text
stringlengths 3
198k
| metadata
dict |
---|---|
Bina otomasyonu, bir binanın HVAC (ısıtma, havalandırma ve iklimlendirme), elektrik, aydınlatma, gölgeleme, Erişim Kontrolü, Güvenlik Sistemleri ve Bina Yönetim Sistemi (BYS) veya Bina Otomasyon Sistemi (BOS ) gibi birbiriyle ilişkili diğer sistemlerin otomatik merkezi kontrolüdür. Bina otomasyonunun temel amacı, kullanıcı konforunu artırmak, bina sistemlerinin verimli çalışmasını sağlamak, enerji tüketimini azaltmak, işletme ve bakım maliyetlerini azaltmak ve güvenliği artırmaktır.
Bina otomasyonu, bir binadaki sistemleri izlemek ve kontrol etmek için tasarlanmış elektronik cihazların bilgisayar ağı olan dağıtılmış bir kontrol sistemine örnektir.
BAS temel olarak binanın sıcaklığını belirli bir aralıkta tutar, oda doluluk programına göre aydınlatma sağlar, tüm sistemlerdeki cihazların performansını ve arızalarını izler ve bina bakım personeli için arıza alarmları sağlar. BAS ile kontrol edilen binanın, kontrol edilmeyen bir binaya kıyasla bina enerji ve bakım maliyetleri daha az olmalıdır. 2000 yılından sonra inşa edilen ticari, kurumsal ve endüstriyel binaların çoğu BAS içerir. Birçok eski bina, genellikle enerji ve sigorta tasarrufu ve önleyici bakım ve arıza tespiti ile ilgili diğer tasarruflarla finanse edilmiş yeni bir BAS ile güçlendirilmiştir.
BAS tarafından kontrol edilen bir binaya genellikle, "akıllı bina", konut ise " akıllı ev " adı verilir. 2018'de dünyanın ilk akıllı evlerinden biri Finlandiya'nın Klaukkala şehrinde , KONE tarafından oluşturulan Kone Residential Flow çözümünden yararlanılarak inşa edilmiştir.
Çok katlı yeşil binaların neredeyse tamamı enerji, hava ve su tasarrufu özellikleri için bir BAS içerecek şekilde tasarlanmıştır. Elektrikli cihaz talep yanıtı, iyi yalıtılmış binalarda gerekli olan gelişmiş havalandırma ve nem izleme gibi BAS'ın tipik bir işlevidir. Çoğu yeşil bina, mümkün olduğunca çok sayıda düşük güçlü DC cihazı kullanır. Hiçbir net enerji tüketmemesi amaçlanan pasif ev tasarımı bile, tipik olarak ısı yakalama, gölgeleme ve havalandırma ile cihaz kullanımını planlamak için bir BAS gerektirecektir.
Otomasyon sistemi.
Bina otomasyon sistemi terimi, bir binanın ısıtma, havalandırma ve klima (HVAC) sistemini kontrol etmek için kullanılan herhangi bir elektrik kontrol sistemini ifade eder. Modern BAS ayrıca iç ve dış aydınlatmanın yanı sıra güvenliği, yangın alarmlarını ve binadaki elektrikle ilgili her şeyi kontrol edebilir. Eski HVAC kontrol sistemleri (kablolu termostatlar veya pnömatik kontroller gibi ) modern sistem esnekliğinden ve entegrasyonundan yoksun bir otomasyon şeklidir.
Veriyolları ve protokoller.
Bina otomasyon ağları veriyolundan, girdi / çıktı cihazlarından ve kullanıcı ara yüzünden oluşur. .ASHRAE'nin açık protokolü BACnet veya açık protokol LonTalk, bu tür aygıtların çoğunun birlikte nasıl çalışacağını belirler. Modern sistemler, bilgisayar ağ dünyasında SNMP tabanlı protokollerle onlarca yıllık geçmişe dayanan olayları izlemek için SNMP kullanır.
Giriş ve çıkış türleri.
Sensörler.
Analog girişler, değişken bir ölçümü okumak için kullanılır. Örneğin sıcaklık, nem ve basınç sensörleri ; termistör, 4–20 mA, 0–10 volt veya platin dirençli termometre (direnç sıcaklık detektörü) veya kablosuz sensörler olabilir.
Dijital giriş, bir cihazın açık olup olmadığını gösterir. Doğası gereği dijital girişin bazı örnekleri, 24 V DC / AC sinyali, akım anahtarı, hava akış anahtarı veya volta içermeyen röle kontağıdır. Dijital girişler, belirli bir süre boyunca darbelerin frekansını sayan darbe tipi girişler de olabilir. Örneğin türbin debimetre, bir girişe darbelerin frekansı olarak dönüş verilerini iletir.
Müdahalesiz yük izleme, devrenin elektriksel veya manyetik özelliklerinden cihazı veya diğer yükleri keşfetmek için dijital sensörlere ve algoritmalara dayanan bir yazılımdır. Ancak olayı analog bir yolla tespit eder. Bu yöntem son derece uygun maliyetlidir ve sadece tanımlama için değil, aynı zamanda başlangıç geçişlerini, hat veya ekipman arızalarını vb. tespit etmek için de kullanışlıdır.
Kontroller.
Dijital çıkışlar, değişken frekanslı sürücü, I-P (akımdan pnömatiğe ) dönüştürücü veya bir valf veya damper çalıştırıcı gibi bir cihazın hızını veya konumunu kontrol eder. Örnek olarak bir ayar noktasını korumak için% 25'e kadar açılan bir sıcak su vanası verilebilir. Başka bir örnek olarak, sert bir başlatmayı önlemek için bir motoru yavaşça hızlandıran değişken frekanslı bir sürücü verilebilir.
Analog çıkışlar, röleleri ve anahtarları açıp kapatmak ve komut üzerine bir yükü sürmek için kullanılır. Bir fotosel dışarının karanlık olduğunu gösterdiğinde park yeri ışıklarının yanması buna bir örnektir.24VDC / AC'nin vanayı çalıştıran çıkıştan geçmesine izin vererek bir vanayı açması da buna bir örnektir. Analog çıkışlar, belirli bir süre boyunca darbe frekansı yayan bir darbe tipi çıkışlar da olabilir. Örnek olarak, kWh'yi hesaplayan ve buna göre bir darbe frekansı yayan bir enerji ölçer verilebilir.
Altyapı.
Kontrolör.
Denetleyiciler (kontrolörler), küçük, giriş ve çıkış kapasitesine sahip, amaca yönelik bilgisayarlardır. Çeşitli boyutlarda olabilen bu kontrolörler, genellikle binalarda bulunan cihazları ve kontrolörlerin alt ağlarını kontrol etme yeteneğine sahiptirler.
Girişler, bir kontrol cihazının sıcaklık, nem, basınç, akım akışı, hava akışı ve diğer önemli faktörleri okumasına izin verir. Çıkışlar, denetleyicinin komut ve kontrol sinyallerini bağımlı cihazlara ve sistemin diğer bölümlerine göndermesine izin verir. Girişler ve çıkışlar dijital veya analog olabilir. Üreticiye bağlı olarak dijital çıktılara bazen ayrık da denir.
Bina otomasyonu için kullanılan kontrolörler üç kategoride gruplanabilir: Programlanabilir mantık kontrolörleri (PLC'ler), sistem/ağ kontrolörleri ve terminal birimi kontrolörleri. Bununla birlikte, üçüncü şahıs sistemlerini (örneğin bağımsız bir AC sistemi) merkezi bir bina otomasyon sistemine entegre etmek için ek bir cihaz da mevcut olabilir.
Terminal ünitesi kontrolörleri genellikle aydınlatma ve/veya paket çatı ünitesi, ısı pompası, VAV kutusu, fan coil vb. gibi daha basit cihazların kontrolü için uygundur. Kurulumcu, tipik olarak kontrol edilecek cihaza önceden programlanmış mevcut kişiliklerden en uygun olanını seçer. Kurulumcu yeni kontrol mantığı oluşturmak zorunda değildir.
Doluluk.
Doluluk, bir bina otomasyon sistemi için iki veya daha fazla işletim modundan biridir. Dolu Olmayan, Sabah Isınma ve Gece Ayarı modları da diğer yaygın modlardır.
Doluluk genellikle günün saatlerine bağlıdır. Kullanım modundaki BAS'ın amacı, bir binanın bir tarafındaki kullanıcıların diğer taraftaki kullanıcılardan farklı bir termostata sahip olması için, genellikle bölge tabanlı kontrolle yeterli sıcaklık ve aydınlatma sağlamaktır.
Bölgedeki bir sıcaklık sensörü, gerektiğinde ısıtma veya soğutma sağlayabilmesi için kontrolöre geri bildirim sağlar.
Aydınlatma.
Günün saatine, doluluk sensörüne, fotosensörlere ve zamanlayıcılara bağlı olarak aydınlatma açılabilir, kapatılabilir veya kısılabilir. Tipik bir örnek, son hareket algılandıktan sonra bir alandaki ışıkları yarım saat süreyle açmaktır. Bir binanın dışına yerleştirilen bir fotosel, karanlığı ve günün saatini algılayabilir ve dış ofisler ile otoparktaki ışıkları modüle edebilir.
Gölgeleme ve camlama.
Gölgelendirme ve camlar bina sistemindeki temel bileşenlerdir. Bina sakinlerinin görsel, akustik ve termal konforunu etkiler ve bina sakinlerine dış mekan görünümü sağlar. Otomatik gölgeleme ve camlama sistemleri ile güneş ısısı kazanımlarını ve parlamayı kontrol edilir. Sistem, değişen dış mekan verilerine (güneş, rüzgar gibi) ve değişen iç ortama (sıcaklık, aydınlatma ve yolcu talepleri gibi) aktif ve hızlı bir yanıt verir. Bina gölgeleme ve camlama sistemleri, hem enerji tasarrufu hem de konfor açısından termal ve aydınlatmanın iyileştirilmesine katkıda bulunabilir.
Dinamik gölgeleme.
Dinamik gölgelendirme cihazları, gün ışığı ve güneş enerjisinin dış ortam koşullarına, gün ışığı taleplerine ve güneş pozisyonlarına göre yapılı ortama girmesini sağlar. Yaygın ürünler arasında jaluziler ve panjurlar bulunur. Düşük bakım maliyeti nedeniyle çoğunlukla cam sisteminin iç tarafına monte edilirler, ancak dış cephede veya her ikisinin bir kombinasyonu olarak da kullanılabilirler.
Merkezi Tesis.
Klima santrallerine su sağlamak için merkezi bir tesise ihtiyaç vardır. Soğutulmuş su sistemi, sıcak su sistemi ve kondenser su sistemi ile acil durum gücü için transformatörler ve yardımcı güç ünitesi kullanılabilir.
Soğutulmuş su sistemi.
Soğutulmuş su genellikle bir binanın havasını ve ekipmanını soğutmak için kullanılır. Soğutulmuş su sisteminde soğutucu lar ve pompalar bulunacaktır. Analog sıcaklık sensörleri, soğutulmuş su besleme ve dönüş hatlarını ölçer. Soğutucu(lar), soğutulmuş su kaynağını soğutmak için sırayla açılır ve kapanır.
Kondenser su sistemi.
Soğutma kuleleri ve pompalar , soğutuculara soğuk kondenser suyu sağlamak için kullanılır. Soğutuculara kondenser su beslemesinin sabit olması gerektiğinden, sıcaklığı kontrol etmek için soğutma kulesi fanlarında yaygın olarak değişken hızlı sürücüler kullanılır. Uygun soğutma kulesi sıcaklığı, soğutucuda uygun soğutucu kafa basıncını sağlar. Kullanılan soğutma kulesi ayar noktası, kullanılan soğutucuya bağlıdır. Analog sıcaklık sensörleri, kondenser su besleme ve dönüş hatlarını ölçer.
Sıcak su sistemi.
Sıcak su sistemi, binanın klima santrali veya VAV kutusu ısıtma bobinlerine ve evsel sıcak su ısıtma bobinlerine (kalorifer) ısı sağlar. Sıcak su sisteminde kazanlar ve pompalar bulunur. Sıcak su besleme ve dönüş hatlarına analog sıcaklık sensörleri yerleştirilmiştir. Isıtma suyu devre sıcaklığını kontrol etmek için genellikle bir tür karıştırma vanası kullanılır. Kazan(lar) ve pompalar, beslemeyi sürdürmek için sırayla açılır ve kapanır.
Alarmlar ve güvenlik.
Tüm modern bina otomasyon sistemleri alarm özelliklerine sahiptir. Bildirim, bir bilgisayar (e-posta veya metin mesajı), çağrı cihazı, cep telefonu sesli araması, sesli alarm veya bunların tümü aracılığıyla yapılabilir. Sigorta ve sorumluluk amaçlarıyla tüm sistemler, kimin, ne zaman ve nasıl bilgilendirildiğinin kayıtlarını tutar.
Güvenlik sistemleri bir bina otomasyon sistemine kilitlenebilir. Doluluk sensörleri varsa hırsız alarmı olarak da kullanılabilirler. Güvenlik sistemleri genellikle kasıtlı olarak sabote edildiğinden dolayı bazı dedektörler veya kameralar pil yedeğine, kablosuz bağlantıya ve bağlantı kesildiğinde alarmları tetikleme özelliğine sahip olmalıdır. Modern sistemler genellikle bu tür pilleri şarj edebilen ve kesintide yedek iletişim gibi kablosuz uygulamalar için kablosuz ağları ücretsiz tutan Ethernet üzerinden güç kullanır.
Yangın alarm panelleri ve ilgili duman alarmı sistemleri genellikle bina otomasyonunu geçersiz kılmak için kabloludur. Örneği,: duman alarmı etkinleştirilirse, binaya hava girmesini önlemek için tüm dış hava damperleri kapanır ve bir egzoz sistemi yangını izole edebilir. Benzer şekilde, elektrik arıza tespit sistemleri, tetiklediği alarmların sayısı veya bunun rahatsız ettiği kişilerden bağımsız olarak tüm devreleri kapatabilir. Fosil yakıt yakma cihazları ayrıca, yavaş basınç düşüşleri tespit edildiğinde (bir sızıntıyı olabilir) veya binanın hava beslemesinde fazla metan tespit edildiğinde kapanan doğal gaz besleme hatları gibi kendi aşırı sürüşlerine sahip olma eğilimindedir.
Oda otomasyonu.
Oda otomasyonu, bina otomasyonunun bir alt kümesidir ve benzer bir amacı vardır; merkezi kontrol altında bir veya daha fazla sistemin konsolidasyonudur, ancak bu durumda bir odadadır.
Oda otomasyonunun en yaygın örneği, oda işlevini tanımlayan çok sayıda cihazın (video konferans ekipmanı, video projektörleri, aydınlatma kontrol sistemleri, genel seslendirme sistemleri vb.) ) odanın elle çalıştırılmasını çok karmaşık hale getirir. Oda otomasyon sistemlerinin, her işlemi kontrol etmenin birincil yolu olarak bir dokunmatik ekran kullanması yaygındır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20012",
"len_data": 11911,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.62
}
|
Görüntü çözücü, sayısal görüntülerin sıkıştırılabilmesi için kullanılan donanım ya da yazılım birimidir. Sıkıştırmada genellikle kayıplı veri sıkıştırma yöntemleri kullanır.
Geçmişte görüntü manyetik kasetlerde analog sinyallerle saklanıyordu. CDlerin piyasaya girdiği zamanlarda analog sesin sayısal ses haline çevirilebilmesi, görüntünün de sayısal biçimde saklanabilmesine olanak verdi, böylece yeni teknolojiler ortaya çıktı.
Ses ve görüntü sıkıştırmak için özel yöntemler gerektirdi. Mühendisler ve matematikçiler bu sorunu çözebilmek için çalıştılar. Burada görüntü kalitesi için karışık bir denge söz konusu, sunmak için gerekli veri miktarı (bit oranı olarak da bilinir), kodlama ve çözme algoritmaları, veri kayıpları ve hatalar için sağlamlık, düzenleme kolaylığı, rastgele erişim, sıkıştırma algoritmasının durumu, sondan sona gecikme ve birkaç diğer etken.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20013",
"len_data": 868,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.75
}
|
Bir içerik biçimi çeşitli şekillerdeki verileri standartlaştırılmış çözücülerin biçimine göre sıkıştırılmış halde içeren bilgisayar dosyasıdır. İçerik dosyası farklı veri çeşitlerini belirleme ve sınıflandırmak için kullanılır. Basit içerik biçimleri farklı çeşitlerdeki ses çözücüleri içerebilirken, daha gelişmiş olanları ses, görüntü, altyazılar, bölüm ve künye-verisi (etiketleme, dosya bilgisi) destekler.
Bazı içerikler ses için özeldir:
Diğer esnek içerenler birçok ses ve görüntüyü bulundurabilir. En sevilen çoklu-ortam içerikleri:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20021",
"len_data": 540,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.18
}
|
Vasil Mihayloviç İvançuk (; d. 18 Mart 1969, Lviv), Ukraynalı satranç ustası.
Annesi fizik ve astronomi öğretmeni, babası da yüksek hakimdir. 7 yaşında satranca başladı. 19 yaşında "Büyükusta" (Grandmaster) unvanını aldı. Birçok uluslararası başarısı bulunmakta ve Ukrayna'nın en başarılı sporcularından birisi olarak spor literatürüne geçmiştir. Aralarında Türkçenin de olduğu 4 dil bilmektedir.
Ulaştığı en yüksek ELO puanı 2752 dir. (Temmuz 2005) Türkiye'yi çok sever ve sık sık ziyerete gelir. Bursa'ya özellikle hayranlığı vardır. Ayrıca Bursa'nın 1.lig kulüplerinden birinin de resmi sporcusudur. 2002 yılı Dünya Satranç Şampiyonası 2.si, 2004 yılı Avrupa Şampiyonu ve sayısız takım başarıları vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20024",
"len_data": 707,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.35
}
|
Program kelimesi sözcük kaynağı olarak belirli şartlara ve düzene göre yapılması öngörülen işlemlerin bütünü anlamına gelmekte ve ayrıca izlence olarak tanımlanmaktadır. Ancak günümüz Türkçe kullanımı içinde genel anlamı, yapılacak bir işin bölümlerini, bu bölümlerin sırasını ve zamanını gösteren tasarı, planlama şekline dönüşmüştür. Bu sebeple okullarda, haftanın belli günlerinde, belli saatlerde verilecek dersleri gösteren çizelgelere; tören, gösteri, gezi vb. nin öngörülen ayrıntılarını gösteren basılı kâğıtlara; siyasi partilerin, toplumsal örgütlerin veya hükûmetin açıkladığı ana ilkelerin tümüne de genel olarak Program ismi verilmektedir.
Ayrıca Adolf Hitler'in Alman devlet politikasını yayınlandığı 25 maddelik yasa hükmünde kararnameye Program adı verilmektedir. (Tarihte ilk defa kanun hükmünde kararnameyi uygulayan da Adolf Hitler'dir.) Daha sonra emrindeki bir subay tarafından Hitler öldükten sonra kitap haline getirilerek küresel okuyucu önüne çıkartılmıştır.
Program teriminin bir diğer önemli kullanım alanı da bilgisayar bilimindedir. "Bilgisayara bir işlemi yaptırmak için yazılan komutlar dizisinin bütünü veya bir kısmı" olarak tanımlanan terim, yalnızca günlük hayatta kullanılan bir bilgisayar terimi olarak kalmamış aynı zamanda bazı programlama dillerinde bizzat bir standart olarak teknik terim haline gelmiştir (Örneğin: Fortran 90 dili dahiline alınmış "PROGRAM" terimi, yazılan bu programın bilgisayar tarafından nerede başlayıp nerede bittiğini anlaması için kullanılmaktadır:
PROGRAM test
REAL taban, boy, alan
PRINT *, 'Üçgen için taban ve boy giriniz.'
READ *, taban, boy
alan = (1.0/2.0) * taban * boy
PRINT *, 'Üçgenin alanında kullanılan taban ', taban
PRINT *, 've boy ', boy, ' iken toplam alan ', alan, ' olarak hesaplanmaktadır.'
STOP
END PROGRAM test
Program bilgisayar programlama dilleri ile bilgisayarlara verilen istekler (komutlardır). Bu programlama dilleri üç farklı kategoride sınıflanır:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20026",
"len_data": 1955,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.74
}
|
Pin-up kızı ya da pin-up modeli, yaygın şekilde basılmış resimleri pop kültürü olarak kabul edilmiş olan mankenlere verilen isimdir. Pin-up kızları genellikle, moda modellerinden ya da kadın oyunculardan seçilirler.
"Pin-up" aynı zamanda bu türden fotoğrafların benzerlerinin boya ile resmedilmiş çizimlerine de verilen bir isimdir (Pinup sanatçıları listesine bakabilirsiniz). Pin-up terimi ilk olarak İngilizce diline 1941 yılında girmiş olmasına rağmen terimin kökeni 1890'lara kadar uzanmaktadır. "Pin up" resimleri, magazinlerden ya da gazetelerden kesilmiş resimler ya da kartpostal ve benzeri biçimlerde olabilirler. Ayrıca bu tür resimler çoğunlukla duvar takvimlerinde bulunmaktadırlar ve bundan dolayı da duvara raptiye ile tutturulmaktadırlar. "Pin up" teriminin Türkçedeki birebir karşılığı "iğnelemek ya da raptiyelemek"tir. Ancak daha sonraları pin-up kızlarının posterleri de yaygın olarak basılmaya başlanmıştır.
Birçok pin-up resmi, kendi dönemlerinin birer seks sembolü olarak görünen Şöhretler ("Celebrity")dir. İlk pin-up kızlarının en ünlülerinden biri Betty Grable'dır ve posterleri II. Dünya Savaşında, neredeyse tüm Amerikan askerlerinin soyunma dolaplarını süslemekteydi. Sanatsal olarak pin-up ise, çekici ve güzel bir kadının nasıl olması gerektiğine dair görüntü veren idealize edilmiş kadın resimleridir. Bu tip ideal kadınların ilk örneklerinden biri, Charles Dana Gibson tarafından yaratılmış olan ve daha sonra Gibson kızı olarak da anılacak olanıdır. Bu akım daha sonra bu alanda çok meşhur olacak olan Alberto Vargas ve George Petty gibi birçok sanatçının yetişmesine yol açmıştır.
Pin-upların diğer kullanımları.
Poster olarak basmaktansa, çizgi romanlarda, herhangi bir konuşma balonuna yer vermeksizin, karakterleri ya da belli bir olayı betimlemek için tek bir sayıda ya da yıllık içinde ayrılmış olan tam sayfa çizime de "pin-up" denmektedir.
Genellikle özel uçakların gövde boyalarının süslenmesinde uçakların burun kısımlarında kullanılan resimlerdir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20039",
"len_data": 1992,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.8
}
|
Murcia (İspanyolca: "Región de Murcia"), İspanya'nın 17 özerk bölgesinden biridir. Bölge, İber Yarımadası'nın güneydoğu kesiminde yer almaktadır. Başkenti İspanya'nın yedinci büyük şehri Murcia'dır.
Bölgenin yüzölçümü olup, nüfusu 2020 itibarıyla 1.511.251 kişidir. Nüfusun yaklaşık üçte biri başkent Murcia'da yaşamaktadır.
Belediyeler/İlçeler.
Abanilla,
Abarán,
Águilas,
Albudeite,
Alcantarilla,
Aledo,
Alguazas,
Alhama de Murcia,
Archena,
Beniel,
Blanca,
Bullas,
Calasparra,
Campos del Río,
Caravaca de la Cruz,
Cartagena,
Cehegín,
Ceutí,
Cieza,
Fortuna,
Fuente Álamo de Murcia,
Jumilla,
La Unión,
Las Torres de Cotillas,
Librilla,
Lorca,
Lorquí,
Los Alcázares,
Mazarrón,
Molina de Segura,
Moratalla,
Mula,
Murcia,
Ojós,
Pliego,
Puerto Lumbreras,
Ricote,
San Javier,
San Pedro del Pinatar,
Santomera,
Torre Pacheco,
Totana,
Ulea,
Villanueva del Río Segura,
Yecla
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20043",
"len_data": 910,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.29
}
|
Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı, km uzunluğunda, Azerbaycan Bakü yakınlarındaki Sangaçal Terminali'nden gelen petrolü, Türkiye Akdeniz kıyısında Ceyhan deniz terminaline; Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden geçerek taşıyan petrol boru hattı.
Tüm uzunluğu boyunca gömülü olan boru hattının, (toplam uzunluğu km), Gürcistan'da km'si, Azerbaycan'da km'si ve Türkiye'de km'si yer almaktadır. Boru hattının çapı Azerbaycan ve Türkiye genelinde 42 inç (106,68 santimetre). Gürcistan'da ise 46 inçtir (116,84 santimetre). Türkiye'de Ceyhan Deniz Terminali'ne doğru son bölümünde eğimden dolayı boru hattının çapı azalarak 34 inçe (86,36 santimetre) iner.
Tarihsel gelişim.
Sovyetler Birliği dönemi.
Sovyetler Birliği döneminde, özellikle 1920 ve 1930'lu yıllarda izlenen Stalinci politikalar, Sovyetler Birliği genelinde birçok etnik alt grubun ortaya çıkmasına yönelikti. Özellikle Kafkaslar'da bu plan başarıyla uygulandı ve burada meydana getirilen siyasi istikrarsızlıktan faydalanan hep Rusya Cumhuriyeti oldu. Yönetimdeki etkin gücünü kullanan Rusya, enerji konusunda ülke içindeki kaynak kullanımını kendi lehine olacak bir şekilde planlamış ve uygulamıştı. Özellikle Hazar Denizi çevresinde üretilen petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına çıkışını sağlayan boru hatları hep Rusya'dan geçiyordu. Böylelikle Rusya; Kafkasya ve Orta Asya'daki devletlerin enerji konusunda bağımsız hareket etme kabiliyetlerini büyük ölçüde sınırlamış oluyordu.
Azerbaycan petrol ve doğalgazının dünya pazarlarına çıkışı için alternatif bir yol aranması da yine Sovyetler Birliği dönemine, 1980'lerin sonuna rastlar. Bu sıralarda Sovyetler Birliği dağılma süreci içerisindedir ve birliği oluşturan ülkelerin her biri kendi yolunu çizmeye çalışmaktadır.
Bakü - Ceyhan projesi.
1989 yılında, Ramco adlı İngiliz petrol şirketinin temsilcisi olan Steve Remp'in Bakü'ye gelmesiyle BTC hattının öyküsü de başlamış olur. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (ADPŞ), 1990 yılında Remp'ten Azeri petrollerinin Batı'ya pazarlanması amacıyla büyük petrol şirketleriyle temaslarda bulunmasını talep eder. Remp öncelikle British Petroleum (BP) ile ilişkiye geçer. Hemen 1991 yılının başında Amoco isimli bir diğer petrol devi de devreye girer. Temmuz ayında Amoco firması Azeri isimli petrol sahasıyla ilgili hakları kazanır. Aynı yıl 30 Ağustos'ta Azerbaycan bağımsızlığını ilan eder. Bunun hemen ardından da Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sebebiyle çatışmalar başlar ve bu yüzden petrol konusundaki ilerlemeler bir süreliğine kesintiye uğrar.
1992 yılının sonuna doğru; ADPŞ, BOTAŞ, BP, Pennzoil ve Amoco arasında, Bakü'den Gürcistan'ın liman kenti Supsa'ya, Rusya'daki Novorosisk'e ve Türkiye'nin Ceyhan ilçesine uzanması muhtemel üç ayrı boru hattı üzerine araştırmalara başlanması konusunda bir anlaşma imzalanır. 1993 yılının 11 Haziran'ında Azerbaycan devlet başkanı Ebulfez Elçibey, Batılı birçok petrol firmasıyla petrol sahalarının geliştirilmesi amacıyla bir anlaşma imzalar. Fakat bundan tam bir hafta sonra 18 Haziran'da, Azerbaycan KGB eski şefi ve Brejnev dönemi Politbüro üyesi Haydar Aliyev tarafından bir darbe yapılır ve Elçibey sürgüne gitmek durumunda kalır.
Haydar Aliyev'in darbeden sonra petrol anlaşmasını iptal eder. Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, Eylül 1994'te, yüzyılın anlaşması olarak adlandırılan petrol anlaşması imzalanır. Bunun ardından, büyük petrol şirketleri kendileri için daha avantajlı olan hatlardan petrol sevkiyatına başlarlar. Bakü – Ceyhan hattı ise uzunca bir süre adeta unutulur.
Ekim 1998'de, ABD, Azerbaycan, Türkiye, Gürcistan, Kazakistan ve Özbekistan, imzaladıkları Ankara Deklarasyonu ile Bakü - Ceyhan boru hattına olan desteklerini ilan ederler. Bu arada Amerikan hükûmeti BP'ye Bakü – Ceyhan hattı lehine yoğun bir baskı uygulamaya başlar. BP ise ısrarla bu projenin ekonomik olarak uygun olmadığını belirtir. Bu arada, Nisan 1999'da Bakü – Supsa boru hattı hizmete girer. Gürcistan, hattın güvenliğini sağlamak için elindeki bütün imkânları seferber eder. BP, Türkiye ile arasında yaşanan yoğun görüşmelerin ardından, Bakü – Ceyhan hattına destek verdiğini açıklar. Fakat bu hattın jeopolitik değil, ticarî bir proje olması konusunda ısrar eder.
