text
stringlengths 3
198k
| metadata
dict |
---|---|
772 (DCCLXXII) çarşamba günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19522",
"len_data": 55,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.83
}
|
776 (DCCLXXVI) pazartesi günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19526",
"len_data": 56,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.89
}
|
777 (DCCLXXVII) çarşamba günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19528",
"len_data": 50,
"topic": "CODING",
"quality_score": 2.15
}
|
781 (DCCLXXXI) pazartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19533",
"len_data": 50,
"topic": "CODING",
"quality_score": 2.01
}
|
784 (DCCLXXXIV) perşembe günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19536",
"len_data": 56,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 1.42
}
|
Hicri:172
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19546",
"len_data": 9,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 1.56
}
|
799 (DCCXCIX) salı günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19551",
"len_data": 44,
"topic": "CODING",
"quality_score": 1.78
}
|
809 (DCCCIX) pazartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19562",
"len_data": 48,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.92
}
|
816 (DCCCXVI) salı günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19569",
"len_data": 50,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.9
}
|
818 (DCCCXVIII) cuma günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19571",
"len_data": 46,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.32
}
|
832 (DCCCXXXII) pazartesi günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19586",
"len_data": 57,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.65
}
|
834 (DCCCXXXIV) perşembe günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19588",
"len_data": 50,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.85
}
|
856 (DCCCLVI) çarşamba günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19612",
"len_data": 54,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.73
}
|
859 (DCCCLIX) pazar günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19615",
"len_data": 45,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 1.52
}
|
Herdem Yeşil Parti (Yaprak Dökmeyen Parti), 1852'de Adolf Anderssen ve Jean Dufresne arasında oynanmış ünlü satranç oyunudur.
Adolf Anderssen zamanın en kuvvetli oyuncularından olup, ilk uluslararası turnuva olan, 1851 Londra turnuvasını kazandıktan sonra, birçokları tarafından Dünya Satranç Şampiyonu olarak kabul edilmişti. Jean Dufresne ise popüler satranç kitapları yazan, Anderssen kadar olmasa da hatırı sayılır satranç ustalarındandı.
Bu oyun, Ölümsüz Parti gibi dostça oynanmış bir oyundu. Bu partinin isim babası olan Wilhelm Steinitz, daha sonra bu parti için şu sözleri söylemişti: “Herdem Yeşil parti, Anderssen’in defne yapraklarından yapılmış Tacıydı..”
Adolf Anderssen - Jean Dufresne.
"1. e4 e5 2. Af3 Ac6 3. Fc4 Fc5 4. b4"
Bu açılış 1800'lerde popüler olan ve günümüzde de ara sıra oynannan Evans Gambiti'dir. Beyaz gelişim avantajı için bir piyon feda ediyor.
"4...Fxb4 5. c3 Fa5 6. d4 exd4 7. O-O d3?! (Diyagram)"
Bu iyi bir karşılık olarak kabul edilemez; burada dxc3 veya d6 yapılabilirdi.
"8. Vb3!?"
Bu hamle ile derhal f7 piyonuna saldırıyor, fakat Burgess burada Ke1'i öneriyor.
"8... Vf6 9. e5 Vg6"
Beyazın e5 piyonu alınamaz; eğer 9... Axe5, sonra 10. Ke1 d6 11. Vb5+, Şaha ve File çatal atarak bir alet kazanır.
"10. Ke1! (diyagram) Age7 11. Fa3 b5?!"
Pozisyonunu korumak yerine, siyah Vezir Kalesini tempo sayesinde etkinleştirmek için, bir feda ile karşılık veriyor. Burgess burada b piyonunun ilerlemesine izin vermek yerine tempo ile 11...a6 önermektedir.
"12. Vxb5 Kb8 13. Va4 Fb6"
Siyah burada O-O oynayamaz, çünkü 14.Fxe7 ile bir alet kazanır c6'daki At hem e7'deki Atı hem de a5'te Fili aynı anda koruyamaz.
"14. Abd2 Fb7 15. Ae4 Vf5? 16. Fxd3 Vh5 17. Af6+!?"
Bu güzel bir fedadır, her ne kadar Burgess 17. Ag3 Vh6 18. Fc1 Ve6 19. Fc4 ile basitçe alet kazanmayı önerse de.
"17... gxf6 18. exf6 Kg8 19. Kad1! Vxf3"
Siyah Vezir alınamaz, çünkü g8'deki Kale, g2'deki piyonu açmaza almıştır. (Diyagrama bakınız)
"20. Kxe7+! Axe7? 21. Vxd7+!! Şxd7 22. Ff5+"
Çifte şahlar tehlikeli çünkü Şahı oynamaya zorluyor. Sadece tehlikeli değil sonuca götüren.
"22... Şe8 23. Fd7+ Şf8 24. Fxe7# 1-0"
Savielly Tartakover demişti ki, "Bu kombinezonun satranç oyunu literatüründe bir eşi daha yoktur.”
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19616",
"len_data": 2219,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 3.3
}
|
871 (DCCCLXXI) pazartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19631",
"len_data": 50,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.94
}
|
Yunan sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19635",
"len_data": 54,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.84
}
|
875 yılı (DCCCLXXV), Jülyen takvimine göre cumartesi günü başlayan bir takvim yılıdır.
Olaylar.
<onlyinclude>
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19636",
"len_data": 115,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 1.24
}
|
Gölevez ("Colocasia esculenta"), yılanyastığıgiller (Araceae) familyasından bolca potasyum içeren bir bitki. Taro veya kolokas olarak da bilinir.
Dağılımı.
Asya'nın güney doğusundan Afrika kıtasına ve Pasifik adalarına kadar üretimi yayılmıştır. Gölevez; Asya, Afrika, Orta Amerika ve Pasifik adalarında yaşayan 400-500 milyon insanın temel gıda kaynağıdır. Türkiye'de Antalya ilinin Alanya ve Gazipaşa, Mersin'in Bozyazı, Anamur ilçeleri ve civarında yetişir.
Üretimi.
Dünya üzerinde 43 devlette yaygın olarak üretilen gölevezin Dünya üretimi 5.695.000 ton olup Türkiye üretimi ise 1000 tondur. Üretimin % 60'ı Afrika'da, % 32'si Asya'da ve % 8'i ise Pasifik adalarındadır. Bu ülkelerde özel kabuk soyma, kurutma, öğütme, dilimleme, parçalama, presleme ve yıkama makineleri mevcuttur.
Bileşimi.
Gölevez yaprakları vitamin ve mineraller açısından zengindir. Tiamin, riboflavin, demir, fosfor, çinko, vitamin B6, vitamin C, niasin, potasyum, bakır ve mangan açısından zengindir. Yumruları yüksek oranda nişasta ve lif içerir. Yumrularda veya yapraklarda oksalik asit bulunabilir. Bu yüzden bitki kesinlikle pişirmeden yenilmemelidir, oksalat iyonu sindirim sisteminde yüksek oranda tahrişe neden olabilir. Oksalat iyonu alımından kaynaklanabilecek riskleri elimine etmek için bitkinin kalsiyum içeren gıdalarla tüketilmesi de önerilmektedir. Kalsiyum oksalatla reaksiyona girerek suda çözünmez olan kalsiyum oksalatı oluşturur.
Yetiştirilmesi.
Gölevez yarı gölgeli veya güneşli yerlerde yetişen tropikal bir bitkidir. Suyu cok sever. Çogalması ana yumrulardan ayrılarak alınan yavru yumrularla olur. Yavru yumrular 10–15 cm derine ve 60–70 cm aralıklarla ekilir. Boyları 1.5-2 metreye kadar çıkar.
Nisan ayında dikim yapılıp, 7-8 ay sonra aralık ayında hasat edilmeye başlanıp hasadı kış boyunca devametmektedir.
Bitki, süs bitkisi olarak da kullanılmaktadır.
Kullanımı.
Gölevez yumrusunu damak zevkine uygun sunmak için özel pişirme metodları geliştirilmiştir; sınırlı haşlama, kurutma, kızartma, öğütme, rendeleme, fırınlama. Gölevez kuru fasulye ve nohut yemekleri gibi isteğe bağlı olarak et ile haşlanarak yemeği yapılmaktadır. Yumrudan suda pişme esnasında bamyadaki gibi musilaj madde salgılanmaktadır. Bunu önlemek için pişirme esnasında limon sıkılması gerekir.
Gölevezin diğer değerlendirilme şekilleri;
Taro kökleri ve yaprakları güzel bir tada sahiptir. Yaprakları lahana tadında iken pişirilebilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19640",
"len_data": 2410,
"topic": "FOOD_GASTRONOMY",
"quality_score": 3.44
}
|
Yıl 881 (DCCCLXXXI) Jülyen Takvimine göre Pazar günü ile başlayan artık olmayan bir yıldı
Olaylar.
Konuya göre.
Din.
Aziz Sesilya Kilisesi (Cäcilienkirche) kadınlar için bir kolej olarak kurulmuştur. Şu anda Köln'deki Schnütgen Müzesi'nde muhafaza edilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19643",
"len_data": 261,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 2.29
}
|
883 (DCCCLXXXIII) salı günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19645",
"len_data": 48,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.75
}
|
Olaylar.
Tevahin Muharebesi: Abbâsîler'in, Mutazıd yönetimindeki Müslüman güçleri (4.000 asker), Ramla (modern İsrail) yakınlarında Tolunoğulları hükümdarı Humâreveyh tarafından yenilgiye uğratıldı. Bu, Abbasilerin Suriye'yi Tolunoğulları'ndan kurtarma girişimini sona erdirdi. Abbâsî ordusunun büyük bir kısmı ele geçirildi ve Mısır'a nakledildi. Humâreveyh, halifelik hükûmetiyle uzlaşmayı hedefliyor ve günümüzün Irak topraklarına dönmek isteyen askerlerin fidye olmadan ayrılmalarına izin verirken geri kalanlara Mısır'a yerleşme fırsatı sunmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19648",
"len_data": 552,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
897 (DCCCXCVII) cumartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19660",
"len_data": 51,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.53
}
|
898 yılı Jülyen takviminin Pazar günü başlayan ortak yılıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19661",
"len_data": 61,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.87
}
|
900 (CM) salı günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19663",
"len_data": 45,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.92
}
|
906 (CMVI) çarşamba günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19669",
"len_data": 45,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.93
}
|
908 (CMVIII) cuma günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19671",
"len_data": 49,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.14
}
|
911 (CMXI) salı günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19674",
"len_data": 41,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 2.24
}
|
914 (CMXIV) cumartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19677",
"len_data": 47,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.65
}
|
İhsan Oktay Anar (d. 21 Kasım 1960), Türk roman ve hikâye yazarıdır.
Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde tamamladıktan sonra, aynı bölümden 2011 yılında öğretim üyesi olarak emekli oldu.
1995 yılında yayımladığı "Puslu Kıtalar Atlası" isimli ilk romanı, yirmiden fazla dile tercüme edildi ve hem içerik hem de biçim olarak pek ilgi görüp beğenildi. "Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri" adlı romanı da İngiltere'de tiyatro oyunu olarak uyarlandı ve sahnelendi.
Anar, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü.
Hayatı.
Ailesi ve çocukluğu.
İhsan Oktay Anar, 1960 yılında İstanbullu bir ailenin en küçük çocuğu olarak Yozgat'ta dünyaya geldi. Babası Mehmet Sait Bey, TEKEL'de müskirat eksperi, annesi Bedia Hanım ise memurdur. Süheyla ve Füruzan adlarında iki de ablası vardır. Anar'ın ataları, 1893'te Kazan'dan İstanbul'a gelmiştir. Büyükbabası Abdullah Almaçov, ilahiyat tahsili yapmak için Fatih Medresesi'ne gitmiş ve burada müderrislik yapmıştır. 3 Mart 1924'te, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile medreselerin kapatılması sonucu medreseden ayrılmıştır. İstanbul'a yerleşen Anar'ın büyükbabası, Soyadı Kanunu ile "Anar" soyadını almıştır. İhsan Oktay, bu olayı şöyle anlatır:
Anar soyadını amcam bulmuş. Amcam bir Rum kadınına âşık olmuş, ama kadın ona karşılık vermemiş ve 'Seni hiç unutmayacağım, daima anacağım' adında (anlamında) Anar soyadını seçmişler.
Eğitimi ve çalışma hayatı.
Anar, babasının mesleği gereği ilk ve ortaokulu İstanbul'da okumuş, lise çağlarında İzmir'e taşınmıştır. Burada Karşıyaka Erkek Lisesi'ne başlamış, ancak tamamlayamadan okuldan atılmıştır ve lise eğitimini Akşam Lisesi'nde tamamlamıştır. Akşam Lisesi'nde eğitim almaya başlayan Anar, gündüzleri tabela boyamaya başlamış; bu işi üniversiteye kadar devam ettirmiş ve üniversiteyi kazandıktan sonra da bırakmıştır.
Okuldan kaçıp kütüphaneye gidiyordum. Milli kütüphaneye gidiyordum. Okuldan kaçıyor, orada okuyordum: Maupassant, Çehov, Gogol... Bir gün eve okuldan atıldığım haberi geldi, devam etmediğim için.
Lise eğitiminden sonra Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne devam eden Anar, askerlik görevini ertelemek için aynı üniversitede yüksek lisans eğitimine devam etmiştir. 1995 yılında askerliğini teğmen olarak yaptı ve Kuzey Irak Harekâtı'nda görev yaptı.
Yüksek lisans sonrası Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne araştırma görevlisi olarak atandı ve 2011 yılında emekli oldu.
Evliliği.
Anar, felsefe bölümü öğrencisi olan Özlem Hanım ile 1999'da evlendi.
Sanat hayatı.
Okuldan çok kütüphaneye giden Anar, bu nedenle Karşıyaka Erkek Lisesi'nden atılmıştır. Çalışmalarını roman alanında yoğunlaştırmış ve 2023 yılı itibarıyla toplam sekiz romanı yayımlanmıştır. Anar'ın 1991'de yazdığı ve yayımlatmak için dört sene boyunca çeşitli yayınevleriyle görüştüğü Tamu adında yayımlanmamış bir romanı da mevcuttur. Anar, daha sonra bu eserini tekrar incelediğinde beğenmemiş ve yayımlatmaktan vazgeçmiştir.
Romancılığı.
İhsan Oktay Anar'ın yazın biçimi, genellikle göndermeler içermektedir. Kabaca birkaç örnek vermek gerekirse; "Amat" romanındaki İsrafil adlı çocuğun gemi borazancısı olup diriliş düdüğünü çalışı, kıyamet günü Sûr'a üfleyecek İsrâfil'i; alt ambar ise toprak altını ve kabiri sembolize etmektedir.
Hikâyeleri.
Anar'ın ilk hikâyesi, Mor Köpük dergisinde yayımlanan "Kâfirler İçin Apologia"dır. Aynı dergide, 1985 yılında "Rabnûmâ" başlığıyla bir diğer hikâyesi daha neşredildi. "Yavuz Sultan Selim Han Efendimizin Çaldıran Meydan Muharebesi" başlıklı hikâyesi, Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından çıkarılan Kitap-lık dergisinde yayımlandı. Yiğit Değer Bengi tarafından hazırlanan "1002. Gece Masalları" adlı kitapta "İnşaat İşçisi Rıfkı'nın Dehşet Verici Akıbeti" isimli bir öyküsü yer aldı.
Kişiliği.
İhsan Oktay Anar, toplum içerisinde sadece edebiyatla ve yayımladığı kitaplarla tanınmak istediği için herhangi bir sosyal medya platformu kullanmamakta, ayrıca televizyon programlarına çıkıp sohbetlere katılmamakta ve röportaj vermemektedir. Bu nedenle onun kişisel hayatı ve ailesi hakkında bilgilere ulaşmak pek kolay değildir. Anar'ın bilinen nadir röportajlarından biri, Şubat 2020'de bir rastlantı eseri katıldığı kısacık bir sokak röportajıdır.
2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü kazandığında bile çok kısa bir konuşma yapmış, "Mutluyum, sevinçliyim!" ifadelerinde bulunmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19678",
"len_data": 4350,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.37
}
|
919 (CMXIX) cuma günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19683",
"len_data": 42,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 1.88
}
|
Ölümler.
Ocak – Merdâvîc, Ziyârî hanedanının (İran) kurucusu, suikasta uğradı
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19700",
"len_data": 77,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.38
}
|
2000
(CMXXXVII) pazar günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19702",
"len_data": 47,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.95
}
|
938 (CMXXXVIII) pazartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19703",
"len_data": 51,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.01
}
|
944 (CMXLIV) pazartesi günü başlayan bir artık yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19709",
"len_data": 54,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.56
}
|
Windows 3.x, Microsoft firması tarafından 18 Mart 1992 tarihinde piyasaya sürülen MS-DOS tabanlı "grafik arayüzü".1992 yılında ön sürümleri çıkan 3.x serisi, güvenlik ve geliştirme gereklilikleri nedeniyle tam olarak ancak 1994 yılında piyasaya sürülmüştür.
Yenilikler.
Bu sürüm ile Windows, ağ özelliklerine sahip hale gelmiştir. Başlangıçta adının Janus olacağı duyurulan Windows 3.1 ilk kez TrueType yazı tipi özelliği kullanılmıştır. Önemli olarak belirtilmesi gereken bir diğer nokta ise Windows for Workgroups (WfW3.11) ile gelen 32 bit disk erişimidir. Takas dosyası işlemlerinde bu şekilde önemli performans artışları sağlanmıştır. Ayrıca Reversi oyununun yerini Mayın Tarlası oyunu almıştır, Internet Explorer desteği sağlanmıştır ve Microsoft Office sonraki sürümlerine yükseltilmiştir.
Grafik Arayüzü.
Windows 3.x sürümleri, MS-DOS işletim sistemi kurulu bilgisayarlarda çalışabilmekteydi. MS-DOS işletim sisteminde "win" komutu verilerek bir program çalıştırılırdı. Bu nedenle tam olarak bir işletim sistemi olarak değil, bir "grafik arayüzü" olarak nitelendirilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19712",
"len_data": 1077,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.39
}
|
951 (CMLI) çarşamba günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19717",
"len_data": 45,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 1.94
}
|
Ölümler.
= Kaynakça =
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19730",
"len_data": 21,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 1.02
}
|
974 (CMLXXIV) perşembe günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19741",
"len_data": 48,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.11
}
|
977 (CMLXXVII) pazartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19745",
"len_data": 50,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 2.17
}
|
981 (CMLXXXI) cumartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19749",
"len_data": 49,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.14
}
|
982 (CMLXXXII) pazar günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19750",
"len_data": 46,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2
}
|
Eğitim tanımları, Davranışçı psikolojiye göre eğitim, kişide öğrenme yaşantıları yoluyla istendik davranış değişikleri oluşturma sürecidir.
Yapılandırmacı yaklaşıma göre ise, eğitim, yaşantılar yoluyla, deneyimleyerek, gözlemleyerek, deneme-yanılma yoluyla, kendi bilişsel şemalarını yapılandırma sürecidir.
Tarih boyunca eğitimin ana amacı, kültürün tüm nesillere yayılmasını sağlamaktı.
Eğitim insan doğduğunda başlar ve ömür boyu sürer. Bebeklere, anne karnında müzik dinletme ve hikâye okuma eğilimlerini de hesaba katarsak, eğitim doğmadan önce başlar da diyebiliriz. Kimileri için, hayatın zaferleri ve yenilgileri geleneksel eğitimden daha önemlidir. (Mark Twain: "Okulun eğitimime müdahale etmesine asla izin vermem.") Yaşama bakış açısının ve davranış biçimlerinin şekillenmesinde ilk ve en önemli adımı ailesel eğitim oluşturur.
Geçmişte eğitim bir aile ferdinden diğerine geçerken (anne kızına yemek pişirmeyi, baba oğluna avlanmayı öğretirdi.), ilk kez Sümerliler döneminde, okuma ve yazmanın temel alındığı günümüzün geleneksel eğitimi şekillenmeye başlamıştır. Bir konuda uzman olmak isteyenler ya aile bireylerinden eğitim alır ya da bir uzmanın yanında önce çaylaklık (staj), ardından asistanlık (kalfalık) dönemi geçirirlerdi. Uzman olduktan sonra ise yeni çaylaklara ve asistanlara uzmanlıklarının sırlarını öğretirlerdi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19752",
"len_data": 1339,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 4.16
}
|
Bilişsel şema ya da kısaca şema, aynı türden bilgilerin uzun süreli bellekte oluşturduğu küme, bilgi örüntüsü anlamına gelir.
Örneğin, beyinde tüm renkler renkler şemasında, tüm adlar adlar şemasında, tüm sıfatlar sıfatlar şemasında yer alır. Herhangi bir renk hem renkler şemasında yer alır, hem de renk sıfat olarak kullanılabileceği için sıfatlar şemasında yer alır. Dolayısıyla, aynı türden bilgiler şemaları oluşturur; ancak, değişik şemalardaki bilgiler doğrudan ya da dolaylı olarak birbirleriyle ilgili olduklarından şemalar da birbirleriyle ilgilidirler ve bilgiler bir örüntü oluşturduğu gibi, şemalar da birbirlerine bağlanarak bir örüntü oluştururlar.
Öğrenme sürecinde duyu organları yoluyla yeni bir bilgi geldiğinde, beyin otomatik olarak ilintili gördüğü şemayı devindirir ve eski bilgiyle (şemadaki bilgiyle) yeni bilgiyi işler (anlama-öğrenme süreci) ve işlenmiş bilgi artık bir şemanın parçası olarak uzun süreli belleğe gönderilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19768",
"len_data": 951,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 4.19
}
|
São Tomé ve Príncipe ya da resmî adıyla São Tomé ve Príncipe Demokratik Cumhuriyeti, Afrika kıtasının batı kıyısında Gine Körfezi açıklarında yer alan bir ada ülkesidir. São Tomé ve Príncipe adaları ada ülkesini oluşturmaktadır. Ülkenin ada ülkesi olması nedeniyle sınır komşusu bulunmamakta olup, Ekvator Ginesi ile Gabon'un açıklarında yer almaktadır ve Gabon'un kuzeybatı kıyıları 250 km uzaklıktadır. Ülkenin başkenti São Tomé'dir.
Ülke ismi.
Ülkenin ismi Portekizceden gelmektedir ve "Aziz Thomas ve Prens Adaları" anlamına gelmektedir. Ülkenin ana adasını oluşturan São Tomé adasının keşfi Aziz Thomas kutlamalarının yapıldığı 21 Aralık 1471 yılında gerçekleştirildiği için bu isim bu adaya verilmiştir. Ada ülkesini oluşturan diğer ada olan Príncipe Adası, 17 Ocak 1472 tarihinde keşfedildikten sonra "São Antão" adını almış, bu isim daha sonra 1502 yılında "Prens Adası" olarak değiştirilmiş ve adanın yeni adı Príncipe olmuştur.
Coğrafya.
Ülkenin kara sınırı bulunmamakta olup, sahip olduğu adaların toplam sahil uzunluğu 209 km'dir. São Tomé ve Príncipe, Seyşeller'den sonra Afrika kıtasının en küçük ikinci ülkesi konumundadır. Ülkeyi oluşturan iki adet ada, Ekvator Ginesi'ne ait olan Bioko ve Annobón adaları arasında yer almaktadır. Her iki ada arasındaki mesafe 150 km'dir.
Ülkenin ana adası konumunda olan São Tomé adası her iki ada içerisindeki en dağlık olan adadır. Bu adanın 48 km uzunluğu, 32 km de eni bulunmaktadır ve 859 km² bir yüzölçümüne sahiptir. Adanın ve aynı zamanda ülkenin de en yüksek noktası 2.024 m ile Pico de São Tomé Dağı'dır. Adalar ülkesinin diğer adası olan Príncipe adası ise 20 km uzunluğa ve 10 km ene sahiptir, adanın toplam yüzölçümü 136 km²'dir. Bu adanın en yüksek noktası ise 927 m ile Pico de Príncipe Dağı'dır.
São Tomé adasının en güney ucu, Ekvator çizgisinin sadece iki km uzağında yer almakta olup, bu adaya bağlı küçük bir ada olan Rólas adası Ekvator çizgisinin üzerinde yer almaktadır.
Her iki ada da volkanik fay hattı olan Kamerun hattının bir parçası konumundadır.
İklim.
São Tomé ve Príncipe genelinde sıcak ve nemli tropikal iklim hakimdir. Ada genelinde kurak döneminin yanı sıra sağanak yağmurların yağdığı yağmur sezonları yaşanmaktadır. Yağmur sezonu genel itibarıyla ekim ile mayıs ayları arasında görülmektedir. Ülkede hava sıcaklıkları yıl içerisinde büyük değişiklikler göstermemekte olup, yıllık ortalama sıcaklık değerleri kıyı kesimlerinde 28 °C, iç kesimlerde ise 20 °C seviyesindedir. Yıllık ortalama yağış değerleri ülkenin kuzey kesimlerindeki alçak yaylalarda 1.000 mm ile güneybatıda yer alan dağlık alanlardaki 5.000 mm arasında değişkenlik göstermektedir.
Bitki örtüsü ve yaban hayat.
Ülke genelinde 895 farklı ve bu adaya özel bitki bulunmaktadır. Bu bitkilerin 95 tanesi sadece São Tomé adasında bulunurken, 37 tanesi de sadece Príncipe adasında bulunabilmektedir. Begonya, calvoa, orchidaceae ve rubiaceae familyasına ait bitkiler ülke genelinde bulunabilmektedir. Ada genelinde eğrelti otu da sık miktarda gözlemlenebilmektedir.
Ada genelinde yaban hayat belli türler ile sınırlı olup, bu adaya özgü memeli hayvanlardan biri de São Tomé kır faresidir. Bunun haricinde birçok kuşa ev sahipliği yapan ülke dünyanın en küçük aynak türü olan Bostrychia bocagei ya da bir diğer adı ile São Tomé aynak kuşu da bu ülkede yaşamaktadır.
Nüfus.
São Tomé ve Príncipe'de son olarak 2012 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre 178.739 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmî sayım konumunda olup, 2022 tahmini sayım sonuçlarına göre 217,164 nüfus belirlenmiştir. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu başkent São Tomé'de yaşamaktadır.
São Tomé ve Príncipe genç bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre nüfusun %61,36'sı 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %2,87'si 65 yaş ve üzerindedir.
0-14 yaş: %39.77 (erkek 42,690/kadın 41,277)
15-24 yaş: %21.59 (erkek 23,088/kadın 22,487)
25-54 yaş: %31.61 (erkek 32,900/kadın 33,834)
55-64 yaş: %4.17 (erkek 4,095/kadın 4,700)
65 yaş ve üzeri: %2.87 (erkek 2,631/kadın 3,420)
Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %75,8 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %1,48 düzeyindedir.
Etnik gruplar.
São Tomé ve Príncipe'de yaşayan gruplar içerisinde ülkenin yerel halkı ile özellikle Portekizliler'in dahil olduğu beyaz Avrupalıların bir araya gelmesi ile ortaya çıkan gruptur. "Mestiço" olarak adlandırılan melez grubun haricinde Angolares, Forros, Serviçais, Tongas olarak adlandırılan gruplar da ülke de yaşamaktadır. Bu grupların haricinde çoğunluğunu Portekizliler'in oluşturduğu Avrupalı ile birçoğunu Çinliler ile Makaulular'ın oluşturduğu Asyalı da ülkede yaşamaktadır.
Dil.
Ülkenin resmi dili Portekizcedir ve bu dil nüfusun %98,4 tarafından kullanılmaktadır. Resmi dilin haricinde ülke genelinde karma dil de kullanılmaktadır. Portekizce ile Bantu dil ailesine mensup dillerin karışımı ile ortaya çıkan kreol dilleri de belli bir kesim tarafından kullanılmaktadır.
São Tomé ve Príncipe, Portekizcenin resmi dil olarak kullanıldığı en küçük ülke konumundadır.
Din.
São Tomé ve Príncipe genelinde hakim olan din Hristiyan dinidir. Buna göre nüfusun %80'i Hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Bu oranın neredeyse tamamını Katolik mezhebine mensup Hristiyanlar oluşturmaktadır. Bunun haricinde %10'luk bir kesim de Adventist inancına göre yaşamaktadır. Nüfusun geri kalan kısmı ise farklı dinlere göre yaşamını sürdürmektedir.
Sosyal durum.
Sağlık.
Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre çok yüksek düzeyde olup, nüfusun neredeyse tamamı temiz su kaynaklarına ulaşabilmektedir. 2012 tahmini verilerine göre nüfusun %97'si temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanma oranının düşük olduğu ülkede, nüfusun %34,4'ü bu yönde bir hizmet alabilirken, %65,6'sı ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, tifo, sıtma, kuduz ve humma çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının genelinin aksine çok düşük oranda görülmekte olup, bu oran 2013 tahmini verilerine göre %0,64 düzeyindedir.
Eğitim.
Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2015 verilerine göre %74,9 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %99,1 iken, kadınlarda %98,8 seviyesindedir. São Tomé ve Príncipe genelinde dört yıllık ilkokul eğitimi zorunlu olup, kız ve erkek çocukların okula gitme ortalaması 11 yıl düzeyinde tahmin edilmektedir. Ülkede 2001 yılından bu yana öğrencilerin okula gitme oranları ile ilgili sağlıklı bir veri bulunmamaktadır. Ülke genelinde mevcut olan dersliklerin, eğitim malzemelerinin yetersizliği ile öğretmenlerin düşük maaş nedeniyle yaşadığı sorunlar nedeniyle çocukların okula gönderilmesi konusunda toplumsal destek pek bulunamamaktadır. Hükûmetlerin finansal destek sağlayamadığı eğitim alanındaki faaliyetler, dış finansal desteğin sağlanmasına bağlı bir konumda yürütülmektedir.
Ülke genelinde 5-14 yaş aralığında bulunan çocukların 2006 verilerine göre %8'i çocuk işçi olarak kullanılmaktadır.
Tarih.
Ada ülkesinin koloni öncesine ait bir tarihi bilinmediği için bulunmamaktadır. Adaya ilk gelen Portekizli kaptan ve kâşif João de Santarém ayak bastığında adada herhangi bir yaşam bulunmamaktaydı.
Keşif ve kolonileşme (1471-1850).
João de Santarém yetkiyi Portekiz kralı V. Alfons'dan alan iş adamı Fernão Gomes adına Afrika kıyılarında masrafları kendisi tarafından karşılanmak üzere keşife çıkmış ve bunun sonucunda 21 Aralık 1471 tarihinde São Tomé adasına ayak basarak, adaya Portekiz adına el koymuştur. Adayı keşfettiği gün "Aziz Thomas" kutlamalarının olması nedeniyle adaya "São Tomé" adını veren Santarém, bu olaydan yaklaşık bir ay sonra da ada ülkesinin diğer adası olan Príncipe adasını da ilk Avrupalı olarak keşfederek Portekiz adına bu adayı da sahiplenmiş ve adaya "São Antão" adını vermiştir.
Adalar her ne kadar 1471 ve 1472 yıllarında keşfedilmiş olsa da ilk yerleşme çabaları 1485 yılından gerçekleştirilmiş ancak başarılı olunamamıştır. İlk olarak 1495 yılında Alvaro de Caminha Portekiz kralından kendisine yurtluk esasına göre São Tomé adasında tahsis edilen bölgeye daimi olarak yerleşmiştir. Ülkenin diğer adası olan Príncipe adası da ilk olarak 1500 yılında yine yurtluk esasına göre Portekizli soylular tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Adaya gelen ilk yerleşimciler kendi rızasından ziyade zorunlu olarak yerleştirilmiş, Portekiz'deki hükümlülerin yanı sıra Afrika'nın güneyinden getirilen köleler ile İspanya'dan göçe zorlanan ve 1492 yılında Portekiz'e kaçan ancak buradan da bu adaya sürülen ve kendilerine Sefarad olarak adlandıran Musevilerden toplanan 2.000 çocuk bu adanın ilk yerleşimcilerinden olmuşlardır. Özellikle Museviler Portekiz'e kaçtıktan sonra buradaki yasalar nedeniyle zorluklar yaşamışlar, kendilerinden Musevi olmaları nedeniyle talep edilen vergileri ödeyememiş bunun üzerine de kral bu ailelerden çocuklarını alarak bunları adaya sürgüne göndermiştir.
1506 yılına gelindiğinde adada 600'ü musevi çocuklar olmak üzere bin nüfusun yanı sıra 2.000 köle yaşamaktaydı. Ada bu yıllarda Portekiz köle ticaretinin önemli merkezlerinden biri haline gelmiş, Portekiz buradan birçok köleyi kendisine ait olan Brezilya ile Karayip'te bulunan sömürge bölgelerine göndererek plantasyonlarda çalıştırmıştır. Yine aynı dönemlerde Portekiz mevcut köle gücünü kullanabilmek adına ada üzerinde şeker kamışı plantasyonları kurmuş ve köleleri burada çalıştırmıştır. 16.yy sonlarına gelindiğinde ada üzerinde 12.000 ton şeker imalatı üretilmekteydi. 1572 yılından itibaren São Tomé, 1573 yılından itibaren de Príncipe direkt olarak Portekiz kraliyetine bağlanmıştır.
17.yy başlarından itibaren ada üzerinde değişimler yaşanmıştır. Bundan önceki 100 yıl boyunca bulunduğu ortamlardan kaçan köleler ulaşımın zor olduğu sık ormanlık alanlarda yerleşimler kurarak hayatlarına devam eden geldikleri bölgeden dolayı "Angolas" olarak adlandırılan köleler 17.yy'den itibaren şeker kamışı plantasyonlara ve yerleşim yerlerine saldırarak bu alandaki ekonominin ciddi zarar görmesine sebep olmuşlardır. Yaşanan bu olumsuzlukların yanı sıra Brezilya'da bulunan şeker kamışı plantasyonlarının daha verimli çalışması nedeniyle üretim ada üzerinde bundan önceki üretimlerin onda birine kadar düşmüştür. Adada yaşayan birçok varlıklı Portekizli aile burayı terkederek Brezilya'ya göçmüş ve yatırımlarına orada devam etmişlerdir. Tüm bu olayların yaşanması neticesinde koloni sahibi Portekiz'in ada üzerindeki ilgisi azalmış, bununla birlikte ada limanlarını Afrika ülkeleri ile Güney Amerika arasında ticaret yapan diğer uluslara ait gemilerine de açarak ada üzerindeki ticareti canlı tutmaya çabalamıştır. Ancak bu dönemde çok sık yaşanmaya başlayan köle isyanları izole olmuş ada bölgesinde sorunlar yaşanmasına neden olmaktaydı. 1844 yılına gelindiğinde ise 185 beyaz Avrupalı'ya karşın adada "filhos de terra" (Türkçe: "Yeryüzünün çocukları") olarak adlandırılan ve Portekizliler ile yerli halktan doğma çocukların oluşturduğu 7.054 melez ırk, bunun yanında da 5.514 köle ile 1.200 dolayında Angolas yaşamaktaydı.
İkinci kolonileşme (1850-1950).
1822 yılında Portekiz'in Brezilya üzerindeki hakimiyetin son bulması üzerine ada da ikinci kolonileşme dönemi başlamıştır. Brezilya'nın kaybedilmesi sonucu Portekizliler yeniden adaya yatırım yapmaya başlamış ve plantasyonlar kurmuşlardır. Bu süreçte hak sahiplerinin Portekiz'de bulunduğu plantasyonlar yerli halkın elinden zorla ve kandırılarak alınmış ve ada üzerindeki sahipleri tarafından belirlenen yöneticiler tarafından idare edilmiştir. Yaşanan bu olaylar neticesinde yerli halk toprağını kaybetmiş, verimli, volkanik toprakların tamamı Portekizli büyük işletmelere geçmişti. Portekizliler bu süreçte yeni ürün ekimlerine de başlamış bu doğrultuda kahve ve kakao plantasyonları kurmuşlardır. 1869 yılında Portekiz ile birlikte tüm kolonilerinde köleliğin yasaklanmasına rağmen kölelerin dokuz yıl boyunca "eski sahipleri" için çalışma zorunluluğu getirildiği için kölelik adada fiili olarak 1878 yılında sonlandırılmıştır. Kölelik kaldırılmış olsa da ücret karşılığı zorunlu çalıştırılma uzun yıllar adada devam etmiştir. Ada yerlileri bu süreçten sonra plantasyonlarda çalıştırılmayı kölelik ile eş tuttukları için reddetmiş, zor durumda kalmak istemeyen toprak sahipleri de "servicais" adını verdikleri sözleşmeli işçiler Afrika'nın diğer bölgelerinde adaya getirterek çalıştırılmışlardır. Afrika ana kıtasından sözleşmeli işçi olarak adaya gelen kişilerin aksine adada yaşayanların sözleşmeli işçi olarak başvurmaları yasaklanmış, bu yasak yerli halkın köleliğin kaldırılması sonrası zor durumda kalmasına neden olmuştur. 1900 yılına gelindiğinde adada çalışan sözleşmeli işçi sayısı 42.000'e ulaşmış vaziyetteydi. 1908 yılında ise São Tomé ve Príncipe dünyanın en büyük kakao üreticisi haline gelmişti. 1909 yılında Britanyalı gazeteci Henry Nevinson'un adadaki "modern kölelik" ile ilgili yazı yazması ve bu bağlamda çikolata üreticilerini adadan gelen "kölelik kakaoları"nı boykot çağrısı yapması neticesinde Portekiz 1909 yılında adada çalıştırılan diğer Afrika bölgelerinden gelen işçilerin ve bu işçilerin adada doğan çocuklarının tekrar ülkelerine dönüşlerine izin vererek onları geri dönmelerini sağlamıştır. Portekiz bunun sonucunda ortaya çıkan işçi problemini de diğer sömürge bölgeleri olan Mozambik ve Yeşil Burun Adaları'nda hapishanelerde bulunan kişilerin adaya getirilerek çalıştırılması ile çözümlemiştir.
İlk örgütlenmeler ve Batepá katliamı.
Yeni yüzyıla girilmesi ile birlikte ada ekonomisi sıkıntılı bir sürece girmiş olmasına rağmen, adanın yerli zenginleri çocuklarını okuması için anavatan Portekiz'e gönderme imkânı yakalamışlardı. Portekiz'e gönderilen çocuklar burada farklı gazeteler çıkarmış, 1919 yılında da özgürlükçü kulüp "Liga Africana"'yı kurarak örgütlenmişlerdir. Aynı örgütlenme çabaları adada da yürütülmüş, Portekiz'in bağımsızlığını kazandığı 1911 yılında yerel yetiştiriciler "Liga dos Interesses Indigenas" (Türkçe: "Yerel halkın çıkarları için lig") adında bir oluşum kurarak Portekizli büyük toprak sahiplerine karşı örgütlenmişlerdir. Bu girişim 1926 yılında yasaklanarak kapatılmıştır. 1937 yılında koloni yönetimi çıkarttığı yeni kişi başına vergi yasası ile yerlileri plantasyonlarda çalışmaya zorlamıştır. 1951 yılında adalar pratikte herhangi bir değişikliğe yol açmamasına rağmen Portekiz'in denizaşırı ili statüsüne getirilmiştir. 1952 yılında dönemin valisi tarafından kişilerin 90 gün zorunlu olarak çalıştırmasını gerektirecek şekilde kişi başına ödenmesi gereken vergiyi arttırarak 90 Escudos'a çıkartmıştır. 1953 yılında yerli toprak sahiplerine ait olan toprakların Yeşil Burun Adaları'ndan işe alınanlar lehine istimlak edilecek söylentilerinin yayılması neticesinde ayaklanma çıkmış, bu ayaklanma tarihte Batepá katliamı olarak yerini almıştır. Bu ayaklanma ve sonucunda kolluk kuvvetlerinin, gönüllü beyazların, suçluluların ve taşeron işçilerin bu ayaklanmayı bastırma çabaları farklı kaynaklara göre yüz ile 2.000 arasında kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştur. O dönemin yetkilileri olaylara karıştığı iddia edilen kişileri yargılayarak sınırdışı etmiş, sorumlu vali ve diğer kamu görevlileri ise ödüllendirmiştir. Yaşanan bu ayaklanma ada genelinde ulusal bilincin başlamasına yol açan önemli bir faktör olarak kabul edilmiştir.
Bağımsızlık.
Ada genelinde Portekiz'in Afrika ana kıtasında sahip olduğu diğer sömürge bölgeleri Angola, Mozambik ya da Portekiz Ginesi (günümüzde Gine-Bissau) bölgelerinde olduğu gibi silahlı bir isyan örgüt meydana gelmemiştir. Tüm organize protestolar yurt dışında sürgünde bulunan kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. 1960 yılında adanın bağımsızlığını hedef alan "Comissao de Libertacao de São Tomé e Principe" (CLSTP) (Türkçe: "São Tomé ve Principe Kurtuluş Komitesi") kurulmuş, bu komite 1964 yılında da Afrika Birliği Örgütü tarafından da bağımsızlık hareketi olarak kabul edilmiştir. Komitenin liderliğini üstlenen ve ilerleyen yıllarda da ada ülkesinin başbakanı olarak da görev alacak olan Miguel Trovoada, hareketi Gabon topraklarından yönetmiştir. Gabon'dan aldığı destek karşılıksız bir konumda değildi, Gabon söz konusu adaların kendi topraklarına katılması yönünde düşüncelerine sahipti. 1972 yılında komite adında değişikliğe giderek "hareket" ismini almış ve bu yıldan itibaren "Movimento de Libertação de São Tomé e Príncipe" (MLSTP) (Türkçe: "São Tomé ve Principe Kurtuluş Hareketi") olarak devam etmiştir. Yurt dışında bu tür faaliyetler gerçekleştirilirken ada üzerinde sömürge kolluk kuvvetlerinin korkutmaları nedeniyle genel itibarıyla sessiz ve sakin bir ortam mevcuttu.
1974 yılında Portekiz'de Marcelo Caetano yönetiminde iktidarda bulunan dikta rejiminin Karanfil Devrimi neticesinde yıkılması ile Afrika'da bulunan tüm sömürge bölgelerinin bağımsızlığının kabul edilmesi kararlaştırılmıştır. Bağımsızlıktan hemen önceki kısa bir dönemde Eylül 1975'te ada üzerinde yaşanan grevler ve gösteriler sonucunda birçok Portekizli adayı terk etmek zorunda kalmış, birçok kişi de bu olaylarda hayatını kaybetmiştir. Portekiz'de iktidara gelen yeni hükûmet 1974'te Cezayir'de bağımsızlığa giden şartları konuşmak adına başlatılan müzakerelerde MLSTP'yi ada halkının temsilcisi olarak muhatap almış ve görüşmeleri yürütmüştür.
Ada genelinde 6 Temmuz 1975 tarihinde tek partili biz düzende seçimler gerçekleştirilmiş, seçim sonrası 12 Temmuz 1975 tarihinde Portekiz hükûmeti tüm yetkilerini kurucu meclise devretmiştir. Aynı gün kurucu meclisin sözcüsü Nuno Xavier yeni ülke São Tomé ve Príncipe'nin bağımsızlığını ilan etmiştir.
Diktatör rejim (1975-1991).
6 Temmuz tarihinde gerçekleştirilen seçimlerde meclisteki tüm sandalyelerin sahibi olan MLSTP, yeni ülkenin devlet başkanı olarak Manuel Pinto da Costa bu göreve getirilmiş, Miguel Trovoada ise yeni ülkenin ilk başbakanı olarak göreve başlamıştır. Ülke bağımsızlığına kavuşmuş olsa da, nüfusun büyük bir bölümü özgürlüğünü kazanamamıştır. MLSTP bağımsızlık sonrası ülkeyi sosyalist düzende tek parti yönetimine dayanan bir yönetim şekli ile yürütmeye başlamış, sömürge ülkesi Portekiz'in geride bıraktığı tüm kamu görevlerini aynı şekilde sürdürmüştür. Portekizli yetkililerin bıraktığı görevlere genç ve tecrübesiz partililer ile doldurularak kadrolaşma çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Hükûmet 1978 yılında dış kaynaklı tehditlerin varlığını gerekçe göstererek Angola ve Gine-Bissau'dan askerî güç talep etmiştir. Özellikle Angola askerî gücü çok uzun yıllara ülkede konuşlanmış ve hükûmetin en önemli destekçilerinden biri konumunu almıştır. Dönemin başbakanı Trovoada bu durumu kabullenmediği ve Angola askerî gücün ülkesindeki varlığından rahatsızlığını dile getirdiği için başbakanlık koltuğundan alınarak Ekonomi Bakanı olarak atanmıştır. 1979 yılında daha önceki dönemlerde gündeme gelen yerel işletmecilere ait toprakların istimlak edilme durumunun yeniden ortaya çıkması nedeniyle başlayan protesto gösterilerinde, protestocuların Trovoada'yı devlet başkanı makamına getirilmesini talep etmesi sonucunda Trovoada tutuklanarak hapishaneye gönderilmiştir. Hükûmet uluslararası baskılar sonucu Trovoada'yı iki yıl sonra serbest bırakmış ve kendisi de Fransa'ya sürgüne gitmiştir.
Sömürge dönemine dair tüm izleri silmek adına bağımsızlığın ilan edildiği yıl zorunlu olarak çalışma mecburiyeti kaldırılmış, plantasyonlar kamulaştırılmıştır. Her ne kadar zorunlu çalışma kaldırılmış olsa da, Batepá katliamının yaşandığı günü resmi olarak "özgür çalışma günü" bayramı ilan edildiği gün o gün yaşananları anlamak ve anlatabilmek için toplum mecburi olarak o günü çalışarak geçirmek zorunda bırakılmıştır. Kakao üretiminin de çok kısa sürede yarı yarıya düşmesi sonucu, kakao bitkilerinin eski olması nedeniyle artık ürün vermemesinin yanı sıra, Angola İç Savaşı nedeniyle ülkelerine geri dönen 10.000 São Tomé ve Príncipe vatandaşı ekonomiyi olumsuz etkilemiş, devlet ekonomiyi sürdürebilmek adına Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası para kaynaklarına başvurmak durumunda kalmıştır. Ülke tarihinde ilk kez iş yerleri kapanmak zorunda kalmış, işsizlik ciddi oradan artmıştır. Bu yaşananlar nedeniyle Príncipe adasında isyanlar baş göstermiş ve ilk defa ayrılıkçı söylemler gün yüzüne çıkmıştır.
Ülkenin yönünün batıya çevirmesi ile birlikte uluslararası organizasyonlardan gelen maddi kaynaklar siyasi ve ekonomi alanındaki gerilimi hafifletmiştir. Parti içerisindeki genç siyasilerin reform talepleri nedeniyle 1990 yılında çok partili siyasi hayata geçen ada ülkesi, 1990 yılında gerçekleştirilen halk oylaması ile de yeni anayasa kabul edilmiştir.
Demokratikleşme ve günümüz (1991-2016).
1991 yılında gerçekleştirilen seçimlerde yaşanan olumlu siyasi gelişmeler nedeniyle bulunduğu sürgünden ülkesine geri dönerek bağımsız aday olan Trovoada seçilmiştir. Bu seçimlerde mevcut devlet başkanı aday olmamış, ülkeyi uzun süre tek parti sistemi ile yöneten MLSTP'de başka bir aday göstermemiş ve bu nedenle seçimlere tek adaylı girilmiştir. 1992 yılında gerçekleştirilen seçimlerde de başaralı bir şekilde çıkan Trovoada görevini devam ettirmiştir. 1995 yılında gerçekleştirilen askerî darbe ile yönetime el konulmuş ancak bu darbeye karışanların affedileceği açıklandıktan sonra darbe girişimi sonlandırılmış ve askerler kışlalarına geri dönmüştür. 2001 yılında yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde Fradique de Menezes ülkenin yeni başkanı seçilmiştir. 2003 yılında ordu yönetime bir kez daha el koyma gayreti içerisinde olmuş, darbeyi de ülkede yaşanan ekonomik sorunlar ile yaygınlaşan rüşveti önlemek adına gerçekleştirdiğini bildirmiştir. Bu darbe de bir hafta içerisinde sonlandırılarak yönetim yeniden sivillere devredilmiştir.
2006 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde oyların %60'ını alan Fradique Menezes ülkenin gelecekteki beş yıllık süresi için yeniden devlet başkanı olarak seçilmiştir. Menezes ikinci dönemine başlamasından sonra kısa süreler içerisinde yaşanan hükûmet krizleri nedeniyle birçok kez başbakanı değiştirmek durumunda kalmıştır. 2010 meclis seçimlerinden önce 2009 yılında yasaya aykırı olmasına rağmen partisi MDFM'nin genel başkanlığı koltuğuna da oturan ancak bunu iç siyasi baskılar nedeniyle çok kısa süre sonra bırakmak zorunda kalan Menedez partisinin 2010 meclis seçimlerinde 1 sandalyeden fazlasını kazanabilmesini sağlayamamıştır. Bu seçimlerden Trovoada'nın partisi ADI birinci gelmiş ve Trovoada yeniden başbakanlık koltuğuna oturmuştur.
2011 devlet başkanlığı seçimlerinde bundan önce iki kere seçildiği ve yasal süreyi doldurduğu için tekrar aday olamayan Menedez yerine bağımsızlık sonrası ülkenin ilk devlet başkanı olan Manuel Pinto da Costa yirmi yıl sonra bu göreve seçilerek devlet başkanı olmuştur.
2016 yılında gerçekleştirilen seçimlerde yeniden aday olan da Costa, söz konusu seçimlerde usulsüzlükler olduğunu ileri sürerek ikinci olduğu ilk tur sonucunda ilk iki sırada yer alan adayların katıldığı ikinci tura katılmayacağını açıklayarak Evaristo Carvalho'nun 3 Eylül 2016 tarihi itibarıyla devlet başkanlığı makamına gelmesine olanak sağlamıştır.
Siyaset.
São Tomé ve Príncipe Demokratik Cumhuriyeti anayasa ile yönetilen bir cumhuriyettir. Günümüzde yürürlükte olan anayasa 1990 yılında kabul edilerek yürürlüğe konmuştur. Ülke çok partili bir siyasi sisteme sahip olup, yarı başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Ülkenin sahip olduğu ulusal meclis ("Assembléia Nacional") toplamda 55 üyeden oluşmaktadır. Söz konusu 55 üye her dört yılda bir düzenlenen seçimler ile belirlenmektedir. Son seçimler 12 Ekim 2014 tarihinde gerçekleştirilmiş, bu seçimlere göre partilerin mecliste elde ettikleri sandalye sayısı şu şekilde şekillenmiştir:
Ülkenin devlet başkanı resmi olarak beş yılda bir seçilmektedir. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1975 yılında bu yana devlet başkanlığı makamı dokuz kez el değiştirmiş, bunlardan da iki tanesinde askeri rejim darbe ile iktidara gelmiştir. Ülkenin bağımsızlığını kazanması sonrası devlet başkanı olan ve bu görevi 1991 yılına kadar sürdüren Manuel Pinto da Costa, 2011 yılında yapılan seçimlerde yeniden aday olmuş ve seçimi kazanarak yirmi yıl aradan sonra yeniden devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştur. 2016 seçimlerinde de aday olan da Costa, yaşandığı iddia ettiği usulsüzlükler sebebiyle ikinci tur seçimlerini boykot ederek katılmamış, bunun sonucunda Evaristo Carvalho ülkenin yeni devlet başkanı seçilmiştir. 2 Ekim 2021 tarihi itibarıyla da bu göreve Carlos Vila Nova gelmiştir.
Dış siyaset.
São Tomé ve Príncipe uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve Uluslararası Para Fonu ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir.
São Tomé ve Príncipe uluslararası hukuk alanında birçok ülkenin aksine Çin yerine Çin Cumhuriyeti'ni (Tayvan) tanımaktadır. Bu bağlamda ülkenin Tayvan'da temsilciliği bulunmaktadır.
Ordu.
São Tomé ve Príncipe'de ordu siyasi hayatta önemli bir rol oynamaktadır. Ülkenin bağımsızlığını elde ettiği 1975 yılından bu yana ordu dört defa (1978, 1988, 1995, 2003) darbe gerçekleştirerek yönetime el koymuştur.
Ülke genelinde zorunlu askerlik görevi bulunmamaktadır. Ülkenin silahlı gücü olan "São Tomé ve Príncipe Silahlı Kuvvetleri" (Portekizce:"Forças Armadas de São Tomé e Príncipe") ülkenin ordusunu oluşturmaktadır. 2.000 askerî gücüne sahip kuvvetlerde kara kuvvetleri, sahil güvenlik, devlet başkanlığı muhafız alayı ile millî muhafız birliği bulunmaktadır. Ordu içerisinde hava kuvvetleri bulunmamaktadır.
İdari yapılanma.
São Tomé ve Príncipe kendi içerisinde iki ile ayrılmıştır. Söz konusu bu iki ilde kendi içerisinde toplam yedi ilçeye ayrılmış konumdadır. São Tomé ve Príncipe adaları söz konusu iki ili oluşturmakta olup, Príncipe adası yine tümüyle bir ilçeyi oluşturmakta, São Tomé adası da kendi içerisinde altı ilçeye ayrılmıştır.
Ekonomi.
1975 yılında bağımsızlığının kazandıktan sonra ticari açıdan bir öneme sahip olmayan ada ülkesi, kakao ticaretine bağımlı bir şekilde ekonomisini ilerletmiştir. 2010 verilerine göre ülkenin ihracatının %80'ini kakao oluşturmaktadır ve ülkenin tarıma uygun topraklarının %80'ini kakao üretiminde kullanmaktadır. Özellikle son yıllarda yaşanan kuraklığın yanı sıra kakao fiyatlarındaki dalgalanmalar kakaoya bu kadar bağımlı bir konumda olan ada ülkesine sorun yaratmaktadır.
Kakaonun haricinde hindistan cevizi, palmiye ağacı çekirdeği, tarçın, biber, kahve, muz, papaya ve fasulye gibi tarım ürünleri ekilmektedir. Ada genelinde işletilen balık çiftlikleri ile birlikte kümes hayvanı yetiştiriciliği de ülke ekonomisine katkı sağlamaktadır.
Ada açıklarında bulunan petrol yatakları ülkenin ekonomisi için gelecekte önemli katkı sağlayacağı planlanmaktadır ancak günümüzde bu alanda henüz ilerleme kaydedilememiştir. 1990'lı yıllarda jeologlar adanın altında ve etrafında 11 milyar varil petrolün bulunduğu açıklamış, bu açıklamalar istinaden ülke "Kara Brunei", "İkinci Kuveyt" isimleri ile anılmıştır. Ülke offshore petrol imtiyazlık işlerinin satışı nedeniyle Nijerya ile birlikte işlettiği "Joint Development Zone" (JDZ) satışlarından %40 elde etmekte olup, geri kalan %60 Nijerya tarafından alınmaktadır.
İhracat.
Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini kakao, kahve ve palmiye ağacı yağı oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ihracat yaptığı ilk beş ülke şu şekildedir:
Hollanda %30,5 <br>
Belçika %20,4 <br>
İspanya %9,8 <br>
Nijerya %7,4 <br>
Türkiye %7,3
İthalat.
Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini makine ve ekipmanları, elektronik ürünler, gıda ürünleri ve petrol ürünleri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ithalat yaptığı ilk üç ülke şu şekildedir:
Portekiz %9.8 <br>
Gabon %7.4 <br>
Çin %7.3
Ulaşım.
Havayolu.
Ülke genelinde bulunan iki adet havaalanı içerisinde en önemlisi ve en büyüğü başkent São Tomé'de bulunan São Tomé Uluslararası Havalimanı ("São Tomé International Airport") olup, bir diğer havaalanı Príncipe adasında bulunan Príncipe Havaalanı'dır ("Príncipe Airport").
Ülkenin ulusal havayolu şirketi olan STP Airways 2008 yılında kurulmuştur. Söz konusu havayolu başkent São Tomé'den Portekiz'in başkenti Lizbon ile Angola'nın başkenti Luanda'ya seferler düzenlemektedir. Havayolu şirketine ait bir filo bulunmamakta olup, uçuşların gerçekleştirildiği iki adet Boeing 757-300 Portekiz merkezli havayolu şirketi EuroAtlantic Airways tarafından işletilmektedir.
São Tomé ve Príncipe adalarına TAP Portugal, TAAG Angola Airlines, Punto Azul gibi havayolları seferler düzenlemektedir.
Karayolu.
Ada ülkesi genelinde toplam 320 km karayolu bulunmaktadır. Bu karayolunun 218 km'si asfaltlanmış olup, geriye kalan 102 km ise toprak yol konumundadır.
Denizyolu.
São Tomé ve Príncipe ada ülkesi olması nedeniyle özellikle ülkeyi oluşturan iki ada arasında gemiler ile yolcu ve yük taşımacılığı yapılmaktadır. Ülkenin en önemli limanı başkent São Tomé'de yer almaktadır.
Demiryolu.
Ülke genelinde güncel olarak herhangi bir demiryolu ulaşımı bulunmamaktadır.
Spor.
São Tomé ve Príncipe'de en sevilen spor dalı futboldur. Ülkede futbol 1975 yılında kurulan São Tomé ve Príncipe Futbol Federasyonu ("Federação Santomense de Futebol") tarafından yönetilmektedir. Ülkede her iki adada da ayrı olmak üzere iki farklı lig düzenlenmektedir. São Tomé adasında on takımın katıldığı ulusal ligde ("Primeira Divisão de São Tomé") şampiyon olan takım ile Príncipe adasında altı takımın katılımı ile gerçekleştirilen ulusal ligde ("Primeira Divisão") şampiyon olan takım son olarak birbirleriyle oynayarak ülkenin şampiyonunu belirlemektedir. Günümüze kadar São Tomé takımları 22 kez mutlu sona ulaşırken, Príncipe takımları altı kez mutlu sona ulaşmıştır. Ülkenin en başarılı futbol takımı altı kez şampiyonluğunu ilan eden Sporting Clube Praia Cruz takımıdır.
São Tomé ve Príncipe millî futbol takımı Mayıs 2015'te FIFA sıralamasında 188. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 2012 yılında 112. olarak elde etmiştir.
Kültür.
São Tomé ve Príncipe genelinde Afrika ile Portekiz kültürünün karışımı etkili olmaktadır.
Edebiyat.
São Tomé ve Príncipe, içerisinde bulunduğu kültürel ve siyasi koşullara dayanan zengin bir edebiyata sahiptir. Lusofon Afrika ülkeleri ile karşılaştırıldığında birikimi ile göze çarpan São Tomé ve Príncipe edebiyatı, temellerini sömürgecilik dönemi ve ulusal kurtuluş mücadelesinden alan milli bir kimlik üzerine kuruludur. Portekizce ve İngilizce başta olmak üzere Avrupa dillerinden yararlanan yazarlar ve şairler, sosyal gerekçelerle yerel dillerin kullanımına da önem vermişlerdir.
Adanın tarihsel gelişim sürecinde edebiyatın ortaya çıkışı, nazım biçimlerinin ön plana çıkmasıyla başlamıştır. Caetano da Costa Alegre'nin yazdığı romantik şiirler ve edebiyat tarihi incelemeleri, São Tomé ve Príncipe'in ilk edebi eserleri arasındadır. Visao adlı bir şiir koleksiyonu hazırlayan yazar, ırkçılığa karşı takındığı tavırla sosyal eleştirilerde bulunmuştur. Bu süreç, nesir alanında yaşanan çeşitli gelişmelerle devam etmiştir. Sara Pinto Coelho tarafından hikayeler ve tiyatro oyunları yazılmıştır.
1900'lü yıllarda Francisco José Tenreiro'nun verdiği eserler, São Tomé ve Príncipe edebiyatı için bir dönüm noktası olmuştur. Yeşil Burun Adaları'nda yayınlanan Claridade adlı bir derginin yazarları arasında yer alan Francisco José Tenreiro, aynı zamanda siyaset bilimi ve felsefe üzerine çalışmıştır. Afro-Amerikan kültürüyle ilgili şiirler ve halk şarkıları hazırlamıştır. São Tomé ve Príncipe'de adına kültür merkezleri ve edebiyat ödülleri bulunan yazar, Portekiz'deki Ulusal Meclis'te milletvekili olarak ülkesini temsil etmiştir.
Manuela Margarido ve Alda Espírito Santo gibi kadın yazarlar döneminde edebiyat, Portekiz'e karşı verilen bağımsızlık mücadelesini merkeze almıştır. Bu dönemde vatansever düşüncelerin yayılması için çalışan birçok yazar, ülkenin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından siyasi ve diplomatik görevlerde bulunmuştur. Olinda Beja ve Conceição Lima gibi şairler ise, bağımsızlık sonrası dönemde ön plana çıkan isimler arasında yer almışlardır.
%93.75 olan okuryazarlık oranları, çevredeki diğer ülkelere göre değerlendirildiğinde São Tomé ve Príncipe'de oldukça yüksektir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19772",
"len_data": 32160,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.38
}
|
Karamanoğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmadan önce Nureddin Bey tarafından temelleri atılan ve Kerimüddin Karaman Bey tarafından kurulan Larende merkezli beyliktir. Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçeyi beylik sınırları içerisinde konuşulacak dil ilan etmişti ancak zamanla beylikte Farsça resmî dil olmuştur. 13. yüzyılda Anadolu'daki en güçlü Türk beyliği kabul ediliyordu. Beylerinin Afşar boyuna veya Salur boyunun, Karamanlı oymağının, Begbölük uruğunun, Kallaklar tiresine bağlı olduğu belirtilmiştir. Beyliğin halk kitlesi ise çoğunlukla Salur ve Afşar boyuna bağlıdır.
Tarihçe.
Karamanoğulları'nın kökeni ağırlıklı olarak yukarı Hazar havzasından bugünkü Azerbaycan ve Güney Azerbaycan alanına kadar Hazar boylarında yayılmış Dışoğuz ve İçoğuz Boy ve taifelerindendir. Sivas'a göç eden Hoca Saadettin'in oğlu Nûre Sûfi'ye dayanmaktadır. Karamanoğulları Beyliği toplumunda Oğuzların Salur alt grupları çok yaygın ve kalabalık nüfus sahibi olmuştur. Afşar Boyu ve taifeleri sonradan, bugünkü İran ve Suriye bölgesinden Adana üzerinden Karaman topraklarına Yörük olarak girmişler. Anadolu'da yayılmış olan Babailer tarikatına girerek yöredeki diğer Türkmenler üzerinde etkisini göstermiş ve Hristiyanlara ait yerleri ele geçirerek topraklarını genişletmiştir. Nûre Sûfi'nin oğlu Kerimüddin Karaman Bey 13. yüzyılda Karaman'dan başlamak üzere Kilikya bölgesinin büyük bir kısmında güç sahibi olmuştur. Bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından eski adı Germanikopolis olan Ermenek merkezli bu beyliği bölgenin beyi olarak atamıştır.
