uyum sağlamaya izin verir. Asıl yararları uçmak için en etkin hızı tespit etmek ve perdövitesi engellemektir. Böcekçil yarasalar bu taktil kılları uçarken avlarını yakalamak için karmaşık manevralar yaparken de kullanıyor olabilir. Kanat zarına patagium adı verilir. Kanat zarı kol ve parmak kemiklerinin arasında gerilmiştir ve gövdenin yanları boyunca arka ayaklara ve kuyruğa kadar iner. Bu deri zar bağ doku, elastik fibriller, sinirler, kaslar ve damarlardan oluşur. Kaslar uçuş sırasında zarı gergin tutar. Kuyruğun patagiuma bağlı olmas seviyesi türler arasında farklılık gösterir; bazılarının tamamen serbest kuyrukları olduğu gibi bazıları tamamen kuyruksuzdur. Bir kat epidermis ve dermis tabakası ile kıl kökleri ile ter bezlerine sahip yarasanın gövdesindeki deri kanat zarındaki deriden çok farklıdır. Patagium oldukça ince çifte epidermis katından ıluşur ve bu katların arasında kolajen ile elastik fibriller açısından zengin bir bağ doku bulunur. Parmakların arası dışında zarın üzerinde ne kıl kökü ne de ter bezi bulunur. Yarasa embriyoları için apoptozis (hücre ölümü) yalnızca arka ayakları etkiler önayaklar ise daha sonra kanat zarına dönüşecek olan parmaklar arasındaki perdeleri korumaya devam eder. Bükülmez kanatlarının bükülme ve burulma gerilimlerini omuzlara aktardığı kuşların aksine yarasaların esnek kanat zarları sadece gerilmeye dayanır. Uçabilmek için yarasa kanat zarının iskelet ile bağlandığı noktalara içeri doğru bir güç uygulamak zorundadır. Bu şekilde kanat uçlarında kanat yüzeyine dik gelen karşı kuvvet dengelenir. Bu adaptasyon uçuş sırasında kanatlarını kısmen katlayıp yukarı doğru kanat vuruş sırasında kanar açıklığını ve alanını azaltabilen ve süzülebilen kuşların aksine yarasalar kanat açıklıklarını azaltamazlar. Dolayısıyla da yarasalar kuşlar kadar uzun mesafe uçamazlar. Nektar ve polen ile beslenen yarasalar, sinek kuşlarına benzer şekilde uçarken havada asılı kalabilirler. Kanatların keskin hücüm kenarlarının yarattığı girdaplar kaldırma sağlar. Kanat eğriliklerini değiştirerek hayvan bu girdapları dengede tutabilir. Tüneme ve yürüyüş şekilleri. Uçmadıkları zaman yarasalar ayaklarından tutunarak başaşağı tüneme olarak bilinen pozisyonda dururlar. Femurlar kalçalara, uçarken dışarı ve yukarı bükülebilecek şekilde bağlıdır. Arka ayak bileği eklemi kanatların firar kenarının aşağı doğru bükülmesine olanak sağlayacak şekilde esneyebilir. Bu ağaç dallarından aşağı sarkmak ya da tırmanmaktan başka harekete izin vermez. Büyük yarasaların çoğu kafaları karınlarına doğru kıvrılmış şekilde tünerken küçük yarasaların çoğu boyunları sırtlarına doğru bükülmüş şekilde tüner. Bu farklılık her iki grubun boyun omurlarının yapısında açıkça görülür. Yarasalar tünerken tendonlar ayaklarını kapalı olarak tutmalarına olanak sağlar. Tünekten kalkmak için ayakları açarken kas gücü gereklidir ama tutunmak için bu şekilde kas gücüne gerek kalmaz. Yerde iken yarasaların çoğu çok hantal bir şekilde yürür. Yalnızca "Mystacina tuberculata" ve "Desmodus rotundus" gibi birkaç tür yerde çevik hareket edebilir. Her iki tür de yavaş yavaş yürürken adımlarını birer birer atar ancak daha hızlı giderken katlanmış kanatlarını ileriye atılmak için kullanan "D. rotundus" iki ayağıyla birden sıçrayarak ilerler. "D. rotundus" türünün bu hareket şeklini muhtemelen yerde konaklarını izlemek için evrimleşmiş olması muhtemelken "M. tuberculata" türünün ise bölgelerinde rakip memeli türleri olmaması nedeniyle evrimleşmiş olması muhtemeldir. Dahili sistemler. Yarasalar etkili bir dolaşım sistemine sahiptir. Toplardamar çeper kaslarının ritmik kasılmasından ibaret oldukça güçlü bir toplardamar hareketini kullandıkları dikkati çeker. Memelilerin çoğunda toplardamarların çeperleri yalnızca pasif bir direnç gösterir ve oksijeni alınmış kan içlerinden akarken şekillerini korur ancak yarasalarda toplardamarların bu pompalama eylemiyle kanın kalbe geri akışını aktif olarak desteklediği görülmektedir. Gövdeleri görece küçük ve hafif olduğu için yarasalar tünediklerinde kafalarına kan hücum etmesi riski taşımazlar. Yarasalar, büyük bir miktarda sürekli oksijen akımına ihtiyaç duyan dolayısıyla da çok enerji harcayan uçma eyleminin gerekliliklerini sağlamak için oldukça iyi uyum sağlamış bir solunum sistemine sahiptir. Yarasalarda orantısal olarak alveoler yüzey alanı ve akciğer kılcal damar kan hacmi diğer küçük dört ayaklı memelilerin çoğundan daha fazladır. Uçuş sırasında solunum döngüsü kanat çırpma döngüsü ile bire bir bağıntı içindedir. Memeli akciğerlerinin kısıtları yüzünden yarasalar yüksek rakım uçuşlarına dayanamazlar. Yarasaların uçma kaslarının çalışması için çok enerji ve verimli bir dolaşım sistemi gerekir. Uçuş için kullanılan kasların ihtiyaç duyduğu enerji, uçma dışında yollarla hareket eden memelilerin kaslarının ihtiyaç duyduğu enerjinin iki katıdır. Bu enerji tüketimine paralel olarak da uçan hayvanların kanlarındaki oksijen düzeyi karada hareket eden hayvanların iki katı kadardır. vücudun tamamına sağlanan oksijen miktarını kan ikmali kontrol ettiği için dolaşım sistemi de buna uygun olarak cevap vermelidir. Dolayısıyla aynı orantıda bir vücuda sahip karada yaşayan bir memelinin kalbine göre bir yarasanın kalbi üç kat daha fazla büyük olabilir ve daha fazla kan pompalar. Kalp debisi doğrudan nabız hızı ve atım hacmine bağlıdır; aktif bir küçük yarasanın nabzı dakikada 1000 kere atabilir. Oldukça ince zar dokusuyla, bir yarasanın kanadı organizmanın toplam gaz değişimi verimliliğine önemli ölçüde katkıda bulunur. Uçmanın yüksek enerji ihtiyacı nedeniyle yarasanın vücudu bu ihtiyacı kanatların patagiumundan gaz değişimi ile karşılar. Yarasanın kanatları açık olduğunda yüzey alanının hacme olan oranında artış olur. Kanatların yüzey alanı toplam vücut yüzey alanının %85'i kadardır dolayısıyla da yararlı miktarda gaz değişimi olasılığını gösterir. Kanat zarında deri altı damarlar yüzeye çok yakındır ve oksijen ile karbondioksitin difüzyonuna olanak sağlarlar. Yarasaların sindirim sistemi türüne ve beslenme tarzına göre farklı adaptasyonlara sahiptir. Diğer uçan hayvanlarda olduğu gibi enerji gereksinimi ile başa çıkabilmek için besin hızlıca ve verimli bir şekilde işlenir. Böcekçil yarasalar, yedikleri böcekleri daha iyi sindirebilmek için bazı sindirim enzimlerine sahiptir; örneğin böceklerin büyük bir kısmını oluşturan kitini çözebilmek için kitinaz gibi. Vampir yarasalar, muhtemelen kan ile beslendikleri için sindirim sistemlerinde malt şekerini çözen maltaz enzimine sahip olmayan tek omurgalılardır. Nektarcıl ve meyvecil yarasalar gıdalarındaki yüksek şeker miktarı nedeniyle böcekçillerden daha fazla maltaz ve sükraz enzimine sahiptirler. Yarasaların böbrekleri de beslenmelerine göre adaptasyona uğramıştır. Etçil ve vampir yarasalar yüksek oranda protein tükettikleri için yoğuşuk idrar çıkarabilirler; böbreklerinin ince bir korteksi ve uzun böbrek kabarcıkları olur. Meyvecil yarasalarda bu özellik yoktur ve böbrekleri düşük elektrolitli gıdalarla beslenmeleri nedeniyle elektrolit tutucu olarak uyum sağlamışlardır.; buna uygun olarak böbreklerinin korteksi kalındır ve çok kısa oknik kabarcıkları bulunur. Yarasalar uçmaya bağlı olarak daha yüksek metabolik hızlara sahiptir ve dolayısıyla da solunum ile su kaybı da daha yüksektir. Oldukça damarlı zardan oluşan geniş kanatları yüzey alanını artırır ve deriden buharlaşma yolu ile su kaybına neden olur. Su kanlarında ve termoregülasyon sistemlerinde iyonik dengeyi sağlamaya ve atık ile toksinlerin idrar yolu ile vücuttan atılmasına yardımcı olur. Eğer yeteri kadar sıvı almazlarsa kan üre azotu zehirlenmesine uğrayabilirler. Dişi yarasalarda rahim yapısı da türlere göre değişiklik gösterir, bazılarının iki rahim boynuzu bulunurken bazılarında tek bir anahat odacığı vardır. Duyular. Ekolokasyon. Küçük yarasalar ile büyük yarasaların bazıları yankı üretmek üzere ultrasonik ses yayarlar. Bu yankıların ses şiddeti subglottik basınca bağlıdır. Darbe frekansının oryantasyonunu kontrol eden yarasaların krikotiroid kasının işlevi önemlidir. Bu kas gırtlağın içindedir ve ses çıkarmaya yardımcı olabilen tek tensor kastır. Giden darbelerle dönen yankıları kıyaslayarak beyin ve işitme sisnir sitemi yarasanın çevresinin detaylı imajlarını üretebilir. Bu şekilde yarasalar karanlıkta avlarını algılayıp, yerini tespit eder ve sınıflandırabilirler. Yarasa çağrıları uçan hayvan seslerinin en yükseklerinden biridir ve şiddeti 60 ila 140 desibel arasında değişir. Küçük yarasalar ultrason yaratmak için gırtlaklarını kullanır ve bunu ağızlarından, bazen de burunlarından yayarlar. Burundan yayma nalburunlu yarasalarda ("Rhinolophus" spp.) daha belirgindir. Küçük yarasa çağrılarının frekansı 14.000 Hz'den 100.000 Hz.'in üzerine kadar çıkabilir ki insan duyma sınırları 20 ila 20.000 Hz. arasındadır. Çeşitli yarasa grupları burun deliklerinin çevresinde ve üzerinde burun yaprağı denen ve ses iletiminde rol oynayan etsi uzantılar evrimleştirmiştir. Düşük görev çevrimli ekolokasyonda yarasalar çağrılarını ve yankıları zamana göre ayırabilirler. Kısa çağrılarını yankılar dönmeden bitirecek şekilde zamanlamalıdırlar. Yarasalar çağrı yaparken orta kulak kaslarını kasarak kendilerini sağır etmezler. Çağrı ile yankı arasındaki zaman farkı bu kasları gevşetip gelen yankıyı duymalarına olanak verir. Dönen yankıların gecikme süreleri yarasaya avlarının uzaklığını kestirmeye yardımcı olur. Yüksek görev çevrimli ekolokasyonda yarasalar sürekli çağrı yapar ve darbe ile yankı frekansını ayırırlar. Bu yarasaların kulakları belirli bir frekans aralığına ayarlıdır. Yaptıkları çağrı bu frekans aralığının dışındadır ve bu şekilde kendilerini sağır etmezler. Daha sonra uçarken hareket ettikleri için oluşan Doppler etkisinden yararlanarak gelen yankıları duyabildikleri frekans aralığında alırlar. Dönen yankıların Doppler etkisi avlarının hareketş ve yeri hakkında bilgi taşır. Bu yarasalar uçuş hızlarındaki değişikliğin Doppler etkisi üzerindeki değişikliği ile başa çıkmak zorundadırlar. Yaydıkları ses darbe frekansını uçuş hızlarına göre değiştirmeye uyum sağlamışlardır ve böylece yankılar hep optimal duyma aralığında geri gelir. Avlarının yerini ekolokasyonla belirlemenin yanı sıra yarasa kulakları güve kanatlarının çırpışmasına, timballi böceklerin çıkardığı seslere ve kırkayaklar ile kulağakaçanlar gibi yerde dolaşan böceklerin hareketlerinin çıkardığı seslere duyarlıdır. Yarasaların kulaklarının iç yüzeyindeki yükseltilerin karmaşık geometrisi ekolokasyon sinyallerini odaklamaya ve avların çıkardığı diğer sesleri pasif olarak dinlemeye yardımcı olur. Bu yükseltilere Fresnel lensin akustik eşleniği gözüyle bakılabilir ve birbirleriyle ilişkisi bulunmayan ay-ay, Afrika küçük lemuru, iri kulaklı tilki, fare lemuru ve başka hayvanlarda da görülür. Yarasalar yankıların dış kulaklarında bir deri çıkıntısı olan tragustan yansımasıyla oluşan girişimleri kullanarak avlarının yerden yüksekliğini kestirebilirler. Tekrar tekrar tarama yaparak yarasalar içinde hareket ettikleri çevre ile avlarının doğru bir imajını zihinlerinde oluşturabilirler. Kaplan güveleri gibi bazı güve türleri yarasalara kimyasal olarak korundukları ve dolayısıyla da lezzetsiz oldukları uyarısını veren aposematik ultrason sinyalleri yaratarak yarasaların bu özelliklerinden yararlanmışlardır. Kaplan güveleri de dahil olmak üzere bazı güve türleri yarasaların ekolokasyonunu bozmak üzere sinyallar üretebilir. Birçok güve türünün gelen yarasa sinyalinin güvenin uçuş kaslarını düzensizce çalıştırmaya neden olan ve güveyi gelişigüzel kaçış manevralarına sürükleyen timpanal organı adı verilen bir işitme organları vardır. Görme. Çoğu küçük yarasa türünün gözleri küçük ve pek gelişmemiştir dolayısıyla görme keskinliği zayıftır ama hiçbir tür kör değildir. Küçük yarasaların çoğu mezofik görme sahibidir yani düşük düzeyde ışığı algılayabilirler halbuki diğer memeliler renkleri görmelerini sağlayan fotopik görme sahibidir. Ekolokasyon yalnızca kısa mesafelerde etkili olduğu için küçük yarasalar görme duyularını tünekleri ve avlanma yerleri arasında gitmek için kullanırlar. Bazı türler morötesini algılayabilir. Bazı küçük yarasaların gövdeleri farklı renklere sahip olduğu için belki renkleri ed ayırt edebilmektedirler. Büyük yarasalarınsa görme yetenekleri en az insanlar kadar iyi hatta belki de daha iyidir. Görüşleri hem gece hem de gündüz görüşüne uyum sağlamıştır ve biraz renkli de görebilirler. Manyetoalgılama. Küçük yarasalar manyetoalgılama kullanılırlar; kuşlar gibi Dünya'nın manyetik alanına büyük bir hassasiyetleri vardır. Küçük yarasalar kutup bazlı pusula kullanırlar yani kuzey ile güneyi ayırt edebilirler halbuki kuşlar manyetik alanın gücünü kullanarak uzun mesafe yolculukta kullanılmak üzere enlemleri ayırt edebilirler. Nasıl işlediği bilinmemekle birlikte manyetit partiküllerinin rolü olabilir Termoregülasyon. Yarasaların çoğu homeotermiktir yani kararlı bir vücut sıcaklığına sahiptir, bunlara istisna heterotermik olan yani vücut sıcaklıkları değişiklik gösteren vesper yarasaları (Vespertilionidae), nalburunlu yarasalar (Rhinolophidae), serbest kuyruklu yarasalar (Molossidae) ve bükük kanatlı yarasalardır (Miniopteridae). Diğer memelilere kıyasla yarasaların ısıl iletkenliği yüksektir. Kanatlar kan damarları ile kaplıdır ve açıldıklarında ısı kaybederler. Dinlenirken kanatlarını vücutları etrafında sararak ılık havayı hapsederler. Küçük yarasaların metabolizma hızları büyük yarasalardan daha yüksektir ve homeotermiyi sağlamak için daha fazla besin almak zorundadırlar. Koyu renkli kanatları güneş radyasyonunu soğurduğu için güneş altında aşırı ısınmayı engellemek için gündüzleri uçmaktan kaçınırlar. Eğer ortam sıcaklığı çok yüksekse yarasalar ısıyı dağıtamayabilirler aşırı koşullar altında kendilerini serinletmek için salyalarını kullanırlar. Büyük yarasalar arasında uçan tilki "Pteropus hypomelanus" günün en sıcak kısmında tünediği yerde salyasını ve kanatlarını kullanarak kendini serinletir. Küçük yarasalar arasında "Myotis yumanensis", "Tadarida brasiliensis" ve "Antrozous pallidus" türleri soluyarak, salya çıkararak ve buharlaşma ile serinlemeyi sağlamak için kürklerini yalayarak 45 °C sıcaklığa kadar dayanabilirler; bu şekilde metabolik ısı üretimlerinin iki katını kaybedebilirler. Yarasaların ayrıca kanatlarının kenarları boyunca dolanan damar ağlarının atardamar kısmında bir büzgen valf sistemi bulunur. Bunlar tam olarak açık olduğunda oksijenli kanın kanat zarı üzerinde kılcal damar ağı boyunca dolaşmasına izin verirken kapalı olduklarında da şant akımı kanat kılcal damarlarına uğramadan toplardamarlara gider. Bu şayede yarasalar kanat zarından ne kadar ısı transferi yapılacağını kontrol eder ve uçuş sırasında ısıyı dışarı bırakırlar. Başka memelilerin birçoğu büyük kulaklarındaki kılcal damar ağını aynı iş için kullanır. Uyuşukluk. Vücut sıcaklığının ve metabolizmanın azaldığı fiziksel aktivitenin azalma durumu olan uyuşukluk aktif iken çok büyük miktarda enerji harcayan, güvenilmez besin kaynaklarına bağlı ve yağ depolamak için sınırlı imkanları olan küçük yarasalar için özellikle yararlıdır. Bu durumda iken vücut sıcaklıklarını 6-30 °C'ye kadar düşürebilir ve enerji harcamalarını %50 ila %99 arasında azaltabilirler. Küçük yarasaların yaklaşık %97'si uyuşukluğa girer. Tropik yarasalar avlanmak ile geçirdikleri zamanı azaltmak ve böylece de kendilerinin av olması şansını azaltmak için uyuşukluğa girebilirler. Büyük yarasaların genel olarak homeotermik olduğuna inanılır ancak bunların içinde yaklaşık 50 g. ağırlıkları ile küçük boyutta olanların uyuşukluğa girdiği bilinmektedir: "Syconycteris australis", "Macroglossus minimus" ve "Nyctimene robinsoni". Büyük yarasalar için uyuşukluk durumu yazları kışları olduğundan daha uzun sürer. Kış uykusu sırasında yarasalar bir uyuşukluk durumuna girer ve bu dönem boyunca vücut sıcaklıklarını %99,6 kadar düşürürler; hatta uyanma dönemleri sırasında vücut sıcaklıkları normale döndüğünde bile bazen "heterotermik uyanma" olarak bilinen yüzeysel bir uyuşukluk durumuna girerler. Bazı yarasalar yaz aylarında serin kalmak için yüksek sıcaklıklar sırasında uyur duruma geçerler. Uzun göçler sırasında heterotermik yarasalar geceleri uçup gündüzleri tünerken uyuşukluğa girer. Gündüz uçup gece beslenen göçmen kuşların aksine gececil yarasalar yol yapmak ve beslenmek arasında çelişkiye düşerler. Tasarruf ettikleri enerji beslenme ihtiyaçlarını azaltmasının yanı sıra göçün süresini de azaltır ve bilmedikleri yerlerde daha fazla zaman geçirmeyip avlanmalarını da azaltır. Bazı türlerde gebe bireyler uyuşukluğa girmeyebilir. Boyutları. En küçük yarasa 29 ila 34 mm uzunluğunda ve 15 cm kanat açıklığına sahip olan, 2 ila 2,6 g ağırlığında olan yabanarısı yarasasıdır ("Craseonycteris thonglongyai"). Ayrıca cüce sivri farenin yanında en küçük yaşayan memeli türü olduğu da iddia edilir. En büyük yarasalar "Pteropus" büyük yarasaların birkaç türü ile 1,6 kg ağırlığında ve 1,7 m kanat açıklığına sahip olan "Acerodon jubatus" türü yarasadır. Ekolokasyon için büyük yarasalar düşük frekansları, küçük yarasalar da yüksek frekansları kullanmaya meyillidir; küçük avların yerini tespit etmek için yüksek frekanslı ekoloksayon daha etkilidir. Tespit etmeleri mümkün olmadığı için küçük avlar büyük yarasalar tarafından yenmez. Bir yarasa türünün sağladığı uyumlar hangi avları avlayabileceğini doğrudan etkilemektedir. Ekoloji. Uçma yetenekleri sayesinde yarasalar en yaygın dağılmış memeli gruplarından biri olmuştur. Arktik'in yüksek enlemleri, Antarktika ve izole birkaç okyanus adasının dışında yarasalar Dünya'nın hemen hemen her habitatında yaşarlar. Tropik alanlar ılıman alanlardan daha fazla türe sahiptir. Farklı türler farklı mevsimlerde sahillerden dağlara ve çöllere kadar farklı habitatlar seçerler ama tüneyebilecekleri yerlere ihtiyaç duyarlar. Yarasa tünekleri kovuklarda, yarıklarda, bitki örtüsü içinde ve hatta insan yapısı yapılarda rastlanabilir; bazı yarasa türleri yapraklar ile kendilerine "çadır" bile kurmaktadır. Büyük yarasalar genellikle ağaçlara tünerler. Küçük yarasaların çoğu gececilken büyük yarasal tipik olarak gündüzleri ya da alacakaranlıkta aktiftirler. Ilıman alanlarda bazı küçük yarasalar kış uykusu barınaklarına doğru yüzlerce kilometre göç ederler. Bazılar soğuk havada uyuşukluk durumuna geçer ve ılık hava böceklerin aktif olmasına izin verdiği sürece uyuşukluktan çıkıp avlanırlar. Bazıları da kış için mağaralara çekilip altı ay kadar kış uykusuna yatar. Ekolokasyonlarını etkilediği ve avlanamadıkları için küçük yarasalar nadiren yağmur altında uçar. Besin ve beslenme. Farklı yarasa türleri aralarında böcekler, nektar, polen, meyve ve hatta omurgalılar gibi farklı besinlerle beslenirler. Büyük yarasalar çoğunlukla meyve, nektar ve polenle beslenir. Küçük boyutları, yüksek metabolizmaları ve uçuş sırasında hızlı enerji tüketimi nedenleriyle yarasalar boyutlarına göre çok miktarda besin tüketmek zorundadır. Böcekçil yarasalar vücut ağırlıklarının %120'sinden fazlasını yiyebilirken meyvecil yarasalar ağırlıklarının iki katından fazlasını yiyebilir. Besin peşinde geceleri önemli mesafeler katedebilirler, istisnai olarak "Euderma maculatum" 38,5 km. gidebilmektedir. Yarasalar çeşitli avlanma stratejileri kullanırlar. Yarasalar ihtiyaç duydukları suyun çoğunu yedikleri besinlerden alırlar; çok sayıda türde göller ve ırmakların üzerinden uçarken dillerini suya batırarak da su içer. Chiroptera takımı bir bütün olarak C vitamini sentezleme yeteneğini kaybetme süreci içindedir. Başlıca böcekçil ve meyvecil yarası familyalarının da aralarında bulunduğu altı ana familyadan 34 yarasa türü üzerinde yapılan test sonucunda hepsinin C vitamini sentezleme yeteneğini kaybettiği görülmüştür ve bu kayıp tek bit mutasyonla ortak bir atadan gelmiş olabilir. En azından iki yarasa türü meyvecil "Rousettus leschenaultii" ve böcekçil "Hipposideros armiger" C vitamini üretme yeteneğini korumuştur. Böcekler. Küçük yarasaların çoğu, özellikle de ılıman alanlarda olanlar böceklerle avlanırlar. Böcekçil yarasalar çok çeşitli böceklerle beslenebilirler, bunların arasında sinekler, sivrisinekler, kın kanatlılar, güveler, çekirgeler, cırcır böcekleri, termitler, arılar, yaban arıları, mayıs sinekleri ve şayak sinekleri sayılabilir. ABD'nin Teksas eyaletinin ortasında çok sayıda "Tadarida brasiliensis" türü yarasa yerden yüzlerce metre yüksekte birlikte uçarak göç eden güvelerle beslenirler. Böcekleri uçarken yakalayan "Myotis lucifugus" gibi türler havada iken böcekleri ağzı ile yakalayıp havada iken yiyebilir ya da kuyruk veya kanat zarları ile böceği yakalayıp ağızlarına götürebilir. Yarasa yakaladığı böceği tüneğine götürüp orada da yiyebilir. "Plecotus auritus" türü ve nalburunlu yarasa türlerinin çoğu gibi yavaş hareket eden yarasa türleri böcekleri bitkilerin üzerinde iken avlayabilir. Yüksek enlemlerde yaşayan böcekçil yarasalar tropik yarasalardan daha yüksek enerji değerine sahip avlarla beslenmek zorundadır. Meyveler ve nektar. Meyve yiyen yarasalar iki ana alt takımda da bulunur. Yarasalar ağaçtan dişleriyle çekip kopardıkları olgun meyveleri tercih ederler. Meyveyi yemek için tüneklerine geri uçarlar. Meyvenin suyunu emer ve tohumları ile posasını yere tükürürler. Bu meyve ağaçlarının tohumlarının yayılmasına yardımcı olur. Bu tohumlar yarasaların bıraktıkları yerlerde filizlenip kök salabilir. Birçok bitki türü tohum dağılımı için yarasalara bağlıdırlar. "Artibeus jamaicensis" türü yarasaların 3 ila 14 g ve hatta 59 g ağırlığında meyveleri taşıdıkları kaydedilmiştir. Nektar yiyen yarasaların kendilerine özgü adaptasyonlar geçirmişlerdir. Bu yarasaların uzun burunları, belirli çiçekler ve bitkilerden beslenmelerine yardımcı olan ince kıllarla kaplı, uzun ve uzanabilen dilleri vardır. "Anoura fistulata" türü yarasa memeliler arasında vücut boyutlarına oranla en uzun dile sahip hayvandır. Polenleşme ve beslenme için bu yararlı olmaktadır. Uzun ve dar dilleri bazı uzun kadeh şekilli çiçeklerin derinlerine ulaşmalarına yardımcı olmaktadır. Dil geri çekildiğinde göğüs kafesinin içinde kıvrılarak toplanır. Bu özelliklerinden ötürü nektarla beslenen yarasalar besin kaynaklarının azlığı durumunda kolaylıkla başka besin kaynaklarına dönemezler ve bu da onları diğer yarasa türlerinden daha fazla soy tükenme tehlikesine sokar. Nektarla beslenme ayrıca çeşitli bitkilere yardımcı da olmaktadır çünkü beslenirken kürklerine bulaşan polenler nedeniyle polen taşıyıcı olarak da yardımcı olurlar. Yaklaşık 500 çiçek türü yarasaların polenlemeye yardımcı olmasına muhtaçtırlar ve bu nedenle geceleri çiçek açarlar. Birçok yağmur ormanı yarasaların polen taşıyıcılığına ihtiyacı vardır. Omurgalılar. Bazı yarasalar balıklar, kurbağalar, kertenkeleler, kuşlar ve memeliler gibi diğer omurgalıları avlarlar. Örneğin "Trachops cirrhosus" kurbağaları yakalama konusunda çok beceriklidir. Bu yarasalar, çiftleşme çağrılarını takip ederek büyük kurbağa gruplarının yerini tespit eder ve keskin köpek dişleriyle su yüzünden kurbağaları toplarlar. "Nyctalus lasiopterus" uçarken kuşları yakalayabilir. "Noctilio leporinus" gibi bazı türler balık avlar. Su yüzündeki küçük dalgalanmaları ekolokasyon ile tespit edebilir ve sonra birdenbire inerek arka ayaklarında özel olarak büyümüş pençeleriyle balığı yakalar ve tünekleri götürerek yerler. En azından iki yarasa türünün diğer yarasalarla beslendiği bilinmektedir: "Vampyrum spectrum" ve "Macroderma gigas". Kan. Özellikle "Diaemus youngi" ve "kıllı bacaklı vampir yarasa" ("Diphylla ecaudata") vampir yarasaları olmak üzere birkaç tür yalnızca hayvan kanı ile beslenir. "Desmodus rotundus" genellikle sığır gibi büyük memelilerden beslenirken yukarıda belirtilen diğer iki yarasa kuşların kanıyla beslenir. Vampir yarasalar uyuyan avları hedeflerler ve derin soluk almayı algılarlar. Burunlarındaki ısı algılayıcıları derinin yüzeyine yakın kan damarlarını tespit etmelerine yardım eder. Dişleriyle hayvanın derisini deler ve küçük bir kısmını kaldırırlar ve bu iş için uyum geçirmiş yanal kanalcıklara sahip dilleriyle çıkan kanı yalarlar. Salyalarındaki antikoagülan kanın pıhtılaşmasını engeller. Avcılar, parazitler ve hastalıklar. Yarasalar baykuşlar, atmacalar ve doğanlar gibi yırtıcı kuşlar ve tüneklerinde de kediler gibi tırmanabilen hayvanlar tarafından avlanırlar. Yirmi kadar Yeni Dünya yılan türünün yarasaları yakaladıkları bilinmektedir; bu yılanlar mağaralar gibi yarasaların sığındıkları yerlerin girişlerinde bekleyerek uçan yarasaları yakalarlar. J. Rydell ve J. R. Speakman yarasaların erken ve orta Eosen döneminde avcılardan kaçınabilmek için gececil olarak evrimleştiklerini öne sürerler. Bazı zoologlar şu ana kadar kanıtların müphem olduğunu düşünmektedir. Yarasaların taşıdığı ektoparazitler arasında pireler ve akarlar dışında yarasalara özgü yarasa böcekleri ve yarasa sinekleri (Nycteribiidae ve Streblidae) sayılabilir. Yarasalar bitlere konaklık etmeyen suda yaşamayan birkaç memeli takımı arasında yer alır. Bu muhtemelen aynı nişi dolduran özellişmiş asalaklarla olan rekabet yüzündendir. Beyaz burun sendromu ABD'nin doğusunda ve Kanada'da milyonlarca yarasanın ölümüne neden olan bir durumdur. Hastalağın adı yakalanan yarasaların burunlarında, kulaklarında ve kanatlarında büyüyen beyaz "Pseudogymnoascus destructans" mantarından gelir. Manatar muhtemelen yarasadan yarasaya geçmekte ve hastalığa neden olmaktadır. Mantar ilk olarak 2006'da New York Eyaleti'nin orta kısımlarında keşfedildi ve kısa sürede Florida'nın kuzeyinde tüm doğu sahillerine yayıldı; ölüm oranları en çok etkilenen mağaralarda %90 ila %100 arasında olarak tespit edildi. 2006 yılından beri New England ve Orta Atlantik eyaletlerinde bazı türlerin tamamı yok oldu ve bazı türlerin sayıları da yüzlerce bin ve hatta milyonlarca yarasadan yalnızca birkaç yüz ve daha az yarasaya indi. Kanada'nın Nova Scotia, Quebec, Ontario ve New Brunswick eyaletlerinde de benzer ölümler görüldü ve Kanada hükûmeti tüm topraklarında kalan yarasa popülasyonunu korumak için hazırlıklar yapmaya başladı. Bilimsel kanıtlar mantarın yarasalara bulaşmak için daha uzun bir döneme sahip olduğu uzun kışlar daha büyük ölüm sayısıyla sonuçlanmaktadır. 