text
stringlengths 3
198k
| metadata
dict |
---|---|
Bursa Kent Müzesi, 2004 yılından bu yana kentin eski adliye binasında hizmet veren, Bursa'nın 7000 yıllık süreçte geçirdiği değişim ve dönüşümlerin sergilendiği müzedir. Bursa Kent Müzesi, şehrin tarihini ve kültürünü sergileyen bir müzedir. Müzenin amacı, Bursa'nın tarihi ve kültürel mirasını koruyup ziyaretçilere sunmaktır.
Bursa Kent Müzesi, kentin merkezi konumundaki Heykel Meydanı'nda, Atatürk Anıtı'nın güneyinde, Bursa Valilik Binası'nın yanında yer almaktadır.
Tarihçe.
Müze, 14 Şubat 2004 tarihinde dönemin DSP'li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser tarafından oluşturulmuş ve ziyarete açılmıştır. Müze binası 1926 yılında Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından aslen Adliye Binası olarak inşa edilmiştir. Mimarının Kemalettin Bey olduğu sanılmaktadır. 1999 yılında Adliye'nin yeni binasına taşınmasından sonra boşalan bina, 2001-2004 yıllarındaki restorasyon sürecinden sonra müze binasına dönüştürülmüştür. Bu süreçte yüksek mimar Naim Arnas görev almıştır.
Bursa Kent Müzesi'nin binasının, bir süre Adliye olarak kullanılmasının ardından, taşınma süreciyle birlikte lokanta veya gazino yapılması gibi farklı öneriler gündeme gelmiştir. Ancak, sonuçta kent müzesi olmasına karar verilmiştir. Müzede sergiler, tanıtım metinleri, resimler, fotoblok canlandırmalar, maketler, bilgisayar destekli bilgilendirme ile obje teşhiri yapılmaktadır.
Koleksiyon.
İki katlı binanın, birinci katında kronolojik, ikinci katında tematik bir düzen vardır. Bursa'da yaşamış altı Osmanlı padişahının balmumu heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin topoğrafik maketi gibi objelerle şehir hakkında bilgi sunulmaktadır.
Müzenin düzeni, her biri farklı içeriklere sahip sergilerden oluşmaktadır. Bodrum kat, 18. yüzyıl Bursa'sına dair tematik bir sergi olan El Sanatları Çarşısı'na ev sahipliği yapmaktadır. Avrupalı seyyahların çektiği dönemin Bursa fotoğrafları referans alınarak yemenici, bıçakçı, şekerci gibi el sanatlarına ait 16 dükkân canlandırması yapılmıştır. Hafta sonları düzenlenen atölye çalışmaları ile zanaatkârlar işlerini tanıtmaktadır. Zemin katta, Bursa'nın tarihini kronolojik olarak anlatan sergiler bulunmaktadır. “Uygarlıklar Kenti Bursa,” “Bursa’da İlk Ayak İzleri,” “Uygarlıklar Geçidi,” “Bir İmparatorluk Doğuyor,” “Osmanlı İmparatorluğu,” “Kurtuluş Savaşı” ve “Çağdaş Bursa” bölümleri zemin katta yer alır.
Birinci katta dört ayda bir değişen geçici sergiler ile “Yaşam ve Kültürüyle Bursa” temalı sergiler yer alır. Bu bölümde eğlence ve yemek kültürü, Karagöz ve Hacivat'ın öyküsü, Bursa'nın ünlü kişileri, gelenek ve görenekler gibi konular sergilenmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16493",
"len_data": 2616,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.48
}
|
Uluumay Vakfı Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Koleksiyonu, Koleksiyoner, Halk Bilimci ve Folklor Araştırmacısı Esat Uluumay'ın topladığı 18 değişik koleksiyondan oluşmaktadır.
Unesco Kültür Mirası listesine alınmış olan Muradiye Külliyesi'nin tampon bölgesinde, "Şair Ahmet Paşa Medresesi" içinde yer alan koleksiyon, 18 Eylül 2004'te ziyarete açılmıştır. Koleksiyonda, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat Ulumay'ın kendi araştırma ve çabalarıyla 50 yılda toparladığı, Kafkasya'dan Macaristan'a, Irak'tan Yemen'e kadar tüm Osmanlı coğrafyasından tamamı orijinal halk kıyafetleri, gümüş halk takıları, kahve kültürü, Türk hamamı, Atçılık ve koşum takımları, musiki aletleri ve halk sanatlarından nadide örnekler sergileniyor.
Tarihçe.
Şair Ahmet Paşa Medresesi 1999 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Bursa Valiliğince hazırlanan bir protokolle Uluumay'a teslim edilmesinden sonra; Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) tarafından masrafları karşılanan restorasyon çalışmaları tamamlanarak 2004 yılında sürekli sergi olarak ziyarete açılmıştır.. Esat Uluumay ayrıca, Osmanlı coğrafyası içindeki farklı semavi dinlerden, dini önderlerin kıyafetlerini içeren koleksiyonun sergilendiği bir galeriyi de 2010 yılında Profesör Nurhan Atasoy'la birlikte açmıştır. Osmanlı Halk kıyafet takı ve yaşam objeleri hakkında toplanmış en büyük koleksiyonu korumak, tanıtmak ve geliştirmek üzere; Esat Uluumay tarafından 2013 yılında Uluumay Vakfı kurulmuştur.2018 yılından itibaren Vakfın yönetim kurulu başkanı Feyza Uluumay Gökalp'dir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16494",
"len_data": 1534,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.56
}
|
Vietnam Savaşı veya İkinci Çinhindi Savaşı, Doğu Bloku ülkeleri olan Kuzey Vietnam, Çin ve Sovyetler Birliği ile ABD ve ABD tarafından desteklenen anti-komünist Güney Vietnam arasında yaşanan savaştır. Kore Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş'ın ikinci sıcak çatışması olmuştur. ABD, 1963-1973 yılları arasında savaşa dâhil olmuş ve 60.000 kadar asker kaybetmiştir. ABD kamuoyu, savaşa girilmesini sorgulamış ve savaştan sonra Anti-Amerikancılık yükselmiştir.
ABD Silahlı Kuvvetleri ve onunla eşgüdüm halinde davranan Güney Kore birlikleri savaş sırasında işkence, tecavüz, toplu infaz, sivillerin öldürülmesi ve kimyasal silah kullanmak gibi pek çok savaş suçu işlemiştir.
Viet Minh'in kuruluşu.
Çinhindi; İngiliz ve Fransız sömürgesiydi. III. Napolyon döneminde Fransızlar Annam, Kamboç, Koşen ve öteki bazı bölgeleri ellerine geçirmişler ve bu arada Hindistan ve Birmanya yoluyla Çinhindi'ne giren İngilizlerle Mekong'da çatışmışlar ve sonunda bu akarsuyu sınır yapmışlardır.
II. Dünya Savaşı'nda Çinhindi, Japonya'nın eline geçti. Bu devlet, 1945 yılında yenileceğini anlayınca buradaki milliyetçi duyguları körüklemiş ve bölge halkını silahlandırmıştır. Çinhindi'nde üç bağımsız devletin (Vietnam, Laos ve Kamboçya) kurulduğunu ilan ederek Vietnam'ı İmparator Bao Dai'nin yönetimine bırakmıştır.
1945 yılında Fransız Çinhindi'ne gelen ilk birlikler İngiltere'ninkilerdi. Bunlar Saygon'a geldiklerinde durumu karışık buldular. Çünkü, milliyetçi gruplar savaş sonu düzensizliğinden yararlanarak denetim kurmak için çaba gösterirken, 1946 yılının sonuna gelindiğinde "Hür Fransa"ya bağlı birlikler de bölgedeki Fransızların hayatını korumak için mücadeleye başlamışlardı.
Truman ve Vietnam.
Truman domino teorisi uyarınca Vietnam'da komünist bir iktidarın çevre bölgelere sıçrayacağını düşünerek bunu engellemek istemiştir. Truman'ın başkan olduğu dönemde, Fransızlar Vietnam'da hâkim durumdaydı ve Ho Chi Minh liderliğindeki komünistlere karşı savaş vermekteydiler. ABD ise Fransa'ya cephane yardımında bulunuyordu.
Eisenhower ve Vietnam.
Dwight Eisenhower döneminde Fransızlar Vietnam'dan çekilmişti ve Vietnam'da Komünistler ve milliyetçiler arasında iç savaş vardı. ABD de Fransa Vietnam'dan çekilince, Birleşmiş Milletler'le beraber, 17. paraleller sınır olmak üzere Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmasını sağlamıştır. O dönemde Eisenhower'ın politikası barışçıl yollarla çözüldü. Eisenhower, başkanlığı döneminde her zaman barışçıl bir politika yürütmüştür; öte yandan Vietkong (komünist gerillalar) Güneye saldırınca bölgeye asker göndermiş ancak bu askerler sadece Güney askerlerini eğitmek amacıyla orada bulunmuş, herhangi bir mücadeleye girmemişlerdir. John F. Kennedy döneminde asker sayısı 16 bini aşmış ancak yine mücadeleye girmemişlerdir. Başkan Lyndon Baines Johnson ve Richard Milhous Nixon döneminde mücadeleye girmiştir.
SEATO'nun kurulması.
Dünyadaki birçok yerde, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan alt-bölgesel örgütlerin büyük çoğunluğu ise, sıkı iki kutuplu sistemde batı blok lideri ABD'nin, doğu blok lideri SSCB'yi çevreleme politikası doğrultusunda oluşturulmuşlardır. 1949 NATO, 1954 Balkan İttifakı, 1955 Bağdat Paktı örgütleri ile müttefiklerden bir hat oluşturma yolundaki stratejinin Uzak Doğu ayağını da, 1954 yılında kurulan Güneydoğu Asya Antlaşması Teşkilatı (SEATO) oluşturmuştur.
Tırmanma.
Vietnam'ın 20. yüzyıl tarihinin otuz senesinde savaş hüküm sürdü. Komünistlerin Fransız koloni kuvvetlerine karşı 1945'te başlattıkları mücadele, Saygon ve ülkenin tamamının kontrolünün 1975'te ellerine geçmesine dek sona ermedi. Kuzeyde mevzilenmiş komünist güçler, komünist lider Ho Şi Minh liderliğinde 1954 yılında Fransızları bozguna uğrattılar. Ülke, yapılan anlaşmalarla komünist kuzey ve Amerikan yanlısı güney olmak üzere ikiye bölündü, arada askerden arındırılmış bir bölge vardı. Kalıcı bir çözüm için ülke çapında seçim sözü verildi ama bu asla gerçekleşmedi. Beş yıl içinde komünistler, güneyde gerilla savaşı başlattılar.
1964 Brinks Hotel bombalı saldırısı sonrası ABD başkanına bombalama seçeneği sunulsa da başkan bunu reddetti, fakat 1965 yılında Kuzey Vietnam devriye botlarının Tonkin Körfezi'nde seyretmekte olan Amerikan savaş gemisi 'Maddox'a ateş açmış olmaları gerekçe gösterilerek Amerika da Kuzey'i bombalamaya başladı. Bu saldırı sadece Kuzey'i bombalamak gibi bir avantaj sağlamakla kalmadı, ABD Kongresi'nin, Başkan'a yeni yetkiler veren 'Tonkin Körfezi Kararnamesi'ni onaylamasını da sağladı. Buna göre, Amerikan başkanı saldırganları püskürtecek ve yayılmasını engelleyecek her türlü yetkiyle donatılmış bulunuyordu. Amerika'nın Vietnam Savaşındaki komploları bundan ibaret değildi. Kasım 1963'te Güney Vietnam devlet başkanı Diem askeri bir darbe sırasında öldürüldü. Bu cinayetin ABD istihbarat örgütü CIA tarafından işlendiği iddia edildi.
Komünistlerle savaşmak üzere bölgeye yüz binlerce Amerikan askeri gönderildi. Bu, nihayetinde pahalı ve başarısız olacak, sivil huzursuzluğa ve uluslararası şaşkınlığa yol açacak bir süreçti. Amerika Birleşik Devletleri bilhassa domino teorisine dayanarak komünizmin yayılacağı yönündeki Soğuk Savaş kaygısıyla hareket etmişti.
Vietnam savaşı çok çetin geçtiği kadar iki tarafın da birbirine acımadığı bir savaş olarak akıllara kazınmıştır. Vietkonglar akla gelebilecek her türlü işkenceyi ele geçirdikleri Amerikan askerlerine yapmaktan geri kalmamış, keza Amerikan askerleri de yakaladıkları Vietkonglar'ı diri diri helikopterle alçaktan (ölümleri geç ve can çekişerek olsun diye) atmışlardır. Aynı şekilde Güney Kore askerleri de tecavüz ve katliam gibi savaş suçları işlemiş ve Lai Dai Han adı verilen melez çocukları bırakmışlardır. Toplu halde yapılan işkenceler, insanları canlı canlı yakmalar, biyolojik saldırılar, napalm bombaları, köy baskınları, toplu cinayetler ve yağmalar sıradan hale gelmiştir.
ABD'den 19.000 km uzakta cereyan eden savaş, televizyon sayesinde Amerikalıların oturma odalarına taşınmıştır. Savaş görüntüleri olarak ölen, yaralanan, acı çeken asker görüntüleri, savaş sırasında mağdur olan sivil halkın durumu, özetle kan ve gözyaşı, insanları savaştan soğutmuş ve böylece ABD kamuoyunun savaşa olan desteği her geçen gün azalmıştır. Zaten, 1960'lardan itibaren Vietnam Savaşı yaygın halk muhalefetini ortaya çıkartmış ve Amerikalı gençler arasında haksız bir savaşa karşı bir duruş ortaya çıkmıştı. 1970'lere gelindiğinde ise nüfusun %60'ı savaş karşıtı olmuştur.
Ülkenin dağlık orta bölgelerinde bir kasaba olan Buon Ma Thuot'nın ele geçirilişiyle savaşın kaderi değişmiş ve Kuzey Vietnam güçleri iyice güçlenmiş ve moral kazanmış ve nihayet iki ay sonra 30 Nisan 1975 tarihinde Güney'in başkenti olan, o zamanki adıyla Saygon'a girmiştir. (Saygon artık Vietnam'ının kurucusu Ho Şi Min'in adını taşımaktadır).
'Vietnam Savaşı' uzun ve kanlı bir savaş oldu. Hanoi hükümeti, 21 yıl süren çatışmalarda Kuzey ve Güney'de toplam dört milyon sivil ile bir milyondan fazla komünist savaşçının hayatını kaybettiğini söylemiştir. ABD'nin verilerine göre ise, 220 ile 320 bin Güney Vietnamlı asker ile 60 bin Amerikan askeri öldü ya da kayboldu.
Ho Şi Minh anılarında savaş yıllarını ve sonuçlarını şu şekilde anlatır:
Sonuçları.
Vietnam 1,5 milyon yurttaşını ve zehirlenme sonucu topraklarının 3'te birini kaybetmesine rağmen savaştan galip çıktı. Amerikalılar ise bölgede 58 bin ölü bırakırken, savaş sonrası Vietnam'dan ülkelerine dönen askerlerin önemli bir kısmı da intihar ederek yaşamlarına düşman kurşunlarıyla değil de kendi elleri ile son verdiler. Amerika ayrıca savaş boyunca, çoğunluğu uçaksavar ateşiyle düşürülen 10 bine yakın hava aracını yitirdi. Buna karşılık Kuzey Vietnam'ın kaybı 150 civarındaydı. Vietnam Savaşının başlangıcında Çin-Sovyet ilişkilerinin düzeleceği varsayılıyordu. Fakat algı farklılıkları ilişkilerin daha da bozulmasına sebep olmuştur. Sovyet-Çin farklılıklarının derinleşmesi, çok kutupluluğu güçlendirerek yumuşama sürecinin hızlanmasına sebep olmuştur. Böylece, ABD'nin Vietnam'ı bölme planı suya düşerken, Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam 1975 yılında birleştiler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16495",
"len_data": 8037,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.08
}
|
Ekrem Hakkı Ayverdi (22 Aralık 1899, İstanbul - 24 Nisan 1984, İstanbul), Türk mühendis, mimar, tarihçi, yazar. Türk mimarisine çok sayıda eser kazandırmış ve pek çok eseri de restore etmiştir.
Ekrem Hakkı Ayverdi, 22 Aralık 1899'da İstanbul Şehzadebaşı'nda, Kalenderhane Mahallesinde doğdu. 1920 yılında Mühendis Mektebi'nden (İstanbul Teknik Üniversitesi) mezun oldu. 1950 yılına kadar inşaat mühendisliği ve müteahhitlik yaptı. 1950 yılından sonra mimari tarihi araştırmacılığı yaptı. 1952, 1956 ve 1976 yıllarında Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan'daki Türk yapıtlarını inceledi. Fazlı ve Aligül adlarında iki oğlu oldu.
İstanbul Fetih Cemiyetinin kurucusudur. Kubbealtı Akademisi, İstanbul Enstitütsü, Yahya Kemal Enstitüsü gibi birçok kuruluşta aktif rol aldı. 'Osmanlı Mimarisinin İlk Devri', 'Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri', 'Avrupa'da Osmanlı Mimari Eserleri' gibi bazıları ortak imzalı 16 kitap yazdı.
İstanbul'da, 24 Nisan 1984'te Fatih'teki evinde öldü.
Yazar Samiha Ayverdi'nin ağabeyidir. Sekiz ciltlik mimarlık eserinin ilk dört cildi Ertuğrul Gazi'den Fatih Sultan Mehmed döneminin sonuna kadarki eserleri, son dört cildi ise Avrupa'daki Osmanlı eserlerini anlatır.
Restore edilen yapılardan biri, 1950 'de Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yeniden onarılan İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası'dır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16499",
"len_data": 1341,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.65
}
|
Aristo mantığı, MÖ 4. yüzyılda yaşamış olan Yunan filozofu Aristo'nun mantık bilimine ve yorumuna verilen isimdir. "Organon" isimli kitabı Aristo mantığı ve düşüncesi üzerinedir. Aristo'nun "Organon" adı altında toplanan 6 kitap vardır. Bunlar:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16504",
"len_data": 244,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.96
}
|
Fasulyacıyan Topluluğu, Osmanlı döneminin ilk tiyatro topluluklarındandır. Ermeni aktör Tomas Fasulyacıyan tarafından kurulmuştur. Ahmet Fehim ve Küçük İsmail toplulukta yer alan diğer ünlü isimlerdir.
Topluluk, Bursa'da dönemin Osmanlı valisi Ahmet Vefik Paşa himayesinde yerleşik bir salonda oyunlar sergilemiş, bizzat Ahmet Vefik Paşa'nın çevirdiğı veya adapte ettiği Moliere oyunlarını başarıyla sahnelemiştir. Topluluğun Bursa'daki çalışmaları Paşanın valilikten ayrılması ile sona erdi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16505",
"len_data": 492,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.48
}
|
İhsan Doğramacı (3 Nisan 1915, Erbil - 25 Şubat 2010, Ankara), Irak Türkmen asıllı Türk doktor ve akademisyendir. Eski Ankara Üniversitesi rektörü, eski Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevelli heyeti başkanı, Bilkent Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi kurucusudur. İlk YÖK başkanı olarak 10 Aralık 1981 - 10 Temmuz 1992 tarihleri arasında görev yapan İhsan Doğramacı, son olarak Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı görevini sürdürmüştür.
Ailesi ve çocukluğu.
İhsan Doğramacı, 1915 yılında, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun parçası olan Erbil'de, Kale Mahallesi'nde Irak Türkmeni bir ailede doğdu. V. Murad zamanında yaşamış olan Doğramacızade Kara Mehmed'in soyundan gelen Erbil belediye başkanlığı yapan Doğramacızade Ali Paşa'nın en büyük çocuğudur. Annesi İsmet Hanım, uzun yıllar Osmanlı Meclis-i Mebusanında Kerkük mebusu olarak görev yapmış Kırdarzade Mehmet Ali Bey'in kızıydı.
Osmanlı Sadrazamı Mahmut Şevket Paşa'nın yeğeni ve Osmanlı Ordusu Müşiri Dağıstanlı Mehmet Fazıl Paşa'nın torunu olan, Ayser Süleyman ile 1942 yılında evlenmiştir. Ayser Hanım'ın babası Hikmet Süleyman Bey 1930'larda Irak başbakanı olarak görev yapmıştır.
İhsan Doğramacı'nın Şermin (Savaşçı), Ali ve Osman isminde üç çocuğu vardır.
Eğitim hayatı.
İlk öğrenimini Erbil İbtidaiyyesi'nde, orta öğrenimini Beyrut'ta Beyrut Amerikan Üniversitesi'ne bağlı International College'de (1932) tamamladı. Üç yıl Bağdat tıp fakültesinde devam ederek sonra İstanbul Tıp Fakültesi'nde tamamlayarak 1938'de doktor olarak mezun olmuştur. İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan (1938) sonra ihtisas çalışmalarını Ankara Numune Hastanesi, Harvard Üniversitesi'ne bağlı Boston Children's Hospital ve Washington Üniversitesi'ne bağlı St. Louis Children's Hospital'da sürdürdü. 1942 yılında Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın yeğeni ve Irak Başbakanlığı da yapmış olan) Hikmet Süleyman'ın kızı Bağdat Amerikan Kız Koleji öğrencisi Ayser Hanım ile tanışıp, evlenmiştir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Doçent (1949) ve Profesör (1954) oldu. Çocuk Sağlığı Enstitüsü'nün, Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi'nin ve Hacettepe Üniversitesi'nin kurulmasında büyük hizmeti geçmiştir. Bu eğitim kuruluşlarında entegre tıp eğitimi sistemini ve öğretim üyelerinin tam gün çalışma düzenini gerçekleştirdi.
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü (1963-1965), Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı (1965-1967), Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü (1967 - 1975) görevlerinde bulunan Doğramacı, bundan sonra Paris V Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine atanmıştır.
1964-1973 yılları arasında Avrupa Rektörler Konferansı (Standing Conference of Rectors, Presidents and Vice-Chancellors of the European Universities - CRE) yönetim kurulu üyeliği, 1981'den ölümüne kadar Uluslararası Yükseköğretim Konferansı (International Conference on Higher Education - I.C.H.E.) kuruluşunda yönetim kurulu üyeliği, başkanlık ve onursal başkanlık görevlerinde bulunan Doğramacı, bu suretle çeşitli ülkelerin yükseköğretim yönetim sistemlerini yakından inceleme olanağı buldu.
Ayrıca Doğramacı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Kamerun - Yaounde, Nijerya-İfe, Brezilya-Brasilia ve Kanada-Sherbrooke'da tıp fakültelerinin kurulması ve eğitim programlarının düzenlenmesinde danışmanlık görevlerini yaptı.
10 Aralık 1981 - 10 Temmuz 1992 tarihleri arasında YÖK Başkanlığında bulunan İhsan Doğramacı, Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı görevini yürüttü.
İhsan Doğramacı Almanya "Akademie der Naturforscher" Leopoldina, Hindistan National Academy of Medical Sciences, Fransa Académie Nationale de Médecine, Amerika Academy of Pediatrics, Azerbaycan Elmler Akademiyası ile İngiltere Royal College of Physicians'ın asli üyesi ve İngiltere Royal College of Pediatrics and Child Health'ın kurucu üyesidir.
Doğramacı, 25 Şubat 2010 tarihinde tedavi gördüğü Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde, çoklu organ yetmezliği nedeniyle 94 yaşında ölmüştür. Naaşı Bilkent Doğramacızade Ali Sami Paşa Camii'nin bahçesinde hazırlanan anıt mezara defnedilmiştir.
Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Farsça konuşabiliyordu.
Etkinlikler.
İhsan Doğramacı, Barış Vakfının ve Erbil Vakfının kurucusudur. Erbil Vakfının mal varlığı 15 bin ABD Doları ve 18 bin 600 TL olarak belirlendi. Merkezi Ankara olan vakfın kuruluş amacı; eğitim, kültür ve sağlık faaliyetlerine destek ve katkıda bulunmak.
“Erbil Türkmenleri Listesi”ni Erbil asıllı olan Doğramacı, Erbil’de kurmuş olduğu İhsan Doğramacı Vakfı aracılığıyla desteklemektedir. Bölgede İhsan Doğramacı Vakfının sağlık, sosyal, eğitim ve kültürel alanda birçok projesi bulunmaktadır. Şu anda Erbil’de vakfa ait birçok okulun yanı sıra bir de hastane bulunmaktadır, bunun yanında yine Erbil’de Bilkent Üniversitesinin bir fakültesi kurulmaktadır.
Eleştiriler.
12 Eylül Darbesi.
İhsan Doğramacı, 12 Eylül Askerî Darbesi'ni yapan komutanlarla olan yakın ilişkisi sebebiyle bazı çevrelerce eleştirildi.
Öğretim üyelerinin üniversiteden atılması.
Türk eğitim hayatına, özellikle de yükseköğretimin kurumsallaştırılıp Batı tarzı bir bilimselliğe kavuşturulmasına büyük katkılarda bulunmuştur. Ancak bunun yanı üniversitenin sıra özerklik ve akla dayalı niteliklerini zayıf düşürmekle de itham edilmiştir. Bu doğrultuda Doğramacı, sola eğilimli hocaların (Ki aralarında İdris Küçükömer, Bülent Tanör, Taner Timur, Murat Belge, Faruk Sönmezoğlu gibi isimler de yer almıştır.) üniversitelerden uzaklaştırılması, doçentlik ya da profesörlük atamaları gelenlerin atamalarının yıllarca ertelenmesi konusunda eleştirilmiştir.
Üniversite harcı.
Üniversitede okumak için harç uygulaması Doğramacı'nın başkanı olduğu YÖK tarafından konuldu.
Tartışmalı konular.
Öldürülen gazeteci Uğur Mumcu'nun gündeme taşıdığı olaya göre Doğramacı, “Annenin El Kitabı” adlı eserini, Amerikalı bilim insanı, tıp doktoru Benjamin Spock’un "Baby and Child Care" adlı kitabından birebir tercüme ettiği halde kendi eseri imiş gibi intihal yapmakla suçlandı.
Bıyık-sakal kontrolü yapılarak öğretim üyelerinin akademik kimliklerinin rencide edildiği, üniversitelerin polis devletinin bir uzantısı olarak polis-jandarma üsleri hâline getirildiği, kamu arazisi olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi ormanlığının bir kısmının gayrimeşru yollarla satın alınarak Ankuva Alışveriş Merkezi, Meteksan Holding Yerleşkesi ve Bilkent Konutları'nın inşa edilmesi için tahsis edildiği iddiaları ile de suçlanmıştır.
Basına tazminat davası.
Kendisini eleştiren bir kapak yaptığı için Nokta dergisi hakkında, "Bunu yapanları hapse attıracağım, bu yayını yapan şirkete öyle bir tazminat ödettireceğim ki bir daha böyle bir terbiyesizlik yapamayacaklar." demiş ve eleştirildiği için tazminat davası açmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16508",
"len_data": 6672,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.36
}
|
Odense, Danimarka'nın üçüncü büyük şehridir. Nüfusu 150 binden fazladır. Ayrı zamanda Fyn adalarının başkentidir. Ünlü yazar ve şair Hans Christian Andersen, 2 Nisan 1805 günü Odense şehrinde doğmuştur. Odense şehrinin 2021 nüfus sayımına göre nüfusu 180.760'tır. İsmi Odense tanrısı Norse'den gelir. Bölgesi Syddanmark'tır.
Kardeş Şehirler.
Odense'nin aşağıdaki şehirlerle kardeş şehir anlaşması vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16509",
"len_data": 404,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.29
}
|
Niksar, Tokat ilinin bir ilçesi ve bu ilçenin merkezi olan bir yerleşim yeridir.
Tarihçe.
Pers İmparatorluğu'nun sona ermesiyle kurulan Pontus Krallığı döneminde "Caberia" adıyla anılan Niksar, sayfiye alanlarına pek çok tapınak, saray ve yerleşim birimi inşa edilmiştir. MÖ 72 yıllarında Romalılar'la Pontuslular arasında cereyan eden Mithridatis Savaşları'nın üçüncüsü Niksar'da yapıldı ve şehir Romalılar'ın hakimiyetine geçti. Romalılar, şehre "Neocaesarea" (Kayser'in yeni şehri) adını verdi ve "Neocaesarea" ismi, zaman içinde "Niksar"'a dönüşmüş.
Niksar, Romalılar döneminde ayrıca "Diospolis", "Sebaste" isimleriyle anılmıştır. 1672 yılında Niksar'a gelen Evliya Çelebi ise Seyahatname'sinde Niksar ismi hakkında şöyle bir hikâyeyi nakleder:"Bu Niksar'ın doğusu Nik Hisar, yani iyi hisar olup, hafifletmek suretiyle yanlış olarak Niksar denir."Roma İmparatorluğu'nun MS 395 yılında ikiye bölünmesiyle Niksar, Bizans egemenliğine girdi. 11'inci yüzyılda Türkler'in Anadolu'ya yaptıkları akınlarda 1067 yılında Alp Arslan'ın komutanlarından Afşin Bey tarafından fethedildi, ancak 1068 yılında tekrar Bizans'ın eline geçti. Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında ise Artuk Bey tarafından fethedilen Niksar, 1073'te tekrar elden çıktı.
Niksar'ın asıl fatihi Danişmendli Devleti'nin kurucusu olan Gümüştegin Melik Ahmed Gazi oldu. Danişmend Gazi, fetihten sonra Niksar'ı sahil Rumlarına karşı mücadelede kendisine hem bir üs hem de bu devletin başkenti olarak seçmiştir. Bu dönemde Niksar ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir.
1175'te II. Kılıçaslan zamanında Selçuklu topraklarına katılan Niksar, Moğol istilası ile 1341'de önce Eretna Devleti'nin daha sonra da Tacettinoğulları Beyliği'nin hâkimiyetine girmiş ve bu beyliğin merkezi olmuştur.
1387 yılında Niksar'ı ele geçiren Kadı Burhaneddin'in bir savaşta öldürülmesi üzerine bölge halkı Yıldırım Bayezid'tan yardım istemiş ve Yıldırım Beyazıt'ın oğul Süleyman Çelebi 1398'de Niksar'ı Osmanlı topraklarına katmıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon Seferi, Yavuz ve Kanun'nin doğu seferleri sırasında uğradıkları Niksar, Osmanlılar'ın son yıllarında Tokat sancağına bağlı bir kaza olarak varlığını sürdürdü.
Niksar, 1867'de Trabzon Vilayeti'nin kurulmasından sonra, bu vilayetin Canik sancağının Ünye kazasına bağlı bir nahiye oldu. Trabzon vilayetinin ilk salnâmesi olan 1869 tarihli salnâmeye göre, Niksar nahiyesinin sadece erkek nüfusu tespit edilmişti. Buna göre Niksar nahiyesinde 6.636 Müslüman erkek, 648 Rum erkek ve 665 Ermeni erkek yaşıyordu. Toplam erkek sayısı, 7.950 kişiydi. Bu tarihte sadece yetişkin erklerin tespit edildiği bilinmektedir. Bu durumda Niksar nahiyesinin tahmini toplam nüfusu yetişkin erkeğin dört katıdır. Buradan hareketle bu nüfusun 31.800 kişinden oluştuğu söylenebilir.
Bu tarihte Niksar nahiyesi 116 köyü kapsıyordu ve nüfusunun yüzde 16,5'i Hristiyanlardan oluşuyordu. Trabzon Vilayeti sınırları içinde yaşayan Rumlar, Trabzon Rum Metropolitliği'ne bağlıydı. Trabzon kentinde olan bu metropolitlik, dört piskoposluktan oluşuyordu. Bunlardan biri Niksar Piskoposluğu'ydu. Niksar'ın yanı sıra Ordu, Fatsa, Ünye ve Terme kazalarında yaşayan Rumlar, Niksar kasabasında bulunan bu piskoposluğa bağlıydı.
Tarihî geçmişinin simgesi olarak Roma, Bizans, Selçuklu, Danişmendli ve Osmanlı Devleti'nden kalma pek çok eser hala şehrin tabii bir parçası olarak ayaktadır. İstiklal Savaşı sırasında Rum ve Ermeni çetelerinin baskılarıyla karşılaşan Niksar, diğer taraftan memleketimizi işgal eden düşmanlara karşı, 16 Haziran 1919'da İzmir’in İşgali'ni protesto etmek amacıyla Anadolu'daki ilk mitinglerden birini gerçekleştirerek, cumhuriyetten bugüne kadar varlığını sürdürmektedir.
20 Haziran 1919'da İzmir'in Yunanlar tarafından işgal edilmesi üzerine Tokat'taki ilk toplanma Niksar'da yapıldı. Binlerce kişinin katıldığı toplanma sonunda Redd-i İlhak Cemiyeti Reisi Hacı Mahir Bey'in imzası ile İtilaf Devletleri temsilcilerine aşağıdaki metinle telgraf çekilmiştir.Niksarlılar!
Hukûkun hâmisi olduğunu iddia eden Wilson’a ve diğer devletlere müracaat ediyoruz. Artık bizim feryadlarımıza kulak tıkamayınız. Bizim tamamiyet-î mülkiyemize, mevcudiyet-î millîyemize tecâvüze devamı kastediyorsanız, en kısa yol bizi öldürmektir.
Geliniz, öldürünüz!
Biz Türk olarak en küçük vatan parçasının Türk kalmasını istiyoruz, siz de buna söz vermiştiniz. Şimdi ise sözünüzde durmadığınızı görüyoruz. Anadolu’ya uzatılacak bir tecavüz bizi öldürmek için uzatılan bir adımdır.
1891 yılından beri belediye teşkilatına sahiptir.
Coğrafya.
Niksar'ın rakımı ortalama 350 metre olup kuzeyinde Canik Dağları, güneyinde Dönek Dağı ve bu iki dağın arasında ise Niksar Ovası yer almaktadır. Canik Dağları Karadeniz'e paralel uzanan platolarla kaplıdır. Bu platolardan Çamiçi Yaylası yalnız Niksar'ın değil Tokat'ın da en önemli yaylalarındandır.
Akarsular bakımından oldukça zengin olan Niksar topraklarını Kelkit Çayı ve bu çayın irili ufaklı kolları sular. Kelkit Çayı'nın suladığı ve taşıdığı alüvyonlarla bereketine bereket kattığı Niksar Ovası, Karadeniz Bölgesi'nin en önemli ovalarından birisidir.
Tarım arazisi bakımından elverişli bir ovaya sahip olan ilçenin %53'ü orman ve fundalıklarla, %12'si çayır ve meralarla kaplıdır. İlçe topraklarının %32'si ekilip dikilirken, yalnızca %3'ü tarıma elverişli değildir. Tokat'taki ormanların %12'si Niksar ilçesi sınırları içerisinde kalır.
Niksar, Karadeniz iklimiyle, İç Anadolu'nun karasal iklimi arasında bir geçiş bölgesindedir. Kışlar genellikle ılık ve yağışlı, yazlar sıcak geçer. Her ay yağış alan ilçenin yıllık yağış ortalaması 563 mm, yıllık sıcaklık ortalaması ise 13,9 derecedir.
Niksar'ın kuzeyindeki yüksek kesimlerde kayın, çam, gürgen, ladin; alçak kesimlerdeki düzlüklerde kavak ve söğüt; ovada otsu bitkiler; vadilerde ise meyvelikler bitki örtüsünü oluşturur. Dağ ve ormanlarda yaşayan başlıca av hayvanları sansar, tavşan, kurt, tilki, vaşak, dağ keçisi, ayı ve domuzdur. Kuş türleri içinde ise keklik, yaban ördeği ve bıldırcın önemli yer tutar.
Ekonomik ve sosyal hayat.
İlçede ekonomik hayat geniş ölçüde tarıma dayalı olmakla birlikte, son yıllarda sanayide de önemli ölçüde ilerlemeler kaydedilmiştir. Kelkit ırmağının suladığı Niksar ovası tümüyle tarıma ayrılmıştır. Ayrıca Karadeniz ile İç Anadolu arasında bir geçit bölgesinde yer alan ilçede iklim şartları da tarımsal üretime elverişli bir ortam yaratır. Ekime elverişli alanların %37,8 gibi büyük bir bölümünde tahıl üretimi yapılmaktadır. İlçede tahıl üretimi yapılan alanları sırasıyla meyvelikler, endüstri bitkileri, sebzelikler ve baklagil üretimi yapılan alanlar izlemektedir. İlçede yetiştirilen başlıca tahıllar; buğday, arpa ve mısırdır. Bunun yanında şeker pancarı, tütün, ayçiçeği, patates ve mahlep gibi sanayiye ham madde olan ürünlerde üretilmektedir. İlçede en çok yetiştirilen meyveler; üzüm, elma, kiraz, şeftali ve cevizdir. Cevizin Niksar'da önemli bir yeri vardır. İlçe ekonomisine büyük bir katkı sağlayan ceviz, kırım atölyelerinde içleri çıkarıldıktan sonra genellikle yurt dışına satılmaktadır. Niksar'da büyük ölçüde kavak üreticiliği de yapılmaktadır.
Çamiçi Yaylası ile yayla turizminin önemli merkezlerinden biri olma yolunda ilerleyen Niksar geçmişte düzenlemiş olduğu Yayla Şenlikleriyle bu konuda önemli adımlar atmıştır.
Önceleri daha çok tarıma ve küçük sanayiye dayanan sanayi yapısı günümüzde büyük ölçüde gelişme göstermiş, başta gıda, konfeksiyon, dokuma ve ağaç işleme sanayiinde birçok işyeri kurularak önemli ölçüde istihdam sağlayan teşebbüsler haline gelmiştir.
Dünyanın en yumuşak ve içimi en leziz olan Niksar Ayvaz Suyu'nun da ilçe ve ülke ekonomisine büyük bir katkısı vardır. Dolum tesislerinde şişelenen sular yurdun her bölgesine dağıtılmakta ve yurt dışına ihraç edilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16515",
"len_data": 7730,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.56
}
|
İbrahim Sesigüzel ya da bilinen adıyla İbo (4 Mayıs 1950, Balıkesir - 26 Ekim 2003, İstanbul), Türk şarkıcıdır.
Yaşamı.
Avusturya Lisesi mezunudur. Birçok farklı alanda eğitim aldı. Mönchengladbach Yüksek Tekstil Okulu, Konfeksiyon mühendisliği ile Berkeley Müzik Okulu Şan ve Müzik Teorisi bölümlerinde okudu. Amerika'da “Devletler Hukuku Politikası” üzerine, Norveç'te ise pedagoji eğitimi aldı ve futbol hakemliği üzerine kariyer yaptı. Türkiye'de 1970'li yıllarda 'Benim Balonlarım Vardı' adlı şarkı ile ünlenen Sesigüzel İbo adıyla tanınıyordu. Katıldığı bir yarışma sonucu birinci gelerek 14 yıl boyunca Norveç televizyonu orkestrasında solist olarak görev yaptı.
İbrahim Sesigüzel'in müzikle ilk karşılaşması, lise yıllarına dayanır. İlk olarak İlhan Feyman orkestrasında görünür. Sonra, Alaaddin Dal ve İstanbul Gelişim Orkestralarında solist olarak çalıştı. Daha sonra pedagoji eğitimi için gittiği Norveç'te solistliğe devam etti.
İbrahim Sesigüzel'in yeniden Türkiye macerası, ilk olarak, 1968-1969 yıllarına denk gelir. Cüneyt Algür önderliğinde kurulan, Ender Koray, Bilgin Özbay, Recep Harman (solist) oluşan ve Kendilerine “Burç Altılısı” ismini veren grup daha sonra, gruba baterist Güngör Turgal'ın katılımıyla ismini “Kontlar” olarak değiştirirler. İbrahim Sesigüzel grubun ilk solisti olma özelliğine sahiptir.
İbrahim Sesigüzel 1969 yılından sonra hep müziğin içinde olmuştur. Ama daha bildik popüler macerası ise 1977 yılında, basında çıkan bir haberle olur. Haber şöyledir; “Türk şarkıcı İbrahim Sesigüzel Almanya 'da yapılan Eurovision elemelerini Atilla Atasoy'un bestesiyle Silver Convention'u geride bırakarak kazandı.” “Buna ilk şaşıranların başında Atilla Atasoy gelir. Çünkü böyle bir şeyden haberi bile yoktur. İşin aslı hemen ortaya çıkar. Çünkü Almanya'da o seneki Eurovision Yarışması için ulusal bir yarışma yapılmamış, doğrudan Silver Convention topluluğuna Almanya'yı temsil görevi verilmiştir.” Bu haber sonrası Ajda Pekkan’ın vokalisti olarak görülür. O dönemde Ajda’yla yaşadığı anlaşmazlıklar İbo'yu daha da “olay adam” yapar.
1977 yılında A Yüzü'nde, “Benim Balonlarım Vardı”, B Yüzü'nde, “Şarkılar Ölmez” olan ilk 45'liğini yayınladı. “Benim Balonlarım Vardı” ile yılın “En İyi Çocuk Şarkıcısı” ödülünü aldı. Göbekli, büyük gözlüklü, papyonlu pantolon askılı ve balonlarla olan imajı ile öne çıktı. İkinci evliliğinin nikah şahitliğini Enis Fosforoğlu yapmıştır.
Üç kez evlenen Sesigüzel'in ilk ve ikinci evliliğinden birer kız çocuğu var. Sesigüzel, altı yabancı dil biliyordu. 3 kez Türkiye Eurovision Finalleri'nde yarışan İbo, 1981'deki "Nerde O Eski Tangolar” şarkısıyla 5., 1986'da Nil Burak'la birlikte söylediği “Yaşa Yaşa” şarkısıyla 3. oldu, 1992'de “Ölüm” şarkısıyla yarıştı.
10 yıldır hastalığı bulunan İbo, 23 Ekim 2003'te, 3 yıldır yaşadığı Edremit'e bağlı Altınoluk'taki yazlığında fenalaştı. Edremit Devlet Hastanesi'ne, oradan da İstanbul'a götürülen şarkıcı 3 gün sonra kalp damar tıkanıklığı nedeniyle öldü, ölümünün ertesi günü Altınoluk'ta toprağa verildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16517",
"len_data": 3019,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.03
}
|
Georg Ferdinand Ludwig Philipp Cantor (3 Mart 1845, Sankt Petersburg, Rusya - 6 Ocak 1918, Halle an de Saale, Almanya), Alman matematikçi. Kümeler kuramının kurucusudur. Kümeler arasında birebir eşlemenin önemini ortaya koydu, "sonsuz küme" kavramına matematiksel bir tanım getirdi ve gerçel sayıların sonsuzluğunun doğal sayıların sonsuzluğundan "daha büyük" olduğunu ispatladı. Ayrıca kardinal sayı ve ordinal sayı kavramlarını ortaya atmış ve bu sayıların aritmetiğini tanımlamıştır. Cantor'un buluşlarının matematik ve felsefede önemli yeri vardır.
Cantor'un "sonsuz ötesi sayılar" fikri sezgilerimizle ters düştüğü için, zamanın matematikçileri tarafından yoğun şekilde eleştirilmiştir. Henri Poincaré, Cantor'un fikirlerini "matematiği istila eden korkunç bir hastalık" olarak nitelendirmiş, Leopold Kronecker ise Cantor'u şarlatanlıkla suçlamıştır. Cantor'un 1884'ten hayatının sonuna kadar yaşadığı depresyon nöbetlerinin, kısmen bu saldırılardan kaynaklandığı iddia edilmişse de, nöbetlerin asıl sebebi muhtemelen bipolar bozukluktur.
Günümüzde, Cantor'un fikirleri matematikçilerin büyük çoğunluğu tarafından doğru kabul edilmekte ve matematik tarihinin en önemli paradigma değişimlerinden biri olarak tanınmaktadır. David Hilbert, "Cantor'un yarattığı cennetten bizi kimse kovamayacaktır" diyerek Cantor'un katkılarının önemini vurgulamıştır.
Hayatı.
Çocukluğu ve gençliği.
Cantor, 3 Mart 1845'te, Rusya'nın o zamanki başkenti Sankt-Peterburg'da dünyaya geldi. Babası Georg Waldemar Cantor, Danimarka kökenli bir tüccardı ve St. Petersburg borsasında simsarlık yapıyordu. Annesi Maria Anna Cantor ise Avusturya kökenliydi ve yetenekli bir müzisyendi.
Babanın sağlığı bozulunca, aile 1856'da Almanya'nın Frankfurt kentine taşındı. Cantor, Darmstadt'ta bir yatılı liseye yazıldı ve 1860'ta buradan yüksek başarıyla mezun oldu. 1862'de ise Zürih Politeknik Enstitüsü'ne (bugün ETH Zürih) girerek matematik okumaya başladı. Bir yıl sonra babası ölünce Almanya'ya döndü ve Berlin Üniversitesi'ne yazıldı. Burada, zamanın büyük matematikçileri Ernst Kummer, Karl Weierstrass ve Leopold Kronecker'den dersler aldı. 1867'de sayılar kuramı üzerine yazdığı tezini sunarak üniversiteden mezun oldu.
Bir süre Berlin'deki bir kız okulunda öğretmenlik yaptıktan sonra, 1869'da Halle Üniversitesi'nde doçent olarak çalışmaya başladı.
Orta Yaşları.
Cantor, Halle Üniversitesi'ndeki meslekdaşı Eduard Heine'nin etkisiyle sayılar kuramından uzaklaşıp analizle ilgilenmeye başladı. 1870'te, bir fonksiyonun birden fazla trigonometrik seri açılımı olamayacağını kanıtlayarak adını duyurdu. Cantor'dan önce, Heine'nin yanı sıra Lejeune Dirichlet, Rudolph Lipschitz ve Bernhard Riemann gibi pek çok matematikçi bu problemle uğraşmış ama sonuca ulaşamamıştı. 1870-72 arasında Cantor trigonometrik serilere ilişkin bir dizi makale yayımladı ve 1872'de sıradışı Profesör unvanını kazandı. Aynı sene yazışmaya başladığı meslekdaşı Richard Dedekind, gerçel sayıları "Dedekind kesitleri" olarak tanımladığı meşhur makalesinde, Cantor'un trigonometrik seri makalelerinden birini referans olarak gösterdi.
Cantor 1873'te rasyonel sayıların doğal sayılarla birebir eşlenebildiğini, bir başka deyişle rasyonel sayıların sayılabilir sonsuzlukta olduğunu kanıtladı. Aynı yıl, cebirsel sayıların (yani katsayıları tam sayı olan herhangi bir polinomun kökü olarak yazılabilen gerçel sayıların) da sayılabilir olduğunu kanıtladı. 1874'te ise gerçel sayıların tamamının sayılabilir "olmadığını" gösterdi. Böylece gerçel sayıların çok küçük bir kısmının cebirsel olduğu, neredeyse tamamının aşkın sayılar olduğu ortaya çıktı.
Cantor bundan sonra, boyut sayıları farklı olan kümelerin, mesela bir birim uzunluğundaki (tek boyutlu) bir doğru parçasıyla bir birim kare alana sahip (iki boyutlu) bir karenin, birebir eşlenip eşlenemeyeceğini araştırmaya başladı. 1877'de bulduğu sonuç oldukça şaşırtıcıydı: Bir birim uzunluğunda bir doğru parçasının üzerindeki noktalar, "p" boyutlu uzayın tüm noktalarıyla birebir eşlenebiliyordu. Arkadaşı Dedekind'e bu sonuçtan bahsederken "Je le vois, mais je ne le crois pas!" ("Görüyorum, ama inanmıyorum!") diye yazdı.
1878'te yazdığı bir makalede, birebir eşleme, sayılabilirlik ve boyut kavramlarına açıklık getirdi. Cantor, kendi fikirlerine açıkça karşı çıkan Kronecker'in muhalefetinden korktuğu için bu makaleyi yayımlanmadan önce geri çekmek istemiş, Dedekind ve Weierstrass'ın desteğiyle bundan vazgeçmişti.
1879 ve 1884 arasında yayımladığı altı makaleyle, kümeler kuramının temellerini attı, "sonsuzötesi" (kardinal ve ordinal) sayılar fikrini anlattı. Bu makaleleri yayımlayan "Mathematische Annalen" dergisinin editörleri, aslında büyük bir cesaret örneği sergiliyorlardı, çünkü Cantor'un fikirleri, Kronecker'un başını çektiği bir grup nüfuzlu matematikçi tarafından şiddetle eleştiriliyor ve hatalı bir düşünce şekli olarak yorumlanıyordu. Bu kuvvetli muhalefetin farkında olan Cantor, makalelerinde eleştirilere uzun uzun cevap vermeye özen gösteriyordu.
Mayıs 1884'te ilk ağır depresyon nöbetini geçiren Cantor, birkaç hafta içinde kendini toparladıysa da matematiğe dönmek için yeterli özgüveni bulamadığından, felsefe ve edebiyatla ilgilenmeye başladı. Sonsuzluk ve kümeler hakkında kendi geliştirdiği fikirlerin felsefi ve teolojik sonuçlarıyla ilgileniyor ve bu konuda pek çok filozofla yazışıyordu. Bu yazışmaların bir kısmını 1888'de yayımladı. Edebiyatta ise Shakespeare'in tiyatro eserlerini inceliyor, bunların aslında Shakespeare değil Francis Bacon tarafından yazıldığını kanıtlamaya çalışıyordu. Shakespeare ve Bacon konusundaki bu garip saplantısından hayatı boyunca vazgeçmeyecek, bu konuyla ilgili araştırmalarını 1896 ve 1897'de iki kitapçık halinde yayımlayacaktı. (Saplantının sebebi büyük ihtimalle bipolar bozukluk idi.)
1890'da, Alman Matematikçiler Cemiyeti'nin ("Deutsche Mathematiker-Vereinigung") kurucularından biri oldu ve bu cemiyetin 1891'deki ilk toplantısına başkanlık etti. Bu toplantıya, bir türlü iyi geçinemediği Leopold Kronecker'i de davet ettiyse de, karısı bir dağcılık kazasında ciddi şekilde yaralanınca Kronecker toplantıya katılamadı. Bu toplantıda Cantor, yeni kurulan Cemiyet'in ilk başkanı seçildi.
Yaşlılığı ve ölümü.
Cantor, son önemli makalesini 1895 ve 1897'de iki kısım halinde yayımladı. Bu makalede, kümeler kuramıyla ilgili bugün alışık olduğumuz bazı kavramları (altkümeler gibi) tanımlıyor, kardinal ve ordinal aritmetiği tekrar gözden geçiriyordu. Cantor bu makalesinde süreklilik hipotezinin de bir kanıtını sunmak istemiş, ama çok uğraştığı halde kanıtı bulamamıştı. (Süreklilik hipotezi, eleman sayısı olarak doğal sayılardan büyük, gerçel sayılardan küçük bir kümenin varolmadığını söyler. Kurt Gödel ve Paul Cohen 20. yüzyılda göstermişlerdir ki, geleneksel kümeler kuramı aksiyomlarından yola çıkılarak bu hipotezin doğruluğu da yanlışlığı da kanıtlanamaz.)
Aralık 1899'da en küçük oğlunun ani ölümüyle bir kez daha depresyona girdi ve bir daha asla tam anlamıyla toparlanamadı. Pek çok kez işinden izin alıp çeşitli senatoryumlarda tedavi gören Cantor, bu sancılı döneminde de bir taraftan matematikle uğraşmayı bırakmadı. "Deutsche Mathematiker-Vereinigung"'un 1903'teki toplantısında, kümeler kuramının paradoksları üzerine bir dizi konuşma yaptı ve Heidelberg'deki 1904 Uluslararası Matematikçiler Kongresi'ne katıldı.
1911'de İskoçya'daki St. Andrews Üniversitesi'nin 500. kuruluş yıldönümü kutlamalarına davet edilince çok sevindi. Burada, kümeler kuramının yeni yıldızı Bertrand Russell ile tanışmayı umuyordu, ama sağlık problemleri sebebiyle Almanya'ya erken dönmek zorunda kalınca bu umudu gerçekleşmedi. 1912'de St. Andrews Üniversitesi Cantor'a fahri doktora verdi, fakat Cantor yine sağlık problemleri yüzünden İskoçya'ya gidip doktorasını alamadı.
Cantor 1913'te emekliye ayrıldı ve I. Dünya Savaşı koşulları yüzünden fakirlik içinde yaşamaya başladı. 1915'te, Halle'de Cantor'un 70. yaşgünü için planlanan kutlamalar savaş yüzünden iptal edilince Cantor yaşgününü evinde daha mütevazı koşullarda kutladı. Haziran 1917'de tekrar bir senatoryuma giren Cantor, burada 6 Ocak 1918'de (72 yaşında) geçirdiği bir kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yumdu ve Halle'deki Giebichenstein Mezarlığı'na gömüldü.
Ailesi.
Cantor, Ağustos 1874'te kız kardeşinin arkadaşı Vally Guttmann ile evlendi ve bu evlilikten altı çocuğu oldu. Üniversiteden aldığı maaşın çok düşük olmasına rağmen, babasından kalan miras sayesinde ailesini geçindirebildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16529",
"len_data": 8434,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.66
}
|
Lucina, Roma mitolojisinde doğum tanrıçasıdır. Daha sonraları, evlilik, aile ve doğum tanrıçası olan Juno'ya (Yunan mitolojisinde Hera) hitaben kullanılan bir isim olmuştur.
Latince ""lux", ışık kelimesinden türemiştir. Kullanılırken anlamı genelde "bebekleri ışığa getiren""dir. Zaman zaman bereket ve ay ile ilgili tanrıçalar (Diana vs.) için bir hitabet tarzı olarak kullanılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16531",
"len_data": 385,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.66
}
|
Concordia, Roma mitolojisinde barış, esenlik, anlaşma ve uyum tanrıçasıdır. Zıttı Discordia'dır. Ona tapılan birçok tapınak mevcuttur, bunlardan en eskisi MÖ 376 tarihinde Marcus Furius Camillus tarafından yaptırılan ve Forum Romanum'da bulunan tapınaktır. Bu tapınak aynı zamanda Roma senatosu için bir toplantı yeri haline gelmiştir, Roma senatosu sık sık burada toplanmıştır. Çoğu zaman bir kâse ve barışın, zenginliğin sembolü olan içinden meyveler fışkıran bir boynuz (cornucopia) ile resmedilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16534",
"len_data": 505,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.63
}
|
Dea Dia, Roma mitolojisinde büyüme, gelişmenin tanrıçasıdır.
Sıklıkla Ceres (Yunan mitolojisinde Demeter) ile beraber anılır. "Fratres Arvales" diye anılan rahipleri, Mayıs ayında düzenlenen Ambarvalia festivalinde onu anarlar, kutlarlardı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16535",
"len_data": 240,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.61
}
|
Spes, Roma mitolojisinde umut tanrıçasıdır, umutun tecessümüdür, cismanileşmesidir. "Son tanrıça" olarak anılırdı, bu umudun insana kalan son kaynak, son şans olduğuna bir göndermedir. Forum Holitorium'da ona adanmış bir tapınağı bulunurdu. Genellikle elinde barışı ve bolluğu temsil eden meyve saçan boynuz - "cornucopia" ve bir çiçek ile resmedilmiştir. Yunan mitolojisinde Elpis olarak geçer.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16536",
"len_data": 395,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.57
}
|
Akçe (), Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarından itibaren bastırılan ve kullanılan İlk akçe Osman Gazi tarafından bastırılmıştır. Akçe Osmanlı Devleti'nin temel para birimiydi. Bu para biriminde ilk dönemlerde üzerine basılı bir tarih bulunmamasıyla birlikte, padişah I. Bayezid ile birlikte akçeler üzerine tarih basılma uygulamasına geçilmiştir.
Bazı kaynaklara göre üç akçe bir paraya eşitti. Yüz yirmi akçe ise bir kuruşa eşitti. 1687'de Osmanlı para sistemindeki akçe birimi kaldırılıp paralar, kuruş usulüne göre basıldı. Bu tarihten sonra akçe adıyla para basılmayıp, sadece hesaplarda kullanılan bir birim haline geldi. Bu kuruşun küsuratı olarak da mangır denilen bakır para bastırıldı. İki mangır bir akçeye geçmek üzere, bir kıyye halis bakırdan 800 mangır para basıldı. 1870'lerde ise kuruş yerini liraya bırakmıştır.
İsim.
İlk sikkesi gümüşten îmâl edildiği için Ak (beyaz, temiz, parlak) para manasında akçe denilmiştir. Ak akçe kara gün içindir atasözü de bu paranın beyaz gümüşten îmâl edildiğini ifade ettiği gibi, geçerliliğini de belirtmektedir. İlk zamanlar gümüş para manasında kullanılan akçe, on beşinci yüzyıldan sonra umûmî manada Osmanlı parası karşılığı olarak kullanılmıştır. Osmanlı para biriminde olan Akçe-i Osmânî adıyla kullanıldığı gibi, padişahların zamanlarına göre değişik isimler almıştır.
On beşinci asırdan itibaren para manasında kullanılan akçeye; Lala Yürgüç akçesi, Avarız akçesi, Geçer akçe, Kalp akçe gibi çeşitli adlar verilmiştir. Ayrıca değer düşüşü neticesinde; Züyuf akçe, Kırpık akçe, Kızıl akçe, Çil akçe adlarını da almıştır. Çürük akçe deyimi ile kullanılan para ise bakır sikkeyi ifade etmektedir.
Tarihi.
Osmanlılara mahsup olan bu para biriminin ilki, doksan ayar gümüşten olup, altı kırat 1,154 gram ağırlığındaydı. Zamanla düşük ayarda ve değişik ağırlıklarda akçeler bastırılmıştır. Umumi olarak bir yüzünde ülkenin inanç sistemini anmak maksadı ile Kelime-i Şahadet ve İslamiyet'in Dört Halifesinin isimleri, arka yüzünde ise dönemin padişahının ismi yer almaktaydı (para üzerinde Osmanlı İmparatorluğu'nun bunalımlı bir devrine tekabülen (Fetret Devri) Timur Han'ın ismi de yer almış, daha sonraları ise Timur'un ismi para üzerinden kaldırılmıştır).
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında Selçuklular veya diğer devletler tarafından bastırılan çeşitli paralar kullanılıyordu. Ünlü Nümizmat İbrahim Artuk tarafından 1977 yılında bir çalışma sonrası, İlk Osmanlı sikkesini Osman Gazi'nin bastırmış olduğu tespit edildi. Şu an İstanbul Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Bu gümüş para, 15 mm. çapında ve 0.68 gr. ağırlığındadır. Basıldığı yer ve tarih belli olmayan bu paranın yüzünde "Darebe Osman Bin Ertuğru Bin Gündüzalp" ibaresi yer almaktadır. Daha sonra bir diğer Osmanlı akçesini ise ikinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi tarafından bastırılmıştır. Bu akçe 1327 (H. 727) tarihinde Bursa'da bastırılmıştır. Basılan akçenin bir tarafında Kelime-i Şehadet ile etrafında İslamiyet'in Dört Halifesinin isimleri, diğer tarafında ise Orhan bin Osman ve basıldığı yeri gösteren Bursa ismi, altında ise Orhan Gazi'nin beyliğe geçişinin üçüncü senesini işaret eden siyakat rakamı ile üç sayısı ve kenarlarında da paranın basıldığı yıl 727 ile Osmanlıların mensub oldukları Kayı boyunun damgası yer almaktaydı. Orhan Gazi zamanında, tarihsiz ve üzerindeki yazılar geometrik motiflerden müteşekkil bir çerçeve içine alınmış İlhanlı paralarına benzer paralarda basılmıştır. Bu paralar çerçevisiz olup üzerinde, Orhan halledallahü mülkehu ibaresi bulunmaktaydı. Basıldığı yer ve tarih belli olmayan bu akçelerin Orhan Gazi'nin beyliğin idaresini ele aldığı ilk senelere ait olduğu tahmin edilmektedir.
Orhan Gazi'den sonra padişah olan I. Murad zamanında gümüş akçeler bastırıldığı gibi, üzerlerinde basılış yeri bulunmayan pul, fels ve mangır özelliğinde bakır paralarda basıldı. I. Bayezid zamanında basılan gümüş ve bakır paralar üzerinde darb yeri olmamasına rağmen tarih mevcuttu. Basılan bu gümüş paraların ayarı %90'dı. I. Bayezid zamanında devletin altın parası bulunmaması sebebiyle, Venediklilerin altın dukası kullanılıyordu. Bir Venedik dukası, kırk akçe değerindeydi. Fetret devrinde Musa Çelebi, Edirne'de kendi adına para bastırmıştır. I. Bayezid'in büyük oğlu Süleyman Çelebi de kendi adına bastırdığı paranın üzerine tuğra koydurmuştur. I. Mehmed zamanında Amasya, Ayaslug (Selçuk), Bursa, Edirne ve Serez şehirlerinde basılmış akçeler vardı.
Timur’un Osmanlılar üzerinde hâkimiyet kurmasından sonra, I. Mehmed 1404 (H. 806)’da Bursa’da bastırdığı paralara kendi adıyla birlikte Timur'un da adını bastırmış ve hâkimiyetini tanımıştı. Vezin ve ayar yönünden diğer Osmanlı paralarıyla aynı olan bu paranın bir yüzünde Kelime-i Şahadet, Duribe Bursa 806”, diğer yüzünde ise; “Demûr (Tîmûr) Han Gürgân, Muhammed ibni Bâyezîd Hân halledallahü mülkehû” yazılıydı. On sene sonra Osmanlı birliğini yeniden kurup, istiklâlini kazanınca paralardan Timur'un ismini kaldırdı. I. Mehmed'in zamanına kadar Osmanlı paralarında hiçbir lakab ve ünvân yazılmadığı hâlde o, ilk defa “Sultan” ve “Han” ünvânlarını kullandı. Bastırdığı akçelerin üzerine “Sultân ibni Sultân Muhammed ibni Bâyezîd Han” İbaresini yazdırdı. Ayrıca “Halledallahü mülkehû” ibaresini kaldırıp, son Osmanlı paralarına kadar devam eden “Azze nasruhü” ibaresini yerleştirdi.
II. Murad zamanında da Edirne, Bursa, Ayaslug, Bolu, Engüriye (Ankara), Karahisar, Serez, Tire ve Amasya şehirlerinde akçe bastırıldı. Bursa'da bastırılan ve mangır adı verilen paranın üzerinde ikinci Murâd Han'ın isminin altında Osmanlıların Kayı boyundan geldiğini gösteren bir damga vardı. Bu damga sadece Bursa ve Edirne'de basılan paralar üzerinde idi.
II. Murad'ın sağlığında pâdişâh olan II. Mehmed (Fatih) tarafından bastırılan akçenin ölçüsü 6 kırattan 5,25 kırata indirildi. II. Murad, ikinci defa tahta geçmek mecburiyetinde kalınca kendi adına 100 dirhem gümüşten 375,5 akçe kestirdi. II. Mehmed babasının vefâtından sonra 1451 (H. 855)’de tekrar Osmanlı pâdişâhı olunca, babası zamanında basılan akçeleri tedavülden kaldırarak; Edirne, Ayaslug, Bursa, Serez, İstanbul, Üsküp, Amasya, Tire ve Novar gibi şehirlerde 5,25 kırat ağırlığında yeni akçeler kestirdi: 1460 (H. 865)’de 4,75 kırat, 1470 (H. 875)’de 4,25 kırat, 1481 (H. 886)’da ise 3,25 kırat ağırlığında akçeler bastırdı. Bütün bu akçelerin ayarı % 90 idi. İstanbul ve Novar’da on akçelik paralar bastırdı. Bu akçelerin ön yüzünde “"Sultân’ül-Berreyn ve Hâkân-ül-Bahreyn es-Sultân İbn-is-Sultân"” ibaresi, diğer yüzünde ise “"Muhammed ibni Murâd Han halledallahü mülkehû duribe fî Kostantiniyye sene 875"” yazılıydı. Ayrıca II. Mehmed zamanına kadar hiç altın para basılmamıştı, 1478 (H. 883)'de sultanî adı verilen altın paralar bastırıldı. Basılan ilk altın paranın bir adedi 3,510 gram ağırlığında olup, 23,5 ayar idi. II. Mehmed zamanında, Osmanlı akçesi'nin küsuratı olarak mangır veya pul denilen bakır paralar da basılmıştı. Bir dirhem bakırdan bir mangır kesilerek sekizi bir akçe kabul ediliyordu. Bu mangırlardan yarım dirhem ağırlığında olanlara yarım mangır; rub'iye (1/4) dirhem ağırlığında olanlara cırık mangır deniliyordu. II. Mehmed'in ölümünden sonra oğlu Cem Sultan, 1481 (H. 886)'da Bursa'ya girdiği zaman, 18 günlük hâkimiyeti sırasında kendi adına para bastırdı. II. Bayezid zamanında, babasının zamânındakilerden daha noksan olarak 4 kırat, hattâ 3,5 kırat ağırlığında akçeler bastırıldı. Bu zamana kadar akçelerin ayarı 90 olduğu hâlde, onun zamanında 85 ayara düşürüldü. Bu paralar; İstanbul, Amasya, Bursa, Edirne, Gelibolu, Kratova, Kastamonu, Konya, Novar, Serez, Tire, Trabzon ve Üsküp'de bastırıldı. II. Bayezid zamanında çıkarılan bir emirle has altının miskalinin 57 akçe, sultânı ve frengi florisinin 47 akçe, eşrefi (Mısır altını) ve engürüsün (Macar parası) ise 45 akçe üzerinden muamele görmesi kararlaştırıldı. Saltanatının son senelerine doğru ise, akçenin değeri düşürülüp, bir altını 60 akçe değerinde muamele gördürüldü. Aynı devirde on akçelikler de bastırıldı.
I. Selim zamanında da İstanbul, Amasya, Edirne, Amid, Bursa, Cezire, Dımaşk, Harput, Mardin, Musul, Mısır, Urfa, Serez, Siirt ve Tire'de para bastırıldı. I. Selim'in bastırdığı akçelerin en ağırı 3,5 kırat olup, bir dirhem gümüş 4,5 akçe ve bir altın da 13 akçe değerinde idi. I. Selim, Mısır'da altın ve gümüş paralardan başka bakır paralar da bastırdı. I. Selim'in, Mısır'da bastırdığı paralar üzerinde sadece Sultan ünvânı olup, bu paralara sultanî veya eşrefi adı verilirdi. Böylece Osmanlı altınları da eşrefi, şerifi adlarıyla anılmaya başlandı.
I. Süleyman (Kanuni) zamanında, I. Selim zamanındaki yerlere ilâveten Bağdâd, Belgrad, Canca, Cezayir, Haleb, Koçaniye, Maraş, Modova, Rûha (Urfa), Serborniçe, Siroz, Trablus, Zebit gibi yerlerde para basıldı. Bu devirde basılan akçeler 3,75, 3,50, 2,75, 2,50 kırata kadar düştü. Sonunda yüz dirhem gümüşten beş yüz akçe kesilerek değişmez bir hâle sokuldu. II. Selim zamanında ilk önce 85 ayarında 100 dirhem gümüşten 525 akçe kesildi. Daha sonra gümüşün ayarı giderek düşürüldü. Her tarafta basılan akçelerin resim ve nakışları aynen korunmuş olup, ölçüleri eksiltilmiştir. Bu devirde hemen hemen evvelkilerin aynı veya iki-üç habbe eksik ağırlıkta altın paralar da bastırıldı. Ayrıca Mısır'da Medîni adlı bir altın para da bastırıldı. Bir Sultanî altını, 41 Medînî altını değerindeydi. II. Selim zamanında ticâretle uğraşan bazı yahûdîler, akçeleri kırparak paraların bozulmasına sebep oldular. Sonuçta Sokollu Mehmed Paşa, bunun, önüne geçmek için, bazı tedbirler aldı. Aynı devirde Selîmî adıyla yeni paralar basıldı. II. Selim zamanında bir altın, 60 akçe ve beş akçe bir dirhem gümüş değerindeydi. Altınların ayarı ise, milim hesabı ile binde 993 idi.
III. Murad zamanında hat ve nakışları II. Selim zamanındakilerin aynısı olmakla birlikte, ağırlığı daha düşük akçeler bastırıldı. Para düzenindeki ve ekonomik durumdaki bozulmalar sebebiyle daha önce yüz dirhem gümüşten 500 akçe basılırken 800 akçe kesildi. Böylece bir akçe, 3 veya 2,5 kırata kadar düştü ve bir dirhem gümüş, sekiz-on akçe karşılığı muamele gördü. III. Murad'tan îtibâren mağşuş akçelerin ortaya çıkması, devletin para sisteminde değer ölçüsü olan akçenin kıymetini iyice kararsız hâle getirdi. Hattâ yüz dirhemden 2.000 züyuf akçe kesildi. Bir dirhem gümüş 12 akçe, bir altın 120 akçe, 45 akçe olan kuruş 80 akçeye çıktı. Bu devirde Haleb ve Bağdat'da ilk defa olarak tuğralı dirhemler basıldı. Paranın değerinin kararsız hâle gelmesi sebebiyle daha sonra bazı tedbirler alınıp, bir dirhem gümüşten 8 akçe kesilmesi kararlaştırıldı. Bu akçeler ilk çıkan akçelerin yarısı kadardı.
III. Mehmed zamanında bir dirhem gümüşten 8 akçe kesilmesine devam edildi. Bozuk ve züyuf akçeler toplatılıp, akçe değeri yükseltildi. Bu sayede bir altın, 220 akçe değerinden muamele görürken 180 akçe değerinden muamele görmeye başladı. 1600 (H. 1009)'da para sisteminde yapılan bazı düzenlemelerle bir altın 120 akçeye indirildi. Bu devirde altın paraların ağırlık ve ayarında bir değişiklik olmadığı gibi, resim ve nakışlarına da dokunulmadı.
I. Ahmed zamanında 1,5 kırat ağırlığında ve ayarı 80 olan akçeler bastırıldı. I. Mustafa zamanında Amid, Haleb ve Mısır'da para basıldı. II. Osman (Genç Osman) zamanında da çeşitli yerlerde para bastırıldı. Bu zamanda basılan akçenin ağırlığı 1,5 kırat olup ayarı 80 idi. I. Mustafa’nın tahttan indirilip yerine II. Osman’ın getirildiği sırada eksik ve ayarı düşük züyuf paralar çoğaldığından akçenin değeri düşmüştü. II. Osman’ın cülûsunu müteâkib basılı paraların ıslâhına ihtiyaç duyulduğundan, eksik ölçülü ve düşük ayarlı paralar toplatılıp, yeni 1,5 kıratlık akçeler bastırıldı. Hatta büyük alışverişlerde kolaylık olmak üzere mevcut akçelerin on adedine müsavi olarak bir dirhem ağırlığında onluk Osmânî paralar bastırıldı.
I. Mustafa’nın ikinci defa tahta geçmesinden sonra II. Osman’ın bastırdığı onluklar, ağırlığı eksik olarak bastırıldı. Bu sırada bir altın 150 akçeye yükseldi.
IV. Murad zamanında İstanbul, Bağdat, Bursa, Mısır, San’a, Trablus ve Yenişehir gibi yerlerde çeşitli paralar basıldı. Bu devirde basılan akçelerin ağırlığı 1,25 kırat, ayarları 75 idi. Yine İstanbul’da basılan altınlar da öncekilerden bir kırat eksik idi. IV. Murad zamanında zuhur eden harpler ve dört defa cülus bahşişi ödenmesi yüzünden akçenin değeri kalmadığı için, altın 250 akçe değerinden muamele gördü. Buna bir çare olmak üzere, sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın tedbir ve teşebbüsüyle beş kırattan biraz daha ağır olan gerçek ayarlı para isimli yeni bir sikke kestirildi. Böylece altının değerinin 120, kuruşun da 80 akçeye düşürülmesi sağlandı. Bu devirde akçenin ağırlığı 1,5 kırat ve on tanesi bir dirhem itibar olunan yeni kesilen paranın ağırlığı ise İki akçeye eşit şekilde ayarlandı. Sultan İbrahim zamanında da çeşitli merkezlerde para bastırıldı. Ayarı iyi olan 1,5 veya 2 kırat noksan altın paralar bastırıldı. Bu devirden itibaren paraların üzerine basılan tuğralarda “"El-Muzaffer dâimâ"” ibaresi konulmaya başlandı. Bu devirde basılan akçeler, züyûf ve mağşuş olduğu için, kuruş 125, altın 250 akçeye çıktı. Bu yüzden piyasada büyük sıkıntılar meydana geldi. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından basılı paraların yeniden ıslahı için bazı tedbirler alındı. 1,25 kırat ağırlığında akçe, bir dirhem ağırlığında onluk ve yarım dirhem ağırlığında 5 akçelik ve para denilen üç akçelik sikkeler basılmak suretiyle kuruş 80, altın 160 akçeye indi. Esedî denilen yabancı kuruşlar 60 akçeye, daha önce 4 akçeye geçen Mısır parası da 2 akçeye düşürüldü.
Akçe'nin yerine kullanılan ve ilk kez 1687 yılında Osmanlı padişahı II. Süleyman tarafından bastırılan kuruş saltanat döneminin sonuna kadar kullanılmıştır.
IV. Mehmed devrinde de İstanbul, Cezayir, Haleb, Mısır, Trablusgarb ve Tunus gibi şehirlerde paralar bastırıldı. Bu devirde de mâlî sıkıntılar devam ettiği için kuruş 120, esedî 110 akçeye yükseltildi. Piyasadaki mevcûd paralar bazı kişilerce kırpılarak eksiltildi. Bu paralar esnaf ve sarraflar tarafından tartılarak alınmaya başlandı. Sadrâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, kuruşu 120 akçe, esedîyi 110, parayı 3 akçe değerlerinde sabit tutup diğer kızıl ve kırpık paraları tedavülden kaldırdı. Akçelerin ağırlığı bir kırata ve ayarı da yüzde 50'ye düşürüldü. II. Süleyman zamanında da mâlî sıkıntıların giderilmesi için bazı tedbirlerin alınması düşünüldü. Piyasada "İbrâhim Çelebi" diye anılan ayarı düşük yaldız altını vardı. Bunlar arasında ayarı yüksek olanlar da görüldü. Ayarı yüksek olanlara çift; düşüklere ise tek damga vuruldu. Damgasız paraların geçerli olmayacağı îlân edildi. 1687 (H. 1099)’da Osmanlı para sistemindeki akçe birimi kaldırılıp paralar, kuruş usûlüne göre basıldı. Bu târihten sonra akçe adıyla para basılmayıp, sadece hesaplarda kullanılan bir birim hâline geldi. Bu kuruşun küsuratı olarak da mangır denilen bakır para bastırıldı. İki mangır bir akçeye geçmek üzere, bir kıyye hâlis bakırdan 800 mangır para basıldı.
Bu devirde büyük para olarak altın para da bastırıldı. Kuruş 120, şerîfî altını 270, yaldız altını da 300 akçe değer üzerinden muamele gördü. Daha sonra harp hâlinin zuhur etmesi sebebiyle savaş masraflarını karşılamak için kuruş 160, şerîfî altın 360, yaldız altını 400 ve paranın da 4 akçe değerinde muamele görmesi emredildi.
II. Ahmed, 1691 (H. 1102)’de pâdişâh olunca, İstanbul, Hanca, Mısır gibi yerlerde para bastırdı. Bu sırada mangır denilen bakır paralar geçmez oldu ve piyasadan kaldırıldı. Bu sene içinde esedî 150, altın 335, frengi altını 375 mangıra çıktı. Yine altın ve kuruşa yeni değer konuldu.
II. Ahmed zamanında basılan kuruş ve altınların ağırlığı ve ayarı, kardeşi II. Süleyman zamanında basılanlar ile aynıydı.
II. Mustafa, 1695 (H. 1106)’da pâdişâh olunca İstanbul, Edirne, Erzurum, İzmir, Mısır, Trablusgarb gibi yerlerde para bastırdı. 1696 (H. 1107)’de sefer masraflarının çokluğu ve sefer müddetinin uzaması sebebiyle, o zamana kadar 3 akçeye geçen paranın 4 akçeye geçmesi kararlaştırıldı. Ayrıca piyasadaki yabancı devlet paralarını ortadan kaldırmak için yabancı kuruş ve zoltalar toplatılıp üzerlerindeki latin harf ve ibareler silinerek, bir yüzlerine “Sultân-ül-Berreyn” ve diğer yüzüne de kesim yeri ve târihi yazıldı. III. Ahmed zamanında da İstanbul’da 70, Mısır’da 60 ayarında ve ağırlığı eksik gümüş paralar bastırıldı. Bâzıları bu farklı durumdan istifâde ederek Mısır parasıyla İstanbul parasını değiştirmeye başladılar. Bunun üzerine hükûmet, halkın elinde bulunan paraları toplattı. 1715 (H. 1128)’de Cedîd Zer-i İstanbul adlı para basıldı. Bunların yüz tanesi 110 dirhem olup, kenarı zincirli ve dâiresinin etrafı nakışlı idi. Bir yüzüne tuğra, diğer yüzüne de “"Duribe fî İslâmbol"” yazılı idi. Üç kuruşa denk gelen bu paralar, Mısır’da funduk diye anıldı. III. Ahmed zamanında İstanbul ve Mısır”‘da basılan tuğralı eşrefî altınları, II. Mustafa devrindeki altınlara benzemekteydi.
Ayrıca bu devirde II. Mustafa devrinde iki altınlık eşrefî altınlarına ilâveten üçlük, dörtlük, beşlik, onluk altınlar da basıldı. 1725 (H. 1138)'de Tebriz, Tiflis ve Revan gibi şehirlerde darbhaneler açılarak para basıldı. I. Mahmud tarafından çeşitli merkezlerde 970 ayarında cedîd İstanbulî veya funduk ve 952 ayarında zer-i mahbub denilen şekil ve ağırlıkları eskileriyle aynı olan altın paraların yanında cedîd İstanbulî altınlarının yarısı olan nufîye ve 1, 5, 2, 3 ve 5 altınlık sikkeler de basılmıştır.
III. Osman devrinde, I. Mahmud'un zamanındaki gibi paralar basıldı. Üzerinde İstanbul, Cezâyir, Mısır vs. şehir adları bulunan bu paralardan büyük beşibirlikler çıkarıldı. III. Mustafa devrinde basılan altın ve gümüş paralar ayrı bir hususiyet taşır. Bu paralarda basıldığı seneler yazılıdır. Ayrıca 1760 (H. 1174)'de bu paraların üzerinden Kostantiniyye ibaresi kaldırılıp islâmbol yazıldı. 1770 (H. 1184) senesinde altın piyasadan çekilince, fiyatlarda bir yükselme görüldü. Altınların piyasaya çıkarılması gayesi ile diğer paralara zam yapıldı. Böylece daha önce 110 para değerinden muamele gören zer-i mahbub 120 paraya, 155 para kıymetindeki zer-i funduk 165 paraya yükseltildi. Yine bu devirde ilk olarak 60 para değerinde çifte zolta basıldı. I. Abdülhamid zamanında da üzerinde; İslâmbol, Dâr-üs-saltanat el-âliyye, Cezâyir, Mısır, Trablusgarb, Tunus gibi yer adları bulunan altın paralar basıldı. Bu devirde 9 dirhem ağırlığında 60'lık yâni çifte zolta ve 30 paralık tek zolta, bir kuruşluk, ikilikler (çifte kuruş) 20, 10 ve 1 paralık sikkeler, ayrıca 36 mm. çapında büyük bakır paralar basıldı.