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da ilerlediği dönemde Karamanoğulları bir Osmanlı kenti olan Beyşehir'i ele geçirmişti, bunun üzerine Osmanlılar, Konya'ya ilerlemişti. Bunun üzerine iki beylik arasında bir antlaşma imzalanmış ve bu antlaşma II. Bayezid yönetimine kadar geçerli olmuştu.
Timur 1403 yılındaki Anadolu seferi sırasında Karamanoğulları'nın kendisine saldırmaması üzerine beyliğin yönetimini bizzat II. Sultanzâde Nâsıreddin Mehmed Bey'e vermiştir. Bu durum Büyük Timur İmparatorluğu ile savaş halinde olan Osmanlı Devleti ile Karamanoğulları arasındaki güç mücadelesini Karamanoğulları lehine çevirmiş ve beylik Osmanlı himayesindeki toprakları ele geçirmeye başlamışlardı. Bursa'yı kuşatan Karamanoğulları, kenti ele geçirememiş, ancak Osmanlıların başkenti olan bu kenti yağmalamışlardı.
1443-1444 yılları arasında yapılan Varna Muharebesi esnasında Karamanoğlu İbrahim Bey, Ankara ve Kütahya'yı ele geçirmiş, Varna Muharebesi'nden zaferle dönen II. Murat Karamanoğulları'na sefer düzenlemiştir. İbrahim Bey'in ölümünden sonra Karamanoğulları Beyliği, İshak Bey ile Pîr Ahmed arasında paylaşıldı. Buna göre İshak Bey merkezi Silifke olan İçel, Ermenek ve Mut yörelerine, Pîr Ahmed ise ova bölgesine sahip oldu ve Konya'da oturdu. Ancak çok geçmeden İshak Bey, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'dan yardım alarak Pîr Ahmed'in üzerine yürüdü. Pîr Ahmed de Fatih Sultan Mehmed'e iltica etmek zorunda kaldı. 1465 yılında Osmanlılar'ın yardımıyla İshak Bey'i yenen Pîr Ahmed Karamanoğulları Beyliği'nin tamamını idaresi altına aldı. Uzun Hasan'ın yanına çekilen İshak Bey ise bir yıl sonra Eylül 1466'da öldü. Karamanoğulları Beyliği'nin varlığına son vermeye kararlı olan Fatih Sultan Mehmed bu maksatla birçok sefer yaptı. Osmanlı kuvvetleri Nisan 1468'de önce Gevale'yi, ardından Konya’yı aldı. Buraya Şehzade Mustafa idareci tayin edildi. Pîr Ahmed mücadeleye devam etti ve Karaman ilinin Toroslar bölgesini idaresi altında tuttu. Ancak Akkoyunlu tehdidinin ortadan kaldırılmasından sonra Karamanoğulları’nın elinde kalan dağlık bölgeler, Niğde ve Develi yöresiyle İçel sahillerine yönelik Osmanlı seferi 1474’te başarıyla sonuçlandı ve Karaman Beyliği tam anlamıyla kontrol altına alındı.
Kasım Bey’in 1483’te ölümünden sonra Karamanoğulları'nın ileri gelenleri İbrahim Bey’in torunu Turgutoğlu Mahmud Bey’i İçel’de bey yaptılarsa da onun 1487'de Osmanlı-Memlûk Savaşında Memlükler tarafını tutmasından dolayı üzerine kuvvet gönderilince Halep’e kaçtı. 1500-1501 yılında Osmanlı il yazıcısı tımarların gelirlerini azalttığı için Karamanlı sipahileri isyan çıkardılar ve İran’da yaşayan Kasım Bey’in yeğeni Mustafa’yı bey yaptılar, ancak Mustafa Bey Osmanlı kuvvetlerine karşı koyamayıp Mısır’a gitti ve 1513 yılında orada öldü. Karamanoğulları’na bağlı Turgutlu, Bayburtlu gibi oymaklar İran’da Safevî Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynamışlardır.
Bayrak.
Karamanoğulları Beyliği'nin bayrağında bulunan 6 köşeli yıldız İslâmiyet öncesi Türk kültüründe yer almaktadır. Müslümanlar arasında ise Mühr-ü Süleyman olarak bilinir.
Mimari.
Bunlardan en önemlileri;
Beyler.
Karamanoğulları Soy Ağacı
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19797",
"len_data": 4689,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.59
}
|
Haymana, Ankara'da bir ilçedir. Geçmişte Hitit, Frigya, Pers, Galat, Roma-Bizans hâkimiyeti altına girmiş bir yerleşim yeridir. İlçe nüfusunu Türkler ve 16. ila 18. yüzyıllarda buraya iskân edilen Kürt aşiretleri oluşturmaktadır.
Etimoloji.
'Haymana' isminin Arapça 'çadır" anlamına gelen "خيمة (khayma)" adından geldiği ve Haymane bölgedeki bütün konar-göçerleri belirtmek amacıyla verilmiş isim olduğu, Osmanlı döneminde ilçenin bugün bulunduğu yerde “Ulu” (büyük) ve “Kiçi” (küçük) adlarıyla iki ayrı Haymane bulunduğu, bu kazaların birleşmesiyle yerleşim “iki Haymane” anlamına gelen “Haymaneteyn” olarak anılmaya başlanmıştır.
Bir başka iddiaya göre Hayme Hatun (Hayme Ana), Süleyman Şah'ın vefatının ardından aşiretin başına geçerek Anadolu topraklarını yurt edinmiştir. Zaman içinde Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat aşireti Ankara civarında Karacadağ eteklerine yerleştirir. Bu Karacadağ eteklerine daha sonra kendisinin adı verilir ve bu ad zaman içerisinde, 'e' harfinin düşmesiyle "Haymana" olur.
Tarihçe.
Haymana ve yöresi paleolitik çağlara uzanan bir geçmişe sahiptir. İlçenin değişik yörelerinde, özellikle Gavurkale Harabeleri'nde bulunan tarihî kalıntılar ve yapılan kazılarda çıkartılan eserlerin incelenmesiyle ilçe topraklarının Hititler, Frigyalılar, Persler, Galatlar, Romalılar ve Bizanslıların idaresinde kaldığı görülmektedir. MÖ 17. yüzyıl sonlarında bölgeye Hititler egemen olmuş, MÖ 12. yüzyılda Anadolu'ya yapılan kavimler göçüyle Hititler yıkılmış ve Haymana ve çevresi de Frigler'in egemenliğine geçmiştir. Frigler'in Kimmerler tarafından yıkılmasından sonra Pers ve Makedon Krallığı egemenliğinde kalan yerleşim MÖ 3. yüzyıl civarlarında Galatlar'ın denetimine geçti. Romalılar Galatlar'ı yenmesine rağmen yönetimi Galatlı prenslere bırakarak yöreyi denetim altında tuttular. MÖ 25'te Augustus döneminde Ankara ile birlikte Haymana'da kesin olarak Roma egemenliğine alındı. 8. yüzyılda Ankara'yla birlikte Haymana da Arap akınlarına uğradı. Haymana ovasında yapılan savaşta Arap orduları Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Bizanslılar'ın Anadolu'ya yeniden hâkim olmasıyla Haymana ve çevresi 1073 yılına kadar Bizans yönetiminde kaldı. Bu tarihte Türkler'in ele geçen bölge 1101 yılında Haçlı kuvvetlerince ele geçirildi. Haçlı seferleri ve sonrasında Bizans egemenliğinde bulunan yerleşim 1127 yılında yeniden Türkler'in denetimine geçti. Danişmendliler'in yerleştiği Haymana 1143 yılında Sultan I. Mesud döneminde Selçuklu denetimine girdi. Kösedağ Savaşı sonrasında 1304 yılında Ankara ile birlikte Haymana'da bir süre İlhanlılar’ın yönetimine geçmiş, Anadolu Selçuklular’ın da zayıflamasıyla kimi beylikler bağımsız hareket etmeye başlamıştır. 1354 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından Ankara ile birlikte Osmanlı topraklarına katılan Haymana, 1402 yılında gerçekleşen Ankara Savaşı’na kadar Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Yavuz Sultan Selim tarafından 1521 yılında yeniden Osmanlı topraklarına katıldı. Çaldıran Muharebesi’nden sonra Şeyhbızın aşireti Haymana topraklarına yerleştirildi.
16. yüzyıl Osmanlı kaynaklarında Haymana, Ankara sancağı içerisinde yer alan konar-göçer yurdu olarak anılmaktadır. 1523 tahririnde Haymana ovasında Karaman vilayetinden, Kırşehir, Dulkadirli, Adana, Bayburt, Germiyan, Bağdat ve şark vilayetlerinden gelen cemaatler görülmektedir. Celali isyanları devrinde Ankara’da olduğu gibi Haymana’da da nüfusta azalmalar meydana gelmiştir. 1859’da Ankara’yı ziyaret eden A.D. Mordtmann, bu tarihte Haymana’ya Kırım’dan gelen Tatar, Çerkes ve Kazakların yerleştirildiği belirtilmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda Haymana, Ankara sancağının on üç kazasından biri olarak kayıtlara geçmiştir.
1880’lerde Haymana kazasının merkezi günümüz Polatlı ilçesine bağlı Sivri köyüdü. Rivayetlere göre Sivri köyündeki Hükûmet Konağı’nın yanmasından sonra ilçe merkezi günümüzdeki yerine taşındı. Başka ve yaygın olan rivayete göre 1862 yılında Sivri köyündeki yangından sonra çeşitli köylere taşınan ilçe merkezi son olarak 1880 ya da 1888 yılında Hacı Göken Ağa’nın çiftliğinde bulunan, civar köy ve kasabaların kaplıcası olarak kullanılan ve “Yaban Hamam” olarak bilinen yerde kuruldu. Hükûmet Konağı'nın 1882 yılında tamamlanması nedeniyle yerleşimin kuruluş tarihi 1880 olarak kabul edilmektedir. O dönemde az sayıda Rum ve Ermeni'nin de yaşadığı Haymana'nın ilk belediye başkanı Rum kökenli Topal Petro'dur.
1881 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre Haymana kazasının nüfusu 23.328 Müslüman, 23 Rum ve 5 Ermeni olmak üzere 23.356 kişi olup, 1907 tarihli Ankara Vilayet Salnamesinde ilçe nüfusu 33.725 Müslüman, 153 Gayrimüslim olmak üzere 33.878 kişi olarak belirtilmiştir.
Coğrafya.
İlçe, Ankara'nın güneyinde yer alır. Haymana'nın Ankara kent merkezine 55, Polatlı'ya 35, Gölbaşı'na 40 kilometre uzaklıktadır. İlçenin doğusunda Balâ ve Gölbaşı, güneyinde Kulu ve Cihanbeyli, batısında Polatlı ve kuzeyinde Gölbaşı ilçeleri yer alır.
İlçe topraklarının 2/3'ünü Haymana Platosu oluşturur. Ormanlık alan yok denecek kadar azdır. İlçenin sınırlarında bulunan dağlardan Karacadağ'ın yüksekliği 1724 m, Mangaldağ 1436 m ve Çaldağı 1351 m'dir. 297,6 hektar alanda tarım yapılmaktadır.
Haymana ilçesi, sıcak yer altı suları ve kaplıcaları ile ünlüdür.
Ayrıca Gavur Kalesi bulunmaktadır.
Nüfus.
Haymana, 78 mahalleden oluşmaktadır. Haymana dışa göç veren bir ilçedir. Bunun sebebi geçim şartlarının zorlaşması ve insanların cazibe merkezi hâline gelen Ankara'da yaşamak istemesidir.
Mahalleler.
Haymana'nın 78 mahallesinin 6'sı merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 9.912 kişi (%36,34) yaşamaktadır. En uzak mahallesi ise 66 km uzaklıktaki Alahacılı'dır. İlçede nüfusu en fazla olan, 842 kişi ile yine Kerpiç mahallesidir. Haymana'nın nüfusu 2017 yılında %3,2 azalmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19799",
"len_data": 5748,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.53
}
|
İnebahtı Deniz Muharebesi (İspanyolca: Batalla de Lepanto), 7 Ekim 1571'de Papa V. Pius tarafından düzenlenen Katolik devletler koalisyonu olan Kutsal İttifak'ın bir filosunun Patras Körfezi'nde Osmanlı İmparatorluğu filosunu büyük bir yenilgiye uğrattığı bir deniz çatışmasıdır. Osmanlı kuvvetleri, İnebahtı'ndaki () deniz üssünden batıya doğru yelken açmışlardı ki, Sicilya'nın Messina kentinden doğuya doğru yelken açan Kutsal Birlik filosuyla karşılaştılar.
Kutsal Birlik filosu, Venedik Cumhuriyeti'nden 109 kadırga ve altı kalyon, İspanyol İmparatorluğu'ndan 49 kadırga, Ceneviz Cumhuriyeti'nden 27 kadırga, Papalık Devletleri'nden yedi kadırga, Aziz Stephen Tarikatı ve Toskana Büyük Dükalığı'ndan beş kadırga, Savoy Dükalığı'ndan üç kadırga, Malta Şövalyeleri'nden üç kadırga ve bazı özel gemilerden oluşuyordu. İspanya Kralı II. Felipe'nin üvey kardeşi Avusturyalı Juan, Papa V. Pius tarafından filonun genel komutanı olarak atandı ve Papalık kaptanı Marcantonio Colonna ve Venedikli Sebastiano Venier ile birlikte merkez bölüğü yönetti; kanatlara Venedikli Agostino Barbarigo ve Cenevizli Gianandrea Doria komuta etti. Osmanlı donanması 222 kadırga ve 56 kalyondan oluşuyordu ve Müezzinzade Ali Paşa, Mehmed Paşa ve Kılıç Ali Paşa tarafından yönetiliyordu.
Deniz savaşları tarihinde İnebahtı, Batı dünyasında neredeyse tamamen kürekli gemiler, yani antik trireme savaş gemilerinin doğrudan torunları olan kadırga ve kalyonlar arasında yapılan son büyük çatışmaya işaret eder. Savaş özünde bir "yüzen platformlar üzerinde piyade savaşı" idi. Klasik antik çağdan bu yana Batı tarihinde 450'den fazla savaş gemisinin katıldığı en büyük deniz savaşıydı. Takip eden on yıllar boyunca, kalyonun ve savaş hattı taktiğinin artan önemi kadırgayı çağının en büyük savaş gemisi olmaktan çıkaracak ve "Yelken Çağı"nın başlangıcına işaret edecektir.
Kutsal Birlik'in zaferi, Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğu tarihinde büyük önem taşımaktadır; Osmanlı donanması neredeyse tamamen imha edildi ve Avrupa'daki Osmanlı savaşları bir yüzyıl daha devam edecek olsa da, Osmanlı'nın Akdeniz'deki askeri yayılmasının dönüm noktasını oluşturdu. Hem taktiksel paralellikler hem de Avrupa'nın emperyal yayılmaya karşı savunulmasındaki kritik önemi nedeniyle uzun zamandır Salamis Deniz Muharebesi ile karşılaştırılmaktadır. Ayrıca, Protestan Reformu'nun ardından Avrupa'nın kendi din savaşlarıyla parçalandığı bir dönemde büyük bir sembolik öneme sahipti. Papa V. Pius, zaferi Meryem Ana'ya adadı ve İspanya Kralı II. Felipe de bu zaferi "En Katolik Kral" ve Müslüman istilasına karşı Hristiyan âleminin savunucusu olarak konumunu güçlendirmek için kullandı.
Tarihçi Paul K. Davis şöyle yazmaktadır:
İnebahtı, askeri bir zaferden öte, ahlaki bir zaferdi. Osmanlı Türkleri on yıllardır Avrupa'yı dehşete düşürmüştü ve Kanuni Sultan Süleyman'ın zaferleri, Hristiyan Avrupa'da ciddi endişelere yol açmıştı. İnebahtı yenilgisi, II. Selim yönetimindeki Osmanlı kudretinin hızla gerilemesinin bir örneğiydi ve Hıristiyanlar Osmanlıların bu gerilemesine sevindiler. Osmanlı gücünün gizemi bu savaşla önemli ölçüde zedelenmiş ve Hristiyan Avrupa'nın yüreğine su serpilmişti.
Muharebe Öncesi.
O dönemde Kıbrıs, oldukça hareketli Mısır - İstanbul deniz ticaret yolu üzerinde önemli bir engeldi. Ada Venediklilerin elinde bulunuyor, adada yuvalanan, Venedik desteğindeki Hristiyan korsanlar sık sık ticaret ve hac gemilerini vuruyorlardı. Kıbrıs'ın vaktiyle Müslüman bir ülke olduğu gerekçesiyle fetva alınıp savaş açıldı. Kıbrıs'ın önemli merkezleri Lefkoşa ve Mağusa, zorlu mücadelelerden sonra zaptedildi. Fethi tamamlandıktan sonra Kıbrıs, beylerbeyliği haline getirildi (1570-1571).
Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs adasını alması, Avrupa'da büyük tepkilere yol açtı. Bunun sonucu olarak Papa V. Pius, İspanya kralı ve Venedik dukası, Osmanlılara karşı birleştiler. Bu birleşmeyi imza ile de onayladılar. (15 Mayıs 1571) Kutsal İttifak adı verilen bu antlaşmayı, Osmanlılar öğrendiler. Dîvan'da, bu tarihlerde, bazı görüş ayrılıkları yüzünden anlaşmazlık vardı. Bu durum, alınacak tedbirleri durduruyor, Donanmayı Hümayun amiralliğinin, Preveze'den yazdığı yardım isteklerini cevapsız bırakıyordu. Sonunda Dîvan, Avrupa karşısına güçlü bir donanma ile çıkma konusunda karara vardı. Ancak Dîvandaki anlaşmazlık yüzünden, Osmanlı donanmasının başına, bir kara ordusu kumandanı olan Müezzinzade Ali Paşa getirildi. İstanbul'a gelen ikinci bir haber, Osmanlı sularına gelmekte olan Haçlı donanması ile ilgiliydi. Sokollu, bu donanmayı durdurmak görevini de gene bir kara ordusu kumandanı olan Pertev Mehmed Paşa'ya verdi.
Muharebe.
Osmanlı donanmasında bir vezir, dört paşa, 15 beylerbeyi vardı. Ayrıca Uluç Ali Paşa, Cafer Paşa, Barbaroszâde Hasan Paşa, Barbaroszâde Mehmed Paşa ve Salihpaşazâde Mehmed Bey gibi Osmanlı denizcileri de bulunuyordu.
Osmanlılara karşı meydana getirilen Haçlı donanmasının başına, V. Karl'ın evlilik dışı oğlu, Hollanda genel valisi Don Juan de Austria (Avusturyalı Johann) getirildi. Venedik donanmasının başında Vaniero, Cenevizlilerinkinde Giovanni Andrea Doria, Papalık donanmasında da dük Marco Antonio Colonna vardı. Ayrıca Avrupa'nın prens, asilzâde, amiral ve generalleri Haçlı donanmasında görev almıştı.
Müezzinzade Ali Paşa ile Pertev Mehmed Paşa'nın yanlış tutumları, Osmanlı denizcilerinin karşı koymalarına sebep oldu, ancak, yapılan tartışmalar sonunda Kaptan-ı Deryanın görüşü uygulandı.
Saat 11 sıralarında Osmanlı donanması da manevralarını tamamlamış, harp nizamını almış bulunuyordu. Müttefik donanması ise henüz istediği durumu alamamıştı. Her biri 30 toplu olan galiaslardan dört tanesi cephedeki yerini almış, sağ cenah Harisinde bulunacak olan iki galias ise mevkiini almaya çalışıyordu.
Müttefik ihtiyat filosu ise henüz Skrofa burnunun gerisinde bulunuyordu. Her iki filonun teşkil ettiği hattı harp yaklaşık olarak dört mil genişliğinde idi. Bu genişlik nedeniyle de filolara bir merkezden komuta etmek pek mümkün olamıyordu. Savaş, evvela Osmanlı sağ cenahıyla müttefik sol cenahı arasında başladı. Biraz sonra da merkez filoları muharebeye tutuştular. Osmanlı sol cenahıyla müttefik sağ cenahı savaşa bir hayli geç başladılar. Öğleye doğru Osmanlı sağ cenahıyla merkez filosu galiasların top menzili içine girdiler. Atılan güllelerden Osmanlı kadırgaları kayıplar vermeye başladılar.
Şuluk Mehmet Bey ile Ağrıboz Beyi Mehmet Paşa'nın bulunduğu Osmanlı sağ cenahı müttefiklerin sol cenahına hücum etti. Her iki taraf gemilerinin birbirine rampa etmesiyle muharebe başladı. Başlangıçta savaş Venediklilerin aleyhine cereyan ediyordu. Bunu gören diğer Venedik kalyonları derhal sol cenahlarının yardımına koştular. Yeni gelen takviye kuvvetleri karşısında Osmanlılar galibiyet ümitlerini yitirdiler. Venediklilerin sayıca üstünlüğü karşısında Osmanlıların bütün gayretleri bir sonuç vermedi. Osmanlı kadırgalarındaki Hristiyan forsaların ayaklanması, bu cenahta Osmanlıların yenilgisini çabuklaştırdı. Şuluk Mehmet Bey, Venediklilerin eline esir düştü. Ağrıboz Beyi Mehmet Paşa ise öldü. Kıyıya yakın olan ve baştan kara eden on kadar kadırgadan başka bu cenahta geri kalan gemiler ya battı veya düşman tarafından zapt edildiler.
Merkez kesimine gelince, başta Başkomutan Pertev Paşa baştardasıyla Papalık amirali Kolonna'nın kaptanesine, Kaptan-ı Derya Ali Paşa da Don Juan'ın riyalesine hücum ve rampa ettiler. Diğer Osmanlı kadırgalarıyla müttefiklerin kalyonları da yekdiğerlerine rampa ederek şiddetli bir savaş başladı. Savaşın en kızgın bir anında Don Juan, çektiği bir işaretle 30 gemiden kurulu ihtiyat filosunu yardıma çağırdı. Oldukça uzun süren kanlı ve şiddetli savaşlar sonunda İspanyol ve Papalık askerleri Ali Paşa'nın baştardasına girdiler, gemiyi zapt ettiler. Savaşlar sırasında bir kurşunla yaralanmış olan Ali Paşa'nın başını keserek Don Juan'a götürdüler ve baş direğe astılar.
Pertev Paşa ila Sebastian Venier gemileri arasında cereyan eden savaş da, müttefik ihtiyat filosunun yardıma yetişmesi üzerine Osmanlıların aleyhine döndü. Pertev Paşa'nın gemileri de düşmanın eline geçti. Haşan Paşazade Mahmut Bey kadırgasıyla çekilmekte iken denizde yüzmekte olduğunu gördüğü Pertev Paşa ile bir kısım erleri kurtarmayı başardı. Bu suretle merkez kesimindeki savaşlar sonunda Osmanlı kadırgalarının çoğu düşman tarafından zapt edildi.
Osmanlı sol cenah filosunun komutanı Uluç Ali Paşa, daha küçük yaştan beri deniz savaşlarında yetişmiş olduğu ve Venedik ve İspanyol harp usullerini ve gemilerinin kudreti hakkında bilgi sahibi olduğu için cepheden yapılacak hücumların sakıncasını biliyordu. Kâptan-ı Derya Ali Paşa'yı bu bakımdan ikaz ettikten sonra kendi filosunda bulunan komuta gemilerindeki komutan forslarının indirilmesini emretti. Sonra düşman donanmasına yandan veya geriden hücum etmek amacıyla 90 derece iskeleye dönerek kıble yönünde ilerleyip düşmanın merkez filosundan açıldı.
Uluç Ali Paşa'nın karşısında bulunan müttefik sağ cenah filosu komutanı Jean Andrea Doria, Uluç Ali Paşa'nın maksadını anladı. O da kendi yanının kuşatılmasına engel olmak üzere güneye doğru seyre başladı. Halbuki bu manevrayı yapacağı yerde Osmanlı merkez filosuna saldırsaydı savaşın sonu daha çabuk alınabilirdi.
Ana filolardan bir hayli açıkta savaşa tutuşmak üzere Uluç Ali Paşa düşmanın gerisini almak üzere fırsat bulamayacağını anlayınca, düşmanın sağ cenah filosu ile savaşa tutuşmadan birden dönerek düşmanın merkez filosu üzerine saldırdı. Merkez filosunun güney kısmında bulunan Malta, Papalık, Venedik ve Savva'ya ait yedi kalitenin üzerine atıldı. Bunlar üzerinde kesin bir sonuç almayı başardı. Bir saat devam eden bu üstün deniz savaşı, düşmanın yetişen takviye kuvvetleri ve özellikle ihtiyat filosunun muharebeye katılması üzerine Uluç Ali Paşa kendi kuvvetinin üç misline varan düşman sağ cenahı, merkez ve ihtiyat filolarıyla da bir saatten fazla kanlı bir savaş verdi. Her iki taraf da ağır kayıplara uğradılar. Daha fazla bir iş yapmanın imkânsızlığını gören Uluç Ali Paşa, kendi etrafını saran düşman gemileri içinden kendisine katılan 40 kadar gemisiyle sıyrılmaya muvaffak oldu. Itaki adasıyla Aya Movro (Levkas) arasındaki boğazdan geçerek açık denize çıktı.
Santa Cruz markisiyle Andrea Doria kendisini bir müddet takip ettilerse de yetişmeye muvaffak olamadılar. Bilahare Uluç Ali Paşa Modon'a gitmeye muvaffak oldu. Uluç Ali Paşa'nın bu savaşı sırasında da beş on Osmanlı kadırgası İnebahtı Körfezine çekilmeye muvaffak olabildiler. Saat 12 sıralarında başlayan savaş saat 17'de son buldu.
142 gemi yok oldu, 20 bin Osmanlı askeri öldü. Ölenler arasında, Müezzinzade Ali Paşa başta olmak üzere birçok Osmanlı paşası ve beylerbeyi de vardı. Bu arada, yalnız Uluç Ali Paşa'nın kumandasındaki Osmanlı donanmasının sağ cenahı başarı gösterdi. 42 Osmanlı gemisinden kurulu olan bu cenah, gemilerini kaybetmedi, Haçlı sağ cenahını bozarak, savaş alanından ayrıldı. Uluç Ali Paşa, bu başarısından sonra Kaptan-ı Deryalığa getirildi ve "Kılıç Ali Paşa" diye anıldı.
Sokollu Mehmed Paşa yeni bir donanma hazırlamasını istedi. Bunun için çok sayıda malzemeye ihtiyaç olduğunu, kısa süre içinde böyle bir donanmanın hazırlanmasının zor olacağını söyleyen Uluç Ali Paşa'ya, Sokullu; "Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabiliriz. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al" demiştir ki, Osmanlı Devletinin o dönemdeki gücünü göstermesi açısından önemlidir. Sokullu Mehmed Paşa, gönderilen Venedik elçisine de, İnebahtı Deniz Muharebesiyle ilgili olarak "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakalın yerine daha gür çıkar." diye cevap vermiştir. Nitekim Tersane Baş Mimarı Mustafa Ağa idaresinde altı ay içerisinde 150 Kadırga inşa edilerek Osmanlı donanması yine eski haline getirilmiştir.
Sonuç.
Bu deniz savaşını Osmanlı donanmasının kaybetmesine başlıca sebep, Uluç Ali Paşa ile birkaç reis hariç, yeniçeri ağalığından bu makamlara gelmiş olan Pertev ve Müezzinzade Ali Paşa gibi cesur ve cengâver olmakla beraber denizcilik yönünden ehliyetli olmayan komutanların emirlerinde bulunması idi. Bundan başka Mart ayından yani yaklaşık olarak yedi aydan beri sürekli olarak denizde bulunan gemilerin tamire muhtaç ve personelin yorgun ve bir kısmının terhis edilmiş veya izinli olarak donanmadan ayrılması sonucu denizci olmayan sipahilerle takviye edilmiş olmaları gibi sebepler de bu yenilgide etkili olmuşlardı. Buna karşılık müttefik donanmasındaki bütün komutanların tecrübeli birer denizci olmaları, filoların iyi sevk ve idare edilmeleri, personelin sayıca ve teçhizat yönlerinden üstün oluşu, özellikle top miktarı fazla olan galias tipi gemilerin sağladığı ateş kudreti gibi hususlar, bu deniz savaşını müttefikler lehine sonuçlandırmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19800",
"len_data": 12774,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.73
}
|
Ludwig Andreas Feuerbach, (27 Temmuz 1804 - 13 Eylül 1872) Alman filozof ve ahlakçı. Marx üzerindeki etkisi ve "hümanist ilahiyat görüşleri" ile ünlenmiştir.
19. yüzyıl Alman materyalizminin ilk düşünürü olan Feuerbach'ın temel eseri "Hristiyanlığın Özü"'dür. Felsefesi ya da karşı felsefesi, bir hümanizm ve doğalcılık şeklinde gelişen, dine ilişkin eleştirisi, insanlıkla ilgili doğruların bilinçsizce yansıtılmasını ifade eden Feuerbach, felsefeye önce Hegel'in nesnel idealizmini benimseyerek başlamış, fakat daha sonra tinselcilik-maddecilik karşıtlığında, maddeciliğin tarafında olmuştur.
Hayatı ve Düşüncesi.
27 Temmuz 1804'te Landshut, Bavyera’da doğdu. 13 Eylül 1872’de, Rechenberg’de öldü.
Hukukçu Paul Johann Anselm Ritter von Feuerbach’ın dördüncü oğlu ve matematikçi Karl Wilhelm Feuerbach'ın ağabeyidir. Ludwig Feuerbach, Berlin’de 2 yıl süreyle Hegel’in yanında felsefe öğrenimi yapabilmek için ilahiyat çalışmalarını bıraktı. 1828’de Doğa bilimi öğrenimi yapabilmek için Erlangen’e gitti. 2 yıl sonra da ""Gedanken über Tod und Unsterblichkeit" adlı ilk kitabını Hegel'in ölümünden bir yıl önce imzasız olarak yayınladı.
1839'da "Hristiyanlık Özü"nü yayınladı. O sıralar Alman düşünürleri Hegel'i tartışıyordu. Ruhçular onu ruhçuluk alanına, maddeciler de maddecilik alanına çekiştiriyorlardı. O Kant'ın yasağını çiğnemiş mutlağın alanına girmişti. Düşüncenin doğadan önceliğini savunmuştu.
Maddeciler de mutlağın yani insan düşüncesinin uğraştığı ilk ve son gerçeğin, doğanın üstünde değil, doğanın içinde olduğunu söylemesine ilgi duydular. Herakleitos gibi diyalektikciydi. Bu uzlaşmalar, yeni karşıtlıklar ve yeni uzlaşmalarla, gitgide varlığın bilincine erişecekti. Bu erişmeyse, gerçek özgürlüğü doğuracak olan bir sonuçtu. Mutlak varlığın kendi bilincine erişmesiyle aydınlanacaktı.
Bütün sorunları çözdüklerini sanan felsefe sistemleri dağılıyordı. Kant'ın sınırladığı rasyon tekrar özgürleşiyordu. Küçümsenen us etkilediğinden etkilenmek yoluyla diyalektik metotla gerçeğe doğru yaklaşmaktaydı.
Feuerbach "Gelecek Felsefesinin İlkeleri" adlı yapıtında Hegel’den 13 yıl sonra şunları söyler: "Temel doğadır. Doğanın dışında hiçbir şey yoktur. Her şey gibi, düşünce de, doğanın ürünüdür. Düşünce, maddî bir organ olan beyinden çıkmaktadır. Bence maddecilik insanın varlık ve bilgi yapısının temelidir. Ama bir fizyolojistin, bir naturalistin anladığı gibi, varlık yapısının kendisi değildir. Maddecilikle geride beraberim ama, ileride beraber değilim.""
O yıktığı dinlerin yerine "aşk dini" koymak ister. O temeli maddeye dayanan bir idealisttir. Aşkı, maddi bir çekim olarak değil, bir insanlık ideali olarak ele alır. Hegel gibi diyalektiği maddede değil düşüncede bulur. "İnsanlar sevişiniz, gerçek din sizin bu sevgilerinizdedir. Varlığınız, aşkınızla biçimlenecektir."
Ona göre dinin gerçeği aşktadır. Önceleri insanlar, kendi niteliklerinin fantastik yansımaları olan tanrılar yaratmışlardı; ama tanrılar, insanlık düzenini kurmaya yetmediler. Oysa Feuerbach'a göre, bu düzeni kuracak olan, insanın başka insanlara karşı duyduğu bağlılıktır. Bu bağlılık, en yetkin biçimine aşkta ulaşır. Hele cinsel aşk, bu duygusal insan bağlılığının en yoğunlaşmış biçimidir. Dostluk, acıma, vazgeçme, coşkunluk gibi çeşitli eğilimler, yetkinliğini cinsel aşkta beliren aşkın çeşitli görünüşleridir. İnsanlar arasındaki bütün sorunlar aşkın gücüyle çözülecektir. Aşkı kutsallaştırmak gerekir. İnsanlar, böylelikle, bütün acılarından kurtulacaklardır. Din, Latince bağlamak anlamındaki (Religare) sözcüğünden gelir. Şu halde, "din" sözcüğünün ilk anlamı bağdır. Bundan ötürü insanlar arasındaki her bağ, bir dindir. Din sözcüğünün etimolojik anlamı gerçeği ortaya koymaktadır. Ama bu din, ruhçu bir temele değil, maddeci bir temele oturmaktadır. Temel doğadır. Her şey gibi, din de, doğanın ürünüdür. Varlık yapısının temeli maddedir ama, kendisi düşüncedir. Varlık maddeden çıkıyor ama ruhla gelişiyor, varlıklaşıyor. Maddelerin oyunu bitmiştir artık.
L.Feuerbach'a göre tanrı, insan zihninin bir yansıtmasıdır. O'na göre, duyu verilerine konu olan ve böylece dışımızda (bizden bağımsız bir şekilde) var olan nesnelerden farklı olarak dini inancın nesnesi olan Tanrı insanın içindedir.
Ona göre mutluluk eğilimi insan yapısının doğal bir eğilimidir. İnsan, doğarken mutluluk eğilimiyle birlikte doğar. Mutluluk eğiliminin ahlakiliği bu yüzdendir. Yine bu yüzdendir ki her ahlakın temeli mutluluk eğilimi olmalıdır. Ama mutluluk eğilimi başıboş bırakılamaz elbet. Onu düzenleyen iki doğal kısıtlayıcı vardır:
Hem kendimiz, hem de başkaları, elbirliğiyle mutluluk eğilimimizi düzenlerler, aşırılıklara engel olurlar. Bu iki sürümün dışında mutluluk eğilimimizin hiçbir engeli yoktur, keyfince yol alabilir. Anlaşıldığına göre, mutluluğumuzu, yine kendi mutluluğumuz düzenlemektedir. Kendi mutluluğumuzu bozmadıktan sonra mutluluk eğilimimizin yöneldiği yer yol ahlakıdır. Toplumsal sonuçlar, kendi mutluluğumuzun tadını kaçırdıklarından dolayı kısıtlayıcıdırlar.
İnsanın tanrıya tapmasını yasaklayan maddeci Feuerbach'ın karşısına dikilen, insanın insana tapmasını emreden ruhçu Feuerbach.
Hristiyanlığın özündeki görüşlerinin ürünü olarak tanrı insanın içedönük doğasının dışadönük bir izdüşümü haline geliyordu. Kitabının Marx’ı önemli ölçüde etkileyen ilk bölümünde Feuerbach dinin gerçek ya da antropolojik özünü çözümledi. Tanrıya yüklenen çeşitli nitelikleri tartışarak bunların insan doğasının farklı gereksinmelerinin karşılığı olduğunu ileri sürdü. 2.Bölümde dinin sahte ya da ilahiyata ilişkin özünü ele alarak tanrının insandan bağımsız bir varlığı olduğu görüşünün, vahiy ve kutsal nesnelere inanmaya yol açtığını, bunların da istenmeyen bir dinsel maddeciliğin parçaları olduğunu ileri sürdü.
Feuerbach ateist olmadığını söylemekle birlikte, Hristiyanlıktaki tanrının bir yanılsama olduğunu iddia etti. Din görüşlerini felsefi ve diğer disiplinlerle birlikte ele alması Hegel’in ilkelerini yarı-dinsel olarak görmesine ve Marx’ın daha sonra 1845’te ""Thesen über Feuerbach"da eleştireceği bir tür materyalizmi benimsemesine yol açtı. 1848-1849 devrim, karşıdevrim yıllarında dini tutuculuğa saldırıları yüzünden birçok devrimci tarafından kahraman olarak görüldü.
Feuerbach en çok Hristiyanlığa karşı olan yazarları etkiledi. "Das Leben Jesu kritisch bearbeitet" adlı şüpheci eseri David Friedrich Strauss ve Feuerbach gibi doğalcılık adına Hegelcilik’ten vazgeçen Bruno Bauer bunların başlıcalarıydı. Bazı görüşleri de daha sonraları Almanya’da kilise ile devlet arasındaki mücadelede aşırı ucun temsilcileri ve kapitalizme karşı mücadelenin önderleri tarafından benimsendi. Daha sonraları ise Marx tarafından belirtildiği gibi (8. ve 11. tezler) toplumsal gelişim içindeki "özne""yi edilgen hale getirmesinden dolayı eleştirilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19802",
"len_data": 6761,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.75
}
|
La Marseillaise, Fransa'nın ulusal marşıdır. 1792 yılında Fransa'nın Avusturya ve Prusya ile savaştığı dönemde, Claude Joseph Rouget de Lisle tarafından "Chant de guerre pour l'armée du Rhin" (Türkçede “"Ren Ordusu İçin Savaş Türküsü"” anlamına gelir) Strazburg'da bestelenen 'La Marseillaise', 1795 yılında Fransa'nın ulusal marşı olarak kabul edildi.
Sanılanın aksine Napolyon, La Marseillaise'yi devrimci fikirleri yansıttığı için kaldırmamıştır. Napolyon'un marşı sevmediği doğru, ancak yerine getirdiği Chant du départ, La Marseillaise kadar devrimci fikirler içeriyordu. Bu marş Napolyon'a 10 Ağustos 1792 Ayaklanmasını ve İsviçreli muhafızların katledilişini hatırlatıyordu (dehşete kapılmış bir seyirci olduğunu unutmamak gerek). Ama marşı kesinlikle yasaklamadı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19810",
"len_data": 771,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.67
}
|
Anaksimandros (Yunanca: Ἀναξίμανδρος), Miletos'ta Sokrates öncesi dönemde yaşamış İyonlu bir filozoftur. Thales'in öğrencisidir. Aynı zamanda tarihsel kaynaklara göre öğretilerini kaleme almış ilk filozoftur ve eseri Grek dilinde düzyazı olarak kaleme alınmış ilk kitaptır. Ancak yazdıklarından sadece bir cümle günümüze ulaşmıştır. Onun buluşlarıyla ilgili birincil kayıtlar sonraki yazarların bize aktardıklarıdır. "(Söz konusu tek cümlede su ve ateş gibi sözlerin ortaya çıkışı, haksızlıkların cezalandırdığı insan toplumundan elde edilen mecazlarla betimlenir. Örneğin ne sıcak ne de soğuk süreklidir, ikisi de aralarındaki dengeyi korumak için ödün verirler.)"
Anaksimandros, sadece filozof değil, aynı zamanda matematikçi, astronom, doğa bilgini, kartograf ve devlet adamı olarak da tanınır. Carlo Rovelli gibi düşünürler onu bilimsel düşüncenin öncüsü olarak görürler. Bilime önderlik yapan ve evrene farklı gözle bakıp inceleyen ilk kişidir. Birçok kişi tarafından astronominin kurucusu sayılır ve ilk kez kozmoloji ya da dünya üzerinde sistematik felsefe görüşü geliştiren filozoftur. Felsefeye ‘arkhe’ terimini de ilk o getirmiştir.
Ayrıca, Miletlilerin Karadeniz kıyısındaki kolonilerinden biri olan Apollonia'nın yöneticisi olarak görev yaptığı belirtilmektedir. Bu şekilde, Anaksimandros'un çok yönlü bir bilim insanı ve yönetici olarak katkıları daha belirgin hale gelir.
Hayatı.
Anaksimandros, MÖ 610 civarında Milet'te doğmuş, Praxiades'in oğludur. Tarihçi Atinalı Apollodorus, MÖ 547-546'da, 58. Olimpiyatın ikinci yılında 64 yaşında vefat ettiğini belirtir.Milet şehri, onun felsefi katkılarının merkezlerinden biri olmuş ve yaşadığı dönemde Samos tiranı Polykrates’in yönetimi etkisini sürdürmüştür. Anaksimandros'un, Thales'in hem yurttaşı hem de öğrencisi olduğu, onun felsefesi üzerine önemli bir devamcı olduğu bilinir. Anaksimandros'un ölümü, Herakleitos’un doğumuyla aynı döneme denk gelir.
Themistios, Anaksimandros'un "doğa üzerine yazılmış ilk Yunan düzyazı eserini" yazan kişi olduğunu belirtmiş, bu nedenle onun eserleri ilk Yunanca düzyazı metinler arasında yer alır. Ancak, Aristoteles öncesi döneme ait metinlerden herhangi bir iz bulunmaz. Platon döneminde unutulmuş olsa da, Aristoteles ve Theophrastos sayesinde yeniden keşfedilmiş ve felsefesi aktarılmıştır. Theophrastos'a göre Anaksimandros, evrene "dünya" adını veren ilk kişidir.
Felsefesi.
İyonya, MÖ 1000'lerde 12 İyon koloni şehrinin bir araya gelmesiyle oluşmuştu. Denizci bir topluluk olan İyonlar, özgür düşünceye açık yapıları ve geniş kültürel etkileşimleri sayesinde felsefe tarihinde önemli bir konuma sahiptiler. İyonya, görünen dünyanın ardındaki değişmeyen temel ilkeleri sorgulayan rasyonel bir yaklaşımın filizlendiği bir merkezdi. Bu 12 şehir arasında en dikkat çekeni ise, tarihte Milet Okulu'nu ortaya çıkaran Milet şehriydi.
Anaksimandros, yaklaşık MÖ 600'lerde öğretilerini geliştiren Milet Okulu'nun ikinci önemli filozofuydu. Aristoteles'e göre, Anaksimandros, Thales'in öğrencisi ve devamcısıdır. Aristoteles onun yazılarını incelemiş ve fikirlerini aktarmıştır. Anaksimandros'un felsefesi, doğayı ampirik ve mantıksal yöntemlerle sorgulaması bakımından özel bir yere sahiptir. Pisagorcular ve Elalı filozofların görünmeyen gerçekliklere yönelik metafiziksel yaklaşımlarının aksine, Anaksimandros doğayı, görünen dünyaya bağlı kalarak ve kurgusal-dinsel öğelerden arınmış bir şekilde incelemiştir. Bu yaklaşımın bir göstergesi de eserine Doğaya Dair (Peri Physeos) adını vermesiydi.
Anaksimandros felsefesinin temel soruları, doğayı ve evreni anlamaya yönelikti:
Bu tür sorular, onun bilimsel ve rasyonel düşünceyi temellendirmedeki önemini ortaya koyar.
Homeros ve Hesiodos'un dini-mitolojik açıklama tarzlarının ardından, Pre-Sokratik filozoflar, doğa ve varlığı bilimsel, natüralist ve akılcı yöntemlerle incelemeye başlamışlardır. Bu felsefi gelenek, giderek daha rasyonel, seküler ve bilimsel açıklamalara yönelmiştir. Anaksimandros, dünyanın, gök cisimlerinin ve canlılığın kökenine dair açıklamalarında dini-mitolojik unsurları bir kenara bırakmış; bunun yerine, natüralist ve akılcı bir metodolojiyle ulaşılan sonuçları savunmuştur. Bu yönüyle, Pre-Sokratik geleneğin önde gelen temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Thales'le başlayan bu düşünsel dönüşüm, onun hemşerisi ve öğrencisi olarak kabul edilen Anaksimandros tarafından devam ettirilmiştir. Hatta bazı düşünürler, Thales'in geleneksel düşünme biçimlerinden tamamen kopamadığını, buna karşın Anaksimandros'un daha özgün ve yenilikçi fikirler sunduğunu belirterek bilimin başlangıcının Anaksimandros'la yapılmasının daha uygun olduğunu savunurlar.
Teorileri.
Apeiron.
Anaksimandros'un Apeiron (sonsuz) kavramı, onun doğa felsefesinde merkezi bir yer tutar ve oldukça derin bir anlam yelpazesi sunar. Apeiron, sınırları olmayan, hem uzamsal hem de zamansal anlamda sonsuz bir ilkeyi ifade eder. Bu kavram, aynı zamanda Anaksimandros'un kozmogonik (evrenin oluşumu) ve ontolojik (varlıkların doğası) ilkelerinin bir birleşimidir. Apeiron, bir anlamda her şeyin başlangıcı ve özü olarak düşünülebilir. Örneğin Spinoza, bir şeyin niteliğini belirlemeye çalıştığımızda, onun karşıtını da zorunlu olarak ortaya koyduğumuzu savunur. Anaksimandros'un felsefesinde bu düşünce, doğanın temel maddesi olan "aperion" kavramında kendini gösterir. Ona göre başlangıçtaki madde sınırsız ve belirsizdir, çünkü belirli bir madde (örneğin su) sonludur ve bu nedenle tüm varlıkların kaynağı olamaz. Anaksimandros'un "apeiron" anlayışı, daha sonra Spinoza'nın felsefesinde de benzer bir şekilde görüldüğü üzere ele alınmıştır.
Apeiron ve Nomos.
Apeiron ve arasında oldukça kuvvetli bir bağ mevcuttur. , doğadaki her şeyin dengede ve düzenli kalmasına yardımcı olan, farklı olan şeylerin güzel bir şekilde birlikte çalışmasını sağlayan özel bir kural gibidir.
Anaksimandros, doğadaki her şeyin özel bir şekilde, bir tür takım gibi birlikte çalıştığına inanıyordu. Bir şey bu takım çalışmasını bozmaya çalışırsa, örneğin doğanın bir parçasının diğer bir parçasına zarar vermesi gibi, buna adaletsizlik denir. Doğanın, her şeyin dengede kalmasına yardımcı olan kendi kuralları vardır ve bunlara "" adını verir. Bu nedenle, Anaksimandros evrenin yalnızca büyük bir makine gibi birlikte çalışmadığını, aynı zamanda adil ve iyi olmasına yardımcı olan kuralları da olduğunu düşünüyordu.
Sonsuzluk.
Miletos'lu diğer iki filozof gibi onun da temel sorunu, ilkenin (arkhe) özü sorunudur. Anaksimandros arkhe kavramıyla duyusal verili olanı aşarak hedefi belli olan bir yönde metafizik bir kavrama doğru ilk adımı atmaktadır. Arkhe olarak niçin ‘sonsuz'u (Apeiron) seçtiğini de bilmektedir. Çünkü sırf böyle bir kavram yaşam sürecinin sonsuza kadar devamını güven altına alabilir. Ona göre doğmak birlik olmaktır, ölmek her şeyin ilkesine dönmektir ve dünyanın tanıdığı ya da tanıyacağı bütün varlıklar sonsuz sayıda olmuş ve olacaklardır. Apeiron tüm nesnelerin içinde nesne ile kaynaşmış bir şekilde bulunan ve mekansal olarak sınırsız yani tükenmez bir kaynaktır. Anaksimandros duyularımızla algılanamayacak kadar belirsiz olan Apeiron ile algılanan dünyanın dışında bir takım oluşların var olduğunu kabul eder. Anaksimandros'un Apeiron'u ile Platon'un idealarına giden yol açılmıştır.
Anaksimandros sonsuz'u nitel yönden homojen ama hala belirsiz bir madde yığını olarak düşünüyordu. "Sonsuz" kavramıyla sonsuz (sınırsız) maddeyi kastettiği zaman, bununla sırf madde ile gücün henüz birbirinden ayrılmadığını anlatmak istiyordu. Bu Dünyada olup bitenler Anaksimandros'a göre asla sona ermeyen harekete dayanmaktadır. Bu hareket ilkenin özüne ait olduğuna göre, ilke de özü vasıtasıyla olup bitenleri kavranabilir duruma getirecektir.
Önemli başka bir adımı da, ilkenin evrensel süreçteki etkisini tek tek tasarlama ve ancak ondan sonra kavranabilir duruma getirme denemesidir.
Zıtlık.
Anaksimandros'un Apeiron anlayışı, Bir olma özelliği taşır, çünkü o, içindeki zıtlıkları barındıran ancak kendisi bir bütün olarak tek olan bir ilkeyi işaret eder. Her şeyin Apeiron'dan çıktığı ve tekrar ona döneceği görüşü, bir oluş ve yok oluş döngüsünü ifade eder. Bu bağlamda, sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk gibi karşıtlar, bir arada bulunurlar ve bir düzen içinde hareket ederler. Ancak bu karşıtlıklar mutlak anlamda bir değişim ya da yok olma durumu yaratmazlar, her biri diğerini dengeleyerek varlığını sürdürür.
Tanrısallık.
Anaksimandros'un Apeiron'u aynı zamanda tanrısal bir nitelik taşır. Aristoteles'in ifadesiyle, Apeiron ölümsüzdür ve yok edilemezdir. Bu özellikleri, onu bir madde olmaktan çıkarıp, bir tür kozmik düzenleyici ilkeye dönüştürür. Apeiron'un zamansal ve uzamsal olarak sonsuz olması, her şeyin özüdür ve bu bağlamda, doğa olaylarını yöneten güç olarak kabul edilir.
Çokluk.
Anaksimandros, Apeiron'u çoklukların kaynağı olarak değil, çoklukları doğuran ve onları sürekli bir döngü içinde var kılan bir ilke olarak görür. Bu çokluklar, birbirine dönüşebilen zıtlıklar şeklinde varlık gösterirler. Birbirlerini yok etme yerine, zıtlar sürekli bir mücadele içinde dengeyi sağlarlar.
Evren bilimi.
Evrenin sırf gözleme ve rasyonel düşünmeye dayalı meydana geliş öyküsünü ilk kez tasarlayan dünyamızın bir 'evren' yani planlı bir şekilde düzenlenmiş bir bütün olduğunu ilk kez o ifade etmiştir. Anaksimandros'un mitolojiyi kullanmadan evreni açıklamaya çalışması onu bu konuda kendinden önce yazan yazarlardan (Hesiodos) ayırır. Tarihe en büyük katkısı evren hakkında ve hayat hakkında yazdıklarıdır. Bu yüzden ‘evren’in babası’ olarak adlandırılır. Aynı zamanda astronomiyi de o icat etmiştir. Bilinen dünyanın bir haritasını çizmiştir. Ussal çıkarımlara önem veren bir düşünür olduğundan simetriye ağırlık vermiştir.
Sıcakla soğuğun önceden beri var olan doğuruşu nesnesi kozmosun meydana gelişinde ayrılmış ve bundan yeryüzü çevresindeki havayı bir ağacın kabuğu gibi saran bir alev kümesi meydana gelmiş, bu küre parçalanıp da bir takım daireler halinde toplandığı zaman güneş, ay ve yıldızlar onun yerini almışlar. Güneş'in çizdiği daire dünyanın 27 misliyken Ay'19 misliymiş. En yukarıda Güneş sonra Ay bulunuyorken en aşağıda ise yıldız çemberi bulunuyormuş.
Onun kuramındaki yenilik yerin şu ya da bu biçimde göklerde bir yerlerde asılı olduğu ya da bir yerden destek aldığı biçimindeki eski kanıyı reddetmesidir. Ona göre yeryüzü şekil bakımından silindir biçiminde ve yüksekliği genişliğinin üçte biri kadardır. İki düz yüzeyden biri üzerinde biz yürüyoruz, öteki bunun karşısında bulunuyor ve yer evrenin merkezinde desteksiz bir konumda durmaktadır; çünkü herhangi bir yönde hareket etmesi için bir neden yoktur, bundan dolayı da hareketsizdir.
Evrim ve Biyoloji.
Anaksimandros, insan yaşamının kökenini balıklara dayandırmıştır. Ona göre, insanlar başlangıçta balıkların arasında gelişmiş ve kendi başlarına yaşamlarını sürdürebilecek bir duruma geldiklerinde karaya çıkmışlardır. Bu görüşünü, denizlerin çekilmesi sonucunda bazı balık türlerinin karaya adapte olarak farklı hayvan türlerine ve nihayetinde insanlara evrimleştiği düşüncesiyle açıklamıştır. Bu yaklaşımı, Anaksimandros'u evrim düşüncesinin ilk temsilcilerinden biri olarak öne çıkarmaktadır. Günümüzde, canlıların önce denizlerde evrimleşip daha sonra karaya geçerek çeşitlendiği bilimsel olarak doğrulanmış bir gerçekliktir.
Meteorolojik düşünceleri.
Bu ilk fizikçiyi öncelikle ilgilendiren konu "meteora" yani gökyüzündeki nesnelerdi. Meteora'yı ve depremi fizik yönünden ilk o açıklamıştır. Gök haritalarını çıkarırken geometriden ve matematiksel orandan yararlanmıştır. "Gnomon"'u (gök ölçüsü), ilk o bulmuş ve güneş saatinin yanına dikmiştir. Ayrıca ilk haritayı çizen bir 'sphaere' yani gökküresi planlayıp gerçekleştiren de yine odur.
MÖ 6. yüzyılda Anaksimandros ile fikirler radikal bir şekilde değişime uğrar. Anaksimandros, söz konusu medeniyetlerin aksine Yer'in altında hiçbir şey olmadan boşlukta durduğunu öne sürer. Anaksimandros'un bu savının düşünce tarihi açısından en cesur ve en devrimci adım olduğu söylenebilir. Çünkü gündelik yaşamdaki sağduyuya dayalı düşünme, ağır cisimlerin yere düştüğünü dolayısıyla da Yer gibi çok ağır bir cismin boşlukta duramayacağını telkin eder. Nitekim Anaksimandros'tan önceki düşünürler de bu düşünce biçimine bağlı kalarak Yer'in bir şeyin üzerinde durması gerektiğini düşünmüşlerdi. Buna karşın, Anaksimandros bilimsel devrim tabirine uygun olacak şekilde bu düşünme biçiminden ayrılarak farklı bir paradigma ileri sürer.
Bilimsel Faaliyetler.
Kartografya.
Ünlü Anaksimandros'u takip eden saygın Yunan coğrafyacıları Strabon ve Agathemerus, çalışmalarının başında Eratosthenes'in Anaksimandros'u dünya haritalama sanatında öncü figür olarak gördüğünü kabul ettiler. Anaksimandros'un ön taslaklarından ilham alan Hekataios, dünyanın daha rafine ve doğru bir tasvirini oluşturdu. Strabon, hem Anaksimandros'un hem de Hekataios'un, coğrafya alanında önemli bir evrimi işaret eden Homeros'tan sonra ortaya çıkan en erken coğrafyacılar arasında yer aldığını belirtti.
O dönemde, özellikle yolları, şehirleri, sınırları ve doğal özellikleri ayrıntılı olarak gösteren haritaların yaygın olduğu Mısır, Lidya, Babil ve Orta Doğu gibi bölgelerde yerel haritalar zaten dolaşımdaydı. Yine de, Anaksimandros'in gerçek mirası, dünyayı (eski yunanca: ekümen) insanlığın yaşadığı tutarlı bir varlık olarak temsil eden ilk haritayı yaratmasında yatmaktadır. Bu çığır açan çalışma, dünyayı yalnızca kozmolojik bir kavram olarak görmekten, Yunanların çağdaş anlayışına dayanan bir temsil sunarak önemli bir değişimi işaret etti.
Bu girişim, o dönemin koşulları göz önüne alındığında oldukça mantıklıydı. Anaksimandros'un bu haritayı üç ana nedenden dolayı çizdiğine inanılıyor:
Bununla birlikte, kanıtlar bu haritanın seyahat veya kolonileştirme amaçları için hazırlanmadığını gösteriyor. Aksine, gelecekteki coğrafyacılara ilham verecek cüretkar bir entelektüel arayışı temsil ediyordu. Aslında, esasen bir filozof olan Anaksimandros, bir coğrafyacı olarak hizmet etmekten ziyade varoluşun ve kozmosun doğasını açıklamaya çalıştı. Haritası, kozmolojik teorilerini ve meteorolojik içgörülerini desteklemek için kavramsal bir çerçeve işlevi gördü ve nihayetinde öncü çalışması "Doğa Üzerine"'nin temel bir bileşeni haline geldi.
Haritayı, denizlerin dalgalanmalarını ustaca göz önünde bulundurarak, ince bir şekilde kavisli bir metal yüzeye titizlikle kazımış olabileceği varsayılıyor. Bu kartografik tasvirin kalbinde muhtemelen o dönemde önemli bir bilgi merkezi olan Milet yer alıyordu. Bu zarif tasvirde, Ege Denizi merkezde belirgin bir şekilde konumlandırılmıştı ve Avrupa, Asya ve Libya (Afrika) geniş okyanuslarla çevrili üç ayrı kara parçası olarak tasvir edilmişti. Güneyde Akdeniz tarafından zarifçe sınırlanan Avrupa, Karadeniz ve Azak Denizi tarafından çizilen Asya'nın yanında duruyordu. Bu arada, Nil Nehri Afrika'yı güneyde Asya'dan zarifçe ayırarak haritanın karmaşık anlatımını daha da güçlendiriyordu.
Gnomon ya da Güneş Saati.
Suda, Anaksimandros'un geometrinin temel kavramlarına yaptığı içgörü dolu katkılara ve zaman ölçümüne olan hayranlığına atıfta bulunur. Ayrıca, güneş saatinin temel bir unsuru olarak hizmet eden Gnomon'un tanıtımıyla Yunanistan'ı ilişkilendirir. Anaksimandros, Lakedaimon'da güneş saatleri inşa ederek veya geliştirerek gündönümlerini ve ekinoksları gösterebilen bir sistem geliştirmeye çabalarını adadı.
Bu başarılar genellikle ona, özellikle de Diogenis Laertios ve Eusebios tarafından atfedilir. Anaksimandros'un güneş saatleri yapmak için başka bir şehre gittiğine dair kanıtlar, bu tür cihazların o konumda zaten mevcut olduğunu veya bilindiğini ima eder. Bu olasılık makul görünüyor çünkü güneş saatleri değişen enlemleri hesaba katmak için ayarlamalar gerektirir.
O dönemde güneş saatleri yatay bir yüzeyde sadece dik bir çubuktu. Bu çubuğun gölgesinin iki ana işlevi vardı.
Ancak Gnomon'un icadı Anaksimandros'a atfedilmez. Bu alet ve günün on iki saate bölünmesi Mısırlılardan gelmiş ve daha sonra Babilliler tarafından benimsenmiştir. Herodot'a göre zaman ölçme sanatı Yunanlara Babillilerden geçmiştir. Gündönümlerinin Anaksimandros'tan önce belirlenmiş olması şaşırtıcı olmazdı çünkü bu işlem karmaşık hesaplamalar gerektirmez. Ancak ekinokslar için durum farklıdır. Babillilerin inandığı gibi, gündönümlerinin gölge konumlarının orta noktalarını bularak ekinoksları hesaplamak yeterli değildir. Suda'ya göre Anaksimandros, geometri bilgisi sayesinde muhtemelen ekinoksları doğru bir şekilde hesaplayan ilk Yunandı.
Anaksimandros'un Deprem Tahmini.
"De la divination" adlı eserinde "Cicero", Anaksimandros'un Lakademon vatandaşlarına yaklaşan bir depreme hazırlanmaları için şehri terk edip silahlarını yanlarına alıp kırsalda geceyi geçirmeleri yönünde nazikçe tavsiyede bulunduğunu anlatır. Bu anlatıma göre, şehir sonunda yıkılmış ve ı'nın bir zirvesinin bir geminin pruvasına benzeyecek şekilde yarıldığı söylenmiştir. Yaşlı Plinius da bu olaya atıfta bulunur, ancak Cicero'nun daha tarafsız bakış açısının aksine, Plinius bunu "müthiş bir ilham" olarak tanımlar. Yine de Cicero bu tahmini kehanetsel bir bağlamla ilişkilendirmekten kaçınır.
Şu anda bu anekdotun geçerliliği hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Guthrie'nin öne sürdüğü gibi, olay tamamen mantıksız değildir. Eğer hayvanların depremleri önceden hissedebildikleri ve davranışlarını buna göre değiştirebildikleri gerçekten doğruysa, doğayı titizlikle incelemesiyle bilinen bir filozof olan Anaksimandros'un özellikle depremlere yatkın bir bölgede bu tür belirtileri gözlemlemiş olması mümkündür. Bu, onun keskin gözlem yeteneğini ve çevresel değişikliklere olan duyarlılığını ortaya koyan bir öngörü olabilir.
Eserler.
Suda'ya göre Anaksimandros'a atfedilen dört eser başlığı şunlardır:
Themistius ayrıca Doğa Üzerinde'den da bahseder, ancak bunların kitap başlıkları olup olmadığı belirsizdir; Suda, yalnızca Anaksimandros tarafından işlenen konulara atıfta bulunuyor olabilir. Bu liste eksik görünüyor, çünkü Suda, "ἄλλα τινά" ifadesiyle başka eserler de öneriyor.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19812",
"len_data": 17995,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.85
}
|
Somali (Somalice:" Soomaaliya"; Arapça: "الصومال"), resmî olarak Somali Federal Cumhuriyeti (Somalice: "Jamhuuriyadda Federaalka Soomaaliya", Arapça: جمهورية الصومال الفيدرالية Jumhūriyyat aṣ-Ṣūmāl al-fidraliyyah) ve komünist yönetimde önceki bilinen adıyla Somali Demokratik Cumhuriyeti olarak anılan, Doğu Afrika'da Afrika Boynuzu denilen coğrafî bölgede bulunan bir ülkedir. 1991'de Somali İç Savaşı'nın başlamasından beri devletin çoğu bölgesinde merkezî bir hükûmet kontrolü yoktur. Uluslararası olarak tanınmış Federal Geçiş Hükûmeti, ülkenin sadece küçük bir parçasını yönetmektedir.
Somali Afrika'nın en doğu ucunda yer alıp, Kuzeybatıda Cibuti, güneybatıda Kenya, kuzeyde Aden Körfezi ve Yemen, doğuda Hint Okyanusu, batıda Etiyopya ile çevrilidir. Kıtadaki en uzun sahil şeridine sahiptir ve arazisi temel olarak platolar, düzlükler ve yaylalardan oluşur. Periyodik muson rüzgarları ve düzensiz yağışla yıl boyu kurak iklime sahiptir.