2014 yılında hastalık Mississippi Nehri'ni aştı ve 2017'de Teksas'ta yarasalar üzerinde görüldü. 2016 yılının Mart ayında ABD'nin doğusunda Washington eyaletinde bir yarasa üzerinde bulunduğu tespit edildi. Yarasalar aralarında birçok yarasa popülasyonunda endemik olarak bulunan kuduz, hem doğrudan hem de guano yoluyla histoplazmozis, Nipah ve Hendra virüsleri, ve muhtemelen ebola virüsü gibi çok sayıda zoonoz patojenin doğal konağıdır. Yüksek hareketlilikleri, yaygın dağılımları, uzun yaşam süreleri, türlerin önemli ölçüde simpatrisi (yaşam alanı örtüşmesi) ve sosyal davranışları yarasaları hastalıklar için elverişli konak ve vektör hâline getirmektedir. Kemiricilerle kıyaslandığında yarasalar tür başına daha çok zoonoz virüs taşırlar ve her virüs daha çok tür ile paylaşılır. Taşıdıkları patojenlerin çoğuna yüksek oranda dirençli oldukları görünmektedir ve bu da bağışıklık sistemlerinin adaptasyon düzeyini göstermektedir. Çiftlik ve ev hayvanları ile etkileşimleri zoonotik hastalık geçiş riskini oluşturur. Koronavirüslerin doğal konakları olduklarından ve Yünnan'da tek bir mağaradan gelen yarasaların Çin'de şiddetli akut solunum yolu sendromunun (SARS) çıkışının nedeni olarak gösterilmektedir. Sosyal davranış. Sosyal yapı. Bazı yarasalar yalnız yaşarken diğerleri bir milyon bireyden fazla koloniler hâlinde yaşarlar. Büyük koloniler hâlinde yaşamak bireyler için avlanılma riskini azaltır. Ilıman yarasa türleri kış uykusuna yattıkları yerlere sonbahar yaklaştıkça sürü olarak gider. Bu şekilde genç yarasalar kış uykusu geçirilen yerler gösterilir ve erişkinler de diğer gruplardaki yarasalarla çiftleşebilir. Çeşitli türler fisyon-füzyon topluluk yapısına sahiptir; çok sayıda yarasa tünemek için aynı yere toplanır ve avlanmak için küçük gruplara ayrılır. Bu topluluklar içinde yarasalar uzun süreli ilişkiler sürdürebilmektedir. Bu ilişkilerin bazıları anasoylu dişiler ile onlara bağımlı yavrularından oluşur. "Desmodus rotundus" gibi bazı türlerde ortak beslenme ve ortak temizlenme gibi sosyal bağları güçlendiren davranışlar görülür. İletişim. Yarasalar sesini en çok kullanan memeliler arasındadır ve eş bulmak, tünek arkadaşı bulmak ve kaynakları savunmak için çağrıda bulunur. Bu çağrılar genellikle düşük frekanslıdır ve uzun mesafeler katedebilir. "Tadarida brasiliensis" türü yarasa kuşlar gibi şakıyabilen birkaç türden biridir. Erkekler dişileri cezbetmek için şakır. Şakımaları üç bölümden oluşur: Cıvıltı, titrek şakıma ve vızıltı. Yarasa şakımaları oldukça stereotipiktir ancak bireyler arasında hece sayısı, cümle sırası ve cümle tekrarı gibi farklılıklar içerir. "Phyllostomus hastatus" türü yarasaların dişileri grubu bir arada tutmak için tünekdaşları arasında yüksek ve genişbantlı çağrılar yapar. Çağrılar tünek grupları arasında farklılık gösterir ve sesli öğrenme yoluyla ortaya çıkabilir. Esaret altındaki Mısır meyve yarasaları üzerine yapılan bir çalışmada kontrollü çağrıların %70'i araştırmacılar tarafından hangi yarasanın yaptığı anlaşılmaktadır ve çağrıların %60'ı dört kategoride değerlendirilebilir: besin üzerine tartışma, uyuma grubu içindeki konumları üzerine tartışma, çiftleşme girişimlerine karşı protesto ve birbirlerine yakın tünediklerinde tartışma. Hayvanlar, özellikle karşı cinsiyetten olmak üzere, farklı bireylerle iletişime girdiklerinde biraz farklı sesler çıkarmışlardır. Yüksek oranda eşeysel dimorfizm gösteren "Hypsignathus monstrosus" türü yarasalarda ekekler dişileri çekmek için kalın, rezonanslı monoton çağrılar yapar. Uçan yarasalar trafik kontrolü için sesli sinyaller verir. "Noctilio leporinus" türü yarasa birbirleri ile çarpışacak bir yol üstünde uçuyorlarsa kaz gibi ses çıkarırlar. Yarasalar başka yollarla da iletişim kurarlar. "Sturnira lilium" türünün erkeklerinde üreme mevsiminde baharlı bir koku üreten omuz bezleri bulunur. Diğer çoğu tür gibi salgıları tutup dağıtmak için özelleşmiş kılları vardır. Böyle özelleşmiş kıllar bazı Eski Dünya büyük yarasalarının boyunlarında göze çarpan bir gerdanlık oluşturur. "Saccopteryx bilineata" türü yarasaların erkekleri kanatlarında bulunan keselerde salya ve idrar gibi vücut salgılarını birleştirilerek tünek yerlerine bırakılan parfüm gibi bir sıvı üretirler. Tüneklerin işaretlenmesi işlemine "tuzlama" denir ve aynı anda şakıdıkları da görülür. Üreme ve yaşam öyküsü. Stratejiler. Yarasa türlerinin çoğu polijindir yani erkekler birçok dişi ile çiftleşir. "Pipistrellus" ve "Nyctalus" cinsi yarasalar ile Desmodontinae alt familyasında sınıflandırılan yarasalar tünek yerleri gibi dişileri çekebilecek kaynaklara sahip çıkarak ve savunarak buralara gelen dişilerle çiftleşebilirler. Böyle yerlere sahip çıkamayan erkek yarasalar kenarda kalır ve üreme başarıları daha düşüktür. "Tadarida brasiliensis" ve "Myotis lucifugus" gibi bazı türlerde ise hem erkek hem de dişi yarasa birçok eşle çiftleşir. Bu yarasalarda dişilerin bazı erkeklere temayül ettiği görülmektedir. "Lavia frons" ve "Vampyrum spectrum" birkaç türde ise erişkin erkek ve dişi yarasalar monogam çiftler oluşturur. Erkeklerin bir araya gelip nümayiş yolu ile seçilen dişiler için rekabet ettileri "Lek çiftleşme" yarasalarda nadir rastlanır ve "Hypsignathus monstrosus" türü yarasalarda görülür. Çiftleşme. Ilıman iklimlerde yaşayan yarasalar yaz sonu sonbahar başı arasında çiftleşirler. Tropikal iklimde yaşayan yarasalar yağmurların kesildiği sezonda çiftleşebilirler. Birleşmeden sonra erkek yarasa diğer erkeklerin spermlerini engellemek ve babalığını garanti etmek için arkada bir çiftleşme tıkacı bırakabilir. Kış uykusuna yatan türlerde erkeklerin uyuşukluk içinde olan dişilerle çiftleştiği bilinmektedir. Dişi yarasalar, doğum zamanını kontrol etme ve yavruların maksimum besin olduğunda doğmasını sağlamak için farklı stratejilere sahiptir. Bazı türlerin dişileri çiftleşmeden birkaç ay sonraya katar spermleri üreme organında saklayarak geçikmiş döllenme stratejisini kullanır. Çiftleşme sonbaharda olur ancak döllenme sonraki ilkbahara kadar gerçekleşmez. Bazı türler çiftleşme sonrası döllenmenin gerçekleştiği yumurtayı dış koşullar uygun olana kadar serbest hâlde üreme organlarında saklayarak embriyonik diyapoza girer ve döllenmiş yumurta daha sonra rahme tutunur. Bir başka stratejide ise hem döllenme hem de rahme tutunma gerçekleşir ancak iyi koşullar sağlanana kadar fetusün gelişmesi geciktirilir. GEcikmiş gelişme sırasında anne döllenmiş yumurtayı besleyerek canlı tutar. Bu süreç gelişmiş gaz değişimi sistemi sayesinde uzun bir süre devam edebilir. Yaşam döngüsü. Ilıman bölgelerde yaşayan yarasalar genellikle Kuzey yarımkürede Mayıs ya da Haziran, Güney yarımkürede de Kasım ya da Aralık aylarında doğarlar. Tropikal bölgelerde doğum yağmur mevsiminin başında olur. Türlerin çoğunda anne tek yavru taşır ve doğurur. Doğum sırasında yavru yarasa annenin ağırlığının %40'ı kadar ağırlığa sahip olabilir ve dişinin pelvis kemerinin iki yarısı esnek bir bağ doku ile bağlı olduğu için genişleyebilir. Dişiler doğumu kolaylaştımak için yerçekimini kullanarak genellikle kafaları yukarıda ya da yatay konumda doğururlar. Yavru muhtemelen kanatların dolaşmasını engellemek için arkası önce konumda dışarı çıkar ve dişi yavruyu kanat ve kuyruk zarlarının içine alır. Türlerin çoğunda dişiler doğum kolonilerinde toplanarak bir arada doğururlar ve birbirlerine yardımcı olabilirler. Yavru yarasaların bakımının çoğunu anne üstlenir. Monogam türlerde baba da bunda rol alır. Bazı türlerde dişi başka yavruları da emzirebilir. Bu şekilde dişilerin üremek için doğdukları koloniye dönen türlerde koloni boyutları artış gösterir. Genç bir yarasanın uçabilmesi için erişkin gövdesine ve ön ayak uzunluğuna erişmesi gerekir. "Myotis lucifugus" türünde bu doğumdan sonra on sekiz gün sonra gerçekleşir. Türlerin çoğunda yavruların sütten kesilmesi seksen günden önce olur. "Desmodus rotundus" yavrularını bu süreden sonra da emzirmeye devam eder ve gençleri diğer türlere göre daha sonra kendi başlarına bakabilecek hâle gelirler. Bunun nedeni muhtemelen kan temelli beslenmeleri ve her gece kan emmenin zorluğudur. Ortalama ömür. Yarasaların maksimum ömür uzunluğu benzer boyutlardaki diğer memelilerin üç buçuk katıdır. Altı türün doğal yaşam alanlarında 30 yıldan fazla yaşadığı kaydedilmiştir: "Plecotus auritus", "Myotis lucifugus", "Myotis brandti", "Myotis blythii", "Rhinolophus ferrumequinum" ve "Pteropus giganteus". Yaşam hızı teorisi ile uyumlu bir hipoteze göre bu kış uykusunda iken metabolizma hızlarını yavaşlatmaları olgusuna bağlanır; kış uykusuna yatan yarasalar ortalama olarak yatmayan yarasalardan daha uzun ömre sahiptir. Bir başka hipoteze göre de uçma yeteneklerinin ölüm oranlarını azaltmasıdır ki bu kuşlar ve süzülen memeliler için de doğru olabilir. Birden fazla yavrulayan yarasa türlerinin ömrü genellikle tek yavru yavrulayan yarasa türlerinden daha kısadır. Mağaralara tüneyen yarasaların ömürleri de mağaralarda avlanma riskinin daha az olması nedeniyle tünemeyenlere göre daha uzun olabilir. Doğal yaşam ortamında 41 yıl sonra tekrar yakalanan bir erkek "Myotis brandti" türü yarasa kaydedilmiş en uzun süre yaşayan yarasadır. Filojeni ve taksonomi. Evrimi. Yarasaların hassas iskeletleri çok iyi fosilleşmez ve fosil kayıtlarında yaşamış olan yarasa cinslerinin yalnızca %12'sinin bulunduğu tahmin edilmektedir. 32 milyon yıl önceden kalma "Archaeopteropus" gibi bilinen en eski yarasa fosilleri günümüz küçük yarasalarına çok benzerdir. Soyu tükenmiş "Palaeochiropteryx tupaiodon" (48 milyon yıl önce) ve "Hassianycteris kumari" (55 milyon yıl önce) renklerinin tespit edilebildiği ilk memeli fosilleridir ve ikisinin de kızılımsı kahverengi olduğu bulunmuştur. Yarasalar önceleri sivri sincapçıklar (Scandentia), uçar makigiller (Dermoptera) ve primatlarla Archonta üst takımında sınıflandırılmışlardı. Modern genetik kanıtlar artık yarasaları içinde etçilleri, pangolinleri, tek toynaklıları, çift toynaklıları ve balinaları barındıran kardeş taksonu Ferungulata ile birlikte Laurasiatheria üst takımında sınıflandırılmasına neden olmuştur. Bir çalışma da Chiroptera takımını tek toynaklılar (Perissodactyla) ile kardeş takson olarak sınıflandırır. Farklı yarasa gruplarının filogenetik ilişkileri çok büyük bir tartışma konusudur. Geleneksel Megachiroptera ve Microchiroptera ayrımı yarasaların zaten uçma yeteneğine sahip bir ortak atadan geldiğini ama çok uzun zamandır birbirlerinden bağımsız olarak evrimleştikleri görüşünü yansıtmaktaydı. Bu hipotez küçük ve büyük yarasalar arasındaki farklılıkları tanımakta ve uçma yeteneğinin memelilerde yalnızca bir kere geliştiğini kabul etmekteydi. Moleküler biyolojik kanıtların çoğu yarasaların doğal ya da monofiletik bir grup oluşturduğu yönündedir. Genetik kanıtlar büyük yarasaların Eosen'in başlarında küçük yarasaların dört ana soyuyla birlikte ortaya çıktığını göstermektedir. Pteropodidae ya da büyük yarasalar familyası ile birlikte küçük yarasaların Rhinolophidae, Hipposideridae, Craseonycteridae, Megadermatidae ve Rhinopomatidae familyalarını da içeren Yinpterochiroptera ile hepsi gırtlak ekolokasyonu kullanan diğer yarasa familyalarını içeren Yangochiroptera olmak üzere iki yeni alt takım 2005 yılında yapılan bir DNA araştırmasının sonuçlarıyla desteklenerek önerilmiştir. 2013 yılında yapılan bir filojenomik araştırma da önerilen iki alt takımı destekleyen yönde bulgulara ulaşmıştır. 1980'lerde morfolojik bulgulara dayanan bir hipotez Megachiroptera alt takımının uçma yeteneğinin Microchiroptera alt takımından ayrı olarak evrimleştirdiğini öne sürmüştür. Uçan primat hipotezi uçma adaptasyonu çıkarıldığında Megachiroptera'nın Microchiroptera ile paylaşmadıkları anatomik özellikleri ile primatlarla bağlantılı olduklarını önermektedir. Örneğin büyük yarasaların beyinleri gelişmiş özelliklere sahiptir. Her ne kadar son zamanlarda yapılan genetik araştırmalar yarasaların monofilik olduğunu desteklese de genetik ve morfolojik bulguların anlamı üzerine olan tartışmalar sürmektedir. 52 milyon yaşında olan Green River Oluşumu'nda 2003 yılında "Onychonycteris finneyi" fosilinin bulunması uçma yeteneğinin ekolokasyon yeteneğinin evrimleşmesinden daha önce kazanıldığını göstermektedir. Günümüz yarasalarının her iki elinde en fazla iki parmağında iki pençe olmasına rağmen "Onychonycteris" fosilinin beş parmağının hepsinde pençe bulunmaktadır. Ayrıca tembel hayvanlar ve gibonlar gibi dallarından altından sallanan tırmanıcı memeliler benzer şekilde arka ayakları daha uzun ve önayakları da daha kısadır. Bu avuç içi büyüklüğündeki yarasanın kısa ve geniş kanatları daha sonra gelen yarasa türleri kadar hızlı ve uzağa uçamayabileceğini göstermektedir. "Onychonycteris" uçarken kanatlarını sürekli çırpmak yerine muhtemelen havada kanat çırpma ve süzülme hareketlerini değişimli olarak kullanıyordu. Bu bulgular da bu yarasanın günümüz yarasaları kadar çok uçmadığını ancak ağaçtan ağaca uçtuğunu ve zamanının çoğunu tırmanarak ya da dallardan sarkarak geçirdiğini önermektedir. "Onychonycteris" fosilinin ayırt edici özellikleri aynı zamanda memeli uçuşunun yerde hareket eden memelilerden çok ağaçlara tırmanan memelilerden geliştiği hipotezini de destekler. Genel olarak "ağaçtan aşağı" olarak bilinen bu uçma gelişimi modelinde uçabilmek için yerde hızlı koşmak yerine yarasaların avlarının üzerine çullanmak için yükseklik ve yerçekimi avantajını kullanarak uçtuklarını önerir. Küçük yarasaların tek bir ortak atası olmadığına işaret eden ve olması düşük ihtimalli dönüşümlerin olduğunu gösteren moleküler filojeni tartışmalıdır. Bunlardan ilki gırtlak ekolokasyonunun yarasalarda iki kere evrimleşmiş olması, bir kere Yangochiroptera ve bir kere de rhinolophoidlerde. İkincisi de gırtlak ekolokasyonunun Chiroptera takımında tek bir kaynağı olduğu ve bunun daha sonra büyük yarasaları oluşturan Pteropodidae familyasında kaybolduğu ve sonradan "Rousettus" cinsinde ise bir çeşit dil şaklatması sistemine evrimleşmesidir. Seslendirme geni "FoxP2" dizisinin analizi gırtlak ekolokasyonunun pteropoidlerde kaybolduğu ya da ekolokasyon kullanan soylarda kazanıldığı yönünde görüş bilrdirmek için sonuç vermemiştir. Yarasalarda ekolokasyon muhtemelen ilk olarak iletişim çağrılarından gelişmiştir. Eosen yarasaları "Icaronycteris" (52 milyon yıl önce) ve "Palaeochiropteryx" ultrasonu algılayacak kafatası adaptasyonları göstermektedir. Bunlar ilk önceleri yerde böcekleri avlamak, süzülürken etraflarının haritasını çıkarabilmek ya da iletişim amaçları için kullanılmış olabilir. Uçma adaptasyonu yerleştikten sonra da uçan avların yerlerini ekolokasyon ile belirleyebilmek için daha gelişmiş olabilir. Yarasaların ekolokasyonu tek bir ortak atadan evrimleşmiş olabilir ki bu durumda Eski Dünya büyük yarasaları bunu daha sonra kaybetmiş ve yalnızca nalburunlu yarasalar tekrar kazanmıştır ya da ekolokasyon Yinpterochiroptera ve Yangochiroptera soylarında bağımsız olarak evrimleşmiştir. İşitme geni "Prestin"in analizi pteroidlerde kaybolmasından ekolokasyonun bağımsız olarak en az iki kere geliştiği fikrini destekler görünmektedir ancak kokleanın ontojenik analizi de gırtlak ekolokasyonunun yalnızca bir kere evrimleştiğini desteklemektedir. Sınıflandırma. Yarasalar plasentalı memelilerdir. Kemiricilerden sonra memeli türlerinin yaklaşık %20'sini oluşturan en büyük memeli takımıdır. Carl Linnaeus 1758 yılında bildiği yedi yarasa türünü Primatlar takımında "Vespertilio" cinsi içinde sınıflandırdı. Yaklaşık yirmi yıl sonra Alman doğabilimci Johann Friedrich Blumenbach yarasaları kendi takımları Chiroptera içine aldı. O zamandan beri tanımlanan tür sayısı 1.200'ün üzerine çıktı ve geleneksel olarak iki alt takımda sınıflandırıldılar: Megachiroptera (büyük yarasalar) ve Microchiroptera (küçük yarasalar/ekolokasyon kullanan yarasalar). Büyük yarasaların hepsi küçük yarasalardan daha büyük değildir. İki grubu çeşitli özellikler ayırır. Küçük yarasalar yollarını bulmak ve avlanmak için ekolokasyon kullanırken "Rousettus" cinsi haricindeki büyük yarasalar bunlar için yalnızca gözlerini kullanırlar. Buna bağlı olarak da büyük yarasaların görsel korteksleri iyi gelişmiştir ve iyi bir görme keskinlikleri vardır. Büyük yarasaların önayaklarının ikinci parmağında bir pençeleri olur. Küçük yarasaların dış kulakları bir halka oluşturacak şekilde kapanmaz, kenarlar kulağın tabanında birbirlerinden ayrılır. Büyük yarasalar meyve, nektar ya da polen yerken küçük yarasaların çoğu böcekçildir ve diğerleri de meyve, nektar, polen, balık, kurbağa, küçük memeliler ya da kan ile beslenirler. Aşağıda 2019 yılında basılan "Handbook of the Mammals of the World"ün (Dünya Memeliler Elkitabı) dokuzuncu baskısında çeşitli yazarlar tarafından tanınan Chiroptera takımının familyalarının sınıflandırılması verilmektedir: İnsanlarla ilişkileri. Korunma. Bat Conservation International gibi gruplar yarasaların ekolojik rolleri ve karşılaştıkları çevresel tehditler üzerine olan farkındalığı artırmayı amaçlamaktadır. Birleşik Krallık'ta tüm yarasalar 1981 yılında çıkarılmış "Yaban Hayatı ve Kırsal Alanlar Kanunu" ile korunmaktadır ve bir yarasayı ya da tüneğini rahatsız etmek ağır bir para cezası ile cezalandırılabilir. Malezya Saravak'ta "tüm yarasalar 1998 yılında çıkarılmış "Malezya Yaban Hayatı Kanunu" ile koruma altındadır ama "Cheiromeles torquatus" gibi yarasa türleri hâlâ yerel halk tarafından yenilmektedir. Modern dönemde insanlar çeşitli yarasa türlerinin soyunun tükenmesine neden olmuştur, bunların en sonuncusu 2009 yılında soyunun tükendiği bildirilen "Pipistrellus murrayi" türü yarasadır. Birçok kişi yarasaları çekmek için yarasa barınakları yapmaktadır. Yaklaşık 400.000 yarasa ile Florida Üniversitesi'nin 1991 yılında kurulan yarasa barınağı dünya üzerinde en kalabalık yapay tünek yeridir. Britanya'da II. Dünya Savaşı'ndan kalma kalın duvarlı ve kısmen yeraltında olan savunma mevzileri yarasalar için tünek hâline getirilmiştir. Yol yapımı ve diğer kentsel gelişim nedenleriyle habitata verilen zararları hafifletmek amacıyla özel olarak yarasa barınakları da inşa edilmektedir. Hassas ve tehdit altında olan yarasa türlerinin yaşadığı mağaralara insanların girişini kısıtlamak için bazen mağara girişlerine özel kapılar konulmaktadır. Bu kapılar hava akışını bozmayacak ve yarasaların girişi çıkışına engel olmayacak şekilde tasarlanmıştır ve dolayısıyla mağaranın içindeki mikro ekosistem koruma altına alınır. ABD'de bulunan 47 yarasa türünden 35'inin binalar ve köprüler de dahil olmak üzere insan yapısı binaları kullandıkları bilinmektedir. On dört tür yapay yarasa barınaklarını kullanır. Yarasalar Afrika, Asya ve Pasifik Kıyılarında besin olarak tüketilir. Guam'da olduğu gibi bazı durumlarda besin olarak avlandıkları için soyları tehdit altına girmiştir. Rüzgâr türbinlerinin yarasaları öldürecek kadar barotravma yarattığına dair kanıt bulunmaktadır. Yarasaların tipik memeli akciğerlerinin ani hava basıncı değişikliklerine kuş akciğerlerinden daha hassas olduğu ve dolayısıyla ölümcül akciğer yarılmalarına neden olduğu düşünülmektedir. Yarasalar muhtemelen tünek yeri aramak için rüzgâr türbinlerine yaklaşmakta bu da ölüm oranını artırmaktadır. Akustik uzaklaştırıcılar rüzgâr türbinlerindeki yarasa ölüm oranını azaltmaya yardımcı olabilmektedir. Kültürel önemi. Yarasalar memeli olmasına rağmen uçabildikleri için çeşitli geleneklerde liminal varlıklar olarak görülürler. Birçok kültürde yarasalara karanlık, ölüm, cadılık ile büyücülük ve kötü niyetlilik ile bağdaştırılır. Muskogi, Çeroki ve Apaçi halkları gibi Amerikan yerlileri arasında yarasa hilekâr ruhtur. Tanzanya'da Popobawa olarak bilinen kanatlı yarasa şeklinde bir varlığın kurbanlarına saldırarak sodomize eden, şekil değiştiren bir kötü ruh olduğuna inanılır. Aztek mitolojisinde yarasalar ölüler diyarını, yıkımı ve çürümeyi temsil ederler. Bir Doğu Nijerya masalında yarasanın eşi çalı faresinin ölümüne neden olduktan sonra gece yaşama alışkanlığına başladığını ve gündüzleri yakalanmamak için saklandığını anlatır. Bazı kültürlerde yarasaların daha olumlu tasvirleri de bulunur. Çin'de yarasalar mutluluk, neş'e ve iyi talihle bağdaştırılır. Beş yarasa "Beş Lütuf"un sembolü olarak kullanılır: uzun yaşam, refah, sağlık, erdem aşkı ve huzurlu ölüm. Yarasa Tonga'da kutsaldır ve genellikle vücuttan ayrılabilen ruhun fiziksel görünümü olarak kabu ledilir. Orta Amerika'da Zapotek uygarlığında yarasa tanrı mısır ve bereket tanrısıydı. William Shakespeare'in "Macbeth" oyununda Üç Cadı iksirlerinde yarasa kürkü kullanırlar. Batı Kültüründe yarasa gecenin ve geceleyin olan kötülüklerin bir sembolüdür. Yarasa gecenin kurgusal karakterlei ile bağdaştırılan ana hayvanlardan biridir: Kont Drakula gibi kötü adamlar ya da Batman gibi kahramanlar. Yarasa İspanya ve Fransa'da armacılıkta kullanılmıştır ve Valensiya, Palma de Mallorca, Fraga, Albacete ile Montchauvet şehirlerinin armalarında yer almaktadır. ABD'nin üç eyaletinin resmî eyalet yarasası bulunur: Teksas ve Oklahoma için "Tadarida brasiliensis" ve Virginia için "Corynorhinus townsendii virginianus". Ekonomik önemi. Tarımsal haşere popülasyonlarını kontrol altında tutmaya ve böylece pestisitlerin kullanılma gerekliliğini azaltmaya yararı olan böcekçil yarasalar çiftçilere yardımcı olmaktadır. ABD'de pestisit kullanımı ve ürünlere gelen zararın önlenmesiyle yarasaların yılda 3,7 ila 53 milyar dolar arasında tasarrufa neden oldukları tahmin edilmektedir. Bu aynı zamanda çevreyi kirletecek pestisitlerin aşırı kullanımı ile gelecek nesil böceklerin bunlara direnç kazanmalarının önlenmesini de içerir. Bir çeşit guano olan yarasa dışkısı nitrat açısından zengindir ve mağaralardan toplanarak gübre olarak kullanılır. Amerikan İç Savaşı sırasında mağaralardan toplanan güherçile karabarut yapımında kullanılmıştır; bunun yarasa guanosu olduğuna inanılmış olsa da nitratın çoğu azotlayıcı bakterilerden gelmektedir. Yaz aylarında yaklaşık 1.500.000 kadar "Tadarida brasiliensis" türü yarasaya ev sahipliği yapan Teksas'ın Austin şehrinde bulunan Congress Avenue Bridge (Kongre Bulvarı Köprüsü) Kuzey Amerika'nın bilinen en büyük kentsel yarasa tüneğidir. Her yıl 100.000 kadar turist alacakaranlıkta yarasaların tüneklerinden ayrılmalarını izlemek için köprüyü ziyaret eder.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13585", "len_data": 54912, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.66 }
Büyük nalburunlu yarasa ("Rhinolophus ferrumequinum"), burnu atnalı şeklinde olan, Türkiye'de de yaşayan böcek yiyen bir yarasa türü. Boyu 6 cm, kanat açıklığı 35 cm'yi bulur. Ağırlığı 16-28 g arasındadır. Sırt kısımları gri-kırmızımsı kahverengi, karın kısımları krem-sarı olur. Ormanlarda, ağaçlık ve çalılık yerlerde yaşarlar. Mağara, tünel ya da bodrum gibi yerlerde kış uykusuna yatarlar. Bunun dışında gündüzleri ağaç kovuklarında asılarak dinlenirler. Orta ve Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Asya'da (Japonya'ya kadar) görülürler. Türkiye'nin her yerinde; Trakya, Akdeniz kıyı şeridi ve Kars'ta daha sık olarak bulunur. Alçaktan (0.5–5 m) ve kelebek gibi uçarlar. Bu uçuşlarına akşamın geç saatlarinde başlar ve bütün gece uçarak avlanırlar. Sesten hoşlanırlar. Çıkardıkları çok alçak frekanslı seslerle, avlarının uzaklığını ve büyüklüğünü saptayabilirler. Bu sesler insanlar tarafından ancak özel dedektörlerce algılanabilir. Yazın çok gürültücü olurlar. Kısa mesafelerde göç ederler. 20 yıl kadar yaşarlar. Daha çok büyük uçan böcekleri, özellikle de pervane böceklerini yerler. Kırmızı listede yakın tehdit altında (NT) kategorisindedir. Ayrıca Hindistan'da yaşayan türlerine Hindistan nalburunlu yarasa denir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13587", "len_data": 1217, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.53 }
Küçük nalburunlu yarasa ("Rhinolophus hipposideros"), Türkiye'de de sıkça rastlanan bir böcek yarasası türü. Nal şeklinde burnu vardır. Boyu ortalama 4 cm, kanat açıklığı 20 cm. ağırlık 3-10 gr. arasındadır. Sırt kısımları gri-kahverengi, karın kısımları daha açık. Orta ve Güney Avrupa, Doğu Afrika, Güneydoğu Asya ve Türkiye'nin her yerinde görülürler. Ağaç bulunan açık alanlar, parklarda yaşarlar. Şehir içinde de dolaşır. Kış barınakları mağara ve kovukların yanı sıra bodrumlar, harabeler, yaz barınakları ise daha çok büyük kır evlerinin çatı altlarıdır. Kış için 11 °C'ye kadar olan ve nemli yerleri tercih ederler. Yaz barınaklarında çok sayıda birey birbirlerine belirli bir uzaklıkta dururlar. Kış barınaklarında ise (kış uykusu sırasında) az sayıda birey bir arada bulunur. Alçaktan (2–5 m) ve yavaş, kelebekler gibi uçarlar. Hava iyice karardıktan sonra ortaya çıkarlar, şafağa kadar aktiftirler. Genelde bir alan belirleyip, o alan içinde aynı rotayı izleyerek defalarca dolaşırlar ve avlarını (küçük böcekler) toplarlar. Ortalama ömrü 4-5 yılı aşmaz. Yavrularını 6-8 hafta emzirirler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13588", "len_data": 1099, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.64 }