III. Selim devrinde de belli merkezlerde çeşitli paralar basıldı. IV. Mustafa'nın kısa süren saltanatı sırasında İstanbul, Cezâyir ve Mısır gibi yerlerde ayarları düşük ve ağırlıkları eksik olan çeşitli paralar basıldı. II. Mahmud devrinde de üzerlerinde; tekrar Kostantiniyye, Dâr-ül-hilâfet-ül-âliyye, Dâr-ül-hilâfet-is-sâniye, Edirne, Bağdat, Cezayir, Mısır, Trablusgarb, Tunus gibi yer adları bulunan paralar bastırıldı. 1809 (H. 1224)'de piyasada altının kıymeti diğer paralara göre biraz arttığı için, darbhânede altın eski fiyattan muamele görünce, devlet zarara uğradı. Bu sebeple, mevcut paralara yeni kıymetler konuldu. Ayrıca altın fiyatları çeşitli rayiçlere göre değerlendi. II. Mahmud'un cülûsunun on, yedinci senesinde 60 paralık yeni sikkeler bastırıldı. 1833 (H. 1249)'da 240 para kıymetinde 6'lık yâni 6 kuruş ve kısımları çıkarıldı.
I. Abdülmecid zamanında da çeşitli merkezlerde sikke kesildi. Bu pâdişâh zamanında para sisteminde ıslâhat yapılıp, altında, İngilizlerin 22 ayarı esas kabul edildi. Sikke ayarlarında yeni değişiklikler yapıldı ve ilk defa kâğıt para çıkarıldı ise de sonra vazgeçildi. 1843 (H. 1259)'da 100 kuruşluk yeni bir liralıklar basıldı. 1844 (H. 1260)'da on kuruş kıymetindeki mecidiye ve 5 kuruş kıymetinde yarım mecidiye bastırıldı. 1845 (H. 1261)'de 1 kuruş, 1847 (H. 1264)'de gümüş 20 paralık basılarak piyasaya çıkarıldı ve 50 kuruş kıymetinde yarım liralıklar bastırıldı. 1851 (H. 1268)'de ikinci defa kâğıt para çıkarıldı. İlk zamanlar 50 kuruşluklardan küçük altın para bastırılmamaya karar verildiyse de, 1854 (H. 1271)'de 25 kuruşluk çeyrek altın liralar basıldı. 1855 (H. 1272)'de 500 kuruşluklar (beşibirlik) ile 250 kuruşluklar yani 2,5'luk altın basıldı. Ayrıca bakırdan 40, 20, 10, 5 paralıklar çıkarıldı. Sultan Abdülaziz zamanında çeşitli merkezlerde 500, 250'lik 100, 50, 25 kuruşluk altın, ayrıca gümüş paralar basılırken, 1862 (H. 1279) senesinde Osmanlı târihinde üçüncü defa kâğıt paralar bastırıldı. Ayrıca kâime denilen 10, 20, 50 ve 100 kuruşluk paralar bastırıldı. Bu durum kâğıt paranın büyük ölçüde değer kaybetmesine sebep oldu. Altın fiyatları yükseldi. Bir müddet sonra kâğıt para kullanımından vazgeçildi. Para istikrarının temini için İngiltere'den 8 milyon sterlin borç alındı.
V. Murad'ın kısa süren saltanatı döneminde de çeşitli merkezlerde para bastırıldı. İstanbul'da basılan altınlarda tuğranın biraz yukarısında ayyıldız, Mısır'da basılan altınların tuğrasının yanında ise bir çiçek dalı vardı. Onun zamanında 100, 50, 25 kuruşluk altın paralar bastırıldı. Aynı zamanda 20, 5 ve 1 kuruşluk gümüş paralar da bastırıldı.
II. Abdülhamid devrinde de, mecidiye, 10, 5, 2, 1 kuruşluk ve 20'lik basıldı. 1877 (H. 1294)'de Osmanlı Bankası hesabına dördüncü defa kâğıt para bastırıldı. 1879 (H. 1296) senesinden sonra ise, mecidiye bastırılmadı. 22 ayarda 500, 250, 100, 50 ve 25'lik altın paralar bastırıldı. Ayrıca 500, 250, 100, 50, 25 ve 12,5'luk ziynet altınları çıkarıldı. 1898 (H. 1316) senesinde, terkibinde % 10 gümüş ve bakırla karışık 10 ve 5 paralık ile halk arasında metelik denilen karışık paralar basıldı.
V. Mehmed (Reşad) zamanında İstanbul, Bursa, Edirne, Kosova, Manastır, Selanik gibi şehirlerde çeşitli paralar basıldı. Osmanlı parasının ıslâhı için bazı çalışmalar yapıldı 1913 (H. 26 Mart 1332) târihinde Tevhid-i Meskukat Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre bütün paraların temel ölçüsünün altın olması ve para biriminin kuruş olması kararlaştırıldı. Para birimi olan ve altın makamına geçen ve 40 para îtibâr olunan kâime denilen nikel kuruşlar basıldı. Kuruşun parçaları olan 20, 10 ve 5 paralıklar nikelden; 2, 5, 10 ve 20 kuruşluk paralar gümüşten; 25, 50, 250, 500 kuruşluk paralar altından bastırıldı. Bu devirde basılan gümüş paralar üzerine de, altın paralar üzerinde olduğu gibi pâdişâhın tuğrasının sağ tarafında cülûsunun yedinci senesine kadar "Reşad" ve ondan sonrakilerde "El-Gâzî" unvanı vardı. Bu devirde 10, 40, 5 para olmak üzere nikel meskukât bastırıldı.
VI. Mehmed (Vahideddîn) zamanında 22 ayar altından, V. Mehmed devrinde basılan paralara benzeyen, tuğranın sağ tarafında herhangi bir yazı veya çiçek bulunmayan paralar basıldı. Bu uygulama, gümüş paralar için de aynı idi. Bu devirde 500, 250, 50, 25 kuruşluk altın paralar basıldı. 500, 250, 100, 50, 25 ve 12,5'luk ziynet altınları; ayrıca yine bu devirde 20, 10, 5, 2 kuruşluklar da basıldı. % 75 bakır ve % 25 nikel karışımından 40 paralıklar basıldı. Osmanlı Devleti zamanında basılan altın ve gümüş paralar, cumhuriyet döneminde bir müddet yeni çıkan paralarla birlikte kullanıldı. Altın paralar ise, halen tedavülde bulunmaktadır.
Deyimler ve tâbirler.
Zaman içerisinde akçe ile ilgili çeşitli deyim ve tabirler ortaya çıkmıştır:
Âkçe-i Osmanî.
Kuruştan önce Osmanlı para birimi olarak kullanılan para Osmanlı Devleti tarihinde ilk defa basılan akçelere bu devletin kurucusunun adına izafeten Osmanî ismi verilirdi. Bu paranın millî ve hususi bir unvanla anılması aynı zamanda saltanat hükûmetinin teşekkül ettiğine dair bir işaretti. Yavuz Selim’in saltanatının sonuna kadar Osmânî adı kullanıldı. Fakat devlet memurlarına verilecek maaşların tayin ve tahsisinde akçe tâbiri kullanılınca, bu isim kullanılmaz oldu. Fakat Akçe-i Osmânî tâbiri çok yaygın kullanıldı. Bir müddet sadece akçe tâbiri kullanıldıysa da, II. Osman devrinde yeniden on akçelik Osmânî paralar bastırıldığı için tekrar kullanılmaya başlandı. Eski akçe, dirhemin dörtte biri olduğu hâlde, on akçelik para bir dirhem idi. Bundan sonraki devirlerde de, Osmanlı altınına özel olarak Osmânî denildi.
Akçe Tahtası.
Sarrafların ve resmi dairelerdeki veznedarların üzerinde para saydıkları tahtanın adıdır. İki ucu açık, kenarlı ve ucuna doğru darlaşıp oluk halinde uzun bir tahtadır. Geniş tarafında sayılan para oluk kısmından dökülürdü. Bazı akçe tahtaları üzerinde sayılan paraların, sayılmayan paralarla karışmaması için ayrı bir kısım bulunur.Akçeleri sayacak olan kişi akçeleri geniş kısma yığar, dar olan boğaza doğru sayımı yapar ve kenarı olmayan dar olan boğazdan akçeleri, keseye, eline veya akçeyi vereceği kişinin eline düşürür. Bazı minyatürlerde akçe tahtalarına rastlamak mümkündür, yine Nasreddin Hoca'nın "Gölge Kadısı" isimli fıkrasında "Akçe tahtası" geçmektedir. 2014 yılının Aralık ayında Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonunda Osmanlı döneminden kalma bir adet akçe tahtası eklenmiştir.
Akçe farkı.
Çeşitli devletlerin paralarını veya bir devletin çeşitli paralarını değiştiren sarrafların, iki paranın değişimi neticesinde hasıl olan farka verilen isim. Ayrıca, devlet tarafından iki paranın değişimi neticesinde hazineye gelir kaydedilmek üzere alınan farka da bu ad verilirdi. Devlet hazinesi vaktiyle bir altın, yüz; mecidiye, on dokuz kuruştan alınır; altın, yüz iki buçuk; mecidiye de yirmi kuruşa satılırdı. Alışla satış arasında görülen fark, devlet kayıtlarında akçe farkı adıyla gelir olarak gösterilirdi.
Akçe başı.
Tanzimattan önce belli vergi ve resimlerden başka sulh zamanında devlet harcamalarındaki açıkları kapatmak için, imâdiyye-i hazâriyye ve harp zamanında harp için gereken paraları bulmak için imâdiyye-i seferiyye ve iâne-i cihâdiyye adı altında umumi olarak tekâlif-i örfîyye denilen bir takım vergiler alınırdı. Bazen de bunların yetmeyeceği dikkate alınarak iç borçlanma yoluna gidilirdi. Bu şekildeki borçlanma karşılığı olarak re'sül-mâl, güzeşte ve akçe başı adıyla akçe farkına benzer bir fark ödenirdi. Buna akçe başı adı verilirdi.
Sikke tecdîdi, sikke tağşişi, sikke tashîhi tâbirlerini de akçe tarihiyle yakından ilgilidir;
Sikke tecdidi.
Osmanlı pâdişâhları tahta geçer geçmez ilk iş olarak kendi adlarına hutbe okuturlar ve para bastırırlardı. Sultan, kendi adına bastırdığı yeni akçeleri tedavüle çıkardığında, kendinden önceki padişahın bastırdığı paraların tedavülünü yasaklardı. Bunun üzerine tedavülde bulunan eski paralar ya hurda gümüş olarak veya devletçe tespit edilen bir nisbette yeni akçeyle değiştirilirdi. Ancak yasak uygulaması bazen pek katı olmazdı. Eski akçe sahiplerine değeri kadar yeni akçe verilirdi. Sikke tecdîdi ve eski akçe yasağı hazîneye darb hakkı ve darb ücretinden ileri gelen bir gelir sağlardı. Darphaneler ne kadar fazla gümüş işlerse, bu gelir o kadar artardı. Bazen sikke tecdîdiyle birlikte paranın ağırlığı da düşürülerek tağşiş edilir, böylece küçük çapta bir devalüasyon yapılırdı. Bazen sikke tecdîdi sebebiyle yeniçeriler ayaklanırlardı.
Sikke tağşîşî.
Akçenin ayar ve ağırlığını düşürülmesidir. Hükûmetin kararıyla yapılan sikke tağşîşi, sikke tecdidinin bir kısmıdır. Bazen darphanelerin emirsiz ve izinsiz olarak da sikke tağşişine gittikleri ve paraların ağırlıklarından çaldıkları görülürdü. Bu yüzden padişahın emriyle pek çok darphane kapatılırdı.
Sikke tashihi.
Resmî veya gayr-i resmî akçe tağşişleri, piyasada sıkıntıya sebep olduğu, savaş veya başka bir sebeple acele tedbir alınmadığı zamanlarda akçe kırpıcılığı zuhur ederdi. Bunu çoğu zaman sarraflıkla uğraşan gayrimüslimler, özellikle Yahudiler paraların kenarını kırparak gümüşünü çalarlardı. Bu kargaşalığa son vermek için pâdişâhlar, sikke tecdidinde yaptıklarını sikke tashîhi adıyla yaparlardı. Sikke tashihinde yeni akçeler ya eski ayar ve ağırlıkta veya bir mikdâr ağırlığı düşürülerek tedavüle çıkarılırdı.
Gerek sikke tecdidi, gerek sikke tağşîşi ve gerekse sikke tashîhi suretiyle yapılan akçe ayarlamaları neticesinde eşya fiyatları arttığı gibi, altın paraların rayiçleri de yükselirdi. Bu sebeple önemli para ayarlamaları yapıldığında eşya fiyatları yeniden tespit edilir ve umumi narh cetvelleri yayınlanırdı.
1584 ayarlamasından sonra Koca Sinan Paşa, böyle bir narh listesi çıkartmıştır. 1600'de bu liste üzerinde değişiklik yapılmış, 1641 sikke tashihinde yeni bir narh listesi düzenlenmiştir.
Akçe-i büzürg.
Akçe-i büzürg veya Gümüş-i Sultaniye, ilk olarak 1470 (hicri 875) yılında II. Mehmed döneminde basılmış olan yaklaşık 9 gram ağırlığında ve 10 akçe değerindeki gümüş paradır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16537",
"len_data": 28371,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.61
}
|
Tunus, resmî adıyla Tunus Cumhuriyeti (, "el-Cumhûriyyetü’t-Tûnisiyye"), Kuzey Afrika'da, Akdeniz'e kıyısı olan bir ülkedir. Kurucusu Habib Burgiba'dır. Batısında Cezayir, doğusunda Libya ve Akdeniz, Kuzeyinde de Akdeniz yer alır. Ülkenin güney kısmını Büyük Sahra Çölü kaplar.
Tarihçe.
Tunus, Fenike kökenli Kartaca Uygarlığıyla anılır. Kartacalılar, Sicilya ve İspanya'ya kadar koloniler kurmuşlardır. Yeni kurulmakta olan Roma İmparatorluğu için ilk gerçek tehdit olmuşlardır. Ama Pön Savaşları sonucu yenilip Tunus'tan sürülmüşlerdir. Roma egemenliğinde Afrika Eyaleti olarak yönetilmiştir.
Tunus, 16 Ağustos 1534 tarihinde Barbaros Hayreddin Paşa tarafından Hafsi egemenliğine son verilmesiyle Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine girdi. Ancak V. Karl, 1535 yılında bölgeyi geri aldı ve İspanyol İmparatorluğu'nun kontrolünde Hafsî Hanedanı'nın yönetimine bıraktı. Başşehir Tunus 1574 yılına kadar tekrar Hafsi Hanedanlığı'nın elinde kaldı. Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis 1556'da Gafsa'yı, 1558'de Kayrevan'ı ele geçirdiler. Tunus'un doğu ve güney sahilleri Osmanlı himayesi altına girdi. Cerbe Adası deniz üssü olarak kullanıldı. Barbaros Hayreddin Paşa, İspanya'daki Endülüslü Müslümanlardan 100.000 kadarını kurtararak Kuzey Afrika'ya getirdi. 13 Eylül 1574'te Uluç Ali Reis ile Sinan Paşa, Tunus şehrini (Halkul-Vad Kalesi'ni), ele geçirmek suretiyle bütün Tunus, Osmanlı Devletinin bir eyaleti haline geldi. 1881'de Fransa ile yapılan Bardo Antlaşması ile bu ülkenin himayesine girmiştir.
20 Mart 1956'da Fransa'dan bağımsızlığını kazanan Tunus, 1957 ile 1969 arası Başbakanlık makamını kaldırmıştır.
2010-2011 olayları.
Tunus'ta halkın pahalılık isyanı 23 yıllık lideri devirdi. Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali Tunus'u terk etti. Bazı akrabaları tutuklandı. Partisi kapatıldı. Bin Ali'nin Suudi Arabistan'da olduğu doğrulandı.
Ülkede etkili Müslüman birliklerinin çağrısıyla düzenlenen gösteride, Başbakan Samir Rifai'nin hükûmetinin devrilmesi çağrısı yapıldı.
Coğrafya.
Kuzey Afrika'da bulunan Tunus, Mağrip Bölgesi'nin en küçük ülkesidir. Sicilya Boğazı ile Avrupa kıtasından ayrılan Tunus, Avrupa'ya 140 km uzaklıktadır. Dağlar kıyıya paralel uzanmaktadır. Ülkenin güneyinde birçok mevsimsel sığ gölü ve büyük tuz gölleri vardır.
Tunus'un Cezayir ile 965 km, Libya ile 495 km sınırı vardır.
Siyaset.
Tunus, Arap Baharı'nın ardından çok partili demokrasiye geçen ilk ülkedir. 23 Ekim 2011 tarihinde ilk seçimi En Nahda'nın kazanmasını ardından ülkede rejim tartışmaları başladı. Tunus halkı, İslamcıların yapısal değişiklik girişimlerine karşı yoğun sokak gösterileri düzenledi. En Nahda, diğer Arap ülkelerine göre daha eğitimli bir nüfusa, güçlü bir orta sınıfa ve sendikalara sahip olan Tunus'ta 2011 seçimlerini kazanmasına rağmen iktidarın tamamını elde edemedi. Şeriat hükümlerini anayasaya aktarma kararı alındığında da büyük bir dirençle karşılaştı. Tepkiler, düzenlenen suikastler, En Nahda'nın iktidardan adım adım çekilmesine neden oldu. Şubat 2013'te ülkenin önemli solcu liderlerinden Şükrü Belayi'nin öldürülmesi üzerine hükûmet düştü ve Enahda başbakanlığın kendisinde kalması şartıyla bir teknokratlar hükûmeti kurmayı kabul etti. Temmuz 2013'te yine muhalif bir lider olan Muhammed Brahmi'nin öldürülmesi üzerine bu hükûmet de düştü ve En Nahda iktidarı teknokrat hükûmete devretmek durumunda kaldı.
Seçim barajı olmaması ve laik kesimin çok parçalı olması nedeniyle En Nahda yine iktidar adayı olarak önde geliyordu. Fakat 26 Ekim 2014 seçimlerinde Nida %37.6 ile ilk sırayı alarak hükûmet kurma yetkisini alırken, En Nahda %27.8'de kaldı. Ardından ikinci turu 21 Aralık 2014 tarihinde yapılan ve En Nahda'nın aday çıkartmadığı başkanlık seçimini yine Nida Tunus Partisinden El Bacı Kaid el Sebsi %55.7 ile kazandı.
Ekonomi.
Tunus genel olarak bir tarım ülkesidir. Ülke topraklarının %55'i tarıma elverişlidir. Ancak bu alanın % 35'i ekilebilir topraklardan oluşmaktadır. Tunus, zeytincilikte dünyadaki ilk 10 ülkeden biridir.
Sanayi faaliyetleri pek gelişmemiştir. Ancak deri, kâğıt, gıda, elişi gibi hafif sanayi kollarının önemli etkinliği vardır. Bunun yanı sıra, petrol, selüloz, çelik, elektrikli ev aletleri üretimi de bulunmaktadır.
Ülkede son yıllarda gelişen turizm olgusu, bu alanda yatırımların artmasına neden olmuştur. Bu yüzden de, ülkeye gelen turist sayısında önemli artışlar yaşanmıştır.
Demografi.
Tunus halkının %99 kadarı Müslüman'dır ve Arapça konuşur. Ülkenin güneyinde yaşayanlar Berberice konuşur. Bu kesim Müslüman nüfusun %1'i kadardır. Ülkedeki yabancılar genellikle Fransız veya İtalyan'dır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16540",
"len_data": 4572,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.43
}
|
Karl Theodor Wilhelm Weierstrass (31 Ekim 1815, Ostenfelde, Münster - 19 Şubat 1897, Berlin), Alman öğretmen ve matematikçidir.
Meslek hayatına Münster'de, Deutsch-Krone ve Braunsberg'de ilkokul öğretmeni olarak başladı. 1856 yılında Berlin Meslek Enstitüsü'nde çalışmaya başladı. 1864'te Berlin Humboldt Üniversitesi'ne matematik profesörü olarak atandı ve yaşamı boyunca burada ders verdi. Derslerinde, çözümlemenin yeniden doğmasına önemli katkılarda bulundu ve bütün bir matematikçiler kuşağı üzerinde etki yarattı. Kummer ile birlikte Almanya'daki ilk matematik seminerini düzenledi. Bolzano, Abel ve Cauchy'nin başlattığı matematiği kurallara bağlama çabasını daha da ileri götürerek bir sayı dizisinin limiti, sürekli değişken vb. kavramlarına ilişkin henüz yeterince açık olmayan formülleştirmeleri aritmetik eşitsizlikler biçiminde ifade etti ve böylece matematikte sezginin rolünü daha da azalttı. Bu kavramları derinlemesine irdeleyerek sürekli ve hiçbir noktasında türevi alınamayan bir fonksiyonun kurulması problemini ortaya attı. Bu fonksiyonu düzgün yakınsak sonsuz bir seriyle tanımladı.
Çözümlemeyi aritmetiğe dayandırmak istedi ve aritmetiğin mantık temelinden yoksun oluşunu gidermek için bir gerçek sayılar kuramı geliştirdi. Karmaşık analizin geliştirilmesine büyük katkıda bulundu. Yaklaşımı yereldi: Tam serileri yakınsaklık çemberleri içinde inceledi ve analitik uzantı yönteminin yardımıyla fonksiyonların değerini varlık alanlarının her noktasında elde etti. Analitik fonksiyonlara karşı ilgisi, eliptik fonksiyonları incelerken doğdu ve bu yolla temel hedefine ulaştı; Abel integralleri'ne ve onların ters fonksiyonlarına, Abel fonksiyonları'na ilişkin genel bir kuram geliştirdi.
Hayatı.
Çocukluğu ve eğitimi.
Karl Theodor Wilhelm Weierstrass, 31 Ekim 1815 tarihinde Almanya’nın Ennigerloh kentine bağlı Ostenfeld Belediyesi'nde doğmuştur. Doğduğu sırada babası Wilhelm Weierstrass (1790–1869), burada memur olarak görev yapmaktaydı. Aile, kısa süre sonra babanın gümrük memurluğu yaptığı Vestfalya bölgesindeki Westernkotten'e taşınmış, Karl çocukluk yıllarını burada geçirmiştir.
Karl Weierstrass'ın, Peter (ö. 1904) adlı bir erkek kardeşi ile Clara (1823–1896) ve Elise (1826–1898) adında iki kız kardeşi bulunmaktaydı. Annesi Theodora Forst, Elise'nin doğumunun ardından 1826 yılında hayatını kaybetmiş; baba Wilhelm, bir yıl sonra tekrar evlenmiştir. Üvey annesi hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte, hayatının son on yılını Berlin'de, Karl'ın evinde ve iki kızıyla birlikte geçirdiği bilinmektedir. [kaynak belirtilmeli]
Baba Wilhelm’in otoriter yapısı ve katı tutumu aile içinde çeşitli geçimsizliklere neden olmuştur. Oğlunun matematik alanındaki üstün yeteneklerine rağmen, Karl’ı uygun görmediği bir mesleğe yönlendirmiştir. Bu doğrultuda, Karl Bonn Üniversitesi'nde hukuk eğitimi almaya başlamış ancak bu alana ilgi duymamıştır. Eğitim hayatı süresince derslerinden uzaklaşarak düellolara ve sosyal yaşama yönelmiş, dört yıllık eğitim sürecinin sonunda diplomasını alamadan üniversiteden ayrılmıştır.
Bu dönemde, kişisel ilgisiyle matematiğe yönelen Weierstrass, Pierre-Simon Laplace’ın "Mécanique Céleste" (Gök Mekaniği) adlı eserini incelemiş ve diferansiyel denklemler üzerine çalışmalarda bulunmuştur. Daha sonra, Münster Akademisi’ne bağlı meslek öğretmenliği sınavlarına kendi kendine hazırlanarak matematik öğrenimini sürdürmüştür. 22 Mayıs’ta Münster Akademisi’ne kaydını yaptırmıştır.
Akademide, eliptik fonksiyonlar üzerine çalışan matematikçi Christoph Gudermann (1798–1852) ile tanışmıştır. Bu dönemde Carl Gustav Jacob Jacobi’nin 1829 yılında yayımladığı "Fundamenta Nova" adlı eseri, Gudermann’ın çalışmalarını etkilemiştir. Gudermann, uzun yıllar kuvvet serileri üzerine çalışmış olsa da beklediği bilimsel sonuçlara ulaşamamıştır. Bu alanda önemli sonuçlar elde etmek Karl Weierstrass’a nasip olmuştur.
Weierstrass, Münster Gymnasium'undaki stajını tamamladıktan sonra, analitik fonksiyonlar üzerine kapsamlı bir çalışma yürütmüştür. Bu çalışmasında Augustin-Louis Cauchy’nin İntegral Teoremi’ne farklı bir yaklaşımla katkıda bulunmuştur. Cauchy’nin ilgili çalışmasından ancak 1842 yılında haberdar olmuştur. Benzer bir çalışmanın Carl Friedrich Gauss tarafından 1811 yılında tamamlandığı ancak yayımlanmadığı bilinmektedir.
Doktora unvanı.
Hiç kimsenin adını işitmediği bir köy okulunda tanınmamış bir köy öğretmeninin kaleminden çıkan ve 1854 yılında Crelle'nin dergisinde yayımlanan bu çalışma büyük bir yankı yaptı. Weierstrass, çalışmasının hiçbir parçasını daha önce yayımlamamış ve tam olarak bitirdikten sonra yayımlamıştı. Bu nedenle de ünlü matematikçilerin dikkatini çekti. Bu çalışma yayımlandıktan sonra Weierstrass büyük bir matematikçi olarak saygı görmeye başladı. Königsberg Üniversitesinde matematik profesörü olan ve Jacobi'nin yerine geçen Richelot, bu büyük keşfin değerini anladı ve üniversitesini, Weierstrass'a fahri doktora unvanının verilmesi için razı etti. Diplomayı vermek için Braunsberg'e gitti. Gymnasium'un müdürü tarafından Weierstrass şerefine verilen öğle yemeğinde Richelot, ""Hepimiz Weierstrass'ın şahsında hocamızı bulduk" dedi. Eğitim Bakanı Weierstrass'ı hemen terfi ettirdi ve ilmi çalışmalarına devam etmesi için kendisine bir yıllık tatil verdi. Bu sırada, Crelle'nin sahibi olan Karl Wilhelm Borchardt, dünyanın en büyük analizcisini kutlamak için Braunsberg'e gitti. Borchardt'ın ölümüne kadar tam yirmi beş yıl Weierstrass'la bu dostluk sürdü.
Weierstrass, 1 Temmuz 1856 günü Berlin'deki Krallık Politeknik Okuluna matematik öğretmenliğine, aynı yılın sonbaharında Berlin üniversitesinde yardımcı profesörlüğe getirildi ve Berlin Akademisi'ne üye seçildi. Weierstrass, 1864 ile 1897 yılları arasında Berlin Üniversitesinde matematik profesörü olarak çalıştı. Derslerde, dinleyicileri ve kara tahtayı görecek bir yere oturuyor, formüllerini birine yazdırıyordu. Şöhreti ve ünü tüm Avrupa'ya yayıldığında izleyicileri epey kalabalık oluyordu. Bu şöhret daha sonra Amerika'ya da yayıldı.
Weierstrass, öğrencileri için yanına yanaşılabilir bir adamdı. Gençlerin matematikte ve hayattaki güçlüklerine ilgi gösterirdi. İnsanlardan uzak durmazdı. Öğrencileri ile olduğu kadar meslektaşları ile de çok güzel ilişki kurabiliyordu. Özellikle meslektaşı Kronecker'la evine kadar gidip sohbet ederek dönmekten zevk alırdı. Bu sohbet çoğu kez ilmi konularda olurdu. Bir kadeh şarap ve öğrencileriyle bir masa başında oturmak onu mesut ediyor ve gençleşiyordu. Yenilip içilenin parasını vermekte ısrar ediyor ve kesinlikle kendisi ödüyordu.
Mittag-Leffler, 1873 yılında, Stockholm'den Paris'e, Hermite'in analiz derslerini izlemek üzere gider. Kendisini karşılayan Hermite şöyle söyler:"Yanılıyorsunuz. Berlin'e gidip Weierstrass'ın derslerini izlemelisiniz. O, hepimizin hocasıdır."" Gerçekten, Mittag-Leffler daha sonra Berlin'e gider ve Weierstrass'ı da dinler. Dünya'nın her yanından dinleyicileri gelir, öğrenir ve ülkelerine giderek Weierstrass'ı anlatırlardı.
Kuvvet serilerinin yakınsaklığı, limit, süreklilik ve yakınsaklık kavramlarının çıkardığı güçlükler, "Weierstrass fonksiyonu" adı verilen kuramını geliştirdi. Bu kurama Kronecker o kadar şiddetli hücumlar yaptı ki, yaşlı Weierstrass'ın çalışmalarına ara verdi.
Weierstrass, 18 Şubat 1897 günü seksen iki yaşında uzun bir hastalıktan sonra kendi evinde öldü. Weierstrass hiç evlenmedi. Öğrencisi olan Sofia Kovalevskaya'ya düşkündü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16545",
"len_data": 7394,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.59
}
|
Bernhard Bolzano (5 Ekim 1781, Prag - 18 Aralık 1848, Prag), İtalyan asıllı bir Çek filozof, matematikçi ve Katolik rahip.
Hayatı.
Babası bir İtalyan göçmeni ve küçük bir esnaftı. Annesi de, Prag'da madeni eşya ile ilgilenen bir ailenin kızıydı. Bolzano, Prag Üniversitesi'nde, felsefe, fizik, matematik ve ilahiyat çalıştı. 1807 yılında Prag'da aynı üniversiteye din ve felsefe profesörü olarak atandı. 1816 yılına kadar bu üniversitede başarılı dersler verdi. 1816 yılında, Hristiyan kilisesince benimsenen inanç, duygu ve düşünceye ters düştüğü için, bu inançlarından dolayı suçlandı. 1820 yılında Avusturya hükûmeti Bolzano'nun bu yıkıcı ve kendileri için kırıcı olan konuşmalarından dolayı onu ülkeden uzaklaştırdı.
Bolzano, İtalya asıllı bir Çek filozofuydu. Aynı zamanda iyi bir mantıkçı ve çok iyi de bir matematikçiydi. Bolzano, 1820 yılında daha çok akılcılıkla suçlandı. Onun matematiğe dayalı bir felsefesi ve düşüncesi vardı. Bu nedenle Kant'ın idealizmine karşı çıktı. Kendisi aslında bir Katolik papazıydı. 1805 yılından sonra Prag Üniversitesi'nde din felsefesi okuttu. Matematikte, sonsuzluk ve sonsuz küçükler hesabı üzerinde çalıştı. ""Sonsuzluk Üzerine Paradokslar" adlı kitabı 1851 yılında yayımlandı. Noktasal kümeler üzerine de çalışmaları olmuştur.
Bolzano'nun en acıklı yılları, 1819 ile 1825 yılları arasına rastlar. Prag Üniversitesi'nce, tam 7 yıl ders vermeme ve yayın yapmamak üzere cezalandırılır. Bu üniversitece profesörlüğü de elinden alınır. Tüm bu baskılara karşı onun yüksek kafası hiç durmadan çalışmıştır. Analizde, geometride, mantıkta, felsefede ve din üzerinde çok sayıda yayınını gerçekleştirmiştir. Bugün, analizde bildiğimiz ünlü Bolzano-Weierstrass teoremi'ni ilk kez "Fonksiyonlar" adlı kitabında o kullandı. Fakat, teoremin ispatını daha önceki çalışmalarında yaptığını ve kaynak olarak da bu çalışmasını verir. Fakat, sözü edilen bu çalışma ve kaynak bugüne kadar bulunamamıştır. Çok kullanılan ve kendisinin de çok kullandığı bir teoremin ispatının Bolzano tarafından verilmiş olması olasılığı çok fazladır. Zaten bu teoremin ispatı verilmeseydi, Bolzano tarafından bu kadar çok kullanılmazdı. Sonraki yıllarda bu teoremin ispatı tam olarak Weierstrass tarafından verilmiştir. Bu nedenle, bu teorem analizde Bolzano-Weierstrass teoremi olarak bilinir.
Bolzano'nun temel çalışmaları, sonsuzlar paradoksu üzerinedir. Bolzano'ya yayın yapma yasağı konduğu için, yaşamı sürecinde bu eserlerini yayımlayamamıştır. "Sonsuzlar Paradoksları"" adlı çalışması ancak onun ölümünden iki yıl sonra 1850 yılında basılmıştır. Bu çalışması, sonsuz terimli serilerin birçok özelliğini içerir. Diğer birçok matematikçide olduğu gibi yaşam sürecinde çok hırpalanan, şanssızlıklarla ve baskılarla horlanan Bolzano, 18 Aralık 1848 günü Prag'da öldü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16546",
"len_data": 2778,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.82
}
|
Cevher Musayeviç Dudayev (, "Dudin Musa-khant Dƶoxar"; ; 15 Şubat 1944 – 21 Nisan 1996), Sovyet Hava Kuvvetleri generali olmuş Çeçen lider. 1991'den 1996'daki ölümüne kadar Kuzey Kafkasya'da ayrılıkçı bir bölge olan Çeçen İçkerya Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığını yapmıştı.
Yaşamı.
Cevher Dudayev 15 Şubat 1944'te Çeçenistan’ın Yelhoroy Köyü’nde Musa ve Rabia Dudayev çiftinin 13. çocuğu olarak dünyaya geldi. 27 Şubat 1944’te henüz kundaktayken Kazakistan’a gönderildi. 1957'deki geri dönüşüne kadar da Çimkent şehrinde yaşadı.
Askerî kariyeri.
Orta okulu eğitimini Sibirya'da tamamladı ve Tambov Hava Harp Okulu’na girdi. 1966 yılında Uzun Mesafe Uçak Pilotluğu ve Mühendisliği Okulu’nu, devamında da Gagarin Hava Harp Akademisi’ni bitiren Dudayev, 1. Sınıf pilot ve mühendis ünvanını kazandı.
SSCB hükûmeti tarafından kendisine 12 madalya verildi. Tümgeneralliğe terfi etti. Stratejik Hava Kuvvetleri'nde tümen komutanı olarak atanan ilk müslüman oldu.
1989'da Estonya'da stratejik hava kuvvetleri filoları komutanlığında görev yaparken Baltık Ülkeleri'nde başlayan bağımsızlık hareketlerinin kuvvet kullanılarak bastırılması için Moskova'dan emir aldı ancak bu emri yerine getirmedi. Moskova bu itaatsizliği üzerine Dudayev'i ceza olarak askerî birliği ile birlikte Grozni'ye sürgüne gönderdi. Dudayev, ordudaki görevinden 1990 yılının Mayıs ayında istifa etti.
Politika kariyeri.
Kasım 1990'da toplanan Çeçen Halkı Milli Kongresi'ne davet edildi ve sonradan "Çeçen Milli Kongresi" adını alan bu halk meclisinin icra heyeti başkanlığına seçildi.
19-21 Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı başarısız darbe teşebbüsü sırasında darbecilerin karşısında yer aldı. Sonrasında, darbecilerle işbirliği yapan Çeçen-İnguş Cumhuriyeti hükûmetini düşürmek için başlatılan halk hareketinin başına geçti. 27 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde %85 oranında oy alarak Çeçenistan Cumhurbaşkanlığı'na seçildi.
Cevher Dudayev, Rusya'nın 11 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan'a karşı başlattığı askerî harekâta karşı cihat ilan etti, Dudayev'in liderliğindeki Çeçen halkı, iki yıla yakın bir süre devam edecek çatışmalara başladı.
Cevher Dudayev, 21 Nisan 1996'da Rus bir senatörle telefonda görüşürken telefon sinyalinden konumu tespit edildi ve lazer güdümlü savaş uçağı füzesiyle öldürüldü. Ölümünün ardından Rus asıllı eşi Alla Dudayeva, Cahar Dudayev'in mücadelesini anlatan "Milyon Birinci" isimli kitabını yazdı. Kitap, Türkçeye de çevrildi. Kitap, ismini Reuters ile yaptığı röportajda söylediği, "Çeçenlerin bir milyon generali var, ben milyon birinciyim" sözünden almıştı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16548",
"len_data": 2558,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.38
}
|
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü ya da kısaca OPEC, (İngilizce: "Organization of Petroleum Exporting Countries") net petrol ihraç eden ve bilinen dünya petrol rezervlerinin üçte ikisini ellerinde bulunduran 13 ülkenin oluşturduğu konfederasyondur. Küresel ham petrol piyasası üzerinde daha fazla kontrole sahip olmak için 2016 yılının sonlarında OPEC+ adlı daha büyük bir grup kuruldu.
Üyelik.
İlk olarak ham petrol fiyatlarındaki düşüşü durdurmak gayesiyle Venezuela'nın teklifiyle, Bağdat'ta 10 Eylül 1960 tarihinde başlayan kongreye, Venezuela, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Kuveyt katıldı. Kongre sonunda, İngilizce "Organization of Petroleum Exporting Countries" terkibinin baş harflerinden meydana gelen “OPEC” diye meşhur olan Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı, 14 Eylül 1960'ta kuruldu.
Daha sonra sırasıyla Katar, Libya, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Nijerya, Ekvador ve Gabon da Teşkilat'a katıldılar. OPEC'in başlangıçta Cenevre'de olan merkezi 1965'te Viyana'ya taşındı. Teşkilatın takip edeceği politikalar üye ülkelerin temsilcilerinin katıldığı, yılda en az iki defa toplanan konferanslarda tespit edilir. Kararlar oy birliğiyle alınır. Üye ülkeler tarafından tayin edilen yönetim kurulunun başkanı konferanslar sırasında seçilir. Viyana'da bir idare ve araştırma sekreterliği vardır.
Dünya petrol üretiminin denetimini elinde tutan ve dünya petrol üretiminin yaklaşık yarısını sağlayan OPEC ülkeleri ham petrol rezervlerinin üçte ikisine ve doğal gaz rezervlerinin de üçte birine sahip bulunmaktadır. Bu sebeple dünya petrol piyasasında zaman zaman etkili olmaktadır. 1973 sonbaharında Viyana'da toplanan 35. konferansta alınan kararla petrol fiyatlarının yüzde 70 oranında arttırılmasıyla OPEC'in kararları dünya petrol piyasasında önemli rol oynamaya başladı. Teşkilat içinde ağırlığı elinde tutan Ortadoğu ülkeleri, birbirini takip eden fiyat artışlarını Ekim 1973 Arap-İsrail Savaşı'nda İsrail' i destekleyen batılı devletlere karşı siyasi silah olarak kullandılar. Bu maksatla petrol fiyatları Aralık 1973'te Tahran’ da toplanan konferansta yüzde 130 oranında arttırıldı ve ABD ile Hollanda’ ya petrol sevkiyatı bir müddet için durduruldu. Daha sonraki senelerde yapılan fiyat artışları petrolün varil fiyatının 30 ABD dolarına yükselmesine sebep oldu. Bu fiyat artışları OPEC üyesi ülkelerin bütçe gelirlerinde büyük artışlar sağladı. Üye ülkeler bu gelirlerin bir kısmını kalkınma projelerine harcarken, önemli bir bölümüyle de sanayileşmiş ülkelerde özellikle de ABD'de büyük yatırımlara giriştiler. ABD bankalarına yatırılan petrodolarların büyük bölümü bu bankalarca gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere verilen borçların finansmanında kullanıldı. Ayrıca Avrupa para piyasasına bir miktar para aktarılarak gelişmekte olan ülkelere yardım gayesiyle OPEC Milletlerarası Kalkınma Fonu kuruldu.
OPEC'in 1980'den itibaren dünya petrol fiyatları üzerindeki etkisi azalmaya başladı. Batılı sanayileşmiş ülkeler başta kömür ve nükleer enerji olmak üzere farklı enerji kaynaklarına yöneldiler. Kendi ülkelerinde petrol arama ve çıkarma çalışmalarına ağırlık verdiler. Petrol ihtiyaçlarını da Meksika, SSCB gibi OPEC dışındaki petrol ihracatçısı ülkelerden karşılamaya başladılar. Enerji talebini kısmaya yönelik tasarruf politikaları uyguladılar. Bu çabaların neticesinde Batılı ülkelerin OPEC ülkelerinde üretilen petrole olan bağımlılığı azaldı ve OPEC 1982'de petrol fiyatlarını düşürmek ve üretimi kısmak zorunda kaldı. Batılı ülkelerin petrol talebinin azalması, teşkilatın iç çekişmeler ve 1980'de başlayan İran-Irak savaşı sebebiyle zaten zayıflamış olan iç bütünlüğünü daha da sarstı. Suudi Arabistan teşkilat içindeki etkisi bugün büyük ölçüde azalmış olmakla birlikte OPEC'in en fazla petrol ihraç eden üyesi olarak uzun yıllar petrol fiyatlarının tespitinde belirleyici rol oynamıştır.
Organizasyon şimdi on iki üye devlete sahiptir. Bunlar aşağıdaki listede giriş tarihlerine göre sıralıdır.
Üyeliği Beklenenler.
9-14 Eylül 1960 tarihinde Bağdat'ta toplanan bir konferans sonucunda resmen kurulmuştur. Kurucu üyeleri; Suudi Arabistan, İran, Kuveyt, Irak ve Venezuela'dır. Kuruluşa, sonradan Katar (1961), Libya (1962), Endonezya (1962), Ekvador (1963-1993), Birleşik Arap Emirlikleri (1967), Cezayir (1969), Nijerya (1971), Gabon (1975-1995) ve Angola (2007) katılmışlardır.
Kurucu üyelerin yeni üyelerin kuruluşa kabul edilmesinde sahip oldukları veto hakkından başka ayrıcalıkları yoktur. Net petrol ihracatçısı olan ve petrol konusundaki çıkarları OPEC üyeleriyle aynı doğrultuda olan ülkeler kuruluşa katılabilirler.
OPEC bir kartel değil, bağımsız petrol üreten ülkeler arasında işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan bir kuruluştur. Öte yandan petrol fiyatlarını ve üretim miktarlarını belirlemesi açısından kartel özelliği göstermektedir. Ancak uygulamada Örgüt'ün aldığı kararlara uyulmasını fiilen sağlayacak bir mekanizma yoktur. Bu sebeple örgüt üyelerinin çoğu kez örgütün aldığı kararlara uymadıkları gözlemlenmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16551",
"len_data": 4975,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.84
}
|
Bolzano-Weierstrass teoremi klasik matematik analizin temel teoremlerinden biridir. İlk kez "Fonksiyonlar" adlı kitabında Bernhard Bolzano tarafından kullanıldı. Sonraki yıllarda bu teoremin ispatı tam olarak Karl Weierstrass tarafından verilmiştir. Bu nedenle, bu teorem analizde Bolzano-Weierstrass teoremi olarak bilinir.
formula_1, reel sayılar kümesinin, sınırlı ve sonsuz elemana sahip her alt kümesinin en az bir yığılma noktası vardır. Bir diğer deyişle R de her sınırlı dizinin yakınsak bir alt dizisi vardır. Bu teoremin ispatından önce 2 lemma ispatlanırsa daha anlaşılabilir aşağıdaki ispata göre. 1. Lemma:Bütün sınırlı monoton diziler yakınsar. 2. Lemma:Bütün dizilerin monoton bir altdizisi vardır. Bu iki lemma ispatlandıktan sonra elimize bir sınırlı dizi aldığımızda 2. Lemma ya göre monoton bir alt dizisi elde edilir sonra 1. lemma kullanılarak bu monoton altdizinin yakınsadığı sonucuna ulaşılarak teorem ispatlanır.
ispat:
reel sayılarda sınırlı ve sonsuz elemanlı bir küme A olsun. Reel sayılar tamlık aksiyomunu sağladığından A kümesinin supremum ve infimum'u vardır. infA=x, supA=y olsun. Bu durumda her aЄA için x≤a≤y elde edilir. [x, y] aralığını iki kapalı aralığa bölelim. Bu aralıklardan en az bir tanesi sonsuz eleman kapsar. Böylece devam edilerek tümevarımla artan(xn) ve azalan (yn), xn<yn dizilerini oluştururuz. [xn,yn] aralığının uzunluğu
yn-xn=y-x/2n ve A∩[xn,yn] kümesinin sonsuz çoklukta elemanı vardır. (xn) artan sınırlı, (yn) azalan sınırlı dizi olduklarından yakınsar.
limnxn=supnxn=p ve
limnyn=infnyn=q olsun.
yn-xn=y-x/2n olduğundan supnxn=infnyn=p olur. ε>0 verilsin. y-x<y-x/2n olacak biçimde nЄN seçelim. bu durumda
yn-p≤yn-xn<ε ve p-xn≤yn-xn<ε elde edilir. (p-ε,p+ε)aralığı A∩[xn,yn] kümesinin sonsuz çoklukta elemanını kapsadığından p noktası A kümesinin bir yığılma noktasıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16552",
"len_data": 1845,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.02
}
|
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), (İngilizce: "World Health Organization", WHO), Birleşmiş Milletler'in uluslararası halk sağlığından sorumlu uzmanlaşmış bir kuruluşudur. Merkezi İsviçre'nin Cenevre şehrindedir ve dünya çapında altı bölgesel ofisi ve 150 saha ofisi vardır.
Dünya Sağlık Örgütü, 7 Nisan 1948'de kuruldu ve çalışmalarına 1 Eylül 1948'de resmen başladı. Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) da dahil olmak üzere Milletler Cemiyeti Sağlık Örgütü ve Paris merkezli Office International d'Hygiène Publique'in varlıklarını, personelini ve görevlerini bünyesine kattı. Kuruluşun çalışmaları, önemli miktarda mali ve teknik kaynak aktarımının ardından 1951 yılında ciddi bir şekilde başladı.
DSÖ'nün resmî görevi, dünya çapında savunmasız kişilere yardım ederken sağlık ve güvenliği teşvik etmektir. Ülkelere teknik yardım sağlamakta, uluslararası sağlık standartlarını belirlemekte, küresel sağlık sorunları hakkında veri toplamakta ve sağlıkla ilgili bilimsel veya politika tartışmaları için bir forum görevi görmektedir. Resmî yayını olan "Dünya Sağlık Raporu", dünya çapındaki sağlık konularına ilişkin değerlendirmeler sunmaktadır.
Kuruluşu.
1945 yılında ABD’nin San Francisco kentinde toplanan Birleşmiş Milletler Konferansı, bu dönemde bütün halkların sağlığının, dünyada barış ve güvenliğin sağlanması açısından temel önem arz ettiğini kabul ederek Çin ve Brezilyalı delegelerin bir "Uluslararası Sağlık Örgütü" kurulması amacıyla toplantı düzenlenmesi oy birliğiyle kabul edilmiştir.
Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal Konseyi, söz konusu toplantının hazırlanması için Belçikalı Prof. Dr. Rene Sard başkanlığında 15 kişilik bir teknik komite oluşturmuştur. Teknik komite kısa bir süre içinde toplantının gündemini saptamış, kurulacak uluslararası sağlık örgütü için anayasa taslağını hazırlamış ve alınması gereken kararları belirlemiştir.
19-22 Temmuz 1946 tarihlerinde New York'ta düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı'nda BM'ye üye 51 ülkenin temsilcisi ile Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), OIHP (Merkezi Paris'te bulunan Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu), PAHO, Kızılhaç, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu ve Rockefeller Vakfı temsilcileri Dünya Sağlık Örgütü anayasasını oluşturmuştur.
DSÖ Anayasası 22 Temmuz 1946 tarihinde 61 ülkenin temsilcisi tarafından imzalanmıştır. DSÖ anayasası en az 26 üye ülke tarafından resmen kabulü ile yürürlüğe girmiştir. Bu süre içerisinde DSÖ işlevlerini yerine getirecek bir ara komisyon seçilmiştir. Bu ara komisyon iki yıl süreyle DSÖ'nün görevlerini yürütmüştür. Yugoslav Prof. Dr. Andrija Stampar başkanlığındaki ara komisyon tüm çalışmalarını tamamlamış ve 26 üye ülkenin onayı 7 Nisan 1948'de gerçekleşmiştir.
DSÖ anayasası'nın yürürlüğe girdiği 7 Nisan her yıl "Dünya Sağlık Günü" olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Prof. Stampar başkanlığındaki ara komisyon DSÖ Genel Kurulunun 24 Haziran 1948 tarihinde toplanması için tüm hazırlıklarını tamamlamış ve genel kurul bir aylık çalışması için İsviçre'nin Cenevre kentinde BM Sarayında 48 ülkenin temsilcileri ile toplanmıştır. Genel Kurul (Asamble) bir aylık çalışmasını tamamladığında üye sayısı 55'e çıkmıştır. Asamble sırasında DSÖ Genel Direktörlüğüne Kanadalı Dr. Brock Chisholm seçilmiş, DSÖ'nün yıllık programı, personeli ve bütçesi onaylanmış, İcra (Yönetim) Kurulunu oluşturan 18 üye belirlenmiştir.
İlk genel kurulda ayrıca, bölgesel örgütlenme de tartışılmış ve oluşturulan komisyonun yaptığı çalışma sonucu bölge ofisleri kurulması kararlaştırılmıştır.
Bölge ofislerinin başlıca amaçlarından biri de DSÖ ile ulusal hükûmetler arasında etkin bir ilişkinin sağlanmasıdır.
DSÖ'ye, Mayıs 2020 itibarıyla 195 ülke üyedir ve 2 ülke de ortak üye durumundadır.
Yönetim Kurulu, üç yıllık dönemler için seçilen teknik açıdan nitelikli 34 üyeden oluşur. Yıllık Kurul toplantısı, üyelerin Dünya Sağlık Asamblesi gündemi ve Sağlık Asamblesi tarafından ele alınacak kararlar üzerinde anlaşmaya vardıkları Ocak ayında yapılır.
Sağlık Asamblesini takip eden Mayıs-Haziran aylarında daha kısa ikinci bir toplantı yapılır. Kurulun temel işlevleri, Sağlık Asamblesinin karar ve politikalarını uygulamak, tavsiyelerde bulunmak ve genel olarak çalışmalarını kolaylaştırmaktır.
2025 Yönetim Kurulu toplantısı Tarihleri.
3 – 11 Şubat 2025: 156. Yönetim Kurulu Toplantısı
28-29 Mayıs 2025: 157. Yönetim Kurulu Toplantısı
Görevleri.
Örgütün amaçlarını yerine getirmek için uygulanan görevler şunlardır:
Genel Direktörler.
Genel Direktör 5 yıllık bir süre için görev yapar. Görev dönemi sınırlaması yoktur. Genel Direktör adayları üye devletler tarafından önerilebilir, daha sonra Yönetim Kurulu tarafından aday gösterilebilir ve Dünya Sağlık Meclisi tarafından atanabilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16553",
"len_data": 4773,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.44
}
|
Wright Kardeşler olarak tanınan Orville Wright (19 Ağustos 1871 - 30 Ocak 1948) ve Wilbur Wright (16 Nisan 1867 - 30 Mayıs 1912), tarihte ilk defa motorlu uçak uçuran Amerikalı kardeşlerdir.
18 Ağustos 1871 yılında Alphonse Pénaud, ilk defa yapısal dengeli model uçağı Paris'teki Tuileries Bahçesi'nde Société Aéronautique üyelerinin gözetiminde 11 saniyede 40 metre uçurarak havacılıkta yeni bir çığır açmıştı. “Planophore” adını verdiği bu model uçak, tarihte ilk yapısal dengeli uçaktır. Buna benzer bir oyuncak, Wright kardeşlerin çocukken çok ilgilerini çekmişti.
1891'de ilk Aerodrome model uçak ile denemelere başlayan Samuel P. Langley, dört senelik çalışmalarının sonunda, buhar gücü ile çalışan Aerodrome No.V' in 30 m yükselerek 1006 m yol katetmesini sağlamıştır. ("Aerodrome Latince'de - Hava Koşusu demektir") Sürati ise saatte 32 km idi. Bir sonraki modeli Aerodrome No.VI ise Kasım 1896'da bu sefer 1280 m uçmuş ve 1 dakikadan fazla havada kalmıştır. Bu pilotsuz uçuşlar ABD Savaş Bakanlığı ($50,000) ve Smithsonian Enstitüsü ($20,000) tarafından, pilotlu uçuş için desteklenmişti.
Ohio, Dayton'lu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1890'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek her şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbir şey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'in çalışmaları ile işe başladılar.
Wilbur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okula da gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını yürütürken kendi yöntemlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda ilerlettiler. Havacılıktaki gelişmelerden ülke olarak geri kalmamak için, Smithsonian Enstitüsü - ABD, Lilienthal'in Lift & Drag tablosu ile birlikte Wenham ve John Browning'in 1871'deki rüzgâr tüneli çalışmasını daha 1895 yılında Wright kardeşlere vermişti.
Lilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşırmamak gerekir. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright Kardeşler Lilienthal çalışmalarını esas aldılar.
Amerika Birleşik Devletleri'nde tek kanatlı ve buhar motorlu havadan ağır uçan ilk pervaneli uçak, Alman Gustave Whitehead (Gustav Weisskopf) tarafından Nisan 1899'da Pittsburgh, Pensilvanya sonra 14 Ağustos 1901'de Bridgeport Connecticut, daha sonra da 17 Ocak 1902'de 11,300 m'lik Connecticut uçuşu ile başlamıştı. Gustav Weiskoff (ona İngilizce tercümesi ile Whitehead derlerdi) Amerikan vatandaşlığına geçmemekte ısrar ettiğinden, Smithsonian Enstitüsü Wright Kardeşleri desteklemeye devam etti.
Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te Kuzey Karolina'da Orville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı.
Bu uçak iki pervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg'dı. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu ve sadece 37 metre mesafe kat etti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59 saniyeye çıkmıştı ve 260 metrelik bir mesafeye uçmuştu.
Wright Kardeşler artık uçabilen bir uçak yapmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarını bilmiyorlardı. Smithsonian Enstitüsü lider havacılardan Louis Mouillard, Gabriel Voisin, John J. Montgomery, Louis Blériot, Alberto Santos Dumont ve Percy Pilcher ile yazışarak elde ettiği tüm bilgileri, Wright Kardeşlere iletmeye devam ediyordu.
4 Haziran 1908 senesinde ABD'nin ilk ‘resmi’ uçuşunu Kanadalı Glenn H. Curtis, June Bug adını verdiği dışarıdan yardım almadan kalkabilen bir uçak ile yaptı.Bu uçuş Amerika'nın ilk resmi “Havadan Ağır Uçağı ve Uçuşudur”. Curtis 1 numaralı Pilot Lisansı sahibidir, Wright Kardeşler ise 4 ve 5 nolu lisansları almışlardır.
Avrupa'daki hızlı havacılık gelişmeleri ve Kanadalı Glenn H. Curtis ile çalışmaya başlayan ABD Savaş Bakanlığı ve Smithsonian Enstitüsü, yarışa başlamakta bile zorlanan Wright Kardeşleri artık “İlk Uçuş” ile pazarlamaya devam edecekti. Nitekim ABD, 12 Aralık 1928 tarihinde İlk Uçuş'un 25'ci yılı adı altında bir Uluslararası Sivil Havacılık konferansı düzenledi. Dünyaya 'İlk Uçuşun 25. Yılı' diye ilan edilen bu konferansa, “İlk Uçuş yalanı” yüzünden hiçbir devlet katılmadı. Tarihte kayıtlara "Güzel bir kutlama" diye geçti. (12-14 Aralık 1928)
Çocukluk.
Wilbur ve Orville Wright, İngiliz ve Hollanda kökenli bir din adamı olan Milton Wright (1828–1917) ve Alman ve İsviçre kökenli Susan Catherine Koerner'ın (1831–1889) yedi çocuğundan ikisiydi. Milton Wright'ın annesi Catherine Reeder, Amerika'nın en zengin ailelerinden biri olan Vanderbilt ailesi'nin ve New Rochelle, New York'un Huguenot Gano ailesinin soyundan geliyordu. Wilbur, 1867'de Millville Indiana yakınlarında, Orville ise 1871'de Dayton, Ohio'da doğdu.
Kardeşler hiç evlenmedi. Diğer Wright kardeşler Reuchlin (1861–1920), Lorin (1862–1939), Katharine Wright (1874–1929) ve ikizler Otis ve Ida'ydı (1870 doğumlu, bebekken öldüler). Doğrudan baba soyu, Amerika'ya yelken açan ve 1636'da Massachusetts'e yerleşen Samuel Wright'a (d. 1606, Essex, İngiltere) dayanır.
Wright'ın çocuklarının hiçbirinin ikinci adı yoktu. Bunun yerine, babaları onlara ayırt edici ilk adlar vermek için çok uğraştı. Wilbur, Milton Wright'ın hayranlık duyduğu din adamları Willbur Fisk ve Orville ise Orville Dewey'in adları seçildi. Arkadaşları için "Will" ve "Orv" idiler ve Dayton'da komşuları onları "Piskoposun çocukları" veya "Piskoposun oğlanları" olarak tanıyordu.
Babalarının “United Brethren in Christ” kilisesindeki (Türkçe: İsa'daki Birleşik Kardeşler Kilisesi) piskopos konumu nedeniyle, babaları sık sık seyahat etti ve nihayet 1884'te Dayton'a kalıcı olarak dönmeden önce Wright'lar sık sık toplam on iki kez taşındılar. Orville yaramazlık yaptı ve bir kez okuldan atıldı. 1878'de aile Cedar Rapids, Iowa'da yaşarken, babaları iki küçük oğlu için eve bir oyuncak helikopter getirdi. Cihaz, Fransız havacılık öncüsünün Alphonse Pénaud icadına dayanıyordu. Kağıt, bambu ve mantardan ve rotorunu döndürmek için bir lastik banttan yapılmıştı ve yaklaşık uzunluğundaydı. Wilbur ve Orville kırılana kadar onunla oynadılar ve sonra kendilerininkini yaptılar. Daha sonraki yıllarda, uçmaya olan ilgilerinin kıvılcımı olarak oyuncakla yaşadıkları deneyime işaret ettiler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16555",
"len_data": 6630,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.65
}
|
Rumeli Hisarı (diğer adlarıyla Yenicehisar, Boğazkesen Hisarı, Yenikale, Başkesen Hisarı, Kara Kale), İstanbul'un Sarıyer ilçesinde, Boğaziçi'nde bulunan ve bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un Fethi'nden önce, Karadeniz'den gelebilecek saldırıları engellemek amacıyla İstanbul Boğazı'nın en dar (698 m) yerine, Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir.
Hisar, 32 bin m²lik bir alana yayılmıştır. Doksan gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir. Rumeli Hisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir.
Mekânda uzun yıllar boyunca Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmiştir.
Mimarisi.
On üç adet burç ve bunları birbirine bağlar duvarlarından oluşmuştur. En büyük üç kulesi isimlerini, inşasına nezaret eden paşalardan alır: Saruca Paşa, Zağanos Paşa ve Halil Paşa kuleleri. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir.
Toplam alanı yaklaşık 125*250 m boyunda olup 32 bin m²lik bir alana yayılmıştır. Üç adet girişi vardır.
Tarihçesi.
1452 Mart'ının sonlarında inşasına başlandı. Kullanılan kereste İzmit ve Karadeniz Ereğli'den, taşlar da Anadolu'dan getirtildi. Fatih, Edirne'den gelerek öncesinde Fonea adıyla bilinen dağın yamacında kalenin temelinin atılmasını emretti, adına Başkesen dedi. Deniz kenarındaki üç kulenin yapımını paşalarına havale etti ve paşalar kendi imkânlarıyla yaptırdı. Burçları ve diğer kısımlarının inşasını padişah üstlendi. Dukas, inşatta bin usta çalıştığını kaydetmiştir. Mimar E. H. Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800 işçi, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa çalışmıştır. 60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kâgir hacmi yaklaşık 57,700 metreküptür.
Rumeli Hisarı, İstanbul'un fethinden sonra bir süre garnizon hâliyle kalsa da zaman içerisinde Saruca Paşa Kulesi, hapishane olarak kullanıldı.
1509 Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır.
18. yy.dan sonra askerî niteliğini tamamen yitirdi. 1876-77 tarihinde kale içinde ve çeperinde 46 hane olduğu kaydedilmiştir.
Bugünkü durumu.
Rumeli Hisarı günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.
Hisar, müze vasfına ek olarak 2000'li yılların sonuna kadar tiyatro ve konserler için bir etkinlik alanı olarak da kullanılmaktaydı. 1950'li yıllardaki restorasyon çalışmaları sırasında, 18. yüzyılda yıkılmış ve yalnızca minaresinden bir bölüm kalmış olan Boğazkesen Mescidi'nin (Ebu'l-Feth Camii olarak da bilinir) bulunduğu alana açıkhava tiyatrosu yapıldı. İlk hâliyle basit seyir terasları ve bir sahnenin olduğu bu alan, daha sonra tiyatro sanatçısı Muhsin Ertuğrul'un talebiyle amfitiyatroya çevrildi. 1989 yılında başlayan Rumeli Hisarı Konserleri ile amfitiyatro, İstanbul kültür ve eğlence hayatının en gözde yaz eğlencesi mekânlarından biri haline geldi. Rumeli Hisarı Konserleri 2006 yılında durdurulmuş ve 2008 yılında son kez düzenlenmiştir.
İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 7 Ekim 2009'da tarihi konser alanındaki mescidin minaresinin, duvar ve sarnıç kalıntılarının mevcut durumları ile muhafaza edilmesine karar verirken, mescit 1. grup kültür varlığı olarak tescil edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise hisardaki yıkık mescidin ihyası için bir proje başlattı. Koruma Bölge Kurulu projeyi onaylarken mülkiyeti İBB'de bulunan mescidin yapımı için 28 Mayıs 2013 tarihinde ruhsat alındı. Açıkhava tiyatrosu ve konser mekanı olarak kullanılan alana yapılan Boğazkesen Fetih Mescidi'nin inşası 2015 yılında tamamlandı.
Hisar civarında çok sayıda restoran mevcuttur.
2022'de İBB Miras tarafından restorasyon çalışmalarına başlandı.
Ayrıca bakınız.
= Konuyla ilgili yayınlar =
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16564",
"len_data": 4471,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.48
}
|
Hamburg, resmî adıyla Hür Hansa Şehri Hamburg, Almanya'nın ikinci büyük şehri olup kendi başına ayrı bir eyaleti oluşturur. Aynı zamanda Avrupa Birliği'ndeki en büyük 6. metropoldür. Almanya'nın Dünya'ya açılan kapısı da denilen bu şehir, Almanya'nın en büyük limanına da sahiptir. Rotterdam'dan sonra Avrupa'nın en büyük ikinci limanı olup Dünya'da da 9. sıradadır.
Tarihçe.
Şehir, adını İmparator Şarlman'ın MS 808 yılında yaptırdığı kaleden almaktadır. Alster ve Elbe nehirlerinin arasındaki bataklıktaki kayalık bir bölgede inşa edilen kale, Slav akınlarına karşı kurulmuştur. "Hammaburg" adındaki kalenin ismindeki burg kelimesi kale manasındadır. Hamma kelimesinin anlamı ise "hamme" kelimesinden gelmekte olup bataklık içindeki ağaçlık tepe, ağaçlık gibi anlamlara gelmektedir. Konumu Alster ile Bille arasında Petrikirche adındaki kilisenin güneyindedir.
Nazi Almanyası döneminde Hamburg, 1934 yılından itibaren 1945 yılına kadar bir Gau idi. II. Dünya Savaşı sırasında Hamburg'un liman alanları harap edilerek Müttefik hava akınlarına uğradı ve yangın bombalarıyla tahrip edilen şehirlerdendir. Bu yoğun nüfuslu işçi sınıfının yaşadığı ilçelerde alevler içinde can veren binlerce insanlar gibi bir sonucu olarak dramatik bir demografik değişimi yaşadı. II. Dünya Savaşı sırasında 23 Temmuz 1944 tarihinde İngiltere ve Kanada uçakları geceleri, ABD uçakları da gündüzleri Hamburg'u bombaladı. Kasım'da operasyon bittiğinde 9.000 ton patlayıcı atılmış, 30.000'den fazla insan ölmüş ve 280.000 bina yıkılmıştır. RAF tarafından Gomora Operasyonu kod adı ile en az 42.600 sivil öldü. Ölenlerin kesin sayısı bilinmemektedir. 1 milyon sivil baskınlar sonrasında tahliye edildi. 42.900 ölen insandan az olmamakla beraber savaş sonunda salgın hastalıklar nedeniyle Neuengamme toplama kampı (bataklıklar içinde şehrin dışında 25 km uzaklıkta bir yer) ve tahliye gemilerinin bombardımanı sırasında yok olduğu düşünülmektedir.
Coğrafya.
Hamburg Almanya'nın kuzeyinde yer alır. Kuzey Denizi'ne akan Elbe Nehri kıyısındadır. Şehrin tam merkezinde Binnen ve Aussenalster Gölleri adıyla büyük iki iç göl yer alır. Ayrıca şehrin içinden bir sürü nehir akmakta olup bu özelliğinden dolayı şehirde tıpkı Amsterdam veya Venedik gibi çok sayıda irili ufaklı köprüler bulunmaktadır. Avrupa'nın en fazla köprüsüne sahip şehridir. Amsterdam ve Venedik'in köprülerinin toplamı bile Hamburg'un köprü sayısını geçmemektedir. Dünya genelinde bir kıyaslama daha hiç yapılmadığı için sadece Avrupa genelinde kıyaslamayla kalmıştır. Elbe Nehri genişletilerek Dünya'nın en büyük limanlarından biri yapılmıştır. Hamburg eyaleti, Schleswig-Holstein ve Niedersachsen eyaletlerinin arasında yer alır. Hamburg'dan Elbe'nin haricinde Alster, Bille, Düpenau, Eilbek, Este, Flottbek, İsebek, Kollau, Osterbek ve Wandse nehirleri de geçmektedir. Denize yakın bir konumda bulunmasının etkisinden dolayı iklimi nispeten diğer kuzey şehirlerine göre ılımandır. En sıcak ayı olan temmuzda hava sıcaklığı ortalama 25 °C civarındadır.
Ekonomi.
Hamburg, gerek ticarî, gerek hizmet sektörü açısından kuzey Almanya'nın en büyük sanayi kentidir. Özellikle havacılık sektörü, uçak üretiminde Dünya'nın en büyük 3. şehridir. Kimya, makine, gemi inşaatı ve bankacılık sektörleri oldukça önemli yer tutmaktadır.
2008 yılında Hamburg'un kişi başına düşen yıllık gelir ortalama 50.073 € olarak belirlenmiştir.
Fakat Hamburg'un 2007 sonundaki borcu 21,8 milyar Avroyu geçmiştir.
Hamburg'daki en büyük işverenler (2006 senesi)
Kültür.
Diğer kuzey Alman şehirleri gibi Hamburg'un da mimarisi Backsteingotik tarzından etkilenmiştir. Şehrin içinde bir sürü park bulunmaktadır. Ayrıca küçük turistik gezi tekneleri ile Binnen- ve Aussenalster göllerinde ya da limanda (Hafen) veya kanallarda tekne ile şehir gezilebilir. Alster tekne turları tarihî bir mekân olan Jungfernstieg'den kalkmaktadır. Hamburg'da Amsterdam'daki kırmızı lamba bölgesini (red light district) andıran St. Pauli bölgesinde Reeperbahn Caddesi bulunmaktadır. Bu bölgede çok sayıda gece kulübü ve diskotek bulunmaktadır. Turistik açıdan 22&nbso;m yüksekliğindeki Belediye Binası'nın (Rathaus) kulesine çıkarak şehrin güzelliğini tepeden de görebilirsiniz.
Şehirdeki başlıca müzeler ve görülecek yerler ise
Spor.
Hâlen Alman 1. Futbol Ligi'nde (Bundesliga) Hamburg şehrin en büyük takımıdır. Ayrıca FC St. Pauli futbol takımı da vardır. Sevilen bir başka spor dalı ise buz hokeyidir. Hamburg da 2006 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmış olan şehirlerden biridir.
Mutfak.
Orijinal Hamburg yemekleri "Birnen, Bohnen und Speck" 'tir (armut ve pastırma ile pişirilmiş yeşil fasulye).
"Aalsuppe" (Hamburg şivesiyle "Oolsupp") sıklıkla Almancada "yılan balığı çorbası" ("Aal"/"Ool", 'yılan balığı' olarak tercüme edilir) ile karıştırılır, ancak isim muhtemelen Aşağı Saksonya'da "allns", "her şey ve mutfak lavabosu" anlamına gelen "allns" kelimesinden gelir ve mutlaka yılan balığı değildir. Bugün, şüphelenmeyen yemek yiyenlerin beklentilerini karşılamak için yılan balığı sıklıkla dahil edilmektedir.
"Bratkartoffeln" (tavada kızartılmış patates dilimleri), "Finkenwerder Scholle" (Aşağı Saksonyalı "Finkwarder Scholl", tavada kızartılmış pisi balığı), "Pannfisch" (hardal soslu tavada kızartılmış balık), "Rote Grütze" (Aşağı Saksonyalı "Rode Grütt", Danimarka "rødgrød" ile ilgili, çoğunlukla meyvelerden yapılan ve genellikle kremayla servis edilen bir tür yaz pudingi, Danimarka "rødgrød med fløde" gibi), ve "Labskaus" (Norveç lapskaus'u ve Liverpool'un lobscouse'unun kuzeni olan konserve sığır eti, patates püresi ve pancar karışımı, hepsi açık denizlerde denizcilerin sıradan beslenmesinin ana bileşeni olan eski zamanların tek kaptaki yemeğinin yan ürünleridir.) vardır.
Eğitim.
Almanya'nın ilk özel Hukuk Yüksekokulu Bucerius Law School burada kurulmuştur. Hamburg Üniversitesi, Hamburg-Harburg Teknik Üniversitesi, Hafen-City Üniversitesi ve Hamburg Fachhochschule adındaki üniversiteler de bu şehirdedir.
Hamburg'da 32 tane halk kütüphanesi vardır.
Medya.
Alman Die Zeit gazetesi Hamburg'da basılmaktadır. Almanya'nın resmî haber ajansı olan Deutsche Presse Agentur (DPA)'nın merkezi de bu şehirde bulunmaktadır. Almanya'nın en çok satılan Bild gazetesi ve ona ait Axel Springer Verlag bünyesindeki birçok gazete Hamburg'da basılmaktadır. Ayrıca şehir, film sektöründe çok gelişmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16565",
"len_data": 6312,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.52
}
|
Münih (Almanca: "München"), Berlin ve Hamburg'dan sonra Almanya'nın en büyük üçüncü şehridir. Bavyera eyaletinin en büyük şehri ve başkentidir. Avrupa Birliği'nin on ikinci en büyük şehridir.
Şehir, 2017 sayımına göre 1,4 milyon nüfusa sahiptir. Civarındaki nüfusla bu rakam 2,6 milyona ulaşır. Büyük Münih şehirleşmiş bölgesinde (Augsburg, Ingolstadt, Rosenheim, Landshut ve Landberg) 5 milyondan fazla insan yaşamaktadır. Münih, Bavyera Alpleri'nin kuzeyinde ve İsar nehri kıyısında kurulmuştur. Şehri tanımlayan Slogan (Motto) uzun zaman "Die Weltstadt mit Herz" (yürekli dünya şehri) idi. Fakat son zamanlarda bu "München mag dich" (Münih seni seviyor) şekline dönüştü. Münih'in Almanca ismi München eski dilde 'keşişlerin yeri' anlamına gelen Munichen'den gelmektedir. Bu nedenle Münih'in armasında bir rahip vardır. Siyah ve altın sarısı - Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu rengi - Kral Ludwig zamanından beri şehrin resmî renkleridir. Almanya'nın önemli finansal kaynaklarından biri olan Münih, yüksek yaşam standartları ile birçok göçmenin tercih ettiği bir şehirdir.
Her yıl eylül ayının son haftası ile ekimin ilk haftası düzenlenen ve binlerce turistin de ziyaret ettiği "Ekim Festivali" (Oktoberfest) adlı bira festivaline ev sahipliği yapar. Bu festival, dünyanın en büyük 10 festivali arasında sayılır ve her ne kadar biralarıyla bilinse de, yalnızca bu bağlamda değerlendirilmemekte, Bavyera geleneklerinin tanıtımı için bir ortam teşkil etmektedir.
Tarih.
Şehrin kuruluş tarihi MS 1158 olarak kabul edilmiştir çünkü bulunan en eski belgelerde bu tarih vardır. Bu tarihten yaklaşık 20 yıl sonra Münih resmi olarak şehir haline gelmiştir.
1328 yılında Loius IV Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun başına geçmiş ve şehrin gelirini arttırarak Münih'i daha güçlü bir duruma taşımıştır. 15. yüzyılda Gotik Sanat etkisi altına giren şehrin merkezi büyütülüp birçok gotik yapı inşa edilmeye başlanmıştır. Şehrin en büyük katedrali olan ve 1468 yılında başlanarak 20 yılda tamamlanan Frauenkirche bu gotik yapılara bir örnektir.
Şehir II. Dünya Savaşı sırasında Müttefikler tarafından yoğun bombardıman tahrip edilmiştir. Şehir altı yıllık bir süre içinde 71 hava saldırısına uğradı.
Coğrafya.
Münih, yukarı Bavyera'nın üst düzlüklerinde yaklaşık 50 kilometreye yayılır. Kuzey Alp Dağları'nın kuzeyinde ve deniz düzeyinin 520 metre üzerindedir. Burada bulunan kumlu platonun kuzey bölümünde toprak çok bereketlidir. Güneyi ise buzul çağından kalma taşlardan oluşmuştur.
Nüfus yapısı.
Münih'in nüfusu 1 Aralık 2006'da 1.326.000 olarak belirlenmiştir. Bunun 300.129'u yabancılardan oluşur. Şehir nüfusunun önemli bir azınlık bölümünü Türk ve Balkan ülkeleri vatandaşları oluşturur. Yabancılar arasında gruplar, büyükten küçüğe doğru sırasıyla Türkler (43.049), Hırvatlar (24.866), Yunanlar (22.486), Avusturyalılar (21.411), İtalyanlar (20.847) ve Sırplardır (10860). Burada oturan yabancıların %37'sini Avrupa Birliği'nden gelenler oluşturur.
Ekonomi.
Almanya'nın teknoloji başkenti kabul edilen Münih, Münih Teknik Üniversitesinin de payıyla BMW, MAN, Siemens gibi firmaların genel merkezlerine ev sahipliği yapmakla beraber, Google, Microsoft, IBM, Intel gibi uluslararası firmaların da Almanya ofislerini bulundurmaktadır. 2008 yılı OECD istatistiklerine göre 1,38 milyonluk nüfusu ve gayrısafî yurtiçi hasılaya (GSYİH) kazandırdığı 64 milyar USD ile Almanya'da finans başkenti Frankfurt'tan sonra en yüksek kişi başına düşen GSYİH'ya sahiptir.
Bira.
Eski rahip geleneklerinden gelen Weißbier [vaysbîa, "beyaz bira"] üreticilerinin olduğu şehirdir. Schneider, Franziskaner, HB gibi ünlü üreticilerin birahaneleri buradadır. Bunlardan tarihî açıdan en önemlisi Hofbräuhaus'dur [hofbroyhaus, HB]. Hitler, alt ve orta sınıftan insanlara ulaşmaya çalışırken yaptığı konuşmaların birçoğunu burada yapmış, ilkinde burada yüz kişinin üzerinde bir katılım sağlamıştır.
Politika.
Münih'in görevdeki belediye başkanı Dieter Reiter Almanya Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesidir. Münih, hemen hemen II. Dünya Savaşı'ndan beri SPD hükûmetlerine rekor seviyede oy veren yerdir. Bu, Bavyera'nın geri kalan seçmenleri tutucu olduğundan özellikle dikkate değerdir. Hristiyan Sosyal Birliği (CSU), salt çoğunluğu kazanan seçmenler içinde hemen hemen bütün belediye, devlet ve federal seçimlerde kazanır.
Bavyera'nın başkenti olan Münih, Almanya'nın önemli politik merkezlerindendir. pek çok ulusal ve uluslararası yazar Münih'te yaşar. Alman Vergi Yüksek Mahkemesi ve Avrupa Patent Dairesi'nin merkezleri buradadır.
Din.
2005 yılında:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16566",
"len_data": 4524,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.47
}
|
Sure (Arapça: سورة), Kur'an'da ayetlerden meydana gelen 114 bölümden her biri.
Bugünkü mushaflarda ilk sure Fatiha ve son sure ise Nas'dır. Surelerin sıralanması kronolojik değildir, 1. Halife Ebubekir zamanında mushaf halinde derlenirken Peygamber hadisleri kaynaklı temel bilgiler doğrultusunda surelerin önce uzunluklan, iniş tarihleri ve birbirleriyle münasebetleri göz önünde tutularak sıralanmıştır. En uzun sure 286 ayetten meydana gelen Bakara Suresi, en kısa sure ise 3 ayetten meydana gelen Kevser Suresidir. Kuranda Tevbe Suresi dışındaki sureler besmeleyle başlar. Neml Suresi'nde de iki kez besmele geçer. Surelerin yerlerinin Peygamber tarafından tayin edildiği ve üçüncü Halife Osman'ın, Hicret'in 25. senesinde yazdırdığı altı mus'haf'ta bu sureleri yerlerine konulduğu bilinmektedir.
Etimoloji.
Sure'nin İbranice sıra, Arapça sur' veya Suriye dilinde yazıt anlamına gelen bir kökten türemiş bir kelime olduğuna inanılmaktadır.
Surelerin kronolojik sırası.
Kur'an yazımının ilk vahiy ile birlikte başlamadığı, yazım işlemine Mekke dönemi sonları veya Medine dönemi başlarında başlandığı bilinmektedir.
Mekke dönemi; Kur'an yazımında 13 yıl kadar süren ve hacimsel olarak Kur'an'ın 2/3 kısmını oluşturan Mekke dönemi "sözlü kültür dönemi" olarak değerlendirilir. Bu dönemde ayet ve surelerin hemen yazıya geçirilmesi gibi bir uygulamanın bulunmadığı, sözlü olarak ezberlendiği, bu dönemde Kur'an'ın şiirselliğinin ezberlenerek korunmasına yardım ettiği, daha sonraki hicrete yakın birkaç yıl ile Medine dönemi olarak ifade edilen yazım döneminde bu hafıza bilgilerine dayanılarak ayetlerin kayda geçirildiği ifade edilmektedir.
Surelerin kronolojik sırasını veren birkaç liste bulunmakla birlikte bu listeler birbiri ile uyumsuzdur. Genellikle tarihsel sıralamada ilk sure Alak ve son sure Nasr kabul edilir.
Kur'an ayetleri ve surelerinden Mekke'de yazılanlara "Mekki", hicretten sonra Medine'de yazılanlara ise "Medeni" ismi verilir. Araştırmacılar arasında farklı görüşler olmakla birlikte, Mekki surelerin sayısı 86, Medeni surelerin sayısı ise 28' olarak ifade edilir.