Antik Çağ'da, Somali önemli bir ticaret bölgesiydi, ve birçok bilgine göre efsanevi antik Punt Krallığı'nın en muhtemel yerleşkeleri arasındadır. Orta Çağ boyunca, pek çok güçlü Somali imparatorlukları bölgesel ticareti hakimiyeti altına almıştır bunlardan bazıları; Ajura İmparatorluğu, Adal Sultanlığı, Warsangali Sultanlığı ve Gobroon Hanedanı. Somali, uzun süre Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bir parçası olmuştur. 19.yüzyıl sonlarına doğru ise bölgede Osmanlı hakimiyeti iyice zayıflamıştır. 1869 yılında Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla birlikte İngilizler, Kızıldeniz'den Aden Körfezi'ne giden yolun güvenliğini sağlamak adına bölge ülkelerini işgal etmişlerdir. Ülkenin körfez kıyı şeridini işgal eden İngilizler, Güney bölgeleri ise İtalyanlara bırakmışlardır. Britanya Somalisi 1887 – 1960, İtalyan Somalisi 1889 – 1960 yılları arasında varlığını sürdürmüştür. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında İngilizler ve İtalyanlar sahil bölgelerinde kontrolü kazandı ve Britanya Somalisi ve İtalyan Somalisi kuruldu. Muhammed Abdullah Hassan tarafından kurulan Derviş Devleti, Britanya İmparatorluğu'nu sahil kesimlerine kadar dört kez püskürtmüşse de 1920 yılında Britanya hava gücüne yenilmişlerdir. İtalya 1927 yılında kendisine bağlı olan tüm bölgeler üzerinde tam bir hakimiyet sağladı. İtalya'nın bu işgali 1941 yılında bölgenin İngiliz askeri yönetimi altına girmesine kadar sürdü. 1960 yılında kuzey ve güneyi kapsayan bağımsız Somali Cumhuriyeti kuruldu. Mohamed Siad Barre 1969 yılında iktidarı ele geçirdi ve Somali Demokratik Cumhuriyeti'ni kurdu. Siad Barre; klanlar arasında rekabeti teşvik etmek, muhalefet partilerini yasaklamak, sivil toplumu bastırmak ve tüm bağımsız kurumları yok etmek suretiyle rejimini yirmi iki yıl sürdürdü. Yeni yönetimle birlikte ülkede tutuklamalar ve işkenceler arttı, gazete (sadece bir gazeteye resmi olarak izin verildi), radyo ve televizyon yasaklandı, orduya yatırım arttırıldı ve muhalifleri tespit etmek ve onları engellemek amacıyla Ulusal Güvenlik Servisi adlı gizli bir ekip kuruldu. Halkın ayaklanmaları askeri baskılarla engellenmekteydi. Ülke, özellikle 80'ler boyunca dış yardıma muhtaç durumdaydı. Eğitim, sağlık, ulaşım veya altyapı gibi kamusal alanda yatırım yapmak için çok az kaynak vardı. Herhangi bir siyasi pozisyona ilişkin seçim düzenlenmemekte; seçilmesi gerekenlerin tümü Barre tarafından atanmaktaydı. 1991 yılında Somali İç Savaşı patlak verdi ve Barre hükûmeti düştü.
İç Savaş.
Somali İç Savaşı, Somali'de 1988'den bu yana sürmekte olan bir silahlı çatışmadır. 2006'dan beri belirli bir hükûmeti olmayan ve bu durum karşısında merkezi yapılanma gibi yetkili organlara sahiplik göstermeyen bir yapıya bürünmüştür.
Bunun en büyük sebebi 1991'de General Mohamed Siyad Barre'nin zorla iktidardan uzaklaştırılması sonucunda oluşan iktidar boşluğudur. Bu sebepten ötürüdür ki Somali'deki 1993-94 olaylarında gerçekleşen katliam ve kıtlıklar anlam bulmuştur. Eski asker ve kabile lideri olan Mohamed Farah Aidid önderliğindeki isyancı güçler; BM gücü olan Unosom kuvvetlerine saldırmış ve 23 Pakistanlı askeri öldürmüştür.
Bu dönemden itibaren ülke bir iç savaş ve barış gücünün bile yetersizliğini açıkça ortaya koyduğu kaos ortamına sürüklenmiştir.
1999-2003 döneminde açıkça beliren İslamcı güçler kabilelerin desteğinde otonom yönetimler oluşturup kendi hukuk ve sosyal işlevlerini yerine getirebilecek ufak bölgelere bölünmüştür. Özellikle Doğu Afrika'nın incisi olarak bilinen Mogadişhu şeriat mahkemelerinin en sık biçimde görüldükleri bir yer halini almıştır.
Ülkedeki bu iktidar boşluğu kuzeyde Somaliland adında yeni bir hükûmetin kurulmasına yol açmış ve bu hükûmette 2005-2006 döneminde güneyle çatışmaya girerek Etiyopya ve BM kuvvetlerini savaşa dahil etmiştir. İslami güç ve kabile savaşçıları güneye ve batı bölgesindeki uçlara çekilirken başkent Mogadişu Etiyopya kuvvetlerinin eline geçmiştir.
Ekonomi durumu.
Somali'de ağırlıklı olarak hayvancılık, havale / para transfer şirketleri ve telekomünikasyona dayalı bir kayıt dışı ekonomi oluşmasına sebep olmuştur.
Kadim dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden olan Somali, tarihi ipek yolu Afrika kolundan (Somali)'den geçiyordu. Önemli altın ve petrol rezervlerine sahip bir ülkedir. Hint Okyanusuna sıfır olan Somali ekonomisinin aşağı yukarı %65'i hayvancılık ve çiftçiliğe dayanır. Deve, koyun, keçi ve sığır yetiştirilir. Ülke arazisinin %15'i ekime müsaittir. Nehirler boyunca uzanan topraklar oldukça verimlidir. Başlıca tarım mahsulleri mısır, darı, susam, fasulye, pamuk, şekerpancarı, süpürgedarısı ve muzdur.
Ülkede çıkarılabilen başlıca mineraller; deniz tuzu, kireçtaşı, kumtaşı, kil, lületaşı, alçıtaşı, demir, kalay boksit, titanyum ve uranyumdur.
Ülkenin para birimi Somali Şilinidir (SOS). Daha çok İtalya, İngiltere ve Almanya'dan makine, kimyevi maddeler ve diğer tüketim maddeleri alır. Dışarıya muz, deri, boynuz, pamuk, balık, mısır, çekirdek içi ve et satar. İhracatını daha çok Suudi Arabistan ve İtalya'ya yapar.
Tarih öncesi dönem.
Somali Paleolitik dönemden beri yerleşim alanı olmuştur. Ülkenin kuzey kesiminde bulunan mağara resimleri MÖ 9000 yılına ait olduğu belirlenmiştir. Bunlardan en ünlüsü, Afrika kıtasının bilinen en eski kaya sanatı içeren Laas Geel kompleksi. Çözülmemiş yazıtlar aynı zamanda her bir mağara resimlerinde altında tespit edilmiştir.
Afrika Boynuzu'nda bulunan mezarlıklar Somali'de 4. binyıl kadar önce cenaze geleneklerinin bulunduğuna kanıt olarak gösterilmiştir. 1909 yılında Somali'nin kuzeyin bölgesindeki "Jalelo" arkeolojik kazı alanında bulunan taş aletler "paleolitik dönemdeki doğu ve batı arasındaki evrensel bağlantıya en önemli kanıt" niteliğindedir.
Antik ve klasik çağ.
Antik piramidal yapılar, mezarlar, harabeye dönmüş şehirlerdeki eski taş duvarlar bir zamanlar Somali yarımadasında yaşamış eski kadim bir uygarlığın kanıtlarını sunmaktadır. Gerçekleştirilen arkeolojik kazılar ve yapılan araştırmalar sonucu bu kadim uygarlığın kullandığı yazı sistemi hala çözülememiştir ayrıca milattan önce 2000'lerde Eski Mısır ve Miken Uygarlığı ile yapmış olduğu ticaret ilişkileri antik Punt ülkesinin Somali bölgesinde yaşadığının destekleyici kanıtlarıdır. Puntlulara göre "ticaret sadece bizim ürettiğimiz tütsü, abanoz ve kısa boynuzlu sığır değil aynı zamanda komşu bölgelere de altın, fildişi ve hayvan derileri içeren mallar olmalı". Deir El Bahari'deki tapınak kabartmalarına göre Punt Ülkesi o zamanlar Kral Parahu ve Kraliçe Ati tarafından idare edilmekteydi.
Milattan önce 2000-3000 yılları arasında Eski Somalilerin evcilleştirdiği develer Eski Mısır ve Kuzey Afrika'ya yayıldı. Klasik dönemde Mossylon, Opone, Malao, Mundus ve Somali Tabae şehir devletleri; Fenike, Mısır Ptolemaios, Yunanistan, Part Pers, Saba, Nabataea ve Roma İmparatorluğu'nun tüccarları ile bağlantı kurarak bir ticaret ağı geliştirdi. Bu ticareti deniz yolu vasıtasıyla gerçekleştirdiler.
Yeraltı zenginlikleri.
Somali, çoğu henüz el değmemiş halde uranyum, demir, kalay, bakır, jips, boksit ve doğal gaz yataklarına sahiptir. Arap Yarımadasına yakınlığı nedeniyle petrol açısından da zengin olduğu varsayılmaktadır. Bu araştırmalar doğrultusunda, kuzeydeki Puntland eyaletinde yaklaşık 5-10 milyar varillik petrol rezervi saptanması sonucu Somali Petrol Şirketi kurulmuştur.
Uzay.
Türkiye Uzay Ajansı tarafından açıklanan 10 Yıllık Milli Uzay Programı'na göre 2028 senesine kadar Somali'de bir roket fırlatma sahası inşa edilecektir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19816",
"len_data": 8367,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
Cura, Yörük halk çalgılarından biridir. Akdeniz ozanları tarafından çoklukla kullanılan bu çalgının uzunluğu 55–60 cm kadardır ve bağlama ailesinin en küçük çalgısıdır. Cura genellikle altı, beş, dört ya da üç tellidir. İki telli curalar da vardır. Bu curaların alt teli "la", üst teli "re" sesine ayarlanmıştır. Curaların tekne derinlikleri ile göğüs genişlikleri 15 cm dolayındadır. Sap uzunlukları ise 40 cm kadardır. Sapın ucundaki burgu denen anahtarlarla çalgı akort edilir. Dört telli curalarda üstteki tel ahenk telidir. Öbür teller bu ahenk telinin sesine ayarlanır. Sapları kısa olduğu için curalarda az sayıda perde bulunur.
Cura mızrapla ya da tellere parmakla vurularak çalınır. Ama genelde tek başına çalınan bir çalgı değildir. Yaygın olarak öbür sazlarla birlikte çalınır. Bağlamanın bir oktav tizine ayarlanan sesi, öbür sazların içinde belirginleşerek ezgiye hareket ve renk katar. Oyun havalarının kıvrak ve hareketli çalınış biçimine uygun bir çalgıdır.
Curalar büyüklüklerine göre değişik adlar alır. Curadan biraz büyük olanlara "cura bağlama" denir. Sesi curadan daha kalın olan cura bağlama en yaygın kullanılan cura türüdür. "Cura cura" ya da "cura zurna" adıyla bilinen tür ise curadan daha küçüktür ve sevimli görünüşü nedeniyle süs eşyası olarak çokça kullanılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19819",
"len_data": 1291,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.64
}
|
Hız aşırtma, (İngilizcede "Overclock") bilgisayar donanımlarının saat hızlarını artırarak daha yüksek performanslarda etkili bir şekilde kullanmaktır. Örneğin 3.2 GHz hızında çalışan bir bilgisayar işlemcisini overclock (hız aşırtma) işlemiyle 4.0 GHz hızına çıkartabilmek mümkün olsa da daha yüksek çalışma devirleri demek aynı zamanda daha fazla güç tüketimi demektir. 3.2 GHz'den 4.0 GHz'e artırılan saat hızı aynı oranla güç tüketimi de artacaktır. Ayrıca varsayılan hızın üzerine çıkartılmış yani overclock edilmiş parçaların ömürleri kısalır.
Overclock işlemi teknik bir işlem olduğundan dolayı tecrübe gerekir. Genellikle uzman kontrolüne bırakılması ve Overclock.net gibi kullanıcı forum sitelerinden uzman yardımı alınması tavsiye edilir çünkü yanlış bir işlem yapılması halinde bilgisayar parçaları geri döndürülemeyecek kadar ciddi hasarlar alabilir.
Matematiksel Formülü.
Ayrıca hız aşırtma işlemleri matematiksel formüllere dayanır ve bu formüllere göre uygulanır. Yanlış matematiksel hesaplamalar yapmak donanımların aşırı ısınmasına ve bozulmasına sebep olabilir.
İşlemcilerin hızları şu ölçütlere göre bellenir:
FSB (Front Side Bus)xÇarpan (Ratio)= Saat hızı (Clock Speed)
3.2 GHz olarak fabrikadan çıkan bir Intel Pentium 4 işlemci 200 MHz FSB (ön veriyolu) hızında ve 16 çarpan ile çıkar. Buradan formula_1 sonucu çıkar. 3200 MHz=3.2 GHz. Anakartın izin verdiği sınırlar içinde FSB oranı arttırılabilir.
Ayrıca formula_2 Hızı formülü de vardır. DDR400 bir RAM, formula_3 yapar ki çok pahalı bellekler (RAM) dışında hiçbir bellek bu hızı kaldıramaz. O yüzden anakart üreticileri FSB:DRAM oranı koymuşlardır. Bu oran 5:4 olduğunda formula_4 formülü kullanılır. Örneğin 250FSB de formula_5 yapar. Bu durumda RAM'e hiç hızaşırtma yapmadan işlemci gücü artabilir. AMD işlemcilerde de benzer şekilde hızaşırtma (overclock) yapılır.
İşlemcilerde Overclock.
Intel işlemcilerde BIOS ve Intel Extreme Tuning Utility yazılımı, AMD'nin Ryzen serisi işlemcilerindeyse Ryzen Master yazılımıyla hız aşırtma işlemi uygulanabilir. Ryzen serisi öncesi (FX ve Athlon) işlemcilerde de BIOS üzerinden hız aşırtma uygulanabilir. BIOS üzerinden hız aşırtma işlemi yapmak için şu yol izlenmelidir:
Hız aşırtma işlemi uygulanırken aniden saat hızlarını yükseltmek tavsiye edilmez. Bu saat hızları yavaş yavaş yükseltilerek bilgisayarın tepkileri (sıcaklıkları, fan hızları) kontrol edilir ve cihaz sağlığını tehdit etmeyecek bir seviye belirlenir.
CPU Overclock Rekoru.
7 Mart 2024 tarihinde Jon "Elmor" Sandstrom ve Pieter “ScatterBencher” Plaisier, Intel Core i9-14900KS işlemcisiyle 9111.75 frekans hızına ulaşarak 2023 yılında Intel Core i9-14900KF işlemcisiyle Elmor tarafından kırılan 9043.92 frekanslık hız rekoru geçilerek rekor tazelendi..
CPU Overclock Dünya Rekorları tablosuna göre 2022 yılından beri Elmor dışında rekor kırabilen bir kişi bulunmuyor.
Elmor'dan önceki rekor 19 Kasım 2012 tarihinde AndreYang kullanıcısı tarafından AMD FX-8350 işlemcisiyle 8794.33 frekans hızıyla kırılmıştı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19825",
"len_data": 2997,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.82
}
|
Filiberto Ojeda Ríos (26 Nisan 1933 - 23 Eylül 2005), yaşamını Porto Riko adasının bağımsızlığına adamış, bu yolda genellikle demokratik olmayan yöntemlerle savaşmış Porto Rikolu müzik sanatçısı.
Boricua Halk Ordusu ("Ejército Popular Boricua") adını taşıyan ve Porto Riko'yu zor kullanarak ABD egemenliğinden çıkarmayı amaçlayan yeraltı örgütünün kurucusu ile önderi olan Rios, 23 Eylül 2005'te Porto Riko'nun batısındaki bir çiftlik evinde FBI görevlilerince öldürüldü.
Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı olup, aynı pasaportu kullanan ancak dil ve etnik olarak farklı (İspanyol) yapıda bir toplum olan Porto Riko'da, Rios, halk desteği çok küçük, yalıtılmış bir örgütün önderi olarak kaldı. Bağımsızlık savaşımında kullandığı zor içeren yöntemlerle, kendi yurttaşlarından destekten çok sevgi gördü.
Asıl işi bir salsa topluluğunda gitar ile trompet çalgıcılığı olan Rios'un, Purto Rikoluların İspanyol hakimiyetine karşı gerçekleştirdiği 1868 ayaklanmasının yıldönümü olan 23 Eylül'de FBI'ca öldürülmesi, yalnızca çok sınırlı yandaşlarınca değil, ABD taraftarı Puerto Rikolularca ve Porto Riko valisince de eleştirildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19830",
"len_data": 1123,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.71
}
|
Fizikte moment, fiziksel niceliğin mesafe ile bileşimidir. Momentler, genellikle sabit bir referans noktasına ya da eksene göre tanımlanırlar, ilgili referans noktasından ya da ekseninden belirli bir mesafede ölçülen fiziksel nicelikleri ele alırlar. Mesela bir kuvvetin momenti, o kuvvetin kendisinin ve bir eksenden uzaklığının çarpımıdır ve ilgili eksenin etrafında dönmeye sebep olur. Prensip olarak herhangi bir fiziksel nicelik, moment oluşturmak üzere bir mesafe ile bileşebilir. Sıkça kullanılan nicelikler içinde kuvvetler, kütleler ve elektrik yük dağılımları bulunmaktadır.
Detaylı anlatımı.
En basit ve temel biçimiyle moment, belirli bir noktaya olan mesafenin belirli bir üst alma işlemine tabii tutulmasından sonra kuvvet, yük gibi fiziksel bir nicelikle çarpımıdır. Bu hâliyle
olur. Burada formula_2, fiziksel niceliği göstermektedir – belirli noktaya, nokta yüke ya da nokta kütleye uygulanan kuvvet gibi. Eğer nicelik sadece tek bir noktaya yoğunlaşmamışsa moment niceliğin uzaydaki yoğunluğunun integralidir:
Burada formula_4 yükü, kütle ya da seçilen herhangi bir niceliğin yoğunluğunun dağılımıdır.
Daha karmaşık biçimler, mesafe ve fiziksel nicelik arasındaki açısal ilişkiyi de dikkate alır, ancak yukarıdaki denklemler bir momentin temel özelliğini, kısacası esas olan formula_5 terimini veya eşleniğini, ifade etmektedirler.Bu da demektir ki, (her n değeri için) birden çok moment vardır ve moment genellikle,formula_6 mesafesinin ölçüldüğü, referans noktasına bağımlıdır. Gerçi bazı momentler için (teknik olarak, en düşük sıfır-olmayan moment), bu bağımlılık yok olur ve moment referans noktasında bağımsız hâle gelir.
n'in sahip olduğu her değer farklı momente denk gelmektedir: birinci moment, n=1 'e denk gelmektedir;ikinci moment, n=2 'e denk gelmektedir, vs. Özellikle elektrik yük dağılımları konusunda; sıfırıncı moment'e(n=0), bazen monopol(tek kutuplu) moment denir; birinci moment'e(n=1), bazen dipol(çift kutuplu) moment denir ve ikinci moment'e (n=2), bazen quadrupol(dört kutuplu) moment denir.
Çoklu momentler.
Sonlu ve belirli bölge ile sınırlandırılmış bir yoğunluk fonksiyonu üzerinden örneklenecek olursa, o bölgenin dışında "1/r" potansiyeli
bir küresel harmonikler dizisi olarak ifade edilebilir:
formula_17 katsayıları 'multipol momentler' olarak bilinirler ve şu biçimi alırlar:
Burada formula_19 küresel koordinatlar olarak ifade edilirken,
formula_20 ise integrasyon değişkenidir. (Note: yukarıdaki denklemlerdeki işlem düzeni
Jackson'ın kitabından alınmıştır.)
Burada formula_4 elektrik yük yoğunluğunu ifade ederken, formula_17 ise, bir anlamda, elektrik yükü momentinin projeksiyonları: formula_23 monopol moment'tir; formula_24 dipol moment'in projeksiyonlarıdır, formula_25 quadrupol moment'in projeksiyonlarıdır, vb.
Çoklu momentlerin uygulamaları.
Multipol genişlemesi "1/r" skaler potansiyelleri için de geçerlidir, örnekleri ise elektrik potansiyeli ve yerçekimi potansiyeli'dir. Bu potansiyeller için, denklem, ilk birkaç momentin hesaplanması yoluyla; yüklerin(veya kütlelerin) sınırlandırılmış dağıtımı ile üretilmiş olan alanın gücüne yaklaşmak/yakınsamak için kullanılabilir. Yeterince büyük "r" değeri için, sadece monopol ve dipol momentleri ile kabul edilebilir bir yaklaşık değer elde edilebilir.Daha üst düzeyden moment hesaplanarak daha kesin bir sonuca ulaşılabilir.
Bu yöntem ayrıca formula_4'nun bilinmeyen dağılımının özelliklerini belirlemek için de kullanılabilir. Multipol(çok kutuplu) momentlere ait ölçümler alınabilir ve
esas teşkil eden dağılımın özelliklerinin çıkarılmasında kullanılabilir. Bu yöntem moleküller gibi küçük nesnelere de uygulanabilir,
ama ayrıca evrenin kendisine de uygulanmıştır, buna örnek olarakyöntemin, WMAP ve Planck deneylerinde Kozmik mikrodalga arka plan ışımasını çözümlemek için kullanılması gösterilebilir.
Tarihi.
Fizikteki moment kavramı, matematik kavramı olan momentler'den türetilmiştir. Momentler prensibi, Arşimet'in keşfetmiş olduğu kaldıraçın çalışma prensibinden türetilmiştir. Arşimet nesneye uygulanan kuvvetinin momentinin, M = rF olduğunu belirtmiştir, burada F uygulanan kuvvet ve r ise uygulanan kuvvetin nesneye olan mesafesidir.
Ancak moment teriminin tarihsel evrimi ve bu terimin matematik, fizik ve mühendislik gibi bilim dallarındaki kullanımnın ne zaman başladığı belirsizdir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19831",
"len_data": 4312,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.22
}
|
Hazar Denizi (eski adı (Latince): "Caspium Mare" veya "Hyrcanium Mare" veya Kazakça - Каспий теңізі ("Kaspi teñızı") Rusça - Каспийское море ("Kaspiyskoye Morye"). Azerice - Xəzər dənizi. Farsça - دریای کاسپین /دریای خزر / دریای مازندران (deryā-ye xazar/ daryā_ye māzandarān/daryā_ye kaspian )) dünyanın en büyük gölü veya eksiksiz bir deniz olarak sınıflandırılan dünyanın en büyük iç su kütlesidir. Adını Hazar Kağanlığı'ndan almıştır. Güneydoğu Avrupa ve güneybatı Asya'dadır ve dünyanın en büyük tuzlu su gölüdür. Hem deniz, hem de göl özelliklerini taşımaktadır. Petrol yataklarınca zengindir. Tektonik göllere örnektir. Endoreik bir havza olarak, Avrupa ile Asya arasında, Kafkasya'nın doğusunda, Orta Asya'nın geniş bozkırlarının batısında ve Batı Asya'daki İran platosunun kuzeyinde yer almaktadır. Denizin yüzey alanı 371.000 km2 (143.200 mil kare) (Kara Boğaz Göl lagünü hariç) ve hacmi 78.200 km3'tür (18.800 cu mi). Tuzluluk oranı yaklaşık %1,2 (12 g/l) olup, bu oran çoğu deniz suyunun tuzluluğunun yaklaşık üçte biri kadardır. Kuzeydoğuda Kazakistan, kuzeybatıda Rusya, batıda Azerbaycan, güneyde İran ve güneydoğuda Türkmenistan ile sınırlanmıştır. Hazar Denizi çok çeşitli canlı türlerine ev sahipliği yapmaktadır ve en çok havyar ve petrol endüstrileriyle tanınmaktadır. Petrol endüstrisinden kaynaklanan kirlilik ve Hazar Denizi'ne akan nehirler üzerine inşa edilmiş barajlar, denizde yaşayan organizmaları olumsuz etkilemiştir.
Uzunluğu 1210, genişliği 210-436 kilometredir. Okyanuslarla bağlantısı yoktur. Bu yüzden de su seviyesi devamlı olarak değişir. 1930 ile 1957 seneleri arasında denizin seviyesi normalden 26 metre alçaldı. Bunun sonucu olarak kapladığı alan 53.300 km² azalarak 371.000 km²'ye düştü. Su seviyesinin deniz seviyesinden aşağıya düşme sebebi, buharlaşma artarken yağışların da azalmasıydı. Ek olarak, denize dökülen suların %80'ini sağlayan Volga (İdil) Nehri'nin sulama ve endüstriyel kullanım amacıyla başka yönlere kanalize edilmesi önemli bir sebeptir. Su seviyesini normal duruma getirmek için yapılan çalışmalar neticesiz kalmıştır. Kuzey kesimi sığdır. Burada mersinbalığı avcılığı yaygındır. Mersin balıklarından bol miktarda havyar elde edilir. Denizin derin yeri 1025 metre olup, güneydedir. Suyu tuzludur. Sülfat oranı yüksektir. Doğu kıyılarındaki geniş sığ bir bölgede sodyum sülfat yatakları bulunmaktadır. Hazar Denizi kış ayları dışında ana ulaşım güzergahıdır. Kuzeydeki sığ kesim kış ayları boyunca donar. Buradaki önemli limanlar Bakü, Türkmenbaşı ve İdil Nehri deltasında Astrahan’dır. Bunlar arasında demiryolu bağlantısı vardır. İran’a ait kısımda en önemli liman Bender Türkmen’dir.
Geniş ve endoreik Hazar Denizi kuzey-güney yönünde uzanmaktadır ve ana tatlı su kaynağı, Avrupa'nın en uzun nehri olan Volga, sığ kuzey ucundan denize akar. Orta ve güney alanlarında iki derin havza bulunur. Bunlar sıcaklık, tuzluluk ve ekolojide yatay farklılıklara yol açar. Hazar Denizi, kuzeyden güneye yaklaşık 1.200 kilometre (750 mil) boyunca uzanır ve ortalama genişliği 320 km'dir (200 mil). Yaklaşık bir alan kapsar ve yüzeyi deniz seviyesinin yaklaşık altındadır. Güney kesimindeki deniz yatağı, deniz seviyesinin 1.023 m (3.356 ft) altına kadar iner, bu da Baykal Gölü'nden (-1.180 m (-3.870 ft)) sonra dünyadaki en alçak ikinci doğal depresyondur. Kıyılarının eski sakinleri, muhtemelen tuzluluğu ve büyüklüğü nedeniyle Hazar Denizi'ni bir okyanus olarak algıladılar.
Etimoloji.
Strabon "Albanyalıların ülkesine (Kafkasya Albanyası, Arnavutluk ile karıştırılmamalıdır (ikisi de "Albanya")), denizinde olduğu gibi, adını Kaspi kabilesinden alan Kaspiyen denen bölge de dahildir; ama Kaspi kabilesi günümüzde ortadan kayboldu." Bununla birlikte, İran'ın Tahran Eyaleti'ndeki bir bölgenin adı olan Hazar Kapıları (İskender Kapıları olarak da bilinir), bu kabilenin muhtemelen denizin güneyine göç ettiklerini göstermektedir. İran'ın Kazvin şehrinin adının kökeni de denizle aynıdır. Denizin geleneksel Arapça adı Baḥr Kazvin'dir (Kazvin Denizi).
"Hazar" adınının Hindu bilge Rishi Kashyap'tan geldiğine de inanılmaktadır.
Yunanlar ve Persler arasında klasik antik dönemde denize "Hyrkania Okyanusu" deniyordu. Pers orta çağında, modern İran'da olduğu gibi, adını bölgedeki eski bir Türk göçebe kabilesi olan Hazarlardan alarak Daryā-e Hazar, درياى خزر olarak bilinirdi. İran'da bazen Mazandaran Denizi (Farsça: دریای مازندران) olarak da anılırdı.
Bazı Türk halkları bu gölü "Hazar Denizi" olarak adlandırırlar. Türkmencede "Hazar deňizi", Azerice, "Xəzər dənizi" ve modern Türkçede Hazar Denizi. Bütün bu dillerde, ikinci kelime basitçe "deniz" anlamına gelirken ilk kelime, 7. ve 10. yüzyıllar arasında Hazar Denizi'nin kuzeyinde büyük bir imparatorluk kurmuş olan tarihi Hazarlara bir atıftır. Diğer bazı Türki etnik gruplar gölü "Kaspi Denizi" olarak adlandırır. Kazakça, "Каспий теңізі", "Kaspiy teñizi", Kırgızca: "Каспий деңизи" ("Kaspiy deñizi"), Özbekçe: "Kaspiy dengizi".
Rönesans Avrupa haritalarında "Abbacuch Denizi" (Oronce Fine'ın 1531 dünya haritası), "Mar de Bachu" (Ortellius'un 1570 haritası) veya "Mar de Sala" (Mercator'un 1569 haritası) olarak adlandırılmıştır.
Eski Rus kaynakları denizi Harezmşahlara ithafen "Khvalyn" veya "Khvalis" Denizi () adlandırmıştır. Modern Rusçada deniz , "Kaspiyskoye" gibi adlarla anılır.
Fiziki Özellikleri.
Oluşumu.
Hazar Denizi, Karadeniz'in de olduğu gibi, antik Paratetis Denizi'nin kalıntısıdır. Deniz tabanı, bu nedenle, standart bir okyanus tabanı gibi bazalttır ve kıtasal bir granit kütle değildir. Tektonik yükselme ve deniz seviyesindeki alçalma nedeniyle yaklaşık 5.5 milyon yıl önce karayla çevrili hale geldi. Sıcak ve kuru iklim dönemlerinde, karayla çevrili deniz neredeyse kurudu, rüzgar üflemeli tortularla kaplı halit gibi evaporitik çökeller birikti ve serin, ıslak iklim havzayı yeniden kapladığında evaporit çukurlar kapandı (Karşılaştırılabilir evaporit yatakları Akdeniz'in altında yer almaktadır). Kuzeydeki mevcut tatlı su akışı nedeniyle, Hazar Denizi'nin suyu kuzey kısımlarında neredeyse tatlı ve güneye doğru daha acı hale gelmektedir. Su toplama havzasının çok az akış alan İran kıyısındaki su en tuzludur. Günümüz itibarıyla, Hazar'ın ortalama tuzluluk oranı, Dünya okyanuslarının üçte biri oranındadır. Hazar'ın ana gövdesinden gelen su akışı 1980'lerde kapandığında kuruyan ancak o zamandan sonra eski haline gelen Kara Boğaz Göl koyu, genellikle okyanus tuzluluğunu 10 kat aşmaktadır.
Uzunluğu 1210, genişliği 210-436 kilometredir. Açık denizlerle bağlantısı yoktur. Bu yüzden de su seviyesi devamlı olarak değişir. Su seviyesindeki alçalma sonucunda kapladığı alan 53.300 km² azalarak 371.000 km²'ye düştü. En derin yeri 1025 metre olup, güneydedir.
Coğrafi konumu.
Hazar Denizi, dünyadaki en büyük iç su kütlesidir ve dünyadaki toplam göl sularının %40'ı ila %44'ünü oluşturur. Hazar'ın kıyı şeritleri Azerbaycan, İran, Kazakistan, Rusya ve Türkmenistan tarafından paylaşılmaktadır. Hazar, üç farklı fiziksel bölgeye ayrılmıştır: Kuzey, Orta ve Güney Hazar. Kuzey-Orta sınır, Çeçen Adası ve Cape Tiub-Karagan Burnu'ndan geçen Mangışlak Eşiği'dir. Orta-Güney sınırı, Avrasya kıtası ile Zhiloi Adası ve Kuuli Burnu'ndan geçen okyanus kalıntısı arasındaki tektonik kökenli bir eşik olan Abşeron Eşiği'dir. Kara Boğaz Göl Koyu, Türkmenistan'ın bir parçası olan ve Hazar'dan kopan kıstağı nedeniyle zaman zaman başlı başına bir göl olan Hazar'ın tuzlu doğu koyudur.
Üç bölge arasındaki farklar çarpıcıdır. Kuzey Hazar yalnızca Hazar sahanlığını içerir, toplam su hacminin %1'inden daha azını oluşturur ve ortalama derinliği sadece 5-6 metredir (16–20 ft). Deniz, ortalama derinliğin olduğu Orta Hazar'a doğru gözle görülür şekilde derinleşir. Güney Hazar, Basra Körfezi gibi diğer bölgesel denizlerin derinliğini büyük ölçüde aşan 1,000 metreden (3,300 ft) daha büyük derinliği ile en derin olan bölgedir. Orta ve Güney Hazar, toplam su hacminin sırasıyla %33 ve %66'sını oluşturmaktadır. Hazar Denizi'nin kuzey kısmı tipik olarak kışın donar ve en soğuk kışlarda güneyde de buz oluşumu gözlenir.
En büyüğü Volga Nehri olan 130'dan fazla nehir Hazar'a akar. Hazar'a akan ikinci büyük nehir olan Ural Nehri kuzeyden ve Kura Nehri batıdan denize akar. Eskiden, Orta Asya'daki Ceyhun (Oxus), Uzboy Nehri, şimdi kurumuş nehir yataklarından Hazar'a akardı, ancak günümüzde bu nehirlerin rotaları değişti. Siri Derya benzer şekilde kuzeyden denize akardı. Hazar üzerinde birkaç küçük ada bulunur; bunlar genel olarak kuzeyde yer alırlar ve kabaca bir toplam arazi alanına sahiptirler. Kuzey Hazar'ın bitişiğinde, deniz seviyesinden aşağıda yer alan bir bölge olan Hazar Depresyonu yer almaktadır. Orta Asya bozkırları kuzeydoğu sahili boyunca uzanırken, Kafkas dağları batı kıyılarında uzanmaktadır. Hem kuzey hem de doğudaki biyomlar soğuk, karasal çöllerle karakterizedir. Tersine, güneybatı ve güneydeki iklim, dağlık alanların ve sıradağların bir birleşimi nedeniyle genellikle ılıktır; Hazar'ın yanı sıra iklimde meydana gelen şiddetli değişiklikler bölgede büyük miktarda biyolojik çeşitliliğe yol açtı.
Hazar denizine akan en büyük nehir Volga Nehri'dir. Ural Nehri, kuzeyden akar ve Kura Nehri batıdan denize akar. Geçmişte Sırderya, Amuderya, Uzboy nehri Hazar denizine dökülürdü, şimdi rotalarını değiştirmiş durumdadırlar. Hazar'da birkaç küçük ada vardır, kuzeyde bulunurlar ve yaklaşık 2.000 km² (770 sq mi) bir toplam arazi alanı vardır. Batısında Kafkas Dağları sıralanır, kuzeydoğusunda sahili boyunca step alanları yer alır. Kuzey ve doğu çöller ile karakterizedir. İklim değişiklikleri Hazar Denizi'nde biyoçeşitliliğe yol açmıştır. Hazar Denizi kıyıları boyunca çok sayıda ada vardır. Denizin derin olduğu bölgelerinde hiçbir ada yoktur. Kuzey Hazar'da, adaların çoğunluğu küçüktür ve ıssızdır, Tüleniy Adası gibi bazılarında yerleşmeler bulunmaktadır. Hazar Denizi boyunca, hepsi kıyılara yakın çok sayıda ada bulunmaktadır; denizin iç bölgelerinde ada bulunmaz. Oğurca Adası en büyük adadır. Ada uzunluğundadır ve ada üzerinde özgürce dolaşan ceylanlar görülebilmektedir. Kuzey Hazar'da, adaların çoğunluğu, bazılarının insan yerleşimlerine sahip olmasına rağmen, adaların çoğu bir Önemli Kuş Alanı (ÖKA) olan Tüleniy Takımadaları gibi küçük ve ıssızdır.
Hidrolojisi.
Hazar, hem denizlerle hem de göllerle ortak özelliklere sahiptir. Tatlı su gölü olmamasına rağmen, genellikle dünyanın en büyük gölü olarak listelenir. Kuzey Amerika'nın beş Büyük Gölünün toplamından hacim olarak yaklaşık 3,5 kat daha fazla su içerir. Hazar, bir zamanlar Tethis Okyanusu'nun bir parçasıydı, ancak levha tektoniği nedeniyle yaklaşık 5.5 milyon yıl önce karayla çevrili hale geldi. Volga Nehri (denize akan suların yaklaşık %80'ini oluşturur) ve Ural Nehri Hazar Denizi'ne boşalmaktadır, ancak denizin buharlaşma dışında doğal bir çıkışı yoktur. Dolayısıyla Hazar ekosistemi, dünya okyanuslarının östatik seviyesinden bağımsız, kendi deniz seviyesi geçmişine sahip kapalı bir havzadır.
Hazar'ın seviyesi, yüzyıllar boyunca çoğu kez hızla, birçok kez düşmüş ve yükselmiştir. Bazı Rus tarihçiler, Hazar'ın su seviyesinin Orta Çağ'da yükselmesinin, belki de İtil gibi Hazar kıyı kasabalarının su basmasına neden olan Ceyhun'nın 13. yüzyıldan 16. yüzyıla Hazar'a akışını değiştirmesinden kaynaklanmış olabileceğini ileri sürmektedir. 2004 yılında, su seviyesi deniz seviyesinin altındaydı.
Yüzyıllar boyunca, Hazar Denizi'nin suseviyesi Volga'nın taşıdığı sular ile eşzamanlı olarak değişti ve bu da geniş havzadaki yağış seviyelerine bağlı idi. Yağış, iç kısma ulaşan Kuzey Atlantik çöküntülerinin miktarındaki değişimlerle ilişkilidir ve bunlar da Kuzey Atlantik salınımının döngülerinden etkilenir. Bu nedenle, Hazar Denizi'ndeki su seviyesi, binlerce kilometre kuzeybatıdaki Kuzey Atlantik'teki atmosferik koşullarla ilişkilidir.
Son kısa süreli deniz seviyesi döngüsü, 1929'dan 1977'ye kadar 3 m (10 ft)'lik bir deniz seviyesi düşüşüyle başladı ve ardından 1977'den 1995'e kadar 3 m (10 ft)'lik bir artış görüldü. O zamandan beri daha küçük salınımlar gerçekleşti.
Azerbaycan Bilimler Akademisi tarafından yapılan bir araştırma, iklim değişikliğinin neden olduğu sıcaklık artışı nedeniyle artan buharlaşma nedeniyle deniz seviyesinin yılda altı santimetreden fazla düştüğünü ortaya koymaktadır.
Çevresel bozulma.
Avrupa'nın en büyük nehri olan Volga Nehri, Avrupa kara alanının %20'sini boşaltır ve Hazar'ın iç akışının %80'inin kaynağıdır. Daha düşük erişim alanları, çok sayıda düzensiz kimyasal ve biyolojik kirletici salımı ile yoğun bir şekilde etkilenmiştir. BM Çevre Programı, Hazar'ın "petrol çıkarma ve arıtma, açık deniz petrol sahaları, nükleer santrallerden radyoaktif atıklar ve esas olarak Volga Nehri tarafından getirilen büyük hacimlerde arıtılmamış kanalizasyon ve endüstriyel atıklardan kaynaklanan muazzam bir kirlilik yükünden muzdarip olduğu" konusunda uyarılar yapmaktadır.
Hazar Denizi'ndeki fosil yakıt çıkarma ve taşıma faaliyetinin büyüklüğü de çevre için bir risk oluşturmaktadır. Örneğin Bakü açıklarındaki Vulf adası, petrokimya endüstrisinin bir sonucu olarak ekolojik hasara uğradı; bu, bölgedeki deniz kuşu türlerinin sayısını önemli ölçüde azalttı. Deniz altındaki mevcut ve planlanan petrol ve gaz boru hatları, çevreye yönelik potansiyel tehdidi daha da artırmaktadır.
Doğa.
Sucul.
Bitki Örtüsü.
1994 ile 1996 yılları arasında Hazar Denizi'nin yükselen su seviyesi, nadir bulunan sucul flora türlerinin habitat sayısını düşürdü. Bu, yeni oluşan kıyı lagünlerinde ve su kütlelerinde genel tohumlama varlığının eksikliğinden kaynaklanmıştır.
Direy.
Hazar kaplumbağası ("Mauremys caspica"), komşu bölgelerde de bulunmasına rağmen, tamamen bir tatlı su türüdür. Zebra midyesi, Hazar Denizi ve Karadeniz havzalarına özgüdür, ancak başka yerlere göç etmiş ve o yerlerde istilacı bir tür haline gelmiştir. Bölge, adını Hazar martısı ve Hazar deniz kırlangıcı da dahil olmak üzere birçok türe vermiştir. Hazar foku ("Pusa caspica") denizde yaşayan tek memelidir ve iç sularda yaşayan çok az sayıdaki fok türünden biridir ve Hazar Denizi'ne endemiktir, ancak denizin hidrolojik ortamı nedeniyle tatlı sularda yaşayan diğer türlerden farklıdır. Yüz yıl önce Hazar, bir milyondan fazla foka ev sahipliği yapmaktaydı. Bugün, bu sayının %10'undan daha azı hayatta kaldı.
Kobustan Kaya Sanatı üzerine yapılan arkeolojik çalışmalar, denizde bir zamanlar yunusların ve domuzbalıklarının veya belirli gagalı balina türlerinin; ve bir balina avlama sahnesi, büyük dişsiz balinaların Hazar Denizi'nde en azından Hazar Denizi, okyanus sisteminin bir parçası olmaktan çıkana kadar veya Kuvaterner'e veya son buzul dönemine veya antik çağa kadar olan çok daha yakın dönemlere kadar yaşamış olabileceğini ortaya koymuştur. Küçüktaş Dağı'ndaki kaya sanatının bir yunusa veya gagalı balinaya ait olduğu varsayılsa da, bu çizimlerin, büyüklüğü (430 cm uzunluğunda) nedeniyle ünlü beluga mersin balığına ait olma ihtimali de bulunmaktadır, yine de fosil kayıtları, "Macrokentriodon morani" (şişe burunlu yunuslar) ve "Balaenoptera sibbaldina" (mavi balinalar) gibi modern yunusların ve balinaların belirli atalarının muhtemelen şu andaki torunlarından daha büyük olduğunu göstermektedir. Aynı kaya sanatı çizimlerinde görülen, Brunnich'in Guillemot'u (kalın gagalı murreler) gibi auklar da denizde bu türün yaşadığını göstermektedir ve bu petroglifler günümüzdeki Hazar Denizi ile Arktik Okyanusu veya Kuzey Denizi veya Karadeniz arasındaki deniz akışını ortaya koymaktadır. Bu, genetik olarak Hazar/Karadeniz bölgelerinde ortaya çıktığı tespit edilen lagün kabukluları gibi mevcut endemik, okyanus türlerinin varlığıyla desteklenmektedir.
Deniz havzası (nehirler gibi bağlantılı sular dahil) 60'tan fazla cinse ait 160 yerli türe ve alt tür balığa ev sahipliği yapmaktadır. Türlerin ve alt türlerin yaklaşık %62'si ve 4-6 cins (taksonomik işleyişe bağlı olarak) endemiktir. Göl, 73'ü endemik (%63,5) dahil 115 yerli türe ev sahipliği yapmaktadır. Göldeki 50'den fazla cins arasında, 3–4'ü endemiktir: "Anatirostrum", "Caspiomyzon", "Chasar" (genellikle "Ponticola'"da bulunur) ve "Hyrcanogobius." Göldeki en çok sayıda aile, gobiler (35 tür ve alttür), cyprinidler (32) ve clupeidlere (22) aittir. İki özellikle zengin cins bulunmaktadır: "Alosa" 18 endemik tür/alttür ile ve "Benthophilus" 16 endemik tür. Endemik diğer örnekler arasında "Clupeonella", "Gobio volgensis"'in dört, "Rutilus"'ın iki, "Sabanejewia", "stenodus leucichthys"'ın üç, "Salmo"'nun iki, "Mesogobius"'un iki ve "Neogobius"'un üç türü gösterilebilir. Endemik olmayan yerlilerin çoğu ya Karadeniz havzasıyla ya da yaygın Palearktik türlerle paylaşılır: havuz balığı, Prusya sazanı, sazan, bayağı karagöz, bayağı kasvetli, koca ağız balığı, beyaz karagöz, günkasvetlisi, bayağı çamça, bayağı Roach, kızılkanat, tatlı su kefali, sichel, kadife balığı, Avrupa subalığı, bayağı yayın balığı, kuzey turna balığı, tatlısu gelinciği, Avrupa levreği ve sudak. Hazar Denizi'nde yaklaşık 30 yerli olmayan, egzotik balık türü bildirildi, ancak bu balıkların sadece birkaçı yerleşik hale geldi.
Altı mersin balığı türü, Rus, piç, Pers, sterlet, starry ve beluga Hazar Denizi'ne özgüdür. Mersin morinası muhtemelen dünyadaki en büyük tatlı su balığıdır. Mersin balığı, kürü haline getirilen havyar yumurtası üretir. Aşırı avlanma, birçok balık türünün neslinin tükenmesine yol açtı. Son yıllarda, aşırı avlanma, mersin balığı popülasyonunu, çevrecilerin mersin balığı avcılığını nüfus iyileşene kadar tamamen yasaklamayı savundukları noktaya kadar tehdit etti. Mersin balığı havyarının yüksek fiyatı - kilo başına 1500 Azerbaycan manatından daha yüksek bir fiyat ( 880 ABD Doları)) - yetkililerin görmezden gelmesini sağlamak için balıkçıların rüşvet vermesinin yolunu açar ve birçok yerde düzenlemeleri etkisiz hale getirir. Havyar hasadı, üreyen dişileri hedeflediği için balık nüfusunu daha da tehlikeye düşürmektedir.
Karasal.
Bitki Örtüsü.
Rusya'nın birçok nadir ve endemik bitki türü, Volga Deltası'nın gelgit bölgeleri ve Samurçay Nehri deltasının nehir kenarı ormanları ile bağlantılıdır. Kıyı şeridi, Orta Asya çöllerinin gevşek kumlarına adapte olmuş bitkiler için de eşsiz bir yaşam alanı sağlar. Bitki türlerinin başarılı bir hayatta kalmasını sağlayan başlıca sınırlayıcı faktörler, çevredeki deltalar içindeki hidrolojik dengesizlikler, su kirliliği ve çeşitli arazi ıslah faaliyetleridir. Hazar Denizi'ndeki su seviyesi değişikliği, bitkilerin yerleşememesinin dolaylı bir nedenidir.
Bunlar, "Aldrovanda vesiculosa" ve yerli "Nelumbo caspica" gibi Volga Deltası'nın su bitkilerini etkiler. Samurçay Nehri Deltası'nda, Tersiyer döneme kadar uzanan eşsiz liana ormanları da dahil olmak üzere yaklaşık 11 bitki türü bulunur.
Bölgeye özgü sürüngenler arasında uyluklu kaplumbağa ("Testudo graeca buxtoni)" ve Horsfield kaplumbağası bulunur.
İklimi.
İklimi bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Kuzey bölümünde kara iklimi, orta ve güney bölümünde ise ılıman iklim hakimdir. Yaz aylarında ortalama sıcaklık 24-26 °C arasında değişir. Kış aylarında ise -10 ile +10 °C arasındadır. Ortalama senelik yağış miktarı 200–1700 mm arasındadır.
Karadeniz bağlantısı.
Hazar denizinin Karadeniz bağlantısı vardır. Volga-Don Kanalı ile Azak Denizi üzerinden Karadeniz'e bağlanır.
Tarihi.
Hazar Denizi'nin tarihi iki bölüme ayrılmıştır: Tethis Okyanusu'nun kapanmasıyla bağlantılı tektonik olaylarla belirlenen bir Miyosen aşaması ve buzullaşma döngülerini ve mevcut Volga Nehri'nin oluşumunu içeren bir Pleistosen aşaması. İlk aşamada, Tethis Okyanusu, Arap Yarımadası'nın Batı Asya ile çarpışmasının ardından Kopet Dağları ve Kafkas Dağları'nı yukarı itti ve Hazar Havzası'nın kesin Güney ve Batı sınırlarını belirleyen modern Karadeniz ve Güney Hazar'dan oluşan Sarmatya Gölü'ne dönüştü. Bu orojenik hareket yıllar boyunca devam ederken, Hazar düzenli olarak Karadeniz'den ayrıldı. Pontus döneminin sonlarında, güney havzasında bir dağ kemeri yükseldi ve denizi Haçmaz ve Lenkeran göllerine (veya erken Balahani) böldü. Güney havzasının daralma dönemi, gölün mevcut alanının üç katından fazlasına genişlediği ve Karadeniz ve Aral Gölü ile bir dizi temasın ilkinin kurulduğu Akçağlıyan döneminde tersine döndü. 'nün geçirdiği bir durgunluk birinci aşamayı bitirdi.
Yakınlarında erken yerleşimler.
Hazar Denizi çevresinde bulunan en eski hominid buluntuları, yaklaşık 1.8 milyon yıl öncesine dayanan Dmanisi'dendir ve bu bölgede Homo erectus veya Homo ergaster'e ait bir dizi iskelet kalıntısı bulunmuştur. Bölgedeki insan yerleşimine dair daha sonra kanıtlar, Kudaro ve Azıh Mağaraları gibi Gürcistan ve Azerbaycan'daki bir dizi mağaradan elde edilmiştir. Batı Elburz'dan Hazar'ın güneyinde Aşağı Paleolitik insan yerleşimine dair kanıtlar elde edilmiştir. Bunlar Ganj Par ve Derbent Mağarası siteleridir.
Gürcistan'daki bir mağara alanında Neandertal kalıntıları da bulundu. İran'da Hazar'ın güneyindeki Mazenderan'daki Behşehr kasabası yakınlarındaki Hotu Mağarası ve bitişiğindeki Kemerbend Mağarası'ndaki keşifler, bölgede 11.000 yıl kadar erken bir zamanda insan yerleşiminin başladığını ortaya koymaktadır. Eski Yunanlar Güney kıyısındaki medeniyete odaklandılar – denize (H)yr(c/k)anian Denizi adını verdiler(, kaynaklar, son kelimenin bugünün "Thelessa"'sına ) evrimleştiğini belirtmektedir.
Çin devletinin sınırları.
Tang Hanedanı döneminde Hazar Denizi, Çin İmparatorluğu'nun en batı sınırının bir bölümünü oluşturdu.
Fosil yakıtlar.
Bölge fosil yakıt bakımından zengindir. Bölgede 10. yüzyılda petrol kuyuları kazıldı ve "hem tıbbi amaçlar hem de evlerde ısıtma ve aydınlatma için günlük yaşamda kullanılmak üzere" petrol elde edildi". 16. yüzyıla gelindiğinde, Avrupalılar bölgedeki zengin petrol ve gaz yataklarının farkına varmıştı. İngiliz tüccarlar Thomas Bannister ve Jeffrey Duckett, Bakü çevresindeki bölgeyi "Seyretmesi garip bir şey, çünkü oradan tüm ülkeye evlerinde yanmaya hizmet eden harika miktarda yağ çıkarıyorlar. Bu yağ siyahtır ve neft olarak adlandırılır. Bakü kasabasında da beyaz ve çok değerli başka bir yağ türü yani petrol var." şeklinde açıklamaktadır.
Bugün, deniz kenarlarında yoğun miktarda petrol ve gaz platformları bulunmaktadır.
Coğrafya, jeoloji ve haritalama çalışmaları.
18. yüzyılda, Büyük Petro'nun yönetimi sırasında, Hazar Denizi'nin hidrografı ve öncü kaşifi Fedor I. Soimonov, o zamana kadar az bilinen su kütlesinin haritasını çıkardı. Soimonov, bir dizi dört harita çizdi ve Rusya Bilimler Akademisi tarafından 1720'de yayınlanan Hazar'ın ilk raporu ve modern haritalarını", Hazar Denizi'nin Rehberi"'ni yazdı.
Yerleşmeler.
Hazar Denizi'nde, Türkmenistan kıyısında Kuları, Kalpin, Çeleken, Aşur Ada, Koğurçı; Azerbaycan kıyısında Pir Allahı, Nogaras, Bakü Adası, Kum Zire, Taş Zire, Sarı; Dağıstan kıyısında Çeçen Adaları vardır. Bunlardan Çeleken ve Pir Allahı'da petrol üretilmektedir.
Hazar Denizi'ne dökülen belli başlı ırmaklar ise; kuzeyde İdil Nehri, Yayık Nehri ve Emba Nehri; doğuda Etrak Nehri; batıda Kuma Nehri, Terek Nehri, Sulak Nehri, Samurçay Nehri, Kura Nehri, Astara Çayı, güneyde ise Kızıl Ören Irmağının Gılan ve Sefidrüd kollarıdır.
Hazar Denizi'nde yaklaşık 50 ada bulunmaktadır. Ayrıca bir de yarımadaya (Abşeron) kıyısı vardır.
Ekonomi.
Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi Hazar bölgesindeki ülkeler, doğal kaynak temelli ekonomilerin örneklerini göstermektedir. Kaynak temelli ekonomi, doğal kaynakların, petrol ve gazın belirli bir ülkenin GSYİH'sinin yüzde 10'undan fazlasını ve ihracatın yüzde 40'ını oluşturduğu bir ekonomi olarak tanımlanır. Tüm Hazar bölgesi ekonomileri, maden zenginliğine oldukça bağımlıdır. Dünya enerji piyasaları, bu alanda stratejik olarak hayati önem taşıyan Azerbaycan ve Kazakistan'dan etkilenmiş ve böylece DYY'nin (doğrudan yabancı yatırım) en büyük payını çekmiştir.
İran, birkaç özel faktöre bağlı olarak muazzam bir enerji potansiyeline sahiptir. 137,5 milyar varil ham petrol içeren rezervlere sahiptir, bu açıdan dünyanın ikinci en büyüğüdür ve yaklaşık dört milyon varil/gün kapasiteye sahiptir. Ek olarak, İran tahmini olarak 988.4 trilyon kübik feet doğal gaza sahiptir, bu da toplam dünya rezervlerinin yaklaşık yüzde 16'sına denk gelmektedir ve bu rezerv ile birlikte küresel enerji güvenliği denkleminde önemli bir rol oynamaktadır.
Rusya ekonomisi, 2015 yılında nominal GSYİH'ye göre en büyük on ikinci, satın alma gücü paritesi açısından ise altıncı sırada yer almaktadır. Rusya'nın geniş mineral ve enerji kaynakları bu alanda dünyadaki en büyük rezervlerdir ve küresel olarak ikinci önde gelen petrol ve doğal gaz üreticisi haline gelmiştir.
Hazar kıyı devletleri bölgede altyapı, turizm ve ticareti geliştirme çabalarını birleştirmektedir. İlk Hazar Ekonomik Forumu 12 Ağustos 2019'da Türkmenistan'da toplandı ve toplantıda Kazakistan, Rusya, Azerbaycan, İran ve Türkmenistan temsilcileri bir araya geldi. Forum, Hazar kıyısındaki ülkelerin ekonomi ve ulaştırma bakanlarının gerçekleştirdiği birkaç toplantıya ev sahipliği yapmıştır.
Petrol ve doğalgaz.
BP Amoco ve ABD Enerji Bakanlığı ABD Enerji Enformasyon İdaresi tarafından yapılan tahminlere göre, Hazar Denizi bölgesi şu anda dünya piyasalarına önemli ancak büyük olmayan bir ham petrol tedarikçisi konumundadır. Hazar bölgesi, 2001 yılında likit doğal gaz dahil olmak üzere günde tahmini 1,4-1,5 milyon varil (varil/gün) üretimle toplam dünya üretiminin %1,9'unu üretmiştir. Hazar'a komşu olmayan bir düzineden fazla ülkenin her biri, 1,5 milyon varil/gün üretim gerçekleştirmektedir. Hazar bölgesinin üretimi daha yüksekti, ancak Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve sonraki yıllarda ekonomi zarar gördü. Kazakistan mevcut bölgesel petrol üretiminin %55'ini ve Azerbaycan yaklaşık %20'sini oluşturmaktadır.
Azerbaycan'ın Bakü şehrinin yakınlarındaki Bibi-Heybet Koyu'nda dünyanın ilk açık deniz kuyuları ve makine ile kazılmış kuyuları açıldı. 1873'te, Abşeron Yarımadası'ndaki Balahanlı, Sabuncu, Ramana ve Bibi Heybet köyleri yakınlarındaki o zamanlar dünyada var olduğu bilinen en büyük alanlardan bazılarında petrolün araştırılması ve geliştirilmesi başladı. Toplam geri kazanılabilir rezerv 500 milyon tonun üzerindeydi. 1900'e gelindiğinde, Bakü'de 2.000'i endüstriyel düzeyde üretim yapan 3.000'den fazla petrol kuyusu vardı. 19. yüzyılın sonunda Bakü "siyah altının başkenti" olarak tanındı ve birçok kalifiye işçi ve uzman şehre akın etti.
20. yüzyılın başlarında Bakü, uluslararası petrol endüstrisinin merkeziydi. 1920'de Bolşevikler Azerbaycan'ı ele geçirdiğinde, tüm özel mülklere - petrol kuyuları ve fabrikalar dahil - el konuldu. Daha sonra cumhuriyetin tüm petrol endüstrisi Sovyetler Birliği'nin kontrolüne geçti. 1941'de Azerbaycan yılda rekor düzeyde, 23,5 milyon ton petrol üretiyordu ve Bakü bölgesi tüm Sovyetler Birliği'nde çıkarılan tüm petrolün yaklaşık yüzde 72'sini sağlıyordu.
1994 yılında Bakü petrol sahalarının büyük uluslararası gelişiminin başladığını gösteren "Yüzyılın Anlaşması" imzalandı. Azerbaycan petrolünün doğrudan Akdeniz'deki Türk limanı Ceyhan'a akmasını sağlayan önemli bir boru hattı olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı 2006 yılında açıldı.
Su kütlesinin Rusya kısmındaki Vladimir Filanovsky sahasındaki petrol zenginliği 2005 yılında keşfedildi. Bu, bazı görüşlere göre 25 yıldaki en büyük petrol keşfiydi. Ekim 2016'da Lukoil'in bu bölgede üretime başlayacağı açıklandı.
Ulaşım.
Bakü, Azerbaycan'daki tüm deniz yollarının başlangıç noktasıdır ve Hazar Denizi'nin büyük limanıdır. Azerbaycan, Hazar Denizi - Volga, Volga - Don Kanalı ve Don Kanalı - Azak Denizi yoluyla okyanuslara erişime sahiptir. Volga-Don Kanalı ile birlikte Azerbaycan gemileri, Volga-Baltık ve Beyaz Deniz-Baltık kanallarından dünya okyanusuna erişim imkanına sahiptir. Üstelik petrol tankerleri Hazar Denizi üzerinden geçebilmektedir. Bakü Deniz Ticaret Limanı ve Hazar Denizi Nakliye Şirketi CJSC, Azerbaycan'ın deniz taşımacılığında büyük rol oynamaktadır. Hazar Denizi Nakliye Şirketi CJSC, nakliye filosunun yanı sıra özel bir filo ve tersaneleri de içerir. Nakliye filosu, 20 tanker, 13 feribot, 15 uluslararası kuru yük gemisi, 2 Ro-Ro gemisi, 1 teknik gemi ve 1 yüzer atölye olmak üzere 51 gemiden oluşmaktadır. İhtisas filosunda 20 vinç, 25 çekme ve ikmal aracı, 26 yolcu, iki boru döşeme, altı yangınla mücadele, yedi mühendislik-jeolojik, iki dalış ve 88 yardımcı gemi dahil olmak üzere 210 gemi bulunmaktadır.
Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaşım Koridoru'nda (TRACECA) bir irtibat görevi gören Azerbaycan'ın Hazar Denizi Nakliye Şirketi, Trans-Hazar yönünde kargo ve yolcu taşımacılığı ile eşzamanlı olarak, denizde petrol ve gaz üretim süreçlerini tam olarak sağlamak için çalışmalar yürütmektedir. Bu faaliyetin zengin bir tarihi bulunmaktadır. Azerbaycan'da denizcilik sektörünün gelişimi, petrol endüstrisinin oluşumu ve gelişimi ile yakından bağlantılıdır. 19. yüzyılda, Bakü'deki petrol üretimindeki keskin artış, Hazar Denizi'ndeki deniz taşımacılığının gelişmesine büyük bir ivme kazandırdı ve sonuç olarak, petrol ve petrol ürünlerinin taşınması için temelde yeni yüzer tesisler oluşturma ihtiyacı doğdu.
Hukuki durum.
Azerbaycan kıyılarındaki adaların çoğu, yakınlarda bulunan potansiyel petrol rezervleri nedeniyle önemli jeopolitik ve ekonomik öneme sahip olmaya devam etmektedir. Bulla Adası, Pirallahı Adası ve halen eski Sovyet üssü olarak kullanılan ve Bakü körfezinin en büyük adası olan Nargin petrol rezervlerine sahiptir.
Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve ardından bölgenin açılması, uluslararası petrol şirketlerinin yoğun bir yatırım ve kalkınma mücadelesine yol açmıştır. 1998'de Dick Cheney, "Hazar Denizi kadar stratejik olarak önemli hale gelecek bir bölgenin birdenbire ortaya çıktığı bir zaman düşünemiyorum" yorumunu yaptı.
Bölgede daha fazla kalkınmayı engelleyen temel sorunlarından biri, Hazar Denizi'nin durumu ve beş kıyı devleti arasında su sınırlarının oluşturulmasıdır. Azerbaycan'ın Türkmenistan ve İran ile deniz sınırları boyunca devam eden anlaşmazlıkları gelecekteki kalkınma planlarını potansiyel olarak etkilemektedir.
Halihazırda, projelendirilen Trans-Hazar petrol ve gaz boru hatları konusunda pek çok tartışma gerçekleşmektedir. Bu projeler, Batı pazarlarının Kazak petrolüne ve potansiyel olarak Özbek ve Türkmen gazına daha kolay erişimini sağlayacaktır. Rusya, çevresel sorunları öne sürerek projeye resmen karşı çıkmaktadır. Ancak analistler, boru hatlarının Rusya'yı devreden tamamen çıkaracağını ve bunu sonucunda ülkenin değerli transit ücretlerinden mahrum kalacağını ve bölgeden batıya bağlı hidrokarbon ihracatındaki Rusya'nın mevcut tekelini yok edeceğini belirtmektedir. Son yıllarda, hem Kazakistan hem de Türkmenistan, Trans-Hazar Boru Hattı'na desteklerini ifade ettiler.
WikiLeaks tarafından açıklanan ABD diplomatik raporları, BP'nin Eylül 2008'de Azerbaycan Hazar Denizi'nin Azer-Çırak-Güneşli bölgesinde faaliyet gösteren bir gaz sahasında bir gaz sızıntısı ve patlama olayını örtbas ettiğini ortaya çıkardı.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Hazar'ın hukuki durumu belirlenememişti. Tartışma Hazar'ın deniz veya göl olarak kabul edilmesi üzerine sürüyordu. 20 yıl süren müzakereler 13 Ağustos 2018 tarihinde "Hazar Antlaşması" ile son buldu. Antlaşma Kazakistan'ın Aktau kentinde, kıyıdaş ülkeler; Rusya, İran, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan devlet başkanları tarafından imzalandı. Hazar Antlaşması'na göre:
Anlaşmaya göre Hazar, deniz olarak kabul edildi ve paylaşım bu tanıma göre yapıldı.