Yellenme, tıp dilinde flatulans (Latince: "salık vermek-ince kesmek"), argoda osuruk, vücuttaki toksinleri atmanın bir yoludur. Türkçede gaz çıkarmak olarak da adlandırıldığı olur. Mide ve bağırsaklarda biriken aşırı miktardaki gazın baskı yapması sonucunda oluşur. Yaygın olarak gazla ilişkilendirilen gürültü anüs ve kıçtan kaynaklanır. Diğer türü olan vajinal gaz vajinadan havanın yayılması veya dışarı atılmasıdır. Karındaki bu basıncın yellenme ile bertaraf edilmesi kişinin basınçtan duyduğu rahatsızlığı ortadan kaldırır. Yellenme ana olarak beş çeşit gazdan oluşur; Bunlardan hidrojen ve metan yanıcı ve patlayıcıdır. Yandığı takdirde mavi renkli, güçlü bir alevi olur. Ayrıca eser miktarda (%1'den az) hidrojen sülfür (H2S) ve metil merkaptan () içerir. Kokunun nedeni de hidrojen sülfürdür. Ağzımızı her açışımızda içeri hava girer ve döngü başlar. İçeri giren hava dışarı çıkmak zorundadır. Bu durumda hava, sekiz metrelik bir sindirim tünelinden geçtikten sonra dışarı çıkabilir. Hava, önce midemize girer. Bu sırada hala sadece oksijen ve nitrojenden oluşan havanın bir kısım oksijeni burada emilir, geri kalan mideden bağırsağa geçer. Fermantasyon sonucu ortaya çıkan karbondioksit de birleşime katılır. Yellenmeye gürültülü, yüksek ve sulu sesi ile kokusunu verebilmek için bağırsaklarda protein ve karbonhidrat olması gerekir. Sindirim sırasında bakteriler fermente olup kalan besinlere saldırır. Bu sırada diğer gazlar üretilir. Lahana gibi selüloz açısından zengin besinler, fasulye, bezelye, nohut, mantar, yeşil mercimek gibi bazı yiyecekler gaz üretimini destekler. Exeter Üniversitesi araştırmacılarına göre flatulans kokusu, eğer düşük dozda ise mitokondrileri korumakta, dolayısıyla inme, kalp krizi, demans gibi birçok hastalıklı duruma iyi gelmektedir. Yüksek dozlarda ise zehirli olmaktadır. Neden. Bağırsak gazı, değişen miktarlarda eksojen kaynaklardan ve endojen kaynaklardan oluşur. Eksojen gazlar yemek yerken veya içerken yutulur veya aşırı tükürük salgılandığı zamanlarda yutma artar (mide bulantısı olduğunda veya gastroözofageal reflü hastalığının bir sonucu olarak meydana gelebilir). Endojen gazlar ya belirli gıda türlerinin sindirilmesinin bir yan ürünü olarak ya da steatorrhea sırasında olduğu gibi tamamlanmamış sindirimin sonucu olarak üretilir. Yiyeceklerin mide veya ince bağırsak tarafından tam olarak sindirilmemesine neden olan herhangi bir şey, maya tarafından fermantasyon nedeniyle malzeme kalın bağırsağa ulaştığında gaza neden olabilir veya prokaryotlar mide-bağırsak sisteminde normal veya anormal şekilde bulunur. Gaz yapan gıdalar genellikle belirli polisakkaritlerde, özellikle inulin gibi oligosakkaritler bakımından yüksektir. Bu yiyecekler arasında fasulye, mercimek, süt ürünleri, soğan, sarımsak, yeşil soğan, Pırasa, şalgam, sarı şalgam, turp, tatlı patates, patates, kaju, yerelması, yulaf, buğday ve ekmeklerdeki maya bulunur. Karnabahar, brokoli, lahana, Brüksel lahanası ve "Brassica" cinsine ait diğer turpgil sebzeler de sadece şişkinliği artırmakla kalmaz, aynı zamanda gazın keskinliğini de arttırır. Fasulyede, endojen gazlar memeliler tarafından sindirilmeye özellikle dirençli olan ancak sindirim sisteminde yaşayan mikroorganizmalar (metan üreten arkeler; "Methanobrevibacter smithii") tarafından kolayca sindirilebilen kompleks oligosakkaritlerden (karbonhidratlar) ortaya çıkıyor gibi görünmektedir. Bu oligosakkaritler ince bağırsaktan büyük ölçüde değişmeden geçerler ve kalın bağırsağa ulaştıklarında onları fermente ederek bol miktarda gaz üretirler. Aşırı veya kötü kokulu olduğunda, gaz, irritabl bağırsak sendromu, çölyak hastalığı, çölyak dışı glüten duyarlılığı veya laktoz intoleransı gibi bir sağlık bozukluğunun işareti olabilir. ibuprofen, müshiller, antifungal ilaçlar veya statinler gibi belirli ilaçlar da buna neden olabilir. Giardiasis gibi bazı enfeksiyonlar da gazla ilişkilidir. Gazın nedenlerine olan ilgi, yüksek-irtifada uçuş ve insanlı uzay uçuşu ile arttı; düşük atmosfer basıncı, sınırlı koşullar ve bu çabalara özgü stresler endişe kaynağıydı. Dağcılık alanında, yüksek irtifada gaz çıkışı olgusu ilk olarak iki yüz yıldan fazla bir süre önce kaydedildi. Kültür. Pek çok toplumda gaz çıkarma bir tabudur. Yellenme, Edo döneminde Japonya'da bir gaz savaşını tasvir eden bir sanat parşömeni olan He-gassen eserine de konu olmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13589", "len_data": 4336, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.61 }
Hava, Dünya'yı çevreleyen, çoğunluğu azot ve oksijenden oluşan, renksiz ve kokusuz bir gaz kütlesidir. Hava, tüm canlılar için hayati öneme sahiptir. Hayvanlar, bitkiler ve insanlar havasız bir ortamda yaşayamaz. Yerküreyi saran bu gaz kütlesine atmosfer adı verilir. Atmosferin kalınlığı yaklaşık 150 km'dir. Bu kalınlığın yalnızca ilk 12 km'si canlı yaşamı için elverişlidir. Yeryüzünden uzaklaştıkça hava tabakasının yoğunluğu azalır. Atmosfer, yerkürenin çevresinde düzenleyici ve koruyucu bir örtü görevi görür. Havada bulunan gazlar üç grupta incelenebilir: Bileşimi. Kuru havayı oluşturan başlıca gazlar şunlardır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13591", "len_data": 621, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.67 }
Kemiriciler veya Kemirgen (), yaşadıkları çevreye uyum bakımından çok başarılı olan bir memeli takımıdır. Alt ve üst çenelerinde ikişer tane sürekli büyüme eğiliminde olan kesici dişler bulunur ve köpek dişleri yoktur. Gözler başın her iki yanında toplandığından hem önlerini hem arkalarını aynı derecede görebilirler. Çok iyi koşar, tırmanır, sıçrar ve yüzerler. Yılda birkaç kere ve her batında 1-18 yavru doğurabilirler. Çoğu kemirici, sağlam gövdeli, kısa uzuvları ve uzun kuyrukları olan küçük hayvanlardır. Keskin kesici dişlerini yiyecekleri kemirmek, yuvaları kazmak ve kendilerini savunmak için kullanırlar. Genellikle tohum veya diğer bitki materyallerini yerler. Sosyal hayvanlardır ve birçok tür, birbirleriyle karmaşık iletişim yolları olan toplumlarda yaşar. Sınıflandırma. Filogeni. Yaşayan kemirici familyaları arası akrabalık ilişkilerini gösteren aşağıdaki kladogram, Fabre vd.'nin 2012'deki çalışmasından alınmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13596", "len_data": 935, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.71 }
Kunduzgiller (), takımına bağlı bir familya. Kuyrukları geniş ve üstten basıktır. Gözler ve kulaklar küçük, bacaklar kısadır. Uzun süre su altında kalabilirler. Familyanın mevcut tek cinsi, yalnızca iki türü içeren Castor'dur. Açıklama. İlk olarak Eosen'de ortaya çıktılar. Bazı üyeleri Pleyistosen'de ("Castoroides" ve "Trogontherium") oldukça büyük boyutlara ulaşmıştı. Morfoloji. Kunduzlar, Kuzey Yarımküre'deki en büyük kemiricileridir. Erkekler ve dişiler boyut olarak benzerdir ve dişilerin dört belirgin göğüs memesine sahip olduğu doğuma yakın dönem ve emzirme dönemi dışında dış görünümleri ile ayırt edilemezler. Kunduzların sarımsı kahverengi ila siyah kürkleri vardır ve uzun koruyucu kılları ve su dökülmesine ve yalıtımına yardımcı olan kısa alt kürkleri vardır. Düz kuyrukları yağ depolama alanı görevi görür. Ayakları beş parmaklıdır. Arka ayaklar, tımar için kullanılan her arka ayağın ikinci parmağında çift pençe ile perdelidir. Evrim. DNA kanıtları kunduzların yaşayan en yakın akrabalarının cep sincapları (Geomyidae) olduğunu gösterir. Birlikte Castoriomorpha alt takımını oluştururlar. Castor cinsinin üyelerinin geç Miyosen – Pliyosen sınırında dev kunduzlardan ayrıldığı ("Castoroides" ve "Trogontherium") düşünülüyor. Eski Dünya kunduzu 48 kromozoma sahipken Yeni Dünya kunduzu 40 kromozoma sahiptir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13603", "len_data": 1326, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4 }
Etçiller ya da yırtıcı memeliler (), memeliler sınıfına ait bir takımdır. Latince "Carnivora": "caro, carnis" (et) ve "vorare" (yutmak); yani "Et yutanlar" anlamına gelir. Ama aslında etçil beslenme takımın bütün üyeleri için en önemli beslenme değildir. Etçiller takımı iki alt takıma ayrılır: köpeğimsiler ve kedimsiler. Eski sınıflandırmalara göre karasal- ve sucul yırtıcılar iki ayrı takıma konulurdu. Günümüzün biliminde bu iki takım birleştirilmiş ve sucul yırtıcılar etçillerin köpeğimsi alt takımı içerisinde yer almıştır. Etçil ve etobur kavramları. Bu takımın bilimsel adı "Carnivora" diğer bir bilimsel terim olan "Karnivor" (etobur)'a benzemektedir. Bu iki ayrı adın anlamları karıştırılmaması gerekir. Etobur (Karnivor) bütün canlıların et ile beslenenleri için kullanılır, ama Carnivora sadece memeliler sınıfının belli bir takımıdır. Genel bilgiler. Etçiller takımının üyeleri çok çeşitlidir ve örneğin kuyruksüren ile mors gibi birbirlerine hiç benzemeyen türleri kapsar. Suda yaşayan fokgiller ve diğer sucul memeliler, karada yaşayan bütün büyük etçil memeliler ve çeşitli orta ve küçük boyda yırtıcı memeliler bu takıma aittir. Takımdaki çeşitlilik kaba ve çevik yapılı ayılardan, zarif yapılı kedilere kadar uzanır. Ölçülerin arasındaki en büyük fark, takımın en küçük üyesi olan ve sadece 35-70 gram ağırlığa varan fare gelinciği'nden ağırlığı 4 tona kadar varabilen ve en büyük memelilerden birisi olan deniz fili'nin arasındadır. Sınıflandırma. En modern sınıflandırmalarda etçiller ilk başta kedimsiler ve köpeğimsiler olarak iki alt takıma ayrılarak şu şekilde sınıflandırılırlar: Etçiller (Carnivora) ├─ ?Miacidae † ├─ Köpeğimsiler (Caniformia) │ ├─ Amphicyonidae † │ ├─ Köpekgiller (Canidae) │ └─ Arctoidea │ ├─ Ayıgiller (Ursidae) │ └─ N. N. │ ├─ Yüzgeçayaklılar (Pinnipedia) │ │ ├─ Fokgiller (Phocidae) │ │ └─ N. N. │ │ ├─ Denizaslanıgiller (Otariidae) │ │ └─ Morslar (Odobenidae) │ └─ Musteloidea │ ├─ Küçük pandalar │ └─ N. N. │ ├─ Kokarcagiller (Mephitidae) │ └─ N. N. │ ├─ Rakungiller (Procyonidae) │ └─ Sansargiller (Mustelidae) └─ Kedimsiler (Feliformia) ├─ Nimravidae † ├─ Afrika palmiye misk kedisi (Nandiniidae) └─ N. N. ├─ Misk kedisigiller (Viverridae) ├─ Kedigiller (Felidae) └─ N. N. ├─ Sırtlangiller (Hyaenidae) └─ N. N. ├─ Kuyruksürengiller (Herpestidae) └─ Madagaskar etçilleri (Eupleridae)
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13605", "len_data": 2379, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.83 }
Yüzgeçayaklılar (Pinnipedia), etçiller (Carnivora) takımının köpeğimsiler alt takımına ait, üyelerinin ayakları yüzgeç şeklinde evrimleşerek suda yaşama adapte olmuş deniz memelileridir. Yaşayan tek üyesi mors olan Odobenidae, deniz aslanlarından oluşan Otariidae ve gerçek foklardan oluşan Phocidae familyalarını barındırır. Yüzgeçayaklıların yaşayan 33 türü bulunur ve fosillerden 50'den fazla türü tanımlanmıştır. Yüzgeçayaklıların iki ayrı atadan evrimleştiği düşünülmüş olsa da, moleküler kanıtlar yüzgeçayaklıların monofiletik olduğunu yani tek bir atadan evrimleştiğini gösterir. En yakın yaşayan akrabaları ayıgiller, sansargiller, rakungiller, kokarcagiller ve kızıl pandalardır. Soylarının, en yakın akrabaları ile yaklaşık 50 milyon yıl önce (alt Eosen) ayrıldığı düşünülür. Yüzgeçayaklıların boyutları boyu 1 m ile ağırlığı 45 kg olan Baykal foku ile aynı zamanda etçiller takımının en iri üyesi olan 5 m boyunda ve 3200 kg ağırlığındaki Güney deniz fili arasında değişir. Bazı türlerinde eşeysel dimorfizm görülür. İnce, uzun ve yüzmeyi kolaylaştıran gövdeleri ile birlikte ayakları, yüzgeç veya kürek biçimini almıştır. Su içinde yunuslar kadar hızlı hareket edemeseler de daha esnek ve çeviktirler. Deniz aslanları ön yüzgeçlerini kullanarak kendilerini su içinde ileri iterek hareket ederken mors ve foklar arka yüzgeçlerini kullanırlar. Deniz aslanları ve morslar, arka yüzgeçlerini gövdelerinin altına çekerek karada yürümek için kullanırlar. Buna karşın fokların karada hareket etmesi daha zahmetlidir. Deniz aslanlarının kulakları dışarıdan görülebilirken fok ve morsların dış kulakları yoktur. Yüzgeçayaklıların duyuları oldukça gelişmiştir; görme ve işitme duyuları hem hava hem de su için uyum sağlamıştır. Yüzlerindeki kıllarda ileri derecede gelişmiş dokunsal duyu sistemi bulunur. Bazı türler oldukça derine dalabilmektedir (400 m). Derilerinin altında soğuk suda kendilerini sıcak tutacak bir yağ tabakası vardır ve mors dışında tüm türleri kürk ile kaplıdır. Her ne kadar yüzgeçayaklılar dünya üzerine yayılmışsa da türlerin çoğu Kuzey ve Güney yarımkürenin soğuk sularını tercih eder. Yaşamlarının çoğunu su içinde geçirir; karaya yalnızca çiftleşmek, doğum yapmak ve köpekbalıkları ile katil balinalar gibi avcılardan kaçmak için çıkar. Çoğunluğu balık ve deniz omurgasızları ile beslenir; ancak pars foku gibi çok az türü, penguenler ve diğer foklar gibi büyük omurgalılarla da beslenir. Morslar, dipte yaşayan yumuşakçalarla beslenme konusunda uzmanlaşmıştır. Erkek yüzgeçayaklılar tipik olarak birden fazla dişi ile çiftleşir ancak bu durum türden türe farklılık gösterir. Karada çiftleşen türler genellikle buzda ya da suda çiftleşen türlere göre daha fazla sayıda eş ile çiftleşir. Erkek yüzgeçayaklıların üreme başarısı üzerine olan stratejileri dişileri savunma, dişilerin tercih ettiği bölgeyi savunma, ritüel kur davranışları ya da toplu hâlde kur davranışı gibi çeşitlilik gösterir. Yavrular genellikle ilkbahar ve yaz aylarında doğar ve yavruları büyütme sorumluluğu tamamen dişilere aittir. Bazı türlerin dişileri anne olduklarında görece kısa bir süre için yemek yemeden yavrularını büyütürlerken diğerleri yavrularına bakarken denizde besin aramak için yanlarından ayrılırlar. Morsların yavrularını denizde büyüttükleri bilinmektedir. Yüzgeçayaklılar iletişim için oldukça çeşitli sesler çıkarırlar, bunların arasında Kaliforniya deniz aslanının köpek havlamasına benzer sesi, morsların gong sesine benzer çağrıları ve Weddell foklarının karmaşık şarkıları sayılabilir. Yüzgeçayaklıların eti, yağı ve kürkü geleneksel olarak Arktika'da yaşayan yerli halklar tarafından kullanılmıştır. Dünya üzerinde farklı kültürlerde fok tasvirlerine rastlanır. Yaygın olarak esâret altında tutulurlar ve hatta bazıları çeşitli oyunlar yapmaları için eğitilirler. Bir zamanlar ticari olarak ürünlerinden faydalanmak için acımasızca avlanan bu hayvanlar artık uluslararası yasalarla korunmaktadırlar. Japon deniz aslanı ile Karayip keşiş fokunun soyu geçen yüzyılda tükenmiş, Akdeniz foku ile Hawaii foku da Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından kritik tehlikedeki türler listesine alınmıştır. Avlanmanın yanı sıra yüzgeçayaklıların karşılaştıkları tehditler arasında balıkçı ağlarına takılma, deniz kirliliği ve yerli halklarla yaşanan çatışmalar sayılabilir. Sistematik. Alman doğa bilimci Johann Karl Wilhelm Illiger yüzgeçayaklıları ayrı bir taksonomik birim olarak tanımlayan ilk biliminsanıdır ve 1811 yılında Pinnipedia adını hem bir familyaya hem de bir takıma vermiştir. Amerikalı zoolog Joel Asaph Allen dünya üzerinde bilinen yüzgeçayaklıların sınıflandırmasını 1880 tarihli monografisinde gözden geçirmiştir. Bu eserinde isimlerin tarihçesini belirtmiş, familya ve cinslerin ayırtedilebilmesi için gereken özellikleri vermiş, Kuzey Amerika'da yaşayan türleri tanımlamış ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan türler hakkında özet bilgiler sağlamıştır. 1989 yılında Annalisa Berta ve çalışma arkadaşları sınıflandırılmamış klâd Pinnipedimorpha'nın fosil cins "Enaliarctos" ile modern yüzgeçayaklıların kardeş grup olarak içermesini önermişlerdir. Yüzgeçayaklılar Etçiller takımında ve Köpeğimsiler alt takımında yer alırlar. Günümüzde yaşayan üç familyadan Otariidae ve Odobenidae, Otarioidea üst familyasında yer alırken Phocidae familyası ise Phocoidea üst familyasında sınıflandırılır. Otariidae familyasının üyelerinin dış kulaklarının varlığı diğer yüzgeçayaklılardan ayırıcı bir özelliktir. Bu hayvanlar su içinde gelişmiş ön üyelerini kullanarak ilerlerler. Ayrıca arka üyelerini öne doğru kıvırarak karada görece daha rahat hareket edebilirler. Alın kemiklerinin ön ucu burun kemiklerinin arasından geçerek aşağı uzanır ve supraorbital foramen geniş ve düzdür. Fossa supraspinata ikincil bir tepecik ile ikiye ayrılmıştır ve bronşlar önden ayrılır. Otariidae familyasında yedi cins ve birinin soyu tükenmiş olan on altı türü sınıflandırılmaktadır. Özellikleri. Göz çukurları büyük, vücutları silindirik şekildedir. El ve ayak parmakları arasındaki yüzme derisi palet şeklini alır. Vücudun arka kısmının hareketi ile kıpırdarlar. Derinin altında kalın bir yağ tabakası vardır. Yüzde dokunma kılları vardır. Dış kulakları körelmiş ya da tümüyle yok olmuştur. Burun delikleri yüzerken kapanır. Bazı üyelerde köpekdişleri, fildişi gibi uzamıştır. Diğer deniz memelilerinden farklı olarak postlarını değiştirmek ve üremek için karaya çıkarlar. Fokların kürk değişimi için karaya çıkış dönemleri, kimi primitif kabilelerce mit konusu olmaktadır. Faroe Adalarında, fokların post değişimi yaptıkları süreçte metamorfoza uğrayıp, insanlar gibi içki içip, eğlendiklerine; değişimin ertesi günü yeniden kıyıya indiklerine inanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13607", "len_data": 6686, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.84 }
Ormancılık, ormanların ve ormanla ilişkili doğal kaynakların idaresi ağaçlandırma faaliyetleri ve bu faaliyetlerin yapılabilmesi için gerekli olan altyapı hizmetlerinin gerçekleştirildiği bir bilim dalı ve yönetim sanatıdır. Ormancılığın ana hedefi doğal kaynaklar ve hizmetlerin sürdürülebilirliğini sağlayacak sistemlerin oluşturulması ve geliştirilmesidir. Ormancılığın ana sorunsalı, toplumun ormanlardan karşılanan ihtiyaçlarının teminini sağlarken aynı zamanda orman kaynağının ve ormandan etkilenen diğer doğal kaynakların sağlıklı bir şekilde devamının sağlanabilmesidir. Ormancılığın en fazla etkileşim içinde olduğu bilim dalı, yeni orman tesis etme, mevcut ormanların bakımı ve toplum ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi bilim ve yönetim sanatı olan silvikültür bilimidir. Modern ormancılığın ilgi alanı olarak; ahşap sanayi için odun hammaddesi üretimi, kimya, gıda ve ilaç sanayi için sığla yağı, defne yaprağı, ıhlamur, keçiboynuzu, mantar vb. tali ürünler üretimi, yaban hayatı, kaliteli içme suyu temini, doğal peyzajın korunması, rekreasyon, biyolojik çeşitlilik yönetimi, havza amenajmanı, erozyon kontrolü ve atmosferik karbondioksitin depolanması gibi konular sayılabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13611", "len_data": 1193, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.8 }
Zağanos Mehmed Paşa veya Zağan Paşa (, ; – 1469), Fatih Sultan Mehmed döneminde sadrazam ve kaptan-ı derya olarak görev yapan Osmanlı askeri komutanı ve devlet adamıydı. Aslen Hristiyan olan Zağanos Paşa, devşirme sistemi ile Osmanlı hizmetine alınarak Müslüman oldu ve Yeniçeri Ocağı'nda hızla yükseldi. II. Mehmed’in en güvendiği komutanlardan biri haline gelerek, hem askeri hem de siyasi alanda etkili bir rol oynadı. Aynı zamanda sultanın lalası olarak görev yaptı. Rakibi olan önceki sadrazam Çandarlı Halil Paşa'yı İstanbul'un Fethi sırasında saf dışı bıraktı ve Osmanlı yönetiminde daha da güçlendi. 1453'te sadrazam olan Zağanos Paşa, Belgrad Kuşatması'ndaki başarısızlığından sonra, 1456'da görevinden alındı. 1463 ile 1466 yılları arasında kaptan-ı derya olarak görev yaptı ve 1466'da Makedonya'nın Teselya valisi oldu. 1467'de Trabzon sancakbeyi olarak görev yaptı. Hayatı. . Bazı kaynaklar, İskender Bey veya Hamza Kastrioti gibi Hristiyan Arnavut kökenli olduğundan bahseder. Denizcilikte gözetleme için "zağanos" (keskin görüşlü, yırtıcı bir kuş) kullandığı için "zağanos" lakabıyla anılmıştır. Eğitimini Edirne Sarayı Enderun'da yapmıştır. Eğitiminden sonra ümera sınıfına dâhil olmuştur. II. Murad, oğlu ve veliahtı olan Şehzade Mehmed'i Manisa sancakbeyi olarak gönderince önce Nişancı Mehmet Bey onun lalası olarak görevlendirilmiş ve çok geçmeden Zağanos Paşa'ya lalalık görevi verilmiştir ve Aralık 1449'da Saruca Kasım Paşa lalalık görevine atanmasına kadar bu görevi sürdürmüştür. 1443'te Şehzade Mehmed Edirne'ye çağrıldığı zaman Zağanos Paşa'ya vezirlik görevi verilmiştir. 1444'te ikinci zevce olarak II. Murad'in kızı ve Şehzade Mehmed'in ablası Fatma Sultan ile nikâhlanmış ve "Damat" olarak anılmaya başlanmıştır. 1446'da vezirlikten azledilip Gelibolu sancakbeyi ve donanma komutanı olmuştur. Bir iddiaya göre, Sultan II. Murat tarafından sürgün edilmiştir, 1444-1452 yılları arasında Balıkesir'de sürgün hayatı yaşamıştır. 1451'de babası olan II. Murat ölünce II. Mehmed'in ikinci defa padişahlığa çıkması üzerine Edirne'ye dönmüş ve ikinci vezir tayin edilmiştir. İstanbul'un fethi sürecinde önemli görevler yüklenmiştir. İstanbul'un fethi öncesinde Rumeli Hisarı'nı yaptırmış, İstanbul Kuşatması'nın en ateşli savunucularından olmuştur. Rumeli Hisarı'ndaki 3 kulenin biri Halil Paşa, biri Sarıca Paşa, diğer güneydekine ise Zağanos Paşa adı verilerek Rumeli Hisarı'nın yapımı sonrası diğer 2 paşa ile birlikte padişahça onurlandırılmıştır. Dehası ile Osmanlı donanmasının kara yolu ile Kasımpaşa'ya indirilmesini sağlamıştır. Bununla birlikte Ulubatlı Hasan'ın kendi komuta ettiği birlikte bulunduğu ve askerlerinin emri altındaki tünelci ve istihkamcılarının büyük yararlılıklar gösterdiği bilinmektedir. İstanbul'un fethi'nden sonra azledilerek idam edilen Çandarlı Halil Paşa'nın yerine vezir-i azamlığa getirilmiştir. Ancak 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet ile birlikte sefere çıkan Zağanos Paşa ve Osmanlı ordusu, Belgrad Kuşatması'nda Sırbistan'ın her yanını fethetmesine karşın şehri alamayıp; şehri savunan János Hunyadi komutasındaki Macar ordusu ve Haçlı birliklerine yenilmiş ve ağır kayıplar neticesi kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmıştır. Bu başarısızlığın en büyük sorumlusu olarak Zağanos Paşa gösterilmiş ve Vezir-i Azamlıktan alınmıştır. Kızı sultanın hareminden dışlanmış ve her ikisi de Balıkesir'e sürgün gönderilmiştir. Balıkesir'e yerleşen Zağanos Paşa, vakıflar kurmuş cami, medrese, hamam yaptırmış ve şehrin çehresini değiştirmiştir. Bundan sonraki hayat hikâyesi ise tam net değildir. Bir anlatıma göre; 1459'da ise Balıkesir'den geri çağrılmıştır. 1463'te gelişmeye başlayan Osmanlı Donanması'nın başına Kaptan-ı Derya olarak getirilmiştir. 1466 yılında ise Teselya ve Makedonya'ya vali olarak atanmıştır. Hakkındaki bir başka iddiaya göre ise; 1461 yılında Trabzon'un fethine katılmıştır. Trabzon'un fethi esnasında Prenses Anna ile evlenmiştir. 1467-1469 yılları arasında ise Trabzon'da sancak beyliği yapmıştır. Diğer bir iddia ise 1461'de Trabzon'un fethi sonrası 1462 yılında Balıkesir'de vefat ettiği yönündedir. İstanbul'un fethinde, gemilerin karadan yürütülmesini sağlayan Türkmen tahta işçilerinin de Balıkesir'e yerleşmesine önayak olmuş ve Tahtacılar adı verilen Türkmen Kültürü'nün oluşmasında pay sahibi olmuştur. Vakfının faaliyetleri Cumhuriyet Dönemi'ne kadar sürmüş, bu dönemde vakfın mütevellisi olan (torunlarından) Aslıer Ailesi tarafından, sahiplik ve imtiyaz hakları Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne devredilmiştir. Zağanos sözcüğünün etimolojisi. Yaygın olarak bilinen kanı; "os" sözcüğünün Rumca"da "bey" anlamına geldiği, Rumeli Beylerbeyi iken yöre halkı tarafından "şahan-zahan (şahin)" kelimeleri ile birleştirilip "Zağanos" olarak okunduğudur (atalarından Evrenos Bey gibi). Halil Ethem Eldem'e göre Zağanos sözcüğü bir çeşit şahin anlamında olup, Farsça zağan sözcüğünden Osmanlıcaya geçmiştir. Mahmut Goloğlu ise Trabzon Rumcası’nda "martı" anlamına gelen zinos sözcüğüne bağlayıp, kaynak göstermeden sözcüğün eski Türkçe olduğunu iddia etmiştir. Modern Türkçe sözlükte zağanos “bir cins doğan” olarak geçmekle birlikte, hangi dilden ödünç alındığı belirtilmemektedir. Farsça şahin sözcüğünün Rum ağzında bozulduktan sonra Türkçeye geçmiş formu olmalıdır. Zağanos sözcüğünün Trabzon'da yengeç anlamında kullanılan zağana sözcüğü ile alakalı olabileceği akla gelebilir ki bu sözcük aynı zamanda yörede aksak yürüyen kişilere takılan bir lakaptır ama Paşa'nın adı Trabzon'un Fethi'nden öncesine dayanıyorsa bu önerme geçersizdir. Ayrıca Hun İmparatorunun büyük oğlunun da adıdır. Eserleri. Zağanos Mehmet Paşa Balıkesir'de kendi ismini taşıyan Zağanos Paşa Camii'ni yaptırmıştır ve eşi Fatma Sultan ve kendisi bu caminin avlusunda bulunan türbede defnedilmiştir. Bundan başka yine Balıkesir'de camiye ek imaret, medrese yaptırmıştır. Bursa'da camii, mektep ve köprü; Edirne'de mescit ve Tokat'ta kütüphane yaptırmıştır. Kaynakça. DipnotAlıntı
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13621", "len_data": 5930, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.44 }