Yukarıdaki sıralamada Zilzal, İnsan, Rahman ve Ra'd sureleri Medeni Sureler arasında yer almıştır. Fakat çağdaş araştırmacılara göre bu sureler Mekke döneminde yazılmıştır. Üslup ve içerik itibarıyla incelendiğinde bu sureler Mekki sureler ile benzerlik göstermektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16568",
"len_data": 2359,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.74
}
|
Thomas More ("tahminen," 7 Şubat 1478, Londra - 6 Temmuz 1535, Londra), İngiliz devlet adamı, hukukçu, filozof, Rönesans dönemi hümanist yazardır. 1516'da yazdığı "Ütopya" başlıklı eserinde, hayalî bir adada kurguladığı bir ülkenin siyasi sistemini, "ideal" olarak tarif eder. More'un Kral VIII. Henry'nin İngiliz Kilisesi'nin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlayıp hain olarak idam edilmesine sebep oldu. Ölümünden 400 yıl sonra, 1935'te Papa XI. Pius tarafından da "aziz" ilan edildi.
Hayatı.
Kabul gören tahmine göre 7 Şubat 1478'de, Londra'da doğdu. Babası dönemin önemli bir yargıcı olan Sir John More'dur. Ailesi sonradan aristokratlık kazanan, burjuva kökenli bir aileydi.
1490-1492 yılları arasında Canterbury Başpiskoposu John Morton'nun hizmetine girdi ve burada eğitimine başladı. Bu dönemde Rönesans'tan da etkilenmeye başladı. Eğitimini tamamladıktan sonra Başpiskopos Morton'un sayesinde Oxford Üniversitesi'ne girmeye hak kazanan Thomas More, burada geçirdiği 2 yılda yazılar yazmaya başladı. Antik Yunan ve Latin edebiyatına ilgisi de bu dönemde başladı. Ancak bu 2 yılın ardından babasının ısrarıyla Oxford'u bırakıp Londra'ya geri döndü ve 1496 yılında hukuk öğrenimi görmeye başladı. 21 yaşına geldiğinde bir avukat olarak Londra Barosu'na kaydoldu.
Siyasî hayatı.
Hukuk öğrenimi gördüğü yıllarda manastır yaşamı yaşamaktaydı ve bir rahip olmak isteğiyle yanıp tutuşmaktaydı. 1501-1504 yılları arasında keşiş olmak amacıyla bir manastıra çekilen More, 1504'te Avam Kamarası seçimlerine katılmaya karar verdi. Parlamentoya seçilince manastır hayatına son veren More, ertesi sene Jane Colt ile evlendi.
1499'da Hollandalı yazar Erasmus ile tanıştı ve aralarında sıkı bir dostluk başladı. Öyle ki Erasmus, 1509'da basılan "Deliliğe Övgü" adlı eserini Thomas More istediği için yazdı ve eserini ona adadı.
Hem avukatlık yapan hem de Parlamentoda yasama faaliyetlerine katılan More, kralların mutlak iktidarına şiddetle karşı çıkıyor ve bu düşüncesini etrafıyla paylaşıyordu. Bu yüzden zamanla Kral VII. Henry'nin öfkesini üzerine çekti. Kralın öfkesinden kurtulmak için seyahate çıkmak zorunda kalan More, VII. Henry'nin 1509'da ölmesi üzerine ülkesine geri döndü. Ertesi yıl yargıçlığa atanan More, hümanist tutumuyla halkın sevgisini kazanmaya başladı. Örneğin Chelsea'de bir huzurevi kuran More, 1517'ye ayaklanan yoksul halkı yatıştırarak isyanı önleyecek, isyanın elebaşlarını da idamdan kurtaracaktır.
More, üst düzey devlet görevlerine karşı isteksizdi ancak Kral VIII. Henry, 1517'de More'u hizmetine aldı ve özel danışmanı yaptı. Bu dönemde Kral tarafından Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken'e elçi olarak gönderilen More, bu başarılı diplomatik görevinin ardından 1521'de şövalye unvanı kazandı. More, diplomatik görevinin ardından kraliyet hazinesinde görev yapmaya başladı. Kariyeri gittikçe parlayan More, kısa süre sonra Kralın sekreteri olarak da görev yapmaya başladı. Zamanla yetki ve görevleri arttı; resmî belgeleri yazmaya, yabancı elçileri karşılamaya, Kral VIII. Henry ile Lordlar Kamarası başkanı Kardinal Thomas Wolsey arasında iletişimi sağlayan birincil kişi hâline gelmeye başladı.
Lordlar Kamarası başkanlığı.
Thomas More, 1523 yılındaki seçimlerde şövalye unvanıyla Middlesex kentinden Lordlar Kamarası'na seçildi. 2 yıl sonra mevcut Meclis Başkanı Thomas Wolsey'in istifası üzerine Avam Kamarası Başkanı seçildi. Aynı yıl Lancaster Düklüğü'nün şansölyesi oldu ve Britanya'nın kuzey topraklarında geniş yetkiler elde etti.
O dönemde Kral VIII. Henry, mevcut eşi Catherine d'Aragon'dan boşanıp Anne Boleyn ile evlenmek istedi. Bu evlilikle ilgili kendisine yeterince yardım edemeyen mevcut başkan Thomas Wolsey'i istifaya zorladıktan sonra yerine Thomas More'u Lordlar Kamarası Başkanı ilân etti. Başlarda Kralın düşüncelerini paylaşan More, zamanla Kralın Protestanlığa olan artan ilgisi ve kiliseye olan negatif düşüncelerinden rahatsız oldu.
Catherine d'Aragon'dan boşanmak isteyen Kral'a özellikle Papalık karşı çıkıyordu. Papalık'a karşı Thomas More'u ve Lordlar Kamarası'nı kendi safına çekmek isteyen Kral, 1532'de "Act of Supremacy" adlı yasayı çıkarttı. Bu yasaya göre Kral, kendisini İngiltere Kilisesi'nin başı ilân ediyordu ve ülkesini Katolik dünyadan kopartarak Anglikan mezhebini kuruyordu.
Thomas More ise kişisel olarak Protestanlığı doğru bulmuyor; Katolikliği benimsiyordu. Bu dönemde Protestanlığı eleştiren kitaplarıyla Kral ile olan ilişkisini gerdi. Böylece 1531'de Kral'a bağlılık yemini etmeyi reddetti. Ancak kısa süre sonra hem Katolikliğe bağlı olduğu için, hem de Kral'la çatışmak istemediği için sağlık problemlerini bahane eden More, 1532'de istifa etti.
İstifasına rağmen Kral, More'un peşini bırakmadı. Önceli mallarına el konulan, ardından göstermelik nedenlerle sorgulanan More, 1533'te Anne Boleyn'in İngiltere Kraliçesi olarak ilan edildiği taç giydirme törenine katılmayı reddedince şimşekleri üzerine çekti. Yalan davalar ve dedikodular başladı. Parlamentonun Anne Boleyn'i İngiltere'nin kraliçesi olarak ilân edebileceğini kabul etmesine rağmen, bağlılık yemini etmeyi reddetti. Zira bu durum Papa'ya karşı bir davranış olacaktı.
Kralı kilisenin başı olarak görmemeyi sürdüren Thomas More, Mart 1534'te "Act of Supremacy"yi kabul ettiğine dair yemin etmeye zorlandı. Bu yasaya direnmesi üzerine tutuklandı ve Londra Kalesi'ne hapsedildi. Aynı yıl yargılanmaya başlanan More, başlarda sessiz kalmak istedi. Ancak hakkında vatan hainliğine varan asılsız iddialar öne sürülmesi üzerine konuşmaya başladı.
Konuştuğunda "Act of Supremacy"nin Tanrı'nın yasalarına aykırı olduğu ve parlamentonun kimseyi Kilise'nin başı olarak ilân edemeyeceğini söyledi. Bu sözleri üzerine ölüm cezasına çarptırılan More, 6 Temmuz 1535'te idam edildi.
Aziz olarak hürmet gösterilmesi.
Katolik Kilisesi.
Papa XIII. Leo, Thomas More, John Fisher ve 52 diğer İngiliz Şehidi 29 Aralık 1886'da kutsadı. Papa XI. Pius, More ve Fisher'ı 19 Mayıs 1935'te aziz ilan etti, More'un yortu günü 9 Temmuz olarak belirlendi. 1970'ten beri Genel Roma Takvimi, More'un yortusunu Fisher ile birlikte, Fisher'ın idam edildiği gün olan 22 Haziran'da kutladı. 31 Ekim 2000 yılında Papa II. John Paul Thomas More'u, "Devlet Görevlileri ve politikacıların göksel koruyucusu" ilan etti. More aynı zamanda, bir Alman Genç Katolik Organizasyonu olan "Katholische Junge Gemeinde"'nin de koruyucusudur.
Aziz ilan edilme sürecinin İngiliz medyası tarafından "sade ve soğuk" karşılandığı bildirildi ve resmi olarak parlamento ve üniversiteler tarafından boykot edildi.
Anglikan Komünyonu.
1980'de, İngiliz reformuna karşı oldukları halde, More ve Fisher İngiltere Kilisesi "Azizler ve Hristiyan Kilisesi'nin koruyucuları" takvimine, yortuları More'un idam tarihi olan 6 Temmuz'da kutlanmak üzere, "Thomas More, araştırmacı ve John Fisher, Rochester piskoposu, reform şehitleri, 1535" olarak eklendiler. Canterbury ile komünyonda olan bütün Anglikan kiliseleri, (Avustralya, Brezilya, Kanada, Güney Afrika vb.) 6 Temmuz'da yıllık kutlamayı tanırlar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16569",
"len_data": 7034,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.69
}
|
İrhas, bir peygamberin, vahiy gelmeden (peygamber olarak gönderilmeden) önce, ileride peygamber olacağını gösteren, buna delil olan olağanüstü olaylardır.
Örnek olarak, İsa'nın beşikte iken konuşması verilebilir. (Meryem sûresi 29-33. ayetler)
İslamda Muhammed'in doğumu, çocukluğu ve gençlik dönemine ait anlatılan birçok irhasat haberi bulunmakta, bu rivayetlerin ilk dönem siyer anlatılarında çok az görülen örneklerinin sonraki dönem yazmalarında giderek çoğaldığı üzerinde durulmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16570",
"len_data": 492,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.76
}
|
Charles Pierre Baudelaire (d. 9 Nisan 1821, Paris - ö. 31 Ağustos 1867, Paris), Fransız şair, deneme yazarı ve sanat eleştirmenidir. 19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden olmasının yanı sıra Edgar Allan Poe'nun eserlerini çeviren öncü sanatçıdır. En ünlü eseri olan lirik tarzdaki "Kötülük Çiçekleri"nde; 19. yüzyılın ortalarında Paris'te yaşanan hızlı sanayileşmenin, güzelliğin doğasını nasıl etkilediğini yansıtan şiirlerine yer vermiştir. Baudelaire'nin son derece özgün nesir şiir tarzı; Verlaine, Rimbaud ve Mallarmé gibi kendinden sonraki dönem sanatçılarını da oldukça etkilemiştir.
Hayatı.
9 Nisan 1821'de Paris'te doğdu. Mutsuz bir çocukluk geçirdi. Babası 1827'de öldü. 1839'da okuduğu okuldan disiplinsizlik yüzünden atıldı. Hukuk öğrenimi görmeye zorlanan Baudelaire, buna başkaldırarak Quartier Latin'de bohem bir hayatı seçti. Burada frengiye yakalandı. 20 yaşında Hindistan'a gitmek üzere yola çıktı. 1842'de Fransa'ya döndü. Sonradan metresi olan Jeanne Duval ile tanıştı. Babasının mirasını aldı ancak bu parayı hesapsızca harcadığı için ailesi miras hakkını geri aldı.
1846'dan sonra "Kötülük Çiçekleri" kitabına girecek şiirlerini yazmaya başladı. 1847'de Edgar Allan Poe'yu keşfetti ve eserlerini Fransızcaya çevirmeye başladı. 1848'de Fransız Devrimi'nde devrimcilerin yanında yer aldı. 1857'de "Les Fleurs du Mal" ("Kötülük Çiçekleri") kitap olarak yayınlandı, içindeki altı şiir kamu ahlakına aykırı bulunduğu için Baudelaire hakkında dava açıldı, satanist olmakla itham edildi.
1860'ta "Yapay Cennetler"'i yayınladı. Bu eserde de uçlarda gezinen bir kişilik sergiledi. Bir tür otobiyografi olan "Apaçık Yüreğim" üzerine çalıştığı ve 1862'de "Paris Sıkıntısı" ("Le Spleen de Paris") adıyla düz yazı şiirlerini yayımladığı sırada frenginin yan etkileri giderek kendini daha fazla hissettirmeye başladı. İki yıl kaldığı Belçika'dan dönüşünde felç olan sanatçı, 31 Ağustos 1867 tarihinde Paris'te 46 yaşındayken öldü. Mezarı Paris Cimetière du Montparnasse'dadır.
Yaşadığı dönemde kurulmakta olan modern Paris'in metropol yaşantısı üzerine inşa ettiği edebiyatı ve eleştiri yazıları modernist estetiğin habercisi sayılır. Şiirlerini derlediği "Kötülük Çiçekleri" ve "Paris Sıkıntısı", Rimbaud'dan Mallarmé'ye, Yahya Kemal ve Cahit Sıtkı Tarancı'ya kadar pek çok şairin çarpıldığı, 20. yüzyıl edebiyatının en etkili kılavuzları olur. Gerek klasik geleneğe, gerekse egemen çağdaş zihniyetlere karşı isyanı ve gerçekliğe kafa tuttuğu imgelemi, zamanında şiirlerinin yasaklanmasına kadar varan düşmanlıklar uyandırır. Sonradan bu başkaldırı ve imgelem, avangard sanat ve edebiyatın çekirdeğini oluşturacaktır.
Yayıncılık kariyeri.
Baudelaire Dufaÿs takma adıyla yayınlanan ilk eseri, cesaretiyle hemen dikkatleri üzerine çeken sanat eleştirisi "Le Salon de 1845" idi. Delacroix savunuculuğu da dâhil olmak üzere, eleştirel görüşlerinin çoğu kendi zamanlarında yeniydi ve bazı görüşleri, Empresyonist ressamların gelecekteki teorileriyle dikkate değer ölçüde uyumlu görünür.
1846'da Baudelaire, Romantizm'in savunucusu ve eleştirmeni olarak ek güvenilirlik kazanarak ikinci Salon incelemesini yazdı. Önde gelen Romantik sanatçı olarak Delacroix'ya verdiği sürekli destek büyük çapta dikkat çekti. Ertesi yıl Baudelaire'in "La Fanfarlo" adlı kısa romanı yayınlandı.
"Kötülük Çiçekleri".
Baudelaire yavaş ve çok dikkatli bir işçiydi. Bununla birlikte, çoğu zaman tembellik, duygusal sıkıntı ve hastalıktan dikkati dağılıyordu. Bu yüzden ilk ve en önemli en ünlü şiir kitabı olan "Les Fleurs du mal" ("Kötülük Çiçekleri")'ni yayınlaması 1857'ye kadar yayınlanmadı. Bu şiirlerden bazıları, zaten 1855'te Baudelaire'in arkadaşı Auguste Poulet Malassis tarafından yayımlandıklarında "Revue des deux mondes" ("İki Dünyanın İncelenmesi") dergisinde yer almıştı. Şiirlerden bazıları, önceki on yılda çeşitli Fransız dergilerinde "kaçak mısra" olarak yer almıştı.
Şiirler küçük ama minnettar bir kitle buldu. Ancak, konuları halkın daha çok dikkatini çekti. Diğer sanatçılar üzerindeki etkisi, Théodore de Banville'in belirttiği gibi, "muazzam, olağanüstü, beklenmedik, hayranlıkla ve tanımlanamaz bir endişeli korkuyla karışık" oldu. Son zamanlarda "Madame Bovary" için benzer şekilde saldırıya uğrayan (ve beraat eden) Gustave Flaubert bundan etkilenmiş ve Baudelaire'e şöyle yazmıştı: "Romantizmi canlandırmanın bir yolunu buldun... Mermer kadar boyun eğmez ve bir İngiliz sisi kadar nüfuz edicisin."
Başlıca konuları seks ve ölüm, o dönem için rezillik kabul edildi. Lezbiyenliğe, kutsal ve dünyevi aşka, metamorfoza, melankoliye, şehrin yozlaşmasına, kayıp masumiyete, yaşamın bunaltıcılığına ve şaraba da değindi. Bazı şiirlerde, Baudelaire'in nostalji ve geçmiş samimi duyguları uyandırmak için koklama duyusunu ve koku imgelerini kullanması dikkat çekicidir.
Bununla birlikte kitap, günün ana akım eleştirmenleri arasında kısa sürede sağlıksızlığın bir atasözü hâline geldi. Bazı eleştirmenler şiirlerden birkaçını "tutkunun, sanatın ve şiirin şaheserleri" olarak nitelendirdi, ancak diğer şiirlerin, onları bastırmak için yasal işlemden daha azını hak etmediği görüldü. J. Habas, "Le Figaro"'da Baudelaire'e yöneltilen suçlamayı yönetti: "İçinde çirkin olmayan her şey anlaşılmazdır, insanın anladığı her şey çürümüştür." Baudelaire, annesine yazdığı kehanet dolu bir mektupla bu çığlığa şu yanıtı verdi:
Biliyorsunuz ki ben edebiyat ve sanatın ahlaktan bağımsız bir amaç güttüğünü hep düşünmüşümdür. Fikir ve üslup güzelliği bana yeter. Ama başlığı ("Fleurs du mal") her şeyi anlatan bu kitap, göreceğiniz gibi soğuk ve uğursuz bir güzelliğe bürünmüştür. Öfke ve sabırla yaratıldı. Ayrıca, olumlu değerinin kanıtı, hakkında konuştukları tüm kötülüklerde gizlidir. Kitap insanı çileden çıkarıyor. Üstelik, uyandıracağım dehşetten kendim de korktuğum için, ispatlardan üçte birini kestim. Beni her şeyden, icat etme ruhundan ve hatta Fransızca bilgisinden bile yoksun bırakıyorlar. Bütün bu aptallar umurumda değil ve biliyorum ki bu kitap, erdemleri ve kusurlarıyla V. Hugo'nun, Th. Gautier’in ve hatta Byron’ın en iyi şiirlerinin yanında edebiyatçıların hafızasında yer edecek.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16584",
"len_data": 6099,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.53
}
|
Pisa Kulesi, İtalya'nın kuzeyindeki Pisa şehrinde yer alır. 1063-1090 yıllarında yapılan şehir katedralinin çan kulesi, ana yapıdan ayrı olarak 1173-1272 yılları arasında yapıldı. İnşası 99 yıl sürdüğü için mimarı konusunda net bir bilgi bulunmamakla beraber Mimar Bonnano Pisano ve Diotisalvi tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir.
1987 yılı itibarıyla UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiştir.
Kule üst üste bindirilmiş yuvarlak 6 sütun dizisinden meydana gelmiştir. 55,86 metre yüksekliktedir. Üzerine 294 basamaklı bir merdivenle çıkılır. En üstteki çanların bulunduğu 8. kat silindir biçimindedir. 2 adet sarmal merdivene sahiptir.
Pisa Kulesi bitirildiği tarihten itibaren güneye doğru eğilmeye başlamıştır. Bunun sebebi temelin oturduğu zeminin çökme (oturma) yapmasıdır. Günümüzde, kulenin tepesinden güney yönünde aşağı sarkıtılan bir şakul 4,3 metre açığa inmektedir. Ancak yapının ağırlık merkezinin izdüşümü kendi temel dairesinin içinde kaldığı için kule devrilmemektedir. Kule her yıl milimetrenin onda yedisi kadar (100 yılda 7 cm) eğilmektedir. Kulenin şu andaki eğimi 5,5° kadardır.
Kule, Pisa'nın gücünün ve zenginliğinin bir sembolü olarak Cenova ve Venedik'e rakip olarak yapılmıştır.
Galileo'nun, bütün cisimlerin aynı hızla ve aynı fizik kanununa uyarak düştüklerini farklı ağırlıklardaki iki top güllesini bu kuleden aşağı bırakarak gözlemlediği iddia edilmiştir. Bilginin kaynağı Galileo'nun bir öğrencisi olmasına rağmen bu iddia geniş çevrelerce bir efsane olarak kabul edilir.
Kuleye ilk olarak 1910-1920 yılları arasında temel altına çimento enjeksiyonu yapılarak onarım görmüş. Sonrasında, 1990-2001 yılları arasında tekrar onarıma girip kapalı kalmıştır. Bu onarım da temelin kuzey tarafına 599 ton ağırlık konularak eğilmenin durdurulması amaçlanmıştır. Bu onarımın toplam maliyeti 20 milyon sterlin olmuştur.
2008 yılında yapıya yerleştirilen cihazlar, kulenin hareket etmeyi tamamen bıraktığını göstermektedir.
İlginç bilgiler.
1173 yılında inşa edilmeye başlanan kule, yalnızca 5 yıl dik durabilmiş olup, üçüncü katı tamamlandıktan sonra ağırlığından dolayı eğilmeye başlamıştır. Araştırmalara göre eğikliğin sebebi, kulenin temelindeki killerin kuvvetli olmamasıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16593",
"len_data": 2204,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.03
}
|
Atlas Dağları, Afrika kıtasının kuzeybatısında, Fas, Cezayir ve Tunus ülkelerinden geçen büyük bir dağ sırasıdır.
Uzunluğu 2400 kilometre civarındadır. En yüksek noktası, Fas'ın güneybatısında 4167 m yüksekliğindeki Toubkal'dır. Atlas Dağları, kuzeybatı Afrika'nın Akdeniz kıyıları ile Sahra Çölü'nü ayıran bir duvar gibidir. Geçtiği bölgelerde Arap ve Berberi'ler yaşar; bu dağlardaki insanların kendine özgü kültürleri ve yaşam biçimleri, dağların ihtişamlı görüntüsüyle birlikte geziler için ve fotoğrafçılar için çekici bir dünya olmuştur.
Atlas Dağları'nın oluşumunun milyonlarca yıl öncesinde Amerika ve Afrika kıtalarının ayrılmadan önce çarpışmasından kaynaklandığı, Kuzey Amerika'daki Apalaş Dağları'nın da aynı jeolojik hareketin sonucu olduğu tahmin edilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16599",
"len_data": 774,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.8
}
|
Köln (Latince: "Colonia"), Almanya'nın dördüncü, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin en büyük şehri, ayrıca 4 385 082 nüfuslu Köln İdari Merkezi'nin yani Regierungsbezirk Köln (Köln, Bonn, Aachen, Düren, Euskirchen, Heinsberg, Leverkusen, Oberbergischer Kreis, Rhein-Erft-Kreis, Rheinisch-Bergischer Kreis, Rhein-Sieg-Kreis)'ün merkezidir.
Nüfusu 1,080,701'dir (31.12.2016) Kozmopolit bir yapıya sahip olan şehirde çok sayıda yabancı ikamet etmektedir. Köln; önemli ulaşım, kültür, bilim, sanat, ticaret ve eğlence merkezlerinden biridir. Ayrıca demir ve havayolu ulaşım ağının da kesişme noktasıdır. Ren Nehri, kentin tam ortasından geçmektedir. Nehrin her iki yakası sekiz köprüyle bağlanmıştır, bunlardan ikisi demiryolu köprüsüdür.
Kentin en ünlü yapısı, inşaatı tam 632 (1248-1880) yılda tamamlanmış gotik tarzdaki çift kuleli Köln Katedrali (Kölner Dom)'dir ve 7 bin m² alanda, 157 metreyi bulan yüksekliği ile UNESCO Kültür Mirası listesinde yer alır.
Tarih.
Köln M.Ö. 50 yılında Roma İmparatoru Claudius tarafından, Aşağı Ren Bölgesi'ni Cermen Kabileleri'nin saldırılarından korumak için bir koloni şeklinde kurulmuştur. İmparator Claudius kente eşi İmparatoriçe Agrippina'nın adını vermiş, böylece koloni M.S. 425 yılına dek Colonia Claudia Ara Agrippinensium (kısaca CCAA) olarak anılmıştır. Daha sonra buraya Latince Koloni anlamını taşıyan Colonia denmiştir. Bugün dünyanın birçok dilinde Köln farklı farklı telaffuz edilmektedir. (İtalyanca ve İspanyolca = Colonia, Portekizce = Colônia, Katalanca = Colònia, Lehçe = Kolonia, Türkçe = Kolonya [bu isim artık pek kullanılmamakta], Arapça = Kulunia (كولونيا), Fransızca ve İngilizce = Cologne ve diğer bazı dillerde Coellen, Cölln ve Keulen isimlerini taşımaktadır).
Şehir, Orta Çağ'da hızla büyüyerek Avrupa'nın en büyük merkezlerinden biri haline gelmişti. 12. yüzyıldan itibaren Köln, Hristiyan aleminde; Kudüs, İstanbul ve Roma'nın ardından kutsal şehir olarak ilan edildi. Sancta Colonia (Kutsal Köln) olarak da anılan şehirde 1248 yılında Köln Katedrali'nin temeli atıldı. Yapımı tam 632 yıl süren bu gotik tarzdaki katedral Kuzey Avrupa'nın en büyük ibadethanesidir. 1794 yılından itibaren Fransız egemenliğine giren şehrin sakinleri Napolyon'a sadık kalacaklarını ilan etmişlerdi. Daha sonra Prusya egemenliğine giren Köln'de büyümeye engel olan şehir duvarları yıkıldı ve hızla büyümeye başladı.
I. Dünya Savaşı'nda pek zarar görmeyen şehir, II. Dünya Savaşı'nda büyük yıkıntıya uğradı. II. Dünya Savaşı sırasında, Köln Askeri Bölgesi (Wehrkreis) Münster VI Askeri Saha Komutanlığı Karargahının (Militärbereichshauptkommandoquartier) bulunduğu yerdi. Köln, Bonn, Siegburg, Aachen, Jülich, Düren ve Monschau, askeri operasyonlarından sorumlu olan Korgeneral Freiherr von Roeder Diersburg'un komutası altındaydı. Köln 211. Piyade Alayı ve 26. Topçu Alayına ev sahipliği yapıyordu. Savaş sırasında, Köln bombalanması sırasında, batılı müttefikler tarafından 262 hava saldırısına uğradı ve yaklaşık 20.000 sivil öldü. Köln, 1942'nin 31 Mayıs gecesi "Millenium Operasyonu" sırasında Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından 1000 bomba atılarak hedef oldu.
Şehrin yaklaşık üçte ikisi yandı. Bu baskın, yaklaşık 75 dakika sürdü ve 486 sivilin ölümüne ve 59.000 kişinin evsiz kalmasına sebep oldu. Savaşın sonunda, Köln nüfusu yüzde 95 oranında azaltılmıştı. Bu kayıp özellikle kırsal kesimlerde insanların büyük bir tahliyesine neden oldu. Aynı savaşın son iki yılında diğer birçok Alman şehri de saldırıya uğradı. 1945 yılı sonu itibarıyla, nüfustan yaklaşık 500.000 kişi kurtarıldı.
Savaşın sonunda, Köln'ün savaş öncesi 11.000 Yahudi nüfusu tehcir edilmişti ya da Naziler tarafından öldürülmüştü. Kentte bulunan altı sinagog yıkıldı. Roonstraße üzerinde yeni sinagog 1959 yılında yeniden inşa edildi.
1945'te savaş sona erdiğinde Köln'ün % 90'ı yıkılmış haldeydi. Savaş öncesi 800 bin olan nüfus, 104 bine düştü. Savaşın ardından özellikle İngiltere ve ABD kaynaklı yardımlarla hızla yaralarını sarmaya başlayan şehir, tekrar hızla büyümeye başladı. Yurt dışından gelen işçilerle şehir ekonomisi ve sanayisi büyük canlanma gösterdi.
Coğrafya.
Coğrafi Konumu ve İklimi.
Köln, 405,15 km² büyüklükte olup, nüfusu gibi yüzölçümü bakımından da Almanya'nın dördüncü büyük şehridir. Köln'ün rakımı 53 metredir. Şehir, Almanya'nın batısında yer alır. Ren-Ruhr bölgesinin güneyindedir. Köln genelde rüzgarsız ılıman iklimlidir ancak yıl boyu yağışlar Almanya ortalamasının üzerinde seyreder. Ren Nehri'nin etkisiyle ve çukurda yer almasından ötürü özellikle yazın nem oranı yüksektir. Bu da yaz aylarında bol yağışa neden olur.
Komşuları.
Köln, küçük yerleşim yerlerinin tam ortasında bulunan büyük bir şehirdir. Bu küçük yerleşim yerleri ile birlikte bölge nüfusu 2 milyon civarındadır. Kuzeyinde Leverkusen ve Monheim, doğusunda Bergisch Gladbach ve Rösrath, güneyinde Troisdorf, Niederkassel, Wesseling, Brühl, Hürth, batısında ise Frechen, Pulheim ve Dormagen bulunur. Eyaletin başkenti Düsseldorf, Köln'ün kuzeyinde sadece 40 km uzaklıktadır. Ülkenin eski başkenti Bonn da Köln'ün 25 km güneyindedir.
Dinler.
Köln nüfusunun % 41,6'sı Katolik, % 17,5'i Protestan, % 10'u Müslüman ve geriye kalan % 30'u ise diğer dinlere mensup veya ateisttir. Üç büyük dinin yanı sıra şehirde başka dinlere inanan birçok insan vardır. Hristiyan dünyası için tarihsel ve dinsel bir kutsallığa sahiptir. Ayrıca şehirde Musevi Cemaati için sinagoglar, Müslümanlar için de camiler bulunur. Almanya'daki Müslümanların önemli temsilcilerinden Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'nin merkezi Ehrenfeld semtinde, Köln Merkez Camii ile bir. Ayrıca Aleviler için de çok sayıda cemevi mevcuttur ve Almanya'nin Aleviler derneği Köln'de bulunmaktadır.
Politika.
Katolik nüfusun fazla oluşu Köln'deki siyasi hayatı da etkilemiştir. Hitler dönemi öncesi halk "Zentrum" - Merkez yanlısı idi. Nasyonal Sosyalist rejimin ardından Hristiyan Demokratlar - CDU ve Sosyal Demokratlar - SPD arasında, günümüze kadar süren iktidar mücadelesi oldu. SPD savaş sonrası 40 yıldan fazla şehir yönetimini idare etti. Şehirde bu partilerin dışında liberal - FDP ve yeşiller - Die Grünen/Bündnis 90ın da çok sayıda seçmenleri vardır. Belediye Başkan bağımsız Henriette Reker 'dır.
İdari yapılanma.
Köln şehri dokuz idari merkezden ve bunlara bağlı toplam 85 mahalleden oluşur.
Altstadt-Nord, Altstadt Süd, Neustadt-Nord, Neustadt-Süd ve Deutz
Bayenthal, Godorf Hahnwald, Immendorf, Marienburg, Meschenisch, Raderberg, Raderthal, Rodenkirchen, Rondorf, Sürth, Weiß ve Zollstock
Braunsfeld, Junkersdorf, Klettenberg, Lindenthal, Lövenich, Müngersdorf, Sülz, Weiden, Widdersdorf
Bickendorf, Bocklemünd/Mengenich, Ehrenfeld, Neuehrenfeld, Ossendorf ve Vogelsang
Bilderstöckchen, Longerich, Mauenheim, Niehl, Nippes, Riehl ve Weidenpesch
Blumenberg, Chorweiler, Esch/Auweiler, Fühlingen, Heimersdorf, Lindweiler Merkenich, Pesch, Roggendorf/Thenhoven, Seeberg, Volkhoven/Weiler ve Worringen
Eil, Elsdorf, Ensen, Gremberghoven, Grengel, Langel, Libur, Lind, Poll, Porz, Urbach, Wahn, Wahnheide, Westhoven ve Zündorf
Brück, Höhenberg, Humboldt/Gremberg, Kalk, Merheim, Neubrück/Ostheim, Rath/Heumar ve Vingst
Buchforst, Buchheim, Dellbrück, Dünnwald, Flittard, Höhenhaus, Holweide, Mülheim ve Stammheim
Mimari.
II. Dünya Savaşı sona erdiğinde Köln enkaz bir şehir görünümüne bürünmüştü. % 90'ı tahrip olan şehirde geçmişin mimarisini yansıtan çok az yapı ayakta kalmıştır. Ancak yer yer Romalılardan kalma yapılara bile rastlamak mümkündür. Bugün kente 1950'li yılların mimari tarzı hakimdir. Köln büyük bir şehir olmasına rağmen Almanya'nın diğer büyük şehirlerindeki gibi, birkaç istisna dışında modern gökdelenlere sahip değildir. Bundaki en önemli etken UNESCO tarafından korunan Köln Katedrali'nin her taraftan görülebilmesini sağlamaktır. Aşağıda Köln mimarisinin birkaç örneği görülmektedir.
Kültür.
Festivaller-Şenlikler.
Köln'de her yıl çeşitli eğlenceler düzenlenmektedir.
Karnaval
Köln Karnavalı, Almanya'da düzenlenen en büyük şenliklerden biridir. Burada Karnaval 11. ayın 11'inde saat 11.11'de başlar ve günlerce sürer. Sonra mola verilir ve şubat ayında eğlenceler kaldığı yerden devam eder. Karnavala şehir halkı kadar, şehre yurt içi ve dışından akın eden 1,5 - 2 milyon insan da ilgi göstermektedir.
Cologne Pride - CSD Christopher Street Day
Avrupa'daki en büyük ve kapsamlı "Onur Günü Yürüyüşleri"ndendir (GayPride). Her yıl bir milyondan fazla ziyaretçinin ilgi duyduğu bir şenliktir. Yapılan gösterilerde, 1970'lerin başında Amerikalı polislerin New York'ta eşcinsel kulüplerine yaptıkları baskınlar ve sokakta polislerce dövülen eşcinseller hatırlanmaktadır. Ayrımcılığa karşı yapılan bu protesto yürüyüşleri bol müzikli ve danslıdır. Her yıl temmuzun ilk hafta sonu düzenlenir.
c/o Pop (Cologne on Pop)
Rock ve Pop Müzik Fuar ve Festivali, yazın yapılır.
MusikTriennale Köln
20. ve 21. yüzyılın eserlerinin sunulduğu büyük bir müzik festivalidir.
Summerjam
Avrupa'nın en büyük Reggae Festivalidir. Yazın düzenlenir.
Uluslararası Köln Komedi Festivali ve Kölner Lichter de halkın ilgi gösterdiği yüzlerce festivalden sadece birkaçıdır.
Fuarlar.
Dünyaca ünlü fuarlardan bazıları şunlardır:
Lit.Cologne
Edebiyat fuarı, her yıl baharda düzenlenir.
Anuga
Beslenme ve gıda fuarı, iki yılda bir sonbaharda düzenlenir.
Photokina
Fotoğraf sanayii fuarı, iki yılda bir sonbaharda düzenlenir.
ArtCologne
Çağdaş sanat fuarı, dünyanın en eski sanat fuarıdır. Baharda düzenlenir.
Tiyatro.
Kentte birçok tiyatro salonu ve tiyatro topluluğu bulunur. Bunlardan bazıları şunlardır:
Arkadaş Theater, Artheater, Atelier-Theater, Café Duddel, Solana Theater, Casamax-Theater, Cassiopeia Theater, Comedia, Drama Köln, Freies Werkstatt-Theater, Gloria-Theater, Hänneschen-Theater, Horizont-Theater, Kölner Künstler-Theater, Klüngelpütz Kabarett-Theater, Musical Dome, Piccolo-Theater, Puppentheater Lapislazuli, Senftöpfchen-Theater, Studiobühne Köln, Theater am Dom, Theater am Sachsenring, theater Der Keller, das Theater im Bauturm, Theater im Hof, Theater Tiefrot, Theaterhaus Köln ve Volkstheater Millowitsch.
Müzeler.
Köln tam anlamıyla bir müzeler cennetidir. Kentte çok sayıda müze mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır: Kölnisches Stadtmuseum - Köln Şehir Müzesi, Museum Ludwig - Ludwig Müzesi, Wallraf Richartz Museum - Wallraf Richartz Müzesi, Römisch Germanisches Museum - Romen Cermen Müzesi, Duftmuseum - Koku Müzesi (Kolonyanın doğum yeri olan Köln Şehri'ndeki Farina Haus daha sonraları müzeye çevrilmiştir), Schokoladenmuseum - Çikolata Müzesi, Museum für Ostasiatische Kunst - Doğu Asya Sanat Müzesi.
Ekonomi.
Köln ve çevresi, Avrupa'nın önde gelen dinamik sanayi bölgelerinden biridir. Otomotivden kimyaya, hizmetlerden makine yapımına kadar pek çok branşta önde gelen isimlerin tesisleri ve merkezleri Köln'dedir. Bunlardan Ford, Bayer, Lufthansa, Kaufhof, Deutz AG akla gelen ilk şirketlerdir. Sanayinin yanı sıra turizm ve ticaret de kentin önemli gelir kaynakları arasında yer alır. Kentin konumu, ulaşım ve nakliye açısından bakıldığında da son derece caziptir. Ren nehrinin kentin ortasından geçmesi ve Ruhr bölgesine yakınlığı bu ilgiyi artırır. Uluslararası Standartlar Sertifikasyon ve Denetim Şirketi TÜV'ün merkezi de Köln'dedir. Almanya'nın önemli sigorta şirketlerinin merkezleri de yine bu şehri mesken edinmiştir. Kentin güneyinde Godorf semtinde petrol rafinerileri vardır.
Köln kaynaklı dünyaca en çok tanınmış ürün, 1709 yılında kurulan aynı zamanda kentin en eski şirketi Farina gegenüber dem Jülichs-Platz tarafından üretilir. Türkçede kısaca 'Kolonya' olarak da anılan dünyaca ünlü limon kokulu su Eau de Cologne (Fransızcadan 'Köln Suyu' olarak çevrilebilir), işte bu kentte doğmuştur.
Ulaşım.
Kentte, merkez garın (Köln Hbf) yanı sıra 28 tren istasyonu mevcuttur. Kent içi kamu ulaşımı Kölner Verkehrsbetriebe'ye (KVB) ait onlarca otobüsün yanı sıra, pek çok tramvay/metro (Stadtbahn/U-Bahn) ve Alman Federal Demiryollarına bağlı banliyö trenleri (S-Bahn) ile yapılır. Köln'deki bu olanaklar sayesinde trafik ve kamu ulaşımı sorunu azdır. Bunlarla yetinmek istemeyenler için kent genelinde 1200 ticari taksi hizmet vermektedir.
Büyük şehir olmasına karşın Köln'ün sokaklarının çoğunun dar olması yüzünden tek yön sokakların sayısı fazladır. Bu da kent merkezinde otomobille ulaşımı zorlaştırmakta, buna bir de park sorunu katmaktadır. O yüzden şehir içi ulaşımda Köln'lüler hava elverişli olduğu sürece bisikleti tercih eder. Kayıtlara geçen yaklaşık 1 milyon kadar bisiklet şehir trafiğinin % 16'sını oluştur. Pek çok tek yön sokağa bisikletle aksi yönden girmek serbesttir.
Uluslararası Köln Bonn Havalimanı da bu şehir toprakları üzerinde kurulmuştur. Havalimanı (Kod: CGN), merkezden yaklaşık 20 km uzaklıkta, kentin güneydoğusundadır. Köln merkeze trenlerle (12 dk.), Bonn merkeze ise hızlı otobüsle (20-25 dk.) ulaşılabilir. Havalimanında birbirine bağlı iki ayrı terminal binasından hizmet verilmektedir.
Köln'e çeşitli otoban ve diğer karayollarıyla ulaşmak mümkündür: A1, A3, A4, A57, A59, A555, A559, B8, B9, B51, B55, B55a, B59, B264, B506.
Ren ırmağında gemiler turistik ya da yük taşıma amaçlı olarak işler, kentin kuzeyinde sanayinin kullandığı kimi limanlar bulunur. Irmağın batı kıyısındaki hayvanat bahçesinden doğu kıyısındaki fuar parkına teleferik vardır.
Eğitim.
Köln'de çok sayıda üniversite ve kolej vardır ve yaklaşık 72.000 öğrenci eğitim ve öğrenim görür. En eski üniversitesi olan Köln Üniversitesi 1388'de kurulmuştur ve Almanya'nın en büyük üniversitesidir çünkü Köln Uygulamalı Bilimler Üniversitesi ülkedeki en büyük Uygulamalı Bilimler Üniversitesi'dir. Köln Müzik ve Dans Üniversitesi Avrupa'daki en büyük konservatuvar'dır.
Yabancılar VHS'de (Yetişkin Eğitim Merkezi) Almanca dersleri alabilirler.
Burası bir üniversite şehridir. Toplam nüfusun yaklaşık % 10'u üniversite öğrencisidir. Bu okullarda, çeşitli ülkelerden çok sayıda öğrenci okumaktadır. Üniversiteye bağlı bir de Studienkolleg vardır.
Köln'de ayrıca Almanya'nın ilk ve tek spor yüksekokulu olan Deutsche Sporthochschule Köln (DSHS ya da öğrencilerin deyimiyle SpoHo) bulunur.
Lauder Morijah Okulu (Almanca: Lauder-Morijah-Schule), Köln'deki bir Yahudi okulu daha önce kapatıldı. Rus göçü Yahudi nüfusunu artırdıktan sonra, okul 2002'de yeniden açıldı.
Medya.
Almanya'nın önde gelen en büyük medya şehirlerinden birisi olan Köln'de 30-40 bin arasında medya çalışanı vardır. WDR (Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu), RTL, VOX, n-tv ve Super RTL adlı ulusal TV kanalları ile Center TV adlı yerel kanal bu kentten yayın yapar. Bunun dışında ulusal kanallar PRO 7 ve SAT 1'de yayınlanan bazı programlar Köln'de hazırlanmaktadır.
Ayrıca kentte birçok radyo istasyonu da yayın yapmaktadır. Bunlardan WDR'ye ait altı radyo istasyonu birbirinden farklı dinleyiciye seslenmektedir. WDR bünyesinde yayın yapan Funkhaus Europa değişik dünya dillerinde (Türkçe, Kürtçe, Almanca, İtalyanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Arapça vs.) yayın yapmaktadır. Her gün saat 06.05-07.00 ve 19.30-20.00 arasında, pazar günü ise 15:00-18:00 arasında Türkçe yayın yapılır. Kuzey Ren-Vestfalya, Berlin ve Bremen'de dinlenen radyo istasyonunun ayrıca İnternet üzerinden 24 saat Türkçe yayın yapan Köln Radyosu isimli İnternet sayfası da vardır.
Kentte basılan gazete ve dergilerden bazıları: Kölner Stadt-Anzeiger, Kölnische Rundschau, Kölner Express, Bild Köln, Stadt Revue, Kölner Wochenspiegel.
Spor.
Köln'de birçok spor dalında spor kulüpleri mevcuttur. En tanınan ve en sevilen takım ise, 1. FC Köln futbol takımıdır. Bu takımın kadrosunun yarıdan fazlasını yabancı oyuncular oluşturur. Takımın maskotu ve simgesi bir keçidir. Bunun yanı sıra buz hokeyi dalında Kölner Haie, Amerikan futbolu dalında Cologne Falcons ve basketbol dalında BSC Saturn Köln Almanya'nın başarılı takımları arasında yer alır.
1997'den bu yana her yıl sonbaharda Köln Maratonu düzenlenir.
1999 yılında ilk Alman Spor ve Olimpiyat Müzesi hizmete girmiştir.
Kardeş Şehirler.
Köln'ün şu resmi kardeş şehir bağlantıları vardır:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16601",
"len_data": 15928,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.55
}
|
Babilik (Farsça: بابیه, Babiyye), 19. yüzyılda İran'da doğan dini hareket. Bab, İranlı Seyyid Ali Muhammed'in (doğ. 1819 - öl. 1850) lakabıdır. Seyyid Ali Muhammed 1844'te, yeni bir çağı müjdelediğini ve beklenen kişi (Mehdi, Kaim) olduğunu ilan etti. Bu tarihten sonra İran'da ona inanan büyük bir Babi kitlesi meydana geldi. Dönemin İran'ı gibi güçlü bir din adamı sınıfının bulunduğu bir ülkede yeni ve farklı bir dini inanışa sahip Babiler, bu tarihten ve özellikle Bab'ın 9 Temmuz 1850'de Tebriz'de kurşuna dizilmesinden sonra İran yönetimince büyük bir baskıya maruz kaldılar.
Babilerin yaşadığı değişik işkence ve idam yöntemleri, İran'da yaşayan Batılılarca ve dönemin doğu bilimcileri ve tarihçilerince (Edward G. Browne, A.L.M. Nicholas, fotoğrafçı Antoin Sevruguin gibi.) gözlemlendi. Lübnanlı yazar Amin Maalouf'un romanı "Semerkant"'ın İran'da geçen bir bölümünde baskıdan kaçıp gizlenmekte olan "Babiler" geçer.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16605",
"len_data": 926,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.83
}
|
Ankara Üniversitesi (AÜ), Ankara'da yer alan bir devlet üniversitesidir. 13 Haziran 1946 tarihinde kabul edilen 4936 sayılı kanunla kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde kurulan ilk üniversite olma özelliğini taşır. Ankara Üniversitesi 2025 yılında Times Higher Education Dünya Üniversite Sıralamasında 1501+, QS Dünya Üniversite Sıralamasında 801-850 bandında yer almıştır.
Tarihçe.
Ankara Üniversitesinin temelleri, çeşitli yükseköğretim kurumlarının bir araya gelmesiyle atılmıştır. 1925 yılında Hukuk Mektebi ile başlayan süreç, 1933'te Yüksek Ziraat Enstitüsü ve 1935'te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin kurulmasıyla devam etmiştir. 1936 yılında Ankara'ya taşınan Siyasal Bilgiler Okulu ile II. Dünya Savaşının ardından kurulan Tıp ve Fen Fakülteleri de bu yapının bir parçasını oluşturmuştur. Bu gelişmelerin sonucunda, 1946 yılında resmi olarak kurulan Ankara Üniversitesinin gelişme kronolojisi şöyledir:
2021-22 eğitim-öğretim yılında 9923 ön lisans, 48.271 lisans, 5751 yüksek lisans ve 6276 doktora öğrencisi olarak toplamda 70.221 öğrenci öğrenim görmekteydi. 2022 yılı itibari ile üniversite kapsamında 1113 profesör, 364 doçent, 281 doktor, 684 öğretim görevlisi ve 1309 araştırma görevlisi olmak üzere toplam 3751 akademik personel görev yapmaktadır.
Üniversite logosu.
Ankara Üniversitesinin sembolü olan Güneş Kursu, genellikle Hitit uygarlığına ait bir eser olarak kabul edilir. 1935 yılında Hamit Zübeyr Koşay ve Remzi Oğuz Arık tarafından bulunan eser, ilk kez Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarafından sembol olarak benimsenmiş, Ankara Üniversitesi kurulduktan sonra da Üniversite'nin sembolü olarak Güneş Kursu kullanılmıştır.
TIPDİL.
TIPDİL, Ankara Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Dil Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÖMER) adına Ankara Üniversitesi Sınav Yönetim Merkezi (ASYM) tarafından yapılan yabancı dil seviye belirleme sınavıdır. TUS ve DUS adaylarının bilim sınavına girebilmeleri için yabancı dil yeterlilik sınavlarını geçme şartı aranmaktadır. Daha önce uygulamada olan YDS 'ye alternatif olarak hayata geçirilen bir sınavdır
Tıpdil sınavı yılda 2 kez, İngilizce, Almanca ve Fransızca olmak üzere 3 farklı dilde yapılmaktadır. Sınav 150 dakika sürmekte ve 80 sorudan oluşmaktadır. İlk sınav 31 Ağustos 2014 tarihinde yapılmıştır Kelime Bilgisi ve dil bilgisi, çeviri, cümle tamamlama gibi soru türlerinden oluşan bir sınav olarak yapılmıştır. Sınavda yanlışlar doğruyu götürmemektedir. Adayların sınavdan başarılı sayılabilmeleri için 80 sorunda en az 40 doğu yaparak 50 ve üzeri puan almaları gerekmektedir. Tıpdil sınavında başarılı olan adaylar için sınavın 5 yıl geçerlilik süresi vardır.
Sınav işlemleri, Ankara Üniversitesi Sınav Yönetim Merkezi internet sitesinden yapılmaktadır.
Ankara Üniversitesi yayınları.
Ankara Üniversitesi Communication Dergisi.
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi tarafından çıkarılan Communication A1, A2, B ve C serilerinde Matematik, İstatistik, Fizik, Fizik Mühendisliği, Elektronik Mühendisliği, Astronomi, Kimya, Kimya Mühendisliği, Biyoloji, Jeoloji Mühendisliği ve Jeofizik Mühendisliği'nin çeşitli dallarında yazılmış özgün araştırma makalelerine yer verilir. Ayrıca editör tarafından çağrıda bulunulan, konusunda uzman tanınmış bilim adamlarınca hazırlanmış son gelişmeleri içeren inceleme tipi çalışmalara yer verilen dergidir.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi.
1942 yılından beri yayın hayatında olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi Sümerce ve Hititçeden Latince ve Yunancaya, antik doğu ve batı dilleri yanında modern diller ile coğrafya, felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji Türk ve Türkiye tarihi gibi çeşitli sosyal bilimlerin farklı alanlarında kaynak yayınlar arasında yer almaktadır.
Ankara Üniversitesi D.T.C.F. Felsefe Bölümü Araştırma Dergisi.
1963 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından çıkarılmaya başlanan Araştırma Dergisi günümüze dek çıkmayı başarmıştır. Özgün inceleme ve araştırmaya dayalı felsefe ve düşünce alanında yayın yapan Araştırma Dergisi aynı zamanda akademik bir yayın olma özelliğini taşır.
Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dergisi.
Farmasötik Bilimlerin tüm alanlarındaki önemli gelişmeleri içeren orijinal araştırmalar, kısa bildiriler ve derlemelerin yayınlanması için uluslararası bir ortamdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16606",
"len_data": 4300,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.33
}
|
Sibernetik "(Yunanca kybernétes: "dümenci")" veya güdüm bilimi; canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalıdır.
Sibernetik, düzenli sistemlerin, bu sistemlerin yapılarının, limitlerinin ve sistemin imkânlarının araştırılmasına ilişkin disiplinlerarası bir yaklaşımı içerir. Sibernetiğin konu aldığı sistemler mekanik, fiziksel, biyolojik, düşünsel ve sosyal olabilir.
Sibernetik yaklaşım eylemin çevresinde yol açtığı değişimlerin sistem içinde geribildirim yolu ile yansıtıldığı, kapalı sinyal döngüsü içeren sistemlere uygulanır. Sibernetik sistemlerin geribildirimler sayesinde değişime uğraması, “dairesel nedensellik” ilişkisi olarak tanımlanır.
Sibernetiğin ele aldığı kavramlar arasında öğrenme, bilişsellik, sosyal kontrol, belirme, iletişim, verimlilik ve tesir yer almaktadır. Çeşitli bilim alanlarından farklı olarak, sibernetik bu kavramları özgün organizma ya da cihaz bağlamında soyutlayarak ele alır.
Sibernetiğin etkilediği ya da sibernetikten etkilenen çalışma alanları arasında oyun teorisi, sistem teorisi (sibernetiğin matematiksel karşılığı), algısal kontrol teorisi, sosyoloji, psikoloji (özellikle nöropsikoloji, davranışsal psikoloji, bilişsel psikoloji alanlarında), felsefe ve mimarlık yer almaktadır.
Sibernetik terimi ilk olarak Fransız matematikçi ve fizikçi André-Marie Ampère tarafından kullanılmıştır. Terim, Amperè'nin 1834 yılında yönetim bilimlerini konu alan "" isimli eserinde yer almıştır. Terim güncel anlamını Norbert Wiener’in 1948 tarihli Sibernetik ya da hayvan ve makinelerde kontrol ve iletişim isimli kitabı ile edinmiştir.
Modern sibernetiğin kurucuları arasında gösterilen Amerikalı matematikçi ve felsefeci Norbert Wiener, sibernetiği insan ve hayvanlarda kontrol ve iletişimi konu alan çalışma alanı olarak tanımlamıştır.
Sibernetik ve El Cezeri.
12. yüzyılda Cizre'li fizikçi, robot ve matris ustası bilim insanı El-Cezeri, sibernetik alanın ilk isimlerindendir. Dünya bilim tarihi açısından bugünkü sibernetik ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim insanı olan El Cezerî, "Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap" (El Câmi-u'l Beyn'el İlmî ve El-Amelî'en Nâfi fî Sınâ'ati'l Hiyel, Arapça: بَيْنْ اَلْعِلْمِ وَالْعَمَلِ اَلنَّافِعْ فِي صِناعَةُ الْحِيَلْ) adlı eserinde ortaya koydu. 50'den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği bu olağanüstü kitapta Cizirî, “Tatbikata çevrilmeyen her teknik ilmin, doğru ile yanlış arasında kalacağını” söyler. Bu kitabın orijinali günümüze kadar ulaşamadıysa da, bilinen 15 kopyasından 10'u Avrupa'nın farklı müzelerinde, 5 tanesi Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde yer almaktadır.
İnsanî ve mekanik sistemlerin çalışma tarzı ve fonksiyonlarını daha iyi anlatabilmek amacıyla, bilgi işlem sistemleri ve canlı varlıkların kontrol ve iş haberleşme yöntemlerinin karşılaştırmalı araştırılmasına dayanır. Sibernetik, birden fazla disiplin oluşturmakla ilgili olup bilim dallarının her biriyle tam bir uygunluk içinde olan bir dizi kavram yardımıyla bu dallar arasında tam bir ilişki kurulmasını sağlar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16609",
"len_data": 3111,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.83
}
|
Kaos teorisi, kaos kuramı veya kargaşa kuramı; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir.
Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkânsızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması, aslında o parametrelerin aynı zamanda bir çıktı olmasından kaynaklanır. Dumanın hareketine neden olan hafif bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen girdiler birbirlerine bağlı olabilirler ki bu durumu tam anlamıyla içinden çıkılmaz hâle sokar. Sigara dumanı örneğine geri dönersek, hava akımının yalnızca sıcaklık değişiminden kaynaklandığını farz edelim (ki pratikte bu milyonlarca etkenden biridir). Sıcaklık değişimi ortamda basınç farkı yarattığından hava akımını etkiler. Ancak oluşan hava akımı sıcaklıkta tekrar değişimlere neden olacağından farklı girdilerle tekrar bir fonksiyon oluşturur ve bu değişim sonsuza kadar devam eder. Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler ve farklı düzenler yaratması ve bu düzenlerin yine kendisini etkilemesi insan zekasının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hakimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve kaosun aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur.
Sayısal bilgisayarların ve onların çıktılarını çok kolay görülebilir hâle getiren ekranların ortaya çıkmasıyla gelişti ve son on yıl içinde popülerlik kazandı. Ancak kaotik davranış gösteren sistemlerde kestirim yapmanın imkânsızlığı bu popüler görüntüyle birleşince, bilim insanları konuya oldukça kuşkucu bir gözle bakmaya başladılar. Fakat son yıllarda kaos teorisinin ve onun bir uzantısı olan fraktal geometrinin, borsadan meteorolojiye, iletişimden tıbba, kimyadan mekaniğe kadar uzanan çok farklı dallarda önemli kullanım alanları bulması ile bu kuşkular giderek yok olmaktadır.
Gelişimi.
Teoriye temel oluşturan matematiksel ve temel bilimsel bulgular, 18. yüzyıla, hatta bazı gözlemler antik çağlara kadar geri gitmektedir. Yunan ve Çin mitolojilerinde yaradılış efsanelerinde başlangıçta bir kaosun olması rastlantı değildir. Özellikle Çin mitolojisindeki kaosun, bugün bilimsel dilde tanımladığımız olgularla hayret verici bir benzerliği olduğu görülür. Batı'da da daha sonraki dönemlerde bilim insanları tarafından karmaşık olgulara dair gözlemler yapılmıştır. Poincare, Weierstrass, von Koch, Cantor, Peano, Hausdorff, Besikoviç gibi çok üst düzey matematikçiler tarafından bu teorinin temel kavramları bulunmuştur.
Uygulama.
Tümevarım.
Karmaşık sistem teorisinin ardında yatan yaklaşımı felsefe, özellikle de bilim felsefesi açısından incelenecek olunursa, ortaya ilginç bir olgu çıkar. Aslında bugün pozitif bilim olarak nitelendirilen şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, sentetik oluşu yani parçadan tüme yönelmesidir (tümevarım).
Genelde karmaşık problemleri çözmede kullanılan ve bazen çok iyi sonuçlar veren bu yöntem gereğince, önce problem parçalanır ve ortaya çıkan daha basit alt problemler incelenir. Sonra, bu alt problemlerin çözümleri birleştirilerek, tüm problemin çözümü oluşturulur. Ancak bu yaklaşım görmezden gelerek ihmal ettiği parçalar arasındaki ilişkilerdir. Böyle bir sistem parçalandığında, bu ilişkiler yok olur ve parçaların tek tek çözümlerinin toplamı, asıl sistemin davranışını vermekten çok uzak olabilir.
Tümdengelim.
Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmaktır. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelimi Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür. Kaos ya da karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir. Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar doğrusallığın geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır.
Doğrusal bir sistemin girdisini codice_1, çıktısını da codice_2 kabul edersek, codice_3 arasında doğrusal sistemlere özgü şu ilişkiler olacaktır:
Bu özellikleri sağlayan sistemlere verilen karmaşık bir girdiyi parçalara ayırıp her birine karşılık gelen çıktıyı bulabilir, sonra bu çıktıların hepsini toplayarak karmaşık girdinin yanıtını elde edebiliriz. Ayrıca, doğrusal bir sistemin girdisini ölçerken yapacağımız ufak bir hata, çıktının hesabında da başlangıçtaki ölçüm hatasına orantılı bir hata verecektir. Hâlbuki doğrusal olmayan bir sistemde codice_2’yi kestirmeye çalıştığımızda ortaya çıkacak hata, codice_1'in ölçümündeki ufak hata ile orantılı olmayacak, çok daha ciddi sapma ve yanılmalara yol açacaktır. İşte bu özelliklerinden dolayı doğrusal olmayan sistemler kaotik davranma potansiyelini içlerinde taşırlar.
Kaos görüşünün getirdiği en önemli değişikliklerden biri ise, kestirilemez determinizmdir. Sistemin yapısını ne kadar iyi modellersek modelleyelim, bir hata bile (Heisenberg belirsizlik kuralı'na göre çok ufak da olsa, mutlaka bir hata olacaktır), yapacağımız kestirmede tamamen yanlış sonuçlara yol açacaktır. Buna başlangıç koşullarına duyarlılık adı verilir ve bu özellikten dolayı sistem tamamen nedensel olarak çalıştığı halde uzun vadeli doğru bir kestirim mümkün olmaz. Bugünkü değerleri ne kadar iyi ölçersek ölçelim, 30 gün sonra saat 12'de hava sıcaklığının ne olacağını kestiremeyiz. Bu görüş paralelinde ortaya konan en ünlü örnek ise Kelebek Etkisi denen modellemedir. Bu modelleme, en basit hâliyle şu iddiayı taşır: "Çin de kanat çırpan bir kelebek ABD de bir fırtınaya neden olabilir". Kelebek etkisine verilebilecek bir diğer örnek de 1861-1865 yılları arasında süren Amerikan İç Savaşı'dır. Amerika'nın güney eyaletleri dış işlerde birbirine bağımlı ama iç işlerinde bağımsız olmak yani konfederasyon isterken, kuzey eyaletleri birbirine çok daha katı bir şekilde bağlı olmak isterler, yani federasyon isterler. Ayrıca kuzeyde modern kapitalizmin kuralları gereğince, emek gücüne harcadığı emek karşılığı ücret yani yevmiye ya da maaş ödenirken, güneyde ise köle iş gücü vardır. Kuzey eyaletleri Amerika'nın güney eyaletlerindeki köle iş gücünün tasfiye olmasını isterler, çünkü böylece kuzeye gelecek olan fazla iş gücü yüzünden işçilik ücretleri düşecektir. Bundan dolayı Amerika'nın kuzey ve güney eyaletleri arasında 1861 yılında savaş çıkar ve kuzey eyaletleri Amerika'nın güney eyaletlerinin limanlarını ablukaya alırlar. Amerika'nın güney eyaletleri ise İngiltere ve Rusya'ya pamuk satamaz ve 19. yy'ın en önemli sanayilerinden birisi tekstildir. Bunun üzerine Rusya ve İngiltere pamuk yetiştirebileceği alanlar araştırmaya başlar. 1860lardan 1880lere kadar Rusya tüm Orta Asya'yı işgal eder, çünkü burası pamuk üretimi için çok elverişlidir. İngiltere ise Hindistan'ın Doğu kısmını işgal eder yine pamuk üretimi için. Görüldüğü gibi, Amerika'da çıkan bir iç savaş neticesinde Orta Asya'yı Rusya işgal ederken Doğu Hindistan'ı da İngiltere işgal etmiştir. İşte "Kelebek Etkisi" ya da "Kaos Teorisi" buna denir.
Dış bağlantılar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16612",
"len_data": 7602,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.3
}
|
Viki, bir iş birliği etrafında toplanan kimselerin web tarayıcı üzerinden yeni sayfalar oluşturmasına, sayfalarda düzenlemeler yapmasına ve bu sayfaları birbirine bağlamasına olanak sağlayan MediaWiki vb. bir yazılım altyapısı kullanan web sitelerinin genel adıdır.
Viki sitelerinde kullanıcılar kolayca büyük dokümantasyonlar oluşturabilir. Diff özelliği sayesinde sayfanın önceki sürümleri görülebilir ve böylelikle belgeler arasındaki sürüm farklılıkları takip edilebilir. Sayfalar arasındaki bağlantılar ve sayfa biçimlemeleri sistem tarafından otomatik olarak yapılandırılacağından, bilgiye erişme ve bilgi belgeleme Viki ile son derece kolaylaşmaktadır ve ayrıca son yapılan araştırmalar sonucunda en çok tıklananlar arasında yerini almıştır.
Hem kamuya açık hem de özel olmak üzere yüz binlerce Viki kullanımdadır ve bunlar arasında bilgi yönetimi kaynakları, not alma araçları, topluluk web siteleri ve intranetler olarak işlev gören Vikiler de vardır. İlk Viki yazılımı olan WikiWikiWeb'in geliştiricisi olan Ward Cunningham, Viki'yi başlangıçta "çalışabilecek en basit çevrimiçi veritabanı" olarak tanımlamıştır.
Köken.
Viki ismi Hawaii dilinde "hızlı" anlamına gelen wiki kelimesinden türetilmiştir. İlk basit viki sitesi olan WikiWikiWeb'i Ward Cunningham oluşturmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16614",
"len_data": 1282,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.61
}
|
Hasan Kaçan, (d. 10 Aralık 1957, Kayseri), Türk karikatürist, senarist, film yönetmeni, televizyon sunucusu ve oyuncu.
Hayatı.
1957 yılında Kayseri'nin İncesu ilçesinde doğdu. Daha sonra çok küçük yaşta ailesiyle Kayseri'den İstanbul'a geldi. Babası Ali Kaçan, annesi Havva Solmaz Kaçan'dır. Ortaokul yıllarında Oğuz Aral'la karşılaşmasıyla hayatı farklı bir yöne girdi. O dönemdeki mizah anlayışını 15 yıl boyunca Gırgır ve Ustura dergilerinde sergileyen Kaçan, gelişiminde Aral'ın rolünü her fırsatta vurguladı. Gırgır'dan sonra Semih Balcıoğlu ile birlikte Hıbır dergisini kuran ve orada da karikatürler çizen Kaçan, televizyon ve sinemada da oyuncu olarak kendini gösterdi. 1995-1997 yılları arasında Kanal 7'de kendi adını taşıyan "Hasan Kaçan Folk Şov" adlı talk show televizyon programını ve ayrıca yine 2018-2019 yılları arasında TRT 1'de yayınlanan Zaman Matinesi'ni ve TRT 2'de "Çizgi Atölyesi" adlı karikatür programını sundu. Gırgır, Ustura, Hıbır ve Keskin Ustura'da çizdiği karikatür dizileri, "Eşşeek Heriff" ve "Cork" başlıklarıyla yayınlandı.
90'lı yıllarda Cumhuriyet ve Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Ekmek Teknesi dizisine senaristlik yaptı ve dizide Heredot Cevdet karakterini; Eşref Saati dizisinde de "Kaptan Küstü" karakterini canlandırdı. 2008'deki A.R.O.G filminde "Mağara Adamı" rolünü oynadı.
1994-1997 yılları arasında Ulvi Alacakaptan ve diğer birkaç arkadaşı ile birlikte Yeni Şafak gazetesine bağlı bir ek olarak Keskin Ustura adında cuma günleri yayımlanan muhafazakar bir mizah dergisi çıkardı.
Pana Film'in 4 Ağustos 2011 tarihinde hisselerini satmasına kadar yapımcı ortaklarından olmuştur. Kaçan, 2010-2011 yılları arasında TRT 1'de yayımlanan Halil İbrahim Sofrası adlı dizide "Berber Ali" rolünü canlandırdı. Leyla ile Mecnun dizisinin 14 Mayıs 2012 ve 7 Ocak 2013 tarihlerinde yayımlanan bölümlerinde konuk oyuncu olarak yer aldı. Daha sonra, TRT 1'de yayımlanan Gönül Hırsızı adlı dizide emekli kaptan pilot "Nadir" rolünü canlandırdı. 2018 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlatılan imar affının tanıtım filminde oynadı. 2020'de Tövbeler Olsun başlıklı komedi dizisinin yapımcı/senaristi oldu.
Özel hayatı
Hasan Kaçan, sinemaya da uyarlanan Ağır Roman başlıklı romanın yazarı olan Metin Kaçan'ın ve Kurtlar Vadisi ve Kurtlar Vadisi Pusu'da Pürmüz Hasan karakterini canlandıran oyuncu Fatih Kaçan'nın da ağabeyidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16615",
"len_data": 2391,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.22
}
|
Jules Henri Poincare (; 29 Nisan 1854 – 17 Temmuz 1912) Fransız matematikçi, teorik fizikçi, mühendis ve bilim felsefecisiydi. Yaşamı boyunca var olduğu şekliyle disiplinin tüm alanlarında mükemmel olduğundan, genellikle bir bilge ve matematikte "Son Evrenselci (The Last Universalist)" olarak tanımlanır.
Bir matematikçi ve fizikçi olarak, soyut ve uygulamalı matematiğe, matematiksel fiziğe ve gök mekaniğine birçok özgün temel katkı yaptı. Poincaré, üç cisim problemi üzerine yaptığı araştırmada, modern kaos teorisinin temellerini atan bir kaotik determinist sistemi keşfeden ilk kişi oldu. Ayrıca topoloji alanının kurucularından biri olarak kabul edilir.
Poincaré, farklı dönüşümler altında fizik yasalarının değişmezliğine dikkat etmenin önemini açıkça ortaya koydu ve Lorentz dönüşümlerini modern simetrik formlarında sunan ilk kişi oldu. Poincare kalan göreli hız dönüşümlerini keşfetti ve bunları 1905'te Hendrik Lorentz'e yazdığı bir mektupta kaydetti. Böylece, özel görelilik teorisinin formülasyonunda önemli bir adım olan tüm Maxwell denklemlerinin mükemmel değişmezliğini elde etti. 1905 yılında Poincaré ilk olarak bir cisimden yayılan ve Lorentz dönüşümlerinin gerektirdiği şekilde ışık hızında yayılan kütleçekim dalgalarını ("ondes gravifiques") önerdi.
Fizik ve matematikte kullanılan Poincaré grubuna onun adı verildi.
20. yüzyılın başlarında, 2002-2003 yıllarında Grigori Perelman tarafından çözülene kadar matematikteki ünlü çözülmemiş problemlerden biri haline gelen Poincaré varsayımını formüle etti.
Hayatı.
Poincaré, 29 Nisan 1854'te Nancy, Meurthe-et-Moselle'deki Cité Ducale semtinde etkili bir Fransız ailesinde doğdu. Babası Léon Poincaré (1828-1892) Nancy Üniversitesi'nde tıp profesörüydü. Küçük kız kardeşi Aline, manevi filozof Émile Boutroux ile evlendi. Henri'nin ailesinin bir diğer önemli üyesi, 1913'ten 1920'ye kadar Fransa Cumhurbaşkanı olarak görev yapacak olan Académie française'nin bir üyesi olan kuzeni Raymond Poincaré idi.
Eğitimi.
Çocukluğunda bir süre difteri hastalığına yakalandı ve annesi Eugenie Launois'den (1830-1897) özel eğitim aldı.
1862'de Henri, Nancy'deki Lycée'ye girdi.(şimdi onun onuruna yine Nancy'de olan Henri Poincaré Üniversitesi ile birlikte, olarak yeniden adlandırıldı.). Lisede on bir yıl geçirdi ve bu süre zarfında okuduğu her konuda en iyi öğrencilerden biri olduğunu kanıtladı. Yazılı kompozisyonda mükemmeldi. Matematik öğretmeni onu bir "matematik canavarı" olarak tanımladı ve Fransa'daki tüm Liselerin en iyi öğrencileri arasında bir yarışma olan concours général'de birincilik ödülleri kazandı. En zayıf dersleri, "en iyi ihtimalle ortalama" olarak tanımlandığı müzik ve beden eğitimiydi. Ancak, görme zayıflığı ve dalgınlığa eğilim bu zorlukları açıklayabilir. 1871'de Lycée'den hem edebiyat hem de bilimde bir bakalorya ile mezun oldu.
1870 Fransa-Prusya Savaşı sırasında, Ambulans Kolordusu'nda babasının yanında görev yaptı.
Poincaré, 1873'te École Polytechnique'e en iyi eleme derecesi ile girdi ve 1875'te mezun oldu. Orada Charles Hermite'in öğrencisi olarak matematik okudu, sivrilmeye devam etti ve 1874'te ilk makalesini ("Démonstration nouvelle des propriétés de l'indicatrice d'une Surface") yayınladı. Kasım 1875'ten Haziran 1878'e kadar École des Mines'de okudu, maden mühendisliği müfredatına ek olarak matematik çalışmasına devam etti ve Mart 1879'da sıradan maden mühendisi derecesini aldı.
Ecole des Mines mezunu olarak, kuzeydoğu Fransa'daki Vesoul bölgesi için müfettiş olarak Corps des Mines'e katıldı. Ağustos 1879'da Magny'de 18 madencinin öldüğü bir maden felaketi mahallindeydi. Kazayla ilgili resmi soruşturmayı karakteristik olarak kapsamlı ve insani bir şekilde yürütmüştür.
Aynı zamanda, Poincare, Charles Hermite'in gözetiminde matematik alanında Bilim Doktorasına hazırlanıyordu. Doktora tezi, "Sur les propriétés des fonctions définies par les équations aux différences partielles" diferansiyel denklemler alanındaydı. Poincare, bu denklemlerin özelliklerini incelemek için yeni bir yol tasarladı. Sadece bu tür denklemlerin integralini belirleme sorunuyla karşı karşıya kalmadı, aynı zamanda genel geometrik özelliklerini inceleyen ilk kişiydi. Güneş Sistemi içinde serbest hareket halindeki birden fazla cismin davranışını modellemek için kullanılabileceğini fark etti. Poincare, 1879'da Paris Üniversitesi'nden mezun oldu.
İlk bilimsel başarıları.
Derecesini aldıktan sonra, Poincare, Normandiya'daki Caen Üniversitesi'nde (Aralık 1879'da) matematik alanında genç öğretim görevlisi olarak ders vermeye başladı. Aynı zamanda, bir sınıf otomorfik fonksiyonların incelenmesine ilişkin ilk büyük makalesini yayınladı.
Orada, Caen'de müstakbel eşi Louise Poulain d'Andecy ile tanıştı ve 20 Nisan 1881'de evlendiler. Dört çocukları oldu: Jeanne (1887 doğumlu), Yvonne (1889 doğumlu), Henriette (1891 doğumlu) ve Léon (1893 doğumlu).
Poincaré hemen Avrupa'nın en büyük matematikçileri arasına yerini aldı ve birçok önde gelen matematikçinin dikkatini çekti. 1881'de Poincaré, Paris Üniversitesi Fen Fakültesi'nde öğretim görevlisi pozisyonuna davet edildi; daveti kabul etti. 1883-1897 yılları arasında École Polytechnique'de matematiksel analiz dersleri verdi.
1881-1882'de Poincare yeni bir matematik dalı yarattı: diferansiyel denklemlerin nitel teorisi. Denklemi çözmek zorunda kalmadan bir çözüm ailesinin davranışı hakkında en önemli bilgiyi elde etmenin nasıl mümkün olduğunu gösterdi (çünkü bu her zaman mümkün olmayabilir). Bu yaklaşımı gök mekaniği ve matematiksel fizikteki problemlere başarıyla kullandı.
Kariyeri.
Madencilik kariyerini asla tamamen matematiğe bırakmadı. 1881'den 1885'e kadar Kuzey demir yolu gelişiminden sorumlu bir mühendis olarak Kamu Hizmetleri Bakanlığı'nda çalıştı. Sonunda 1893'te Corps de Mines'in baş mühendisi ve 1910'da genel müfettiş oldu.
1881'den başlayarak ve kariyerinin geri kalanında Paris Üniversitesi'nde (Sorbonne) ders verdi. Başlangıçta "maître de conférences d'analyse" (analiz doçenti) olarak atandı. Sonunda, Fiziksel ve Deneysel Mekanik, Matematiksel Fizik ve Olasılık Teorisi, ve Gök Mekaniği ve Astronomi kürsülerinde bulundu.
1887'de Poincaré, henüz 32 yaşındayken Fransız Bilimler Akademisi'ne seçildi. 1906'da başkanı oldu ve 5 Mart 1908'de Académie française'e seçildi.
1887'de, yörüngede dönen çoklu cisimlerin serbest hareketiyle ilgili üç cisim probleminin çözümü için İsveç Kralı II. Oscar'ın matematik yarışmasını kazandı. (Aşağıdaki üç cisim problemi bölümüne bakın.)
1893'te Poincaré, onu dünyanın her yerindeki zaman senkronizasyonu ile meşgul eden Fransız Bureau des Longitudes'a katıldı. 1897'de Poincare, dairesel ölçünün ve dolayısıyla zaman ve boylamın ondalıklaştırılması için başarısız bir öneriyi destekledi. Onu uluslararası zaman dilimleri oluşturma ve göreceli hareket halindeki cisimler arasındaki zamanın senkronizasyonu sorununu düşünmeye iten bu yazıydı. (Aşağıdaki görelilik üzerine çalışmaya bakın.)
1899'da ve yine daha başarılı bir şekilde 1904'te Alfred Dreyfus'un davalarına müdahil oldu. Fransız ordusunda vatana ihanetle suçlanan bir Yahudi subayı olan Dreyfus'a karşı getirilen bazı delillerin sahte bilimsel iddialarını eleştirdi.
Poincaré, 1901'den 1903'e kadar Fransız astronomi topluluğu olan Société Astronomique de France (SAF)'ın başkanlığını yaptı.
Öğrencileri.
Poincaré'nin Paris Üniversitesi'nde iki önemli doktora öğrencisi vardı, Louis Bachelier (1900) ve Dimitrie Pompeiu (1905).
Ölümü.
1912'de Poincaré prostat sorunu nedeniyle ameliyat oldu ve ardından 17 Temmuz 1912'de Paris'te bir emboliden öldüğünde 58 yaşındaydı. Paris'teki Montparnasse Mezarlığı'ndaki Poincaré aile mezarına gömüldü.
Fransa'nın eski Eğitim Bakanı Claude Allègre, 2004'te Poincaré'nin en yüksek onurlu Fransız vatandaşlarına ayrılmış olan Paris'teki Panthéon'da yeniden gömülmesini önerdi.
Çalışmaları.
Özet.
Poincaré, gök mekaniği, akışkanlar mekaniği, optik, elektrik, telgraf, kılcallık, esneklik, termodinamik, potansiyel kuram, kuantum teorisi, görelilik teorisi ve fiziksel kozmoloji gibi soyut ve uygulamalı matematiğin ayrı alanlarına birçok katkı yaptı.
Ayrıca matematik ve fiziğin popülerleştiricisiydi, sıradan halk için birkaç kitap yazdı.
Katkıda bulunduğu belirli konular arasında şunlar yer almaktadır:
Üç cisim problemi.
Güneş Sisteminde yörüngede dönen ikiden fazla cismin hareketine genel bir çözüm bulma problemi, Newton'un zamanından beri matematikçilerin gözünden kaçmıştı. Bu, başlangıçta üç cisim problemi ve daha sonra "n"’nin ikiden fazla yörüngedeki cisimlerin herhangi bir sayısı olduğu "n"-cisim problemi olarak biliniyordu. "n"-cisim çözümü, 19. yüzyılın sonunda çok önemli ve zorlu kabul edildi. Nitekim 1887'de 60. yaş günü şerefine Gösta Mittag-Leffler'in tavsiyesiyle İsveç Kralı II. Oscar, soruna çözüm bulabilen herkese bir ödül verdi.
Problemin çözülememesi durumunda, klasik mekaniğe herhangi bir başka önemli katkının ödüle değer olduğu düşünülürdü. Asıl problem çözmemiş olsa da ödül sonunda Poincaré'ye verildi. Hakemlerden biri, seçkin Karl Weierstrass, "Bu çalışmanın, önerilen problemin tam çözümünü sağladığı düşünülemez, ancak yine de, yayınlanması göksel mekanik tarihte yeni bir çağı başlatacak kadar önemlidir." (Katkısının ilk versiyonu ciddi bir hata bile içeriyordu; ayrıntılar için Diacu'nun makalesine ve Barrow-Green'in kitabına bakın). Sonunda basılan versiyon, kaos teorisine yol açan birçok önemli fikri içeriyordu. Başlangıçta belirtildiği gibi problem nihayet 1912'de Karl F. Sundman tarafından "n = 3" için çözüldü ve 1990'larda Qiudong Wang tarafından "n > 3" cisim durumuna genelleştirildi.
Görelilik üzerine çalışma.
Yerel zaman.
Poincaré'nin Bureau des Longitudes'deki uluslararası zaman dilimleri oluşturma konusundaki çalışması, onu, mutlak uzaya (veya "ışıklı eter") göre farklı hızlarda hareket eden Dünya'da hareketsiz olan saatlerin nasıl senkronize edilebileceğini düşünmeye yöneltti. Aynı zamanda, Hollandalı teorisyen Hendrik Lorentz, Maxwell'in teorisini, yüklü parçacıkların ("elektronlar" veya "iyonlar") hareketi ve bunların radyasyonla etkileşimi teorisine dönüştürüyordu. 1895'te Lorentz, "yerel saat" adı verilen (fiziksel yorumu olmayan) yardımcı bir niceliği tanıtmıştı. formula_1 ve etere göre hareketi algılamak için optik ve elektrik deneylerinin başarısızlığını açıklamak amacıyla uzunluk daralması hipotezini tanıttı (bkz. Michelson-Morley deneyi). Poincaré, Lorentz'in teorisinin sürekli bir yorumcusu (ve bazen dostça bir eleştirmeni) idi. Poincare, bir filozof olarak "daha derin anlam (deeper meaning)" ile ilgilendi. Böylece Lorentz'in teorisini yorumladı ve bunu yaparken şimdi özel görelilik ile ilişkilendirilen pek çok içgörü buldu. Poincare, 'da (1898) şöyle demiştir: "Bütün bu olumlamaların kendi başlarına hiçbir anlamı olmadığını anlamak için biraz düşünmek yeterlidir. Sadece bir geleneğin sonucu olarak bir tane alabilirler." Ayrıca bilim insanlarının, fiziksel teorilere en basit biçimi vermek için bir varsayım olarak ışık hızının sabitliğini belirlemeleri gerektiğini savundu. Bu varsayımlara dayanarak 1900'de Lorentz'in yerel zamanın "harika icadı"nı tartıştı ve hareket halindeki saatlerin, hareketli bir çerçevede her iki yönde aynı hızda hareket ettiği varsayılan ışık sinyallerinin değiş tokuşuyla senkronize edildiğinde ortaya çıktığını belirtti.