Bakü – Ceyhan ile ilgili en önemli gelişmelerden biri Kasım 1999'da İstanbul'da yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü konferansında yaşanır. Türkmenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Türkiye devletlerinin liderleri, ABD Başkanı Bill Clinton'un da hazır bulunduğu imza töreniyle bu hattın arkasında durduklarını açıklarlar ve hattın ismi Bakü – Tiflis – Ceyhan olarak değiştirilir. Yine aynı konferansta, Bakü'den Erzurum'a uzanacak olan bir doğalgaz hattı konusunda da anlaşmaya varılır. Bu hatla Azerbaycan'a ait Şahdeniz bölgesinden doğalgaz taşınması planlanır.
Bu konferansın ardından BTC hattı ile ilgili konularda bir hızlanma yaşandı. Geçen süre içerisinde, petrol boru hattının yapımında gerekli her türlü ön çalışma yapıldı ve 10 Eylül 2003'te boru hattının inşasına başlandı. 17 Eylül 2002'de de Azerbaycan'ın Sangaçal yöresinde ilgili devletlerin başkanlarının katıldığı bir temel atma töreni yapıldı. 10 Haziran 2003 tarihinde altıncısı yapılan Üç Denizin Hikâyesi adlı konferansta, Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yaptığı konuşmada BTC hattının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha vurgulayarak, bu hatta Kazakistan'ın da dahil edilmesi gerektiğini belirtti.
Rakamlarla BTC.
Azerbaycan bütçesindeki toplam gelirin yaklaşık olarak %50'si petrol ihracından gelmektedir. Azerbaycan'ın toplam ihracatının %90'ı da petrol ve doğalgazdan oluşmaktadır. Petrol ve doğalgaza bu denli bağlı bir ülke için, bu ürünleri taşıyacak boru hatları da son derece önemli. Azerbaycan'ın Ermenistan'la yaşadığı problemler yüzünden, Bakü – Ceyhan boru hattının güzergâhı Gürcistan üzerinden geçerek uzamış ve toplamda 1760 kilometreyi bulmuştur.
Kullanılacak boruların çapları, Azerbaycan'dan başlamak üzere üç ülke içinde sırasıyla; 105, 115 ve 85 santimetre olacaktır. Yıllık 50 milyon ton kapasitesi olması beklenen hattın üzerinde 8 pompalama istasyonu bulunacak. BTC'ın planlanan toplam maliyeti 3 milyar dolar. Fakat bu rakamın 4 milyara kadar çıkabileceği tahmin ediliyor. BTC'ın ortaklarına baktığımızda ise şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz. ADPŞ %45, BP Amoco %25, Unocal %7,48, Statoil %6,37, ENI Agip %5 ve TPAO %5 paya sahipler. Ceyhan'dan ilk petrol sevkiyatı, 2006 yılının haziran ayı içinde gerçekleşti.
Hazar bölgesindeki ispatlanmış petrol miktarı yaklaşık 34 milyar varil. Tahmin edilen ise 270 milyar. 2010 yılında bölgede günde 3,7 milyon varil petrol üretimi yapılacağı tahmin ediliyor. Topraklarında pek petrol bulunmayan Gürcistan da transit geçişten pay alarak ekonomisine ciddi katkılarda bulunmayı tasarlıyor. İlk beş yıl için varil başına 12 Cent alacak olan Gürcistan, sonraki 10 yıl için 14, ondan sonraki dönem için ise minimum 17 Cent geçiş ücreti almaya hak kazanacak.
Kafkaslar’ın geleceği.
Tıpkı Ortadoğu gibi son derece karışık ve karmaşık bir bölge olduğundan, Kafkasya ile ilgili öngörülerde bulunmak son derece zor ve riskli bir hal alıyor. Kafkasya'da ABD stratejisi Orta Asya planlarından farklılık gösteriyor. Kafkasya'nın en zengin petrol yatakları siyasi ve ekonomik istikrar açısından bölgenin en güçlü devleti Rusya'nın sınırlarında yer alıyor. 2.Dünya Savaşı sonrasında başlayan ABD ve Rusya arasındaki uluslararası güçlülük rekabeti Kafkasya'nın geleceğini Orta Asya'nın durumundan farklı kılacaktır. Petrol ithalatının %50'sini Rusya'dan karşılayan Avrupa ve ABD bu nedenle Rusya'ya olan petrol bağımlılığını azaltabildiği takdirde koşullar değişecektir. Fakat bu konuda dünyanın bugün sahip olduğu en fazla petrol yatakları Latin Amerika'da Venezuela, Orta Asya'da Irak, Kuzeyde ise Rusya'da yer almakta. Bu dağılım ABD'nin Venezuela'da karlı petrol şirketleri kuramaması nedeniyle şimdilik ABD'nin Rusya'yı ikame edebileceği başka bir bölgenin olmaması sonucu ile karşı karşıya bırakıyor. İki bölge arasındaki farklılık Orta Asya'ya da Rusya gibi ABD için karşı güç oluşturabilecek stratejik ve siyasal konuma sahip olan Türkiye'nin bu tanımdan çok uzak olmasıyla açıklanabilir.
BTC petrol boru hattı açısından.
BTC petrol boru hattı 2006 yılında tam anlamıyla faaliyete geçti. Böylece hem Azerbaycan çıkarttığı doğal kaynakları satmaya başlayarak petrol gelirlerini arttırmaya başlayacak hem de Rusya'dan başka güçlü bir ihracat kapısı bulmuş olacak. Ayrıca, Azerbaycan petrolü Avrupa pazarına daha kısa bir yolla ulaşacağından, Ortadoğu petrolüyle rekabet eder hale gelecektir. BTC, anlaşma gereği kasasına girecek olan transit geçiş ödemeleri sebebiyle Gürcistan için de çok faydalı olacaktır. Böylece Gürcistan ekonomik açıdan biraz daha bağımsız olacak ve muhtemelen, üzerindeki Rus baskısını hafifleterek daha demokratik ve istikrarlı bir siyasi yapıya kavuşacaktır. BTC hattına ev sahipliği yapan üçüncü ülke Türkiye de bu hattın meyvelerini yemeye başlayacaktır. Gürcistan gibi transit geçiş ücreti alacak olan Türkiye, bunun yanı sıra şu anda tamamen bağımlı olduğu Ortadoğu petrolüne de bir alternatif bulmuş olacaktır. Hazar'daki Azerbaycan kaynaklarına ek olarak, bu boru hatlarına Kazak ve Türkmenistan kaynakları da entegre edilebilirse, 1994 yılında bu hatla ilgili anlaşma imzalandığında konulan ad "Yüzyılın Anlaşması", gerçekten hakkını vermiş olacaktır.
BTC başarıya ulaşması gibi başarısız olma ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. Hazar Denizi'nde Azerbaycan'ın payına düşen petrolün tahmin edilenden az çıkması, Kazak ve Türkmen kaynaklarının BTC hattına kanalize edilememesi, petrol fiyatlarında yaşanması muhtemel bir gerileme, Kafkasya'da meydana gelebilecek ciddi bir silahlı çatışma vs, BTC boru hattının verimli ve kârlı çalışmasını engelleyebilir.
Doğal kaynak sorunu.
Ekonomilerini sadece, hasbelkader topraklarında bulunan petrol, doğalgaz, altın gibi doğal kaynaklardan elde ettikleri gelirlerin üzerine kurmuş olan ülkelerin geneline baktığımızda, gerek toplumsal gerekse siyasi ve iktisadî olarak pek de rahat etmediklerini görüyoruz. Ortadoğu ve Afrika'da bu duruma örnek oluşturabilecek birçok ülke bulunuyor. İran, Irak, Cezayir, Libya, Kuveyt vs ülkeler kâğıt üzerinde bakıldığında çok rahat şartlar altında yaşamaları gerekirken, bir türlü istenilen refah düzeyine erişemedikleri gibi, çok sayıda ciddi problemle de boğuşur durumdalar. Petrol ve doğalgazla zenginleşen Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ve dolaylı olarak kâra geçen Gürcistan gibi ülkelerde de yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerdekine benzer problemler yaşanabilir. Böylece, zenginleşme umudu olarak görülen petrol ve doğalgaz, Orta Asya ve Kafkaslardaki devletler için adeta bir kara veba halini alacaktır. Bu duruma düşmemek için bölge ülkelerinin petrolden kazanacakları paraları son derece dikkatli kullanmaları ve ülke ekonomisindeki diğer sektörlerin de gelişmesinde kullanmaları gerekmektedir. Böylece ülke genelindeki ekonomik denge bir nebze de olsa korunmuş olacak ve doğal kaynaklarda yaşanabilecek herhangi bir dramatik değişim karşısında, kendilerini kurtaracak bir can simidi halini alacaktır.
ABD Etkisi.
Irak petrolünü garanti altına almış olan ABD, Kafkaslardan gelecek olan petrolü ikinci planda düşünmeye başlayabilir. Böyle bir politika değişikliği en fazla Rusya’nın işine yarayacaktır. Rusya, ABD’nin bulunmadığı bir Kafkasya’da çok daha rahat hareket edebilir. Fakat bunun tam aksi bir gelişme daha muhtemel görünüyor. İran’daki rejimi sona erdirmeyi kafasına taktığı belli olan Obama yönetimi, bu ülkeyi çevreleme politikası izliyor. Bu amaçla, Gürcistan ve Azerbaycan gibi Kafkas ülkelerinde yeni askerî üsler kurma amacı güder. Rusya’nın gösterdiği tepkilere aldırmayan ABD, belki de Azerbaycan’ın NATO üyeliği konusundaki ısrarlarını yürürlüğe koyacak ve önümüzdeki senelerde Kafkaslardan NATO’ya yeni bir üye kazandıracaktır.
Türkiye'deki kısmının genel verileri.
Toplam Hat Uzunluğu 1.075.366 m.
Boru Çapı 46” – 42” - 34”
Toplam Pompa İstasyonu Adedi 6 adet (4 adet Ana Pompa İstasyonu, 2 adet Pig İstasyonu)
Blok Vana İstasyonu Sayısı 51 adet
Toplam Kazı 15.580.540 m³
Toplam Dolgu 8.313.622 m³
Toplam Beton 112.000 m³
Toplam İşgücü 12.074 kişi
Boru hattı inşaatı verileri.
Kullanılan Toplam Boru Uzunluğu 1.082.171 m.
Kullanılan Toplam Hat Borusu Sayısı 89.667 adet
Kullanılan Toplam Hat Borusu Tonajı 406.879 ton
Toprak İşleri Ekipmanları (Ekskavatör,
dozer, grayder, vb.) 774 adet
Boru Hattı Ekipmanları (Sideboom,
paywelder, vb.) 846 adet
Kaldırma ve Taşıma Ekipmanları (Vinç,
TIR, kamyon, vb.) 671 adet
Toplam İşgücü 6.922 Kişi
Toplam Kazı 13.000.000 m³
Toplam Nebati Toprak Sıyırma 6.000.000 m³
Toplam Hendek Kazısı 7.000.000 m³
Boru Çapı 46” (22 km) – 42” (929 km) – 34” (125 km)
Toplam Hat Borusu Kaynak Uzunluğu 589.000 m.
Fiber Optik Kablo (184 makara) 1.150.250 m.
İstasyonlar inşaatı verileri.
Toplam Kazı 1.030.540 m³
Toplam Geri Dolgu 428.622 m³
Dökülen Toplam Beton 53.000 m³
Toplam Betonarme Demiri 6.005 ton
Toplam Boru İmalatı 82.281 çap-inç
Toplam İşgücü 2.149 Kişi
Terminal kıyı kesimi inşaatı verileri.
Toplam Kazı 1.550.000 m³
Toplam Geri Dolgu 885.000 m³
Toplam Beton 59.000 m³
Toplam İşgücü 3.003 Kişi
Toplam Tank Çelik Plaka 20.850 adet
Tankların Toplam Depolama Kapasitesi 1.055.600 m³
Toplam Kaynak Uzunluğu 199.800 m.
Terminal deniz kesimi inşaatı verileri.
İskele Uzunluğu 2.565 m.
İskele Toplam Kazık Uzunluğu 32.190 m.
İskele Toplam Kazık Tonajı 341.852 ton
50 Yılda 50 Eser.
İnşaat Mühendisleri Odası odanın kuruluşundan itibaren 50 yıl içerisinde ülkede gerçekleştirilmiş 50 büyük inşaat projesini bir jüri tarafından saptayarak bu projeleri 50 Yılda 50 Eser adı altında ilan etmiştir. Liste bölgesel kalkınma, binalar, ulaşım, hidroloji ve endüstri alt başlıklarını taşımaktadır. Bu proje de o liste içerisinde yer almaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20045",
"len_data": 13790,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
Telitromisin, klinik düzeyde kullanılmaya başlanan ilk ketolid ailesi antibiyotiğidir. "Ketek" ismiyle satışa sunulan telitromisin semisentetik, eritromisin A türevi bir antibiyotiktir. Solunum yolu enfeksiyonlarında kullanılır.
Tarihçe.
Hoechst Marion Roussel (şimdi Aventis) isimli Fransız ilaç şirketi tarafından denemeleri yapılmış, Avrupa Komisyonundan onay aldıktan sonra Avrupa'da Ekim 2001'de satışa sunulmuş, ABD'de ise Nisan 2004'te FDA onayını alabilmiştir.
Mekanizma.
Telitromisin protein sentezine müdahale ederek bakteri gelişimini önler. Bakteriyel protein sentezini bakteri ribozomunun 50S alt birimine bağlanarak inhibe eder (engeller). Diğer (eski) makrolitlerden farklı olarak telitromisin 50S alt biriminin iki 23S ribozomal RNA bölümüne bağlanır. Ayrıca telitromisin olgunlaşmamış 50S ve 30S ribozomal alt birimlerin birleşmesini inhibe eder.
Telitromisin oral uygulamayı takiben hızla emilir. Fagositlerde (yutargöze) büyük bir yoğunluğa ulaşarak enfeksiyonun bulunduğu bölgeye hızla ulaşır ve fagositoz (gözeyutarlığı) sırasında büyük oranlarda serbest bırakılır. Dokulardaki telitromisin yoğunluğu plazmadakinden çok daha yüksektir. Büyük oranda karaciğer tarafından metabolize edilir, küçük bir oranda idrar yoluyla elimine edilir. Telitromisinin ortalama yarılanma ömrü yaklaşık olarak 10 saattir.
Kullanım ve yan etkiler.
Hafif ve orta şiddette toplumda edinilmiş pnömoni, kronik bronşitin akut alevlenmesi, akut sinüzit, tonsillit/farenjit tedavilerinde kullanılır.
Telitromisin, 12 yaş ve altında, gebelik ve laktasyon sırasında kullanılmamalıdır. Hafif ve orta şiddette böbrek yetmezliği olan hastalarda normal dozajlarda kullanılabilir, ağır böbrek yetmezliği olan hastalarda ise dozaj ayarlaması yapılarak kullanılabilir. Bunun yanında günümüzde kullanımı yasaklanmıştır.Telitromisin karaciğer yetmezliğine neden olabilir.
En sık görülen yan etkileri gastrointestinal sisteme dairdir; diyare (ishal), bulantı, kusma ve gastrointestinal ağrı (karın ağrısı). Bunların dışında sıklıkla bildirilen diğer yan etkilerde sermselik ve baş ağrılarıdır. Nadir olarak (%1'den az) bulanık görme ve odaklanma zorluğuna neden olabileceği bilinmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20046",
"len_data": 2170,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.67
}
|
Ceyhun Atuf Kansu (7 Aralık 1919, İstanbul - 17 Mart 1978, Ankara), Türk yazar, şair ve doktor. En ünlü şiirleri "Bir Çocuk Bahçesinde" ve "Bağbozumu Sofrası'dır." "Sakarya Meydan Savaşı" destanıyla ülke çapında ünlenmiştir.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında ortaya çıkan memleket edebiyatı geleneğini bağımsız bir şekilde sürdürdü. Şiirlerinde ve diğer çalışmalarında Türk tarihi, Anadolu'nun yurt tutulması, çocuk ve problemleri, köy ve eğitim konularını işledi.
Yaşamı.
İlk yılları ve eğitimi.
7 Aralık 1919 günü Bostancı'da doğdu. Babası, o sırada Ortaköy‟de bir yetimhane okulunda idareci olan Nafi Atuf Bey, annesi eğitimci Müfdale Hanım'dır. Ailenin ikinci çocuğu idi. 1921 kışında babası Nafi Atuf ve dayısı Mehmet Vehbi Bey Milli Mücadele'ye katılmak için Ankara'ya gitti. Henüz bir buçuk yaşında olan Ceyhun Atuf, o günlerde ani bir rahatsızlık geçiren annesini kaybedince ağabeyi Tuğrul Atuf ile Ankara'da babasının yanında büyüdü ve ulusal kurtuluş savaşına tanıklık etti.
Sakarya Meydan Muharebesi dolayısıyla Ankara boşaltılırken, Ankara Lisesi müdürü olan ve öğrencilerinin başında okulu Kayseri'ye taşıyan babası ile birlikte Kayseri'ye gitti. 1922 yılında ailesi ile birlikte Ankara'ya döndü. 1926 yılında Ankara Samanpazarı İlkokulu'na başladı, 1932 yılında Necatibey İlkokulu'nda ilköğrenimini tamamladı. İlkokul beşinci sınıftayken geçirdiği kemik veremi nedeniyle altı ay kadar vücudu alçılarla kaplı olarak hiç kalkmadan yatmak zorunda kaldı.
Ortaöğrenimine İstanbul'da İstiklal Lisesi'nde yatılı öğrenci olarak başladı. İlk öyküsü bu lisenin yıllığında yayımlandı. Eğitimine 1935 yılında Ankara'daki Gazi Lisesi'nde yatılı olarak devam etti. Bu lisede arkadaşları ile "Filiz" adında bir dergi çıkardı. Şiirleri önce Filiz dergisinde sonra "İnkılapçı Gençlik", Ülkü, "Yücel", "Millet", İstanbul gibi dergilerde yayımlandı. 1938 yılında Ankara Gazi Lisesi'nden mezun oldu.
Siyasal bilgiler öğrenimi görmek istese de babasının isteği üzerine tıp öğrenimi gördü. 1938-1944 arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudu. Tıp öğrenimi sırasında doğa, çocuk, yurt sevgisini işlediği "Bir Çocuk Bahçesi'nde" ve "Bağbozumu Sofrası" adlı ilk şiir kitaplarını yayımladı. Bu iki kitaptaki şiirlerinde genellikle tabiat, çocuk ve vatan sevgisi konularını ele aldı. Eminönü Halkevi'nin Dil-Tarih-Edebiyat koluna üye oldu.
Tıp eğitimini tamamladıktan sonra çocuk hastalıkları alanında uzmanlaştı. Ankara Numune Hastanesi'nde çalıştı. Bir yandan da Altındağ mahallesinde açtığı bir poliklinikte gecekondu mahallesi çocuklarına sağlık hizmeti götürmeye çalıştı. Bu yıllarda şiirlerini "Çocuklar Gemisi" (1946) isimli kitapta topladı.
Turhal yılları.
1948 yılında Tokat/Turhal'daki Şeker Fabrikasında doktor olarak çalışmaya başladı. Bu sırada tanıştığı Muzaffer Hanım ile evlendi; Bahar ve Işık adını verdikleri iki çocukları oldu. 11 yıl Turhal'da yaşayan Kansu, bir yandan Turhal Şeker Fabrikası'nın çocuk doktoru olarak çalışırken diğer yandan şiir kitapları yayımlamayı sürdürdü. 1940 Kuşağı'ndan etkilenerek toplum şiire yönelen şair, Anadolu'yu salt doğa itibarıyla anlatmak yerine bu makandaki insanı anlatan şiirler yazdı "Ülkü", "Millet" gibi dergilerde yayımladığı şiirlerini "Yanık Hava", "Haziran Defteri" ve "Yurdumdan" kitaplarını yayınladı. Yanık Hava'daki "Dünyanın Bütün Çiçekleri" adlı şiir, onun en bilinen şiirlerinden birisi oldu. Kansu, şiir kitapları dışıdan çocukların sağlık problemlerine dair "Turhal Dolaylarında Çocuk Bakımı" (1954) adlı bir kitap yayımladı.
Ankara yılları.
1959 yılından itibaren Ankara'da Ankara Şeker Fabrikası ile Şeker Şirketi Genel Müdürlüğünde doktorluk mesleğini sürdürdü. Bu dönemde Ankara Radyosu'nda yaptığı Türk Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal ve Türk dili konuları üzerine konuşmalarıyla tanındı. Çocuk sağlığı ile ilgili kitaplar yazmayı da sürdürdü; "Anneler Soruyorlar" (1959-1961), "Kasabalar ve Köylerde Çocuk Bakımı" (1961) adlı kitaplarını yayımladı.
"Yurdumdan (1960)" isimli şiir kitabında dış dünyadaki siyasi gelişmelere paralel olarak Cumhuriyet ve Türk İnkılabı üzerine düşüncelerini dile getirdi. Bu tarihten sonra çeşitli dergilerde yayımladığı şiirlerini "Bağımsızlık Gülü" (1965), "Sakarya Meydan Savaşı" (1970) ve "Buğday Kadın Gül ve Gökyüzü" (1970) isimli kitaplarında topladı. "Bağımsızlık Gülü" kitabıyla 1965-1966 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşananların perde arkası bir destan havasıyla dile getirdiği "Sakarya Meydan Savaşı" kitabıyla da 1970-1971 Behçet Kemal Çağlar Ödülü'nü aldı.
1960'taki askerî darbe sonrasında Halkevleri'nin Türk Kültür Derneği adıyla, bir dernek statüsünde faaliyete geçirilmesinden sonra bir süre bu derneğin genel başkan yardımcısı oldu ve dernek adına çıkan "Dernek" dergisini de yönetti. Türk Kültür Dernekleri adının Halkevleri olmasından sonra çıkan Halkevleri Dergisi‟nin yazı kurulunda çalıştı.
1969 yılında Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen Kansu, Türk Dili dergisinin de yazı kurulunda yer aldı.
Hayatının son dönemlerinde Atatürk'ün Nutuk'unu yorumlaya çalıştı ve aynı doğrultuda "Söylevi Okurken" başlıklı bir yazı dizisi hazırladı; ancak tamamlayamadı.
Ölümü.
Şair, 17 Mart 1978 günü kalp yetmezliği sonucu elli dokuz yaşında öldü. Naaşı 19 Mart 1978'de Türk Dil Kurumu ve Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü önüne getirildikten sonra Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedildi.
Eserleri.
Ölümünden sonra yayınlanan kitaplar.
Kitaplarında yer alan bütün şiirler Vecihi Timuroğlu tarafından iki ciltte toplandı ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.
Kitaplarına girmeyen şiir ve düz yazılarını Kansu'nun ölümünden sonra Muzaffer Uyguner "Güneş Salkımı" (1991), "Bir Kasabadan Resimler" (1992), "Halk Albümü" (1993) ismiyle bir araya getirmiştir.
Uyguner ayrıca Kansu'nun "Ilgaz" dergisinde seri yazı şeklinde neşrettiği “"Söylevi Okurken"” isimli seri yazılarını, aynı doğrultuda diğer yayın organlarında kaleme aldığı yazılarıyla birlikte "Söylevi Okurken" (1996) isimli kitapta topladı.
Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü.
1986'dan başlayarak her yıl verilmek üzere kendi adına şiir ödülü kondu. Ödül töreni, her yıl ölüm yıldönümü olan 17 Mart'ta gerçekleşmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20048",
"len_data": 6148,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.44
}
|
Kartaca (Arapça: قرطاج "Qarṭāj") (Latince: "Carthago"), MÖ 814 yılında, Tunus yarımadasında kurulmuş olan bir Fenike kolonisidir. Kartaca, Fenike dilinde Kart-hadaşt yani "Yeni Kent" anlamına gelmektedir. Kart Hadaşt, 22 sessiz harften oluşan Fenike abecesiyle QRT-HDST olarak yazılmaktadır.
Hem Antik Yunanistan hem de Roma İmparatorluğu'nun, Kartaca ile tarihin büyük bir bölümünde Akdeniz ticareti için rekabet halinde olmaları ve bu rekabetin sıcak çatışmalara varmış olması nedeniyle bu tarihçilerin çalışmaları büyük ölçüde önyargılı çalışmalardır.
Kentsel yapı.
Kartaca kenti, kuzey - güney doğrultusunda uzanan bir burun ve körfez üzerine kurulmuştur. Kentin bu konumu, deniz ticareti için çok uygun bir liman sağlamış ve Kartaca'yı Akdeniz ticaretinde etkin duruma getirmiştir. Deniz ticaretine çıkan tüm gemiler, Sicilya ile Tunus sahili arasından, bir başka açıdan, Kartaca açıklarından geçmek durumundadır.
Kent içinde iki büyük ve yapay liman inşa edilmiştir. Limanlardan biri, Kartaca'nın 220 savaş gemisinden oluşan donanması için, diğer ise deniz ticaret filosu içindi. Surlarla çevrili bir kule, her iki limanı da kuşbakışı görmektedir.
Kent, 37 km uzunluğunda tek bir sur tarafından kuşatılmaktadır. Bu sur uzunluğu, dönemin pek çok benzer kentindekilerden daha uzundur. Esasen surların büyük bir bölümü sahili örtmektedir. Kartaca'nın deniz gücü göz önünde bulundurulduğunda bu surlar daha az gerekliydi. Surların 4 – 5 km'lik bölümü batıdaki kıstak boyunca uzanmaktaydı. Aslında bu kesimden bir saldırı pek olası değildir.
Kentte, büyük bir nekropolü, dini yapıları, pazar yerleri, kuleleri ve bir amfitiyatrosu ve dört parça, eşit ölçüde konut alanları bulunmaktadır. Byrsa adı verilen bir hisar, kabaca kentin ortasında yükselmektedir. Kartaca, Helenistik dönem'in en büyük kentiydi. Bazı tahminlere göre sadece dönemin İskenderiyesi daha büyük bir kenttir. Ayrıca endüstri öncesi dönemlerin en büyük kentlerinden biriydi.
Tarih.
Tarihsel belgelerin taraflı olması.
Kartaca'nın tarihi üzerine yapılacak bir çalışma bir ölçüde sorunludur. Bugün için Kartaca ile ilgili yazılı kaynaklar, Romalı ve Yunan tarihçilerin çalışmalarıyla sınırlıdır. Gerek Kartacalıların gerekse de Fenikelilerin papirüs kullanmaları ve bu materyalin zaman içinde dağılması sonucu, Kartaca ve Fenike yazılı kaynakları zamanımıza kadar ulaşmamıştır. Bu sonuçta kuşkusuz Pön savaşları sonunda Roma ordusunun kentin kültürünün ve kayıtlarının tahrip edilmiş olmasında yatar. Üçüncü Pön Savaşı sonunda kent büyük ölçüde yakıldı, yıkıldı ve yağmalandı, ilk elden kaynakların çok azı günümüze ulaşabildi. Kuzey Afrika'daki ortaya çıkarılan yapı ve yazıtlarda bulunanlarla birlikte Grekçe ve Latincede birkaç eski Pön çevirisi bulunmaktadır. Fakat esas kaynaklar, Titus Livius, Polybius, Appian, Cornelius Nepos, Silius İtalicus, Plutarkhos, Cassius Dio ve Herodot gibi Yunan ve Roma tarihçilerinin eserleridir. Bu yazarlar, Kartaca ile rekabet halinde olan dolayısıyla da sık sık çatışan toplumların insanlarıdırlar. Yunan şehir devletleri Kartaca ile Sicilya için rekabet halindeydiler. Öte yandan Roma üç devre halinde süren bir dizi muharebe içine girmiştir. (Pön Savaşları) Bekleneceği şekilde bu yazarların Kartaca ile ilgili yazdıkları, belirgin biçimde Kartaca aleyhtarı yazılardı. Kartaca hakkında daha tarafsız yazan birkaç Yunan yazarın eserleri ise günümüze ulaşamamıştır.
Kuruluş ve Kolonileşme.
Kartaca kenti, Tyre (Sur) kenti kraliçesi Elishar tarafından (Yunan kaynaklarında Elissa ya da Elissar, Roma kaynaklarında Dido) MÖ 814 ya da 813 yıllarında kurulmuştur. Roma imparatorluğundan kaçan Elishar yandaşlarınıda yanına alarak Tunus'a kaçmış ve dönemin Tunus imparatorundan kendisine bir öküz postu kadar bir yer verilmesini istemiş. İmparator bu teklifi kabul edince öküz postunu ince ince iplik haline getirerek Akdeniz kıyısına Kartaca'yı kurmuştur.
Akdeniz'deki merkezi konumu Kartaca'ya deniz ticaretinde geniş olanaklar sağlamıştır. Fenikeli tüccarlar açısından geleneksel hale gelen Doğu Akdeniz ticaretinin yanı sıra Batı Akdeniz'e de aynı derecede yakın olmasıyla Kartacalı tüccarlar, Batı Akdeniz'de bağlı koloniler oluşturmakta gecikmediler.
Fenike kentleri, tarihlerinin hiçbir döneminde tam bağımsız kent devletleri olmamışlardır, komşuları olan güçlü devletlerin hegemonyalarını kabul etmiş, Akdeniz'de serbestçe ticaret yaparak servet edinmenin bir bedeli olarak gördükleri yıllık vergileri bu devletlere ödemişler, bunu ticari faaliyetlerin bir sabit maliyeti olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla denizaşırı Fenike kolonileri de kendi politik ve ticari stratejilerini bağımsızca geliştirmişlerdir. Kartaca da bu denizaşırı kolonilerden biri olarak, konumunun getirdiği olanaklardan serbestçe yararlanmıştır.
MÖ 509 yılında Roma Cumhuriyeti ile Kartaca arasında, Akdeniz'in ticari ve politik etki alanları olarak iki devlet arasında bölüşümünü sağlayan bir anlaşma da, Kartaca'nın Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika kıyılarındaki genişlemesine katkıda bulunmuştu.