Hava durumu ya da kısaca hava, yaşam ve insan aktiviteleri üzerindeki etkisini de göz önüne almak koşuluyla atmosferin belirli bir anda, belirli bir bölgedeki hali. Bazen çoğul olarak "havalar" şeklinde kullanılır. Hava durumu kavramı ile genellikle uzun dönemde gerçekleşen yani iklimsel değişimler değil, atmosferdeki kısa dönemde gerçekleşen değişimler kastedilir. Gökyüzünün görüş, bulutluluk, nem, yağış, sıcaklık ve rüzgâr durumu gibi çeşitli özelliklerini ifade eder. Hava tahmin ve raporları. Belirli bir bölgedeki mevcut hava durumu hava raporu, gelecekte beklenen durumlar ise hava tahmini şeklinde, ilgili meteoroloji otoriteleri tarafından yayımlanır. Nedenler. Dünya üzerindeki rüzgar, bulut, yağmur, kar, sis ve toz fırtınaları olağan hava olaylarıdır. Hortumlar, kasırgalar, tayfunlar ve kar fırtınaları gibi doğal afetler daha az görülen nadir olaylardır. Neredeyse tüm tanıdık hava olayları troposferde (atmosferin alt kısmı) oluşurr. Hava durumu stratosferde oluşur ve troposferin alt kısımlarında hava durumunu etkileyebilir ama kesin mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır. Hava, öncelikle hava basıncı, sıcaklık ve nem bir yerden diğerine farklılıklar nedeniyle oluşur. Bu farklılıklar, tropik bölgelerden enleme göre değişen herhangi bir noktadaki güneş açısı nedeniyle oluşabilir. Başka deyişle, tropik bölgelerden ne kadar uzaksa, güneş açısı o kadar azdır, bu ise güneş ışığının daha büyük yüzeye yayılması nedeniyle bu yerlerin daha soğuk olmasına neden olur. Kutup ve tropik hava arasındaki güçlü sıcaklık zıtlığı, büyük ölçekli atmosferik dolaşım hücrelerine ve jet akışına neden olur. Ekstratropikal siklonlar gibi orta enlemlerdeki hava durumu sistemleri, jet akışı'nın dengesizliklerinden kaynaklanır. Tropik bölgelerdeki musonlar veya düzenli gök gürültülü fırtına sistemleri gibi hava sistemlerine farklı süreçler neden olur. Dünyanın ekseni yörünge düzlemine göre eğik olduğundan, güneş ışığı yılın farklı zamanlarında farklı açılarda gelir. Haziran ayında Kuzey Yarımküre güneş'e doğru eğilir, bu nedenle herhangi bir Kuzey Yarımküre enleminde güneş ışığı aralık ayına göre o noktaya daha doğrudan düşer. Bu etki mevsimlere neden olur. Binlerce ila yüz binlerce yıl boyunca, Dünya'nın yörünge parametrelerindeki değişiklikler, Dünya tarafından alınan güneş enerjisi miktarını ve dağılımını ve uzun vadeli iklimi etkiler. (Bkz. Milankoviç döngüsü). Güneşin düzensiz olarak Dünya'yı ısıtması (sıcaklık ve nem gradyan bölgelerinin oluşumu veya frontogenesis), bulutluluk ve yağış şeklinde havanın kendisinden de kaynaklanabilir. Adyabatik geçiş hızı oluşturan daha yüksek yüzey sıcaklıklar ve radyasyonla ısınmanın sonucunda yüksek rakımlar genellikle alçak rakımlardan daha soğuktur. Bazı durumlarda sıcaklık aslında rakımla birlikte artar. Bu hadiseye sıcaklık terselmesi denir ve dağ zirvelerinin aşağı vadilerden daha sıcak olmasına neden olabilir. Bu terslikler sis oluşturabilir ve genellikle gök gürültülü fırtına gelişimini bastıran bir sınır görevi görür. Yerel ölçeklerde, farklı yüzeylerin (okyanuslar, ormanlar, buz tabakaları veya insan yapımı nesneler) yansıtma, pürüzlülük veya nem içeriği gibi farklı fiziksel özellikleri olduğundan sıcaklıkta farklılıklar oluşabilir. Yüzey sıcaklık farkları da basınç farklarına neden olur. Sıcak yüzey, üzerindeki havayı ısıtarak genleşmesine neden olarak yoğunluğu ve oluşan yüzey hava basıncını düşürür. Oluşan yatay basınç gradyanı havayı daha yüksek basınç bölgelerinden daha alçak basınç bölgelerine doğru hareket ettirerek rüzgar oluşturur ve ardından Dünya'nın dönüşü Coriolis etkisi nedeniyle bu hava akışını saptırır. Bu şekilde oluşan basit sistemler daha karmaşık sistemler ve dolayısıyla diğer hava olaylarını oluşturmak için acil davranış gösterebilir. Büyük ölçekli örneklere Hadley hücresi, daha küçüklerine ise kıyı meltemleri örnek verilebilir. Atmosfer kaotik bir sistem'dir. Sonuçta, sistemin bir parçasındaki küçük değişiklikler birikebilir ve büyüyerek sistemin tamamı üzerinde büyük etkilere neden olabilir. Bu atmosferik düzensizlik, hava tahminini gelgitlerden veya çeşitli tutulmalardan daha az tahmin edilebilir yapar. Hava durumunu birkaç günden daha öncesine doğru bir şekilde tahmin etmek zor olsa da, hava tahmincileri meteorolojik araştırma yoluyla bu sınırı genişletmek ve hava tahminindeki mevcut metodolojileri geliştirmek için sürekli çalışırlar. Ancak, gelişmiş tahmin becerisi için üst sınırı zorlamak, yaklaşık iki haftadan daha uzun bir süre öncesinden günlük tahminler yapmak teorik olarak imkansızdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13622", "len_data": 4528, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.28 }
Zilkale ya da asıl adıyla Zirkale, Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi sınırlarında, Fırtına Deresi Vadisi’nde yer alan, ilk inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen bir kaledir. 14. veya 15. yüzyılda inşa edilen kale, 1800'lü yılların sonuna kadar kullanılmıştır. Sekiz burç ve bir gözetleme kulesinden oluşur. Savunma hendeği durumundaki Zil deresine merdivenle inilir. Kale, 1. derece arkeolojik sit alanı içerisindedir. Konumu. Çamlıhemşin ilçesinin 12km güneyinde, Avup Dağı'nın üzerinde konumlanmıştır. Kalenin, üzerinde inşa edildiği sarp kaya kütlesi, denizden 750, dere yatağından ise yaklaşık 100 m. yüksektedir. Tarihçe. Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen kale, Britanyalı tarihçi Anthony Bryer'ın tahminine göre Trabzon İmparatorluğu döneminde bizzat merkezi yönetimce ya da İmparatorluğa bağlı yerli derebeyleri (mesela Zil Kale için Hemşin derebeyi Arhakel) tarafından yapılmış olmalıdır. "Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası" adlı eseriyle tanına Bıjışkyan “"Kayalığın üzerinde bulunan ve Zilkale denilen eski bir kalenin içinde insana şaşkınlık veren kemerli binalar ve büyük bir kule vardır. Kalenin alt ucu, tepelerin üzerinde başka kalelere ve eski bir kilise kalıntıları bulunan Fırtına Deresi’ne kadar uzanır"” diyerek gözlemlerini anlatmış; ancak, kale tarihi hakkında bilgi vermemiştir. Asıl adı "Aşağı Kale" anlamına "Zir kale" iken halkın ağzında "Zil Kale" halini almıştır. Kale, aynı yörede bulunan Varoş Kale ve Pazar Kalesi ile ilk bakışta aynı elden çıkmış ve aynı amaçla yapılmış izlenimi verir. Bayburt’a ulaşan önemli bir Orta Çağ kervan yolu üzerinde güvenliği sağlayan kale, Cenevizliler başta olmak üzere Rumlar ve Osmanlılar tarafından 1800'lü yılların sonuna kadar kullanıldı. 1871 tarihli Trabzon vilayeti salnamesinde yörede "Kale-i Bala" ve Zir namlarında iki harap kale bulunduğu belirtilmiştir. 1979 yılında kalede bulunan 26 cm uzunluk ve 4-4 ½ cm çapında pirinç döküm iki el topu Trabzon Müzesi'ne getirilerek 440 (79-1-1) ve 441 (79-1-2) no.lar ile envantere kayıt edilmiştir. Kale, 2008-2010 arasında restorasyon gördü. Restorasyondan sonra turistik bir cazibe kazanmıştır. 2013 yılında piyanist Tuluyhan Uğurlu'nun verdiği konser, yapının bilinirliğini artırmıştır. Yapısı. Kale, dış surlar, orta surlar ve iç kaleden meydana gelir. Kuzey batı yönündeki patika ile dış suların kapısına ulaşılır. Orta kale içerisinde üç önemli yapı vardır: muhafız binası, şapel ve baş kule. Dört katlı olduğu anlaşılan kulenin ahşap olan iç konstrüksiyonun çürüyüp yok olduğu düşünülür. Bryer'a göre kuzey duvarına bitişik dörtgen apsidli oda bir şapeldir. Kulenin üstü teras şeklindedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13624", "len_data": 2612, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Eski Dünya kunduzu ("Castor fiber"), Avrupa kunduzu olarak da bilinir, kunduzgiller (Castoridae) familyasından vücudu yüzmeye uyum sağlamış, su civarında yaşayan bir kemirici türü. Özellikleri. Kunduz, Avrupa'nın en büyük kemirgenidir, arka ayak parmaklarının arasında palet gibi bir yüzme derisi gelişmiştir. Postları gri renkli, sık ve yumuşak kıllar ile daha uzun yapılı kahverengi, oldukça sert kıllardan oluşmuştur. Kulakları ve gözleri küçüktür. Gözlerinde üçüncü bir perde vardır. Kulakları ve burunlarında da su kaçmasını önleyen kapaklar vardır. Kesicidişleri portakal renginde olabilir ve 12 cm.'ye varabilir. Boyları 75–100 cm., dümen görevi yapmak üzere yassılaşmış kuyrukları 30–40 cm. kadar olur, ağırlıkları 13–30 kg. arasında değişir. Yaşam alanı. Daha çok kayın, kavak ve kızılağaç gibi yumuşak oduna sahip ağaçların bulunduğu suların civarında yaşar, suyun sakin ve yavaş aktığı yerleri tercih ederler. Dağılımı. Eskiden Avrupa'nın tamamından Orta Asya'ya kadar yaygın iken bugün Avrupa'da bölge bölge kalmıştır. Türkiye'de soyu tükenmiş olabilir. Geçmişte Fırat, Yukarı Kızılırmak, Ceyhan ve Kahramanmaraş yakınında Körsulu Çayı dolaylarında yakalanmış ya da görülmüşlerdi Yuva yapma. Kunduzların yuvaları ortada tünellerle ulaşılan bir yaşama odasının bulunduğu bir galeri şeklindedir ve yerden 1.5 metre kadar yüksekliğe ulaşır. Dal ve çamurlarla inşa edilen bu yuvalar bir insanın ağırlığını taşıyabilecek kadar sağlamdır. Birçok galeri aracılığıyla yuvaların su yüzeyinin altıyla bağlantısı sağlanmıştır ve bir havalandırma bacası da yukarıya açılır. Yaşam şekli. Genellikle gece işlektirler, çok ürkektirler. Tehlike sırasında kuyruklarını suya vururlar. Nadiren homurtu, tıslama, çığlık gibi sesler çıkarırlar. Derelere, 30–60 cm. yüksekliğinde yuvalarını korumaya yönelik bentler yaparlar. Güçlü dişleriyle bir ağacı kemirmek suretiyle devirirler. 8 cm. çapındaki bir ağacı yere (su yüzeyine) yıkmaları en fazla 5 dakika sürer. Daha büyük ağaçlar için, günler, haftalar boyunca ve birkaç birey birlikte çalışırlar. 80 cm. çapında bir ağacı dahi devirebilirler. Baraj yapmaktaki amaçları insanlarınkinden pek de farklı değildir. Su düzeyini ve akışını düzenlemeye çalışırlar. Erkek ve dişi bir yaşama alanı belirleyerek birlikte yaşar. Kış uykusu yoktur. Kışı dinlenme odalarında geçirirler. Beslenme. Kemirmeye uygun dalları suyun dibine taşırlar. Burada görece soğukta saklanan dallar tazeliğini koruyarak kışlık gereksinimlerini karşılar. Bazen buzları delerek besin aradıkları da olur. Ağızlarında boğazlarına su kaçmasını engelleyen bir deri tabakasını (salgılanan bir maddeyle) mühürlemek suretiyle sualtında da su yutmaksızın kemirebilirler. Sadece bitkilerle beslenirler. Otlar, yapraklar, yumuşak ve ince dallar, ağaç kabuklarını tercih ederler. Ömrü. Ortalama 35-50 yıl yaşarlar. Üreme. Gebelik 15 hafta sürer. Bu süre sonunda 1-5 yavru, gözleri açık ve kürklü olarak doğar. Birkaç günlükken yüzmeyi ve dalmayı becerirler. 2 ay kadar emzirilen yavrular, 2-3, bazen 4 yaşına kadar anne ve babasıyla yaşar. Daha sonra aile kurmak üzere yuvadan ayrılırlar. Korunma durumu. Kırmızı listede R/Ex statüsündedir. Eskiden yaşadıkları pek çok bölgede soyları tükenmiş, yaşadıkları yerlerde de birbirinden kopuk populasyonlar halinde varlıklarını sürdürmektedirler. Avlanma (kürkleri için), çevre bozulması gibi etkenlerin tehdidi altındadırlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13627", "len_data": 3370, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.54 }
Vartavar (, Hemşince: "Vartevor" veya "Behur") Ermenistan ile Türkiye'nin Doğu Karadeniz bölgesinde kutlanan bir festivaldir. Türkiye'de Rize'nin Çamlıhemşin ve Hemşin ilçelerinin yüksek kesimlerinde yaşayan bir halk olan Hemşinliler tarafından Temmuz ve Ağustos ayları içerisinde köyden köye değişen tarihlerde, dinlenmek ve eğlenmek amacıyla yapılan ve Trabzon'da yayılan derneklerden farklı olarak, herkesin değil de daha çok genç kız ve erkeklerin horon edip diğerlerinin seyretmesi ile kutlanan bir yayla şenliğidir. Etimoloji. Vartavar isminin kökeni Ermenice "varth" "gül" ile "var" “ışık saçan" kelimelerine dayanmaktadır. Tarihçe. Anadolu'nun Hristiyanlaşmasından önceki pagan inançlarından birisi olan, hasat zamanı kutlamalarının dini motiflerle zenginleştirilmiş bir versiyonu olarak varlığını yakın zamanlara kadar sürdürmüş ve İslamlaşmadan sonra da bir eğlence ve genç kız ve erkeklerin, gelecekteki eşlerini bulmaları ve tanımaları amacına hizmet eden şarkılı, horonlu bir şenlik olarak günümüze dek gelmiş olmalıdır. Ermeni inancında Nuh Tufanı'ndan sonra, Nuh gemiden inerken son bir kez yağmur yağar ve hayat yeniden başlar. Hristiyanlıkla birlikte bu şenlik İsa'nın suret değişmesi (Ermenice Baydzara-gerbutyun Diarn, 22 Temmuz) yortusuyla birleştirilmiştir. Kitâb-ı Mukaddes'e göre İsa'nın üç havarisiyle çıktığı dağda, yüzü güneş gibi parlar, etrafında Musa ve İlyas belirir ve Tanrı "Sevgili oğlum budur," der. Ermeniler Vartavar'ı etrafı güllerle süsleyerek ve birbirlerini su ile ıslatarak kutlarlar. Hemşinliler dışında bazı Müslüman Kürt topluluklar da kuzuların sütten kesilme zamanını (7 Ağustos) Vartivor adı altında kutlamaktadırlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13629", "len_data": 1664, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.89 }
Bulut, serbest bir hava kütlesinde toplanmış, gözle görülebilir su damlacıkları, buz kristalleri veya her ikisinin karışımından oluşan yapıdır. Bulutlar yer seviyesinden yüksekte bulunur. Yer seviyesinde oluşan sığ bulut katmanları ise "sis" olarak adlandırılır. Atmosferde yoğunlaşan su buharı küçük su damlacıklarını ve genellikle 0,01 mm çapındaki buz kristallerini meydana getirir. Milyarlarca damlacık ve kristal bir arada bulut denilen yapıyı oluşturur. Bulutlar tüm görünür dalga boyutlarını yansıtır. Genellikle beyazdır ancak gri veya siyah olarak da görünebilirler. Gri ya da siyah görünmelerinin sebebi, kalınlıkları nedeniyle güneş ışığının geçmesine izin vermemeleridir. Adlandırma. Bulutlar görünüşlerine göre adlandırılırken başlıca dört Latince kökenli kelime ve bunlardan türetilmiş ekler kullanılır: Bunlar haricinde kullanılan bir diğer önek olan alto- Latince "altus" "yüksek" sözcüğünden gelmesine rağmen adında alto bulunan bulutlar genellikle orta seviye bulutlarıdır. Başlıca bulut tipleri. Bulutlar deniz seviyesinden yüksekliklerine göre "yüksek", "orta" ve "alçak derece bulutları" olmak üzere 3 ana gruba ayrılırlar. Yaygın sınıflandırma şöyledir: Bulutlar fiziksel özelliklere göre sınıflandırılırlar. Başlıca on adet bulut tipi vardır: stratüs, kümülüs, stratokümülüs, kümülonimbüs,altostratüs, nimbostratüs, altokümülüs, sirrostratüs, sirrokümülüs ve sirrüs. Stratüs: Bulutlardan en alçakta bulunan tür stratüstür. Genellikle geniş bir alana yayılan stratüsler gri tonlarda olur. Bu bulutlara deniz kıyılarında ve dağ eteklerinde sık rastlayabilirsiniz. Çiselemeye neden olan stratüsler, atmosferin yere yakın bir katmanının soğumasıyla oluşur. Kümülüs: Kümülüs de alçakta bulunan bir bulut türüdür. Kümülüsler çok soğuk havalarda buz kristalleri bulundurabilir. Bu yoğun bulutların beyaz renkli üst kısmı karnabahara benzetilir. Alt kısımları daha koyu renkli olabilir. Küme, kubbe ya da kule benzeri şekiller alarak büyür ve yağışlara neden olurlar. Atmosferin yere yakın katmanlarında havanın soğumasıyla oluşurlar. Stratokümülüs: Gri tonlarda ya da beyaz, katmanlı ve yuvarlak kütlelerden oluşan bu bulutlar genellikle yağışa neden olmazlar. Kümülüsler yayılıp bu bulutları oluşturabilir. Kümülonimbüs: Bu bulut da alçak bulut cinslerinden. Koyu renkli ve büyük olmaları bu bulutların en belirgin iki özelliği. Biçimi sürekli değişen bu bulutlar, yukarı doğru büyüdüğü için alçak bulut seviyesinden yüksek bulut seviyesine kadar uzanır. Kümülüslerin yukarı doğru genişlemesiyle oluşabilir ve sağanak yağışlara neden olabilir. Altostratüs: Orta yükseklikteki bulut cinslerinden biridir. Bu bulutlar gökyüzünün büyük bir bölümünü kaplar ve gri ya da mavi tonda olur. Tabakalar hâlindeki, çizgili yapıdaki altostratüsler hafif bir yağmura ya da kara neden olur. Geniş bir alana yayılmış hava katmanının yavaş yavaş yükselmesiyle veya nimbostratüslerin incelmesiyle oluşurlar. Nimbostratüs: Orta yükseklikteki bulut cinslerindendir. Bu gri bulutlar Güneş'i örtüp kaplamasıyla bilinir. Bu bulut türü de yukarıya doğru büyür ve alçak bulut seviyesinden yüksek bulut seviyesine kadar uzanır. Sürekli yağan yağmura ya da kara neden olmasıyla öne çıkar. Altostratüslerin kalınlaşmasıyla oluşur. Altokümülüs: Bir diğer orta yükseklikteki bulut türü ise altokümülüstür. Bu bulutlar gri tonlarında ya da beyaz olur. Katmanlı, parçalı bir görünümüne sahip olan altokümülüsler sıcak havalarda bir fırtınaya işaret edebilir. Geniş bir hava kütlesinin yükselerek soğumasıyla oluşabilirler. Sirrostratüs: Yüksek bulut cinslerinden bu bulut saydam, ince bir tabakada gibi görünür. Bu bulutlar gökyüzünde her yeri kaplayabilir. Güneş ya da Ay etrafında hale oluşturabilir. Sirrokümülüs: Bu bulut da yüksek bulutlardan biri. Altokümülüs bulutuyla karıştırılabilen bu bulut tamamen beyaz olmasıyla ondan ayrılır. İnce ve parçalı olan bu bulutlar açık havanın habercisidir. Altokümülüs parçalarının küçülüp yükselmesiyle oluşabilirler. Sirrus: En yüksekte bulunan bulut cinslerinden biridir. İnce, lifli ya da parçalı bir görünümüne sahip olan bu bulutlar beyaz olur. Açık havada görülür. Sirrostratüslerin değişime uğramasıyla oluşurlar. Yağmur Nasıl Yağar? Gökyüzünde yükseklere çıkıldıkça hava soğuduğundan havadaki su buharı yoğunlaşır ve küçük damlacıkları oluşturur. Damlacıklar bir araya gelerek bulutları oluşturur. Bulutların içindeki küçük damlacıklar bir araya geldikçe büyür ve yağmur damlalarını oluştururlar. Damlalar büyüyüp ağırlaştıkça yer çekiminin etkisiyle artık bulutta duramaz ve yağmur olarak yağar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13633", "len_data": 4536, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.48 }
Sakin Ol, Zhang Yimou’nun 1997 yapımı filmi. Yimou'nun Gong Li’siz ilk filmi olan Sakin Ol'un orijinal adının tam çevirisi: “Söyleyecek bir şeyin varsa güzelce söyle.” Âşık olduğu kadının iş arkadaşları tarafından hırpalanmasına tanık olan bir adamın yaşamı üstüne kurulu çağdaş bir komedi olan film, Pekin'i yaşamak ve yaşatmak için kentin o eşine az rastlanır çekicilikteki atmosferine gerçekçi ve zevk aşılayan bir şekilde yaklaşmaktadır. Öykü, anlaşılmak konusunda zorluk çıkarmamasının yanında, büyüleyici atmosferi, karmaşık duruşu ile izleyicinin bilincini açık tutmaya zorlar. Evler, dekorlar, lokantalar ve duvar resimleri yöresel ve otantik olanın çekiciliğini yansıtır. Konuşmalar ve değişen durumlarla yeni boyutlara uzanan öykü, bu akış süreci içinde ilginçliğini yitirmez. Filmin önceki Yimou filmleriyle olan en önemli farkları sınır tanımayan kamera devinimleri ve serbest bırakılmış, doğaçlama izlenimi uyandıran oyuncu yönetimidir. Ve Yimou'nun sıradan karakterleri sıra dışı durumlarla sosyal ve karakteristik değişimlere uğratma anlayışı, özellikle entelektüel izleyiciyi büyüleyen bir başkalaştırma eylemi olarak Sakin Ol'da da güçlü bir biçimde kullanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13636", "len_data": 1178, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.57 }
Anadolu gelengisi (Spermophilus xanthophrymnus), Anadolu yer sincabı veya Anadolu tarla sincabı Sciuridae familyasının Marmotini oymağından Spermophilus cinsine bağlı bir kemirgen türüdür. Ermenistan, İran ve Türkiye'de bulunur. Bilimsel adı kabaca “alt kısımları sarı olan tohum sever” olarak çevrilebilir. Açıklama. Diğer birçok yer sincabı gibi, Anadolu gelengisi türü de yuvarlak bir gövdeye ve başa, kısa bacaklara ve kuyruğa sahiptir. Toplam uzunluğu 25 ila 29 santimetre (9,8 ila 11,4 inç) ve ağırlığı 235 ila 490 gram (8,3 ila 17,3 oz) olan erkekler, 23 ila 28 santimetre (9,1 ila 11,0 inç) ve 170 ila 410 gram (6,0 ila 14,5 oz) olan dişilerden belirgin şekilde daha büyüktür. Kuyruk 3 ila 6 santimetre (1,2 ila 2,4 inç) uzunluğundadır. Kürkü vücudun büyük bölümünde aynı renktedir ve Avrupa gelengisi gibi komşu türlerde bulunan daha koyu işaretlere sahip değildir. Anadolu gelengileri tipik olarak devetüyü rengindedir, ancak grimsi ile koyu kahverengi arasında değişebilir. Alt taraf ve uzuvlar vücudun geri kalanından biraz daha soluktur ve genellikle sarımsı renktedir. Tek belirgin işaretler gözlerin etrafındaki dar beyaz halkalar ile çene ve boğazdaki beyaz yamadır. Dişilerin sekiz ya da on adet meme başı vardır ve her iki cinsiyette de koku üreten anal bezler bulunur. Dağılım, habitat ve diyet. Anadolu gelengileri Türkiye'de İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgesinde bulunur ve yayılış alanlarının en doğu ucunda İran ve Ermenistan'a kadar uzanır. Akdeniz Bölgesinin Antalya ve Çukurova ovası bölgelerinde de küçük, izole popülasyonlar tespit edilmiştir, ancak tür bunun dışında kıyıya yakın bölgelerde ve Avrupa tarafında bulunmamaktadır. Bozkırda ve alpin çayırlarda, 800 ila 2.900 metre (2.600 ila 9.500 ft) yükseklik arasında yaşarlar. Anadolu gelengisinin sırasıyla kuzeybatı yaylalarında ve Anadolu'nun orta ovalarında yaşayan iki alt türü daha önce tanınmış olsa da, farklı kimliklerini destekleyecek çok az bilimsel kanıt var gibi görünmektedir. Evcilleştirilmiş bitkilerin yanı sıra öncelikle pıtrak, devedikeni, çobançantası, hardal bitkisi, yabani soğan, veronica ve yabani tahıllar gibi dayanıklı bitkilerin tohumları, yaprakları ve sürgünleriyle beslenirler. Öncelikle otçul olmalarına rağmen, küçük omurgasızları da yiyebilirler. Tercih ettikleri yaşam alanının nispeten kurak olması nedeniyle, nadiren de olsa serbest su içerler ve tüm ihtiyaçlarını beslenmelerinden karşılarlar. Doğal yırtıcıları arasında puhu kuşları, şahinler, doğanlar ve kızıl tilkiler bulunur. Davranışları. Anadolu gelengileri, kış boyunca kış uykusuna yatan, günlük yaşayan, yuva yapan hayvanlardır. Normal yuvaları yaklaşık 21 ila 57 santimetre (8,3 ila 22,4 inç) derinliğinde basit tünellerdir. Bununla birlikte, yuvalama veya kış uykusu için kullanılan yuvalar 219 santimetre (86 inç) kadar derin olabilir ve ek girişlere ve derin yuvalama ve yiyecek depolama odalarına sahip olabilir. Kesin zamanlama yerel iklime bağlı olsa da, genellikle Eylül'den Mart'a kadar kış uykusuna yatarlar. Anadolu gelengilerinde kış uykusu, vücut sıcaklığının 10 santigrat derece veya daha fazla düştüğü ve kısa süreli uyanma dönemleriyle ayrılan, birkaç haftaya kadar süren uyuşukluk nöbetlerinden oluşur. Üreme. Anadolu gelengileri Mart veya Nisan aylarında kış uykusundan çıktıktan kısa bir süre sonra yeraltında çiftleşir. Çiftleşme mevsimi boyunca erkekler birkaç dişi arasında seyahat eder ve eşlere erişmek için birbirleriyle kavga edebilirler. Dişiler her yıl üç ila dokuz (çoğunlukla dört veya beş) yavrudan oluşan tek bir yavru üretir ve gebelik yaklaşık 25 gün sürer. Yavrular kör ve tüysüz doğar, 5 ila 7 gram (0,18 ila 0,25 oz) ağırlığındadır. Tüyler 15. günde belirmeye başlar ve gözler 22-25. günlerde açılır. Dört haftalık olduklarında yuvadan çıkmaya başlarlar ve yedi hafta içinde tamamen sütten kesilirler. Evrimleşme. Anadolu gelengilerinin fosilleri erken Pleistosen'den bilinmektedir ve Sakız Adası'na kadar batıdan bazı örnekler içermektedir, bu da türün eskiden bugünkünden daha geniş bir dağılıma sahip olduğunu düşündürmektedir. Biyokimyasal çalışmalar, türün yaşayan en yakın akrabaları olan Avrupa gelengisi ve Toros gelengisinin ortak atasından yaklaşık beş milyon yıl önce ayrıldığını göstermektedir. Bu, Miyosen'in sonlarında İstanbul Boğazı'nın oluşumu ve ardından Anadolu'nun Avrupa'dan ayrılmasıyla aynı zamana denk geliyor. Son buzul çağı sırasında Anadolu bölgesindeki küçük dağ sığınaklarında hayatta kalmış olabilirler. Koruma. Anadolu gelengileri, mevcut olduklarında tarımsal tahılları tüketeceklerinden, birçok bölgede zararlı olarak kabul edilirler ve zehirlenebilirler. Sonuç olarak, İç Anadolu Bölgesinde tarımın artması, 21. yüzyılın ilk 10 yılında yer sincabı popülasyonlarında %20-25'e varan düşüşlere yol açmıştır. Bu düşüş göz önüne alındığında, Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği, IUCN Kırmızı Listesinin 2009 baskısında Anadolu gelengisini “Tehdide Yakın” olarak yeniden sınıflandırmıştır; tür daha önce En Az Endişe Verici olarak kabul edilmekteydi. Anadolu gelengileri Türkiye Cumhuriyeti'nde de yasal korumaya sahiptir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13637", "len_data": 5075, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.63 }
Türk hamsteri ("Mesocricetus brandti"), Avurtlak olarak da bilinir, Cricetidae familyasından bir kemirici türü. Özellikleri. Boyları 450–540 mm., kuyrukları 60 mm. kadar olur, ağırlıkları ise 240-450 gr. arasında değişir. Kulakları büyük, kuyrukları oldukça küçüktür. Burun kısmı küt, ayakları kıllıdır. Dudakların dibine açılan ve arkaya doğru omuza kadar uzanabilen yanak keseleri vardır. Bu keseler besinle dolu iken kafa sekiz misli büyük görünür. Baş ve sırt kısımları sarımsı, karın, boyun ve yanaklar kırmızımsı. Göğüste ve omuz kısmında siyahlıklar vardır. Yaşam alanı ve dağılımı. Bozkır ve kurak arazilerde, yüksek yaylalardaki yumuşak topraklarda yaşarlar. Kafkasya, Kuzey Irak, Kuzeybatı İran, Suriye, Filistin'de görülür. Türkiye'nin iç kesimlerinde rastlanır. Yaşam şekli ve beslenme. Toprağın hemen altına galeriler açarak yuva yaparlar. Kış uykusuna yatarlar. Bir ay kadar süren kış uykusunu zaman zaman keserek beslenir. Bu süre içinde yetecek kadar besini yuvasında depolar. Kavgacıdırlar. Tahıl taneleri, tohumlar ve bitki yumruları ile beslenirler. Buldukları zaman böcek ve solucanları da yerler. Üreme. Senede 3 defa 13'e kadar yavru doğurabilirler. Yavru sayısı genellikle 9'dur. Yavrular kör ve çıplak olarak doğar; ilk birkaç gün ağız keselerinin içine alınabilir. 2-3 ayda erginleşirler. 12-13 yıl yaşarlar. Kullanımı. Bol bulunurlar ve kolayca üredikleri için tehlikede sayılmazlar. 1960'lı yıllarda Orta Anadolu'dan yakalanan hayvanlar üretilerek denek olarak kullanılmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13638", "len_data": 1505, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.45 }
Algı, psikoloji ve bilişsel bilimlerde duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir. Algı, duyu organlarının fiziksel uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerden oluşur. Örneğin, görme gözün retinasına düşen ışıkla, işitme kulağa gelen ses ile oluşur. Algı bu sinyallerin sadece pasif bir şekilde alınması değildir. Öğrenme, dikkat, hafıza ve beklenti ile şekillenebilir. Algı, bu "yukarıdan aşağıya etkileri" kapsadığı gibi duyusal girdinin "aşağıdan yukarıya" işlenmesini de içerir. "Aşağıdan yukarıya işlemler", basitçe, düşük seviye bilgi kullanılarak daha yüksek seviyede bilginin (örneğin şekiller ile nesne tanımada) oluşturulmasıdır. Yukarıdan aşağıya işlemler ile kastedilen, kişinin kavram ve beklentilerinin algıyı etkilemesidir. Algılama, sinir sisteminin kompleks işlemlerine dayanır, ancak bilinçsel farkındalığın dışında gerçekleştiği için çoğu zaman kişilere zahmetsizce gerçekleşir gibi gelir. Deneysel psikolojinin, 19. yüzyılın sonlarına doğru yükselişinden beri psikolojinin algı anlayışı çeşitli teknikleri birleştirerek ilerledi. Psikofizik, fiziksel nitelikleri değişen girdinin algı üzerine etkisini ölçerken, Duyusal nörobilim algının arka planındaki beyin mekanizmalarını inceler. Algı sistemleri (işledikleri bilgi açısından) hesaplamalı olarak da incelenebilir. Felsefe, algı ile ilgili olarak; ses, koku gibi duyusal niteliklerin ne dereceye kadar algılayanın zihni yerine nesnel gerçeklikte var olduklarını inceler. Duyular geleneksel olarak pasif alıcılar olarak düşünülmesine rağmen, yanılsama ve illüzyon üzerine çalışmalar beynin algısal sistemlerinin aktif ve bilinç düzeyine çıkmadan girdilerinden duyu oluşturmaya çalıştıklarını gösterdi. Algının ne derece aktif bir hipotez test sürecinde kullanılabilir olduğu veya gerçekçi duyusal bilginin elde edilebilmesinin bu süreci gereksiz kılıp kılmayacağı tartışma konusudur. Beynin algısal sistemleri, insanların çevrelerindeki dünyayı, duyusal bilgileri eksik ya da değişken olsa bile, kararlı görmesini sağlıyor. İnsan ve hayvan beyinleri farklı bölgeleri farklı duyu bilgilerini işleyecek şekilde kısımlı bir yapıya sahiptir. Bu kısımlardan bazıları duyusal harita şeklini alır. Bu farklı kısımlar birbirleriyle bağlantılıdır ve birbirlerinden etkilenir. Örneğin, tatma duyusu kokudan güçlü bir şekilde etkilenir. İşlem ve Terimler. Algı çalışmasının yöntemleri, David Hume, John Locke, George Berkeley'de veya tüm bilim ve bilginin temeli olarak Maurice Merleau-Ponty'nin algıyı kabullenmesi gibi deneysel epistemoloji ve mantık felsefesi çerçevesindeki psikolojik yaklaşımlar içerisinde gerekli biyolojik yaklaşımlardan psikolojik yaklaşımlara kadar farklılık gösterir. Kolaylıkla duyum ile karıştırılabilmektedir. Ayrımı belirleyen temel etken duyumda bir yorumlama, anlama söz konusu 'olmamasıdır'. Örnek: Yolun karşısından gelen arkadaşımız bize doğru yürümektedir ve açıkça bize doğru yürürken bize doğru bakmaktadır. Ancak yanımızdan hiç oralı olmayıp geçer giderse problem duyum algı farkına işaret ediyor olabilir. Yani bizim görüntümüz onun gözüne, retinasına yansımıştır. Biyolojik yapısı içerisinde göz bu görüntüyü beyne ulaştırmıştır. Fakat beyin burada yapması gereken duyusal bilginin alınmasından sonra, seçilme, düzenleme ve yorumlama aşamalarını gerçekleştirmemiştir. Bu halk arasındaki tabirle bakmak ve görmek arasındaki fark gibi de düşünülebilir. Psikolog Jerome Bruner bir algı modeli geliştirmiştir. Bruner'e göre insanlar kanaat oluşturmak için aşağıdaki süreçlerden geçerler: Alan Saks ve Gary Johns'a göre, algının 3 bileşeni vardır. Duyular. Psikolojinin konusu olan insan ve hayvanda algı, duyulara bağlıdır. Klasik beş duyu; görme, duyma, koku alma, tat alma ve dokunmadır. Bunların dışında; beden bilinci, denge, sıcaklık ve acı gibi duyular da vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13642", "len_data": 3816, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 4.3 }