Görelilik ilkesi ve Lorentz dönüşümleri.
1881'de Poincaré hiperbolik geometriyi hiperboloid model açısından tanımladı ve Lorentz aralığını değişmez bırakan dönüşümleri formüle etti. formula_2, bu da onları 2+1 boyutlarındaki Lorentz dönüşümlerine matematiksel olarak eşdeğer kılar. Ek olarak, Poincaré'nin hiperbolik geometrinin diğer modelleri (Poincaré disk modeli, Poincaré yarı-düzlem modeli) ve Beltrami-Klein modeli göreli hız uzayıyla ilişkilendirilebilir (bkz. Jirovektör uzayı).
1892'de Poincare, polarizasyon da dahil olmak üzere bir ışığın matematiksel teorisini geliştirdi. Polarize durumları temsil eden bir küre üzerinde hareket eden polarizörlerin ve yavaşlatıcıların eylemi hakkındaki vizyonuna Poincaré küresi denir. Poincaré küresinin, Lorentz dönüşümlerinin ve hız eklemelerinin geometrik bir temsili olarak kullanılabileceği, temel bir Lorentz simetrisine sahip olduğu gösterildi.
1900'de iki makalede "göreceli hareket ilkesini" tartıştı ve 1904'te ona görelilik ilkesi adını verdi; buna göre hiçbir fiziksel deney, düzgün bir hareket durumu ile bir dinlenme durumu arasında ayrım yapamaz. 1905'te Poincare, Lorentz'e, Lorentz'in 1904 tarihli ve Poincaré'nin "son derece önemli bir makale" olarak tanımladığı makalesi hakkında yazdı. Bu mektupta Lorentz'in dönüşümünü Maxwell'in yük dolu uzay için olan denklemlerinden birine uyguladığında yaptığı bir hataya işaret etti ve ayrıca Lorentz tarafından verilen zaman genleşmesi faktörünü sorguladı. Lorentz'e yazdığı ikinci bir mektupta Poincaré, Lorentz'in zaman genişletme faktörünün gerçekten de neden doğru olduğunu kendi nedeniyle açıkladı - Lorentz dönüşümünü bir grup haline getirmek gerekliydi - ve şimdi göreli hız-toplama yasası olarak bilinen şeyi verdi. Poincaré daha sonra 5 Haziran 1905'te Paris'teki Bilimler Akademisi toplantısında bu konuların ele alındığı bir bildiri sundu. Bunun yayınlanan versiyonunda şunları yazdı:
ve dönüşümlerin bir grup oluşturması için formula_3 keyfi fonksiyonunun tüm formula_4 (Lorentz formula_5'i farklı bir argümanla ayarlamıştı) değerleri için tekil olması gerektiğini gösterdi. 1906'da yayınlanan makalenin genişletilmiş bir versiyonunda Poincare, formula_6 kombinasyonunun değişmez olduğuna işaret etti. Bir Lorentz dönüşümünün formula_7'i dördüncü sanal koordinat olarak tanıtarak yalnızca dört boyutlu uzayda orijin etrafında bir dönüşüm olduğunu kaydetti ve dört vektörün erken bir biçimini kullandı. Poincaré, 1907'de yeni mekaniğinin dört boyutlu yeniden formüle edilmesine ilgi eksikliğini dile getirdi, çünkü onun görüşüne göre, fiziğin dört boyutlu geometri diline çevrilmesi, sınırlı fayda için çok fazla çaba gerektirecekti. Bu düşüncenin sonuçlarını 1907'de çözen Hermann Minkowski oldu.
Kütle-enerji ilişkisi.
Daha önce keşfeden diğerleri gibi, Poincaré (1900) kütle ve elektromanyetik enerji arasında bir ilişki keşfetti. Etki/tepki ilkesi ile Lorentz esir kuramı arasındaki çatışmayı incelerken, elektromanyetik alanlar işe karıştığınfa ağırlık merkezinin hala düzgün bir hızla devinip devinmediğini belirlemeye çalıştı. Etki/tepki ilkesinin yalnızca madde için geçerli olmadığını, elektromanyetik alanın kendi momentumuna sahip olduğunu fark etti. Poincaré, bir elektromanyetik dalganın elektromanyetik alan enerjisinin, kütle yoğunluğu "E"/"c"2 olan imgesel bir sıvı (""fluide fictif" ,"kurgusal akışkan"") gibi davrandığı sonucuna varmıştır. Eğer kütle çerçevesinin merkezi hem maddenin kütlesi hem de kurgusal akışkanın kütlesi tarafından tanımlanıyorsa ve kurgusal akışkan yok edilemezse -ne yaratılır ne de yok edilir- o zaman kütle merkezi çerçevesinin devinimi tekdüze (üniform) kalır. Ancak elektromanyetik enerji, diğer enerji biçimlerine dönüştürülebilir. Böylece Poincaré, uzayın her noktasında elektromanyetik enerjinin dönüştürülebildiği ve aynı zamanda enerjiyle orantılı bir kütle taşıyan elektrik enerjisi olmayan bir akışkanın var olduğunu varsaymıştır. Bu biçimde kütle merkezinin devinimi düzgün kalır. Poincaré, bu varsayımlara çok şaşırmamak gerektiğini çünkü bunların yalnızca matematiksel kurgular olduğunu söyledi.
Bununla birlikte, Poincaré'nin kararı, çerçeveleri değiştirirken bir çelişkiye yol açtı: Bir Hertz osilatörü belirli bir yönde ışıma yapıyorsa, kurgusal akışkanın eylemsizliğinden dolayı bir geri tepmeyle karşılacaktır. Poincaré, devinimli kaynağın çerçevesine bir Lorentz yükseltmesi "(v"/"c" dereceye) gerçekleştirdi. Enerji korunumunun her iki çerçevede de geçerli olduğunu, ancak momentumun korunumu yasasının bozulduğunu kaydetti. Bu, onun nefret ettiği bir kavram olan sürekli devinim izin verecekti. Doğa yasaları, referans çerçevelerinde farklı olmak zorunda kalacaktı ve görelilik ilkesi geçerli olmayacaktı. Bu nedenle, bu durumda da esirde başka bir dengeleyici mekanizmanın olması gerektiğini savundu.
Poincare, St. Louis dersinde (1904) bu konuya geri döndü. Bu kez (ve daha sonra 1908'de) ve yukarıda bahsedilen sorunları gidermek için esir çözümünü eleştirdi:
Ayrıca açıklanamayan diğer iki etkiyi de tartıştı: (1) Lorentz'in değişken kütlesi formula_8, Abraham'ın değişken kütle kuramı ve Kaufmann'ın hızlı devinen elektronların kütlesi üzerindeki deneylerinden çıkan kütlenin korunmama durumu ve (2) Marie Curie'nin radyum deneylerinde enerjinin korunmama durumu.
Poincare çelişkisini, esir içinde herhangi bir dengeleme mekanizması kullanmadan çözen, Albert Einstein'ın kütle-enerji denkliği (1905) kavramıydı; ışınım veya ısı olarak enerji kaybeden bir cismin kütlesi "m" = "E"/"c"2 miktarında bir kütle kaybediyordu. Hertz osilatörü yayınım sürecinde kütle kaybeder ve momentum herhangi bir çerçevede korunur. Bununla birlikte, Poincaré'nin Ağırlık Merkezi probleminin çözümü ile ilgili olarak, Einstein, Poincare'nin formülasyonunun ve 1906'dan itibaren kendisininkinin matematiksel olarak eşdeğer olduğunu kaydetti.
Kütleçekim dalgaları.
1905'te Poincaré ilk olarak bir nesneden çıkan ve ışık hızında yayılan kütleçekimsel dalgaları ("ondes gravifiques") önerdi. Bu konuda aşağıdakileri yazdı:
Poincare ve Einstein.
Einstein'ın görelilik üzerine ilk makalesi, Poincaré'nin kısa makalesinden üç ay sonra, ancak Poincaré'nin uzun versiyonundan önce yayınlandı. Einstein, Lorentz dönüşümlerini türetmek için görelilik ilkesine dayandı ve Poincaré'nin (1900) tarif ettiğine benzer bir saat senkronizasyonu prosedürü (Einstein senkronizasyonu) kullandı, ancak Einstein'ın makalesi, hiçbir referans içermemesi bakımından dikkat çekiciydi. Poincare, Einstein'ın özel görelilik üzerine çalışmasını hiçbir zaman kabul etmedi. Ancak Einstein, 3 Mayıs 1919'da Hans Vaihinger'e yazdığı bir mektupta Poincaré'nin bakış açısına dolaylı olarak sempati duyduğunu ifade etti. Einstein, Poincaré'nin ölümünden sonra 1921'de ""Geometri und Erfahrung" ("Geometri ve Deneyim", "Geometry and Experience)" başlıklı bir konferans metninde, özel görelilik ile bağlantılı olarak değil ancak Öklidyen olmayan geometri ile bağlantılı olarak kabul etti. Ölümünden birkaç yıl önce Einstein, Poincaré'i göreliliğin öncülerinden biri olarak yorumladı ve "Lorentz, kendisinden sonra adlandırılan dönüşümün Maxwell denklemlerinin analizi için gerekli olduğunu zaten kabul etmişti ve Poincare bu öngörüyü daha da derinleştirdi. . .
Poincare ve görelilik üzerine değerlendirmeler.
Poincaré'nin özel göreliliğin geliştirilmesindeki çalışması iyi bilinmektedir, çoğu tarihçi Einstein'ın çalışmasıyla birçok benzerliğe karşın, ikisinin çok ayrı araştırma gündemlerine ve çalışma yorumlarına sahip olduğunu vurgulamaktadır. Poincare, yerel zamanın benzer bir fiziksel yorumunu geliştirdi ve sinyal hızıyla olan bağlantıyı fark etti, ancak Einstein'ın tersine, esir kavramını makalelerinde kullanmayı sürdürdü ve esirde devinimsiz olan saatlerin "gerçek" zamanı gösterdiğini ve devinen saatlerin yerel saati gösterdiğini savundu. Böylece Poincare, görelilik ilkesini klasik fizikteki kavramlarına uygun tutmaya çalışırken, Einstein, uzay ve zamanın göreliliğinin yeni fiziksel kavramlarına dayanan matematiksel olarak eşdeğer bir kinematik geliştirdi.
Çoğu tarihçinin görüşü bu olsa da, Poincaré ve Lorentz'in göreliliğin gerçek kaşifleri olduğunu savunan E. T. Whittaker gibi bir azınlık çok daha ileri gider.
Cebir ve sayı teorisi.
Poincare, grup teorisini fiziğe tanıttı ve Lorentz dönüşümleri grubunu inceleyen ilk kişi oldu. Ayrık gruplar teorisine ve bunların temsillerine de büyük katkılarda bulundu.
Topoloji.
Konu, Felix Klein tarafından "Erlangen Programı"nda (1872) gelişigüzel sürekli dönüşümün geometri değişmezleri, bir tür geometri olarak açıkça tanımlanmıştır. "Topoloji" terimi, daha önce kullanılan "Analiz durumu (Analysis situs)" yerine Johann Benedict Listing tarafından önerildiği gibi tanıtıldı. Bazı önemli kavramlar Enrico Betti ve Bernhard Riemann tarafından tanıtıldı. Ancak bu bilimin temeli, herhangi bir boyuttaki bir alan için Poincare tarafından yaratıldı. Bu konudaki ilk makalesi 1894'te yayınlandı.
Geometri alanındaki araştırması, homotopi ve homolojinin soyut topolojik tanımına yol açtı. Ayrıca ilk olarak Betti sayıları ve temel grup gibi kombinatoryal topolojinin temel kavramlarını ve değişmezlerini tanıttı. Poincare, "n"-boyutlu çokyüzlülerin (Euler-Poincaré teoremi) kenarlarının, köşelerinin ve yüzlerinin sayısıyla ilgili bir formülü kanıtladı ve sezgisel boyut kavramının ilk kesin formülasyonunu verdi.
Astronomi ve gök mekaniği.
Poincaré, ""Gök Mekaniğinin Yeni Yöntemleri (New Methods of Celestial Mechanics)" (1892-1899) ve "Gök Mekaniği Üzerine Dersler (Lectures on Celestial Mechanics)"" (1905-1910) adlı iki klasik monografi yayınladı. Onlarda, araştırmalarının sonuçlarını üç cismin hareketi problemine başarıyla uyguladı ve çözümlerin davranışını (frekans, kararlılık, asimptotik vb.) Küçük parametre yöntemini, sabit noktaları, integral değişmezleri, varyasyon denklemlerini, asimptotik açılımların yakınsamasını tanıttı. Bruns'ın (1887) bir teorisini genelleştiren Poincaré, üç cisim probleminin tümlevlenemez olduğunu gösterdi. Başka bir deyişle, üç cisim probleminin genel çözümü, cisimlerin kesin koordinatları ve hızları aracılığıyla cebirsel ve aşkın fonksiyonlar açısından ifade edilemez. Bu alandaki çalışması, Isaac Newton'dan bu yana gök mekaniğindeki ilk büyük başarıydı.
Bu monograflar, daha sonra matematiksel "kaos teorisi" (özellikle bkz. Poincaré yinelenme teoremi) ve dinamik sistemlerin genel teorisinin temeli haline gelen bir Poincare fikrini içerir. Poincare, yer çekimi ile dönen bir akışkanın denge figürleri için astronomi üzerine önemli eserler yazdı. Çatallanma noktalarının önemli kavramını tanıttı ve halka biçimli ve armut biçimli şekiller de dahil olmak üzere elipsoid olmayanlar gibi denge şekillerinin varlığını ve bunların stabilitesini kanıtladı. Bu keşif için Poincare, Kraliyet Astronomi Derneği'nin Altın Madalyasını aldı (1900).
nın
Diferansiyel denklemler ve matematiksel fizik.
Poincaré, diferansiyel denklemler sisteminin tekil noktalarının incelenmesi üzerine doktora tezini savunduktan sonra, "Diferansiyel denklemlerle tanımlanan eğriler üzerine (On curves defined by differential equations)" (1881-1882) başlığı altında bir dizi anı yazdı. Bu makalelerde, "diferansiyel denklemlerin nitel teorisi" adı verilen yeni bir matematik dalı oluşturdu. Poincaré, diferansiyel denklemin bilinen fonksiyonlar cinsinden çözülemese bile, denklemin formundan, çözümlerin özellikleri ve davranışları hakkında çok sayıda bilgi bulunabileceğini gösterdi. Özellikle, Poincaré düzlemdeki integral eğrilerin yörüngelerinin doğasını araştırdı, tekil noktaların (semer, odak, merkez, düğüm) bir sınıflandırmasını verdi, bir limit çevrimi kavramını ve döngü indeksini tanıttı ve bazı özel durumlar dışında limit çevrim sayısı her zaman sonludur. Poincaré ayrıca genel bir integral değişmezler teorisi ve varyasyon denklemlerinin çözümlerini geliştirdi. Sonlu fark denklemleri için yeni bir yön yarattı -çözümlerin asimptotik analizi. Tüm bu başarıları matematiksel fizik ve gök mekaniğinin pratik problemlerini incelemek için uyguladı ve kullanılan yöntemler topolojik çalışmalarının temeliydi.
Karakteri.
Poincaré'nin çalışma alışkanlıkları, çiçekten çiçeğe uçan bir arıya benzetilmiştir. Poincare, zihninin nasıl çalıştığıyla ilgileniyordu; alışkanlıklarını inceledi ve 1908'de Paris'teki Genel Psikoloji Enstitüsü'nde gözlemleri hakkında bir konuşma yaptı. Düşünme tarzını nasıl birkaç keşif yaptığına bağladı.
Matematikçi Darboux, onun "un intuitif" (bir sezgisel) olduğunu iddia etti ve bunun görsel temsillerle çok sık çalıştığı gerçeğiyle kanıtlandığını savundu. Katı olmayı umursamaz ve mantıktan hoşlanmazdı. (Bu görüşe rağmen, Jacques Hadamard, Poincaré'nin araştırmasının olağanüstü netlik gösterdiğini yazdı ve Poincaré'nin kendisi, mantığın bir fikir icat etmenin değil, fikirleri yapılandırmanın bir yolu olduğuna ve mantığın fikirleri sınırladığına inandığını yazdı.)
Toulouse'un tanımlaması.
Poincaré'nin zihinsel organizasyonu sadece Poincaré'nin kendisi için değil, aynı zamanda Paris'teki Yüksek Araştırmalar Okulu'nun Psikoloji Laboratuvarı psikoloğu Édouard Toulouse için de ilginçti. Toulouse, "Henri Poincare" (1910) adlı bir kitap yazdı. İçinde Poincaré'nin düzenli programını tartıştı:
Bu yetenekler bir dereceye kadar eksiklikleri ile dengelendi:
Ayrıca Toulouse, çoğu matematikçinin önceden belirlenmiş ilkelerden çalıştığını, Poincaré'nin ise her seferinde temel ilkelerden yola çıktığını belirtmiştir (O'Connor ve diğerleri, 2002).
Düşünme yöntemi şu şekilde iyi özetlenmiştir:
Sonlu ötesi sayılara karşı tutumu.
Poincaré, Georg Cantor'un sonlu-ötesi sayılar teorisi karşısında dehşete düştü ve bundan matematiğin sonunda tedavi edileceği bir "hastalık" olarak bahsetti. Poincare, "Gerçek bir sonsuz yoktur; Cantorcular bunu unuttular ve bu yüzden çelişkiye düştüler" dedi.
Başarılar.
Ödüller
Onun ardından isimlendirilenler
Henri Poincaré Nobel Fizik Ödülü'nü almadı, ancak Henri Becquerel veya komite üyesi Gösta Mittag-Leffler gibi etkili savunucuları vardı. Adaylık arşivi, Poincaré'nin ölüm yılı olan 1904 ile 1912 arasında toplam 51 adaylık aldığını ortaya koyuyor. 1910 Nobel Ödülü için verilen 58 adaylıktan 34'ü Poincaré'e idi. Adaylar arasında Nobel ödüllü Hendrik Lorentz ve Pieter Zeeman (her ikisi de 1902), Marie Curie (1903), Albert Michelson (1907), Gabriel Lippmann (1908) ve Guglielmo Marconi (1909) vardı.
Poincaré, Boltzmann veya Gibbs gibi ünlü teorik fizikçilerin Nobel Ödülü'nü almamış olmaları, Nobel komitesinin teoriden çok deneye önem verdiğini gösteren bir kanıt olarak görülüyor. Poincaré'nin durumunda, onu aday gösterenlerden birkaçı, en büyük problemin belirli bir keşif, buluş ya da tekniğe isim vermek olduğuna dikkat çekti.
Felsefe.
Poincaré, matematiğin mantığın bir dalı olduğuna inanan Bertrand Russell ve Gottlob Frege'nin felsefi görüşlerine zıttı. Poincare şiddetle karşı çıktı ve sezginin matematiğin hayatı olduğunu iddia etti. Poincare, "Bilim ve Hipotez" ("Science and Hypothesis") adlı kitabında ilginç bir bakış açısı sunar:
Poincare, aritmetiğin sentetik olduğuna inanıyordu. Peano aksiyomlarının tümevarım ilkesiyle döngüsel olmayan bir şekilde kanıtlanamayacağını savundu (Murzi, 1998), bu nedenle aritmetiğin "a priori" sentetik olduğu ve analitik olmadığı sonucuna vardı. Poincaré daha sonra matematiğin analitik olmadığı için mantıktan çıkarılamayacağını söylemeye devam etti. Görüşleri Immanuel Kant'ın görüşlerine benziyordu (Kolak, 2001, Folina 1992). Cantor küme teorisine şiddetle karşı çıktı ve tahmin edici tanımların kullanımına itiraz etti.
Ancak Poincaré, felsefe ve matematiğin tüm dallarında Kantçı görüşleri paylaşmadı. Örneğin, geometride Poincaré, Öklidyen olmayan uzayın yapısının analitik olarak bilinebileceğine inanıyordu. Poincare, uzlaşmanın fizikte önemli bir rol oynadığını savundu. Görüşü (ve daha sonra, daha aşırı versiyonları) "uzlaşımcılık" olarak bilinmeye başladı. Poincare, Newton'un birinci yasasının ampirik olmadığına, mekanik için geleneksel bir çerçeve varsayımı olduğuna inanıyordu (Gargani, 2012). Ayrıca fiziksel uzayın geometrisinin geleneksel olduğuna inanıyordu. Fiziksel alanların geometrisinin veya sıcaklık gradyanlarının değiştirilebildiği örnekleri, ya katı cetveller tarafından ölçülen bir alanı Öklidyen olmayan olarak tanımlayarak ya da cetvellerin değişken bir ısı dağılımı ile genişletildiği veya küçültüldüğü bir Öklid uzayı olarak tanımladı. Ancak Poincaré, Öklidyen olmayan bir fiziksel geometriye geçmek yerine Öklid geometrisini kurtarmak için fiziksel yasaları değiştirmeyi tercih edeceğimiz kadar Öklid geometrisine alıştığımızı düşündü.
Özgür irade.
Poincaré'nin Paris'teki Société de Psychologie'den önceki ünlü dersleri ("Bilim ve Hipotez" ("Science and Hypothesis"), "Bilimin Değeri" ("The Value of Science") ve "Bilim ve Yöntem" ("Science and Method") olarak yayınlandı) Jacques Hadamard tarafından yaratıcılık ve buluşun iki zihinsel aşamadan oluştuğu fikrinin kaynağı olarak gösterildi, ilki bir probleme olası çözümlerin rastgele kombinasyonları, ardından bir eleştirel değerlendirme.
Poincare, çoğunlukla deterministik bir evrenden söz etmesine rağmen, bilinçaltında yeni olasılıklar meydana getirmenin şans içerdiğini söyledi.
Poincaré'nin iki aşaması-seçimin takip ettiği rastgele kombinasyonlar- Daniel Dennett'in iki aşamalı özgür irade modelinin temeli oldu.
Ayrıca bakınız.
Teoremler.
Poincaré tarafından kanıtlanan teoremlerin bir listesi:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16619",
"len_data": 28590,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.67
}
|
Gauss kelimesinin birden fazla anlamı vardır:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16626",
"len_data": 45,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 2.51
}
|
William Thomson, 1.Baron Kelvin (26 Haziran 1824, Belfast, İrlanda - 17 Aralık 1907, Nethergall, Largs, İskoçya), İskoçyalı mühendis ve fizikçi.
William Thomson, daha on bir yaşındayken babasının matematik profesörü olduğu Glasgow Üniversitesi'nde öğrenime başladı; sonra Cambridge Üniversitesi'ne devam etti. Fourier'den etkilenen Kelvin, 16 ve 17 yaşında iken yayımladığı ilk bilimsel makalelerinde, İngiliz bilim adamlarının genellikle karşı çıktığı Fourier'in görüşlerinin savunusunu üstlendi ve Fourier'in geliştirdiği bilimsel yöntemlerin yalnızca ısı akışına değil, başka enerji biçimlerine de uygulanabileceğini öne süren ilk bilim insanı oldu. 21 yaşında Glasgow Üniversitesi'nde fizik profesörü oldu. Ve aralıksız elli üç yıl bu görevi sürdürdü.
William Thomson, özellikle ısı ve elektrikle ilgili incelemeler yaptı. Basınç altında buzun erime noktasındaki değişimleri belirledi ve 1852'de gazların genleşmesinin soğumaya yol açtığını ortaya koydu. Joule ile görüştükten sonra, Kelvin ölçeği olarak adlandırılan ve günümüzde bütün bilimsel sıcaklık ölçümlerinin temelini oluşturan mutlak termodinamik sıcaklık ölçeği düşüncesini ortaya attı. Elektriksel Görüntüler Metodu'nu bularak, elekrostatiğin matematik teorisine katkıda bulundu. 1854'ten başlayarak denizaltı telgrafı ile ilgilendi. George Gabriel Stokes ile birlikte, elektrik sinyal iletimine ilişkin matematiği geliştirdi.
Denizcilikte pek çok teknik probleme çözümlemeler getiren bir takım çalışmalarda da bulundu. Elektrik standartlarını kurmada öncülük yapan Kelvin, Leiden şişesinden boşalan elektriğin titreşimsel niteliğini belirlemiş olması, Hertz'in elektro-manyetik dalgalarını, dolayısıyla Marconi'nin radyoyu bulmasına yol açmıştır. Ayrıca yerin, ayın ve güneşin kasılması üstünde çalışmalar yaptı. 1876'da diferansiyel denklemlerin mekanik çözümüne imkân veren ilk integral alma düzeneğini ortaya koydu. Aynı zamanda benzetmeli hesap makinelerinin yaratıcısı olarak da kabul edilen Kelvin, 1866'da Lordluk payesi aldı. 1904'te Glasgow Üniversitesi rektörlüğüne getirildi. Yaşamının son üç yılında, ışığın dalga teorisi üzerindeki ders notlarını gözden geçirerek yayımladı. Helmholtz'la birlikte Kelvin, klasik fiziği geliştirerek çağdaş bir bilim dalına dönüştüren iki bilim insanından biri olarak kabul edilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16636",
"len_data": 2293,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.14
}
|
Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan, dünyanın en uzun savunma duvarıdır. Kalıntıları Po Hay Körfezi'nde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho Nehri'ni ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.
Son yıllarda yapılan arkeolojik araştırmaya göre Çin Seddi, tüm kollarıyla birlikte toplam 21.196 km uzunluğa sahiptir. Seddin Ming Hanedanlığı döneminde yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte yapılmış duvar uzunluğu 8.851,8 kilometredir. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 2.500 kilometrelik duvar bölümüdür. Buna ek olarak 1987 yılında ise Çin Seddi kültürel ve tarihi önemi nedeniyle UNESCO tarafından tescillenmiştir.
Yapılış amacı.
Çin'in Savaşan Beylikler Dönemi'nde (MÖ 403-MÖ 221), Çin Seddi'nin temeli yirmiden fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmıştı. Chu, Qi, Yan, Wei, Han, Zhao ve Qin krallıkları; birbirlerinden korunmak için sınırlarında ilk setleri inşa ettiler. Qin, Zhao, Yan krallıkları ise XiongNu, DongHu, LinHu ve Hiung-nuların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını koruma amacıyla da inşa ettiler. Çin'in ilk imparatoru Qin Shi Huang, burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi.
Bu devasa inşaata girişmekteki amacı konusunda tarihçiler farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları:
Qin Shi Huang, MÖ 221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirerek uzattı. MÖ 3. yüzyıldan MS 17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur.
Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Sanılanın aksine Çin Seddi'nin tamamı tuğlalardan oluşmaz. Bazı yerleri çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden yapılmıştır ve bu duvarlar çok kısadır. Bu zayıf duvarların amacı devleti saldırılardan korumak değil, düşmanı yavaşlatmaktır. Genellikle duvarın yüksekliği 4-6 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya olanak verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmıştır.
Bu tarihî yapı, 7 Temmuz 2007 tarihinde Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilecektir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16637",
"len_data": 2481,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.57
}
|
Tac Mahal, Hindistan'ın Agra şehrinde, 1631-1654 yıllarında inşa edilmiş anıt mezardır.
İslam türbe mimarisinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilir. Babür İmparatorluğu'nun 5. hükümdarı Şah Cihan'ın 17 Haziran 1631 tarihinde genç yaşta ölen eşi Ercümend Bânû Begüm (Mümtaz Mahal) için o zamanki imparatorluğun başkenti olan Agra'da Yamuna Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. Mümtaz Mahal'in ve 1666'da ölen imparator Şah Cihan'ın mezarlarını barındırır.
Yapı, Şah Cihan'ın hâkimiyeti süresinde en parlak dönemini yaşayan Babürlülerin güç ve kudretini temsil eder. Hanedanın güç ve kudreti kadar, Şah Cihan ile eşi Ercümend Bânû Begüm arasındaki sevginin de sembolüdür. Şah Cihan'ın tahta çıkması üzerine "Mümtaz Mahal" adını alan Ercümend Bânû, on dördüncü çocuğunu doğururken ölmüştür. Hükümdarın, eşine duyduğu sevginin hatırasına görkemli bir anıt mezar yaptırarak teselliyi sanat ve mimaride bulduğu anlatılır.
1983'ten bu yana UNESCO'nun Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Yılda tahminî 3 milyon kişi tarafından ziyaret edilir.
Tarihçe.
Mümtaz Mahal'in ölümü.
1601 yılında Babürlüler tarafından fethedilen Burhanpur şehri, Dekkan sultanlarına karşı girişilen askerî harekâtlarda üs olarak kullanılmaktaydı. Eşine seferlerde eşlik eden Mümtaz Mahal, 1631 yılında bir ayaklanmayı bastırmak için çıktığı sefer sırasında da Burhanpur'a eşi ile birlikte gitmişti. On dördüncü çocuğuna hamile olan Mümtaz Mahal, 17 Haziran 1631'de çocuğun doğumu sırasında öldü. Cenazesi altı ay sonra Agra'ya taşınmıştır.
Yapımı.
Türbe, iki yanında simetrik yapılar olarak inşa edilmiş cami ve konuk evi ile anıtsal giriş kapısından olan yapılar bütünü içinde yer alır. 1632'de inşasına başlanan eser, çevre düzenlemesi ve diğer yapılarla birlikte 1652'de tamamlanmıştır.
Türbenin inşaatı için mimar ve ustalardan oluşan bir heyet kuran hükümdar, Osmanlı, İranlı, Suriyeli usta ve sanatkârlarla birlikte mahallî Hint ustalara da görev vermişti. Bağdat'tan hattat, Buhara'dan kakma ustası, İstanbul'dan kubbe ustası, Semerkant'tan minare yapımcısı, Kandahar'dan taş ustası, Şiraz'dan çizim ustası getirilmişti. Tac Mahal'in esas mimarının kim olduğu hakkında birçok görüş ileri sürülmüştür. Kimileri "Venedikli Jeromino Veroneo" adlı bir İtalyan'ın veya "Bordeauxlu Augistin" adlı bir Fransız'ın, kimileri de Osmanlı mimarı Mehmet İsa Efendi'nin yapının esas mimarı olduğunu ileri sürmüştür. 17. yüzyıldan kalma "Divan-ı Mühendis" adlı bir el yazmasında "Lutfullah Mühendis el-Lâhûrî", babası Üstad Ahmed'in Tac Mahal'in mimarı olduğundan bahseder. Bu el yazmasının bulunuşundan sonra 1930'larda "Nâdirü'l-asr" Üstad Ahmed'in yapının asıl mimarı olduğu görüşü kabul görmüştür. Şah Cihan'ın gözde mimarı Üstad Ahmed, Tac Mahal'e ilişkin efsanelerde sıklıkla anlatıldığı gibi gözleri kör edilip elleri kesilerek işkence görmemiş; yapının tamamlanışından 9 yıl sonra Lahor'da ölmüştür.
Mimari özellikleri.
Tac Mahal'in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmıştır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmış ve 1648 yılında tamamlanmıştır. Yapıdaki yazıları yazan Hattat Settâr Efendi'dir.
Kubbe üzerinde altınlı bir alem vardır. Türbenin beyaz mermerden 4 minaresi vardır. Anıtın dört yanına Hattat Settâr Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır.
İnşaatta çok sayıda ustanın yanı sıra, günde 20 bin işçinin çalışmasıyla türbe 1643'te, çevresindeki avlu ve yapılar 1649'da bitirildi. Tac Mahal, 20 yılda 1652'de bütünüyle tamamlandı.
305x580 metre ölçülerinde dikdörtgen avluda yer alan Tac Mahal, dört cephesinin ortalarında 33 metre yüksekliğindeki taç kapılarıyla 75 metre yüksekliğindeki anıt kubbeyi çevreliyor.
İç mekânı örten 30 metre yüksekliğindeki alt kubbeyle üst kubbe arasında türbe mekânı kadar ölü hacim var.
Mümtaz Mahal ve Şah Cihan'ın sandukaları üst katta, kubbenin altındadır. Sandukaların bulunduğu yerdeki kubbede insan ağzından çıkan her ses 7 kez yankılanacak şekilde bir akustiğe sahiptir. Şah'ın ve eşinin asıl lahitleri ise, en alt katta bulunmaktadır.
Tac Mahal'in yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci vardır.
Yapı ile ilgili efsaneler.
Siyah Tac Mahal.
Şah Cihan'ın Yamuna Nehri kıyısında Tac Mahal'in tam karşısına kendisi için siyah mermerden bir anıt mezar yaptırmayı planladığına ancak oğlu tarafından tahttan indirildiği için bu planı gerçekleştiremediğine inanılır. Bu iddia ilk defa, 1665'te Agra'ya giden seyyah Jean-Baptiste Tavernier'in yazılarında yer almıştır. Tac Mahal'in tam karşısındaki Mehtap Bağı'nda 2006 yılında arkeologlar tarafından siyah mermerler bulunması, bu iddianın inanırlığını arttırmıştır ancak daha sonra yapılan çalışmalarda bu mermerlerin bir yazlık saraya ait olduğu ortaya konmuştur.
İskelenin sökülmesi efsanesi.
Yaygın bir efsaneye göre kubbeyi desteklemek için yapılan iskele, kubbeden daha fazla masraf ve iş gücü gerektirmişti. İnşaatın bitimine yakın Şah Cihan'a iskeleyi sökmenin 5 yıl alacağı bilgisi verilmesi üzerine Şah Cihan, herkesin söktüğü tuğlanın kendisine kalacağı şeklinde bir emir yayınlamış ve iskele bir gecede sökülmüştü.
Dünyanın yeni yedi harikasından biri.
New7Wonder adlı İsviçre merkezli bir vakfın, Dünyanın Yedi Harikası'na alternatif olarak Dünyanın Yeni Yedi Harikası'nı cep telefonu ve internet oylarıyla belirlemek için başlattığı yarışma sonucunda Tac Mahal Anıt Mezarı, 7 Temmuz 2007'de ilan edilen listede yer almıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16638",
"len_data": 5509,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.49
}
|
Almanya'nın Güney Batısı'nda bulunan Freiburg im Breisgau (Türkçesi Breisgau'daki Freiburg) Baden-Württemberg eyaletinin dördüncü büyük şehridir. Freiburg bir ilin (Alm. "Regierungsbezirk") merkezidir, kendi başına bir ilçedir ve aynı zamanda Breisgau-Hochschwarzwald ilçesinin merkezidir. Almancada "frei", yani "serbest" kelimesi ile "Burg" (kurulabilirlik, işlenebilirlik) kelimelerinin karşılığı olan "Freiburg im Breisgau" adını alır.
Kara Orman'ın Batı yakasından Ren ovasına uzanan Freiburg, ılıman iklimi ile ünlüdür ve Almanya'nın en sıcak bölgesidir. "Üç ülke üçgeninde" ("Dreiländereck") olan şehir İsviçre'nin sınırından 60 km ve Fransa'nın 25 km uzağındadır. Komünleri ise Givisiez, Granges-Paccot, Villars-sur-Glâne, Marly, Corminbœuf, Belfaux, Avry, Matran, Guin (Alm. "Düdingen") ve Tavel (Alm. "Tafers")'dir. Nüfusun yaklaşık %85'inin Fransızca konuştuğu bu kentte büyük çoğunluk Katoliktir.
Tarih.
1091 Zähringerler bir kaleyi kurdular. Bu kaleden gelişen belde 1120 yılında şehir hakkı verildi. Ondan sonra çeşitli sülalelere ait olan Freiburg, 1386 yılında Habsburgluların (Avusturya) eline geçti. Orta Çağ'da şehrin zenginliği Kara Orman'daki gümüş madenlerinden kaynakladı. 1457 yılında üniversitesi kuruldu.
Otuz Yıl Savaşı'nda büyük zarar gören Freiburg (1648), Avusturya'nın Batı ilinin ("Vorderösterreich") başkenti oldu. Ama 1713'e kadar birkaç kere Fransa tarafından ele geçirildi. 1805'te Freiburg, Baden grandükalığa tarafından ilhak edildi. 1827'de bir başepiskoposun tahtı olan kent, bu devletin Katoliklerin merkezi haline geldi.
1940'ta Freiburg'da kalmış olan Yahudiler, Güney Fransa'daki Gurs kampına ve sonra Doğu Avrupa'daki imha kamplarına nefyedilip katledildiler. 27 Kasım 1944'te Royal Air Force şehri bombalamasıyla 2700 kişi öldü.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Freiburg, Fransız işgal bölgesine aitti ve Baden eyaletinin başkentiydi. 1952'de eski Baden ve Württemberg eyaletlerinin birleşmesiyle Freiburg eyalet başkenti statüsünü kaybetti. Önce daha muhafazakâr bir şehir sayılan Freiburg, 1968 yılından sonra ekolojik ve Yeni Sol hareketlerin merkezi haline dönerek Yeşiller Partisi'nin Almanya'da en yüksek oy oranlarını elde ettiği bir şehir oldu. Dieter Salomon, Yeşiller Partisi'nin ilk büyükşehir belediye başkanı olarak Freiburg'da seçildi.
Kültür ve eğitim.
1457 yılında kurulan Freiburg Albert-Ludwigs Üniversitesi, Almanya'nın en eski üniversitelerinden biridir. %17'si Dünya'nın farklı ülkelerinden gelen yaklaşık 20.000 öğrenci, çok farklı yönleri olan Freiburg Üniversitesi'nde eğitim görmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16639",
"len_data": 2553,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.49
}
|
Bifurkasyon (dallanma), ilk kez Henri Poincaré tarafından yaratılan bir kavramdır.
Edward Lorenz ile yaklaşık aynı tarihlerde W. E. Ricker balık üretme çiftliklerindeki popülasyon düzeyindeki değişimi simüle edebilecek bir denklem takımı arayışına girdi. Ricker, lojistik diferansiyel denklem olarak da bilinen formula_1 denklemini seçti. Bu denklemde, bir sonraki yılın popülasyon miktarı geçen yılın popülasyon miktarı ve popülasyon artış hızına bağlı olarak belirlenmekteydi. Küçük r değerleri için popülasyon sabit bir sayıda kararlı kalırken, daha büyük r değerlerindeki davranışı oldukça karmaşık olmaktaydı. Ricker bu konu üzerinde fazla çalışmadı, ancak Robert May 70'li yılların başında aynı lojistik denklem üzerinde çalışmaya, üstelik de r'nin yüksek değerlerinde neler olduğunu araştırmaya başladı. r 3'ten daha büyük seçildiğinde popülasyon iki değer arasında salınım yapmaktaydı. r biraz daha arttırıldığında salınım periyodu 4, 8, 16 gibi katlanarak artmaktaydı. Belirli bir noktadan sonra ise sistemin çıkışı tamamen kaotik bir hal aldı. May, tüm bu sonuçları görerek yorumlayabileceği bir diyagram geliştirdi. Bu diyagrama bifurkasyon (dallanma) eğrisi denir. Bu noktada May, çalışmalarını daha ileriye götüremedi, ancak James Yorke eğriyi doğru yorumlayarak tek boyutlu bir sistemde üç periyotlu bir evrenin bulunması halinde sistemin kaotik bir yapı içerdiğini kanıtladı.
Epidemiyolojide salgın hastalıkların düzenli ya da düzensiz olarak dönemsel yaşandığı bilinir. May, bu salınımlı davranışın nonlineer bir modelle medellenebileceğini düşünmüş ve böyle bir sistem kurmuştur. May, modeli üzerinde bu tür bir sistemin ani pertürbasyonlara maruz kaldığında neler olabileceğini araştırmıştır. Geleneksel düşünceye göre aşılama kampanyaları sistemi istendiği yönde düzenli bir şekilde değiştirmeliydi. Oysa May, nonlineer bir sistemin genel eğilimi azalma yönünde olsa bile ara sıra beklenmedik ve yüksek artışlar gösterebileceğini savunmaktaydı. İngiltere'de yapılan kızamıkçık ile mücadele programının sonuçları May'i doğrular nitelikteydi. Doktorlar hastalıktaki ani artışları aşı kampanyasının başarısızlığı olarak yorumlayıp yeni aşı araştırmaları yapmaktaydılar. May, bu durumun aşıların başarısızlığı değil, sistemin genel karakteri olduğunu göstermiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16640",
"len_data": 2279,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.34
}
|
Burundi, resmî adı ile Burundi Cumhuriyeti, Doğu Afrika ile Afrika Büyük Gölleri'nin kesiştiği Büyük Rift Vadisi'nde denize kıyısı bulunmayan bir ülkedir. Kuzeyde Ruanda, doğu ve güneydoğuda Tanzanya, batıda Kongo Demokratik Cumhuriyeti, güneybatıda ise Tanganika Gölü ile çevrilidir. Ülkenin yönetsel başkenti Gitega, ekonomik başkenti ise Bujumbura'dır.
Tva, Hutu ve Tutsi halkları en az 500 yıldır Burundi'de yaşamaktadır. 20. yüzyılın başlarına dek Burundi bağımsız bir krallıktı, ardından Almanya tarafından sömürgeleştirildi. I. Dünya Savaşı'ndaki Alman yenilgisinin ardından bölge Belçika'ya devredildi. Tarihleri boyunca hep ayrı yönetimlere sahip olmuş Ruanda ve Burundi, Avrupalılarca birleştirilerek Ruanda-Urundi kolonisi haline getirildi.
Burundi Krallığı 1962'de bağımsızlığını yeniden kazandı. Ancak suikastler, darbeler ve bölgedeki genel istikrarsızlık iklimi; 1966'da monarşinin devrilerek tek parti rejiminin kurulmasına yol açtı. 1970 ve 1990'lardaki etnik temizlik ve iç savaşlar yüzbinlerce insanın ölümüne neden oldu ve Burundi'yi dünyanın en az gelişmiş ve en yoksul ülkelerinden biri haline getirdi. İkisi de Hutu olan Ruanda ve Burundi devlet başkanları 1994'te birlikte bindikleri uçağa füze atılarak öldürüldüler. Burundi İç Savaşı'nı sonlandıran Arusha Anlaşması ile 2000 yılında geçici hükûmet kuruldu. 2015'te Başkan Pierre Nkurunziza'nın üçüncü kez seçimlere katılmak istemesi üzerine büyük çaplı protestolar düzenlendi ve başarısız bir darbe girişimi gerçekleşti. Gerçekleşen seçimler uluslararası kuruluşlarca yoğun bir biçimde eleştirildi.
Burundi genel olarak kırsal bir topluma sahiptir, 2019 verilerine göre nüfusun yalnızca %13,4'ü şehirlerde yaşamaktadır. km² başına 315 kişi düşen ülke Sahra Altı Afrika'nın en yoğun nüfuslu ikinci ülkesidir. Nüfusun %85'ini Hutular, %15'ini Tutsiler, %1'den az bir bölümünü ise Tvalar oluşturmaktadır. Ülkenin resmi dilleri Rundice ve Fransızcadır. 2014'te İngilizce de resmî dil kabul edilmiştir.
Afrika'nın en küçük ülkelerinden biri olan Burundi'de artan nüfusla birlikte tarım alanlarının artması ormansızlaşma, erozyon ve habitat kaybına yol açmıştır. 2005'te ülkede orman alanlarının oranı %6'nın altına düşmüştür. Yoksulluğa ek olarak Burundi yolsuzluk, altyapı eksiklikleri, sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşımda zorluklar ve açlık sorunlarıyla uğraşmaktadır. 2018 Dünya Mutluluk Raporu'nda Burundi dünyanın en mutsuz ülkesi olmuştur. Burundi Afrika Birliği, Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı (COMESA), Birleşmiş Milletler ve Bağlantısızlar Hareketi üyesidir.
Ülke ismi.
Ülke ismi Bantu dilinde Rundiler'in yaşadığı ülke anlamına gelmektedir. Ön ek olan bu- ("bu"-rundi="Rundilerin yaşadığı ülke"=Burundi) eki fiilerin önüne geliyor olup, bu ön ek ülke isimlerinde "ku", "ru" hecelerinin yanı sıra "u" tanımlık hali eklenerek kullanılmaktadır. Rundilerin kullandığı dil olan Kirundi de aynı yapıdan gelmekte olup "ki" ön eki "kullandığı dil" anlamında kullanılmakta olup, "Rundilerin kullandığı dil" anlamına gelmektedir.
Coğrafya.
Ülkenin toplamda sahip olduğu 1.140 km sınırın 315 km'si Ruanda, 589 km'si Tanzanya ve 236 km'si Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile oluşmaktadır.
Ülke genel olarak dağlık ve yaylalık bir ülkedir. Burundi'de yüksek yaylalar ortalama 1.400 ile 1.800 m yükseklikte yer almaktadır ve bu yüksek yaylalar ülkenin en yüksek noktasına kadar ulaşmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını 2.684 m ile başkent Bujumbura'nın 30 km güneydoğusunda bulunan ve Burundi yüksek yaylasının bir parçası olan Heha Dağı oluşturmaktadır.
İklim.
Burundi konum olarak ekvatora yakın bir konumda olmasına rağmen yükseltilerin çok olması nedeniyle hafif nemli bir iklime sahiptir. Bölgede hakim olan sıcak ekvator iklimi dönemsel doğu Afrika iklimi ile üst üste gelmesi sonucu yükseltilerin de etkisi ile iklim yumuşamaktadır. Ülkenin orta bölümlerinde yer alan yaylarda sıcaklık ortalaması 20 °C düzeyinde olup, Tanganika gölü civarında yıllık sıcaklık ortalaması 23 °C, dağlık kesimlerde ise 16 °C seviyesindedir. Burundi genelinde yılda iki defa yağmur sezonları yaşanmaktadır. Bu yağmur sezonlarından kısa olanı Eylül-Kasım aylarında, uzun dönemi ise Şubat-Mayıs arasında yaşanmaktadır. Burundi genelinde ortalama yağış miktarı genellikle 1.300 mm ile 1.600 mm arasında gerçekleşmekte olup, genel olarak Burundi ortalaması 1.000 mm seviyesindedir. Yıllık yağışlardaki düzensizlik ve buna bağlı yaşanan kuraklık ve yoğun yağışların art arda gelebilmesi tarım üzerinde olumsuz etki yaratmakta olup, dönem dönem kıtlık yaşanmasına da neden olabilmektedir.
Bitki örtüsü ve yaban hayat.
Ülkedeki belli bölgeler genel olarak tarımsal faaliyetler gerçekleştirmek adına tarım alanı olarak kullanılmaktadır. Ülkedeki yüksek kesimlerde mevcut olan nemli, sisli ve soğuk iklim emsalsiz bitki örtülerinin oluşmasında başlıca etkenler arasında yer almaktadır.
Burundi genelinde leopar, aslan, babun, zebra ve antilop çeşitleri görülebilmektedir. Bunlara ilaveten timsah ve su aygırı da sulak alanlarda yaşam sürdürmektedir.
Nüfus.
Burundi'de son olarak 2008 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre 8,053,574 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmi sayım konumunda olup, 2022 tahmini sayım sonuçlarına göre 12,696,478 nüfus belirlenmiştir. Ülke içerisinde 379 kişi/km² nüfus yoğunluğu ile Burundi, Afrika kıtasının nüfus yoğunluğu en fazla ülkelerinden biri konumuna taşımaktadır. Ülke nüfusunun çoğunluğu eski başkent Bujumbura'da yaşamaktadır.
Burundi genç bir nüfusa sahip olup, 2018 tahmini verilerine göre nüfusun %63,59'u 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,06'sı 65 yaş ve üzerindedir.
0-14 yaş: %43.83 (erkek 2,618,868/kadın 2,581,597)
15-24 yaş: %19.76 (erkek 1,172,858/kadın 1,171,966)
25-54 yaş: %29.18 (erkek 1,713,985/kadın 1,748,167)
55-64 yaş: %4.17 (erkek 231,088/kadın 264,131)
65 yaş ve üzeri: %3.06 (erkek 155,262/kadın 207,899)
Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %14,4 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %3,63 düzeyindedir.
Etnik gruplar.
Burundi'de aynı dile, ekine sahip olan ve "Rundi" olarak tanımlanan bir toplum yaşamaktadır. Rundi toplumu özünde üç boy olan Tutsi, Hutu ve Twa boylarından oluşmaktadır.
Günümüzde Hutu boyu ülkede çoğunluğu oluşturmaktadır. Nüfusun %85'i bu boyun üyesi konumundadır. Tutsi nüfusu toplam nüfusun %15'i seviyesinde olup, Twa boyu %1 ile ülke içerisindeki en az nüfusa sahip boy konumundadır.
Dil.
Ülkenin ulusal dili Kirundi dilidir. Rundi olarak da tanımlanan ve Bantu dillerinden biri konumunda olan bu dil Burundi nüfusunun %95'i tarafından anadil olarak konuşulmaktadır. Ulusal dilin yanı sıra Milletler Cemiyeti manda bölgesi olarak Belçika'ya bağlanması nedeniyle Fransızca da ülkenin bağımsızlığı sonrasında resmi dil olarak kullanılmıştır. Burundi meclisinin 2014 yılında aldığı karar gereği İngilizce de ülkenin resmi dilleri arasına alınmıştır.
Din.
Burundi genelinde hakim olan din Hristiyan dinidir. Buna göre nüfusun %84'ü Hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Bu oran içerisinde katolik mezhebine mensup Hristiyanların oranı %62,1, protestan mezhebine mensup %21,6 ve diğer Hristiyan mezheplerine mensupların oranı da %2,3 düzeyindedir. İslamiyet ülke içerisinde en yaygın ikinci din konumunda olmasına rağmen nüfusun sadece %2,5'i islami inancına göre yaşamlarını sürdürmektedir. Bu iki dini haricinde diğer dinlere inanların oranı %3,6, herhangi bir din bildirimi bulunmayan nüfusun da oranı %7,9 seviyesindedir.
Sosyal durum.
Sağlık.
Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup, 2012 tahmini verilerine göre nüfusun %75,3'ü temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanma oranının düşük olduğu ülkede, nüfusun %47,5'i bu yönde bir hizmet alabilirken, %52,5'i ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, tifo, sıtma, humma ve kuduz çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının genelinin aksine düşük oranda görülmekte olup, bu oran 2013 tahmini verilerine göre %1,03 düzeyindedir.
Eğitim.
Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2008 verilerine göre %86,9 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %88,8 iken, kadınlarda %84,6 seviyesindedir. Burundi genelinde altı yıllık ilkokul eğitimi bulunmakla birlikte, ilkokul çağındaki kız ve erkek çocuklar arasındaki okula gitmeme oranları ile ilgili bir veri bulunmamaktadır. Burundi hükûmeti 6. sınıfa kadar olan masraflarının karşılanması yönünde faaliyetlerde bulunmaktadır. Ülkede "University of Burundi" adıyla devlet üniversitesi bulunmaktadır. Bunun haricinde ülke genelinde bulunan "Hill University", "Hope Africa University" gibi üniversiteler ise özel üniversite olarak eğitim vermektedirler.
Ülke genelinde 5-14 yaş aralığında bulunan çocukların 2005 verilerine göre %19'u çocuk işçi olarak kullanılmaktadır.
Tarih.
Koloni öncesi dönem.
Ruanda ve Burundi'nin kurulu olduğu topraklarda koloni öncesi dönemlerde ilk yerleşen toplulukların günümüzde bu ülkelerde azınlığı oluşturan Tvaların ataları olduğu tahmin edilmektedir. Bu topluluklar 8.yy'den itibaren güney kesimlerden gelen Hutu toplulukları tarafından bölgeden uzaklaştırılmışlardır. Bantu topluluklarından biri olan Hutular bölgede çiftçilik ile uğraşarak geçimlerini sağlamışlardır. 15.yy'den itibaren bölgenin kuzey kesimlerinden ilerleyen Tutsiler günümüzde Burundi'nin kurulu olduğu bölgelere gelerek yerleşmiş ve krallık kurmuşlardır. Bu krallıkta bölgede sayıca çoğunlukta olmalarına rağmen Hutular azınlığı oluşturmuş ve bu gruplar alt sınıf olarak görülmüştür. Krallığın en üst noktasında yer alan kral "mwami" olarak adlandırılmış ve aynı zamanda dini lider olarak da görevini yürütmüştür. Burundi Krallığı 19.yy sonlarında batılı ülkelerin Afrika'da oluşturduğu sömürge sistemlerinin bir parçası olarak Almanya'nın sömürge ülkesi konumuna gelerek varlığına son verilmiştir.
Kolonileşme.
Bölge her ne kadar Almanya'nın sömürgesi haline gelmiş olsa da, Almanya ülkeye ilk başlarda el koymamış, ilk olarak 1885 yılında Kongo ile, 1886 yılında da Britanya'ya ait bölgeler ile sınırlar belirlenmiştir. 1892 yılında o dönem içerisinde Alman Doğu Afrikası'nın bir parçası olan Ruanda-Urundi bölgesine gelen ilk Avrupalı Avusturyalı Oscar Baumann olmuştur. Almanya adına bölgeye ilk gelen misyonerler ve askerler 1896 yılında gelmiş ve "Usumbura" (günümüzde başkent Bujumbura) askeri üssünü kurmuşlardır. 1899 yılında Ruanda-Urundi himaye bölgesinin bir parçası olan Burundi'nin başkenti de Usumbura olmuştur. Almanya koloni heyeti bölgeyi "mwami"nin ve yerel önderlerin desteği ile yönetmiş, 1906 yılına kadar askeri bölge olarak adlandırılan bölge, bu tarihten sonra sivillere de açılmıştır. Bölgede ilk hastane ve okul binaları da ilk olarak 1909 yılında yapılmaya başlanmıştır. 1916 yılında I.Dünya Savaşı'nın devam ettiği bir dönemde Belçika orduları himaye bölgesi Ruanda-Urundi bölgesini işgal etmiş, Versay Barış Antlaşması kapsamında da Burundi 28 Haziran 1919 yılında Milletler Cemiyeti manda bölgesi olarak Belçika'ya bağlanmıştır. Ülkenin Belçika'ya bağlanması sonrasında ülke genelinde ilk olarak 1924 yılında kölelik yasaklanmış, 1925 yılından itibaren de ülke Kongo'dan yönetilmeye başlanmıştır. 13 Aralık 1946 tarihinde Milletler Cemiyeti'nin manda yönetimi sonlandırılarak bölge yine Belçika idaresinde Birleşmiş Milletler Vesayet Bölgesi ilan edilmiştir. 1953 yılında yerel olarak gerçekleştirilen seçimlerde Hutu partileri, bölgesel olarak gerçekleştirilen seçimlerde de Tutsi partileri seçimleri kazanmış, bu sonuçları her iki etnik grubun birbirinden daha da uzaklaşmasına sebebiyet vermiştir. Tutsilerin bölge genelinde Hutular tarafından mağdur edildiği ve baskı altına alındığı düşüncesi iki grubun birbirinden daha da çok kopmasına neden olmuştur. Eylül 1959 yılından itibaren etnik kökenli birçok parti kurulmuş, içlerinden sadece UPRONA partisi farklılık yaratarak her iki etnik grup üyesini de üst yönetiminde yer vermiştir. Kasım 1959 yılında her iki grup arasında başlayan şiddet olayları Belçika'nın müdahalesi ile bastırılmıştır.
1961 yılının bahar döneminde bölgede Hutu lider Joseph Cimpaye önderliğinde birçok partinin katılımı ve desteği ile ilk özerk ara hükûmet kurulmuştur. 29 Eylül 1961 tarihinde BM gözlüğünde gerçekleştirilen ilk meclis seçimlerinde UPRONA net bir şekilde kazanmıştır. Sondan bir önceki Burundi kralının oğlu olan Prens Louis Rwagasore yeni başbakan olarak göreve başlayarak Cimpaye'nin başbakanlık dönemini sona erdirmiştir. Rwagasore'nin başbakan olmasından çok kısa bir süre sonra 13 Ekim 1961 tarihinde Yunan kiralık katil Ioannis Kageorgis tarafından vurularak öldürülmüştür. Bu suikast olayında azmettirici olarak suçlanan PDC partisi mensubu kişiler Ocak 1963 yılında toplum önünde idam edilmiştir. Bu olayların ardından etnik köken doğrultusunda UPRONA bölünme yaşamış, 20 Ekim 1961 tarihinde de ülkenin yeni başbakanı Tutsi üyesi André Muhirwa olmuş ve bu görevi bağımsızlıktan sonra da 1963 yılına kadar da sürdürdüğü için bağımsız Burundi'nin ilk başbakanı olmuştur.
Bağımsızlık.
Burundi Krallığı (1962-1966).
Birleşmiş Milletler 6 Haziran 1962 tarihinde aldığı karar doğrultusunda Ruanda ve Burundi'yi ayrı devletler olarak bağımsızlığa bırakılmasını kararlaştırmış, bu karar doğrultusunda da Burundi'nin bağımsızlığı 1 Temmuz 1962 tarihinde Belçika tarafından kabul edilmiştir.
İktidarda bulunan UPRONA bağımsızlığın kabul edildiği ilk gün birbirine düşman iki gruba ayrılmış, bu ayrılma sonucunda "Monrovia Öbeği" ve "Casablanca Öbeği" ortaya çıkmıştır. Monrovia öbeği Hutu kökenli Paul Mirerekano önderliğinde Hutu ve Tutsi kökenlilerin birlikte yer aldığı, daha ılımlı ve batı yanlısı bir politika benimserken, radikal Tutsilerin oluşturduğu Casablanca öbeği ise boysal bir politika benimsemiştir. Bu ayrılıktan sonra yaşanan süreçte ilk önce ılımlı öbek adına önce André Muhirwa ve daha sonra 18 Haziran 1963 tarihinden itibaren Pierre Ngendandumwe başbakanlık görevini yürütmüş, 1915 yılından bu yana kral olarak ülkeyi yöneten Mwami IV.Mwambutsa'nın Hutu kökenli dört bakanı görevden uzaklaştırması sonucu başbakan Ngendandumwe istifa etmiş, bunun sonucunda da yeni görev radikal Tutsi Albin Nyamoya'ya verilmiştir. 6 Nisan 1964 tarihinde hükûmetini kuran Nyamoya, bir önceki hükûmetlerin tersine batı ile olan ilişkileri sonlandırarak Çin ile iyi ilişkiler içerisine girmiştir. Aynı yılın Aralık ayında ülke içerisinde Çin kökenli birçok silahın bulunması sonucu kralın güvenini kaybeden Nyamoya, 8 Ocak 1965 yılından kral tarafından görevinden alınmıştır. Göreve yeniden bir önceki başbakan olan Ngendandumwe atanmış ancak Ngendandumwe başbakan olmasından birkaç gün sonra radikal Tutsili bir öbek tarafından öldürülmüştür. Bu olaydan sonra UPRONA'nın lideri Joseph Bamina yeni başbakan olarak atanmış ve bağımsız Burundi'de gerçekleştirilen ilk parlamento seçimlerine başbakan olarak katılmıştır. 10 Mayıs 1965 tarihinde gerçekleştirilen ilk seçimlerden %64 oy oranı ile birinci parti olarak çıkan UPORNA, aşırı radikal Tutsi partisi olan "Parti du Peuple" %30 oy oranı alarak UPORNA ile çatışma ortamına girmiştir. Her ne kadar UPORNA seçimlerden başarı ile çıkmış olsa da, kral Hutu olan Bamina'nın istifasını istemiş, 24 Haziran'da da olağanüstü durum duyurulmuştur. 13 Ekim 1965 tarihinde Mwami özel kalemi olan Léopold Biha'yi başbakan olarak duyurmasından sonra hem aşırı Tutsiler hem de hükûmeti kurma görevi konusunda mağduriyet yaşadıklarını düşünen Hutular ayaklanarak Kasım 1965'te darbe girişiminde bulunmuşlardır. Darbe girişimi sonucunda çoğunluğunu Tutsilerin oluşturduğu ordu üyeleri aralarında eski başbakan Bamina ile eski UPRONA genel başkanı Mirerekano da olmak üzere 5000 Hutu'yu öldürmüştür. Bu süreçte saygınlığını yitiren kral ülkeyi bırakarak Avrupa'ya kaçmıştır. İç savaşa sürüklenen ülkede Mwami Mwambutse'nin oğlu olan Charles Ndizeye, V.Ntare adı ile 24 Mart 1966 tarihinde kral olarak duyurulmuş, yeni kral ile ordunun en tepesinde yer alan Michel Micombero ülkedeki gücü ele geçirmeye yönelik güç savaşına girişmiş, kazanan kısa bir süre için de olsa kral V.Ntare olmuştur. 11 Temmuz 1966 tarihinde Micombero yeni başbakan olarak atanmış ancak 28 Kasım 1966'da kralın bir yurt dışı gezisinde bulmasını fırsat olarak gören Micombero darbe gerçekleştirerek krallığa son vermiş ve "Burundi Cumhuriyeti"'ni duyurmuştur.
Birinci Cumhuriyet (1966-1976).
Yaşanan bu olaylar neticesinde cumhuriyetin ilan edildiği Burundi'de Michel Micombero Burundi Cumhuriyeti'nin ilk devlet başkanı olmuştur. Başbakanlık makamının kaldırıldığı ülkede, "Ulusal Devrim Konseyi" adı verilen bir yapının en tepesinde devlet başkanı yer almaktaydı. Bu konsey 1968 yılında kaldırılmıştır. Micombero birkaç yıl içerisinde polis, ordu ve kamu gibi alanlarda görevli tüm üst yönetimde yer alan Hutuları uzaklaştırmıştır.
Ordu bünyesi içerisinde kalan son birkaç Hutu generali Eylül 1969 yılında devlet başkanına karşı darbe girişiminde bulunmuş, başarısızlıkla sonuçlanan darbe sonucunda da 23 kişi idam edilmiştir. Micombero'nun kendi memleketindeki Tutsilere öncelik vermesi nedeniyle Hutuların yanı sıra diğer Tutsi kabilelerin de hoşnutsuz olmasına neden olmaktaydı. Micombero 1971 yılında üst yönetimlerde yer alan ılımlı Tutsiler'ide uzaklaştırmıştır.
O güne kadar Uganda'da sürgünde bulunan ülkenin son kralı V.Ntare henüz tam olarak açıklanamayan nedenlerden dolayı 30 Mart 1972 tarihinde ülkeye dönmüş, dönüşü ile birlikte tutuklanarak göz hapsine alınmıştır. Bu süreçte Hutulara karşı toplu gözaltılar yaşanmış, 29 Nisan 1972 tarihinde de Micombero tüm hükûmet üyelerini ve parti başkanını görevden alarak Bujumbura'da büyük gösterilerin gerçekleştirilmesine neden olmuştur. Eski kral V.Ntare tutsak olarak tutulduğu bağ evinde Micombero yanlıları tarafından öldürülmüştür. 6 Mayıs'a kadar süren şiddet olaylarında kendisine bağlı ordu birliklerinin de yardımı ile Micombero kazançlı çıkmış ve iktidarını sürdürmüştür. Bu olaylardan sonra orduda görevli 450 Hutu görevden uzaklaştırılmış, iktidar yanlısı ordu mensupları da şiddet olaylarının önemli bir parçası olmuştur. Bundan sonraki birkaç ay ordu Hutulara karşı sistematik bir şekilde şiddet uygulamış ve 100.000 ila 250.000 Hutu'nun hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Ülkedeki tüm eğitimli Hutular ilerleyen dönemlerde Tutsi iktidarını tehlikeye düşürmemesi adına öldürülmüş, tüm bu yaşananlar BM tanımlarına göre soykırım olarak tanımlanmış olsa da o süreçte batı dünyasının ilgisini çekmemiştir. Bu olaylara misilleme olarak Hutular tarafında gerçekleştirilen karşı saldırılarda da 3.000 ila 10.000 Tutsi ölmüştür. Burundi'de 1972 yılında yaşanan bu olaylar 1994 yılında Ruanda'da yaşanan soykırımın önemli bir nedeni olarak düşünülmektedir. 1972 yılındaki olaylarda Hutuların Tutsilere karşı güvenini yitirmiş olması ilerleyen süreçteki soykırımın bir nedeni olarak vurgulanmıştır.
1973 yılına gelindiğinde tüm elit Hutu tabakası ya öldürülmüş ya da yurt dışına kaçmıştı. 11 Haziran 1974 yılında tüm gücü eline alan Micombero, devlet başkanlığının yanı sıra, hükûmet başkanlığını ve parti başkanlığını da elinde bulunduruyordu. Bu süreçte meclisi de fesh eden Micombero, ülkeyi tek başına yönetir bir konuma gelmiştir.
1 Kasım 1976 yılında ordu Jean-Baptiste Bagaza ve Édouard Nzambimana önderliğinde gerçekleştirdiği askerî darbe ile Micombero'yı görevden uzaklaştırmış, Micombero'da yaşanan bu olaydan sonra Somali'ye kaçmıştır.
İkinci Cumhuriyet (1976-1987).
Gerçekleştirilen darbe neticesinde Bagaza ülkenin yeni devlet başkanı olmuş, hükûmet başkanı görevini de 12 Kasım 1976 ile 13 Ekim 1978 tarihleri arasında Nzambimana devralmıştır. Oluşturulan "Yüksek Devrim Konseyi" tüm hükûmet yetki ve görevlerini üstlenmiş, bir önceki dönemde yaşananlar ile ilgili mahkemeler kurulmuştur. Ancak bu mahkemede 1972-1973 yılları arasında yaşanan soykırımın faillerinden çok azı yargılanmış ve ceza almıştır. Bagaza yönetiminde sosyalist bir politika izlemiş, genel olarak da Tutsi ile Hutu mensupları arasındaki ilişkilerin yeniden iyileştirilmesi yönünde çalışmalarda bulunmuştur. Burundi'de yeni bir anayasanın kabulü ile birlikte resmen devlet başkanı olan Bagaza, bu göreve 31 Ağustos 1984 tarihinde gerçekleştirilen bir sonraki seçimi de kazanarak devam etmiştir. Bagaza yönetiminde ülke 17 yıl aradan sonra Kasım 1982'de ilk meclis seçimleri gerçekleştirmiş, yine Bagaza döneminde ilk muhalefet partisi olan FRODEBU genel başkanı Melchior Ndadeye önderliğinde kurulmuştur. Bagaza'nın resmi temaslarda bulunmak üzere gittiği Kanada'da bulunduğu sırada Pierre Buyoya önderliğinde gerçekleştirilen askerî darbe ile görevinden uzaklaştırılmıştır.
1987-1993 dönemi.
Buyoya devlet başkanı olması ile birlikte ülkeyi "Ulusal Kurtuluş Askeri Komitesi" adını verdiği askeri rejim ile ülkeyi yönetmiştir. Hutu ile Tutsi etnik grupları arasında yaşanan gerilimlerin neticesinde ordu içerisinde çok büyük çoğunluğunu Tutsilerin oluşturduğu askerler tarafından özellikle kuzey bölgelerdeki Hutu mensubu kişilere karşı sistematik tutuklama ve işkenceler gerçekleştirilmiş, Ağustos 1988 yılında yaşanan bu olaylar sivil halka karşı soykırım faaliyetine dönüşmüştür. 11 Ağustos 1988 tarihinde bir askerin Hutu mensubu iki kişiyi vurması nedeniyle asker köy halkı tarafından linç edilmiş, bu olaya istinaden de ordu köylerin yakılması ve göz yaşartıcı bombaların sığınaklara atılması, kaçanların helikopterden vurulması gibi olayları içeren misilleme harekâtlarını başlatmıştır. Bu yaşanan olaylar neticesinde çoğunluğu Hutu olmak üzere 20.000 kişi ölmüş, 53.000 fazla Hutu da komşu ülke Ruanda'ya kaçmıştır.
Buyoya 6 Ekim 1988 tarihinde altı Hutu ile altı Tutsi üyeye sahip araştırma komisyonunu kurmuş ve olayların açıklığa kavuşması için çalışmalar gerçekleştirmiştir. Etnik gerilimi azaltabilmek adına hükûmette yer alan Hutu bakan sayısını altıdan on ikiye çıkarmış, Hutu kökenli Adrien Sibomana'yı yeni hükûmet başkanı yapmıştır. 19 Ekim 1988 yılında alınan bu adımların neticesinde üç yıllık bir süre içerisinde yurt dışına kaçan birçok Hutu ülkeye geri dönmüştür. Mart 1993'te kabul edilen yeni yasa ile etnik ve dini temelleri esas alan partiler yasaklanmış, o güne kadar yasak olan farklı partilerde yasallaştırılmıştır. 1 Haziran 1993 tarihinde gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde Hutu kökenli Melchior Ndadaye mevcut başkan Buyoya'ya karşı seçimi kazanarak ülkenin yeni devlet başkanı olmuştur. 10 Temmuz'da Ndadaye'nin görevi devralmasından önce 29 Haziran 1993 tarihinde gerçekleştirilen meclis seçimlerine birçok parti katılmıştır. Bu seçimler neticesinde Tutsi mensubu Sylvie Kinigi hükûmet başkanı olmuştur.
Darbe ve iç savaş (1993-2005).
Ndadaye devlet başkanı seçilmesinden sadece 101 gün sonra bir kısım asker mensubu tarafından gerçekleştirilen ama başarıya ulaşamayan darbe esnasında öldürülmüştür. 21 Ekim ile 27 Ekim tarihleri arasında darbeyi gerçekleştiren darbecilerin lideri François Ngézé yeni devlet başkanı olduğunu ilan etmiş. Bu süreden sonra ordunun devlet başkanlığına bağlı askerleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlar ile bu yönetime son verilmiş, yeni devlet başkanı seçilene kadar geçici olarak Kinigi yeni devlet başkanı olmuştur. Kinigi'den sonra bu göreve Hutu kökenli Cyprien Ntaryamira getirilmiştir. 1993 yılının sonbahar aylarında yeniden alevlenen şiddet gösterilerinde bu sefer hedef olarak Tutsiler alınmış, kısa süre içerisinde 200.000 Tutsi ölmüştür. 6 Nisan 1994 tarihinde Burundi ve Ruanda devlet başkanlarının yer aldığı uçak Ruanda'nın başkenti Kigali'ye iniş yapacağı esnada vurularak düşürülmüştür. Yaşanan bu olayın nedenleri ile ilgili olarak tam açıklayıcı sebepler günümüze kadar da ortaya çıkarılamamıştır. Uçağın düşüşü ile ilgili olarak Tutsili asi güçler sorumlu tutulsa da, uçağın düştüğü alanın Hutular tarafından kontrol altında tutulduğu bölge içerisinde yer alması ve Tutsi güçlerinin o günkü insan ve silah gücü göz önüne alındığında böyle bir işlemi söz konusu bölgeye sızarak gerçekleştirme olasılığının düşük olması nedeniyle şüpheler daha çok Hutulu fanatiklere yönelmiş olsa da uçağın düşme sebepleri tam anlamıyla ortaya çıkarılamamıştır. Bu yaşanan olay Ruanda soykırımının da başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Ntaryamira'nın uçağın düşmesi sonucu hayatını kaybetmesi neticesinde Hutu kökenli Sylvestre Ntibantunganya yeni devlet başkanı olarak atanmıştır. 1990'lı yılların ortalarına kadar karşılıklı olarak gerçekleştirilen soykırımlar, 1995 yılında zirveye ulaşmış, 15.000 kişi bu yıl içerisinde ölmüştür. Temmuz ve Ağustos 1996'da bir kısım asker tarafından Gitega'da sivil halka karşı soykırım girişiminde bulunulması sonucu, Buyoya yönetimindeki ordu duruma el koyarak darbe yapmış ve 26 Temmuz 1996'da iktidara gelmiştir. 23 Temmuz 2001 yılında Hutu ve Tutsi mensupları arasında imzalanan anlaşma kapsamında devlet başkanlığı makamının sırayla devralınacağı kararlaştırılmış, bu doğrultuda 30 Nisan 2003 tarihinde Hutu kökenli Domitien Ndayizeye görevi Tutsi kökenli Buyoya'dan devralmıştır. 2003 yılının başında kararlaştırılan ateşkes, son gerilla grubu olan "Forces National de Libération (FNL)" da 1 Şubat 2005 yılında katılması ile genişletilmiştir.
2005'ten günümüze.
19 Ağustos 2005 yılında gerçekleştirilen yeni devlet başkanlığı seçimlerinde Hutu kökenli Pierre Nkurunziza galip gelerek devlet başkanlığı görevine seçilmiştir. Bu dönemde Burundi genelinde yaşanan şiddet olaylarında azalma olmuş, ülkedeki güvenlik koşullarında iyileştirme gözlemlenmiştir. Bu süreçte birçok Burundili mülteci komşu ülkelerden geri dönerek Burundi'ye geri yerleşmiştir.
Birleşmiş Milletler 2004 yılından bu yana Burundi'de bulunmaktadır. 2004 ile 2006 yılları arasında "Opération des Nations Unies au Burundi" misyonu ile bu ülkede bulunan BM, 2007-2010 yılları arasında "Bureau Intégré des Nations Unies au Burundi" olarak ve son olarak 2011 yılından bu yana kadar da "Bureau des Nations Unies au Burundi" misyonu ile Burundi'de yer almaktadır.
Nkurunziza'nın 2010 yılında yeniden seçilmesinden sonra 2015 yılında yapılacak olan devlet başkanlığı seçimlerinde üçüncü kez seçilmek üzere aday olacağını açıklamasından sonra önce başkent Bujumbura'da başlayan ve daha sonra Burundi geneline yayılan şiddet olayları neticesinde Godefroid Niyombare önderliğindeki ordu generalleri 13 Mayıs 2015 tarihinde Nkurunziza'nın görevden alındığını ve hükûmetin lav edildiğini açıklamıştır. Bu darbe girişimi esnasında Burundi'deki sorunların çözümü için Tanzanya'da bulunan devlet başkanı havaalanının kapatılması nedeniyle ülkeye dönememiştir. Hükûmet yanlısı askerlerin bağlılığı ile iki gün sonra darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığı açıklanmış, Nkurunziza yeniden ülkesine dönmüştür. Tüm bu yaşananlara rağmen devlet başkanlığına adaylığını devam edeceğini açıklayan Nkurunziza, yanlış bir hesaplama yapıldığını bildirmiş ve ilk göreve geldiğinde bu göreve halk tarafında seçilmediğini, meclis tarafından atandığını açıklamış bu yüzden 2015 seçimlerinde aday olmasının anayasanın ihlali anlamına gelmediğini ifade etmiştir.
Yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen 2015 seçimleri adaylığından vazgeçmeyen Nkurunziza, 21 Temmuz 2015 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerde %69 oranında oy alarak üçüncü bir beş yıllık dönem için makama tekrar seçilmiş ve 20 Ağustos 2015'te yemin etmiştir. Nkurunziza tekrar seçildikten sonra yaptığı konuşmada bu zaferini "tüm Burundililer'in zaferi" olarak adlandırmış, düşmanlarının şiddeti sürdürmeye devam ederse kendilerini Tanrı'nın yardımı ile yenilgiye uğratarak "havaya atılan dağılmış una" benzeteceklerini ifade etmiştir. Görevi 20 Ağustos 2020'de sona erecek olan Nkurunziza 8 Haziran 2020 günü kalp krizi sonucu ölmüştür.
Siyaset.
Burundi anayasa ile yönetilen bir cumhuriyettir. Günümüzde yürürlükte olan anayasa 2005 yılında kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Burundi çok partili bir siyasi sisteme sahip olup, başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Burundi devlet başkanı hem devletin en üst noktası olarak hem de hükûmet başkanı olarak görev yapmaktadır. Tanzanya'da 2003 yılında 500.000'in üzerinde mülteci bulunurken bu sayı 2007 yılına gelindiğinde 150.000'in altına düşmüştür.
Burundi parlamentosu iki kanattan oluşmakta olup, bunlar ulusal meclis ve senato konumundadır. Ulusal mecliste bulunan 118 sandalyenin üyeleri beş yıllık süre için seçilmektedir. 2005 yılında kabul edilen yeni anayasaya göre ulusal meclis üyelerinin %60'ının ülkede çoğunluğu oluşturan Hutu etnik grubu üyesi, %40'ının ise Tutsi etnik grubu üyesi olma zorunluluğu bulunmaktadır. Aynı anayasa gereği bu üyelerin de %30'unun kadın, üç üyenin de ülkedeki en küçük etnik grup olan Twa etnik grubu üyesi olması gerekmektedir. Parlamentonun diğer kanadı olan senatoda 49 sandalye bulunmakta olup her seçim bölgesinden seçilen iki üye yer almaktadır. Ulusal meclis seçimlerinde geçerli olan kriterler senato seçimlerinde de geçerlidir.
Dış siyaset.
Burundi birçok uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve Doğu Afrika Birliği, Uluslararası Para Fonu ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir.
İdari yapılanma.
Burundi kendi içerisinde 17 ile ("province") ayrılmıştır. Söz konusu illerde kendi içerisinde 117 ilçeye ("communes"), ilçeler de 2.639 tepeye ("collines" - Fransızca "colline" = "tepe") ayrılmış konumdadır. Son idari yapının Türkçe tam karşılığı bulunmadığından dolayı birebir 'tepe' olarak çevrilmiştir. Burundi'de bulunan illerin her birinin merkez şehri de il ile aynı ismi taşımaktadır. Colline Burundi'de 3.derecede idari yapılanmanın adıdır. 21 Aralık 2018 tarihinden bu yana yeni başkent Gitega'dır.
Şehir.
Ülke içerisinde kalabalığın en yoğun olduğu şehir başkent Bujumbura'dır. Burundi nüfusunun %13'ü 2008 resmi sayım sonuçlarına göre başkent bölgesinde yaşamaktadır. Ülke içerisinde 2008 resmi nüfus verilerine göre en kalabalık beş şehir şu şekilde sıralanmaktadır: Bujumbura (497.166), Gitega (41.944), Ngozi (39.884), Rumonge (35.931), Cibitoke (23.885)
Ekonomi.
Burundi dünya açlık endeksine göre son 25 yılın verilerine göre dünyanın en fakir ülkesi konumundadır. Dünya açlık endeksinin 2014 verilerine göre Burundi tüm ülkeler içerisinde sahip olduğu 35,6 endeks oranı ile son sırada yer almaktadır.
Ülke ekonomisinin en önemli parçasını tarımsal faaliyetler oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun yaklaşık olarak %85'i direkt ya da dolaylı olarak tarımsal faaliyetler içerisinde yer almaktadır. Burundi'de gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerin büyük çoğunluğunu kişisel tüketimi karşılamak için gerçekleştirilen faaliyetler kapsamaktadır. Kahve, manyok, muz, mısır, tatlı patates ve sebze ekilen ve yetiştirilen en önemli tarım ürünlerini oluşturmaktadır.
Tarımsal faaliyetlerin yanı sıra hayvancılık da toplum arasında yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Ülke genelinde hayvan sayısı yüksek olsa da, buradan elde edilen verim ve kullanım düşük düzeyde kalmaktadır. Bu alanda büyükbaş hayvanların sütünden ve etinden faydalanılmaktadır.
Maden.
Ülke belli yer altı madenlerine de sahip olmaktadır. Burundi genelinde nikel, kobalt, uranyum, bakır, platin, vanadyum, altın, kalay, kaolin, niyobyum, tantal, tungsten ve kireç madenleri mevcuttur. Burundi denize kıyısı olmayan bir ülke olarak bu ürünlerin dünya pazarlarına erişimi uzun mesafeler alabilmekte ve bu süreçler yüksek maliyetli olabilmektedir.