MÖ 5. yüzyıl başlarında Kartaca artık Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika kıyılarında geniş bir etki alanını kontrol etmektedir. Eski Fenike kolonilerini -yer yer zor kullanarak- kontrolü altına almış, Libya'daki göçebe çöl kabilelerini sindirmiştir. Akdeniz'de Kartaca genişlemesi, İspanya kıyılarından başlayarak iç kesimlere, Sicilya, Balear adaları, Sardinya ve Kuzey Afrika kıyılarındaki kolonileşmeyle altın devrine ulaşmıştır.
Kartaca İmparatorluğunun Siyasi Yapısı.
Kartaca, iki kral, iki de kurul tarafından yönetiliyordu. İki kuruldan daha geniş yetkileri olan senato en varlıklı ailelerin reisleri arasından seçilen 300 kişiden oluşan bir kuruldu. Otuz kişilik bir iç kurul üyeliği ömür boyu olmakla birlikte diğer üyeler belirli aralıklarla seçim yoluyla yenilenirlerdi. Meclis ise belirli bir varlık düzeyinin üstündeki tüm özgür Kartaca vatandaşlarından oluşmaktaydı. Esasen seçilen kralların onaylanması dışında fazla bir yetkisi yoktur. Krallar bir yıllık görev süreleri için seçiliyorlardı. Yetkileri senatonun denetimi ve kamu kurumların yönetimi idi.
Kartaca Cumhuriyeti ve Roma Cumhuriyeti ilişkileri.
MÖ 6. yüzyılın sonlarından itibaren Roma ile Akdeniz'in etki alanı olarak paylaşılmasında, Kartaca ile Roma arasında ufak sürtüşmeler dışında pek fazla sorun yaşanmadı. Ancak MÖ 3. yüzyılda dengeler değişmeye başlamıştır. İtalya yarımadasında Yunan kent devletleri üzerinde kesin hakimiyet kuran Roma, Akdeniz ticaretinden payını artırmaya gitmek yolundadır artık.
Akdeniz üzerindeki etki alanları çekişmesi, Pön savaşları olarak tarihe geçecek bir dizi çatışmaya yol açmıştır. Sicilya'daki Yunan kolonileriyle Kartaca arasında çıkan çatışmada, Yunan kolonilerinin Roma'nın yardımını istemeleri üzerine 1. Pön Savaşları çıkmıştır. MÖ 265 yılında, ağırlıklı olarak deniz savaşlarıyla süren bu savaşlar MÖ 241 yılında Kartaca'nın barış istemesiyle sonuçlanmıştır.
Bu yenilgiden sonra Kartaca İber yarımadası'na gözlerini dikmiştir. Kartaca, General Hamilcar Barca ve oğulları Hannibal ve Hasdrubal Barca İber yarımadasının neredeyse tümünü kontrol altına almıştır. Roma'nın elinde sadece Saguntum kenti kalmıştı. Gelişmeleri endişeyle izleyen ve Kartaca'yla yeni bir çatışmayı politik olarak gerekli gören Roma, MÖ 218 yılında, Kartaca ordularının Ebro nehrini geçmelerinin savaş durumu sayılacağını belirten bir girişimde bulunmuştur.
Bunun üzerine patlak veren 2. Pön Savaşlarında Hannibal kara ordusuyla İber yarımadasından kara yolunu kullanarak İtalya'ya ilerledi. 2. Pön Savaşları, Hannibal'in tarihin gördüğü en yetenekli komutanlardan sayılmasına neden olacak birbiri ardına kazanılan başarılarla sürdü. Ancak İtalya topraklarında kesin sonuçlu bir başarı sağlamayan Hannibal, Roma'nın MÖ 204 yılında Kartaca yakınlarına bir çıkartma yapması üzerine İtalya'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. MÖ 203 yılında Zama savaşında Hannibal orduları Roma ordusu karşısında yenilgiye uğramış ve Kartaca, oldukça ağır barış koşullarını kabul etmiştir.
Bu iki yenilgi sonrasında gücünden çok şey kaybetmiş olan Kartaca'ya karşı Roma'nın son darbesi, MÖ 149 yılında başlayan ve MÖ 146 yılında Kartaca kentinin tümüyle yakılıp yıkılmasıyla son bulan Üçüncü Pön Savaşıdır.
Kardeş şehirler.
Kartaca sehir belediyesi ile şu yabanci kentler arasında resmi kardes sehir baglantisi bulunur{
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20052",
"len_data": 8265,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4
}
|
Yüksek Frekanslı Etkin Kutup Işıkları Araştırma Programı () ya da HAARP; ABD Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Alaska eyaletinin en büyük üniversitesi Alaska Fairbanks ve Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) tarafından finanse edilmiş, etkin kutup ışıkları tabanlı, iyonosferin özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska'da sürdürülen çalışma. İngiliz havacılık şirketi BAE Systems tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir.
Tarihi.
Alaska'da kurulu HAARP İstasyonu, 1993 yılında işler duruma geçmiş olup şu an etkin olan IRI (İyonosferik Araştırma Aracı) 2007 yılında tamamlanmıştır. HAARP'ın 2008 yılından sonra vergi ile finanse edilmiş 250 milyon $ harcaması gerçekleşmiştir. Mayıs 2013'te müteahhit değişikliğinin beklenmesi nedeniyle geçici olarak kapatılacağı bildirilmiş, Mayıs 2014'te "HAARP" programının bir yıl içerisinde tamamen sona erdirilebileceği belirtilmiştir. Ağustos 2015'te tesis ve tüm ekipmanları Alaska Fairbanks Üniversitesine devredilmiştir.
Amacı.
Alaska Fairbanks Üniversitesi tarafından bildirildiği üzere, HAARP'ın amacı iyonosferi çözümleyerek radyo iletişim, izleme ve navigasyon için teknolojik iyileştirme gizilini araştırmaktır. HAARP programı, Alaska Gakona bölgesinde Amerikan Hava Kuvvetlerine ait bir arazi üzerinde yer alan ve büyük, yarı-arktik bir tesis olan HAARP Araştırma İstasyonunu işletmektedir. Bu istasyondaki en önemli ve en meşhur cihaz IRI'dır. Bu cihaz yüksek frekans bandında çalışan yüksek güçlü bir radyo vericisidir. IRI ile iyonosferin sınırlı bir bölgesi uyarılabilir. VHF ve UHS radarı, fluxgate manyetometresi, digisonde (bir iyonosferik ses cihazı), indüksiyon manyetometresi gibi diğer araçlar IRI tarafından uyarılan bölgedeki fiziksel süreçlerin incelenmesi için kullanılır. Merkezde yüksek frekansta radyo sinyali yayınlayabilen toplam 180 adet anten bulunmaktadır. IRI ile iyonosferi anten gibi kullanarak düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar yaratılabilir ve zayıf kutup ışıkları benzeri parlamalar elde etmek olanaklıdır.
Komplo teorileri.
HAARP projesi, iklim denetim silahı olması ve yapay deprem, zihin kontrolü yaratabilmesi gibi birçok ayrı komplo teorisine konu olmuştur. Pek çok bilim insanı ve eleştirmenler tarafından bu iddiaların eksik veya yanlış bilgiye dayandığı, iddiaların tesisin kabiliyetlerinin çok üzerinde olduğu ve var olan doğa biliminin kapsamını aştığı söylenmiştir. Stanford Üniversitesi profesörü Umran İnan, "Popular Science" dergisine verdiği demeçte iklim denetimi ile ilgili komplo teorilerinin "tamamen yanlış bilgiye dayandığını" belirtmiş ve "Dünya gezegeninin (meteorolojik) sistemlerini ne yapsak bozamayız. Her ne kadar HAARP'ın yaydığı radyasyon çok büyük de olsa, bir şimşeğin gücü ile kıyaslandığında çok küçüktür ve tüm dünyada saniyede 50 ila 100 şimşek çakmaktadır, HAARP'ın yoğunluğu çok küçük" demiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20057",
"len_data": 2849,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.61
}
|
Mazarrón, Región de Murcia'nın belediyelerinden biridir ve İspanya'nın Güneydoğu Akdeniz kıyılarına sahiptir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20060",
"len_data": 109,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 2.76
}
|
Cara Carleton Sneed "Carly" Fiorina (evlenmeden önceki soyadı: Sneed, d. 6 Eylül 1954) Amerikalı siyasetçi ve iş insanıdır. 2016 ABD başkanlık seçimleri'nde Cumhuriyetçi Parti'den aday olmuştur.
Hayatı.
6 Eylül 1954 tarihinde ABD'nin Teksas eyaletinin Austin şehrinde doğdu. Babası Joseph Tyree Sneed, III Teksas Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde profesördü. Annesi Madelon Montross ise soyut ressamdı. 1976 yılında Stanford Üniversitesi'nin Orta Çağ Tarihi ve Felsefe bölümünden mezun oldu. 1989 yılında da Massachusetts Institute of Technology'den MBA derecesi aldı.
İş hayatı.
Yaklaşık 20 yıl boyunca AT&T ve Lucent Technologies'te çeşitli yöneticilik görevlerinde bulunmuştur. Lucent'ın AT&T'den ayrılıp halka arz edilmesi sürecini yönetmiştir. 1999-2005 yılları arasında bilişim teknolojisi şirketi HP'nin genel müdürü olarak görev yaptı. 2001 yılında firmasının rakip bilgisayar üreticisi Compaq firmasıyla birleşmesine öncülük etti. Böylece HP dünyanın en büyük bilgisayar üreticisi konumuna geldi. Fakat firmanın kârlılığında olan büyük bir düşüşten dolayı 2005 yılında HP yönetim kurulu tarafından görevinden azledildi.
Siyaset hayatı.
2010 yılında ABD'nin Kaliforniya eyaletini ABD Senatosu'nda temsil etmek için seçimlere girdi, fakat kaybetti. 4 Mayıs 2015 tarihinde ABD başkanlık seçimlerine Cumhuriyetçi Parti'den adaylığını koyduğunu açıkladı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20061",
"len_data": 1365,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 2.98
}
|
İnsan Genom Projesi (İngilizce: Human Genome Project, kısaca HGP), insan DNA'sını oluşturan baz çiftlerini belirlemek, insan genomunun tüm genlerini fiziksel ve işlevsel açıdan tanımlamak ve gen haritasını çıkarmak amacını güden uluslararası bir bilimsel araştırma projesi. Farklı ülke ve kurumların iş birliğiyle yürütülen en büyük biyoloji projesidir. Projenin planlaması, 1984 yılında ABD hükûmeti tarafından kabul edildikten sonra başladı. Proje resmi olarak 1990'da başladı ve 14 Nisan 2003'te tamamlandığı duyuruldu. "Tam genom" düzeyi yalnızca Mayıs 2021'de GCA_00991475 derlemesinin üçüncü sürümünde arşivlendi.
DNA yı 1869'da ilk defa insan hücresinde keşfeden, tıbbi biyokimya ve genetiği uzmanı tıp doktoru Friedrich Miescher dir.
Araştırma.
Araştırma, İnsan Genomun'dan 175.000 baz çiftlik parçalar yapay bakteri kromozomlar haline getirip bakterilerde çoğaltılarak gerçekleştirilmiştir. Dizi çözümlemeleri yapıldıktan sonra, parçaların birbiriyle örtüşen dizileri belirlenmiş ve her parçanın özel enzimlerce kesilme profili kaydedilerek genomdaki yeri saptanmıştır. Bu çalışmalarda otomatik DNA dizi analiz teknikleri ve bilgisayar teknolojilerindeki hızlı gelişmelerin büyük katkısı olmuştur.
Projenin sonucu, etik tartışmaları da beraberinde getirdi. Çünkü bu projenin, öjenik çalışmaların önünü açacağı ve bu amaç doğrultusunda yapılacak deneysel girişimlere de hız kazandıracağı belirtiliyor. Projeye karşı çıkanlar bu projenin, doğanın doğal düzenini tehlikeye atacağını ve insanın, istihdamdan sigortaya kadar günlük yaşamın her alanında “Genetik Ayrımcılığa” yol açacağını ileri sürmekte. Muhalifler özellikle öjenizm faktörünün altını çizerken, bu projeyle insanların, diğer canlı türlerinin genleriyle beraber yapılacak deneysel çalışmaların sınırlarını büyük ölçüde genişleteceğini, bu yüzden de sonu belirsiz bir biyolojik ve ekolojik felakete götüreceğini öne sürüyorlar.
İnsan Genom Projesi kapsamında etik, yasal ve sosyal konular için ayrılan bütçe toplam bütçenin yüzde beşini (yaklaşık 60 milyon $) kapsamaktaydı. Bu konuya önem verilmesindeki neden genetik bilgiye dayanarak yapılabilecek olası ayrımcılık ve istismarın genetik araştırmaların boyutu geliştikçe ve genetik testlerin maliyeti düştükçe daha da artacağı kaygısıdır. ELSI'de süregelen birçok proje ELSI'nin muhtemel etkilerini kapsarken bazıları literatür, konferanslar, seminerler ve basın aracılığıyla eğitimi amaçlar. Bu kapsamda hedef kitle olan doktorlar, eğitimciler, öğrenciler, din adamları ve hukukçular için çeşitli eğitici materyaller de sağlanmaktadır. Bütün bu çabalar İnsan Genom Projesi'nin insanlara ve uzmanlara en uygun şekilde aktarılması ve uygulama alanlarında hataların en aza indirilmesi ya da engellenmesi içindir.
4 Eylül 2007'de, Craig Venter kendi DNA dizisinin tümünü yayınlamıştır. Bu, bir insanın 6 milyar harflik genomunun yayınlandığı ilk seferdir.
Tarihçe.
İnsanda mendelyan kalıtım (Bateson, Garrod)
Kromozomlar (Boveri)
Orak hücreli anemi
Yeni doğanda ilk metabolik bozukluk (fenil ketonüri)
Rekombinant DNA ile somatostatin üretimi
Gen bankası detaları oluşturuldu.
İlk insan genetik haritası (RFLP)
Sequence tagged sites (STS) Anahtar Marker
ELSI oluşturuldu, Etik, Legal, Sosyal program BAC'ların keşfi (Bacteral artificial chromosome)
Kistik fibroz geninin klonlanması
Dataların serbest bırakılması
Ayrıntılı insan gen haritası
Microbial genome project
İnsan genomunun fiziksel haritası tamamlandı
280.000 EST İnsan DNA dizilenmesi başladı
Mycobacterium tuberculosis dizilendi
Single nucleatide polymorphism
Meyve sineği genomu dizilendi.
21. kromozom
Dizi sonuçları açıklandı.
İnsan ve fare çalışmalarının bitirilmesi hedeflendi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20068",
"len_data": 3662,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.78
}
|
Endüstri ürünleri tasarımı veya endüstriyel tasarım seri üretim için tüketici ihtiyaç ve sorunlarına yönelik, estetik, yaratıcılık, teknik avantaj, işlevsellik, ergonomi, malzeme bilgisi, pazarlanabilirlik, üretim yöntemleri ve olanakları gibi çeşitli kriterleri gözeterek, yenilikçi ve güncel ürünler tasarlamaktır.
Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından “Bir ürünün tümünün veya bir parçasının, veya ürün üzerindeki bir süslemenin; çizgi, şekil, biçim, renk, doku, malzeme veya esneklik gibi insan duyuları ile algılanan çeşitli unsur veya özelliklerinin oluşturduğu bütünü ifade eder.” şeklinde tanımlamıştır.
Sezgisel yaratıcılığı veya hesaplanmış bilimsel karar almayı vurgulayabilir ve çoğu zaman her ikisinin bir karışımını vurgular. Malzemeler, üretim süreçleri, iş stratejisi ve hakim sosyal, ticari veya estetik tutumlar gibi çok çeşitli faktörlerden etkilenebilir. Uygulamalı sanat olarak endüstriyel tasarım, çoğunlukla estetik ve kullanıcı odaklı hususların birleşimine odaklanır ancak aynı zamanda biçim, işlev, fiziksel ergonomi, pazarlama, marka geliştirme, sürdürülebilirlik ve satış sorunlarına da sıklıkla çözümler sunar.
Endüstriyel tasarımın gelişimi.
Endüstriyel tasarıma disiplin olarak bakıldığında geçmişten günümüze pek çok düşünce okuluna rastlanır. Her devirdeki okullar, o devrin teknoloji seviyesinden ve insanların yaşayış şeklinden etkilenmiştir. Endüstriyel tasarım prensipleri, o prensipleri yaratan insanların bilgi, tecrübe ve değer yargılarını yansıttığına göre bu prensiplerin her devir değişmesi doğal karşılanmalıdır ve mühendislik gelişmelerinden birebir etkilenir. Mesela sanayileşmenin olmadığı devirlerde bugünkü manasıyla bir endüstriyel tasarımdan bahsetmek pek mümkün olmayacaktır.
Endüstriyel tasarımın tarihi gelişim süreci içerisinde incelediğimizde, yıllar boyunca farklı biçimlerde gelişen düşünce akımlarının nesneleri şekil, kullanım alanı, üretim teknikleri gibi birçok açıdan etkilediğini görebiliriz.
The Arts & Crafts Hareketi: El Yapımı Sanatçılık.
Tasarımcı, yazar ve şair William Morris bu akımın öncülerindendir. Akımın savunucularının vurguladıkları nokta, el yapımının, seri üretime üstünlüğüdür. Bu akım modern üretim metotlarının kabalığını reddederek, el yapımı sanatçılığını benimsiyordu. Dekorasyon işleminin ürünün esas tasarımını bozmadan yalnızca ürün yüzeyine yapılmasını savundular. Morris ve arkadaşları, gereksiz dekorasyonu reddetmekle ürünün esas fonksiyonunun ve yapım kalitesinin önemini belirtmek istiyorlardı. Onlara göre ürün tasarımının ilk prensibi, kullanılan malzemenin özelliklerine saygı duymaktı. Bu akımın bir diğer özelliği Gotik tasarımların geleneklerine uymasıydı.
Art Nouveau: Yeni Sanat.
Bu akım Fransa'da ortaya çıkmış kısa ömürlü bir akım olmakla beraber Avrupa'daki hemen hemen bütün ülkelere yayılmıştır. Sadece tasarımda değil mimaride, heykelde, resimde ve tüm uygulamalı sanatlarda modern gelişmelere sebep olmuştur. Temelde Arts & Crafts hareketindeki sanatların bütünlüğünü savunmuş, ancak Arts & Crafts'taki herkes için güzel tasarım fikrinden vazgeçip daha elitist ve daha pahalı tasarım, anlayışını benimsemiş, daha abartılı barok ve floral tarzda süslemeli özellikle el yapımı üretime önem vermiştir. Kendisinden önceki mimari dekorasyonlarda kullanılan geometrik şekillerden vazgeçerek, düz çizgiler kullanmaya başlamıştır.
Bu akım kendisinden öncekiler gibi sanatçıya önem vermiş ancak tasarımı yeni seri üretimle nasıl birleştireceğine dair bir çözüm bulamamıştır. Bu yüzden çok uzun süreli olamamıştır.
De Stijl & The Modern Hareketi: Tasarımda 19. yüzyıl etkileri.
19. yüzyılda hüküm süren bu akım fonksiyonelcilik, gelecekçilik, kubizm gibi alt akımları içinde barındırır.
Fonksiyonelcilik akımının prensiplerini ilk kez Amerikalı heykeltıraş Horatio Greenough “Form and Function” adlı kitabında ortaya koymuştur. Bu kitapta verilen temel ileti, şeklin fonksiyonu izlemesi gerektiğiydi. Bu akım imalat sürecinde ürünün önce işlevinin, sonra görsel niteliklerinin göze alınmasının altını çizmiştir. Ürünün fonksiyonunu ifade etme fikri arabaları makinalar tarafından üretilen ve standart parçalardan oluşan Henry Ford tarafından da takip edilmiştir.
Gelecekçilik akımı İtalya'da başlamıştır. Gelecekçiler, sanatta ve mimaride yeni şekilleri savunmuşlardır. Tarihi konuların işlenmemesinin, makineleşmenin lehine olacağını düşünmüşler, daha çok arabalar, uçaklar gibi hızlı makinalardan yana olmuşlardır. Bu fikirler, eskinin güzellik anlayışını yıkmakla beraber yeni sanayî kültürün eğilimlerini yansıtmıştır. Aynı yıllarda Paris'te ise kubizm popüler olmuştur. Kubizm sanat ve tasarım dünyasında bir devrim sayılacak yeni fikirler ortaya atmıştır. O güne kadar vazgeçilemeyen naturalizmden uzaklaşarak kubik, dairesel, silindirik şekilleri kullanmaya başlamıştır. Bu figürler, bu akımın savunucularının modern dünyayı nasıl algıladıklarını göstermiştir. Tasarımcılar dünyayı değişik açılardan görünen geometrik şekillere benzetmişlerdir.
Cezanne, Picasso ve Braque bu hareketin en ünlü isimleridir. De Stijl hareketi adını 1917-1928 yılları arasında aynı adla yayınlanan bir tasarım dergisinden almıştır. Bu akıma göre tasarımda düzeni ve açıklğı yakalamanın yolu makina üretiminden, soyutluktan ve evrensellikten geçiyordu. Onlara göre bu kavramlar sınırsızlığı ifade ediyordu.
Bauhaus: Açıklık ve şeffaflık.
Bauhaus tasarım okulu Almanya'da Walter Gropius'un liderliği altında sanatı ve teknolojiyi birleştirmek, yeni kuşak tasarımcı ve mimarlarına yaratıcı tasarım ve modern sanayiyi kombine etmeyi öğretmek amacıyla kurulmuştur. Bauhaus bugün bile mimaride ve endüstriyel tasarımda ilerici ve liberal bir tutumun sembolü sayılır. Okul, modern manada endüstriyel tasarım teorisini ve pratiği birleştirmeyi başarabilmiştir. Bu hareketin kabul ettiği en belirgin nitelikler homogenlik, özellikle binalarda evrensel standartların kullanılması ve bunların seri üretimine geçilmesiydi. Görsel sanatların asıl amacının yarattığı nesneyi bütün olarak görme olduğunu savunuyordu. Açıklık ve şeffaflık en önemli öğelerdendi.
Art Deco: Şık ama ucuz.
Art Deco, 1920'lerde ve 1930'lardaki popüler tarz ve tasarımları ifade etmek için kullanılan terimdir. Bu yeni tarz, Eski Mısır'dan esinlenmiştir. Porselen tanrıça, eski at arabası motifleri tasarımlarda sıklıkla kullanılmıştır.
Bu hareket toplumun bütününe hizmet amacında olduğundan ucuz ve seri üretilmiş ürünleri ön plana almıştır. Seri olarak üretilmiş olmalarının yanı sıra bu ürünlerin en önemli nitelikleri daha kullanışlı ve daha konforlu olmalarıydı. Bu akım da tıpkı Art Nouveau akımı gibi el yapımı ürünlerden vazgeçmiştir.
1930'larda üretilen bu yeni tasarım ürünler Büyük Dünya İktisat Bunalımı'nın hemen ardından, kriz mağdurlarına hitaben üretilmiş, pahalı görünümlü, şık ama ucuz ürünlerdi. Büyük Bunalım'ın etkisinde kalan yıllar gösterdi ki batmakta olan bir piyasada bile endüstriyel tasarımcılar tarafından tasarlanmış olan ürünler kendilerini alıcılarına beğendirebilirler. Yine Büyük Bunalım'ın endüstriyel tasarıma bir diğer hediyesi olarak, tasarımlarda plastik kullanılmaya başlanmış, böylece yeni bir malzeme kullanılmış olmasının yanı sıra maliyetlerde düşürülmüştür.
1940'lara gelindiğinde savaşlar sonrası dünyada her şey de olduğu gibi tasarımlarda da yenilikler görülmüştür. Örneğin, aşırı geometrik motiflerden vazgeçilmiş daha basit şekiller kullanılmaya başlanmıştır. Tüm tasarımcılar üretim verimini ve satışları arttıracak tasarımların peşine düşmüşlerdir.
1960'lar ve pop.
1950'li yıllar savaş yorgunu dünyanın yaralarını sarması ile geçerken, Amerika'nın savaşta zarar gören ülkelerin iktisatlarına yardım amacıyla yaptığı finansal yardımlar, dünyada bir tüketim toplumu yaratmıştır. Bunun endüstriyel tasarıma yansıması, Modern Movement yıllarının şekil, fonksiyonu izler mantığının tasarım, satışları izler olarak değişmesi olmuştur.
Avrupa'da üreticiler iyi tasarımın daha fazla ürün sattığını fark ettiklerinde tasarım danışmanlığı firmaları kurulmaya başlamıştır. Endüstriyel tasarımcının yeni rolü yalnızca estetikle değil, insan ergonomisi ve piyasa koşullarıyla da ilgilenmek haline gelmiştir. Tasarımlarda fiberglas, naylon gibi yeni malzemeler kullanılmaya başlanmıştır. İskandinav tasarımları başta Amerika olmak üzere tüm dünyada popüler olmuştur. Bu tasarımlar şık, kullanışlı, doğal renklerde ve konforluydu.
1960'larda hızla yayılan gençlik hareketi pop kültürünün gittikçe yayılmasına ve çok geçmeden endüstriyel tasarımı da etkisi altına almasına neden oldu. Pop “Modern Movement”a karşı bir tepki hareketi olarak Londra’da ortaya çıkmıştır. Tasarımın evrensel olması gerekmediğini savunmuş, tersine gittikçe yayılan bireyselliğe uygun olarak tüketici ihtiyaç ve isteklerine hizmet etmesini öngörmüştür. Ayrıca bu yıllarda çevreye saygılı tasarımlar da popüler olanlar arasında olmuştur.
Postmodernizm: “Yaratıcı kargaşa”.
1970'ler postmodernist hareketin başlayıp, hüküm sürdüğü yıllar olmuştur. Postmodernizm Modernizm’in prensiplerine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Endüstriyel tasarımda geçmişte kullanılan öğelerin yeniden ve ironik bir şekilde yorumlanması fikrini yaymıştır. Ayrıca postmodernist tasarımlar bilimde ortaya atılan kaos teorilerinden etkilenmiştir. Bunun bir sonucu olarak nesneler, fikirleri ve kültürü yaymak için bir araç olarak görülmeye başlanmıştır. Zaman içinde nesneler yoluyla fikirleri yaymak o kadar önem kazanmıştır ki fikir, nesneden daha önemli bir hale gelmiştir.
Devrin tasarımcıları kendi aralarında “yaratıcı kargaşa” adlı bir terim kullanmışlardır. Bu terim belli bir tasarım anlayışını kabul etmemeyi, belli prensiplere bağlı kalmamayı ifade etmek için kullanılmıştır. Ancak bugün bakıldığında postmodernizm çok sınırlayıcı bir akım olarak görülmektedir.
Bu akımın bir sonucu olarak 1981 yılında kurulan Memphis Grup, endüstriyel tasarımda renk ve dekorasyonu kullanarak yeni nesneler yaratma ve hayal gücünü zenginleştirme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Memphis de Modernizm'e karşı bir alternatif olma iddiasında olmuş, ancak hiçbir zaman homojen bir akım olamamıştır. Daha çok bir grup tasarımcının ortaya attığı sivri amaçlar olarak kalmıştır.
Eğitim.
Ürün tasarımı ve endüstriyel tasarım, kullanıcı arayüzü tasarımı, enformasyon tasarımı ve etkileşim tasarımı alanlarında örtüşür.
Saf sanat kolejleri ve tasarım okullarından (ürün tasarımı), karma mühendislik ve tasarım programlarına, sergi tasarımı ve iç tasarım gibi ilgili disiplinlere,
estetik tasarımı neredeyse tamamen kullanım ve ergonomi ilgilerine tabi tutan okullara, sözde "işlevselci" okullara kadar çeşitli endüstriyel tasarım okulları bu yönlerden birinde uzmanlaşmıştır. Endüstriyel tasarım ve mühendislik tasarımı arasındaki belirli işlevsel örtüşme alanları dışında, ilki uygulamalı sanat olarak kabul edilirken, ikincisi uygulamalı bilimdir.
ABD'deki mühendislik eğitim programları, Ulusal Sanat ve Tasarım Okulları Birliği (NASAD) tarafından akredite edilen endüstriyel tasarım programlarının aksine, Mühendislik ve Teknoloji Akreditasyon Kurulu (ABET) tarafından akreditasyon gerektirir. Elbette mühendislik eğitimi, endüstriyel tasarım eğitiminde genellikle gerekli olmayan, matematik ve fizik bilimlerinde yoğun eğitim gerektirir.
Kurumlar.
Çoğu endüstriyel tasarımcı, meslek okulunda veya üniversitede tasarım veya ilgili programı tamamlar. İlgili programlar arasında grafik tasarım, iç tasarım, endüstriyel tasarım, mimari teknoloji ve çizim yer alır. Endüstriyel tasarım diplomaları ve dereceleri, meslek okullarında ve üniversitelerde verilmektedir.
Diplomalar ve dereceler iki ila dört yıllık bir eğitim alır.
Eğitim, Endüstriyel Tasarım Lisansı (B.I.D.), Bachelor of Science (B.Sc) veya Güzel Sanatlar Lisansı (B.F.A.) ile sonuçlanır. Daha sonra lisans programı Tasarım Yüksek Lisansı (ing: Master of Design), Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı ve Master of Arts veya Master of Science gibi diğer lisansüstü derecelere yükseltilebilir.
Endüstriyel tasarım örnekleri.
Birçok endüstriyel tasarımcı, kültür ve günlük yaşam üzerinde o kadar önemli etki yapmıştır ki, çalışmaları sosyal bilim tarihçileri tarafından belgelenir. Mimar olarak tanınan Alvar Aalto, sandalye, tabure, lamba, çay arabası ve vazo gibi pek çok sayıda ev eşyası da tasarladı.