Girilen iki ya da daha çok değerin toplanmasına yarayan kapıdır. Bu sistemde bir yahut daha çok giriş ve bir çıkış kapısı bulunur. Buna veya kapısı (OR gate) denir. Ayrılma mantık bağlacının dijital sistemlerdeki karşılığıdır. VEYA Kapısı, herhangi bir girişi 1 olduğunda 1 cevabi verir, ancak tüm girişleri 0 ise 0 verir. VEYA Kapısının doğruluk tablosu: Burada A ve B değerlerinin toplamının verdiği Y çıkışını görüyoruz.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13647", "len_data": 423, "topic": "CODING", "quality_score": 3.42 }
Girilen iki ya da daha çok değerin çarpılmasını sağlayan ve sonucun tersini alan kapıdır.Buna ve değil kapısı veya TVE (Ters Ve) kapısı denir. İngilizce kısaltması ise NAND 'dır. VE Değil Kapısı, sadece tüm girişleri 1 ise 0 verir, diğer tüm hallerde 1 verir. VE Değil Kapısının doğruluk tablosu: Burada A ve B değerlerinin çarpımının değilini verdiği Y çıkışını görüyoruz.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13652", "len_data": 373, "topic": "CODING", "quality_score": 3.54 }
D flip-flop, 1 bitlik hafıza. Tetikleme darbesi ile tutuğu değeri bırakır ve yeni gelen değeri tutmaya başlar. Durum Tablosu. D tipi Flip Flop'lar, giriş verisinin saat darbesiyle kabul edilmesi açısından farklılık gösterirler. Bu farklılık Flip Flop'un tetiklenme yapısından kaynaklanır. Kenar (edge) tetiklemeli Flip Flop'lar, D girişindeki lojik değeri saat darbesinin bir lojik değerden diğerine geçişinde çıkışa yani Q'ya iletirler. D Flip Flop'un bu özelliği blok gösteriminde (pozitif kenar tetiklemeli) clock girişindeki " > "işareti ile belli edilir. Eğer Flip Flop 0'dan 1'e geçişte clock alıyorsa, D girişindeki bilgiyi çıkışa iletiyorsa pozitif kenar tetiklemeli, 1'den 0'a geçişte tetik alıyorsa negatif kenar tetiklemelidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13657", "len_data": 741, "topic": "CODING", "quality_score": 3.83 }
1 bitlik hafızadır. Tetikleme darbesi ile tuttuğu değeri bırakır ve yeni gelen değeri tutmaya başlar. JK Flip Flopunun Durum Tablosu: JK Flip Flopunun tetikleme hareketi 0 ise: Flip Flopta bir değişiklik olmaz. Ancak tetiklemeden 1 gelir ise sistem o anki değerini değişimini J ve K girişlerinden gelen değerlere göre değiştirecektir. JK flip flop'u hemen hemen SR flip-flop'u ile aynı tepkileri verir. Bu flip-flop'u SR flip-flop' undan ayıran tek fark J ve K uclarına 1 geldiğinde tanımsız olmamasıdır. Bu flip-flop'ta JK uclarına 1 geldiğinde flip-flop bir önceki aldığı değerin tersi bir değer alır. Örnegin. Flip Flopta 1 yüklü yani Q(n)=1 Sistem c=1 olacak şekilde tetiklendi. Eğer J ve K bacaklarından 0 1 gelir ise bu durumda sistem durum tablosundan da görülebileceği gibi silme durumuna geçer. Yani Q(n) değeri 0 olur. Bunu da Q(n+1)=0 şeklinde gösteririz.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13663", "len_data": 866, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.67 }
Anayasa, ülke üzerindeki egemenlik haklarının kullanım yetkisinin içeriğinde belirtildiği şekliyle devlete verildiğini belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. Hans Kelsen'in normlar hiyerarşisine göre diğer bütün hukuki kurallardan ve yapılardan üstündür ve hiçbir kanun ve yapı anayasaya aykırı olamaz. Devletin temel örgüt yapısını kuran, önemli organlarını ve işleyişlerini belirleyen; ayrıca temel hak ve özgürlükleri tespit edip, sınırlarını çizen hukuk metinleridir. Toplumsal bir sözleşme niteliği taşır. Devlet faaliyetlerini ve oluşum biçimini düzenleyen yasa metnidir. Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir. Toplumların ülke üzerindeki egemenlik haklarının, bireylerin temel haklarının hangi koşullar altında devlet tarafından kullanılabileceğini belirleyen temel kanunlardır. Devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirler. Genel olarak genel hükümler, temel hak ve özgürlükler, bireylerin topluma karşı görev ve sorumlulukları ile yasama, yürütme, yargı gibi anayasal devlet organlarını tanımlayan bölümlere sahiptir. Fransızca “constitution” sözcüğünün karşılığı olarak günümüz Türkçesinde “anayasa” kelimesi kullanılır. Türkçede bu sözcüğe karşılık, Osmanlı döneminde “kanun-u esasi”, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında “teşkilat-ı esasiye kanunu” kullanılmıştır. Tarihsel süreç. Bireysel hakları belli ölçülerde koruyan sözleşmeler olarak Anayasal metinlerin tarihi oldukça eskiye dayanır. Modern Anayasacılık ise 18. Yüzyılda başlar. Örnek olarak; Lagaş kralı Urukagina'nın emirnamesi (MÖ 24. yy), Babil'de ortaya konan Hammurabi Kanunları (MÖ 18. yy), Solon Anayasası (MÖ 6. yy), Roma Hukukunun temelini oluşturan 12 Levha Kanunları (MÖ. 5. yy) sayılabilir. Birleşik Krallık'ta 1215 Magna Carta ile ilk defa Kralın yetkileri kısıtlanmıştır. Ardından "1628" "Haklar Dilekçesi", 1689 Haklar Beyannamesi gibi Anayasal metinlerle hem siyasi iktidar belli ölçüde kısıtlanmış ve keyfi yönetim engellenmiş hem de bireysel özgürlüklerin korunması işlevi gerçekleştirilmiştir. 18'inci yüzyıla gelindiğinde kral karşısında güçlenen burjuvazi, sahip olduğu hakların güvence altına alınabilmesi amacıyla o dönemde kralın gücünü sınırlayacak, hak ve özgürlükleri güvence altına alacak düşünce ve hareketler içerisinde yer aldı. Kralın mutlak gücüne yazılı ve üstün nitelikte belgelerle sınırlamaya yönelik düşünceler giderek topluma da yayıldı ve anayasa adı verilen belgelerle kralın gücüne çeşitli sınırlamalar getirildi. 1789'da Fransa'da düzenlenen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1776'da ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirisi anayasacılık için modern zamanlara geçişin habercisidir. Bu metinlerle insanların Doğal Haklarının varlığını kabul ettirdiği, bireysel özgürlüklerin devlet otoritesi karşısında korumaya alındığı görülmektedir. Bu süreçlerde Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler fikirleri ve eserleriyle önemli rol oynamışlardır. Hâlen yürürlükte olan en eski Anayasa olan 1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasası'nın ilanıyla birçok sosyal ve siyasal hak Anayasal güvence altına alınmıştır. Osmanlı ve Türkiye'de. • 1808 – Sened-i İttifak: Anayasa değildir. Fakat Türk tarihinde Anayasal düşüncenin oluştuğu ilk belgedir. 1808 Sened-i İttifak ile başlayan Anayasal süreç, Tanzimat Devri boyunca çeşitli fermanlar ile bireysel hak ve özgürlükleri elde etmiştir. 1) 1876 – Kanun-i Esasi: (Nedeni: 1. Meşrutiyet) Türk tarihinin ilk anayasasıdır. Osmanlı'nın ilk yazılı anayasası Kânûn-ı Esâsî 1876'da ilan edildi ve Meclis-i Âyan ile Meclis-i Mebûsan açılarak Meşrutiyet rejimine geçildi. 2) 1908 – Kanun-i Esasi: (Nedeni: 2. Meşrutiyet) 1876'daki Kanuni Esasi tekrar yürürlüğe koyulmuştur. (* 1909'da önemli değişiklikler yapıldı.) 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla yeniden toplandı. İstanbul'un işgaline kadar faaliyetlerine devam eden meclis, 11 Nisan 1920 tarihinde işgal güçlerinin baskısıyla tamamen kapatıldı. 3) 1921 – Teşkilat-ı Esasiye: (Nedeni: 1920'de TBMM'nin açılışı) Teknik anlamda anayasa sayılması tartışmalıdır. Çünkü bir Anayasa'da bulunması gereken pek çok özellik eksiktir. Çok kısa bir metindir. Sadece devletin temel idaresi hakkında maddeler içerir. Savaş koşulları nedeniyle temel hak ve özgürlüklere değinilmemiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti varlığını sürdürdüğü için henüz bağımsız bir devletin anayasası değildir. 1. Dünya savaşının ardından Anadolu'da bağımsızlık mücadelesi veren TBMM, 1921 Anayasası'nı ilan etti. Olağanüstü koşullarda oluşturulan bu Anayasa 1924'e kadar yürürlükte kaldı. Not: Meclis Hükûmeti Sistemi günümüzde her ne kadar tüm Dünya'da geçerliğini yitirmişse de İsviçre de halen geçerlidir. Meclis Hükûmeti Sisteminde iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkileri düzenleyecek herhangi bir mekanizma da söz konusu değildir. Önceleri Partisiz bir rejim vardır. Muhalefet Meclis içi gayriresmî gruplaşmalarla oluşur. Örneğin Sarıklılar: İslamcı, Fesliler: Osmanlıcı, Kalpaklılar: Milliyetçi, Şapkalılar: Batıcı siyaseti simgeler. • Cumhuriyet'in ilanıyla (1923) birlikte Kabine Sistemine geçilmiştir. İlk Mecliste Kuvvetler Birliği ilkesi benimsenmiştir. • Kuvvetler Birliği: Yasama, yürütme ve yargı son karar makamı olarak aynı organdadır (TBMM). • Kuvvetler Ayrılığı: Yasama, yürütme ve yargı organları ayrıdır. Dünyada ilk kez Fransız düşünür Montesquieu tarafından öne sürülmüştür. (Türkiye'de 1961'de geçildi.) 4) 1924 – Teşkilat-ı Esasiye: (Nedeni: 1923'te Cumhuriyet'in ilanı) Cumhuriyet'in ilk anayasasıdır. 1924 anayasası klasik haklar denilen hükümlere yer vermiş ve adları belirtilmiştir. Kuvvetler Birliği ilkesi benimsenmiştir. 1923'te geçilen Kabine Sistemi uygulaması devam ettirilmiştir. Tek partili hayata ve nihayet çok partili siyasete geçilmiştir. Cumhuriyetin ilanının ardından yeni kurulan devlet için derli toplu yeni bir Anayasaya ihtiyaç duyuldu ve 1924 Anayasası ilan edildi. 1921 Anayasasında TBMM'ye tanınan yargı yetkisi 1924 Anayasası ile bağımsız mahkemelere tanınmıştır. 1923-24 arası 1921 Teşkilat-ı Esasiye geçerli olduğu için Cumhuriyet'in ilk Anayasası olduğunu kabul eden kaynaklar vardır. Dikkat edilmesi gereken husus; - Cumhuriyet İlan Edildiğinde; 1921 Teşkilat-ı Esasiye yürürlüktedir. (1923 – 24 arası) - Cumhuriyet Döneminde; yapılan ilk Anayasa ise 1924 Teşkilat-ı Esasiye'dir. 5) 1961 – Anayasa: (Nedeni: 1960 Askeri İhtilali) 1961 anayasası ile Kuvvetler Ayrılığı ilkesine geçilmiştir. Ayrıca yasama iki meclise ayrılmıştır: Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu. Ayrıca ilk kez Anayasa Mahkemesi kuruldu. Eski kurum adları Türkçeleştirildi. Ör: Şura-yı Devlet'in adı Danıştay yapıldı. 27 Mayıs Darbesi ile kurulan komisyonun yeni anayasa çalışmaları sonucu ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1961), birtakım yeni mekanizmalar getirmiştir. Cumhuriyet Senatosu (Türkiye) ile meclis iki kanatlı hale gelmiş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi'nin kurulmasıyla meclis üzerinde hukuki denetim sağlanmış, Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanlığı üzerine yaptığı düzenlemelerle hükûmet sistemi Parlamenter sistem'e çevrilmiştir. Ekonomik ve sosyal haklar başta olmak üzere sendika kurma, grev, toplu iş sözleşmesi gibi haklar ilk defa tanınmıştır. 6) 1982 – Anayasa: (Nedeni: 1980 Askeri İhtilali) Tek Meclisli yapıya geri geçildi. Anayasa Mahkemesinin varlığı ise korundu. Yaşanan hükûmet krizlerinin çözülememesi üzerine 12 Eylül 1980 tarihinde askeri darbe gerçekleşmiştir. Kurucu iktidarın hazırladığı 1980 Anayasası ile hükûmet krizlerine sebep olan tıkanıklıkları giderici çözüm yolları öngörülmüştür. Cumhurbaşkanına meclis seçimlerini yenileme yetkisi tanınmış, Cumhuriyet Senatosu kaldırılmış, Bakanlar Kurulu içerisinde Başbakanın yetkileri artırılmıştır. Kurucu veya kurulan iktidar. Anayasa hukukunda yeni anayasa yapma ve değiştirme iktidarına "“kurucu iktidar”" (aslî kurucu iktidar) denir. Aslî kurucu iktidar tarafından yapılmış mevcut anayasanın çizdiği hukukî kurallar çerçevesinde, oluşumunun ve çalışma sınırlarının belirlendiği mevcut anayasada değişiklik yapma iktidarına sahip devlet organına "“kurulan iktidar”" denir. Aslî kurucu iktidarın sürekli oluşturulması yani bütün hukukî yapının temelini oluşturan anayasanın öngördüğü usûller dışında sıkça değiştirilmesi, kronik devrime ve anayasal düzende anarşiye yol açar. Kurucu iktidar. Kurucu iktidar hukuk dışı bir iktidardır. Bir başka deyişle, “hukuk boşluğu” ortamında yani kendisini bağlayan hukukî kuralların olmadığı ortamda oluşmuş iktidardır. Hukuk boşluğu iki şekilde oluşabilir. “Baştan itibaren” süregelen hukuk boşluğu veya “sonradan” ortaya çıkan hukuk boşluğu. Baştan itibaren hukuk boşluğu olan ortamda aslî kurucu iktidarı bağlayan hukukî bir durum söz konusu değildir yani yeni yaptığı anayasadan önce gelen bir anayasa yoktur. Bu durumda aslî kurucu iktidar yeni bir anayasa yapmak için eski anayasayı yıkmadan mevcut olan hukuk boşluğundan yararlanmıştır. Bu tür hukuk boşlukları yeni bir devletin kurulduğu durumlarda ortaya çıkar. Bunlar, sömürgelerin bağımsızlığa kavuşması, bağımsız devletlerin birleşmesi, bir devletin birden çok bağımsız devlete ayrılması olarak sıralanabilir. Aslî kurucu iktidar tarafından bu şekilde oluşturulan anayasa yeni bir devletin ilk anayasasıdır. Sonradan yaratılmış hukuk boşluğu, mevcut anayasanın ortadan kaldırılması ile oluşturulur. Bu tür hukuk boşlukları ise, devrim, hükûmet darbesi, iç savaş gibi durumlardan sonra ortaya çıkar. Bunun gibi durumlardan sonra ortaya çıkan asli kurucu iktidar, mevcut siyasal rejimi yıkıp “anayasayı ilga” ederek (yürürlükten kaldırarak) kendisini bağlayan hukuk kurallarını yıkarak oluşturduğu hukuk boşluğunu yeni bir anayasa yaparak doldurur. Bu hallerde genelde siyasal rejim değişir. Kurulan iktidar. Kurulan iktidar hukukî nitelikte bir iktidardır. Yetkinin kim tarafından ve hangi sınırlar çerçevesinde kullanılacağını tespit eden hukuk kuralları aslî kurucu iktidarın yaptığı anayasa tarafından konulmuştur. Tali kurucu iktidarın anayasayı değiştirme yöntemleri yine anayasaların kendisi tarafından belirlenmektedir. Tali kurucu iktidar bu nedenle sınırlı bir iktidardır. Cumhuriyet ve demokrasi ile yönetilen ülkelerde tali kurucu iktidar, “halk” değil, anayasanın koyduğu usûllere göre vatandaşlar arasında “seçmen” kabul edilenlerin “geçerli oy”ları ve bazı ülkelerde de seçim barajı dolayısıyla sınırlı bir temsilîyet durumu ile ortaya çıkartıldıkları için kurucu iktidar gibi davranarak mevcut anayasayı yürürlükten kaldırıp yerine yeni bir anayasa yapamaz. Devletin başlıca kurulu organları yasama, yürütme, yargıdır. Anayasa çeşitleri. Bazı ülkelerde yazılı, bazılarında ise yazısız genel kabul görmüş uygulamalar şeklindedir. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu çoğu ülkede anayasa, yazılı ve bütünsel bir belgedir. Bu tip ülkeler "biçimsel" anlamda anayasaya sahiplerdir. Oysa Birleşik Krallık'ta yazılı bir anayasa yoktur. Buna ise "teamüli anayasa" denmektedir. Bu ülkede temel kurumların işleyişi yüzlerce yıllık geleneklere, yasalara ve belgelere göre düzenlenir. "Anayasalı devlet" ve "anayasal devlet" ayrımında; şekli anlamda bir anayasası olan devlet bu belgede modern anayasanın gereklerini yerine getirmiyorsa yani devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceği muğlak ve daha da önemlisi kişi temel hak ve özgürlükleri tam anlamıyla güvence altında değilse devlet anayasal bir devlet sayılmamakta, sadece anayasa sahibi bir devlet anlamına gelen "anayasalı devlet" sıfatını almaktadır. Buna karşın ister teamüli ister şekli anayasa sahibi olsun eğer bir devlet temel hak ve özgürlükleri güvence altına almış ise bu devlet anayasal sayılmaktadır. Son ayrım ise "çerçeve anayasa" ile "düzenleyici anayasa" ayrımıdır. Eğer anayasa normlarında devletin temel yapılanması hakkında ayrıntılı bilgilere giriliyor ve düzenlemeler yapılıyorsa bu düzenleyici anayasadır. Anayasa normları sadece devletin temel yapılanmasını çiziyor ve düzenlemeyi kanunlara bırakıyorsa bu ise çerçeve anayasadır. Yazılı anayasa. Yetkili organ tarafından yapılmış ve bir anayasada yer alması gereken kuralları içeren temel belgedir. Geleneksel anayasa. "Geleneksel", "teamüli" veya "yazılı olmayan", sürekli uygulama sonucu ortaya çıkan anayasadır. (Örn: Birleşik Krallık) Bir devletin geleneksel anayasasının olması, anayasa alanında ortaya çıkan hiç yazılı belge olmadığı anlamına gelmez. Teamüli Anayasalar, yazısız anayasa özelliklerinden yazılı anayasaların karşıtıdır. Teamüli Anayasaların, örf-adet kurallarının tekrarlanması suretiyle hukuka yerleşmiştir ve bağlayıcıdır. Yargı denetimine bağlı olan davranış kuralları vardır. Bu davranış kuralları ve usullerinden; devletin kuruluşu ve görevleri, faaliyetleriyle ilgili bulunanlar Anayasa adı verilen bir belgeyi oluşturur ve buna “Teamüli Anayasa” denilir. Teamüli anayasa için maddi anlamda nitelendirmesi yapılır.  Yazılı olmaması yani bir belgenin yokluğu o ülkede anayasa olmadığı anlamına gelmez. Yazılı olmayan anayasanın en bilinen örneği, İngiltere'dir. İngiltere de kullanılan kurallar, belirli konuda anayasal organlar tarafından belirli bir zaman boyunca düzenli olarak tekrarlanması ile oluşmuştur. Devletin kuruluş ve işleyiş esasları ve kişi haklarının bir kısmını yazılı kaynaklar oluşturmuştur. Anayasayı oluşturan kaynakların normlar hiyerarşisinde bulundukları yerler önem taşımaz. Önemli olan şey, kullanılan bu kaynakların anayasal düzenlemeye ilişkin olmasıdır. Oluşturulan bu anayasaların kim tarafından yapıldığı, hangi yöntemle yapıldığı ve hangi tarihte yapıldığına dair belirli bir durum yoktur, nitelikleri bilinmez. Teamüli Anayasaların oluşumu için objektif (maddi) unsur ve sübjektif (manevi) unsur olmak üzere iki temel şart vardır. Objektif unsur; geleneğin birdenbire ve uzunca bir süre tekrarlanması ile ortaya çıktığını açıklar. Bundan dolayı da herhangi bir konuda oluşan gelenek kolay olmamalıdır.  Sübjektif unsur ise uzun süre tekrarlanması ile gelen yorumların anayasal organlar tarafından anayasa hukuku açısından kabul edilmesi ve uygulanması için bir inancın söz konusu olması gerektiğini açıklar. Bundan dolayı koyulan kuralların yeterince açık olup yorumlanmasının zor olması gerekir. Teamüli anayasa ile anayasa gelenekleri farklı kavramlardır. Teamüli anayasa, bir anayasa türüdür. Anayasa gelenekleri ise anayasa türü değil yazılı anayasalarda ortaya çıkmış yazılı olmayan fakat uyulması gereken kurallardır. Hukukun çeşitli alanlarında kullanılır. Anayasa düzeninde ve hukuksal değeri açısından; yazılı anayasanın boşluklarını doldurma işlevi, yazılı anayasayı yorumlayıcı işlevi ve anayasadaki belirsizlikleri giderme gibi işlevleri bulunmaktadır. Yumuşak anayasa. Maddelerinin değiştirilme usullerinin herhangi bir kanunun değiştirilme usulünden farklı olmadığı anayasalardır. Katı (sert) anayasa. Bu anayasalar için özel, değiştirilmesi zor yöntemler benimsenmiştir. Bir anayasanın 'sert' olduğunu gösteren özellikler: Çerçeve anayasa. Kısa ve öz hükümlerden oluşur. Soyut mahiyettedir. Genel bir çerçeve çizer ve içinin doldurulmasını yasama organına bırakır. Bu anayasayı kabul eden ülkelerde demokrasi köklüdür. Örneğin; 1787 Amerikan Anayasası çerçeve bir anayasadır. Toplam 7 temel madde ve bunlara ek olarak sonradan çıkarılmış 27 ek maddeden (Amendment) oluşmaktadır. Kazuistik anayasa. Uzun ve ayrıntılı kurallardan oluşan, kesin hükümlerin belirlendiği anayasadır. Uygunluk denetimi. Denetleyen makama göre. Amerikan modeli. Amerikan modeli anayasa yargı sistemi veya genel mahkeme sistemi; kanunların anayasaya uygunluğunun, hukuk açısından normal mahkemeler tarafından denetlenmesine dayanır. Amerika Birleşik Devletleri'nde bu denetim oldukça eskidir. Federal Yüksek Mahkeme ilk defa 1803 yılında "Marbury-Madison" davasında kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenebileceğine ve anayasaya aykırı bulunan kanunların uygulanamayacağına karar vermiştir. Bir normu somut olayda uygulayacak olan mahkeme, bu norm ile hiyerarşik olarak üst derecedeki başka bir normun çatıştığı kanısına varırsa, mahkeme bu çatışmayı "Lex posterior derogat legi inferiori." ("Üst kanun alt kanunları ilga eder.") ilkesine göre çözümler. Üst norma aykırı olan alt norm uygulanmaz. Amerika Birleşik Devletleri dışında ayrıca Avustralya, Arjantin, Hindistan, Kanada, Japonya, Norveç, Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Avrupa modeli. Avrupa modeli anayasa yargısı, merkezi tipte anayasa yargısı veya özel mahkeme sistemi; kanunların anayasaya uygunluğunun, bu işle görevlendirilen özel mahkemeler tarafından denetlenmesi ilkesine dayanır. Bu modele, Hans Kelsen'in fikirleri esas teşkil eder. Bu modelin ilk örneği 1920 Avusturya Anayasası ile kurulan Avusturya Anayasa Mahkemesidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise İtalyan ve 1949 Alman anayasaları ile de merkezi tipte birer anayasa mahkemesi kurulmuştur. 1958 Fransız Anayasası, bir anayasa konseyi kurmuştur. Daha sonra 1961 yılında Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Türkiye'den sonra anayasa mahkemeleri sırasıyla; 1976 yılında Portekiz'de ve 1978 yılında İspanya'da kurulmuştur. Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda da sosyalist rejimin yıkılması sonucunda anayasa mahkemeleri kurulmuştur. Avrupa modeli anayasa yargısı, kanunla anayasa arasındaki çatışmayı genel mahkemelerin "lex posterior" esasına göre çözmeyi başaramadıkları ülkelerde ortaya çıkmıştır. Bu sistemde genel mahkemeler, anayasaya aykırı olduğunu tespit ettikleri bir normu ihmal edip doğrudan doğruya anayasa hükmü uygulayamazlar. Böyle bir durumda anayasa mahkemesine başvurulur. Bu çatışmayı çözmeye yetkili tek makam, bu işle görevlendirilmiş özel mahkemedir. Zamana göre. Anayasaya uygunluk denetimi, denetimin yapıldığı zamana göre iki şekilde yapılır. A priori denetim. Önceden, önleyici denetimdir. Yürürlüğe girmemiş normlar üzerinde, ilandan önce gerçekleştirilen denetim şeklidir. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce anayasaya uygunluk denetimi yapılır ve eğer anayasaya aykırılık tespit edilirse aykırı hükümler yürürlüğe girmez. A priori denetimin esas olduğu ülkelerde hukuk normlarının yürürlüğe girmesinden sonra bunların anayasaya aykırı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Ayrıca önleyici denetim, anayasaya aykırılığın, daha denetime konu norm yürürlüğe girmeden giderilmesini sağladığından, yasa koyucunun kamuoyu önündeki saygınlığını, giderici denetime kıyasla daha fazla korur. Fransa; a priori denetim tarzını benimseyen tek ülkedir ve kendine özgü yargı sistemi vardır. İtalya, Almanya ve Avusturya a priori denetimi belirli bazı konularda Anayasa Mahkemesinin denetiminden geçirerek önleyici denetim şekli olarak uygulamaktadır. Kanada, Finlandiya, Norveç, İsveç gibi bazı ülkelerde Anayasa Mahkemelerinin yürürlüğe girmeyen kanun tasarıları hakkında görüş bildirme yetkileri vardır fakat bağlayıcı değildir. A posteriori denetim. Bastırıcı denetim de denilen a posteriori denetim sonradan; giderici ve düzeltici olarak yapılır. Yürürlüğe girmiş normlar üzerinde yapılan bu denetim, Avrupa ülkelerinde genel kabul görmüş olsa da Macaristan, Portekiz, Romanya ve Polonya; her iki denetim yaklaşımını bir arada kullanır. Hukuk normu ilan edilip yürürlüğe girdikten sonra anayasaya aykırı olduğu tespit edildiğinde ülkelerin anayasa mahkemeleri tarafından normun yürürlükten kaldırılması amaçlanmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13677", "len_data": 19121, "topic": "LAW", "quality_score": 4.09 }