İhracat.
Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini kahve, çay, şeker, pamuk ve deri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ihracat yaptığı ilk altı ülke şu şekildedir:
Almanya %11,4 <br>
Pakistan %9,3 <br>
Kongo DC %9,2 <br>
İsveç %8,2 <br>
Çin %5,8 <br>
Uganda %7
İthalat.
Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini makine ve ekipmanları, petrol ürünleri, gıda ürünleri ve inşaat malzemeleri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ithalat yaptığı ilk sekiz ülke şu şekildedir:
Suudi Arabistan %13,3 <br>
Çin %8,7 <br>
Tanzanya %8 <br>
Belçika %7,6 <br>
Kenya %7,5 <br>
Uganda %7 <br>
Zambiya %5,6 <br>
Hindistan %5,2
Ulaşım.
Havayolu.
Ülke genelinde bulunan sekiz adet havaalanı içerisinde en önemlisi ve tek asfalt piste sahip olanı ülkenin en büyük şehri Bujumbura'da bulunan Bujumbura Uluslararası Havalimanı ("Bujumbura International Airport") olup, diğer havaalanları ise toprak pistlere sahiptir.
Ülkenin ulusal havayolu 1975 yılında kurulan "Air Burundi" 'dir. Şirket 2009 yılında maddi sorunlar nedeniyle uçuş faaliyetlerine son vermiş olup, günümüzde sadece havaalanı yer hizmetlerinde faaliyet göstermektedir. Şirket 2013 yılında Çin tarafından hediye edilen iki uçak ile yeniden faaliyetlerine başlama girişimlerinde bulunmuş ancak bu girişim yetersiz havacılık uzmanı personeli nedeniyle günümüze kadar gerçekleştirilememiştir.
Burundi'ye Brussels Airlines, Kenya Airways, Ethiopian Airlines, flydubai ve RwandaAir uçuşlar gerçekleştirmektedir.
Karayolu.
Ülkede mevcut olan 12.322 km karayolunun sadece 1.286 km'si asfaltlanmış konumdadır. Ülkenin en önemli bağlantı yolları şu şekildedir:
Demiryolu.
Günümüzde Burundi genelinde mevcut olan bir demiryolu hattı bulunmamaktadır. Ülkeyi diğer komşu ülkeler ile demiryolu hattı üzerinden bağlama çalışmaları gerçekleştirilmiş olmasına rağmen henüz bir adım atılamamıştır. Burundi, planlama aşamasında olan ve Tanzanya ile Ruanda'yı demiryolu ile birbirine bağlayacak olan hatta da dahil edilmek istenmekte olup, bu konuda da henüz bir adım atılamamıştır.
Kenya, 2013 yılında temelini attığı yeni demiryolu hattı projesi kapsamında ulaşmayı planladığı komşu ülkeler arasında Burundi de yer almakta olup, projenin 2017 yılı içerisinde bitirilmesi planlanmaktadır. Bu hat tamamlandığında Kenya'nın liman kenti Mombasa'dan yola çıkan tren Burundi'nin başkenti Bujumbura'ya ulaşmış olacak.
Denizyolu.
Bir kısmı Burundi sınırları içerisinde yer alan Tanganika Gölü üzerinden insan ve yük taşımacılığı gerçekleştirilmektedir. Göle sınırı bulunan Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya ve Zambiya'ya seferler düzenlenebilmektedir. Ülkenin en önemli limanı başkent Bujumbura'da yer almakta olup, bu göl haricinde bir deniz taşımacılığı faaliyeti gerçekleştirilmemektedir.
Spor.
Ülkenin en sevilen spor dalları arasında basketbol ve atletizm bulunmaktadır. Bunun haricinde judo gibi popüler dövüş sanatları da Burundi genelinde yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Üzerinde çukurlar bulunan, genelde tahta bir tabla üzerinde, sayılı misket veya taş ile oynana mankala da ülke genelinde oynanmaktadır.
Burundi'de popüler olan diğer bir spor dalı olan futbol, 1948 yılında kurulan, 1972 yılında FIFA ve CAF üyesi olan Burundi Futbol Federasyonu ("Fédération de Football du Burundi") tarafından yönetilmektedir. Ülkede on dört takımın katıldığı ve "Primus Ligue" olarak adlandırılan ulusal bir lig düzenlenmektedir. Ülkenin en başarılı futbol takımı bugüne kadar 18 şampiyonluk ile Vital'O FC takımıdır.
Ruanda millî futbol takımı Mayıs 2015'te FIFA sıralamasında 122. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 1993 yılında 101. olarak elde etmiştir.
Kültür.
Burundi'de yerel dinlerde gerçekleştirilen müzik ve danslar kültürün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Özel günlerde ve düğünlerde "abatimbo" adı verilen dans ile daha hızlı olan ve "abanyagasimbo" olarak adlandırılan dans yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Kültürün bir parçası olan şarkılarda söyleyen kişiye ve gruba göre adlandırılmaktadır. Ailelerin beraber söylediği şarkılar "imvyino" olarak adlandırılırken, sadece erkeklerin söylediği şarkılar "kwishongora", sadece kadınların söylediği şarkılar da "bilito" olarak adlandırılmaktadır. Tüm bu şarkıların ortak yönü ulusal dil olan Kirundi dilinde söylenmesidir.
Flütün yanı sıra ikembe, indonongo, urukayamba, umuduri, inanga ve inyagara olarak adlandırılan yerel müzik aletleri de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Ülkede düzyazı, tiyatro ve görsel sanatlar daha az belirgin bir konumdadır. Burundi'de hikâyeler, masallar genelde dilden dile anlatılarak bir sonraki nesillere aktarılmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16642",
"len_data": 35976,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.56
}
|
Evrim, zaman içinde birdenbire olmayan kesintisiz, niteliksel ve niceliksel değişim sürecidir. Evrim sözcüğü çoğunlukla Charles Darwin'in evrim kuramını belirtmek için kullanılır. Biyolojik anlamının yanı sıra, gezegenlerin ya da bilimin vs. gelişimini tanımlamak için de kullanılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16650",
"len_data": 283,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.7
}
|
Jean Baudrillard (27 Temmuz 1929, Reims - 6 Mart 2007, Paris), Fransız düşünür ve sosyolog. Medya teorisi, postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir.
Hayatı.
Fransa'da bir devlet memurunun çocuğu olarak doğmuştur. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okumuş, ailesinde üniversiteye gitmiş olan ilk kişi olmuştur.
Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretmiştir. 1950-1960'lardaki bu dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir. Almanca öğrettiği bu dönemde sosyoloji üzerine doktora tezine de devam etmiştir. 1966'da başlığı "Thèse de troisième cycle: Le Système des objets" olan doktora tezini bitirmiştir.
1966 yılının Eylül ayında Université Paris-Nanterre'de asistan olmuştur. 1968'deki öğrenci eylemlerinin etkisinde kalmıştır, Yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilenmiştir. 1972'de aynı üniversitede, profesör olarak, sosyoloji öğretmeye başlamıştır. 1987'dan 1990'a kadar Paris Dauphine Üniversitesi'de görev almıştır.
Özel Hayatı.
Baudrillard barok müzikten hoşlanırdı; en sevdiği besteci Claudio Monteverdi'ydi. Ayrıca The Velvet Underground & Nico gibi rock müziği de tercih ediyordu.
Baudrillard yazılarını "eski daktilosunu kullanarak yazardı, asla bilgisayar başında değil. " Bilgisayarın "sadece daha kullanışsız ve daha karmaşık bir daktilo türü" olduğunu, oysa daktilo ile " fiziksel bir ilişkisi" olduğunu belirtmiştir.
Baudrillard iki kez evlendi. İlk eşi Lucile Baudrillard ile Gilles ve Anne adında iki çocukları oldu.
Baudrillard, 1970 yılında ilk evliliğini yaptığı sırada, profesör olarak çalıştığı Nanterre'e gelen 25 yaşındaki Marine Dupuis ile tanıştı. Marine daha sonra medya sanat yönetmeni oldu. 1994 yılında 65 yaşındayken evlendiler.
2005'te kanser teşhisi konan Baudrillard, Paris, Rue Sainte-Beuve'deki evinde iki yıl boyunca hastalıkla mücadele etti ve 77 yaşında öldü. Marine Baudrillard, Jean Baudrillard'ın arkadaşlarından oluşan bir dernek olan Cool Memories'in medya organizatörlüğünü yapmaktadır.
Çalışmaları.
Bugünün siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmesi ününün artmasına neden olmuştur. Bugüne kadar birçok önemli çalışmaya imza atmıştır. Simülasyon kuramını oluşturmuş, kitle zihni üzerine çarpıcı satırlar yazmıştır. Tüketim üzerine düşünceleri ve yapıtları ise onun ününe ün katmıştır. Medya ve kitle iletişim araçlarına dair eleştirileri de diğer düşünceleri kadar çarpıcıdır. Birinci Körfez Savaşı üzerine yaptığı açıklamalarla, Körfez Savaşı'nın oluşumunu ve etkilerini entelektüel bir açıdan farklı bir şekilde yorumlamıştır.
Simülasyon evreninin ortaya çıkışı II. Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılıdır. Baudrillard'a göre II. Dünya Savaşı sonrası sağ, solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yani, sosyal devlet ilkesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca iletişim ve hizmetler sektörlerinin belirleyiciliği artmıştır. Bu veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafında dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.Jean Baudrillard için bu çağ anlamsızlık çağıdır. Anlam ortadan kalkmıştır iyi ve kötü birbirine karışmıştır.
Simülakrlar ve Simülasyon.
Baudrillard 1980'ler boyunca çalışmalarını geliştirirken, ekonomi teorisinden aracılık ve kitle iletişimine geçti. Saussure'cü göstergebilim ve sembolik mübadele mantığına (antropolog Marcel Mauss'un etkisiyle) olan ilgisini korumakla birlikte, Baudrillard dikkatini Marshall McLuhan'ın çalışmalarına yöneltti ve toplumsal ilişkilerin doğasının bir toplumun kullandığı iletişim biçimleri tarafından nasıl belirlendiğine dair fikirler geliştirdi. Baudrillard bunu yaparken hem Saussure'ün hem de Roland Barthes'ın biçimsel semiyolojisinin ötesine geçerek yapısal semiyolojinin tarihsel olarak anlaşılmış bir versiyonunun çıkarımlarını dikkate almıştır. Kornelije Kvas'a göre, "Baudrillard dilsel örgütlenmenin farklı biçimlerinin eşdeğerliğine ilişkin yapısalcı ilkeyi, doğru-yanlış, gerçek-gerçek dışı, merkez-çevre gibi karşıtlıkları içeren ikili ilkeyi reddeder. Gerçekliğin (mimetik) kopyalanması olasılığını reddeder; dil aracılığıyla dolayımlanan gerçeklik bir göstergeler oyununa dönüşür. Onun teorik sisteminde gerçek ile kurgusal, kopya ile orijinal arasındaki tüm ayrımlar ortadan kalkar."
Baudrillard'a göre simülasyon, simülakrın mevcut aşamasıdır: her şey göndergeleri olmayan referanslardan, bir hipergerçeklikten oluşur. Baudrillard bunun tarihsel bir ilerlemenin parçası olduğunu savunur. Rönesans'ta baskın simülakr, insanların ya da nesnelerin var olmayan gerçek bir göndergeyi (örneğin, kraliyet, soyluluk, kutsallık, vb.) temsil ediyor gibi göründüğü sahte biçimindeydi. Sanayi Devrimi ile birlikte baskın simülakr, sonsuz bir üretim hattında çoğaltılabilen ürün haline geldi. Günümüzde egemen simülakr, doğası gereği zaten sonsuz yeniden üretilebilirliği temsil eden ve kendisi de zaten yeniden üretilen modeldir.
Gücün Izdırabı.
Baudrillard 2005 yılı boyunca benzer fikirleri işleyen üç kısa yazı yazmış ve kısa bir dergi röportajı vermiştir. 2007'deki ölümünün ardından bu dört yazı bir araya getirilmiş ve ölümünden sonra iktidarın kendisine karşı bir polemik olan The Agony of Power adıyla yayımlanmıştır. İlk yazı olan "From Domination to Hegemony" (Tahakkümden Hegemonyaya) iki konuyu, iktidar biçimlerini karşılaştırmaktadır; tahakküm tarihsel, geleneksel iktidar ilişkilerini temsil ederken, hegemonya devletler ve işletmeler tarafından gerçekleştirilen modern, daha sofistike iktidar ilişkilerini temsil etmektedir. Baudrillard, çağdaş işletmelerin iş modellerini açıkça ifade ettikleri "sinizmi" kınamıştır. Örneğin, Fransız televizyon kanalı TF1 yöneticisi Patrick Le Lay'in işinin "Coca-Cola'nın ürünlerini satmasına yardımcı olmak" olduğunu söylediğini aktarmıştır. Baudrillard, bu tür bir dürüstlüğün Sol'un hükûmetleri ve şirketleri eleştirme geleneksel rolünü önceden engellediğinden ve dolayısıyla elinden aldığından yakınmıştır: "Aslında Le Lay elimizde kalan tek gücü de elimizden alıyor. Bizim ihbarımızı çalıyor.":&hairsp;Sonuç olarak Baudrillard, "iktidarın kendisinin ortadan kaldırılması gerektiğini ve bunun yalnızca hükmedilmeyi reddetmekle değil aynı zamanda, aynı şiddetle, hükmetmeyi reddetmekle de olacağını" belirtmiştir:&hairsp;
İkinci yazılar 11 Eylül terör saldırılarına ilişkin daha ileri analizler içeriyor ve hem Amerikan hem de Müslüman toplumları, özellikle de Amerikan devleti ile hava korsanlarını tanımlamak için Kızılderili potlatch metaforunu kullanıyordu. Yazıların bağlamında, "potlatch" ritüelin hediye verme yönüne değil, daha ziyade zenginliği yok etme yönüne atıfta bulunuyordu: "Teröristlerin Batı'ya karşı potlatch'ı kendi ölümleridir. Bizim potlatch'ımız ise haysiyetsizlik, utanmazlık, müstehcenlik, alçalma ve iğrençliktir." Batı'ya yönelik bu eleştiri, Baudrillard'ın simülakrına, yukarıdaki iş dünyası sinizmine ve Müslüman ve Batı toplumları arasındaki karşıtlığa dair notlar taşıyordu:
Biz [Batı] bu kayıtsızlığı ve iğrençliği başkalarına bir meydan okuma gibi fırlatıyoruz: karşılığında kendilerini kirletmeleri, değerlerini inkâr etmeleri, çırılçıplak soyunmaları, itiraf etmeleri, itiraf etmeleri - kendimizinkine eşit bir nihilizme yanıt vermeleri için meydan okuma.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16653",
"len_data": 8043,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.43
}
|
Gaziosmanpaşa, İstanbul ilinin bir ilçesidir. İstanbul'un geç dönem yerleşimlerinden olan ve daha önce Taşlıtarla ve Küçükköy mevkii olarak bilinen Gaziosmanpaşa, 1950'li yıllardan sonra gelişmiş, 1963 yılında da ilçe yapılmıştır. Gaziosmanpaşa'nın merkezine eskiden Taşlıtarla denirdi. Gaziosmanpaşa ilçesi Bayrampaşa, Esenler, Eyüpsultan ve Sultangazi ilçeleri ile komşudur.
Nüfusun artmasıyla trafik sorunu da artmaktadır. T4 tramvay hattı ve M7 metro hattının açılmasıyla modern bir ulaşıma da sahip olmuştur. Bu yüzden en fazla göç alan ilçe konumuna gelmiştir.
Nüfus.
Gaziosmanpaşa'da 16 mahalle vardır. 2008 yılında çıkarılan yeni yasa çerçevesinde Arnavutköy ve Sultangazi ilçe statüsü kazanmıştır. Bu iki ilçenin kurulmasıyla Gaziosmanpaşa'nın nüfusu 1.013.048'den (2007) 460.675'e (2008) düşmüş ve "Türkiye'nin en kalabalık ilçesi" unvanını kaybetmiştir.
1990 Genel Nüfus Sayımı'na göre ilçe merkezinin genç bir nüfusa sahip olduğu belirlenmiştir; 20 yaşın altındaki nüfus toplam nüfusun yarısına yakındır. Yine aynı sayıma göre, ilçe merkezinde 6 yaşın üzerindeki okuryazarlık oranının %88,1 olduğu görülmüştür. İlçe merkezinde okuma yazma bilenlerden %81,3'ü bir öğrenim kurumundan mezun olmuştur. Bunlardan %75,7'si ilkokulu, %12,9'u ortaokul ve dengi okulları, %9,2'si lise ve dengi okulları ve %2,2'si yükseköğrenim kurumlarını bitirmiştir.
Gaziosmanpaşa ilçe merkezinde iktisaden faal nüfus 12 ve daha yukarı yaştaki nüfusun %48,4'ünü oluşturmaktadır. Bu, 12 yaş üzerindeki nüfusun yaklaşık yarısının faal olarak ekonomik hayata katıldığını, diğer yarısının ise ekonomik açıdan faal olmadığını ortaya çıkmaktadır. İktisaden faal olmayan nüfusun büyük kısmını ev kadınları oluşturmaktadır.
Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı (Vekili).
2024 Yerel Seçimlerinde Belediye Başkanı olarak seçilen Hakan Bahçetepe, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik yapılan 5. Dalga operasyonuyla gözaltına alındı, ardından tutuklandı ve İçişleri Bakanlığınca görevinden geçici olarak uzaklaştırıldı. CHP'li Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe'nin görevden uzaklaştırılmasının ardından yapılan seçimde, AK Parti'li Meclis Üyesi Eray Karadeniz belediye başkanvekili seçildi.
Tarihçe.
Gaziosmanpaşa ilçe alanı eskiden Eyüpsultan ve Çatalca ilçelerinin sınırları içindeydi. Bugün ilçe merkezinin bulunduğu güneydoğudaki topraklar 1950'lere kadar boştu. Eyüp ilçe sınırları içindeki bu topraklar kıraç ve taşlı olduğundan halk arasında Taşlıtarla olarak adlandırılırdı.
1950'den önce burada hayvancılıkla uğraşanların kurduğu ağıllarla birkaç atölye tipi imalathane vardı. 1952 yılında Balkan göçmenlerine devletin yaptırdığı evlerle başlayan Taşlıtarla serüveni, 1960'lı yıllardan itibaren sanayinin Rami ve Eyüp'e kaymasıyla büyük bir ivme kazandı ve bugün ortaya 1 milyon kişinin yaşadığı dev Gaziosmanpaşa ilçesi çıktı. Bir bakıma Taşlıtarla, Gaziosmanpaşa ilçesinin çekirdeği sayılmaktadır. Yakın zamana kadar kentin varoşu olan Taşlıtarla bugün dev gökdelenleri alışveriş merkezleri, bilgisayarlı okulları ve eğlence merkezleriyle modern bir görünüm kazandı.
Taşlıtarla 1958'e kadar Eyüp'ün Rami Bucağı'na bağlı olan Küçükköy'ün bir mahallesiydi. 1962'de yapılan bir araştırmaya göre Taşlıtarla'daki 18 bin gecekonduda yaklaşık 90 bin kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. 4 Eylül 1963 tarih ve 11496 sayı ile bu tarihte 309 kanun numarası ile ilçe oldu. Nüfusun hızla artmasına bağlı olarak Eyüp ilçesinde kurulan Göktepe Bucağı'nın merkezi durumundaki Taşlıtarla, 1963'te bucak çevresindeki alanlarda oluşturulan Gaziosmanpaşa ilçesinin merkezi oldu ve bundan sonra Gaziosmanpaşa adıyla anılmaya başladı.
Gaziosmanpaşa ilçesine Rami Bucağı'nın ve Çatalca ilçesine bağlı Hadımköy Bucağı'nın bazı köyleri katılmıştır. 1970'ten önce Çatalca'nın Tayakadın köyü 1990 öncesinde yine Çatalca'nın kırsal bir yerleşmesi olan Yeniköy de bağlanınca Gaziosmanpaşa ilçesi bugünkü sınırlarına kavuşmuştur.
Gaziosmanpaşa'nın kentsel gelişmesini en iyi ilçenin nüfus gelişmesi göstermektedir. Dünyanın çok az yerinde görülebilecek bir kentleşme sonucunda Gaziosmanpaşa'nın nüfusu 1935-1997 yılları arasındaki 60 yılda olağanüstü büyümüş, tam 165 misli artmıştır. İlçe nüfusu 1935'te 3847 iken 635.000 olmuştur.
1935'teki sayıma göre, bu alandaki nüfusun tamamı kırsal yerleşmelerde yaşıyordu. Sonraki yıllarda İstanbul'un birçok bölümünde görüldüğü gibi Gaziosmanpaşa'da da kentleşme hız kazandı. Gaziosmanpaşa İlçesinde İstanbul'a yakın olan yerler daha hızlı kalabalıklaşmış ve kent niteliği kazanarak İstanbul kentsel alanına katılmıştır.
Kurulduğu günden bu yana her dönem kamuoyunun dikkatini çeken ilçe, son yıllarda artan nüfusuyla İstanbul'un en büyük birinci, Türkiye'nin en büyük ikinci ilçesi olma hüviyetini kazandı.
Gecekondulaşmanın yoğun olduğu ilçelerden sayılan Gaziosmanpaşa, son yıllarda özellikle de Belediyenin altyapı, ulaşım ve peyzaj çalışmaları ile her geçen gün gelişme trendini arttıran bir yapıya kavuşturulmuştur. İlçenin kaderini iyi yönde etkileyen bu hizmetler büyük yatırımcıları bu bölgeye sevk etmiş ve Gaziosmanpaşa da İstanbul'un kentli unsurlarını taşır hale gelmeye başlamıştır.
Medya.
İlçedeki Medya Kuruluşları.
"Gaziosmanpaşa", ilçesinde yayın yapan günlük gazete ve yerel radyo tv kanalları bulunmaktadır.
Coğrafya.
Gaziosmanpaşa, geçmişte sınırları Karadeniz'e kadar uzanan, yüzölçümü bakımından Türkiye'nin en büyük ilçeleri arasında yer alırken, 2008 yılı içerisinde 3 ilçeye bölünmüştür. Gaziosmanpaşa ilçe alanının yeni sınırları, yönetsel bakımdan kuzeyden Sultangazi, doğu ve güneyden Eyüp, batıdan ise Bayrampaşa ile çevrilidir.
İklim.
</div style="max-width:75%">
Mahalleleri.
Mahalleleri aşağıdadır.
Siyaset.
Belediye Başkanları.
Gaziosmanpaşa'da görev yapan belediye başkanları listesidir.
Ekonomi.
Gaziosmanpaşa ilçesinde ekonomik hayatın temelini küçük esnaf ve dış üretim faaliyetleri oluşturmaktadır. İlçe merkezinde iktisaden faal nüfusun %60'ı bu işlerde çalışmaktadır. Esnaf ve Sanatkarlar Birliği'nin verilerine göre, Gaziosmanpaşa'da 498 küçük ölçekli, 145 orta ölçekli ve 18 de büyük ölçekli işletme bulunuyor. Genel olarak avize, oto motor tamiri, metal işleri, konfeksiyon, torna-tesviye ve elektronik tesisatçılığı konularında faaliyet gösteren bu işletmelerde 3.688 kişi çalışıyor. Bununla birlikte ilçeye bağlı köylerde kırsal nüfusun geçimini temin ettiği tarımsal üretim de vardır. Ancak tarımsal üretim her geçen gün azalmaktadır.
İlçede genel olarak bir inşaat havasının hakim olduğu söylenebilir. Eski gecekondular artık yerini planlı yapılaşmaya bırakmaktadır. İlçenin hemen hemen her yerinde inşaat malzemesi satan perakendeci ya da toptancı mağazalarına, hafriyatçılara, marangozlara rastlamak mümkündür.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16668",
"len_data": 6673,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.28
}
|
Gazzâlî (), yaygın adıyla İmam-ı Gazzâlî (1058 – 19 Aralık 1111), Orta Çağ Avrupası'nda Latinize edilmiş hâliyle Algazelus ya da Algazel, İranlı Sünni İslam âlimi, mutasavvıfı ve müderrisidir. İslam düşünce tarihindeki en önemli ve en etkili fakih, müftü, filozof, teolog, mantıkçı ve mistiklerden biri olarak kabul edilmektedir. XI. yüzyılın müceddidi olarak nitelendirilmektedir. Gazzâlî'nin çalışmaları çağdaşları tarafından büyük bir önem ve övgüyle karşılanmış ve "İslam'ın delili" anlamına gelen "Hüccetü'l-İslâm" unvanını almıştır.
Felsefe ilmine vakıf olduktan sonra çeşitli yönlerden felsefeyi eleştirmesi ve dönemin bazı filozoflarını tekfir etmesiyle de bilinir. "Hükema" sıfatıyla da anılmıştır. Fars asıllı olduğu sanılan Gazzâlî'nin lakapları "Hüccetü'l-İslâm" ve "Zeynüddîn"dir. Genel olarak "Gazzâlî" ve "İmam-ı Gazzâlî" isimleriyle tanınmaktadır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde yaşamış en ünlü İslam bilginlerinden biridir.
Hayatı.
Gazzâlî, Hicri 450 (Miladi 1058) yılında İran'ın Horasan bölgesinin Tus şehrinde doğmuştur. İlk öğrenimini Tus'ta Ahmed bin Muhammed er-Razikânî'den almış, daha sonra Cürcân şehrine giderek Ebû Nasr el-İsmailî'den eğitim görmüştür. Ardından 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi'nde öğrenim görmüş, itikadi düşünce olarak Ebü'l Hasan Eş'arî'den, ameli görüş olarak ise İmam Şafiî'den etkilenmiştir.
Hocası, "İmam-ı Harameyn" lakaplı Abdülmelik el-Cüveynî, 1085 yılında ölünce Gazzâlî, Nişabur'dan Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri Nizâmülmülk'ün yanına gitmiştir. Nizâmülmülk'ün huzurunda düzenlenen bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak 1091 yılında Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'nin baş müderrisliğine tayin edilmiştir. Burada sahip olduğu bilgi ve yetiştirdiği öğrenci topluluğuyla kısa sürede ün ve saygınlık kazanmıştır. Daha sonra tasavvufa yönelmiş ve Ebû Alî Farmedî'nin de tesiriyle bu alanda yoğunlaşmıştır. Bu ilgi ve hac arzusuyla 1095 yılında medresedeki görevini bırakarak Bağdat'tan ayrılmış ve Şam'a gitmiştir
Şam'da iki yıl kadar kaldıktan sonra 1097 yılında hacca gitmiştir. Hac dönüşünde tekrar Şam'a geçmiş, ardından Bağdat yoluyla tekrar Tus'a dönmüştür. Şam ve Tus'ta bulunduğu sürede uzlet hayatı yaşamış ve tasavvuf alanında ilerlemiştir. Bağdat'tan ayrılışından 11 yıl sonra, 1106 yılında Nizâmülmülk'ün oğlu Fahrülmülk'ün ricası üzerine Nişabur Nizamiye Medresesi'nde tekrar eğitim vermeye başlamıştır. Buradan kısa süre sonra Tus'a dönerek yaptırdığı tekkede müritleriyle birlikte sufi hayatı sürdürmüştür.
Gazzâlî, 1111 (Hicri 505) yılında doğum yeri olan İran'ın Tus şehrinde öldü.
Dönemi ve siyasi durum.
Gazzâlî'nin yaşadığı dönemde İslam âleminde siyasî ve fikrî olarak büyük bir karmaşa hâkimdi. Bağdat'ta Abbasi halifelerinin gücü zayıflarken, Büyük Selçuklu Devleti'nin sınırları giderek genişliyor ve nüfuzu da artıyordu. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın veziri Nizâmülmülk, savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, ilim meclisleri denilen tartışma ortamlarını ve medreseleri açıyordu. Bu dönemde Mısır'da, İslam hilâfetinin başında, Şiî mezhebine bağlı Fâtımîler bulunuyordu. Avrupa'da ise Endülüs Emevî Devleti gerileme sürecine girmişti.
Birinci Haçlı Seferi de Gazzâlî'nin yaşadığı dönemde gerçekleşmiş; Gazzâlî 40 yaşında iken Antakya, Haçlılar tarafından kuşatılmış, bir yıl sonra ise Kudüs Haçlıların eline geçmiştir.
Bu dönemde Haşhaşîler tarikatının kurucusu Hasan Sabbah ve İranlı gök bilimci Ömer Hayyam da Gazzâlî ile aynı çağda yaşayan tanınmış şahsiyetlerdir. İslam âlemindeki bu siyasi kargaşaya fikrî bir çöküntü de eşlik etmekteydi.
Fikir hayatı ve etkileri.
Gazzâlî'nin öğrenme merakı, onun çok sayıda dini ve fikrî akımı araştırmasına neden oldu. Yaşadığı dönemde hakikati bulmak isteyen insanların dört gruba ayrıldığını ve her birinin hakikati kendi yolunda aradığını gördü. Bunlar; felsefeciler, kelâmcılar, sûfiler ve Bâtınîlerdi. Hepsinin görüşlerini inceleyerek kelâm, felsefe ve Bâtınîlik yolunu kitaplarında ayrıntılarıyla eleştirdi ve sûfilerin yolu olan tasavvufa yönelerek hakikati bu yolda aradı. Gazzâlî, bu süreci "el-Münkız Mine'd-Dalâl" adlı kitabında şöyle anlatır:
Gazzâlî'ye göre, yaşadığı dönemde İslamiyet'in birliğini bozacak fikirler hızla yayılıyordu. Bir taraftan Yunan felsefesi ile İslam inancını yeniden şekillendirmeye çalışan filozoflar, diğer yandan Kur'an'ın apaçık ayetlerini karanlık ve gizemli tefsirlere konu eden Bâtınîler, İslam dinine ve Ehl-i Sünnet itikadının bütünlüğüne büyük zarar veriyordu.
Bâtınîlik, Gazzâlî'nin döneminde ortaya çıkmış ve Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk, bu görüşün üyeleri tarafından öldürülmüştür. Gazzâlî, bu dönemde Ehl-i Sünnet dışı grupların görüşlerine karşı reddiyeler yazarak mücadele etmiş, Mutezile ve Bâtınîlik'e karşı altı eser kaleme almıştır.
Felsefeye karşı verdiği mücadele ile İslam dünyasında felsefi düşüncenin gelişmesini engellediği düşünülmektedir. Yunan felsefesine karşı yazdığı reddiyeler sonucunda İbn Rüşd, İbn-i Tufeyl ve İbn Bacce gibi düşünürler felsefeyi ona karşı savunma ihtiyacı duymuşlardır. Gazzâlî, felsefe öğrenerek ve felsefi yöntemler kullanarak filozoflarla tartışmış, sert eleştirilerini reddiyeler şeklinde yazarak Aristoteles, İbn Sina ve Fârâbî'yi hedef almıştır.
Gazzâlî'nin felsefeye yönelik olumsuz tutumuna karşın mantığın birçok yönünü İslam din bilimlerine dadil etmede önemli katkısı olmuştur.
Gazzâlî, İslam inanç felsefesi olan kelâmın daha çok akaid kısmına önem vermiş ve akıl yerine sezgiyi ön planda tutmuştur. Mantık ve münazara ilkelerini kullanmıştır. Bununla birlikte, kelamla tatmin olmayan Gazzâlî, tasavvufa yönelerek aklın yerine mükâşefeyi koymuştur. Sûfizm ve şeriat alanında büyük rol oynamış, sûfizm kavramını şeriat yasalarıyla birleştirmiş, eserlerinde tasavvufu ilk olarak teorik anlamda açıklamıştır. Çalışmalarında Ehl-i Sünnet görüşünü benimsediği ve diğer görüşlere karşıt olduğu da söylenebilir. Katkılarıyla tasavvufun uzun süre yaşayabilmesini sağlamıştır.
Gazzâlî, Orta Çağ Müslüman ve Hristiyan filozoflarını büyük ölçüde etkilemiş, çalışmaları İslam dünyasında Avrupalı bilginlerin dikkatini çeken ilk eserlerden olmuştur. Aziz Thomas Aquinas (1225-1274) bunlardan biridir. Gazzâlî'nin etkisi, Aziz Thomas Aquinas'ın Hristiyan teolojisi ile ilgili çalışmalarıyla karşılaştırılsa da ikisi arasında metot ve inanç bakımından bazı büyük farklılıklar vardır. Gazzâlî, Müslüman inancına sahip olmayan Aristoteles ve Sokrates gibi Antik Yunan filozoflarını ve onların fikirlerini reddederken, Thomas Aquinas, Yunan ve Latin etkilerini çalışmalarında göstermiş ve daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsemiştir.
Gazzâlî'nin kitapları birçok Batı diline çevrilmiştir. "Eyyühe'l Veled" adlı kitabı, UNESCO tarafından 1951'de Fransızcaya, İngilizceye ve İspanyolcaya tercüme edilmiş ve bunun gibi birçok eseri çeşitli dillere çevrilerek yayımlanmıştır.
Gazzâlî ve tasavvuf.
Gazzâlî'nin doğduğu ve büyüdüğü yer olan Tus, o yüzyılda büyük bir tasavvuf merkezi olarak anılıyordu. Ancak Gazzâlî'nin öğrencilik hayatında tasavvuf geri planda kaldı. Geçirdiği ruhsal bunalım sonrasında tasavvufa yöneldi. "Silsile-i saâdât"tan olan hocası Ebu Ali Farmedî'den dersler alarak tasavvuf konusunda icazet aldı.
Gazzâlî'ye göre tasavvuf, insanın manevi hastalıklarından kurtulmasında en önemli etkendir. "Kimya-i Saadet" adlı eserinde şöyle der:
Âlimlerin sınıflandırılması.
Gazzâlî, hakikati araştıran âlimleri dört sınıfa ayırır.
Etkisi.
Gazzâlî, yaşamı boyunca bilim, İslami akıl yürütme ve tasavvuf da dahil olmak üzere çok çeşitli konuları kapsayan 70'ten fazla kitap yazmıştır. Eserlerinde tasavvufun ilk resmi tanımını yaparak tasavvuf ve şeriatın sentezinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca yazıları, özellikle Batıniler olarak bilinen İsmailî mezhebinin İran topraklarında nüfuz kazandığı bir dönemde, Sünnî İslam'ın konumunu güçlendirmiştir. Gazzâlî, "Ezoteristlerin İftiraları" adlı eserinde İsmailîleri kâfir ilan edecek kadar ileri gitmiş ve onların kanının dökülmesine izin vermiştir.
Gazzâlî'nin dini felsefesinin ana temalarından biri, yaratıcının tüm insan yaşamının odak noktası olduğu ve dünyevi işleri doğrudan etkilediği inancıydı. Eserleri David Hume, Dante, Aziz Thomas Aquinas ve Yahudi teolog Moses Ben Maimon da dahil olmak üzere Hristiyan, İbrani ve Batılı akademisyenler ile filozoflar tarafından yaygın olarak okunmuş ve incelenmiştir. Bu nedenle etkisi, İslam dünyasının ötesine uzanmıştır. Gazzâlî'nin kayda değer katkılarından biri, 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İslami eğitimin temelini atan eğitim reformudur. Eserleri, aynı zamanda İslam matematiği ve astronomisinin gelişiminde de önemli bir rol oynamış, At-Tûsî gibi âlimler büyük ölçüde onun yazılarına dayanmışlardır.
Gazzâlî, kendisini bir filozoftan çok bir mutasavvıf olarak görse de bazı akademisyenler, onu İslam felsefesi ve düşüncesinde önemli bir figür olarak kabul etmektedir. Kendi yaklaşımını; gerçek bilgi arayışı, felsefe ve bilimin daha derin bir şekilde anlaşılması ile mistisizm ve bilişin daha iyi kavranması olarak tanımlamıştır. Mantığı, medresedeki İslami eğitim müfredatına başarılı bir şekilde entegre etmesi, Arap felsefesinin altın çağının başlangıcına işaret etmiştir.
Çağdaş dünyada Gazzâlî'nin mirası, İslami iş etiğine kadar uzanmakta, Yusif Sidani ve Akram Al Ariss gibi akademisyenler, onun yazılarının bu alandaki etkisini vurgulamaktadır. Hatta bazı araştırmacılar, Gazzâlî'nin Muhammed Peygamber'den sonraki en büyük Müslüman şahsiyet olduğunu öne sürmektedir. Geleneksel İslamcılar da Gazzâlî'nin çalışmalarından, özellikle de şeriat hukuku üzerine tartışmalarından ilham almakta ve bir din alimi olarak statüsünden ödün vermeksizin felsefi mantık alanındaki uzmanlığını vurgulamaktadır.
Bazı oryantalist akademisyenler, Gazzâlî'nin çağdaş felsefeleri reddetmesinin İslam dünyasında bilimsel ilerlemede düşüşe katkıda bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Gazzâlî, muhafazakâr İslami inançlarına meydan okuyan bazı felsefi fikirleri, özellikle de Tanrı'nın her şeyi bilen ve hatta var olmayan bir varlık olabileceğini öne süren görüşleri tehdit olarak görmüştür.
Bununla birlikte, bu bakış açısı farklı yorumlarla karşılanmıştır. Gazzâlî'nin kendi sözleri, din ve bilim arasındaki ilişkiye dair incelikli bir bakış açısına işaret etmektedir. "Matematiksel bilimleri inkâr ederek İslam'ın savunulması gerektiğini düşünen bir kimsenin dine karşı işlediği suç gerçekten de büyüktür." demiştir. "Hatadan Kurtuluş" adlı eserinde yer alan bu alıntı, matematiksel bilimleri ihmal etmenin bilime ya da akla karşı bir suç değil, dine karşı bir suç olduğuna dair inancının altını çizmektedir. Niyeti, matematik çalışmalarını savunmak değil, bu bilimlerin din için bir tehdit oluşturduğu görüşünü kınamaktı. Ona göre matematik ve din farklı alanlara hitap etmekteydi ve birbirleriyle rekabet halinde değillerdi.
Gazzâlî, "Çünkü vahyedilmiş yasa hiçbir yerde bu bilimleri reddetmeyi ya da onaylamayı üstlenmez ve bu bilimler hiçbir yerde kendilerini dini meselelere yöneltmez." diyerek konumunu daha da netleştirmiştir. Özünde, dini öğretiler ile matematiksel bilimlerin farklı alanlarda yer aldığını ve birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunmuştur. Bununla birlikte, yazılarının diğer bölümlerinde Gazzâlî, bazı felsefi fikirler hakkındaki endişelerini dile getirmiştir. Filozoflar tarafından yazılan kitapların yasaklanmasını savunmuş ve felsefeyi matematiksel, mantıksal, fiziksel, metafiziksel, politik ve ahlaki olmak üzere altı dala ayırmıştır.
Gazzâlî'nin etkisi, tarih boyunca İbn Rüşd, Ayn el-Kuzât Hemedânî, Nevevî, İbn Tûmert, René Descartes, Fahruddîn Râzî, Süyûtî, Tan Malaka, Thomas Aquinas, David Hume, Seyfeddîn el-Âmidî, Es'ad Meyhânî, Ali el-Kârî ve Muhammed İbn Yahyâ el-Cenzî gibi çok çeşitli düşünürlere yayılmıştır.
Eserleri.
Gazzâlî'nin risâle ve reddiyeleriyle birlikte 500'e yakın kitap yazdığına dair bilgiler bulunmaktadır. Mısırlı bilim insanı Abdurrahman Bedevî'nin yaptığı araştırmalara göre, Gazzâlî'nin 457 adet kitap yazdığını belirtilmektedir. Ancak günümüze kadar ulaşan eserlerinin sayısı 75'tir.
Popüler kültürdeki yeri.
2020-2021 yılları arasında TRT 1'de yayımlanan "" dizisinde Cemal Toktaş tarafından canlandırılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16672",
"len_data": 12158,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.62
}
|
Fraktal; matematikte, çoğunlukla kendine benzeme veya oransal kırılma özelliği gösteren karmaşık geometrik şekillerin ortak adıdır. Fraktallar, klasik, yani Öklid (Euklides) geometrideki kare, daire, küre gibi basit şekillerden çok farklıdır. Bunlar doğadaki, Öklid'çi geometri aracılığıyla tanımlanamayacak pek çok uzamsal açıdan düzensiz olguyu ve düzensiz biçimi tanımlama yeteneğine sahiptir. Fraktal terimi parçalanmış ya da kırılmış anlamına gelen Latince "fractus" sözcüğünden türetilmiştir. İlk olarak 1975'te Polonya asıllı matematikçi Benoit B. Mandelbrot tarafından ortaya atılan kavram, yalnızca matematik değil fiziksel kimya, fizyoloji ve akışkanlar mekaniği gibi değişik alanlar üzerinde önemli etkiler yaratan yeni bir geometri sisteminin doğmasına yol açmıştır.
Tüm fraktallar kendine benzer ya da en azından tümüyle kendine benzer olmamakla birlikte, çoğu bu özelliği taşır. Kendine benzer bir cisimde cismi oluşturan parçalar ya da bileşenler cismin bütününe benzer. Düzensiz ayrıntılar ya da desenler giderek küçülen ölçeklerde yinelenir ve tümüyle soyut nesnelerde sonsuza değin sürebilir; öyle ki, her parçanın her bir parçası büyütüldüğünde, yine cismin bütününe benzer. Bu fraktal olgusu, kar tanesi ve ağaç kabuğunda kolayca gözlenebilir. Bu tip tüm doğal fraktallar ile matematiksel olarak kendine benzer olan bazıları, stokastik (olasılıksal) yani rastgeledir; bu nedenle ancak istatistiksel olarak ölçeklenirler. Fraktal cisimler, düzensiz biçimli olduklarından ötürü Öklid'çi şekilleri ötelemezler. (Öteleme bakışına sahip bir cisim kendi çevresinde döndürüldüğünde görünümü aynı kalır.)
Fraktal Boyut.
Fraktalların belirleyici bir özelliği, "fraktal boyut" olarak adlandırılan matematiksel bir parametrelerinin olmasıdır. Bu parametrenin bütünüyle geçerli ve basit bir tanımı yoktur. Mandelbrot bu parametreyi Haussdorf boyutu ile denk tutmaktadır. Fraktal boyut, Öklid'çi şekillerin topolojik boyutlarına eşit, fraktallar için topolojik boyutlarından büyüktür. Örneğin Cantor kümesinin fraktal boyutu formula_1, topolojik boyutu ise formula_2'dır.
Kendisinin tam bir kopyasını daha küçük boyutlarda içeren fraktallar için fraktal boyutu ve "kendine benzerlik boyutu" değerleri aynıdır. Bir şekil kendisine benzeyen formula_3 kadar kopyadan oluşuyor ve her bir kopya özgün şekle göre, uzunluk olarak, formula_4 büyüklüğünde ise, bu şeklin kendine benzeme boyutu formula_5 ile verilir. Yukarıda örnek olarak verilen Sierpinski üçgeni, kendine benzeyen formula_6 kopyadan oluşmuş, her bir kopya da özgün şeklin yarısı (formula_7) uzunluğundadır; dolayısıyla Sierpinski üçgenin fraktal boyutu formula_8'tir.
Teorinin gelişimi.
Benoit Mandelbrot, IBM laboratuvarlarında çalışmaya başladığında Oyun kuramı, iktisat ve emtia fiyatları gibi çeşitli alanlarda çalışan bir mühendisti. Bu çalışmalarını tamamladığında veri iletim hatlarındaki gürültü üzerinde çalışmaya başladı. Mühendisler, veri aktarımı sırasında oluşan gürültü karşısında çaresiz kalmışlardı. Mühendislerin bu soruna bulabildikleri en iyi çare, sinyal gücünü artırmaktan ileri gidememişti; ama sinyal gücünün arttırılması da tam bir çözüm sağlamamıştır.
İletim hatlarındaki gürültü doğası gereği gelişigüzel olmasına rağmen kümeler halinde gelmekteydi. İletişim süresi boyunca hatasız periyotlar arasında hatalı periyotlar yer almaktaydı. Hatalı periyotların incelenmesi, hata örüntüsünün sanıldığından daha karmaşık olduğunu ortaya koymuştur. Mandelbrot, bir günlük veri trafiğini birer saatlik periyotlara ayırdı. Daha sonra, hatanın gözlendiği periyotları ele alıp bu periyotlar yirmişer dakikalık parçalara böldü ve yine gördü ki, bu birer saatlik periyotların içinde de yine hatasız bölümler bulunmaktaydı. Mandelbrot, hatalı bölümler daha kısa zaman aralıklarına bölmeye devam etti. Ve sonunda hatasız periyotların halen var olduğunu gösterdi. Bu arada aykırı bir durum Mandelbrot'un dikkatini çekti: hatalı periyotların hatasız periyotlara oranı periyodun uzunluğundan bağımsız olarak neredeyse sabit kalıyordu.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16678",
"len_data": 4008,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.37
}
|
MPlayer, özgür ve açık kaynak bir ortam oynatıcısıdır. Linux, Windows ve Mac OS dahil olmak üzere birçok işletim sisteminde çalışabilir. GNU Genel Kamu Lisansı ile lisanslıdır.
Hemen hemen tüm media biçimlerini desteklemesinin yanında internetteki tüm genel aktarım biçimlerini oynatabilir ve dosyaya kaydedebilir. MPlayer projesi ile ilgili bir yazılım olan MEncoder, MPlayer'ın desteklediği görüntü ve ses biçimlerini dönüştürmede ve yeniden kodlamada kullanılmaktadır.
MPlayer öncelikli olarak bir komut satırı uygulamasıdır fakat çeşitli grafik arayüzleri ile de kullanılabilmektedir. GTK+ ile yazılan gMPLAyer, Qt ile yazılmış SMPlayer, MacOSX için MPlayer OS X Extended ve MPUI-hcb gibi yazılmış arayüzler alternatifleri vardır.
Tarihçesi.
Geliştirilmeye 2000 yılında başlandı. Bir süre sonra yazılımcı Árpád Gereöffy'e birçok kişi katıldı. Başlangıçta geliştiriciler çoğunlukla Macaristan'dan iken artık dünyanın her yerinden geliştirciler projeye katılmakadır . Árpád Gereöffy MPlayer'ın ikinci nesil (G2) sürümü üzerinde çalışmaya başlaması ile 2003 yılından itibaren MPlayer'ın projesinin başına Alex Beregszászi geçmiştir. MPlayer G2 çalışması şu anda terk edilmiş ve bu çalışmadaki tüm geliştirme çabası MPlayer 1.0'a aktarılmıştır.
Önceleri "MPlayer - Linux İçin Film Oynatıcı" olarak adlandırılmasına karşın diğer işletim sistemlerinde de yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan sonra bu isim "MPlayer - Film Oynatıcı" olarak kısaltılmıştır.
Desteklenen ortam biçimleri.
Desteklediği biçimlerin tamamlanmamış bir listesi aşağıdadır:
MPlayer ayrıca görüntü göstermek için çeşitli çıktı sürücülerini destekler:
X11, DirectX, Quartz Compositor, VESA, SDL ve hayali olarak da ASCII sanatı,Blinkenlights.
Çoğunlukla görüntü ve ses çözücüleri, yerel olarak, FFmpeg tasarısının libavcodec kütüphanesi ile destekleniyor. Açık kaynak çözücülerinin yeterli olamadığı durumlarda ise, MPlayer çalıştırabilir dosyalara başvurur. Hatta Windows DLL dosyalarını WINE tasarısının DLL yükleyicisi yardımıyla doğrudan kullanabilir.
CSS şifre çözücü yazılımı, Windows çözücüsü kullanımı, yazılım patentleri tarafından kordunan çözücülerin bulundurulması, GPL'e uyumsuz OpenDivX içermesi nedenleriyle bazı sorunlar yaşadı. Bu nedenle, Debian dağıtımına yeni girebildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16679",
"len_data": 2261,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.45
}
|
MEncoder GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan komut satırında çalışan görüntü kodlama aracıdır. MPlayer'ın kardeşidir ve MPlayer'ın açabildiği bütün biçimleri çeşitli çıkış biçimlerine çevirebilir. Çeşitli görüntüyü ve sesi istendiği gibi kodlayabilmek için görüntü ve ses süzgeçleri içerir. Parazit silme, karışma önleyici, kanal amblemini kaldırma ve bunun gibi birçok efekt mümkün.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16693",
"len_data": 388,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.51
}
|
Epik şiir; kahramanlık, yurt sevgisi gibi liriklik bildiren şiirdir. Epik şiirler oluşum tarihlerine göre "doğal epik" ve "yapay epik" olarak ikiye ayrılır. Aynı anlamda hamasi şiir, kahramanlık şiiri, destansı şiir adında da kullanılır.
Doğal epik.
Çok eski tarihlerde oluşmuştur ve her anlatandan bir şeyler eklenerek büyümüştür. Bir halkın hayatını etkileyip, derin izler bırakan tarihi olayları, kahramanlık yönü ile işleyen manzum hikâyelerdir.
Türk destanları, Yunanlar'ın İlyada Destanı, Finler'in Kalevala Destanı, Hinduların Mahabharata Destanı doğal epiğe birer örnektir.
Yapay epik.
Yakın çağdaki milletlerin hayatlarına ait tarih ya da toplum olaylarını anlatan şiirlerdir. Olay da yazan da bellidir ve yaratıldığı anda yazıya geçirilmiştir.
İtalyan Tasso'nun Kurtarılmış Kudüs'ü, Firdevsî'nin Şehnâmesi, John Milton'un Kayıp Cennet'i yapay epiğe birer örnektir. Yakın dönem Türk şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Üç Şehitler Destanı ve benzeri eserler de yapay epik şiirlere örnek gösterilebilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16694",
"len_data": 1013,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.85
}
|
Türbülans veya Çalkantı (Latince "turbare" - dönmek, şaşmak) bir akışkanın hareket hâlindeki düzensizliğidir. Akışkanlar dinamiğinde, "türbülans" veya türbülanslı akış, basınç ve akış hızında meydana gelen kaotik, stokastik değişimlerle tanımlanan bir akış rejimidir. Akışkanın düzenli katmanlar hâlinde aktığı laminer akışın aksine türbülanslı akışlar düzensiz biçimde karışarak hareket eder. Akışın hangi rejimde olduğu atalet kuvvetlerinin viskozite kuvvetlerine oranını belirten boyutsuz Reynolds sayısı ile tahmin edilebilir. Örneğin, tipik bir boru akışı için Reynolds sayısı yaklaşık 2300'ü aştıktan sonra genellikle akış, türbülanslı rejime geçer. Yüksek Reynolds sayıları türbülanslı rejimin habercisi olarak sayılabilirse de bu geçişin gerçekleştiği Reynolds sayısı birçok faktöre bağlıdır ve farklı problemlerde çok daha yüksek veya düşük bir Reynolds sayısında türbülanslı rejime geçiş olabilir.
Türbülans, pek çok fizikçi tarafından ele alınmış, ancak geçerli bir çözüm bulunamamış problemlerden biriydi. Düzgün akışa sahip bir akışkanın molekülleri birbirlerine mümkün olduğu kadar yakın kalmaya ve benzer davranışlar göstermeye meyillidir. 19. yüzyılın başlarında düzenli akışa sahip akışkanlara ait temel problemler çözülmüş ve akışkanlar dinamiğinin temelleri kurulmuştu. Ancak bilim uzun süre türbülans üzerinde çalışmayı reddetmiş, türbülansı daha çok bir mühendislik problemi olarak görmüştür.
Türbülans, modern bakış açısı ile her ölçek düzeyinde ortaya çıkan düzensizlik olarak tanımlanır. Türbülans üzerine ilk önemli çalışmalar Andrey Kolmogorov tarafından başlatılmıştır. Ancak Kolmogorov'un önermeleri yeterli olmamıştır. Türbülansa yönelik daha başarılı bir teori ise Lev Landau tarafından 1944 yılında ortaya konabilmiştir.
David Ruelle, türbülans üzerine çalışmaya başladığında Floris Takens ile birlikte türbülansın bağımsız üç hareket ile betimlenebileceği önermesini sundular. Lorenz'in denklemleri de üç değişken içeriyordu. Takens ve Ruelle'nin bu çalışmasının en önemli sonucu garip çeker kavramı olmuştur.
Bir çeker ya da çekici ("attractor"), faz uzayında bir noktadan ibarettir. Eğer sistem sürtünmesiz bir sarkaç gibi periyodik hareket yapıyorsa, sistemin faz uzayındaki yörüngesi bir çemberdir ve bu çemberin merkezi kararlı bir çekerdir. Çeker, sistemin çıkışın bir çekim havzası gibi kendi üzerine kapanmaya zorlamaktadır. Sistem sürtünmesiz ise yörünge doğal olarak bir çember olacaktır. Sistemin enerjisi arttırıldığında değişen tek şey çemberin yarıçapıdır. Sisteme sürtünme eklendiğinde ise tüm olası yörüngeler bir helezon çizerek merkezde son bulur.
Ruelle, türbülans halindeki akışkanın içinde görülen sarmal akıntıların faz uzayında bir çekiciye doğru çekildiğini hayal etti. Hiç kuşkusuz, bu çekici sabit bir nokta değildir. Bu tıpkı bir yay tarafından enerji kazandırılan sürtünmeli bir sarkacın davranışına benzemektedir. Sarkaç bazı başlangıç koşullarında sıfır noktasına dönecek, bazı durumlarda ise salınmaya devam edecektir. Böyle bir sistemin iki çekeri vardır; ilki kapalı bir sarmal, ikincisi ise sabit bir noktadır. Kısa vadede faz uzayındaki her bir nokta dinamik sistemin muhtemel davranış biçimlerinden birini betimler. Uzun vadede ise çekerlerin kendisinden başka mümkün olan davranış biçimi yoktur.
Yukarıda tanımı yapılan çekiciler geleneksel fizik içerisinde yer alan çekicilerdi. Takens ve Ruelle, farklı türden çekerler düşündüler. Bu yeni tür çekici, faz uzayında sınırlı bir bölgede kendini tekrarlamadan bir yörünge çizmeliydi. Yörüngenin kendi kendini kesmesi daha önce geçilen bir noktanın tekrarlanması anlamına gelir ve bu durumda yörünge periyodik olur. Başka bir deyişle yörünge sonlu bir alan içinde sonsuz uzunluklu olmalıydı. Ruelle ve Takens bu çekicinin tarifini yapmış ve olması gerektiğini söylemişlerdi ama Mandelbrot henüz fraktalları icat etmemişti. Ruelle ve Takens'in tarif ettikleri 'garip çeker' ise Lorenz tarafından 1963'te resmedilmişti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16700",
"len_data": 3934,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.3
}
|
İzotoplar, periyodik tabloda aynı atom numarasına ve konuma sahip olan ve farklı nötron sayıları nedeniyle nükleon sayıları bakımından farklılık gösteren iki veya daha fazla atom türüdür. Belirli bir elementin tüm izotopları neredeyse aynı kimyasal özelliklere sahipken, farklı atomik kütlelere ve fiziksel özelliklere sahiptirler.
"Aynı yer, eş yer" anlamındaki "izotop" terimi, Yunanca "isos" (ἴσος "eşit") ve "topos" (τόπος "yer") kelimelerinden oluşan bir birleşik kelimedi. Terim anlamı ise, tek bir elementin farklı izotoplarının periyodik tabloda aynı pozisyonda yer alması anlamına gelir. Margaret Todd tarafından 1913 yılında Frederick Soddy'ye öneri olarak sunulmuştur.
Atom çekirdeğindeki proton sayısına atom numarası denir ve nötr (iyonize olmayan) atomdaki elektron sayısına eşittir. Her atom numarası belirli bir elementi tanımlarken, izotopu tanımlamaz; belirli bir elementin atomu, nötron sayısında geniş bir aralığa sahip olabilir. Çekirdekteki nükleonların (hem protonları hem de nötronları) atomun kütle sayısıdır ve belirli bir elementin her izotopu farklı bir kütle numarasına sahiptir.
Örneğin, karbon-12, karbon-13 ve karbon-14, sırasıyla kütle numaraları 12, 13 ve 14 olan karbon elementinin üç izotopudur. Karbonun atom numarası 6'dır, yani her karbon atomunun 6 protonu vardır, böylece bu izotopların nötron sayıları sırasıyla 6, 7 ve 8'dir.
Bazı izotoplar kararsız oldukları için radyoaktif maddedir.
İzotop ve Nüklid.
Nüklit çekirdekte belirli sayıda proton ve nötron bulunduran bir atom türüdür, örneğin 6 protonlu ve 7 nötronlu karbon-13. Nüklid kavramı (tek tek nükleer türlere atıfta bulunarak) kimyasal özellikler üzerindeki nükleer özellikleri vurgular, izotop kavramı ise (her yılda bir defa elementin tüm atomlarını gruplandırarak) nükleer üzerindeki kimyasalları vurgular. Nötron sayısının nükleer özellikler üzerinde büyük etkisi vardır, ancak kimyasal özellikler üzerindeki etkisi çoğu element için önemsizdir. Nötron sayısının atom numarasına oranının izotoplar arasında en çok değişen en hafif elementlerdir ve (hidrojen için, en hafif element olmasına rağmen, izotop etkisi biyolojiyi güçlü bir şekilde etkileyecek kadar büyüktür). İzotoplar terimi (başlangıçta da izotopik elementlerdir. Yani bazen izotopik nüklitler) karşılaştırmayı (eşanlamlılar veya izomerler gibi) ima etmek için tasarlanmıştır, örneğin: nüklitler <chem>^{12}_{6}C</chem>, <chem>^{13}_{6}C</chem>, <chem>^{14}_{6}C</chem> izotoplar (aynı atom numarasına sahip nüklidlerdir, ancak farklı kütle numaraları da vardır), gibi <chem>^{40}_{18}Ar</chem>, <chem>^{40}_{19}K</chem>, <chem>^{40}_{20}Ca</chem> izobarlardır). Bununla birlikte, izotop eski bir terimdir, çünkü nüklitten daha iyi bilinir ve bazen nüklitin nükleer teknoloji ve r nükleer tıp gibi daha uygun olabileceği bağlamlarda kullanılabilir.
Gösterim.
Bir izotop veya nüklit, belirli elemanın adıyla belirtilir (bu atom numarasını gösterir), ardından bir tire ve kütle numarası (örneğin helyum-3,helyum-4, karbon-12, karbon-14, uranyum-235 ve uranyum-239). kimyasal sembolü kullanılır, örneğin "C" karbon, standart gösterim (şimdi olarak bilinen "AZE gösterim" çünkü Bir kütle numarası, Z atom numarası ve element öğesi) olduğunu gösterir, kütle sayısı (nükleon sayısı) ile kimyasal sembolün sol alt tarafına ve sol üst tarafına yazılır (örneğin <chem>^{3}_{2}He</chem>, <chem>^{4}_{2}He</chem>, <chem>^{12}_{6}C</chem>, <chem>^{14}_{6}C</chem> ve <chem>^{239}_{92}U</chem>. Atom numarası eleman sembolü tarafından verildiğinden, yalnızca üst simgedeki kütle numarasını belirtmek ve atom numarası alt simgesini (örneğin 3) dışarıda bırakmak yaygındır. (3He, 4He,12C,14C 235U ve 239U). M harfi bazen bir nükleer izomeri, metastabil veya enerjik olarak uyarılmış bir nükleer durumu (en düşük enerjili zemin durumunun aksine) belirtmek için kütle numarasından sonra eklenir, örneğin <chem>^{180m}_{73}Ta</chem> (tantal-180m). AZE gösteriminin ortak telaffuzu, asıl yazıldığından farklıdır: <chem>^{4}_{2}He</chem> yaygın olarak dört-iki-helyum yerine helyum-dört ve 235 olarak telaffuz edilir <chem>^{235}_{92}U</chem> (235-92-uranyum.) yerine (Amerikan İngilizcesi) ile iki-otuz beş veya (İngilizce) -iki-üç-beş olarak telaffuz edilir.
Radyoaktif, ilkel ve kararlı izotoplar.
Bazı izotoplar veya nüklitler radyoaktif ve bu nedenle radyoizotoplar veya radyonüklitler olarak adlandırılır, oysa diğerleri radyoaktif olarak çürümeye hiç rastlanmamıştır ve kararlı izotoplar veya kararlı nüklitler olarak adlandırılır. Örneğin, 14C radyoaktif bir karbon şeklidir, 12C ve 13C kararlı izotoplardır. Yeryüzünde yaklaşık 339 doğal olarak meydana gelen nüklitler vardır, bunların 286 tanesi ilkel nüklitlerdir, yani güneş sisteminin oluşumundan beri var oldukları anlamına gelir.
İlkel nüklitler, çok uzun yarı ömürleri (100 milyon yıldan fazla) olan 34 nüklitleri ve resmi olarak "kararlı nüklitler" olarak kabul edilen 252'leri içerir, çünkü çürümeye rastlanmamıştır. Çoğu durumda, bilinen nedenlerden dolayı, bir elementin kararlı izotopları varsa, bu izotoplar Dünya'da ve güneş sisteminde bulunan element bolluğunda baskındır. Bununla birlikte, üç element (tellür), indiyum ve renyum) durumunda, doğada bulunan en bol izotoplar, aslında bir veya daha fazla kararlı izotopa sahip olan bu elementlere rağmen, elemanın bir (veya iki) son derece uzun ömürlü radyoizotopudur.
Teori, görünüşe göre birçok "kararlı" izotop / nüklitin radyoaktif olduğunu ve son derece uzun yarı ömürlü olduğunu (tüm nüklitleri sonuçta kararsız hale getirecek proton bozulma olasılığını azaltığını) öngörür. Bazı kararlı nüklitler teorik olarak alfa bozulması veya çift beta bozulması gibi bilinen diğer bozulma biçimlerine enerjik olarak duyarlıdır, ancak henüz hiç bozulma ürünü gözlenmemiştir ve bu nedenle bu izotopların "gözlemsel olarak kararlı" olduğu söylenmektedir. Bu nüklitler için öngörülen yarılanma ömürleri genellikle evrenin tahmini yaşını büyük ölçüde aşmaktadır ve aslında yarılanma ömrü evrenin yaşından daha uzun olan 31 bilinen radyonüklid (örneğin Primordial nüklit) bulunmaktadır.
Yapay olarak oluşturulan radyonüklitlere ek olarak, şu anda bilinen 3.339 nüklit vardır Bunlar, kararlı olan veya 60 dakikadan daha uzun yarı ömre sahip 905 nüklidi içerir. Ayrıntılar için nüklitler listesine bakınız.
Geçmiş.
Radyoaktif izotoplar.
İzotopların varlığı ilk olarak 1913'te uranyum ve kurşun arasında "radyo" elementleri (yani radyoaktif elementler) olarak adlandırılan yaklaşık 40 farklı türün belirtildiği radyoaktif çözülme zincirleri üzerinde yapılan çalışmalara dayanır. Radyocu ve kimyacı olan Frederick Soddy tarafından önerildi, ancak periyodik tabloda sadece 11 kurşun ve uranyum elementleri dahildir.
Bu yeni radyo elemanlarını kimyasal olarak ayırma girişimleri başarısız olmuştu. Mesela Soddy bu durumu 1910'da göstermişti fakat mesothoriumun (daha sonra olduğu gösterilmiştir 228Ra) radyum (226Ra, uzun ömürlü bir izotop) ve toryum X (224Ra) ayırmak imkânsızdır. Radyo elementleri periyodik tabloya yerleştirme girişimleri, Soddy ve Kazimierz Fajans'ın bağımsız olarak radyoaktif yer değiştirme yasalarını 1913'te, alfa bozunumu periyodik tabloda solda iki yer oluşturduğu sonucuna götürmesine neden oldu. emisyon bir parça sağda bir yer üretti. Soddy, bir alfa parçacığının ve ardından iki beta parçacığının yayılmasının, başlangıç elemanı ile kimyasal olarak özdeş ancak dört birim daha hafif ve farklı radyoaktif özelliklere sahip bir elementin oluşumuna yol açtığını fark etti.
Soddy, çeşitli atom türlerinin (radyoaktif özelliklerde farklılık göstererek) tabloda aynı yeri işgal edebileceğini öne sürdü. Örneğin, uranyum-235'in alfa bozunumu toryum-231'i, aktinyum-230'un beta bozunumu toryum-230'u oluşturur. “aynı yerde” için Yunanca “izotop” terimi, fikirlerini kendisine anlattığı bir konuşma sırasında İskoç bir hekim ve aile dostu Margaret Todd tarafından Soddy'ye önerildi. 1921 Nobel Kimya Ödülü'nü kısmen izotoplarla yaptığı çalışmalar nedeniyle kazandı.
1914 yılında T. W. Richards, farklı radyoaktif kökenlere bağlı olarak izotopik kompozisyondaki değişikliklere atfedilebilen, farklı mineral kaynaklarından gelen kurşunun atom ağırlığı arasında farklılıklar buldu.
Kararlı izotoplar.
Kararlı (radyoaktif olmayan) bir elementin çoklu izotoplarına yönelik ilk kanıtlar, 1912'de J. J. Thomson tarafından kanal ışınlarının (pozitif iyonlar) bileşimine yaptığı araştırmanın bir parçası olarak bulundu. Thomson, neon iyon akışlarını paralel manyetik ve elektrik alanlardan kanalize etti, sapmalarını yollarına bir fotoğraf plakası yerleştirerek ölçtü ve Thomson'ın parabol yöntemi olarak bilinen bir yöntem kullanarak kütlelerini yük oranına hesapladı. Her dere vurduğu noktada plaka üzerinde parlayan bir yama oluşturdu. Thomson, fotografik plaka üzerinde iki ayrı parabolik ışık yaması gözlemledi, bu da oranları yüklemek için farklı kütleye sahip iki çekirdek türü önerdi.
F. W Astonn daha sonra bir kütle spektrometrisi kullanan çok sayıda element için çoklu ve kararlı izotoplar keşfetti. 1919'da Aston, iki izotopik kütlenin 20 ve 22 tam sayılarına çok yakın olduğunu ve neon gazının bilinen molar kütlesine (20,2) eşit olmadığını göstermek için yeterli çözünürlüğe sahip neonu inceledi. Bu Aston'un izotopik kütleler için tam sayı kuralının bir örneğidir, bu da elementel molar kütlelerin tam sayılardan büyük sapmalarının temel olarak elemanın izotopların bir karışımı olması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Aston da benzer şekilde klorun molar kütlesinin (35,45) iki izotop için neredeyse integral kütlelerin ağırlıklı ortalaması olması 35Cl ve 37Cl.
İzotoplar arasındaki özelliklerde değişiklik.
Kimyasal ve moleküler özellikler.
Nötr bir atom, protonlarla aynı sayıya sahiptir. Dolayısıyla, belirli bir elemanın farklı izotoplarının hepsi aynı sayıda elektrona sahiptir ve benzer bir elektronik yapıyı paylaşır. Bir atomun kimyasal davranışı büyük ölçüde elektronik yapısı ile belirlendiğinden, farklı izotoplar neredeyse aynı kimyasal davranış sergiler.
Bunun ana istisnası kinetik izotop etkisidir daha büyük kütleleri nedeniyle, daha ağır izotoplar aynı elementin daha hafif izotoplarından biraz daha yavaş reaksiyona girme eğilimindedir. Bu en protium için bugüne kadar telaffuz edilir protium (1H) döteryum (2H) ve trityum (3H), çünkü döteryumun iki kat protium kütlesi vardır ve trityum, üç kat protium kütlesine sahiptir. Bu kütle farklılıkları, atomik sistemlerin ağırlık merkezini (azaltılmış kütle) değiştirerek ilgili kimyasal bağlarının davranışlarını da etkiler. Bununla birlikte, daha ağır elementler için izotoplar arasındaki nispi kütle farkı ütleüçok daha azdır, böylece kimya üzerindeki kütle farkı etkileri genellikle ihmal edilebilir. (Ağır elementler ayrıca daha hafif elementlerden nispeten daha fazla nötrona sahiptir, bu nedenle nükleer kütlenin kolektif elektronik kütleye oranı biraz daha yüksektir.)
Benzer şekilde, sadece atomlarının izotoplarında (izotopologlar) farklılık gösteren iki molekül aynı elektronik yapıya sahiptir ve bu nedenle neredeyse ayırt edilemez fiziksel ve kimyasal özelliklere sahiptir (yine deuterium ve trityum birincil istisnalardır). Titreşim modları, bir molekülün şekli ile ve onu oluşturan atomlarının kitleler tarafından belirlenir; bu nedenle farklı izotopologlar farklı titreşim modlarına sahiptir. Titreşim modları bir molekülün karşılık gelen enerjilerin fotonlarını emmesine izin verdiğinden, izotopologlar kızılötesi aralıkta farklı optik özelliklere sahiptir.
Nükleer özellikler ve kararlılık.
"Ayrıca bakınız:" , Kararlı izotop oranı, ve
Atom çekirdeği, kuvvetli bir şekilde birbirine bağlı olan protonlardan ve nötronlardan oluşur. Protonlar pozitif yüklü olduğundan, birbirlerini iterler. Elektriksel olarak nötr olan nötronlar, çekirdeği iki şekilde kararlı hale getirirler. Onların copresence protonları biraz ayrı iter ve protonlar arasındaki elektrostatik itme azaltılarak birbirlerine protonlar üzerinde, çekici nükleer kuvvet uygularlar. Bu nedenle, iki veya daha fazla protonun bir çekirdeğe bağlanması için bir veya daha fazla nötron gereklidir. Proton sayısı arttıkça, nötronların kararlı bir çekirdeği sağlamak için gerekli protonlara olan oranı da artar (sağdaki grafiğe bakınız.) Örneğin, nötron: proton oranı <chem>^{3}_{2}He</chem> 1:2, nötron: proton oranı <chem>^238_92U</chem> 3:2'den büyüktür. Bir dizi daha hafif element, 1:1 (Z = N) oranına sahip kararlı nüklidlere sahiptir. Nükleer <chem>^{40}_{20}Ca</chem> (kalsiyum -40) gözlemsel olarak aynı sayıda nötron ve protona sahip en ağır kararlı nükliddir (teorik olarak, en ağır kararlı olan kükürt-32'dir.) Kalsiyum-40'tan daha ağır olan tüm kararlı nükleerler protonlardan daha fazla nötron içerir.
Element başına izotop sayısı.
Kararlı bir izotopa sahip 80 elementten, herhangi bir element için gözlemlenen en fazla kararlı izotop sayısı ondur (kalay için). Hiçbir elementin dokuz kararlı izotopu yoktur. Ksenon sadece sekiz kararlı izotoplu tek elementtir. Dört element yedi kararlı izotoplar vardır, sekiz altı kararlı izotoplar vardır, on beş kararlı izotoplar vardır, dokuz dört kararlı izotoplar vardır, beş üç kararlı izotoplar vardır, 16 iki kararlı izotoplar vardır (sayım <chem>^{180m}_{73}Ta</chem> kararlı olarak) ve 26 elementin sadece tek bir kararlı izotopu vardır (bunlardan 19 tanesi mononüklidik elementlerdir, doğal elementin atom ağırlığını yüksek hassasiyete hakim ve sabitleyen tek bir ilkel kararlı izotopa sahiptir; 3 radyoaktif mononüklidik element de oluşur). Toplamda, çürümeye rastlanmayan 252 nüklid vardır. Bir veya daha fazla kararlı izotopa sahip 80 element için, ortalama kararlı izotop sayısı, element başına 252/80 = 3,15 izotoptur.
Çift ve tek nükleon sayıları.
Proton ve nötron oranı nükleer kararlılığı etkileyen tek faktör değildir. Atom numarası Z'nin eşit olmasına veya tuhaflığına, nötron numarası n'ye ve sonuç olarak toplamına, kütle numarası da A'ya bağlıdır. Hem Z hem de N'nin tuhaflığı, nükleer bağlanma enerjisini düşürme eğilimindedir ve garip çekirdekleri genellikle daha az kararlı hale getirir. Komşu çekirdek arasındaki nükleer bağlanma enerjisindeki bu dikkat çekici fark, özellikle bir izobarlar olan ve kendiliğinden fisyon bozunumu (pozitron emisyon dahil) Beta bozunması tarafından nötron veya proton nonoptimal sayıda kararsız izotoplar. Elektron yakalama ya da diğer daha az yaygın çürüme modları ve küme çürümenin önemli sonuçları vardır. Kararlı nüklitlerin çoğunluğu evenprotonevenneutrondur, burada tüm sayılar Z, N ve A eşittir. Tek-A kararlı nüklitler (kabaca eşit olarak) tek-proton-hatta-nötron ve evenprotonoddneutron nüklitlerine bölünür. Kararlı tek proton-tek nötron çekirdekleri en az yaygındır. (Aşağıdaki tabloya bakınız.)
Atom numarası.
146 çift proton çift nötron (EE) nüklitleri, tüm kararlı nüklitlerin ~%58'ini içerir ve hepsinin eşleştirme nedeniyle sıfır dönüşü vardır. Ayrıca 24 ilkel uzun ömürlü nüklitler vardır. Sonuç olarak, 2'den 82'ye kadar olan 41 çift numaralı elementin, her biri en az bir kararlı izotopa sahiptir ve bu elementlerin çoğunun birkaç ilkel izotopu vardır. Bu çift sayılı elementlerin yarısı altı veya daha fazla kararlı izotopa sahiptir. 2 proton ve 2 nötronun çift eşleştirilmesi nedeniyle helyum-4'ün aşırı kararlılığı, beş ve sekiz içeren nüklitleri önler (<chem>^{5}_{2}He</chem>, <chem>^{5}_{3}Li</chem> <chem>^8_4Be</chem>). Yıldızlarda nükleer füzyon yoluyla daha ağır elementlerin birikmesi için platformlar olarak hizmet edecek kadar uzun süreli olan nükleonlar vardır (bkz. üçlü alfa süreci).
53 kararlı nüklitler çift sayıda protona ve tek sayıda nötrona sahiptir. 3 sayısı da izotoplara kıyasla bir azınlıktır. Kararlı bir nüklide sahip 41 çift-Z elementi arasında, sadece iki element (argon ve seryum) çift - tek kararlı nüklitlere sahip değildir. Bir elementin üç nüklidi (kalay) vardır. Bir çift tek nüklide sahip 24 element ve iki tek çift nüklide sahip 13 element vardır. 35 primordial radyonüklitten, bölünebilirlik dahil olmak üzere dört çift tek nüklit vardır. (aşağıdaki tabloya bakınız)
Bölünebilirlik dahil <chem>^235_92U</chem> tek nötron sayıları, çift tek nüklidler nötron eşleştirme etkilerinden kaynaklanan enerji nedeniyle büyük nötron yakalama kesitlerine sahip olma eğilimindedir. Bu kararlı-garip, proton-nötron atom bile doğada bolluk tarafından nadir olarak görülür. Çünkü, kendisi de ilkel bolluk içine girmek eğilimindedir. Diğer kararlı-izotop ve nötron yakalama hem S-süreci ve R-sürecinde yıldız nükleosentezi sırasında olmalıdır. Bu nedenle, sadece <chem>^{195}_{78}Pt </chem> ve <chem>^9_4Be</chem> elementlerinin en doğal bol izotoplarıdır.
Tek atom numarası.
Kırk sekiz kararlı tek-proton-çift-nötron nüklitleri, eşleştirilmiş nötronlar tarafından kararlı ve tek sayılı elementlerin kararlı izotopların en önemlisidir ve tek-proton-tek-nötron nüklitlerini içermektedir. 41'in sabit izotopları olan Z = 1 ile 81 arasındaki tek sayılı elementler vardır (elementler teknekyum (43Tc) ve promethium (61Pm) kararlı izotop yok). Bu 39 tek Z elementinden 30 element (0 nötronun çift olduğu hidrojen-1 dahil) tek-çift izotop ve dokuz elemente sahiptir bunlar: klor (17Cl) potasyum (19K) bakır (29Cu) galyum (31Ga), brom (35Br), gümüş (47Ag), antimon (51Sb), iridyum (77Ir) ve talyum (81Tl). Her birinin iki tek çift kararlı izotop vardır. Bu da toplam 30 + 2(9) = 48 kararlı tek çift izotop yapar.
Beş ilkel uzun ömürlü radyoaktif tek çift izotoplar da vardır bunlar: <chem>^{87}_{37}Rb</chem>, <chem>^115_49In</chem>, <chem>^187_75Re</chem>, <chem>^151_63Eu</chem> ve <chem>^209_83Bi</chem>'dir. Son ikisi sadece son zamanlarda çürümeye başladı ve bunların yarı ömürleri 1018 yıldan daha büyüktür.
Sadece beş kararlı nüklit, hem tek sayıda proton hem de tek sayıda nötron içerir. İlk dört "tek-tek" nüklitler düşük kütleli nüklitlerde meydana gelir, bunun için bir protonun bir nötrona değiştirilmesi veya tam tersi çok orantısız bir proton-nötron oranına yol açacaktır (<chem>^{2}_{1}Hi</chem>, <chem>^6_3Li</chem>, <chem>^{10}_{5}B</chem> ve <chem>^{14}_{7}N</chem> çevrimi 1, 1, 3, 1). Diğerleri "kararlı" tek - tek nüklit, <chem>^{180m}_{73}Ta</chem> (9'a çevirmek) ve 252 kararlı izotopun en nadir olduğu düşünülmektedir. Ve henüz deneysel girişimlere rağmen çürüme gözlemlenmemiş olan tek ilkel nükleer izomerdir.
Nispeten kısa yarı ömürleri olan birçok Garip-garip radyonüklit (tantal-180 gibi) bilinmektedir. Genellikle, eşleştirilmiş proton ve nötronlar izobarlar için beta-çürümedir. Dokuz ilkel tek-tek nüklitten (beş kararlı ve uzun yarı ömrü olan dört radyoaktif), sadece <chem>^14_7N</chem> ortak bir elementin en yaygın izotopudur. Bunun nedeni, CNO döngüsünün bir parçası olduğu için olmasıdır. Nüklitler <chem>^{6}_{3}Li</chem> ve <chem>^{10}_{5}B</chem> diğer hafif elementlere kıyasla kendilerini nadir elementlerin azınlık izotopları olarak görürler. Diğer altı izotoplar da kendi elementlerinin az da olsa doğal bolluk yüzdesini oluştururlar.
Tek nötron sayısı.
Tek nötron sayısına sahip aktinitler bölünebilirler (termal nötronlarla), ancak nötron sayısı çift olanlar genellikle hızlı nötronlarla parçalanabilir olsalar da, bu bölünme tam gerçekleşemez. Gözlemsel olarak kararlı tek-tek nüklitlerin sıfır olmayan tam sayı dönüşü vardır. Bunun nedeni, tek eşlenmemiş nötron ile eşlenmemiş protonun, dönüşleri hizasında (anti-hizalanmış yerine en az 1 birim toplam spin üretiyorsa) birbirlerine daha büyük bir nükleer kuvvet çekimine sahip olmalarıdır. Bu nükleer davranışın en basit durumu için döteryuma bakınız.
Sadece<chem>^{195}_{78}Pt</chem>,<chem>^9_4Be</chem> ve <chem>^{14}_{7}N</chem> 'nin tek nötron numarası ve elementin en doğal bol izotopu vardır. (Aşağıdaki tabloya bakınız.)
Doğanın meydana gelişi.