Raymond Loewy, Royal Dutch Shell kurumsal logosun, orijinal BP logosu (2000 yılına kadar kullanımda), PRR S1 buharlı lokomotif, Studebaker Starlight (sonraki mermi burnu dahil), ayrıca Schick elektrikli tıraş makineleri, Electrolux buzdolapları, kısa dalga radyolar, Le Creuset Fransız fırınları ve diğer birçok öğenin yanı sıra modern bir mobilya serisinin tasarım sorumlusu olan üretken Amerikalı bir tasarımcıydı.
Kariyerinin çoğunu American Motors Corporation ile geçiren Richard Teague, aynı sac parçaları kullanan çok çeşitli farklı araçlar yapmak için değiştirilebilir gövde panelleri kullanma fikrini ortaya attı. Pacer, Gremlin, Matador coupe, Jeep Cherokee ve Eagle Premier'in tüm iç mekanı gibi eşsiz otomotiv tasarımlarının tasarımından sorumluydu.
Milwaukee'nin Brooks Stevens'ı en çok Milwaukee Road Skytop Lounge arabası ve Oscar Mayer Wienermobile tasarımlarıyla tanınıyordu.
Viktor Schreckengost, Murray and Sears, Roebuck and Company için Murray bisikletleri tarafından üretilen bisikletleri tasarladı. Mühendis Ray Spiller ile birlikte, bugüne kadar kullanılan motor üstü kabin biçimli ilk kamyonu tasarladı. Schreckengost ayrıca Cleveland Institute of Art'ın endüstriyel tasarım okulunu kurdu.
Oskar Barnack, hassas mekanikçi, endüstriyel tasarımcı ve 35 mm fotoğrafçılığın babası olan Alman optik mühendisiydi. 50 yıl fotoğrafçılığa damgasını vuran Leica'yı geliştirdi ve kendisi mekanik ve optik tasarımda zirvedir.
Charles ve Ray Eames, Eames Ahşap Şezlong ve Eames Şezlong gibi öncü mobilya tasarımlarıyla ünlüydü. Henry Dreyfuss, Eliot Noyes, John Vassos ve Russel Wright diğer etkili tasarımcılardır..
Dieter Rams, tüketici ürünleri şirketi Braun ve İşlevselci endüstriyel tasarım okulu ile yakından ilişkili Alman endüstriyel tasarımcıdır.
Fiat, Alfa Romeo, Lancia, Volkswagen ve BMW gibi otomobil üreticileri için araba tasarlayan Alman endüstriyel tasarımcısı Luigi Colani, endüstriyel tasarıma alışılmadık yaklaşımıyla da halk tarafından bilinir. Sıradan ev eşyaları, aletler ve mobilyalardan kamyonlara, üniformalara ve odalara kadar çok sayıda alanda çalışmıştı. Colani tarafından yaratılan grand piyano "Pegasus", Schimmel piyano şirketi tarafından üretilip satılır.
Apple'ın son ürünlerinin birçoğu Sir Jonathan Ive tarafından tasarlandı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20070",
"len_data": 14469,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.71
}
|
Sismoloji (Yunanca σεισμός ("seismós") = deprem; "logos" = bilim) ya da deprem bilimi, yer hareketlerini ve depremleri inceleyen jeofizik dalıdır.
Dalga yayınımı ilkesi ile Yer'in merkezi incelenebildiği gibi, küçük bir yeryüzü parçasının incelenmesi de olanaklıdır. Yeryüzünde yapılacak olan her tür yapının hesaplarında kullanılacak değişkenlerin belirlenmesinde ve yeraltı zenginliklerinin belirlenmesinde de kullanılmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20076",
"len_data": 429,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.8
}
|
Palu (, "Balu"), Elazığ'ın bir ilçesidir.
1 belde, 36 köy ve 10 mahalle bulunmaktadır. Beyhan Beldesi'nde 4 mahalle mevcuttur. 2020 yılı sonu itibarıyla toplam nüfusu 18.754, merkez nüfus ise 9.509'dur. Güneyde Arıcak ve Alacakaya, kuzeyde Kovancılar ilçesi, doğuda Bingöl ili, güneydoğuda Bingöl Genç ilçesi ve batıda Elazığ Merkez ile komşudur.
Tarihçe.
Tarihi milattan önceye dayanır. Bölgede bilinen en eski kavimler Hurriler, Hititler ve Urartulardır. Özellikle Tuşba (bugünkü Van) şehri olan Uratula'nde Urartu Kralı Menaus'a ait taş kitabe vardır. Bu kitabeden Palu'ya Sebitaruas, Harput çevresine de Surani adı verildiği öğrenilmektedir.
Sophene Krallığı'nın başkentliğini yapmıştır. Sophene Krallığından MÖ 300 yıllarda yazılmış olan ve hâlen İran'ın kuzeyinde bulunan Darius Kitabelerinde bahsedilmektedir. Darius, Elazığ ve Tunceli bölgesinde ikamet eden halka Zazana olarak hitap etmiştir. Sophene Krallığı'ndan kalma en önemli eser Palu'nun Örencik Köyü yakınlarındaki Şemşat Kalesi'dir.
Urartular'dan sonra bölgeye hakim olan Soa ait Arsanosta şehrinin kalıntıları ilçenin Örencik köyü yakınlarında bulunmuştur. Palu, daha sonra sırasıyla Roma, Bizans, Arap ve tekrar Bizans egemenlikleri altında kalmıştır.
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile bölge Selçuklu hakimiyetine geçmiştir. Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra Palu, Osmanlı hakimiyeti altına girmiş ve bu dönemde kuzey-güney hattı üzerinde önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Yavuz Sultan Selim, Doğu (Çaldıran) Seferi dönüşünde Palu bölgesini komutanlarından Karacimşit Bey emrine tımar olarak vermiştir.
Coğrafya.
Kasaba ve köylerinin %70'i dağlık ve engebeli arazide kurulmuş olup, dağınık bir yerleşim şekli arz etmektedir.
İlçe arazisi Murat Nehri civarındaki düzlükler ile güneydeki Doğu Toros silsilesini oluşturan Akdağlar'dan meydana gelir. İlçe toprakları 410 kilometrelik bir alana sahip olup bu yüzölçümün %70'i dağlık, %24 dalgalı, %10 ova ve %3,1 yayladır. Dalgalı ve dağınık arazi ilçe topraklarının %86,9 gibi bir oranın oluşturmaktadır. Doğu Toros silsilesi içinde bulunan Akdağlar en yüksek noktası 2500 metre rakımlıdır.
Murat nehri ilçe topraklarının içinden geçmekte olup, vadisi genellikle dik ve sarptır. Palu karasal iklim bölgesinde olup yıllık sıcaklık ortalaması 13 °C dolaylarındadır. Yağışlar genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında görülür.
Yıllık yağış miktarı 430 m³tür. Keban Barajı'nın yapılmasından sonra Palu ve çevresinde iklim hissedilir derecede yumuşamıştır. İlçe, orman örtüsü bakımından zengin olmayıp sınırları içerisinde 615 hektar bozuk baltalık orman bulunmaktadır.
Tarım.
İlçe arazilerinin büyük çoğunluğunun dağlık olması ilçede toprağa bağlı tarımcılık yapılmasını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sebeple de hem tarım ve hem de hayvancılık çok küçük işletmeler bazında yapılabilmektedir. Ancak sulanabilir arazisi olan bazı köylerinde şekerpancarı gibi endüstriyel bitkiler ve sebzeler yetiştirilebilmektedir.
Sanayi.
İlçede faaliyet gösteren T.C Ziraat Bankası ve Sümerbank satış mağazası dışında ticaret hukukuna göre hiçbir sanayi ve ticari işletme mevcut değildir. Ancak ölçekli marangozhane ve doğrama atölyeleri mahalli ihtiyaçları karşılayacak düzeydedir.
Ulaşım.
İlçe sınırları içerisinde karayollarına ait 106 kilometrelik il yol ağı mevcuttur. Bunlardan 8 kilometrelik Palu-Kovancılar arası ve 29 kilometrelik Palu-Baltaşı-Gülüşkür köprüsü, 23 kilometre Palu-Beyhan asfaltı, 40 kilometre Palu-Arıcak asfaltıdır. Geriye kalan kısım ise geçit vermeyen yol olduğu tespit edilmiştir.
Takriben 200 kilometre uzunluğunda olan köy yollarından, Palu-Üçdeğirmenler, Palu-Seydili ile Palu-Baltaşı yol bağlantısı üzerinde Karasalkım, Gömeçbağlar, Karacabağ köy yolları asfalttır. Ayrıca ilçe merkezi ile Elazığ il merkezi arasında her yarım saatte olmak üzere gerek belediye otobüsleri ile gerekse özel halk minibüsleri ile ulaşım yaz-kış sağlanmaktadır.
Turizm.
İlçenin gezilip görülebilir yerleri arasında Palu Kalesi, Eski Hamam, Kilise, Urartu Kralı Menaus'a ait taş kitabe, Cemşitbey Camii ve türbesi, Dükkanönü Camii, Küçük Camii, Ulu Camii, Alacalı Mescid ve Tarihi Palu köprüsü sayılabilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20080",
"len_data": 4137,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.46
}
|
Sosyalizm, sosyal ve ekonomik olarak toplumsal refahın, katılımcı bir demokrasiyle gerçekleşeceğini ve üretim araçlarının sahibinin topluma ait olduğunu savunan, işçi sınıfının yönetime katılmalarına ağırlık veren, özel üretim yerine kamu bazlı üretimi destekleyen, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi bir teoridir. Siyasi yelpazede ve dünyanın çoğu ülkesinde sosyalizm, standart sol ideoloji olarak kabul edilir. Sosyalizm türleri, kaynak tahsisinde piyasaların ve planlamanın rolüne ve kuruluşlardaki yönetim yapısına göre değişir.
Sosyalist sistemler, piyasa dışı ve piyasa biçimleri olarak ikiye ayrılır. Piyasa dışı sosyalist sistem, sosyalistlerin geleneksel olarak sermaye birikimi ve kâr sistemiyle ilişkilendirdiği verimsizlikleri, irrasyonellikleri, öngörülemezliği ve krizleri ortadan kaldırmayı amaçlar. Piyasa sosyalizmi ise parasal fiyatların, faktör piyasalarının ve bazen de kâr güdüsünün kullanımını muhafaza eder. Sosyalist partiler ve fikirler, çeşitli ülkelerde ulusal hükûmetleri yöneten, değişen derecelerde güç ve etkiye sahip siyasi bir güç olmaya devam etmektedir.
Sosyalist siyasi hareket, 18. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar süren devrimci hareketlerden ve sosyalistlerin kapitalizmle ilişkilendirdikleri toplumsal sorunlara yönelik endişelerinden kaynaklanan siyasi felsefeleri içerir. 19. yüzyılın sonlarında, Karl Marx ve işbirlikçisi Friedrich Engels'in çalışmalarından sonra sosyalizm, kapitalizm karşıtlığı ve üretim araçlarının bir tür toplumsal mülkiyetine dayanan post-kapitalist bir sistemin savunulması anlamına gelmeye başladı. 1920'lerin başlarında komünizm ve sosyal demokrasi, uluslararası sosyalist hareket içindeki iki baskın siyasi eğilim haline geldi ve sosyalizmin kendisi 20. yüzyılın en etkili seküler hareketi oldu. Birçok sosyalist, feminizm, çevrecilik ve ilerlemecilik gibi diğer toplumsal hareketlerin davalarını da benimsedi.
Sovyetler Birliği'nin dünyanın ilk nominal sosyalist devleti olarak ortaya çıkması, sosyalizmin Sovyet ekonomik modeliyle yaygın bir şekilde ilişkilendirilmesine yol açarken, akademisyenler bazı Batı Avrupa ülkelerinin sosyalist partiler tarafından yönetildiğini veya bazen "demokratik sosyalizm" olarak adlandırılan karma ekonomilere sahip olduğunu belirttiler. 1989 devrimlerinin ardından, gelişmiş kapitalist dünyada sosyal demokrat uzlaşının yerini neoliberal uzlaşının almasıyla bu ülkelerin birçoğu sosyalizmden uzaklaşırken, birçok eski sosyalist siyasetçi ve siyasi parti, "Üçüncü Yol" siyasetini benimsedi; eşitlik ve refaha bağlı kalırken, kamu mülkiyeti ve sınıf temelli siyaseti terk etti. 2010'larda sosyalizm, en belirgin olarak demokratik sosyalizm biçiminde olmak üzere yeniden popülerlik kazandı.
Etimoloji.
Andrew Vincent'a göre, "'sosyalizm' kelimesinin kökeni Latince'de birleştirmek ya da paylaşmak anlamına gelen "sociare" kelimesine dayanmaktadır. Roma ve ardından Orta Çağ hukukundaki ilgili, daha teknik terim "societas" idi. Bu son kelime, arkadaşlık ve dostluk anlamına gelebildiği gibi, özgür insanlar arasında rızaya dayalı bir sözleşmenin daha hukuksal bir fikri anlamına da gelmekteydi.
Sosyalizm teriminin ilk kullanımı Pierre Leroux'ya aittir ve Leroux, bu terimi ilk kez 1832 yılında Paris'te yayımlanan "Le Globe" dergisinde kullandığını iddia etmektedir. Leroux, daha sonra ütopik sosyalizm olarak adlandırılacak olan sosyalizmin kurucularından Henri de Saint-Simon'un takipçisiydi. Sosyalizm, bireyin ahlaki değerini vurgularken insanların birbirlerinden soyutlanmış gibi davrandıklarını ya da davranmaları gerektiğini vurgulayan liberal bireycilik doktrini ile tezat oluşturuyordu. İlk ütopyacı sosyalistler, bu bireycilik doktrinini, Sanayi Devrimi sırasında yoksulluk, baskı ve büyük servet eşitsizliği gibi toplumsal kaygıları ele almakta başarısız olduğu için kınadılar. Toplumu rekabete dayandırarak, topluluk yaşamına zarar verdiklerini düşünüyorlardı. Sosyalizmi, kaynakların ortak mülkiyetine dayanan liberal bireyciliğe bir alternatif olarak sundular. Saint-Simon, ekonomik planlama, bilimsel yönetim ve bilimsel anlayışın toplumun örgütlenmesine uygulanmasını önerdi. Buna karşılık Robert Owen, üretim ve mülkiyetin kooperatifler aracılığıyla örgütlenmesini önerdi. Sosyalizm ayrıca Fransa'da Marie Roch Louis Reybaud'ya atfedilirken, İngiltere'de kooperatif hareketinin babalarından biri olan Owen'a atfedilir.
Sosyalizmin tanımı ve kullanımı 1860'larda yerleşti ve komünizm bu dönemde kullanımdan düşerken eş anlamlı olarak kullanılan çağrışımcı, kooperatifçi, mutualist ve kolektivist kavramlarının yerini aldı. Komünizm ve sosyalizm arasındaki ilk ayrım, ikincisinin sadece üretimi toplumsallaştırmayı amaçlarken, birincisinin hem üretimi hem de tüketimi toplumsallaştırmayı amaçlamasıydı. 1888'e gelindiğinde Marksistler, komünizm yerine sosyalizmi kullanmaya başladılar çünkü komünizm, sosyalizmle eş anlamlı eski moda bir kavram olarak görülmeye başlandı. Sosyalizmin Vladimir Lenin tarafından kapitalizm ile komünizm arasındaki bir aşamayı ifade etmek üzere benimsenmesi, Bolşevik Devrimi sonrasına kadar gerçekleşmedi. Lenin bu kavramı, Rusya'nın üretici güçlerinin komünizm için yeterince gelişmediği yönündeki Marksist eleştirilere karşı Bolşevik programını savunmak için kullandı. Komünizm ve sosyalizm arasındaki ayrım, 1918'de Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin adını Sovyetler Birliği Komünist Partisi olarak değiştirmesinin ardından belirginleşti ve komünist partiler kendilerini sosyalizme adanmış sosyalistler olarak tanımlamaya devam etseler de komünizmi özellikle Bolşevizm, Leninizm ve daha sonra Marksizm-Leninizm politika ve teorilerini destekleyen sosyalistler olarak yorumladılar.
Tarihi.
Sosyalizmin tarihinin kökenleri, Aydınlanma Çağı ve 1789 Fransız Devrimi'ne ve bu devrimin getirdiği değişikliklere dayanmakla birlikte, daha önceki hareket ve fikirlerde de emsalleri vardır. Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan "Komünist Manifesto", 1848 Devrimleri Avrupa'yı kasıp kavurmadan hemen önce 1847-48'de yazıldı ve bilimsel sosyalizm olarak adlandırdıkları şeyi ifade etti. Avrupa'da 19. yüzyılın son üçte birinde, esas olarak Marksizm'den beslenen Demokratik sosyalizme adanmış partiler ortaya çıktı. Avustralya İşçi Partisi, 1899'da Queensland Kolonisi'nde bir haftalığına hükûmet kurarak seçilmiş ilk sosyalist parti oldu.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında, Sovyetler Birliği ve Üçüncü Enternasyonal'in dünya çapındaki komünist partileri, Sovyet ekonomik kalkınma modeli ve tüm üretim araçlarına sahip bir devlet tarafından yönetilen merkezi planlı ekonomilerin yaratılması açısından sosyalizmi temsil etmeye başladılar. 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sosyalizm hayata geçirildi. Çin'de toprağın yeniden dağıtımı ve Sağcı Karşıtı Hareket yaşandı ve bunu felaketle sonuçlanan Büyük İleri Atılım izledi. Birleşik Krallık'ta Herbert Morrison "sosyalizm, İşçi Partisi hükûmetinin yaptığı şeydir" derken, Aneurin Bevan ise sosyalizmin bir ekonomik plan ve işçi demokrasisi ile "ekonomik faaliyetlerin ana akımlarının kamu yönetimi altına alınmasını" gerektirdiğini savundu. Bazıları kapitalizmin ortadan kaldırıldığını savundu. Sosyalist hükûmetler, kısmi kamulaştırmalar ve sosyal refah ile karma ekonomiyi kurdu.
1968 yılına gelindiğinde, Vietnam Savaşı'nın uzaması, Sovyetler Birliği'ne ve sosyal demokrasiye eleştirel yaklaşan sosyalistler olan Yeni Sol'un ortaya çıkmasına neden oldu. Anarko-sendikalistler ve Yeni Sol'un bazı unsurları ve diğerleri, kooperatifler veya işçi konseyleri şeklinde merkezi olmayan kolektif mülkiyeti desteklediler. 1989'da Sovyetler Birliği'nde komünizm sona erdi, 1989 Devrimleri Doğu Avrupa'ya damgasını vurdu ve 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla sonuçlandı. Sosyalistler, çevrecilik, feminizm ve ilerlemecilik gibi diğer toplumsal hareketlerin davalarını da benimsediler.
1990 yılında São Paulo Forumu, Latin Amerika'daki sol sosyalist partileri birbirine bağlayan Brezilya İşçi Partisi tarafından başlatıldı. Forum üyeleri, 21. yüzyılın başlarında kıtada sol hükûmetlerin pembe dalgasıyla ilişkilendirildi. Ülkeleri yöneten üye partiler arasında Arjantin'de Zafer Cephesi, Ekvador'da PAIS İttifakı, El Salvador'da Farabundo Martí Ulusal Kurtuluş Cephesi, Peru'da Peru Wins ve lideri Hugo Chavez'in "21. Yüzyılın Sosyalizmi" olarak adlandırdığı şeyi başlattığı Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi vardı.
Sosyal ve politik teori.
Erken dönem sosyalist düşünce, sivil cumhuriyetçilik, Aydınlanma rasyonalizmi, romantizm, materyalizm biçimleri, Hristiyanlık, doğal hukuk ve doğal haklar teorisi, faydacılık ve liberal politik ekonomi gibi çok çeşitli felsefelerden etkilendi. Erken dönem sosyalizminin büyük bir kısmının bir diğer felsefi temeli de Avrupa Aydınlanması sırasında pozitivizmin ortaya çıkmasıdır. Pozitivizm, hem doğal hem de sosyal dünyanın bilimsel bilgi yoluyla anlaşılabileceğini ve bilimsel yöntemler kullanılarak analiz edilebileceğini savunuyordu.
Sosyalizmin temel amacı, insanın üretken kapasitesinin genişlemesinin toplumda özgürlük ve eşitliğin yayılmasının temeli olduğu görüşünden hareketle, kapitalizm ve önceki tüm sistemlere kıyasla daha ileri bir maddi üretim düzeyine ve dolayısıyla daha yüksek üretkenlik, verimlilik ve rasyonelliğe ulaşmaktır. Sosyalist teorinin birçok biçimi, insan davranışının büyük ölçüde sosyal çevre tarafından şekillendirildiğini savunur. Özellikle sosyalizm, toplumsal adetlerin, değerlerin, kültürel özelliklerin ve ekonomik uygulamaların değişmez bir doğa yasasının sonucu değil, toplumsal yaratımlar olduğunu savunur. Dolayısıyla eleştirilerinin nesnesi insan hırsı ya da insan bilinci değil, gözlemlenen sosyal sorunlara ve verimsizliklere yol açan maddi koşullar ve insan yapımı sosyal sistemlerdir. Genellikle analitik felsefenin babası olarak kabul edilen Bertrand Russell, kendisini bir sosyalist olarak tanımlıyordu. Russell, Marksizmin sınıf mücadelesi yönüne karşı çıkıp, sosyalizmi yalnızca gerekli çalışma süresinin giderek azaltılması yoluyla tüm insanlığın yararına olacak şekilde modern makine üretimine uyum sağlamak için ekonomik ilişkilerin düzenlenmesi olarak görmektedir.
Sosyalistler, yaratıcılığı insan doğasının temel bir yönü olarak görür ve özgürlüğü, bireylerin yaratıcılıklarını hem maddi kıtlık hem de zorlayıcı sosyal kurumların kısıtlamaları tarafından engellenmeden ifade edebildikleri bir varlık durumu olarak tanımlar. Sosyalist bireysellik kavramı, bireysel yaratıcı ifade kavramıyla iç içe geçmektedir. Karl Marx, üretici güçlerin ve teknolojinin genişlemesinin insan özgürlüğünün genişlemesinin temeli olduğuna ve teknolojideki modern gelişmelerle uyumlu bir sistem olan sosyalizmin, gerekli emek zamanının aşamalı olarak azaltılması yoluyla "özgür bireyselliklerin" gelişmesini sağlayacağına inanıyordu. Gerekli emek zamanının asgariye indirilmesi, bireylere gerçek bireyselliklerini ve yaratıcılıklarını geliştirme fırsatı verecektir.
Kapitalizmin eleştirisi.
Sosyalistler, sermaye birikiminin, maliyetli, düzeltici, düzenleyici önlemler gerektiren dışsallıklar yoluyla israf yarattığını savunurlar. Ayrıca bu sürecin, yalnızca yüksek basınçlı reklam gibi ürünlerin kârla satılması için yeterli talebi yaratmak amacıyla var olan, dolayısıyla ekonomik talebi karşılamaktan ziyade yaratan savurgan endüstriler ve uygulamalar ürettiğine işaret etmektedirler. Sosyalistler, kapitalizmin, ihtiyaç sahibi bireylere kârla satılamasa bile, tüketim için değil, sadece daha sonra fiyatı yükseldiğinde satmak üzere meta satın almak gibi irrasyonel faaliyetlerden oluştuğunu ve bu nedenle sosyalistler tarafından sıklıkla yapılan önemli bir eleştirinin "para kazanmanın" veya sermaye birikiminin talebin karşılanmasına karşılık gelmediği olduğunu savunurlar. Kapitalizmde ekonomik faaliyetin temel kriteri, üretime yeniden yatırım için sermaye birikimidir, ancak bu, kullanım değeri üretmeyen ve yalnızca birikim sürecini ayakta tutmak için var olan (aksi takdirde sistem krize girer) yeni, üretken olmayan endüstrilerin gelişimini teşvik eder, örneğin finans endüstrisinin yayılması, ekonomik balonların oluşumuna katkıda bulunur. Bu tür birikim ve yeniden yatırım, sabit bir kar oranı talep ettiğinde, toplumun geri kalanındaki kazançlar orantılı olarak artmazsa sorunlara neden olur.
Sosyalistler, özel mülkiyet ilişkilerinin ekonomideki üretici güçlerin potansiyelini sınırladığını düşünmektedir. Sosyalistlere göre özel mülkiyet, gelirin özel temellüküne dayalı, ancak ortak çalışmaya ve girdilerin tahsisinde iç planlamaya dayalı merkezi, toplumsallaştırılmış kurumlarda yoğunlaştığında, kapitalistin rolü gereksiz hale gelene kadar geçersiz hale gelir. Sermaye birikimine ve bir sahipler sınıfına ihtiyaç duyulmadığından, üretim araçlarındaki özel mülkiyet, bu toplumsallaştırılmış varlıkların kamusal veya ortak mülkiyetine dayanan bireylerin özgür bir birliği ile değiştirilmesi gereken modası geçmiş bir ekonomik örgütlenme biçimi olarak algılanmaktadır. Özel mülkiyet, planlama üzerinde kısıtlamalar getirmekte, iş dalgalanmalarına, işsizliğe ve aşırı üretim krizleri sırasında maddi kaynakların muazzam bir şekilde israf edilmesine neden olan koordinasyonsuz ekonomik kararlara yol açmaktadır.
Gelir dağılımındaki aşırı eşitsizlikler, sosyal istikrarsızlığa yol açmakta ve yeniden dağıtıcı vergilendirme şeklinde yüksek maliyetli düzeltici önlemler gerektirmektedir; bu önlemler bir yandan çalışma güdüsünü zayıflatırken, sahtekârlığa davetiye çıkarmakta ve vergi kaçakçılığı olasılığını artırmakta, diğer yandan da piyasa ekonomisinin genel verimliliğini azaltmaktadır. Bu düzeltici politikalar, asgari ücret, işsizlik sigortası, kârların vergilendirilmesi ve yedek işgücü ordusunun azaltılması gibi şeyler sağlayarak piyasanın teşvik sistemini sınırlandırır ve kapitalistlerin daha fazla üretime yatırım yapmaları için teşviklerin azalmasına neden olur. Özünde, sosyal refah politikaları kapitalizmi ve onun teşvik sistemini felce uğratır ve bu nedenle uzun vadede sürdürülemez. Marksistler, bu eksikliklerin üstesinden gelmenin tek yolunun sosyalist bir üretim tarzının kurulması olduğunu savunmaktadır. Sosyalistler ve özellikle Marksist sosyalistler, işçi sınıfı ile sermaye arasındaki içsel çıkar çatışmasının mevcut insan kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasını engellediğini ve çelişkili çıkar gruplarının (emek ve iş dünyası) genel ekonomik verimlilik pahasına ekonomiye kendi lehlerine müdahale etmesi için devleti etkilemeye çalışmasına yol açtığını savunur. İlk sosyalistler, kapitalizmi, gücü ve zenginliği toplumun küçük bir kesiminde yoğunlaştırdığı için eleştirmişlerdir. Buna ek olarak, kapitalizmin mevcut teknoloji ve kaynakları halkın çıkarları doğrultusunda maksimum potansiyelde kullanmadığından şikayet etmişlerdir.
Marksizm.
Karl Marx ve Friedrich Engels, sosyalizmin, kapitalizmin üretici güçlerin ve teknolojinin gelişiminden kaynaklanan artan iç çelişkiler nedeniyle kendisini eskimiş ve sürdürülemez hale getirmesiyle tarihsel bir zorunluluktan doğacağını savundular. Üretici güçlerdeki bu ilerlemeler, kapitalizmin eski toplumsal üretim ilişkileriyle birleşerek çelişkiler yaratacak ve işçi sınıfı bilincine yol açacaktı.
Marx ve Engels, ücret ya da maaşla geçinenlerin bilinçlerinin ücretli kölelik koşulları tarafından şekillendirileceği ve bunun da özgürlüklerini ya da kurtuluşlarını kapitalistlerin üretim araçlarının mülkiyetini ve dolayısıyla bu ekonomik düzeni ayakta tutan devleti yıkarak arama eğilimine yol açacağı görüşünü savundular. Marx ve Engels'e göre, koşullar bilinci belirler ve kapitalist sınıfın rolünün sona ermesi, nihayetinde devletin ortadan kalkacağı sınıfsız bir topluma yol açmaktadır.
Marx ve Engels, sosyalizm ve komünizm terimlerini birbirlerinin yerine kullandılar, ancak daha sonraki birçok Marksist sosyalizmi kapitalizmin yerini alacak ve komünizmden önce gelecek belirli bir tarihsel aşama olarak tanımladı.
Kültür.
Leninist anlayışa göre öncü partinin rolü, burjuvazinin köylüleri ve işçileri ekonomik olarak sömürmesini kolaylaştırmak için proletaryaya öğrettiği kültürel statükoyu oluşturan kurumsal din ve milliyetçiliğin toplumsal yanlış bilincini ortadan kaldırmak için işçileri ve köylüleri siyasi olarak eğitmekti. Lenin'den etkilenen Bolşevik Parti Merkez Komitesi, sosyalist işçi kültürünün gelişiminin "yukarıdan engellenmemesi" gerektiğini belirtti ve "Proletkult"'un (1917-1925) ulusal kültürü örgütsel olarak kontrol etmesine karşı çıktı. Benzer şekilde Troçki de partiyi, eğitim standartlarının yükseltilmesi ve kültürel alana giriş için kitlelere kültür aktarıcıları olarak görüyor, ancak dil ve sunum açısından sanatsal yaratım sürecinin uygulayıcının alanı olması gerektiğini düşünüyordu. Siyaset bilimci Baruch Knei-Paz'a göre bu, Troçki'nin kültürel konulardaki yaklaşımı ile Stalin'in 1930'lardaki politikası arasındaki çeşitli ayrımlardan birini temsil ediyordu.