Bölgesel durum.
Sahil şeridi.
Yaklaşık 4800 km'lik Hazar kıyı şeridinde beş devlet bulunmaktadır. Bu ülkelerin kıyı şeritlerinin uzunluğu:
Yaklaşık 6380 km'lik Hazar kıyı şeridinde beş devlet bulunmaktadır. Bu ülkelerin kıyı şeritlerinin uzunluğu:
Yaklaşık 6500 km'lik Hazar kıyı şeridinde beş devlet bulunmaktadır. Bu ülkelerin kıyı şeritlerinin uzunluğu:
Bazı sayısal veriler.
Hazar Denizi dünyanın en büyük tuz gölüdür. Kuzeyden güneye uzunluğu 1.174 km, ortalama genişliği 326 km'dir. 375.000 km²'lik birçok tuzlu lagünden oluşan bir ağı kapsar. Derinlik merkeze yakın 788 metreye, güney kesiminde ise 1.025 metreye ulaşır. Çıkışı yoktur, bu nedenle suyun yüzey seviyesi biraz dalgalanır. Yüzey, 2010 yılı itibarıyla deniz seviyesinin yaklaşık 25 metre altındadır. Eski Sovyetler Birliği kısmı, kıta sahanlığı bölgesi de dahil olmak üzere 322.000 km²'yi kapsamaktadır.
Müzakereler.
, Hazar Denizi'nin sınırlanması ile ilgili müzakereler, Hazar sınırındaki devletler arasında – Azerbaycan, Rusya, Kazakistan, Türkmenistan ve İran – yaklaşık on yıldır devam etmektedir. Hazar Denizi'nin durumu önemli bir sorundur. Maden kaynaklarına (petrol ve doğal gaz) erişim, balıkçılığa erişim ve uluslararası sulara erişim (Rusya'nın Volga Nehri ve Karadeniz ve Baltık Denizi'ne bağlayan kanallar aracılığıyla) müzakerelerin sonuçlarına bağlıdır. Volga Nehri'ne erişim, karayla çevrili Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan için özellikle önemlidir. Bu, Rusya'yı ilgilendirir, çünkü potansiyel trafik ülkenin iç su yollarının kullanımını ilgilendirmektedir. Bir su kütlesi deniz olarak etiketlenmişse, yabancı gemilere erişim izni verilmesini zorunlu kılan bazı emsal ve uluslararası anlaşmalar bulunmaktadır. Bir su kütlesi sadece bir göl olarak etiketlenmişse, o zaman böyle bir yükümlülük yoktur. Çevre sorunları da bir şekilde statü ve sınırlar meselesiyle bağlantılıdır.
Beş Hazar kıyı devletinin tümü denizde deniz kuvvetleri bulundurmaktadır.
İran ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan bir antlaşmaya göre, Hazar Denizi teknik olarak bir göldür ve iki sektöre (İran ve Sovyet) bölünmüştür, ancak kaynaklar (o zamanlar için çoğunlukla balık) ortaktır. İki sektör arasındaki çizgi, Albert Gölü gibi ortak bir gölde uluslararası sınır olarak kabul edildi. Sovyet sektörü, dört kıyı cumhuriyetinin idari sektörlerine bölünmüştü.
Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan'ın birbirleriyle medyan sınırlara dayalı ikili anlaşmaları bulunmaktadır. Üç ülke tarafından kullanılmaları nedeniyle, orta hatlar gelecekteki anlaşmalarda bölgeyi tanımlamanın en olası yöntemi gibi görünmektedir. Bununla birlikte, İran beş ülke arasında tek ve çok taraflı bir anlaşma üzerinde ısrar etmektedir (çünkü denizden beşte bir pay almanın tek yolu budur). Azerbaycan, her iki devletin de iddia ettiği bazı petrol sahaları konusunda İran ile anlaşmazlık içindedir. Zaman zaman İran devriye botları, tartışmalı bölgeye keşif için Azerbaycan tarafından gönderilen gemilere ateş açmıştır. Azerbaycan ve Türkmenistan arasında da benzer gerilimler bulunmaktadır (Türkmenistan, her iki tarafın da paylaştığı kabul edilen bir sahadan Azerbaycan'ın daha fazla petrol çıkardığını iddia etmektedir.).
Hazar kıyı devletlerinin 2007'deki toplantısında, kıyı devletinin ulusal bayrağını taşımayan herhangi bir geminin denize girmesini yasaklayan bir anlaşma imzalandı.
Son 20 yıldır, beş kıyı Devleti arasındaki müzakereler devam etmektedir ve 2014 yılında Astrahan'da düzenlenen dördüncü Hazar zirvesinde bir dereceye kadar ilerleme kaydedilmiştir.
Hazar Zirvesi.
Hazar Zirvesi, beş kıyı devletinin devlet düzeyindeki toplantısının başıdır. Beşinci Hazar Zirvesi 12 Ağustos 2018'de Kazak liman kenti Aktau'da gerçekleşti. Beş lider, 'Hazar Denizi'nin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme'yi imzaladı.
Hazar kıyı devletlerinin temsilcileri, Aktau Zirvesi'nin devamı olarak 28 Eylül 2018 tarihinde Kazakistan'ın başkentinde bir toplantı yaptı. Konferansa Kazak Yatırım ve Kalkınma Bakanlığı ev sahipliği yaptı. Toplantıya katılanlar iki yılda bir Hazar bölgesi için bir yatırım forumuna ev sahipliği yapmayı kabul ettiler.
Hazar Denizi'nin yasal statüsüne ilişkin Sözleşme.
Beş kıyı devleti, Hazar Denizi'nin Hukuki Statüsüne İlişkin Bir Sözleşmenin Özel Çalışma Grupları aracılığıyla Hazar Denizi'nin yasal olarak bağlayıcı yönetimi konusunda fikir birliğine varmıştır. Bir Hazar Zirvesi öncesinde, 51. Özel Çalışma Grubu Mayıs 2018'de Astana'da toplandı ve çok sayıda anlaşma üzerinde fikir birliğine vardı: Taşımacılık alanında işbirliği anlaşmaları; ticari ve ekonomik işbirliği; denizdeki olayların önlenmesi; terörizmle mücadele; organize suçla mücadele; ve sınır güvenliği işbirliği.
Sözleşme, her komşu ülkeye 24 km (15 mil) karasularının yargı yetkisine ve ayrıca sınırından 16 km'ye (10 mil) kadar münhasır balıkçılık haklarına izin verirken, geri kalanı uluslararası sular olarak kabul etmektedir. Öte yandan deniz tabanı, ülkeler arasındaki ikili anlaşmalara bağlı olarak belirsizliğini korumaktadır. Dolayısıyla Hazar Denizi yasal olarak ne tam bir deniz ne de bir göldür.
Sözleşme, havyar üretimi, petrol ve gaz çıkarımı ve askeri kullanımları ele alırken, çevre sorunlarına değinmemektedir.
Sınır ötesi girişi.
UNECE, Hazar Denizi'ne akan uluslararası sınırları geçen birkaç nehri tanır. Bunlar:
Ulaşım.
Hazar Denizi endoreik olmasına rağmen, ana kolu olan Volga, Don Nehri (ve dolayısıyla Karadeniz) ve Baltık Denizi ile Kuzey Dvina ve Beyaz Deniz'e ulaşan yan kanallarla bağlıdır.
Diğer bir Hazar kolu olan Kuma Nehri de Don havzasına bir sulama kanalıyla bağlanmıştır.
Hazar Denizi'nde çeşitli tarifeli feribot seferleri (tren feribotları dahil) hizmet vermektedir:
Feribotlar çoğunlukla kargo için kullanılır; sadece Bakü - Aktau ve Bakü - Türkmenbaşı güzergahlarında yolcu kabul edilmektedir.
Kanallar.
Endoreik bir havza olan Hazar Denizi havzasının okyanusla doğal bir bağlantısı yoktur. Orta Çağ döneminden beri tüccarlar, Volga'yı ve kollarını Don Nehri'ne (Azak Denizi'ne akar) ve Baltık Denizi'ne akan çeşitli nehirlere bağlayan bir dizi liman aracılığıyla Hazar'a ulaştı. Volga Havzasını Baltık ile birleştiren ilkel kanallar 18. yüzyılın başlarında inşa edildi. O zamandan beri bir dizi kanal projesi tamamlandı.
Volga Havzası'nı ve dolayısıyla Hazar Denizi'ni okyanusa bağlayan iki modern kanal sistemi, Volga-Baltık Su Yolu ve Volga-Don Kanalı'dır.
Planlanan Pechora-Kama Kanalı, 1930'lar ve 1980'ler arasında geniş çapta tartışılan bir projeydi. Nakliye ikincil bir düşünceydi. Asıl amacı, Peçora Nehri'nin (Arktik Okyanusu'na akan) suyunun bir kısmını Kama Nehri üzerinden Volga'ya yönlendirmekti. Hedefler, o sırada tehlikeli bir şekilde hızla su seviyesinin düştüğü düşünülen Hazar'da hem sulama imkanlarının hem de su seviyesinin dengelenmesiydi. 1971 yılında bölgede SSCB tarafından barışçıl nükleer inşaat deneyleri yapıldı.
Haziran 2007'de, petrol zengini ülkesinin pazarlara erişimini artırmak için Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında 700 kilometrelik (435 mil) bir bağlantı önerdi. "Avrasya Kanalı"nın (Manych Gemi Kanalı) karayla çevrili Kazakistan ve diğer Orta Asya ülkelerini deniz devletlerine dönüştüreceği ve ticaret hacmini önemli ölçüde artıracağı umulmaktadır. Kanal Rusya topraklarını geçse de, Hazar Denizi limanları aracılığıyla Kazakistan'a da fayda sağlayacaktır. Kanal için en olası rota, Kazakistan Tarım Bakanlığı'ndaki Su Kaynakları Komitesi'ndeki yetkililerin açıklamasına göre, şu anda bir nehir ve göl zincirinin zaten bir sulama kanalı (Kuma–Manych kanalı) ile bağlandığı Kuma–Manych Depresyonu üzerinden ilerleyecektir. Volga – Don Kanalı'nı yükseltmek de başka bir seçenek olarak görülmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19834",
"len_data": 38968,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.58
}
|
Kirpigiller (Erinaceidae), böcekçiller (Insectivora) takımına bağlı familya. Tehlike sırasında çoğu, tostoparlak olur ve dikenlerini dışta bırakarak kendini korur. Kış uykusuna yattıkları bilinmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19835",
"len_data": 202,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.42
}
|
Muhammed el-Baradai, (Arapça: محمد مصطفى البرادعى; d. 17 Haziran 1942, Kahire), Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı, 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi bir hukukçu. Haziran'daki 2013 Mısır Askerî darbesi sonrası, Mısır'ın geçici Devlet Başkan Yardımcısı seçildiyse de, 14 Ağustos 2013'te görevinden istifa ettiğini açıkladı.
Hayatı.
Muhammed el-Baradai, hukuk eğitimini Kahire Üniversitesi'nde 1962'de tamamladıktan sonra New York Üniversitesi'nde uluslararası hukuk doktorası yaptı. Doktora eğitimi sürerken, 1964'te BM'de Mısır Daimi Temsilciliği'nde görev yapmaya başlayan Baradai, 1974-78 yılları arasında Mısır Dışişleri Bakanı'nın özel yardımcısı olarak çalıştı. 1980'de diplomatlık görevini bırakarak Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü'nde Uluslararası Hukuk Programı'nın yönetti, UAEA Başkanlığını 1997'de İsveçli Hans Blix'ten devraldı.
2005 yılında "Nükleer enerjinin askeri amaçlar için kullanımını engellemeye yönelik çabalarından dolayı" Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü.
14 Ağustos 2013 tarihinde Mısır ordusunun sivil halka karşı kanlı müdahalesinden sonra istifa ettiği bildirildi.
Baradai 19 Ağustos 2013 tarihinde Viyana'ya giderken, hakkında daha sonra Mısır cunta yönetimi tarafından, "ulusal emanete ihanet" suçlamasıyla dava açıldı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19837",
"len_data": 1280,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.54
}
|
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu "UAEK" veya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (İngilizce: "International Atomic Energy Agency" IAEA), 175 ülkenin yer aldığı, Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren bağımsız, uluslararası bilim ve teknoloji temelli bir organizasyon olup 29 Temmuz 1957 tarihinde kurulmuştur. Nükleer bilim ve teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılması ve planlanmasında üye ülkelere destek sağlamaktadır. Nükleer güvenlik standartlarını hazırlamaktadır. Bünyesindeki denetim mekanizması ile ülkelerin taahhütlerini yerine getirmesini kontrol etmektedir.
1957 yılında Birleşmiş Milletler sistemi içinde özerk bir örgüt olarak kuruldu. Kendi kuruluş antlaşmasıyla yönetilmesine rağmen örgüt hem Birleşmiş Milletler Genel Kurulu hem de Güvenlik Konseyine rapor verir. Merkezi, Avusturya-Viyana'daki BM Ofisi'ndedir.
2005 Nobel Barış Ödülü, Uluslararası Atom Enerji Ajansı (UAEA) ve Kurumun Mısırlı başkanı Muhammed el-Baradey'e gitti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19840",
"len_data": 961,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.55
}
|
Yer şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19850",
"len_data": 27,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 1.43
}
|
Kral (Eski Türkçede İlig ), belirli bir ulus ya da bölge üzerinde egemen olan hükümdar. İmparatordan sonraki en yüksek seküler hükümdarlık makamıdır. Dünyanın pek çok bölgesinde karşılaşılan krallık çoğunlukla ebeveynlerden çocuklara geçer. Bununla birlikte Orta Çağ Almanya'sındaki gibi seçimle başa gelen krallar da mevcuttur. Krallık mutlak veya anayasal olabilir. Krallıklar genellikle monarşi şeklindedir ancak antik Sparta'daki gibi iki kralın ortaklaşa yönettiği diarşi şeklinde olduğu da görülür.
Krallar genellikle Tanrı ile tebaa arasında bir aracı olarak görülürler. Antik Sümerler gibi bazı toplumlarda tanrının temsilcisi olarak görülürlerdi. Bazı toplumlarda kralın kendi ilahî kabul edilir ve verimlilik ayinlerinde ana figür olarak kullanılırdı. Genellikle bu ayinlerin sonunda kralın kendi veya onu temsilen başka bir canlı kurban edilirdi. Antik Mısır kökenli olan bu "krallığın ilahî bir makam olduğu" inanışı Helenistik dönemi şekillendirdi ve sonradan Roma imparatorları tarafından yeniden canlandırıldı. Romanın Hristiyan imparatorları tanrının temsilcisi olarak otoritelerini ondan aldıklarını iddia ettiler. Orta Çağ siyasi teorisinde krallık neredeyse rahiplik ile eşanlamlı olarak görülüyordu ve kralın taç giyme esnasında kutsal bir sıvı ile kutsanması töreni bu dönemde çok önem kazandı. 16-18. yüzyıllarda mutlak monarşiler millî kiliseler kurarak güçlerini artırdılar. 17. yüzyılda önce İngiltere'de, sonrasında bazı diğer monarşilerde krallık anayasal hale getirildi ve monark yetkisini tanrıdan değil, halktan almaya başladı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19852",
"len_data": 1557,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.29
}
|
İsim, özel-genel (cins), canlı-cansız, somut-soyut tüm varlık, kavram ve olayları karşılayan sözcüklerdir. Sıfat, zarf, zamir gibi kelime grupları isim soylu kelimeler olarak kabul edilir. Türkçede isimler genel olarak kabul edilen dört farklı şekilde sınıflandırılır:
Oluşlarına göre.
Var oluşa göre isimler iki ayrı ana grupta incelenir: soyut ve somut.
Soyut isim.
Mana isimler veya soyut isimleri, klasik tanımla, beş duyu organıyla algılanamayan kavramlara verilen isimlerdir: sevgi, saygı, inanç, korku, yiğitlik, cesaret, sevinç, aşk, vs.
Somut isim.
Beş duyudan herhangi biriyle algılayabildiğimiz, kavrayabildiğimiz varlık ve kavramların isimleridir. Yani somut varlıkları karşılayan isimlere somut isimler denir. Bu isimler, herkes tarafından görülen, bilinen, hissedilen, cismi olan, varlığı kişiden kişiye değişmeyen varlıkları karşılarlar. Su, toprak, ağaç, ses, televizyon, rüzgâr, sarı, mavi, duman, koku gibi.
Verilişlerine göre.
Varlıklara verilişlerine göre isimler iki farklı grupta incelenirler; bunlar özel ve cins isimlerdir.
Özel isim.
Sadece tek bir varlığı karşılayan ve bu varlığın benzer diğer varlıklardan ayrılmasını sağlayan kelimelerdir: Aysel, Tekir, Ankara, Karadeniz, vs.
Cins isim.
Cins isimler, aynı cinsten olan varlık, kavram veya olguların birini, bir bölümünü veya tamamını karşılayan isimlerdir. Odun, ağaç, kereste, masa, saat gibi. Cins isimler özel isimlerin aksine; çoğu kişinin aklında aynı görüntüyü (imaj) canlandırır; Örneğin Merve ismi Merve adında birini tanımayan bir kişi için anlam ifade etmezken, koyun ifadesi çoğu kişinin zihninde aynı varlığa karşılık gelir. Bu anlamda cins isimler daha genel bir anlam belirtirler. Cins isimlerin görevleri şunlardır:
Yapılarına göre.
Yapılarına göre isimler üç ayrı grupta incelenir; basit isim, türemiş isim, bileşik isim
Basit isim.
Yapı olarak kök hâlinde bulunan isimlerdir: un, sıra, kına, ağaç, saat gibi.
Türemiş isim.
Yapım eki almış isimlerdir: tuz+luk, odun+cu, vs.
Bileşik isim.
Birden fazla ismin birleşip kalıplaşması ve yeni anlam kazanmasıyla oluşan isimlerdir:
Pamuk+kale, açık+göz, kuş+burnu, kara+fatma, ana+yasa, uyur+gezer, can+kurtaran, beşi+bir+yerde, hanım+eli
Sayılarına göre.
Tekil isim.
İsimlerin -lar, -ler çoğul eki almamış hâlidir: elma, çocuk, sevgi, vs.
Çoğul isim.
İsimlerin ünlü uyumuna göre -ler, -lar çoğul eki almasıyla yapılır: bulut+lar, keçi+ler, melek+ler, çocuk+lar, insan+lar
Topluluk ismi.
Şekil bakımından tekil göründüğü halde çokluk ya da topluluk anlamı veren isimlerdir: ordu, alay, sürü, kurultay, meclis, takım, aile, grup, orman, vs.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19854",
"len_data": 2579,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.29
}
|
Martin Luther (; 10 Kasım 1483 - 18 Şubat 1546), Alman keşiş, teolog, yazar, profesör ve Augustinusçu rahipti. Protestanlığın babası ve Reformun öncüsü olan Luther'in teolojik görüşleri, Lüterciliğin temelini oluşturdu. Batı ve Hristiyanlık tarihinin en etkili figürlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Luther, 1507 yılında rahipliğe atandı. Roma Katolik Kilisesi'nin bazı öğretilerini ve uygulamalarını, özellikle de endüljans görüşünü reddetmeye başladı. Bu farklılıkları dostane bir şekilde çözmeyi amaçlayan Luther, 1517’de yazdığı "Doksan Beş Tez" ile endüljansların uygulaması ve etkisi üzerine akademik bir tartışma önerdi. Ancak 1520’de Papa X. Leo, Luther’den tüm yazılarını reddetmesini talep etti ve Luther bunu reddedince Ocak 1521'de onu aforoz etti. Aynı yılın ilerleyen günlerinde Kutsal Roma İmparatoru V. Karl, Worms Diyeti'nde Luther'i kanun kaçağı olarak mahkûm etti. Luther 1546'da öldüğünde Papa X. Leo'nun aforoz kararı hâlâ yürürlükteydi.
Luther, kurtuluşun ve dolayısıyla sonsuz yaşamın iyi işler yoluyla kazanılmadığını, yalnızca Tanrı'nın lütfunun bir armağanı olarak, inananın İsa Mesih'e imanı aracılığıyla alındığını öğretti. Teolojisi, Papa'nın otoritesini sorguladı ve yalnızca Kitâb-ı Mukaddes'in ilahi vahyin tek kaynağı olduğunu savundu. Aynı zamanda ruhban sınıfının ayrıcalıklarına karşı çıkarak tüm vaftiz edilmiş Hristiyanları kutsal bir rahiplik olarak kabul etti. Luther'in İncil'i Latinceden Almancaya çevirmesi, halkın kutsal metinlere erişimini büyük ölçüde artırdı ve hem kilise üzerinde hem de Alman kültüründe derin bir etki yarattı. Bu çeviri, Almancanın standart bir biçiminin gelişmesine katkı sağladı, çeviri sanatına yeni ilkeler kazandırdı ve İngilizce bir çeviri olan Tyndale İncili'nin yazılmasını etkiledi. Luther'in ilahileri, Protestan kiliselerindeki müzik anlayışının gelişiminde önemli bir rol oynadı. Eski bir rahibe olan Katharina von Bora ile evliliği ise din adamlarının evlenmesine yönelik Protestan geleneğine bir örnek teşkil etti.
Luther, sonraki iki eserinde Yahudi karşıtı görüşler dile getirerek Yahudilerin sürgün edilmesini ve sinagogların yakılmasını savundu. Bu eserler, aynı zamanda Roma Katoliklerini, Anabaptistleri ve teslis inancına sahip olmayan Hristiyanları da hedef aldı. Luther doğrudan Yahudilerin öldürülmesini savunmasa da, bazı tarihçiler onun sert söylemlerinin Almanya'da antisemitizmin gelişimine ve yüzyıllar sonra Nazi Partisi'nin ortaya çıkışına dolaylı olarak katkıda bulunduğunu öne sürmektedir.
Hayatı.
İlk yılları ve akademik yaşamı.
Almanya'nın Eisleben şehrinde doğan Martin Luther, Erfurt Üniversitesi'nde okudu. Ailesine yaptığı bir ziyaret dönüşü, Erfurt yolunda yıldırım çarpma tehlikesiyle karşılaşınca keşiş olmaya karar verdi. 21 yaşındayken Aziz Augustin tarikatına bağlı bir manastıra girip ilahiyat eğitimine başladı ve aynı yıl rahip oldu. Ertesi sene Wittenberg Üniversitesi'nde doktorasını tamamlayarak ders vermeye başladı.
Luther manastırdaki günlerinden beri sorguladığı bu uygulamaya karşı bir eleştiri yazdı. "Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler" başlıklı, 95 maddeden oluşan bu metni 31 Ekim 1517 günü piskoposlara gönderdi ve aynı zamanda birer mektupla endüljans konusundaki vaazların teolojik açıdan sağlam bir zemine oturtulmasını istedi. Martin Luther'in bu tezleri üniversitenin bülten panosu sayılabilecek bir yer olan Wittenberg Saray Kilisesi'nin kapısına astığı yolundaki, ancak yıllar sonra yayılan rivayet kanıtlanmış değildir. Sonuçta bu tezler Almanya'da ve komşu ülkelerde Luther'in kendisinin de öngörmüş olmadığı bir hızla yayılınca sadece endüljans satışlarında bir düşüş yaşanmakla kalmadı, bu olay bütün reform hareketinin başlangıcı oldu.
1518 yılında Roma'da Luther'in fikirlerine karşı bir Papalık davası açıldı. Bu engizisyon davasında Luther gıyabında yargılandı. Papa her ne kadar aforoz ettiyse de o, aforoznameyi halk arasında yaktı. İmparator Maximillian onu heretik (dinden çıkmış, sapkın) ilan etti; Luther, suçlamalara cevap vermek üzere Roma'ya çağrıldı. Ama o, Roma'ya gitmek yerine, Augsburg'da Kardinal Cajetan'a ifade vermeyi tercih etti. Cajetan ondan fikirlerinden ve Kilise'ye yaptığı saldırılarından vazgeçmesini isteyince, Luther, Wittenberg'e döndü. Burada Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun imparator seçme yetkisi olan Saksonya Dükü III. Frederick onu himayesi altına aldı. Papa X. Leo, III. Frederick'ten Luther'in sürgüne gönderilmesini talep ettiyse de, dük bu emre itaat etmedi. Bu arada bazı görüşlerinden vazgeçen, hatta Papa'ya bir özür mektubu bile gönderen Luther, Ingolstadt Üniversitesi rektörü Johann Eck ile endüljans konusunda bir münazaraya katıldı.
15 Haziran 1520 günü Papa X. Leo, Luther'i bir bildiriyle aforoz etti. Ekim ayında Papalık bildirisi Luther'in eline geçti ama Erfurt Üniversitesi'ndeki öğrencileri onu parçalayıp suya attı. Üniversite yetkilileri ise bu olaya müdahale etmedi. Derken Luther, belki de en meşhur kitabı olan "Von der Freiheit des Christenmenschen" (Hristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) isimli kitabını Papa X. Leo'ya yönelttiği bir açık mektupla birlikte yayımladı. Onun düşüncesinin teolojik ve ideolojik temellerini yansıtan bu küçük eserin özünde "Freiheit" (özgürlük) kavramı vardır.
1521 yılında Luther bu sefer de İmparator V. Karl tarafından Worms Kuruluna ifade vermek üzere çağrıldı. Yolda Erfurt, Eisenach, Gotha ve Frankfurt'ta vaazlar verdi ve Worms'a büyük bir kalabalık eşliğinde zafer kazanmış komutan edasıyla girdi. Burada kendisinden yazmış olduğu kitaplardaki heretik fikirlerinden vazgeçmesi istendi. Luther şöyle bir ifade verdi: "Kutsal Metinler ve akıl yoluyla ikna edilmediğim sürece papalar ve konsüllerin otoritesini kabul edemem. Zira bunlar kendi aralarında çelişmekte ve benim vicdanım da sadece Tanrı'nın sözüne bağlıdır. Bu sebeple hiçbir görüşümden dönmüyorum çünkü kişinin vicdanına rağmen yazdıklarını inkar etmesi doğru ve güvenilir olmaz. Tanrı yardımcım olsun".
Worms Kurulu, sonuç alınamadan dağıldı. Luther de yerleştiği Wartburg'da Kutsal Kitap'ın Almancaya tercümesine başladı. Luther, Wartburg'dayken Wittenberg'de de önemli değişiklikler oluyordu. Özel ayin isteklerini reddeden keşişler Augustinien tarikatını terk etti. Kale Kilisesi'nin rahibi evlendi; öğrenciler Fransisken manastırındaki sunağı tahrip etti; ayinler Almanca yapılmaya başlandı ve şarap kadehi ilk defa kiliseye gelen cemaate de sunuldu. Luther hakkındaki yasaklamalar kaldırıldı ve o da Wittenberg'e dönerek kilisede vaaz vermeye başladı. Nürnberg Kurulu, Luther'den artık kitap yayımlamamasını isteyerek Katolik doktrini dışındaki vaazları yasakladıysa da Luther yazmaya devam etti; hatta şair ve müzisyenlerden ayinlerde kullanılacak yerel dile katkıda bulunmalarını istedi.
1524, Almanya'da karışıklıkların yaşandığı bir yıldı. Köylüler Luther'in öğretileri doğrultusunda ekonomik koşullarının iyileştirilmesi için ayaklandı. Liderleri arasında Wittenberg'de eğitim almış bir ilahiyatçı olan Thomas Müntzer de vardı. Luther köylülerin saldırılarına karşı bir kitap yazdı ve ayaklanma Frankenhausen'de bir çatışmada 50 bin kadar köylünün öldürülmesiyle sona erdi, Protestan rahiplerden bazıları Katolik prensler tarafından idam edildi ve köylüler Luther'in kendilerini aldattığına inandı.
Eski bir rahibe olan Katharina von Bora ile evlenmiş olan Luther, 1526'da Deutsche Messe und Ordnung des Gottsdienstes (Almanca Ayin ve Kutsal Merasim Düzeni) adıyla yayımlamış olduğu ayinlere başladı. 1529 senesinde önce Batı medeniyetini İslam tehlikesinden korumak için Türklere karşı savaşmanın her Hristiyan'ın üzerine vazife olduğunu bildiren bir eserden (Türklere Karşı Savaşta) sonra, Hristiyanlığın temel inanç ve doktrinlerinin soru-cevap şeklinde öğretildiği "Küçük ve Büyük Kateşizm"i yayımladı. Üç yıl sonra Nürnberg Dini Barış Komitesi, Alman Protestanlara özgürlük tanıdı. Luther, Wittenberg İlahiyat Fakültesi'nin dekanlığına getirildi. Sağlık sorunları olmasına rağmen yazmayı sürdürdü. Önce Anabaptistler (vaftiz uygulamasının sadece ergenlikte olabileceğini iddia eden bir Protestan mezhebi), daha sonra Yahudiler aleyhine yazdı ve Kutsal Metinler'den hareketle Papalığa karşı oldukça ağır bir dille eleştiri olarak "Wider das Papsttum zu Rom vom Teufel Gestiftet" (Roma'da Şeytan Tarafından Kurulmuş Papalığa Karşı) eseriyle Papalığa son darbesini indirdi. 17 Şubat 1546 günü doğduğu yer olan Eisleben'de kalp ve böbrek yetmezliğinden öldü. Luther'in endüljans uygulamasına karşı 95 tezinin yayılmasıyla başlayan ve 1521'de savaşlara ve şiddete varacak ölçüde tırmanan reform hareketi Avrupa'da o zamana kadar tek mezhep olan Katolikliğin bölünmesine ve genel olarak Reform Kiliseleri adı verilen yeni oluşumların doğmasına yol açmıştır: Daha çok Almanya, Avusturya, İskandinavya'da (ve dolayısıyla ABD'de) yaygın olan Lutheryan Kilisesi ve özellikle İsviçre, Fransa, Hollanda ve İskoçya'da (dolayısıyla ABD'de) bulunan Presbiteryan Kilise, daha çok İngiltere'de ve dünyada Büyük Britanya'nın etkili olduğu ülkelerde hakim olan Anglikan Kilisesi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19855",
"len_data": 8987,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.08
}
|
Rakam, sayıları yazılı olarak göstermeye yarayan sembollerden her biri. Pek çok dil ve kültürde kullanılan Arap kökenli rakamlar şunlardır:
formula_1
formula_2 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9 formula_3 kümesinin elemanları onluk sayma sisteminin rakamlarıdır. Bir sayının basamaklarının alabileceği sayı değerlerinin kümesi o sayma sisteminin rakamlarını oluşturur. Dolayısıyla farklı sayma sistemlerinin farklı sayıda rakamları vardır. Örneğin sekizlik sayma sisteminde her bir basamak 0 ile 7 arasında sayı değeri alabildiği için rakamları formula_2 0,1,2,3,4,5,6,7formula_3 kümesinin elemanlarıyla belirtilir. Benzer şekilde onaltılık sayma sisteminde rakamlar 0 ile 15 arasındaki sayılardır. Bir sayı yazılırken sayıyı oluşturan rakamlar basamak değerlerine göre sıralanarak yan yana dizilirler. Bu yüzden rakamlar bireysel sembollerle ve sayılar da bu sembollerin ardışık yazılmasıyla ifade edilmektedir. Ondan fazla rakam içeren sayma sistemlerinin 9'dan büyük sayı değerine sahip rakamlarını bireysel sembollerle ifade edebilmek için genelde bu rakamlar harflerle temsil edilirler. Örneğin onaltılık sayı sisteminin rakamları formula_2 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9, A, B, C, D, E, F formula_3 kümesindeki sembollerle ifade edilir. Burada A'dan F'ye harfler sırasıyla 10 ile 15 arasındaki sayıları ifade eden rakamlardır.
Rakam hanesi, basamaklı sayısal sistemlerde sayıları ("2" veya "5") temsil etmek için kullanılan kombinasyonlarda ("25" gibi) kullanılan sayısal semboldür (25 sayısı gibi).
Belirli bir sayı sisteminde, taban bir tam sayı ise, gerekli basamak sayısı daima tabanın mutlak değerine eşit olacaktır. Örneğin, ondalık sistem (taban 10) on basamak (0 ila 9 arası) içerirken, ikili (taban 2) iki basamaklıdır (0 ve 1).
Rakam ve sayı.
Her farklı rakam bir sayıyı ifade eder, fakat sonsuz sayıda sembol kullanımı gerekeceğinden her sayının sadece bir rakam kullanılarak yazılabildiği bir yazı sistemi yoktur. Sayılar rakamlar ve başka semboller ("-","/", "e", karekök sembolü, pi sembolü...) kullanılarak bildirilir. Örneğin "3" rakamdır, Türk alfabesiyle "üç" olarak ifade edilen sayıyı belirtmek için kullanılır. "Elli dört" bir sayıdır "5" ve "4" rakamları kullanılarak onluk sayma sisteminde "54" olarak ifade edilir. Benzer şekilde -1, -2, -3, -4, -5, -6, -7, -8 ve -9 negatif sayılardır ancak rakam ve "-" sembolü ihtiva etmekle birlikte rakam değillerdir.
Çift ve tek rakamlar.
Çift rakamlar: 0, 2, 4, 6 ve 8.
Tek rakamlar: 1, 3, 5, 7 ve 9.
bir sayının çift veya tek olduğunu bölümden kalana bakılarak belirlenebilir. çift rakamlar 2 ile bölündüklerinde 0 kalanını verirler. tek rakamlar ise 2 ile bölündüklerinde 1 kalanını verirler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19857",
"len_data": 2638,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.62
}
|
Sankt-Peterburg (Rusça: , ) ya da Türkçe kaynaklardaki yaygın adıyla St. Petersburg, Moskova'nın 715 km kuzeybatısında bulunan, Rusya'nın 2., Avrupa'nın 4. büyük şehridir. Kültürel merkez oluşunun yanı sıra binalarıyla da bilinir. Baltık Denizi kıyısında Neva Nehri üzerindeki 42 ada üzerine yayılmıştır. Çar I. Petro tarafından 16 Mayıs 1703'te Rus Çarlığı'nın Avrupa'ya açılan kapısı olması amacıyla kurulan şehir, 200 yıl Rus Çarlığı'nın başkentliğini yapmıştır. 1914-1924 yılları arasında, yani çoğunluğunu I. Dünya Savaşı ile Rus İç Savaşı'nın kapsadığı dönemde Rusya'nın Almanya ile savaşmasından dolayı Almanca St. Petersburg ismi terk edilerek Petrograd olarak adlandırılmıştır.
1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nden sonra Bolşevikler Mart 1918'de Moskova'yı başkent yapmıştır. Petrograd tarihi bir şehir olarak önemini korusa da siyasi ve ekonomik açıdan ülkenin ikinci önemli şehri konumuna düşmüştür. Şehir 1924-1991 yılları arasında yani Sovyetler Birliği döneminde Leningrad olarak adlandırılmıştır. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Boris Yeltsin yönetimi, şehrin ismini yeniden Sankt-Peterburg olarak değiştirmiştir. Ancak St. Petersburg ve çevre illerinin bulunduğu bölge Leningrad oblastı olarak adlandırılmaktadır. Şehir, Nazi Almanyası tarafından 8 Eylül 1941 tarihinde kuşatılmış ve 872 gün kuşatma altında kalmıştır.
Bir Doğu şehri sayılan Moskova'nın aksine Sankt-Peterburg, 5 milyonluk nüfusuyla daha "Avrupai"dir ve kuruluş amacı olan "Avrupa'ya açılan kapı" olma amacını gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir rivayete göre kurulduğu zaman Venedik ve Roma'nın bir sentezi olması düşünülmüştür.Geniş bulvarları, dingin suları, köprüleri ve çarlık mimarisinin bazı örnekleri, şehrin "Kuzey'in Venedik'i" olarak anılmasına sebep olmuştur. Şehirdeki Hermitage Müzesi çarların geniş özel sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapar ve dünyanın en büyük müzelerinden biridir. Ayrıca Dostoyevski, Puşkin, Anna Akhmatova ve Rimsky-Korsakov'un evleri de müze olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin romanları Suç ve Ceza, Budala, Ezilenler ve Beyaz Geceler de bu şehirde geçer.
Tarihçe.
Kuruluş.
Çar I. "Büyük" Petro, şehri 27 Mayıs 1703'te (16 Mayıs eski takvime göre) "İngrai" toprağının İsveç'ten tekrar geri alınmasından sonra kurmuştur. Onu havari Petrus'a göre isimlendirmiştir. "Sankt Piterburh"un orijinal ismi gerçekte "Sint Petersburg"un Felemenkçe telaffuzunun bir benzetmesidir. "Nyenskans" (İsveç İngria'sında Neva Nehri ağzında 1611 yılında kuruldu) ve "Nyen" şehri, bu coğrafyayı işgal ediyordu. Neva nehri burada Finlandiya körfezine akıyordu. Bu yeni şehrin yapısı ters hava ve coğrafik koşulların altındaydı. Yeni işçilerin kalıcı devamlılığının sağlanması gerekiyordu. I. Petro, imtiyazını Çar olarak uyguluyordu. Ülkenin bütün kısımlarındaki köylülerin çalışmaya katılımını zorunlu kıldı. Yıllık kota olarak 40.000 köylü gerekiyordu. Zorunlu askerliğe alınmış olanların kendi aletlerini temin etmeleri ve yolculuklarında da yiyeceklerini kendilerinin sağlaması bekleniyordu. Yüzlerce mil yürüyerek seyahat ediyorlardı. Onlara sık sık askeri muhafızlar eşlik ediyordu. Bütün bu önlemlere rağmen kaçmalar oluyordu. Buna zor koşullarda eklenince Çar Petro başlangıç kotası olan 40.000 kişinin %50'den fazlasını nadiren alıyordu.
Savaş zamanında inşaat başladığında, yeni şehrin ilk yapısı bir kale idi. Bugün "Petrus ve Pavlus Kalesi" olarak bilinir, orijinal olarak "Sankt Piterburh"dan doğar. Körfezde iki mil iç kısımda Zayaçi adasına (Заячий остров / "Zayaçiy ostrov", Tavşan adası) doğru yaslanır (Neva Nehri'nin sağ kıyısına). Çar Petro'nun Rusya'ya davet ettiği Alman mühendislerin denetiminde "Marshland"e kanalizasyon yapıldı. Böylece şehir kale dışına yayıldı. Çar Petro, bütün taş ustalarının yeni şehrin inşasına yardım etmelerini sağlamak için Sankt-Peterburg dışında tüm Rusya'da taş bina yapımını yasaklamıştır. Neva Nehri deltasında kurulan şehir aslında büyük bir bataklık alanın dönüştürülmesi, ıslah edilmesi projesi ile bir bütündür. Kent merkezindeki pek çok bina Amsterdam'da olduğu gibi çamur alanlara saplanmış direkler ve tahtalar ile kuvvetlendirilmiş temellere inşa edilmiştir. Projenin iş gücünü "Serfdom"lar oluşturmuştur. Kent genel olarak ve bugünkü kimliğini İtalyan mimar Domenico Trezzini tarafından 1716 yılında Vasilievsky Adası merkez alınarak tasarlanan hali ile kazanmıştır. Kent, Barok mimari tarzının görkemli örneklerini taşımaktadır. Yine İtalyan asıllı bir başka mimar Francesco Bartolomeo Rastrelli tarafından yapılan pek çok bina şehre kimliğini veren öğeler arasındadır. Ancak Dostoyevski, Sankt-Peterburg'u soyut ve tasavvur ürünü bir şehir olarak nitelemiştir.
Sonraları Rusya'nın yeni başkenti olmaya niyetlenen Sankt-Peterburg, Baltık Denizi'nin bir kolu olması nedeniyle Puşkin tarafından "Avrupa'daki pencere" olarak adlandırıldı. Ayrıca Çar Petro'nun deniz filosuna üs konumunda idi. Şehirden sonra inşa edilen, Kronstadt'ın ada kalesi tarafından korunuyordu. Çar Petro, bu şehrin kanallarında taşıma anlamına gelecek olan sandal ve kayığı hiçe saydı. Neva Nehri üzerinde karşıdan karşıya hiçbir kalıcı köprüye 1850 yılına kadar izin verilmedi. II. Alexander döneminde ilk ve en önemli liberal reform "Emancipation Reform of 1861 in Russia" yapıldı. Çok sayıdaki fakir insanın şehir içine akın etmesine yol açıldı. Böylelikle varoşlarda çok kiracılı ucuz apartmanlar doruğa ulaşıyordu. Filizlenen endüstri ayağa kalkıyordu. Yüzyılın sonunda Sankt-Peterburg Avrupa'nın en büyük endüstri merkezlerinin birisinin içinde büyüyüp gelişiyordu. Endüstrinin büyümesi ile radikal hareketler de ayrıca çoğalıyordu. II. Aleksandr döneminde olduğu gibi bu tür radikal hareketler bastırılmaya çalışılmıştır.
1905 devrimi burada başladı ve hızla bölgelere yayıldı. Birinci Dünya savaşı süresinde "Sankt-Petersburg" isminin Almanca olduğu haddinden fazla görülüyordu. Ve Çar II. Nikolay ilk hareketinde şehrin ismini "Petrograd" olarak yeniden isimlendirdi (31 Ağustos 1914). Şehir 1917 Rus devriminin başlangıcını gördü. İlk adım (Şubat devrimi), Çarlık hükûmetini uzaklaştırmak ve politik iki gücün merkezini oluşturmaktı.
Geçici hükûmet Ekim Devrimi ile yıkıldı. Şehrin Alman saldırısına açık olması politik lider Vladimir Lenin'i Rusya'nın tarihsel başşehri Moskova'ya taşınmaya zorluyordu (5 Mart 1918). Moskova o zamandan beri başkent olarak kaldı. 24 Ocak 1924'te Lenin'in ölümünden üç gün sonra Petrograd, Lenin'in anısına Leningrad olarak adlandırıldı. Merkezi komitenin şehrin ismini tekrar adlandırmasının nedeni Lenin'in Ekim Devrimi'ne liderlik etmesindendir. Daha derin sebeplerin varlığı politik sembol düzeyindeydi. Sankt-Peterburg, Rusya İmparatorluğunun zirvesi olarak ayakta duruyordu. Moskova'nın en geniş şehir olmasından sonra değişiklik Lenin'e büyük prestij verdi. Leningrad olarak isimlendirilmesi devrimi etkili şekilde sembolize ediyordu. Bu da politik ve ekonomik sistemi hatıra getiriyordu.
Kuşatma.
II. Dünya Savaşı süresinde, o tarihteki adı ile "Leningrad" Wehrmacht (Nazi Almanyası'nın silahlı kuvvetleri 1935-1945) tarafından 8 Eylül 1941'den 27 Ocak 1944 yılı süresinde toplam 29 ay sarıldı ve kuşatıldı. Adolf Hitler'in emriyle Wehrmacht sürekli olarak şehri top ateşine ve bombardımana tuttu. Sistematik bir şekilde şehri herhangi bir destekten izole etti. Bu bir milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Onların yaklaşık 800.000'ini sivildi. Wehrmact'ın yüksek komutası'nın 8 Eylül 1941 deki gizli bilgisi "Führer Petersburg'u yeryüzünden silmeye kararlı. Sovyet Rusya'nın nötr edilmesinden sonra böyle geniş bir şehrin varlığına ne gibi gerek vardır" diyordu. 1942 yılı erkeninde Iggermanland bölgesi "Generalplan Ost" (GOP Hitler'in realize ettiği Nazi planı) içine "Alman Yerleşme Planı" olarak dahil ediliyordu. Bu üç milyon Leningrad'lının katledilmesi anlamına geliyordu. Çünkü onların bu "Yeni Batı Avrupa Düzeni" 'nde yerleri yoktu. Nazi blokajı süresince milyonlarca yaşayanı olan kentin ihtiyacını karşılamanın tek yolu uçak veya Ladoga Gölü yolu idi. Naziler sistemli olarak, "Hayat Yolu" dedikleri bu yolu bombalıyordu. 1941 yılında şehrin durumu özellikle korkunçtu. Nazi bombardıman hücumları, yiyecek rezervlerinin çoğunu yok ediyordu. Ekim'de günlük oran işçiler için 400 gram, kadın ve çocuklar için 200 gram ekmeğe indirildi. 20 Kasım 1941'de oran 250 ve 125 gram sırası ile indirildi. Bu ekmek gramları şehirde yaşayanların bir kişi için günlük yemeği idi. Akar sular tahrip edildi. Bu kötü durum kışın ısıtmada kullanılan yakıtın azalması ile daha da kötüleşiyordu.
Aralık 1941, Leningrad'da çoğu basitçe sokaklarda 53.000 de fazla insan öldü. Saviçev öldü, herkes öldü, sadece 11 yaşındaki Leningradlı kız Tanya Saviçeva günlüğüne yazdı. Bu günlük blokaj trajedisinin bir sembolü haline geldi. Nürnberg Mahkemeleri'inde delil olarak kullanıldı.
Şehir pek çok yıkımlara katlandı. Wehrmact yaklaşık 150.000 top ateşliyordu, Leningrad'a yaklaşık 100.000 bomba düşüyordu. Pek çok bina yerle bir oldu. İşgal edilen yerler Nazi ordusunca yağmalanıyordu. Nazi blokajıyla beraber, 3 milyon sivil Leningrad'lının yaklaşık 800.000'i bombardıman, açlık ve soğuktan dolayı öldü. Şehrin insanlarının kahramanca direnmesinden dolayı, Leningrad "город-герой" kahraman şehir başlığıyla mükafatlandırılan ilk Sovyet şehri oldu (1945).
Savaş sonrası.
Savaş, kenti büyük hasara uğratınca Leningrad ve onun varoşları takip eden on yıllık sürede eski kroki üzerinde yeniden inşa edildi. Sosyal dokusundaki değişmeye rağmen kentin dokusundaki kalıcılık özellikle 12 Haziran 1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra entelektüel ve sanat merkezi olması ile ilintilidir. Nüfusun %54,86'lık açık çoğunluğu 6 Eylül 1991'de orijinal ismin, Sankt-Peterburg"un geri verilmesine karar verdi. 39 sokak, 6 köprü, 3 tane "Sankt-Peterburg Metro" istasyonu ve 6 park yeniden isimlendirildi. Buna rağmen özellikle yaşlı insanlar örneğin mektuplardaki adreslerde hala eski isimleri kullanırlar. Genç nüfus içinde Leningrad ismi yeni kurulan siyasi yapıyı protesto etmek şeklinde görülür. Ancak istisnalar da vardır. Örneğin Rusya'da en başarılı orkestralardan (bando) biri olan Sankt-Peterburglu "Ska Punk" bandosu, kendilerini Leningrad olarak adlandırırlar.
Coğrafya.
Sankt-Peterburg Baltık Denizi'nin Finlandiya Körfezi'nde Neva Körfezi kıyıları ile Neva Nehri deltasında bulunan adalar üzerinde bulunan rakımı düşük orta "tayga" bölgesinde kurulmuştur. Bu şehirleşmiş adalar arasında en büyükleri Neva Körfezinde (Obvodniy kanalı ile Fontanka arasında bulunan Körfezdeki Kotin) insan yapısı adalar ile doğal Vasilyevskiy Petrogradskiy ve Dekabristov adalarıdır. Krestovsky, Yelagin ve Kamenny adaları ise park alanlarıdır. Şehrin kuzeyinde bulunan Karelya Yarımadası şehrin popular mesire alanıdır. Kuzey'de Baltık Denizi Ladoga Golü arasından İjora yaylasına bağlanır.
Sankt-Peterburg'in esas şehirleşmiş alanı 605,8 km²'dir. Ama federe şehir olarak yerel idarenin alanı, şehrin esas arazisini içine aldığı gibi (Kolpino, Krasnoye Selo, Kronstadt, Lomonosov, Pavlovsk, Petergof, Puşkin, Sestroretsk ve Zelenogorsk adlı) küçük şehir ve kasabaları; 21 belediyeli yerleşkeyi ve kırsal alanları da ihtiva edip 1439 km² dir.
Şehrin rakımı hemen deniz seviyesinde 0'dan güneyde Duderhof Tepeleri'ndeki "Orekhovaya Tepesi" zirvesinde 176 m'ye kadar değişir. 18. yüzyılda kuruluşundan beri şehir yapay olarak kadar yükseltilmiş ve bazı küçük adalar birleştirilmiştir. Buna rağmen şehrin Liteyny Prospekt batısında bulunan arazilerinin rakımı 4 m'yi geçmemektedir. Bu nedenle Baltık Denizi'nin sığ olan Neva Körfezi'nde deniz, olağanüstü rüzgarlarla yükselme gösterdiği zaman şehirde sel afeti ortaya çıkmaktadır. Örneğin, 1975'te körfezde deniz 2.81 m yükselme göstermiş ve şehrin alçak arazilerine seller basmıştır. 1978'den itibaren selleri önlemek için körfeze 26.5 km uzunluğunda bir baraj sistemi yapılmaya başlanmış ve bu "Sankt-Peterburg Barajı" 2011'de tamamlanıp açılmıştır.
İklim.
Sankt-Peterburg Baltık Denizi'nde ortaya çıkan ve ısının hızla düşmesine engel olan yüksek basınç merkezleri dolayısıyla soğuk yazları olan ıslak kara iklimine haizdir (Koppen: Dfb). Tipik olarak yazlar kısa, ıslak ve soğukçadır ama kuzeye yakın olmasına rağmen yaz aylarında sıcaklık 30 dereceye ulaşmaktadır. Kışlar uzun ve soğuktur ama sık sık kışlarda da sıcak günler ortaya çıkmaktadır. Kanallar kış sırasında donar ve kışın toprağın donması olağandır. Ortalama olarak Aralık ve Mart arasında 123 gün her taraf karla kaplıdır ve Şubat'lari ortalama kar kalınlığı 24 cm olmaktadır. Buna karşılık yazları ortalama 135 gün hiç don görülmez.
Ortalama yağış şehrin değişik semtlerinde değişiktir ve yaklaşık olarak yılda 600–750 mm civarındadır. Şehrin kuzey semtlerinden ve yazın sonlarına doğru yağışlar en yüksektirler. Fakat şehrin rakımı düşük; deniz kenarında olan şehrin toprak suyu seviyesi zemine çok yakın olduğu ve iklim yazları nispeten soğuk olduğu için havanın nisbi rutubeti yüksektir ve şehirde hava ortalama 145 günden fazla bulutla kaplıdır ve yağış almaktadır.
Şehrin çok kuzeyde olması dolayısıyla kışın günler çok kısa sürer ve buna karşılık Haziran Temmuz arasında en uzun gündüzler yaşanır ve yaklaşık 2 hafta güneş neredeyse hiç batmaz. Bu duruma "beyaz geceler" adı verilmiştir.
İdari bölümler.
Sankt-Peterburg 18 rayondan oluşmaktadır:
Kültür.
Turizm.
Turizm, şehrin ekonomisinde önemli bir rol oynamaktadır. Sankt Peterburg, 2012 yılında Avrupalı turistler arasında 10., dünyada ise 20. en popüler şehir olmuştur. 2016 yılında Sankt Peterburg Dünya Seyahat Ödülü (World Travel Awards) yarışmasında "Dünyanın Önde Gelen Kültürel Şehir İstikameti 2016" kategorisinde birinci olmuştur.
St. Petersburg, Batı Avrupa kentleri örnek alınarak inşa edilmiştir. Bu yüzden Rusların geleneksel soğan biçimli kubbelerine nadir rastlanır. Fakat Voskresenia Khristova Kilisesi buna uymayan örneklerden biridir. Katedral, Moskova Kızıl Meydan'daki Basil Katedrali örnek alınarak yapılmıştır.
Senato Meydanı, en büyük ve gösterişli meydanlarından biridir. Bronz Süvari anıtının olduğu bu meydan özellikle 1830'lu yılların, İtalyan mimar Rossi'nin tarzını yansıtmaktadır.
Âdet olarak St. Petersburglu yeni evli çiftler, Donanma Parkı'nın içinde bulunan Petro heykelini ziyaret edip güvercin uçururlar ve şampanya patlatırlar.
St. Petersburg şehrinin bu kadar turist çekmesinin başlıca özelliklerinden bir iste dünyanın en çok müze bulunduran şehri olmasıdır. Dünyaca ünlü Ermitaj müzesi bu şehirde bulunmaktadır. Müze yaklaşık içinde 3.5 milyon eser bulundurmaktadır. II. Dünya Savaşı döneminde eserlerinin bir bölümü trenlerle Moskova devlet müzesine kaçırılmıştır. Şehir inşa edilirken birçok Avrupa ülkesinden mimarlar getirtilmiştir. Rus sentezi ve Avrupa trentlerinin birleşmesiyle St. Petersburg'un güzel ve görkemli bina ve köprüleri ortaya çıkmıştır. St. Petersburg sınırları içerisinde yaklaşık 306 müze bulunmaktadır. Gezilmesi gereken başlıca müzeleri ve parkları; Ermitaj müzesi, Petergof parkı, Rusya Devlet Müzesi, Petropavlovskaya Krepost. En büyük caddelerinden biri olan Nevskiy caddesi birçok alış-veriş merkezi, park, cafe ve restoran, gece kulübunü barındırmaktadır.
Rusya'nın banliyö trafiği bakımından en yoğun garlarından biri olan Baltık Garı, Admiralti rayonunda yer almaktadır. 1854-1857 yılları arasında ilk adı Peterhof Garı olarak inşa edilen gar, Paris'teki Doğu Garı'ndan esinlenilerek Aleksandr Krakau tarafından tasarlanmıştır.
Galeri.
Sankt Peterburg
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19866",
"len_data": 15414,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.59
}
|
RTP (Real-time Transport Protocol), gerçek zamanlı ses, görüntü ya da simülasyon verilerinin uçtan uca taşınmasını sağlayan protokoldür. Bu protokol IETF nin Audio-Video Transport çalışma grubu tarafından geliştirildi.
RTP geniş ölçüde telefon, video telekonferans uygulamaları ve web tabanlı bas-konuş özellikleri gibi streaming media gerektiren iletişim ve görsel sistemlerde kullanılır.
RTP genellikle RTP Control Protocol (RTCP) ile beraber kullanılır. RTP media streamleri (audio ve video gibi) taşıyorken
RTCP Quality of Service (QoS) bilgisini ve iletim istatistiklerini izlemek için kullanılır. Bu protokollerin her ikisi beraber kullanıldığı zaman RTP portunun bir çift sayıya denk gelmesi gerekir. RTCP portu ise o oturuma ait RTP portundan sonraki elverişli olan ilk tek port numarasıdır. RTP ve RTCP genellikle 1024-65535 arası portları kullanır.
Genel Tanıtım.
RTP IETF standartları organizasyonunun Audio/Video Transport çalışma grubu tarafından geliştirildi. RTP H.323 ve RTSP
gibi diğer protokoller ile beraber kullanılır. RTP standardı RTP ve Real-time Transport Control Protocol (RTCP) yi bir protokol çiftini tanımlar. RTP multimedia veri transferi için kullanılır ve RTCP periyodik olarak QoS parametrelerini kontrol bilgilerini yollamak için kullanılır.
RTP çoklu ortam verilerinin gerçek-zamanlı(real-time), uçtan uca ( end-to-end) transferi için tasarlanmıştır. Protokol bir IP network üzerindeki veri iletiminde verilerdeki sıra bozukluğunu tespit eder ve jitter (network üzerinde paketlerin geliş süresindeki, düzenindeki değişiklik) kompanzasyonu için kolaylık sağlar. RTP multicast servisler üzerinden birden çok hedefe veri transferini destekler. RTP IP ağlarında ses/video iletiminde öncelikli standart olarak kabul edilir.
Gerçek zamanlı çoklu ortam streaming uygulamaları zamanında bilgileri teslim etmeyi gerektirir ve bu amacı gerçekleştirmek için bazı kaybolan paketleri tolere edebilmelidir. Örneğin audio (ses) uygulamasında kaybolan bir paket ikinci bir paketinin kaybolmasına neden olabilir. TCP RTP için standart haline gelmiş olmasına rağmen bağlantı kurulumundaki ve hata düzeltmedeki doğal gecikmelerden dolayı sık kullanılmamaktadır. RTP yürütme işlemlerinin çoğu UDP üzerine temellendirilir. Diğer taşıma protokolleri daha henüz yaygın olarak kullanılmasalar da özellikle çoklu ortam oturumları (sessions) için tasarlanan SCTP ve DCCP dir.
Protokol Bileşenleri.
RTP iki alt protokolü tanımlar:
Oturumlar.
Veri iletimi esnasında iki uç arası bir RTP oturumu kurulur. Bu oturum IP adresleri ve RTP ve RTCP ye ait portlardan oluşur. Bu oturum içerisindeki cihazlar veri alıp gönderebilirler. Her bir medya türü için cihazlar arası ayrı bir oturum oluşturulur.
Bir RTP oturumu her ortam streami için kurulur. Böylelikle oturum içerisindeki kişilerin hangi medya tipinden veri almak istemelerine imkân sağlanmış olur. Örneğin bir kullanıcı yayınlanan bir filmin sadece sesini almak isteyebilir. Bu durumda alıcının video yayınını engellemesi yeterli olacaktır.
Profiller ve Payload Formatları.
RTP nin formatında dikkat edilecek hususlardan biri birçok formatı desteklemesidir (H.264, MPEG-4, MJPEG, MPEG, gibi). RTP, standartların yeniden düzenlenmesinin dışında yeni formatların eklenmesine izin verir. RTP protokolünün yapısı Application Level Framing(ALF) ye dayanmaktadır. RTP bu yapsısı itibarı ile birden çok çokluortam formatında yayın yapıp alabilmektedir. RTP de belli bir formatta veri transferi için gerekli bilgiler RTP başlığının içerisinde değil RTP Payload bilgisi ve Profil bilgisi içerisinde yer alır. RTP her bir uygulama için bir profil ve buna bağlı payload girdilerini belirler. Bu da birçok format ile uyumlu çalışmasına imkân sağlar.
RTP de profil bilgisi payload veriyi kodlamak için kullanılan kodlayıcıları (codec) tanımlar ve profil başlığındaki "Payload TYpe" alanındaki payload format kodları için onların eşleşmelerini tanımlar. Her profil birkaç payload format belirtimleriyle beraberdir. Ses Payload formatlarından bazıları G.711, G.723, G.726, G.729, GSM, QCELP, MP3 içerir. Ve video Payload formatlarından bazıları H.261, H.263, H.264, MPEG yi içerir.
Paket Başlığı.
RTP başlığı en az 12 byte boyutundadır. Başlıktan sonra seçimli başlık uzantıları bulunabilir. Başlık alanları aşağıdaki gibidir.
RTP Tabanlı Sistemler.
Tam bit network tabanlı sistem RTP ile beraber diğer protokoller ve standartları da kapsayacak. SIP, RTSP, H.225 ve H.263 e benzer protokoller oturum başlatılması, kontrol edilmesi ve sonlandırılması için kullanılır. H.263, H.264, MPEG gibi standartlar da RTP profili üzerinden tanımlanan payload veriyi kodlamak için kullanılır.
RTP ister connection-oriented ister connectionless olsun bağlantının türünden bağımsız olarak çalışır. Herhangi bir adres formatına bağımlılığı yoktur. Sadece çerçeveleme(framing) ve segmentasyon işlemlerinin alt katmandaki protokoller tarafından halledilmesini bekler. RTP herhangi bir şekilde reliability (güvenilirlik) garantisi vermez. RTP paket başlığında içerdiği bilgilerle hata kontrolü yapılmasını sağlar. RTP protokolü sanki uygulamanın bir bileşeniymiş gibi çalışır. RTP adının gerçek zamanlı iletişim protokolü olmasına rağmen (pratikte olamayacağı gibi) gerçek zamanlı iletişim sağlamaz. RTP gerçek zamanlı uygulama içeriğini taşınmasını sağlar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19869",
"len_data": 5282,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.52
}
|
Oğuzlar şu anlama gelebilir;
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19872",
"len_data": 28,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 1.04
}
|
Ses çözücü sayısal sesi ses dosyası biçimine göre veya ses aktarım biçimine göre sıkıştıran/kodlayan bir bilgisayar programıdır. Birçok çözücü kütüphane olarak tanımlıdır ve XMMS, Winamp ya da Windows Media Player gibi bir veya birden fazla ortam oynatıcısına arabarim sağlayabilir.
Bazı durumlarda, "ses çözücü" terimi bir donanım tanımlaması ya da ses kartı anlamına gelebilir. Ses çözücü kelimesinin bu şekildeki kullanımı sinyallerin analog ses halinden sayısal ses haline (ya da tam tersi) çözülmesi/kodlanması anlamına gelir. Örnek olarak Intel Şirketi'nin AC'97 standardıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19874",
"len_data": 582,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.68
}
|
Adaptive Multi-Rate (AMR) (Türkçesi Uyarlanabilir Çoklu-Oran) bir kayıplı konuşma kodlaması için Ses veri sıkıştırması sınıfıdır. AMR 3GPP tarafından standard konuşma çözücü olarak benimsenmiştir.
Çözücü 8 farklı bit oranı içerir, 12.2, 10.2, 7.95, 7.40, 6.70, 5.90, 5.15 and 4.75 kbit/s.
Bit aktarımı 160 örnekli 20 milisaniye uzunluğundaki çerçeveleri temel alır. AMR, Doğrusal Hareketli Cebirsel Kod Tahmini (Algebraic Code Excited Linear Prediction, ACELP), Devamsız İletim (Discontinuous Transmission, DTX), ses faaliyet denetimi (VAD) and Comfort Noise Generation (CNG) gibi farklı teknikler kullanır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19882",
"len_data": 607,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.65
}
|
Pakistan'da 8 Ekim 2005'te meydana gelen 7,6 büyüklüğündeki deprem, Türkiye saati ile 07.50'de oldu ve 1 dakika, 19 saniye sürdü. Ölü sayısı resmî kayıtlarda yaklaşık 75 bin kişi olarak belirtilmiştir. Ölenlerin 73.338'i Pakistan'da, 1.400 kadarı da Hindistan'da bulunmaktadır. Merkez üssünün İslamabad'ın 95 kilometre kuzeydoğusundaki Keşmir bölgesi olduğu bildirilmiştir. Deprem, Hindistan ve Afganistan'da da etkili olmuştur.