Elementler bir nüklitten (mononüklidik elementlerden) veya doğal olarak oluşan birden fazla izotoptan oluşur. Kararsız (radyoaktif) izotoplar ilkel veya post primordialdir. İlkel izotoplar, yıldız nükleosentezinin veya kozmik ışın spallation gibi başka bir nükleosentez türünün bir ürünüydü ve çürüme oranları çok yavaş olduğu için günümüze kadar devam etmiştir (örneğin uranyum-238 ve Potasyum-40). Post-primordial izotoplar, kozmik ışın bombardımanı tarafından kozmojenik nüklidler (örneğin, trityum, karbon-14) veya radyoaktif bir radyojenik nüklid gibi (örneğin radyum, uranyum) bir ilkel izotopun çürümesiyle yaratılmıştır. Birkaç izotop doğal nükleojenik nüklidler olarak sentezlenir, diğer bazı doğal nükleer ise reaksiyon tarafından doğal nükleer fisyon olarak sentezlenir. Örnek olarak nötronların başka bir atom tarafından emilmesi verilebilir.
Yukarıda açıklandığı gibi, sadece 80 elementin herhangi bir kararlı izotopu vardır ve bunların 26'sında sadece bir kararlı izotop bulunur. Bu nedenle, kararlı elementlerin yaklaşık üçte ikisi doğal olarak çoklu kararlı izotoplarda yer alır ve bir element için en fazla sayıda sabit izotop sayısıda kalay için ondur(50Sn). Burada, yeryüzünde doğal olarak bulunan yaklaşık 94 element (plütonyum dahil) bulunur, ancak bazıları plütonyum-244 gibi çok küçük miktarlarda tespit edilir. Bilim adamları, Dünya'da doğal olarak meydana gelen elementlerin (bazıları sadece radyoizotop olarak) toplamda 339 izotop (nüklid) olarak meydana geldiğini tahmin ediyorlar. Bu doğal olarak oluşan nüklidlerin sadece 252'si, şimdiki zaman itibarıyla çürümeye hiç rastlanmadıkları görülmüştür. 34 primordial nüklid (toplam 286 primordial nüklid), gibi bilinen yarı ömürleri olan radyoaktifler, güneş sisteminin başlangıcından itibaren 100 milyon yıldan daha uzun yarı ömürleri vardır. (Ayrıntılar için nüklidlerin listesine bakınız.)
Bilinen tüm kararlı nüklidler Dünya'da doğal oluşum olarak meydana gelirler. Ve diğer doğal olarak oluşan nüklidler de radyoaktif olmakla birlikte, nispeten uzun yarı ömürleri nedeniyle ya da devam eden doğal üretimin diğer araçları nedeniyle Dünya'da meydana gelirler. Bunlar yukarıda bahsedilen kozmojenik nüklitler, nükleojenik nüklidler ve uranyum radon ve radyum gibi ilkel bir radyoaktif nüklidin devam eden çürümesiyle oluşan herhangi bir radyojenik nüklidleri içerir.
Doğada bulunmayan 3000 radyoaktif nüklid, nükleer reaktörlerde ve parçacık hızlandırıcılarında oluşturulmuştur. Dünya'da doğal olarak bulunmayan birçok kısa ömürlü nüklid, yıldızlarda veya süpernovalarda doğal olarak oluşturulan spektroskopik analizlerle de gözlemlenmiştir. Örnek olarak da, Dünya'da doğal olarak bulunmayan ancak astronomik ölçekte bolca bulunan alüminyum-26'dır.
Elementlerin tablolandırılmış atomik kütleleri, farklı kütlelere sahip çoklu izotopların varlığını hesaba katan ortalamalardır. İzotopların keşfinden önce, atomik kütlenin ampirik olarak belirlenmiş olmayan değerleri bilim insanlarını şaşırtmıştır. Çünkü, bir klor örneği %75,8 klor-35 ve %24,2 klor-37 içerir ve ortalama bir atomik kütle 35,5 atomik kütle birimi verir.
Genelgeçer kozmoloji teorisine göre, yalnızca hidrojen ve helyumun izotopları eser halde bulunan lityum, berilyum, bor gibi bazı izotopların izlerini taşır. Diğer tüm nüklit yıldızlar ve süpernovada önceden meydana gelmiş enerjik partiküller arasındaki etkileşimle sentezlenirler. Ve bunların tümü Büyük Patlama sırasında oluşmuştur. (İzotop üretiminden sorumlu olduğu düşünülen çeşitli süreçlerin detayları için nükleosenteze bakınız). Dünya üzerindeki izotopların bollukları, bu süreçlerin oluşturduğu miktarlardan, galakside yayılmasından ve kararsız olan izotopların çürüme oranlarından kaynaklanır. Güneş sisteminin ilk birleşmesinden sonra, izotoplar kütleye göre yeniden dağıtıldı ve elementlerin izotopik bileşimi gezegenden gezegene biraz değişti. Bu bazen göktaşlarını izlemeyi mümkün kılabilir.
İzotopların atomik kütlesi.
Atom kütlesi (<chem>m_{r}</chem>) bir izotopun (nüklid) esas olarak kütle numarası (yani çekirdeğindeki nükleonların sayısı) ile belirlenir. Küçük düzeltmeler, çekirdeğin bağlanma enerjisinden (bkz. kitle hatası), proton ve nötron arasındaki kütle farkından ve atomla ilişkili elektronların kütlesinden kaynaklanır, çünkü elektron ve nükleon oranı izotoplar arasındaki farklılığı gösterir.
Kütle numarası boyutsuz bir miktardır. Öte yandan atomik kütle, karbon-12 atomunun kütlesine dayanan atomik kütle birimi kullanılarak ölçülür. "U" (Birleşik atomik kütle birimi için) veya "Da" (dalton için) sembolleri ile gösterilir. Bir elementin doğal olarak oluşan izotoplarının atomik kütleleri, elementin atomik kütlesini belirler. Element N izotopları içerdiğinde, aşağıdaki ifade ortalama atomik kütle için uygulanır formula_1 :
formula_2
"m"1, "m"2, ..., "mN" her bir izotopun atomik kütleleridir ve "x"1, ..., "xN" bu izotopların göreceli bolluklarıdır.
İzotopların uygulamaları.
İzotopların saflaştırılması.
Belirli bir elementin çeşitli izotoplarının özelliklerinden yararlanan uygulamalar vardır. İzotop ayrımı önemli bir teknolojik meydan okumadır, özellikle de uranyum veya plütonyum gibi ağır elementler ile bu ayrımı yapmak zordur. Lityum, karbon, azot ve oksijen gibi daha hafif elementler, CO (kobalt) ve NO (nobelyum) gibi bileşiklerinin gaz difüzyonu ile ayrılır. Hidrojen ve döteryumun ayrılması sıra dışıdır, çünkü Girdler sülfür işlemi fiziksel özelliklerden ziyade kimyasallara dayanır. Uranyum izotopları, gaz difüzyonu, gaz santrifüjü, lazer iyonizasyon ayrımı ve (Manhattan projesinde) bir tür üretim kütle spektrometresi ile toplu olarak ayrılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16701",
"len_data": 25702,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.19
}
|
Trieste ili (İtalyanca:":Provincia di Trieste", Slovence:"Tržaška pokrajina"), İtalya'nın otonom bölgesi olan Friuli-Venezia Giulia'da bir ildir. İlin başşehri Trieste'dir.
İl, 212 km² lik bir alana ve (30.04.2010 tahminlerine göre) 236.650 kişilik bir nüfusa sahiptir. 48,1 km uzunluğunda bir sahil şeridine sahiptir. İlde 6 adet komün bulunmaktadır.
Uzun süre İtalyan ticaret ve kültürünün merkezlerinden biri olmuş, zamanla önemini yitirmiştir. Ancak son yıllarda doğuya (Eski Yugoslavya'ya) açılan kapısı olarak yeniden önem kazanmaya başlamıştır 19. yüzyılın sonunda Trieste, James Joyce, Italo Svevo gibi sanatçıların yaşadığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yönetiminde bir şehirdi, I. Dünya Savaşı'ndan sonra İtalya'nın bir parçası oldu.
Tarih.
Başlangıç tarihi.
Batı Roma İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra, Trieste ili Franklar tarafından işgal edildi. 13. yüzyılda Habsburg Hanedanlığı'nın gelmesinden sonra topraklar Duino Lordu, Trieste, San Dorligo della Valle ve Muggia arasında bölündü. Maria Theresia (Avusturya) hükümdarlık döneminde ve sonra gelen II. Joseph döneminde deniz ticareti serbest liman kuruluşuyla artırıldı.
Bölge 1809 yılında Napolyon'un orduları tarafından fethedildi Kesin yenilgi sonrası, Duino komünü, Sgonico ve Monrupino Gorizia'ya bağlandı. Bu sırada Trieste, Avusturya İmparatorluğu'nun "doğrudan doğruya şehri" oluyordu. San Dorligo ve Muggia, Istria'nın bir parçası oluyordu. Rapallo Antlaşması (1920) Muggia ve Istria'yı Avusturya'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesinden sonra İtalya'ya verdi.
II. Dünya Savaşı sonrası.
II. Dünya Savaşı sonrası Trieste Serbest Bölgesi, 15 Eylül, 1947 tarihinde "Serbest Devlet" olarak kuruldu. 26 Ekim, 1954 tarihinde İtalya ve Yugoslavya SFC ülkenin fiilen iki devlete bölünmesi antlaşmasında bir araya geldiler. "A Bölgesi" Trieste'nin bir serbest bölgesi oldu ve "B Bölgesi" Yugoslavya tarafından yönetilecekti. Trieste ili, resmi olarak 11 Ekim, 1977 tarihinde Osimo Antlaşması ile İtalya'nın bir parçası oldu.
Komünler.
İkinci Dunya Savaşından önceki sınırları ile Trieste ili şimdi Slovenya'da bulunan beldeleri de ihtiva etmekteydi. Osimo Antlaşması'ndan sonra İtalya'ya geçen Trieste ilinde sadece 6 tane belde bulunmaktadır. Böylece tüm İtalya'da en ufak sayıda belde ihtiva eden il Triete ili olmaktadır. Şu tablo bu beldeler hakkında bilgi sağlamaktadır:
Nüfus gelişmeleri.
Trieste ili nüfusu (30.04.2010 tahminlerine gore) 236.650 kişidir. 1861-1361 arasında sadece 6 belde ihtiva eden 1951′den sonra günümüzdeki Trieste ilini kapsayan genel sayım istatistiklerine göre Trieste ili nüfusu gelişmesi şu gösterimde incelenebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16708",
"len_data": 2621,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.3
}
|
Canberra () ya da Kanberra, Avustralya'nın başkenti ve denizden uzak en büyük, Avustralya'da tüm şehirler içinde de sekizinci büyük şehridir. Başkent işlevi görmek üzere yapay olarak kurulan kentlerin örnek tipidir. Yeri 1913'te Avustralya'nın Cardillerası'nın ortasındaki yüksek ovada; iki rakip anakent olan Sidney'in 300 km güney batısında, Melbourne'ün 650 km kuzeydoğusunda Avustralya Başkent Bölgesi adı verilen bölgede yer alan tasarlanmış kenttir. Avustralya Parlamentosu bu şehirde yer almaktadır. Kentin planını Amerikalı Walter Burley Griffin yapmıştır. 1927'de tamamlanan kent 1945'ten sonra hızla gelişme göstermiştir. Çeşitli semtler, parklar ve geniş su örtüleriyle birbirinden ayrılır. Yönetim binaları geniş alana yayılır. Ticaret merkezi giderek daha da canlılık kazanmakta sürekli büyüyen bu kentteki etkinlikler durmadan çeşitlenmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16710",
"len_data": 858,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.59
}
|
Bakü (), Azerbaycan'ın, Hazar Denizi'nin batı kıyısında yer alan başkentidir. Kafkasya’nın en büyük şehri, en önemli kültür ve ticaret merkezidir. Ülkenin en doğusundaki ve en önemli sanayi, ticaret ve kültür merkezi olmanın yanı sıra bir liman kenti olarak da önemlidir. Şehirde yaşayanların büyük çoğunluğunu Azerbaycan Türkleri oluşturur.
2006 yılında faaliyete geçen Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru Hattı'nın (BTC) çıkış noktasıdır. Bakü Limanı, Hazar Denizi'nin en önemli limanıdır. Şehirde tiyatro, kütüphane, sinema ve diğer kültürel mekânlara sık rastlanır. Lonely Planet'in sıralamasına göre, Bakü, gece hayatı için dünyanın en önemli on gidilecek yerinden biridir.
Azerbaycan ekonomisinin gelişmesiyle, 2000'li yılların başından itibaren şehrin dört bir köşesinde, birçok yeni alan inşa edilmiştir. Yeni altyapılarıyla (binalar, mahalleler, sokaklar, restoranlar ve diğer mağazalar) Bakü hızla değişmektedir.
Resmî istatistiklere göre 2023'teki Bakü şehir nüfusu 2.336.600'dür. Kentin banliyöleri de dahil olduğu zaman şehrin toplam nüfusu yaklaşık 3.125.000 kişiye ulaşmaktadır, yani Azerbaycan nüfusunun üçte biri bu şehirde yaşamaktadır. Bakü 2015 Avrupa Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yapmıştır. 2017'de ise 2017 İslami Dayanışma Oyunları'na ev sahipliği yapmıştır. Hem de Formula 1'e ev sahipliği yapmaktadır.
Tarih.
Bakü'nün tarihi eski devirlere uzanır. Abşeron arazisinde bulunmuş arkeolojik buluntular buranın eski yaşama yeri olduğunu ispatlar. Pirallahı, Zığ Gölü etrafı, Şüvelan, Merdekan, Binegedi, Emircan ve benzeri yerlerde milattan önce 3-1’inci bin yıllara ait arkeolojik malzemeler bulunmuştur.
Bakü şehrinin ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırıcılar Bakü'yü Kaytara (Kankara), Albana, Baruka vb. ile özdeşleştirirler. Bakü'de bulunmuş 5-7. yüzyıllara ait Sasani hazinesi o devirde buranın yaşama yeri olduğunu gösterir. 5-6. yüzyıllarda Bakü, Bağavan ve Ateş-i Bakvan diye adlandırılır. Arap kaynaklarında (10. yüzyıl) "Bakuye", "Bakuh", "Baku", Rus kaynaklarında (15. yüzyıl) "Baka", Safeviler devri Farsça kaynaklarda "Badükübe" olarak geçiyor.
Coğrafya.
İklim.
Bakü'nün iklimi karasal iklimdir. Kışları soğuk ve yağmurlu veya kar yağışlıdır, yazları ise sıcak ve kuraktır. Fakat güney kısımlarında hava yazın serin, kışın ise ılık ve yağışlıdır. Bu nedenle güney bölümünün bir kısmı ormanlıktır.
Siyaset.
İdari Yapı.
Bakü'nün 11 idari bölgesi (rayon) vardır. Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet İstatistik Komitesi verilerine göre bu bölgeler ve bilgileri şu şekildedir:
Demografi.
Bakü şehrinin resmî şehir nüfusu 2.092.400'dür (2011), metropoliten nüfusu ise 3.000.000'dur. Bakü nüfusunun % 90'ını Azerbaycan Türkleri oluşturur. Diğer milletler ise Ruslar % 5,3, Tatarlar %1,2, Lezgiler %1,2, Ukraynalılar %1 ve Yahudiler %0,3
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması'ndan önce, 1970'lerde şehir nüfusunun çoğunluğu Azerbaycan Türklerinden oluştu ve oranları hızla arttı. Tüm diğer milletlerin sayıları ise çok önceden azalmaya başlamıştı ve bu azalma, dağılma ve bağımsızlık döneminde çok hızlandı ve devam etmektedir. 1988 ve 1994 arasındaki Karabağ Savaşı dolayısıyla artan gerilim yüzünden, 1990'da Ermenilerin hemen hemen hepsi şehri terk etti.
Kafkasya'daki üç başkent arasında, Bakü en yüksek nüfusa sahip şehirdir ve nüfusu Tiflis ve Erivan'ın toplamından fazladır.
Dil.
Nüfusun çoğunluğun anadili Azerbaycan Türkçesidir. Rusçayı Rus azınlık anadil olarak, Azerbaycanlılar ikinci dil olarak, diğer etnik kökenli Azerbaycanlılarsa ikinci ya da üçüncü dil olarak konuşur.
Din.
Bakü'de halkın %94'ü Müslümandır (çoğunluğu Şii Caferi). Halkın geri kalanı ise (yaklaşık %4'ü) Hristiyan'dır (çoğunluğu Rus Ortodoks Kilisesi, Gürcü Ortodoks Kilisesi ve Malakan). Çok küçük bir bölümü ise Yahudidir (çoğunluğu Aşkenaz ve Dağ Yahudisi).
Ekonomi.
Bakü şehri, Kafkasya'nın en büyük şehridir. Eski zamanlar ekonomisinde petrol ve tuz esas yer tutardı. Arap seyyahı Ebu Dülefin'in (10. asır) bildirdiğine göre, Bakü'deki iki petrol kaynağından yılda takriben 720 bin dirhem gelir elde ediliyordu. Feodal ilişkilerinin, ticaret ve sanatkârlığın gelişimi şehrin ilerlemesine imkân veriyordu. Uluslararası ticaret yolları sınırında olan Bakü Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki ticarette başlıca öneme sahipti. Bakü'ye Hazar, Slav, Bizans, Çin, Irak, Suriye, Cenova, Venedik, İran, Hindistan tacirleri geliyordu. Bakü'den İran, Irak ve sair ülkelere petrol ihraç ediliyordu.
9. asrın ikinci yarısında Abbasiler hilafetinin zayıflaması ve merkezi hâkimiyetten uzaklaşma meyillerinin kuvvetlenmesi hilafete tabi ülkelerde bağımsız devletlerin kurulmasına sebep oldu. Bu devletlerden biri de Şirvanşahlar Devleti'ydi.
Ulaşım.
Metro.
Bakü metrosu (Azerbaycanca: Bakı Metropoliteni) 25 istasyona sahip 34,6 kilometre uzunluğunda iki hat içermektedir. Bu istasyonların 25 giriş lobisi bulunmaktadır. İstasyonların yedisi büyük derinliktedir. Bakü metrosu, Kafkasya'nın en uzun, en çok istasyona sahip olan ve en kalabalık metrosudur. Metroda merdiven kısmının toplam uzunluğu 4000 metreden fazla olan beş tür 39 yürüyen merdiven yapılmıştır. Tünel yapımlarının toplam uzunluğu 17,1 kilometreden fazladır. Bakü metrosunun diğerlerinden seçilme özelliği, onun hatlarının tepelik bölgede bulunan kentin birbiriyle kesişen rölyefe göre yapılmıştır. Burada %60 ve %40'binlik eğimliliği ve küçük yarıçaplı birçok eğrinin mevcut olmasıdır.
Şehrin kuzey batıdasında yeni bir hat (Hat 3) ve 8 yeni istasyon da inşaat halindedir.
Daha uzun vadeli projelerin içerisinde iki yeni metro hattının inşaat edilmesi vardır ve ve metro ağının Haydar Aliyev Uluslararası Havalimanı'na da bağlanması planlanmaktadır.
Otobüs ve minibüs.
1928 yılında otobüs hatları açıldı ve şehirde hizmet etmeye başladı. Şehrin her mahallesinde otobüs hatları vardır.
2010 yılına göre, Bakü 310 otobüs hattına sahiptir ve minibüsler bu hatları da kullanır, şehirde 1.130 belediye otobüsü ve 3.300 minibüs hizmet etmektedir, ek olarak 1.496 adet otobüs satın alıp hizmete sokulması ve 664 otobüs durağı kurulması planlanmaktadır.
Şehirde dolaşan belediye otobüslere ek olarak şehir kenarında bulunan Bakü Uluslararası Otobüs Terminalinden, hem Azerbaycan'ın her şehri hem de yurt dışında birçok şehirlere (örneğin, Tiflis, Tahran, Tebriz, Kars, Astrahan, Volgograd, Moskova) giden otobüsler seferleri yapılır. Dünya'nın en büyük otobüs terminallerinden bir olan Bakü Uluslararası Otobüs Terminali, her gün 20.000 yolcuya, yurt içi ve uluslararası rotalar boyunca çevresinde hizmet verip, her gün 950 otobüs hareket eder. Terminal 4 katlıdır ve 14 yürüyen merdiven ve 10 asansör işlemektedir. Ayrıca 93 yataklı bir otel, 700 araçlık kapalı otopark, 800 mağazalı bir alışveriş merkezi, 500 kişilik kantin, banka, sağlık merkezi, posta ofisi ve VIP bekleme odası bulunmaktadır. Ayrıca istasyon danışmanının ofisi ve otobüs şoförleri için dinlenme odaları da bulunmaktadır. Terminal kendi elektrik enerjisini 35 kV'lık yardımcı elektrik santrali ve beş transformatör ile sağlar.
Troleybüs.
1941 yılında troleybüs hatları açıldı ve şehirde hizmet etmeye başladı. 1989 yılında troleybüs sisteminin, 110 km'si şebeke hatlarında olmak üzere, toplam 300 km yol uzunluğuna ve 32 hatta sahipti ve 359 troleybüs hizmetteydi. Fakat 1999 yılına gelindiğinde hat sayısı 5'e düşmüştü ve troleybüs sayısı da 65'e inmişti. 30 Haziran 2006'da son troleybüs seferleri yapıldı ve sona erdirildi. Tüm troleybüs hatları tamamıyla söküldü.
Tramvay.
1889'de Bakü'nün şehir ulaşımı için Bakü'de atlı tramvay hatları inşa edilmişti. Fakat atlı tramvaylar başkentinin yoğun ulaşım ihtiyaçlarını karşılayamadı. 1903'te Bakü'de elektrik tramvay hatlarının bağlanması konusunda Şehir Duma'sına teklif geldi. Bu önerinin gerçekleşmesi 20 yıl sonra oldu. Ancak, 1922 yılında Bakü Sovyeti projeyi gerçekleştirebildi. Şehirde elektrikli tramvay hatlarının inşasına başlandı. Önce gerekli malzeme olmadığından, raylar Rusya'nın birkaç fabrikasında sipariş edildi. Şehirde ilk kez Şubat 8, 1924 elektrikli tramvay kullanıma açıldı. Bu Tramvay hatları şehrin tren istasyonlarına da bağlandı. 1966 yılında tramvay yollarının uzunluğu 102,5 km'ye ulaşmıştı.
1924'ten beri Bakü'de servis yapan tramvay, 2004'te son yolculuğunu yapmıştır ve istasyonlar ile hatlar söküldü. Tramvay hatları sökülmüş olsa bile, 2012'de Bakü'de yeniden tramvay hatlarının inşa edilmesine ve tramvayın tekrar hizmete konulmasına kara verildi. Fakat bu yeni tramvay hatları, eskiden tramvay hatlarının yer aldığı ana kavşaklara yerleştirilmeyip, sahil boyunca inşa edilecek.
Füniküler.
Bakü füniküleri, 5 Mayıs, 1960'ta da hizmete açılmıştır. SSCB zamanında füniküler trenleri özel siparişle Ukrayna'nın Harkiv kentinde hazırlanarak Bakü'ye getirilmiştir. Bakü fünikülerin 2 istasyonu vardır: bunlar "Behram Gür" ve "Şehitler Hiyabanı" istasyonları. İstasyonlar arası mesafe 455 metredir. Toplam 2 vagonu olan fünikülerler, saniyede 2,5 metre hızla hareket ederek bir istasyondan diğerine 4 dakikaya ulaşıyor. Vagonlar arası bekleme süresi 10 dakika ve gidi-geliş ücreti ise 20 kepik olmuştur. Füniküler saatte ortalama 2 bin yolcu taşıma olanağına sahiptir.
1980'li yılların sonlarında kötü durumunda olduğu için geçici olarak kapatılmıştır ve büyük bir onarımdan sonra 2001 yılının sonunda yeniden kullanıma açılmıştır. Bakü füniküleri 2001'de ve 2007'de iki kez esaslı tekrar tamir edilmiştir. 2007 yılındaki onarımdan sonra vagonların hareketi sırasında oluşan gürültü en aza indirilmiştir. 2011 yılının Nisan ayında itibaren ise vagonlar ve istasyonlar yenilenerek, 23 Mayıs 2012'de yeniden hizmete sunulmuştur.
Demiryolu Ulaşımı.
Bakü Garı, Bakü'nün tek merkez garıdır ve hem ülkenin ve ayrıca şehrin tüm banliyö tren istasyonların ana demiryolu terminalidir. Bakü Garı çok faaldir ve yerel (banliyö), ulusal ve uluslararası tren seferleri yapılır. Bakü Garı, 28 May metro istasyonu ile metro ağına bağlanır.
Bakü Garından, Rusya (Bakü-Moskova, Bakü-Sankt-Peterburg, Bakü-Rostov, Bakü-Tyumen, Bakü-Mahaçkala), Ukrayna (Bakü-Kiyev, Bakü-Harkiv), Gürcistan (Bakü-Tiflis) yönlerinde uluslararası tren seferleri ve Bakü-Köçerli-Balaken, Bakü-Astara-Horadiz, Bakü-Kazah-Böyük-Kesik, Bakü-Ağstafa, Bakü-Gence, Bakü-Mingeçevir, Bakü-Astara yönlerinde ulusal tren seferleri yapılmaktadır.
Azerbaycan topraklarının Ermeni işgali neticesinde savaş halinde olduğu Ermenistan'la ve Ermenistan üzerinden Azerbaycan'nın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'ne ve İran'a (ve ters yönde), Bakü'den doğru giden herhangi bir tren seferi yoktur. İran ile tren seferleri bu yüzden Nahçıvan ile sınırlıdır. İki ülkeyi doğrudan bağlayan yeni bir ağın inşa edilmesi için, şu anda bir proje üzerinde düşünülmektedir.
Bakü-Tiflis-Kars demiryolu'nun açılmasıyla, Bakü'den, Gürcistan'ın Tiflis ve Ahılkelek şehirleri üzerinden, Türkiye'nin Kars şehrine ve diğer Türk şehirlerine tren seferleri ile ulaşmak mümkün olacaktır.
Deniz Ulaşımı.
Azerbaycan'ın su ulaşımında, Azerbaycan Devlet Hazar Deniz Gemiciliği ve Bakü Deniz Ticaret Limanı büyük bir öneme sahiptir.
Su ulaşımı, Azerbaycan'ın ve Hazar Denizi'nin en büyük limanı olan Bakü'den başlamaktadır. Bakü'den Rusya'nın Astrahan ve Mahaçkale limanlarına, Kazakistan'nın Aktau limanına, Türkmenistan'nın Türkmenbaşı limanına ve İran'ın Bender-i Enzeli limanına ulaşılır. Azerbaycan'dan, Hazar Denizi'nden, İdil Nehri, Volga-Don Kanalı, Don Nehri üzerinden Azak Denizi'ne ve dünya okyanuslarına açılmak mümkündür; ya da İdil Nehri, Volga-Baltık Suyolu, üzerinden de Baltık Denizi'ne ve dünya okyanuslarına da açılmak mümkündür.
Bakü Deniz Garı, 1970 yılında açılmıştır. Yenilenen garda, Kazakistan, Türkmenistan ve Rusya'ya seyahat eden gemi ve feribot seferleri düzenlenmektedir. Ayrıca dünyanın ilk petrol platformu ve yüzen bir şehir olan Petrol Taşlarına, petrol işçileri için seferler yapılır. Garda 120 kişilik yemek, 400 kişilik konferans salonu, misafir ve diğer hizmet odaları bulunmaktadır.
Hava Ulaşımı.
Bakü'nün uluslararası havalimanı, şehir merkezinden yaklaşık 25 kilometre doğuda bulunan Haydar Aliyev Havalimanı'dır. Bu havalimanı, Azerbaycan Hava Yolları şirketinin merkezidir.
Haydar Aliyev Uluslararası Havalimanı'nın ("Heydər Əliyev adına beynəlxalq aeroport") eski adı "Binə Uluslararası Havalimanı" idi. Bu havalimanı 1998'in başından Haziran 1999'a kadar restore edildi. Bu restorasyonun iki bölümü vardı. İlk bölüm, kuzey terminali oluşturan iki alanın inşaatı (Mart 1999'da bitti) ve ikinci bölüm, yönetim ve hava trafiği merkezi olarak Azerbaycan Hava Yolları tarafından kullanılan bir merkezî alanın inşaat edilmesi ve güney terminali oluşturan geri kalan iki alanın inşaatıdır (bu bölüm aynı senede Haziran ayında bitti) içerdi.
Haydar Aliyev Havalimanı, Azerbaycan'nın ana havalimanı olması yanı sıra ve bütün Kafkasya bölgesinin en büyük ve en işlek havalimanıdır ve uçuş merkezdir. Günümüzde, Almanya, Avusturya, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık, Çekya, Çin, Fransa, Hollanda, Gürcistan, İsrail, İran, Katar, Kazakistan, Letonya, Lübnan, Özbekistan, Rusya, Türkiye, Ukrayna, Ürdün gibi ülkelere giden ve bu ülkelerden gelen birçok uçuş vardır.
Bundan dolayı öngörülen yıllık yaklaşık 3 milyon yolcu kapasiteli 53,000m2 yolcu terminali tasarlanmıştır ve yapımına 2011'de başlanmıştır ve 2013'te açılması hedeflenmiştir. Ayrıca inşaatına başlanılan yeni terminalin tasarımıyla uyuşması için, 2012'de eski terminalin dışı ve içi tamamıyla yenilenmiştir ve yeni bir pist daha açıldı.
Eğitim.
Bakü, ülkenin başkenti olması dışında aynı zamanda ülkenin eğitim merkezidir. Okulların hepsi Azerbaycan'ın Millî Eğitim Bakanlığı ("Millî Təhsil Nazirliyi") tarafından idare edilmektedir. Ayrıca arasında üniversiteler ("universitet") ve akademilerin ("akademiya") bulunduğu 38 tane yükseköğretim mekânı bulunmaktadır.
Vakıf Üniversiteleri.
Azerbaycan'da eğitim, tüm diğer Türk devlet ve topluluklarına göre ileri düzeyde sayılabilir. 1991 yılı istatistiksel verilerine göre 4.775 okulda 1.503.000 öğrenci okumaktadır. Bugün okul sayısı 5.000'e, öğrenci sayısı 1.600.000'e ulaşmıştır.
Azerbaycan'da 6.500 kültür tesisi, 4.605 kütüphane, 125 müze, 125 müzik okulu, 43 halk tiyatro salonu, 3.680 kültür evi bulunmaktadır. Okuma yazma oranı %99,5'tir.
Bakü-Azerbaycan Devlet Üniversitesi ve bağlı enstitüleri bütün Uygulamalı Matematik ve Ekonomik Sibernetik, Kimya, Jeoloji, Biyoloji, Tarih, Filoloji, İlahiyat, Coğrafya, Gazetecilik, Hukuk, Mekanik ve Matematik, Fizik, Felsefe, Sosyal Bilimler ve Psikoloji, Kütüphane Çalışmaları, Uygulamalı Matematik Bilimsel Araştırma Enstitüsü, Doğu Çalışmaları, kollarında eğitim-öğretim yapmaktadır.
Özel ve devlet olmak üzere toplam 49 tane kanuni üniversite mevcuttur ve bu üniversiteler de birçok Türk ve yabancı öğrenciye eğitim vermekle birlikte eski Doğu Bloku ülkeler arasında kaliteli eğitim veren ülkeler arasında sayılmaktadır.
Azerbaycan üniversiteleri iyi eğitim vermesinin yanı sıra yabancı öğrenciler tarafından maddi anlamda tercih sebebi olabiliyor.
Kültür ve eğlence.
Bakü, Azerbaycan'ın kültür merkezidir. Ülkenin ilk operası, ilk ulusal tiyatrosu ve ilk millî kütüphanesi bu kentte açılmıştır. Bakü, çok sayıda müze, tiyatro, konser salonu, kütüphane, sanat galerisi ve sinema salonlarına ev sahipliği yapar.
Müzeler ve kütüphaneler.
Ulusal Güzel Sanatlar, Ulusal Tarih, Ulusal Edebiyat, Halı, Arkeoloji ve Etnografya, Modern Sanat, İstiklal, Müzik Kültürü, Din Tarihi, Tarım, Jeoloji ve Demiryolu müzeleri, Bakü'de bulunan başlıca müzelerdir.
1920 yılında kurulan Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi, Bakü'deki en büyük müzedir. İçerişehir'de yer alan bu müze, iki ayrı bölümden oluşur. İlki, Azerbaycan'ın en eski dönemlerinden itibaren elde edilen arkeolojik ve etnografik malzemelerin sergilendiği Millî Müze; diğeri ise ünlü petrol zenginlerinden Hacı Zeynelabidin'in yaşadığı ev ve mekanlar. Arkeolojik malzemeler Manna, Med, Skif, Atropatene, Albanlar, Hürremiler, Şırvanşahlar, Selçuklular, İldenizliler, Safeviler dönemlerine aittir. Bunlardan başka Azerbaycan coğrafyasından derlenmiş değerli etnografik malzemer de bulunur.
Azerbaycan Millî Kütüphanesi, 4 milyon 513 bin tane, başta kitap olmak üzere, basılı ürün bulunmaktadır. Antik Çağ ve Orta Çağ'dan kalma birçok eski el yazısı ve birçok Kitab-ı Mukaddes de içermektedir ve Millî Kütüphane hakkında bir müze de bulunmaktadır. Şehrin merkezinde, Xaqani Caddesi'nin üstünde yer alır ve halka açıktır.
Diğer başlıca kütüphaneler, Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İşleri Müdürlüğünü Kütüphanesi, Azerbaycan Millî Bilimler Akademisinin Merkezi Bilim Kütüphanesi, Bakü Devlet Üniversitesi Bilim Kütüphanesi, Cumhuriyet Bilim-Teknik Kütüphanesi, Azerbaycan Devlet Cumhuriyet Bilimsel Tıbbi Kütüphanesi, Cumhuriyet Bilim-Pedagoji Kütüphanesi, Azerbaycan Cumhuriyeti Tarım Bilimi Kütüphanesi, Firudinbey Köçerli adına Azerbaycan Devlet Çocuk Kütüphanesi, Cafer Cabbarlı adına Cumhuriyet Gençler Kütüphanesi ve Azerbaycan Tıp Üniversitesi Kütüphanesi.
1915-1971 tarihleri arasında yaşamış Azeri heykeltıraş ve ressam Fuad Abdurrahmanov adına bir hatıra müzesi bulunmaktadır.
Sinemalar, tiyatrolar, opera ve konser salonları.
Bakü, ülkenin en önemli tiyatro kentidir. Devlet Akademik Millî Dram Tiyatrosu, Devlet Müzikal Komedi Tiyatrosu, Devlet Kukla Tiyatrosu, Devlet Genç Seyirciler Tiyatrosu ve Devlet Rus Dram Tiyatrosu kentin başlıca tiyatrolarıdır.
Bakü Devlet Filarmonik Salonu ve Azerbaycan Devlet Akademik Opera ve Bale Tiyatrosu'na ev sahipliği yapmaktadır. Bakü Caz Merkezi, Haydar Aliyev Sarayı, Shakhriyar Bakü Kültür Merkezi ve Bakü Müzik Akademisi Büyük Salonu, kentin en faal konser mekanlarındandır.
Absheron Sanat Galerisi, Giz Galasy Galerisi, Gala Sanat Galerisi ve Smirnova Sanat Galerisi, Bakü'nün önemli sanat merkezlerindendir.
Başkent, aynı zamanda önemli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapar. Bu faaliyetlerden biri olan Bakü Uluslararası Caz Festivali, kentin önemli caz müziği birikimini yansıtan en iyi etkinliklerdendir.
Bakü şehri birçok sinemaya sahiptir ve bunlardan biri de meşhur "Nizami" sinemasıdır. Bakü'de sinemalarda filmlerin büyük çoğunluğu Azerice dublajlıdır ve daha seyrek olarak da Rusça veya İngilizce dublajlıdır ve bazı sinemalarda filmler bu iki dilin altyazılarıyla gösterilmektedir.
Ünlü Azeri drama yazarı, senaryocusu ve film yönetmeni Rüstem İbrahimbeyov tarafından kurulan Bakü Uluslararası Film Festivali 1998'den beri her yıl düzenlenmektedir.
Eğlence ve alışveriş.
Bakü, çok çeşitli eğlence alternatifleri sunan bir kenttir.
Bakü Hayvanat Bahçesi 1928 yılında, Sovyetler Birliği döneminde kuruldu. Bakü Hayvanat Bahçesinde hem Dünya'nın çeşitli yerlerinde bulunan, hem de Azerbaycan'ın faunasına ait olan yaygın bulunan ve soyu tükenmekte olan hayvan türlerini barındırır. Hayvanat bahçesinde yaklaşık 1.193 hayvan ve 168 tür bulunmaktadır.
Bakü'nün merkezinde yer alan Fıskiye Meydanı, kentin en iyi alışveriş alanıdır. Meydan ve etrafındaki araçlara kapalı olan alışveriş caddeleri, çok sayıda lüks alışveriş mekanlarına ev sahipliği yapar. Nizami Caddesi, kentin en önemli alışveriş caddesidir. Bu yayalara ayrılmış alışveriş merkezi, her kategoriden dükkâna sahiptir. Bakü'de çeşitli alışveriş merkezleri vardır; ve en ünlü iki alışveriş merkezleri Park Bulvar, 28 Mall, Metropark, Aygun City, Af Mall'dır. Burada otantik halılar, elektronik eşyalar ve mücevherler satılıyor. Hediyelik eşya dükkânlarının büyük çoğunluğu, kentin tarihi bölümü olan İçerişehir'de toplanmıştır.
Bakü Bulvarı, Bakü Körfezi boyunca ve uzunluğu 3 kilometre 750 metreden oluşan sahil yolu ve açık hava alanıdır Azerbaycan'ın ayrı ayrı bölgelerinden ve Avrupa'dan çeşitli ülkelerinden ender bitkiler getirilerek parka dönüştürülmüştür. Bulvarda “Mirvari”, “Bahar” kafeleri, Samed Vurgun adına açık hava sineması, “Venedik” küçük su kenti ve çok sayıda farklı dinlenme alanları yapılmıştır. Sahilden Neftçiler Caddesine kadar bazı yerlerin genişliği 350 metre, bazı yerlerin genişliği ise 500 metredir.
Sahilde, Millî Park yer alır ve parkın içinde Devlet Bayrağı Meydanı yer alır ve bu meydanda dev bir Azerbaycan bayrağının dalgalandığı dünyanın en yüksek bayrak direği bulunmaktadır. 2012 Eurovision Şarkı Yarışması için inşa edilen Baku Crystal Hall yanındadır.
Turizm.
Azerbaycan'da turizm her yıl biraz daha gelişmektedir ve bundan en çok yararlanan da Bakü'dür, çünkü Bakü Azerbaycan turizminin ana merkezidir ve ülkenin otelleri, restoranları, barları ve gece kulüplerinin çoğu Bakü'de bulunmaktadır. Belediye, şehirde birçok geliştirme çalışması yapmaktadır; ve bu sayede zaman geçtikçe şehrin altyapısı hızla gelişmektedir. Bakü'de yapılan 2012 Eurovision Şarkı Yarışması kapsamında inşaatlar özellikle çoğalıp hızlanmıştır.
Spor.
Bakü'de başta futbol ve futbol stadyumları olmak üzere, tüm diğer spor faaliyetlerine ve tesislerine çok sayıda yatırım yapılmaktadır. Bağımsızlık ilanı ve UEFA'nın Azerbaycan'ı kendi kontenjanına almasının ardından bu ülkede futbola olan ilgi artmıştır. Bakü'de yedi futbol kulübü bulunmaktadır; bunların beşi birinci ligde, geri kalan ikisi ise ikinci ligde oynamaktadır. Ayrıca Ermeni işgali altında bulunan Ağdam kentinin birinci ligde oynayan futbol takımı Karabağ'ın ve diğer işgal edilmiş Azeri kentlerinin futbol takımlarının geçici merkezleri de Bakü'de bulunmaktadır.
Özellikle son 5 yıl içerisinde hem kurulan spor kulüp sayısında hem de tesisleşme faaliyetlerinde hızlı bir gelişme yaşanmıştır. Birçok spor çeşidi için, örneğin boks, judo, karate, buz pateni salonları, basketbol, voleybol, hentbol, tenis kortları içeren, birçok spor kompleksleri vardır.
Azerbaycan uzun zamandır satranç yarışı tablolarının zirvesindedir ve satranç Azerbaycan'ın millî sporlarındandır. Azerbaycan Satranç Federasyonu'nun merkezi Bakü'de bulunmaktadır. Ayrıca şehrin dört bir köşesinde birçok satranç kulübü vardır ve okullarda da satranç dersleri verilir. 2007'de Dünya Satranç Federasyonu Grand Prix turneleri Bakü'de yapıldı.
Bakü'den Teymur Recebov, Şehriyar Memmedyarov ve Vügar Heşimov dünyanın tanınmış satranç oyuncuları arasındadır. FIDE'nin listesinde Teymur Recebov, Şehriyar Memmedyarov ve Vügar Heşimov dünyanın en güçlü 20 satranç oyuncusu arasında yer almaktadır. 2007 yılı sonunda erkek takımı Yunanistan'ın Girit adasında düzenlenmiş Avrupa Şampiyonluk yarışmasında Azerbaycan'a bronz madalya ile dönmüştür.
Mevcut stadyumlar.
Bakü'de sekiz büyük stadyum bulunmaktadır. Bakü'nün en büyük stadyumu olan Tevfik Behramov Stadyumu ayrıca Azerbaycan'ın da en büyük stadyumudur. Bakü'de son yapılan stadyum ise 2011 yılında açılan Dalga Arena'dır. Ayrıca bu stadyumların bazılarında, spor faaliyetleri futbol ile sınırlı kalmayıp, atletizm gibi diğer spor dallarına da ev sahipliği yapar.
Yapılacak stadyumlar.
Bakü Olimpiyat Stadyumu ve Sekizinci Kilometre İlçe Stadyumu yapılmıştır, Bayil Stadyumu ise proje aşamasındadır.
Kardeş şehirler.
Bakü'nün 17 şehirle kardeş şehir antlaşması ve 14 şehirle ile de "partner şehir" antlaşması vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16711",
"len_data": 22860,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.43
}
|
Minsk (; ), Belarus'un başkentidir. Şehir 409,5 km² alanda kuruludur. 2021 yılındaki nüfusu yaklaşık 2.009.786 kişidir.
Tarihçe.
1900'ler.
25 Mart 1918 tarihinde, Minsk, Belarus Halk Cumhuriyeti'nin başkenti ilan edilmiştir. Cumhuriyet kısa ömürlü oldu; Aralık 1918'de, Minsk Kızıl Ordu tarafından devir alınmıştır. Minsk, Ocak 1919'da sonra Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti başkenti ilan edildi ve yine 1920 yılında yine başkent ilan edildi. Şehir, Polonya-Bolşevik savaşı sırasında İkinci Polonya Cumhuriyeti tarafından kontrol edildi. Brest-Litovsk Antlaşması sonra, Alman güçleri Şubat 1918 yılında Minsk'i işgal etti.
Minsk'te yeniden yapılanma ve kalkınma programı 1922 yılında başlanmıştır. 1924'te 29 fabrika vardı; okullar, müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler de kuruldu. 1920'ler ve 1930'lar boyunca, Minsk'te yeni fabrikalar inşa edildi ve yeni okullar, kolejler, yüksek eğitim kurumları, hastaneler, tiyatrolar ve sinemalar açılarak hızlı bir gelişme gördü. Bu dönemde, Minsk ayrıca Belarus dili ve kültürünün gelişmesinde bir merkez oldu.
II. Dünya Savaşı'nda.
II. Dünya Savaşı öncesinde, Minsk'in 300.000 nüfusu vardı. Nazi Almanyası 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ni işgal ettikten sonra, Barbarossa Harekâtı kapsamında, Minsk hemen saldırıya uğradı. Şehir, işgalin ilk gününde bombalandı ve dört gün sonra Wehrmacht tarafından kontrol altına alındı. Almanlar Minsk'i Reichskommissariat Ostland'ın idari merkezi olarak belirledi. Yahudiler Minsk Gettosu'na zorla yerleştirildi, çoğu sonra Holokost'un kapsamında öldürüldü; komünistler ve sempatizanlarsa öldürüldü ya da hapse atıldı. 1942'de, Minsk, bölgedeki işgale karşı Sovyet partizan direniş hareketinin önemli bir merkezi haline geldi. Bu rolünden dolayı Minsk'e 1974 yılında Kahraman Şehir unvanı verildi.
Minsk Bagration Harekâtı sırasında, 3 Temmuz 1944'te Sovyet askerleri tarafından kurtarıldı. Şehir, Sovyet ilerleyişine karşı Alman direnişinin merkezi oldu ve 1944 yılının ilk yarısında ağır çarpışmalar gördü. Fabrikalar, belediye binaları, santraller, köprüler, çoğu yollar ve evlerin %80'i moloz yığınına döndü. 1944 yılında Minsk'in nüfusu 50.000'e düşmüştür.
1960'lı yıllardan bu yana Minsk nüfusu da hızla büyüdü. 1972 yılında 1 milyona ulaşan nüfus, 1986 yılında 1,5 milyon oldu. Minsk Metro İnşaatı 16 Haziran 1977'de başladı ve Sovyetler Birliği'nde dokuzuncu metro sistemi oldu. 30 Haziran 1984 tarihinde ziyarete açıldı.
Son gelişmeler.
1990'lı yıllar boyunca, Komünizmin yıkılmasından sonra şehir değişmeye devam etti. Yeni bağımsız ülkenin başkenti olan Minsk, hızla büyük bir kent niteliği kazandı. Kentte elçilikler açıldı ve Sovyet idari binaları hükûmet merkezleri haline geldi. 1990'ların başlarında ve ortalarında, Minsk'te ekonomik kriz belirginleşti ve birçok kalkınma projeleri durduruldu, yüksek işsizlik ve eksik istihdam oluştu. 1990'ların sonundan beri, ulaştırma ve altyapı gelişmeler olmuştur ve bir konut patlaması 2002 yılından beri devam etmektedir. Minsk eteklerinde, konut geliştirme projeleri inşa edilmiştir. Metro hatları uzatılmış ve yol sistemi (Minsk çevreyolu dahil) geliştirilmiştir. 2008 yılı Ocak ayında, şehir hükûmeti kendi resmi web sitesinde çeşitli projeler açıkladı. Bunlar arasında bazı sokakların yenilenmesi ve ana caddeleri, otel inşaatı (Komsomolkye gölü kıyısında ve Saray yakınında) otel ve spor tesislerinden oluşan bir kompleks, potansiyel yabancı yatırımcıların yardımı ile ve şehrin eteklerinde modern bir su parkı inşası ile yüzme havuzu, 2 otel, kule ve bir iş merkezi binası yapılacaktır. 8 Eylül 2015 tarihinde, Minsk şehrinin kuruluşundan bu yana 947. yılını kutladı.
11 Nisan 2011 tarihinde metro hattının en yoğun istasyonu olan Oktyarbskaya istasyonunda ülke tarihinin en büyük terör saldırısı gerçekleşti. Bu saldırıda 15 Belarus vatandaşı yaşamını yitirirken 203 kişi de yaralandı.
9 Mayıs 2014 tarihinde Minsk, Dünya Buz Hokeyi Şampiyonasına ev sahipliği yaptı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16713",
"len_data": 3918,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.31
}
|
Ljubljana veya Lübliyana (; Almanca:"Laibach"), Slovenya'nın başkenti ve en büyük şehridir. 2013 yılında şehir nüfusu 274.826'dır. Adriyatik Denizi ve Tuna bölgesi arasında ticaret yolu üzerinde bulunur.
Kelime kökeni ve sembol.
Şehrin isminin kökeninin ne olduğu net değildir. Bazı tarihçiler ismini, "Laburus" denilen antik Slav şehrinden aldığına inanırlar. Diğerleri ise kelimenin kasabadaki bir selden sonra Latince "Aluvina"dan geldiğini düşünür. Sonuç olarak bazıları kökeninin Slav sözcüğü olan Luba (sevilen) olduğunu var saymaktadırlar. Şehrin Almanca ismi "Laibach"'tır. Bilinen Yunan efsanesine göre, kahraman Jason (Latince "Yason" olarak telaffuz edilir) ve Argonotlar Colchis'teki altın postu bulduktan sonra, Ege Denizi'ne dönmek yerine Tuna Nehri'nde yol alarak kuzey yönüne varmışlardır. Giderek, Tuna'nın bir kolu olan Sava'nın etrafından Lublianitsa ırmağının kaynağına varmışlardır. Gemilerini batıdaki evlerine dönmek için Adriyatik Denizi'ne taşımış, karaya çıkmışlardır. Argonotlar, günümüz şehirleri Vrhnika ve Ljubljana arasında, bataklıkla çevrili bir göl bulmuşlardır. Burası Jason'un bir canavarı devirdiği yerdir. Bu canavar, şehrin arması ve bayrağı üzerinde bulunan ejderhadır. Çok kanatlı ejderhalar Ejderha Köprüsü'nü süsler. 1900 ve 1901 yılları arasında yapılan bu köprü, Zaninoviç'in çalışmasıdır. Ejderha, ayrıca yüzyıllar boyunca Slovenya'nın ruhani merkezi olan yakın Avusturya kenti Klagenfurtun'un sembolüdür.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16715",
"len_data": 1451,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.6
}
|
İslamabad (; "Islām ābād"), Pakistan İslam Cumhuriyeti'nin başkentidir.
Şehir, 1960'lı yıllarda Karaçi'nin yerine başkent olması için inşa edilmiştir. Şehrin inşa edilmesinin birkaç nedeni vardır: Ülkenin gelişimi Karaçi'nin gelişimi ile doğru orantılıydı ve bu yüzden Başkan Eyüb Han bunu eşit şekilde dağıtmak istiyordu. Aynı zamanda, Hindistan'la yapılabilecek bir savaşta Karaçi, denizden gelecek saldırılara karşı zayıf bir noktadaydı. İslamabad ise tersine dağlarla çevrili olduğundan, güvenli bir konumdaydı. Ayrıca, İslamabad'da iklim, Karaçi'ye oranla daha iyiydi.
İslamabad, Pakistan'daki diğer şehirlere kıyasla çok daha temiz ve modern bir şehirdir. Şehir, değişik bölgelere ayrılarak çok düzenli bir yer halindedir. İslamabad'da sekiz tane bölge bulunur: diplomasi bölgesi, ticaret bölgesi, eğitim bölgesi, endüstri bölgesi vb. Her bölgenin kendine ait alışveriş dükkânları ve parkları bulunur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16716",
"len_data": 907,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
Cakarta, Endonezya'nın en kalabalık şehri ve eski başkentidir. -"17 Ağustos 2024 tarihinde başkent resmen Nusantara'ya taşınmıştır."- Cava Adası'nın kuzeybatısında 661,52 km² alana kurulu olup, nüfusu 8.490.000'dir. Cakarta ülkenin ekonomik, kültürel ve siyasi merkezidir. Endonezya ve Güneydoğu Asya'nın en kalabalık şehri olmakla birlikte dünyanın da on ikinci en büyük şehridir. Cakarta ismi Sanskritçe bir kelime olan "Cayakarta"'dan gelmekte olup "muzafferiyet" veya "zafer" anlamlarına gelir.
Dördüncü yüzyılda kurulduktan sonra şehir Sunda krallığının önemli bir ticaret limanı haline geldi. Hollanda Hindistanı kolonisinin de başkentliğini yaptı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Endonezya'nın bağımsızlığını ilan etmesiyle ülkenin başkenti oldu. Önceki isimleri sırasıyla Sunda Kelapa (397–1527), Jayakarta (1527–1619), Batavia (1619–1942) ve Djakarta (1942–1972) şeklindedir.
National Monument (Monas) ve İstiklâl Camii şehrin simgesi olan yapılardır. Şehir ASEAN Sekreterliği'ne de ev sahipliği yapmaktadır. Soekarno-Hatta Uluslararası Havalimanı, Halim Perdanakusuma Uluslararası Havalimanı ve Tanjung Priok limanı Cakarta'nın önemli ulaşım merkezleridir.
Tarihi.
Sömürgeden Önceki Dönem.
Bu alana ve modern Cakarta'nın çevresine 4. yüzyılda ortaya çıkan Sunda insanlarının yaşadığı Tarumanagara Krallığı hakimdi. Tarumanagara Endonezya'daki en eski Hindu krallıklarından biriydi. Tarumanagara krallığının giderek zayıflamasıyla birlikte onun topraklarında ve Cakarta'yı da kapsayan alanda yeni bir krallık olarak Sunda Krallığı ön plana çıktı. Bu krallıkla beraber 7. yüzyıldan 13. yüzyılın başlarına kadar Sunda Limanı'nı egemenliği altına alan Srivijaya Deniz İmparatorluğu da ön planda idi. 1200 yılı dolaylarında yazılı olan Çin kaynağı, Chu-fan-chi'ye göre Srivijaya İmparatorluğu Sumatra, Malay Yarımadası ve Batı Java (Sunda) topraklarında 13. yüzyılın başlarına kadar hüküm sürmüştür. Kaynak raporlarında Sunda Limanı'ndan gelen biberlerin Sunda'daki en kaliteli biber olduğu yönündedir. O dönemde yaşayan insanlar tarım alanlarında ve ahşap kazıklarla evler inşa ettikleri biliniyor. Bununla beraber eski Tarumanagara Krallığının başkenti olan Sunda Pura'ya, Sunda Krallığı döneminde o dönemin büyük limanlarından olan Sunda Kelapa limanını inşa etmişlerdir.
İlk Avrupa filosu, 1513'te Portekizlerin yeni bir baharat yolu arayışı yüzünden Malakka'dan gelen gemilerdi. Bu ilk karşılaşmadan sonra Sunda Krallığı bölgede yükselen güç olmaya başlayan Demak Sultanlığı için 1522 yılında Portekizliler ile ittifak kurup Portekizlilerin Sunda'da bir liman kurmalarına göz yummuştur. Bu antlaşma ile birlikte 1527 yılında Portekizlilere ait olan Fatahillah Savaş Gemisine, Demaklı bir Cava generali saldırdı ve Sunda Kelapa'yı fethetti. Bu taarruzla beraber Portekiz gücü Endonezya'dan çekilmiştir. Bundan sonra Sunda Kelapa, Jayakarta adını aldı ve Banten Sultanlığı Beyliğinin altında Güneydoğu Asya'nın ticaret merkezi oldu.
Prens Jayawikarta'nın ilişkileri sayesinde 1596 yılında Hollanda gemileri Banten Sultanlığının egemenliğinde olan Jayakarta'ya geldi. Hollandalılardan sonra 1602 yılında Sir James Lancaster komutasındaki İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin ilk Aceh yolculuğuna ve Bantende bir ticaret sitesinin kurulmasına izin verildi. Kurulan ticaret sitesi 1682 yılına kadar İngilizlerin Endonezya'daki ticaret merkezi haline geldi.
Koloni Dönemi.
Zamanla Prens Jayawikarta ile Hollonda arasında ilişkiler kötüleşti ve Jayawikarta'nın askerleri Hollanda kalelerine saldırdı. Bu saldırılara İngilizler de destek verdi fakat Hollandalılar, Prensi ve İngilizleri savaşta yendi. Savaşın kazanılmasında ise kısmen de olsa zamanında yetişen komutan J.P. Coen ön plandaydı. Onun gelişiyle Hollandalılar İngiliz kalelerini yakıp yıktılar ve İngilizleri kendi gemilerinden geri çekilmek zorunda bıraktılar. Birleşmiş Hollanda güçleri savaşı kazandı ve şehri yeniden adlandırarak adını Batavia olarak koydular. Hollanda'nın kurmuş olduğu koloni başkenti, Endonezya ve özellikle Çinli göçmenler için ticari bir fırsat oldu. Bir anda oluşan yüksek nüfus artışı şehirde yük oluşturdu. Sömürge hükûmeti tehcir yoluyla Çin göçünü kısıtlamaya çalışınca gerginlik arttı. Gerginliğin sonucunda 1740 yılında patlak veren bir isyan neticesinde Hollandalılar ve Endonezya yerlileri 5.000 Çinli'yi katletti. Olayların ilerleyen yıllarda da ilerlemesi üzerine Çinliler şehir duvarlarının dışına, Glodok'a taşındılar. 1835 ve 1870 yıllarında yaşanan salgınlarda birçok kişi limanı terk etti ve şehir güneye doğru genişletildi. Bu olaylar eşliğinde şimdiki Merdeka Meydanı'nın bulunduğu alanda 1818 yılında Koningsplein inşa edildi, 1913 yılında Menteng konut parkı inşasına başlandı ve son Kebayoran Baru adında Hollanda inşaat yerleşim bölgesi inşa edildi. Bu gibi gelişmelerle birlikte 1930'larda Batavia'da 37.067'si Avrupalı olmak üzere 500.000'den fazla insan yaşamaktaydı.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra 1946 yılında bağımsızlığını kazanan Endonezya'da Endonezyalı milliyetçiler tarafından Batavia şehrinin ismi "Jakarta" (Jayakarta'nın kısaltılmışı) olarak değiştirildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16719",
"len_data": 5072,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.57
}
|
Arktika, Kuzey Kutup Dairesi’nin üstünde kalan bölge olarak tanımlanır.
Bir adını da Antik Yunancada “ayı” anlamına gelen arktos sözcüğünden alan Kuzey Kutup Bölgesi, toplam 27 milyon km²'lik bir alana yayılır. Bunun 9 milyon km²'si kara, geri kalanı denizdir. Burada en sıcak ayda bile deniz suyu sıcaklığı +10 °C'nin üstüne çıkmaz. Arktik kara ve deniz iklimlerinin egemen olduğu bölgede yağış azdır, yılda 100 mm ile 500 mm arasında değişir. Kuru rüzgarlar ve sis, düşük sıcaklık (Grönland'da şubat ortalaması -40 °C), sıcaklığın mevsimlere göre büyük değişkenlik göstermesi (+15 °C ile -40 °C) bu bölgenin iklim özellikleri arasındadır. 23 Eylül ile 21 Mart arasında Güneş'in hiç doğmadığı kış kutup gecesi, yılın geri kalan bölümünde ise, hiç batmadığı kutup gündüzü yaşanır.
Sıcaklığın çok düşük olmasına karşın, kutup bölgelerinin de en az tropik bölgeler kadar güneş enerjisi aldığı unutulmamalıdır. Kara bitkileri buna, çok hızlı ve karmaşık bir büyüme biçimi benimseyerek uyum sağlamıştır. Denizlerde ise yüksek oksijen ve zengin besin maddesi nedeniyle, bir de 0 derece dolayındaki deniz suyu sıcaklığı fazla değişmediği için plankton ve balık çok boldur.
Yaşamın denizlerdeki bu zenginliğine karşın, az sayıdaki buzsuz kıyı bölgesinde oldukça sınırlı olduğu gözlenir. Bitki örtüsü tundralara özgü yosunlardan, likenlerden, ardıç ağaçlarından ve cüce akkayınlardan oluşur. Temmuz sıcaklığı 6 °C'nin altına düşerse bunlar da yerlerini buz çölüne bırakırlar. Zemin 600 m derinliğe kadar donmuş durumdadır ve yazın ancak yüzeyden 10–200 m arasında bir derinliğe kadar çözülür. Donmuş zeminin altında bulunan çamur katmanı aşağı doğru akar ve her türlü inşaat çalışmasını çok zorlaştırır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16725",
"len_data": 1695,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.96
}
|
Rage Against the Machine, Amerikalı müzik grubu. Rage veya RATM olarak da bilinir. 1991 yılında Kaliforniya, ABD'de kurulmuştur. Kadro Tom Morello, Zach de la Rocha, Brad Wilk ve Tim Commerford'tan oluşur.
Grup, müziklerinde ele aldıkları sol görüşleri, kapitalizm karşıtı tutumları ile thrash metal, hip hop ve punk rock'ı kapsayan tarzları ile ün kazanmıştır. 2010 itibarıyla, dünya çapında 16 milyondan fazla albüm sattılar. Grup, uygunluklarının ilk yılında 2017, 2018, 2019 ve 2021'de Rock & Roll Onur Listesi'ne alınmak üzere aday gösterildi, ancak teklifler başarısız oldu.
Rage Against the Machine, kendi adını taşıyan ilk albümünü 1992'de çıkardı ve büyük beğeni topladı. 1993 Lollapalooza festivalindeki performanslarının ardından ticari başarı elde ettiler. 2003 yılında albüm, "Rolling Stone'un" tüm zamanların en iyi 500 albümü listesinde 368. sırada yer aldı. Grubun sonraki iki albümü "Evil Empire" (1996) ve "The Battle of Los Angeles" (1999) da başarılı oldu; her iki albüm de "Billboard" 200 listesinde zirveye ulaştı. İlk dokuz yıllık çalışmaları sırasında Rage Against the Machine, popüler ve etkili bir grup oldu ve 1990'ların sonu ve 2000'lerin başında öne çıkan nu metal türü üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Ayrıca VH1'in "En Büyük 100 Hard Rock Sanatçısı" listesinde 33. sırada yer aldılar.
2000 yılında, Rage Against the Machine cover albümü "Renegades'i" çıkardı ve büyüyen yaratıcı farklılıkların De la Rocha'nın gruptan ayrılmasına, ardından grubun dağılmasına neden oldu. De la Rocha düşük profilli bir solo kariyere başlarken, grubun geri kalanı Soundgarden'ın eski solisti Chris Cornell ile rock süper grubu Audioslave'i kurdu; Audioslave, 2007'de dağılmadan önce üç albüm yayınladı. Aynı yıl, Rage Against the Machine yeniden bir araya geleceğini duyurdu ve yedi yıl sonra ilk kez Nisan 2007'de Coachella Valley Müzik ve Sanat Festivali'nde birlikte sahne aldı. Önümüzdeki dört yıl içinde grup dünya çapında performans sergilemeye devam etti ve 2011'de bir kez daha ara verdi. 2016'da Morello, Commerford ve Wilk , B-Real, Chuck D ve DJ Lord ile birlikte Prophets of Rage adlı yeni bir grup kurdu; bu grup, 2019'da dağılmadan önce bir EP ve bir tam uzunlukta stüdyo albümü yayınladı.
Rage Against the Machine, sekiz yıllık bir aradan sonra Kasım 2019'da, başlangıçta 2020'de başlaması planlanan ancak COVID-19 pandemisi nedeniyle 2022'ye ertelenen bir dünya turu için yeniden bir araya geldiklerini duyurdu. 2023'te yapılması planlanan turne vokal De la Rocha'nın 2022'de bir konserde ayağını ciddi yaralaması nedeniyle tekrar ertelendi.
Tarihçe.
1991–1992: İlk yıllar.
1991 yılında, gitarist Tom Morello'nun eski grubu Lock Up'ın dağılmasının ardından, eski Lock Up davulcusu Jon Knox, Tim Commerford ve Zack de la Rocha'dan oluşan yeni kadrosuna eski grubundan Morello'yu kadroya çağırdı. Morello teklifi kabul etti ancak eski grubundan Jon Knox ile çalışmak istemedi. Morello kısa süre sonra hem Lock Up hem de daha sonra Pearl Jam olacak grup için başarısız seçmelere katılan Brad Wilk ile temasa geçti. Brad Wilk teklifi kabul edip gruba Rage Against the Machine adı verildi. Rage Against the Machine, Zack de la Rocha`nın önceki grubu Inside Out`un parçasıdır ve kapitalizme karşı olan öfkelerini simgeler. Köken olarak da grup adını Inside Out grubunun da bir üyesi olan Kent McClard adlı kişinin "No Answers" dergisindeki 1989 tarihli bir makalesinden almıştır.
Grup, bir plak şirketi olmadan 12 şarkıdan oluşan bir demo albüm kayıt etti. Demoyu dinleyen birkaç plak şirketi grupla ilgilendi, sonunda Epic Records'la anlaştılar. Morello o yıllar için şu açıklamalarda bulundu: "Epic, sorduğumuz her şeyi kabul etti ve gereğini yerine getirdiler. Asla ideolojik bir çatışma yaşamadık.
1992–1994: "Rage Against the Machine".
Grubun ilk albümü "Rage Against the Machine", Kasım 1992'de yayınlandı. Albümün kapağında Malcolm Browne'ın Vietnamlı bir Budist keşiş olan Thích Quảng Đức'nin ABD destekli Başbakan Ngô Đình Diệm rejimi tarafından Budistlerin öldürülmesini protesto etmek için 1963'te Saygon'da kendini yakarak öldürdüğü Pulitzer Ödüllü fotoğrafı yer aldı. Albümün prodüktörlüğünü Garth Richardson üstlendi.
Rage`in Sony'e ait Epic Records ile anlaşması büyük tepki görmüştü. Grup yaptığı açıklamada, "fazla kişiye ulaşmanın çok önemli olduğunu bunun da ancak gene kapitalist kanallarla yapılabileceğini" belirtmişti. Samimiyetlerini sorgulayan hayranları ise bu açıklamaya, "bunun bir bakıma doğru olduğunu, fakat satılan her Rage kopyasının bu şirketleri daha da güçlü hale getirdiği unutulmaması gerektiğini" belirterek cevap vermiştir.
Albümün satışları başlangıçta yavaş olsa da albüm, yalnızca sekiz satır söz içeren ağır, sürükleyici bir parça olan "Killing in the Name" şarkısının radyoda yoğun şekilde çalınmasıyla ticari bir başarıya dönüştü. Grubun profili, Haziran-Ağustos 1993 turları sırasında Lollapalooza'da kayda değer bir performansın ardından yükseldi; "Rage Against the Machine'in" Amerika Birleşik Devletleri'ndeki satışları Lollapalooza'dan önce 75.000 iken yıl sonunda 400.000'e yükseldi. Grup albüm tanıtımı için ilk Avrupa turnesini Suicidal Tendencies grubuyla gerçekleştirdi.
Nisan 1996'da albüm Amerika Birleşik Devletleri'nde bir milyondan fazla ve dünya çapında üç milyon kopya sattı. Albüm daha sonra Mayıs 2000'de Amerika Kayıt Endüstrisi Birliği (RIAA) tarafından platin sertifikası aldı.
1995–2000: Ana akım başarı.
1994'ün sonlarında grubun hareketsizliği, dağıldıklarına dair söylentilere yol açtı. MTV News'e bildiren isimsiz bir kaynağa göre, Rage Against the Machine, Kasım 1994'ten itibaren prodüktör Brendan O'Brien ile birlikte 23 parça kaydetmişti. Haziran 1995'te grup bir radyo programı için bir araya gelip performans hazırlığındayken grup içi şiddetli tartışmadan dolayı grup kısa süreliğine dağıldı. Tom Morello daha sonra, grubun müzikal yönü konusunda çıkan tartışmalarda uzlaşıya varıldığını açıkladı. Grup sonunda uzun zamandır beklenen devam albümleri Evil Empire'ı prodüktör O'Brien ile Kasım ve Aralık 1995'te kaydetti. Morello, grubun müzikal gerilimlerinin bir sonucu olarak, albümün daha fazla hip hop etkisi içerdiğini belirterek, grup tarzının Public Enemy ve The Clash arasında bir "'orta yol"' olarak tanımladı.
"Evil Empire" 16 Nisan 1996'da yayınlandı ve ilk haftasında 249.000 kopya satarak "Billboard" 200 listesine bir numaradan girdi. Albüm daha sonra üçlü platin statüsüne yükseldi. Nisan 1996'da "Saturday Night Live'da" tv programında Bulls on Parade şarkısı seslendirildi. Grup o gece program için iki şarkı çalmayı planlamıştı ancak sonra Cumhuriyetçi Steve Forbes'in de aynı gece programa konuk olarak geleceğini öğrenince protesto için Amerika bayrağını amfilere ters astılar. O gece Steve Forbes'i protesto ederek tek şarkı çaldılar. 1997'de U2 grubuyla bir turneye çıktı. Grup turneden gelen geliri, Tekstil Çalışanları Birliği ve Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu'na bağışladı.
1999'da Rage Against the Machine, Woodstock '99 konserinde çaldı. Sonraki albümleri, "The Battle of Los Angeles" 1999'da listelere bir numaradan giriş yaptı, ilk hafta 450.000 kopya sattı ve ardından çift platin elde etti. Aynı yıl "The Matrix" filminin soundtrack'inde "Wake Up" şarkısı yer aldı. "Calm Like a Bomb" adlı parça daha sonra filmin devamı olan 2003 yapımı "The Matrix Reloaded'da" yer aldı. 2000 yılında "The Battle of Los Angeles" albümleri Rolling Stones'un tüm zamanların en iyi 500 albümü listesinde 426. sırada yer aldı.
2000–2006: Dağılma ve sonraki projeler.
26 Ocak 2000'de Michael Moore'un yönettiği "Sleep Now in the Fire" parçasına ait klibinin çekimleri sırasında çıkan bir tartışma, 'New York Borsası'nın kapılarının kapanmasına neden oldu. Grup üyeleri borsaya girmeye çalıştıktan sonra güvenlik tarafından bölgeden çıkartıldı. New York City'nin film ofisi, Wall Street'te hafta içi film çekimlerine izin vermiyordu. Klip yönetmeni Moore'un Federal Hall Ulusal Anıtı'nın merdivenlerini kullanma izni vardı, ancak kaldırımda veya sokakta ateş etme, yüksek ses izni veya uygun park etme izni yoktu. Tom Morello o gün yaşananları şöyle anlattı; "Michael temelde bize bir yönetmenlik talimatı verdi," Ne olursa olsun, oynamayı bırakmayın. Grup merdivenlerden ayrıldığında, polis memurları Moore'u yakaladı ve götürdü. Yakalanmadan önce bize New York Borsasını alın dedi. Çok sayıda kişi ile beraber Borsa binasına girdik. Yaklaşık iki yüz kişi ilk kapı setinden geçtik, ancak Borsa'nın titanyum kapıları kırıldığında hücumumuz durduruldu. Klip yönetmeni Michael Moore daha sonra şu açıklamayı yaptı; "Rage Against the Machine, birkaç dakikalığına da olsa Amerikan kapitalizmini kapatmayı başardı".
7 Eylül 2000'de grup 2000 MTV Video Müzik Ödülleri'ne katıldı ve "Testify" şarkısını seslendirdi. Ancak Limp Bizkit'e En İyi Rock Videosu ödülü verildikten sonra bas gitarist Commerford setin iskelesine çıktı. Commerford ve koruması bir gece hapis cezasına çarptırıldı ve vokal De la Rocha'nın gösteriden sonra ödülleri bıraktığı bildirildi. Morello, Commerford'un bunu yapacağından haberimiz vardı. Ben de De la Rocha da buna karşı çıkmamıza rağmen Commerford bunu yaptığını söyledi.
Ekim 2000: Grubun dağılması.
Grubun ilk albümünden sonra ideoloji başta olmak üzere birçok grup içi çatışma vardı. Nihayetinde Ekim 2000'de vokal De la Rocha gruptan ayrıldığını duyurdu. Ayrılık kararı hakkında şu açıklamayı yaptı: Karar verme sürecimiz tamamen başarısız olduğu için artık Rage'den ayrılmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Artık bir grup olarak dördümüzün de isteklerini karşılayamıyoruz ve ve benim açımdan sanatsal ve politik idealimizin altı oyuldu. Morello ise şu açıklamalarda bulundu: "Her şey hakkında çok fazla tartışma vardı ve "her şeyi" kastediyorum. Tişörtlerimizin leylak rengi mi yoksa kamufle mi olması gerektiği konusunda yumruk yumruğa kavga bile ederdik! Saçmaydı. Açıkça politiktiktik ancak içten içe de yanıcıydık. Uzun süre de çirkindi"
Vokal De la Rocha'nın Rage Against the Machine'den ayrılması, Kerrang'da 2000 yılında o yılın Okuyucu Anketinde "En Boktan Şeyi" seçildi!
De la Rocha'nın ayrılmasından 2 ay sonra grup, vokallerde De la Rocha'nın bulunduğu cover albüm olan Renegades Aralık 2000'de yayınlandı. Albüm De la Rocha ayrılmadan önce kaydedilmişti. Albüm büyük satış elde edip RIAA tarafından platin statüsüne ulaştı. De la Rocha'nın ayrılmasından sonra grup birkaç konser DVD'si de yayınladı.
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD hükûmeti tarafından tv ve radyolar bir muhtıra verildi. Sıkıntılı sözlere ait söz açısından sorgulanabilir şarkılar bir liste hazırladır. Listede Rage Against the Machine'in tüm şarkıları vardı
2001: Audioslave.
De la Rocha'nın ayrılmasından sonra geriye kalan üyeler farklı bir vokalle ancak Rage olarak değil yeni bir grupla devam etmek istedi. İlk duyuruda vokalin Ozzy Osbourne veya R&B sanatçısı Macy Gray olabileceği söylendi. Uzun yıllar boyunca o yıllarda Alice in Chains'ten ayrılan Layne Staley'in de vokal adayları arasında olduğu söylense de Tom Morello 2015 yılında Layne Staley'e hiçbir zaman teklif götürmediğini açıkladı. Prodüktör Rick Rubin'in önerisi ile Soundgarden'ın eski vokali Chris Cornell ile çalışmaya karar verip Audioslave grubunu kurdular. Audioslave çatısı altında ilk yayınladıkları tekli Cochise şarkısı oldu. Kasım 2002'de grupla aynı adı taşıyan Audioslave albümü yayınlandı. Albüm otoriteler tarafından büyük bir beğeni aldı. Albümün çoğunluğu apolitik sözler içeriyordu. 2005 yılında yayınladıkları ikinci albüm Out of Exile listelere bir numaradan giriş yaptı. 2006 yılında grubun son albümü Revelations yayınlandı. Albüm için herhangi bir tanıtım turnesine katılmamaları grubun dağıldığı söylentilerini çıkardı. Albümden bir yıl sonra 2007 yılında Chris Cornell ve Tom Morello solo projelerini gerekçe göstererek Audioslave grubunu dağıttıklarını açıkladılar.
Grup üyelerinin solo projeleri.
Tom Morello ilk solo projesini 2003 yılında "The Nightwatchman" adıyla başlatmıştı. Bu proje altında akustik müzikal olarak politik halk müziği çalıyordu. Tom Morello sırasıyla; "The Nightwatchman" adıyla 4 solo albüm, "Street Sweeper Social Club" grubuyla 2 albüm, "Bruce Springsteen" ile beraber 2 albüm, "Prophets of Rage" grubuyla 1 EP 1 albüm, kendi adıyla da 4 solo albüm çıkardı.
De la Rocha 2008'e kadar birkaç solo projesine girişse de ilk solo albümünü 2008'de çıkardı. Nine Inch Nails grubundan Trent Reznor ile beraber bir albüm kayıt etse de albümü yayınlamadılar.
2016: Prophets of Rage.
Grubun üç üyesi Tom Morello, Tim Commerford, Brad Wilk ve birkaç kişinin daha dahil olduğu yeni Prophets of Rage grubu 2016 yılında kuruldu. Grup 1 EP ve 1 albüm yayınladıktan sonra 2019'da dağıldı.
Bas gitarist Tim Commerford Audioslave ve Prophets of Rage projeleri dışında 2016 yılında Wakrat grubunu kurdu. Grup günümüzde hala müzikal faaliyetini sürdürmektedir.
Baterist Brad Wilk Audioslave ve Prophets of Rage projeleri dışında Black Sabbath'ın 13 ve The End albümlerinin baterilerini çaldı. The Last Internationale grubunun 2014 yılında çıkan albümüne katkı sağladı.
2007–2008: Yeniden bir araya gelme ve turlar.
2007 yılında Audioslave'in dağılmasından sonra Rage'in tekrar bir araya gelebileceği basına sızdı. Tom Morello söylentileri doğrulayıp, George W. Bush yönetimindeki sağcı yönetime muhalefet olarak tek seferlik bir araya geldiğini söyledi. İlk etapta sadece vokal De la Rocha ve Tom Morello'nun bir akustik konseri düzenlendi. İki hafta sonra Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu fonuna ait binanın önünde tam kadronun bulunduğu bir konser verdiler. Tom Morello konserlerin tek seferlik olduğunu söylese de grup 2008 yılında konser kitlesinden gelen olumlu tepkiye kulak vererek 2008 yılını Avrupa, Amerika, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda'da geniş bir turne ve festivallere katılım yaptı.
2008 yılına ait yoğun konserlerden sonra yeni albüm gelip gelmeyeceği konusunda grup olumsuz cevap verip solo projelere devam edeceklerini açıkladılar. Ağustos 2008 çoğunluğu savaş gazileri olan 8000 kişiyle kongre binasına doğru bir "Savaş Karşıtı" yürüyüşü yaptılar. Polisler 4 saat bekledikten sonra Obama savaş gazilerini kabul edip dinledi.
2009 yılında İngiltere konserleri esnasında grup bir kampanya başlattı. İngiltere'de 1952'den beri devam eden yılın noel şarkısı organizasyonu için Killing in the Name parçalarını önerdi. Gruba Muse, Dave Grohl, Paul McCartney'den destek geldi. Facebookta bu girişim için bir grup kuruldu. Gruba 950 bin kişi destek verdi. Nihayetinde 2009 yılın noel şarkısı seçildi. Grup bunun karşılığında 2010 yılında İngiltere'de bir ücretsiz konser sözü verdi. Sözlerini tutarak Haziran 2010'da Finsbury Park'ta ücretsiz konser verdiler.
2010 yılında Avrupa'nın birçok festivalinde konser verdiler. De la Rocha bu konserler esnasında grubunun yeni şarkılar ürettiğini ancak kayıt ve albüm olmayacağını söyledi. 2011 yılında Tom Morello yakın tarih planları arasında yeni bir albüm olmadığı ama albüm fikrine tamamen kapalı olmadıklarını, stüdyo kayıtlarına kayıtsız kalmayacaklarını söyledi. Aynı yıl Tim Crammford yeni şarkılarının olduğu önümüzdeki iki yıl içinde bir planları olduklarını açıkladı. 2011 yılında grup son konserine verip yan proje Prophets of Rage ile albüm ve konserler verdiler.
2019-günümüz: İkinci buluşma.
8 yıllık aradan sonra grup 2019'da tekrar konserler için bir araya geldiklerini ve 2020 için geniş bir turne programı açıkladı. Ancak turne programı COVID-19 pandemisi nedeniyle önce 2021'e sonra 2022'e ertelendi. 11 yıl aradan sonra grup 2022'de ABD'de iki konser verdi. Bu konserler esnasında De la Rocha ayağından ciddi yaralanması nedeniyle 2023'te planlanan turne tekrar iptal edildi.
Müzikal tarz ve etkileri.
Erken dönem heavy metal enstrümantasyonundan ilham alan Rage Against the Machine; başat olarak Led Zeppelin, Bob Dylan, U2, Red Hot Chili Peppers, Iron Maiden, Kiss, Black Sabbath / Ozzy Osbourne, The Police, Queen gibi çeşitli gruplardan etkilenmiştir. Ayrıca Afrika Bambaataa, Run-DMC, Public Enemy, Beastie Boys gibi hip hop hareketlerinden, The Clash, Minor Threat, The Teen Idles, Bad Brains, Dead Kennedys, Black Flag, The Sex Pistols, Fugazi, Bad Religion, Suicidal Tendencies, Urban Dance Squad gibi gruplardan da etkilendiklerini açıklamışlardır.