"Edebiyat ve Devrim"'de Troçki, estetik meseleleri sınıf ve Rus devrimiyle ilişkili olarak inceledi. Sovyet akademisyen Robert Bird, Troçki'nin çalışmasını "Komünist bir lider tarafından sanatın ilk sistematik ele alınışı" ve daha sonraki Marksist kültürel ve eleştirel teoriler için bir katalizör olarak değerlendirdi. Troçki daha sonra, önde gelen sanatçılar Andre Breton ve Diego Rivera'nın desteğiyle 1938 yılında "Bağımsız Devrimci Sanat Manifestosu"'nun yazarlarından biri olacaktı. Troçki'nin hoşgörü, sınırlı sansür ve edebi geleneğe saygıyı savunan 1923 tarihli araştırması gibi edebiyat üzerine yazıları New York Entelektüelleri için güçlü bir çekiciliğe sahipti.
Stalin'in yönetiminden önce, 1920'ler boyunca Sovyet Rusya'da edebi, dini ve ulusal temsilciler belli bir düzeyde özerkliğe sahipti ancak bu gruplar daha sonra Stalin döneminde sert bir şekilde bastırıldı. Stalin döneminde sanatsal üretimde sosyalist gerçekçilik dayatıldı ve müzik, film ve spor gibi diğer yaratıcı endüstriler aşırı düzeyde siyasi kontrole tabi tutuldu.
1960'larda ortaya çıkan karşı kültür olgusu Yeni Sol'un entelektüel ve radikal bakış açısını şekillendirdi; bu hareket ileri sanayi kapitalizminin egemen kültürüne karşı, ırkçılık karşıtlığına, antiemperyalizme ve doğrudan demokrasiye büyük önem verdi. Sosyalist gruplar da "Vietnam Dayanışma Kampanyası", "Savaşı Durdurun Koalisyonu", "Nazi Karşıtı Birlik" ve "Faşizme Karşı Birleşin" gibi bir dizi karşı-kültürel hareketle yakından ilgilendi.
Ekonomi.
Sosyalist ekonomi, "bireyler tek başlarına yaşamaz ya da çalışmazlar, birbirleriyle işbirliği içinde yaşarlar" önermesinden yola çıkar. Dahası, insanların ürettiği her şey bir anlamda toplumsal bir üründür ve bir malın üretimine katkıda bulunan herkes bundan pay alma hakkına sahiptir. Dolayısıyla bir bütün olarak toplum, tüm üyelerinin yararı için mülkiyete sahip olmalı ya da en azından onu kontrol etmelidir".
Sosyalizmin orijinal anlayışı, üretimin doğrudan mal ve hizmet üretecek şekilde organize edildiği, kaynakların finansal hesaplama ve kapitalizmin ekonomik yasalarının (bkz. değer yasası) aksine fiziksel birimler cinsinden doğrudan tahsis edildiği, genellikle kira, faiz, kâr ve para gibi kapitalist ekonomik kategorilerin sona ermesini gerektiren bir ekonomik sistemdi. Tam gelişmiş bir sosyalist ekonomide, üretim ve faktör girdileri ile çıktıların dengelenmesi mühendisler tarafından üstlenilecek teknik bir süreç haline gelir.
Piyasa sosyalizmi, üretimi organize etmek ve faktör girdilerini sosyal olarak sahip olunan işletmeler arasında tahsis etmek için piyasa mekanizmasını kullanan ve ekonomik artığın özel sermaye sahiplerinin aksine sosyal bir temettü olarak topluma tahakkuk ettiği bir dizi farklı ekonomik teori ve sistemi ifade eder. Piyasa sosyalizminin varyasyonları arasında klasik ekonomiye dayanan mutualizm gibi özgürlükçü öneriler ve Lange Modeli gibi neoklasik ekonomik modeller yer almaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20081",
"len_data": 19781,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 4.02
}
|
Honduras arması, Honduras devletinin resmî armasıdır.
Bugün kullanımda olan arma, 1825 yılında savaşta kullanılmış armaya dayanır. Armanın orta bölümünde tuğlalardan örülmüş bir piramitin içinde iki kale ve iki kalenin arasında bir volkan yer alır. Volkanın üstünde doğan bir güneş ve gökkuşağı bulunur. Bu çizimin çevresinde beyaz bir oval çerçeve bulunur ve üzerinde büyük harflerle İspanyolca "REPÚBLICA DE HONDURAS, LIBRE, SOBERANA E INDEPENDIENTE 15 DE SEPTIEMBRE 1821" (Türkçe: Özgür, Egemen, Bağımsız Honduras Cumhuriyeti 15 Eylül 1821) yazmaktadır. Ovalin üst kısmında, içinden bir bağla birleşmiş bereketlerin sarktığı oklarla dolu bir sadak belirir. Alt kısmına ise sağa meşe palamutları, sola bodur çamlar olmak üzere ağaçlar eklenmiştir. Alt orta kısmına da bir maden giriş kapısı ve ormancılıkta kullanılan mayınlar, bir çubuk, bir matkap, bir kama, bir balyoz ve bir çekiç bulunur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20089",
"len_data": 895,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.6
}
|
Remziye Hisar (1902, Üsküp - 13 Haziran 1992, İstanbul), Türk kimyager.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilk yıllarda çağdaş bilimin öncülerindendir ve kimya mesleğinin Türkiye'deki ilk kadın öncüsü olarak kabul edilir. Darülfünun'da fen bilimleri eğitimi alan ilk kadınlardandır ve Sorbonne Üniversitesinden doktora derecesiyle mezun olan ilk Türk kadındır. Fizikçi Feza Gürsey ve Psikiyatrist Deha Gürsey'in annesidir.
Yaşamı.
1902 yılında Üsküp'te doğdu. Babası İstihkam Yarbayı Salih Hulusi Bey, annesi Ayşe Refia Hanım'dır. Ailenin dört kızından biridir. Ailesi, Meşrutiyetin ilanından bir yıl sonra İstanbul'a göç etmiştir.
Remziye Hanım, Davutpaşa'daki üç yıllık mekteb-i iptida-i'yi, bir yılda henüz dokuz yaşında iken tamamladı. Daha sonra, İttihat ve Terakki Mektebi ve Emirgan İnas Rüştiyesine devam etti; çok sevdiği Türkçe öğretmeninin İstanbul Darülmuallimatı'na (Kız Öğretmen Okulu) transfer olması üzerine, öğrenimini bu okulda sürdürdü. Sınıfın iyi öğrencileri arasında yer alan Remziye Hanım, küçük sınıflardaki öğrencilere geometri ve matematik dersleri verdi. 15 Temmuz 1919 tarihinde okulun Darülfünun'a hazırlamak üzere oluşturduğu iki sınıflık bölümünden birincilikle mezun oldu.
Darülmuallimat'tan mezuniyetinin ardından Darülfünun'un kimya bölümüne kaydını yaptırdı. Kız öğrencilerin erkek öğrencilerden ayrı saatlerde ders aldığı bu dönemde, kimya bölümündeki üç kadın öğrenciden birisi idi. Kimyayı seçme nedenini bir röportajında "Fen derslerinde kanunlarda olsun, buluşlarda olsun hep yabancı isimler görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum" cümleleriyle açıklamıştır.
Bakü'de açılacak bir okulda öğretmenlik yapmak üzere İstanbul'dan kadın öğretmenler talep edilmesi üzerine hocalarından Sarıklı Vehbi Bey himayesinde beş okul arkadaşıyla birlikte 15 Aralık 1919'da İstanbul'dan ayrılıp Azerbaycan'a gitti. Sovyet Rusya'nın Azerbaycan'ın bağımsızlığına son vermesine kadar bir erkek lisesinde ders verdi. Orada bir kız öğretmen okulunun açılmasıyla ilgili verilen bir toplantıda Yüzbaşı Doktor Reşit Süreyya
Bey ile tanıştı. 20 Nisan 1920'de onunla evlendi ve aynı yıl eşi ile birlikte İstanbul'a döndü. Ertesi yıl oğlu Feza Gürsey'i, 1924'te ise kızı Deha Gürsey-Owen'ı dünyaya getirdi.
Türkiye'de Türk Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği bu dönemde Çukurova bölgesinin Fransızlardan geri alınması üzerine kendisi Adana'da Darülmuallima'ya müdür olarak, eşi ise kolordu doktoru olarak tayin oldu. Bir buçuk yaşındaki oğlunu annesine bırakarak Adana'ya gitti.
Cumhuriyetin ilanından sonra istifa etti ve tedavi amaçlı olarak Paris'te bulunan eşinin yanına gitti. Paris'te Sorbone Üniversitesinde kimya eğitimine başladı. Langevin ve Madam Curie gibi çok tanınmış bilim insanlarının öğrencisi oldu. Eğitiminin ikinci yılında Millî Eğitim Bakanlığı bursundan yararlanma hakkı elde etti. Pasteur Enstitüsünü takip ederek biyokimya sertifikası aldı. Doktorasına başlayacağı dönemde bursu kesilince Erenköy Kız Lisesine kimya öğretmeni olarak atanarak yurda döndü. 1924'te kızı Deha Gürsey'i dünyaya getirdi.
1930 yılında Millî Eğitim Bakanlığının yurt dışı doktora bursundan yararlanarak doktorasını yapmak üzere yeniden Paris'e gitti. Eşinden boşanan ve Paris'e çocukları ve kardeşiyle giden Remziye Hisar, 1933 yılında doktora tezini tamamlayarak Türkiye'ye döndü.
1933-1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesinde kimya ve fizik kimya dersleri verdi. 1936 yılında bir süre için üniversiteden ayrıldı; Hıfzıssıhha Müessesesi Farmakodinami Şubesinde Kimya Mütehassıslığı görevinde bulundu.
1942-1947 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Okulu Analitik Kimya ve Toksikoloji kürsüsünde görev yaptı. 1947 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Kimya Kürsüsüne atandı. 1955 yılında Fransa'da "Officiel d'Academie" nişanına layık görüldü. 1959 yılında profesör oldu.
1973 yılında emekliye ayrıldı. Yaşamını İstanbul'da Anadoluhisarı Otağtepe'de ailesinden kalma konakta sürdürdü. 1991 yılında Tübitak Hizmet Ödülü'nü aldı. Oğlu Feza Gürsey'i Nisan 1992'de yitirdikten sonra 13 Haziran 1992'de öldü.
Eserleri.
Dördü çeviri, beş ders kitabı yayımlamış; ayrıca kimya dalındaki buluşlarını içeren 16 bildirisi Fransa'da yayınlanmıştır. Uluslararası bildirileri arasında, Siirt dağlarında yetişen bir bitki türünün etkilerini içeren buluşu Fransa'da yayımlanarak bilim dünyasına tanıtılmıştır.
1920'lerden itibaren şiir yazan Remziye Hisar'ın bazı şiirleri "Bir Kadın Sesi" adlı kitapta bir araya getirilerek yayımlanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20092",
"len_data": 4559,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.5
}
|
Tu bandera es un lampo de cielo (Türkçesi: Bayrağın, cennetin ışığıdır.) 1916 yılından beri Honduras'ın ulusal marşıdır. Sözleri Augusto Constancio Coello'ya, müziği ise Alman asıllı Honduraslı besteci Carlos Hartling'e aittir. 8 kıtadan oluşan marşta Honduras'ın acıklı ve çelişkilerle dolu tarihi anlatılmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20094",
"len_data": 315,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.57
}
|
Sultan (Arapça: سلطان "", [sʊlˈtˤɑːn, solˈtˤɑːn]), tarihte pek çok farklı anlamda kullanılmış olan İslamî bir sıfattır. Sözcük olarak "güç", "otorite", "yönetici" anlamlarına gelir. Genelde bağımsızlığını ilan eden İslam hükümdarları tarafından kullanılmıştır.
İslâm devletlerinde, hükümdara verilen sultan denilen ünvan.
Sultan tabiri, Müslüman hükümdarlarının özellikle Sünnî kısmına ait bir ünvandır. Sözcük, Arapçadan alınmış olup, iktidar sahibi demektir. Daha sonraları, hakimiyet, delil ve bürhan manâsına da alınmıştır. Sultan ünvanını ilk defa 11. asrın ilk yıllarında, Gazne’de hükümdar bulunan Mahmud Gaznevî kullandı.
Hilâfet, Emevî ve Abbasî sultanlarında bulunduğundan, bunlara mecazen halife, diğer büyük İslâm devletlerinin emirlerine, hükümdarlarına "sultan" denildi.
Sultanlık, Gazneliler'den, Selçuklular'a ve onlardan da Osmanlılar'a geçti. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'e, Abbasî hilâfet merkezini, Şiî Büveyhoğullarının baskısından kurtardığından Abbasi halifesi tarafından "Karaların ve Denizlerin Sultanı" ünvanı verilmişti.
Osmanlı Sultanları, Orhan Gazi'den başlayarak, kitabelerinde hep sultan tabirini kullandılar. Sikke üzerinde ilk defa sultan sıfatını kullanansa I. Murad Han'dır. Emir Süleyman'ın sikkelerinde yalnız “Emir Süleyman” ibaresi görülür. Çelebi Sultan Mehmed, Sultan ve Sultan-ı Âzam, Es-Sultan-ül Melik-ül Âzam ibaresi bulunan ve Akçe-i Osmanî denilen gümüş sikkeleri kestirdi. II. Murad Han'ın bazı sikkelerinde Sultan ünvanı bulunduğu gibi, halefleri de paralarında bu tabiri bol miktarda kullanmışlardır. Sultan Çelebi Mehmed'e kadar Osmanlı padişahları için resmî kayıtlarda Sultan yerine “Bey” ünvanı kullanılmıştır. Sultan sözcüğü Sultan-üs-Selâtin, Sultan-ül-Mücâhidin, Sultan-ül-Guzât, Emir-ül-Kebir ünvanları saygı amaçlı ya da genel olarak, padişahlar hakkında kitaplara ve kitabelere yazılmıştır.
Abbasî Halifesi, Sofya'nın fethi üzerine Murad Hüdâvendigâr'a yazdığı mektupta “Su"ltan-ül-Guzât", "El-Mücâhidin"” diye hitap ediyordu.
Batı dillerinde mutlak anlamda Sultan sözcüğü, yalnız İstanbul'da oturan padişah anlamına gelir. Türkler ise kendi hükümdarlarına yalnız kullanırken, Sultan değil, Padişah derler. Sultan sözcüğünü, ancak isimle beraber, Sultan Osman, Sultan Abdülaziz şeklinde kullanır veya Murad Han, Abdülmecid Han derler. Yalın sözcük olarak “"Padişah"” kullanırlardı.
Padişah, Türk imparatoru sıfatıyla Hakan, İslâm imparatoru sıfatıyla sultandı. Padişahların kız ve erkek çocukları, anneleri ve kadınları, erkek ve kız kardeşleri için de adından sonra veya önce, Hatice Turhan Sultan'da olduğu gibi, sultan ünvanı kullanılırdı; fakat anca ve anca adları ile "Sultan" denmesi gerekmiyordu. Ünvanları ile de söylenebilirdi. Kız çocuğa "Hanım Sultan", erkek çocuğa (II. Mehmed'e kadar) "Çelebi Sultan", annelere "Valide Sultan", padişaha çocuk doğurmuşlara "Haseki Sultan", erkek kardeşe "Mihraç Sultan", kız kardeşe "Mihrace Sultan" ünvanı verilmiştir.
Osmanlılar tarafından, hem Padişahlar hem de hanedanın kadın üyeleri için kullanılmıştır; örneğin Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20103",
"len_data": 3064,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.82
}
|
Eşkıya, başrollerini Şener Şen ve Uğur Yücel'in paylaştığı 1996 yapımı sinema filmi. Yavuz Turgul'un yönettiği ve senaryosunu yazdığı "Eşkıya", 1996-1997 sezonunda 2 milyon 571 bin 474 kişi tarafından izlendi. Gişe istatistiklerinin tutulmaya başlandığı 1989'dan sonraki dönemde, gösterime girdiği 1996'dan 2001 yılına kadar Türk sinemasının en yüksek gişe hasılatı elde eden filmi oldu. Türk sinemasının modern zamanlarındaki ilk büyük gişe patlamasını gerçekleştiren "Eşkıya"'nın bu başarısı, 1980'li yıllardan itibaren üretim ve seyirci sayısı bakımından büyük bir çöküş yaşayan Türk sinemasını Yeşilçam iken Modern Türk Sinemasına çeviren bir dönüm noktası sayılmaktadır.
Konusu.
35 yıl önce (1961 Yılında) Cudi dağlarında bir grup eşkıya jandarma tarafından yakalanır. 35 yıl içinde eşkıyaların hepsi ya hastalıktan ya da hesaplaşmalardan ötürü can vermiştir. Biri dışında; Baran (Şener Şen). Baran'ın 35 yıllık mahkûmiyetinin ardından Viranşehir Cezaevi'nden çıkmasıyla başlayan film doğduğu köyün artık baraj suları altında olduğunu öğrenmesiyle devam eder. Köyde karşılaştığı Ceren Ana (Zübeyde Erden) ona, 35 yıllık yokluğunda yaşananları anlatır. Geçmişindekilerin peşine düşmeye niyetli olan Baran Ceren Ana'nın tavsiyelerine rağmen yollara düşer. Kendisini jandarmaya ihbar ederek yakalanmasına neden olan Mustafa'dan (Kemal İnci) yıllardır bilmediği bir gerçeği öğrenir. Hapse düşmesine en yakın arkadaşı Berfo'nun (Kamran Usluer) ihaneti neden olmuştur. Berfo Eşkıya'nın altınlarını çalarak Eşkıya'nın çocukluk aşkı Keje'yi de (Sermin Hürmeriç) babasından satın alıp İstanbul'a kaçmıştır. Vicdan azabı çeken Mustafa kendini Baran'ın infazına hazırlamıştır, ama Eşkıya çoktan Keje'nin peşine düşmüştür.
Trenle İstanbul'a doğru yola çıkan Eşkıya yolda, Beyoğlu'nun arka sokaklarında büyümüş, pavyon, kumarhane, uyuşturucu üçlüsünün içine düşmüş genç bir adamla, Cumali'yle (Uğur Yücel) karşılaşır. Cumali, babasının kendisini aldatan üvey annesini sakat bırakıp hapse girmesiyle yanına yerleştirildiği halasının evindeki cinsel tacizle geçen çocukluğunun acısını kabadayılığa soyunarak kapatmaya çalışan bir kaybedendir. Yılmaz Güney hayranı olan babasının esinlenmesiyle "İnce Cumali" filminden adını alan ve bir uyuşturucu kuryesi olan Cumali, Haydarpaşa Garı'nda kendisini bekleyen sivil polisleri fark edince “emanetle”(içi uyuşturucu dolu çantayla) yakalanmamak için Eşkıya'nın bavuluyla kendi çantasını değiştirir ve ondan çantasını patronu Demircan'ın (Melih Çardak), Tarlabaşı'ndaki oto tamirhanesine getirmesini ister. Polislerin aramasından kurtulan Cumali'yi bu sefer Demircan'ın sorgusu beklemektedir. Cumalinin muhbir olduğundan şüphelenen Demircan onu konuşturmaya çalışır. Bu arada elinde çantayla tamirhanenin kapısında ortaya çıkan Eşkıya Baran Cumaliyi kurtarır.
Ne İstanbul'u ne de Keje'nin adresini bilen Eşkıya Baran'nın çaresiz halini gören Cumali ona Tarlabaşı'nda kendi yaşadığı otelde bir oda bulur. Birbirlerinin hikâyelerini öğrenmeye başlayan, ömrünün yarısını hapishanede geçirmiş Eşkıya Baran ile ailesiz büyümüş Cumali arasında yavaş yavaş bir baba-oğul ilişkisi başlarken, Cumali Keje'yi ararken Eşkıya'ya yardım etmeye karar verir.
Hapishanede, sevgilisi Emel'in (Yeşim Salkım) abisi olarak tanıttığı Sedat'ı (Özkan Uğur) ziyarete giden Cumali onun hapishaneden kurtulabilmesi için ihtiyacı olan rüşveti bulmaya karar verir. Hem Sedat için gereken parayı bulmak isteyen Hem de mesleğinde “kariyer” yapmak isteyen Cumali mahalledeki ekibiyle birlikte Demircan'dan çok zorlu işler isteyerek torbacılığa başlar.
Bu arada İstanbul'u dolaşmakta olan Eşkıya şehrin büyüklüğüne kapılır. Aynı gece otelin diğer devamlı konuklarından sinema emektarı Artist Kemal (Kayhan Yıldızoğlu) ve Sovyetler göçmeni Beyaz Rus Andruşka Mişkin (Necdet Mahfi Ayral) ile televizyon seyrederken Mahmut Şahoğlu'nun Berfo olduğunu anlar.
Eşkıya, ertesi gün Cumali'yle beraber artık ülkenin en zengin ve şaibeli işadamlarından biri olmuş olan Berfo'nun malikanesinin önüne gelir. Araç konvoyuyla malikanesinden çıkmakta olan Berfo da Baranı tanır, Berfo ikiliyi önce gözaltına aldırır ve bir süre sonra da serbest bıraktırır. Serbest kalmalarının ardından Eşkıya, Berfo'nun malikanesine getirilir. Berfo, ihanetini ve 35 yıllık hikâyeyi anlattıktan sonra Eşkıya'dan 35 yıldır konuşmayan Keje'yi konuşturmasını ister. Karşısında Eşkıya'yı gören Keje de uzun sessizliğini bozar. Eşkıya onu alma sözü vererek Keje'nin yanından ayrılır.
Cumali, Emel'in abisi olarak tanıttığı Sedat'la kaçtığını öğrendiği gün ayrıca kendisinden mal çaldığından şüphelenen Demircan tarafından da uyarılır. Emel ile Sedat'ı kaldıkları otel odasında basan Cumali, Eşkıya'nın durdurma telkinlerine rağmen öfkesine kurban olup ikisini de öldürür. Eşkıya ile Hilvan'a kaçmaya çalışan Cumali sakladığı parasını almak için kaldığı otelin önüne geldiğinde bir polis tarafından vurulur ama kaçmayı başarmışlardır. Ertesi gün evine sığınmak için geldiği halası tarafından kovulur.
Cumali'nin kendisinden mal çaldığını anlayan ve parasını isteyen Demircan onu ve arkadaşlarını tamirhanesinde rehin tutar. Demircan'a olan borca kefil olan Eşkıya, Keje'ye karşılık olarak Cumali'yi kurtaracak olan parayı çek olarak Berfo'dan alır. Cumali, serbest kaldıktan sonra döndüğü mahallesinde aldığı çek karşılıksız çıkan Demircan'ın adamları tarafından vurulur. Ağır yaralı olarak kaldığı otelin terasınına kaçan Cumali, Eşkıya'nın yanında son nefesini verir.
Oğlu gibi gördüğü Cumali'nin ölümünden sonra sırasıyla önce Berfo'yu, ardından Demircan'ı ve son olarak aynı otelde çalışan emektar hayat kadını Sevim Abla'nın (Güven Hokna) satıcısını öldüren Eşkıya, Beyoğlu'nun çatılarında gizlenmeye başlar. İki gün kadar sonra bir apartmanın çatısında polisler tarafından kuşatılır. Polislerle girdiği çatışma sırasında, Ceren Ana'nın onu koruması için verdiği muskanın kopmasını bir ölüm işareti olarak algılayan Eşkıya patlayan silah seslerinin havai fişek seslerine karıştığı ortamda çatıdan atlayarak intihar eder.
Filmdeki Kültürel Simgeler.
"Eşkıya", toplumsal değerlerin ve kültürlerin yozlaşmaya başladığı durumda, bir sorumluluk alıcı bireye duyulan ihtiyacı simgeleyen bir filmdir. Kültürel ve geleneksel değerlerin yozlaşmaya uğraması durumunda aktarılan Doğu-Batı zıtlığı toplumun değişme konusuyla da ilişkilidir. Senaryo, Baran'ın Şanlıurfa'dan İstanbul'a gelişi üzerine kurulmuştur ve İstanbul, kültürden ve gelenekten uzak bir şehir olarak resmedilmektedir. Yavuz Turgul'un diğer filmlerinde de (Gönül Yarası)(Muhsin Bey) bu Doğu-Batı zıtlığı simgelerle izleyiciye aktarılır.
Film müziği.
Erkan Oğur'un hazırladığı film müzikleri, 12 parçadan oluşan bir albümle piyasaya sürüldü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20113",
"len_data": 6666,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.27
}
|
Dram sözcüğü ile aşağıdakilerden biri kastedilmiş olabilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20114",
"len_data": 59,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.82
}
|
Dram (Yunanca: δρᾶμα dráma “Hareket”) trajedi, komedi veya trajikomedi türünde tiyatro eseri. Dramatik, epik ve liriğin yanı sıra üçüncü esaslı edebi türdür.
Tiyatro eserini, opera metnini, bale senaryosunu, radyo tiyatrosunun el yazmasını ya da bir senaryoyu kapsar, bazen de sadece konuşma tiyatrosu ya da “keyif verici” (ya da tam tersi; heyecan verici ya da duygusal) bir çevreleme olarak kullanılır. Dram, önceden yazılmamış, doğaçlama tiyatrodan farklı olan metin tabanlı tiyatrodur.
Aristoteles'e göre (“Poetica” adlı eserinde) dramın temel özelliği, olayın diyaloglarla ifade edilmesidir. Bundan dolayı antik destanlardan farklıdır. Modern çağdan beri bilhassa romandan farklıdır. Modern düşünceden sonra dramlar oyuncular tarafından tiyatroda oynanması için yazılmıştır. Diyalog metinlerinin yanında sık sık oyuncular ve 19. yüzyıldan sonra yönetmenler için direktifler içerirler. Okuma dramları, dram'ın özel bir çeşididir. Bunlar özellikle sahneye konulmazlar, aksine bir roman gibi okunurlar.
Dramın işleyişi genelde perdelerdedir; diğer taraftan sahnelerle sunulur. Eğer her perdede çok fazla dekorasyon varsa o zaman resimlerle ek bölümler konulur. Klasik Fransız Dramı (Racine, Corneille) beş perdeden oluşur. Geleneklerine çok fazla bağlı olan İtalyan dramı ise üç perdeyi tercih eder. Bir perdelik oyun tarzı üç-beş bölümlük dram bölümlerinin aralarındaki ara oyunlardan (intermezzo) meydana gelir.
Dramın tarihi.
Avrupa dramı MÖ 5. yüzyılda Atina’da şu anki Yunan Antiklerinde oluşmuştur. Aeskilos, Sophokles, Euripides trajedinin en önemli şairlerindendir. Aristoteles ileriki yüzyıllarda dramın türlerini, trajedi ve sonradan yazılmaya başlanan komedi olarak ikiye ayırmıştır.
Aristoteles’in, seyircinin trajedi yoluyla korku ve acıma duyarak arınması (Katharsis) teorisi Avrupa dram tarihinin bir ana fikri niteliğindedir.
Orta çağın dini oyunları ne trajedidir ne de komedidir. Ancak Rönesans’la beraber antik dramın tekrar canlandırılarak (Lat. re-nascere; yeniden doğ(ur)mak) geliştirilmesine başlanmıştır. Uzun süreler nazım şeklinde dramlar en baskın türdü. Yeniçağla beraber konuşma oyunlarındaki özgür düzyazı çok baskın olmuştur. Bir drama konuşulursa, açık bir şekilde anlaşılmaz. Opera 1600’lü yıllara kadar klasik Yunan dramının yeni bir tarzı olarak anlaşılmıştır.
1600’lü yıllarda İspanyol ve İngiliz dramları (Lope de Vega, Shakespeare) hala Orta çağ geleneksel tiyatrosunun teorik arka planları olmayan yapılarıyken, Fransız klasiği antik dramı anımsatıyordu ve örneğin; Aristoteles’in üç birlik ilkesi (eylem/dramın birliği; zaman ve mekân birliği ve karakterlerin birliği; yani zamanda, olayda ve şahıslarda birlik) olarak bilinen kesin kuralları vardı. O zamandan bu yana dram teorilerinin çok önemli toplumsal işlevi vardır. Bunlar ya normlar ortaya koyarlar ya da olan normlar karşısında mücadele eder.
18. yüzyıldan beri gösteri, güldürü, trajik komedi, acıklı komedi, orta sınıf trajedisi gibi semboller kullanımda üst üste binmiş anlamlar taşırlar. 19. yüzyıldan itibaren duygusal ya da sürükleyici özelliği olan melodram, dram kavramını artık daha dar bir anlama indirgemiştir.
Bazen dram diğer tiyatro çeşitlerinden ayrılır. Johann Wolfgang Goethe dramın sınırlarını trajediden şöyle ayırır: “Modern dram ‘isteklere’, eski trajedi ‘zorunluluklara’ dayalıdır.” Gustav Freytag ise, tiyatro oyunlar konusunda şu ayrımı yapar: “Daha düşük düzeyde duran bir tür.”
20. yüzyıl tiyatro teorisinde sosyal dram, analitik dram ya da dramda açık ve kapalı şekil gibi bölümlemeler ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda teknolojinin gelişmesi sayesinde radyofonik oyun ve film dramı gibi dramatiğin yeni çeşitleri ortaya konmuştur.
Bir psikodramdaki rol dağılımı esasen bir dramatik metin değil, daha ziyade bir terapi yöntemi anlamına gelmektedir. Son yüzyılda birçok tiyatro çeşidi dram metni olmadan oluşturulmuştur. Bunlar “Postdramatik Tiyatro” adı altında özetlenmiştir. Karşıt olarak internetteki (Chat) rol dağılımı ve oyunu çeşitleri doğaçlama ve yazılı olarak kararlaştırılan diyaloglar arasındaki farkı yumuşatmıştır.