Kızılay ve AKUT Arama Kurtarma Derneği kurtarmaya katılmış ilk ekiplerdendir. Hâlihazırda birçok insani yardım örgütü çalışma yürütmüştür. Ankara Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlüğü personelinden 20 kişi arama ve kurtarma faaliyetlerine katılmıştır. Kurtarma ve ceset çıkartma işleri yanında, kireçleme ve kullanım sularının ilaçlanması görevlerini de gerçekleştirmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19887",
"len_data": 813,
"topic": "NEWS",
"quality_score": 3.43
}
|
İl (Latince: "Provincia"), bir ülke veya devlet içindeki idari bölümdür. Terim, Roma İmparatorluğu'nun İtalya dışındaki topraklarının başlıca bölgesel ve idari birimi olan Antik Roma eyaletinden türemiştir. O zamandan beri "provincia" terimi birçok ülke tarafından benimsenmiştir. Gerçekte ili olmayan bazı ülkelerde, "iller" terimi "başkentin dışında" anlamına gelen mecazi bir terimdir.
Bazı iller sömürgeci güçler tarafından yapay olarak üretilirken, diğerleri kendi etnik kimliklerine sahip yerel gruplar etrafında oluşturulmuştur. Birçoğunun, özellikle Kanada ve Pakistan'da, merkezi veya federal otoriteden bağımsız kendi yetkileri vardır. Çin veya Fransa gibi diğer ülkelerde, iller çok az özerkliğe sahip merkezî hükûmetin oluşumudur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19888",
"len_data": 742,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.82
}
|
Mehmed Şükrü Paşa (1857, Erzurum – 5 Haziran 1916, İstanbul), Osmanlı askeri. Balkan Savaşları'nda Bulgarlar tarafından kuşatılan Edirne şehrini 155 gün boyunca zor koşullar altında savunmuştur, “"Edirne Müdafii"” olarak da anılır. Edirne'de adına yapılmış bir anıt vardır. Bu anıt, 54. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı himayesinde olup, anıt alanı içerisinde Balkan Savaşı müzesi de bulunmaktadır. Anıt, 27.07.1998 tarihinde hizmete açılmıştır. Anıtı ve müzeyi dolaşmak ücretsizdir.
Hayatı.
1857 yılında Erzurum'da doğdu. Erzurumlu Ayabakan ailesinden Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Mustafa ile Muhsine'nin tek çocuğu idi
Erzincan Askeri İdadisi'nde başladığı askeri eğitimine İstanbul'da Sütlüce Topçu Okulu'nda devam etti. Bu okuldan 1879 yılında topçu teğmeni olarak mezun oldu. Eğitimi sırasında matematik alanındaki başarısı ile dikkat çekmişti. Bu nedenle Almanya'ya öğrenime gönderildi. Dört seneden fazla Potsdam Garnizonu'nda eğitim gördü. 1880 senesinde üsteğmenliğe, 1883'te kıdemli yüzbaşılığa terfi etti.
İstanbul'a döndükten sonra birçok kurumda askerî talim ve terbiye öğretmenliklerinde bulundu. 1887'de rütbesi binbaşılığa yükseltildi. Süvari Ferik İmrahor Manastırlı Nuri Paşa'nın kızı Zafer Rabia Hanım ile evlendi. Bu evlilikten dünyaya gelen dokuz çocuğundan üç kızı ve bir oğlu olgunluk çağına kadar yaşadı; yedi torunu oldu.
Almanca, İngilizce ve Fransızca lisanlarını iyi bilen Şükrü Paşa, çeşitli askeri görevlerinin yanı sıra Harbiye ve Darüşşafaka'da matematik ve balistik öğretmenliklerinde bulundu. Yetiştirdiği gençler arasında ünlü matematikçi Salih Zeki de vardır.
1888 senesinde Kaymakamlığa, 1889'da Miralaylığa terfi etti ve 1893 tarihinde 36 yaşında iken Mirlivalığa yükseldi. Mirliva'dan Birinci Ferikliğe yükselene kadar olan askerlik hizmetlerini Edirne'de geçirdi. 1905 yılında Selanik'e gönderildi. Bu sırada askerlik hayatında aşırı disiplin merakı ve titizliği nedeniyle “"Deli Şükrü Paşa"” olarak tanındı.
1908'de Müşirliğe yükseltilen rütbesi, II. Meşrutiyet'in ilanı ile yapılan düzenlemeler sonucu Ferikliğe indirildi. O sene İstanbul'a gelen Şükrü Paşa, 1912'ye kadar Redif Müfettişliği, Çanakkale Boğazı Muhafızlığı gibi görevlerde bulundu. I. Balkan Savaşı başlayınca Edirne Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na atandı.
Edirne savunması.
24 Eylül 1912 tarihinde Osmanlı Sofya Elçiliğinin İstanbul'a gönderdiği uyarı telgrafı yaklaşan tehlikeyi bildiriyordu: "Bulgarların ilk amacı Osmanlı'nın güçsüz Kırklareli tümenidir. Edirne'ye ise baskın taarruzu düşünüyorlar. Edirne müstahkem mevkii takviye edilmeli, vatani hizmet süresi dolan askerler terhis edilmemelidir."
Bunun üzerine Edirne Müstahkem Mevkii Komutanlığına getirilen Mehmed Şükrü Paşa, Edirne kuşatması başlamadan bir hafta önce kente gelebildi. Edirne'nin savunması görevi verilen Şükrü Paşa'ya şehrin kuşatılması halinde 50 gün savunulması emri verilmişti. Bu sürede ya Bulgar ordularının geriletileceği ya da İstanbul'dan destek gönderileceği öngörülmüştü. Ancak Mehmed Şükrü Paşa, kurmayları Kâzım (Karabekir), Remzi (Yiğitgüden) ve Fuat Bey ile, İstanbul'dan destek alamamasına rağmen, Bulgar ve Sırp ordularının saldırılarına 5 ay 5 gün süreyle direnerek tarihe geçen bir savunma gerçekleştirdi.
26 Mart 1913 günü Bulgar Komutanlığına bir subay göndererek kalenin teslimini teklif etmek zorunda kaldığında hürmetle karşılandı. Kimi kaynaklara göre kılıcını usulen Bulgar komutanına teslim etmiş ve Edirne'ye ertesi gün gelen Alman asıllı Bulgar çarı I. Ferdinand kılıcını kendisine geri teslim etmiştir. Bu kılıç teslim sahnesi, Edirne'nin işgalinin simgesi haline gelmiştir. Fotoğrafın aslına ulaşıldığı iddia edilen bir kaynakta ise fotoğrafta fotomontaj ile mizansen yaratıldığı ve Şükrü Paşa'nın böyle bir görüntüye malzeme olmamak için teslim olmadan önce kılıçlarını kırdığı ileri sürülmektedir.
Şehri kahramanca savunması Avrupa basınında büyük yer bulduğu ve kamuoyunda takdir uyandırdığı için eğitim gördüğü Almanya'da adına küçük çaplı anıtlar dikilmiş; Fransız milleti adına bir kılıç ve hayranları tarafından binlerce imza ile bezenmiş bir altın kitap hediye edilmiştir.
Altı ay boyunca Sofya'da itibarlı bir esaret dönemi geçiren Şükrü Paşa, bu dönemi matematik ve topçuluk problemleri çözerek geçirdi. Hazırladığı bir kitabı Bulgar veliahdı Boris'e hediye etti.
Emekliliği.
Balkan Savaşı'nda tarihe geçen başarılarından sonra rütbesi tekrar Birinci Ferikliğe yükseltildi ve emekli edildi. Günlerini kütüphanesinde çalışmakla geçirdi. Edirne savunması sırasında yakalandığı siyatik hastalığının tedavisi için gittiği Bursa kaplıcalarında zatürreye yakalandı ve İstanbul'a dönüşünde evinde 5 Haziran 1916 günü hayatını yitirdi.
Naaşı, Müttefik kuvvetler komutanlarının katıldığı büyük bir askeri törenle İstanbul'da Merkezefendi Mezarlığı'nda toprağa verildi. Edirne halkının isteği ve ailesinin uygun görmesi üzerine mezarı 1988'de Edirne'de yapılan anıt-mezara nakledildi.
1934 yılında Soyadı Kanunu'nın kabulünden sonra ailesi, Erzurum'lu olmalarına rağmen Edirne soyadını almıştır.
Kaynakça.
Dipnot:Şükrü Paşa'nın oğlu Osman Şükrü, aşağıdaki kaynaklardan yararlanarak Şükrü Paşa'nın yaşam öyküsünü derlemiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19895",
"len_data": 5137,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.46
}
|
Fermantasyon, hücre içinde oksijen yokluğunda meydana gelen metabolik bir faaliyet olarak ‘NAD+'yi yeniden oluşturmak için glikozun glikoliz yoluyla kısmi oksidasyonunu takip eden metabolik adımlar’ şeklinde tanımlanmaktadır. Fermantasyon anaerobik şartlarda, yani oksidatif fosforilasyon olamadığı durumlarda, glikoliz yoluyla ATP üretimini sağlayan önemli bir biyokimyasal süreçtir. Biyokimyanın fermantasyonla ilgilenen dalı zimolojidir.
Fermantasyonda glukoz (veya başka bir bileşik) hidrojenlerini teker teker kaybederek enerji
üretimini sağlar. Oksijen olmadığı için bu parçalanma sonucunda ortaya çıkan basit organik bileşikler hücrenin kullanabileceği nihai elektron alıcısı ve hidrojen alıcıları olurlar.
Fermantasyonun son adımı (pirüvatın fermantasyon ürünlerine dönüşmesi) enerji üretmese dahi, bu süreç anaerobik bir hücre için önemlidir çünkü glikozun pirüvata dönüşmesi sırasında harcanan nikotinamit adenin dinükleotit'in (NAD+) yenilenmesini sağlar; glikolizin devamı için bu gereklidir. Örneğin alkol fermantasyonunda pirüvattan oluşan asetaldehit, NADH + H+ tarafından etanola dönüşür, bu da hücreden dışarı atılır.
Mikroorganizmalarda, fermantasyon, organik besinlerin anaerobik olarak bozunmasıyla adenosin trifosfat üretmenin birincil yoludur. İnsanlar, Neolitik çağdan beri yiyecek ve içecek üretmek için fermantasyonu kullandılar. Fermantasyon, turşu yapımı, yoğurt yapımı gibi süreçlerle gıdaları muhafaza etmek ve ayrıca şarap ve bira gibi alkollü içecekler üretmek için kullanılır. Fermantasyon, insanlar da dahil olmak üzere tüm hayvanların mide-bağırsak sistemlerinde de gerçekleşir.
Fermantasyon, bir elektron taşıma sistemi içermez ve glikoliz sırasında substrat düzeyinde fosforilasyon tarafından üretilenin ötesinde doğrudan herhangi bir ek ATP üretmez. Fermantasyon yapan organizmalar, yani fermentörler, glikoliz sırasında glikoz başına maksimum iki ATP molekülü üretir.
Mikrobiyal fermantasyon süreçleri insanlar tarafından manipüle edilmiştir ve çeşitli gıdaların ve farmasötikler dahil diğer ticari ürünlerin üretiminde yaygın olarak kullanılmaktadır. Mikrobiyal fermantasyon, teşhis amacıyla mikropların tanımlanması için de yararlı olabilir.
Glukozun fermantasyonunda genelde en sık üretilen basit bileşik pirüvat veya ondan türemiş bir veya
birkaç bileşiktir: bunlar arasında etanol, laktik asit, hidrojen, bütirik asit ve aseton sayılabilir. Şeker ve amino asitlerin fermantasyonu çeşitli canlılarda görülmekle beraber, bazı ender organizmalar alkanoik asitler, pürinler, pirimidinler ve başka bileşikler de fermente edebilir. Çeşitli fermantasyon tipleri ürettikleri ürünlere göre adlandırılırlar.
Fermantasyon terimi biyokimyada oksijen yokluğunda enerji üreten reaksiyonlar için kullanılmasına karşın, gıda sanayisinde daha genel bir anlam taşır, mikroorganizmaların oksijen varlığında yaptığı parçalama reaksiyonlarını da kapsar (sirke fermantasyonu gibi). Biyoteknolojide bu terim daha da genel kullanılır ve büyük tanklarda büyütülen mikroorganizmalara yaptırılan her türlü üretime (proteinler dahil) fermantasyon denir.
Fermantasyonun Biyokimyası.
Fermantasyon reaksiyonları, ilgili yakıt molekülüne ve son ürüne göre değişir. Aşağıdaki kimyasal denklemde şeker glikozdur.
C6H12O6 → 2C2H5OH + 2CO2 + 2 ATP (Elde edilen enerji: 118 kJ mol−1)
Denklem sözlü olarak aşağıdaki gibi yazılabilir:
Şeker (glikoz, fruktoz veya sükroz) → Alkol (etanol) + Karbon Dioksit + Enerji (ATP)
Enerji Verimi
En katı anlamıyla fermantasyon, glikoz gibi bir besin molekülünün net oksidasyon olmadan anaerobik metabolik parçalanmasıdır. Fermantasyon, bir moleküldeki tüm mevcut enerjiyi serbest bırakmaz; sadece glikolizin (glikoz başına iki ATP veren bir süreç) indirgenmiş koenzimleri yenileyerek devam etmesine izin verir.
Fermantasyon ürünleri kimyasal enerji içerir, (yani tamamen oksitlenmezler), ancak oksijen (veya diğer daha yüksek oranda oksitlenmiş elektron alıcıları) kullanılmadan daha fazla metabolize edilemeyecekleri için atık ürünler olarak kabul edilirler. Bunun sonucu olarak da fermantasyon yoluyla yapılan ATP üretimi, piruvatın tamamen karbon dioksite oksitlendiği oksidatif fosforilasyondan daha az verimlidir.Fermantasyon, aerobik solunumla elde edilen yaklaşık 36 ATP'ye kıyasla glikoz molekülü başına iki ATP molekülü üretir. İnsan metabolizması öncelikle aerobik olmasına rağmen, oksijenin kısmen veya tamamen yokluğunda (örneğin, oksijen açlığı yaşayan aşırı çalışan kaslarda veya enfarkte kalp kası hücrelerinde), piruvat, hidrojenini piruvata bağışlayarak atık ürün laktata dönüştürülebilir. Bir fermantasyon örneği olan bu reaksiyon, oksijen yokluğunda veya oksijen seviyeleri düşük olduğunda glikoliz yoluyla metabolik akışı sürdürmek için bir çözümdür. Fermantasyon, kısa, yoğun efor dönemlerinde yardımcı olurken, karmaşık aerobik organizmalarda uzun süreler boyunca sürdürülemez. Örneğin insanlarda laktik asit fermantasyonu, 30 saniye ile 2 dakika arasında değişen bir süre boyunca enerji sağlar.
Fermantasyonun son aşaması olan piruvatın bir son ürüne dönüştürülmesi enerji üretmez. Bununla birlikte, anaerobik koşullarda glikolitik yoldan akışı sürdürmek için gerekli olan nikotinamid adenin dinükleotidini (NAD+) yeniden ürettiği için anaerobik bir hücre için kritik öneme sahiptir.
Ürünler
Piruvat ve NADH'nin anaerobik olarak metabolize edilerek nihai hidrojen alıcısı olarak hareket eden bir organik molekül ile çeşitli ürünlerden herhangi birini verdiği çeşitli fermantasyon türleri vardır. Örneğin, yoğurt yapımında yer alan bakteriler piruvatı laktik aside indirger. Bira mayası gibi organizmalarda, asetaldehit ve karbon dioksit oluşturmak için önce pirüvattan bir karboksil grubu çıkarılır; asetaldehit daha sonra indirgenerek etanol ve NAD+ elde edilir. Anaerobik bakteriler, terminal elektron alıcıları olarak oksijen dışındaki çok çeşitli bileşikleri kullanma yeteneğine sahiptir.Sirke (asetik asit) bakteri metabolizmasının doğrudan sonucudur. (Bakterilerin etanolü asetik aside dönüştürmek için oksijene ihtiyacı vardır.) Sütte asit kazeini pıhtılaştırarak kesmik üretir. Asitlemede asit, gıdayı patojenik ve çürütücü bakterilerden korur.
Türleri.
Glikozun Fermantasyonu.
Glikoz fermantasyonu sırasında pirüvat çeşitli bileşiklere dönüşür:
Fermantasyon Teknolojisinde Kullanılan Mikroorganizmalar.
Mayalar; Maya, eski zamanlardan beri şarap yapımında, fırınlamada ve bira yapımında kullanılan tek hücreli ökaryotik mikroorganizmalardır.Mayalar doğada çok yaygındır. Mayaların yaşam çevriminde esas olarak toprak, tatlı ve sulu meyveler bulunur. Maya konukçulardan yağmurla, düşen yaprak ve meyvelerle toprağa geçer ve toprağın daha çok üst katmanlarında, 0–10 cm derinliklerinde kışı geçirir. Buradan mayanın nasıl toprağın yüzeyine nakledildiği tam olarak bilinmemekle beraber, bunun böcek ve diğer hayvanlar aracılığıyla olduğu, sonra gene bunlarla veya tozla yaz konukçularının üzerine nakledildiği zannedilmektedir.
Bakteriler; Bakteriler küçük tek hücreli organizmalardır. Bakteriler Dünya'nın hemen hemen her yerinde bulunur ve gezegenin ekosistemleri için hayati öneme sahiptir. Bazı türler aşırı sıcaklık ve basınç koşullarında yaşayabilir. İnsan vücudu bakterilerle doludur ve aslında insan hücrelerinden daha fazla bakteri hücresi içerdiği tahmin edilmektedir. Vücuttaki çoğu bakteri zararsızdır ve hatta bazıları faydalıdır. Nispeten az sayıda tür hastalığa neden olur.
Küf Mantarları; Besinlerin üzerinde beyaz veya renkli hifler oluşturan mantarlardır. Küf mantarlarının bazıları saprofit, bazıları parazit, bazıları da diğer organizmalarla simbiyotik bir hayat yaşarlar. Küf mantarlarını karakterize eden ilk organ ipliksi ve çok çekirdekli bir yapıya malik olan "miselyum" adı verilen vejetatif organdır. Miselyum dallanmış ve devamlı olarak uçtan gelişen ve yan dallanma yapan hiflerden ibaret bir topluluktur.
Algler; Algler de bakteriler mayalar ve mantarlar gibi en basit bitkilerdendir. Pek çoğu klorofil içerdiklerinden fotosentez yapabilirler. Alglerin protein, yağ, karbonhidrat ve vitamin gibi önemli besin maddelerini sentez yapabilmeleri mikrobiyolog ve beslenmecilerin ötedenberi dikkatlerini üzerine çekmiştir. Büyüklükleri bazı bakterilerden daha küçük olabildiği gibi, "seaweed" gibi metrelerce uzunlukta olanları da vardır. Dünyada birkaç yer dışında her yerde bulunan alglerin mikroskopik şekillerine örnek olarak balinaya kadar su hayvanlarının esas besinini oluşturan fitoplanktonları (phytoplankton) gösterebiliriz.
Şapkalı Mantarlar ; Bugün şapkalı mantarlar denilince gözle görülebilen ve etimsi karpoforlara (carpophore) sahip mantarlar anlaşılmaktadır. Bu çeşit mantarlara hem Ascomycetes hem 39 de Basidiomycetes sınıfında rastlanır. İnsanlar doğada kendiliğinden yetişen şapkalı mantarlarla besin olarak ve bazı ilâçların yapılması münasebetiyle çok eskiden beri ilgilenmişlerdir. Fakat bu mantarların ticarî içerikte üretimi ilk defa yak. 1650 yılında yapılmıştır. Doğada yetişen ve 4000 kadar lamelli (gilli) mantarlardan şimdiye kadar saptanan zehirli olanların sayısı 30-40'ı bulur.
Fermantasyon Teknolojisinin Çalışma Alanları.
Çeşitli gıda ve içkilerin üretimi: Zeytin işlemesi, yoğurt ve alkollü içkiler yapımı.
Alkollü fermantasyon, endüstrilerde alkollü içecekler, ekmek ve sirke üretmek için kullanılır. Örneğin şarap, üzümde bulunan doğal şekerlerin fermantasyonu ile sentezlenir. Benzer şekilde romlar, şeker kamışı ürünü melasın fermente edilmesi ve ardından damıtılmasıyla üretilir.
Sütü yoğurda dönüştürmek için bu bakteriler sütü fermente ederek sütteki laktoz şekerlerini laktik aside dönüştürür. Laktik asit, sütün fermente olurken koyulaşmasına ve ekşi bir tada sahip olmasına neden olan şeydir. Bakteriler zaten sütü kısmen parçalamış oldukları için yoğurdun sindirimimizi kolaylaştırdığı düşünülmektedir.
Sofralık zeytin, Akdeniz bölgesindeki en eski bitkisel fermente gıdalardan biridir. Fermente sofralık zeytinler, ekonomik etkilerinin yanı sıra, yüksek biyoaktif ve sağlığı geliştiren bileşikler içeriği nedeniyle Akdeniz diyetinde önemli bir sağlıklı gıdayı temsil eder.
Fermentasyon metoduyla birçok antibiyotikler elde edilmiştir.
Antibiyotikler, endüstriyel olarak, kaynak mikroorganizmanın sıvı bir büyüme ortamı içeren büyük kaplarda (100.000 – 150.000 litre veya daha fazla) büyütüldüğü bir fermantasyon işlemiyle üretilir.Oksijen konsantrasyonu, sıcaklık, pH ve besin seviyeleri optimal olmalıdır ve gerekirse yakından izlenir ve ayarlanır. Antibiyotikler ikincil metabolitler olduğundan, hücreler ölmeden önce maksimum verimin elde edilmesini sağlamak için popülasyon büyüklüğü çok dikkatli bir şekilde kontrol edilmelidir. İşlem tamamlandıktan sonra, antibiyotik özütlenmeli ve kristal bir ürüne saflaştırılmalıdır.
Çeşitli organik asitler elde edilmektedir.
Organik asitlerin mikrobiyal üretimi, yenilenebilir karbon kaynaklarından yapı taşı kimyasalları elde etmek için umut verici bir yaklaşımdır. Bir süredir bazı organik asitler üretilmiş ve bu mikrobiyal üretim süreçleri hakkında derinlemesine bilgi edinilmiş olsa da, daha ileri mikrobiyal üretim süreçleri mümkün görünmektedir, ancak büyük ölçekli üretim henüz mümkün olmamıştır.Bu yöntemle üretilen organik asitelere örnek olarak, lakstik asit, poliaktik asit, sitrik asit, süksinik asidi verebiliriz.
Gelişme maddeleri elde edilmektedir. Özellikle vitaminler; B grubu vitaminler fermentasyon metoduyla elde edilmektedir.
Vitamin fermantasyonu temel olarak parti modunda yapılır. Besinler ve aşılar daha sonra steril fermentöre eklenir ve bir süre bekletilir. Daha sonra köpük önleyici madde eklenir. Fermentörde iyi miktarda ürün bulunduktan sonra içerik alınır ve ardından ürün ekstrakte edilir. Mikrobiyal hücrelerde siyanokobalamin, 5,6-dimetil benzimidazol kobalamid ve psödovitamin B12 gibi doğal maddeler formunda kalır. Kültür suyu 10–15 mg Vitamin B12/lt içerir.
Tek hücre proteini ve tek hücre yağı elde edilmektedir.
Ticari üretim tesislerinde, mikrobiyal kültürden aşı üretimi laboratuvar ortamında gerçekleştirilmektedir. Tek hücre yağı, mikroorganizma için uygun üretim ortamında fermantasyon ile elde edilmektedir. Hücre hasadı santrifüj veya filtrasyon ile yapılmaktadır. Elde edilen yaş biyokütle vakum veya sprey kurutucuda işlem görmektedir. Kuru biyokütle solvent ekstraksiyonu ilemuamele edilerek ham yağ ekstrakte edilmektedir. Son olarak, üretilen ham yağ nötralizasyon, degumming (müsilaj giderme), ağartma ve kokudan arındırma aşamaları ile rafine edilmektedir.
Çeşitli ketonlar üretilmektedir (butanon, pentatnon, aseton).
Fermente aseton üretimi, Weizmann işlemi olarak da bilinen aseton-bütanol-etanol (ABE) fermantasyonu, nişasta ve glikoz gibi karbonhidratlardan aseton, n-butanol ve etanol üretmek için bakteriyel fermantasyon kullanan bir süreçtir. Kimyager Chaim Weizmann tarafından geliştirildi ve Dünya Savaşı sırasında İngiliz savaş endüstrisi için gerekli bir madde olan korditi yapmak için gerekli olan asetonu üretmek için kullanılan birincil yöntemdi.Yine aynı şekilde pentanon, butanon gibi bazı ketonlarda fermentasyon ile üretilebilinir.
Enzimlerin fermentasyonla elde edilmesi.
Fermantasyon, endüstriyel amaçlar için enzim üretme yöntemidir.Fermantasyon, enzimleri üretmek için bakteri ve maya gibi mikroorganizmaların kullanılmasını içerir.Enzim üretmek için iki tür fermantasyon kullanılır. Bunlar batık fermantasyon ve katı hal fermantasyonudur. Batık fermantasyon, sıvı bir besin ortamında mikroorganizmalar tarafından enzim üretimini içerir. Katı hal fermantasyonu mikroorganizmaların ve dolayısıyla enzimlerin katı bir substrat üzerinde yetiştirilmesidir.
Endüstriyel Fermantasyon Yöntemleri.
Biyoteknolojide fermantasyonlar kesikli kesikli (batch), kesikli beslemeli (fed-batch) -batch) veya sürekli (continous) yöntemlerle sürekli (continous) yürütülmektedir.
Kesikli Fermantasyon: Kesikli fermantörler kapalı sistemler olarak düşünülebilir. Kesikli sistemlerde fermantasyon ortamı hazırlanır ve mikroorganizma aşılanır. Sistemin pH, sıcaklık ve diğer değerleri ayarlandıktan sonra ortama yeni substrat veya mikroorganizma ilavesi olmaz. Fermantasyon, ortamdaki besin elementleri tükeninceye kadar veya çevresel koşullarda gözlemlenen değişikliklere göre sonlandırılır.
Kesikli Beslemeli Fermantasyon: Kesikli beslemeli fermantörler kesikli ve sürekli sistemlerin avantajlarını beraberce taşıdığı için endüstride yaygın olarak kullanılırlar. Proses başlangıçta kesikli olarak başlar. Besin elementleri tükenmeye başlayınca substrat, fermantasyon sırasında çeşitli zamanlarda azar azar ortama ilave edilir. Kritik öneme sahip besin elementinin konsantrasyonu çok iyi takip edilmelidir. Başlangıçta fermantöre konan substratın mümkün olduğu kadar konsantre olması istenir. Böylece reaktör hacminin neden oluğu problemler aşılmış olur. Bu yöntemin en önemli avantajı hem reaksiyon oranının hem de metabolik reaksiyon hızının substratın ilave oranına göre kontrol edilebilmesidir. Oksijen transferi ve soğutma gibi fermantasyona etki eden parametreler reaksiyon oranı izlenerek edilerek kontrol altında tutulabilir.
Sürekli Fermantasyon: Bu sistemde steril besin biyoreaktöre ilave edilirken, eşit miktarda ürün ve onunla birlikte mikroorganizma sistemden alınır. Ürünün alımı sırasında kaybedilen mikroorganizmalar, reaktördeki hücre bölünmesiyle dengelenir. Sürekli fermantasyon yönteminde iki temel uygulama vardır. Homojen karışımın sağlandığı biyoreaktörler ve tapa akışlı reaktörler. Homojen karışımın sağlandığı reaktörlerde: Kemostat veya türbidostat olarak çalışılabilir. Kemostat sisteminde fermantasyonunun kararlılığı substratlardan bir tanesinin konsantrasyonu ayarlanarak hücre büyümesi kontrol edilerek sağlanır.Türbidostat yönteminde ise fermantasyonda biyomas konsantrasyonu türbidimetrik olarak ölçülür ve elde edilen verilere göre besin ilave edilerek kararlılık sağlanır.Tapa akışlı reaktörlerde: Kültür solüsyonu silindirik yapıda bir reaktörde karıştırma olmaksızın ilerler. Silindirik tüpün kesitlerinde hücre sayısı veya ürün konsantrasyonu farklılık gösterir.Sürekli fermantasyonda kararlı hal durumunda biyoreaktörden alınan mikroorganizmalardan dolayı sistemden ayrılan mikroorganizmalar reaktör içinde hücrelerin bölünmesi ile dengelenir.
Tarihçe.
Doğal kimyasal fermantasyon süreci, günümüzün yiyicilerine nefis tatlar sağlamak ve insan bağırsağı üzerinde olumlu probiyotik etkiler getirmek için binlerce yıldır devam eden çok uzun bir süredir var. Son on yılda popülaritesi hızla artan probiyotiklerdeki temel bileşenlerden de fermantasyon sorumludur. Ulusal Sağlık Enstitüsü'ne göre, 2012 itibarıyla Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 4 milyon yetişkin probiyotik denemiştir.
İnsan kaynaklı fermantasyon, deve, sığır, koyun ve keçilerden elde edilen sütün korunmasıyla MÖ 10.000 yılına kadar uzanır.Süt ürünleri, ideal iklim ve temel mikroflorası göz önüne alındığında doğal olarak fermente olur. Kuzey Afrika'nın kavurucu sıcaklıklarında süt kendiliğinden fermente oldu ve belgelenen ilk yoğurt bu şekilde yapıldı.
Fermente süt ürünleri, besin açısından çok zengindir ve bağırsak sağlığını artırır; ayran, yoğurt, kefir, ekşi krema ve peynir probiyotik açısından en zengin süt ürünleridir.
2004 yılında arkeologlar, MÖ 7.000 yılına kadar uzanan Neolitik Çin çömlekleri üzerinde kimyasal testler yaparak dünyanın en eski fermente içeceğini keşfettiler. Fermente pirinç, bal ve meyveden yapılan bu bira, İran'da bulunan en eski biracılık kanıtı için önceki rekordan yaklaşık 1500 yıl öncesine dayanıyor.
Eski Mısırlılar ilk önce mayayı ekmek mayalamak için hamur fermantasyonunda denediler.MÖ 3.500 ile 300 yılları arasında geliştirilen Mısır fermantasyon teknikleri bugün hala kullanılmaktadır.
Salatalık turşusu, MÖ 2000'de Dicle Vadisi'nde veya günümüz Irak'ında ortaya çıktı.
Çinliler tarafından MÖ 500 'de çıban için bir antibiyotik tedavisi olarak küflü soya fasulyesi kullanıldı.
Gıdaları muhafaza etmek için fermantasyonun kullanımını gösteren inanılmaz ve zengin antropolojik geçmişe rağmen fermantasyonun mikroorganizmalara özgü bir metabolik süreç olduğu yakın bir zaman kadar bilinmiyordu. Antonie van Leeuwenhoek ilk olarak 1665'te mikroorganizmaları tanımladı ve yaklaşık 200 yıl sonra Fransız bilim adamı Louis Pasteur'un kalan parçaları bir araya getirmesine zemin hazırladı. 1856'da Pasteur, fermantasyonun canlı hücreler gerektirdiğini ve mayanın bu süreçte kritik bir rol oynadığını keşfetti. Isı ile ilgili deneyleri daha sonra pastörizasyonun geliştirilmesinde kullanılacaktı.
1856'da Pasteur'ün kimya öğrencilerinden birinin babası, pancarı fermente ederek alkol yapma girişiminde karşılaştığı bazı sorunları çözmesine yardım etmesini istedi. O zamanlar fermantasyonun, şekerin alkole dönüştürüldüğü saf bir kimyasal süreç olduğuna inanılıyordu. Ancak 1857'de Pasteur, mikroskobik bir bitkinin sütün ekşimesine (laktik asit fermantasyonu) neden olduğunu kanıtladı. Pasteur, canlı hücrelerin, mayanın şekerden alkol oluşturmaktan sorumlu olduğunu ve bazı mikroorganizmaların fermantasyonları ekşi hale getirebileceğini kanıtlayabildi. Daha sonra hem normal hem de anormal fermantasyonlardan sorumlu mikroorganizmaları tanımladı ve şarap, bira, süt veya sirkeyi ısıtmak suretiyle bazı canlı organizmaların öldürülebileceğini ve böylece maddelerin sterilize - veya "pastörize" edilebileceğini buldu.
1896 yılında da Eduard Buchner, mayalanmanın gerçekleşmesi için sadece canlı maya hücrelerinin bulunmasının yeterli olmadığını fark etmiştir. Hücreden gelen ve "Zymase" adı verdi bir ekstraktın da olması gerekmiştir. Bugün bu, enzim olarak adlandırılmaktadır. Enzimler günümüzde modern biyoteknolojinin en önemli yardımcı araçlarıdır.1907 Nobel Kimya Ödülü, "biyokimyasal araştırmaları ve hücresiz fermantasyonu keşfi nedeniyle" Eduard Buchner'e verildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19897",
"len_data": 19676,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.23
}
|
Amino asitler (bazı kaynaklardaki yazılışıyla aminoasitler), proteinleri oluşturan temel yapı taşlarıdır. Proteinojenik amino asit, temel amino asit, Proteinojenik amino asit, Proteinojenik amino asit, proteinojenik olmayan amino asit, dallanmış zincirli aminoasit, ketojenik amino asit, glukojenik amino asit, glukojenik amino asit, ikincil amino asit, imino asit, D-Amino asit, dehidroamino asit türlerine bölünür.
Kimyada bir aminoasit hem amin hem de karboksil fonksiyonel gruplar içeren bir moleküldür. Aminoasitlerin peptit bağlarıyla uç uca eklenmesiyle oluşturdukları kısa polimer zincirler "peptit", uzun polimer zincirler ise "polipeptit" veya "protein" olarak adlandırılırlar. Hücre içerisinde ribozomlar, mRNA moleküllerini kalıp olarak kullanarak amino asitleri uç uca ekleyerek proteinleri sentezlerler. Bu işleme translasyon (okuma) denir.
Bahsedilen amino asitlerin hepsinin aynı anda herhangi bir proteinin yapıtaşında bulunması gerekmez. Ayrıca hepsi eşit miktarda da değildir. Proteinlerde bunlardan çok daha farklı amino asitler de bulunabilir. Proteinlerin toplam amino asit sayısı, içerdiği amino asit çeşidi sayısı ve sıralaması DNA'dan gelen komutlar sayesinde belirlenir. Farklı proteinler, 20 temel amino asitle oluşturulmuş polipeptitlerin daha sonra “farklılaşmaları” ile oluşur. Bu tür amino asit farklılaşmaları, proteinin özelliklerini ve işlevlerini oldukça fazla değiştirir. Örneğin çözünürlüklerini arttırabilir veya azaltabilir ya da diğer molekülerle etkileşmelerini düzenleyebilir.
Amino asitlere ek olarak proteinler, çok daha farklı gruplar da barındırabilirler. Amino asit dışında, yapısında farklı türler barındıran proteinlere, “konjuge proteinler” denir. Konjuge proteinler, kovalent veya kovalent olmayan bağlarla, nükleik asitlerle nükleoproteinleri, lipitlerle lipoproteinleri, karbonhidratlarla glikoproteinleri ve daha birçok küçük molekül kütleli maddelerle, metallerle ve metal içeren gruplarla kompleks yapılar oluşturabilirler. Amino asitler aynı zamanda sadece sitoplazmada üretilirler.
Yapısı.
Her amino asitin, bir karboksil ve bir de amino grubu vardır. Bu gruplar birbirlerinden α-karbon adı verilen tek bir C atomuyla ayrılırlar. Nötral sulu çözeltilerde α-karboksil grubu bir protonunu kaybeder ve eksi (-) yüklü hale geçer <chem>(-COO^- ) </chem>. Aynı şekilde α-amino grubuysa bir elektron kaybederek artı (+) yüklü olur <chem>-NH3^+</chem> . Amino asitlerin asimetrik merkezleri (kiral karbonları) vardır. Örneğin Glisin'de, amino asitin α-karbonu dört farklı gruba bağlanabilir. Bu sebepten her amino asit D veya L formunda bulunabilir. Ribozomlar üzerinde amino asit sentezinde her zaman L amino asit kullanılır. Sadece mikroorganizmalar, belli küçük peptitlerin sentezinde D amino asitlerini kullanırlar.
İlginç bir örnek olarak, Güney Amerika ağaç kurbağasının derisinde sentezlenen bazı peptidler verilebilir. Bu peptidlerde D amino asitleri bulunmuştur. Bu peptitlerden “dermorphin”, sıçan beynindeki opiate reseptörleri (beyindeki uyuşturucu madde reseptörleri) ile etkileşime girerek oldukça güçlü bir ağrı kesici etki göstermiştir. Bu kurbağaların sentezlediği peptitlerdeki D amino asitleri, peptitte daha önceden bulunan L amino asitleri ile birleşerek enzimleri aktive edebilmektedir.
Amino asit yan gruplarının özellikleri.
Polipeptidin ana zinciri, her amino asit için aynı olan grupların birleşimidir. Yan zincir veya R grubu ise, α-karbonuna bağlıdır ve 20 amino asitin her birinde farklıdır. Bu farklılık, proteinin kendine özgü oldukça değişik yapıları ve aktiviteleri kazandırır. Tüm amino asit yan zincirleri bir arada düşünüldüğünde, artı veya eksi yüklüden hidrofobiğe kadar oldukça fazla çeşitli yapısal özellikler gösterirler. Ayrıca bu yan zincirler, oldukça farklı çeşitlilikte kovalent ve nonkovalent bağların yapısına katılabilirler.
Bir enzimin “aktif bölgesi”, birçok farklı organik reaksiyonu katalizleyebilir. Yan zincirlerin çeşitli karakteristiği, molekülün yapısını ve aktivitesini belirleyen molekül içi (intramoleküler) etkileşimlerden, peptitin diğer polipeptitler gibi moleküllerle aralarındaki ilişkiyi belirleleyen moleküller arası etkileşimlere kadar birçok şeyi etkiler.
Apolar aminoasitler.
Apolar aminoasitler, yan zincirlerinde hidrofobik özellik gösteren radikal grup bulundururlar. Elektrostatik bağlar yapamayan amino asitlerdir. Yan zincirlerinde, genellikle oksijen veya azot yoktur. Öncelikli olarak (bir proteindeki özel bir boşluğa hangi amino asitin en iyi şekilde uyabileceğini belirleyen) büyüklük ve şekillerine göre ayrılırlar. Van der Waals kuvvetleri ve hidrofobik etkileşimler sayesinde bir arada tutunurlar.
Prolin bir iminoasittir, yani amino grubu değil imino grup taşır. Bunu kâğıt kromatografisinde farklı renge boyandığından da anlayabiliriz.
Polar yüksüz aminoasitler.
Polar yüksüz aminoasitler, nötral pH'da yüksüzdürler. Bu gruptaki amino asitlerin yan zincirleri zayıf asit ve bazlardır. Fizyolojik pH'da tamamen yüklü değildirler, ancak kısmi artı (+) ve eksi (-) yükler içerirler. Bu sebeple, su da dahil olmak üzere, diğer moleküllerle H-bağı yapabilirler. Genelde oldukça reaktif amino asitlerdir.
Ayrıca, iki Sisteinin disülfit bağı ile birleşmesiyle oluşan dipeptite sistin denir.
Polar asidik aminoasitler.
Polar asidik aminoasitler, fizyolojik pH'da negatif yüklüdürler ve asidik özellik gösterirler.
Polar bazik aminoasitler.
Polar bazik aminoasitler, yan zincirlerinde proton alıcı moleküller taşırlar.
Aminoasitlerin özelliklerini ve standart kodunu gösteren tablo.
Yukarıdaki tabloda gösterilen 3-harfli ve 1-harfli aminoasit koduna ek olarak, kimyasal veya kristalografik analizler sonucunda bir proteinin belli bir pozisyonundaki aminoasit kesin olarak belirlenemediğinde, aşağıdaki tablodaki kısaltmalar da kullanılabilmektedir.
Besin maddesi olarak aminoasitler.
Proteinlerin yapısını oluşturan 20 çeşit amino asit arasında 10 tanesi "temel amino asitler" olarak adlandırılır. Bu amino asitler insan vücudu tarafından ihtiyacı karşılayacak düzeyde sentezlenemedikleri için dışarıdan beslenme yoluyla alımları zorunludur. Sistein, tirozin, histidin ve arjinin çocuklar için yarı zaruri aminoasitler olarak kabul edilmektedirler çünkü bunların sentezlenmesini yürüten metabolik reaksiyonlar çocuklarda tam olarak gelişmemiştir.
Strecker amino asit sentezi.
Adolph Strecker tarafından bulunan Strecker amino asit sentezi bir aldehit (ya da keton)dan bir dizi kimyasal reaksiyonla bir amino asit sentezlenmesidir. Aldehit potasyum siyanür eşliğinde amonyum klorür ile bir α-aminonitril oluşturacak şekilde reaksiyona sokulur. Daha sonra bu α-aminonitril hidrolize edilerek istenilen amino asit elde edilir. Orijinal Strecker reaksiyonunda asetaldehit, amonyak ve hidrojen siyanür ün verdiği reaksiyon ürünü, hidrolizlenerek alanin elde edilmiştir.
Amonyum tuzlarının kullanımı ornatılmamış amino asitleri verirken, primer ve sekonder aminlerin kullanımı da ornatılmış amino asitleri verir. Aynı şekilde, aldehitlerin yerine ketonların kullanımı α,α-disubstitüe amino asitleri verir.
Adolph Strecker'in 1850 yılından beri uygulanan geleneksel sentezi rasemik α-amino nitrilleri verir iken son zamanlarda asimetrik yardımcı maddeler ya da asimetrik katalizörler kullanılarak değişik yöntemler geliştirilmiştir.
Kullanım alanı.
Strecker sentezinin günümüzde kullanıldığı bir örnek "3-metil-2-bütanondan başlayarak bir L-valin türevinin çok miktarda sentezlenmesidir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19898",
"len_data": 7433,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.67
}
|
PGPLOT grafik kütüphanesi Fortran ve C tarafından çağırılabilen, basit bilimsel grafikler yapmak için kullanılan ve aygıttan bağımsız bir grafik paketidir. Minimum çaba harcayarak bilimsel yayın kalitesinde grafikler hazırlamak için tasarlanmıştır.
PGPlot kütüphanesi iki ana kısımdan oluşur:
1- Aygıttan bağımsız
2- Çeşitli görüntü göstericiler, nokta vuruşlu yazıcılar, lazer yazıcılar ve kalemli yazıcılardan çıktı alabilmek için aygıta bağımlı kısım
PGPlot, Postscript ve GIF formatları da dahil olmak üzere yaygın olan dosya biçimlerini destekler. PGPlot'un kendisi de çoğunlukla Fortran 77'de yazılmıştır. PGPlot alt programcıkları Fortran 77 veya Fortran 90 gibi programlardan direkt olarak çağırılabilir. C bağlantı kütüphanesi ("cpgplot") ve başlık dosyası ("cpgplot"), PGPlot' un C veya C++ programlarından çağrılabilmesini sağlamaktadır; bu bağlanti kütüphanesi C ve Fortran arasında irtibatı sağlar. PGPlot Unix (çoğunlukla Linux, SunOS, Solaris, HPUX, AIX ve Irix'leri içeren çeşitleri) ve OpenVMS işletim sistemleri ile test edilmiştir.
PGPlot kamuya açık olmayan bir yazılım olmakla birlikte ticari maksatla kullanılamaz. Kaynak kodu ve dokümantasyonu California Institute of Technology tarafından telif hakkı ile korunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19905",
"len_data": 1244,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.48
}
|
Honduras, Orta Amerika'da bir demokratik cumhuriyettir. Britanya Hondurası'ndan (yani Belize) farklı olarak İspanyol Hondurası olarak da bilinir. Batısında Guatemala, güneybatısında El Salvador, güneydoğusunda Nikaragua bulunur.
Coğrafya.
Orta Amerika'da, Karayip Denizi kıyısında, Guatemala ve Nikaragua arasında ve Kuzey Pasifik Okyanusu kıyısında, El Salvador ve Nikaragua arasında yer alır. Alçak arazilerde subtropikal iklim, yükseklerde ve dağlarda ise ılıman iklim görülmektedir. İç kısımlarda çoğunlukla dağlar, kıyı bölgelerinde dar ovalar yer almaktadır. Ülkenin en yüksek noktası: Cerro Las Minas 2,870 m olup ülkede kereste, altın, gümüş, bakır, kurşun, çinko, demir, antimon, kömür, balık, hidro enerji gibi doğal kaynaklar bulunmaktadır. Hafif depremler yaygındır; Karayip kıyılarında kasırga ve su baskınları zarara yol açar. Yazları sıcak ve kurak kışları bol yağışlıdır.
Nüfus.
Nüfusu 6,7 milyona varan Honduras'ta kilometrekareye 60 kişi düşmektedir. Halkın yarısından çoğu kırsal (%53) alanda yaşamaktadır fakat 1998'deki Mitch kasırgasının ardından şehre göçte artış gözlenmiştir.
Honduras halkı kökenlerine göre üç ana gruba ayrılır:
Son dönemde ortalama yaşam süresi kadınlarda 67, erkelerde ise 65 yıla yükselmiştir. Ülkede her 1600 kişiye bir doktor düşerken her 900 kişiye de hastanede bir yatak düşmektedir. Binde 30 bebek ölümlerine rastlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre halkın gıda gereksinimi %98'lik bir oranla giderilmesine rağmen halkın yarısına yakın bir kısmı hatalı veya yetersiz beslenmeden muzdariptir.
Ülkede okuma yazma oranı %76'dır (kadınlarda ve erkeklerde ortalama aynı). Kırsal alanda okuma yazma oranı şehre kıyasla oldukça düşüktür.
Son yıllarda gözlenen hızlı nüfus artışı (2004 verilerine göre %2,2) nedeniyle Honduras'ta nüfusun yarısından çoğunu 18 yaşın altındaki çocuklar ve gençler oluşturmaktadır. Nüfus, son dönemdeki hızıyla artmaya devam ederse 2025'te toplam nüfusun 14 milyona ulaşması beklenmektedir. Yalnız hızlı nüfus artışı Honduras'ta fakirliğin sebebi olarak görülmemektedir.
Siyaset.
Honduras tarihinde İspanyol tesiri büyüktür. Uzun yıllar İspanyolların ticari dominyonu olarak kalan Honduras, bağımsızlığını kazandıktan sonra da kargaşa bitmemiştir. Bağımsızlıktan sonra El Salvador ile savaş durumuna gelen Honduras, bu olaydan dolayı ekonomik açıdan büyük kayıplar yaşamıştır. Hatta bir dünya kupası maçında El Salvadorlu futbolcuların kaldığı otel, Honduraslı vatandaşlar tarafından kundaklanmak istenmiştir. Bu olayın yankıları Honduras'ta hâlâ sürmektedir. Bugün Honduras dünyanın birçok ülkesine göç veren ülkelerin başında gelmektedir.
San Pedro Sula şehrinde, son yıllarda Meksika ve Kolombiyalı uyuşturucu kartellerinin faaliyetlerini artırdığı ve buna bağlı şiddet olaylarının artış gösterdiği bildiriliyor.
BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi'nin bilgilerine göre, Honduras'taki cinayet vakaları 2005-2010 arasında iki katına çıkarak, her 100 bin kişiden 87'sinin cinayete kurban gitmesiyle dünyanın en yüksek oranına sahip bulunuyor.
2009 Darbesi.
28 Haziran 2009'da askerî güçler, cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve seçilen kişinin ikinci bir dönem daha görev yapmasını mümkün kılacak anayasa değişikliklerini referanduma sunmaya hazırlanan solcu devlet başkanı Manuel Zelaya'ya karşı darbe yapmış ve onu iktidardan indirmişlerdir. Bu konuda Dünya'da, özellikle Amerika kıtasında büyük bir kriz başlamıştır.
Ekonomi.
Honduras'ın ekonomisi tropik fırtına Mitch'den önce ve Mitch'den sonra olmak üzere iki ayrı şekilde ele alınabilir. 1998 öncesi %80'lerde olan fakirlik, 1998'de yaşanan felaketten sonra daha da artmıştır. Bu değişim işsizlik oranında da sayılara yansır. Fırtına öncesi %31 olan işsizlik oranı 1998'i takip eden yıllarda %44'e kadar ulaşmıştır. 2003 yılında bu oranın tekrar %27'ye düştüğü belirtilmektedir.
Latin Amerika ve Karayip Ülkeleri Ekonomi Komisyonu (ECLAC)'nin hesaplamalarına göre Mitch 3,8 milyar dolarlık maddi hasara yol açmıştır ve bu rakam Honduras'ın Gayri safi millî hasıla'sının %70'ine denk gelmektedir. Hükûmet yeniden yapılanmanın 5 milyar dolara mal olacağını tahmin etmektedir.
Dünya Bankası, Honduras'ı düşük orta gelirli bir ülke olarak sınıflandırmaktadır. Ülkenin kişi başına geliri 600 ABD doları civarındadır ve bu da onu Kuzey Amerika'daki en düşük gelirlerden biri yapmaktadır. 2010 yılında nüfusun %50'si yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. 2016 yılına kadar %66'dan fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Son birkaç yıldaki ekonomik büyüme, Latin Amerika'daki en yüksek oranlardan biri olan yılda ortalama %7 olmuştur (2010). Buna rağmen, Honduras tüm Orta Amerika ülkeleri arasında en az gelişmeyi gördü. Honduras, ülkeyi orta kalkınmaya sahip olarak sınıflandıran 625 İnsani Gelişme Endeksi ile 188 ülke sıralamasında 130'uncu olarak yer almaktadır (2015).
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19906",
"len_data": 4806,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.57
}
|
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (, MIT, ), Cambridge, Massachusetts'te bulunan özel bir araştırma üniversitesi. Enstitü, Charles Nehri boyunca bir milden (1,6 km) daha fazla, kentsel bir kampüse ve bir kara hibe, bir deniz hibe ve uzay hibesine sahiptir. Enstitü ayrıca MIT Lincoln Laboratuvarı, Bates Merkezi ve Haystack Gözlemevi gibi bir dizi büyük, kampüs dışı tesisin yanı sıra Broad ve Whitehead Enstitüleri gibi kendine bağlı laboratuvarları da içerir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin yükselen sanayileşmesinin etkisiyle 1861'de kurulan MIT, bir Avrupa politeknik üniversite modelini benimsedi; uygulamalı bilim ve mühendislikte ilerlemek için laboratuvarlı eğitimine çok önem verdi. O zamanlardan beri Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, modern bilim, mühendislik, matematik ve teknolojinin birçok yönünün geliştirilmesinde kilit bir rol oynamıştır. Günümüzde yenilikçiliği ve akademik başarıları ile tanınan üniversite, teknoloji ile mühendislik alanlarında dünyanın en iyi üniversitesi seçilmiştir. Ağustos 2018 itibarıyla, mezunları, öğretim üyeleri ya da araştırmacıları tarafından 91 Nobel Ödülü, 25 Turing Ödülü, 8 Fields madalyası kazanılmıştır. QS Dünya Üniversite Sıralamaları'na göre 2022 yılında dünyadaki en iyi üniversite seçilmiştir.
Ekim 2019 itibarıyla 96 Nobel Ödülü sahibi, 26 Turing Ödülü sahibi ve 8 Fields Madalyası sahibi öğretim üyesi ve araştırmacı, MIT'in bünyesinde çalışmıştır. Ayrıca MIT, 58 Ulusal Bilim Madalyası sahibi, 29 Ulusal Teknoloji ve Yenilik Madalyası sahibi, 50 MacArthur Fellows üyesi, 73 Marshall akademisyeni, 48 Rhodes akademisyeni, 41 astronot, ve 16 ABD Hava Kuvvetleri'ne bağlı MIT Baş Bilimcisini de bünyesinde çalıştırmaktadır. Okulun aynı zamanda güçlü bir girişimci kültürü vardır. MIT, Amerikan Üniversiteleri Birliği'nin bir üyesidir.
Geçmiş.
MIT, 1861'de kuruldu ve 1865'te, Boston kentinin merkezinde kiralık bir binada eğitime başladı. 1916 yılında Boston şehrinin ortasından geçen Charles nehrinin karşı yakasında bulunan Cambridge semtinde bulunan şimdiki kampüsüne yerleşti. 1900 yılında aynı şehirde bulunan dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi'yle birleşmesi düşünüldü fakat bu öneri MIT mezunlarından gördüğü tepki üzerine gerçekleşmedi. Enstitünün önemi özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaptığı bilimsel ve askeri buluşlar dolayısıyla arttı. Soğuk Savaş yıllarında ABD hükûmetinden aldığı fonlarla araştırmaların hızını artırdı. 21. yüzyıla girerken hem kendi içinde yapılan buluşlarla, hem de mezunlarının kurduğu bilim ve teknolojiye dayanan başarılı firmalarla önemini korumaya devam etmektedir.
Yapısı.
MIT, içinde 26 bölüm bulunduran beş fakülteye ("school") ve bir koleje ("college") ayrılır:
Dünya Çapında Ağ Birliği (W3C).
Evrensel web standartlarını oluşturan ve sürümlerini gerçekleştiren World Wide Web Consortium'un merkezi bu üniversitenin kampüsü içerisinde faaliyet göstermektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19915",
"len_data": 2870,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.51
}
|
Kuleli Askerî Lisesi ya da günümüzdeki resmî adıyla Millî Savunma Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu Kuleli Yerleşkesi, İstanbul Boğazı kıyısında, Anadolu yakasında yer alan askerî okul. Bugünkü yerleşkede harp okullarını kazanan subay adayları, 1 yıl yabancı dil eğitimi almaktadır.
Önceden okulun amacı Türk Silahlı Kuvvetlerine subay ve Kara Harp Okuluna kaynak teşkil edecek öğrenci yetiştirmekti. Okula girebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin belirlemiş olduğu kriterlere uygunluk esas alınmaktaydı. 2016 Türkiye askerî darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL kapsamındaki Kanun Hükmündeki Kararname ile 31 Temmuz 2016 tarihinde diğer askerî okullarla birlikte Kuleli Askerî Lisesi de kapatılmıştır.
Bina, günümüzde Millî Savunma Üniversitesinde Yabancı Diller Yüksek Okulu olarak Hava, Kara ve Deniz Harp Okulu öğrencilerinin yabancı dil hazırlık sınıfı eğitimlerinde kullanılmaktadır.
Yerleşim bölgesi.
II. Mehmed İstanbul'u aldığı zaman Kuleli Askerî Lisesi'nin şimdi bulunduğu yerde bir koru, içerisinde de bir manastır ile bir kule bulunuyordu. 1512-1520 yılları arasında Yavuz Sultan Selim devrinde manastır yeniçerilere kışla olarak verilmiştir. Bu kışla mevkii, "Bostancıbaşı Odaları" diye anılırken zamanla güzel ve süslü bir bahçe haline gelişinden olacak ki Kuleli Bahçesi diye tanınmıştır. I. Süleyman padişah olunca, bahçede yüksek bir kulesi bulunan dokuz katlı ve her katı fıskiyeli havuzlarla süslenen büyük bir kasır yaptırmıştır. III. Ahmed, kule bahçesi ve etrafını has olarak kendi mülkiyetine almıştır. Bu dönemde Doğu Roma devrinden kalan kule yıktırılmıştır. 1744 yılında Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'nın damadı Kaymak Mustafa Paşa tarafından sahilde bir mescit yaptırılmıştır.
Tarihi.
Askerî reform ve kışla dönemi.
II. Mahmut (1808-1839) döneminde, Bostancıbaşı Odaları mevkiinde, yani okulun şimdi bulunduğu yerdeki bu kışla, Kuleli Askerî Lisesi'nin ilk yapısı olmuştur. Abdülmecid devrinde (1839-1861) kışla yanınca yerine, yarı kagir olarak yenisi inşa edilmiştir (1843). İki tarafına da kuleler yapıldığı için kışlaya bu tarihten itibaren Kuleli Kışla denilmeye başlanmıştır.
1847'de su yolları tamamlanarak kışlanın su işi de halledilmiştir.
Kafkasyalı Hüseyin Paşa tarafından tertiplenen ve Sultan Abdülmecit’i tahttan indirmek hedefini güden hareketin meydana çıkarılması üzerine, suçluların yargılanması Serasker Rıza Paşa tarafından Kuleli Kışlası’nda yapılmıştır. (Kuleli Olayı, 1859)
Kırım Savaşı'na iştirak etmek üzere İstanbul'a gelen Fransız ve İngiliz askerlerinin bir kısmı, Fransa’nın İstanbul Maslahatgüzarının isteğine uyularak bu kışlaya yerleştirilmiştir(1854). Burası, müttefik askerlerinin kışla ve hastanesi haline getirilmiştir. Harpte yaralanan ve tedavileri sırasında ölen müttefik askerleri kışlanın kuzeyindeki mezarlığa gömüldüğü için yakın zamana kadar bu mezarlığa İngiliz Mezarlığı deniliyordu.
Kışla, 1856’da İngilizler tarafından boşaltılırken, çıkarılan kasıtlı bir yangınla tamamen harap olmuştur. Abdülaziz devrinde (1861-1876) kışla, ana duvarları kagir, iç bölmeleri, tavan ve tabanları ahşap olarak iki kat halinde, Osmanlı’nın Ermeni saray mimarlarından Garabed Amira Balyan tarafından inşa edilmiş; böylece bugünkü kışla ortaya çıkmıştır(1871).
Askerî lise dönemi.
Osmanlı dönemi.
Kuleli Askerî Lisesi, "Mekteb-i Fünun-ı İdadiye" adı altında 21 Eylül 1845’te bugün İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılan Maçka Kışlası’nda kurulmuştur. Bu kışlanın tamiri nedeniyle ilk eğitim öğretim yılını, Mızıka-i Hümayün ve Baltacılar dairesi olarak kullanılan Çinili Köşk’te tamamlamıştır. Maçka Kışlası’nın tamiratının tamamlanması üzerine buraya taşınan Mekteb-i Fünun-ı İdadiye, Sultan Abdülmecit’in de bulunduğu bir törenle 10 Ekim 1846’da ikinci eğitim-öğretim yılına başlamıştır. 1868’de mevcut askerî idadilerin(liselerin) birleştirilmesi kararı alınmıştır. Bu tarihte, Kuleli de dahil olmak üzere, dört askerî idadi “Umum Mekteb-i İdadi Şahane” adı altında birleştirilerek Galatasaray Kışlası'na nakledilmiştir. İdadilerin birleştirilmesinden istenen sonuç elde edilemeyince, 1872'de okulların ayrı ayrı öğretime devam etmeleri kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine, Mekteb-i Fünun-ı İdadiye ve Deniz İdadisi, Kuleli Kışlası'na taşınmıştır. Bu tarihten sonra okul “Kuleli İdadisi” adıyla anılmaya başlamıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla Kuleli'nin hastahaneye çevrilmesi kararlaştırılınca okul, Pangaltı'daki harp okulu binasına taşınmıştır. Savaşın sona ermesiyle birlikte Askerî Tıbbiye İdadisi ile birlikte yeniden Çengelköy'deki binasına dönmüştür (1879). Mevcudun artması üzerine okul haricindeki sırt üzerindeki okul hastanesi tahliye edilip burası tıbbiyeye tahsis edilmiştir. Hastane ise Beylerbeyi'ne taşınmıştır. Askerî Tıbbiye İdadisi, daha sonra Haydarpaşa'ya nakledilmiştir (1910).
1912-1913 Balkan Harbi sırasında Kuleli Kışlası tekrar hastane olmuştur. Öğrencilerin bir kısmı Kandilli Kız Lisesi'nin bulunduğu Adile Sultan Sarayı'na bir kısmı da Beylerbeyi Sarayı'nın yanındaki binalara gönderilmiştir. 1913 yılı sonunda, okul tekrar eski binasına taşınmıştır.
I. Dünya Savaşı sırasında okul bir dönem Büyük Ada’daki Rum Yetimhanesi’ne taşınmıştır. Savaş sonu 5 Kasım 1920'de İngilizler’in Mondros Mütarekesi’ne dayanan istekleri üzerine okul binası boşaltılıp İngilizler tarafından Ermeni yetim ve göçmenlerine tahsis edilmiştir.
26 Aralık 1920'de Kuleli İdadisi, önce Kağıthane’de, Sünnet Köprüsü yanındaki çadırlardan ibaret bir ordugaha, bir ay sonra da Maçka’daki karakol binasına taşınmıştır. İngilizlerin buraya da el atması üzerine, Beylerbeyi Sarayı yanındaki eski Jandarma Okulu'na nakledilmiştir.
26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz'un parlak bir zaferle sonuçlanması sonucu başlayan Lozan Barış Görüşmeleri ile beraber İngilizler, Kuleli Kışlası'nı boşaltarak Türk makamlarına teslim etmişlerdir. Böylece okul, üç yıllık bir aradan sonra, 6 Ekim 1923’te eski yerine tekrar taşınmıştır.
Cumhuriyet dönemi.
1924’te çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (Eğitim Birleştirilmesi) ile okul sivil liseye dönüştürülmüş, adı da “Kuleli Lisesi” olarak değiştirilmiştir. Aynı ders yılı sonunda bu uygulamaya son verilmiş ve okul tekrar askerî liseye çevrilmiştir. Ayrıca 1925'te bugünkü adını almış, Kuleli Askerî Lisesi olarak anılmaya başlamıştır.
II. Dünya Savaşı nedeniyle, seferberlik planlarına uyularak Kuleli Askerî Lisesi Mayıs 1941'de Konya'ya nakledilmiştir. Kuleli Kışlası 1000 yataklı askerî hastane haline getirilmiş ve Boğaz Nakliyat Komutanlığı da buraya taşınmıştır.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, 18 Ağustos 1947'de İstanbul'a taşınarak tekrar ve son kez tarihi ve kutsal yuvasına kavuşmuştur. Kuleli Askerî Lisesi, 1975-76 öğretim yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığına bağlı liselerin fen kolu programını uygulamıştır. Bu tarihte kolej sistemine geçilmiş, daha önce üç yıl olan öğretim süresi hazırlık sınıfının açılmasıyla birlikte dört yıla çıkarılmıştır. 2005 yılında MEB'in liselerdeki öğrenim süresini 4 yıla çıkarmasıyla beraber hazırlık sınıfı kaldırılmıştır. 2008 yılında alınan kararla öğrenim süresi 5 yıla çıkmıştır. 2013 yılında ise tekrar eğitim ve öğretim süresi 4 yıla düşürülerek hazırlık sınıfı kaldırılmıştır.
2016 Türkiye askerî darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL kapsamındaki Kanun Hükmündeki Kararname ile 31 Temmuz 2016 tarihinde diğer askerî okullarla birlikte kapatıldı.
Bina 2022-2023 eğitim-öğretim dönemi itibarıyla Milli Savunma Üniversitesine bağlanıp, Yabancı Diller Yüksek Okulu olarak Hava, Kara ve Deniz Harp Okulu öğrencilerinin yabancı dil hazırlık sınıfı eğitimlerinde kullanılmaktadır.
Çalışmalar.