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış yıldönümü olan 23 Nisan'da Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde kutlanan ulusal ve resmî bir bayramdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ulusal bayramı olma özelliğini taşıyan bu bayram, Türkiye'de 1921'den itibaren "23 Nisan Millî Bayramı" adıyla kutlanmaya başlanmıştır. İlk başta yasal adı "Çocuk Bayramı" olmasa da, daha sonra çocuklara neşeli bir gün geçirtme ve Himaye-i Etfal Cemiyeti'ne gelir yaratma amacıyla 1927'den itibaren çocuk bayramı olarak kutlanmıştır. Bayramın adı 1935'te "Hâkimiyet-i Milliye Bayramı", 1981 yılında ise "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olmuştur. UNESCO'nun 1979'u "Çocuk Yılı" olarak duyurmasının ardından, devlet kanalı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlatması ile bu bayram uluslararası düzeye taşınmıştır. Devrin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün 1933 yılında başlattığı, 23 Nisan'da çocukları makamına kabul edip onlarla sohbet etme âdeti bu bayramın bir parçası olarak yaygınlaşıp gelenekselleşmiş; devlet adamlarının makam koltuklarına çocukları oturtma geleneği 2013 yılına kadar devam etmiştir. Yine 1933'te stadyumlarda beden hareketleri gösterileri ile kutlama geleneği başlamış; bayramın stadyumlarda binlerce öğrenci ve devlet protokolünün katıldığı gösterilerin yerini 2013'ten itibaren, sokaklarda karnaval havasında kutlamalar almıştır. Kutlandığı ülkeler. 23 Nisan günü, Türkiye'de ve KKTC'de "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olarak kutlanır. Kosova Cumhuriyeti'nde ise Kosova Türkleri, Türkiye Cumhuriyeti'nde Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanan 23 Nisan gününü, "Kosova Türkleri Bayramı" olarak benimsemiştir. 2008'de Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra ülkede yaşayan bütün topluluklara kendi millî bayramlarının tarihini seçme ve kutlama hakkı tanınmış ve Kosova Türkleri 23 Nisan gününü seçmiştir. 23 Nisan 2009 tarihinden itibaren 23 Nisan günü, ülkede "Kosova Türkleri Bayramı" kutlanır. Arka plan. 23 Nisan'ın Türkiye'de ulusal bayram olarak kabul edilmesinin nedeni, 1920'de o gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmış olmasıdır. İstanbul’un işgal edilerek Meclis-i Mebusan'ın kapatıldığı dönemde Anadolu'da bir direniş başlamış ve bu direnişin bir sonucu olarak Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısı ile Ankara'da bir meclis toplanmıştı. Milletvekili seçimleri Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'da bir meclisin toplanacağını ve neden toplanması gerektiğini açıklayan 19 Mart 1920 tarihli bildirisiyle başladı, yine Mustafa Kemal Paşa'nın 21 Nisan'daki genelgesiyle meclisin açılacağı tarih duyuruldu ve seçilen milletvekillerinin Ankara'ya gelmesi istendi. Meclis, 23 Nisan 1920'de Ankara'da belirlenen 337 milletvekilinden 115'inin katılabildiği ilk toplantısını gerçekleştirdi. Tarihçe. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın ortaya çıkışında 3 ayrı bayramın payı vardır: TBMM'nin kuruluşunun 1921'den itibaren 23 Nisan'ın "23 Nisan Millî Bayramı" adıyla ülkenin ilk millî bayramı olarak kutlanışı, 1922 yılının 1 Kasım günü saltanatın kaldırılışı nedeniyle 1 Kasım'ın "Milli Hakimiyet Bayramı" olarak kutlanışı; Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin herhangi bir yasa olmaksızın, 1927'dan itibaren "Çocuk Bayramı" düzenleyip kutlaması. 23 Nisan Millî Bayramı. 1921'de çıkarılan "23 Nisan'ın Milli Bayram Addine Dair Kanun" ile, Türkiye'nin ilk ulusal bayramı olmuştur. Bayram, kanunen halen Osmanlı saltanatının hüküm sürdüğü bir dönemde ortaya çıktı. Adında ne ulusal egemenlikten ne de çocuklardan söz edilmekteydi. Ancak 23 Nisan 1922'de Ankara'da yapılan ilk kutlamalarından itibaren çocukların ön plana çıktığı bir bayram oldu. Hâkimiyet-i Milliye Bayramı. 1 Kasım 1922'de Türkiye'de saltanat kaldırıldı. 1 Kasım, "Hâkimiyet-i Milliye Bayramı" (Ulusal Egemenlik Bayramı) olarak kabul edildi. Ancak daha sonraki yıllarda, 1 Kasım değil, TBMM'nin açılış tarihi olan 23 Nisan "Millî Hakimiyet Bayramı" olarak kutlandı. 23 Nisan 1922'de ilk Hâkimiyet-i Milliye Bayramı kutlamaları için meclis önünde askerî birlikler ve okulların katıldığı büyük bir geçit merasimi düzenlendi. Mustafa Kemal, şu sözlerle günün önemini dile getirdi: Vatanın düşman işgalinden kurtarılmasının da etkisiyle 23 Nisan 1923 yılı Hâkimiyet-i Milliye Bayramı daha coşkulu kutlandı. İlk kez İstanbul'da da bayram kutlandı; İstanbul'daki kutlamalar Gülhane Parkı'nda gerçekleşti; Muhtelif mevkilerden 21 pare top atılmış ve vilayette tebrik merasimi ve gece fener alayları ile devam etti. 1935'te bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirilmiş ve "23 Nisan Millî Bayramı"nın adı "Millî Hakimiyet Bayramı" haline getirilmiş, böylece 1 Kasım Hakimiyet-i Millîye Bayramı ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirilmiştir. Çocuk Bayramı olarak kutlanması. 23 Nisan'ın Çocuk Bayramı oluşu yine TBMM'nin açılışıyla ilişkili olmasına rağmen, tamamen ayrı bir bayram olarak gelişmiş ve 1981 yılına kadar da öyle devam etmiştir. 23 Nisan gününün çocuklarla ilişkilendirilmesi, 23 Nisan 1927'de Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin o günü "Çocuk Bayramı" olarak duyurmasıyla başlamış kabul edilir. Aslında Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin 23 Nisan'la ilgili çalışmaları daha önceki yıllarda vardır. 23 Nisan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı'nın 1922 yılında Ankara'da yapılan ilk kutlamalarında geçit töreni yapan askerler ve talebeler ön plana çıkmıştı. Himaye-i Etfal Cemiyeti yöneticileri Mustafa Kemal'in de desteğini alarak 23 Nisan 1923'teki millî bayram için pullar bastırdı ve sattı. 23 Nisan 1924'te Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde "Bugün Yavruların Rozet Bayramıdır" ibaresi yer aldı. Himaye-i Etfal'i, Cumhurbaşkanının eşi Latife Hanım'ın temsil etmesi, 23 Nisan kutlamalarında çocukların öne çıkmasında etkili oldu. 1925 yılı kutlamalarında gazetelere ve yorumlarda 23 Nisan'ın aynı zamanda bir Himaye-i Etfal Günü olduğu belirtildi, basında çocuk meselesi gündeme geldi; böylece "Çocuk Bayramı"nın temelleri atıldı. 23 Nisan; 1925 yılında "Çocuk Günü", 1926'dan itibaren "Çocuk Bayramı" olarak görülmeye başladı. Nihayet 23 Nisan 1927'de Himaye-i Etfal Cemiyeti o günü "Çocuk Bayramı" olarak şöyle duyurmuştur: "Millet Meclisimizle millî devletimizin Ankara'da ilk teşkile günü olan millî bayram Cemiyetimizce çocuk günü olarak tesbii edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve yeni bir tarih yaratıp bırakan mübarek şehitlerle fedakâr gazilerin yavruları fakir ve ıstırabın evladları ve nihayet alelıtlak bütün muhtac-ı himaye-i vatan çocukları namına milletin şevkatli ve alicenab hissiyatına müracaat ediyoruz. Kadın, erkek, genç, ihtiyar hatta vakti ve hali müsait çocuklardan mini mini vatandaşlar için yardım bekliyoruz. Her sayfası başka bir şan ve muvaffakiyetle temevvüç eden milletimizin, yarın azami derecede muavenet göstermekle beraber, çocuk gününün layıkı veçhiyle neşeli ve parlak geçirilmesi için aynı derecede alaka ve müzaheret göstereceğinden emin olan Himaye-i Etfal Cemiyeti, şimdiden arz-ı şükran eder." Bu tarihten itibaren bu üç kavram, aynı gün üzerinde birleşecek ve çocuk bayramı olma konusunda bir kanunla belirlenmişlik olmaksızın kutlanmaya başlanacaktır. Çocuk bayramı adı daha resmiyet kazanmamış olsa da, bundan sonra 23 Nisan "Millî Hâkimiyet Bayramı"nın yanı sıra "Çocuk Bayramı" olarak da kutlandı. Kapsamlı olarak ilk kez 1927'de kutlanan çocuk bayramı, başta kaynak oluşturma olmak üzere, çocuklara neşeli bir gün geçirtmeyi hedeflerinde bulunduruyordu. 23 Nisan 1927'deki ilk bayram Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa himayesinde gerçekleştirilmiş, etkinlikler için Atatürk arabalarından birini çocuklara tahsis etmiş ve Cumhurbaşkanlığı Bandosu'nun konser vermesini sağlamıştır. O yıl cemiyetin Ankara'daki binalarından birine "Çocuk Sarayı" adı verilmiş ve burada düzenlenen çocuk balosuna İsmet (İnönü) Bey'in çocukları da katılmıştır. 1929'dan itibaren 23-30 Nisan haftası "Çocuk Haftası" olarak kutlanmıştır. 70'li yıllara kadar ulusal boyutta yaygınlaşıp ve katılımı artırarak ilerleyen 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarına, 1975'te Türkiye Radyo Televizyon Kurumu da katıldı ve bir hafta çocuk programları yayımladı. 1978'de Meclis Başkanlığının izniyle meclisteki törenlere çocukların da katılması sağlandı. 1979'da bu uygulama Ankara ilkokullarından gelen çocuklarla düzenli olarak başlatıldı, 1980'de de bütün illerden gelen çocuklarla "Çocuk Parlamentosu" oluşturuldu. 1979 yılının UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı olarak duyurulması üzerine, TRT tarafından dünyanın bütün çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlandı ve 1979 yılından itibaren TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği adıyla uygulamaya kondu. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bayramın en son şeklini alışı 1981'de gerçekleşti. 1980 darbesi döneminde Millî Güvenlik Konseyi bayramlar ve tatillerle ilgili kanunda yaptığı değişiklikle o güne kadar kanunen adı konmamış bir şekilde kutlanan bayrama "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" adını vermiştir. 2013'te ulusal bayramlar ve anma günlerine ilişkin yönetmelikteki düzenlenme ile 23 Nisan'daki kutlamaların ”Ulusal Egemenlik” ile ”Çocuk Bayramı” olmak üzere iki ayrı programla yapılmaya başladı. Yönetmeliğe göre 23 Nisan'da bayram, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenir. Devlet koltuklarına çocukların oturtulması uygulaması ve stadyum kutlaması kaldırılmıştır. Kutlanışı. 23 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti'nde 23 Nisan 1921'de resmî bayram olarak kabul edilmesinden bu yana, değişik adlarla da olsa resmî törenlerle kutlanmıştır. En yalın haliyle bu törenlerde İstiklâl Marşı okunur ve saygı duruşunda bulunulur.Yeni uygulamaya konulan yönetmeliğe göre, önceki yıllarda uygulanan koltuk devri uygulamasına son verildi. Ulusal ve Resmi Bayramlarda Yapılacak Törenler Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda çocuklara koltuk devretme uygulaması kaldırıldı. 23 Nisan'ın Çocuk Bayramı olarak kutlanışı 23 Nisan 1927'de Atatürk'ün himayesinde başlamış, Cumhurbaşkanlığı Bandosu çocuklar için konser vermiş ve Ankara'da çocuk balosu düzenlenmiştir. 1928'de Dr. Fuat (Umay) Bey'in teklifiyle daha geniş içerikli bir program hazırlanmış, ilanlar verilmiş, halk davet edilmiş, çocuk alayları oluşturulmuş, yarışmalar ve geziler düzenlenmiştir. 1929'daki 23 Nisan'dan önce HEC 23-30 Nisan haftasını çocuk haftası olarak duyurmuş, etkinlikler çoğaltılarak bir haftaya yayılmıştır. Asıl bayram yine 23 Nisan'da kutlanmış, çocuk balosu yine Atatürk tarafından himaye edilmiştir. Yine de HEC ve Türk Ocağı'nın bütün çabalarına rağmen ülke çapına yayılmada sorunlar yaşanmıştır. Birkaç yıl böyle gitmesi üzerine, Kırklareli milletvekili Dr. Fuat Umay'ın teklifiyle 20-30 Nisan arasında tüm telgraf ve mektuplara Himaye-i Etfal Şefkat Pulu yapıştırılması mecliste onaylandı. Yasa, 14 Nisan 1932'de yürürlüğe girdi.1933 23 Nisan'ında Atatürk yeni bir gelenek başlattı. O sabah çocukları makamında kabul etti ve onlarla sohbet etti. Aynı yıl stadyumlarda beden hareketi gösterileri yapılmaya başlandı. O bayram, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'in kaleme aldığı Andımız çocuklar tarafından ilk kez okundu. 1933'te artık Çocuk Bayramı devlete de mal olmuştu. Yine de 1935'teki yasa değişikliğinde çocuk bayramında hiç söz edilmedi. Yalnız resmî ismi konmamış olsa da, Milli Hâkimiyet Bayramı'nın yanında "23 Nisan Çocuk Bayramı", devlet ve toplum örgütlerinin ortaklaşa hazırladığı programlarla kutlanmaya devam edildi. 1970'lerde artık 23 Nisan Çocuk Bayramı tüm ulustan katılım alan bir bayram halini almıştı. 1975'ten itibaren TRT de programlarıyla destek vermiş, 1979'da resmî Millî Hakimiyet Bayramı törenlerine çocukların da katılmasına karar verilmiş, 1980'de de "Çocuk Parlamentosu" oluşturulmuştur. Böylece 23 Nisan Çocuk Bayramı, Millî Hakimiyet Bayramı'yla tamamen aynı etkinliklerde kutlanmış oluyordu. Nitekim 1981'de birleştirilecekti. Günümüzde 23 Nisan günlerinde bayram Türkiye Cumhuriyeti devleti erkanının başta Anıtkabir olmak üzere çeşitli Atatürk anıtlarında yaptıkları resmî törenlerle başlamakta, stadyumlarda ilköğretim öğrencilerinin hazırladığı gösterilerin sergilenmesi ve resmî geçit töreniyle devam etmektedir. Akşamları da büyük şehirlerde fener alayı düzenlenir. Resmî törenlerden sonra bayram yeri olarak nitelendirilen çayırlarda güreşler, koşular ve başka çeşit yarışmalar düzenlenir. Çeşitli sivil toplum örgütleri veya kuruluşlar tarafından düzenlenen etkinlikler yer alır. Önceden belirlenmiş öğrenciler kısa bir süreliğine kurumlardaki devlet memurlarının makamlarına oturur, onlarla orada sohbet edilir. Ayrıca 23 Nisan günü Türkiye'de resmî tatil günüdür. İlköğretim öğrencilerine 24 Nisan günü de tatildir. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği. 1979 yılında düzenlenmeye başlayan TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği, 23 Nisan'ı tüm dünya çocuklarının kutladığı bir bayram haline getirmeyi amaçlayan bir şenliktir. İlkine yalnızca SSCB, Irak, İtalya, Romanya ve Bulgaristan'ın katıldığı şenlik, günümüzde yaklaşık 50 ülkenin çocuklarının katılımıyla düzenlenmektedir. 1979'dan 2000'e kadar Türkiye'nin başkenti Ankara'da düzenlenmiş, ondan sonra Türkiye'deki başka kentlerde de gerçekleştirilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13678", "len_data": 13097, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.36 }
Cascading Style Sheets (Basamaklı Stil Şablonları ya da Basamaklı Biçim Sayfaları, bilinen kısa adıyla CSS), HTML'e ek olarak metin ve format biçimlendirme alanında fazladan olanaklar sunan bir işaretleme dilidir. İnternet sayfaları için genelgeçer şablonlar hazırlama olanağı verdiği gibi, bağımsız olarak harflerin stilini, yani renk, yazı tipi, büyüklük gibi özelliklerini değiştirmek için de kullanılabilir. Bu tekniğin en önemli özelliği kullanımındaki esnekliktir. Bir Web sayfası içerisinde birbiriyle uyumlu birkaç renk ve birkaç yazı tip kullanılır ve bunları her sayfada ayrı ayrı tekrar belirtmek yerine CSS yardımıyla bir sefer tanımlayıp bütün Web sayfalarında ortak olarak kullanılabilir. Böylece sayfaların hafızadaki boyutu epey küçüldüğü gibi güncelleme yapmak da kolaylaşır. CSS kodları, HTML kodlarının içine yazılabildiği gibi harici bir CSS dosyası oluşturularak da işlem yaptırılabilir. Türüne göre codice_1 veya codice_2 bölümlerinde yer alabilirler. Ayrıca "<link rel="stylesheet" type="text/css" href="style.css" />" koduyla CSS dosyası çalışma sayfasına eklenebilir. Onları ayrı dosyada veya dosyalarda saklamak, onları değişik HTML sayfalarınca kullanılmasını sağlar, aynı sayfanın değişik aygıtlara göre formatlandırılmasını kolaylaştırır, sunumla yapıyı ayırarak değişiklik yapılmasını ekonomikleştirir. Örnek CSS kodu. <html>refreshed with css <head>perfect customizations css css maintenance custom <style> w3.org/Style/CSS/ #WikipediaBox{ width:250px; height:300px; border:solid 2px;w3.org/Style .WikipediaLogo{ background:url("http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/e6/Wikipedia-logo-tr.png"); </style> </head> <body> <div id="WikipediaBox"> <div class="WikipediaLogo"></div> </div> </body> </html> CSS kodlarının, HTML dosyasına eklenmesi temelde dört farklı şekilde yapılabilir. <html> <head> <link rel="stylesheet" type="text/css" href="dosya.css"> </head> <body> <div>Eğer dosya.css sunucuda bulunuyorsa, HTML'in sunumunda kullanılacaktır.</div> </body> </html> <html> <head> <style> div { color: red; </style> </head> <body> <div>Bu yazı kırmızıdır.</div> </body> </html> <html> <head> <script> var css = document.createElement("style"); css.type = "text/css"; css.innerHTML = "div { color: red; }"; document.body.appendChild(css); </script> </head> <body> <div>Bu yazı kırmızıdır.</div> </body> </html> <html> <body> <div style="color: red;">Bu yazının rengi kırmızıdır.</div> </body> </html>
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13680", "len_data": 2753, "topic": "CODING", "quality_score": 3.62 }
Ucuz Roman (İngilizce: "Pulp Fiction"), Quentin Tarantino yönetmenliğindeki Roger Avary ile birlikte yazılmış, 1994 yapımı, kült kabul edilen bir filmdir. Ucuz Roman, En İyi Film dahil 7 dalda Oscar'a aday gösterilmiş ve En İyi Orijinal Senaryo Oscarı'nı almıştır. Aynı zamanda 1994 Cannes Film Festivali'nde en iyi film ödülü olan Altın Palmiye Ödülü'nün sahibidir. IMDB tüm zamanların en iyi filmleri sıralamasında 1,2 milyon oylama sonucu 8.9 puanla 8. sıradadır. Konu. Ringo (Tim Roth) ve Yolanda (Amanda Plummer) birbirlerine deliler gibi aşık bir soyguncu çifttir ve işlerine biraz heyecan katmak için farklı bir plan yaparlar. Jules (Samuel L. Jackson) ve Vincent (John Travolta) iki profesyonel tetikçidir ve patronları Marsellus Wallace'ı (Ving Rhames) dolandırmaya çalışan birkaç sahtekar genci "temizlemeye" giderler. Patron Marsellus ise boksör Butch ile (Bruce Willis) bir şike anlaşması yapar. Fakat cesur ve gururlu Butch final maçında yenilmeyi kendine yediremez ve anlaşmayı bozup kaçmayı planlar. Ayrıca Vincent patronunun karısı Mia ile (Uma Thurman) patronunun ricası üzerine bir gece vakit geçirecektir. Tek yapması gereken Marsellus Florida'dayken Mia'yı dışarı çıkarıp eğlendirmektir. Ancak kimsenin işleri yolunda gitmez ve ummadıkları şeylerle yüzleşmek zorunda kalırlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13687", "len_data": 1296, "topic": "ENTERTAINMENT", "quality_score": 2.9 }
Quentin Jerome Tarantino (d. 27 Mart 1963), Amerikalı yönetmen, senarist, oyuncu ve yazar. Stilize edilmiş şiddet, yoğun argo kullanımı ve popüler kültüre göndermelerle dolu uzun diyaloglar, filmlerinin ayırt edici özelliğidir. Filmleri eleştirmenlerce beğenilmiş, gişede başarı kazanmış ve sadık bir hayran kitlesi edinmiştir. Bazı eleştirmenler, onu kuşağının en etkili yönetmeni olarak nitelendirmiştir. İki Akademi Ödülü, iki BAFTA Ödülü ve dört Altın Küre Ödülü dâhil olmak üzere birçok ödül ve adaylığa layık görülmüştür. Filmleri dünya çapında 1,9 milyar dolardan fazla hasılat yapmıştır. Tarantino'nun yönetmenlik kariyeri bağımsız polisiye gerilim filmi "Rezervuar Köpekleri" (1992) ile başladı. İkinci filmi "Ucuz Roman" (1994), büyük bir başarı yakalayarak Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ve En İyi Özgün Senaryo dalında Akademi Ödülü başta olmak üzere birçok ödül kazandı. Ardından, 1996 yapımı aksiyon korku filmi "Gün Batımından Şafağa"'nın senaryosunu yazdı ve filmde başrol oynadı. Üçüncü yönetmenlik denemesi olan "Jackie Brown" (1997) ise blaxploitation türüne saygı niteliğindeydi. Tarantino, dövüş sanatları türündeki, iki bölümüyle tek bir yapım kabul edilen, ' (2003) ve ' (2004) filmlerinin senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendi. 2007 yılında "Ölüm Geçirmez" adlı istismar slasher türündeki filmi yönetti. Bu film, Robert Rodriguez'in "Dehşet Gezegeni" filmiyle birlikte "Grindhouse" başlığı altında, iki film birden formatında aynı gün ve aynı sinemada gösterime girdi. Tarantino'nun bir sonraki filmi "Soysuzlar Çetesi" (2009), II. Dünya Savaşı'nı alternatif bir kurguyla ele alıyordu. Bunu, bir kölenin intikam hikâyesini konu alan Spaghetti Western türündeki "Zincirsiz" (2012) takip etti. Bu film, Tarantino'ya En İyi Özgün Senaryo dalında ikinci Akademi Ödülü'nü kazandırdı. Tarantino'nun sekizinci filmi "The Hateful Eight" (2015), Revizyonist Western türünde bir gerilim filmiydi. Tarantino'nun dokuzuncu ve en son filmi olan "Bir Zamanlar… Hollywood'da" (2019), 1960'ların sonlarında Klasik Hollywood'dan Yeni Hollywood'a geçiş sürecini konu alan dram ve komedi filmidir. Filmin romanlaştırılmış versiyonunu 2021 yılında yayımlamıştır. Tarantino, kesin olmamakla birlikte, onuncu filmini çektikten sonra emekli olmayı düşündüğünü ifade etmiştir. İlk yılları. Quentin Jerome Tarantino, 27 Mart 1963'te Knoxville, Tennessee'de doğdu. Annesi Connie McHugh ve babası Tony Tarantino'dur. Tarantino doğduğunda annesi 16 yaşındaydı. Babası İtalyan kökenli bir oyuncu ve müzisyen, annesi ise İrlanda ve Çeroki kökenli bir hemşireydi. Babası, doğumundan önce aileyi terk etti. Annesi, "Quentin" adını western dizisi "Gunsmoke"'da Burt Reynolds'un oynadığı Quint karakterinden esinlenerek koydu. Tarantino'nun annesi, babasıyla Los Angeles'a yaptığı bir seyahat sırasında tanıştı. Kısa süren evliliklerinin ardından ayrıldılar. Ardından Connie McHugh, ailesinin yaşadığı Knoxville'e taşındı. 1966'da oğluyla birlikte Los Angeles'a taşındı. Tarantino'nun annesi, Los Angeles'a taşındıktan sonra kısa bir süre içinde müzisyen Curtis Zastoupil'le evlendi. Aile, Torrance, Kaliforniya'da yaşamaya başladı. Annesi, Tarantino'yu henüz altı yedi yaşlarında sinemaya götürüyordu. Bu filmler arasında "Carnal Knowledge" (1971) ve "Deliverance" (1972) gibi yetişkinlere yönelik filmler de vardı. 1973 yılında annesi ve üvey babası Zastoupil boşandı. Aynı dönemde annesi ciddi bir sağlık sorunu olabileceğinden endişelenerek (Hodgkin lenfoması teşhisi konulmuş ancak sonradan yanlış teşhis olduğu anlaşılmıştır) Tarantino'yu geçici olarak Tennessee'deki ebeveynlerinin yanına gönderdi. Tarantino yaklaşık bir yıl Knoxville'de kaldıktan sonra yeniden annesinin yanına Torrance'a döndü. Tarantino, 14 yaşındayken "Smokey and the Bandit" (1977) filminden esinlenerek "Captain Peachfuzz and the Anchovy Bandit" adında bir senaryo yazdı. Gençken yazma yeteneğinin annesi tarafından küçümsediğini ve bu yüzden gelecekte onu maddi olarak desteklemeyeceğine dair kendine söz verdiğini açıkladı. 15 yaşındayken, mağazadan Elmore Leonard'ın "The Switch" adlı romanını çaldığı için annesi tarafından cezalandırıldı ve yalnızca Torrance Community Theater'daki tiyatro etkinliklerine katılmasına izin verildi. Burada, "Two Plus Two Makes Sex" ve "Romeo ve Juliet" gibi oyunlarda sahne aldı. 16 yaşında, Narbonne Lisesi'nden ayrılarak eğitimini yarıda bıraktı. Kariyeri. 1980-1989: İlk işleri ve senaryo denemeleri. Tarantino, 1980'ler boyunca birçok işte çalıştı. Yaşını büyük göstererek yetişkin film gösterimi yapan Pussycat Theater adlı sinemada yer göstericiliği yaptı. Bir süre havacılık endüstrisinde işe alım sorumlusu olarak çalıştı. 1985 yılında Manhattan Beach, Kaliforniya'daki Video Archives adlı video kaset dükkânında tezgâhtarlık yapmaya başladı. Burada, video kaset kiralamaya gelen müşterilerle filmler üzerine konuşup tartışıyor ve film tavsiyelerinde bulunuyordu. Tarantino, "İnsanlar bana film okuluna gidip gitmediğimi soruyorlar, bense onlara 'Hayır' diyorum, 'ben filmlere gittim.'" demiştir. 1986 yılında, Video Archives'tan arkadaşı Roger Avary ile birlikte, Dolph Lundgren'in egzersiz videosu "Maximum Potential"'da prodüksiyon asistanı olarak çalıştı. Tarantino, Video Archives'ta çalışmaya başlamadan önce Scott Magill ile birlikte "Love Birds In Bondage" adlı bir senaryo kaleme aldı. Bu kısa filmi çekip yapımcılığını üstlenmeyi planlıyordu. Ancak, Magill'in 1987'de intihar etmesi üzerine çekilen tüm görüntüleri yok etti. Bu dönemde Tarantino, James Best Theatre Company'de oyunculuk dersleri almaya başlade buradav e ilerleyen yıllarda birlikte çalışacağı bazı isimlerda tanıştı. 1987 yılında ilk yönetmenlik denemesi olan "My Best Friend's Birthday" adlı kısa filmi yazıp yönetti ancak film tamamlanamadı; yalnızca bazı diyalogları, senaristliğini üstlendiği "True Romance" (1993) filminde kullanıldı. Bir yıl sonra, 1988 yılında "The Golden Girls" isimli komedi dizisinde bir Elvis taklitçisi olarak yer aldığı ilk profesyonel rolüyle izleyici karşısına çıktı. Tarantino, bu rol için aldığı ödemenin "Rezervuar Köpekleri"'nin (1992) ön hazırlık sürecine maddi destek sağladığını söyledi. Başlangıçta yaklaşık 650 dolar kazandığını, ancak bölümün defalarca yayımlanması sayesinde üç yılda toplamda 3.000 dolar civarında telif geliri elde ettiğini belirtti. 1990-1999: İlk filmleri ve başarıları. Tarantino, "My Best Friend's Birthday" (1997) adlı yarım kalan çalışmanın ardından ikinci film denemesinin otuz bin dolara mâl olamasını planlamıştı. Bir barbekü partisinde Lawrence Bender'le tanıştı. Ona, diyalog ağırlıklı bir soygun filmi yapma fikrinden bahsetti. Bender, Tarantino'yu senaryoyu yazmaya teşvik etti. Yaklaşık üç buçuk hafta içinde senaryoyu tamamlayan Tarantino, ilk taslağı Bender'a sundu. Senaryoyu okuyan Bender, çok etkilendi ve bu iş için para bulmayı teklif etti. Lawrence Bender, bir tanıdığı aracılığıyla senaryonun yönetmen Harvey Keitel'a ulaşmasını sağladı, ardından Keitel filmin prodüktörlerden biri olmak ve yapılmasına yardım etmek istediğini söyledi, ayrıca filmde başrollerden birini canlandırdı (Mr. White). Ardından Monte Hellman senaryonun Live Entertainment'ın (bugünkü Lionsgate) sorumlusu Richard Gladstein'e ulaşmasını sağladı. Senaryoyu çok beğenen Gladstein, filmin de yazarı tarafından yönetilmesini istedi. Filmin bütçesi otuz bin dolardan, bir buçuk milyon dolara çıktı. Tarantino'nun yazıp yönettiği ve Mr. Brown karakterini canlandırdığı polisiye gerilim filmi "Rezervuar Köpekleri"'nin ilk gösterimi, Ocak 1992'de Sundance Film Festivali'nde yapıldı. Film, eleştirmenlerden olumlu tepkiler alarak büyir yankı uyandırdı. 1990'lı yıllarda Tarantino, kendi yönettiği filmlerin senaryoları dışında başka filmler için de senaryo çalışmaları yaptı. Yönetmenliğini yapmadığı filmler için senaryolar dımışya de düzenlemeler yaptı. Tarantino'nun senaristliğini üstlendiği filmlerden biri de 1993 yapımı "True Romance" oldu. Daha sonra, 1995 yapımı "Natural Born Killers" filminin senaryosunu yazsa da senaryo daha sonra Dave Veloz, Richard Rutowski ve yönetmen Oliver Stone tarafından yeniden düzenlendi ve Tarantino'ya yalnızca öykü kredisi verildi. Tarantino, bir röportajında filmin başarılı olmasını dilediğini belirtse de, daha sonra filmi sahiplenmediğini dile getirdi. Ayrıca, 1994 yapımı komedi filmi "It's Pat" üzerinde de adı geçmeyen senarist olarak senaryo düzenlemesi yaptı. Bunun yanı sıra, "Crimson Tide" (1995) ve "The Rock" (1996) filmlerinde de adı geçmeyen senarist olarak katkıda bulundu. "Rezervuar Köpekleri" filminin başarısının ardından, büyük film stüdyoları Tarantino'ya "Speed" (1994) ve "Men in Black" (1997) gibi projelerde yer alması için teklifler sunsa da bu teklifleri reddetti. Tarantino, Fransa ve Hollanda seyahatleri sırasında "Ucuz Roman" filminin senaryosunu yazmaya başladı. Senaryosunu yazdığı, yönettiği ve oyuncu olarak yer aldığı 1994 yapımı "Ucuz Roman", kara mizah öğeleri içeren bir suç filmi olarak büyük başarı elde etti. Film, 1994 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazandı. Tarantino, En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü'nü Roger Avary ile paylaştı ve En İyi Yönetmen ve En İyi Film de dâhil toplamda yedi Akademi Ödülü'ne aday gösterildi. Dünya çapında 200 milyon doların üzerinde gişe hasılatı yapan film, eleştirmenlerden de olumlu yorumlar aldı. 1995 yılında Tarantino, Robert Rodriguez, Allison Anders ve Alexandre Rockwell ile birlikte "Four Rooms" adlı projede yer aldı. Tarantino, "The Man from Hollywood" adlı dördüncü bölümü yönetti ve rol aldı. Aynı yıl, Robert Rodriguez ile yeniden bir araya gelerek "Desperado" filminde yardımcı oyuncu olarak rol aldı. Tarantino'nun para karşılığı ilk senaristlik işlerinden biri, Rodriguez'in yönettiği "From Dusk Till Dawn" (1996) filmi oldu. Tarantino, bu filmde Harvey Keitel, George Clooney ve Juliette Lewis ile birlikte oyuncu olarak da yer aldı. Tarantino'nun üçüncü uzun metraj filmi, Elmore Leonard'ın "Rum Punch" romanından uyarlanan "Jackie Brown" (1997) oldu. Blaxploitation (siyahi istismar) filmlerine saygı niteliği taşıyan yapımda, 1970'lerde bu türdeki birçok filmde rol almış Pam Grier başrolde yer aldı. Film, eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı ve Grier ile yardımcı oyuncu Robert Forster için "geri dönüş" olarak nitelendirildi. Yazar Elmore Leonard, "Jackie Brown"'ı roman ve kısa hikâyelerinden uyarlanan 26 farklı sinema filmi arasında en beğendiği yapım olarak nitelendirdi. Tarantino, 1990'larda çeşitli küçük rollerde oynadı. Bunlar arasında "Eddie Presley" (1992), "The Coriolis Effect" (1994), "Sleep With Me" (1994),"" "Somebody to Love" (1994), "All-American Girl" (1995), "Destiny Turns on the Radio" (1995) ve "Girl 6" (1996) gibi yapımlar bulunur. Ayrıca, 1996 yılında simülasyon video oyunu "Director's Chair"'de başrolde yer aldı. 1998 yılında Broadway'de ilk kez sahne alan Tarantino, 1966 yapımı "Wait Until Dark" adlı oyunun yeniden sahnelenen versiyonunız bir psikopat katili canlandırdı. Ancak eleştirmenler, performansına yönelik olumsuz yorumlar yaptı. 