Ünlü dram yazarları.
İngiliz yazar Shakespeare dramın ilk ürünlerini vermiştir. Ancak bu türün özelliklerini Victor Hugo belirlemiştir. Schiller, Goethe diğer ünlü dram yazarlarıdır.
Türk edebiyatı'nda Batılı anlamda sahne Tiyatro'su Tanzimat'tan sonra görülür. Bundan önce halk arasında yüzyıllardır sürmüş seyirlik oyunlar vardı. Ortaoyunu, meddah, Karagöz ile Hacivat bunların başlıcalarıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20119",
"len_data": 4448,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.85
}
|
Oyun, genellikle boş vakitleri değerlendirmek için yapılan eğlendirici ve bazen de öğretici faaliyet. Oyun sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20120",
"len_data": 155,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.43
}
|
TKP (İşçinin Sesi), liderliğini Rıza Yürükoğlu'nun (İsmail Nihat Akseymen) yaptığı bir siyasi harekettir. 1979'da "zayıf halka" tezleri ve bazı pratik sorunlara yönelik tartışmalar üzerinden TKP yönetimi tarafından tasfiye edildiler ve Şubat 1980'de TKP (işçinin Sesi) kurulur. Ayrılma sırasında iki MK (Merkez Komitesi) üyesi bu grupla birlikte hareket etmiştir: Rıza Yürükoğlu ve Haluk Yurtsever.
Rıza Yürükoğlu'nun yaşamının son döneminden itibaren bir dizi teorik-pratik hata sonucu üye tabanının önemli bir kısmını kaybetmiştir. Alevilik konusundaki yaklaşımları ile Türkiye'deki çoğu sosyalist örgütlenmeden farklılaşmıştır.
TKP (İşçinin Sesi), Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesine (FKBDC) katılım göstermiştir.
TKP (İşçinin Sesi), Eylül 1987 tarihinde kendini feshederek ismini TKP olarak değiştirir. Parti, günümüzde TKP ismini kullanarak faaliyet göstermektedir.
İşçinin Sesi.
"İşçinin Ses"i, partinin yayın organı olan aylık gazetedir. Parti kurucularından Rıza Yürükoğlu, Wimpy hamburger zincirinde çalışan Türkiye'den gelen işçilerin düzenlediği bir grev sırasında grevci işçilerle birlikte ""Grev" adlı bir Türkçe olarak yerel gazete çıkarmış ve bu gazete kısa bir süre sonra "İşçinin Sesi"" adını almıştır.
1976 yılında "İşçinin Sesi" gazetesi, yerel bir yayın olmaktan parti yayını olmaya geçti. "Atılım" dergisiyle birlikte iki merkez yayından biri haline geldi.
Parti merkez komitesinin aldığı karar gereği Eylül 1992-Eylül 1995 tarihleri arasında yayınını durdurmuş, ardından Eylül 1995 tarihinde 432. sayısı ile yeniden yayınlanmaya başlamıştır.
Parti içi siyasi çekişmelerde de taraf olan kadrosuyla TKP tarihinde önemli bir yer alır. "Özgür Bir Dünya İçin Direnen Kasabalılar" adlı sözlü tarih çalışması biçiminde hazırlanmış bir kitapta bunun örnekleri sunulmuştur. Hatta geçmişte parti içi silahlı çatışmaların da cephelerinden biri olduğuna dair iddia ve ithamlar da bulunmaktadır.
Geçmişte İşçinin Sesi grubu hakkında Türkiye devleti de tedbir alma gereği duymuş ve aralarına sızmak için MİT ajanı görevlendirilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20129",
"len_data": 2047,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.45
}
|
Vandallar, Doğu Cermen kavimlerindendir. Kavimler Göçü sırasında 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun değişik eyaletlerini yağmalamalarıyla tanınırlar. Bu eyaletler sırasıyla Galya ("Gallia"), Galiçya, Endülüs ("Hispania Baetica"), Kuzey Afrika ve Akdeniz adalarıdır.
Vandalların yurtları ve asılları kesin olarak bilinmemektedir. Ostrogotlar'ın kralı ve Vizigotlar'ın kral naibi olan Got kavminden olan Büyük Teoderik evlilik yolu ile Vandallara akrabaydı.
Vandallar, Galya ve İspanya'da büyük bir kıyım yaparak Afrika kıyılarına dek ilerlediler. 455 yılında Vandal Kralı Genserik, Roma şehrini yağmalamıştır.
Roma'nın yağmalanmasına atfen, "sebepsiz yere zarar verme" eylemine vandalizm denmeye başlanmıştır.
439 - 533 yılları arasında ilk kralları olan Genserik kısa süre ayakta kalan bir Kuzey Afrika'da Tunus merkezli Vandal Krallığı'nı kurdu.
Bu gelişmelerin sonrasında yıkılmanın eşiğine gelen Batı Roma İmparatorluğu, aşiretlere ayrıldı. Tüm gücünü yitiren Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkıldı.
Vandal Krallığı, Roma Cumhuriyeti tarafından yakılıp yıkılan Kartaca yerine yeniden kurulan kente hâkim oldular. Vandal Kralı, elit idarecileri ve krallığın üst tabakası koyu Ariusçu Hristiyandılar. Bu mezheplerini benimsetmek için Kalkedon Konsili ile ortaya çıkmış, Katolik Hristiyanlığa inanan yerli halka zaman zaman dinsel baskılar ve zulümler yaptılar. Özellikle Doğu Roma İmparatorluğu, bu dinsel zulmü bahane ederek Vandal Krallığı'na saldırmak ve bu barbar krallığı ortadan kaldırmak istemekteydi.
533'te Bizans İmparatoru Justinianus, Kuzey Afrika'ya büyük bir Bizans donanması ve Belisarius komutasında büyük bir Bizans ordusu gönderip Vandal Krallığı'nı istilaya başladı. Vandal Krallığı Bizanslılar'a yenilip, onların hâkimiyetine girince Vandal kavmi kendilerini muhafaza edemeyip tarihten silindi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20134",
"len_data": 1820,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.8
}
|
Pul kanatlılar (Lepidoptera), Kelebekler ve güveleri de kapsayan kanatlı böcekler takımıdır. Pul kanatlıların yaklaşık 180.000 türü tanımlanmıştır ve tanımlanmış toplam canlı türlerinin %10'unu temsil eder. 126 familya ve 46 üst familya ile Coleoptera'nın ardından ikinci büyük böcek takımı olup dünyadaki en yaygın olarak tanınan böcek takımlarından biridir.
Vücutları kiremit dizilişi şeklinde renkli gözle zor görülebilen pullarla örtülüdür. Pullar, uçları yassılaşarak genişlemiş kıllardır. Ufak sarsıntılarda koparlar. İki çift olan kanatlarının büyüklüğü türlere göre değişir. Pek az türde ve bazı türlerin dişilerinde kanat bulunmaz. Emici tipteki ağız parçaları hortum şeklindedir. Kullanılmadığı zamanlar bu hortum başın alt tarafında helezon biçiminde kıvrılır ve bal özünü emerler. Çiçeklerin balözünün tadını ayaklarıyla alırlar. Tat alma cisimcikleri ayaklarına yerleşmiştir. Ayaklarıyla çiçeğin suyunu kontrol ederler. Beğendikleri takdirde kıvrılı duran hortumlarını uzatarak emerler.
Ağız organları, yalnız çiçek tozu (polen) ile geçinen "Micropterygidae" kelebek familyasında çiğneyicidir. Tüylü başlarında büyükçe iki petek göz ve çoğunda iki nokta (osel) göz bulunur.
Kelebekler faaliyet durumlarına göre gece ve gündüz kelebekleri olarak iki gruba ayrılırlar. Gece kelebekleri kalın ve ağır vücutlarıyla alaca karanlıkta veya gece uçarlar. İnce kıl gibi olan antenlerinin ucu sivridir. Bazı türlerde antenlerde birer dizi tüy bulunduğundan tarak görünümündedirler. Genellikle renkleri mattır. Hızlı uçucudurlar. Bu uçucular diğer kelebeklere göre daha hızlı uçarlar fakat daha az uçarlar. Tehlike anında sürüden ayrılarak farklı yönlere kaçışırlar ve tehlike bittiğinde tekrar toplanırlar.
Gündüz kelebekleri gece istirahat edip, gündüz uçarlar. İnce ve hafif vücutludurlar. Anten uçları topuzludur. Kanatları renk ve desenlerle süslüdür. Uçuşları yavaştır. Bir yere konduklarında kanatlarını yukarıya dik tutarlar. Gece kelebekleri ise dinlenme hâlinde kanatlarını çatı gibi gövdelerinin üzerine kapatırlar veya tamâmen açık bırakırlar. Bu kâideler bütün kelebekler için geçerli değildir. Meselâ; Skiperler pervâne olmadığı halde antenleri incedir. Vücutları kalın ve renkleri mattır. Gündüz uçarlar. Çoğunlukla pervanelerle karıştırılırlar.
Gece kelebeklerinin işitme ve koku alma duyuları da çok hassastır. Bazı türlerin erkekleri, 5 km uzaktaki dişinin kokusunu alabilirler. Gündüz kelebeklerinin duyargaları (anten) çıplak olduğundan bu hassaslıktan mahrumdurlar.Renkleri onların her şeyidir...
Kelebekler yumurta ile çoğalırlar. Kelebek yumurtaları yarım küre, küre, silindir ve iğ şeklindedir. Dişileri yumurtalarını tek tek veya gruplar halinde ağaç kabukları veya yapraklar üzerine yapıştırarak bırakırlar. Bazıları da üst üste yapıştırarak kuleler meydana getirir. Bazıları yumurtaların üzerini vücutlarından kopardıkları kıllarla bir kürk gibi kapatırlar. Kışı geçirmek zorunda kalan yumurtalar “Korion” denen sert bir kabukla örtülüdür. Yumurtadan çıkan larvalara “tırtıl” adı verilir. Kışı genellikle tamamen gelişmiş olarak yumurta kabuğu içinde geçirir. İlkbaharda her yer yeşermeye başlayınca kabuğunu yırtarak besin aramaya çıkar. Dişi kelebekler yumurtlarken özellikle tırtılların beslendiği bitki türlerinin üzerine veya yakınına yumurtalarını bırakırlar.
Tırtıllarda üç çift göz ve 2-5 çift karın bacağı bulunur. Ağız parçaları ısırıcı çiğneyicidir. Alt dudağa dökülen ipek salgı bezleri vardır. Oburca beslenen tırtıllar, 4-5 defa deri değiştirirler. Normal iriliğe ulaşınca ipek salgısı ile kendilerine koza örerler.
Koza içinde erginin şekillendiği pupa durumuna geçer. Bir müddet sonra pupa kabuğunu yırtar ve kozadan genç ergin yeni kelebek ortaya çıkar. Fakat hemen uçamaz. Kanatlarındaki damarların kanla dolması ve kuruyarak güçlenmesi için birkaç saat beklemesi gerekir. Bazı erginlerin ömrü 24 saat, bir kısmının 1-2 aydır. Hayatları birkaç mevsim sürenler kış uykusuna yatar veya daha sıcak bölgelere göç ederler. Bunlar yüzlerce kilometrelik yolu uçabilecek güçtedir. Birleşik Krallık'ta yaygın bir tür, havalar soğumaya başlayınca Kuzey Afrika'ya göç eder. Kuşların aksine kelebeklerin göçü tek yönlüdür. Amerika'da yaşayan bir çeşidin dışında hiçbiri geri dönmez.
Bazı kelebekler zehirlidir. Bunlar çok yavaş uçar ve göz kamaştırıcı parlak renklere sahiptir. Bu renkler düşmanlarına karşı bir ikaz işaretidir. Böcekçil hayvanlar bunları yemekten çekinirler. Bazı kelebekler de, sahte kafa işaretleri, kanatlarındaki göz işaretleriyle ve antene benzeyen kuyruk uzantılarıyla düşmanlarını şaşırtarak kendilerini korurlar. Bu işaretlere aldanan avcı hayvanlar, kelebeklerin öldürücü olmayan kısmına saldırır. Yırtık kanatlı bir kelebek hayatını sürdürebilir. Birçokları da kondukları yerlerde tamamen kamufle olabilirler. Kuru yaprak görünümündeki bazı kelebekleri kondukları yerden ayırt edebilmek çok zordur. Ayrıca çiçeklerde insanların çıplak gözle göremediği bir ışık vardır. Bu ışık sayesinde kelebekler çiçeği görürler.
Biyoloji.
Genel açıklama.
Yetişkin kelebekler, Lepidoptera'ya adını veren (Antik Yunanca λεπίς lepís, ölçek + πτερόν pterón, kanat) pullu kaplı dört kanatlarıyla tanımlanır. Bu pullar kelebeğe kanat rengini verir: onlara siyah ve kahverengi veren melaninler ve ayrıca onlara sarı veren ürik asit türevleri ve flavonlar ile pigmentlidirler, ancak çoğu maviler, yeşiller, kırmızılar ve yanardöner renkler, pulların ve kılların mikro yapıları tarafından üretilen yapısal renklenme tarafından oluşturulur.
Tüm böceklerde olduğu gibi vücut üç bölümlüdür: baş, göğüs ve karın. Göğüs, her biri bir çift bacak içeren üç bölümden oluşur. Çoğu kelebek ailesinde antenler, ipliksi veya tüylü olabilen güvelerin aksine sopa şeklindedir. Uzun hortum, çiçeklerden nektar yudumlamak için kullanılmadığında kıvrılabilir.
Neredeyse tüm kelebekler gündüzcüdür, nispeten parlak renklidir ve dinlenirken kanatlarını vücutlarının üzerinde dikey olarak tutarlar, gece uçan güvelerin çoğunun aksine, genellikle şifreli bir şekilde renklidir (iyi kamufle edilmiş) ve ya kanatlarını düz tutar (güvenin üzerinde durduğu yüzeye değecek şekilde) ya da vücutlarının üzerine sıkıca katlarlar.
Sinek kuşu şahin güvesi gibi bazı gündüz uçan güveler, bu kuralların istisnalarıdır.
Kelebek larvaları, tırtıllar, sert (sklerotlu) kafalıdır ve güçlü çeneleri çoğunlukla yapraklar olan yiyeceklerini kesmek için kullanılır. Karında on segmentli, genellikle 3-6 ve 10. segmentlerde kısa prolegleri olan silindirik gövdeleri vardır; göğüs kafesindeki üç çift gerçek bacağın her biri beş parçalıdır. Birçoğu iyi kamufle edilmiştir; diğerleri, besin bitkilerinden elde edilen zehirli kimyasallar içeren parlak renkler ve kıllı çıkıntılarla aposmatiktir. Krizalit veya koza, güvelerin aksine kozaya sarılmaz.
Pek çok kelebek cinsel olarak dimorfiktir. Dişilerin heterogametik cinsiyet (ZW) ve erkeklerin homogametik (ZZ) olduğu kelebeklerin çoğunda ZW cinsiyet belirleme sistemi vardır.
Dağılım ve göç.
Kelebekler, Antarktika dışında dünya çapında dağılmışlardır ve toplamda yaklaşık 18.500 türleri vardır. Bunlardan 775'i Nearctic; 7.700'ü Neotropik; 1.575'i Palearktik; 3,650'si Afrotropikal; ve 4.800'ü birleşik Doğu ve Avustralya/Okyanusya bölgelerine dağılmıştır. Kral kelebeği Amerika'ya özgüdür, ancak on dokuzuncu yüzyılda veya öncesinde tüm dünyaya yayılmıştır ve halen Avustralya'da, Yeni Zelanda'da, Okyanusya'nın diğer bölgelerinde ve İber Yarımadası'nda bulunur. Nasıl dağıldığı belli değildir; yetişkinler rüzgarla uçmuş olabilir veya larvalar veya pupalar yanlışlıkla insanlar tarafından taşınmış olabilir ama yeni ortamlarında uygun konukçu bitkilerin varlığı yerleşmeleri için şarttır.
Vanessa cardui, kral ve birkaç danaine gibi birçok kelebek türü uzun mesafelere göç eder. Bu göçler birkaç nesil boyunca gerçekleşir ve tek bir birey tüm yolculuğu tamamlamaz. Kuzey Amerika'nın doğusundaki kral nüfusu, Meksika'daki kışlama bölgelerine güneybatıya binlerce mil seyahat edebilir. İlkbaharda tersine göç olur. Son zamanlarda, İngiliz boyalı hanım kelebeğinin, kral kelebeğinince yapılan ünlü göçlerin neredeyse iki katı kadar tropik Afrika'dan Kuzey Kutup Dairesi'ne kadar art arda altı nesil boyunca bir dizi adımda 9.000 millik bir gidiş-dönüş yolculuğu yaptığı kanıtlandı. Hindistan yarımadasında muson ile ilişkili muhteşem büyük ölçekli göçler görülür. Göçler daha yakın zamanlarda kanat etiketleri kullanılarak ve ayrıca kararlı hidrojen izotopları kullanılarak incelenmiştir.
Kelebekler, zaman telafili güneş pusulası kullanarak yön bulur. Polarize ışığı görebilir ve bu nedenle bulutlu koşullarda bile yön bulabilirler. Morötesi spektrumunun yakınındaki polarize ışık özellikle önemli görünür. Birçok göçmen kelebek, üreme mevsimlerinin kısa olduğu yarı kurak bölgelerde yaşar. Konukçu bitkilerin yaşam öyküleri de kelebek davranışını etkiler.
Yaşam döngüsü.
Yetişkinlik aşamasındaki kelebekler, türlerine bağlı olarak bir haftadan bir yıla kadar yaşayabilirler. Pek çok türün uzun larval yaşam evreleri vardır, diğerleri pupa veya yumurta evrelerinde hareketsiz kalabilir ve böylece kışları hayatta kalabilir. Melissa Arctic (Oeneis melissa) tırtıl olarak iki kez kışı geçirir Kelebekler yılda bir veya daha çok yavruya sahip olabilir. Yıllık nesil sayısı ılıman ila tropik bölgeler arasında değişir ve tropikal bölgeler çoknesilliğe doğru eğilimlidir.
Kur yapma genellikle havadar ve sıklıkla feromon'ları kapsar. Kelebekler daha sonra çiftleşmek için yere veya bir tüneğe konar. Çiftleşme kuyruktan kuyruğa gerçekleşir ve dakikalardan saatlere kadar sürebilir. Cinsel organlarda bulunan basit ışıkalıcı (fotoreseptör) hücreler, bu ve diğer yetişkin davranışları için önemlidir. Erkek dişiye bir spermatofor geçirir; sperm rekabetini azaltmak için onu kokusuyla kaplayabilir veya Apollos (Parnassius) gibi bazı türlerde yeniden çiftleşmesini önlemek için genital açıklığını tıkar.
Kelebeklerin büyük çoğunluğunun dört aşamalı bir yaşam döngüsü vardır; yumurta, larva (tırtıl), pupa (koza) ve imago (yetişkin). "Colias", "Erebia", "Euchloe" ve "Parnassius" cinslerinde, üreyen az sayıda tür bilinmektedir yarı-partenogenetik olarak; dişi öldüğünde karnından kısmen gelişmiş bir larva çıkar.
Familyaları.
Gündüz kelebekleri
Gece kelebekleri
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20136",
"len_data": 10201,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.59
}
|
Bir ortam oynatıcısı (ing. "media player". medya oynatıcısı, ortam çalıcısı olarak da adlandırılır/bilinir) çokluortam dosyalarını oynatamaya yarayan uygulamadır. Birçok ortam oynatıcısı ses ve görüntü dahil bir dizi çoklu-ortam biçimlerini destekler.
Bazı ortam oynatıcılar sadece müzik veya görüntü oynatabilirler, bunlar müzik çalar ve görüntü oynatıcı olarak bilinirler.
Bu oynatıcılar, belli çoklu ortam biçimlerine yöneldikleri için diğerlerinden daha iyi olabilirler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20143",
"len_data": 474,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.54
}
|
Eflani, Karabük'ün kuzeydoğusunda bulunan bir ilçe.
Merkezinde ve çevre köylerinde kaya mezarları, tarihi su yolları, türbeler ve camiler bulunmaktadır.
İlçede mermer ocakları vardır, çıkartılan mermerlerin büyük bir bölümü ihraç edilmektedir. Her yıl Hindi Festivali ve Karabük, Kastamonu ve Bartın illeri ile ortak sınırlara ve Türkiye'nin en uzun yaylası unvanına sahip Ulu Yayla'da Ulu Yayla Şenlikleri yapılmaktadır. Ulu Yayla şenlikleri Sinsin Ekibi, Mehter gösterileri(davul, zurna, keman ve köçek eşliğinde yapılan bir gösteri) ile başlamakta ve diğer eğlencelerle sürmektedir.
Eflani'nin bilinen tarihi, Bitinyalılar tarafından buraya bir savunma kalesi kurması ile başlar. 1084'te Kara Tigin Bey tarafından ele geçirilen bölge, bir süre sonra Bizans hakimiyetine girmiş ve 1213'te tekrar Türk hakimiyetine geçmiştir. Kastamonu'nun sancak olmasından sonra Eflani'nin stratejik ve askeri önemi azalmıştır.
Tarihi.
Bitinya Kralı II. Nikomedes saraydaki iktidar kavgalarını önlemek için, Paflagonya bölgesine oğlu Pylaimenes'i özerk kral olarak atamıştır.MÖ 1. yüzyılda Roma ile Bitinya arasında savaşlar sürmekte idi, bu sebeple Bitinyalıların burada bir savunma kalesi kurdukları düşünülmektedir. 1084'te Kastamonu ve Sinop bölgelerini hakimiyeti altına alan Kara Tigin Bey (Emir Karatekin), Eflani bölgesine de hakimiyeti altına almıştır. Daha sonra Bizans hakimiyetine geçen bölge 1213 yılında tekrar Türk hakimiyetine geçmiştir. Sultan Mesut bölgedeki karışıklıkları sonlandırması için görevlendirdiği komutanın, karşı safa geçmesi üzerine, bölgeyi Kastamonu bölgesi komutanlarından Şemsettin Yaman Candar'a vermiştir. 1292'de Mahmut'un Kastamonu Kalesi'ni Candar Bey'e teslim etmemesi üzerine, Şemsettin Yaman Candar Eflani'de bulunan kaleye yerleşmiş ve 1309'da Eflani Candaroğulları Beyliği'nin ilk merkezi durumuna gelmiştir. Kastamonu Süleyman Paşa tarafından tekrar alınmış ve beyliğin merkezi Kastamonu'ya taşınmıştır. Kötürüm Beyazıt'ın oğlu 11. Süleyman Bey, I. Murat'ın yardımı ile yönetime gelmiştir ve buna karşılık Eflani kalesi ve çevresini hediye olarak vermiştir. Bölge Amasra'da bulunan Cenevizlilere ve Candaroğulları'na karşı bir savunma noktası oluşturmuştur. Fatih Sultan Mehmet Ceneviz problemini çözmek için 1459'da çıktığı Amasra seferinde, birliklerini Eflani'de toplamıştır.
Kastamonu'nun sancak olarak Anadolu Beylerbeyliği'ne katılmasıyla, Eflani stratejik ve askeri önemini kaybetmiş ve Pazar olarak anılmaya başlamıştır. Kastamonu Sancak Beyliği'ne bağlanan bölge, tanzimat fermanının ardından kurulan vilayet teşkilatı ile 35 köyüyle Kastamonu Vilayeti'nin Safranbolu ilçesine bağlı bir bucak haline gelmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Kastamonu iline bağlı Safranbolu ilçesine bağlıydır. Cumhuriyet dönemine geçildiğinde, 1927'e kadar Kastamonu ilinin Safranbolu ilçesine bağlı olan Eflani, 1927'de Zonguldak iline bağlanmıştır. 03.03.1953 tarihli ve 8349 sayılı Resmi Gazete' de yayınlanan 6068 sayılı Kanun ile ilçe merkezi olan Eflani, 1994'te Karabük'ün il olması ile 54 köyü ve 5 mahallesi ile küçük bir ilçe durumuna gelmiştir. 1 Eylül 1953 tarihinde ilçe merkezinde belediye teşkilatı kurulmuştur.
Coğrafya ve İklim.
Karabük iline 47 km uzaklıkta olan Eflani, yüksek dağlar ve vadiler arasında yer alır, yüzölçümü 536 km2 ve râkımı 930 metredir. Eflani şehir merkezi nüfusu 2.155 ve köylerle birlikte toplam nüfusu 10.101 kişidir. İlçenin en önemli yükseltisi 1043 metre yüksekliği ile Tepedağ'dır. Eflani 1953 yılında ilçe olmuş, 1995 yılına kadar Zonguldak'a bağlı kalmıştır ve ardından Karabük iline bağlanmıştır.
Yağışlı bir iklime sahip olan Eflani, zengin bir bitki örtüsü ve orman alanlarına ve mermer yataklarına sahiptir. Çıkartılan mermerlerin önemli bir kısmı ihraç edilmektedir. Ormancılık ve hayvancılık bölge ekonomisinde önemli yere sahiptir. Ortakçılar (Bostancı), Bostancılar ve Esencik (Kulüp Köyü) isimlerinde üç tane göleti bulunmaktadır. Her yıl Aralık ayının 2. haftasında Hindi Festivali yapılmaktadır ve yine her yıl Ulu Yayla Şenlikleri yapılmaktadır.
Bölgedeki tarihi yapıtlardan; Taşhan, Evliyahanı ve Refikdayıoğulları Oteli ile Tabaklar Köprüsü özelliklerini korumaktadırlar. Gelicek ve Karacapınar köylerindeki birçok ev koruma altına alınmıştır. Tarihî eserler arasında, kalıntılarına rastlanan su yolları, manastır yıkıntıları, kaya mezarları, tümülüsler ve höyükler ile mağaralar mevcuttur. Eflani ilçesi düz, yüksek ve bozkırlı bir arazide kurulduğu için kışları çok sert geçer. Ölçülen en düşük sıcaklık 29 Şubat 1929 yılında -43.7 derecedir.
Yönetim.
Tanzimat fermanına kadar Kastamonu Sancak Beyliğine bağlı olan Eflani, fermanın ardından Kastamonu Vilayeti'nin Safranbolu ilçesine bağlı bir bucak haline gelmiştir. 1927 yılında ise Zonguldak iline bağlanmış, 1953'te çıkartılan 6608 sayılı kanun ile ilçe merkezi olmuş ve 1 Eylül 1953 tarihinde ilçe merkezinde belediye teşkilatı kurulmuştur. 1996'da Karabük'ün il olması sonucunda, 54 köyü ve 5 mahallesi ile Karabük'ün ilçesi durumuna gelmiştir.
Eflani Kaymakamı, Tolga Özdemir'dir. İlçede yalnızca Eflani belediyesi vardır. 2004 yılı seçimlerinde İbrahim Ertuğrul 775 oy ile, oyların % 42.84'ünü alarak Eflani Belediye Başkanlığına seçilmiştir. Seçmen sayısının 2,245 olduğu 2004 yılı seçimlerinde, katılım oranı % 81.69 olmuştur.
Eğitim.
Eflani'de Eflani İMKB Çok Programlı Lisesi, Eflani Atatürk İlköğretim Okulu, Şehit Alişen Korkut İlköğretim Okulu, Avni Akyol Yatılı İlköğretim Bölge Okulu ve Şehit Yaşar Semerci İlköğretim Okulu olmak üzere 5 okul bulunmaktadır.
Eflani İMKB Çok Programlı Lisesi 1977'de eğitime açılmıştır ve 2000-2001 yıllarında bünyesine Ticaret Lisesi Muhasebe bölümü ve Kız Meslek Lisesi Giyim Teknolojisi Bölümleri'ni alarak çok programlı liseye dönüşmüştür. Ekim 2005'te İMKB tarafından yaptırılan yeni binaya taşınmış ve adını Eflani İMKB Çok Programlı Lisesi olarak değiştirilmiştir. 2007-2008'de Çocuk Gelişimi bölümü açılmıştır. Okulun yabancı eğitim dili İngilizcedir. Açık basketbol ve futbol sahası bulunmakta olan okulun kullanım alanı 5.238 m2'dir.
1993'te kurulan Şehit Yaşar Semerci İlköğretim Okulu, şehir merkezine 10 km uzaklıkta Osmanlar Köyü'nde bulunmaktadır. Avni Akyol Yatılı İlköğretim Bölge Okulu 1992'de, ve Eflani Atatürk İlköğretim Okulu ise 1927'de kurulmuştur,
Yükseköğretim kurumu olarak Karabük Üniversitesi'ne bağlı Eflani Meslek Yüksekokulu bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20147",
"len_data": 6358,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.46
}
|
Eskipazar, Karabük'ün bir ilçesi. Eskipazar'a 3 km uzaklıkta Hadrianapolis antik kenti bulunmaktadır.
Eskipazar, Gerede-Karabük yolunun hemen dışında bulunmaktadır. Bu yol ise İstanbul ile Batı Karadeniz'in büyük bir bölümünün ulaşımını sağlamaktadır. Karadeniz Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesi arasında kaldığından geçiş iklimine sahiptir. Halkın geçimi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
1995 yılına kadar Çankırı'ya bağlı bir ilçeydi, ancak 1995 yılında Karabük il olunca ona bağlandı.
Eskipazar köylerinde genel olarak gelenekler devam ettirilmektedir. Köylerde, köy odalarına rastlanmaktadır. Bu odalarda düğün, nişan ve dini bayramlarda toplanılır.
Tarihçe.