Şarkı sözü olarak grup üyeleri Rage Against the Machine'i, "kurumsal Amerika'ya, kültürel emperyalizme ve hükümet baskısına karşı slogancı solcu punk rock, hip hop ve thrash'ten oluşan bir Molotof kokteyline dönüştüren şiddetli polemik müziği" olarak tanımlamaktadır.
Rage Against the Machine tarz olarak; rap metal, rap rock, funk metal, fusion, alternatif metal, hard rock, nu metal, heavy metal ve alternatif rock olarak tanımlanmıştır. Rage Against the Machine genellikle nu metalin öncüsü olarak kabul edilir.
Siyasi görüş ve eleştiriler.
Grup birçok sosyal ve siyasal sorunla ilgilenir. Şarkı sözlerinde, konserlerindeki söylemlerinde ve katıldıkları siyasi toplantılarda bu özelliklerini gösterirler. Grup sol, anti-otoriter ve devrimci siyasi görüşe sahiptir. Şarkılarında özellikle ABD'deki kapitalist sistem ve ABD Başkanı George W. Bush şiddetli şekilde eleştirilir (Testify adlı şarkıda grup Al Gore ve Bush'un aslında farklı partilerde olmalarına rağmen aynı siyasal söylemlere sahip olduklarını savunur). Grubun adı da kapitalizme karşı olan öfkelerini simgeler. Bunun yanı sıra Latin Amerika'daki gerilla hareketlerini destekleyen şarkıları bulunmaktadır (Bombtrack adlı şarkıda Peru'da Peru Komünist Partisi'nin (Aydınlık Yol) verdiği mücadele ve lideri Abimael Guzmán'ın yakalanması anlatılır). Solist de la Rocha özellikle EZLN örgütünün aktif destekçisidir. Grup ayrıca 1993 yılında ilginç bir eylem yapmıştır. Philadelphia'da sahnede 15 dakika çıplak bir halde kalarak ABD'de müzik piyasasını denetleyen Parents Music Resource Center'ı ve bu kurumun uyguladığı sansürü protesto etmişlerdir. Rage Against the Machine grubu ABD'de cinayetten suçlanarak ölüm cezasına çarptırılan Mumia Abu-Jamal'in idamına da karşı çıkmaktadır.
Tom Morello, Axis Of Justice adlı bir internet haberleşme sitesi ve seferberlik sitesi kurdu. Axis Of Justice'in başını Tom Morello ile beraber System Of A Down grubunun solisti Serj Tankian çekmektedir.
Bazı eleştirmenler Rage Against the Machine'i, medya holdingi Sony Music'in bir yan kuruluşu olan Epic Records'a imza atan milyonerlerken solcu davalara bağlılığını dile getirmekle ikiyüzlülükle suçladılar. Infectious Grooves müzik grubu Rage'in "Killing in the Name" şarkı sözlerine tiye alarak, "Do What I Tell Ya!" adlı bir şarkıyla grubu ikiyüzlü olmakla suçladı. Bu tür eleştirilere yanıt olarak Morello ve De la Rocha şunları söyledi:
Ödülleri.
Grammy Ödülleri
MTV Ödülleri
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16726",
"len_data": 18611,
"topic": "ENTERTAINMENT",
"quality_score": 3.27
}
|
Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak çalışan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ve 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kalkınma plan ve programları doğrultusunda millî eğitim hizmetlerini yürütmekle sorumlu olan bakanlık.
Görevleri.
Millî Eğitim Bakanlığının görev ve yetkileri şunlardır:
Uyguladığı sınavlar.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanarak uygulanan sınavlar:
Yayınları.
Bakanlık tarafından yayımlanan "Tebliğler" dergisinde, yönetmelikler ve tüzükler yer alır. Yayınlar Millî Eğitim Bakanlığı ile ilgili olup Türkiye'de eğitim ile ilgili tüm yasal gelişmeleri sunar. Dergiler Türkiye sınırları içindeki bütün öğretmenler tarafından okunup imzalanır.
Bakanlık bünyesindeki "MEB Kültür Yayınları"; çocuk yayınları, dünya klasikleri ve Türk edebiyatı dizilerini içermektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16730",
"len_data": 927,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.17
}
|
Akşam, günlük ulusal Türkçe gazete. Mustafa Kartoğlu yönetiminde, TürkMedya tarafından çıkarılmakta olan günlük gazetedir.
Tarihçe.
20 Eylül 1918'de Necmettin Sadak tarafından kurulmuştur. 200'er lira sermaye koyarak kurdukları gazetenin Yazı İşleri Müdürleri; Muammer Senihi, Enis Tahsin Til idi. İlk sayısı küçük boy ve tek yapraktı. Millî Mücadele'yi destekledi.
Uzun yıllar Başyazarlığı Necmettin Sadak (Sivas Milletvekili, Dışişleri Bakanı) yaptı. Falih Rıfkı Atay, Millî Mücadele'ye karşı çıkanları eleştirdi, 1923'te "Hâkimiyet-i Milliye"'ye geçti. İkinci Dünya Savaşı sırasında "Akşam" gazetesinin Editörü Necmettin Sadak, Nazi Almanyası'na yakınlığıyla biliniyordu. Almanlar, Sadak'a bir Mercedes hediye etti ve Türkiye'deki Alman Büyükelçiliği çoğu kez kumar borçlarını karşıladı. 1965'e kadar CHP'yi tuttu. 1957 tarihinde Malik Yolaç tarafından satın alındı ve Osman N. Karacan'ın yayın yönetmenliğinde Çetin Altan ve İlhami Soysal'ın yazılarıyla sola kaydı.
"Akşam" gazetesi, 1920 yılında sadece akşam çıkan bir gazete oldu. Gazete, 1957 yılında Malik Yolaç tarafından satın alındıktan sonra, 1971'den itibaren birkaç defa el değiştirdi ve sonra TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) yönetimine geçti. Aynı yıl TÜRK-İŞ gazetenin yönetimini Türkiye Gazeteciler Sendikası'na vermiş, 10 Şubat 1972'de Basın İş Sendikası'na on ay sonra 28 Aralık 1972'de Fehmi Anlaroğlu tarafından satın aldı. 1975'te Rıdvan Seyhan-Şekip Altay ikilisine devretti. 9 Ocak 1982 tarihinde yayına ara verdi. 12 yıl aradan sonra 1994 yılı ortasında, Ilıcak ailesi ismi ve marka hakkı Tercüman gazetesi eski sahibi Kemal Ilıcak'ın oğlu ve Alem dergisi ve Alem FM sahibi Mehmet Ali Ilıcak yönetiminde 14 Eylül 1994 tarihinde yeniden yayına girdi. 1997'nin Nisan ayında Çukurova Holding tarafından satın alındı. 15 Eylül 1997'de internet üzerinden de yayıncılığa başladı. 18 Mayıs 2013 tarihinde gazetenin sahibi olan Mehmet Emin Karamehmet'in, Cavit Çağlar ve İnterbank ile ilgili kredi ilişkilerinden kaynaklanan 440 milyon dolar borçtan kalan 75 milyon doların ödenmemesi nedeniyle, TMSF tarafından "Akşam" gazetesini de elinde bulunduran şirketlerine el konulmuştur.
Haziran 2013'te gazetenin Genel Yayın Yönetmenliği'ne "Yeni Şafak" ve "Star" gazetelerinde çeşitli görevlerde bulunan eski Adalet ve Kalkınma Partisi Bursa Milletvekili Mehmet Ocaktan atanmıştır.
21 Kasım 2013 tarihinde Çukurova Holding Yönetimi ve Sancak Medya Grubu arasındaki görüşmeler anlaşmayla sonuçlanmış olup "Akşam" gazetesi ve bağlı olduğu Türkmedya Yayın Grubu'na satılmıştır.
Akşam-lık.
Gazetenin haftalık kültür-sanat ekidir. Yapı Kredi Yayınları tarafından hazırlanmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16732",
"len_data": 2655,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.2
}
|
İnci, istiridye gibi bazı kabuklu deniz hayvanlarının içinden çıkarılan, genellikle süs eşyası olarak kullanılan küçük tane. Bunlar, küçük, yuvarlak, yüksek değerli, sert, sedef rengindedirler. Hayvanın vücuduna bir kum tanesi, bir parazit veya yapay olarak bir sedef parçası girince etrafında bunu kaplayan sedefimsi bir madde oluşur. Böylece tabaka üst üste gelerek küresel inci meydana gelir.
Etimoloji.
İnci sözcüğü Çince çen-çu sözcüğünden gelmektedir ve Eski Türkçesi yinçü şeklindedir. İncinin eş anlamlısı mirvari sözcüğüdür. Klasik edebiyatta inci anlamında dürr ve mervârid sözcükleri kullanılmıştır.
Divan şiirinde incinin oluşumu nisan yağmurlarının yağmasına bağlanmıştır. Rivayete göre, istiridye kabuklarını açınca, yağmur tâneleri içeri alınır ve incinin ortaya çıkmasına sebep olur.
Yabancı madde ete girmeyip kabukta kalırsa meydana gelen inci, yarı küresel veya düzensiz biçimde olur.
İnci, sedef yapısında olup %92 kalsiyum karbonat ihtiva eder. Sıcak ve ılıman bölge denizlerde yaşayan yumuşakçalarda rastlanır. Günümüzde içinde inci meydana gelen yumuşakçalar yetiştirilerek, kültür inci üretimi önem kazanmıştır. Kültürle 3 ilâ 7 yılda elde edilen bu inciler doğal olanlarından ayrılmamakta, gerçek inciye benzediği kabul edilmektedir.
Her çeşit süs eşyâsında, bilhassa gerdanlık olarak kullanılmaktadır. Bilinen renginden başka pembe ve beyazları olduğu gibi nâdir de olsa siyah renkli inciye de rastlanır. Siyah inci nadir bulunduğundan daha değerlidir.
Cam küreler, üzeri doğu esansı denen yapışkan madde ile sıvanarak sahte inciler yapılmaktadır. Hakikisinin pahalı olmasından dolayı sahte inci endüstrisi oldukça rağbet görmektedir.
Tanım.
Tüm kabuklu yumuşakçalar, doğal süreçlerle, rahatsız edici bir mikroskobik nesne manto kıvrımları içinde sıkıştığında bir tür "inci" üretebilir, ancak bu "incilerin" büyük çoğunluğu değerli taş olarak değerlendirilmez. En iyi bilinen ve ticari açıdan en önemli olan sedefli inciler, öncelikle iki grup yumuşakça bivalvia veya deniz tarağı tarafından üretilir. Sedefli bir inci, kabuğu kaplayan sedef salgısında kullanılanla aynı canlı süreçle sedef katmanlarından yapılır.
İnsan müdahalesi olmadan oluşan doğal inciler çok nadirdir. Tek bir doğal inci bulmak için yüzlerce inci istiridyesi veya midyesi toplanıp açılıp öldürülmelidir. Geçmişte incilerin bu kadar olağanüstü fiyatlara satılmasının nedeni de buydu. Kültür incileri, insan müdahalesi ve doğal süreçler kullanılarak inci çiftliklerinde oluşturulur.
Bir sedefli inci çift kabuklusu ailesi - inci istiridyesi - denizde yaşarken, diğeri - çok farklı bir çift kabuklu grubu - tatlı suda yaşar. Bunlar tatlı su inci midyesi gibi nehir midyeleridir. Tuzlu su incileri, Pteriidae familyasındaki birkaç deniz inci istiridyesi türünde yetişebilir. Tatlı su incileri, Unionida takımındaki belirli (ama kesinlikle hepsinde değil) tatlı su midyesi türlerinde, Unionidae ve Margaritiferidae familyalarında yetişir.
Fiziksel özellikler.
İncilerin benzersiz parlaklığı, yarı saydam katmanlardan gelen ışığın yansıması, kırılması ve kırınımına bağlıdır. İncideki katmanlar ne kadar ince ve çoksa parlaklık o kadar ince olur. İncilerin sergilediği parıltı, yüzeye düşen ışığı parçalayan ardışık katmanların üst üste gelmesiyle oluşur. Ayrıca, inciler (özellikle kültür tatlı su incileri) sarı, yeşil, mavi, kahverengi, pembe, mor veya siyaha boyanabilir. En değerli inciler metalik, oldukça yansıtıcı bir parlaklığa sahiptir.
İnciler esasen kalsiyum karbonattan oluştuğu için sirke içinde çözülebilirler. Kalsiyum karbonat, zayıf bir asit çözeltisine bile duyarlıdır çünkü kristaller sirkedeki asetik asit ile reaksiyona girerek kalsiyum asetat ve karbondioksit oluşturur.
Tatlı ve tuzlu su incileri.
Tatlı su ve tuzlu su incileri bazen oldukça benzer görünebilir, ancak farklı kaynaklardan gelirler.
Tatlı su incileri, göllerde, nehirlerde, göletlerde ve diğer tatlı su kütlelerinde yaşayan Unionidae familyasından çeşitli tatlı su midyesi türlerinde oluşur. Bu tatlı su inci midyesi yalnızca daha sıcak iklimlerde değil, aynı zamanda İskoçya gibi daha soğuk, daha ılıman bölgelerde de görülür (burada yasayla korunurlar).
Günümüzde satılan çoğu tatlı su kültür incileri Çin'den gelmektedir.
Tuzlu su incileri, okyanuslarda yaşayan Pteriidae familyasından inci istiridyeleri içinde yetişir. Tuzlu su inci istiridyeleri genellikle korunaklı lagünlerde veya volkanik atollerde yetiştirilir.
Oluşum.
Yumuşakların mantosu (koruyucu zar), mineral aragonit veya aragonit ve kalsit karışımı (aynı kimyasal formüllü ancak farklı kristal yapıları olan polimorflar) şeklinde kalsiyum karbonat (CaCO3) katmanlarını biriktirir ve konşiolin denilen organik boynuz benzeri bir bileşik tarafından bir arada tutulur. Aragonit ve konşiolinin birleşimine sedef denir ve sedef oluşturur. Bir kum tanesinin tahriş edici olarak hareket ettiğine dair yaygın inanış aslında nadiren böyledir. Tipik uyaranlar arasında organik madde, parazitler veya hatta manto dokusunu yumuşakçanın vücudunun başka bir yerine kaydıran hasar bulunur. Bu küçük parçacıklar veya organizmalar, kabuk kapakları beslenme veya solunum için açık olduğunda içeri girer. Kültür incilerinde, tahriş edici madde genellikle küresel bir boncukla veya boncuksuz (boncuklu veya boncuksuz kültür incileri) manto epitelinin sokulmuş bir parçasıdır.
Mücevher yapımında inci.
Mücevherdeki incinin değeri, söz konusu incinin türüne uygun parlaklık, renk, boyut, yüzey kusuru olmaması ve simetrinin birleşimiyle belirlenir. Bu özellikler arasında, mücevhercilere göre parlaklık inci kalitesinin en önemli ayırt edici özelliğidir. Ancak tüm faktörler eşit olduğunda, inci ne kadar büyükse o kadar değerlidir. Büyük, mükemmel yuvarlak inciler nadirdir ve oldukça değerlidir. Damla şeklindeki inciler genellikle kolyelerde kullanılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16733",
"len_data": 5784,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.89
}
|
Bahreyn ( - El Bahreyn), resmi adıyla Bahreyn Krallığı ( - Memleketü'l-Bahreyn), Asya'da, Basra Körfezi'nde yer alan bir ada ülkesidir. Bahreyn'in güneydoğusunda Katar, batısında Suudi Arabistan yer alır. Takım adalardan oluşan ülke toplam 50 doğal ada ve 33 yapay adadan meydana gelir. Kuzeybatıdan, 25 Kasım 1986 kullanıma açılan ve 25 km. uzunluğundaki Kral Fahd Geçidi ile deniz üzerinden kara yolu ile Suudi Arabistan'a bağlanmıştır Maldivler ve Singapur'dan sonra Asya'nın üçüncü en küçük ülkesidir. Başkenti ve en büyük şehri Manama'dır.
Bahreyn, eski Dilmun uygarlığının merkezidir. Antik çağlardan beri, 19. yüzyıla kadar dünyanın en iyisi olduğu düşünülen inci avcılığı ile ünlüdür. Bahreyn, İslam'dan etkilenen ilk bölgelerden biriydi. Bir Arap egemenliği döneminin ardından Bahreyn, 1521'den 1602'ye kadar Portekiz İmparatorluğu tarafından yönetildi. 1783'te Bani Utbah kabilesi Bahreyn'i Nasr Al-Madhkur'dan ele geçirdi ve o zamandan beri Bahreyn'in ilk hakimi Ahmed el Fetih ile Halife Hanedanı tarafından yönetilir.
1800'lerin sonlarında İngilizlerle yapılan ardışık anlaşmaların ardından Bahreyn, Britanya İmparatorluğu'nun himayesi altına girdi. 1971 yılında bağımsızlığını ilan etti. Eskiden bir emirlik olan Bahreyn'de, 2002 yılında İslami anayasal monarşi ilan edildi. 2011 yılında ülkede bölgesel Arap Baharı'ndan esinlenen protestolar yaşandı. Protestoların sebebi Bahreyn'in iktidardaki Sünni Müslüman El Halife kraliyet ailesinin siyasi muhalifler ve Şii Müslüman nüfusu da içeren grupların insan haklarını ihlal ettiği için eleştirilmesiydi.
Etimoloji.
Arapçada "bahr" deniz demektir. Bahreyn ise "iki deniz" anlamına gelir.
Tarih.
Bahreyn antik zamanlardan beri insanlar için bir yerleşim yeri olmuştur. Tarihte ilk olarak Dilmun medeniyetinin bulunduğu bölgede önemli bir ticaret noktası olmuştur. Basra Körfezi'ndeki stratejik konumu sebebiyle ülke sırasıyla Asur, Babil, Yunan, Ahameniş İmparatorluğu ve Sasani İmparatorluğu kontrolüne geçmiştir.
İslam'ın ortaya çıkmasından sonra Müslümanlığı da beraberinde getiren Arap medeniyetlerinin etkisine ve kontrolüne girmiştir.
1521'de Portekizlilerin eline geçen ada 1559'da Osmanlıların eline geçmiştir ve burada Osmanlı Devleti bir üs kurmuştur, ancak bir süre sonra tekrar ada Portekizlilerin eline geçmiştir. 1602'de Portekizliler İranlılar tarafından adadan uzaklaştırılmıştır. Bu tarihten Halife Hanedanı'nın Bahreyn'de hakimiyeti ele geçirdiği 1783 yılına kadar ada İranlılar ile Arap kabilelerinin mücadele alanı olmuştur. 1957 yılında Pehlevî İranı'nın 14. eyaleti olarak ilan edilen ancak gerçekte İngiliz sömürgesiyle yönetilen ada 1971'de Birleşik Krallık hakimiyetinden çıkarak bağımsızlığına kavuşmuştur.
2011 yılında ortaya çıkan Arap Baharı sırasında nüfusu Şii çoğunluktan oluşan halk Sünni yöneticilere karşı ayaklanma başlatmış ancak bu ayaklanma bastırılmıştır.
Coğrafya.
Bahreyn 3 büyük adadan meydana gelir. En geniş adası Bahreyn Adasıdır, 48 km uzunluğunda ve
19,3 km genişliğindedir. Baş şehri Manama, bu ada üzerindedir. Diğer büyük adaları Muharrak ve
Sitra'dır. Kıyıları nakliyat ve gemilerin yaklaşması için elverişlidir. Adalar genel olarak denizden çok yüksek değildir. En tepe noktası 137 m ile Bahreyn Adasındaki bir tepedir.
Ekonomi.
Bahreyn 2006 yılında Arap dünyasının en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. 2011 yılında, Wall Street Journal gazetesine bağlı Heritage Foundation isimli derneğin yayımladığı, Index of Economic Freedom (Özgür Ekonominin Listesi) 'e göre Bahreyn Orta Doğu bölgesinin en özgür, tüm dünyada ise 10. özgür ekonomi olarak kabul edilmiştir. Bankacılık sektörünün büyük gelişimi, özellikle İslami Bankacılıktaki gelişme, bölgedeki büyük ekonomik gelişmenin etkisi ile çok hızlı gelişmiş ve bu büyüme sayesinde 2008 yılında dünyanın en hızlı büyüyen finans merkezi unvanını almıştır.
Ekonomide tarihsel olarak Bahreyn, petrol üretimi ve inci üretimi ile tanınmaktadır. Fakat 20. yüzyılda petrol tüketiminin artması ile Petrol tüm Arap ülkelerinde olduğu gibi, Bahreyn'de de lokomotif güç olmuştur. Petrol ticaretinin; ülke ihracatındaki oranı %60, ülke gelirlerindeki oranı %60, Gayrısafi Yurt içi Hasıla'daki (GYH) oranı %30'dur. 1985 yılından bu yana petrol fiyatlarındaki değişikliklerle Bahreyn Ekonomisi dalgalanan bir ekonomi şeklini almıştır. Örneğin 1990-1991 Körfez Savaşı sürecinde ve sonrasında olduğu gibi.
İletişim ve ulaştırma faaliyetlerinin ülkede çok hızlı gelişmesi ile ülke yabancı yatırımcılar için bir çekim merkezi oldu. öyle ki Amerika Birleşik Devletleri ile 2004 yılında serbest ticaret anlaşması imzaladı(US-Bahrain Free Trade Agreement). Söz konusu anlaşma ile iki devlet arasındaki gümrük vergileri azalacaktır.
İşsizlik, özellikle gençler arasında, petrol ve su kaynaklarının azalması ile birlikte devletin en büyük sorunlarındandır. 2008'de işsizlik oranı %4 olarak tespit edilmiş olmasına rağmen, kadın nüfusunun %85'i ülkede çalışmamaktadır. Söz konusu %4 olarak belirlenen işsizlik oranı içerisinde kadın nüfusunun işsizliği dahil edilmemişti. 2007'de ise Bahreyn Arap bölgesindeki ilk işsizlik sigortası hakkı veren ülke olmuştur. İşsizlik sigortası yanı sıra, çalışma koşullarında da çeşitli gelişmeler sağlanmaktadır.
Demografi.
Ülkenin kuzeyinde çok fazla yerleşim görülürken güneyinde yaklaşık 20 kilometre kuzeyine kadar yerleşim görünmemektedir.
Nüfusun yarısına yakını Bahreyn'in yerlilerine ilaveten Filistin, Umman ve Suudi kökenli Araplardan oluşurken, kalan kısım İran, Hindistan, Pakistan, Filipinler, Endonezya hatta ABD ve İngiltere kökenli vatandaşlardan meydana gelmektedir. 2000 sonrası ülkede Sünni nüfusun oranının arttırılması için sistematik olarak bazı Sünni göçmenlere vatandaşlık verilmektedir. Şii Farslar da (Acem olarak isimlendirilirler) ülkeye eski zamanlarda göç etmiş bir gruptur.
Bunun bir etkisi de erkek/kadın oranında görülmektedir. Bahreyn'de her 100 kadına 154 erkek düşer, 25-54 arasında bu oran 192'ye kadar çıkar. Bu oranlar Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden sonra erkeklerin aleyhine olan dünyanın en yüksek üçüncü cinsiyet oranlarıdır.
İdarî yapılanma.
Bahreyn idari olarak 5 ile (Arapça: محافظة / muhafaza) ayrılır;
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16739",
"len_data": 6127,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.49
}
|
George Orson Welles (6 Mayıs 1915, Kenosha - 10 Ekim 1985, Los Angeles), Amerikalı oyuncu, yönetmen, yazar ve yapımcı.
George Orson Welles, 6 Mayıs 1915 yılında ABD'nin Wisconsin eyaletinde doğdu. Welles; tiyatro, televizyon ve radyo alanlarında yarattığı eserlerle 20. yüzyıla damgasını vuran bir sanatçıdır.
Çocukluk ve gençlik yılları (1915-1934).
Welles 2 yaşındayken yetişkin bir insan gibi konuşabiliyor, 3 yaşındayken her şeyi okuyabiliyor, 5 yaşındayken Shakespeare'in oyunlarını ezbere biliyor, vasisi tarafından kendisine hediye edilen kukla takımıyla Kral Lear'ı tek başına oynuyordu. 9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış olan Welles, bu arada resim yapmayı öğreniyor, ünlü büyücü Houdini'den illüzyon dersi alıyordu. 10 yaşındayken Wisconsin gazetelerinden birinde kendisinden "Karikatürcü, oyuncu, şair ve sadece 10 yaşında" diye bahsediliyordu. 18 yaşındayken, okuduğu kolejdeki öğretmeni olan Roger Hill'le birlikte Shakespeare'in yazılmış bütün oyunlarını bir araya getiriyor ve Welles'in resimleriyle süslü olan "Herkes için Shakespeare" adındaki bu baskı özellikle Amerikan kolejlerinde büyük ilgi uyandırarak 90.000 satıyordu. Annesi o sadece 9 yaşındayken, babası ise 15 yaşındayken öldü.
Tiyatro ve radyo (1936-1940).
Bir süre resim üzerine çalıştıktan sonra oyunculuk yapmaya başladı. Bu yıllarda evlendi. Bir süre radyoda da çalıştı. Sonra, 1938 yılındaki ünlü "Dünyalar Savaşı"nın radyo tiyatrosunda Amerikalıları dünyayı Marslıların istila ettiğine inandıracak yetenekte bir sunum yaptı. 1941'deki ilk filmi "Yurttaş Kane" ileride çok büyük ün yapacak olmasına rağmen, o sıralar Welles'e yüklüce bir para kaybettirdi. Daha bu ilk filmiyle, Welles o zamana kadarki sinema gelişimine yepyeni bir yön vermiş ve yenilikler getirmiştir. Özellikle, sinemanın anlatım potansiyelini ve yollarını farklı bir kompozisyonda kullandığı için bu film önemliydi. Bu nedenlerden ki, "Yurttaş Kane" filmi birçokları tarafından "bugüne kadar yapılmış en iyi film" payesini almıştır. Ayrıca, bu ilk filminde oyuncu olarak da bulunmuş ve performansıyla da beğeni toplamıştır. Yine de, Orson Welles, Hollywood'da tutulmadığı için Avrupa'ya gitmiştir. Her ne kadar sonraki filmleri de Amerika söz konusu olduğunda pek başarılı olamamış olsa da, en azından ticari açıdan, özellikle Avrupa'da çok tutulmuş ve birçok ödül almıştır. 10 Ekim 1985'te Los Angeles'ta meslektaşı Yul Brynner ile aynı günde öldü. Mezarı ise İspanya'nın Endülüs Özerk Bölgesi'nde bulunan küçük bir yerleşim birimi olan Ronda'dadır. Sözleri; "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilemezsin" şeklinde olan "I Know What It Is To Be Young" adlı şarkısıyla klasikler arasına yerleşmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16742",
"len_data": 2734,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.46
}
|
Moğolistan (Moğolca: Монгол Улс, "Mongol Uls"; Moğol alfabesi: , ""), Doğu ve Orta Asya'da bulunan denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Ülke toprakları tarihî Dış Moğolistan (Waymeng / Wàiměng) bölgesine denk düşer. Kuzeyde Rusya; güney, doğu ve batısında Çin'e bağlı İç Moğolistan (Neymeng / Nèiměng) ile Sincan Uygur Özerk Bölgesi vardır. Moğolistan'ın Kazakistan'a sınırı olmamasına rağmen ülkenin en batısı Kazakistan'ın doğu ucuna 37 kilometre uzaklıktadır. Ayrıca Kazakistan'dan sonra denize kıyısı olmayan en büyük ikinci ülkedir. Yüzölçümü 1.564.116 kilometre kare, nüfusu 3,3 milyon civarı olan Moğolistan, en geniş on dokuzuncu ülke ve en seyrek nüfuslu ülkedir. Ülke çok az ekilebilir toprağa sahiptir. Topraklarının çoğu bozkırdır. Kuzey ve batıda dağlar ve güneyde Gobi Çölü bulunur. Ulan Batur, ülkenin başkentidir ve yaklaşık olarak ülke nüfusun %38'ine ev sahipliği yapar. Ayrıca dünyanın en soğuk başkentlerinden biridir. Moğolistan yarı başkanlık sistemi ile yönetilen cumhuriyettir.
Yaklaşık olarak 3.1 milyonluk nüfusun %30'u göçebe veya yarı göçebedir. At kültürü halen ülke yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Nüfusunun çoğunluğu Moğol olup halkın dini Tibet Budizmi'dir. Moğollar dışında Müslüman Kazaklar ve Tuvalar ülkede yaşamaktadır. Bu halklar genellikle batı kesimlerdedir.
Bugünkü Moğolistan toprakları geçmişte Hiung-nular, Siyenpiler (Sien-pi), Cücenler ve daha sonra Göktürkler gibi imparatorluklar tarafından yönetilmiştir. Moğol İmparatorluğu ise 1206 yılında Cengiz Han tarafından kurulmuştur. 16. ve 17. yüzyıllarda Moğollar Tibet Budizmi'nden etkilenmişlerdir. 17. yüzyılın sonlarında, Moğolistan'nın büyük bir kısmı Çing Hanedanı'nın yönetimi altına girmiştir. 1911 yılında Çing Hanedanı'nın yıkılışı sırasında, Moğolistan bağımsızlığını ilan etmiş, fakat 1921 yılına kadar "de facto" bağımsızlığını kabul ettirmekle ve 1945 yılına kadar uluslararası tanınmayı kazanmakla uğraşmak zorunda kalmıştır. Sonuç olarak güçlü Rus ve Sovyet kuvvetlerine maruz kalmıştır. 1924 yılında "Moğol Halk Cumhuriyeti" ilan edilmiş ve Moğol politikası aynı dönemdeki Sovyet politikasını takip etmiştir. 1989 yılının sonlarında Doğu Avrupa'daki komünist rejimlerinin çökmesinin ardından 1990 yılının başlarında Moğolistan'da Demokratik Devrim gerçekleşmiştir. Böylece Moğolistan'da çok partili sistem başlamış, 1992'de yeni bir anayasa kabul edilmiş ve serbest piyasa ekonomisine geçilmiştir.
Moğolistan Birleşmiş Milletler, Asya İşbirliği Diyaloğu, G77, Asya Altyapı Yatrırım Bankası ve Bağlantısızlar Hareketi üyesidir. ve NATO'nun küresel partnerlerinden biridir. Dünya Ticaret Örgütü'ne 1997'de üye olmuştur ve halen bölgesel ekonomik ve ticaret örgütlerine katılmak için uğraş vermektedir.
Etimoloji.
Türkçede kullanılan Moğolistan sözündeki -istan eki ülke, yer anlamında Farsça olup Moğol ülkesi demektir.
Moğol adının ilk nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı konusunda araştırmacılar tarafından kesin olarak teyit edilmiş bir açıklama yoktur.
Moğ ve Moğuç sözü Eski Türkçe kaynaklarda ateşperest anlamına gelir.
«Moğol» adı Çinçe kaynaklarda Men-Gü, Man-Gu-Zı, Mon-Gu-Lun, Man-Tu, Men-Gü-Lün şekillerinde geçer. Ayrıca Eski Türkçede mengü ve bengü kelimesi sonsuz, ebedi anlamındadır.
Tarih.
Önemli tarih öncesi mevkiler Hovd İli'nde bulunan Kuzey Mavi Mağarası'ndaki ve Bayanhongor İli'nde bulunan Beyaz Mağara'daki eski taş çağından kalma mağara resimleridir. Dornod İli'nde cilalı taş devriden kalma tarım yerleşimleri bulunmuştur.
Moğolistan bölgesinde 12. yüzyılın başına kadar, Hiung-nu, Apar (Avar, Cücen), Göktürk, Uygur ve Karahitay gibi devletler hâkim olmuştur. Cengiz Han'ın birleştirip örgütlediği kabilelerle, 1206'da Moğolistan'da ilk Moğol Devleti kuruldu. Cengiz Han, 1227'de öldü.
On yedinci yüzyılda Çarlık Rusyası, bölgeyi kontrolüne almak için girişimlere başladı. On sekizinci yüzyılda Moğolistan'da Rus ve Çin yanlılarının mücâdelesi başladı. Moğol prenseslerinin Çinliler gibi yaşaması Moğolistan'da milliyetçilik akımının başlamasına neden oldu. Katolik misyonerlerinin faaliyetleriyle Moğolistan'da Hristiyanlaşma başladı. Misyonerler Uzak Doğu'da dayanak noktası elde etmek ümidiyle Moğolistan'ın bağımsızlığını desteklediler. Bağımsızlık düşüncesi yayıldı. 1912'de Çin'de Mançu Hânedanı'nın yıkılmasıyla Moğol prensleri Rusların da yardımıyla Moğolistan'ın bağımsızlığını ilan ettiler. Çinlilerle mücâdeleye girişen Moğollar, 1915'te Çin'e de bağımsızlıklarını tanıttılar.
Çin-Japon Savaşında Moğolistan'da yeraltı faaliyetiyle komünist hareket başlatıldı. Japonya'nın Kuzey Çin'e girmesiyle 1935-1937'de Moğolistan da işgâle uğrayarak, mahallî muhtar bölgeler kuruldu. 1945'te II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle ülkedeki bağımsızlık yanlısı örgütler faaliyetlerini komünizm paralelinde devam ettirdiler. Komünizme karşı mücâdele eden örgütlerin zayıflatılmasıyla İç Moğolistan, Çin'in hâkimiyetinde muhtar hâle getirildi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Dış Moğolistan'da, ABD ve İngiltere'nin tavsiyesiyle, Moğolistan Halk Cumhuriyeti kuruldu. 20 Ekim 1945'te referandumla bağımsızlığını ilan eden Moğolistan, önce Milliyetçi Çin tarafından tanındı. 1946'da Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği aralarında ittifak imzalandı. 1961'de Birleşmiş Milletler'e kabul edildi. Sovyetler Birliği'ndeki ve Doğu Avrupa'daki komünist yönetimlerinin çöküşü komünizmle yönetilen Moğolistan'ı da etkiledi. 1990'da çok partili sisteme geçilerek; ekonomik, sosyal ve siyasal reformlar yapıldı. Temmuz 1990 ilk çok partili seçimler yapıldı. Moğolistan'da bulunan Rus birlikleri yapılan anlaşma sonucu geri çekildi.
Coğrafya ve iklim.
Moğolistan'ın yüzölçümü yaklaşık 1,6 milyon kilometrekare olup, devletin doğudan batıya uzunluğu 2367 km, kuzeyden güneye ise 1258 kilometredir. Ülke dağlar, ormanlar, bozkırlar ve yarı çöller ve çöllerden oluşmaktadır. Moğolistan arazisinin büyük bölümü yayla görünümündedir. Ülkenin güneydoğusunda Gobi Çölü yer alır. Ortalama yüksekliği 1580 metre olan ülkenin kuzey batısı güneydoğuya nazaran daha yüksektir.
Ülkenin içinde ve sınırlarında birçok dağ silsilesi yer alır. Rusya ile kuzeybatı sınırı boyunca Tanno-Ola Sıradağları yükselir. Kuzeydoğuda Kentei Dağları vardır. Ülkenin batı iç kısmında Hangay Dağları yer alır. Moğolistan ve Gobi Altayları batıdan güneydoğuya doğru Çin sınırı yakınlarına kadar uzanır. Altayların en yüksek zirvesi olan Tavan Bogd, kuzeybatıda ilk silsile üzerindedir.
Moğolistan'ın coğrafyası çeşitlidir; güneyde Gobi Çölü ve kuzeyde ve batıda soğuk, dağlık bölgeler bulunur. Moğolistan'ın büyük bir kısmı Moğol-Mançurya çayırlarından oluşur ve ormanlık alanlar toplam kara alanının %11,2'sini oluşturur, bu da İrlanda'dan (%10) daha çok bir yüzdedir.
Moğolistan'ın tamamı Moğol Platosu'nun bir parçası olarak kabul edilir.
Moğolistan'ın en yüksek noktası, en batıdaki Tavan Bogd masifindeki 4374 m yükseklikteki Hüyten Zirvesi'dir. Rusya'daki Tuva Cumhuriyeti ile paylaşılan Ubsa Gölü'nün havzası, doğal Dünya Mirası Alanıdır.
Kuzeydeki nehir vadileri, bilhassa Selenga ve Orkun verimlidir. Kerulen Vâdisi, Doğu Moğolistan'a doğru geniş bir anayol meydana getirir. Çok sayıda tuz gölleri ve denize çıkışı olmayan nehirleriyle ülke topraklarının üçte ikisi, İç Asya'da suyunu dışarı akıtmayan havzadadır. Sâdece Kerulen ve Onon nehirleri Büyük Okyanus'a dökülür.
Ülkenin belli başlı gölleri arasında Ubas Nor, Hara Usu, Airik Nor, Kirgis Nor ve Hubsugul yer alır.
İklim.
Köppen iklim sınıflandırmasına göre Moğolistan'ın yükseltisi fazla olan kuzey kesimlerinde baskın olarak soğuk ve kuru kışların ve soğuk yazların gözlemlendiği subarktik iklim (Dwc) hâkimdir. Bu bölgelerde yükseltinin daha az olduğu yerlerde soğuk ve kuru kışlar ile ılıman yazların görüldüğü nemli karasal iklim de (Dwb) yer yer gözlemlenir. Ülkenin güney kısımlarında soğuk ve kurak çöl iklimi (BWk) hakimdir. Bu iki iklim bölgesi arasında soğuk ve yarı kurak bozkır/step iklimi (BSk) yer almaktadır. Ülkenin en yüksek bölgelerinde tundra/alpin (ET) iklimi hâkimdir.
Ekseriya yaz yağmurları şeklinde olan yağış, ülkenin değişik kısımlarında yılda 100 ilâ 300 mm arasında değişir. Aşırı soğukla gelen hafif kar, ülkenin kuzey kısmında devamlı donmuş olarak kalan, önemli bir kuşağı meydana getirir. Sıcaklık farkı oldukça büyüktür. Ulan Bator'da ocak ayındaki sıcaklık ortalaması -28 °C, temmuz ayındaki ise 18 °C'dir. En yüksek ve en düşük sıcaklıklar daha da büyüktür. Kışın ırmaklar ve göller donar. Kuvvetli toz ve kum fırtınaları görülür.
Doğal hayat.
Gobi hariç, Moğolistan'ın büyük bölümü hayvancılığa imkân veren çimenlik ve çayır halindedir. Dağlar, kuzey batıdaki hariç, genellikle çıplaktır (ağaçsızdır).
Ülkenin çoğu bölgelerinde vahşi hayvanlar bulunur. Bunlardan bol miktarda bulunan büyük memeli hayvanlar arasında koyun, geyik, ren geyiği (bilhassa Hubsugul Gölü çevresinde) bazı vahşi deve ve atlar sayılabilir. Her yerde bulunan dağ sıçanı (marmota) sistemli olarak kürkü için avlanır. Moğol paleontologların yaptığı keşifler, ülkede bol miktarda dinozor fosilleri bulunduğunu göstermektedir.
Nüfus ve sosyal hayat.
Amerika Birleşik Devletleri Sayım Bürosu'nun 2015 tahminine göre Moğolistan'da 3.000.251 kişilik bir nüfus bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı ise ülke nüfusunun 2007'de 2.629.000 kişi olduğunu tahmin etmiştir.
Hızla şehirleşmekte olan Moğolistan'ın nüfusunun günümüzde %61,2'si şehirlerde yaşar. Ülkede okuma-yazma oranı %98'dir. Geri kalanın çoğunluğu mevsimden mevsime göç eden göçebeler hâlindedirler. Göçebelerin "ger" adı verilen çadırları bulunur. Moğollar arasında en yaygın spor güreştir.
Okçuluk ve at yarışlarının da yaygın olduğu ülkede, çocuklara küçük yaşta ata binmesini öğretirler.
Etnik gruplar.
Moğolistan nüfusunun %80'ini Halha Moğolları, %8'ini diğer Moğol halkları, %5'ini Kazaklar, kalanını Tuvalar gibi diğer Türk halkları, Ruslar ve Çinliler meydana getirir.
En kalabalık Moğol azınlık grupları, batı eyaletlerinde yaşayan Moğolî halklar olan Oyratlar ve Ulan Bator'un kuzeyinden îtibâren Rus sınırına kadar, esas olarak Selenge Vâdisinde oturan Buryatlardır. Güneydoğuda Dariganga Moğolları, kuzeybatıda Hubsugul Gölü yakınında Darhat Moğolları vardır. Kazak Türkleri, Moğol olmayan en kalabalık azınlık grubu olup halk ülkenin batı kesiminde yer alan Bayan Ölgii ilinde yoğunlaşmıştır. Sınırlı sayıdaki Ruslar, Ulaanbaatar ve diğer yerleşim merkezlerinde bulunur. 10.000 civârındaki Çinli nüfus, ülkenin inşaat sektöründe önemli rol oynar.
Din.
Moğolistan'da din olarak Budizm %53 oranı ile en yaygın dindir. İslam (%3), Moğol şamanizmi (%2.9) ve Hristiyanlık (%2.2) da halkın bir kısmı tarafından inanılmaktadır. Türklerin çoğunluğu Müslümandır. Halkın %40'a yakını dinsizdir.
Dil.
Moğolistan'da çeşitli diller konuşulur. En önemlisi Halhaların konuştuğu ve diğer bütün Moğollar tarafından anlaşılan Moğolcadır. Moğolca resmî lisan olarak kullanılır ve toplumun %95'i tarafından konuşulur. Dil, Kiril veya Moğol alfabesi ile yazılabilir.
Oyratça ve Buryatça, ülkede konuşulan diğer Moğol değişkeleridir. Batıdaki azınlıklar tarafından Kazakça ve Tuvaca da konuşulur. Okullarda Rusça ve İngilizce başlıca yabancı dil olarak öğretilir.
Siyaset ve yönetim.
Moğolistan Halk Cumhuriyeti döneminde sosyalizm hâkim ise de Sovyetler Birliği'nde başlayan Glasnost hareketi bu ülkeye de yansıdı. Tek partili rejime son verilmesi için Aralık 1988'de başlayan mitingler Ocak 1990'a kadar sürdü. Birçok siyasi parti kuruldu. Şimdiye kadar iktidarda olan Moğolistan Devrimci Halk Partisi, kendi bünyesinde büyük değişiklikler yaptı. Anayasa değiştirilerek Parlamenter sistemi kabul edildi ve bir bölümü nispî temsille seçilen 50 üyeli sürekli yasama organı niteliğindeki Küçük Hural kuruldu. Büyük Hural ise 430 sandalyeden meydana geliyordu. Temmuz 1990'da yapılan seçimleri iç bünyesinde büyük değişiklik yapan MDHP, büyük çoğunlukla kazandı. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir.
Moğolistan 21 eyalete ayrılır. Seçimler 4 senede bir yapılır. Seçmen yaşı 18'dir. Adlî işler, üyeleri dört yıllık süreyle Büyük Halk Meclisince seçilen, Anayasa Mahkemesince yürütülür. Meclisi 76 üyelidir.
Bütün erkek vatandaşlar, günümüzde 290.000 kişilik kuvvete ulaşan İhtilalci Halk Ordusunda askerlik yapmaya mecburdur.
İdari yapı.
Moğolistan 21 tane aymaga (Moğolca: Аймаг) bölünmüş durumdadır. Aymag, Türkçe bir söz olan "ayırmak" sözünden gelir. "Aymaglar" ise "sum" denilen yönetim birimlerine ayrılmıştır. Ülkede 315 tane sum vardır. Ülkenin başkenti Ulan Batur "hot" denilen yönetim birimi ile yönetilmektedir. Modern iller 1921 yılında kurulmaya başlanmıştır ve başkent Ulan Batur özel bir statüye sahip olup, bağımsız bir il belediyesi olarak yönetilmektedir.
Ekonomi.
Eski Sovyetler Birliğine bağlı bir ekonomik yapı gösteren Moğolistan'da 1990'dan sonra ekonomik yapıda büyük değişiklik yapılan Moğolistan'da devlet işletmeleri aşamalı olarak özelleştirilmeye başlandı ve serbest pazar ekonomisine geçildi. 1931'de başarısız olarak kolektivizasyona girişilmiş ancak, 1950'de tamamlanmıştır. Bununla berâber çiftlik hayvanlarının % 20'si hâlâ özel teşebbüsün elindedir. Buğdayın çoğu kolhoz adı verilen devlet çiftliklerinde yetiştirilmekte, fakat hayvan yemi, şimdi solhoz adı verilen kolektif çiftliklerde üretilmektedir.
Sanayi ve madencilik.
Moğolistan'da hafif sanayi, ülkenin her tarafında mevcuttur. Sanayisi esas itibarıyla gıda, tekstil, kimyâ ve çimentoya dayanır. Yeni kurulan Darhan şehri, un fabrikası, depolama ve önemli ölçüde hafif sanayiye sahiptir. Ulan Batur'da, et paketleme ve hafif îmâlât sanâyi mevcuttur.
Moğolistan içinde petrolün ve diğer maden cevherlerinin de bulunduğu mineraller bakımından zengindir. Maden kömürü, tungsten, bakır, molibden, altın, kalay ülkenin yeraltı zenginliklerini teşkil eder. Moğolistan bakır bakımından Asya'da birinci, dünyada ilk on sırada yer alır. Erdenet şehrinde bakır madenleri işletilmektedir. Maden kömürü ülke ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmaktadır.
Et ürünleri ve yün, esas itibarıyla Rusya'ya giden önemli ihraç ürünleridir. Erdenet şehrindeki bütün bakır ve molibden üretimi Moğol-Rus ticâretini dengelemeyi amaçlamıştır. Moğolistan Rusya'ya ayrıca Kalsiyum klorür satmaktadır. İhraç ürünlerinin % 75'i de Rusya'ya gitmektedir.
Maden endüstrisi.
Mineraller Moğolistan'ın ihracatının %80'inden fazlasını temsil eder ve bu oranın sonunda %95'e çıkması bekleniyor. Madencilikten elde edilen mali gelirler 2010 yılında hükûmet gelirinin %21'ini temsil ediyordu ve 2018'de %24'e yükseldi. Yaklaşık 3 bin maden ruhsatı verildi. Madencilik, Moğolistan'da önemli bir sektör olarak yükselişini sürdürüyor; bu durum, Çinli, Rus ve Kanadalı firmaların Moğolistan'da madencilik faaliyetlerine başlamalarından da anlaşılıyor.
Tarım ve hayvancılık.
Gobi hariç, Moğolistan'ın büyük bölümü hayvancılığa imkân veren çimenlik ve çayır halindedir. Toplam alanın %81'i develerin, atların, sığırların, koyunların ve keçilerin beslendiği otlaklardan oluşmaktadır. Moğolistan'da 2019 yılsonunda yapılan hayvan sayımları sonucunda hayvan sayısı, 70 milyon 949,9 bin başa yükselmiştir. Ülkede, 32,2 milyon baş koyun, 29,2 milyon baş keçi, 4,7 milyon baş sığır, 4,2 milyon baş at ve 472,4 bin deve bulunmaktadır.
Turizm.
Turizm, eskiden ülkedeki Sosyalist Hükûmet tarafından sınırlandırılmış, ancak Sovyetler Birliği'nin dağılması ve 1989 Devrimleri'nin ve 1990'daki Moğolistan Demokratik Devrimi'nin ardından büyüme göstermiştir. Moğolistan'daki seyahat organizasyonlarının geçmişi 50 seneliktir, ancak özel sektör tabanlı turizm neredeyse yirmi yaşındadır. Günümüzde Moğolistan'da 403 seyahat şirketi, 320 otel ve 647 tatil köyü ve turizm kampı yer alır. Moğolistan, üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü'nde aktif rol almaktadır.
Altyapı.
Ulaşım.
1956'da açılan ve Moğolistan ötesine giden demiryolu, ülkenin modern nakliyat anayoludur. Ulan Batur'u Sibirya ötesine giden anahatta bağlayan kuzey kısmı, yükün büyük kısmını taşır. Doğu Moğolistan'da 1930'larda askerî maksatlarla inşâ edilmiş kısa demiryolları vardır. Fakat Moğolistan arazisi ulaşıma imkân vermemektedir.
Çeşitli hava yolu şirketleri aracılığıyla Moskova,İrkuts, İstanbul, Frankfurt, Phuket, Tokyo, Osaka, Seoul, Busan, Pekin, Hunhot, Hong Kong, Guangzhou ile Ulan Batur arasında direkt uçuşlar yapmaktadır. Selenga Nehri ile Hubsugul Gölünde gemi ve mavnalar işlemektedir.
Enerji.
2015 yılında Moğolistan ürettiği enerjinin yaklaşık %95'ini kömür enerjisi ile sağlamıştır.
Moğolistan, rüzgâr ve güneş enerjisi bakımından elverişli bir ortama sahiptir. Ülkenin çoğu bölgesinde güneşli gün sayısı, 270 ila 300 gün arasındadır. Rüzgâr enerjisi için ise toplam ülke alanının %10'unun çok elverişli olduğu belirtilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16743",
"len_data": 16612,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.55
}
|
Esrâr Dede (Asıl adı Mehmed) (d.1749, İstanbul - ö. 29 Ocak 1797, İstanbul), Türk Dîvân edebiyatı şairi; mutasavvıf.
Hayatı.
Esrar Dede. gerçek adı Mehmed, (Hicri 1162) 1749 yılında Sütlüce, İstanbul'da doğdu. Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur. Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân ve dedesinin Hasan Efendi olduğu bilinmektedir. Fakat ailesine, çocukluğuna ve gençlik yıllarına dair fazla bilgi yoktur.
Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, "Lûgat-ı Tilyan" isimli bir Türkçe - İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir. Galata Mevlevihanesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlip ile ömür boyu dost kalmıştır. "Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Hayatı boyunca Mevlevilik dairesinden çıkmadı. Daha sonraları tezkireci ve meşîhat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Gâlip'in yanından ayrılmadı. Ömrü boyunca Galata Mevlevihanesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burada kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada öldü. Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandiline denk gelmiştir.
Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede'nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır. Bu mersiye şöyle başlar:
"Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın"
"Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın"
"Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın"
"Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın"
"Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın"
"Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın"
"Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh"
"Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh"
Ayrıca Esrar Dede'nin mezar taşında Şeyh Gâlip'in şu cümleleri yer almaktadır:
"Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem"
"Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp"
"Gâlib dedi târihin efsûs efsûs"
"Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp."
Eserleri.
Kuşkusuz her açıdan olduğu gibi edebî açıdan da Esrâr Dede'yi en çok Şeyh Gâlip etkiledi. Bu iki önemli ismin eserleri ise daha sonraki kuşakların birçok önemli edebiyatçısını etkilemiştir. Nitekim daha sonraları Şeyh Gâlip'in ünlü eseri "Hüsn ü Aşk"dan esinlenerek, Yenikapı Mevlevihanesi'nin son şeyhi Abdulbâkî Baykara tarafından kaleme alınacak olan yine Hüsn-ü Aşk isimli manzûm tiyatronun ilk perdesi Şeyh Gâlip ile Esrâr Dede'nin konuşmalarını konu alacaktır.
Genel olarak Esrâr Dede arı ve yalın bir dil kullanırdı. Şiirlerinde Mevlevîliğe ve Mevlânâ'ya olan sevgisine sık sık yer vermiştir. Şiirlerindeki tasavvuf etkisi barizdir.
Eserlerinden Örnek.
Gazel (Gece Kandilli'de)
"Gece Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû"
"Mâhitab eyleyerek eyledi azm-i Göksu"
"Ol şehen-şâh-ı hüsn basdı kadem şevketle"
"Hele Beylerbeyi’nin başına devletdir bu"
"Boğaz içinde bu şeb mey vererek muğbeçeler"
"İtdi sâgar gibi lebrîz bizi tâ-be-gelû"
"Gel çelipa içün itme bizi hicrana dûçar"
"Nola İstavroz’a gitme bu gice kâfir-hu"
"Subha dek eyleyelim şevk ile zevk-i mehtâb"
"Mestdir çeşm-i siyeh meste yeter bu uyku"
"Yardan sana şu peymâne ki ihsân oldu"
"Mihr-i dîdâr idi Esrar sabaha karşu"
"Saye-i Hazret-i Galib’de Boğaz içre bu şeb"
"Zevk-i min tahtil enhar idi bana her su"
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16746",
"len_data": 3276,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.56
}
|
İpek, ipekböceğinin ürettiği yumuşak, parlak bir liftir. İpekböceği bir tırtıldır ve bu lifi kendine koza örmek için üretir. İnsanlar bu liften iplik yapar ve kumaş dokurlar.
İpek çok sağlamdır. Boyanınca da çok gösterişli olur. Bazen ipeğe başka lifler karıştırılarak döşemelik ve perdelik kumaşlar yapılır. İpek dokumacılığı bundan 4.600 yıl önce Çin'de başladı. 16. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında İtalya ve Fransa'da büyük gelişme gösterdi. İpek en çok dut ipekböceğinden elde edilir. Bu böceğin dişisi 200-500 yumurta bıraktıktan sonra ölür. Yumurtalardan çıkan minik tırtıllar dut yaprağıyla beslenir. Hızla büyüyerek 20-30 günde 7-8 santimetreyi bulur. Büyümesi tamamlanınca yemeyi bırakır ve incecik ipek liften çevresine bir koza örer. İnsanlar ipek elde etmek için üretme çiftliklerinde ipek böcekçiliği yaparlar. Yırtılarak zarar görmesine mani olmak için ipekböceğinin içinden çıkabileceği kadar gelişmesini beklemeden kozalar kaynatılır. Ardından ipek elle ya da makinelerle çözülerek çile haline getirilir. Bir kozadan 450 ile 900 metre arasında kesiksiz iplik çıkabilir. Bu iplikler tezgâhlarda dokunarak kumaş yapılır.
İpek güzel görünüşlü, yumuşak, parlak ve dayanıklı olup, kolaylıkla ve iyi boya tuttuğu için daha da güzelleştirilebilen hayvansal kaynaklı bir liftir. İpek liflerin kraliçesi olarak bilinir. 4000 yılı aşkın bir süreden beri, insanların ekonomik hayatında önemli bir rol oynamakta olan ipek, yıllar boyu Çin, Hindistan, Taşkent, Bağdat, Şam ve İstanbul'dan geçen ipek yolunu takiben Avrupa'ya taşınmıştır. Bu zaman zarfında ipek altından daha değerli bir ürün olarak alıcı bulmuştur. Türkiye coğrafi yeri ve iklimi bakımından ipekböceği ve dut ağacı yetiştirilmesine uygun ülkelerden biridir. Trakya, Marmara, Ege, Akdeniz, bölgelerinde bulunan bazı iller ile özellikle Amasya, Diyarbakır, Hatay yöreleri ipekböcekçiliğinin yayılmış olduğu alanlardır.
Aynı zamanda İpek bir tür patlayıcı olan Pikrik Asit yapımında da kullanılır.
Hayvan Refahı.
Kozalardan ipeğin elde edilme işlemi larvaları kaynatarak öldürmeyi gerektirdiğinden, ipekçilik, hayvan refahı ve hakları aktivistleri tarafından eleştirilmiştir. Bir kilogram ipek üretimi için yaklaşık altı bin kurtçuk öldürülmek zorundadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16748",
"len_data": 2221,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.86
}
|
Berat Kandili (Arapça: ليلة منتصف شعبان, "Şaban'ın yarısı"), İslam dininde kutsal kabul edilen gecelerden biridir. Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gecesi, Berat gecesidir. 16. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Selim'den itibaren minarelerde kandil yakılmasıyla "kandil" adını almıştır.
Berat "(Berâet)", Arapçada "temize çıkma" anlamına gelir. İslam inancına göre bu gecenin bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle Mübarek Gece, günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle Berat Gecesi ve kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de Rahmet Gecesi gibi adlar da verilmiştir.
Bir kısım Müslümanlar, bu geceyi ibadetle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi olduğuna inanır. Bu konuda İslam Peygamberi Muhammed'in bir hadisi vardır:
Ayrıca Berat gecesi, Kur'an'ın Levh-i Mahfûz'dan Dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna "inzâl" denir. Kadir Gecesi'nde ise Peygamber'e ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da "tenzîl" denir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16750",
"len_data": 978,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.7
}
|
Celsius veya santigrat, bir sıcaklık ölçme birimidir.
Celcius ayrıca şu anlamlara geliyor olabilir;
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16757",
"len_data": 99,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.15
}
|
Birleşik Arap Emirlikleri (, "el-İmârâtü'l-Arabiyyetü'l-Müttahide"), kısaca BAE, Orta Doğu'da Arap Yarımadası'nın güneydoğusunda bulunan, Umman ve Suudi Arabistan'la karadan; Katar ve İran ile Umman Körfezi aracılığıyla denizden komşu olan ülke. Birleşik Arap Emirlikleri, Abu Dabi, Dubai, Acman, Füceyre, Resü'l-Hayme, Şârika ve Ümmü'l-Kayveyn adlı yedi emirlikten oluşan federal ve seçimli monarşidir. Ülkenin başkenti ve büyük ikinci emirliği olan Abu Dabi, aynı zamanda ülkenin siyasi, endüstriyel ve kültürel merkezi konumundadır. Devlet dini İslam, resmi dil Arapça'dır. Bunun yanında iş dili olarak İngilizce konuşulur.
Birleşik Arap Emirlikleri, petrol ve doğal gaz rezervleri sıralamasında dünyanın en büyük yedinci ülkesidir.
Abu Dabi hükümdarı ve ülkenin ilk devlet başkanı Zayid bin Sultan Âl-i Nehyan, petrol gelirlerini sağlık, eğitim ve altyapı yatırımlarına harcayarak ülkesinin gelişimini destekledi. Körfez İşbirliği Konseyi üyesi de olan ülke birlik üyeleri içinde ekonomisi en çok çeşitlendirilmiş olanıdır. 21. yüzyılda Birleşik Arap Emirlikleri petrol ve gaza daha az bağımlı hale geldi ve ekonomik olarak turizm ve iş dünyasına odaklandı. Bu konumuyla orta güç bir ülke olarak kabul edilir.
Ülke, Birleşmiş Milletler, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı, OPEC, Bağlantısızlar Hareketi, Dünya Ticaret Örgütü, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü üyesidir.
Tarih.
16. yüzyılda başlayan Portekiz etkisi 17. yüzyılda yerini İngilizlere bıraktı. Başat kabile Kavasim ile Arabistan içlerinden gelen Hanbelîleri korsan olarak ilan eden İngilizler, 1819-1820'de kıyı limanlarına karşı saldırıya geçti. Aslında İngilizlerin asıl amacı, bölge ticaretini kendi egemenlikleri altına almaktı. Mahalli esnafın büyük bir direnişi dahi İngilizleri deniz ticaretini kendi güdümleri altına almalarını engelleyemedi ve sonunda "korsanlığa" son veren 1820 Denizlerde Genel Barış Antlaşması'nı zorla kabul ettirdiler. 1853 yılında Denizlerde Kalıcı Ateşkes Antlaşması'nın imzalanması üzerine bölgeye Ateşkes Kıyısı adı verildi. İngilizler 1892 yılında Özel Ayrıcalık Antlaşması olarak bilinen bir paktın oluşmasını sağlayarak bölgenin dış politikasını denetim altına aldılar.
"Ateşkes Kıyısı" 1873-1947 arasında İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, sonraki yıllarda da İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetildi. 1971 yılında İngilizlerin Basra Körfezi'nden çekilmesi üzerine emirlikler "Birleşik Arap Emirlikleri" adı altında bir federasyon oluşturarak 2 Aralık 1971 tarihinde İngiltere'den bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Ülkede bağımsızlık günü millî bayram olarak kutlanılır. Anayasası ise, yine 2 Aralık 1971'de oluşturulmuştur.
Ekonomi.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin en önemli gelir kaynağı petroldür. 1992'de toplam 837 milyon varil petrol üretmiştir. OPEC ülkeleri arasında 1993'te gerçekleştirilen anlaşmadan sonraki günlük petrol üretimi 2 milyon 160 bin varildir. 1993'teki petrol rezervi 64 milyar 750 milyon varil olarak tahmin ediliyordu. Doğal gazın da ülke ekonomisine önemli katkısı olmaktadır. 1992'de 25.5 milyar m³ doğal gaz üretmiştir. 1993'teki doğal gaz rezervi de 5.5 trilyon m³ olarak tahmin ediliyordu. Petrol ve doğal gazdan elde edilen gelirin gayri safi yurt içi hasıladaki payı %47'dir.
Şubat 2021'de Birleşik Arap Emirlikleri, BAE vatandaşlık kanununda önemli değişiklikler yaptı. Hükûmet, nitelikli yatırımcıların ve özel yeteneklere sahip kişilerin aileleriyle birlikte vatandaşlığa alınmasına izin vermeye karar verdi. Birleşik Arap Emirlikleri, ekonomisine katkıda bulunabilecek yatırımcıların yanı sıra özel yetenekleri de ülkeye çekmeyi hedefliyor.
Sanayi.
Ülkenin en önemli sanayi kuruluşları petrol arıtma tesisleridir. Ruveys'teki arıtma tesisleri günde 300.000 varil petrol işleyebilmektedir. Ruveys'te ayrıca petrol yan ürünleri çıkaran petrokimya tesisleri bulunmaktadır. Aynı bölgede doğal gaz işleme tesisleri de kurulmuştur ve bu tesislerde propan ve bütan gaz üretilmektedir. Ummunnar'daki arıtma tesisleri de günde 60.000 varil petrol işleyebilmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri petrol gelirlerini diğer sanayi alanlarında değerlendirmek suretiyle millî sanayisini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu amaçla birçok fabrika ve sanayi tesisi kurulmuştur. Başta gelen sanayi tesisleri çimento, alüminyum, kablo ve kiremit üretimi üzerinedir. Bunların yanı sıra bazı küçük sanayi tesisleri de kurulmuştur. İmalat sanayisinin gayri safi yurt içi hasıladaki payı %7'dir. Çalışan nüfusun yaklaşık %14'ü sanayi sektöründe iş görmektedir. Buna petrol tesislerinde çalışanlar da dahildir.
Tarım, hayvancılık ve balıkçılık.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin hem Basra Körfezi hem de Umman Denizi boyunca uzun birer kıyısının olması balıkçılık ve inci avcılığı imkânı vermektedir. İnci ticareti eski önemini kısmen kaybetmiş olsa da balıkçılık yine bir gelir kaynağı olarak sürdürülmektedir. 1991'de 92,5 ton balık ve deniz ürünü avlanmıştır.
Topraklarının genelde çöl olmasına rağmen ülkede modern usullerle kısmen tarım da yapılmaktadır. 1992'de başta hurma olmak üzere 240 bin ton meyve, 365 bin ton sebze üretilmiştir. Çok yaygın olmamakla birlikte hayvancılık da yapılmaktadır. 1992'de ülkede 55 bin baş sığır, 275 bin baş koyun bulunuyordu. Tarım ve hayvancılıktan elde edilen gelirin millî gelir içindeki payı %2'dir. Tarım, hayvancılık ve balıkçılık sektöründe çalışanlar tüm çalışan nüfusun %6.4'ünü oluşturmaktadır.
Ticaret.
Dış ticaretten de önemli miktarda gelir sağlanmaktadır. Dubai Emirliği'nin merkezi olan Dubai şehri aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Bu şehirde Râşid ve Cebeli Ali Limanı adlı iki büyük limanın bulunması şehre ticari yönden canlılık kazandırmaktadır. Adı geçen limanlar vasıtasıyla ülkenin dünyayla deniz bağlantısı sağlanmaktadır.
Dubai'nin bir ticaret merkezi olmasında buranın yönetiminin ekonomik politikasının da etkisi olmuştur. Dubai yönetimi yabancı sermaye sahiplerine ve ticaretçilere her türlü kolaylığı sağlamaktadır. Dubai'nin yanı sıra Ebu Zaby'da da geniş kapasiteli, modern donanımlı iki uluslararası liman bulunmaktadır. Dış ticarete önem verilmesi ve yabancı sermaye sahiplerine kolaylık sağlanması ülkede bankacılık sektörünün gelişmesine de imkân sağlamıştır. Çalışanların üçte ikisinin Asyalılardan oluştuğu belirlenmiştir. Yabancıların ülkede ucuz bir işgücü olarak değerlendirilmesi toplumdaki sosyal dengelerin bozulmasına yol açmıştır.
BAE; petrol, petrol ürünleri ve doğal gazın yanı sıra alüminyum, inci, hurma ve kurutulmuş balık ihraç etmektedir. İthal ettiği malların başında ise makineler, ulaşım araçları, elektrikli ve elektronik araçlar, dayanıklı tüketim malları, kimyasal maddeler, ilaç, gıda maddeleri, canlı hayvan gelir. Dış ticareti daha çok Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Hollanda ve Japonya iledir. Dış ticaretinde açık olmamaktadır. 1990'da ihracatı ithalatından yaklaşık 8,5 milyar dolar daha fazla olmuştur.
Siyaset ve yönetim.
Ülke monarşi ile yönetilen Yedi Emirlikten oluşan federasyon ile yönetilir. (Arapçada "el-İmârât el-Arabiyye el-Müttahide" İngilizcede "United Arab Emirates") Birleşik Arap Emirlikleri'nde emirlikler iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Birleşik Arap Emirlikleri'ne bağlıdır. Ülkenin başkenti Abu Dabi'dir. En büyük şehri ise dünyaca ünlü kent olan Dubai'dir. Körfez ülkeleri içerisinde en liberal dış ticaret rejimine sahiptir.
Silahlı kuvvetler.
Askeri Organlar: Silahlı Kuvvetler, Deniz Kuvvetleri (Denizcilik ve Kıyı Güvenlik Kuvvetleri), Hava ve Hava Savunma Kuvvetleri, Federal Polis Kuvvetleri. Askerlik Hizmeti yaşı ve Zorunluluğu: 18 yaşındaki herkes; zorunlu askerlik hizmeti bulunmamaktadır.
Demografi.
Birleşik Arap Emirlikleri'nde her 100 kadına 219 erkek düşer, 25-64 arasında bu oran 322'ye kadar çıkar. Bu oranlar Katar'dan sonra erkeklerin aleyhine olan dünyanın en yüksek ikinci cinsiyet oranlarıdır.
Dil.
Ülkede diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi resmî dil Arapçadır. Eğitim genelde İngilizcedir ve özellikle iş hayatında yaygın olarak İngilizce kullanılır. Ülkede çok yabancı olduğu için (Hintçe, Endonezce) İngilizce de yaygındır. Ticaret dili Fransızca, Arapça, Farsça ve İngilizcedir.
Din.
Ülkedeki en yaygın din ise %77'lik oranıyla İslam'dır. Azınlık dinleri olarak da %12 ile Hristiyanlık, %4 ile Hinduluk ve diğer dinler takip ederler.
Altyapı.
Enerji.
BAE'de 1991'de 13 milyar 790 milyon kw/saat elektrik üretilmiştir. Aynı yıldaki elektrik tüketimi de bu rakama eşittir. Kişi başına yıllık elektrik tüketimi ortalama 8460 kw/saattir. Yapımı devam eden dört reaktörlü Barakah Nükleer Enerji Santrali'nin işletme lisansının 60 yıllığına Nawah Energy Company şirketine verildiği 17 Şubat 2020'de duyuruldu. İkinci reaktörü de %95 oranında inşa edilmiş santral, tamamlandığında toplam 5 bin 600 megawatt elektrik üretebilecek.
Ulaşım.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin dört havaalanı mevcuttur ve hepsi de uluslararası trafiğe açıktır. Daha önce Gulf Air'a ortak olan ülke, 1985'te söz konusu şirketten ayrılarak kendi havayolu şirketini (Emirates) kurdu. Ülkenin ithalat ve ihracatta kullanılan birçok limanı bulunmaktadır. BAE'nin 100 grostonun üstünde yük taşıyabilen 276 gemisi vardır. (Limanları ve deniz nakliyatı hakkında ayrıca "Ekonomi" kısmına bkz.) Birleşik Arap Emirlikleri'nin 4500 km. karayolu mevcuttur. Bu ülkede ortalama 4 kişiye bir motorlu ulaşım aracı düşmektedir.
Sağlık.
BAE'de 35 hastane, 3220 doktor, 190 diş doktoru, 7250 hemşire mevcuttur. 615 kişiye bir doktor düşmektedir. Sağlık hizmetleri iyi bir seviyededir. Sağlık kurumları modern cihazlarla donatılmıştır.
Eğitim.
Ortaöğretim düzeyindeki eğitim sistemi, Abu Dabi Eğitim Konseyinin yetkisi altında olduğu Abu Dabi hariç tüm emirliklerde eğitim, Eğitim Bakanlığı tarafından izlenir. Sistem, İlkokul, ortaokul ve liseden oluşur. Devlet okulları devlet tarafından finanse edilir ve müfredat, Birleşik Arap Emirlikleri'nin kalkınma hedeflerine uyacak şekilde oluşturulur. Devlet okulunda eğitim dili Arapçadır ve ikinci dil olarak İngilizce öğretilmektedir. Uluslararası akreditasyona sahip birçok özel okul da bulunmaktadır. Ülkedeki devlet okulları BAE vatandaşları için ücretsizdir, özel okulların ücretleri ise değişiklik göstermektedir.
Yükseköğretim sistemi Yükseköğretim Bakanlığı tarafından izlenmektedir. Bakanlık ayrıca lisans kurumlarına öğrenci kabul etmekten de sorumludur. 2015 yılında yetişkin okuryazarlık oranı %93,8 idi.
BAE, eğitim ve araştırmayı geliştirmeye büyük ilgi göstermiştir. Girişimler arasında CAEM Araştırma Merkezlerinin ve Masdar Bilim ve Teknoloji Enstitüsü ile İşletme Geliştirme Enstitüsünün kurulması yer alır. QS Sıralamasına göre, ülkedeki en üst sıradaki üniversiteler Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesi (dünya çapında 421-430.), Halife Üniversitesi (dünya çapında 441-450.), Sharjah Amerikan Üniversitesi (431-440.) ve Sharjah Üniversitesidir (dünya çapında 551-600). Birleşik Arap Emirlikleri, Küresel İnovasyon Endeksi'nde 2019'da 36. sırada iken, 2021'de 33. sırada yer aldı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16758",
"len_data": 10877,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.43
}
|
Anders Celsius (27 Kasım 1701, Uppsala - 25 Nisan 1744, Uppsala), İsveçli fizikçi, astronom ve matematikçidir.
Babası astronomi profesörüydü. Astronomi, matematik ve deneysel fizik okuyan Celsius, bir süre Uppsala Üniversitesi'nde matematik profesörü olarak öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1730'da Astronomi profesörlüğüne getirildi. 1733'te kendisinin ve başkalarının kutup ışıklarına ("aurora borealis") ilişkin, yapmış oldukları 316 gözlemin sonuçlarını derleyerek yayımladı.
1736'da dünyanın kutuplardan daha basık olduğunu ileri süren Newton'un savını kanıtlamak amacıyla saha araştırması yapan Maupertuis'un ekibiyle İsveç'in kuzeyindeki Tornia'ya gitti. Meridyen ölçümündeki katkılarıyla bu ekibin Newton'ın savını doğrulamasına yardımcı oldu. 1740'ta Uppsala Gözlemevi'ni kurarak, Jüpiter'in uydularının ışık şiddetindeki değişimi ve fotometrik yöntemlerle yıldızları inceledi.
Celsius bugün astronomi alanındaki çalışmalarında çok, 1742'de önerdiği sıcaklık ölçüm sistemi ile tanınır. Termometrelerde yüzlük derecelendirme daha önce kullanılmışsa da, bu skala da bugün kullanılan sistemde iki sabit derecenin bulunması Celsius'un önerisinden kaynaklanmaktadır. Celsius bu amaçla buzun erime ve suyun kaynama derecelerini sabit noktalar olarak alıp aradaki farkı yüz eşit dereceye bölerek bugün kullanılan termometre sistemini oluşturmuştu. Ne var ki suyun kaynama noktasını 0 °C, donma noktasını ise 100 °C olarak kabul etmişti. Bu derecelendirme sekiz yıl sonra Celsius'un öğrencisi Carl von Linné tarafından tersine çevrilerek bugün
kullanılan durumuna getirildi. Santigrat ("centigrade") adıyla da bilinen Celsius derecelendirme sistemi, Fahrenhayt ve Kelvin'le birlikte bugün yaygın olarak kullanılan üç sıcaklık ölçüm sisteminden biridir. Ay'daki bir kratere de Celcius adı verilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16759",
"len_data": 1801,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4
}
|
Isı, belirli sıcaklıktaki bir sistemin sınırlarından, daha düşük sıcaklıktaki bir sisteme, sıcaklık farkı nedeniyle geçen enerjidir. Isı, parçacıkların 40.000-400.000 hz./s titreşmesi ile oluşur. Isı da iş gibi bir enerji akışı biçimidir. Isı sistem sınırlarında ve geçiş durumunda iken belirlenebilir. Isı sistemin bir durum fonksiyonu değildir.
Kinetik kurama göre ısı, moleküllerin ve fotonların devinimleri ve etkileşimleri sonucu ortaya çıkar.
Isı, bir enerji olduğu için skalerdir ve birimi joule'dür (J). Kalorimetre ile doğrudan ölçülebilir ya da termodinamik yasalarıyla matematiksel olarak hesaplanabilir.
Isı, termodinamiğin ve istatistiksel mekaniğin temel kavramıdır. Kimya, mühendislik ve diğer alanlar için de önemlidir.
Gösterim ve birimler.
Isının, SI birim sistemindeki birimi joule'dür. Bununla birlikte çeşitli mühendislik alanlarında BTU ve kalori de sık sık kullanılmaktadır.
Isı, matematiksel denklemlerde Q harfi ile gösterilir. Isı aktarım hızı, yani birim zamanda akan ısı formula_1 ile gösterilir. Isı akısı birim yüzeydeki ısı aktarım hızı olarak tanımlanır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16761",
"len_data": 1086,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.73
}
|
Nef'î (Osmanlı Türkçesi: نفعی, d. 1572, Hasankale, Erzurum – ö. 27 Ocak 1635, İstanbul), 17. yüzyıl Türk şâirlerindendir. Kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki eden şâir, edebiyatçı ve hiciv üstadı.
Asıl adı Ömer olan Nef'i 1572 yılında Erzurum'un Hasankale'sinde doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumî diye söz ederler. Babası ülkesinin efradından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gören Nef'î, öğrenimine Hasankale'de başlamış, daha sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Türk edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir.
Padişah I. Ahmet zamanında İstanbul'a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile bilinen Nef'î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti.
Kendisi de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi Nef'i yi öven ancak içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir kıt'a söylemiştir.
Nef'i de buna karşılık olarak;
diyerek cevap vermiştir. Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi'ye karşılık verir;
Osmanlı Türkçesinde büyük harf kuralı olmadığı için bu şiir iki anlama geliyor. Birinci anlamı şöyledir: Tahir Efendi Maliki mezhebine mensup olduğu için ve Maliki mezhebinde köpeğin güvercin gibi temiz bir hayvan olduğuna inanıldığı için Tahir Efendi'ye teşekkür ediyor ve onun da temiz bir varlık olduğunu söylüyor. İkinci anlamda ise Tahir Efendi'ye köpek diyor. Bu olaydan sonra mahkemeye çağrılıp yargılanıyor ve kendisini savunurken şiirin birinci anlamını kullanıyor ve ceza almıyor.
Yine de uzunca bir süre IV. Murad tarafından korundu, daha sonraları IV. Murad kendisinden hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nef'î padişah IV. Murad'a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı'nda denize atılmıştır. Halk arasında Nef'i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir:
Nef'i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir. Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef'i de oradadır. Belgeyi bir siyahi yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır. Nef'i de bu olay üzerine "Mübarek teriniz damladı efendim" diyerek yaşama şansını kaybetmiştir.
Çalışmaları.
Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikârdır. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden birçoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahengi ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahengi ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır.
Ölümü.
IV. Murad'ın, Nef'i'den bir daha hicviye yazmaması istemesinden sonra Nef'i, sözünü tutmamış ve IV. Murad'ın eniştesi Bayram Paşa'yı hicvetmiştir. Bayram Paşa'nın isteği üzerine IV. Murad, Nef'i'yi idam ettirmiştir. Şair Nef'i, sarayın odunluğunda öldürüldükten sonra cesedi Sarayburnu'ndan denize atılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16763",
"len_data": 3519,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.56
}
|
Türevi "f(x)" veya diferansiyeli "f(x)dx" olan bir F(x) fonksiyonuna, "ilkel fonksiyon" veya "f(x)dx"`in integrali denir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16766",
"len_data": 121,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.68
}
|
Katodik koruma, bir tür metal koruma metodu.
Metallerin birçoğu su veya hava ile temas ettiğinde korozyona uğrar. Bu özellikle suyun içindeki veya toprağın altındaki metal borular için büyük bir risktir ve bu boruların yapıldığı metalin korozyona uğramaması için birçok koruma yöntemi geliştirilmiştir. Korozyonu önlemek için bu boruların yanına, onlarla temas edecek şekilde, daha aktif bir metalin yerleştirildiği koruma metoduna ise "galvanik usul katodik koruma" denir. Katodik korumanın uygulandığı birçok farklı alan vardır, yine de en çok petrol sondaj kulelerinde kullanılmaktadır.
Gemilerin yüzeylerinin paslanmasını önlemek için de kullanılır.
Katodik koruma, korunacak metal yapıyı oluşturulacak bir elektrokimyasal hücrenin katodu haline getirerek metal yüzeyinde yürümekte olan anodik reaksiyonların durdurulmasıdır.
Katodik korumada amaç, korunacak olan metalin potansiyelini anodun açık devre potansiyeline kadar polarize etmektir. Bunu sağlamak için metale katodik yönde bir dış akım uygulanır.
Uygulanmasına 1930' lu yıllarda başlamış olan katodik korumada son yıllarda büyük gelişmeler olmuş, teknolojik gelişmelere paralel olarak yüksek performanslı yeni anotların bulunması ile katodik koruma korozyonla mücadelede en etkili ve en ekonomik yöntem durumuna gelmiştir.
Katodik koruma, dış akım kaynaklı ve galvanik anotlu olmak üzere iki şekilde uygulanır.
Dış akım kaynaklı katodik koruma metale dıştan bir doğru akım uygulanarak yapılır. Bir transformatör redresör sisteminden elde edilen doğru akım (-) ucu korunacak olan metale (+) ucu da bir yardımcı anota bağlanır. Dış akım kaynaklı sistemde yardımcı anot olarak; toprak altı yapılarında en yaygın olarak kullanılan anot tipi silis katkılı demir anotlardır. Bu anotların dışında yurt dışından ithal edilen grafit ve metaloksit kaplı titanyum anotlarda kullanılmaktadır.
Galvanik anotlu katodik koruma sistemlerinde korunması istenilen metal yapıya kendisinden daha negatif potansiyelde metal (anot) bağlanarak bir galvanik pil oluşturulur. Böylece metal yapı katot haline getirilir. Galvanik anotlar kendiliklerinden çözünerek aynen bir pil gibi akım üretirler. Anodun çözünmesi sonucu açığa çıkan elektronlar, dış bağlantıdan katoda (korunan metal yapı) taşınarak katodik reaksiyon için gerekli olan elektronları sağlar. Galvanik anotlar koruma sırasında belirli hızlarla çözünerek ağırlıklarını kaybederler. Bunları uygun zaman aralıklarıyla yenileyerek koruma işlevine süreklilik kazandırılır
Katodik koruma Nedir?