Kuleli Askerî Lisesi'ne 2006 yılında dikilen dev Türk Bayrağı, 43 metrelik boyu ile İstanbul'un 2. en büyük Türk Bayrağı'dır. Bayrak, İstanbul'un birçok noktasından rahatça görülebilmektedir. Özellikle eklenen yüksek voltajlı projektörler, bayrağın geceleri de rahat görünmesini sağlamaktadır.
Okul müzesinde öğrencilerin aldığı ödüller ve bir adet Filkuşu yumurtası bulunmaktadır. Ayrıca altın sırmalı koltuklar ve çeşitli antika eşyalar da mevcuttur.
Kuleli Askerî Lisesi Marşı.
Deniz senin, toprak senin, gök senin,
Zafer olsun en mukaddes emelin.
Çağlayanlar gibi köpür arşa taş,
Ufuklardan yüksel şahikalar aş.
Ey şerefli, şanlı yuva KULELİ,
Hedefindir bütün cihan ileri.
Hayat umar vatan tatlı sesinden,
Miras kalan asil kandır ceddinden.
Ay yıldızın gökyüzünden parlasın,
Nurunda Türklük dünyayı kaplasın.
Senin adın bu ülkede tanınmış,
Cumhuriyet kitabına yazılmış,
Sen mukaddes, altın ocak KULELİ,
Saklar bağrın kahramanlık emeli.
Besteleyen: Hamdi Ergüvenç
Güfte: Kemal Yalçınalp
Kuleli Askerî Lisesi Marşı, 1927-1928 öğretim yılında yazılarak bestelenmiş, ilk kez 1935-1936 yılına ait okul yıllığında yayımlanmıştır.
Mezunları.
Lisenin kayda değer mezunları şu şekildedir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19916",
"len_data": 8805,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.36
}
|
Gerhard Schröder (tam adı Gerhard Fritz Kurt Schröder) (d. 7 Nisan 1944, Blomberg), Alman emekli politikacı. 1990'dan 1998'e kadar Aşağı Saksonya eyaleti başbakanıydı. Ekim 1998'den Nisan 2005'e kadar Almanya Federal Cumhuriyeti'nin yedinci şansölyesi oldu. Ayrıca 1999-2004 yılları arasında da Sosyal Demokrat Parti SPD'nin genel başkanlığını da yaptı. Haziran 2017'de Helmut Kohl'ün ölümünden sonra Angela Merkel ile birlikte hâlen hayatta olan emekli başbakandır.
Hayatı.
Gençliği ve eğitimi.
Babası Fritz Schröder, Wehrmacht'ta bir onbaşı olarak katıldığı II. Dünya Savaşı'nda, Gerhard'ın doğumundan birkaç ay önce, 4 Ekim 1944 tarihinde öldü. Anne Erika Schröder işçi olarak çalışarak iki oğlunu yetiştirdi.
Gerhard Schröder, Abitur sınavından sonra üniversiteye kaydoldu. 1966-1971 yılları arasında Göttingen Üniversitesi'nde hukuk okudu. 1972 yılından itibaren üniversitede asistan olarak görev yapmaya başladı ve daha sonra 1990 yılına kadar avukat olarak çalıştı.
Siyasi hayatı.
1963 yılında Sosyal Demokrat Parti'ye katıldı. 1978 yılında SPD gençlik örgütü genç sosyalistler "JuSos"un ulusal örgütünün başkanı oldu. 1980 yılında Bundestag'a seçildi ve federal milletvekili oldu. SPD Hannover ilçe başkanı oldu. 1985 yılında Doğu Berlin ziyareti sırasında Doğu Almanya lideri Erich Honecker ile bir araya geldi.
1986 yılında Aşağı Saksonya meclisine seçildi ve SPD grubunun lideri oldu. SPD'nin Haziran 1990'da eyalet seçimlerini kazanmasından sonra SPD-Yeşiller koalisyonunun başkanı olarak Aşağı Saksonya eyalet başbakanı oldu. Bu göreve 1994 ve 1998 yıllarında yeniden seçildi.
1990 yılında eyalet başbakanı seçilmesinin ardından, SPD Federal Yönetim Kurulu üyesi oldu. 1997 ve 1998 yılında federal konsey başkanı olarak görev yaptı, ama başbakan olunca bu görevinden istifa etti. 22 Mayıs 2005 tarihinde SPD, Kuzey Ren-Vestfalya eyalet seçimlerinde Hristiyan Demokratlar'a (CDU) yenilince, en kısa sürede federal seçim isteyeceğini duyurdu. Federal mecliste 1 Temmuz 2005 tarihinde, oy çoğunluğu ile seçim kararı alındı.
Almanya federal seçimleri 18 Eylül 2005 tarihinde yapıldı. 22 Kasım 2005 tarihinde Angela Merkel, Gerhard Schröder'in ardından sekizinci şansölye olarak seçildi.
Schröder, Rusya ve Putin ile hep yakın ilişkilerde bulunmuştur. Bu yakınlığı sebebiyle Avrupa ve Almanya'da sıkça eleştirilere maruz kalmıştır. Schröder, şansölyeliği bıraktıktan sonra özellikle enerji sektörüyle yakinen ilgilenmiştir. Schröder, şansölyelikten sonra zengin Rus petrol-enerji şirketleri Rosneft'te bir süre Denetleme Kurulu Başkanlığı görevini yapmıştır. Rus enerji devi GAZPROM'daki yönetim kurulu üyeliği günümüzde hala devam etmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19917",
"len_data": 2651,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.33
}
|
Kabataş Erkek Lisesi, 1908 yılından beri öğretim yapan, Türkiye'nin en eski liselerinden biridir.
Kampüsü İstanbul'un Ortaköy semtinde deniz kenarında yer alır. Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı Liseye Geçiş Sınavı (LGS) sonucunda tercih yapıp bu liseyi kazanan kız ve erkek öğrenciler bu liseye gitmeye hak kazanırlar.
Kabataş Erkek Lisesi'nde hâlen yaklaşık 250'si yatılı 900 lise öğrencisi okumaktadır. Ana binanın hemen yanında kız ve erkek yatılı bölümü, yemekhane ve kantini kapsayan bir diğer binayı bulundurmaktadır. Öğretim kadrosu bir müdür, 3 müdür yardımcısı ve 64 öğretmenden oluşmaktadır.
Tarihçe.
Kabataş Erkek Lisesi 7 Mart 1908 tarihinde Padişah II. Abdülhamit'in fermanıyla “Kabataş Mekteb-i İdâdisi” adı altında kuruldu. Kuruluş amacı; İslam dünyasına seçkin idareci yetiştirmekti. 18 Nisan 1908 tarihinde Kabataş semti deniz kıyısındaki set üstünde Esma Hatun Konağı'nda öğretime başladı. İlk müdürü Hasan Tahsin (Ayni) Bey'di ve bütün lise 7 sınıf ve 276 öğrenciden oluşuyordu. 1909-1910 öğretim döneminde ilk mezunlarını 23 öğrenciyle verdi.
Balkan Savaşları'na diğer okullar gibi Kabataş'tan da birçok öğretmen ve son sınıf öğrencisi katıldı. Savaş sonucunun ülkede yarattığı büyük üzüntü ve ilan edilen genel yas sonucunda, 7 Mart 1913'te okul flamasının kırmızı-beyaz olan renkleri kırmızı-siyah olarak değiştirildi.
Okul 1913'te beş sınıflı ilk kısmı açılarak 12 sınıflı sultaniye dönüştürüldü ve Kabataş Mekteb-i Sultanisi adını aldı. 1919'da yatılı kısmı açıldı. Cumhuriyet'in ilanı ile sultaniler kaldırılınca, Kabataş Mekteb-i Sultanisi 1923-1924 öğretim yılında Kabataş Erkek Lisesi oldu, 1925-1926 öğretim yılında ilk kısmı kaldırıldı. Lise, 1928-1929 öğretim yılında, 19. yüzyılın ikinci yarısında padişah yakınlarının yazlık ikametgâhı olarak yapılmış olan Feriye Sarayları'nın günümüzde öğretim yapılan binasına taşındı. Bu binalar Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz'in 1876 yılında tahttan zorla indirilerek 4 gün süreyle hapis yaşadıktan sonra intihar ederek öldüğü ya da öldürülüp bırakıldığı mekân olarak bilinirler. Abdülaziz'in naaşı şu anda müdür odası olarak kullanılan odada bulunmuştur.
1934 yılında okul bahçesinde bulunan ve Ağalar Dairesi adıyla bilinen, cadde üzerindeki eski bina onarılarak konferans salonu ve laboratuvarların yer aldığı Kültür Binası olarak kullanıma açıldı.
Öğrenci sayısının artması nedeniyle 1941-1942 ve 1959-1960 öğretim yıllarında orta kısmı 2 kez kapatılan ve yalnız lise olarak devam eden Kabataş Erkek Lisesi binalarına, Feriye Sarayları'nın Beşiktaş Ortaokulu olarak kullanılan bugünkü yatakhane binası da pansiyon binası olarak eklendi. 1979-1980 öğretim yılında okula 42 kız öğrenci kaydedildi. Kız öğrenciler yalnız bir yıl okuduktan sonra Beşiktaş Ortaokulu'na nakledildiler.
1987'de Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı kuruldu. 1992-1993 öğretim yılında karma eğitime ve Yabancı Dil Ağırlıklı Türkçe Eğitim/Süper Lise programına geçildi, İngilizce hazırlık sınıfı açıldı. 1994-1995 yılından itibaren kız öğrencilere de yatılılık olanağı sağlandı. Okulun bitişiğindeki eski kömür deposu ve sonradan tekel deposu olan Feriye Karakolu ve Zaptiye Koğuşları 1989'da Kabataş Eğitim Vakfının çabalarıyla okul alanına dahil edildi. Burası restore edilerek 1995'ten itibaren Eğitim ve Kültür Sitesi olarak hizmet vermeye başladı.
1998-1999 öğretim yılından itibaren Kabataş Erkek Lisesi Anadolu Lisesi statüsünde eğitim yapmaktadır.
2006-2007 eğitim sezonu ile birlikte öğrenim süresi 5 yıla çıkarılmıştır.
2009 yılından itibaren birinci yabancı dil olarak Almanca eğitim veren iki sınıf açılmıştır.
2017'nin Haziran ayında yatakhane binasının depreme dayanıksız olduğundan restorasyon kararı alınmıştır. İstanbul Valiliği, sonradan yapılan ek binların yıkılacağını, tarihi yapıların ise restore edileceğini söylese de uzmanlar iş makinelerinin binanın tarihi yapısını zarar verdiğini belirtti. Günümüzde yatakhane binasında restorasyon çalışmaları devam edip erkek pansiyonları Üsküdar'da, kız pansiyonları ise Ortaköy'de hizmet vermeye devam etmektedir.
2022 yılında Kabataş Erkek Lisesi Cambridge Üniversitesi bazlı IGCSE adlı uluslararası programı yürürlüğe koymuştur.
Sosyal etkinlikler.
Kabataş Erkek Lisesi, akademik başarısının yanı sıra Türkiye'de sosyal yönden en aktif olan okullardan biridir. Yaklaşık olarak 40 kulüp faaliyet göstermektedir.
Sosyal sorumluluk projesi olarak Van'da bir okulla 'Kardeş Okul' bağı kurulmuş, karşılıklı olarak ziyaretler gerçekleştirilmektedir. Ayrıca engellilerle ilgili de birçok etkinlikte yer alan Kabataş Erkek Lisesi, 2011 yılından beri Best Buddies Türkiye projesine katılmakta, projeye katılan öğrencilerle engelli gençler arasında arkadaşlık bağları kurulmaktadır. Yine engellilerle ilgili olarak, okulun 'Sosyal Sorumluluk ve Dayanışma Kulübü', ilgilenen öğrencilere işaret dili öğretmektedir.
Okuldaki İngilizce Kulübü adı altında çalışan "Avrupa Gençlik Parlamentosu Kulübü" (EYP) ve "Model Birleşmiş Milletler Kulübü" (MUN) kulüpleri vardır. Bu iki kulüp şu ana kadar okulda pek çok konferans organize etmiştir.
Almanca Kulübü'nde ise Almanya-Türkiye arası öğrenci değişimi ve çevreye duyarlılığı kapsayan "Çevrecilikle Kurulan Köprüler" (UBB) ve pek çok ülkeden öğrencilerin katılımıyla kültürel etkileşimin ve yine çevre duyarlılığının sağlandığı "Comenius" projeleri yürütülmektedir.
Robotik takımı, uluslararası olarak her sene düzenlenen FRC yarışmasına katılmakta ve önemli başarılar elde etmektedir. Üyelerine gerekli eğitimleri sağlamaktadır.
Junior Achievement kulübü uluslararası olarak düzenlenen JA yarışmasına katılarak önemli başarılar elde etmesinin yanı sıra yaptığı etkinliklerle de önemli işlere imza atmaktadır.
Kültür Edebiyat ve Yayın Kulübü, Kabataş mezunu ve edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil anısına 2010 yılından itibaren her yıl İstanbul liseler arası Behçet Necatigil Şiir Yarışması düzenlemektedir. 2019 yılından itibaren 1952-56 yılları arasında çıkmış Dönüm dergisi tekrar yayın hayatına kavuşturulmuş, 2021 itibarıyla üçüncü sayısı yayımlanmıştır. Yine Kabataş'ta öğretmenlik yapmış Ömer Seyfettin anısına her yıl İstanbul liseler arası Ömer Seyfettin Öykü Yarışması düzenlenmektedir.
Ayrıca Satranç kulübü altında yer alan Kabataş Erkek Lisesi Satranç takımı 2017-2018 eğitim yılı okullararası Türkiye Satranç Şampiyonası Gençler Genel kategorisi 1.si Gençler Kızlar 3.sü olmuştur.
Kaynakça.
3.İstanbul Kabataş Erkek Liseliler Derneği. www.iskader.org.tr
4.Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı (KELEV) www.kelev.org
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19918",
"len_data": 6495,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.52
}
|
Karaoğlan, ilk kez 1 Nisan 1963'te Türkiye'de yayımlanmaya başlayan, Suat Yalaz'ın yazıp çizdiği haftalık tarihi çizgi roman dergisidir. Farklı dönemlerde değişik yayınevleri tarafından yeniden yayımlanan dergi en son 2000'li yıllarda bir kez daha yayımlanmıştır. Dergi haline gelmeden önce de ilk kez 3 Ocak 1962'de Akşam Gazetesi'nde tefrika edilmiştir.
Yayın öyküsü.
İlk sayısı 1 Nisan 1963 tarihinde çıkan derginin yayımcısı bizzat Suat Yalaz'dı. 240x170 mm boyutlarındaki 32 sayfalık bu dergi 3. hamur kağıda siyah beyaz olarak basılıyordu. 25 Mayıs 1982'de eski maceraları renklendirilerek Güçlü Yayıncılık tarafından yeniden çıkartılmaya başlandı. Bu haftalık serinin ilk sayısı promosyon olarak Güneş Gazetesi tarafından ücretsiz verilmişti. Sadece 16 sayfa hacmindeki bu dergi biraz daha büyük boyuttaydı
ve ortalama onar sayı bir arada ciltler halinde de bayilere verildi. 1990'larda Tay Yayınları tarafından da bir seri Karaoğlan yayımlandı. Ocak 2000'de ise bu kez Leman Yayınları Karaoğlan'ı aylık yayımlamaya başladı. Sadece 4 sayı çıkan kitap tarzında yayımlanış bu Karaoğlanlar 235x170 mm boyutlarındaydı ve 142 sayfaya iki renkli (fonlar uçuk sarı) basılıyorlardı. Son olarak da 2000'li yıllarda Lâl Kitap tarafından 57 kitaplık bir serisi yayımlandı.
Karaoğlan nasıl doğdu.
Karaoğlan'ın gerçek öyküsü, 1956'da başlar. Abdullah Ziya Kozanoğlu, Kızıltuğ adlı öyküsünü, Resimli Mecmuada tefrika eder. Kızıltuğ'da ortaya çıkan Otsukarcı ve oğlu Kaan, maceradan maceraya koşan Orta Asyalı kahramanlardır.
1959'da Akşam gazetesinde, Kızıltuğ'un çizgi romana dönüştürülmesi gündeme gelir ve bu iş için genç ressam Suat Yalaz düşünülür. 19 Ağustos 1959'da başlayan Kızıltuğ büyük ilgi görür ve devamına karar verilir. Kızıltuğ'un devamı niteliğindeki "Cengiz Han'ın Hazineleri", kahramanı Kaan'ın ismiyle çizilir.
Kaan, Karaoğlan'ın son ismini almadan geçirdiği bir dönemdir. Suat Yalaz, toplam dokuz adet Kaan macerası hazırlar.
Bu maceralar, Cengiz Han'ın Hazineleri, Tibet Canavarı, Altın Saçlı Kız, Kız Kulesi Kahramanı, Hülagu'nun Gözdesi, Ağahan'ın Yüzüğü, Alagoya'nın Ölümü, Altın Hançer ve Bozkurt'un İntikamı'dır.
Kozanoğlu, bu maceralardan başka Kaan yazmayınca, Suat Yalaz kahramanın adını değiştirir ve Karaoğlan böylece doğmuş olur. "Asya Kaplanı" adlı ilk Karaoğlan macerası, 1963 başında dergi olarak yayına başlar.
Kaan'dan Karaoğlan'a geçiş kolay olmuştur; yani kahnaram farklı bir çizgiyi gerektirmemekte ve tiplerin çoğu hazırdır. Karaoğlan, ana karakterini Kaan'dan almıştır. Otsukarcı, Baybora'ya, Çakır'sa Çalık'a dönüşmüştür.
Karaoğlan atletik, deli-dolu, gözüpek ve mert bir Uygur genci olarak tanıtılır ilk başlarda. Bir kahramanda bulunması gereken tüm özelliklere sahiptir. Göçebedir ve bir yerde uzun süre kalmaz. Bu da maceraların geçtiği haritayı genişletmektedir. Zaman içinde Çin'den Hindistan'a, Bizans'tan Altaylar'a uzanır bu maceraların coğrafyası.
Karaoğlan, erkek çocuklara törenle ad koyulan bir dönemde yaşar, ama böyle bir tören göremez; daha birkaç aylıkken annesi öldürülür, babası yaralı bir şekilde oğlunu kurtarabilir ve onu bir ormancıya emanet eder. Ormancı da bebek kendilerine ait olmadığından ona bir isim vermez. Ama kara, gür saçlarından dolayı onu Karaoğlan diye çağırırlar.
Suat Yalaz, birçok maceranın temellerini Türk tarih ve folklorundan almış, bir o kadar da yabancı kaynaklardan yararlanmıştır. Dede Korkut'tan Pardanyanlar'a, Demir Maskeli Adam'dan efsanelere kadar geniş kaynak vardır Karaoğlan maceralarının altyapısında.
Karaoğlan'da kullanılan dile de büyük özen gösterilmiştir. Bazı maceralarda o dönemin dili tercih edilir.
Karaoğlan içerdiği erotizmle, küçükler kadar büyüklerin de ilgisini çeker. Bu, Karaoğlan'a olgun ve gerçekçi bir görünüm kazandırır.
Karaoğlan, diğer yabancı örneklerde çok iyi işleyen bir mekanizmayı da hiç bozmadan kullanır ve aynı başarıyı yakalar. Bu, sertlik ve mizahın uygun bir dozda karıştırılmasıdır. Gerginliği azaltan, okura soluk aldıran mizah, yan karakterlerin (Çalık ve Balaban) davranış biçimlerinden kaynaklanır.
Karaoğlan'daki psikolojik tahlillerse, edebi bir derinlik ve değer kazandırmaktadır. İnsanlar yalnızca iyiler ve kötülerden oluşmaz. Aralıkta pek çok insan yapısından söz edilebilir. "İnceyılan Hanı" adlı maceranın kötü Düşes Berthe'si, Karaoğlan'in peşine takılıp Urfa yöresini dolaşmaya başlar. Burada yaşayan yerli halkı, tanıdıkça kişiliği değişmeye başlar. "Kul Bakay'ın Mezarı" adlı maceradaysa çocuk Karaoğlan'ı kaçıran bir uğru ile çocuk arasında sert başlayan ilişki, giderek karşılıklı sevgiye dönüşür. (Benzeri bir öykü de yıllar sonra "Perfect World" adlı filmde işlenir.)
Karaoğlan öyle tutulur ki, Suat Yalaz ister istemez eserini filme dönüştürme kararı alır. Yarışma ve kampanyalarla Karaoğlan'ı canlandıracak biri aranmaya başlanır. Sonuçta Suat Yalaz, tesadüfen Kartal Tibet'i bulur. "Altay'dan Gelen Yiğit", "Baybora'nın Oğlu" ve "Camoka'nın İntikamı" peşpeşe çevrilir.
Dönemin sosyal ve politik ortamı da Karaoğlan'ın birçok macerasına yansır. Örneğin, "Mor Kahküllü Şehzade"de, 1970'lerin başında İsmet İnönü üstündeki politik baskıların arttığı dönemde, Yalaz İsmet Paşa'nın bu durumundan esinlenerek Kazılık Koca'yı ortaya çıkrır ve bu Dede Korkut öyküsünü, dönemin siyasi olaylarına denk düşürür. 1980'lerde yurtdışında resmi görevlilerimize Ermeni saldırılarının arttığı ve toplumsal öfkenin de büyüdüğü bir dönemde çizilen "İnceyılan Hanı"nda, Ermeni-Türk ilişkileri incelenir ve dengeli bir yaklaşımla anlatılır.
Tarzı.
Suat Yalaz "Karaoğlan"ı resimlemeye başladığı zaman başlangıçta Kanada asıllı Amerikalı çizgi roman sanatçısı Hal Foster'ın çizgilerinden fazlasıyla etkileniyordu. Özellikle de Foster'ın 1937 yılında çizmeye başladığı, konusu 5. yüzyılda Kral Arthur döneminin İngilteresinde geçen "Prince Valiant"ından çizgi ve tarz olarak çok etkilenmişti. Yalaz, Orta Asya folklor ve geleneklerine dayanan Karaoğlan temalarının arasına, Orta Çağ Avrupasında geçen ve Batı'ya ait bir çizgi romanın tarzını ustalıkla yedirmeyi başarmıştı. Haftalık periyodlarla çıkan dergisini baskıya yetiştirebilmek için zaman zaman çizimlerde kendisine Abdullah Turhan, Nezih Dündar ve Metin Erginaslan yardımcı oluyordu.
Suat Yalaz "Karaoğlan"ın bazı maceralarında kahramanlarını konunun geçtiği dönem ve mekânda konuşulduğu varsayılan bir dille konuşturmayı tercih etmişti. Bunun maceraya ayrı bir ağırlık katacağını düşünüyordu. "Karaoğlan"ın bir başka özelliği ise, döneminde çıkan başka çizgi romanlarda hiç rastlanmadığı bir şekilde cinselliğe ve erotizme oldukça yüksek bir dozda yer vermiş olmasıdır.
Karaoğlan'ın yayın kronojisi.
İlk kez 18 Ağustos 1959'da Akşam Gazetesi'nde tefrika edilen ve yine ilk defa 1 Nisan 1963 tarihinde dergi formatında yayımlanan Karaoğlan, Milliyet, Güneş ve Takvim gibi gazetelerde de yayımlandıktan sonra 2000'li yıllara gelininceye kadar Türkiye'de birkaç yayınevi tarafından defalarca dergi ve kitap formatlarında yayımlandı. Karaoğlan'ın Türkiye'deki yayın kronolojisi şöyledir:
Karaoğlan diğer dillerde.
Karaoğlan'ın bir başka özelliği, yurt dışında seri olarak yayımlanan ilk yerli çizgi roman olmasıdır. 1970 yılında çalışmalarını sürdürmek üzere Fransa'nın başkenti Paris'e yerleşen Suat Yalaz bu yıldan başlayarak Karaoğlan'ın Akşam'da çıkan tüm serüvenlerini ufak düzeltmeler yaparak 7 yıl boyunca "Kébir" adıyla, bir ara da "Changor" adıyla yayımladı. Fransa'yla beraber Kanada ve Avrupa'nın bazı Fransızca konuşulan ülke ve bölgelerinde de dağıtıldı. Ama dergi özellikle de Fransa'yla kültürel bağları bulunan Cezayir, Fas ve Tunus gibi Kuzey Afrika ülkelerinde rağbet gördü. Yalaz'ın anlattığına göre Cezayir Fransa'yla kültürel bir çatışmaya girince Fransız yayınlarına ülkede kota ve boykot uygulandı. Bu dönemde Cezayir'e girebilen sayılı Fransız yayınlarından biri de "Kebir" di. Buna bağlı olarak "Kebir" in maceraları genelde Araplarla ilgiliydi. Yalaz'ın kendi sözleriyele "Kebir'in asıl başarısı Fransa'da değil Cezayir'de oldu". Bunun sonucunda da ayda bir çıkarken ayda iki defa çıkmaya başladı. Dergiler siyah beyaz ve küçük boydu.
Karaoğlan'ın Fransa serüveni şöyle özetlenebilir:
Örnek olarak Fransa'da çıkan albümlerden biri şudur:
İngilizce'de yine "Kebir" adıyla çıkan Karaoğlan, yine 1970'li yılların sonunda Irak Kültür bakanının Suat Yalaz'ı Bağdat’a davet etmesinden sonra bu ülkede de "Çöl Kartalı" adıyla kısa bir süre Arapça olarak yayımlanmıştır.
Bir de hazırlanan ama yayınlanmayan Rusça Karaoğlan albümü vardır. БОЭКАШИ ("Bozkaşi") adlı bu albümün tanıtımları bile yapılmış ama basılamamıştı.
Karaoğlan filmleri.
Suat Yalaz'ın yarattığı "Karaoğlan" çizgi karakteri Türkiye'de 1965 ve 1972 yılları arasında 7 defa sinemaya uyarlanmıştı. Bu filmlerin hemen hepsinde yönetmen Suat Yalaz, başrol oyuncusu ise Kartal Tibet'ti. İstisna olarak bu filmlerden sadece birini Mehmet Aslan yönetmiş, bir diğerinde de Karaoğlan rolünü Kuzey Vargın oynamıştı.
Ayrıca Karaoğlan'la ilgili iki Türk filmi daha vardır. Bunlar:
Bunlardan başka 2002 yılında "Karaoğlan" adında bir TV mini dizisi de yapılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19927",
"len_data": 9022,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.22
}
|
Sincan Belediyesi Ankaraspor ya da Ankaraspor, 21 Mart 1978'de Ankara'da kurulmuş Türk futbol kulübü. 2. Lig'de mücadele eden takım, 2022-23 sezonundan itibaren iç saha maçlarını 2.640 kişilik Etimesgut Belediyesi Atatürk Stadyumu'nda oynamaktadır.
2009-10 sezonuna Süper Lig'de başlamasına rağmen Türkiye Futbol Federasyonu'nun, kulübün MKE Ankaragücü ile yakınlaşması nedeniyle aldığı karar neticesinde 1. Lig'e düşürülmüş ve tüm maçlarında 3-0 hükmen yenik sayılmıştır. 5 Ağustos 2010 tarihinde feshedilen kulüp 29 Haziran 2011 tarihindeyse federasyonun kararıyla tekrar liglere dönmüştür. Ancak 24 Ağustos 2011 tarihinde yaptıkları bir açıklama ile lige katılmayacaklarını bildirmişlerdir. 2013-14 sezonunda ise 1. Lig'e katılarak üç sezon aradan sonra profesyonel liglere geri dönmüştür.
Tarihçe.
Ankaraspor, Ankara Belediyespor adıyla 21 Mart 1978'de kurulmuştur. 1994'e kadar dört ayrı branşta faaliyet göstermiş, 1994 yılında yönetim değişikliği sonrası kulübe yeni branşlar da eklenmiş ve lisanslı sporcu sayısı 2.000'i aşmıştır.
1984 yılında Ankara Büyükşehir Belediyespor adını almış, 1998 yılında ise tekrar isim değişikliğine giderek Büyükşehir Belediye Ankaraspor ismini almıştır. 2005 yılında kulüp yönetiminin aldığı karar sonucunda futbol branşı Ankara Büyükşehir Belediyesi bünyesinden çıkartılarak "Ankaraspor A.Ş." adı ile özelleştirilmiştir. Böylece Ankaraspor bir spor kulübü değil, bir futbol kulübü hüviyetine bürünmüştür.
Ankaraspor tarihindeki en iyi sezonunu 2004-05 sezonunda yaşamış, Süper Lig'de 48 puan toplayarak ligi 7. sırada bitiren takım bu başarısı ile 2005-06 sezonunda Türkiye'yi UEFA Intertoto Kupası'nda 2. turdan başlayarak temsil etme hakkı kazanmıştır. 2006-07 sezonunda oynadığı Intertoto müsabakalarında ise 1 galibiyet ve 1 mağlubiyet almıştır. 2006-07 sezonunu 8. bitiren Ankaraspor, ligi orta sıralarda bitirmeye devam ederek 2007-08 ve 2008-09 sezonlarını 10. olarak tamamlamıştır.
Liglerden ihraç.
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulunun 15 Eylül 2009 tarih ve 15 sayılı toplantısında ""Ankaraspor ile aynı ligde mücadele ettiği Ankaragücü Kulübü ile arasındaki ilişkinin, sportif rekabeti engelleyici, müsabakaların ve ligin dürüstlüğünü, kamuoyunun ligin dürüstlüğüne ilişkin algısını zedeleyecek nitelikte olması"" iddialarıyla TFF statüsünün 18. ve 76. maddeleri ile kulüp tescil talimatının 17. maddesine aykırılıktan futbol disiplin talimatı'nın 45/1. maddesi uyarınca, konuyla ilgili uluslararası kural ve kabullerde belirlenmiş olan ölçütler de dikkate alınarak Süper Lig'in bir alt ligi olan 1. Lig'e düşürülmüştür. Kulüp, bu karardan sonra ligden düşürülme kararının iptal edilmesi istemiyle TFF aleyhine dava açmıştır. TFF kulüpten davasını geri çekmesini istemiş ancak kulüp bu isteği reddetmiştir. Bunun üzerine 5 Ağustos 2010 tarihinde TFF kulübün lisansını iptal etmiş ve kulübü tüm liglerden ihraç etmiştir. Ancak bir sezon sonra 29 Haziran 2011 tarihinde kulübün TFF aleyhine açtığı davasını geri çekmesi karşılığında ihraç kararı kaldırılarak kulübün 1. Lig'den mücadeleye devam etmesi kararı verilmiştir. Fakat cezalarının kaldırılmasına rağmen kulüp ligde yer almayacaklarını açıklamıştır. Fakat kulüp 2011-12 sezonuna A2 Ligi'nde devam etme kararı almış, 2012-13 sezonunda ise 1. Lig'de yer alacağını açıklamıştır. TFF ise aldığı yanlış karardan dolayı Ankaraspor'a kademeli olarak toplamda 21.865.092 TL tazminat ödemiştir. Ayrıca GSB kulübün Süper Lig'den bir alt lige düşürüldüğü 2009-10 ve liglerden ihraç edildiği 2010-11 sezonlarında toplam 2.193.242 TL gelir elde ettiği açıklanmıştır.
Liglere dönüş.
Kulübün liglerden ihraç edilmesini takip eden 3 sezonda Ankaraspor liglere katılmamış ve 2013-14 sezonunda Türkiye Futbol Federasyonu tarafından tekrar 1. Lig'e dahil edilmiştir. Üç yıllık aradan sonra profesyonel liglere geri dönen Ankaraspor, 1. Lig'de 18 galibiyet ve 12 beraberlik alarak 66 puanla ligi 4. sırada bitirip play-off oynamaya hak kazanmıştır. Play-off yarı finalinde Samsunspor'a 1-0 ve 1-1'lik sonuçlarla elenmiştir.2014 2015 sezonunda ise Kayserispor'un ardından 2. olarak Süper Lig'e yükselmiştir.
Kimlik değişimi.
2014-15 sezonu öncesinde kulübün Ankaraspor olan ismi Osmanlıspor Futbol Kulübü, mavi-beyaz olan renkleri ise mor-sarı olarak değiştirilmiştir. Ayrıca bunlara bağlı olarak logo da yenilenerek kulübün kuruluş yılı olarak 2014 yılı tescil edilmiştir.
Küme düşmesi.
2015-2016 sezonunu 5. sırada bitiren kulüp, UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele ettiği 2016-2017 sezonunu küme düşme hattının 2 puan yukarısında tamamladı. Ekim 2017'de kulübün onursal başkan Melih Gökçek'in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığından istifa etmesinin ardından kulübün maçlarını ortalama 4 bin seyirci izlerken, ani bir düşüş yaşanarak 1900 seyirci izlemeye başladı. Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Melih Gökçek'in aktardığı belediye kaynaklarının yeni başkan Mustafa Tuna tarafından kesilmesinin ardından düşüşe geçen Osmanlıspor, 2017-2018 sezonunun bitimine bir hafta kala küme düşen üçüncü kulüp oldu.
2018-19 1. Lig Sezonunu 4. bitiren Osmanlıspor Play-off yarı finalinde Gazişehir Gaziantep takımına penaltılarda elenmiştir. Yönetimsel problem yaşayan, transfer yasağı nedeniyle kadrosunu güçlendiremeyen Osmanlıspor, ulusal lisans şartlarını yerine getiremediği için 2019-20 sezonu içinde 3 puan silme cezası aldı. Sezon sonunda 1. Lig'i 30 puanla 16. sırada tamamlayarak iki sezondur mücadele ettiği 1. Lig'de küme düştü ancak Süper Lig'in 21 takımla oynanması kararı üzerine 1. Lig'de kalmıştır.
Yeniden kimlik değişimi.
2020-21 sezonu öncesinde adı Osmanlıspor olan kulüp, ismini tekrar Ankaraspor olarak değiştirdi ve halihazırdaki renkleri olan mor-sarıyı da kulübün eski renkleri olan mavi-beyaz ile değiştirdi.
Avrupa tarihi.
Ankaraspor adıyla mücadele ettiği 2004-05 sezonunu Süper Lig'de 7. olarak tamamlayarak UEFA Intertoto Kupası'na katılma hakkı kazanmıştır. Bu kupadaki ilk maçında Slovakya ekibi Dubnica'ya evinde 4-0 mağlup olarak tur iddiasını zora sokmuştur. Jaba'yla Avrupa'daki ilk golünü kaydeden ekibe, deplasmanda aldığı 1-0'lık galibiyet yetmemiş ve turnuvaya veda etmiştir. Osmanlıspor adıyla çıktığı Avrupa maçlarında ise ilk golü Numan Çürüksu kaydetmiştir.
"*Tabloda ikinci maç" koyu "yazılmıştır".
Lig mücadeleleri.
2004-2010, 2015-2018
1997-2004, 2013-2015, 2018-2021
2021-
1996-1997
"Not: Kulüp 2010-11, 2011-12 ve 2012-13 sezonlarında liglerde yer almamıştır."
Başarıları.
İkincilik (1) : 2014-2015
Üçüncülük (1) : 2003-2004
Play Off Yarı Final (1) : 2018-2019
Şampiyonluk (1) : 1996-1997
Yarı final (1) : 2008-2009
Çeyrek final (1) : 2002-2003
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19932",
"len_data": 6577,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.23
}
|
Manisaspor, 1965 yılında Manisa'da kurulan Türk spor kulübü. Bölgesel Amatör Ligde mücadele etmektedir.
Tarihçe.
Kulüp aslen 1931 yılında kurulmasına rağmen resmî kuruluş tarihi olarak "Manisaspor " adını aldığı 15 Haziran 1965 tarihi kabul edilmektedir. Manisaspor 1931 yılında Manisa Sakaryaspor Gençlik Kulübü adıyla kuruldu. 1965 yılında Manisaspor, 2000 yılında Vestel'in sponsorluğunda Vestel Manisaspor adını aldı. 29 Ağustos 2007 tarihinde Vestel'in sponsorluktan çekilmesinin ardından takımın adı yeniden Manisaspor oldu.
1964-1965 sezonunda 1. Ligde (O zamanki adıyla Türkiye 2. Futbol Ligi) mücadele etmeye başlayan Manisaspor 1977-1978 sezonunda 1. Lig'de sonuncu olarak küme düştü. 2000'li yıllara kadar 3. Lig ve 1. Lig arasında inişli çıkışlı sezonlar yaşadı. 1984-1985 sezonunda ligi Akhisar Belediyespor'un önünde Şampiyon olarak 1. Lige yükseldi. 1990-1991 ve 1993-1994 sezonlarında da 3. Lig'de Şampiyon olarak 1. Lig'e yükseldi.
2000 yılında Vestel'in sponsorluğuyla Manisaspor çıkışa geçti. Kulüp önce 2000-2001 sezonunda 3. Lig'de 3. olarak 2. Lig'e yükseldi. Ertesi yıl 2. Lig'de şampiyon olarak 1. Lig'e yükseldi. Takımın başına Mustafa Denizli getirilirken o sezon 4. olan takım Süper Lig'e çıkma hakkını son anda kaçırdı. Beklenen yükseliş 2004-2005 sezonunda Levent Eriş yönetiminde gerçekleşti. 1. Lig'de 2. olan Manisaspor tarihinde ilk kez Süper Lige yükseldi.
Süper Lig'deki ilk döneminde zaman zaman liderliğe yükselerek ses getirdi. Bu dönemde forma giyen Arda Turan, Caner Erkin, Hakan Balta, Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Holosko, Uğur İnceman gibi oyuncuları parlatarak Türk Futboluna kazandırdı. Bu oyuncuları büyük takımlara kaptırdıktan sonra zayıflayan Manisaspor 2007-2008 sezonunda küme düştü.
2007-08 sezonu sonunda Süper Lig'den küme düşen Manisaspor, 2008-09 sezonunda 1. Lig şampiyonu olarak tekrar Süper Lig'e yükselmeyi başarmıştır. Bu başarıyı yine Levent Eriş yönetiminde gerçekleştirmiştir. Manisaspor, Süper Lig'e yükseldiği sezon gösterdiği başarı ile lig sponsoru Bank Asya tarafından Yılın Takımı seçildi. Süper Lig'deki 2. döneminde çok başarılı olamayan Manisaspor 3 sezonun ardından 2011-12 sezonunda 1. Lig'e düştü.
2014-15 sezonunun son maçında Giresunspor'u 4-1 mağlup etmesine rağmen ikili averajda Denizlispor'un gerisinde kaldı ve 2. Lig'e düştü.
2015-2016 Sezonu'nda 2. Lig Kırmızı Grupta Şampiyon olarak tekrar PTT 1. Lig'e yükselmiştir. 2 sezon 1. Lig'de tutunabilen Manisaspor maddi durumu aşırı sıkıntıya düşünce 2017-2018 sezonunda 1. Lig'den, 2018-2019 sezonunda ise 2. Lig'den düşmüştür. 2019-20 sezonunda 3. Lig'den Amatör Lige düşmüştü. Ancak Türkiye Futbol Federasyonu'nun aldığı liglerde bu sezon koronavirüs salgınının etkileri nedeniyle küme düşmenin kaldırılması kararıyla ligde kaldı.
2020-21 Sezonu'nda ise 3. Lig 1. Grup'ta son sırada yer alan Manisaspor, Çankaya'ya 3-2 yenildi ve Bölgesel Amatör Lig'e düşmesi kesinleşerek profesyonel liglere veda etti.
2021-22 sezonunda tarihinde ilk kez Bölgesel Amatör Ligde mücadele etmeye başlayan takım ilk sezonunda 6. Sırada tamamlamasına rağmen statü gereğince Manisa Süper Amatör Ligine düştü.
2022-23 sezonunda 38 yıl aradan sonra yerel amatör lig maçlarına çıkan Manisaspor ligi 4. sırada tamamladı.
2023-24 sezonunda Süper Amatör Lig B grubunda mücadele etti ve sezonu 23 puanla 7. sırada tamamladı.
2024-25 sezonunda ise Süper Amatör Ligi lider tamamlayıp Bölgesel Amatör Lig için play-off oynamaya hak kazandı. Oynadığı play-off turunu'da lider tamamlayan kulüp şampiyon olarak 3 sezon aradan sonra tekrar Bölgesel Amatör Lig'de mücadele etmeye hak kazanmıştır.
Tesisler.
Tarık Almış Spor Tesisleri arazisi, 17 Şubat 1994'te Manisa Belediyesi ile Manisa Sporunu Koruma ve Güçlendirme Vakfı arasında yapılan protokol ile 49 yıllığına kiralanmış olup; vakfın Başkanı Tarık Almış tarafından kamp merkezi ve antrenman sahaları yaptırılmıştır. Daha sonra Tarık Almış Spor Tesisleri, Manisa Sporunu Koruma ve Güçlendirme Vakfı ile Manisa Spor Kulübü Derneği arsındaki protokol sonucunda Manisa Spor Kulübü Derneği'ne bırakılmıştır. Tesisler, 2003 yılında antrenman sahalarının ve çevre duvarlarının yenilenmesi ve 2005 yılında ek bina inşaatının bitmesiyle modern görünümüne kavuşmuş ve ihtiyaca cevap verecek konuma gelmiştir.
Tarık Almış Spor Tesisleri, 22.000 m² üzerine kurulmuş olup; bunun 3.000 m²'si yatakhaneler, yemekhane, mutfak, idari ofisler, antrenör odaları, toplantı salonu, soyunma odası, spor salonu, kapalı havuz, sauna, buhar odası, kafeterya, fizyoterapi odası, doktor odası, masaj odaları gibi bölümlerden oluşan kapalı alandır. 17.000 m²'si de antrenman sahaları ve otopark alanını kapsayan açık alanlardır.
Rekabetler ve Dostluklar.
Akhisar Belediyespor, Karşıyaka ve Bucaspor ile geçmişten gelen bir rekabet vardır. Bu takımlarla yapılan maçlarda genelde taraftarlar arasında olaylar çıkar.
Turgutluspor ve Göztepe kulüpleri ile de taraftarlar arasında bir dostluk vardır.
Başarıları.
Şampiyonluk (1) : 2008-2009
İkincilik (1) : 2004-2005
Şampiyonluk (2) : 2001-2002, 2015-2016
Şampiyonluk (3) : 1984-1985, 1990-1991, 1993-1994
Üçüncülük (1) : 2000-2001
Yarı final (1) : 2009-2010
Çeyrek final (2) : 2006-2007, 2014-20
Süper Amatör lig (1)
2024-2025 Şampiyon
Lig mücadeleleri.
2005-2008, 2009-2012
1964-1978, 1980-1983, 1985-1986, 1991-1993, 1994-1995, 2002-2005, 2008-2009, 2012-2015, 2016-2018
1978-1980, 1984-1985, 1986-1991, 1993-1994, 1995-2002, 2015-2016, 2018-2019
2019-2021
2021-2022 2025-
1958-1964, 1983-1984 2022-2025
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19934",
"len_data": 5476,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.37
}
|
Sivasspor, 9 Mayıs 1967 tarihinde Sivas'ta kurulan ve Süper Lig'de mücadele eden futbol takımı. Kulüp, futbol dışında e-Spor, masa tenisi, judo, bilardo, cirit ve briç branşlarında faaliyetini sürdürmektedir.
Tarihi.
1967 Öncesi Tarihi.
Resmi kayıtlara göre Sivasspor'un kuruluş yılı 9 Mayıs 1967 tarihidir. Oysa spor (Futbolun yanı sıra Atletizm, Binicilik, Atıcılık ve Voleybol) kulübü olarak Sivasspor, ""Sivas'ın Bağdat Caddesi'nde, gençliğin bedeni gelişimine katkıda bulunmak"..." amacıyla olmak üzere 14 Nisan 1932 tarihinde kurulmuştur. Aynı yıl Kâmil Matbaası'nda basılan Dış Tüzüğün önsözünde genel sekreter Fahri Şevki şöyle diyor:
İç Tüzükde ise kulübün kuruluş amacı şu şekilde açıklanıyor:
İç Tüzüğe göre kulübün iki türlü üyesi vardır: ""sporla ve kulüp davranışı ile meşgul olan" faal üyeler ve "Kulübe medar-i fahr ü seref olan ve her suretle Kulübü himayelerine alan zevat-i saygıdeğerler""den oluşan hali üyeler. 26 maddelik Tüzükte; kurulların görevleri, toplantı şekilleri, gelir kaynakları, bunların nasıl ve nereden temin edileceği, gider kalemleri, harcamaların ne şekilde yapılacağı, kılık-kıyafet, kararlar, cezalar ve itirazlar ayrıntılı olarak hüküm altına alışmıştır. Mesela "Alamet-i Farika" başlığı altındaki madde şöyledir:
"Spor kıyafeti, yukarısı kulüp rengindeki (Kırmızı-Beyaz) forma veya fanila ve aşağısı beyaz kısa pantolondur. Her futbolcu sahaya çıkarken son derece temiz kıyafetle sahada bulunmak ve diğer gençlere her hususta bir intizam ve temizlik örneği olmak mecburiyetindedir..."
Sivasspor'un ilk sportif faaliyetleri hakkında fazlaca bilgi ve belge bulunmamaktadır. Ancak çalışmalarını Halkevi Topluluğu ile koordineli şekilde yürüttüğü ve bu çalışmaların, 2. Dünya Savaşı'nın ülkeyi içine sürüklediği belirsizlik ortamı içinde kesintiye uğradığı biliniyor. 1935 yılında Kulüp Başkanı Fahri, Üyeler ise; Reşat (Ergün), Baki, Şevki ve Bekir (Keçeli) Beyler'dir. Kulübün 38'i faal ve 84'ü hali olmak üzere 122 üyesi vardır. Türkiye İdman Federasyonu'na girmek için müracaatta bulunan kulüp, idari çalışmalarını Sivas Halkevi'ndeki özel dairesinde yürütmektedir.
Uzunca bir aradan sonra Sivas'ın adını taşıyacak bir kulübün yeniden oluşturulması yolundaki çalışmalar, 1950 yılında başlamış ve 27 Temmuz 1950 tarihinde Sivas Gençlik Kulübü resmen kurulmuştur. Adı fazlaca bilinmeyen bu kulüp daha sonraki yıllarda Yolspor ve Kızılırmakspor kulüplerinin katılımıyla 9 Mayıs 1967'de günümüzün Sivasspor'unu oluşturacaktır.
1967 Yılı Kuruluşu.
1967 Mart ayında Nusret Akça, Hüseyin Yıldırım, Hüseyin Pala, Nurettin Tarıkahya, Yalçın Özden gibi isimler ilk olarak o günün Belediye Başkanı Ahmet Durakoğlu'na ve dönemin Valisi Vefik Kitapçıgil'e giderek durumu anlatırlar. Vali olaya çok sıcak yaklaşır ve kurulacak olan kulübün yalnızca sportif açıdan değerlendirilmemesi gerektiğini dile getirerek bu oluşumu şehrin kültürel, ekonomik ve sosyal hayatına da büyük bir hareketlilik getireceğini belirtir. Valinin dile getirdiği son derece olumlu sözlerini duyan kurul üyeleri sevinirler.
Sivasspor kurulacaktır. Hemen kuruluş hazırlığına başlanır. Çünkü 1967-68 sezonuna Sivasspor yetiştirilmelidir. Mayıs ayının ilk günlerinde hazırlıklar hemen hemen tamamlanmıştır.
Takımın renkleri konusuna da açıklık getirildikten sonra, 9 Mayıs 1967 tarihli gazeteler Sivasspor'un kurulduğunu yayınlamaya başlar. "Osman Paşa Caddesi, numara 1" Sivasspor'un kulüp binası olarak belediyeden 50 liralık sembolik bir ücret karşılığında kiralanır. Kulübün ilk telefon numarası da 2283'tür.
Sivasspor tarihinde ilk Yönetim Kurulunu oldukça zor görevler beklemektedir. Kollar sıvanarak büyük bir heyecanla işe başlanır. Bu kulübü kuranlar başlangıçta takımın doğrudan ikinci lige alınacağını düşünürler. Ama evdeki hesap çarşıya uymaz ve bu iş göründüğü kadar kolay olmayacaktır. Kulübün ikinci lige alınması isteminin iletilmesi için, Kulüp Başkanı Ahmet Durakoğlu, Genel Sekreter Nurettin Tarıkahya, Kulüp Amiri Hüseyin Yıldırım ve yönetim kurulu üyeleri Nusret Akça, Yalçın Özden (Tüccar) ve Hüseyin Pala'dan oluşan bir heyet Ankara'ya gider. Ankara'da başvuru yapılır. Bu başvuru sonrasında o günün Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak, bir kurulla incelemelerde bulunmak üzere Sivas'a gelir. Sivas dönüşü yazılan rapor hem Yönetim Kurulunu, hem de tüm Sivas'lı sporseverleri büyük bir hayal kırıklığına uğratır. Zira raporda tesis ve altyapı yetersizliğinden istemin yerine getirilemeyeceğinin belirtilir. Yönetim Kurulu kısa süreli bir şok yaşadıktan sonra harekete geçer. Bütün yollar denenecek ve Sivasspor mutlaka ikinci ligde oynayacaktır. Başta Vali Vefik Kitapçıgil olmak üzere şehrin ileri gelenleri Ankara üzerinde baskı oluşturur.
Yönetimde bulunan Nusret Akça ve Hüseyin Yıldırım gibi aynı zamanda siyasi partilerin İl Teşkilatında görevliler aracılığıyla baskı siyasi bir boyut kazanır. Spor Bakanı Kamil Ocak'la görüşülür. Sivas milletvekili Rıfat Öçten dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'den yardım ister. Bu isteğin içinde üstü kapalı bir tehdit de vardır. "Ya Sivasspor'u ikinci lige alırsınız; ya da Sivas'tan oy almayı unutursunuz." Bu istek yankı bulmakta gecikmez. Aynı günlerde Futbol Federasyonu bir de Şekerspor olayı ile uğraşmaktadır. Birinci ligden düşürülen Şekerspor, idare mahkemesine açtığı davayı kazanmış ve mahkeme kararı ile 1967-68 sezonunda birinci ligde oynama hakkını elde etmiştir. Bu karar ikinci lig beyaz grupta Şekerspor'a ayrılan yeri boş bırakmıştır. Bu kadar olumsuzluk içinde şans ibresi Sivasspor'dan yana dönmüştür. Demirel'in talimatına zamanın federasyon başkanı Orhan Şeref Apak daha fazla direnemez ve Sivasspor 1967-68 sezonunda Türkiye ikinci ligi beyaz gruptaki takımlar arasında yerini alır.
1. Lig Dönemi.
2004-2005 yılında 1. Lig'de şampiyon olmuştur.
Süper Lig Dönemi.
2005 yılına kadar 1. Ligde oynayan Sivasspor 2004-2005 sezonunda Süper Lig'e çıktı. İlk iki sezonunda ligi 8. ve 7. sırada bitirdi. 2007-08 sezonunda ise büyük bir başarı göstererek şampiyonluğu kıl payı kaçırdı ve o sezonu averajla Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin gerisinde 4. bitirdi ve UEFA Intertoto Kupası'nda Türkiye'yi temsil etme hakkı kazandı. 2008-09 sezonunda ise bir önceki sezonda sergilediği grafiği devam ettirdi ve ligi şampiyon Beşiktaş'ın 5 puan arkasında 66 puanla ikinci bitirdi ve 2009-2010 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi elemelerine katılmaya hak kazandı. Bu başarı ile Türkiye'yi UEFA Şampiyonlar Ligi'nde temsil eden 5. Türk takımı oldu. Diğer iki sezon sezonu küme düşme tehlikesi geçiren Sivasspor ligi 15. sırada tamamladı. 2013-14 sezonu öncesi futbol tarihinin en önemli oyuncularından Roberto Carlos teknik direktörlük görevine getirildi. Bu sezon başarılı bir dönem geçiren takım ligi dört büyüklerin ardından 5. sırada tamamladı. Bu sonuçla UEFA Avrupa Ligi'ne katılma hakkı kazanmasına rağmen UEFA'dan gelen men cezası ile Avrupa Kupalarına katılamadı. 2014-15 sezonunda kötü bir yıl geçiren takım ligi 15. sırada tamamlasa da Türkiye Kupasında yarı final oynama başarısı gösterdi. Bu yarı final maçı Sivasspor'un Türkiye Kupasındaki 3. yarı final maçı oldu. 2015-16 sezonunda 11 yıl aralıksız yer aldığı Süper Lig sezonunu 17. tamamlayarak 1. Lig'e düştü. 2016-17 sezonunda 1. Lig'i şampiyon olarak tamamlayarak tekrar Süper Lig'e yükseldi.
2020-21 sezonuna Rıza Çalımbay yönetiminde başlayan Sivasspor, ligde oynanan 40 maç sonunda 16 galibiyet 17 beraberlik ve 7 mağlubiyetle 65 puan toplayarak ligi 5. tamamladı ve 2021-22 UEFA Avrupa Konferans Ligi'ne ikinci eleme turundan katılmaya hak kazandı. 2020-21 Türkiye Kupası'nda ise çeyrek finalde Antalyaspor'a 1-0 kaybederek kupadan elendi. 2020-21 Avrupa Kupası macerasına Avrupa Ligi grup aşamasından başlayan Sivasspor, I Grubunda, Villarreal, Makkabi Tel Aviv ve Karabağ ile oynadığı 6 maç sonucunda elde ettiği 2 galibiyetle 6 puan topladı ve grubu üçüncü sırada tamamlayarak Avrupa Kupası mücadelesini tamamlamış oldu.
2021-2022 sezonunda 26 Mayıs 2022'de final maçında Kayserispor'u 3-2 yenerek Türkiye Kupası'nı kazanmıştır.
26 Temmuz 2023 tarihinde yeni isim sponsoru EMS Yapı ile Süper lig 2023-24 Sezon sonu kadar sözleşme imzaladı yeni ismi EMS Yapı Sivasspor oldu. Takım 2023-24 sezonuna Servet Çetin yönetimde başladı. Sezondaki 17 maçın ardından 5 galibiyet 6 beraberlik 6 mağlubiyetin ardından 21 puanla 10 sıradayken Çetin'ın teknik direktörlük görevine son verildi. Çetin'in ardından 2008-2009 yılları arasında takımın başında görev yapan Bülent Uygun teknik direktörlük görevine getirildi.
Pilot Takım.
İstanbul ekibi Anadolu Üsküdar ile pilot takımı anlaşması vardır. İstanbul ekibinde birçok kiralık oyuncusu bulunmaktadır.
Arma ve Renkler.
Armada bulunan 3 yıldız, kurucu kulüpler olan Yolspor, Kızılırmak ve Sivas Gençlik 'i temsil etmektedir. Sivas'ın S harfi ile Spor'un S 'si iç içe geçmiş bir şekilde yer almaktadır. Ayrıca armadaki renkler kulübün renkleri olan Kırmızı - Beyaz renklerini temsil etmektedir. Renkler hem Türk Bayrağı'ndan esinlenerek hem de kar ve kandan esinlenerek kullanılmıştır.
İsim Sponsorluğu.
19 Ocak 2015 tarihinde kulüpten yapılan açıklamayla Medicana Sağlık Grubunun Sivasspor'a isim sponsoru olduğu bildirildi. O günden sonra takımın ismi Süper Lig ve Türkiye Kupası maçlarında Medicana Sivasspor olarak adlandırılmıştır. Anlaşma 2014-15 sezonunun ikinci yarısında ve 2015-16 sezonu için geçerli olmuştur.
Sivasspor Kurumsal.
Sivasspor Store.
Sivasspor'un orijinal ve lisanslı forma, atkı, kaşkol, bere, swetshirt, ceket, gömlek, süs eşyaları gibi birçok değişik ürünlerinin satışı şehir meydanındaki ve Sivas PrimeMall AVM'deki Sivasspor Store'larda yapılmaktadır. Ayrıca Sivasspor'un bazı orijinal ve lisanslı ürünleri E-Yiğido internet mağazasında satışı gerçekleşmektedir.
Sivasspor Dergisi.
Sivasspor'un yoğunluğu futbol takımı hakkında bilgi vermek, başkanın duyurularını yayımlamak için hazırlanan dergidir. Dergi sadece 2015 yılında 6 sayı çıkarılmıştır.
Taraftar.
Sivasspor tribünlerinde 3 taraftar grubu bulunmaktadır. Bu grupların isimleri "Çılgınlar 58", "Yiğido Gençlik" ve "Yiğidolar Grubu"dur. Taraftarların en ünlü sloganı "Beyaz Kırmızı Anadolu Yıldızı"'dır. Taraftarlar her maçın 58. dakikasında telefon flash'ları ile birlikte tribünlerinde tezahürat yaparlar.
Rekabetler.
Sivasspor'un kurulduğu günden bu yana Kayserispor ile bir rekabet hâlindedir. İki kulüp arasındaki ilk maç tarihe 1967 Kayseri stadyum faciası olarak geçmiştir. Bu olaydan sonra iki takım 5 yıl süreyle aynı ligde yer alması yasaklanmıştır. Bu rekabet hâlâ devam etmektedir.
Formalar.
Sivasspor'un formalarını 2008-09 sezonuna kadar Diadora, bu sezondan beri ise Adidas üretmektedir. Formalar, genelde çubuklu, kırmızı ve beyaz olmaktadır. Ayrıca 2009-10 ve 2012-13 sezonunda mavi, 2011-12 sezonunda siyah, 2014-15 sezonunda ise sarı formalar da üretilmiştir.
Üretici ve Sponsorlar.
Not: 2010-11 sezonunun son maçı olan Fenerbahçe maçında Göğüs Reklamı'nda Kuzan Grup reklamı yer alıyordu.
Kulüp Tesisleri.
Stadyum.
Kulüp kuruluş tarihi olan 9 Mayıs 1967'den, Eylül 1984 tarihine kadar maçlarını Sivas Şehir Stadyumunda oynamıştır. 7 Ekim 1984 günü Akçaabat Sebatspor maçı ile 4 Eylül Stadyumu'na geçiş yapılır. Buradaki ilk maçta Akçaabat Sebatspor'a 3-0 hükmen yenik sayılmıştır. Bu maçtan sonra Stadyum tadilat ve bakım süreçleri geçirerek zaman içerisinde kapasitesi artırılmıştır. Bu stadyumdaki son maç 19 Mayıs 2016 tarihinde Fenerbahçe ile 2-2 beraberlik ile sonuçlanmıştır. Şu anda kullanmakta olduğu Yeni Dört Eylül Stadyumu'na ise ilk kez 21 Ağustos 2016 tarihinde 1. Lig 2. hafta maçında Mersin İdman Yurdu'nu 6-0 mağlup etmiştir. Stadyumdaki ilk golü Burhan Eşer atmıştır.
Lütfullah Bilgin Tesisleri.
Sivasspor Vali Lütfullah Bilgin Tesisleri 96.500 metre kare arazi üzerine kurulmuş olan tesisler 2011 yılında yapımı tamamlanmıştır. Vali Lütfullah Bilgin Tesisleri Türkiye'nin en modern ve en büyük tesislerinden biridir. Tesislerin içerisinde A Takım binası, idari bina, 3 doğal çim ve 2 sentetik çim antrenman sahası, 1 basketbol ve voleybol sahası, 1 kapalı spor kompleksi, 1 restoran, 1 saha bakım binası, 200 araçlık genel otopark, at çiftliği, açık ve kapalı at binim alanları bulunmaktadır.
Avrupa Kupaları Maçları.
UEFA sıralaması.
29 Mayıs 2025 İtibarıyla
Lig mücadeleleri.
2005-2016, 2017-2025
1967-1983, 1984-1986, 1999-2005, 2016-2017, 2025-
1986-1999
1983-1984
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19936",
"len_data": 12287,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.44
}
|
Konyaspor veya sponsorluk anlaşması gereği TÜMOSAN Konyaspor, Türkiye'nin Konya şehrinde 1922 yılında kurulan spor kulübü. Süper Lig'de mücadele etmektedir. İç saha maçlarını 42.042 kişilik Konya Büyükşehir Belediye Stadyumu'nda oynamaktadır.
Kulüp 22 Haziran 1922 tarihinde Konya Gençlerbirliği adıyla kurulmuştur. 1965 yılında ise Meramspor, Selçukspor ve Çimentospor ile birleşerek Konyaspor adını almıştır.
Tarihçe.
1922 yılında Konya'da Konya Gençlerbirliği adıyla kurulmuştur. Konya Ligi şampiyonu olarak Türk futbol tarihindeki ilk ülke şampiyonası olan 1924 Türkiye Futbol Şampiyonası'na katılmıştır. 1965 yılında profesyonel liglerde Konya şehrini tek takımın temsil edeceği yönünde federasyondan gelen talimat doğrultusunda Konya Gençlerbirliği; Meramspor, Selçukspor ve Çimentospor ile birleşerek "Konyaspor" adını almış ve 1. Lig'de profesyonel olarak mücadeleye başlamıştır. Kulüp 1981 yılına kadar siyah-beyaz renklerde mücadele ederken, 1980-81 sezonu sonunda rakibi Konya İdman Yurdu'yla birleşmiş ve renkleri de rakibinin renkleri olan yeşil-beyaz olarak belirlenmiştir. (Birleşim tarihi olan 1981 yılı, birleşimden dolayı Konyaspor'un kuruluş yılı olarak kararlaştırılsa da, 2016 yılı Eylül ayında yapılan Genel Kurul toplantısı kararı ile Konyaspor'un kuruluş yılı 1922 olarak değiştirilmiş ve kulüp armasına da işlenmiştir.)
Bu birleşme, o dönemdeki bölünmeyi de engellemiş oldu. Konyaspor ve Konya İdman Yurdu yöneticilerinden oluşan birleştirme heyeti 39. dönemin sıkı yönetim komutanı Bedrettin Demirel tarafından tutuklanmış ve bu birleştirmeden dolayı ağır ceza mahkemesinde yargılanmıştır. 1998-2002 yılları arasında sponsoru olan Kombassan Holding'in adını da alarak Konyaspor ismiyle karşılaşmalara çıkmıştır.
1989-1990 sezonunda günümüzdeki adı Süper Lig ozamanki adı ise 1. Futbol Ligi'nde 46 puan ile ligi 7. sırada bitirdi. 1989-1990 yılında tek teknik direktör Yugoslav Zoran Çolaković görev yaptı. 1990-1991 sezonunda lige Çolaković ile başlandı. sonra yollar ayrıldı yeni teknik direktör Tezcan Uzcan oldu. kısa süre sonra yollar ayrıldı. Polanyalı Franciszek Smuda ile anlaştı. 1991-1992 tarihinde Ömer Zengin, Ömer Duran, Franciszek Smuda ve Arif Çetinkaya, 1992-1993 sezonunda Arif Çetinkaya, Murat Özgen, Yugoslav Hüsnü Majuni, Ömer Zengin ve Naci Renklibay teknik direktör olarak görev yaptılar. 1992-1993 sezonunda ligi 16 puan ile 16. sırada bitirdi Konyaspor 2. Futbol Ligi'ne düştü.