Eskipazar ilçesi hakkında, Karadeniz bölgesinin eski bölge adı olan Paflagonya bölgesi sınırları içinde kalmaktadır. Ayrıca ilçe Hadrianapolis antik yerleşim izlerinide taşımaktadır. Yapılan arkeolojik kazılarda antik kentin yapıları 1500 yıllık olduğu tahmin edilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20148",
"len_data": 933,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.38
}
|
Yenice, Karabük'ün bir ilçesidir.
Coğrafya.
İlçe coğrafi yapısı gereği çok engebeli araziye ve çok yoğun ormanlık alanlara sahiptir. İlçe merkezinin ortasından Filyos Çayı ve İncedere Çayı geçmektedir. Ormanlarında standartların çok üzerinde boy ve çapa ulaşmış anıt ağaçlar ve çok miktarda ağaç türü bulunmaktadır. Ayrıca "orman denizi" denilen içinde hiçbir yerleşim yeri olmayan kesintisiz ormanlara sahiptir.
Nüfus.
2020 adrese dayalı nüfus sayımına göre yoğun miktarda göç vermiş olduğu anlaşılan ilçenin merkez nüfusu 9.306, toplam nüfusu ise 20.116 kişidir. İlçe merkezinde 11 mahallesi olup, 1 beldesi ve 34 köyü bulunmaktadır.
İlçe 1990'lı yıllardan sonra özelleştirmeler ile birlikte iş imkânlarının azalması ve yeni yatırımların yapılmaması nedeniyle yoğun olarak göç vermektedir. İlçe merkezinin nüfusu yaz aylarında daha bağını koparmamış yurt dışından ve diğer şehirlerden gelen Yeniceliler nedeniyle yoğun olur. Yenice çoğunlukla ağaçlarıyla bilinir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20150",
"len_data": 965,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.44
}
|
Bir USB hub (USB göbeği) tek bir USB kapısına birden çok USB araçlarının bağlanmasına izin veren bir araçtır. Standart bir USB göbeği bilgisayar üzerindeki USB kapısına bağlamak için bir USB kablosu ve ön yüzünde belli sayıda USB kapısı içerir. Piyasada USB çoklayıcı olarak da adlandırılır.
Bir bus powered hub (yoldan güç beslemeli göbek) ev sahibi bilgisayarın USB arayüzünden gücünü alan bir göbektir. Bu nedenle ayrıca bir güç bağlantısına ihtiyacı yoktur. Yine de birçok araç bu uygulamanın sağlayabileceğinden daha fazla güce ihtiyaç duyar ve bu çeşit göbek ile çalışmaz. Tam tersine self powered hub (kendinden güç beslemeli göbek) gücünü harici bir güç desteğinden alan bir göbektir ve bu sayede tüm kapıları tam güç verebilir. Göbeklerin pek çoğu gerek yoldan güç beslemeli gerekse kendinden güç beslemeli olarak çalışabilirler.
USB 2.0 araçlarının yüksek hızda çalışabilmeleri için araç ile PC arasındaki tüm göbeklerin USB 2.0 olması gerekmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20151",
"len_data": 960,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.64
}
|
Yenice ile aşağıdakiler kastedilmiş olabilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20162",
"len_data": 45,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.24
}
|
Ovacık şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20163",
"len_data": 30,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 1.12
}
|
Tūnyokuk (Eski Türkçe: , Çince: 暾欲谷; Pinyin: tūnyùgǔ, Wade-Giles:, T'un-yü-ku, tam: Bilge Tūnyokuk Boyla Bağa Tarkan, Çince adı: Ashide Yuan-zhen, 阿史徳元珍; Pinyin: āshǐdé yuánzhēn, Wade-Giles: a-shih-te yüan-chen; 646 - ö. 724), Göktürk Kağanlığının "yabgu"sudur. "Aşina" ailesinin akrabalarından Göktürk "Aşide" ailesindendir. Göktürkler ve diğer Türk göçebe imparatorluklarının kurucusu ve yönetenleri, Aşina sülalesindendir.
Ayrıca Tūnyokuk, Çin kaynaklı dinlerin Türk boyları arasında yayılmasına izin vermemiş ve bunların Türklerin hareketli hayatına uymayan, savaşçılık yeteneklerini köreltebilecek anlayışlar içerdiğini söylemiştir.
Orhun Yazıtları.
Orhun Yazıtlarında ismi olarak yazılmıştır. Ayrıca Bilge Tonyukuk 1. taş, 1. yüz, (Batı yüzü) 7. dizide şöyle yazılmıştır;
"Bilge Tonyukuk ben özüm Tabgaç iliñge kılındım. Türk budun tabgaçka körür erti." (Bilge Tonyukuk ben kendim, Tabgaç ilinde doğdum. Türk budunu Tabgaç'a bağlı idi.)
Orhun yazıtları Bilge Kağan ve Kül tigin dışında aslında genelde hakanlar için yazılması gerekenden farklı olarak bir siyasi kişi olan Tonyukuk hakkında da dikilmiştir. Tonyukuk "Gök gibi ve gökten olmuş" şeflerden biri değildir.
Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Bu anıt Göktürk alfabesi ile yazılmıştır. Göktürk alfabesi ilk olarak bu anıtlar üzerinde bulunabilir. Tonyukuk Bilge Kağan'ın veziridir. Tonyukuk, bilgisi ve tecrübesiyle Bilge Kağan'a yol gösteriyordu.
Yazıtlara "Orhun Yazıtları" denilmesinin sebebi de bu yazıtların Orhun Nehri dolaylarında dikili olmasıdır. Yazıtlar 19. yüzyılda (1893), Danimarkalı Türkolog Wilhelm Ludwig Peter Thomsen tarafından tercüme edilmiştir.
Çin Kaynakları.
Orhun yazıtlarından sonra Tonyukuk hakkında bir diğer kaynak da Tang dönemi Çin yıllıklarıdır. Tonyukuk, Kapgan Kağan'ın yönetimi esnasında strateji ve planlamadan sorumlu üst düzey bir devlet görevlisiydi. Kül Tigin amcası Kapgan'ın ölümü sonrası amcaoğlu İnel Kağan'a bir darbe düzenleyerek kardeşi Bilge'yi kağan ilan etti. Kapgan ve İnel kağan dönemlerinde görev alan birçok devlet adamı bu yönetim değişikliği sırasında azledildi ya da öldürüldü. Ancak Tonyukuk kızı Bügü Hatun'un Bilge Kağan'la evli olması nedeniyle kağanlığa hizmet etmeye devam etti ve itibarını korudu. Tonyukuk, Bilge Kağan devrinde Bilge Kağan'ı Budizm dinini yayma ve yerleşik hayata geçme düşüncelerinden vazgeçirmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20167",
"len_data": 2394,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.39
}
|
Airbus SE, Avrupa merkezli çok uluslu bir havacılık şirketidir. 2019 itibarıyla Airbus, dünyanın en büyük uçak üreticisi ve en çok uçak siparişi alan şirketidir. Kurumsal merkezi Hollanda'da bulunan şirketin hisseleri Fransa, Almanya ve İspanya'da işlem görür. Airbus, tasarladığı ve ürettiği sivil ve askeri uçakların dünya genelinde satışını yapar. Uçaklar hem Avrupa Birliği içinde hem de diğer ülkelerde üretilir. Şirketin üç ana bölümü vardır: ticari uçaklar, savunma ve uzay, helikopterler.
Şirketin sivil havacılık bölümünün merkezi Fransa'nın Toulouse şehrindedir. Üretim tesislerinin çoğu Avrupa Birliği'nde (Fransa, Almanya, İspanya) bulunmakla birlikte Çin, İngiltere ve ABD'de de tesisleri vardır. Son montaj işlemleri Fransa'nın Toulouse, Almanya'nın Hamburg, İspanya'nın Sevilla, Çin'in Tianjin ve ABD'nin Mobile, Alabama şehirlerinde yapılır. Şirket, dünyanın ilk ticari dijital fly-by-wire uçağı olan Airbus A320'nin ve dünyanın en büyük yolcu uçağı olan A380'in üretimini ve satışını yapar. Şirketin 12.000. uçağı olan bir A220, 20 Mayıs 2019'da Delta Air Lines'a teslim edilmiştir. Ekim 2016 itibarıyla dünya genelindeki Airbus uçakları 110 milyondan fazla uçuş yapmış, 215 milyar kilometre yol kat etmiş ve 12 milyar yolcu taşımıştır. 2019 itibarıyla Airbus dünyanın en büyük uçak üreticisidir ve en fazla uçak siparişi alarak rakibi Boeing'i geride bırakmıştır.
Airbus, Hollanda'nın Leiden şehrinde kayıtlı bir şirket olmakla birlikte Toulouse'daki genel merkezden yönetilir. Hisseleri Fransa, Almanya ve İspanya'da işlem görmektedir. Şirket CEO Guillaume Faury tarafından yönetilmektedir ve Euro Stoxx 50 borsa endeksinin bir bileşenidir.
A320 modeli denilen ve A318, A319, A320 ve A321 modellerini kapsayan seri Almanya'nın Hamburg kentinde montajlanırken diğer modeller Fransa'da montajlanmaktadır. Her seride ayrı dağılım göstermekle birlikte genelde:
İlk üretilen model A300'tür, daha sonra bunu sırasıyla A310, A320, A330, A340 ve en son A380 izlemiştir. Ayrıca A350 XWB modeli de tasarlanmış ve hizmete sunulmuştur.
Tarihçe.
Bugünkü Airbus SE, 1970 yılında Airbus Industrie GIE konsorsiyumunun oluşumuna kadar uzanan, Avrupa havacılık endüstrisindeki uluslararası konsolidasyonun ürünüdür. 2000 yılında, Avrupa Havacılık Savunma ve Uzay Şirketi (EADS) NV kuruldu. EADS, güvenlik ve uzay faaliyetleriyle ilgili diğer yan kuruluşlara ek olarak, 1992'de kurulan önceden var olan Eurocopter SA'nın %100'üne ve Airbus Industrie GIE'nin %80'ine sahipti. 2001 yılında, Airbus Industrie GIE, basitleştirilmiş bir anonim şirket olan Airbus SAS olarak yeniden düzenlendi. 2006'da EADS, BAE Systems'in Airbus'ın kalan %20'sini satın aldı. EADS NV, sırasıyla 2014 ve 2015'te Airbus Group NV ve SE olarak yeniden adlandırıldı. Airbus Group SE bünyesindeki Airbus SAS bölümünün hakimiyeti nedeniyle, bu ana ve yan şirketler, ana şirketin adı korunarak Ocak 2017'de birleştirildi. Şirkete şimdiki adı Nisan 2017'de verildi.
Uçak model tabelası.
2005 başında deneme uçuşlarına başlayan A380 modeli, şu ana kadar üretilmiş en büyük yolcu uçağı unvanını kazanmıştır. 2011 cirosu 33.1 milyar Avro olan şirketin, toplam 63.000 çalışanı vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20175",
"len_data": 3150,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.42
}
|
Zeus (Eski Yunanca: , "Zeús"; Modern Yunanca: Δίας, "Días"), "Tanrıların ve İnsanların Babası" ve Yunan mitolojisinde en güçlü ve önemli tanrıdır. Roma'da Jüpiter olarak da bilinir. Göklerin, şimşeklerin ve gök gürültülerinin tanrısıdır. Çoğu zaman elinde bir şimşek ile resmedilmiştir. Bereket ile özdeşleşmiştir, yağmur ondan beklenir. Titan Kronos'un ve eşi Rhea'nın en küçük çocuğu ve oğludur. Tanrıça Hera'nın kocasıdır. Simgesi şimşeğin yanında boğa, kartal ve meşe ağacıdır. Aynı zamanda tanrıların kralı olduğu için taht ve asa ile de sık sık betimlenir. Ayrıca Athena'nın ona hediyesi olan Aegis'in de taşıyıcısıdır. Zeus'un en eski kült ve bilicilik merkezi Yunanistan'daki Dodona antik şehirdir. Habercisi oğlu Hermes'tir. Gigantlar arasındaki karşıtı Kral Porphyrion'dur.
En bilinen özelliklerinden biri çapkın oluşudur. İstediği her şeyin şekline girebilen Zeus'un Leda için kuğu, Antiope için satir, Aegina için ateş, Danae için altın yağmuru, Alkmene için kocasının kılığına, Hera için guguk kuşu, Callisto için Bakire Tanrıça Artemis'in kılığına, Mnemosyne için yakışıklı bir çoban, İo için bulut, Demeter için geyik, Europa için boğa oluşu kudretine en iyi örnektir. Ölümlü ölümsüz herkese aşık olabilen tanrıların tanrısı Zeus çapkınlığı yüzünden eşi Hera tarafından sürekli takip ettirilmektedir. Tanrı Zeus'un tahtı için yaptıkları şeylerin başlıcaları şunlardır: Eşi Metis'i yutması, Prometheus'u zincirlemesi, Thetis'i bir ölümlü ile evlendirmesi.
Babası olan Titan Tanrı Kronos'u diğer Olimpos tanrılarının yardımıyla yer Tartarusa hapsetti. Sonra Atlantisliler Tanrı Zeus'un takipçilerini (yani Yunanları) ellerinde olmadan (çünkü onlara tuzak kurulmuştu) yok ederek Olimposlu tanrıların gücünü azaltıp Kronos ve yanındaki diğer Titanları serbest bıraktılar.
Zeus ayrıca İksion, Salmoneus, Arkadya Kralı Lykaon ve ateşi çalan Prometheus'u küstahlıkları nedeniyle cezalandırmıştır.
En bilinen efsanesi.
Tanrı Zeus'un en bilinen efsanesi Hera'nın yanına Poseidon, Apollon ve Athena'nın desteğini alarak kronos'u devirme girişiminde bulunmasıdır:
Zeus'un diğer kadınlarla ilişkisine kızan Hera bir plan kurar ve bu plan Baş tanrıyı devirmektir Poseidon, Apollon, Athena ve Hera yani bir İtilâf yapan bu dört tanrı Zeus'u altın bir ağ ile bağlar fakat Thetis, Olimpos’ta oluşabilecek karışıklığı önceden görüp ve yüz elli Briareus’tan yardım ister ve Briareus'un ağı çözmesiyle Zeus kurtulur ve hepsini cezalandırır: Hera'yı yüksek bir yere asarak, ayaklarına ağırlık bağlar ve tanrıların teker teker sadakat yemini etmediği müddetçe Hera'yı serbest bırakmayacağını söyler. Bunun ardından isyana karışmış Poseidon ile Apollon'u da ceza olarak Truva Kralı Laomedon'a hizmet etmeye yollar. Laomedon Apollon'a çobanlık yapmasını yani sürülerini otlatma emri verir. Poseidon'a ise çıplak elleriyle Truva şehrinin etrafına yeni duvarlar yapma emrini verir. Uzun bir zaman sonra Poseidon ve Apollon'un sürgünü biter ve Zeus onları Olimpos'a geri alır. Dionysos'a ise 100 yıl şarap içmeme cezası verir ama kısa bir zaman sonra onun üzüntüsüne dayanamayıp cezasını bitirir.
Çapkınlığı.
Tanrı Zeus Yunan Tanrıları arasında en çapkını ve en çok çocuğu olan Tanrı'dır. Öyle ki çapkınlığı tanrıçaları, kadınları, nemfleri, Titanları bile kapsamaktadır. Yaptığı kandırmacalar ile herkesi elde edebilmektedir. Kız kardeşleri Hera ve Demeter'in yanı sıra kendi kızı Persephone'ye bile aşık olmuş hatta ondan Zagreus isminde bir oğlu olmuştur.
Doğumu.
Kronos ile Rhea'nın evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk dünyaya gelir. Babası Uranüs'e yaptıklarını unutmayan Kronos kendisinin de oğullarından aynı karşılığı göreceğinden korkar ve bu yüzden karısının her yeni doğurduğu çocuğu yutup, karnında saklar. Bu duruma üzülen Rhea ise Gaia'nın öğütleri ile yalnız Zeus'u onun elinden kurtarır. Tanrıça, Zeus'u yanına alarak gecenin karanlığından faydalanarak çabucak koşup Girit Adası'nda İda Dağı'nın tepesine çıkar. Orada Gaia çocuğu alır ve onu bir mağaranın dibine saklar. Rhea ise geri dönüp bir kocaman taşı kundak bezlerine sarıp Kronos'a verir.
Çocukluğu.
Rhea, Zeus'u Girit'teki İda Dağı'ndaki bir mağarada saklar. Bundan sonra Zeus, hikâyenin değişen sürümlerine göre sırayla;
Tanrıların kralı oluşu.
Olgunluk çağına gelince Zeus, saklandığı mağaradan çıkar. Ve savaşa hazırlanır. İlk iş olarak yer altı ülkesine gider ve Kronos'un hapsettiği kiklopları ve elli başlı, yüz kollu hekatonkheirleri serbest bırakır. Kikloplar ise buna karşılık yıldırımlarını hediye eder. Savaş, Kiklopların hekatonkheirlerle birlikte devasa büyüklükteki kayaları gökyüzündeki titanlara savurmasıyla başlar. Her bir hekatonkheir, yüz koluyla aynı anda yüz taş atabildiğinden aynı anda çok büyük miktardaki iri kayayı titanlara atarak onları geri püskürtürler. Bu esnada Zeus da şimşekleri ile Titanlara saldırır. Sonra da Rhea'nın verdiği kusturucu bir içecek ile Kronos'u yuttuğu tanrıları ve taşı çıkarmaya zorlar. Titanomachy (Titan - Tanrı savaşları) adlı savaşta Zeus ve kardeşleri, Hekatonkheirler ile Kikloplarlarla beraber Kronos ile titanlara karşı savaşırlar. Sonra da Kronos ve titanları gökten kovup dünyanın dibine, yerin ve denizin alt tabakasının daha da altına, Tartarus'a atar. Bu savaşta Zeus'a karşı savaşan titanlardan biri olan Atlas, Zeus tarafından gök kubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırılır. Bunların ardından Tanrılar arasında kura çekilir. Ve Hades'e yer altı, Poseidon'a denizler Zeus'a ise gökler düşer. Bu savaştan sonra Hikmet ve Akıl Tanrısı Okeanid Metis, Zeus'tan hamile kalır. Zeus ise Gaia'nın "'Metis'in doğuracağı erkek çocuğun iktidarına el koyacak'" şeklindeki kehanetine uyarak Metis hamileyken onu yutar. Ama Athena ölmez daha sonra Zeus'un kafasından doğar. Zeus kızının kendini affetmesi için ona mızrak, miğfer ve kalkan verir. Böylece Zeus, kuşaktan kuşağa geçen iktidar lanetini yok eder ve böylece değişmez bir düzen kurar.
Fakat bu savaşta Tanrıların savaşıp Tartarus'a attıkları Titanlar, gökyüzünü sırtında taşımak zorunda kalan Atlas ve Kafkas dağlarına zincirlenmiş Prometheus, Gaia'nın çocukları olduğundan Gaia buna öfkelenir. Ve bu yüzden çocukları Typhon ile Ehidna, Olimpos tanrılarına saldırır. Tanrılar bu savaşta birçok gigant(dev) ile savaşır. Bunun üzerine Zeus da Typhon ile savaşıp onu yener ve Ehidna ile beraber Etna Dağı'nın en dibine kapatır.
Zeus ve Hera.
Hera, Zeus’un kardeşi aynı zamanda tek resmi karısıdır. Bir bahar günü Zeus, tapınağında dinlenirken, pencerenin kıyısına gider. Ve bahçede çiçek toplayıp şarkı söyleyen dünyalar güzeli bir kız görür ve ona aşık olur. Zeus daha önce de yaptığı gibi farklı bir kılıkta görünerek, soğuk bir gecede soğuktan titreyen bir guguk kuşu olur. Hera kuşa acıyıp avuçlarına alır ve onu göğsüne bastırır. Bu sırada Zeus, gerçek haline bürünür. Ve şu sözleri söyler:
"Hera, istiyorum ki sen benim karım olasın, büyük gözlü güzel tanrıça benim peşimden gel, Olimpos'ta parlak bir taht üzerinde ve benim sağımda oturarak saltanat sür."
Bunun üzerine Hera bu teklifi kabul eder. Hesperidlerin bahçesinde bütün tanrıların ve perilerin katıldığı görkemli bir düğünle evlenirler. Gaia, Hera’ya doğurganlık simgesi olarak nar verir. Hera onu Hesperidlerin bahçesine diker. Bu düğün yeryüzünde bolluk ve verimlilik simgesidir. Bu nedenle bu düğüne “Hieros Gamos”(kutsal evlilik) adı verilir. Düğüne yalnız Khelone adındaki bir peri kızı gelmemişti. Bu yüzden tembelliğinin cezası olarak onu ağır hareketin ve hantallığın sembolü olan kaplumbağaya çevrilir.
Zeus ile Hera'nın evliliğinden Ares, Hephaistos, Angelos, Heusha, Hebe ve Eileithyia doğar.
Zeus'un sıfatları.
Zeus'un" "Bulutları Devşiren""," "Tanrıların Ve İnsanların Babası"", ""Tanrıların Kralı"" dışında birçok sıfatı daha vardır. Bunlar:
Birliktelikleri.
Tanrıçalarla Birliktelikleri
Kadınlarla Birliktelikleri
Kült.
Zeus kültü ilk olarak Girit adasında ortaya çıktıysa da en önemli kült merkezi Olimpia'dadır. Olimpia'daki Zeus tapınağındaki Zeus heykeli Dünyanın 7 Harikasından biridir. Ayrıca ilk olimpiyatlar yine bu şehirde bu tanrı adına başlamıştır.
Türkiye.
Yunan kolonilerinde bile önce, tarım için yağmura muhtaç Anadolu coğrafyasında gökyüzü ve yağmur tanrısı hep önemli rol oynamıştır. Hitit baş tanrısı olan Teşup elinde şimşekle betimlenen ve boğa ile özdeşleşen Zeus gibi bir gökyüzü tanrıdır. İkisi de aynı şekilde ev ve yuva ile ilişkilendirilen tanrıçalarla evlidir. Bu açıdan tanrının kökeni sırf Yunan uygarlığında aranmamalıdır. Zaten yerel inançlarda da var olduğu için Anadolu'da saygı görmüş ve adına birçok tapınak yapılmıştır.
İstanbul Boğazı'nın, yabancı dillerdeki karşılığı olan "Bosphorus" yani "İnek Geçiti" ismi Zeus'un eşi Hera'dan saklamak için inek şekline soktuğu sevgilisi İo'dan gelir. Bunun dışında Türkiye'de Zeus ile ilgili veya Zeus inancının olduğu yerler
Modern Etkisi.
Helenizm.
Zeus, 1990'lardan bu yana ortaya çıkan, çeşitli şekillerde eski Yunan dini uygulamalarını canlandırmaya yönelik dini hareketler içerisinde inanılan Tanrılardan biridir. Helen dini Oniki Olimposlu Yunan Tanrıları etrafında dönen çağdaş bir dindir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20180",
"len_data": 9098,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.25
}
|
Hospitality Club, internet üzerinde faaliyet gösteren yaklaşık 660.000 üyesi olan uluslararası bir misafirperverlik servisidir. Üyeler hospitalityclub.org web adresini kullanarak seyahatleri sırasında birbirlerine konaklama ya da rehberlik konularında destek olmaktadırlar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20194",
"len_data": 273,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.45
}
|
Antrasiklinler bir kemoterapik ajan sınıfıdır. Kanser tedavisinde kullanılan antrasiklinler, geniş bir yelpazede birçok farklı kanser türünün (lösemi, göğüs kanseri, rahim kanseri, akciğer kanseri vb.) tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Mevcut antrasiklin ajanları sıralarsak:
Teknik olarak antrasiklinler antibiyotiktir. Fakat yüksek düzeyde toksik oldukları için antibiyotik olarak (bakteriyel enfeksiyon tedavisi vb.) kullanılmazlar.
Mekanizma.
Antrasiklinler DNA ve RNA sentezine müdahale ederler. DNA ve RNA sentezini inhibe etmeleri (engellemeleri) replikasyonu (ikileşme) önler ve böylece kanser hücrelerinin büyümesi durur. Ayrıca DNA, mRNA, protein ve lipidlere zarar veren oksijen serbest radikalleri, hidroksil radikalleri ve hidrojen peroksit radikalleri içeren oksijen partikülleri oluştururlar.
Kalp kası toksisitesi.
Antrasiklinler birçok farklı faktöre bağlı olarak kalp kası toksisitesi (kardiyotoksisiste) oluşturabilirler. Bu faktörlere kalp dokusunda serbest radikallerin oluşmasını örnek olarak verebiliriz.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20202",
"len_data": 1032,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.86
}
|
Dünyanın en ünlü vokal toplululuklarından birisi olan Britan akapella topluluk.
İlk defa 1963'te Fransa'da Ward Swingle tarafından kurulan Swingle Singers, 10 yıl sonra dağıldı ancak aynı yıl Birleşik Krallık'ta yine Ward Swingle tarafından yenisi kuruldu ve popülaritesini hiç kaybetmedi. Başlangıçta Barok müzik seslendiren grup, zamanla repertuvarına orkestra uvertürleri, pop klasikleri, film müzikleri, halk şarkıları gibi türleri de ekledi. Geniş repertuvarı sayesinde çok geniş bir dinleyici kitlesine kendisini dinletmeyi başaran grup, 40 yılda 50 albüm çıkardı ve yaklaşık 4000 konser verdi.
Seslerini enstrüman gibi kullanan 8 şarkıcıdan oluşan topluluk, 4 Grammy Ödülü (1963, 1964, 1965, 1969 yıllarında) kazanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20212",
"len_data": 728,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.51
}
|
1999 Düzce depremi, 12 Kasım 1999 Cuma günü saat 18.57'de aletsel büyüklüğü 7,2 ve merkez üssü Düzce olan deprem. 30 saniye süreyle etkili olan deprem, pek çok ilin yanı sıra Ukrayna'dan da hissedildi.
Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinin açıklamasına göre; ölü sayısı 845, yaralı sayısı 4.948, depremde hasar gören ve derhâl yıkılması gereken bina sayısı 3.395, yıkık ya da ağır hasarlı ev sayısı 12.939, iş yeri sayısı ise 2.450'dir. Depremden sonra Bolu'ya bağlı Düzce ilçesi, Türkiye'nin 81. ili oldu.
Oluşumu.
73 km uzunluğundaki Düzce fayının 30 km'lik batı bölümü 17 Ağustos 1999 depreminde kırılmış bulunuyordu. Düzce depremi ise fayın 43 km uzunluğundaki doğu bölümünün kırılması sonucunda oluşmuştur. Deprem, 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremine neden olan Kuzey Anadolu Fayı'ın kuzey kolunu oluşturan fayların en doğusunda bulunan segmenti üzerinde, 17 Ağustos 1999'daki kırılmaların Düzce fayının doğu bölümünü tetiklemesi sonucu gerçekleşmiştir.
Deprem kırığının doğu bölümünü sağ yönlü doğrultu atımlı, Efteni gölü bölümü ise oblik faylanma mekanizmasını yansıtır. Kırık üzerinde ölçülebilen maksimum sağ yönlü yer değiştirme 410 ± cm, eğim atım ise 300 cm dolayındadır.
MTA-Ankara Üniversitesi tarafından deprem sonrası hazırlanan Düzce Alternatif Yerleşim Alanlarının Jeolojik İncelemesi" adlı raporda, Adapazarı-Düzce arasında deprem riski artan faylar olarak Düzce fayının doğu bölümü ve Hendek arasında deprem riski artan faylar olarak Düzce fayının doğu bölümü ve Hendek fayı öngörülmüştü. 12 Kasım depremi ile Düzce fayındaki beklenti gerçekleşmemiştir.
Etkisi.
En fazla can kaybı ve yapısal hasar, deprem kırığı üzerinde bulunan yerleşmeler ile Düzce kentinde meydana gelmiştir. Gölyaka-Kaynaşlı hattındaki yapı hasarlarının çoğunluğu, deprem fayının parçalaması sonucunda, Düzce kentindeki hasar ise zayıf zemin özelliklerine bağlı olarak gerçekleşmiştir. Ulaşım alt yapısında da deprem kırığına ve heyelanlara bağlı olarak çeşitli deformasyonlar gelişmiştir. Bölgede geniş bir alanda yapılan ölçümler, suların ekoloji, direkt temas olmadığına göstermektedir. CH4 gazının devamlılığı bulunmamaktadır ve konsantrasyonu giderek düşmektedir.
Bilimsel.
Faylanma Mekanizması:
Maksimum Yanal Atım:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20215",
"len_data": 2209,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.71
}
|
Selim Naşit Özcan (15 Ağustos 1928, İstanbul - 18 Ağustos 2000, İstanbul) Türk oyuncu.
Hayatı.
Rum asıllı tulûat ustası Komik-i Şehir Naşit Bey ile Rum asıllı tiyatro oyuncusu ve kantocu Amelya Hanım'ın oğlu olarak 15 Ağustos 1928'de İstanbul'da dünyaya geldi. Amelya Hanım'ın annesi zamanının meşhur kantocularından Osmanlı Rumu "Küçük Virjin", babası ise Osmanlı Rumu, Kemani Yorgo Efendi'dir. Çocukluğu, Şehzadebaşı'ndaki Millet Tiyatrosu'nun üstündeki dairede kızkardeşi Adile Naşit ile sahneyi izleyerek geçti. Babaları desteklemese de her iki kardeş de tiyatroya gönül verdiler ve ilk defa Cumhuriyetin 10. Yıl Kutlama Gecesi'nde aynı sahneyi paylaştılar.