Katodik koruma görevlisi metalleri kоrоzyоndan denk gelmek аmаcıylа kullanılan еn еtkili yöntemdir. Katodik korumanın temel ilkеlеri еlеktrokimyasal korozуon teoriѕine daуanır. Buna gereğіnce birleşik elektrоkіmyasal hüсreden ѕafi tek akım gеçtiğindе anotta pаslаnmа reаksiyоnu, katotta buna eşdeğer оlacak şеkildе rеdüksiyon rеaksiуonu yürür. Böyle yаlnız düzenek içindе kаtot bölgesinde hiçbir şеkildе aşındırma olayı mеydana gelmez. Bu tеorіyе dayanarak eş metalіn yüzeyіndekі anodik bölgeler kаtot haline dönüştürülerek aşındırma оlayı kesin şekilde önlenebіlіr. Katodіk korumа yapabilmek için, aуnı elektrolit içine anot görevi yapmak üzеrе ikinci eş metal daldırılır. Anot metali korunacak оlan mеtaldеn daha aktif bir metalden seçіlmіş ise, bu iki metаlin bağlantısından galvanik müşterek bаtаrуа oluşur. Bu durumda dеvrеdеn bizatihi aynı akım geçer. Korunması istenilen metal bu pіlіn katоdu olaсağından kоrоzyоna uğramaz. Buna tаhsisаt devreden geçen аkım miktаrı ile eşdeğer olarak anоt metаlі çözünerek iyon hаline geçer. Böylece yürüyen “galvanіk anotlu katodik koruma” ѕiѕtemleri yetişkin ölçеkli bir galvanik bаtаrуа gibi çаlışır. Kаtodіk korumа görеvlisi metаlleri korozуondаn korumak üzere kullanılan en etkіlі уöntemdir. Katodik korumаnın temel ilkeleri elektrоkimyasal korozyon teorіsіne dayanır. Buna bаkılırsа aуnı elektrokimyаsаl hücreden ѕafi bir akım geçtіğіnde anotta pаslаndırmа rеaksiyonu, katоtta buna eşdeğer olacak şekilde redüksiyоn reaksiyоnu yürür. Böylе аncаk sіstem ѕüreѕince kаtot bölgesinde hiç bіr şekіlde korozуon olayı mеydana gelmez. Bu teoriуe daуanarak müşterek metаlin yüzeyindeki anodik bölgeler katot haline dönüştürülerek aşındırma olayı kesіn şekіlde önlenebіlіr.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16767",
"len_data": 4203,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.69
}
|
Mircea Eliade (13 Mart 1907 - 22 Nisan 1986), din tarihçisi ve filozof.
Mircea Eliade, 13 Mart 1907'de Bükreş - Romanya'da doğdu. Çocukluğunda ve gençliğinde biyoloji, özellikle de botanik ve entomoloji ile ilgilenmiştir. Fakat yıllar geçtikçe ilgisi daha çok sosyal bilimlere kaymış, özellikle filoloji ve felsefe ile ilgilenmiştir. Bu yüzden felsefe eğitimi alır. 1928 yılında Bükreş Üniversitesi'nde felsefe dalında yüksek lisans yapar. Master tezinin konusu İtalyan Rönesans dönemi filozoflarıdır. Aynı yıl Sanskritçe ve Hint felsefesi okumak için Kalküta'ya gider. Eliade burada ders aldığı Surendranath Dasgupta'dan etkilenmiştir. Ayrıca altı ay Himalayalar'daki Rişikeş aşram'ında yaşadı. Eğitimini bitirip, dört yıl sonra, 1932'de Bükreş'e geri döndü. 1933 yılında daha sonra Fransızca ""Yoga: Essai sur les origines de la mystique Indienne" adıyla yayımlanacak olan doktora tezini verdi. Adından da anlaşılacağı gibi doktora tezi Yoga'nın farklı açılardan analizi niteliğindeydi. 1933'ten 1939'a kadar Bükreş Üniversitesi'nde felsefe ve din tarihi konuları başta olmak üzere birçok farklı konuda ders verdi.
Savaş yıllarında İngiltere'de bulundu ve savaş sonunda Romanya Sovyet kontrolüne geçince Romanya'ya dönüşü imkânsızlaştı. Gençliğinde birçok aşırı sağcı eğitim görevlisiyle yakın ilişkileri olmuştu. 1945'te Paris'e geçti, konuk profesör olarak "École des Hautes Études"`de çalıştı. 1951'de en ünlü eserlerinden biri olan "Şamanizm"" yayımlandı. 1956 yılında ise aldığı tekliflerden ötürü Paris'ten Amerika'ya geçti ve Chicago Üniversitesi'nde ders verdi. Daha sonra 1958 yılında Chicago Üniversitesi'nde Dinler Tarihi kürsüsünün başına geçti. 1961'de "History of Religions" dergisini kurdu. 22 Nisan 1986'daki ölümüne kadar Chicago Üniversitesi'nde çalışmaya devam etti ve birçok önemli eser kaleme aldı.
Nikolay Çavuşesku rejiminin son yıllarında "Iphigenia" yine adlı oyunu tiyatro programlarına dahil edildi. Ocak 1982'de, Ion Cojar tarafından yönetilen, başrolünde Mircea Albulescu, Tania Filip ve Adrian Pintea'nın yer aldığı oyunun prömiyeri Bükreş Ulusal Tiyatrosu'nda sahnelendi.
Bugün eserleri birçok farklı dile tercüme edilen Mircea Eliade, dinler tarihi konusunda gelmiş geçmiş en önemli akademisyenlerden biri olmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16769",
"len_data": 2249,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.65
}
|
Cibuti (, , ), resmî adı ile Cibuti Cumhuriyeti, Doğu Afrika'da yer alan bir ülkedir. Komşuları; kuzeyde Eritre, batıda ve güneyde Etiyopya, güneydoğusunda ise Somali'dir. Kızıldeniz'e ve Umman Denizi'nin Aden Körfezi'ne kıyısı vardır. Arap Yarımadası'nda bulunan Yemen'e 20 kilometre uzaklıktadır. Başkenti, ülke ile aynı ismi taşıyan Cibuti şehridir. Halkın %95'i Müslüman'dır.
Tarih.
Cibuti'ye bundan yaklaşık 1.000 yıl önce Arap Yarımadası'ndan göçen Müslüman Somalililer ve Afarlar yerleşmiştir.
Cibuti, 1883-1967 yılları arasında Fransız Somalilandı olarak adlandırılmaktaydı. 1967 yılında bölgenin adı Fransız Afar ve İssa Bölgesi adını almış ve sömürge kolonisi bağımsızlığını kazandığı 1977 yılına kadar bu isimle anılmıştır. Cibuti Cumhuriyeti 27 Haziran 1977 günü Fransa'dan bağımsızlığını ilan etti.
Demografi.
Ülkedeki iki büyük etnik grup Somalililerin İssa klanı ve Afarlar'dır. Ülkede Fransız sömürge dönemlerinden kalan insanlar olmakla birlikte büyük bir Arap nüfus da barındırmaktadır. 1990'lı yıllarda yapılan Cibuti İç Savaşı sırasında büyük bir Afar ve İssa kaybı yaşanmıştır.
Dil.
Fransızca ve Arapça ülkenin resmi dilleri olmakla birlikte Somalice ve Afarca da geniş yayılım bulmuştur.
Din.
Cibuti'nin en önemli dini İslam'dır. Tıpkı diğer İslam ülkeleri gibi Cibuti'de de her köy ve kasabada bir cami bulunur. Cibuti halkının %94'ü (2012 tahminine göre 740.000) Müslümandır. Müslümanların çoğu Sünniliğin Şafiilik mezhebine bağlıdır. Müslümanlıktan sonra diğer önemli din Hristiyanlıktır.
Coğrafya.
Cibuti kuzeydoğu Afrika'da Umman Denizi'ne bağlı Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyısında bulunur. Ülkenin 314 kilometre kıyısı bulunmakla birlikte 113 kilometre Eritre ile, 337 kilometre Etiyopya ile ve 58 kilometre Somali ile (toplam 506 kilometre) sınırı vardır.Cibuti Büyük Rift Vadisi üzerinde yer alır.
Cibuti'nin, 23.200 km² gibi küçük bir yüz ölçümüne sâhip olmasına rağmen, üç farklı fizikî yapısı mevcuttur. Kıyı bölgesi ile yüksek yayla bölgesini en yüksek noktası 1500 m'yi bulan dağlık bölge ayırmaktadır. Yayla bölgesi yer yer derin vâdilerle bölünmüş vaziyettedir. Irmakların mevcut olmadığı Cibuti'de bir çöküntü sonucu meydana geldiği anlaşılan Hanle Ovasında mevcut iki göl vardır. Alalı ve Assal ismindeki göller tuz gölü olup, bunlardan Assal deniz seviyesinden 150 metre aşağıdadır.
Sıcak ve kurak bir iklime sâhip olan Cibuti'de senelik sıcaklık ortalaması 32 °C civârındadır. Yağış dağlık bölgelerde kıyı bölgesine nazaran biraz daha fazladır. Yıllık yağış ortalaması kıyı şeridinde 130 mm iken, dağlık bölgelerde 500 mm. civârındadır.
Bitki örtüsü çok cılızdır. Yer yer görülen fundalıklar ve otlaklar hâricinde dağlık bölgelerde az da olsa zayıf ormanlara rastlanır. Tuz göllerindeki tuz ülkenin sâhip olduğu en önemli kaynaktır. Tatlı su gölleri ve dereleri bulunmayan ülke başka hiçbir tabiî kaynağa sâhip değildir.
Bölge ve İller.
Cibuti 5 bölge, 1 şehir ve 11 ilden oluşmuştur.
Ekonomi.
Cibuti devletinin şu anki stratejisi sahip olduğu iyi jeostratejik konumundan faydalanmaktır. Ülkenin Bab'el Mandeb Boğaza açılımı ve istikrarlı oluşu başlıca avantajlarıdır. Özgürlüğünü ilan ettiğinden beri Cibuti, Fransa'nın dünyadaki en büyük askeri üssünü (yaklaşık 3000 asker) ve 2002'den beri de çok önemli bir Amerikan askeri üssünü barındırmaktadır. Devlet bu üslerden sırasıyla yıllık 30 milyon avro ve 30 milyon dolar gelir elde etmektedir. Devlet bu gelirlerin hemen hemen tamamını ülkenin en önemli gelir kaynağı olan limanın geliştirilmesine yönelik projeler için kullanmaktadır.
Cibuti limanı 1892'den beri faaliyet göstermektedir. Liman, 1998 yılında patlayan Etiyopya ile Eritre arasındaki savaş sırasında büyük değişim yaşadı. Eritre bağımsızlığını kazandıktan sonra Etiyopya kıyısız bir ülkeye dönüşmüş ve Assab Limanını kullanmaktaydı. Bu iki ülke arasında savaş patlayınca Etiyopya tüm alışverişini Cibuti Limanı üzerinden gerçekleştirmeye mecburdu. Ayrıca Birleşik Arap Emirleri ve Dubai Ports World (DPW) tan gelen büyük yatırımlar limanın geliştirmesinde büyük rol oynamıştır. Dubai Ports World(dünyanın 3. en büyük liman işletmecisi) 2000 yılından beri limanı yönetmektedir.
Ülke, Dorale'de daha gelişmiş ve 3. kuşak gemileri karşılayabilen yeni bir limanın inşaatını tamamlamıştır. Dorale limanı ayrıca 400 Milyon dolarlık yatırımla yapılan 20 hektarlık büyük bir serbest bölgesi içermektedir.USAID, Afrika' ya gönderilecek gıda yardımını bu bölgede depolamaktadır. 2006 yılında hizmete giren petrol terminali ise 153 milyon dolara mal olmuştur.
Ülkenin en önemli iş ortağı Fransa'dır, fakat Çin de diğer Afrika ülkelerine olduğu gibi Cibuti'ye büyük ilgi göstermektedir. Nisan 2008'de Cumhurbaşkanı İsmail Omar Geulleh Başkent Cibuti'den 15 km uzaklıkta bulunan Moucha Adalarında kumarhane ve lüks oteller inşa etmek isteyen Çin projesini açıklamıştır. Turizm bu ülkede hala az gelişmiştir.
Kültür.
Cibutililerin giydiği kıyafetler bölgenin sıcak ve kurak iklimini yansıtır. Batılı giyim tarzı olan kot pantolon ve t-shirt yerine erkekler genellikle beli saran sarong benzeri "macawiis" giyerler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16781",
"len_data": 5058,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.41
}
|
Bir fizik terimi olarak maddenin hâli, maddenin aldığı farklı fazlardır. Günlük hayatta maddenin dört farklı hâl aldığı görülür. Bunlar; katı, sıvı, gaz ve plazmadır. Maddenin başka hâlleri de bilinir. Örneğin; Bose-Einstein yoğunlaşması ve nötron-dejeneje maddesi. Fakat bu hâller olağanüstü durumlarda gerçekleşir, çok soğuk ya da çok yoğun maddelerde. Maddenin diğer hâllerininde, örneğin quark-gluon plazmalar, mümkün olduğuna inanılır fakat şu an sadece teorik olarak bilinir.
Tarihsel olarak, maddenin özelliklerindeki niteleyici farklılıklara dayanarak ayrım yapılır. Katı hâldeki madde bileşen parçaları ile (atomlar, moleküller ve iyonlar ile) bir arada tutulur ve böylece sabit hacim ve şeklini korur. Sıvı hâldeki madde hacmini korur fakat bulunduğu kabın şeklini alır. Bu parçalar bir arada tutulur ama hareketleri serbesttir. Gaz hâlindeki madde ise hem hacim olarak hem de şekil olarak bulunduğu kaba ayak uydurur. Bu parçalar ne beraber ne de sabit bir yerde tutulur. Maddenin plazma hâli ise, nötr atomlarda dahil, hacim ve şekil olarak tutarsızdır. Serbestçe ilerleyen önemli sayıda iyon ve elektron içerirler. Plazma, evrende maddenin en yaygın şekilde görülen hâlidir.
Dört ana hâl.
Katı.
Katılarda parçacıklar (iyonlar, atomlar ya da moleküller) sıkı sıkı bir arada tutulmuştur. Parçacıklar arasındaki bağlanma güçlüdür. Bu yüzden bu parçalar serbestçe hareket edemezler fakat titreşim oluşturabilirler. Bu yüzden bir katı sabittir, belli bir hacmi ve şekli vardır. Katıların şekli sadece bir kuvvet tarafından değiştirilebilir. Örneğin kırılabilir ya da kesilebilir. Örnekte, kristal hâldeki katıda, parçacıklar (atomlar, moleküller ya da iyonlar) düzenli bir sırada toplanmışlardır. Birden çok, farklı kristal yapılar vardır ve aynı madde birden fazla yapıya (ya da katı fazda) sahip olabilir. Örneğin, demirin kütle merkezi 912 °C den az sıcaklıkta kübik yapıya sahiptir. 912 ve 1394 °C sıcaklık arasında ise yüzey merkezli kübik yapıya sahiptir. Buzun çeşitli sıcaklıklarda ve basınçlarda var olan on beş kristal yapısı bilinir.
Camlar ve diğer kristal olmayan yani uzun vadeli diziler hariç kendine özgü billurlaşmıs bir biçimi olmayan katılar termal denge durumunda değillerdir. Bu yüzden bunlar maddenin klasik olmayan hâli olarak aşağıda tanımlanmıştır.
Katılar eritilerek sıvılara, sıvılarda dondurularak katılara dönüşebilirler. Bunun yanında, katılar direkt olarak süblimleşme ile gaz hâline dönüşebilirler.
Sıvı.
Bir sıvı neredeyse sıkıştırılamayacak akışkanlıktadır yani bulunduğu kabın şeklini alır. Fakat basınçtan bağımsız olarak, (neredeyse) sabit bir hacimde kalır. Eğer sıcaklık ve basınç sabitse, belli bir hacmi vardır. Katı hâldeki bir madde erime noktasının üstünde ısıtılırsa, yani verilen basınç maddenin üçlü noktasından daha yüksek olursa, bu katı sıvılaşmaya başlar. Moleküller arası (ya da atomlar, iyonlar arası) kuvvetler de önemlidir. Fakat, moleküllerin birbirleriyle ilişki kurması yeterli enerjiye sahiptir ve yapıları hareketlidir. Bu da verilen sıvının tanımlanamaması anlamına gelir ama bulundukları kap ile tanımlanırlar. Hacimleri genellikle katılardan daha büyüktür .En çok bilinen örneği ise su, H2O dur. En yüksek sıcaklıkta verilen bir sıvı kritik sıcaklıkta var olabilir.
Gaz.
Bir gaz sıkıştırılabilir. Gazlar bulundukları kabın şekline uymak zorunda değillerdir. Hem de bulundukları kabı genişletebilirler.
Bir gazda moleküller yeterli kinetik enerjiye sahiplerdir. Bu yüzden moleküller arası uygulanan kuvvet çok azdır (ya da ideal gazlarda sıfırdır) ve moleküller arası uzaklık, moleküler boyutlarından çok daha büyüktür. Bir gaz şekil ve hacim tanımlamasına sahip değildir. Ama bulundukları kabı kaplarlar. Bir sıvı sabit basınçta ve kaynama noktasında ısıtma ile ya da sabit sıcaklıkta basınç azaltılarak bir gaza dönüştürülmüş olabilir.
Bir gazın kritik sıcaklık değeri altındaki sıcaklıklarda soğutma olmadan tek başına sıkıştırılması ile bu gaz sıvılaştırılabilir. Buna vapor adı da verilir. Katının (ya da sıvının) gaz basıncının buhar basıncına eşit olduğu durumlarda, bir buhar bir sıvı (ya da katı )ile denge içinde olabilir.
Sıcaklığı ve basıncı sırasıyla kritik sıcaklık ve kritik basınç tan yüksek olan bir süperkritik akışkan (SCF)gazdır.Bu durumda, sıvı ve gazlar arasında ayrım kaybolur. Bir süperkritik akışkan, bir gazın fiziksel özelliklerine sahiptir.Fakat bazı yararlı uygulamalara yol açan durumlarda yüksek yoğunluğu çözücü özellik sunar. Örneğin; kafeinsizleştirilmiş kahve
Plazma.
Bir plazmanın gazlarda da olduğu gibi, belirli bir şekli ya da hacmi yoktur. Gazların aksine, plazmalar elektrik akımını iletirler. Manyetik alan ve elektrik akımı üretirler ve elektromanyetik kuvvetlere karşılık verirler. Pozitif yüklü çekirdek, serbetçe hareket eden ayrılmış elektronların "deniz"inde yüzebilir. Aslında elektrik yapmak için plazma özel meselesi sağlayan bu elektron "deniz " dir.
Maddenin plazma hâli genellikle yanlış anlaşılır ama gerçekte dünya üzerinde oldukça yaygındır ve insanların çoğu bu plazma hâlini farkında olmadan düzenli olarak gözlemlerler. Ateş, ışıklandırma, elek kıvılcımları, floresan lambaları, neon ışıklar, plazma televizyonlar ve yıldızlar plazma hâlindeki ışıklandırılmış maddelerin örnekleridir.
Bir gaz genellikle bir plazmaya iki şekilde dönüştürülür. Bunlar; iki nokta arasındaki voltaj farki ve son derece yüksek sıcaklığa maruz bırakmak ile gerçekleşir.
Maddeyi yüksek sıcaklıklarda ısıtmak elektronların atomlardan ayrılmasına sebep olur. Böylece serbest elektronlar meydana getirilir. Çok yüksek sıcaklıklarda, örneğin yıldızlarda bulunan, elektronların aslında “serbest” olduğu ve çok yüksek sıcaklıktaki plazmanın bir elektron denizinde yalın bir şekilde yüzdüğü farzedilir.
Faz geçişleri.
Maddenin hâli, faz geçişleri ile de ayırt edici özellik olur. Bir faz geçişi yapıdaki bir değişimi gösterir ve özelliğindeki ani bir değişim ile ayırt edilebilir. Herhangi bir hâlden başka bir hâle geçen madde bir faz dönüşümü ile ayırt edilebilir. Suyun birçok farklı katı hâli olduğu söylenebilir. Süper iletkenliğin görünüşü faz dönüşümü ile ilişkilendirilir. Yani, süper iletkenlik hâlleri vardır. Örnek olarak, demir manyetizması hâli, faz geçişleri ile ayrılır ve ayırt edici özellikleri vardır.
Hâl değişimi gerçekleştiğinde, aşamaların ara adımları mezofaz olarak adlandırılır. Böyle fazlar sıvı kristal teknolojisinin tanımı ile kullanılır.
Verilen maddenin hâli ya da fazı basınç ve sıcaklık koşullarına bağlı olarak diğer aşamalara geçiş için değişebilir; Örneğin, sıcaklık artışı ile katıdan sıvıya geçişler. Mutlak sıfır civarlarında, bir madde katı hâlde bulunur. Eğer bu maddeye ısı verilirse erime noktasında sıvılaşarak erir,kaynama noktasında gazlaşır ve eğer yeterince yüksek derecede ısıtılırsa plazma hâline geçer. Plazma hâlinde elektronlar oldukça enerjilidir bu yüzden atomlarından ayrılırlar.
Maddenin formları moleküllerden oluşturulmaz ve farklı güçler tarafından düzenlenen formlarda maddenin durumları olarak düşünülebilir. Süperakışkanlar (Fermiyonik yoğuşma gibi) ve quark–gluon plazma örnekleridir.
Kimyasal Denklemlerde maddenin katı hâli için (k), sıvı için (s), gaz için (g) ile gösterilebilir. Sulu çözelti için ise (aq) ile gösterilir. Kimyasal denklemlerde plazma hâlindeki maddeler nadiren kullanılır. Bu yüzden plazma hâlini tanımlamak için standart bir sembol yoktur.
Klasik olmayan hâller.
Cam.
Kristal olmayan ya da şekilsiz bir katı olan cam, sıvı hâline doğru ısıtıldığında bir cam geçişi gösterir. Camlar oldukça farklı tip malzemeden yapılabilir. Örneğin; inorganik ağlar (silisik asit tuzu eklenerek yapılmış pencere camı), metal alaşımları, iyonik erimeler, sulu çözeltiler, moleküler sıvılar ve polimerler gibi.
Termodinamiksel olarak, bir cam kendi kristal parçalarına uyarak yarı kararlı bir hâlde bulunur.
Kristallerin bazı derecelerdeki bozuklukları.
Bir plastik kristal, uzun menzil dizilimi ile bir moleküler katıdır ama tutunan bileşen moleküller serbestçe döner. Konumsal camlarda bu serbestlik derecesi bastırılmış düzensiz hâlde donmuştur.
Benzer olarak, Dönen camlarda manyetik düzensizlik donmuştur.
Likit (Sıvı) Kristal Hâl.
Kristal sıvı hâli akışkan sıvılar ile düzenli katılar arasında özelliklere sahiptir. Genellikle, bir sıvı gibi akabilirler ama uzun menzili düzen gösterirler. Örneğin, nematik kristal, 118–136 °C arasındaki sıcaklık aralığında olan para-azoxyanisole gibi uzun çubuk moleküllerden oluşur. Bu hâlde, moleküller sıvılar gibi akışkandır ama her nokta aynı yöndedir (aynı alan çevresinde) ve serbestçe hareket edemezler.
Kristal sıvıların diğer bir çeşidi bu hâldeki ana madde yazısında bahsedilir. Birçok çeşidi teknolojik açıdan öneme sahiptir. Örneğin, kristal sıvı gösterimleri
Manyetik düzenleme.
Geçiş metal atomlarının kimyasal bağ formu almamış ve bağlanmamış kalan elektronlarından gelen manyetik momentleri vardır. Bazı katılarda, farklı atomların manyetik momentleri düzene geçer ve ferromanyetik, antiferromanyetik, ferrimanyetik formları alabilir.
Ferromanyetik maddelerde –örneğin katı demir- her atomun manyetik momenti, manyetik etki alanı içinde aynı yönde hizalanır. Eğer alanlar da sıralıysa, katı geçici manyetiktir; harici bir manyetik alan bulunmasa da manyetikliği devam eder. Mıknatıs, Curie noktasına (demir için 768 °C) kadar ısıtıldığında manyetiklik kaybolur.
Antiferromanyetik maddeler birbirine eşit ve karşıt iki manyetik moment ağı barındırır. Bu ağlar birbirini yok eder ve böylece manyetizm sıfırlanır. Örneğin, nikel(II) oksit (NiO) ‘de, nikel atomlarının yarısı momentlerini bir yönde, kalan yarısı tam tersi yönde hizalar.
Ferrimanyetik maddelerde, manyetik momentler karşıt yöndedir ancak birbirine eşit büyüklükte değildir, böylece birbirini sıfırlayamazlar. Fe3O4 bu duruma örnektir, Fe2+ ve Fe3+ iyonları farklı manyetik momentlere sahiptir.
Mikrofaz ayrışması.
Kopolimerler periyodik nanoyapıların çeşitli dizinlerini oluşturmak için mikrofaz ayrışması geçirebilir. Mikrofaz ayrışması, yağ ve su arasındaki faz ayrımına bakarak anlaşılabilir. Bloklar arasındaki kimyasal uyumsuzluk sebebiyle, blok kopolimerler benzer bir ayrışma içine girer. Ancak bloklar kovalent bağ ile bağlı oldukları için yağ ve su gibi tekrar karışamazlar. Her bloğun uzunluğuna ve genel blok topolojisine bağlı olarak, her biri kendi madde fazında pek çok morfoloji gözlenebilir.
Düşük sıcaklık hâlleri.
Süper akışkan.
Mutlak sıfır yakınlarında bazı sıvılar bir ikinci sıvı formunda "'superfluid" olarak belirtilir. Çünkü, akışkanlığı sıfırdır (ya da sonsuz akışkanlık vardır; sürtünmesiz akmak gibi].Bu 1937’de, süper akışkan forumunda olan 2.17 K lambda sıcaklığının altındaki helyum için keşfedilmiştir. Bu hâldeyken, kendi kabından dışarı çıkmaya kalkışır. Ayrıca sonsuz termal iletkenlik sahibidir. Böylece hiçbir sıcaklık düşümü süper akışkan forumunda olamaz. Bir süper akışkanı dönen bir kaba yerleştirdiğimizde girdap ile sonuçlanır.
Bu özellikler, Bose–Einstein yoğuşmasının formu yaygın izotop olan helium-4 teorisine açıklanır. Son zamanlarda Fermiyonik yoğuşması süper akışkanları nadir izotop olan helium-3 ve lithium-6 tarafından düşük sıcaklıklarda bile oluşturulmuştur.
Bose–Einstein yoğuşması.
Albert Einstein ve Satyendra Nath Bose "Bose–Einstein yoğuşması" ‘ nı 1924’te tahmin etmiştir. Bazen maddenin beşinci hâli olduğunu düşünmüşlerdir. Bose–Einstein yoğuşmasında, madde bağımsız parçacık gibi davranmayı durdurur ve tek kuantum hâline düşer.
Gaz fazında, Bose–Einstein yoğuşması onaylanmamış teorik tahmin olarak kalmıştı. 1955’te, Eric Cornell ve Carl Wieman’nin Colorado Üniversitesindeki araştırma grubu ilk yoğuşma deneyini ürettiler. Bose–Einstein yoğuşması katıdan daha "soğuk" tur. Atomlar çok benzer (ya da aynı) kuantum seviyesine ulaştığında gerçekleşir. Bu da mutlak sıfır (-273.15 °C) ' a çok yakındır.
Fermiyonik yoğunlaşma.
"Fermiyonik yoğunlaşma ", Bose-Einstein yoğunlaşmasına benzer fakat fermiyonlardan oluşur. Pauli ilkesi fermiyonların aynı kuantum durumuna girmesini engeller, fakat bir çift fermiyon bozon gibi davranabilir ve böyle çiftler daha sonra bir kısıtlama olmadan aynı kuantum durumuna girebilir
Rydberg molekülü.
Rydberg maddesi, güçlü bir ideal olmayan plazma metastabl durumlarından biridir. Heyecanlı atomların yoğunlaşmasıyla form alır. Bu atomlar eğer kesin bir sıcaklığa ulaşırsa iyonlara ve elektronlara da dönüşebilir. Nisan 2009'da "Nature", Rydberg atomundan ve zemin atomundan Rydberg molekülü oluşumunu bildirdi. Deneyde ultra soğuk rubidyum atomları kullanıldı, böyle bir madde hâlinin olabileceğini kanıtladı. Deney çok soğuk rubidyum atomları kullanılarak yapıldı.
Kuantum Hall hâli.
"Kuantum Hall hâli", anlık akışa dik yönde ölçülen kuantize Hall voltajını arttırır. "Kuantum Hall yörüngesi durumu" elektronik cihazların daha az enerji tüketmesi ve daha az ısı üretmesinin önünü açacak teorik bir fazdır. Bu, maddenin Kuantum Hall durumunun bir türevidir.
Garip madde.
Garip madde,Tolman-Oppenheimer-Volkoff sınırına yakın (yaklaşık 2-3 güneş kütlesi) bazı nötron yıldızları içinde bulunabilen kuark maddenin bir türüdür. Düşük enerji durumlarında kararlı olabilir
Fotonik madde.
Fotonik maddede, fotonlar kütleleri varmış gibi davranır ve birbirleriyle etkileşime girerler, fotonik moleküller dahi oluşturabilirler. Bu durum fotonların kütleleri olmaması ve etkileşime girememeleri gibi genel özelliklerine aykırıdır
Yüksek enerji hâli.
Madde bozunması.
Oldukça yüksek basınç altında, sıradan maddeler bir takım egzotik durum değişimlerine uğrayarak bozulmuş madde olarak bilinen duruma geçerler. Bu şartlarda, maddenin yapısı Pauli dışlama prensibiyle desteklenir. Astrofizikçilerin bu duruma büyük ilgileri vardır, nötron yıldızları ve beyaz cücelerde var olan yüksek basınç durumunun nükleer füzyon için kullanıldığına inanılır.
Elektron-dejenere madde beyaz cüce'nin içinde bulunur. Elektronlar atomlarına bağlı kalır fakat yakın atomlara transfer edilebilir. Nötron-dejenere madde nötron yıldızında bulunur. Büyük çekim basıncı atomlara büyük bir sıkıştırma basıncı uygular ki elektronlar protonlarla ters beta bozunması yoluyla birleşmek zorunda kalır, sonuç olarak çok yoğun bir nötron yığını elde edilir. (Normalde atomik çekirdeğin dışındaki serbest nötronların yarılanma ömrü 15 dakikanın altındadır, fakat nötron yıldızında, atomun çekirdeğinde olduğu gibi diğer etkenler nötronları stabilize eder.)
Kuark-gluon plazması.
Kuark-gluon plazması, kuramsal zerrelerin gluonlar denizinde (kuramsal zerreleri bir arada tutan güçlü kuvveti ileten atomaltı parçalar), serbestçe ve bağımsızca hareket edebildiği (parçaların sürekli bağlı olması yerine) duruma denir. Bu; molekülleri atomlara bölmek ile benzer. Bu durum kısaca parçacığın ivmesinde elde edilebilir ve bilim adamlarının sadece teoride kalmayıp, bireysel quarklarınn özelliklerini gözlemlemesine izin verir.
Quark-gluon plasma 2000'de CERN'de keşfedildi.
Renkli cam yoğuşması.
Renkli cam yoğuşması, atomik nötronların ışığın hızına yakın ilerlediğinin varlığını teorize edilmesinin bir çeşididir. Einstein'ın görelilik teorine göre, yüksek enerjili çekirdek, hareketinin yönü boyunca uzunluğu kısaltılmış ya da sıkıştırılmış görülür. Sonuç olarak, çekirdeğin içindeki gluonlar sabit bir gözlemciyi gluonik duvar gibi görünür. Çok yüksek enerjilerde, gluonların bu duvarda ki yoğunluğu çok yüksek şekilde artıyormuş gibi görünür. Quark-gluon plazmanın duvarların çarpışmasında üretilmesinin tersine, rengi cam yoğuşması sadece duvarlarla ifade edilir ve parçacıkların gerçek özlellikleri sadece yüksek enerji koşulları altında gözlenir.
Diğer ileri sürülen hâller.
Süper katı.
Bir değiştiğinde süper sıvı özellikleri ile dağınık şekilde sipariş edilen malzeme (diğer bir deyişle, bir katı veya kristal) olduğunu. Benzer bir süper sıvı, bir değiştiğinde sürtünme hareket edebilir ama sert bir şekli korur. Bir değiştiğinde sağlam olsa da, birçok karakteristik özellikleri birçok konuda.
Süper Cam.
Süper cam, süperakışkanlığı ve dondurulmuş biçimsiz yapısı ile ayırt edici özelliği olmuş bir maddedir.
Karanlık madde.
Evrenin kütlesinin yaklaşık % 83'ünü karanlık maddeden oluşmasına rağmen, karanlık madde elektromanyetik radyasyonu emmediği ve yayılmadığı için birçok özelliği bir gizem olarak kalır. Buna karşın, karanlık maddenin neden yapıldığı ile ilgili birçok teori vardır. Bu nedenle karanlık maddenin var olduğunu varsayılırken ve evrenin büyük çoğunluğunu oluştururken. Özellikleri bilinmez ve spekülasyon yaratır. Çünkü karanlık madde sadece yerçekiminin etkilerinden dolayı gözlemlenir.
Equilibrium gel.
Denge jeli Laponite denilen sentetik bir çamurdan yapılmıştır. Diğer jellerin yapısının aksine, yapısı boyunca aynı tutarlıkta ve sabit kalır. Yani katı kütle parçalarına ayrılmaz ve daha çok sıvı kütlenindir. Denge jel filtrasyon kromatografisi, sıvı bağlayıcı ligandın hesaplanması için kullanılan bir tekniktir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16782",
"len_data": 16798,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.15
}
|
Vehhabîlik (, "el-Vehhabîyye") ya da Vahhabizm, İslam'a bağlı Sünni-Hanbelî mezhebinin bir altkolu olan ve 18'inci asırda Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından başlatılmış fikir akımıdır. Muhammed bin Abdülvehhâb kendi düşüncelerini Kur'an ve Hadislerde olmayan her şeyin reddi, esas İslam'a dönüş olarak tanımlar. Abdülvehhâb'ın etkilendiği İbn Teymiyye ve Ahmed bin Hanbel gibi İslam alimlerinin düşüncelerinin ve şirk olarak görülen şeylere karşı duruşlarının etkisi Vehhabîlik akımında baskındır. "Vahhabi(zm)" terimi Abdülvehhâb'ın şahsı tarafından kullanılmadı, hatta bazı taraftarları "Selefî" terimini kullanmayı tercih ederek "Vahhabi" kullanımını reddederler. Bunun bir sebebi ise Muhammed bin Abdülvehhâb'ın yeni bir İslam yorumu getirmediği ve esas İslam'ı, Ahmed bin Hanbel'i takip ederek tekrar canlandırdığı düşüncesidir. Vehhabîlik tanımlamasını nadir olarak benimseyen Vehhabîler olsa da, sıklıkla bu mezhepte olmayanlar tarafından onları tanımlama amacıyla kullanılır.
Tarihçe.
"Vahhabilik" veya Selefilik hareketinin Osmanlılar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Paşa, oğlu Tosun Paşa komutasındaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vahhabilerin elinden kurtardı (1812-1813). Daha sonra bizzat Emir Abdülaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdülaziz'in ölümü (1814) üzerine Vahhabiler ağır bir yenilgiye uğradı. Nihayet Mehmet Ali Paşa'nın kumandanı İbrahim Paşa, Abdülaziz'in yerine geçen oğlu Abdullah ve çocuklarını esir ederek İstanbul'a gönderdi. Bunların İstanbul'da asılarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vahhabilik hareketinin ilk dönemi kapandı.
Savaş sırasında kaçarak kurtulmayı başaran Suud hanedanından Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete girişerek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vahhabi devletini kurmayı başardı. Daha sonraları bir takım çekişmeler olmuşsa da Suud hanedanından Abdülaziz bin Suud, Vahhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralık 1916 tarihli anlaşma ile İngilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı diğer bölgelerin hükümdarı olarak tanındı. Bu anlaşmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarına bırakacak ve kendisinin seçtiği veliaht da İngilizlere bağlı kalacaktı. Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı'nın arkasından Vahhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayıs 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilan etti. Böylece Abdülaziz bin Suud, Suudi Arabistan Kralı olarak tüm Hicaz'ı egemenliği altına aldı. Bu devlet, Suudi Arabistan Krallığı adıyla varlığını sürdürmektedir.
İtikatları.
Vahhabiliğin din anlayışı, Muhammed bin Abdülvahhab'ın üzerinde önemle durduğu tevhid "(Allah’ın birlenmesi)" konusundaki yorumu çevresinde toplanır. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre tevhid, kullukta Allah'ı bir tanımaktır. Tevhid kelimesini "(Lâ ilâhe illallâh)" söylemek Allah'tan başka tapınılan şeyleri tanıdıkça bir anlam taşımaz. Allah kalple, dille ve davranışlarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrılır. İlki, Allah'ı isim ve sıfatlarında birlemek "(tevhid-i esma ve sıfat)," ikincisi Allah'ı Rabb'lıkta birlemek "(tevhid-i rububiyet)," üçüncüsü de Allah'ı ilahlığında birlemektir "(tevhid-i uluhiya)." Allah'ı bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnetin dışında emir ve yasak tanımamak, İslâm Peygamberi'nin döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terk ederek Allah'ı birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah'tan başkasından yardım dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır.
Tevhit anlayışları.
Bu tevhit anlayışının getirdiği önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birisi, Peygamber'den şefaat talebinde bulunulamayacağıdır. Şefaat, Allah'a özel bir haktır. Bu nedenle Peygamber'den doğrudan şefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktır. Nitekim Arap paganlar da Allah'ı kabul ettikleri halde, melekleri, putları şefaatçi kabul ettikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaat inancı gibi yaygın olan tevessül inancı da şirktir. Tevessül inancı, daha çok mutasavvıflar arasında yaygındır. Bir takım şeyhlerin, velilerin hem hayatlarında, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarına inanılmakta, onların himmetleri dilenmekte ve Allah'tan şefaat dilenmesi için aracı kılınmaktadırlar. Bu da açık bir şirktir. Çünkü Allah'ın yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, işleri düzenleme ve belirlemede ortağı yoktur.
Bidatlar meselesi.
Vahhabiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid'atlar karşısındaki tutumudur. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bid'attır. Bir bid'at çıkaran melundur ve çıkardığı şey reddedilmelidir. Bid'atların çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Peygamberin kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Peygamber'in anısını yüceltmek, Muhammed'in hırkasını ve Muhammed'in sakalını ziyaret etmek, Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmaktır.
Mevlit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlit okumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak yasaklanmalıdır. Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, tas vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmak, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyla şirke neden olan bidatlardandır. Riya için namaz kılmak, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da şirktir. Cami ve mescitlerin süslenmesi, minare yapılması da terk edilmesi gereken bidatlardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16783",
"len_data": 6264,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.56
}
|
Pekcan Koşar, (11 Nisan 1936, İstanbul - 16 Eylül 2005, Yalova), Türk oyuncu ve seslendirme sanatçısı.
İlk yılları, eğitimi ve kariyeri.
11 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da doğdu. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi. Tiyatroya Güzel Sanatlar Akademisi’nde amatör olarak başladı. Küçük Sahne’de 1955 yılında “"Çayhane"” oyunuyla profesyonelliğe adımını attı. Burada Agah Hün, Vala Önengüt gibi isimlerden seslendirme eğitimi aldı.
1958 yılında Oda Tiyatrosu’na girdi; “"Misafir"”, “"Gökteki Kaldırımlar"”, “"Öteki"”, “"Tapılacak Kadın"” ve “"Tersine Dönen Şemsiye"" adlı piyeslerde oynadı. Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nun saat 6 temsillerine katıldı.
1961'de Gong Tiyatrosu'nu kurdu. Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu'nun Küçük Sahne'deki temsillerinde oynadı. Arena Tiyatrosu ve Kadıköy Özel Tiyatrosu'nda kısa bir süre bulunduktan sonra 1969 yılında Kent Oyuncuları Tiyatrosu'nda geçti. Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda oyunculuk ve yönetmenlik yaptı.
Özel yaşamı.
Kendisi gibi tiyatro sanatçısı olan Itri Koşar'ın babasıdır. Pekcan Koşar, daha çok "Hababam Sınıfı" serilerinde hem Tarık Akan'ın hem Ahmet Arıman'ın seslendirmesini yaptı. "Selvi Boylum Al Yazmalım" filminde de Kadir İnanır'ı seslendirmesiyle akıllarda yer etmiştir.
Ölümü.
16 Eylül 2005 tarihinde kalp krizi sonucu Yalova'nın Çınarcık ilçesindeki yazlığında öldü. İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16785",
"len_data": 1379,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.97
}
|
Celsius ölçeği, 1742'de İsveçli astronom Anders Celsius'un ismiyle adlandırılmış bir sıcaklık ölçme birimidir.
Celsius, sıcaklık birimidir ve 0 °C, suyun donma noktasına, 100 °C ise kaynama noktasına denk gelir. Bu özellikleri nedeniyle Celsius, özellikle günlük kullanımda sıcaklığı ölçmek için yaygın bir birimdir.
Celsius, İsveçli astronom Anders Celsius tarafından geliştirilmiştir ve öncelikle Santigrad olarak adlandırılmıştır. Uluslararası birim sistemi (SI) tarafından tanımlanmıştır ve birim sembolü "°C" ile gösterilir.
Celsius sıcaklık birimi, Fahrenheit ve Kelvin gibi diğer sıcaklık birimleriyle karşılaştırılabilir. Fahrenheit, Amerikalı fizikçi Daniel Gabriel Fahrenheit tarafından geliştirilmiştir ve sıcaklık ölçeği, suyun donma noktası için 32 °F ve kaynama noktası için 212 °F olarak tanımlanmıştır. Kelvin ise, termodinamik sıcaklık birimi olarak tanımlanmıştır ve mutlak sıfırın sıfır olduğu bir ölçek kullanır. Kelvin ölçeği, 0 K'dan başlar ve sıcaklık birimleri kelvin (K) ile gösterilir.
Celsius ölçeğine göre, suyun üçlü noktası (aynı anda katı, sıvı ve gaz halinde bulunabildiği sıcaklık: "triple point") 0,01 °C (veya 273,16 °K) olarak tanımlanır. (Bu tanımla, daha önce referans alınan suyun donma noktası 273,15 °K'dir, ancak üçlü noktanın ölçümü çok daha kesin bir şekilde yapılabilmektedir). Bir derece Celsius (1 °C) ise, mutlak sıfır ile suyun üçlü noktasının farkının 1/273,16'sı olarak tanımlanmıştır. İlk olarak Anders Celsius tarafından önerilen buzun erime noktası ile suyun kaynama noktası arasında 100 derecelik bir sıcaklık ölçeği düşüncesi, 1954 yılında daha kesin sonuç vermesi amacıyla bu şekle getirilmiştir. Bu değişiklik ve Uluslararası Ağırlıklar ve Ölçüler konferansının son kararları doğrultusunda (°C) birimindeki C sembolü santigrat olarak değil Celsius (selsiyus) şeklinde okunacak. Yani (°C) nin doğru okunuşu "derece Celsius (selsiyus)" şeklindedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16787",
"len_data": 1904,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.04
}
|
Daniel Gabriel Fahrenheit ya da Gabriel Daniel Fahrenheit (24 Mayıs 1686 Danzig - 16 Eylül 1736 Lahey), Alman fizikçi.
Hollanda ve İngiltere gezilerinde deneysel fizik ve meteoroloji alanlarında kullanılan kimi araçların yapımını öğrendi. 1710'da yaptığı termometre başlangıç noktası olarak soğuk bir karışımın sıcaklığını bitiş noktası olarak da ağız boşluğunun sıcaklığını ilke saydı. Daha sonra bu termometreyle ölçtüğü suyun donma sıcaklığını 32, kaynama sıcaklığını da 212 derece olarak saptayarak kısaca °F simgesiyle gösterilen Fahrenheit derecesi ölçeğini ortaya koydu. 1720 termometresini daha da geliştirerek ispirto yerine ilk kez cıvayı kullandı. İngiltere'de, Royal Society üyeliğine seçildi. Maddenin kaynama noktasının hava basıncıyla değiştiğini gösterdi. 1721'de suyun aşırı soğuma özelliğini 1724'te de içine tuz karıştırılan suyun donma ve kaynama sıcaklıklarının değiştiğini ortaya koydu. Günümüzde ABD'de, bazı eski İngiliz sömürgelerinde, bazı İngiliz denizi aşırı topraklarında, bazı eski ABD sömürgelerinde ve bazı ABD denizi aşırı topraklarında, sıcaklık ölçü birimi olarak kullanılmakta olan Fahrenheit derecesi ile Celsius derecesi arasında
şeklinde bir bağıntı vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16791",
"len_data": 1197,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.9
}
|
Fahrenheit şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16794",
"len_data": 34,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.21
}
|
İlham perileri, Musalar veya Müzler (, ), Yunan mitolojisinde kardeş tanrıçalardır. Geleneksel olarak dokuz tanedirler. Başlangıçta muhtemelen sadece "şiir" tanrıçasıyken zamanla bilim ve diğer sanatlarla da ilişkilendirilmişlerdir. Hiçbir Müz plastik sanatlarla (heykel, resim) ilişkili kılınmamıştır. Bu, belki de inanıldıkları toplumlarda el ile çalışmanın değersiz sayılmasındandır.
Bu sözcük ise etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen "men" kökünden gelmektedir. Latince "musa". Hesiodos`un "Theogony"`sine göre, Müzler tanrıların kralı Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne'in kızlarıdır. Bu yüzden Müzlere "Bellek'in Kızları" veya "Ahenk'in Kızları" da denir.
Efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirmiştir ve her gece için bir müz doğmuştur. Müzler sırasıyla
Müzlerin adları hemen hemen her şiirde geçer, fakat kendilerine ait bir destanları yoktur. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16795",
"len_data": 1010,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.74
}
|
Musalar şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16801",
"len_data": 31,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 1.86
}
|
Abdulgaffar Han (unvanıyla birlikte Han Abdulgaffar Han) veya ona takılan ismiyle Badşah Han ("Hanların Şahı") (1890-1988) ünlü Peştun politik lider. Hudutların Gandhi'si olarak da anılmıştır.
Hayatı.
Han Abdulgaffar Han, 1890 yılında güçlü bir Peştun aşiretinde doğdu. Kan davası ve iç çatışmalarla adını duyuran hudut bölgesinde ve "vahşi" olarak nitelenen Peştunların eğitilmesi için daha genç yaşlarında çeşitli çalışmalara koyuldu. En büyük hayali halkının yaşam şartlarını geliştirmek ve onlara modern bir eğitim imkânı sağlayabilmekti. Bunun dışında İngiliz yönetiminden hoşnut değildi ve tüm etnik halkların ve farklı din mensuplarının bir arada yaşayacağı bağımsız bir Hindistan taraftarıydı. 1920'lerde "Khudai Khidmatgar" ("Allah'ın hizmetçileri") isimli grubu kurdu. Giydikleri üniforma benzeri kırmızı gömlekler nedeniyle, çevre halkı ve İngiliz yönetimi tarafından "Kırmızı Gömlekliler" ("Red Shirts") olarak anılmışlardır.
Dönemin ünlü özgürlük lideri Mohandas Gandhi'nin öğretilerinden fazlasıyla etkilenen Han Abdulgaffar Han bu grubu, Gandhi'nin şiddetsiz direniş öğretisine adadı. Temel amaçları sosyal hizmetlerde bulunmak, eğitim kurumları açmak ve Hindistan'ın bağımsızlık hareketinde şiddetsiz direniş ve sivil itaatsizlik öğretilerine, "satyagraha"ya itaat etmekti. Zaman içinde üye sayısı 100 bine ulaşan Kırmızı Gömlekliler şiddet kullanmayacaklarına dair bir yemin ederek gruba katılıyorlardı. II. Dünya Savaşı gibi, Hindistan'da Gandhi dışında birçok liderin şiddetsiz öğretiye ara verip silahlı bir mücadeleye girmenin o an için gerektiğini savunduğu zamanlarda, Badşah Han ve onun liderlerliğini yaptığı Kırmızı Gömlekliler şiddetsiz direniş öğretisine ve Gandhi'ye bağlı kalmışlardır. Nitekim Abdulgaffar Han hayatı boyunca bu öğretinin en büyük inananlarından olmuştur. Aynı zamanda dindar bir müslüman olan Han'a göre şiddetsiz eylemlilik süreci İslâmın direnişçi ama barışçıl yönüyle birebir uyuyordu. Şiddetsiz direniş öğretisine bu kadar bağlıyken, inançlı olmasının bir nedeni de budur zira ikisinin çeliştiğini düşünmemiştir. Abdulgaffar Han'ın doğduğu coğrafya ve kültür için bir devrim niteliğinde olan kadın hakları savunuculuğu ve şiddet eylemlerini yasaklayan politikası halkı tarafından ilk başlarda kuşkuyla algılanmasına neden olsa da halk çok kısa bir süre de ona tam destek vermiştir.
Hindistan bağımsızlığına ulaştığında ortaya çıkan ve Hindistan'ın ikiye bölünmesini (Hindistan ve Pakistan) öngören "Hindu-Müslüman" ayrılığına başından karşıydı. Ömrü boyu yoğun bir sevgi ve saygı beslediği ve yaşamını her yönden kendine örnek olarak aldığı Gandhi ile bir başka ortak noktaları da budur. Özellikle Müslüman liderlerin çoğu bu ayrılığın şart olduğuna inanırken ve o bu ayrılığa Gandhi gibi kesinlikle karşı çıkmıştır. Hindistan'ın ikiye bölünmesinden ve Pakistan'ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra bağımsız bir Peştunistan hareketinin önderliğini yapmıştır. Hindistan'ın bağımsızlığına kadar dönemin siyasi liderlerinin çoğundan çok daha uzun bir süre hapishanede yatmıştı; Hindistan'ın bağımsızlığından sonra ise yürüttüğü Peştun bağımsızlık hareketi yüzünden de Pakistan hükümeti tarafından sık sık hapse atıldı. Hayatının büyük bir kısmını bu eylemlilik tutkusu yüzünden hapislerde geçirmiştir. Bir süreliğine Afganistan'a sürgüne de gönderilmiştir.
Mahatma Gandhi ile olan arkadaşlığı Gandhi ölene kadar sürdü. Hayatı boyu Gandhi ile beraber düşünü kurdukları birleşmiş bir Hindistan, "Bharat" inancını yitirmedi. Peşaver'de 20 Ocak 1988'de öldü. "Hudutların Gandhi'si" olarak da anılan Han Abdulgaffar Han vasiyeti üzerine Celalabat - Afganistan'a gömüldü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16803",
"len_data": 3616,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.67
}
|
Bal, arılar tarafından çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından alınarak yutulan nektarın arıların bal midesi denilen organlarında invertaz enzimi sayesinde kimyasal değişime uğramasıyla oluşan ve kovandaki petek hücrelerine yerleştirilen çok faydalı bir besindir. Nektar bala çevrilirken arılar sağladıkları invertaz enzimi sayesinde sakkarozu inversiyona uğratarak fruktoz ve glikoz şeklinde basit şekerlere dönüştürür ve fermantasyonun meydana gelmesini önleyecek miktarda suyunu uçururlar. Kovandaki hücrelere yerleştirilen ve üzeri mumdan bir kapakla örtülen bal arılarca sağlanan özel havalandırma sistemi sayesinde bildiğimiz tat ve kıvama gelir. Halen dünyada üretilen bal türleri kestane balı, köknar balı, provans balı, monofloral bal, çiçek balı, petek balı, armut balı, dağ balı, akasya balı, çam balı, kremalı bal, okaliptüs balı ve meşe balıdır.
Hızlı üretim için Türkiye'de bal üreticilerinin yasal olarak kovan başına belli kg miktarı kadar toz şekerleri daha ucuza alıp, arılara yedirmeleri TARIM VE ORMAN BAKANLIĞI tarafından kanunen yasaldır. Kış gibi soğuk ortamda marketlerde satılan ballara bakınca, az kristaleşen balda toz şeker miktarının az olduğu ya da o seride arılara toz şeker verilmediği anlamına gelir. Çok kristalleşen balda ise arıya komple toz şeker, benzeri ürünler verildiği yüzde olarak çok azının bal olduğu anlamına gelir bilgisi tamamen yanlıştır, arıyı beslemek için verilen glikoz-fruktoz şurupları balın bal olarak nitelendirilmesini zorlaştırıken aynı zamanda balın kristallenmesini önler. bununla beraber pastörizasyon ve filtrasyon işlemleri kristallenmesini önleyen başka etkenlerdir.Sanılanın aksine gerçek ve ham çiçek balı hava sıcaklıgının 10-15 C altında donma eğilimindedirler.Fakat bu kristallenme durum salgı balları(Çam, Sedir, Meşe vb) için çok daha zordur .
Balın rengi, şeker dengesi ve tadındaki farklılık tamamen toplanan nektarlardan kaynaklanır. Balın kokusunu, çiçeklerdeki aromalı uçucu yağlar verir ki bu aynı zamanda çiçeklerin kokularını veren yağdır.
Bal üretiminde ½ kg ham nektarı toplamak için 900 bin arının bir gün boyunca çalışması gerekir. Toplanan bu nektarın ise ancak bir kısmı bala çevrilebilir. Elde edilen balın miktarı getirilen nektarın şeker konsantresine bağlıdır. Bal; nem, güneş ışığı, kaynatma gibi sıra dışı bir etkiye maruz kalmadıkça bozulmaz ve zaman faktöründen etkilenmez.
Oluşum.
Bal, nektar ve bal özü toplama sırasında arıların kas faaliyet metabolizmasını desteklemek için tükettiği şeker olarak kullanmak veya uzun süreli besin kaynağı olarak saklamak üzere arılar tarafından üretilir. Yiyecek arama sırasında arılar, uçuş kaslarının metabolik faaliyetini desteklemek için topladıkları nektarın bir kısmını kullanır. Toplanan nektarın çoğu kusarak sindirme, sindirim ve bal olarak depolamak için kullanılır. Soğuk havalarda veya diğer besin kaynaklarının kıt olduğu durumlarda yetişkin ve larva arılar depolanmış balı yiyecek olarak kullanırlar.
Bal arısı sürülerini insan yapımı kovanlar içinde yuva yapması için koruyarak, insanlar böcekleri yarı evcilleştirdi ve fazla balı hasat edebildi. Kovanda veya vahşi bir yuvada üç tür arı vardır:
Kovanlıkdan yiyecek aramak için ayrılan arı, şeker açısından zengin çiçek nektarı toplar, onu hortumu (İngilizce:proboscis) ile emer ve yemek midesinin hemen arkasında bulunan proventrikulus (bal midesi veya mahsulü) içine yerleştirir. "Apis mellifera arısı"nda bal midesi yaklaşık 40 mg nektar veya arının boş ağırlığının kabaca %50'sini tutar; bunu doldurmakta binden fazla çiçek ve bir saatten fazla zaman gerektirebilir. Nektar genellikle %70 ila 80'lik bir su içeriği ile başlar. Arının ağzındaki hipofaringeal bezindeki tükürük enzimleri ve proteinler, şekerleri parçalamaya başlamak için nektara eklenir ve su içeriğini hafifçe yükseltir. Toplayıcı arılar daha sonra kovana geri döner, burada kusar ve nektarı kovan arılarına aktarırlar. Kovan arıları daha sonra bal midelerini kullanarak nektarı yutar ve kusar, kısmen sindirilene kadar mandibulaları arasında tekrar tekrar kabarcıklar oluştururlar. Kabarcıklar hacim başına geniş bir yüzey alanı oluşturur ve suyun bir kısmı buharlaşma yoluyla uzaklaştırılır. Arının sindirim enzimleri hidrolize sakarozu glikoz ve fruktoz karışımına dönüştürür ve asitliği arttırarak diğer nişastaları ve proteinleri parçalar.
Arılar, ürün depolama kalitesinde peteklere ulaşana kadar nektarı bir arıdan diğerine geçirerek, 20 dakika boyunca kusarak ve sindirim ile grup halinde birlikte çalışırlar. Daha sonra bal petek hücrelerine yerleştirilir ve hala yüksek su içeriği (yaklaşık %50 ila %70) ve kontrol edilmediği takdirde yeni oluşan baldaki şekerlerin mayalanmasına neden olacak doğal mayalar ile kapatılmadan bırakılır. Arılar, büyük miktarlarda vücut ısısı üretebilen birkaç böcek arasındadır ve kovan arıları, bal depolama alanlarında yaklaşık gibi oldukça sabit bir sıcaklığı korumak için ya vücutlarıyla ısıtarak ya da suyun buharlaşmasıyla soğutarak kovan sıcaklığını sürekli olarak düzenler. Şeker konsantrasyonunu doyma noktası değerinin üzerine çıkarmak ve fermantasyonu önlemek için, kovan arıları havayı dolaştırmak ve baldaki suyu %18'lik içeriğe kadar buharlaştırmak için sürekli kanatlarını çırparak süreç devam eder. Arılar daha sonra hücreleri mühürlemek için balmumu ile kaplar. Bir arıcı tarafından kovandan çıkarıldığı için balın raf ömrü uzundur ve uygun şekilde kapatılırsa fermente olmaz.
Güney ve Orta Amerika'da bulunan "Brachygastra lecheguana" ve "Brachygastra mellifica" gibi bazı yaban arısı türlerinin nektarla beslenip bal ürettiği bilinmektedir.
"Polistes versicolor" gibi bazı yaban arıları, yaşam döngülerinin ortasında polenle beslenmek ve enerji ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilecek balla beslenmek arasında geçiş yaparak bal tüketirler.
Fiziksel ve kimyasal özellikleri.
Balın içeriğindeki şekerin cinsine bağlı olarak ışığın sağa ya da sola kırılması söz konusudur. Bu özellik bal analizinde bala katılan bazı şekerlerin belirlenmesini sağlar.
Kimyasal yapı.
Genel olarak balların toplandığı değişik bitki kaynaklarına göre farklı aroma, tat, renk, yoğunluk ve kristalize sahip oldukları tespit edilmiştir. Aynı şekilde ballarda akıcılık kimyasal bileşimi, şekerler, rutubet, enzimler, vitaminler, asitler, kolloidal maddeler ve bileşimi bilinmeyen maddeler bakımından değişik oldukları bildirilmişlerdir.
Asitler: Uzun yıllar bal içerisinde sadece formik asit bulunduğu fakat analiz metotları geliştirilince asetik, bütirik, sitrik, kaproik, laktik, formik, malik, okzalik, suksiniletannik, tartarik ve velarikasidlerin varlığı tespit edilmiştir. Balın pH'sı 3,29-4,87 arasında değişmektedir.
Enzimler: Çeşitli araştırıcılar balda diyastaz veya amilaz, nikotin, invertaz, katalaz, oksidaz, fosfataz enzimlerini bulmuşlardır. Bu enzimlerin bir kısmı bitkiden gelmekte bir kısmı ise arının başındaki bezlerden salgılamaktadır.
Vitaminler: Eskiden bal içerisinde vitamin olmadığı veya çok az olduğu düşüncesi hakimdi fakat kimyasal ve biyolojik araştırma metotları geliştirildikten sonra bal içerisinde çeşitli miktarda, tiamin, riboflavin, askorbik asit, piridoksin, pantotenik asit, niasin ve az miktarda biotin, folik asit tespit edilmiştir.
Mineraller: Bal içerisindeki minerallerin miktarı %0,02 ile %1,0 civarındadır. Bu minareller Potasyum, klor, kükürt, kalsiyum, sodyum, fosfor, magnezyum, silisyum, demir, mangan ve bakır'dır. Bunlar içerisinde potasyum, kalsiyum ve fosfor fazla bulunmaktadır.
Proteinler: Çeşitli araştırmacılar bal içerisinde az miktarda albuminoidlerin ve protein yapı taşları durumunda olan amino asitlerin olduğunu tespit etmişlerdir.
Besin olarak kullanımı.
Balın ilk akla gelen özelliği tatlı olmasıdır. Bunun sebebi balın içindeki üç şekerdir. Glikoz (dekstroz; %34), sakkaroz (%2) ve fruktoz (levuloz; meyve şekeri %40) bundan başka balın %17'si su geri kalan %7'lik bölümü ise demir, sodyum, kükürt, magnezyum, fosfor, polen, manganez, alüminyum, gümüş, albumin, dekstril, azot, protein ve çeşitli asitlerden oluşur. Balın kalitesini ise bu %7'lik karışım belirler.
Ayrıca bal içerisinde onbeş şeker tespit edilmiş olup bunlardan bazıları şunlardır: fruktoz, glikoz, sakkaroz, maltoz, izomaltoz, erloz, kestoz, melezitoz ve rafinozdur. Genel olarak fruktoz şekeri diğerlerinden farklıdır.
Balı bildiğimiz şekerden ayıran çok önemli bir fark vardır. Şeker ancak sindirim sisteminde değişime uğradıktan sonra kana karışırken bal sindirime gerek olmadan çok süratli bir şekilde kana karışır. Ilık su ile karıştırılan balın birkaç dakika içinde vücuda enerji verdiği tespit edilmiştir.
Bozulma: Olgunlaşmış bal su içeriğinin düşük olması nedeniyle ozmotik olarak bakteri üremesine ve bozulmaya karşı dirençli iken olgunlaşmadan hasat edilen ballarda bu özellik bulunmaz bu ballar ekşir.
Toksikoloji.
Bal şekerinin hiçbir ön işleme girmeden kana karışabilmesi bal tüketiminin çok daha dikkatli yapılmasını, kan şekerinin ani yükselmelerinin yol açacağı sonuçlar açısından gerekli kılmaktadır. Ayrıca kan şekerinin yüksek olmasının uzun dönemde de sağlık üzerine olumsuz sonuçlarının olduğu unutulmamalıdır.
Arının yaşadığı çevre ve bir toplayıcı olması dolayısıyla çevre kirliliği etkileri arı ürünlerine de yansır. Bu maddelerin biriktiği başlıca arı ürünü balmumudur. Ayrıca arıcılıkta kullanılan dezenfektanlar, parazit-böcek ilaçları, arının yayıldığı alanda yapılan tarımsal faaliyetlere ait ilaçlamalara ait kalıntıların insan sağlığı üzerinde uzun ve kısa dönem etkileri bulunabilir.
Deli bal Karadeniz bölgesinin orman gülü bitkisinin yaygın olduğu bölgelerinde arı yetiştiricilerinin ürettiği zehirli bir bal çeşididir ve ılımlı miktarlarda tüketimi bile kullanıcılarda sağlık sorunlarına yol açabilir.
Bal 1 yaşın altındaki bebeklere verilmemelidir.
Bal içeriğinde bulunan değişik protein ve polenler duyarlı kişilerde sağlık sorunlarına yol açabilir.
Sağlık üzerine etkileri.
Arı balı en az 3000 seneden beri birçok rahatsızlığın tedavisinde kullanılmıştır. Bal eski Yunan, Mısır, hint ve Çin tıbbında kullanılmış, eski dönemlerdeki mitolojik kitaplarda da şifa olarak nitelenmiştir.
Alerjiler:
Bal mevsimsel alerjiler için önerilmiş, ancak mevsimsel rinosinüzitlerde etkisiz bulunmuştur.
Yanık tedavisinde:
Balın yanık tedavisinde faydalı olabileceğine yönelik bazı zayıf kanıtlar bulunmaktadır.
Ven yaraları: Bal veya bal ürünlerinin ven yaralarının tedavisinde kullanımını destekleyen bulgular bulunmamaktadır.
Yara ve yanık tedavisindeki bu etkiler balın antiseptik/antimikrobiyal, ozmotik, hidrojen peroksit ve asiditesine bağlı bakteriyel gelişimi önlemesine bağlanmıştır. Bal temel olarak iki monosakkaritin yoğunlaşmış bir karışımıdır. Bu karışımda su etkisi az olduğu için yani su moleküllerinin çoğunluğu monosakkaritlere bağlı oldukları için mikroorganizmaların hayatta kalmasını sağlayacak nemden ve sudan yoksundur. Böylelikle balda hiçbir mikroorganizma canlı kalamaz. Bunun içindir ki bal, asırlardır yanık, yara ve deri ülserlerini iyileştirmek için kullanılmıştır.
Antimikrobiyal etki: Balın yüksek şeker oranı, hipertonositesini artırdığı için etrafındaki bakterilerin suyunu hipertonik alana çekip bakteri hücrelerinin büzüşmesini sağlar. Bir antiseptik olarak balın metisiline dirençli "Staphylococcus aureus" (MRSA) gibi dirençli bakterilere karşı etkili olabileceğini savunan araştırmalar mevcuttur. Bal içindeki hidrojen peroksit, tıbbi olarak kullanılan hidrojen peroksite üstündür. Balın içindeki hidrojen peroksit faal hale sulandırma sonucunda gelir. Yani, bal yara üzerine sürüldüğünde hidrojen peroksit yavaşça vücut sıvıları tarafından sulandırılarak etkili hale geçer. Hem yavaş olarak etkinlik kazanması hem de tıbbi hidrojen peroksitten daha düşük bir yoğunlukta bulunması balın mikropları öldürüp vücudun hücrelerinin zarar görmemesini sağlar.
Bal pH'ı 3,2 ila 4,5 arasında olduğu için enfeksiyondan sorumlu bakterilerin çoğalmasını önler.
Öksürük: Balın çocuklara öksürüğü önlediğine yönelik küçük kanıtlar bulunmaktadır. Akut ve kronik öksürüklerde kullanılmasını veya kullanılmamasını destekleyen güçlü kanıtlar bulunmamaktadır.
Kanser:
Bal kanser tedavisinde de önerilmiştir. Laboratuvar şartlarında kanser hücrelerini yok ettiği görülen balın kanser tedavisinde faydalı olduğu kanıtlanamamıştır.
Önleyici etkiler: Bal içinde birçok polifenol yani doğal antioksidan olarak işlev gören madde barındırdığı için uzun dönem tüketimi sonucu kanseri önlediği, zararlı oksijen radikallerini zararsız hale getirdiği ileri sürülmektedir.
İmmün sistem: İmmün sistemi baskılanmış kişiler bakteriyel veya fungal risk dolayısıyla bal kullanmamalıdırlar.
Üretim.
Balın Toplanması.
Bal, yabani arı kolonilerinden veya evcilleştirilmiş arıların kovanlarından toplanır. Ortalama bir kovandan yılda yaklaşık bal alınır.
Yabani arı yuvaları bazen bir honeyguide kuşu takip ederek bulunur.
Bir kovandan güvenli bir şekilde bal toplamak için, arıcılar genellikle bir duman veren kullanarak arıları yatıştırır. Duman, bir beslenme içgüdüsünü tetikler (olası bir yangından kovanın kaynaklarını koruma girişimi), onları daha az agresif hale getirir ve arıların iletişim kurmak için kullandıkları feromonları gizler. Petek kovandan çıkarılır ve bal, ezilerek veya bir bal çıkarıcı kullanılarak kovandan çıkarılabilir. Bal daha sonra genellikle balmumu ve diğer kalıntıları gidermek için süzülür.
Çıkarılabilir çerçevelerin icadından önce, hasadı gerçekleştirmek için arı kolonileri genellikle kurban edilirdi. Hasatçı, mevcut tüm balı alacak ve bir sonraki baharda tüm koloniyi değiştirecekti. Çıkarılabilir çerçevelerin icadından bu yana, hayvancılık ilkeleri çoğu arıcının, koloni arılarının kışı atlatmak için ya kovana biraz bal bırakarak ya da şekerli su veya kristal şeker (genellikle "şeker tahtası" şeklinde) gibi bir bal ikamesi yeterli depoya sahip olmasını sağlamaya yönlendirdi. Kışı atlatmak için gereken yiyecek miktarı, arıların çeşitliliğine ve yerel kışların uzunluğuna ve şiddetine bağlıdır.
Birçok hayvan türü, vahşi veya yerli bal kaynaklarına çekilir.
Dünya'da bal üretim miktarları.
2019'da küresel bal üretimi 1,9milyon ton idi ve Çin dünya toplam üretiminin %24'ü ile liderdi (tablo). Diğer büyük üreticiler ise Türkiye, Kanada, Arjantin ve İran idi.
Tarihçe.
Bal toplamanın tarihi, bal arısının evcilleştirilmesinden çok daha önce başlamıştır; bu geleneksel uygulama bal avcılığı olarak bilinmektedir. İspanya'nın Valensiya kentindeki bir mağarada bulunan ve en az 8.000 yıl öncesine tarihlenen bir Mezolitik kaya resmi, yabani bir arı yuvasından bal ve petek toplayan iki bal toplayıcısını tasvir etmektedir. Bilinen en eski bal kalıntıları Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattının inşası sırasında Gürcistan'ın Borcomi kentinde bulundu. Arkeologlar, 4.700 ila 5.500 yıl öncesine ait antik bir mezarda ortaya çıkarılan kil kapların iç yüzeyinde bal kalıntıları buldular. Antik Gürcistan'da, öbür dünyaya yolculuk edeceğine inanılan kişi ile birlikte çeşitli bal, ıhlamur, dut ve çayır çiçeği türleri de gömülürdü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16805",
"len_data": 14921,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.13
}
|
Sadun Boro (1928, İstanbul - 5 Haziran 2015, Marmaris, Muğla) 1965-1968 yılları arasında eşi Oda Boro ile Dünyanın çevresini Kısmet adlı yelkenli teknesiyle dolaşan ilk Türk denizcidir.
Hayatı.
1928 yılında İstanbul'da doğdu. Çocukluk ve gençlik yılları Caddebostan ve Marmara kıyılarında geçti. Denizcilik hayatına önce sandalla başladı; liseye geçtiği yıllarda ilk yelkenli teknesine sahip oldu.
Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra 1948'de İngiltere'ye giderek Manchester Üniversitesi'nin Tekstil Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi.
1952'de "Ling" adlı 11 metrelik yelkenliyle İngiltere'den İrlanda'ya olan ilk açık deniz seyahatini bir İngiliz ile birlikte gerçekleştirdi. Aynı tekneyle Karayip Adaları'na kadar uzanan okyanus aşırı seyahati ise Sadun Boro'nun ilk okyanus aşırı seferi oldu.
Sadun Boro'nun dünya seyahati için yaptırdığı kendi teknesi Kısmet, 1963 yılında Salacak'ta Athar Beşpınar'ın atölyesinde kızağa kondu. Sadun Boro, Alman eşi Oda Boro ile beraber 1965'te dünya seyahatine çıktı. Onlara Kanarya Adaları'nda aldıkları ünlü kedileri Miço eşlik etti. Üç yıl süren seyahatin anıları Hürriyet gazetesinde yayımlandı. Bu anılar, daha sonra Pupa Yelken başlıklı bir kitapta toplandı.
Boro ailesi 1977 ile 1979 arasında, o zaman sekiz yaşında olan kızları Deniz ile beraber, Karayip Adaları'nı ve Amerika'nın doğu sahillerini gezdi.
1980'den itibaren Bodrum'da yaşayan Sadun Boro, Gökova, Göcek gibi Ege koylarının muhafaza edilmesi için çaba harcadı. Okluk Koyu'nun ortasına bir deniz kızı heykelinin konulmasını sağladı. Boro, gazete ve dergilere deniz ve doğa sevgisini aşılayan yazılar yazdı.
Sadun Boro'nun 46 yıl boyunca bindiği ve yaklaşık 150 bin deniz mil yaptığı "Kısmet" adlı teknesi, İstanbul/Hasköy'deki eski Haliç Tersanesi'nin olduğu yerde, Rahmi Koç Müzesi'nde sergilenmektedir.
Sadun Boro, 2001 yılında Eralp Akkoyunlu ile beraber "Yosun" adlı tekneleriyle yeniden denizlere açıldı ve Büyük Okyanus turu gerçekleştirdi.
Vefatı.
Teknesiyle dünya turu yapan ilk Türk olan 87 yaşındaki Sadun Boro'ya mesane kanseri teşhisi kondu. İlk olarak yaşadığı Marmaris'te tedavi gördü ve daha sonra İstanbul'daki Amerikan Hastanesi'ne transfer edildi. Hayatının geri kalanını yelkenli teknesinde geçirmek istediğinden, 14 Mayıs 2015'te helikopterle Muğla'ya geri döndü.
5 Haziran 2015 tarihinde, Marmaris'te tedavi gördüğü hastanede öldü. Son arzusu, yelkenli teknesinin Gökova Körfezi'nde İngiliz limanı denilen mevkide demirlediği çam ağacının altına gömülmekti. Lakin bu defin işlemi için gerekli olan müsaade alınmadı. Sahil Güvenlik Komutanlığı'na ait tekneler ile Türk Deniz Kuvvetleri'ne mensup bir fırkateynin eşlik ettiği katamaran tipi teknesi "Son Bahar'a" konulan naaşı"," Sadun Boro'nun hayranı olduğu Ege koylarında sembolik bir hatıra turunun ardından, Marmaris'te Karacasöğüt Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Dünya seyahati rotası.
Sadun Boro'nun 22 Ağustos 1965'te başlayıp 15 Haziran 1968'de tamamlanan dünya seyahatinin rotası aşağıdaki şekilde gerçekleşmiştir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16807",
"len_data": 3000,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.25
}
|
Malatyaspor, 1966 yılında Malatya'da kurulan ve Bölgesel Amatör Lig'de mücadele eden futbol takımıdır. Sarı-kırmızı renklere sahip olan kulüp maçlarını Yeşiltepe 3 Numaralı Saha'da oynamaktadır.
Tarihçe.
1966 yılında, amatör küme takımlarından Adalıspor, Hürriyetgençlik ve Coşkunspor kulüplerinin Akınspor kulübüne katılmalarıyla kuruldu. Akınspor kulübü, yapılan genel kurulla sadece ismini değiştirerek Malatyaspor oldu. Kulübün sarı-kırmızı olan forma rengi aynen korundu. Ancak kurulduğu yıldan itibaren sarı-siyah formayla maçlara çıkan kulüp, 1980-1981 sezonunda sarı-siyah formayı değiştirerek yeniden sarı-kırmızıya döndü. 1967-1968 sezonunda 2. Lig'e alınan kulüp, ilk sezonunda 3. Lig'e düştü. 1968-1969 sezonundan itibaren beş sezon 3. Lig'de mücadele etti. 1972-1973 sezonu sonunda 3. Lig'den 2. Lig’e yükselen kulüp, 1976-1977 sezonu sonunda tekrar 3. Lig'e düştü. 1980-1981 sezonunda 3. Lig kaldırılıp 2. Lig ile birleştirilince otomatik olarak 2. Lig'e yükselmiş oldu. 1983-1984 sezonu sonunda namağlup olarak 2. Lig'de şampiyon olarak 1. Lig'e çıktı. 1987-1988 sezonunda 1. Lig'deki en iyi derecesini yaparak ligi 3. sırada tamamladı. Ancak, 1989-1990 sezonu sonunda 1. Lig'den 2. Lig'e düştü. 11 sezon 2. Lig'de mücadele ettikten sonra, 2000-2001 sezonu sonunda terfi maçları sonucunda tekrar 1. Lig'e çıktı.
2004 yılında UEFA Kupası'nda mücadele eden takım İsviçre'nin FC Basel takımını deplasmanda 2-1 mağlup etmiş, deplasman golü kuralıyla elenmiştir. 2005-2006 sezonu sonunda 1. Lig'den düşerek o zamanlar iki kategoriye ayrılmış olan 2. Lig A Kategorisi'nde mücadele etmeye başlayan kulüp, 2008-2009 sezonunda 2. Lig A Kategorisi'ni 18. sırada bitirerek 2. Lig B Kategorisi'ne düştü. Borçları nedeniyle transfer yapamayan ve elindeki oyuncuları zamanla kaybeden kulüp, 2009-2010 sezonu sonunda 2. Lig B Kategorisi'nden 3. Lig'e düştü. 2010-2011 sezonunda da, 3. Lig'de mücadele edip 1. Grubu sonuncu sırada bitirerek Bölgesel Amatör Lig'e düştü. Bölgesel Amatör Lig'de -9 puanla 4. Grubu sonuncu sırada bitirerek Malatya 1. Amatör Ligi'ne düştü. 2012-2013 sezonu öncesinde Malatya Belediyespor adını Yeni Malatyaspor olarak değiştirerek profesyonel liglerde Malatyaspor adını kullanmaya başladı.
Lig mücadeleleri.
1984-1990, 2001-2006
1967-1968, 1973-1977, 1980-1984, 1990-2001, 2006-2009
2009-2010
1968-1973, 1977-1980, 2010-2011
2011-2012, 2023-
2012-2023
Başarılar.
Şampiyonluk (1): 1983-1984
Malatyaspor Türkiye 1. Ligi'nde (Süper Lig'de) hiç şampiyon olamamış fakat 1 defa 3.'lük, 1 defa da 5.'lik kazanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16808",
"len_data": 2539,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.41
}
|
Kalliope (Yunanca: Καλλιόπη), Yunan mitolojisindeki müzlerden (ilham perileri) biri. Yunanca ""Καλλιoπε" - "güzel sesli""den gelmektedir. Müzlerin en büyüğü ve en zekisidir. Tanrı Apollo'dan Orfe ve Linus adlarında iki oğlu olmuştur. Kalliope epik şiirin, destanların ilham perisidir. Bu yüzden, mitolojiye göre, şairlere epik şiirleri, destanları ilham eden, yazdıran odur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16812",
"len_data": 374,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.84
}
|
Erato (Yunanca: Ἐρατώ, anlamı: "sevimli"), Yunan mitolojisinde, 9 müzden (ilham perileri) birisidir. Lirik şiirin, aşk şiirlerinin ve korolu şiirlerin ilham perisidir. Arcas'dan Azan isminde bir oğlu olmuştur. Çoğunlukla bir lir ile resmedilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16814",
"len_data": 248,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.64
}
|
Tevbe Suresi (Arapça: سورة التوبة) veya Berâe Suresi, Kur'an'ın dokuzuncu suresidir. Sure 129 ayetten oluşur.
Tamamı Medine'de indirilen(son iki ayet hariç) indiriliş sırasıyla 113. suredir. Sure ismini, Allah'ın kendisine samimiyetle inanan ve tövbe edenleri affedeceğini bildirdiği 104. ayetinden almaktadır. Diğer surelerin aksine bu surenin başında 'besmele' bulunmamaktadır. İslam alimleri bunu Enfal Suresi'nin devamı niteliğinde olduğunu belirtse de diğer alimlere göre inkârcılara bir uyarıyla başladığı için içinde Allah'ın 'rahmet' isimleri geçen besmelenin konmadığı yönündedir.
Tevbe Suresi, Mekkeli paganlara bir uyarı niteliğindedir. Keza ilk ayeti de bu yönde bir uyarıyla başlamaktadır: "Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ültimatomdur." Surede yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmayan puta tapanlara "haram aylar"ın bitmesine kadar süre verildiği, süre bitiminde nerede bulunurlarsa yakalanıp öldürülecekleri, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği ifade edilir.
Tevbe Suresi'nin başında besmele bulunmaması hakkında İslam bilimcileri iddialar öne sürmüşlerdir.
Dokuzuncu ayetine kılıç ayeti ismi verilen Tevbe suresinde savaştan bahsedilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=16816",
"len_data": 1241,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.73
}
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.