2002-03 sezonunda teknik direktör Hüsnü Özkara ile 2. Futbol Ligi'ni 68 puan ile 1. sırada bitirerek şampiyon oldu. günümüzdeki Süper Lige çıktı 2003-2004 sezonunda lige Hüsnü Özkara ile başlandı. sonra yollar ayrıldı. yeni teknik direktör Tevfik Lav oldu. 4 Nisan 2004 tarihinde Tevfik Lav geçirdiği Trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. teknik direktörlüğe Sakıp Özberk getirildi. 2008-09 sezonunda ligi 38 puan ile 16. sırada tamamladı. 1. Lig'e düştü.
2009-10 sezonunda, 1. Lig'i 6. sırada tamamlayarak 4'lü play off grubuna katılmıştır. Bu grubu lider olarak tamamlayıp Süper Lig'e yeniden çıkmıştır. Konyaspor 2010-11 sezonunda Süper Lig'de mücadele etmiştir. Süper Lig'in 21. haftasında Bucaspor'a deplasmanda 3-2 mağlup olan Konyaspor'da teknik direktör Ziya Doğan istifa etmiş, yerine başka bir deneyimli teknik direktör olan Yılmaz Vural getirilmiştir. 31. haftada oynanan Kasımpaşa maçında berabere kalıp Süper Lig'e veda etmiştir. 2011-2012 sezonunda 1. Lig'de yer alan kulüp Play-Off'a kalmış ancak Süper Lig'e çıkamamıştır. Kulüp 2012-13 sezonunda da 1. Lig'de yer almış ve MKE Ankaragücü'nü 1-0 yenerek Play-Off oynamaya hak kazanmıştır. Play-Off final maçında ise Manisaspor'u 2-0 yenmiş ve 2013-14 Süper Lig'de oynamaya hak kazanmıştır. 2015-16 sezonunda ligi 3. sırada bitirmiş ve UEFA Avrupa Ligi'ne katılmaya hak kazanmıştır.
Kulüp 2016 yılı Nisan ayında Atiker firması arasında 3 yıllık isim sponsorluğu sözleşmesi imzalandı. böylece ismi Atiker Konyaspor oldu.
2016-17 sezonunda Süper Lig'i 43 puan ile 9. sırada bitirdi 2016-17 Türkiye Kupası'nda final maçında İstanbul Başakşehir ile normal süreyi ve uzatmaları 0-0 tamamladı. Seri penaltı atışlarında rakibini 4-1 mağlup ederek şampiyon oldu. 3 Haziran 2017 tarihinde Aykut Kocaman ile Karşılıklı Anlaşılarak yollar ayrıldı. Kocaman takımın başında çıktığı 139 resmi maçta 58 galibiyet, 33 beraberlik ve 42 mağlubiyet elde etti. 6 Haziran 2017'de yeni teknik direktör Mustafa Reşit Akçay oldu.
2017-18 sezonunda Türkiye Süper Kupası'nda Beşiktaş'ı 2-1 yenerek şampiyon oldu. 22 Ekim 2017 tarihinde Mustafa Reşit Akçay ile yollar ayrıldı. 26 Ekim 2017'de teknik direktörlüğe Mehmet Özdilek getirildi. 4 Mart 2018 tarihinde yollar ayrıldı. 2018 yılının Mart ayında yeni teknik direktör Sergen Yalçın oldu. Konyaspor Süper Lig'i 36 puan ile 15. sırada bitirdi. 2017-18 Türkiye Kupası'nda çeyrek final 1. maçında Galatasaray ile 2-2 beraber kaldı. 2. maçında 4-1 mağlup olarak elendi.
2018-19 Sezonunda 20 Haziran 2018 tarihinde Sergen Yalçın ile yollar ayrıldı. Yalçın takımın başında çıktığı 10 resmi maçta 4 galibiyet, 3 beraberlik ve 3 mağlubiyet elde etti. 22 Haziran 2018'de yeni teknik direktör Rıza Çalımbay oldu. 12 Kasım 2018 tarihinde Çalımbay ile yollar ayrıldı. 2018 yılının Kasım ayında teknik direktör Aykut Kocaman oldu. Konyaspor Süper Lig'i 44 puan ile 8. sırada bitirdi. 2018-19 Türkiye Kupası'nda ise 4. turda Kahramanmaraşspor'a 3-0 mağlup olarak elendi.
2019 yılında sonlanan sponsorluk anlaşmasının ardından İttifak Holding ile 2019 Eylül ayında 5 yıllık isim sponsorluğu anlaşması imzalandı.
2019-20 sezonunda 9 Şubat 2020 tarihinde Aykut Kocaman ile yollar ayrıldı. Kocaman takımın başında çıktığı 44 resmi maçta 9 galibiyet, 20 beraberlik ve 15 mağlubiyet elde etti. 12 Şubat 2020 tarihinde yeni teknik Bülent Korkmaz oldu. Konyaspor Süper Lig'i 36 puan ile 13. sırada bitirdi. 2019-20 Türkiye Kupası'nda ise son 4. turda Eyüpspor'a 1-0 mağlup olarak elendi.
2020-21 sezonuna Bülent Korkmaz yönetiminde başlayan Konyaspor, ligin ilk maçına çıkmadan takımdan ayrıldı. Yerine İsmail Kartal geldi. 24 haftadaki Beşiktaş mağlubiyetinin ardından karşılıklı anlaşılarak görevden ayrılan İsmail Kartal'ın yerine İlhan Palut getirildi. Konyaspor ligde oynanan 40 maç sonunda 12 galibiyet 14 beraberlik ve 14 mağlubiyetle 50 puan toplayarak ligi 11. olarak tamamladı. 2020-21 Türkiye Kupası'nda ise çeyrek finalde Beşiktaş'a penaltılar sonucunda 3-2 kaybederek kupadan elendi.
Konyaspor 2021-22 sezonuna İlhan Palut yönetiminde başladı. 20 takımlı ligin ilk yarısında oynadığı 19 maçta 11 galibiyet, 6 beraberlik ve 2 mağlubiyet alarak 39 puan topladı ve ilk devreyi 2. sırada tamamladı. Ligin ikinci yarısında ise elde ettiği 9 galibiyet, 2 beraberlik ve 8 mağlubiyetle toplamda 68 puan topladı ve 2022-23 UEFA Avrupa Konferans Ligi'nde ikinci ön eleme turundan yer alma hakkı kazandı. Konyaspor 2015-16 sezonunun ardından ikinci kez ligi 3. sırada bitirerek kulüp tarihinin en iyi ikinci sezonunu yaşamış oldu. 2021-22 Türkiye Kupası'nda ise son 16 turunda Fatih Karagümrük'e uzatmalar sonucunda 5-4 kaybederek kupadan elendi.
Konyaspor isim ve forma sponsoru Arabam.com ile Süper lig 2022-23 Sezon sonu kadar sözleşme İmzaladı Yeni İsmi Arabam.com Konyaspor Oldu.
Konyaspor 2022-23 sezonuna bir sezon önce olduğu gibi İlhan Palut yönetiminde başladı. Lig bu sezonda 19 takım ile oynanmaktaydı. 2022 FIFA Dünya Kupası'nın Kasım ve Aralık aylarında oynanması nedeniyle 13 Kasım-25 Aralık tarihleri arasında lig maçlarına ara verildi. Ligin ilk yarı maçları Ocak ayının ortasında tamamlandı. 19. hafta itibari ile 6 galibiyet, 9 beraberlik ve 3 yenilgi alan Konyaspor ligde 7. sırada yer almaktaydı. 16 Ocak 2023 tarihinde kulüpten yapılan açıklama ile yaklaşık 2 yıldır takımın başında olan İlhan Palut ile yollarını ayırdığını duyurdu. Palut takımın başında çıktığı 82 resmi maçta 37 galibiyet, 26 beraberlik ve 19 mağlubiyet elde etti. 17 Ocak 2023 tarihinde takımın yeni teknik direktörü Aleksandar Stanojević oldu. 2022-23 sezonunda Süper Ligi 51 puan ile 8. sırada bitirdi. 2022-23 Türkiye Kupası'nda ise son 16 turunda Gaziantep FK ile normal süreyi 0-0 uzatmaları 1-1 tamamladı. Seri penaltı atışlarında rakibine 7-6 mağlup olarak elendi.
Konyaspor 5 Temmuz 2023'te isim ve forma sponsoru TÜMOSAN ile 1 yıllık sözleşme İmzaladı Yeni İsmi TÜMOSAN Konyaspor oldu
Konyaspor, 2023-24 sezonuna Sırp teknik direktör Aleksandar Stanojević yönetiminde başladı. Ancak sezona kötü bir başlangıç yapmasının ardından 23 Ekim 2023 tarihinde Stanojević ile yollar ayrıldı. Stanojević yönetiminde takım 26 resmi maça çıktı; bu maçlardan 6 galibiyet, 9 beraberlik ve 11 mağlubiyet aldı. 27 Ekim 2023'te teknik direktörlük görevine Hakan Keleş getirildi. Ancak 24. haftadaki Fenerbahçe karşısında alınan 7-1’lik mağlubiyetin ardından karşılıklı anlaşarak 11 Ocak 2024’te görevden ayrıldı. Ocak 2024’te teknik direktörlük görevine Fahrudin Omerović getirildi. Ancak 28 Nisan 2024’te görevinden ayrıldı. 29 Nisan 2024'te takımın başına kulübün eski futbolcularından Ali Çamdalı getirildi. Konyaspor, 2023-24 sezonunu 41 puanla 16. sırada tamamladı. Türkiye Kupası’nda ise çeyrek finalde Beşiktaş’a 2-0 mağlup olarak elendi.
2024-25 sezonu Ali Çamdalı'nın görevden ayrılmasının ardından, Konyaspor, 30 Ekim 2024 tarihinde teknik direktörlük görevine Recep Uçar’ı getirdi. Konyaspor sezonu 46 puanla 11. sırada tamamladı. Türkiye Kupası’nda ise yarı finale kadar yükseldi. Bu turda Galatasaray’a 5-1 yenilerek turnuvaya veda etti.
Arma ve renkler.
Konyaspor takımının renkleri birleştiği rakibi Konya İdman Yurdu'nun renkleri olan yeşil-beyaz'dır. Anadolu Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapan Konya'nın bu takımının sembolü, Anadolu Selçuklu Devleti'nin de simgesi olan çift başlı kartaldır. Logoda bulunan çift başlı kartalın altında, tarımın simgesi olan buğday başakları da ilin tahıl tarımında önde gelen illerden biri olduğunu göstermektedir.
Stadyum.
Konyaspor'un 2014 yılına kadar maçlarını oynadığı Konya Atatürk Stadyumu 1950 yılında yapılmıştır. 2005 yılında yenilenmiştir. Bu stadyumun kapasitesi 22.456 kişidir. 16 Eylül 2018 tarihinde yıkılmıştır.
2012 yılında spor bakanı Suat Kılıç yeni stad projesini medyaya sundu. Konyaspor maçlarını 2014-15 sezonu itibarıyla yeni yapılan Konya Büyükşehir Belediye Stadyumu'nda oynamaya başlamıştır. Stadyum kapasitesi 42.000 kişilik olup UEFA standartlarına göre inşa edilmiştir.
Takımın dört taraftar grubu vardır. Bunlar Nalçacılılar, Green-White, Şehri Müdafaa ve Nalçacı Gençlik'tir.
Başarılar.
Avrupa Kupaları.
Kulüp, tarihindeki en başarılı ikinci sezon olan 2015-16 sezonunda Süper Lig'i 66 puan toplayarak 3.sırada tamamlamış ve ertesi sezon UEFA Avrupa Ligi grup aşamasına ön eleme oynamaksızın katılma hakkı kazanmıştır. İlk kez katıldığı turnuvada H Grubunda mücadele eden Konya ekibinin rakipleri Şahtar Donetsk, Braga ve Gent olmuştur.
"*Tabloda ikinci maç kalın yazılmıştır".
Konyaspor Avrupa'ya katıldığı ilk sezon olan 2016-17 sezonunda Türkiye Kupası'nı kazanarak 2017-18 sezonunda da UEFA Avrupa Ligi'ne katılmaya hak kazanmıştır.
Arabam.com Konyaspor 2021-2022 sezonunu 68 puanla 3. sırada tamamlayarak 2022-2023 sezonunda UEFA Konferans Ligine 2. Ön eleme turundan itibaren katılmaya hak kazandı. Konferans Ligi 2. Ön eleme turunda Konya Büyükşehir Belediye Stadyumunda oynanan ilk maçında deplasmanda Belarus temsilcisi BATE Borisov takımını 3-0, ikinci maçta ise kendi evinde 2-0 yenerek Konferans Liginde 3. Ön eleme turuna yükseldi.
Konyaspor UEFA Avrupa Konferans Ligi 3. Ön eleme turu ilk maçında deplasmanda İsviçre liglerinde mücadele eden Liechtenstein temsilcisi Vaduz takımı ile Muhammed Demir'in golüyle 1-1 berabere kaldı.
Arabam.com Konyaspor, UEFA Konferans Ligi 3. Ön eleme turu ikinci maçında kendi evinde Liechtenstein temsilcisi Vaduz takımına 4-2 mağlup olarak avrupa kupalarına veda etti.
UEFA sıralaması.
2021 İtibarıyla
Lig mücadeleleri.
1988-1993, 2003-2009, 2010-2011, 2013-
1965-1969, 1971-1979, 1980-1988, 1993-2003, 2009-2010, 2011-2013
1969-1971, 1979-1980
1924
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19938",
"len_data": 11968,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.18
}
|
Kayseri Erciyesspor Kulübü 1932 yılında kurulan ve 2018 yılında kapanan Kayseri merkezli eski Türk futbol kulübü.
Tarihçe.
1932 yılında kurulan Erciyesspor 1937 yılında Yılmazspor ile birleşerek Erciyes Gençlik adını aldı. Kırmızı - Beyaz renkler ile kuruldu. Sonradan Sarı-Kırmızı rengi aldı. Kulübün ilk yeri Düvenönü'nde bulunmaktaydı.
1940 yılında Kayseri Gençlik Spor kulübüne devroldu. 1948 yılında askerî takımların ligden çekilmesi ve ligde 3 takımın kalması üzerine İbrahim Bamyacıoğlu ve Şaban Çenkci'nin gayreti ile Erciyes Gençlik Kulübü Sarı – Lacivert renklerle faaliyete geçti. 1949 yılında Kayseri Gençlik spor kulübü ile birleşti ve Sarı-Kırmızı renkler ile lige devam ettiler. 1951 yılında kulüp feshedildi. Kulübün eski oyuncularından Naci Ulucan 1952 yılında kulübü tekrar faaliyete geçirdi. 1966 yılında Erciyesspor, Ortaanadoluspor ve Sanayispor'un birleşmesiyle (1 Temmuz 1966) tarihinde Kayserispor adını aldı.
Kayseri Erciyesspor-Kayserispor İsim Takası.
1966-2004 yılları arası 38 sezon liglerde Kayserispor adıyla mücadele eden takım, 2004 yılında 2003-04 sezonunda Şampiyon olan Kayseri Erciyesspor ile isim takaslığı yaparak Kayseri Erciyesspor adını almış, Kayseri Erciyesspor ise Kayserispor adını almıştır.
2004-2005 Sezonunda 2. Lig A Kategorisinde mücadele eden Kayseri Erciyesspor şampiyon olarak Süper Lig'e yükseldi. 2005-2006 sezonunda Erciyesspor ana renklerini mavi siyah olarak değiştirdi, ara renk beyaz oldu. Mavi Erciyes Dağı'nın gökyüzünü, siyah Erciyes Dağı'nın yüzeyini, beyaz ise Erciyes Dağı'nın karını temsil etmektedir.
Süper Lig.
2005-2006 sezonunda Süper Lig'de ilk senesi olmasına rağmen Mustafa Uğur'un teknik direktörlüğünde Erciyesspor ligi orta sıralarda bitirdi.
2006-2007 sezonunda ise ilk yarı Erciyesspor ligin dibine demir attı. Mustafa Uğur'un ardından göreve getirilen Werner Lorant'ın da istifasıyla teknik direktörlüğe getirilen Bülent Korkmaz ve Erol Bedir yerine başkanlığa getirilen Ziya Eren yönetiminde ikinci yarının en çok puan toplayan 5. takımı oldu ama ligi 17. sırada bitirmekten ve ligden düşmekten kurtulamadı. Aynı sezon Erciyesspor tarihinde ilk kez Türkiye Kupası finaline yükseldi. Mayıs 2007'de İzmir Atatürk Stadı'nda Beşiktaş'la oynanan final maçında 1-0 kaybederek kupayı kaçırsa da UEFA Kupası'nda mücadele etmeye hak kazandı.
2007-2008 sezonuna girerken başkan Ziya Eren ve teknik direktör Bülent Korkmaz istifa ettiler. Başkan olarak Enver Kemaloğlu teknik direktör olarak göreve Mehmet Bulut getirildi. Süper Lig kadrosu İlhan Özbay ve Yusuf Soysal haricinde tamamen dağıtılan takım, buna rağmen UEFA Kupası'nda İsrail'in köklü ekiplerinden Maccabi Tel Aviv'le deplasmanda 1-1 berabere kalıp Kayseri'deki rövanşı 3-1 alarak tur atlama başarısı gösterdi ve Türkiye futbol tarihinde alt liglerde oynayıp da Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı oldu. Ancak sonraki turda Atletico Madrid'e İspanya'da 4-0 Kayseri'de 5-0 kaybederek turnuvadan elendi. 2007-2008 sezonunun ikinci yarısında düşüşe geçen Erciyesspor ligde son maçında Sakaryaspor'u Sakarya'da 1-0 mağlup etmişse de play-off'lara katılamayarak ligi 7. olarak bitirdi.
2008-2009 sezonuna girilirken Kayseri Erciyesspor altyapı tesisleri kurulmuş, as kadro da çeşitli isimlerle güçlendirilmeye çalışılmıştır. Lotto ile yapılan sponsor anlaşması sonlandırılarak kulüp kendi formasını üretmeye başlamıştır. Yeni sezona bütün bu gelişmelere rağmen istenildiği gibi başlanılamamıştır. 2008-2009'un 10. haftası itibarıyla Kayseri Erciyesspor 1. ligde 18. sırada bulunmaktadır. 8. hafta Giresunspor'un Kayseri Erciyesspor'u 1-0 mağlup ettiği maçtan sonra teknik direktör Mehmet Bulut istifa etmiş, yerine geçmişte de Kayseri Erciyesspor'u çalıştırmış olan Mustafa Uğur getirilmiştir. 2012-2013 sezonunda 1. Lig şampiyonu olarak Süper Lig'e yükseldi. 2013-2014 sezonundan 2014-2015 sezonuna kadar Süper Lig'de mücadele etmiştir.
3 Eylül 2014 tarihinde kulüp Suat Altın İnşaat isimli şirketle isim sponsorluğu konusunda anlaşmaya varmış ve kulübün adı Suat Altın İnşaat Kayseri Erciyesspor olarak değişmiştir.
2014-2015 sezonu 32. haftasında İstanbul Başakşehir'e 1-0 mağlup olarak bitime 2 hafta kala ligden düşmesi kesinleşmiştir. 2015-2016 sezonunda 1. Lig'de boy gösteren kulüp 33. haftada Adana Demirspor ile 2-2 berabere kalmış ve 1990-1991 sezonundan beridir görmediği 2. Lig'e düşmüştür. 2016-17 sezonunda Kırmızı Grubu 18. tamamlayarak 3. Lig'e düştü. 2017-18 sezonunda bitime 9 hafta kala Bölgesel Amatör Lige düşerek profesyonel lig kariyeri sona ermiştir.
Erciyesspor Ağustos 2016 ayında yapılan seçimde başkan çıkaramamış ve 29 Ağustos 2016 tarihinde Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesince Kayyım atanmıştır. Kayyım Heyeti; 27 Eylül 2016 tarih ve 269 karar no'lu toplantısında; 14 Kasım 2016 tarihinde Olağanüstü Genel Kurul Kararı almıştır. Yeterli çoğunluk sağlanamadığı için 21 Kasım 2016 tarihinde olağanüstü genel kurul yapılmış ve eski sportif menajer Nuhkan Rüzgar başkanlığa seçilmiştir. Nuhkan Rüzgar'ın istifasıyla 10 Ocak 2017 tarihinde 3. Sulh Hukuk Mahkemesince kayyım heyeti atanmıştır. Kayyım heyeti 1 Şubat 2017 tarih ve 272 karar no'lu toplantısında; 18 Şubat 2017 tarihinde olağanüstü genel kurul kararı almıştır. Yeterli çoğunluk sağlanamadığı için 25 Şubat 2017 tarihinde olağanüstü genel kurul yapılmış ve Saffet Külahçı başkanlığa seçilmiştir.
Kayseri Erciyesspor 2017-2018 sezonunda Bölgesel Amatör Lige düştükten sonra kapandı. Kulübün tesisleri Süper Lig ekibi Kayserispor'a verildi.
Başarıları.
Şampiyonluk (4): 1972-1973, 1984-1985, 1991-1992, 2012-2013
Şampiyonluk (1): 1990-1991
Şampiyonluk (1): 1995
Lig mücadeleleri.
1973-1975, 1979-1980, 1985-1986, 1992-1996, 1997-1998, 2005-2007, 2013-2015
1966-1973, 1975-1979, 1980-1985, 1986-1989, 1991-1992, 1996-1997, 1998-2005, 2007-2013, 2015-2016
1989-1991, 2016-2017
2017-2018
1932-1951, 1952-1966
Avrupa kupalarında Kayseri Erciyesspor.
Kayseri Erciyesspor küme düştüğü sezon Beşiktaş ile Türkiye Kupası'nda final oynamış ve UEFA Kupası'na katılma hakkı kazanmıştır. 2007-2008 sezonunda kulüp, tarihinde ilk kez UEFA Kupası'nda mücadele etmiştir. İlk turda İsrail temsilcisi Makkabi Tel Aviv'i elemiş ancak 2. Tur'da İspanya temsilcisi Atlético Madrid'e elenerek UEFA Kupası'na veda etmiştir.
Tesisleri.
Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu.
Kayseri Erciyesspor, maçlarını 1960 yılında faaliyete geçmiş olan 25.918 seyirci kapasiteli Kayseri Atatürk Stadyumu'nda oynamaktaydı. Ancak spor faaliyetlerinin daha modern bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için 32.864 seyirci kapasiteli Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu ve antrenman sahalarının ve spor tesislerinin bulunduğu Atatürk Spor Kompleksi projesi hazırlanmıştır. 40.458 seyirci kapasitesine sahip olan Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu, uluslararası maçlarda güvenlik nedeniyle 32.864 seyirciye ev sahipliği yapmaktadır.
Tüm tribünlerin kapalı olduğu Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu'nda tribünlerin üst kısmına yerleştirilen radyan ısıtıcılar sayesinde soğuk havalarda seyircilerin üzerine doğru sıcak hava akımı oluşturulmaktadır. Estetik yapısıyla dikkat çeken stadyumun alttan ısıtmalı ve otomatik olarak +4 dereceye sabitlenen zemini karın erimesini sağladığı gibi soğuklarda sahanın donmasını engellemektedir. Drenaj sistemi sayesinde de zeminde su birikintileri oluşmamaktadır.
Stadyumda 3 adet jeneratör bulunmaktadır. Elektrik kesintisi durumunda 1. jeneratör devreye girecektir. Bu jeneratörde bir sorun oluşması durumunda 2. ve 3. jeneratörler sırayla devreye gireceklerdir. Tüm jeneratörlerin bozulması durumunda bile 10 dakika daha maç yapılabilecek kadar elektrik bulunmaktadır. Bu uygulama dünyada çok nadir kullanılmaktadır ve Türkiye'de bir ilktir.
UEFA standartlarında yapımı gerçekleştirilen stat, Kayserispor ile birlikte Türkiye millî futbol takımının maçlarına ev sahipliği yapmaktadır. 2009-2018 yılları arasında Kayseri Erciyesspor'a da ev sahipliği yapmıştır.
Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu'nun da yer aldığı Atatürk Spor Kompleksi'nde ayrıca olimpik yüzme havuzu, 1000 kişilik spor salonu, 2500 koltuk kapasiteli çim yüzeyli futbol sahası, IAAF standartlarında atletizm pisti ve 3 adet tenis kortu da bulunmaktadır.
Erciyesspor Hacı Boydak Tesisleri.
Kayseri Erciyesspor takımının antrenman faaliyetlerinin ve kulüp işlerinin yönetildiği tesislerdir. Kayseri Büyükşehir Belediyesi ve iş adamı ve eski kulüp başkanı Hacı Boydak'ın destekleriyle yapıldı. 1800 m² alan üzerine yapılmış olan tesis 4 kattan oluşmaktadır. Bina içinde 4 ayrı ofis, sporcu odaları, bekleme odası, antrenman salonu, soyunma odaları ve duşlar bulunmaktadır. Bunların dışında masaj salonları, sauna ve tedavi havuzları da sporcularımızın kullanımına sunulmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19940",
"len_data": 8650,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.19
}
|
Gaziantepspor, 1969 yılında kurulan ve 2020 yılında kapanan futbol takımıdır. Lakapları "Şahinler" olan takımın renkleri, kırmızı ve siyahtır.
Süper Lig ve Türkiye Kupası'nda şampiyonluğu olmamasına karşın bugün 1. Lig adıyla anılan Türkiye'deki 2. seviye futbol ligini 1979 ve 1990 yıllarında şampiyon tamamlamıştır. Ligde en iyi derecesini, 68 puan ve +27 averajla üçüncü olduğu 2000-01 sezonunda elde eden Gaziantepspor, 1999-2000 sezonunu da üçüncü sırada tamamlamıştır.
Türkiye'yi Avrupa kupalarında 5 kez temsil eden Gaziantepspor, bu alanda en iyi derecesini UEFA Kupası'nda 2003-04 sezonunda 3. tura kadar yükselerek elde etti. 2016-17 sezonunun sonunda Süper Lig'e veda ederek 1. Lig'e düşmüştür. Orada da tutunamayan Gaziantepspor alt liglere düşmüştür. Bölgesel Amatör Lig'e kadar düşen köklü kulüp 2019-20 sezonunda borç batağına saplanmış ve iflas ederek kapanmıştır.
Kuruluşu.
Gaziantep'in adını taşıyan Gaziantepspor 1969 yılının ilk günlerinde kuruldu.
Kentin önde gelen kişileri, dönemin belediye başkanı Abdulkadir Batur başkanlığında bir toplantı yaparak, Gaziantepspor'un kuruluşunun ilk tohumlarını attılar. Daha sonra devam eden toplantılar sonucunda 58 kişinin kuruculuğu ile "Gaziantepspor Kulübü" 1969 yılında kuruldu.
Gaziantepspor'un renkleri için yapılan görüşmeler neticesinde, Türk Kurtuluş Savaşı sırasındaki Gaziantep Savunması'nda can pahasına kenti düşmana teslim etmeyen 6.314 şehidin anısına matem rengi olan siyah ve şehitlerin kanını simgeleyen kırmızı benimsenerek, renklerin kırmızı-siyah olması münasip görülmüştür. Gaziantepspor'un ilk kulüp başkanlığına kurucu üyelerden Beşir Bayram getirildi. Gaziantepspor ilk kurulduğu yıl hazırlık maçları ile sezonu tamamladı.
Kulüp, 1970 yılında çıkartılan ve il takımlarının direkt 3. Lig'e alınmasını öngören kararname ile 1970-71 sezonunda Türkiye liglerindeki ilk mücadelesine başladı.
Kapanışı.
1990-2017 sezonuna kadar Süper Lig'de 31 yıl mücadele eden kulüp, 2016-17 Süper Lig'e veda etti. 2017-18 1. Lig sezonunda hiç tutunamayan ve son sırada yer alan kulüp, faaliyetlerine son verme kararı aldı ve TFF 2. Lig'e düştü. 2018-19 2. Lig Beyaz Grup'ta mücadele eden Gaziantepspor aldığı -36 puan cezanın ardından 2019 yılının Ocak ayında ligden çekildiğini ve 2019-20 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'de mücadeleye tekrar başlayacaklarını açıkladı. Ancak 2019'da FIFA, kırmızı-siyahlılara eski oyuncularına olan borçları nedeniyle 21 puan silme cezası verdi. 2019-20 sezonunda eski oyuncuların alacaklıları ödenmediği için kulüp, Bölgesel Amatör Lig'de 3 galibiyet alsa da -15 puanla çekilerek ligi son sırada bitirdi ve 5 yıl boyunca hiçbir lige katılmayarak faaliyetlerini durdurdu.
Logo.
Gaziantepspor arması, Celal Doğan'ın isteği üzerine şehrin izlerini taşıyacak biçimde tasarlanmıştır. Bu yeni armada Gaziantep Kalesi, Şehitler Abidesi, baklava dilimleri ve şahin figürleri vardır. Yeni tasarım İsviçre'de düzenlenen yarışmada en güzel 2. takım arması olarak seçilmiştir. Logodaki şahin, Fransızlara karşı şehrin savunmasında önemli bir rol üstlenen Şahin Bey'den gelmektedir.
Stadyum.
Stadyum, ismini Gaziantep eski milletvekili ve eski devlet bakanı olan Kamil Ocak'tan alır.
Kulüp, maçlarını gece ışıklandırması bulunan 16,981 kişilik oturulabilir kapasiteye sahip Kâmil Ocak Stadyumu'nda oynamaktaydı. Stadyum'un yeşil alanı tamamen doğal çimdir.
Kamil Ocak Stadyumu.
Maçlarını 16.981 kişilik Kamil Ocak Stadyumu'nda oynayan Gaziantepspor, 33.000 kişilik yeni stadı Gaziantep Kalyon Stadyumun'da ilk maçını 15 Ocak 2017'de Antalyaspor ile yapmıştır. Kamil Ocak Stadyumu yıkılarak faaliyetine son verilmiştir.
Taraftar grubu.
1993 yılında "Grup Gençler" ile başlayan grubun yolculuğu 1996 yılında ismini "Gençlik-27" olarak değiştirmesinin ardından tribün faaliyetlerini bu isim altında sürdürmektedir. Maraton 5 nolu tribününde bulunan grubun başkanlığını Hasan Günoğlu yapmaktadır.
Gaziantepspor'un en etkili taraftarı olan "Gençlik-27", Kamil Ocak Stadı'ndaki 5 ve 6 no'lu tribünde faaliyetlerini sürdürmüştür.
Lig Mücadeleleri.
1979-1983, 1990-2017
1972-1979, 1983-1990, 2017-2018
1970-1972, 2018-2019
2019-2020
Avrupa'da Gaziantepspor.
UEFA katsayıları için toplam puan: 12.5
Başarıları.
Şampiyonluk (1): 1971-1972
Şampiyonluk (1): 2012
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19942",
"len_data": 4237,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.37
}
|
Çaykur Rizespor, Rize merkezli futbol kulübü. 19 Mayıs 1953'te kurulan takım, iç saha maçlarını Çaykur Didi Stadyumu'nda oynamaktadır. Renkleri yeşil mavidir. Süper Lig'de mücadele etmektedir.
Tarihçe.
Rize İdman Yurdu.
Rizeli gençler, henüz I. Dünya Savaşı'nın izlerini üzerinden atmamışken, Rize'nin Rus işgalinden kurtulmasının 1. yıl dönümünde Rize merkezinde, Rize'nin ilk spor kulübü olan Rize İdman Yurdu'nu kurdular.
Kulübün kuruluşunda o zamanlar görevi gereği Rize'de bulunan Suphi Bey ve bir dönem Ankara Emniyet müdür muavini olarak da üst düzey bir güvenlik amiri olarak görev yürüten İsmail Kentay bilhassa meşgul olmuşlardı. Diğer kurucular Kalamozlu Ali Bey, Ali Kemal Kavrakoğlu, Memiş Kanburoğlu, Hamdi Tuzcuoğlu, Sadettin Türüt, Sabri Kolçak, Acente İbrahim, Lazoğlu Ahmet Bey'dir. Bu grubun özel girişimleri ile o zamanlar Rize Belediyesi'nin bulunduğu binanın yanında iki odadan oluşan bir lokal de ayarlandı.
Rize İdman Yurdu'nun etkinlik gösterdiği spor branşları futbol ve aletsiz jimnastikti. Bu arada müzik kolu da açılmış, böylece Rize şehir bandosunun da çekirdek kadrosu kendiliğinden oluşturulmuştu. Bandonun bütün aletlerini Lazistan Mebusu Süleyman Sudi Sofuoğlu (Kartal) Bey hediye etmişti.
Şark İdman Ocağı.
Şark İdman Ocağı, 25 Haziran 1923 tarihinde Barış Oteli ismindeki binada faaliyete geçti. Kulübün kurucular konseyi Ali Kemal Kavrakoğlu, Rıfkı Tuzcuoğlu, İshak Turnaoğlu, Hamdullah Şadoğlu, Hasan Biber, Riyazi Diren ve Kamil Karadeniz'den oluşmaktaydı.
“Şehirde iki rakip kulübün faaliyette bulunması, o zamanki müteassıp haleti ruhiyeye rağmen, daima artan bir seyirci kitlesini kendisine çekiyordu” sözü, 80 yıl öncesinin Rizespor'unu, o günün katıksız dili ile güzel bir şekilde ifade ediyordu.
İlk yerel Rize derbileri.
İki kulübün aralarında sıkça yaptıkları maçlar, tarihte bir yerlerde gizlenmiş bir yerel derbi edasındaydı. 7 Kasım 1923 Cuma günü yapılan unutulmaz maçı Şark İdman Ocağı 1-0 kazanmıştı. Karşılaşmanın hakemliğini ise, o zaman Rize’de bulunan 7. Alay subaylarından Yüzbaşı İsmet Bey yapmıştı.
Rize futbolunun iki takımı.
Rize'de futbolun başlangıcında önemli rolleri olan Şark İdman Ocağı ve Rize İdman Yurdu'nun futbol rekabetini Rize kalıpları içinde, birbirlerine meydan okuma şeklinde bırakmadıkları da görülmektedir. Bu iki takım Trabzon ve Samsun'a seyahatler tertip ettiler. Üstelik, futboldan başka jimnastik çalışmalarına da önem verildiği, bu yönelime rehberlik eden Suphi Bey’in büyük bir emek harcadığı bilinmektedir.
Şark İdman Ocağı, sportif etkinliklerini iki yıl kadar devam ettirdi. İdmanyurdu ise, çok çeşitli aşamalardan geçerek, Rize Fener Gençlik Kulübü'ne temel oluşturdu.
Rize’de spor hareketlerinin başlangıcı.
1973 yılında Rize Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü'nce hazırlanan “Rize Bölge Sporunda 50 Yıl” isimli kitabın önsözünde yer alan bir paragrafta şöyle deniyordu: "Bölgede spor hareketleri 1932 yılında Halkevlerinin açılması ile başlar." Bu eserden sonra yazılan kitaplar da Rize'de spor hareketlerinin başlangıç tarihini 1932 olarak gösteriyordu. Bu hata daha sonra Rize spor tarihini irdeleyen yazarları da yanılgıya itiyor, ilde spor hareketlerinin başlangıcı 1932 olarak tarihe geçiyordu.
Kuruluş.
Kulüp, Türk Kurtuluş Savaşı ilk adımının atıldığı 19 Mayıs 1919 tarihinin 34. yıldönümü olan, 19 Mayıs 1953 yılında Manifaturacı Yakup Temizel, Manifaturacı Atıf Taviloğlu, Manifaturacı İsmet Bilsel, Defterdar Yaşar Tümbekçioğlu ve Manifaturacı Muharrem Kürkçü'den oluşan 5 kişilik Kurucular Heyeti ile Rize'de, "gençliğin beden ve kültürel yeteneklerini artırmak ve bu sahada sunulacak öğretilerle gelişmelerine katkıda bulunmak amacıyla", "Rizespor" adıyla kuruldu.
Kulübün renkleri olarak benimsenen "Sarı", o zamanlar Rize'de bolca yetişen portakal ve limon narenciyesini, "Yeşil" ise, hâlen Rize'nin sembolü olan çayı temsil ediyordu.
İlk başkanlığa, Kurucu Üyelerden Yaşar Dömlekçioğlu seçildi.
Rizespor'un, 1953'ten 1968'e kadar 15 yıllık amatör faaliyetinde, Ahmet Durmuş, Ali Durmuş (Millî Ali), Kenan Tiryaki, Mustafa Erol, İrfan Akaslan, Mahmut Salih Yavuz, Salih Kazancı, Ahmet Kemal Yavuz, Hamil Kazancı, Mustafa Veziroğlu, Yılmaz Özkan, Yılmaz Balta, Ahmet Fenci, Akif Fenci, Oktay Arayıcı, Abdullah Kıtır, Mustafa Kazdal, Abdullah Şeker ve Ömer Çakır gibi yerel futbolcular forma giydi.
1968 Yılında Tüzük değişikliğiyle profesyonelliğe geçerek, Rize Güneşspor, Rizegücü ve Fenergençlik kulüplerinin birleşmesiyle Mavi - Yeşil renkler altında, 2. Lig'e son anda Sivasspor'un alınması üzerine mücadelesine 3. Lig'den başladı. 3. Lig'de Elazığspor deplasmanında çıkan olaylar nedeniyle hükmen 3-0 yenik sayıldı. Ayrıca 2 puanı silindi. 2. Lig'e Rizespor yerine 3. sıradaki Tarsus İdman Yurdu çıktı. 3-0'lık hükmen yenilgi, Türk futbol tarihinde ilk kez Rizespor için uygulandı. Bu süre içerisinde de bir daha Amatör Liglere düşmeden, 1978-1979 sezonunda 2. Lig şampiyonluğuyla, Türkiye 1. Liginde ilk defa oynama hakkını kazandı.
Rizespor tarihindeki ilkler.
Transferde ilk sezonda toplam olarak 367 bin lira harcayan Rizespor; Salim (Erzincan Şekerspor), Rasim (Erzincan Şekerspor), Ahmet (Giresunspor), Hakkı (Rizegücü), Ahmet (Petrolofisi), Mustafa (Erzincan Şekerspor), Mustafa (Samsunspor), İbrahim (Trabzonspor), Salih (Kastamonuspor), Atilla (Giresunspor), Sabahattin (Erzincan Şekerspor), Tuncay (Sarıyer), Yüksel (Sarıyer), Şenol (Beşiktaş), Cevat (Rize Çayspor), Kadir (Rize Çayspor), B.Cevat (Rize Çayspor, Enver (Rize Çayspor), Yücel (Rizegücü) ve Lokman Koçan'ı (Rize Çayspor) transfer etti. Bu kadroya ayda yaklaşık olarak 10 bin lira aylık ödeme planı ile sezona başladı.
Takımın antrenörlüğüne, ayrıca futbolcu olarak da görev yapacak olan Beşiktaş'tan transfer edilen Şenol Birol getirildi.
Bahattin Coşkun'un başkanlık ettiği Rizespor yönetim kurulunda İsmail Ömeroğlu, Metin Akmehmet, Mustafa Özkan, Muharrem Kürkçü, M. Ali Mabarasar, İrfan Bilgin, Murat Kumbasar, Sabahattin Ulaş ve Dündar Akdeniz yer aldı.
Hazırlık maçlarında Artvin karmasını, 9-0 Hopa-Kars karmasını da 6-0 yenmeyi başaran Rizespor, bu maçların birinden aldığı 331 lira hasılata karşılık 330 lira saha masrafı ödeyince oldukça zor durumda kaldı. Yönetici Metin Akahmet bir liralık hasılat görünce "Eğer ligde de aynı hasılatı alırsak, vay halimize" diyordu.
Rizespor tarihinin ilk maçını 12 Ekim 1968 tarihinde deplasmanda Trabzonspor ile oynadı. 5-1 Rize'nin üstünlüğüyle biten maçta Rizespor'da şu futbolcular kadroda yer almaktaydı: "Ahmet, Mustafa, Tevfik, Hamit, İbrahim, Mustafa, İlyas, Yüksel, Kadir, Şenol Birol, Haşim, Sinan ve Salih.
Yakın tarih.
9 Şubat 1991 yılında yapılan Olağanüstü Genel Kurul'la, Karadeniz Bölgesi'nin en büyük kamu kuruluşu olan Çaykur'la birleşerek, "Çaykur Rizespor Kulübü" adını alarak o tarihten itibaren de Profesyonel Liglerdeki mücadelesini sürdürmeye başladı.
Kulüp 2001-02 Süper Lig sezonunda 16. sırayı alarak Süper Lig'den küme düştü. Ancak 2002-03 2. Futbol Ligi A Kategorisi'nde sezonu 2. olarak tamamladı ve 1 yıl aradan sonra tekrar Süper Lig'e yükseldi. Kulüp, 2003-04 Süper Lig sezonundan itibaren kesintisiz yer aldığı Süper Lig'den 2007-08 Süper Lig sezonunda 17. olarak küme düştü ve bir sonraki sezon 1. Lig'de mücadele etti. Kulüp 2008-2013 yılları arası 1. Lig'de mücadele etti. 2012-13 sezonunda 1. Lig'i 2. bitirerek 5 yıl aradan sonra 2013-14 Süper Lig'de yer almaya hak kazandı. 2016-17 Süper Lig sezonuna kadar mücadele etti ve ligi 16. sırada tamamlayarak 1. Lig'e düştü. 2017-18 1. Lig sezonunu şampiyon olarak tamamlayarak tekrar 2018-19 Süper Lig'e yükseldi.
2015 yılının Şubat ayında kulüpten yapılan açıklamada 20 spor dalında daha faaliyetlere başlanacağı belirtildi. Bu spor dallarının basketbol, hentbol, voleybol, tenis, badminton, masa tenisi, dağcılık, rafting, yüzme, jimnastik, atletizm, judo, boks, güreş, yelken, kano, kayak, kürek, bisiklet ve kadın futbol takımı olacağı öngörülmektedir.
2020-21 sezonuna Stjepan Tomas yönetiminde başlayan Çaykur Rizespor, Tomas 19. hafta sonunda takımın başından ayrıldı ve yerine Marius Șumudică geldi. Ligde 7 maçta takımın başında yer alan Marius Șumudică 3 beraberlik 4 mağlubiyetin ardından karşılıklı anlaşılarak görevinden ayrıldı ve yerine Bülent Uygun getirildi. Ligde oynanan 40 maç sonunda 12 galibiyet 12 beraberlik ve 16 mağlubiyetle 48 puan toplayarak ligi 13. olarak tamamladı. 2020-21 Türkiye Kupası'nda ise son 16 turunda Beşiktaş'a 1-0 kaybederek kupadan elendi.
2021-22 Süper Lig sezonunda 4 sezon mücadele ettiği Süper Lig'i 17. olarak tamamlamış ve 1. Lig'e düşmüştür.
2022-23 1. Lig sezonunda mücadele ettiği 1. Lig'i 2. olarak tamamladı ve 1 yıl aradan sonra tekrar Süper Lig'e yükseldi.
Tesisler.
Mehmet Cengiz Sosyal Tesisleri, Çaykur Rizespor'a 2008 yılından beri hizmet vermekte olan Rize'nin Avrupa standartlarındaki konaklama ve spor merkezidir.
Çaykur Rizespor, maçlarını 2009 yılında hizmete giren ve 15.558 kişi kapasiteli Çaykur Didi Stadyumu'nda oynamaktadır.
Taraftar grupları.
Rotasızlar.
2006 yılında Ülkücü taraftar Ali Yılmazoğlu tarafından Hakan Yıldırım ile bir araya gelerek oluşturulan bir gruptur iç ve dış maçlarda 90 dakika destekleyen bir taraftar grubudur. Bu grup ismini 2004-2005 ve 2005-2006 senelerinde stadın belirli bir yerlerinde her maçta başka bir tribünde yer aldı ve tribün büyükleri tarafından Rotasızlar ismini aldı. Yeni Rize Şehir Stadyumu'nun deniz kale arkasında Çaykur Rizespor'a destek vermektedirler. Askoroz diye tabir edilen muhit Rotasızlar grubunun merkezidir. Maçlarda ortalama 800-900, minimum 350 400 ve maksimum 2000'in üzerinde bir toplulukla destek vermektedir.
Atmacalar.
Atmacalar, iki yeni taraftar grubu Göçebe ve Derebeyler gruplarının 2013 yılında Emre Genç ve Osman Mete'nin önderliğinde birleşme kararı almasıyla oluşturuldu.
Mekansızlar.
1999 yılında kurulan Mekansızlar taraftar grubu Çaykur Rizespor'u hem içeride hem de deplasmanda desteklemek için kurulan Rizespor tribünlerinin tecrübeli isimleri bünyesinde bulunduran bir taraftar grubudur. Takımlarını dağ tarafı kale arkasında destekleyen Mekansızlar bir diğer namı da Dağdibi Cehennemi'dir.
Lig mücadeleleri.
1979-1981, 1985-1989, 2000-2002, 2003-2008, 2013-2017, 2018-2022, 2023-
1974-1979, 1981-1985, 1989-1993, 1994-2000, 2002-2003, 2008-2013, 2017-2018, 2022-2023
1968-1974, 1993-1994
1953-1968
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19946",
"len_data": 10262,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.48
}
|
Sayokan, kökleri Orta Asya'ya dayanan bir Türk savaş sanatıdır. Kurucusu Nihat Yiğit tarafından resmî bir branş olarak dünyaya tanıtılmaktadır. Sayokan Dünya Federasyonu, 7 Aralık 2005 tarihinde Türkiye'de kuruldu.
Adlandırması.
Sayokan, kurucusu Nihat Yiğit tarafından “Savaşçının Yolu ve Kanı" cümlesindeki sözcüklerin baş hecelerini alarak kısaltıldı. Yiğit'in ifadesi ile, “savaşçı” Mete Han’dan Atatürk’e kadar gerek bedensel, gerekse ruhsal, zihinsel yetenek ve erdemliliğe sahip devlet adamlarını, komutanları, kahramanları, “yol” ise bu insanların yetenek ve erdemliliğe giden yolunu, “kan” ise yine bu insanlarla olan bağı ifade etmektedir. Tabiatı ile uzak doğu savaş sanatlarına bu alanda alternatif olarak sunulmaktadır.
Sayokan hocalarına "aybar", dövüşün yapıldığı alana "cenk" deniyor.
Teknik ve eğitim yapısı.
Her bir hilal ayak hareketi, Alparslan'ın Malazgirt Savaşı'nda kullandığı hilal stratejisini ifade eder. Rakip, hilalin içine hapsedilir ve teknik uygulamaya geçilir. Sayokan vuruşlu-yere serme sistemine sahiptir. Kahramanlık oyunlarındaki cenkler, bu kural anlayışı ile icra edilir. Ayrıca Sayokan'ın öğreti ve teknik anlayışı zıtlıkların birliği kuramı üzerine kurulmuştur. Bu anlayış teknik alanda kişiyi sağ ve sol yeteneklerini aynı seviyede geliştirir.
Öğreti boyutunda ise kainatın bu anlayış ile yaratıldığı ve yaşamında eksi ve artı değerleri dengelemesi öğretilir. Bu anlayışın tekniksel alanda uygulanışı başka savaş sanatlarında yoktur. Tüm temel tekniklerde uzuvlar araçtır, destekleyici, ivme kuvvetini artırıcı unsur gövdedir. Örneğin, yumruk tekniğinde kol ve el araçtır. Yumruğu destekleyen, itici güç ve ivme kazandıran gövdedeki başka kas gruplarıdır. Bu anlamda sayokanın teknik hareket analizi ile diğer savaş sanatlarının teknik analizleri arasında çok ciddi farklılıklar vardır. Tekniklerde orak, kanca, tırpan, kalkan gibi tanımlamaların olması sadece isimlendirmeden ibaret değildir.
Ok yumruk - Orak yumruk - Kanca yumruk - Döner dirsek - Sağ ve sol sancak - Gökkuşağı - Kalkan - Burgu - Kılıç el - Sarmala at - Ters sarmala at - Osmanlı eli - Düz ok - Düz orak - Düz Osmanlı eli.
Alt, orta ve üst tırpan - Omca - art bönge - Art orak bönge - ön bönge - yan bönge - Bagış bönge - Ters bagış bönge - Kımaça bönge.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19947",
"len_data": 2264,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.64
}
|
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, İngiltere Büyük Locası tarafından tanınan, en eski Türk Mason Büyük Locası. Dünyada kabul gördükleri ve kendi kullandıkları şekliyle isimleri Türkiye Büyük Locası olarak da geçer.
Tarih.
Her ne kadar Türkiye'de Masonluğun ve ilk Masonların 1720'li yıllardan bu yana var olduğu bilinse de, daha ziyade dış obediyanslara bağlı ve Osmanlı topraklarındaki yabancıların etkinliğinde sürdürülen bu çalışmalar, 18. yüzyılın ortalarından itibaren Türkleri de içine almaya başlamıştır. Bilinen ve kayıtları günümüze ulaşan ilk Türk Masonlar, bu yüzyılın ortalarında topluluğa kabul edilmiş olan İbrahim Müteferrika ve Yirmisekizzade Mehmed Said Paşa'dır.
1861 yılına kadar, daha ziyade İngiltere, Fransa ve İtalya milli obediyanslarına bağlı localarda çalışmalarını sürdüren Türk Masonluğu, bu yıl içerisinde Mısır asıllı Osmanlı Prensi Abdülhalim Paşa'nın önderliğinde Osmanlı Yüksek Şurası'nı, o zamanki ismi ile Makbul İskoç Riti Şura-ı Ali-i Osmani'yi kurar. Bu resmi cemiyeti ilk tanıyan dış obediyans ise 1869 yılında ABD Güney Jüridiksiyonu olur ve böylece Milli bir hüviyet kazanmış olan Türk Masonluğu, dış obediyanslarca da tanınmaya başlamış ve ABD'yi diğer bazı obediyanslar takip etmiştir.
Dönemin Osmanlı Yüksek Şurası'nın yanı sıra yabancı obediyanslara bağlı olarak Osmanlı topraklarında varlıklarını sürdüren localar da çok sayıdaydı. Örneğin, İttihat ve Terakki üyelerinin çok büyük kısmını içinde barındıran ve bu harekete bir yerde ev sahipliği yapan iki locadan Macedonia Risorta İtalyan, Veritas ise Fransa Grand Orient'i bünyesindeki localardı.
Büyük Loca, Sultan tarafından 1876 yılında yasaklandı. 1909 yılında İstanbul'un yeni yönetimiyle geri dönen Büyük Loca, gizli çalıştığı için 1922 yılında tekrar kapatılıp, 1925 yılında yeniden açıldı. Fakat 1930 yılında, dünya ve ülke konjonktürünün gelişimine bağlı olarak, sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü faaliyetlerin Halkevleri bünyesinde toplanmaya başlamış olması ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın da isteğine uyarak Ekim 1935'te çalışmalarını durdurmuştur.
1956 yılında dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur'un Büyük Üstatlığında, Yüksek Şura'dan bağımsız ve Masonluğun 3 âli derecesinde (Çırak, Kalfa, Üstat) çalışmak üzere ilk Türkiye Büyük Locası kurulur, fakat muntazam Masonluk tarafından, bir obediyansın düzenli sayılabilmesi için kabul edilen, Büyük Loca'nın Yüksek Şura'dan bağımsız olarak kurulabilmesi ilkesine riayet edilmemesi ve ilk Türk obediyansının bir Büyük Loca değil bir Yüksek Şura olması itibarıyla Türk masonluğu uzun yıllar boyunca Düzensiz Masonluk (Grand Orient) tarafında kalır. Yine de 1956 yılındaki bu oluşum ile birlikte, dünya düzenli Masonluk camiası içerisine dahil olma çabalarının asli amaç olarak belirlenmesi ile birlikte Türkiye Büyük Locası ismi, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası olarak tasdik edilmiştir.
Dünya düzenli Masonluğunu temsil eden ve bir yerde Hür Masonluğun (Fikri Masonluk, Spekülatif Masonluk) atası sayılan İngiltere Birleşik Büyük Locası'nın Türkiye Büyük Locası'nı kabul etmesi ise ancak 1970 yılında, 1909 yılında Mısır'da kurulmuş bulunan ve Resne Locası'nın düzenli köklerine bağlanarak gerçekleşir. Ondan önce İskoçya Büyük Locası tarafından 1965 yılında, aynı gerekçe ile kabul edilerek konsekre edilen Türkiye Büyük Locası bu yıldan itibaren dünya düzenli Masonluğunca kabul edilerek ritüelleri, kıyafetleri, mabetleri geleneksel Masonluğa göre yeniden tanzim edilerek muntazam bir hal alır ve bu düzenli Büyük Locanın kuruluş tarihi 1909 olarak tasdik edilir.
1965 yılında İskoçya Büyük Locası tarafından tanınması ve tasdik töreninin icra edilmesinden kısa bir süre sonra; çeşitli dini, siyasi ve yönetimsel problemleri olan çok küçük bir grup Türk Masonluğu'ndan ayrılarak düzensiz bir oluşuma gider ve hemen akabinde, bu grubun Türk ve Dünya Masonluğu ile alakaları, 1966'nın Ağustos ve Eylül aylarında birbiri ardına gelen kararlar ile süresiz olarak kesilir.
Türkiye'de Masonluk.
Bugün, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Eskişehir, Denizli, Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Antalya, Çeşme, Fethiye'de 200'ün üzerinde Locasında çalışan 14.000 üyesi ile Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası; geleneksel Masonluğun, Anglosakson Masonluğu tarafından düzenli kabul edilen Türkiye'deki temsilcisidir. Yıllık %3 oranındaki üye artışı ile de dünyanın en hızlı büyüme oranına sahip obediyanslarından birisidir. Çalışmalarında din ve siyaset tartışmaları haricinde tüm konuşmaların özgürce yapıldığı ve analitik felsefi çalışmalar üzerine yoğunlaşan Localarına, 21 yaşını doldurmamış, Tanrı inancına sahip olmayan ve hür bir erkek olmayan kimseler kabul edilmezler.
Türkiye Büyük Locası, Masonluğun üç derecesinde (Çırak, Kalfa, Üstat) çalışır. 4 ile 33 arasındaki yüksek derecelere devam edip etmemek üyelerin kendi inisiyatiflerindedir. Bu dereceleri yöneten Türkiye Yüksek Şurası'nın ise Büyük Loca ile herhangi bir organik bağı yoktur, aralarında sadece iyi niyet antlaşması vardır. Yüksek Şura'nın çalışmalarına katılabilmek için bir Masonun, kendi Locasında Üstat derecesini haiz olması ve Locasında düzenli ve iyi durumda olması gerekir. Kendi Locasındaki düzenini kaybeden bir üye, otomatik olarak yüksek derecelerde çalışma ve devam hakkını da kaybeder.
Her yıl bir kere yapılan kadınlara açık celselerde Mason eşleri, kızları, anneleri ve kızkardeşleri Mabetlere alınır ve onlara Masonik hikâyeler anlatılır. Bu özel gecelerde Masonik çalışma yapılmaz ve herhangi bir ritüel gerçekleştirilmez. Sadece hikâye anlatımı ve kutsal masonik su vecaizi yapılır.
Dereceler ve çalışma sistemi.
Türkiye Büyük Locası da, dünyanın diğer tüm düzenli Büyük Locaları gibi Masonluğun üç derecesinde, yani Çırak, Kalfa ve Üstat derecelerinde çalışırlar. Üstat derecesinin üzerinde bir derece, Büyük Loca bünyesinde yoktur.
Masonluğa kabul edilen ve düzenli bir Locada usulüne uygun olarak yapılan düzenli bir tören ile üyeliğe kabul edilen üye "Çırak" unvanını kazanır. Kabul töreninin ardından en az 12 ay geçmeden Kalfalığa yükselinmez. Bu 12 ay içerisinde Çırak Mason, kendisine verilen çeşitli Masonik ödev ve tezleri başarıyla tamamlamalı ve Kalfalığa layık olduğunu, farklı zamanlarda verdiği bu tezler ile ispatlamalıdır.
Kalfa olduktan sonra da en az 12 ay geçmeden Üstatlığa yükselinmez. Üstat olabilmek için de Çıraklık dönemindekine benzer Masonik çalışmalar, bu sefer Kalfa gözüyle yapılır ve verilen tezler sonrasında Üstat olunabilir.
Büyük Üstatlar.
1909'dan günümüze Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstatlar listesi:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19965",
"len_data": 6545,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.41
}
|
Honduras bayrağı, Honduras devletinin günümüzde de kullanılan hâli ile 26 Ocak 2022 yılında kabul edilerek göndere çekilen resmi ulusal bayrağı.
Bayrak, sırasıyla turkuaz, beyaz, turkuaz renklerinden oluşan eşit üç yatay şeride sahip bir üçrenklidir.
Mavi şeritlerden biri Atlas Okyanusu'nu, diğeri Büyük Okyanus'u simgelemektedir. Ortadaki beyaz şeridin üzerinde Orta Amerika Konfederasyonu'na dâhil beş ülkeyi simgeler. 1866 yılında tüm Orta Amerika devletlerinin Federasyon çatısı altında toplanma arzusunu bayrağına koyduğu ve her biri eski Orta Amerika Konfederasyonu üyesi ülkeleri ifade eden yıldızlardan ortada konumlandırılanı bizzat kıtanın da ortasında bulunması dolayısıyla da Honduras'ı ifade etmektedir. Yıldızların diğerleri ise Kosta Rika, Nikaragua, Guatemala ve El Salvador'u temsil etmektedir.
1949 kararnamesi, şeritlerin turkuaz olacağını belirtir, ancak pratikte bayrak sonraki yetmiş yıl boyunca gök mavisi olarak göndere çekilmiştir. Honduras hükûmeti, ancak Honduras Ulusal Özerk Üniversitesi 2021'de bu tavsiyeyi yaptıktan sonra, 27 Ocak 2022'de cumhurbaşkanı Xiomara Castro'nun göreve başlamasından sonra turkuaz renkli bayraklar bayraklar kullanıma başladı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19977",
"len_data": 1185,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.63
}
|
Ulukışla, Niğde iline bağlı bir ilçedir. Ulukışla, yüzölçümü itibarıyla Niğde'nin en büyük, ilçe merkezi ve toplam
nüfus açısından ise Niğde'nin Bor'dan sonra ikinci büyük ilçesidir.
Tarihçe.
Yörede Epipaleotik, Hitit ve Roma dönemine ait kalıntılara rastlanmıştır. Bölgede bulunan höyükler 10.000 yıllık bir tarihi geçmişle ilgili bulgulardır. Porsuk köyü yakınlarındaki Zeyve Höyük'de MS 4. yüzyılda yaşanmış yerleşim yeri ortaya çıkarılmıştır.
Hitit, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait kalıntılar bulunmuştur. Çiftehan bölgesi uzun süre Eti, Frig ve Roma dönemlerinde yerleşim yeri olmuştur. Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un karısı Faustina'nın mezarı Toraman köyünde bulunmuştur. Niğde'ye yaklaşık 40 km uzaklıktaki Toraman (Tabal) yakınında bulunan kaya mezarları bir vadinin iki yamacındadır. (MÖ 8.000) Toraman Niğde'nin ilk yerleşim yerlerinden biridir. Tabal Krallığı'na ve kral adlarına ilişkin bilgilere Asur yıllıklarında çokça rastlanır. III. Salmanasar döneminde Tabal Krallığı yirmi kadar küçük prenslikten oluşuyordu. Toraman hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın Tarsus'ta yaşarken sık sık banyo yapmaya Çiftehan kaplıcalarına geldiği rivayet edilmektedir. Bizans İmparatorları Ulukışla ve Çiftehan arasında askeri üsler kurmuşlardır. Orta Çağ boyunca "Lulu" diye anılan kale (Gedeli köyü) kent ve mağara tabyaları mevcuttur.
1859 yılına kadar "Secaaddin" adıyla Bor'a bağlı bir nahiye olup merkezi Beyağıl köyüdür. 16.yüzyılın ilk yarısında Osmanlı sadrazamlarından Öküz Mehmed Paşa tarafından yaptırılan kervansaray ile Hamidiye köyü olarak anılan ilçe 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar bugün ilçeye bağlı köy olan Maden ilçesine bağlı bir köy olan Ulukışla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu sonrasında ilçe olma konumunu korumuş ve ülkenin en eski ilçeleri arasındaki yerini almıştır. Milli mücadele sırasında Fransız işgalinin ulaştığı son nokta olup işgale gelenler buradan kısa sürede atılmışlardır.
Coğrafya.
İlçe merkezi Orta Toroslar'ın parçalarından Medetsiz ve Bolkar Dağları arasındaki geniş bölümün ağzında, Akdeniz Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesinin kesiştiği yerdedir. Yüzölçümü 1502 km², deniz seviyesinden yüksekliği 1427 metredir. İlçe 34°30"16' Doğu boylamı, 36°58"5' Kuzey enlemi arasında bulunmaktadır.
İç Anadolu'nun kapısı konumundaki ilçe toprakları Doğuda Adana (Pozantı), Güneyde Mersin (Tarsus), Batıda Konya (Ereğli), kuzeyde Niğde (Bor-Çamardı) ile çevrilidir. İlçe Bolkar Dağları, Konya ovası, Aladağları ve Hasan Dağı arasında kalan vadi merkezindedir.
Maden ve Gümüş köyleri civarında altın, gümüş, kurşun, Katrandede yöresinde linyit, Güney tepelerinde zengin alçı taşı yatakları vardır. Bölgede genel olarak dağlıktır. Bitki örtüsü İç Anadolu Step türüdür. Genel ormanlık saha toplamı 24.673 hektardır. Sert ve kara iklimini (Yazlar serin ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı) etkisi altındadır. Ulukışla çevresinde Kızıldağ, Cehri, Karatepe, Çakıltepe, Sansar, Katrandede ve Dikmen tepe dağları bulunmaktadır. Genelde çıplak ve ormansızdır. Bu yüzden taşkın sel olaylarına rastlanır. Bölge 1980'den itibaren Çakıt Projesi çerçevesi içinde ağaçlandırılmış ve yağış çoğaltılmıştır. İlçe topraklarından çıkan kaynak sularının önemli bir bölümü Çakıt Çayı ile Seyhan baraj gölüne dökülür.
Bolkar Dağları Toroslar'ın orta merkezinde yer alan Medetsiz Zirvesi ile dağcılık sporunun ilgi odağı olmuştur. Bolkarlar torosların bütün özelliklerini taşır. Başlıca zirveler Medetsiz, Keşifdağı, Koyunaşağı tepe, Eğer kaya, Karapsl ve Çinili göldür. Güney yönü, sayısız mağara ve kanyonları değişik gezi bir kamp alanıdır. Bolkar dağları çiçekleri, buzul gölleri, yüksek zirveleri ve kırsal yaşama yaptığı ev sahipliğiyle Türkiye'nin en güzel sıradağlarındandır. İlçe İç Anadolu'yu Akdenize ve güneye bağlayan kara ve demiryollarının kavşak noktasıdır. Dönemler halinde Hac yolu, Kervanyolu, İpek yolu, Karayolu, demiryoluna güzergâh olmuştur. Anadolu Bağdatyolu Ulukışla'dan geçmektedir. Bu yol 1910 yılında Alman Şirketi tarafından inşa edilmiştir. Kayseri hattı ise 1928 yılında tamamlanmıştır. Bu hat Kardeşgediği mevkiinden Konya ve Niğde-Kayseri hattı olarak ikiye ayrılmaktadır. Karayolu ise Beyağıl köyü yakınlarında Niğde-Kayseri istikametine devam etmektedir.