2000-2009: Devam eden başarıları. Tarantino, 2003 yılında Çin dövüş sanatları, Japon dönem sineması, Spaghetti Western ve İtalyan korku filmlerinden öğeler barındıran, estetize edilmiş şiddet içeren bir intikam filmi olan ''i yazıp yönetti. The Bride adlı karakterin intikam serüvenine dayanan hikâye, filmin başrol oyuncusu Uma Thurman ile birlikte, "Ucuz Roman" çekimleri sırasında Tarantino tarafından tasarlanmıştı. Başlangıçta tek film olarak planlanan "Kill Bill", yaklaşık dört saatlik süresi nedeniyle iki bölüme ayrıldı. Ancak Tarantino, genel filmografisi içinde tek bir film olarak değerlendirdiğini belirtir. ' 2003 yılında, "" ise 2004 yılında gösterime girdi. 2002 ile 2004 yılları arasında Tarantino, ABC televizyon dizisi "Alias"'ta kötü karakter McKenas Cole'u canlandırdı. 2004 Cannes Film Festivali'ne jüri başkanlığını üstlendi ve "Kill Bill: Volume 2", yarışma dışı olarak festivalde gösterildi. 2005 yılında, Robert Rodriguez'in yönettiği neo-noir filmi "Sin City"'de Clive Owen ve Benicio del Toro'nun yer aldığı araba sahnesini yöneterek "Özel Konuk Yönetmen" olarak projeye dâhil oldu. Mayıs 2005'te, "" dizisinin beşinci sezon finali olan "Grave Danger" bölümünün ortak senaristliğini üstlendi ve yönetti. Bu çalışmasıyla, 57. Primetime Emmy Ödülleri'nde Drama Dizilerinde En İyi Yönetmenlik kategorisinde aday gösterildi. 2007 yılında Tarantino, istismar ve slasher filmi "Ölüm Geçirmez"'i yönetti. 1970'lerin çift film gösterimlerine saygı niteliği taşıyan yapım, "Grindhouse" başlığı altında yayımlandı. Proje, Robert Rodriguez ile ortak bir çalışma olup, Rodriguez'in yönettiği diğer film ise korku türündeki "Planet Terror" filmiydi. Gişe hasılatı düşük olsa a, film eleştirmenlerden genel olarak olumlu yorumlar aldı. Tarantino'nun 2009 yılında gösterime giren filmi "Soysuzlar Çetesi", alternatif bir II. Dünya Savaşı hikâyesini konu alıyordu. Tarantino, bu projeye "Jackie Brown"'dan sonra başlamayı planlalamış, ancak Uma Thurman ile yaptığı bir görüşmenin ardından "Kill Bill"'i çekmeye karar vererek projeyi ertelemiştir. Film, Ekim 2008'de çekilmeye başlandı. Ağustos 2009'da vizyona giren yapım, eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı ve gösterime girdiği hafta sonu ABD ve Kanada'da en yüksek gişe hasılatına ulaştı. Tarantino, bu filmle En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo dallarında ikinci kez Akademi Ödülü'ne aday gösterildi. 2010-günümüz: Kendini kanıtlamış bir auteur. 2011 yılında, "Zincirsiz"'in yapım süreci başladı. Film, 1858 yılında ABD'nin Güney eyaletlerindeki bir kölenin intikam hikâyesini konu alır. Tarantino, bu projeyi, Amerika'nın İç Savaş öncesi (Antebellum) döneminde geçen bir Spaghetti Western yapma isteğinden yola çıkarak geliştirdi. Tarantino, bu tarzı "bir güney filmi" olarak tanımlayarak, "Amerika'nın kölelik geçmişi gibi korkunç konularını işlemek, ancak bunu büyük toplumsal mesajlar veren filmler gibi değil, bir Spaghetti Western tarzında yapmak istiyorum. Bu filmler, Amerika'nın utanıp yüzleşemediği konuları işleyen tür yapımları olacak. Diğer ülkeler de bu meseleleri işlemeye cesaret edemiyor çünkü buna hakları olup olmadığını bile bilmiyorlar" şeklinde açıklamada bulundu. Film, Aralık 2012'de vizyona girdi ve Tarantino'nun o güne kadarki en yüksek gişe hasılatını elde eden yapım oldu. Ayrıca, bu filmle En İyi Özgün Senaryo dalında ikinci Akademi Ödülü'nü kazandı. Kasım 2013'te Tarantino, yeni bir film üzerinde çalıştığını ve bunun bir Western olacağını ancak "Zincirsiz"'in devamı olmayacağını açıkladı. 11 Ocak 2014'te filmin adının "The Hateful Eight" olacağı duyuruldu. Ancak senaryo Ocak 2014'te internete sızdırıldı. Gizliliğin ihlal edilmesinden dolayı rahatsız olan Tarantino, o kış başlaması planlanan yapımı iptal etmeyi ve senaryoyu bir roman olarak yayımlamayı düşündü. Senaryoyu yalnızca güvendiği birkaç meslektaşına verdiğini belirten Tarantino, bunlar arasında Bruce Dern, Tim Roth ve Michael Madsen'ın da bulunduğunu söyledi. 19 Nisan 2014'te, Tarantino sızdırılan senaryonun canlı okuma etkinliğini Los Angeles'taki Ace Hotel'de bulunan United Artists Theater'da "Live Read" serisi kapsamında yönetti. Etkinlik sırasında ilk taslağı okuyacaklarını ve ayrıca farklı bir sona sahip iki yeni taslak üzerinde çalıştığını açıkladı. Çekimler planlandığı gibi Ocak 2015'te güncellenmiş senaryo ile başladı. "The Hateful Eight", 25 Aralık 2015'te 70 mm film formatında roadshow gösterimi olarak vizyona girdi ve 30 Aralık 2015'te dijital sinemalarda gösterilmeye başlandı. Film, eleştirmenlerden genel olarak olumlu yorumlar aldı. Temmuz 2017'de, Tarantino'nun bir sonraki projesinin Manson Ailesi cinayetlerini konu alan bir film olacağı bildirildi. Şubat 2018'de, filmin adının "Bir Zamanlar... Hollywood'da" olacağı ve Leonardo DiCaprio'nun televizyon Western'lerinde ün yapmış kurgusal bir yıldız olan Rick Dalton'u, Brad Pitt'in ise onun dublörü Cliff Booth'u canlandıracağı açıklandı. Margot Robbie ise Dalton'un komşusu, aktris Sharon Tate'i oynayacaktı. Çekimler 2018 yazında gerçekleştirildi. Bu süreçte, Harvey Weinstein'a yönelik cinsel istismar suçlamalarının ardından, Tarantino kariyeri boyunca çalıştığı The Weinstein Company ve Miramax ile bağlarını kopardı ve filmi için yeni bir dağıtımcı buldu. Film, 2019 Cannes Film Festivali'nde prömiyerini yaptı ve Altın Palmiye için yarıştı. Dağıtımını Sony Pictures'in üstlendiği film, Temmuz 2019'da sinemalarda gösterime girdi. Eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı. 92. Akademi Ödülleri'nde 10 dalda Oscar'a aday gösterildi ve Tarant;ino En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo dallarında üç adaylık kazandı. Kasım 2022'de Tarantino, 2023 yılında sekiz bölümlük bir televizyon dizisi çekmeyi planladığını açıkladı. Ancak, projeyle ilgili herhangi bir ayrıntı verilmedi. Onuncu ve son filmi. Tarantino, onuncu filmini çektikten sonra emekli olmayı düşündüğünü defalarca dile getirmiştir. 2009 yılında, 60 yaşına geldiğinde yönetmenliği bırakıp roman ve sinema yazıları yazmaya odaklanmak istediğini belirtmiştir. Ayrıca, sektörün dijitale yönelmesinden duyduğu endişeyi dile getirerek, 35 mm film gösterimi artık mümkün olmazsa daha erken emekli olabileceğini söylemiştir. Ancak daha sonra, bu planının kesin olmadığını açıklamıştır. 2025 Sundance Film Festivali'nde Tarantino, son filmini çekmek için acele etmediğini doğrulamış ve başlamadan önce en az bir yıl beklemek istediğini belirtmiştir. Bunun yerine, öncelikle bir tiyatro oyunu yazmaya odaklanmayı tercih ettiğini söylemiştir. Yapımcılığı. Tarantino, Hollywood'daki etkisini kullanarak daha küçük çaplı ve uluslararası filmlerin tanıtımında önemli bir rol oynadı. Bu filmlerin çoğu, "Presented by Quentin Tarantino" veya "Quentin Tarantino Presents" adıyla gösterime sunuldu. 1995 yılında, bağımsız ve yabancı yapımları dağıtmak veya yeniden piyasaya sürmek amacıyla Miramax ile ortaklaşa Rolling Thunder Pictures adlı dağıtım şirketini kurdu. Ancak, düşük satış rakamları nedeniyle Miramax, 1997 yılında şirketi kapattı. Kısa ömrüne rağmen Rolling Thunder Pictures şu filmleri yayımladı: "Chungking Express" (1994, Wong Kar-wai), "Switchblade Sisters" (1975, Jack Hill), "Sonatine" (1993, Takeshi Kitano), "Hard Core Logo" (1996, Bruce McDonald), "The Mighty Peking Man" (1977, Ho Meng Hua), "Detroit 9000" (1973, Arthur Marks) "The Beyond" (1981, Lucio Fulci), "Curdled" (1996, Reb Braddock). 2001 yılında, Hong Kong yapımı dövüş sanatları filmi "Iron Monkey"'in ABD'de gösterime girmesini sağladı. Film, dünya çapında 14 milyon doların üzerinde gişe hasılatı elde etti. 2004 yılında ise Çin yapımı dövüş sanatları filmi "Hero"'yu ABD izleyicisiyle buluşturdu. Film, gişede açılışını birinci sırada yaparak toplamda 53,5 milyon dolar kazandı. Tarantino, 2006 yılında yayımlanan Macar spor belgeseli "Freedom's Fury"'nin yapımına katkıda bulundu. 1956 Melbourne Olimpiyatları'nda Macaristan ile Sovyetler Birliği arasında oynanan su topu maçını konu alan bir belgesel için kendisine teklif götürüldüğünde, Tarantino "Bu, şimdiye kadar bana anlatılan en iyi hikâye. Bu projede yer almayı çok isterim" dedi. 2006 yılında, "Quentin Tarantino Presents" ifadesiyle yayımlanan bir diğer yapım olan "Hostel", açılış hafta sonunda 20,1 milyon dolarlık gişe hasılatı elde ederek gişede birinci sırada yer aldı. Aynı yıl, "The Protector" filmini sundu ve 2007 yapımı "Hostel: Part II"'nin yapımcıları arasında yer aldı. 2008 yılında ise Larry Bishop'un yönettiği, intikam temalı motosiklet filmi "Hell Ride"'ın yapımcılığını üstlendi. Film gösterimciliği. Şubat 2010'da Tarantino, Los Angeles'taki New Beverly Cinema'yı satın aldı. Önceki sahiplerinin sinema salonunu işletmeye devam edeceğini ancak zaman zaman programlama konusunda önerilerde bulunacağını belirtti. Konuyla ilgili olarak, "Ben hayatta olduğum ve zengin olduğum sürece, New Beverly orada olacak ve 35 mm film gösterimleri yapmaya devam edecek" dedi. 2014 yılından itibaren Tarantino, New Beverly'deki film gösterimlerinde daha aktif rol oynayarak kendi filmlerinin yanı sıra kişisel koleksiyonundaki filmlerin gösterimlerini de gerçekleştirdi. 2021'de, Tarantino Los Angeles'taki Vista Theatre'ı da satın aldığını duyurdu. Buranın ilk gösterim sineması olarak kalacağını ve New Beverly gibi yalnızca film ruloları üzerinden gösterimler yapacağını açıkladı. Film eleştirmenliği. Haziran 2020'de Tarantino, inceleme derleyici "Rotten Tomatoes" tarafından resmî bir eleştirmen olarak tanındı ve yorumları "Tomatometer" derecelendirme sistemine dâhil edildi. O tarihten itibaren, New Beverly Cinema'nın web sitesinde 30'dan fazla film incelemesi ve yönetmenler üzerine makalesi yayımladı.<ref name="archive.org/web/thenewbev"></ref> Tarantino, ana akım film eleştirisinin genel görüşlerine ters düşen filmleri yeniden değerlendirmiştir. Örneğin, 1983 yapımı "Psycho II"'nin, 1960 yapımı orijinal "Psycho" filminden daha iyi olduğunu düşünmektedir. Ayrıca, Martin Scorsese ve Edgar Wright gibi birkaç yönetmenle birlikte, gişede büyük bir başarısızlık yaşamasına ve tüm zamanların en kötü filmlerinden biri olarak anılmasına rağmen, Elaine May'in 1987 yapımı "Ishtar" filmini beğenen isimler arasındadır. Sineması ve etkilendikleri. İlk dönem etkilendiği filmler ve yönetmenler. 2002 yılında "Sight & Sound" dergisinin yönetmenler anketinde Tarantino, en sevdiği 12 filmin şunlar olduğunu belirtti: "Apocalypse Now", "The Bad News Bears", "Carrie", "Dazed and Confused", "The Great Escape", "His Girl Friday", "Jaws", "Pretty Maids All in a Row", "Rolling Thunder", "Sorcerer", "Taxi Driver" ve "The Good, the Bad and the Ugly". Tarantino'nun başlıca ilham kaynaklarından biri, özellikle "Once Upon a Time in the West" olmak üzere, Sergio Leone'nin Spaghetti Western filmleridir. Tarantino ayrıca Brian De Palma'nın 1981 yapımı "Blow Out" filmini büyük bir hayranlıkla takip etmiş ve bu film, "Ucuz Roman"'da John Travolta'yı seçme kararında belirleyici bir rol oynamıştır. Benzer şekilde, Jim McBride'ın 1983 yapımı "Breathless" yeniden çevrimi, özellikle Richard Gere'in karizmatik ancak protogonist bir karakteri canlandırması, onun için önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Tarantino'nun popüler kültüre olan ilgisi de filmlerine yansımaktadır. Örneğin, McBride'ın "Breathless" filminde yer alan "Silver Surfer" çizgi romanı, Tarantino'yu "Rezervuar Köpekleri"'nde Mr. Orange'ın dairesine bir "Silver Surfer" posteri yerleştirmeye yönlendirmiştir. Bunun yanı sıra, "Rio Bravo"'yu önemli bir ilham kaynağı olarak görmektedir. Avustralya yapımı "Roadgames" (1981) filmini en sevdiği filmler arasında göstermektedir. Tarantino'nun sinema anlayışını şekillendiren diğer filmler arasında Hong Kong dövüş sanatları filmleri ("Five Fingers of Death", "Enter the Dragon"), John Woo'nun aksiyon filmleri ("A Better Tomorrow II", "The Killer"), John Carpenter'ın yapımları ("Assault on Precinct 13", "The Thing"), blaxploitation türündeki filmler ("The Mack", "Foxy Brown"), Jean-Luc Godard'ın filmleri ("Bande à Part", 1960 yapımı "Breathless") ve Sonny Chiba'nın çalışmaları ("The Street Fighter", "Shadow Warriors") yer almaktadır. Ağustos 2007'de, Manila'da düzenlenen 9. Cinemanila Uluslararası Film Festivali kapsamında dört saatlik bir sinema dersi veren Tarantino, 1970'lerde kendisine ilham veren yönetmenler arasında Filipinli yönetmenler Cirio H. Santiago, Eddie Romero ve Gerardo de León'u saymıştır. Tarantino, Filipinler'de yerel bir gazeteye verdiği demeçte, "Filipin sinemasının büyük bir hayranıyım" demiştir. Tarzı. Tarantino'nun filmleri sıklıkla grafik şiddet unsurları içerir ve bu eğilimi zaman zaman eleştirilmiştir. "Rezervuar Köpekleri", işkencenin eğlence unsuru olarak kullanıldığı gerekçesiyle Birleşik Krallık'ta ilk başta gösterim onayı alamamıştır. Ancak Tarantino, filmlerindeki şiddeti sıkça savunarak, "Şiddet çok güçlü bir şey. Seyirciler üzerinde büyük bir etkisi var." demiştir. "Kill Bill: Volume 1" ile ilgili bir röportajda, filmlerindeki aşırı şiddet sahneleri sorulduğunda ise "Çünkü çok eğlenceli!" şeklinde yanıt vermiştir. Veri analizi platformu FiveThirtyEight, Tarantino'nun filmlerinde kullanılan küfürler ve ölüm sahnelerinin istatistiklerini incelemiştir. Buna göre, "Rezervuar Köpekleri" filminde yalnızca 10 ölüm sahnesi bulunmasına rağmen 421 kez küfür kullanılmıştır. "Zincirsiz" ise 262 küfür ve 47 ölüm sahnesi içermektedir. Tarantino, sinemasında sıkça favori yönetmenlerine ve klasik filmlere görsel göndermeler yapar. Örneğin, "Kill Bill"'de çizgi roman estetiğini ve görsel anlatımını canlı aksiyon sahneleriyle birleştirmiş, bazı sahnelerde ise doğrudan çizgi film ve anime sekansları kullanmıştır. Tarantino, filmlerinde zaman zaman doğrusal olmayan zaman öykü akışını kullanmıştır. Bu anlatım tekniği özellikle "Ucuz Roman"'da belirgin şekilde öne çıkarken, aynı yapı "Rezervuar Köpekleri", "Kill Bill" ve "The Hateful Eight"'te de kullanılmıştır. Tarantino'nun yazdığı "True Romance"'ın senaryosu da aslında doğrusal olmayan bir yapıyla tasarlanmıştı, ancak yönetmen Tony Scott, filmi daha geleneksel bir kronolojik yapı ile çekmeye karar verdi. Eleştirmenler, Tarantino'nun filmlerinde zaman akışını değiştirme tekniğine "Tarantino Efekti" adını vermiştir. Oyuncu Steve Buscemi, Tarantino'nun kendine özgü sinema stilini "enerji dolu" ve "odaklanmış" olarak tanımlamıştır. Tarantino'ya göre filmlerinin en ayırt edici özelliklerinden biri, her birinde farklı bir mizah anlayışının olmasıdır, bu da seyircinin normalde komik olmayan sahnelerde gülmesini sağlar. Ancak Tarantino, filmlerinin komedi değil, dramatik yapımlar olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Tarantino'nun diyalog kullanımı, gündelik konuşmalar ile popüler kültür referanslarını harmanlamasıyla öne çıkmaktadır. Örneğin, "Ucuz Roman"'da Jules ve Vincent, Fransa'da McDonald's'ın "Quarter Pounder with Cheese" menüsünün, metrik sistem nedeniyle "Royale with Cheese" olarak adlandırıldığını tartışır. "Rezervuar Köpekleri"'nin açılış sahnesinde, Mr. Brown (Tarantino'nun canlandırdığı karakter), Madonna'nın "Like a Virgin" şarkısını yorumlar. "Jackie Brown" filminde ise, Jackie ve Max, bir fincan kahve eşliğinde Delfonics'in "Didn't I (Blow Your Mind This Time)" adlı şarkısını dinlerken sohbet eder. Tarantino, filmlerinin iki farklı sinematik evrende geçtiğini belirtmiştir. Birincisi, "Rezervuar Köpekleri" ve "Ucuz Roman" gibi daha gerçekçi ve dünyaya bağlı bir anlatı evrenidir. İkincisi ise, meta-kurgusal bir evrendir. Tarantino, bu ikinci evrenin, birinci evrende yaşayan karakterlerin izlediği filmler olduğunu ifade eder. Bu ayrım, "From Dusk till Dawn" ve "Kill Bill" gibi yapımları, Tarantino'nun ana anlatı evreninden ayırmaktadır. Tarantino, filmlerinde kendine özgü markalar ve ürünler yaratarak bunları çeşitli sahnelerde kullanmaktadır. Gerçek markalar yerine, "Acuña Boys Tex-Mex Food", "Big Kahuna Burger", "G.O. Juice", "Jack Rabbit Slim's", "K-Billy", "Red Apple cigarettes", "Tenku Brand Beer" ve "Teriyaki Donut" gibi kurgusal markalar oluşturmuştur. Bu markalar, kimi zaman ürün yerleştirme uygulamasının parodisini yapmak için esprili bir şekilde kullanılmıştır. Tarantino, filmlerinde müzik seçimleriyle de öne çıkmaktadır. Özellikle 1960'lar ve 1970'lerden şarkılar içeren film müzikleri, onun sinemasının önemli bir parçasıdır. 2011 yılında, 16. Eleştirmenlerin Seçimi Film Ödülleri'nde ilk kez verilen Music+Film Ödülü'ne layık görülmüştür. Filmlerinde yinelenen bir görüntü, kadınların çıplak ayaklarının belirgin bir şekilde öne çıktığı sahnelerdir. Ayak fetişizmi sorulduğunda Tarantino şöyle yanıt vermiştir: "Bunu ciddiye almıyorum. Pek çok iyi yönetmenin filminde çok fazla ayak var. Bu sadece iyi bir yön. Mesela benden önce ayak fetişizmini tanımlayan kişi bir başka film yönetmeni Luis Buñuel'di. Ve Alfred Hitchcockbununla suçlandı ve Sofia Coppola da bununla suçlandı." Tarantino, yazım sürecini sık sık bir roman yazmaya benzetmiş ve senaryoya dönüştürmeden önce hikâyeyi bu şekilde kurguladığını belirtmiştir. Bu yaklaşımın, filmin temel yapısını oluşturduğunu ve anlatısına edebi bir nitelik kazandırdığını ifade etmektedir. Yazım süreci hakkında The Talks adlı internet sitesine verdiği röportajda şunları söylemiştir: "Kafam bir sünger gibi. İnsanların söylediklerini dinlerim, küçük tuhaf davranışları gözlemlerim, biri bana bir şaka anlatır ve ben onu hatırlarım. İnsanlar hayatlarındaki ilginç hikâyeleri paylaşır ve ben onları aklımda tutarım. Yeni karakterlerimi yazmaya başladığımda ise kalemim bir anten gibi çalışır, bu bilgileri yakalar ve karakterler neredeyse tamamlanmış hâlde ortaya çıkar. Ben onların diyaloglarını yazmam, sadece konuşmaya başlamalarına izin veririm." Çalıştığı kişiler. Tarantino, filmlerinde sıkça aynı oyuncularla çalışarak kendine özgü bir sabit oyuncu kadrosu oluşturmuştur. Bu oyuncular arasında en dikkat çekeni, beş Tarantino filminde rol alan ve Tarantino'nun senaryosunu yazdığı "True Romance"'ta da yer alan Samuel L. Jackson'dır. Sık çalıştığı diğer isimler ise Tarantino'nun "ilham perisi" olarak adlandırdığı ve üç filminde başrol verdiği Uma Thurman; yedi filminde oyuncu veya dublör olarak yer alan Zoë Bell; ayrıca beş filmde Michael Madsen, dört filmde James Parks ve üç filmde Tim Roth'tur. Bunun yanı sıra, Roth, Tarantino'nun son bölümünü yönettiği antoloji filmi "Four Rooms"'da rol almış ve "Bir Zamanlar… Hollywood'da" filminde bir sahnede rol alsa da sahnesi kurgu sürecinde çıkarılmıştır. Tarantino'nun birden fazla filminde yer alan diğer oyuncular arasında, üçer kez rol alan Michael Bacall, Michael Bowen, Bruce Dern, Harvey Keitel, Michael Parks, Kurt Russell ve Craig Stark bulunmaktadır. Leonardo DiCaprio ve Brad Pitt, Tarantino'nun iki filminde rol almış olup, "Bir Zamanlar… Hollywood'da" filminde birlikte yer almışlardır. Samuel L. Jackson gibi, Pitt de Tarantino'nun senaryosunu yazdığı "True Romance" filminde rol almıştır. Christoph Waltz, "Soysuzlar Çetesi" ve "Zincirsiz" olmak üzere iki Tarantino filminde yer almış ve her iki rolüyle de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar Ödülü kazanmıştır. Waltz, 1970'lerden beri birçok Alman filminde ve televizyon yapımında yer almış olsa da, Tarantino'nun "Soysuzlar Çetesi" filminde Hans Landa karakterini canlandırana dek Amerika'da görece bilinmeyen bir oyuncuydu. Tarantino'nun bütün filmlerinde, 2010'daki ölümüne dek, kurgucu olarak çalışan Sally Menke; Tarantino tarafından "şüphesiz en önemli çalışma arkadaşım" olarak nitelenmiştir. Diğer eserleri. Kitapları. 2020 yılında Tarantino, HarperCollins ile iki kitaplık bir anlaşma imzaladı."" İlk kitabı, "Once Upon a Time in Hollywood"'un roman uyarlaması, Haziran 2021'de yayımlandı. "The New York Times" ve "The Guardian" tarafından olumlu eleştiriler aldı. İkinci kitabı "Cinema Speculation", 1 Kasım 2022'de yayımlandı. Yeni Hollywood dönemi filmlerine odaklanan kitap, sinema eleştirmeni Pauline Kael'den ilham alarak oluşturuldu."" Podcast. Haziran 2021'de Quentin Tarantino, Roger Avary ile birlikte bir podcast başlatmayı planladığını duyurdu. Podcast, her iki yönetmenin de film kariyerlerinden önce çalıştığı bir video kiralama dükkânından esinlenerek Video Archives adını aldı. Her bölümde Tarantino, Avary ve bir konuk, dükkândan kiralanabilecek filmlerden birini incelemektedir. Podcast, 19 Temmuz 2022'de yayına başlamıştır. Filmografi. Tarantino, filmografisinde genel kaliteyi korumak amacıyla yönetmen olarak onuncu filmini çektikten sonra emekli olmayı düşündüğünü belirtmiştir. Tarantino, çoğu yönetmenin son filmlerinin kötü olduğunu, "düzgün bir filmle" kariyeri sonlandırmanın nadir görüldüğünü ve "iyi bir filmle" bitirmenin olağanüstü bir şey olduğunu düşünmektedir. Tarantino, "Kill Bill: Volume 1" ve "Kill Bill: Volume 2"'yi tek bir yapım kabul etmektedir. Başarıları. Tarantino ve filmleri; Akademi Ödülleri, BAFTA Ödülleri, Altın Küre Ödülleri, Directors Guild of America Ödülleri ve Saturn Ödülleri gibi önemli ödüllere birçok kez aday gösterilmiştir. Tarantino, "Ucuz Roman" ve "Zincirsiz" filmleriyle iki kez En İyi Özgün Senaryo dalında Akademi Ödülü kazanmıştır. Ayrıca, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülüne dört kez aday gösterilmiş ve 1994 yılında "Ucuz Roman" filmiyle bu ödülü kazanmıştır. Film yazarlığı ve yönetmenliğindeki başarılarının yanı sıra Tarantino, beş kez de Grammy Ödülü'ne aday gösterilmiş ve bir Primetime Emmy Ödülü kazanmıştır. 2005 yılında Tarantino, 10. Empire Ödülleri'nde onursal "On Yılın Simgesi" ödülüne layık görüldü. Ayrıca, 2007 yılında Cinemanila'dan ve 2012'de Roma Film Festivali'nden Yaşam Boyu Onur Ödülü aldı. 2011 yılında ise Tarantino, Fransız Akademisi tarafından verilen César Ödülleri'nde Onursal César'a layık görüldü. Tarantino, "Ucuz Roman" filmiyle "Büyük Dörtlü" eleştirmen ödüllerini (LA, NBR, NY, NSFC) kazanan ilk yönetmen oldu ve 2025 itibarıyla bunu başaran beş yönetmenden (Curtis Hanson, Steven Soderbergh, David Fincher ve Barry Jenkins) ilki oldu. Övgü ve ödüller. Kariyeri boyunca Tarantino'nun filmleri hem bir kült takipçi kitlesi edinmiş hem de eleştirel ve ticari başarı elde etmiştir. 2005 yılında, "Time" dergisinin hazırladığı, dünyadaki en etkili 100 kişinin sıralandığı listeye dâhil edildi. 2007 yılında ise "The Daily Telegraph"'ın "Yaşayan 100 Büyük Dahi" listesinde yer aldı. Yönetmen ve tarihçi Peter Bogdanovich, onu "kendi neslinin en etkili yönetmeni" olarak nitelendirdi. Sinemaya yaptığı katkılar dolayısıyla Hollywood Bulvarı'nda bir yıldızla onurlandırıldı. 2013 yılında, son beş yılda film üzerine yazılmış akademik makale ve tezlerde hangi yönetmenlere en sık atıfta bulunulduğunu belirlemek amacıyla yedi akademisyenin katılımıyla bir araştırma gerçekleştirildi. Bu araştırma sonucunda Tarantino'nun; Alfred Hitchcock, Christopher Nolan, Martin Scorsese ve Steven Spielberg gibi isimleri geride bırakarak Birleşik Krallık'ta hakkında en çok çalışma yapılan yönetmen olduğu ortaya çıktı. Yönettiği Akademi Ödülü ve adaylığı alan performanslar Tarantino'nun yönettiği filmlerde rol alan oyuncular, performanslarıyla Akademi Ödülleri'ne aday gösterilmiş ve kazanmışlardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13688", "len_data": 33925, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.33 }
Rezervuar Köpekleri ya da orijinal adıyla Reservoir Dogs, Amerikalı yönetmen Quentin Tarantino'nun ilk filmi. Tarantino'nun senaryosunu da kendisinin yazdığı film, sinemaya alışılmadık bir tarz getirdi. Bol kanlı şiddet sahneleri, neredeyse hiçbir şey ifade etmeyen diyaloglar, karmaşık anlatım tarzı ile yönetmenin, diğer filmlerinin öncüsü diyebiliriz. Aktör Harvey Keitel, bu filmde hem oyuncu hem de yapımcı olarak yer alır. Rezervuar Köpekleri ABD'de 2,832,029 $ hasılata ulaşmıştır. Konusu. Joe Cabot (Lawrence Tierney), büyük bir elmas mağazasını soymak için, oğlunun da dahil olduğu bir ekip hazırlar. Renk isimlerini kod isim olarak kullanan ekibin adı, "rezervuar köpekleri". İşinin ehli gibi gözüken ekipte, Joe'nun oğlu da vardır. Soygunun planları yapılır. En ince detayları bile gözden geçirilmiştir. Ama soygun planlandığı gibi işlemez. Mağazaya gelindiğinde tuzağa düşerler. Ekibin içinde polis olduğunun farkına varırlar. Kim, kime silahını çekeceğini, kimden şüpheleneceğini, bilemez durumdadır. Silahlar çekilir. Etraf bir anda kan gölüne döner. Soyguncuların bir kısmı bir depoya sığınır. Depo içerisinde de bir hesaplaşma vardır. Eleştiriler. Reservoir Dogs filmi ile sinema yeni bir yönetmenle tanıştı. Hem filmin, hem de yönetmenin tanınmasında elbette, ünlü oyuncular Harvey Keitel, Michael Madsen, Steve Buscemi'nin, kadroda yer almasının etkisi yadsınamaz. Hatta Harvey Keitel'ın yapımcılığını üstlenmesinin yanı sıra, sinemada daha çok yeni olan Tarantino'nun, bir nevi yardımcısıydı.Şiddet, öfke, ilginç diyaloglar, ilginç bir anlatım tarzıyla sunulmuştu izleyiciye. Film dolayısıyla çok konuşuldu. Yönetmenin, daha sonra yaptığı işlerle birlikte, eleştiriler yavaş yavaş yerini övgü dolu sözlere bıraktı. Video oyunu. Filmin oyunu PC, Xbox ve PlayStation 2 için 2006 yılında piyasaya sürülmüştür. Ayrıca oyunda Michael Madsen dışında diğer oyuncuların yüzleri kullanılmamıştır. Oyun çoğu oyun siteleri tarafından başarısız olarak değerlendirildi. Oyundaki şiddet ve ağır dil nedeniyle Avustralya ve Yeni Zelanda'da yasaklandı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13690", "len_data": 2055, "topic": "ENTERTAINMENT", "quality_score": 3.13 }