İklim.
İklim Akdeniz-İç Anadolu geçiş iklimidir. Yazlar serin ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Yağış yoğunluğu ilkbahar ve kış mevsimine kayar. Bitki örtüsü bozkır, ancak Mersin sınırında ormanlıktır. 1.185.264,25 hektarlık genel ormanlık saha bulunmaktadır. İklime bağlı olarak yetiştirilen ürünlerin başında; buğdaygiller gelir. Yamaçlarda bağcılık, sulanabilen alanlarda başta elma, kiraz, armut vb. olmak üzere meyvecilik ve sebzecilik yapılır. Bozkırlık alanların tarım yapılmayan yamaçlarında küçükbaş hayvancılık yapılmakta, son yıllarda büyükbaş hayvancılık, arıcılık, kiraz üretimi önemli miktarlarda artışlar göstermektedir. Ortalama nemlilik oranı %62,2, açık günler sayısı 128. Ortalama yağış miktarı 260,5 mm, karlı günler sayısı 57'dir. Hakim rüzgâr; kış gününde keşişleme (Güneydoğu), yaz günlerinde batı rüzgârıdır. Çevre dağlarının ormansız oluşu nedeni ile karların erimesi ve bahar yağmurlarına bağlı olarak taşkın olayları yoğunlaşır.
Nüfus.
Ulukışla.
İlçeye bağlı 38 köyü vardır. Yüzölçümü 1503 km² olup, nüfus yoğunluğu 20'dir. İlçe toprakları dağlıktır. Güneyinde Bolkar Dağları, yer alır. Başlıca akarsuyu Çiftehan Çayıdır. Dağların yüksek kesimlerinde köknar, kızılçam, sedir ve karaçam ormanları vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri, elma, arpa, patates, buğday, üzüm ve şekerpancarıdır. Hayvancılık ekonomik açıdan önemli gelir kaynağıdır. Tuğla ve kiremit fabrikaları başlıca sanayi kuruluşlarıdır. İlçe topraklarında altın, gümüş, çinko, demir, jips ve kurşun-çinko yatakları vardır.
İlçe merkezi Çiftehan Çayı Vadisinde kurulmuştur. Eski ismi Şücâeddîn idi. İlçe merkezi karayollarının kavşak noktası yakınındadır. Kayseri'den gelen kara yolu Ankara-Adana yolu ile ilçenin 5 km doğusunda birleşir. İl merkezine 62 km mesafededir. Denizden yüksekliği 1426 metredir. Belediyesi Cumhuriyetten önce kurulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19983",
"len_data": 6109,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.32
}
|
Nicholas Rodney Drake (d. 19 Haziran 1948 Rangoon, Myanmar - ö. 25 Kasım 1974 Warwickshire, Birleşik Krallık), Büyük Britanyalı şarkıcı, söz yazarı ve besteci.
Sakin, utangaç fakat karamsardır. Kendine özgü bir akustik gitar çalış tekniğine sahiptir. Gitarı farklı biçimlerde akort ettiğinden gitarın sesi birkaç kişi aynı anda çalıyormuşcasına zengin duyulur. Yaşarken sadece 3 albüm çıkarmıştır. Çekingen bir yapısı olduğu için turnelere çıkmayı reddedip evinde izole bir hayatı seçmiştir. 26 yaşında resmi kayıtlara göre intihar etmiştir. Yaşarken ilgi görmeyen Nick Drake öldükten sonra kült bir figür halini almıştır.
Hayatı.
Çocukluk ve gençlik.
Nick Drake aslen Güneydoğu Asya'da yer alan Burma (yeni adıyla Myanmar) doğumludur. 1950'li yılların ortasında ailesi Britanya'ya geri dönmüştür. Aynı zamanda Shakespeare'nin de doğum yeri olarak bilinen Warwickshire'e yerleşmişlerdir. Eline aldığı ilk müzik aleti flüttür.
Drake, yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan Bob Dylan, Phil Ochs gibi isimlerin başını çektiği Amerikan halk müziğini severdi. 17 yaşındayken kendine bir gitar aldı, üniversite öğrencisiyken yerel kulüplerde ve kafelerde sahne almaya başladı. Fairport Convention grubunun basçısı tarafından keşfedildi ve yavaş yavaş profesyonel müzik kariyerinin ilk adımlarını atmaya başladı.
20 yaşındayken ilk albümü Five Leaves Left (1969) güç bela ikna edilen Island Records'dan çıktı. Bu albümde Nick'e Fairport Convention eşlik ediyordu. 1 yıl sonra piyasaya çıkan Bryter Layter (1970) adlı albümde Nick'in tek başına çalıp söylediği bir parça yer almıyordu. Bu albümde Fairport Convention'a ek olarak The Velvet Underground'dan John Cale de Nick'e eşlik ediyordu.
Drake oldukça utangaçtı, konser vermekten elinden geldiğince kaçınırdı. Sadece dönemin diğer halk müziği gruplarıyla birlikte birkaç defa sahne almıştır. Biraz da buna bağlı olarak, albümleri fazla ilgi çekmemiş ve az satmıştır. Stüdyoda bile insanların bakışlarından kaçmak için duvara karşı çaldığı söylenir.
Geçirdiği ciddi bunalım esnasında son albümü Pink Moon'u (1972) iki gece yarısı ikişer saatte kaydetmiştir. Bu albümün şarkıları oldukça kısadır (11 şarkı ve toplam 26 dakika), sadece kaydı yapan bir ses teknisyeni eşliğinde hazırlanmıştır. Çıplak ve samimi. Albümün kayıtları 1 hafta boyunca Island Records'un masasında kimse fark etmeden kalmıştır.
Drake zaman geçtikçe psikolojik olarak daha kötüleşmeye başladı. Sadece çok yakın arkadaşları ile bağlantısını sürdürüyordu. Kendine fiziğine iyi bakmıyordu, defalarca hastaneye kaldırıldı.
Ölümü.
1974'te Nick kendinde yeni parçalar yapacak gücü hissetmeye başladı. Fakat 24 Kasım'da aşırı antidepresan alımına bağlı olarak uykusunda öldü. Herhangi bir intihar notu yoktu. İntihar sayılmasında ki en önemli etkenlerden biri başucunda Albert Camus'nun Sisifos Söyleni adlı eserinin bulunmasıdır. Resmi kayıtlara göre bu olay bir intihardır, fakat az sayıdaki arkadaşı ve ailesi bunu reddeder. Dönemin ağır antidepresan ilaçları eğer belirtilenden fazla alınırsa öldürücü etkiye sahipti (daha sonra bu ilaçların birçoğu piyasadan çekilmiştir). Annesine göre Nick uyuyamadığı bir gece kalktı, uyumak için farkında olmadan biraz fazla hap aldı ve hayatını kaybetti.
Albümleri.
Five Leaves Left.
Drake, Five Leaves Left'i 1968'in sonlarında kayıt etmeye başlarken 20 yaşındaydı. Albüm 41 dakikadır. Albümün prodüktörü Joe Boyd'dur. Drake, albüm yayınlandıktan 5 yıl sonra ölmüştür.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19984",
"len_data": 3417,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.3
}
|
İlhan Mansız (d. 10 Ağustos 1975, Kempten), santrfor mevkiinde görev almış Türk eski millî futbolcudur. Aslen Kırım Tatarıdır. Millî buz patencisidir. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda Senegal'e attığı altın gol, FIFA Dünya Kupası tarihinin son altın golüdür. 2017 yılında Survivor yarışmasına katılmıştır.
Futbol Kariyeri.
Altyapı.
Almanya'da doğan ve annesi terzi, babası fabrika işçisi olan İlhan Mansız, 9 yaşındayken annesi, kardeşi ve ablası ile birlikte ailesinin memleketi olan Eskişehir'e döndü. 4 yılını Eskişehir'de geçirdi ve ailesinin Almanya'da kalması sebebiyle geri döndü. Almanya'ya dönüşünden sonra burada futbola başladı. Ayrıca kardeşi Erman Mansız da Köln takımının genç takımında oynamaktadır.
SV Lenzfried, FC Kempten ve FC Augsburg altyapılarında oynadığı futbol ve attığı gollerle dikkat çekti. Augsburg takımıyla 1993'te Almanya Gençler Şampiyonluğu, bir sene sonra da Almanya Gençler Kupası'nın sahibi oldu. O sene finalde yendikleri, ülkenin köklü takımlarından 1. FC Köln'e transfer oldu. 19 yaşında yaptığı bu transferle futboldan ilk defa para kazandı. Kazandığı ilk parayla kendisine bir müzik seti almıştır. Köln ekibi ile iki yıllık sözleşme imzalayan futbolcu, birinci sene 1. FC Köln II takımında oynayıp, sonraki sene birinci takıma çıkacaktı ancak babasının isteği ile Türkiye'ye gelmeye karar verdi.
İlk yılları.
Almanya'da geçen altyapı yıllarının sonunda ailesinin baskısıyla, Türkiye'deki futbol macerası başladı. İki senelik sözleşme ile Gençlerbirliği'ne transfer oldu. 17 Eylül 1995'te Altay karşısında kariyerinin ilk maçına çıktı. 24. dakikada Nihat Baştürk'ün yerine oyuna dâhil olmuştu. İlk sezonunda sadece 2 maça çıkan futbolcu, Eylül 1996'da sözleşmesini karşılıklı olarak feshetti ve Almanya'ya döndü. Münih Türkgücü'nde amatör olarak futbola devam ederken parasal sorunlar nedeniyle tekrar Türkiye'ye dönmeye karar verdi. İkinci Türkiye seferine İkinci Lig takımlarından Kuşadasıspor'da başladı. Kuşadası için çıktığı ilk maçta Düzcespor'a 2 gol attı.
Samsunspor.
Daha önceki Türkiye deneyiminde yaşadığı uyum sorunu Kuşadası'nda yine baş gösterdi. Kuşadası'ndan 1. Lig'de mücadele eden Samsunspor'a transferinden sonra futbolu bırakarak yarım bıraktığı FOS Kempten Ekonomi Bölümüne devam etmeyi düşündü. Fakat son anda verdiği kararla Samsun'da kaldı.
Samsunspor için ilk maçına UEFA Intertoto Kupası'nda Lyngby karşısında çıktı. Samsunspor rakibini 3-0 yenerken, devre arasında oyuna giren İlhan, üç dakika sonra Samsunspor için ilk golünü attı. Sezon öncesindeki bu turnuvada Samsunspor, yarı finale kadar çıkmayı başardı. 8 Ağustos 1998'de Kocaelispor karşısında çıktığı maç ile de ikinci kez 1. Lig'e merhaba dedi. 29 Ağustos'ta Fenerbahçe'ye attığı gol 1. Lig'deki ilk golü oldu. İlk sezonunu 27 maçta 4 gol ile kapadı.
1999-2000 sezonunda Samsunspor'da daha çok forma şansı bulmaya başladı. Bir yandan da gol sayısını arttırıp 10 gole ulaştı. Bir sonraki sezonda ise 31 maçta 12 gol attı. Sezon için Antalyaspor'a ve Adanaspor'a hat-trick yaptı.
Beşiktaş JK.
Samsun'da 3 sezon boyunca son derece başarılı bir performans gösteren İlhan Mansız, Samsunspor ile sözleşmesinin bitmesi üzerine 2001-02 sezonu için Galatasaray ile sözleşme imzaladı. Fakat daha sonra Beşiktaş'ın daha cazip bir teklif yapması üzerine Galatasaray ile sözleşmesi bulunmasına rağmen, Beşiktaş'a da imza attı. Dönemin Beşiktaş yönetiminin Galatasaray'a ricası üzerine, Galatasaray İlhan'ı şikâyet etmekten vazgeçti ve olaylı bir şekilde Samsunspor'dan takım arkadaşı Tümer Metin ile beraber Beşiktaş'a transfer oldu.
Beşiktaş'ta ilk sezonu olan 2001-2002 sezonunda başarılı performansını sürdürdü. İlk maçında Trabzonspor karşısında sahaya ilk 11'de çıkan futbolcu, 23. dakikada sakatlanıp sahayı terk etmek zorunda kaldı. Bir hafta sonra ise Bursaspor karşısında sahaya yine ilk 11'de çıkan futbolcu, 2-2 biten maçta Beşiktaş'ın 2 golünü de kaydedip beraberliği getiren isim oldu. Sezon içinde Malatyaspor'a hat-trick yaptı. Sezon boyunca attığı 21 golle, Galatasaray'dan Arif Erdem'le birlikte gol krallığına ulaştı. Bu sayede millî takıma kadar yükseldi.
FIFA Dünya Kupası sonrası uzun süren sakatlıklar serisi başladı ve 2002-2003 sezonunda uzun süre Beşiktaş'ta kadroya giremedi. Ancak sezon ilerledikçe düzeldi ve gollerle buluşmaya başladı. Özellike Türkiye Kupası çeyrek finalinde Gençlerbirliği ile oynanan ve Beşiktaş'ın uzatmalarda 4-3 kaybettiği maçta attığı 3 golle ve gösterdiği performans ile Beşiktaş tarihine adını yazdırdı. Sezonu, çeyrek finale kadar çıktıkları UEFA Kupası'nda iki, Türkiye Kupası'nda dört, ligde ise yedi golle kattı. Sezon sonunda kariyerindeki ilk lig şampiyonluğuna ulaştı.
2003-04 sezonuna çok iyi başlayan futbolcu, ligdeki 13 maçta 8 gol kaydetti. O sezon attığı goller dışında gördüğü kırmızı kartlarla da dikkat çekti. 1 Ekim 2003'te Beşiktaş'ın deplasmanda Chelsea ile oynadığı UEFA Şampiyonlar Ligi grup maçında düdükten sonra topa vurması nedeniyle gördüğü iki sarı kart nedeniyle 51. dakikada kırmızı kartla takımını 10 kişi bırakmıştı. 25 Ocak 2004'te Beşiktaş'ın 5 kırmızı kart gördüğü meşhur Samsunspor maçında son kırmızı kartı görerek Beşiktaş'ın hükmen mağlup olmasına neden oldu. Şubat ayında Beşiktaş'a veda eden futbolcu, Beşiktaş formasıyla ligde 58 maçta 36 gol atma başarısını göstermiştir.
Vissel Kobe.
İlhan Mansız, 2003-04 sezonunun devre arasında kendisini FIFA Dünya Kupası'ndaki performansından beri takip eden Japon takımı Vissel Kobe'ye 4,5 milyon dolar karşılığında transfer oldu. 13 Mart 2004'te Kobe'nin Jef United karşısında oynadığı maçta ilk kez forma giydi. Mansız, bu maç boyunca taraftarlardan ve basından büyük ilgi gördü ve kendisi için tribünlere Türk bayrağı asıldı. Ancak ikinci maçından sonra sakatlık geçirip Haziran ayına kadar sahalardan uzak kaldı. Sezon sonunda bir maç daha oynayan futbolcu, ayın sonunda ülkeye uyum sağlayamadığını açıklayarak takımdan ayrıldığını açıkladı.
Hertha Berlin.
2004-05 sezonuna sakatlığı nedeniyle takımsız başlayan Mansız, 30 Kasım 2004'te Bundesliga ekibi Hertha Berlin ile anlaşıp Almanya'ya geri döndü. Sözleşme imzalamadan önce takım ile bir süre antrenmanlara çıktı. Bu dönemde de ufak sakatlıklar yaşayan futbolcu, Mayıs ayında Hertha Berlin'in Almanya üçüncü liginde mücadele eden ikinci takımı ile bir maça çıktı. Bu maçta sahaya ilk 11'de çıkan forvet, 58. dakikaya kadar forma şansı bulabildi. Haziran ayı sonunda İlhan Mansız'ın Berlin ekibi ile sözleşmesi feshedildi.
Ankaragücü.
2005-2006 sezonunda sakatlığı geçti ve sezon başında MKE Ankaragücü'ne transfer oldu. Ankaragücü'nde oynadığı 9 maçta 4 gol atarak başarılı bir performans sergiledi. Futbol kariyerindeki son resmî golünü MKE Ankaragücü formasıyla 30 Ekim 2005 tarihinde oynanan Süper Lig maçında Beşiktaş'a attı. Bu golün ardından sevinmeyerek eski takımına saygısını gösterdi. 17 Aralık 2005'te Sivasspor karşısında çıktığı maç, profesyonel kariyerinin son karşılaşması oldu. Devre arasında takım ile yollarını ayırdı.
Futbola dönme çabaları.
Şubat 2006'da Almanya'da geçirdiği trafik kazası nedeniyle futbolu bıraktığını açıkladı. Ancak daha sonra önce ABD'de sonra da Ankara'da futbola geri dönmek için antrenmanlara başladı. 7 Haziran 2008 tarihinde Japonya'da oynanan bir gösteri maçında Jose Mourinho'nun teknik direktörlüğünü yaptığı Dünya karmasında forma giyen Mansız, 2-0 geriye düşen takımına 2-2'lik beraberliği getiren golleri atarak formunu koruduğunu gösterdi. 11 Ağustos 2008 yaptığı açıklamada futbola yavaş yavaş yaklaştığını söyleyerek, 2009-2010 sezonunda futbol oynayabileceğini söyledi. Mansız, "Sakatlığımla ilgili şu anda Almanya'da tedavim devam ediyor. Hem antrenman hem de tedavi programlarını aksatmadan İzmir'de dizi çekimlerine gidiyorum. Bu çalışma temposunda yaklaşık olarak iki devre arasında bir takımla antrenman çalışmalarına gelmiş olacağım. Futbola yavaş yavaş yaklaşıyorum. Yaklaşık 2 senedir futboldan uzak kaldım. Hiç kimse 2-3 ay içinde futbola dönmemi bekleyemez. Gerçekçi olursak en erken bundan sonraki sezonda futbola dönebileceğimi düşünüyorum" açıklamasını yaptı.
2009 yılının Temmuz ayında futbola yeniden dönme çabası içinde 1860 Münih ile deneme antrenmanlarına çıktı ve oynadığı ilk hazırlık maçında gol attı. İkinci hazırlık maçında iki gol birden atarak eski günlere dönüşünün sinyallerini verdi ancak 1860 Münih kulübü İlhan Mansız'la anlaşma imzalamadı. İlhan Mansız da bunun üzerine 2009 Ekim'inin sonunda futbola veda ettiğini açıkladı.
Millî takım kariyeri.
21 kez Türkiye A millî futbol takımı'nın formasını giyen İlhan Mansız, bu maçlarda toplam 7 gole imza atmıştır.
6 Ekim 2001'de Moldova ile oynanan 2002 FIFA Dünya Kupası eleme maçında 75. dakikada teknik direktör Şenol Güneş tarafından oyuna sürülen futbolcu, ilk golünü de bu maçın 82. dakikasında kaydetti. Türkiye, play-off'ları geçerek tarihinde ikinci kez Dünya Kupaları'na katılma hakkını elde etti. Mansız, kupa öncesi Güneş'in hazırlık maçlarında denediği isimlerden oldu ve Türkiye millî futbol takımının dünya üçüncüsü olarak tarihe geçtiği 2002 FIFA Dünya Kupası kadrosuna dâhil edildi. Kadroda Hakan Şükür'ün ardından ikinci santrfor üçüncülük maçı dışındaki bütün maçlarda oyuna sonradan dâhil oldu. 22 Haziran 2002'de Senegal ile oynanan çeyrek final maçında 67. dakikada Şükür'ün yerine giren golcü, uzatmalara giden maçın 94. dakikasında attığı altın gol ile Türkiye'yi yarı finale çıkardı. Bu sayede tüm dünyada tanınır hâle geldi. Buna rağmen yarı final maçında Brezilya karşısında maça yine yedek başladı ve son yarım saat forma şansı bulabildi. Güney Kore ile oynanan üçüncülük maçında ise Şükür ile beraber çift santrfor olarak sahaya sürülen Mansız, dokuzuncu saniyede atılan Dünya Kupaları'nın en hızlı golünün asistini yaptı. 13. ve 32. dakikalarda attığı iki golle de Türkiye'nin üçüncülüğüne büyük katkıda bulundu.
Aynı zamanda, 2002 Dünya Kupası yarı final karşılaşmasında Brezilyalı defans oyuncusu Roberto Carlos'a karşı yaptığı gökkuşağı hareketi ile de hatırlanıyor; bu, kupanın en iyi yetenek gösterilerinden biriydi.
Mansız, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde de tercih edilen futbolculardan oldu. Yükselme play-off'una kalan Türkiye'nin iki play-off maçında da 90 dakika sahada kalıp bir gol kaydetse de Türkiye kendi sahasında Letonya ile 2-2 berabere kalarak turnuvaya katılma hakkını kaybetti. Bu maç da Mansız'ın Türkiye formasını giydiği son maç oldu.
Oyunculuk kariyeri.
2007 yılında Doktorlar dizisinde İlhan Mansız, kalp rahatsızlığı olan Ömer Güven adlı zengin bir adamı canlandırmıştır. Ömer karakteri geçirdiği kalp nakli ameliyatından bir süre sonra hayatını kaybetmiş, tüm mal varlığını hastanede aşk yaşadığı Dr. Zeynep karakterine bırakmış, Dr. Zeynep de bu parayla, hastanenin içinde, yoksul insanların ücretsiz tedavi görebilecekleri ve "Ömer Güven Polikliniği" adını taşıyan bir poliklinik kurmuştur.
Daha sonra Show TV'deki Buzda Dans adlı buz pateni yarışmasına katılmış ve yarışmada birinci olmuştur. atv'de yayınlanan Para Taksi bilgi yarışması programında görev almıştır.
2008'de TRT 1'de yayımlanan Dalgakıran dizisinde İlhan Mansız aşk üçgeni ortasında kalan bir balıkçıyı canlandırdı.
21 Ocak 2017 tarihinde TV8'de yayımlanmaya başlayan Survivor 2017 kadrosuna alınmış ve Ünlüler takımında yarışmıştır.
Artistik patinaj.
Mansız, 33 yaşında kız arkadaşı ve partneri olan eski patenci Slovak Olga Beständigová ile çift patenci olarak Buzda Dans programında yarıştı. Yarışmayı kazandıktan sonra Mansız, hedefinin 2014 Kış Olimpiyatları'nda Türkiye'yi temsil etmek olduğunu açıkladı. Mansız ve Beständigová, Almanya'da düzenlenen 2013 Nebelhorn Trophy'de yarıştılar ve ayrıca bu onlar için 2014 Olimpiyatları'ndaki son eleme fırsatı oldu. Olimpiyat Oyunları'ndaki çiftler kategorisini 19. ve son sırada tamamladılar.
Yine de, 2014 Avrupa Artistik Patinaj Şampiyonası için eleme amacıyla çalışmaya devam ettiler.
Kişisel hayatı.
İlhan Mansız, 2003 yılında Nina Ritter ile evlenmiştir ve aynı yıl Aimee Mansız isimli çocukları olmuştur. 2004 yılında Nina Ritter ile boşanmıştır. Mansız, 2021 yılında Lela Leyla ile evlenmiştir. 2023 yılında çift çocuklarının olacağını duyurdu ve erkek olduğunu açıkladılar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19986",
"len_data": 12109,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.27
}
|
İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesi, İstanbul'un Fatih İlçesindeki Cağaloğlu Semtinde yer alan Anadolu lisesidir.
1850 yılında Bezmiâlem Sultan tarafından kurulmuştur. Eski adı Valide Mektebi olan kurum Türkiye'nin ilk sivil lisesidir. Eğitimine 1911-1933 yılları arasında İnas İdadisi, 1933-1983 yılları arasında ise Türkiye'nin ilk kız lisesi unvanıyla İstanbul Kız Lisesi olarak devam edilmiştir. 1983 yılında Almanca öğretim yapan anadolu lisesi statüsü kazanmış ve Cağaloğlu Anadolu Lisesi adıyla karma eğitime geçmiştir. Armasının tasarımını İstanbul Kız Lisesi'nin son mezunları yapmıştır. Armanın renkleri olan bordo-gri İstanbul Kız Lisesinden miras alınmış. Cağaloğlu Anadolu Lisesi ilk mezunlarını ise 1989-1990 öğretim yılında vermiştir.
Okul, 2024 LGS sınavı sonuçlarına göre Türkiye'deki bütün liseler arasında 9., Anadolu liseleri arasında da 5’incidir. Kasım 2010 tarihinde Almanya Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı nezdinde Devlet Bakanı Cornelia Pieper Cağaloğlu Anadolu Lisesi'ne PaSch Plaketi'ni takdim etmiştir. Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nde sınıf başına düşen öğrenci sayısı 13-34 arasında değişmektedir.
Okulda öğrenci ve öğretmenlerin yararlandığı sinema salonu, sinevizyon salonu, konferans salonu, satranç odası, fizik laboratuvarı, biyoloji laboratuvarı, kimya laboratuvarı, müzik odası, toplantı salonu, İngilizce ve Almanca dillerindeki ders kitapları ve edebi eserlerle birlikte her alanda Türkçe kaynağı ve Osmanlı zamanından kalma el yazması tarihi kaynakları da içerisinde barındıran bir kütüphane, bilgisayar laboratuvarı, kapalı spor salonu, aletli jimnastik salonu, dans salonu, yemekhane, kantin ve kız öğrencilerin kaldığı bir pansiyon bulunur. Okulun orta kısmında kalan bahçesi (öğrenciler arasında orta bahçe veya botanik) ve ön bahçesi olmak üzere 2 bahçesi vardır. Okulun binası, 2. derece tarihî eser statüsündedir. Okulun bünyesindeki Alman ve Türk öğretmenleri sayesinde 1 yıl hazırlık 4 yıl lise eğitimi ile Almanca öğretimi yapmakta, İngilizce ise ikinci yabancı dil olarak öğretilmektedir. Okuldan öğrenciler 2 yabancı dil ile mezun olmaktadır.
İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesinde hazırlık sınıfında DSD (Deutsches Sprachdiplom) A2, 10. sınıfta B1 (DSD-I) ve 12. sınıfta B2/C1 sertifikası verilir. Okulun başarılı öğrencilerine Alman hükûmetince burs verilmektedir. DSD-II (B2 veya C1) diploması olan bir öğrenci, isterse Türkiye'de okumaya hak kazandığı bölümü Almanya'da başvurduğu üniversitede okuyabilir. Okul, 2021 yılı itibarıyla dünya genelinde en çok DSD diploması veren okuldur.
Tarihçe.
Sultan Abdülmecid'in annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan'ın aracılığıyla 21 Mart 1850 tarihinde Vâlide Mektebi adıyla kurulan okul Türk eğitim tarihinin bilinen mekteplerinden biridir.
Osmanlı Devleti'nin ilk “sivil lisesi” unvanına sahip kurum, II. Mahmut döneminde Osmanlı'nın batılılaşma süreci çerçevesinde, bilimsel ve sanatsal açılardan Avrupa standartlarında aydınlar yetiştirilmesi amacıyla başlatılan eğitim reformlarının ilk halkalarından biridir.
Cumhuriyet Dönemi'nde okul, 1911-1933 yılları arasında İnas İdadisi, 1933-1983 yılları arasında Türkiye'nin ilk kız lisesi olan "İstanbul Kız Lisesi" olarak hizmet vermiş, 1983 yılından itibaren Almanca eğitim veren “Anadolu Lisesi” statüsüne geçerek “Cağaloğlu Anadolu Lisesi” adını almıştır. 2006-2007 eğitim-öğretim yılından itibaren de Hazırlık + 4 yıl olmak üzere 5 yıllık eğitim veren Türkiye'nin 7 okulundan biri olmuştur.
Pek çok ilke imza atan okul, kurulduğu günden bu yana Osmanlı Padişahları'nın çocukları da dahil olmak üzere birçok bilinen ismi mezun etmiştir.
Konumu ve mimarisi.
Okul binası tarihî yarımadanın merkezinde bulunmaktadır. Divanyolu üzerindeki II. Mahmud Türbesi'nin arkasında, Bab-ı Ali Caddesi'ne paralel olarak konumlanmış eski ve yeni iki binadan oluşmaktadır. Yapımına 1967 yılında başlanan yeni bina 1968 yılında bitmiş, 1968-1969 eğitim-öğretim yılında kullanıma açılmıştır.
Eski binanın yenilikçi mimarisi hakkındaki kaynaklar ise arşivlerdir. 1892 tarihli, rölöve olarak niteleyebileceğimiz bir plan çiziminde, yapının türbe tarafında da bir girişinin olduğu görünmektedir. Çizimde Türbe Kapısı olarak adlandırılan, büyük olasılıkla okulun üst katındaki Hümayun Dairesi ya da cuma günleri kütüphaneye geleceklerin girişi olarak düzenlenen bu giriş günümüzde mevcut değildir.
Dönemin eğitim kurumlarına ilk lise modeli olmak üzere tasarlanan yapı, öğretim içerikleri kadar reformist plan ve cephe anlayışı ile de önceki eğitim kurumlarından ayrılmaktadır. Merkezi bir açık avlu etrafını çevreleyen önü revaklı odalar ve eyvanlardan ya da üstü kubbe ile kapalı avluya açılan odalardan medrese plan şemalarından tümüyle farklı plan özellikleri sunan yapının özgün mekân örgütlenmesine ilişkin net veriler olmamasına karşın anıtsal giriş holü, bu holden ulaşılan sınıflar, büyük bir olasılıkla Hümayun Dairesi ve kütüphaneye ulaştığı için kademeli geçiş ile ayrılmış anıtsal merdivenler, avlu yerine teneffüs bahçesi, döneminin Avrupalı benzerleri gibi yüksek tavanlara sahip tek bir kitle içinde çözümlenen tasarım anlayışı ile eğitim kurumlarındaki değişimin anıtsal vurgulayıcısı olan yapının, 1892'deki rölövesinde, özgün mekânların işlevlerinin değiştirilerek, yapının yanına eklenen yeni okul binasının teneffüshane, matbaa, kiler, terzi odası, hademe koğuşu, gazhane gibi destek birimleri barındıran ikiyencil bir konuma geldiği görülmektedir. Vakfiyeye göre zemin katta derslikler, kütüphane olması gerekirken 1892'deki bu planda servis mekânlarının yer alması, üzeri kitabeli ana giriş kapısının direkt kapalı teneffüshaneye ve onu çevreleyen servis mekânlarına açılması dönemin şaşaalı, çağdaş, anıtsal ölçekteki, en yüksek derecede eğitim vermek üzere açılmış olan Valide Mektebi'nin yapılışından 42 yıl sonra yanı başına eklenen Mülkiye Mektebi'nde olduğu gibi gelişen sistemleşen, mimari tasarım özellikleri oturan yeni Osmanlı yükseköğretim kurumu modellerinin mimari gereksinimlerini karşılamaya yetmediğini göstermektedir.
Özgün olduğu sanılan ön cephe çiziminden günümüzde giriş cephesi olarak kullanılmayan cephesinin ön cephe olarak tasarlandığı anlaşılmaktadır. Tüm cephe yüzeyi, giriş aksı ve iki yanında ikişer parça olmak üzere 5 parçaya bölünmüştür. Cephe yüzeyinden yirmişer cm.lik çıkmalar oluşturan kitle hareketleri düşeylik kazanan bu bölünme zemin katta İyon üst katta Korentiyen sütun düzenindeki plastrlarla vurgulanmıştır.
Kitabeli ana giriş kapısı günümüzde iç tarafından duvar örülmesiyle kapı niteliğini kaybetmiş sadece simgesel bir önemi kalmıştır. Bu kapının açıldığı hol ise spor salonu olarak kullanılmaktadır.
Kitabe üzerindeki yazı ise şöyledir:
"Bezm-i Âlem Valide Sultan bünyad eyledi,"<br>
"Mekteb-i ilm eyle ya Rab bu mektebi"<br>
"Bir kütüphane bina kıldı derûnunda nefis," <br>
"Eyledi Rüşdiyeye âli nişan bu mektebi"<br>
"Verdi bak tarihe Ziver mısraın bâb-ı fer,"<br>
"Kıldı icadı mâder-i şâh-ı cihan bu mektebi"<br>
"1266"
Almanca dersleri.
Almanca dersleri, Alman Bölüm Başkanlığı CAL-Deutsche Abteilung'un koordinasyonuyla merkezi Köln'de bulunan Bundesverwaltungsamt tarafından görevlendirilmiş 5 (2021) Alman öğretmence yürütülmektedir. Buna ek olarak Türk Almanca öğretmenleri de okulda mevcuttur. Hazırlık sınıfında 14 saat Almanca-I ve 6 saat Almanca-II olmak üzere toplam 20 saat Almanca dersi verilir. İlerleyen yıllarda Almanca ders saatleri azalır. Öğrenciler hazırlık sınıfının sonunda A2-(DSD-A2, 10.sınıfın sonunda da B1-(DSD-Stufe I) sınavına girerler. B1 sınavları sonucuna, öğrencinin dil becerisine, derslerdeki etkinliğine ve öğretmenlerin kanaatine göre çoğu öğrenci 12.sınıfta C1-(DSD-Stufe II) sınavına girmeye hak kazanır. Bu öğrenciler 11.sınıftan itibaren Almanca derslerini özel C1 sınıflarında alırlar. Bununla birlikte 10.sınıfta Almanca-II dersleri 2 saate inerek Seçmeli Almanca statüsü kazanır ve bu derslerde 10.sınıfta Alman Edebiyatı, 11.sınıfta ise Almanca konuşulan ülkeler (Almanya, İsviçre ve Avusturya) hakkında yakın tarih, basit coğrafya ve genel kültür bilgileri verilir.
Deutsches Sprachdiplom Stufe II (C1 seviyesi) süresiz geçerliği olan ve Almancanın en yüksek seviyesini belirten, uluslararası geçerliliğe sahip dil diploması olup, YKS sonucu okumaya hak kazandığınız herhangi bir bölümü Almanya'da hazırlık olmadan okuma hakkı verir.
Deutsches Sprachdiplom Stufe I (B1 seviyesi) ise yine süresiz geçerliliği olan ve Almancanın orta seviyesini belirten, uluslararası geçerliliğe sahip bir dil diploması olup, YKS sonucu okumaya hak kazandığınız herhangi bir bölümü Almanya'da hazırlık sınıfına kayıt yaptırmak şartıyla okuma hakkı verir.
Ayrıca Deutsches Sprachdiplom Stufe II sınavında başarılı olan öğrencilere, DAAD tarafından kriterleri belirlenen şartları yerine getirdikleri takdirde eğitimlerini Almanya'da sürdürmeleri için Alman devleti tarafından geri ödemesiz yükseköğrenim bursu verilmektedir. Ayrıca DAAD dışında Almanya'daki vakıflar ve benzeri kuruluşlar sosyal aktifliklerine göre öğrencilere geri ödemesiz burs olanakları sağlamaktadırlar.
Dersler dışında okul birden fazla kardeş okullarıyla her yıl birden fazla bir haftalık değişim programları yapmakta, PaSch ve tiyatro projelerine katılmaktadır. Almanca Kulübü de dersler dışında Alman dili ve kültürüyle ilgili etkinliklerini sürdürmektedir.
Yurt dışı gezi olanakları.
Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nde, yıl içinde Almanya'da işbirliği içinde bulunulan Gymnasiumlar ile pek çok değişim programı gerçekleştirilir.1 haftalığına Almanya'daki Gymnasium öğrencisiyle değişim yapan öğrenciler, bu sırada Almancalarını geliştirme ve Alman kültürünü tanıma fırsatı bulurlar. Kısa bir süre sonra Alman öğrenci de İstanbul'a gelir ve Türk öğrenci ona İstanbul'u gezdirir.
Değişim yapılan şehirler:
Ayrıca her öğretim yılının sonunda Almanya'ya düzenlenen 2 hafta veya 1 aylık geziler sayesinde öğrenciler yabancı dillerini önemli derecede geliştirme fırsatı bulurlar.
Buna ek olarak daha çok İngilizceyi geliştirmeye yönelik uluslararası bir proje olan Erasmus+ da her iki dönemde bir uygulanmaktadır.
2021-Ocak itibarıyla WCEP (World Cultural Exchange Program) ile bir protokol imzalanmıştır. Bu sayede öğrenciler her sene Kanada, Birleşik Devletler, İtalya, Fransa, İrlanda ve Birleşik Krallık gibi ülkelerle değişime katılabilmektedir. Ayrıca okulda 2021-2022 eğitim-öğretim yılından itibaren AP (Advanced Placement) diploması alınabilecektir.
Kulüpler.
Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nde aşağıdaki kulüpler aktif olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler:
Etkinlikler.
CAL'da yıl içerisinde sinema, dans ve tiyatro gösterimleri yapılmakta, geziler organize edilmekte, sergiler düzenlenmekte, söyleşiler yapılmakta ve kariyer seçimine yönelik konferanslar ve yurt içi-yurt dışı üniversite tanıtımları yapılmaktadır. Bunun yanı sıra okulda, her yıl ilk dönemin sonunda CalFest ve ikinci dönemin sonunda Jugendfest adıyla gelenekselleşmiş dönem ve yıl sonu etkinliği yapılır. CalFest en son 2008 yılında yapılmıştır. 5 sene boyunca gerçekleştirilmeyen etkinlik, 2013 yılında tekrar organize edildi.
Calkart.
Cağaloğlu Anadolu Lisesi öğrenci komisyonları tarafından tüm Cağaloğlu öğrencilerinin okul etrafında bulunan işletmelerden daha uyguna faydalanabilmesi adına işletme sahipleri ile anlaşma yapılır. Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nde okuyan tüm öğrenciler "Calkart"'larını gösterip indirimlerden faydalanabilirler.
2022 yılında "Calkart"'ın geçerli olduğu işletmelerden bazıları:
Mezunlar Derneği.
Tarihçe.
Cağaloğlu Anadolu Lisesi Mezunları ve Dayanışma Derneği, kısa adıyla CALMED'in temelleri daha önceleri farklı isimler altında hizmet veren lisenin, “İstanbul Kız Lisesi” adıyla hizmet vermeye başladığı yıl olan 1933'te atılmıştır.
50 yıl boyunca bu isimle hizmet veren lisenin ismi 1983 yılında “Cağaloğlu Anadolu Lisesi” şeklinde değiştirilmesi üzerine derneğin adı da “Cağaloğlu Anadolu Lisesi Koruma Derneği” şeklinde değiştirilmiştir.
2007 yılına gelindiğinde ise derneğin tüzüğü değiştirilerek yönetime mezunlar da dahil edilmiş ve dernek bugünkü ismine kavuşmuştur.
Vizyon ve Misyon.
Dernek kurulduğu günden bu yana Cağaloğlu Anadolu Lisesi mezunları ile Cağaloğlu Anadolu Lisesi'ne gönül verenleri bir araya toplamayı ve bu birliktelikle ortaya çıkan işbirliğini okul yararına kullanmayı amaçlamaktadır.
Derneğin Düzenlediği Etkinlikler ve Projeler.
Kariyer Günleri.
Cağaloğlu Anadolu Lisesi ailesinin genç üyelerine kariyer seçimlerinde yardımcı olmak amacıyla çeşitli mesleklere sahip Cağaloğlu mezunları ile konferanslar düzenlenmektedir.
Pilav Günü.
Her yıl yaz başında Cağaloğlu mezunları ve Cağaloğlu'na emek vermiş bütün öğretmenler gelenekselleşmiş Pilav Günü'nde bir araya gelmektedir.
Burs Desteği.
Mezunlar derneği, mezunların burs bağışları ile CAL ailesinin genç fertlerine maddi manevi destek olmaktadır, eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Mezun Ağı Grupları.
Meslek, yaşam yeri, eğitim kurumu gibi farklı paydalarda mezunları bir araya getirecek WhatsApp ve Telegram grupları mezunlar derneği tarafından yönetilmektedir.
Bu gruplar:
Yurt Dışı Mezun Buluşmaları.
Yurt dışında yaşayıp Pilav Günü'ne katılamayan mezunlar için dernek yurt dışı buluşmaları düzenlemektedir.
Kaynakça.
Nuran Kara "Osmanlı Devleti'nin ilk Sivil Lisesi: Valide Mektebi/Darülmaarif 1266/1850"
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19988",
"len_data": 13221,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.47
}
|
Karakoçan ( "Tepe", "Ohu", Kürtçe: "Dep") Elazığ ilinin bir ilçesidir. 1936 yılında ilçe olmuştur. İlçenin bugün itibarıyla 1 beldesi, 88 köyü, 7 mahallesi bulunmaktadır. Karakoçan'a bağlı tek belde olan yerleşim yeri Sarıcan adını taşımaktadır. Sarıcan Beldesi iki mahalleden oluşmaktadır. Bunun dışında Çan ve Başyurt adıyla iki adet bucağı bulunmaktadır. 2020 yılı nüfus sonuçlarına göre 14.625'i merkezde olmak üzere toplam nüfusu 28.434'tür.
Tarihçe.
Karakoçan'ın merkezinde tarihi yönden önem taşıyan herhangi bir yerleşim birimi olmamasına karşın, yakın köylerinde ve civarında tarihi yönden önem taşıyan birçok yerleşim birimi bulunmaktadır. Bunların başında Karakoçan ilçesi ile Mazgirt ilçesi (Tunceli) sınırını teşkil eden Peri çayı üzerinde yapılmış olan ve ilçeye 12 km uzaklıkta bulunan Bağin Kalesi gösterilebilir. Ayrıca ilçeye bağlı birçok köyde bulunan tarihi kiliselerde diğer eserler olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Zengin doğal güzelliklere sahip olan ilçede, Peri Çayı kenarında bulunan Golan kaplıcalarını her yıl binlerce kişi sağlık amacıyla ziyaret etmektedir. Yine ilçe merkezinde Kalecik Barajı Çamlığı, Beyaz Çeşme Mesire Yeri, Güzelbaba Ormanı yaz aylarında halkın rağbet ettiği dinlenme yerleridir.
Turizm.
Mesire alanları.
Kalecik Baraj Gölü ve Mesire alanı.
İlçeye 3 km uzaklıkta yer alan Kalecik Baraj Gölü, 1970'li yıllarda eski Kalecik köyünün üzerine inşa edilmiş ve çevre düzenlemesi yapılarak mesire alanı haline getirilmiştir. Son yıllarda bakımsız olan kalecik baraj gölü 2013 yılında kaymakamlık tarafından yapılan düzenlemeler ile tekrar halkın hizmetine açılmış burada restoran, kır düğün salonu, koşu alanı çocuk oyun alanları ile mescit yapılmıştır
Hırsız Çeşmesi.
İlçeye bağlı Hamurkesen Köyü yakınında bulunan ve ormanlık alan içerisinde bulunan Hırsız Çeşmesi mesire alanı 1 adet de çocuk parkı bulunmaktadır. 2005 yılında Karakoçan Kaymakamlığı'nca yaptırılan büyük mermer yapılı bir de çeşme ile mermer masası bulunmaktadır.
Bu mesire alanı etrafında ilginç doğa yapılarını barındırmaktadır. Mesire alanının 500 metre doğusunda yer alan kayalık dağ arazide, nehir kenarında tarih öncesi devirlerde insanların yaşadığı şekillendirilmiş mağaralar yer almaktadır.
Bağin Kalesi.
Mazgirt iline bağlı olup, Karakoçan'dan da ulaşımı kolaydır. Kaleye merdivenle girilir. İçinde taşlar oyularak yapılan büyük bir oda mevcuttur. Kalenin içerisindeki surlardan çok az bir kalıntı kalmıştır. Ayrıca kale üzerinde çok sayıda gıda mahzeni (kaya oyuğu şeklinde) ve tünel merdiven bulunmaktadır. Bu merdivenler yer yer bölünmelere uğradığı için tam olarak işlevi anlaşılmamakla beraber, kale üzerinden kalenin bulunduğu nehrin yamacına doğru inmesi dolayısıyla su ihtiyacını karşılamada güvenli ve kısa bir yol olarak kullanıldığı varsayılmaktadır.
Kalenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Giriş kapısı Peri Çayına bakan yamaçta olan kalenin surları büyük ölçüde yıkılmıştır. Kale'de Urartu Kralı Menuas'a ait olan yazı bulunmuş ve hâlen Harput Müzesindedir. 1200 yılından sonra Selçuklu Hanedanının hakimiyetine geçmiştir.
Karakoçan ilçesine bağlı Kızılca köyü yakınlarında bulunan ve şu an terkedilmiş halde olan Tunceli ili, Mazgirt ilçesine bağlı Dedebağ (Bağin) Köyü yakınındadır. Siyasi sınır olarak Tunceli ili dahilinde kalmasına rağmen, Karakoçan ilçesine fazlasıyla daha yakın bulunması ve Köyün adeta Karakoçan ilçesine bağlı bulunması dolayısıyla adı hep ilçe ile beraber anılmaktadır.
Kaleye ulaşmak için Tunceli ilinden kullanılabilir yol bulunmaması da bu durumun daha rahat anlaşılmasına sebep olmaktadır. Kale, Mazgirt İlçesine 20, Karakoçan ilçesine ise 12 km uzaklıktadır.
Kaplıcalar.
Golan kaplıcası.
Golan Kaplıcası, ismini Karakoçan ilçesinin 27 km kadar uzağında bulunan Yoğunağaç (Golan) Koyunden alan, sıcak su kaynağı MTA tarafından da onaylanmış mineral zenginliği ile bölgenin önemli bir sağlık merkezidir.
Son zamanlarda Golan Kaplıcası'na yapılan konaklama ve ulaşım hizmetleri ile de artık yurtdışına da hitap edecek seviyeye ulaşmakla beraber kış aylarında da hizmet verecek duruma gelmiştir. Suyun sıcaklığı yüzeyde 43 santigrat olmakla beraber yer yer içilebilir düzeyde ılık ve temiz pınarları bulunmaktadır.
Golan'ın kelime anlamları:
1)Yassı ve enlice bağ.
2) Hayvanın semerini ya da eyerini bağlamak için göğsünden ve kuyruk altından aşırılarak sıkılan yassı, dokuma ya da deri kemer.
Bağin Kaplıcaları.
Bağin Kaplıcası Tunceli ilinin Mazgirt ilçesine bağlı olan kaplıca Karakoçan ilçesine 12 km uzaklıktaki Bağin (Dedebağ) köyündedir. Peri suyu kenarından çıkar. peri suyunun diğer yamacında da Golan Kaplıcası vardır. İki kaplıca birbirine oldukça yakın olmasına rağmen arada direkt bağlantıyı sağlayan bir yol bulunmamaktadır. Sular birkaç yerden fışkırır. Üzerinde konaklama tesisi bulunmaktadır. Sülfat ve klorürlü bir sudur.
Suları kaynaktan çıktığı gibi banyo yapabilecek sıcaklıkta olduğu için, bütün özelliklerinden olduğu gibi faydalanılır. Romatizma, nevralji ve kadın rahatsızlıklarının tedavisinde çok iyi sonuç verir.
Eğitim ve öğretim.
Okul Öncesi Eğitim - Öğretim Faaliyetleri.
İlçede okul öncesi eğitim-öğretim faaliyeti yürüten 2 anaokulunda toplamda 200 öğrenci bulunmaktadır.
Orta ve Lise Eğitim - Öğretimi.
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü teşkilatı 1985 yılında ilçede faaliyete başlamıştır. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı olarak faaliyet gösteren Halk Eğitim Merkezinde çeşitli mesleki ve bilgilendirici kurslar verilmekte ve bu sayede eğitim düzeyi arttırılmaktadır. Halk Eğitim Merkezi'nde verilen kurs ve faaliyetlerden bazıları; Yabancı dil kursları (İngilizce, Almanca vb.), dikiş-nakış kursları, sınavlara hazırlık (kpss, öss vb.) kurslarıdır.
İlçe merkezinde bir genel lise, bir anadolu lisesi, bir imam hatip Lisesi, bir sağlık meslek lisesi ve bir kız teknik ve meslek lisesi bulunmaktadır. Ayrıca Nuri Özaltın İlköğretim Okulu, Cengiz Topel İlköğretim Okulu, Atatürk İlköğretim Okulu, Fatih İlköğretim Okulu ve Şehit Jandarma Kıdemli Üsteğmen Mahir Özdemir İlköğretim Okulu bulunmaktadır. Yine ilçe merkezinde 3 adet anaokulu ile bir de engelliler okulu bulunmaktadır.
Üniversite Öğrenimi.
İlçede, 2010-2011 eğitim ve öğretim döneminden beri Elâzığ Fırat Üniversitesine bağlı Karakoçan Meslek Yüksekokulu faaliyet göstermektedir. Yüksekokulun öğrenci kontenjanı, Bilgisayar teknisyenliği bölümünden ibaret olup 50 kişidir.
Özel Eğitim - Öğretimi.
Karakoçan İlçesi'nde engelli ve zihinsel engelli çocuk ve gençlerin gelişimine katkı sunmak amacıyla Milli Eğitim bakanlığına bağlı olarak Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi bulunmaktadır. Halihazırda tüm hizmetlerin sunulduğu bu merkez ücretsiz olmakla beraber etkin bir biçimde faaliyetlerini sürdürmektedir.
Coğrafi konum.
İklim.
Genel olarak karasal iklim hüküm sürdüğü Karakoçan'da kışlar soğuk ve kar yağışlı, yazlar ise sıcak ve kuraktır. Yağışlar en çok ilkbahar mevsimindedir. Karın yerde kalma süresi ortalama 30 gündür. Gece ile gündüz, yaz ile kış mevsimi arasında önemli sıcaklık farkları bulunur. En sıcak aylar temmuz (ortalama 35 °C) ve ağustos (ortalama 30 °C), en soğuk aylar ise ocak (ortalama -15 °C) ve şubat (ortalama -20 °C) olarak belirlenmiştir.
Ortalama yağış miktarı 382 mm'dir. İlçede son yıllarda yağış oranı önceki yıllara göre azalış göstermiştir. Bu durumun küresel ısınma ile direkt ilgili olduğu bilim adamlarınca öne sürülmektedir.
Yükseltiler.
İlçenin doğusunda Kuruca Dağı (2372 m) ve Kızıldağ (1538 m), batısında Tor Dağı (1615 m), Celo Dağı (1594 m), Mezragazi Dağı (1650 m) bulunur. Karakoçan Kiğı yolu üzerinde 1670 m rakımlı Dîyare Gazê-Gaz Tepesi Geçidi bulunmaktadır. Kar yağışlarıyla kışın yolun bu kısmı sıklıkla ulaşıma kapanır ve ekipler tarafından tekrar ulaşıma açılır. Karakoçan ilçe merkezinin denizden yüksekliği ise 1090 metredir.
Akarsular.
İlçenin Kalecik köyünden doğup, yine ilçeye bağlı Karapınar Köyü yakınlarında Sarıcan Köyünden doğan ve Karakoçan'dan geçerek Balcalı Köyü yakınında Peri Suyu'na katılan Ohi çayı ile birleşir. Bu dere 2005 yılında Karakoçan Belediyesine ayrılan Avrupa Birliği yardımları ile ıslah edilmiş ve sosyal kullanıma da uygun hale getirilmiştir.
Palu ilçesinden doğup, Kuşçu, Kümbet ve Alayağmur köylerimizi takiben Peri Suyu'na dökülen Kuşçu Çayı
İlçenin Sarıcan köyünden doğup, Karakoçan'dan geçerek gene ilçeye bağlı Tekardıç - Demirdelen - Hamzalı - Kızılca - Çamardı - Çayırgülü - Üçbudak köyleri hudutlarından geçerek Balcalı köyü yakınında Peri Suyu'na katılır.
Kiğı ilçesinden doğup Kiğı, Nazımiye ve Mazgirt ilçeleri ile Karakoçan arasında sınır teşkil ederek Güneye inen ve Munzur Çayı'na daha sonra da Keban Baraj Gölü'ne dökülen Peri Suyu. Peri Suyu ilkbahar ve sonbahar aylarında 3 beton ve 3 asma köprü dışında geçit vermez. Kış ve yaz aylarında ancak geçit verebilir.
Mevcut baraj ve baraj gölleri.
Pembelik Barajı ve HES proje yeri Doğu Anadolu Bölgesi'nde Elâzığ ili sınırlarında, Karakoçan ilçesine bağlı Akkuş ve Pamuklu köyleri ve arazileri üzerine kurulması planlanmış, Peri Suyu üzerinde bulunmaktadır. Talvegden 77 m yükseklikte beton dolgu baraj tipinde inşa edilecektir. Toplam kurulu güç 108,0 MW yıllık ortalama üretim ise 367.482 GWh olacaktır.
Seyrantepe Barajı ve HES, Fırat nehrinin Peri Suyu üzerinde, Tunceli-Elâzığ sınırında, talvegden 31,00 m yükseklikte, merkezi kil çekirdekli kum-çakıl dolgu gövde tipinde bir barajdir. Toplam kurulu güç 50,4 MW yıllık ortalama üretim ise 161.000 Gwh olacaktır.
Kalecik Baraj Gölü, Karakoçan ilçesi'ne bağlı Kalecik Köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Kalecik Çayı üzerinde kurulu olup, toprak dolgu biçimindedir. Sulama amaçlı yapılmış olan barajdan konumu dolayısıyla, Kalecik ve kalkankaya köylerinin yanı sıra Karakoçan ilçesi de faydalanmaktadır.
Tatar Barajı ve HES proje yeri Doğu Anadolu Bölgesi'nde, Elâzığ ili ve kısmen de Bingöl ili sınırları içinde Peri Suyu üzerinde bulunmaktadır. Merkezi kil çekirdekli kum-çakıl dolgu gövde tipinde inşa edilecektir. Toplam kurulu güç 100,2 MW yıllık ortalama üretim ise 364.252 GWh olacaktır. Üretiminin %80'i firm enerjidir.
Ekonomi.
İlçe halkı geçimini genellikle tarım ve hayvancılıktan sağlamaktadır. Ancak en önemli gelir kaynakları yurt dışında yaşayan aile bireyleri veya yakın akrabaların yaptıkları yardımlardır. Bu nedenle ilçe ekonomisini tarım, hayvancılık ve sanayi başlıkları altında ayrı ayrı incelemek gerekir.
Ulaşım.
Karakoçan ilçesi coğrafi olarak birçok ile oldukça yakın ve merkezi konumda bulunduğundan dolayı, ilçeye ulaşım konusunda birçok alternatif mevcuttur.
Karayolu.
Karakoçan ilçesi, Elazığ-Bingöl anayolu üzerinde yer alır ve ilçe merkezinin anayola olan uzaklığı 4 km'dir. Asfalt bir yolla ulaşılan ilçenin il merkezine olan uzaklığı 105 km'dir. Ayrıca Bingöl İli'nede 42 km uzaklıkta bulunmaktadır. Coğrafi konum olarak Elazığ, Bingöl ve Tunceli illeri arasında yer alan Karakoçan'dan Tunceli İli'ne ulaşım sağlayan direkt anayol olmamasına karşın uzaklık 120 km'dir. İlçeyi Tunceli iline bağlayan stabilize yollar ise uzaklığı 80 km'ye düşürmektedir. Ancak bu yolların bozukluğu ve elverişsizliği sebebiyle ilçe ve bölge halkı dışında sık kullanımı görülmemektedir.
Havayolu.
Karayolu ile ulaşım dışında Elazığ ve Bingöl havaalanlarının ilçeye yakınlığı dolayısıyla, havayolu ile de ilçeye ulaşım mümkündür. İlçeye en yakın havaalanı Bingöl Havalimanı olup, 70 km mesafededir. Elâzığ Havalimanı ise ilçeye 110 km mesafededir. Ulaşım noktalarının fazla olmasından dolayı ilçeye ulaşım için Elâzığ Havalimanı daha çok tercih edilmektedir.
Demiryolu.
Diğer bir ulaşım seçeneği ise Demiryolu ulaşımıdır. Karakoçan İlçesine 25 kilometrelik mesafede bulunan Palu ilçesinde ve ayrıca 100 Kilometre mesafede bulunan Elazığ İli'nde demiryolu mevcuttur. Fakat çok sık tercih edilen bir ulaşım alternatifi değildir.
İlçeye bağlı mezralar.
1- Çayırlık Mezrası - Çayırgülü Köyü
2- Ürünlü Mezrası - Koçyiğitler Köyü
3- Sarıceviz Mezrası - Yalıntaş Köyü
4- Değirmendüzü Mezrası - Koçyiğitler Köyü
5- Elif ve İlbeyi (İlbegan) Mezraları - Akarbaşı (Çakan) Köyü
6- Dede Mezrası - Üçbudak (Delikan) Köyü
7-Değirmendere Mezrası - Alabal Köyü
8- Golan (Meşeli)/Dolan/Abdalan(Awdelan)/ Gürhüseyin(Gursen)/Sediyan (İpek) Mezraları - Okçular Köyü
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19989",
"len_data": 12140,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.2
}
|
Kişilerdeki genetik farklılıklarından dolayı alınan ilacın farmakokinetiği ve farmakodinamiği değişmektedir. Farmakokinetik değiştiğinde ilacın vücuttaki seyri yani yazgısı değişir. Özellikle ilacın eliminasyon ve/veya metabolizmasında rol oynayan enzimlerdeki bu genetik farklılık önemlidir. Yani bu enzimler fazla olduğunda ilaç çok çabuk metabolize olacak ve eğer ilacımız ön-madde (prodrug) değilse etki süresi veya etkisi azalacaktır. Bu şekilde aynı ilacı alan kişiler arasında farklılıklar ortaya çıkacaktır. Veya tersini düşünelim; enzim miktarı az olursa bu sefer de ilaç toksik düzeyde kalacak ve vücutta geç elimine edileceğinden istenilemeyen etkiler çıkaracaktır. Yani ilacı biri aldığında iyileştiği halde başkasında toksik etki yapacaktır. Eğer ön-ilaçsa yani vücutta etkin hale dönüşüyorsa. Bu defa da vücutta yeterince etkin madde oluşmayacaktır. Farmakodinami açısında ise vücutta ilaç düzeyinde bir problem yoktur ancak etkide vardır. Çünkü etkiyi oluşturacağı reseptör veya enzim az ise (genetik olarak) etki istenildiği kadar olmayacaktır. Bu şekilde ilaca dirençten bahsedilecektir.
Farmakogenetik, her bireyin ayrı bir genetik yapısının olması nedeniyle kişiye özel ilaç tedavisini öngören bir bilim dalıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=19991",
"len_data": 1232,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 4.26
}
|
Kuşkonmaz, sebze olarak yenen ve süs amacıyla yetiştirilen çeşitli bitki türlerini kapsayan bitki cinsi.
Hepsi de Asparagaceae familyasının cinsinde yer alan bu türlerin yabanilerine dünyanın ılıman bölgelerinde sıkça rastlanır.
Morfoloji.
Kuşkonmaz en iyi besince zengin, kumlu ve gevşek topraklarda yetişir. Haziran-Temmuz ayları arasında yeşilimsi sarı renkli çiçekler açan, 50–150 cm boyunda, çok yıllık otsu bir bitkidir. Sulak, kumlu ve killi, kuvvetli topraklarda, ormanlık yerlerde yetişir. Gövdeleri dik, yeşil düzgün yüzlü ve yaygın dallıdır. Dallar dalcıklara ayrılmış olup, ince, yeşil renkli, 3-6 tanesi bir aradadır. Yapraklar küçük ve zarımsıdır. Çiçekler teker teker veya çift olarak yaprakların koltuğunda bulunur. Erkek çiçekler 6 parçalıdır. Meyveleri kırmızı veya siyah renklidir. Kuşkonmaz tohum veya pençeden üretilir. İlkbaharda ekilir. Tohum ekiminden ilk hasada kadar geçen süre dört yıldır. Bir kuşkonmaz tarlasından 20 yıl verim alınabilir.
Eğer bir kuşkonmaz bitkisi hasat edilmeyip doğal haline bırakılacak olursa 170 santimetreye kadar boylanır. Dalları kaplayan ince, iğnemsi yaprakların ardından küçük, sarımsı çiçekler açar; çiçekler daha sonra kırmızı etli meyvelere döner.
Tarihte.
Çok eskiçağlarda kendi doğal ortamından alınıp taze sürgünleri için yetiştirilmeye başlanan sebze kuşkonmaz Eski Yunan ve Romalılar'dan beri çok sevilen değerli bir besin kaynağıdır. Bugün en çok Fransa, İtalya, Çin ve ABD'de yetiştirilir. Genel bir inanış olarak kuşkonmazın cinsel olarak uyarıcı yani afrodizyak bir besin olduğu düşünülür. Kuşkonmaz tüketimi bazı insanlarda idrar kokusuna sebep olur. Beyaz, yeşil ve mor tipte üretimi vardır.
Kullanım alanları.
Kuşkonmaz A, B1, B2 ve C vitaminlerinin yanı sıra protein, şeker, yağ ve çeşitli mineralleri de içeren zengin bir üründür. Çorbası yapılır ya da garnitür ve salata olarak yenir.
Süs kuşkonmazları içinde en yaygınlarından biri olan tül kuşkonmazı tüy gibi incecik, hoş görünümlü yaprakları için yetiştirilen bir saksı bitkisidir. Bitkinin yaprakları çiçekçilikte buket hazırlamakta da kullanılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20000",
"len_data": 2077,
"topic": "FOOD_GASTRONOMY",
"quality_score": 3.55
}
|
Güldür Yüzümü, Müslüm Gürses'in 5 Ekim 1985'te yayımlanan albümü olup Gürses'in en çok satan albümlerinden biri olarak bilinmektedir. Elenor Plak etiketiyle yayımlanan albümün prodüksiyonluğunu Atilla Alpsakarya üstlenmiştir. Bu albüm, Yavuz Taner'in yönettiği ilk Müslüm Gürses'e ait stüdyo albümü olarak kayıtlara geçmiştir. Şarkıların birçoğunu Ali Tekintüre yazmış, Yavuz Taner bestelemiş, Müslüm Gürses de seslendirmiştir. Albümdeki bütün şarkılar Müslüm Gürses klasiği haline gelmiştir.
Albümün ilk Elenor baskısı ve Alman Uzelli kasetçilik kaset baskılarında Güldür Yüzümü ve Gözünden Tanırım parçalarının başlarında bağlama ve kanun introsu vardır. Albümün hakları daha sonra Esen Müzik firmasına geçmiştir. Esen Müzik, albümü ilk olarak CD formatında yayımlamış olup daha sonra uzunçalar formatında da yayımlamıştır. 2023 yılında yayımlanan uzunçalar baskılarında bağlama ve kanun girişleri yer almıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20011",
"len_data": 913,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.92
}
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.