Varto (Zazaca: "Gimgim"), Muş iline bağlı bir ilçedir. Tarih. Varto bölgesi tarihte sırasıyla Medler, Pers, Part, Roma ve Bizans egemenliği altında kalmıştır. 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile Selçuklu Hanedanının, daha sonra Akkoyunlular ve Karakoyunlular'ın hakimiyeti altında kalmıştır. 1514 yılında Çaldıran Muharebesi'yle Osmanlı idaresine geçmiştir. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla, TBMM onayı ile Varto ismini alarak ilçe oldu. Coğrafya. Varto ilçesi, Muş il alanının kuzeybatısında yer alır. Kuzeyde Erzurum ili ve Hınıs ve Tekman ilçeleri, batıda Bingöl ilinin Solhan ve Karlıova ilçeleri, doğuda Muş ilinin Bulanık ilçesi, güneyde ise Merkez ilçesiyle çevrilidir. Yüzölçümü 1418 km²dir. Muş'un yüzölçümü olarak alanının %17,3'ünü kaplar. Genellikle dağlarla kaplı olan ilçe alanı, Muş il alanının en yüksek bölümünden de yer alır. İlçenin kuzeyini Bingöl Dağları'nın uzantıları engebelendirir. Rakım, Bingöl Dağları'na doğru, ilçenin kuzey sınırında 3000 m'yi, Akdoğan ve Şerafettin Dağları'nın uzantılarında ise 2500 m'yi aşar. İlçe alanı, Murat Nehri ile, Bingöl Çayı ve bu iki akarsuyun kollarınca derin bir biçimde parçalanmıştır. Murat Irmağı, ilçe alanına doğudan girer. Doğu-batı doğrultusunda, Merkez ilçeyle doğal bir sinir oluştururcasına akar. Kayalıdere köyünün batısında Bingöl Suyu'nu alır ve bir dirsekle güneye yönelerek ilçe alanını terk eder. Akdoğan Gölü ilçenin doğusundadır. Bu gölün hemen güneyinde ise Küçük Hamurpert Gölü yer alır. Varto ilçe merkezi ve birçok köy, deprem fay hattı üzerindedir. Varto, ilki 1946, ikincisi ise 1966'da olmak üzere iki büyük deprem yaşamıştır. (1966'daki depremde 2.118 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu depremde Varto merkezi tamamıyla yıkılmıştır.) Varto'nun 1985 nüfus sayımındaki nüfusu 44.116'ydı. Muş'un yüzölçümü bakımından olduğu gibi nüfusça da dördüncü büyük ilçesidir. 1966'da yaşanan depremde Varto, ölümler sebebiyle uğradığı nüfus kaybına ek olarak, ilçe merkezi ve köylerindeki binaların büyük bölümü yıkıldığından göçten ötürü de nüfus kaybına uğramıştır. Varto ilçesinin 93 köyü bulunmaktadır. Varto'da halkın en önemli geçim kaynağı, Muş genelinde olduğu gibi tarımdır. Başlıca tarım ürünleri buğday olmak üzere tahıldır. Elma ve armut üretimi önemlidir. Varto, bitkisel üretimden çok hayvancılık bakımından gelişmiştir. Koyun ve kıl keçisi varlığı bakımından Muş'un Merkez ilçeden sonra ikinci önemli ilçesidir. Varto depremi. Verilere göre 1900'lü yılların ilk depremi 24 Nisan 1903 tarihinde Malazgirt'te 6,7 büyüklüğünde olmuş ve 2.626 kişi ölmüştür. Buna müteakiben 31 Mayıs 1946 Varto Hınıs'ta 5,7 büyüklüğünde olan depremde 839 kişi ölmüştür. En etkili olan ve birçok şeyin altüst olmasına, göçe ve ailelerin dağılmasına, konut - sağlık - okul - yol sorunun hâlen çözülmemesi gibi yaşamın yeniden idame edilmesinin hayli zorlaşmasına neden olan deprem, 19 Ağustos 1966 yılında olmuştur. Büyüklüğü tam olarak bilinmemektedir ve deprem sonucunda 2.394 kişi ölmüştür. Varto'da zaman zaman irili ufaklı deprem sarsıntıları olmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13694", "len_data": 3033, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.38 }
Ernest Rutherford (30 Ağustos 1871 - 19 Ekim 1937), Yeni Zelandalı-İngiliz bir deneysel fizikçiydi. 1908 yılı Nobel Kimya Ödülü sahibidir. Yeni Zelanda'ya göç etmiş İskoç bir ailenin 12 çocuğundan dördüncüsüydü. Babası tekerlek yapımcısıydı. Liseyi burslu olarak okudu. Yine burslu olarak devam ettiği Christchurch'teki Canterbury College'tan 1892'de lisans, ertesi yılda üstün başarıyla yüksek lisans derecelerini aldı. Bir yıl daha okulda kalarak demirin yüksek frekanslı manyetik alanlardaki mıknatıslanma özellikleri üzerinde araştırmalar yaptı. Hertz'in yalnızca birkaç yıl önce bulmuş olduğu elektromanyetik dalgaları sezebilen bir dedektör yapmayı başardı. 1895'te İngiltere'ye giden Rutherford, Cambridge Universitesi'ndeki Cavendish Laboratuvarı'nda J.J. Thomson'ın yanında çalışmaya başladı. Burada elektromanyetizma üzerindeki deneylerini sürdürdü ve Hertz dalgalarını 3 km uzaklıktan gönderip almayı başardı. Aralık 1895'te Wilhelm Conrad Röntgen'in X Işını'nı bulduğunu açıklamasının ardından, J.J. Thomson ve Rutherford bu konuda çalışmaya başladılar ve X Işını'nın gazlar içinden geçerken çok sayıda artı ve eksi elektrik yüklü parçacık ortaya çıkmasına, yani iyonlaşmaya yol açtığını, bu parçacıkları yeniden birleştirerek nötr atomlar oluşturduğunu buldular. Rutherford ayrıca bu iyonların hızını ve birbirleriyle birleşerek yeniden gaz molekülleri oluşturma süresini belirlemeye yönelik bir yöntem geliştirdi. İyonlaşma gücü yüksek olan ama kolaylıkla soğurulabilen ışın türünü alfa ışınları, daha az iyonlaşmaya yol açan, ama girim gücü daha yüksek olan ışınları da beta ışınları olarak adlandırdı. 19. yüzyılın sonuna gelinirken pek çok bilim insanı artık fizikte gerçekleştirilecek bir yenilik kalmadığı kanısındaydı. Ama Rutherford üç yıl gibi kısa bir süre içinde tümüyle yeni bir fizik dalı ortaya çıkardı: Radyoaktiflik. Radyoaktifliğin "bir elementin atomlarının başka bir elementin atomlarına kendiliğinden dönüşme süreci" olduğu sonucuna vardı. Maddenin değişmezliği kavramına sıkı sıkıya bağlı birçok bilim insanı bu görüşe karşı çıkacak, ama Rutherford'un görüşlerinin doğruluğu kısa sürede anlaşılacaktı. Bu büyük başarı üzerine Rutherford 1903'te Royal Society üyeliğine seçildi. Ertesi yıl aynı kurumun üstün başarılı bilim adamlarına verdiği özel bir ödül olan "Rumford Madalyası" ile ödüllendirildi. Alfa ışınlarının elektrik ve magnetik alanlarda sapmaya uğradığını 1903'te belirleyen Rutherford, sapmanın yönünü inceleyerek, bu ışınların artı elektrik yüklü parçacıklardan oluştuğu sonucuna vardı. Ayrıca bu parçacıkların hızını ve elektrik yükü/kütle oranını ölçmeyi başardı. Rutherford'un 1911'de geliştirdiği "Atom Modeli" onun bilime en büyük katkısıdır. Alfa parçacıklarının ince metal levhalardan geçişini inceleyen Rutherford, alfa parçacığı artı yüklü olduğundan, levhadan geçişi sırasında metal atomlarındaki artı yüklerin banal etkisiyle sapmaya uğrayacağını, ama parçacığın kütlesi çok büyük olduğu için, bu sapmaların çok küçük olacağını düşünüyordu. Yapılan deneylerde alfa parçacıklarının gerçekten de genel olarak çok küçük sapmalar gösterdiği(%90 oranında), ama arada büyük açılarla sapan parçacıklarında bulunduğu, hatta bazen bir parçacığın hareket yönünü değiştirip geriye döndüğü gözlendi. Böylesine büyük kütleli alfa parçacığını bu kadar saptırabilmesi için atomdaki bütün artı yüklerin ve kütlenin çok küçük bir hacme yoğunlaşmış olması gerekiyordu. Buna dayanarak atomun boşluklu bir yapıdan oluştuğunu keşfetti. Rutherford'un bu görüşten yola çıkarak oluşturduğu model Rutherford Atom Modeli ya da Çekirdekli Atom Modeli olarak adlandırılır. 1908'de Nobel Kimya Ödülü' nü alan, 1914'te kendisine Baron unvanı verilen Rutherford, 1922'de Royal Society'nin en büyük ödülü olan "Copley Madalyası"' ile ödüllendirilmiştir. 1925'te ise bu kurumun başkanlığına seçilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13695", "len_data": 3829, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.24 }
Davul, bilinen en eski vurmalı çalgılardan biridir. Ahşap, maden ya da pişmiş topraktan silindirik bir gövdeye gerilen deriden oluşur. Elle ya da sopayla vurarak çalınır. Biçimi değişse de dünyanın her yerinde ve her toplumda kullanılan bir çalgıdır. Etimoloji. Davul sözcüğünün kökeni tartışılmışsa da konu üzerinde fikir birliği oluşmamıştır. Mahmut Ragıp Gazimihal (1952), Dîvânu Lugâti't-Türk’te (MS 1072-1074) geçen tovul/tovil “şahin av yapınca çalınan davul” kelimesinden hareketle orijinin Türkçe olduğunu ileri sürmüş (Gazimihal, 1952: 163), Curt Sachs (1919) Hint Avrupa dillerinde davul sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan kelimeleri, Arapça tabl “davul” ile karşılaştırmış, 1968 yılında Sir Harold Bailey kelimenin Akatça tabalu/tapalu sözcüğüne bağlamıştır. Parth yazılarında taβil/taβel (MS 3. yüzyıl) ve taβάla/taβila (MS 5. yüzyıl) savaş davulu anlamında kullanılmıştır. Aynı dönem Ermenicesinde tauił/tauoł kayıtlı olup, Partçadan ödünç alınmış olabilir FMI 66, Kaşgari'nin Divan'ında rastlanılan tovil/tovul formları da Part mirası olmalıdır. Karadeniz Rumcası'na taulin (ταούλιν Giresun, Tirebolu), tavuli (İnebolu), taul (Ordu, Santa), tavul (Gümüşhane), tağul (Ordu, Gümüşhane) formlarında girmiştir. Türkçede davulun diğer adları; köbürge, küvgür, tuğ, tavul, tabıl (veya babl)dır. Davul çalanlara davulcu, tabilzen, tabbal gibi adlar verilirdi. 8. yüzyılda "köbürge", daha sonraları "tuğ" ve 11. yüzyılda "küvrüğ" adını almıştır. Bandolarda kullanılan ve baget ile çalınan küçük davullara ise "trampet" denir. Türk ordu mızıkasının baş sazı olan davul Avrupa'da “Turkische trommel” ve “tambour des Turcs” diye anılmaya başlamıştı. Osmanlı mehterhanesinden örnek alınarak Avrupada kurulan takımlardan, sanat musikisine de geçmişti. Bestesi Gluck, Mekke hacıları Operasında 1764 yıllarında davula yer vererek eserin içinde zille birlikte icra ettirmişti. Yakin Doğu memleketlerinde de davul, Türklerden kalma ismini korudu. 1809'da davula Mısır'da “tabl Tourky” (tabl-ı Türki), Libya'da "toultanen Dourgnı (tabl-ı sultan-i Türki)" deniyordu. 1778'den 1854'e kadar Villoteau, Mozin, Boistse ve başkanları tarafından davulların Türkmen kökenli olduğu belirtilmiştir. Spontini La Vesatane (1807) ve Fernan da Cortes (1809) operalarında kullanıldıktan sonra davula orkestrada da yer verildi. Beethoven, savaş senfonisinde (1813) davulla top gürültülerini canlandırdı. Berlioz, Faust'un Macar Marşı'nda, Rossini ile Vagner de operalarında davulu kullandılar. Tarihçe. Bilinen en eski "daalahelanı versinvul"un neolitik çağda yapılmıştır. Eski Mısırlıların, Asurluların ve Uzakdoğuluların davulu kullandıkları bilinmektedir. Çin'de bulunan ve MÖ 5500-2350 yıllarına tarihlenen Neolitik kültürler'de timsah derisinden yapılmış davullar bulunmuştur. Edebi kayıtlarda davul şamanistik özellikler gösterir ve genellikle ayin törenlerinde kullanılırdı. Bronz Dong Son davulu, kuzey Vietnam'ın Tunç Çağı Dong Son kültürü tarafından yapılmıştır. Süslü bir Ngoc Lu davuludur. Amerika Yerlileri dinsel törenlerinde dans ederken, tempo tutmak için davul çalarlardı. Türklerde davul. Davul, Türklerin eski dinleri olan Şamanlık'ta dinsel törenlerde çalınırdı. Şaman din adamları kötü ruhları davul çalarak kovarlardı. Türkler Müslüman olduktan sonra davul bu eski işlevini yitirdi. Tarihin ilk çağlarından beri Asya'da Hunlar, Mezopotamya‘da Sümerler tarafından kullanılan davulu Romalılar çarpıştıkları Hun ve Avarlarda görmüşlerdi. Davulun Avrupaya geçerek tanıtılıp yerleşmesini sağlayan ise 16. yüzyılda Osmanlı Türkleri oldu. Osmanlı Türklerinde Tuğ ve sancakla birlikte davul devletin egemenlik simgesiydi. Türklerde davul Osmanlı döneminde hem mehterhane adı verilen bando’da hem de halk müziğinde kullanıldı. Askeri müzikte kullanılan davullar büyük çaplı ve tek yüzü deri kaplıydı biraz daha küçüğü atın iki yanına bağlanarak da çalınırdı. Davulun müzikte kullanılmasından başka bir haberleşme aracı olarak sa kullanıldı. Yalnız başına ilan ve haber verme işlerinde, bekar odalarında, hanlarda, şehirlerde, akşam kapilar kapanırken, yangın haberinde, fetih haberinde, savaşta dağılmış askeri bir araya toplamakta, divan kuruluna haber vermek işlerinde, askeri saf düzeni alınmasını işaret etmekte ve kale kuşatmalarında düşman lağımlarının yerini bulmakta kullanılmış olduğu bilinmektedir. Bir kale fethedildiği zaman çalınan davula Tabl-ı Beşaret denirdi. Fetihler, fatihleri olan hükümdarlar tarafından fetihname veya beşaretname denilen mektuplarla komşu hükûmetlere ve yurt içindeki şehirlere bildirilirdi. Fetih haberi alan şehirlerde, kalelerde fetih şenlikleri yapılırdı. Tabl-ı beşaret denilen davul çalınması da bu anlamdadır. Mısır seferinde Tumanbay ele geçirildiği zaman Yavuz Sultan Selimin huzuruna “tabl-ı beşaret” gümbürtüleri ve top gürültüleri arasında törenle çıkarılmıştı. Savaşta gece bastırınca askerin dağılarak birbirinden ayrı düşmemesi için çalınan bir ritime Tabl-ı Asayiş denirdi. Asayiş davulu çalındıktan sonra çarpışmaya son verilir, herkes olduğu yerde kalır ve etrafa karakollar kurularak sabahın olması beklenirdi. Savaşın başladığı anı belirlemek için çalınan davul tarafından yapılan bir çalış biçimine Tabl-ı Cenk veya Saf denirdi. Bazen köşün (kös, tek derili olup madeni büyük bir kase üzerine gerilen deve ve benzeri hayvan derileriyle kaplı, iri bir çift tokmağı olan büyük duvallara denir.) katılmasıyla da çalındığı olurdu. Saf vuruşu çalındığında asker, bir çeşit savaş düzeni olan saf oluşturur ve bu şekilde savaşa girilirdi. Bundan böyle, 16. yüzyılın sonlarına kadar savaşlarda saf oluşturularak davulların ve köslerin saf usulü vurması devam etmiştir. 1402'de Ankara Savaşı'nda Sultan Yıldırım Beyazıt, Timur'a karşı savaşa başlarken saf çalınıyordu: “Sultan Beyazıt sancakları çözdürdü. Kösler çalındı, saf–ber–saf bağlandı”. Fatih Sultan Mehmet, Kara Buğdan kazasında, “Padişah buyurdu: Hey gaziler ne durursunuz, qayret-i islamdır. Ve illa saf saf olup alaylar bağlansın” dedi. Biten savaştan sonra divan toplantısını haber vermek için çalınan davullara tabl-ı cenk-i harbi denir. 1456'da Varna'da, baskıncı Kazaklar yenildikten sonra cenk-i harbi davulları ile divan kurulmuştu. “Bade Paşanın seraperdesi gelüp cümle orduyu islam tınab tınabe çataçet kurulup, cenk-i harbi tabılları döğdürüp divan-ı padişahi oldukta” ifadeleri kayıtta mevcuttur. 17. yüzyılda kervansaraylarda, hanlarda, bekar odalarında ve şehir kapılarında, yatsıdan sonra kapılar kapanacağından kimsenin içeri alınmaması veya dışarı çıkarılmaması için verilen işaret üzerine çalınan davul ritmine Tabl-ı Derbend denirdi. Bu yüzyılda Malatya'da bekar odalarında, Rumeli'de sınır kalelerinde, Tatvan'da davul çalınıp kapılar örtülürdü. Tatvan'da eskiden Süleyman Han (Kanuni zamanında) “Zal paşa burada müfid ve muhtasar bir kala bina ettürüp derbend çalınır olmuştu”. Ordugahı koruyan karakol erlerinin ve kalelerde nöbet bekleyen erlerin uyumaması için çalınan davul ritmine Tabl-ı Ordugah Nöbetleri denirdi. Bu davullar çalarken yektir Allah diye bağırırlardı. Mahmut Şevket Paşa da bunu şöyle bildirir: “Orduğah ve kalada asker hal-i teyakkuz ve intibah üzere bulundurmak için davul çalınır idi. Tablzen davul çaldıkları vakit ara sıra yektir Allah deyü bağırırlar ve davulu ol vezinde çalarlar idi” demektedir. Kale kuşatmalarında düşmanın, kale duvarlarını yıkmak için lağım kazıp kazmadığını anlamaya yarayan hassas davullara Tabl-ı Lağım denir. Bunlar, yere dikili iki ağaç üzerine oturtulur ve üstüne çomağı bağlanır. Tokmak titrerse düşmanın kazma faaliyetinde bulunduğu anlaşılır ve derhal karşı önlem alınırdı. Türkler bu yöntemi Kanuni Sultan Süleyman'nın Rodos kuşatmasında bulmuş ve uygulamışlardır. 17. yüzyılda da davul içine darı ve buğday koyarak düşman lağımları araştırılırdı. 1657'de Kazakların Özü kalesini kuşattıklarında, kalede bulunan Evliya Çelebi “Lakin onların lağım hilelerinden havf edüb kalanın içinde, divanlarında lağım yerleri arayup, kala divanları üzerine davullar koyup, davulların içine darı ve buğday döküp lağım hilesi gözetirdik. Küffar kala temelinü kazıp lağım ederse, davullar üzere darılar lağımcıların külüngü darbesinden sıçraşırlar, hamdullah öyle bir lağım hilesi duyulmadı” diyor. Askeri kullanımlar. Çin birlikleri, birlikleri motive etmek, bir yürüyüş hızı belirlemeye yardımcı olmak ve emirler veya duyurular yapmak için tàigǔ davul kullandı. Örneğin, MÖ 684'te Qi ve Lu arasındaki bir savaş sırasında, davulun askerlerin morali üzerindeki etkisi, büyük bir savaşın sonucunu değiştirmek için kullanılır. İsviçreli paralı piyade askerlerinin beşli davul birlikleri de davul kullandı. Davulcunun sağ omzunda taşınan, bir kayışla asılan (genellikle geleneksel tutuş kullanılarak tek elle çalınan) trampetin erken bir türünü kullandılar. İngilizce "davul" kelimesi ilk kez bu enstrüman için kullanılmıştır. Benzer şekilde, İngiliz İç Savaşı‘nda, kıdemli subayların emirlerini savaşın gürültüsü üzerinden iletmek için küçük subaylar tarafından halat gerdirme davulları taşındı. Bunlar ayrıca davulcunun omzuna asılırdı ve tipik olarak iki bagetle çalınırdı. Farklı alaylar ve bölükler, yalnızca kendilerinin tanıdığı ayırt edici ve benzersiz davul ritmleri vardı. 19. yüzyılın ortalarında, İskoç ordusu Highland alaylarına boru mızıka grubu eklemeye başladı. Kolomb öncesi savaş sırasında, Aztek uluslarının savaşan savaşçılara sinyal vermek için davul kullandıkları biliniyordu. Davul için Nahuatl kelimesi kabaca "huehuetl" olarak çevrilir. Dünyanın en eski dini metinlerinden biri olan Rig Veda, "Dundhubi"nin (savaş davulu) kullanımına ilişkin çeşitli referanslar içerir. Arya kabileleri, Rig Veda'nın VI. Kitabında ve ayrıca "Savaş davulunun İlahisi" olarak anıldığı Atharva Veda'da yer alan bir ilahinin söylenmesi ve savaş davulunun çalınmasıyla hücum etti. İletişim davulları. Davul sadece müzikal nitelikleri için değil aynı zamanda uzak mesafelerde iletişim aracı olarak da kullanılır. Afrika'nın iletişim davulları, konuşulan dilin ton kalıplarını taklit etmek için kullanılır. Sri Lanka tarihi boyunca 2500 yılı aşkın davul devlet ve toplum arasındaki iletişim için kullanılmıştır. Afrikalılar, hem dans ederken hem de şifreli vuruşlarla kabileden kabileye haber yollarken davulu kullanırdı. Hayvan davulu. Makak maymun'ları sosyal hakimiyet göstermek için nesneleri ritmik bir şekilde çalarlar ve bunun beyinlerinde seslendirmelere benzer bir şekilde işlendiği gösterilmiştir. Bu ise sosyal iletişimin bir parçası olarak davul çalmanın evrimsel bir kökene sahip olduğunu düşündürür. Diğer primat’lar göğüslerini döverek veya el çırparak davul sesleri çıkarır. kanguru faresi gibi kemirgenler de pençelerini yerde kullanarak benzer sesler çıkarırlar. Sanatta davul. Davul çalma, eğlence, maneviyat ve iletişim amaçlı bir duygu ifadesi olabilir. Pek çok kültür, davul çalmayı manevi veya dini bir pasaj olarak uygular ve davul ritmini konuşma dili veya duaya benzer şekilde yorumlar. Davul çalmak genellikle müziğin kökü olarak görülür ve bazen kinestetik bir dans olarak icra edilir. Bir disiplin olarak davul çalma, müzikal ritmik niyeti izleyiciye ve icracıya iletmek ve yorumlamak için vücudu eğitmeye odaklanır. Davulun yapısı ve çeşitleri. Davul, en basit çalgılardan biridir ve iki temel parçadan oluşur. Bunlardan biri boru ya da silindiri andıran kasnaktır. Kasnak tahta ya da metal olabilir. İkincisi bu kasnak gövdenin bir ya da iki yüzüne gerilerek geçirilen ince dana derisi ya da benzeri esnek bir malzemedir. Gerilen bu malzemeye "davul derisi" denir. Davul, derisine elle ya da sopayla vurularak çalınır. Bu sopaya "davul tokmağı" da denir. Eskiden davul basit biçimde yapılırdı ve genellikle ritim tutmak için çalınırdı. Ama belirli nota ya da tonlarda ses çıkarabilen davul çeşitleri de vardır. Modern orkestralarda kullanılan timbal ya da timpani bu türdendir. Bu çalgılar, akort edilerek yüksek ya da yumuşak tonlarda çalınabilir. Orkestrada davul. Orkestralarda davulcular büyük bir rol oynarlar. İkinci bir şef olarak orkestrada tempoyu ve ritmin düzenini sağlamakla görevlidirler. Bunun yanı sıra timpaniler ya da diğer perküsyon çalgıları çalınan melodileri dinamik veya gösterişli hale getirip süsleyebilirler. Vurmalı çalgıların da notaları vardır. Notalar genelde do anahtarı üzerinde yazılır ve timpani dışında tek notada vuruşlar belirtilebilir. Çünkü enstrümanlarda belirli notaları tutturmak çok zordur. Timpanide ise davulların boyutlarına göre notalar incelip kalınlaşabilir. Örneğin bir orkestrada 4 timpani varsa (23", 26",29" ve 32" lik) 4 farklı notayla bir eserde belirtilebilir. Tabi bu eserleri çalmadan önce çalgının akort edilmesi gereklidir. Yapılışı. Anadolu'da yörelere göre değişkenlik gösteren davullar kasnak çaplarına göre küçük (60 cm), orta (70 cm) ve büyük (80–90 cm) olarak üç boya ayrılabilirler. Batı Anadolu'da 40 cm çapında olanlarına da rastlanmaktadır. Davul, germe çemberine geçirilmiş deri (Karadeniz Rumcası derma) ve bunların bağlandığı kasnak (Karadeniz Rumcası soma) denilen ağaç bölüm olmak üzere iki ana kısımdan oluşup, germe çemberine geçirilmiş deriler, istenilen tonu elde edebilmek için gereken miktarda gerdirilir. Germe çemberine ıslak olarak geçirilen dana/koyun/keçi derisi davul kasnağına yerleştirildikten sonra, çeşitli formlarda zig zag olarak bağlanmış sicimler yardımıyla her iki (alt ve üst) germe çemberi bağlanılır ve deri kurutulduktan sonra istenilen gerginlik (ton) elde edilene kadar sıkılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13696", "len_data": 13389, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.72 }
Elektronik devre elemanları, elektrik devresinin çalışabilmesi için kullanılan yapısal parçalara denir. Aktif, pasif ve elektromekanik devre elemanları olarak üç gruba ayrılır. Sınıflandırma. Elektronik devre elemanları; pasif, aktif veya elektromekanik olarak sınıflandırılabilirler. Fizik kurallarına göre, kendi kendilerine enerji sağlayamayan bileşenler pasif bileşenler olarak kabul edilir. Bu sebeple pil bir enerji kaynağı olduğu için aktif bileşen olarak görülebilir. Ancak devre analizi yapan elektronik mühendisleri, pasiflik için daha sınırlayıcı bir tanım kullanır. Aktif devre elemanları, çalışabilmeleri ve beklenen özelliklerini yerine getirebilmeleri için enerjiye (voltaja) ihtiyaç duyan devre elemanlarıdır. Tek başlarına kullanılsalar dahi (diyotlar gibi), verimli ve hesap edilebilir bir devre için pasif devre elemanlarına ihtiyaç duyarlar. Bu elemanlar, özel amaçlı elemanlardır. Kullanılacak devrenin özelliğine göre, aktif devre elemanlarının özellikleri ve türleri de değişmektedir. Örneğin; devre elemanları, triyot vakum tüpleri (valfler) ve tünel diyotları gibi amplifikatör bileşenleri aktif bileşenler arasındadır. Pasif devre elemanları, görevini yerine getirirken herhangi bir enerjiye (voltaja) ihtiyaç duymayan ve tek tip maddeden yapılan elemanlardır. Bu elemanlar, genel amaçlı elemanlardır. Hemen hemen her elektronik devrede bulunurlar. Bu nedenle, bu elemanların genel yönleriyle tanınmaları, amaca uygun olarak kullanılmaları bakımından yeterlidir. Pasif devre elemanları; direnç, kondansatör, indüktör ve transformatör gibi iki uçlu bileşenleri içerir. Elektromekanik devre elemanları, hareketli parçaları veya elektrik bağlantılarını kullanarak elektrik işlemleri yerine getirebilen elemanlardır. İki terminalden fazla olan pasif bileşenlerin çoğu, karşılıklılık teoremi gereği iki portlu parametreler şeklinde tanımlanabilir. Aktif bileşenler (iki taneden fazla uca sahip olanlar) ise tam aksine genellikle bu özelliğe sahip değillerdir. Aktif devre elemanları. Yarı iletkenler. Transistörler. Transistör küçük elektrik sinyalleri yükseltmek veya anahtarlamak amacıyla kullanabileceğimiz bir yarı-iletken devre elemanıdır. 3 veya daha fazla bacağı bulunan transistörün bacaklarından birisine uygulanan elektrik sinyali ile diğer bacakları arasındaki elektrik akımını kontrol edebiliriz. Diyotlar. Diyot, akım için tek yönlü anahtar olarak hareket eden bir yarı iletken cihazdır. Akımın bir yönde kolayca akmasına olanak sağlar ancak zıt yönde akan akımı ciddi şekilde sınırlandırır. Görüntü teknolojileri. Akım tabanlı: Modası geçmiş: Pasif devre elemanları. Devreye güç kazandıramayan bileşenlere pasif aygıtlar denir. Bu cihazlar devredeki akım (enerji) akışını kontrol edemez ve çalışması için aktif cihazların yardımına ihtiyaç duyar. Pasif cihazlar için bazı örnekler dirençler, indüktörler ve kapasitörlerdir. Dirençler. Akımı, devreye uygulanan gerilim ile doğru orantılı olarak geçiren (Ohm kanunu) ya da direnen. Elemanlar. Elektrik devresi: Elektrik devresi, elektrik akımının içinden geçtiği bir şerit veya yoldur. Ampermetre: Bir elektrik devresinden geçen elektrik akımının şiddetini ölçen alettir. Devreye seri bağlanır. Voltmetre: Devrenin herhangi iki noktası arasındaki potansiyel farkını (gerilimi) ölçmek için kullanılan araçtır. Voltmetre, potansiyel farkı ölçülecek iki nokta arasına paralel bağlanır. Multimetre: Akım, voltaj (gerilim) ve direnç değerlerini ölçmeyi sağlayan alettir. Avometre de denmektedir. Üreteç: Elektrikli devrede kullanılan; pil, akümülatör, batarya, güç kaynağı gibi elektrik kaynaklarıdır. Direnç: Direnç; elektrik akımının akışına direnç gösteren, bu esnada Ohm kanununa göre uçları arasında gerilim düşümüne sebep olan devre elemanıdır. Anahtar: Devreden geçen akımın kesilmesini veya açılmasını sağlayan devre elemanıdır. Batarya (Pil): Devreye enerji sağlayan birimdir.Karşılıklılık teoremi Bağlantı Kablosu: Devredeki elemanlar arasındaki bağlantıyı sağlayan, iletken madenlerden (bakır, demir, gümüş, altın, vb.) yapılan teldir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=13702", "len_data": 4024, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.35 }