Selim Naşit, 1943 yılında ticaret lisesinden ayrıldıktan sonra ilk defa profesyonel olarak Muhlis Sabahattin'in operet topluluğunda Gül Fatma operetinde rol aldı. Kısa bir süre sonra Muammer Karaca operetine geçti ve Muammer Karaca'nın yanında 16 yıl boyunca çalıştı.
1961'de kardeşi Adile Naşit ve eniştesi Ziya Keskiner ile Ankara'da babaları adına kurdukları Naşit Tiyatrosunda çalıştı. Daha sonra Elhamra İstanbul Tiyatro Sahnesini Toto Karaca, Sururiler ve Muzaffer Hepgürler ile paylaştı. 1966'da Gönül Ülkü – Gazanfer Özcan Tiyatrosu'na geçerek kardeşi ve eniştesi ile tekrar buluştu. 1979'dan itibaren Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nda, Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda, Karşı Tiyatro'da çalışan, 18 yıl Akbank Çocuk Tiyatrosu'nda yer alarak tiyatroda yarım asrı geride bırakan Naşit, 300'e yakın oyunda rol aldı.
Selim Naşit tiyatroda en son Tiyatro Stüdyosu'nun Histeri oyununda rol almıştı. Naşit bu oyundaki rolüyle tiyatro kariyerinin ilk elle tutulur tiyatro ödülü olan Afife Tiyatro Ödülleri En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'nü kazandı.
Selim Naşit birçok da televizyon dizisinde de rol almıştı. Senaryosunu Can Barslan'ın yazdığı "Gülşen Abi" dizisinde gazete patronu rolüyle tanınan sanatçı son olarak "Aynalı Tahir" adlı dizide oynamıştı. Onu geniş kitlelere tanıtan bir diğer yapım ise Ömer Vargı'nın yönettiği "Her Şey Çok Güzel Olacak" adlı sinema filmiydi. Bir milyondan fazla seyircinin izlediği filmde Naşit buradaki rolüyle Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'ne değer görülmüştü. Selim Naşit sinemada da 60'a yakın filmde rol aldı.
Türk tiyatrosunun "Baba" lakaplı sanatçısı Selim Naşit, 54 yıllık sanat yaşamında hep küçük rollerde 'elle tutulur nüanslarla' karakterler yaratmayı başardı.
Son yılları ve ölümü.
Ömrünün son yıllarını kanserle mücadelesi yüzünden sahneden ayrı geçirdi. Tedavi gördüğü Kadıköy Şifa Hastanesi'nde pankreas kanseri sonucu 18 Ağustos 2000 tarihinde 72 yaşında vefat etti. Zincirlikuyu Mezarlığı'nda gömülüdür.
Selim Naşit, Peyker Özcan ile evli ve Naşit ile Arsel adlarında tiyatrocu iki çocuğu ve de Mehmet ile Ahmet adlarında iki torun sahibiydi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20219",
"len_data": 2795,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.37
}
|
Yabancı Damat, Erler Film imzalı, Ege'nin iki kıyısından; Türkiye ve Yunanistan'dan iki gencin aşklarının öyküsünün anlatıldığı Türk yapımı komedi, aile ve dram türündeki televizyon dizisidir. 3 sezondan oluşan dizi, 106. bölümü ile final yaparak sona erdi.
Türk ve Yunan müzikleri kullanılan dizinin çekimleri Bodrum'da başladı, Yunanistan'ın Sömbeki Adası'nda devam etti. Dizinin daha sonra Gaziantep ve İstanbul'da çekimleri yapıldı. Atina'da da çekimleri yapılacak olan dizi için ayrıca Türkiye'de dev bir plato kuruldu. Dizinin Yunanistan'daki çekimleri için Yunan Basın Bakanlığı, Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul Başkonsolosluğu destek verdi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20224",
"len_data": 649,
"topic": "ENTERTAINMENT",
"quality_score": 2.82
}
|
Karabük Demir-Çelik Fabrikaları veya kısaca Kardemir, Karabük ilinde bulunan demir-çelik fabrikası. Türkiye'nin ilk ağır sanayi fabrikası olan Kardemir'in temelleri 3 Nisan 1937'de Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatı ile dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından atılmıştır.
3 Nisan 1937 tarihinden 13 Mayıs 1955 tarihine kadar Sümerbank'a bağlı Demir-Çelik Fabrikaları Müessese Müdürlüğü adı altında çalışmıştır. Müessese, 13 Mayıs 1955'ten sonra bağımsız bir KİT durumuna gelmiş ve Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü adını almıştır.
21 Haziran 1955 tarihinde Etibank'ın bir müessesesi olan Divriği Demir Madenlerini de bünyesine alan ve Genel Müdürlük olarak faaliyet gösteren Karabük Demir-Çelik Fabrikaları bünyesinde deneyimli montaj elemanları da yetiştirerek Türkiye'de ağır sanayiinin, Erdemir ve İsdemir'in kurulmasına da öncülük etmiştir. 1995 yılında özelleştirilerek Karabük Demir-Çelik Sanayi ve Ticaret AŞ adını almıştır.
İstanbul Sanayi Odası'nın hazırladığı 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Listesi verilerine göre 2022 yılında Türkiye'nin en büyük 28. sanayi kuruluşudur.
2.600.000 ton/yıl düzeyindeki ham çelik üretim kapasitesi ile uluslararası kalite standartlarında demiryolu tekeri, mantarı sertleştirilmiş raylar, yüksek hızlı tren rayları, tramvay rayları, hafif raylı sistemler, kangal, bağlantı elemanları çelikleri, yay çelikleri, 56 mm kalın kangal, yuvarlak çubuk, U-I-H profiller, platina, pik, blum, kütük, nervürlü inşaat çeliği, profil, köşebent, maden direği, kok ve kok yan ürünleri üreten Kardemir; inşaat, madencilik, ulaştırma ve sanayi sektörüne temel girdi sağlamaktadır. 20–56 mm arasında kangal ve 72 metre ray üretiminde bölgenin tek üreticisi konumundadır.
Kuruluşundan itibaren çok sayıdaki endüstriyel tesisin proje, imalat ve montajını gerçekleştiren Kardemir, Türkiye'de “fabrikalar yapan fabrika” olarak tanınır.
Hisselerinin tamamı BİST’de işlem gören Kardemir, İstanbul Sanayi Odası tarafından açıklanan son "Türkiye’nin En Büyük 500 Sanayi Kuruluşu" 2019 raporunda 26. sırada yer almıştır.
Özelleşme sonrası hızla kendisini yenileyen Kardemir, kurduğu yeni Çelikhane Konvertör Sistemi ile çelik üretim prosesini değiştirmiş, modern teknolojisi ile verimlilik ve karlılığını artırmıştır. 2007 yılında devreye alınan yeni Ray ve Profil Haddehanesi ile ürün gamını genişleten ve 72 m boya kadar rayın yanı sıra 550 mm genişliğe kadar ağır profillerin Türkiye ve bölge ülkeler arasındaki tek üreticisi haline gelen Kardemir, bu yatırımla Türkiye'de başlatılan demiryolu seferberliğinde de TCDD'din stratejik iş ortağı olmuştur. Bu yatırım, aynı zamanda şirketi ihracatçı bir konuma taşımıştır. 2016 yılında devreye alınan ve teknolojik olarak dünyadaki sayılı tesisler arasında bulunan Çubuk ve Kangal Haddehanesi ile katma değeri yüksek çelik üretimi ile makina imalat sanayi, bağlantı elemanları ve savunma sanayisinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır.
Sahip olduğu yüksek döküm ve mekanik işleme kapasitesi ile sektöründe Türkiye'nin lider kuruluşları arasında yer alan KARDÖKMAK A.Ş., her cins ve karakterde çelik konstrüksiyon imalatı yapan KARÇEL A.Ş. olmak üzere iki büyük bağlı kuruluşu bulunan Kardemir'in, Sabancı grubu ile çimento sektöründe (Karçimsa A.Ş.), Erdemir Grubu ile madencilik sektöründen (Ermaden A.Ş.) ortaklığı bulunmaktadır.
Çankırı ilinde her türlü konvansiyonel ve yüksek hıza uygun demiryolu makasları üretmek üzere T.C.D.D. Ve Avusturyalı Voest Alpine firması ile 2010 yılında yeni bir ortaklığa imza atan Kardemir, yine 2010 yılında Afken Holding'e bağlı Enbatı Elektrik Üretim AŞ hisselerinin tamamını satın alarak bünyesine katmıştır. Şirketin hâlen Soğanlı çayı üzerinde 22,5 MW kapasiteli Hidroelektrik santrali Projesi devam etmektedir.
50 MW'lık Gaz Yakıtlı Enerji Santrali, 1.200.000 ton kapasiteli Yeni Sürekli Döküm Makinesi ve Filyos Liman Projesi gibi önemli yatırımları bulunan Kardemir'in, Kapasite Artırımı ve Modernizasyon Yatırımları kapsamında sürdürdüğü Yeni Sinter Fabrikası, Üçüncü Hava Ayrıştırma Tesisi, 20.000 m³’lük Yeni Soğutma Kulesi, Gaz Holder gibi yatırımlarını devreye almıştır. Ayrıca 3,5 milyon ton üretim kapasitesine ulaşmak için çelik üretim kapasitesini ve sürekli döküm kapasitesini arttırmıştır. Tamamlanması planlanan son Yüksek Fırın yatırımı ile 2021 yılı sonunda 3,5 milyon ton hedefine ulaşması beklenmektedir.
Kardemir tüm iş süreçlerini 2008 yılından itibaren SAP Kurumsal Kaynak Planlaması sistemi ile yönetmektedir. 2020 yılında başlattığı 2023 Dijital Dönüşüm Projesi ile SAP S4 HANA çalışmalarını sürdürmektedir. 2023 yılında otomasyon sistemlerini de entegre ederek Endüstri 4.0 projesini faaliyete geçirmeyi hedeflemektedir.
Daha önce Karabük Üniversitesine 500 Kişilik kapalı Spor Salonu ve Mühendislik Fakültesi kazandıran Kardemir, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerini de aralıksız sürdürmektedir. Şirketin hâlen Karabük Üniversitesi yerleşkesinde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Demir-Çelik Enstitüsü ve Araştırma Geliştirme Merkezi yatırımları devam etmektedir. 2019 yılında kurduğu Kardemir Bilim, Teknoloji ve Kültür Vakfı ile burs faaliyetlerine 2020 yılında başlamıştır.
Yöre ve bölge ekonomisinin mimarı konumunda olan ve bağlı kuruluşlarla birlikte yaklaşık 5.000 kişiye direk istihdam sağlayan Kardemir, sahip olduğu köklü sanayi kültürü, yetkin insan kaynağı ve kurumsal yönetim tecrübesi ile büyümesini sürdürmekte ve sektörünün lider kuruluşları arasında yer almaktadır. 2019 yılı için oluşturduğu ilk sürdürülebilirlik raporu ile sürdürülebilir bir dünya şirketi olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Karabük Demir-Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Ortaklık Yapısı.
Karabük Demir-Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin %100'ü Borsa İstanbul'da A,B,D grupları olarak işlem görmektedir.Şirket 25 Haziran 2009'da ödenmiş sermayesini 550.000.000 TL'den 878.555.000 TL'ye, 4 Temmuz 2013'te ise 878.555.000 TL'den 1.055.000.000,00 TL'ye çıkarmıştır.
Kardemir Karabük Demir-Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Tarafından Üretilen Ürünler.
Dövme Ürünleri
Çelikhane Ürünleri
Haddehane Ürünleri
Kok Ürünleri
Diğer Ürünler
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20227",
"len_data": 6056,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.43
}
|
Numen (Noumenon) veya "Ding an sich", yani "kendinde olan şey", Kant felsefesinde fenomenin ötesindeki bilinemez ve tanımlanamaz "gerçeklik", "gerçek bilgi" manasındadır. Bilginin imkânı ya da imkânsızlığına yönelik düşünceler çerçevesinde, özne'nin ilişki kurduğu nesnenin görüntüsünün ardındaki gerçek özünü tanımlama çabası olan numen, somutun ifade bulduğu "fenomen"'in karşıtı olup, varoluşsal özü ifade eder. Herhangi bir varlığın algımızdan bağımsız, kendi içinde oluşur.
Etimolojik olarak Yunanca "nous"dan (akıl) gelmektedir. Çoğulu "Noumena"dır. Her ne kadar bazı yazarlar "noumena"yı kullanmayı daha uygun görmüş olsalar da sadece tekil veya çoğul hâlinin kullanımı bile sorun yaratmaktadır. Zira "numen", algıladığımız fenomenin ötesindeki bilinemez gerçeklik olduğu için, gerçekte "tekil" veya "çoğul" olma hâli yani ferdiyet de bir "numen"dir. Kant felsefesinde "numen"in karşıtı "fenomendir"; çünkü "fenomen" algılarımızla oluşturduğumuz dünya, algılarımızla kavradığımız "gerçeklik" ve "bilgi"dir.
Alman düşünürü Kant’a göre öz, kendinde şey ve phenomenon karşıtı olarak numendir. Asla bilinemez. Bizler sadece nesnelerin görünüşlerini bilebiliriz, kendinde ne olduklarını bilemeyiz.
Kant bu konudaki düşüncelerini ve görüşlerini "Saf Aklın Eleştirisi" isimli eserinde belirtmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20236",
"len_data": 1298,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.34
}
|
GTK (eski adları GTK+ ve GIMP Toolkit), çok platformlu grafiksel kullanıcı arayüzü geliştirme araç takımıdır. Qt ile beraber X Pencere Sistemi'nin en popüler araç takımıdır. GTK başlangıçta GNU Resim İşleme Programı için yazılmıştı. Şimdi GNU Projesi'nin bir parçası olarak LGPL lisansı altında özgür olarak dağıtılmaktadır.
GTK, C'de yazılmış nesne yönelimli GLib nesne sistemini kullanır. Daha önceki GIMP sürümlerinde çalışırken Peter Mattis ve Spencer Kimball, o zamanlar özgür olmayan Motif araç takımına bir alternatif olarak GTK'yi yarattılar.
Bugün, en son GTK sürümü olan 4.6.5 ile birlikte ürün çok sayıda yeni etkinlik içeriyor ve GIMP hala, GTK olanağını kullanan en iyi programlardan biri olmaya devam ederken artık tek değil. GTK araç takımı kullanılarak binlerce uygulama ve birçok masaüstü ortamının grafik arayüzü yazıldı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20240",
"len_data": 839,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.72
}
|
Scania AB, İsveçli çekici, kamyon, otobüs ile deniz ve endüstriyel motorları üreticisi firmadır. Tüm dünyaya yayılmış fabrikaları ile özellikle ağır dizel motor üretimi sektöründe önemli markalardan biridir. Şubat 2008'den bu yana Alman Volkswagen Group'a aittir.
Ağır vasıta ve otobüs üretiminde dünyada 3. sıradadır ve şu anda tüm dünya çapında yaklaşık 40.000 çalışanı vardır. 100 ülkenin üzerinde distribütör ve bayi ağı bulunmaktadır. Brezilya ve Hollanda gibi 5 ülkede toplam 11 tane fabrikası vardır.
Dünyanın en büyük Arge merkezlerinden birine sahiptir. Stockholm yakınlarında Södertälje şehrinde bulunan Arge biriminde yaklaşık 3000 mühendis görev almaktadır.
Scania genellikle tırları ile meşhurdur. Türkiye'de en çok kullanılan 5 tır listesinde modelleri yer almaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20245",
"len_data": 782,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.41
}
|
Vabis. 1891 yılında kurulan otomobil firması 1911 yılında Scania'ya bağlanmıştır. Halen otomotiv sektöründe arasında Scania markasını belirtmek için Vabis kelimesi kullanılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20248",
"len_data": 175,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.15
}
|
Beypazarı, Ankara'ya bağlı bir ilçedir.
İsim kökeni.
Osmanlı Devleti'nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan tımarlı sipahi merkezlerinden birisi olan Beypazarı, yöredeki sipahi beyine ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden Beğ Bazarı şeklinde adlandırılmıştır.
Beypazarı, Roma döneminde, İstanbul'u Ankara ve Bağdat'a bağlayan önemli büyük tarihi geçit yolları üzerinde bulunmaktaydı. Bilinen ilk adı "kaya doruğu ülkesi" anlamına gelen Lagania idi ve Bizans İmparatorluğu'nun piskoposluk merkeziydi. M.S. 491-518 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Anastasios'un ziyaretine atfen şehrin adı, Lagania - Anastasiopolis (Anastasios Kenti) olarak değiştirildi.
Tarihçe.
Beypazarı toprakları pek çok eski uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. İlk yerleşimi işaret eden net bilgiler bulunmamakla birlikte yerleşim yeri olarak kullanılmasının eski çağlara dayandığını gösteren bulgular vardır. Bu yüzden üzerinden değişik hakimiyetler gelip geçen Beypazarı topraklarında biriken tarih farklı kültürlerin izlerini taşımaktadır. Beypazarı'nın Evliya Çelebi'nin Seyahatname’sinde değinmeden geçemediği tarihi önemi, bu farklılıklarla beslenmiştir.
Eski bir yerleşim yeri olan Beypazarı topraklarında, sırasıyla Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlıların egemen olduğu bilinmektedir.
Selçuklular döneminde Beypazarı, İstanbul - Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Beypazarı, Orhan Bey'in Ankara'yı alması ile Hüdavendigâr (Bursa) Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine geçmiştir.
Roma döneminde, "Lagania" adlı alan bu yöre bir piskoposluk merkezi haline gelmiştir. "Kaya Doruğu" anlamına gelen bu ad daha sonra o dönemlerde hüküm süren İmparator Anastasius'un (M.S. 491 - 518) bölgeye ziyaretiyle "Lagania Anastasiapolis" olarak değişmiştir. İstanbul'u Ankara'ya ve Bağdat'a bağlayan geçit yolları üzerindeki konumuyla ticari anlamda parlak dönemlerini yaşamıştır.
Beypazarı, Türklerin Anadolu'ya egemen oluşuyla Türkmen boylarının da yurdu olur. Bu boylardan en önemlisi Kayı Boyu'dur. Selçuklu Sultanlığı kendilerine yurt olarak yer göstermiş, Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in dedesi Gazi Gündüzalp'in mezarı Beypazarı'nın Hırkatepe Köyü'ndedir.
Kültür.
UNESCO, 2020'de Beypazarı Tarihî Kenti'ni Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dahil etti.
Mimari.
Beypazarı, konakları ile meşhurdur. Genellikle iki ya da üç katlı olan konaklar yapılırken işlevsel ve kültürel detaylarla bezenmişlerdir. Bu evler zemin katları taş, üst katları ahşap iskelet içine ahşap veya kerpiç dolgu sistemi kullanılarak inşa edilmiş.
Bahçeli evlerin bir özelliği olan ve "çantı" olarak da bilinen "guşgana", tipik Beypazarı evlerinin en üst kısmında bulunan küçük bir bölüm. Bu bölüm inşaata yarıda kalmış hissi verse de aslında kasten o şekilde yapılandırılmıştır. Beypazarlılar, hem aileleri genişlediğinde evi büyütme ihtimalini düşünerek hem de yiyeceklerini kuruturken veya muhafaza ederken de yararlanmak amacıyla böyle bir yapı tercih etmişler. Guşganalar yazın sıcaktır; kışlık ihtiyaçlar kurutulur ve kış geldiğinde de o aylarda soğuk olan bu kısımda bozulmadan saklanır. Yarının erzakını bugünden hazır eden tedbirli Beypazarı'lı, sıcak kanlı olduğunu da evlerini birbirine bitişik yapmış olmasıyla açığa vuruyor.
Birbirine komşu evlerdeki kapılar, pencereler, guşganalar birbirine bakar durumda. Bu iç içe yerleşim tarzı sosyal yaşamın ve ilişkilerin samimiyetine işaret ediyor. Eğimli kesimlerde bulunan ve bahçesiz olan evlere giriş direkt olarak sokaktan yapılıyor. Küçük bahçeli evlerde ana girişle bahçe girişi sokakla bağlantılı biçimde düzenlenmiş. Büyük bahçeli evlerde önce bahçeye ardından eve ulaşılıyor. Evlerin girişlerinde; "hayat" diye adlandırılan kısımda, kıymetli eşyaları yangınlardan, yağmacılardan korumak için kullanılan demir kapılı mahzenler yer almakta. Dışarıya küçük pencerelerle açılan zemin katta bulunan taşlıkta genellikle ocak ve yalak bulunur.
Bu kat, asıl yaşam alanı olan üst katlara ilk birkaç basamağı ahşap olan merdivenlerle bağlanır. Katlar arasında ulaşımı sağlayan merdivenlerin başında mamrak denen ve depo olarak kullanılan bölümleri örten kapaklar bulunmaktadır. Yöre dilinde çardak olarak adlandırılan sofa bölümü etrafında mutfak ve tuvalet gibi alanlar vardır. Bazı evlerdeki sofa etrafında dışa dönük eyvan, sekilik gibi düzenlemeler yapıda hareketlilik yaratan çıkmalar oluşturur. Sofalar geniş ya da kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır.
Beypazarı evlerinde yerel dilde "dinme dolap" diye adlandırılan ve katlar ve bölümler arasında yatay ve düşey servis sağlayan döner dolaplar vardır. Ev çatıları genellikle oluklu kiremitle kaplıdır. Son zamanlarda onarım amaçlı elden geçerken kolay uygulanabilirliği ve ucuzluğu düşünülerek sac malzemeyle kaplanmış çatılar da bulunmaktadır. Bahçeli evlerde sokak yönündeki bahçe duvarlarının oldukça yüksek olması dışarıya karşı tedbiri vurguluyor.
Bahçelerin komşu evlerle neredeyse bitişik olması da halk arasındaki güven duygusunu düşündürüyor. Anadolu evlerinin genel mimari özellikleri ile birlikte gelişmiş olan konakların çamdan kapılarını aralayarak samimi, sıcak yaşantılara göz atabiliyor insan. Göz atmakla kalmayıp, içinde konaklayarak, konaklarda sunulan yöresel yemekleri tadarak bu yaşantıdan birkaç gün çalabilirsiniz.
Yöresel kültürü yansıtan değerlerin sunulması için Beypazarı Konakları'nın bazıları restoran veya pansiyona çevrilmiş. Daha küçük evler de yöresel gıda ürünlerinin satıldığı mağazalara ya da el işçiliği alanında büyük önem taşıyan Beypazarı gümüşçülerine mekan olmuşlar.
El sanatları.
Yıllar boyu gümüşü, bakırı, demiri, deriyi, ipeği işleyen Beypazarı halkı bu sanatlardan geçimini sağlamaya devam ediyor. Günlük yaşamın bir parçası olarak karşımıza çıkan el emeği göz nuru ürünler yalnızca turistlere hitap etsinler diye işlenmemekte; aynı zamanda, yöre halkının ihtiyaçlarına cevap vererek bir gelir kaynağı teşkil etmekte. Beypazarı, kültürü ve geleneklerini yaşatan, kendini bu işe adamış el sanatı ustalarıyla el sanatları tezgâhları turistik ve yaşamsal anlamda büyük önem taşımaya devam ediyor.
Beypazarı'na Ahilik yoluyla kazandırılmış Telkari, Beypazarı'lılar için oldukça eski bir uğraştır. Gümüş işlemeciliğinin en gözde sanat olduğu bu ilçede gümüş madeninin bulunduğu düşünülmesin. İlçeye gümüş başka illerden geliyor. Gümüşün işlenip ince tel haline getirilerek şekillendirildiği bu tekniğe telkâri denir. Telkâri işçiliğiyle kemer, kolye, bilezik, küpe, iğne, başlık gibi takı ve aksesuarlar yapılıyor. Bu özgün ürünler ilçeye gelen ziyaretçilerin ilgisini oldukça çekiyor. Mardin başta olmak üzere, Türkiye'nin ve yurt dışında birçok yerde alıcısını bularak ticârî pazarı hareketlendiriyor.
İlçede bu sanattan ortaya çıkan ürünler hala kullanılıyor. Suni ipek, pamuk ipliği ve yün ipliği kullanılarak icra edilen sanat, bir aile mesleği olarak devam ettiriliyor. Dokuma tezgâhlarında kıldan kumaşlar dokunuyor ve kışın giyilecek şalvar, yelek gibi giysiler dikiliyor.
Beypazarı'nda "ipekli bürgü" yöreye özgü dokuma olduğundan oldukça büyük önem taşıyor. Bürgü, kadınların örtünmek için kullandığı bir tür örtüdür ve çok eski dönemlerden beri dokumacılığın vazgeçilmez ürünlerindendir.
Türkiye'nin Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Kilis gibi şehirlerinde de devam ettirilen yemenicilik Beypazarı için oldukça önemli bir sanattır. Deriden yapılmış kısa konçlu ayakkabı olarak tarif edilebilecek yemeniler Beypazarı'nda oldukça ilgili görüyor. Renk renk boyanmış deriler, ustalarının ellerinde biçimlenip ayaklara yarıyor. Yemenilerin de telkari işi takılar gibi, hem yurt içinden hem yurt dışından alıcısı mevcut.
Dokuma işi olan veya ince deriden yapılmış birtakım giysilere ya da eşyalara, iğne ile farklı renklerde, özelliklerde iplikler kullanılarak yapılan süslemeler işleme olarak adlandırılır. Beypazarı yöresinde en yaygın ve ön plandaki yöresel giysi türü olan sırma işlemeli "bindallı”lar çeşit çeşit desenle süslenir. Her genç kıza annesinden kalan bu değerli elbiseyi, "çevre" adı verilen minik örtülerin işlenmesiyle süslenmiş tülbentler tamamlar.
Beypazarı'nda yaygın olarak icra edilir. Bu sanat bakır madeninin dövülerek işlenip genellikle mutfakta kullanılan çeşitli eşyalara dönüştürülmesi işidir. İlçede en çok ilerlemiş sanat olarak görülür. Bakır ustalarının elinde çekiç ve örs ile dövülerek hayat bulan maden; tencere, tava, kazan, ibrik, güğüm ve sigaralık gibi eşyalarla halkın yaşantısındaki yerini hala korumakta.
Ateşin şekillendirdiği sanatla ortaya çıkan emek demircilik. Ateş ocaklarında yumuşayıp şekil alan demir; örs, çekiç, balyoz ve maşa kullanılarak çeşitli eşyalara, araçlara dönüştürülüyor.
70 yıldır uygulanan sanat, eskisi kadar olmasa da ilçede varlığını hala devam ettiriyor. Halkın günlük hayatında işlev sahibi olmayı sürdürürken, ustasına gelir kaynağı oluyor.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda bu mesleğin sürdürüldüğü ender yerlerden olan Beypazarı'nda eskisi gibi yaygın olmasa da semercilik hala icra edilen bir sanat. Bir kervan yolu üzerinde bulunan Beypazarı'nda semerciliğin gelişmesi şaşırtıcı değil ancak zamanla ulaşım araçlarının değişmesiyle eskiye göre oldukça az ürün verilmekte. Yine de, yeni üretim ve onarım hizmeti hala halk içinden alıcısını buluyor ve ustalara gelir kaynağı oluyor.
Eski dönemlerde ulaşımda yaygın olarak kullanılan at arabalarının gerekleri sonucu gelişen bu sanat, deri ve meşinden yapılma eşyalar işlenerek icra edilir. Ustasına saraç adı verilir. at takımları, araba koşumları, eyer, semer gibi takımların deri kısımlarının tamiri ve üretimi işidir. Beypazarı'nda hâlen yaşatılmakta olan bu mesleğin Türkler için önemi büyüktür.
İnözü Vadisi.
Vadinin derin havasına alandaki doğal bitki örtüsü ve birtakım tarihi kalıntılar eklenmiş. Beypazarı'nın kuzeyinde bulunan vadinin iki tarafı balık sırtı görünümünde yükseliyor. İnözü Çayı'nın aşındırmasıyla oluşmuş vadide kayalıklara oyulmuş çok sayıda mağara bulunuyor. Mağaraların bir bölümü çok yüksekte olduğundan ziyaret edilmeleri pek mümkün olmuyor. Bu mağaraların, o devirde yaşayanlar tarafından kullanılan, ziynet eşyalarının da muhafaza edildiği mezarlar olduğuna dair çeşitli göstergeler bulunuyor. Ancak, arkeolojik anlamda bir çalışma yapılmadığından kesin veriler elde edilememiştir. Doğal mağaralardan oluşturulmuş kullanım alanlarına işaret eden alanlar da dikkat çekmekte.
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında, bu vadi doğal ve arkeolojik sit alanı olarak koruma altındadır. Vadide gezinirken oturup doğanın tadını çıkarabileceğiniz ve yöresel yemekleri tadabileceğiniz tesisler de bulunmakta.
Yöresel yemekler ve tatlılar.
Yendiğinde akla sadece Beypazarı'nı getirecek lezzetler oldukça çok sayıda bu yörenin mutfağında. Bakır işçiliğinin yaygın olduğu ilçede ustaların emeğiyle ortaya çıkan bakır güğümler, tencereler, kazanlar, tavalar, ibrikler bu lezzetlerin hazırlanmasını ve sunumunu bezeyen inceliklerden.
Mamuller taş fırınlarda pişiyor ve özel yemeklerine adını veren toprak güveçler de sulu yemeklerin pişirilmesinde kullanılıyor. Yörede yetişen ürün çeşitliliğiyle doğru orantılı olarak, sebze ve meyvelerin, mevsiminde tazeleri, kışın da kuruları tüketiliyor. Beypazarı konaklarındaki özel bölümler bu kuru yiyecekleri saklarken, yöre dilinde “dinme dolap” denilen döner dolaplar mutfakla katlar arası düşey ve yatay servisi sağlayarak yöresel mutfak alışkanlığının bir parçasını yansıtıyor.
Beypazarı'na has şekillerde yapılan yemek ve tatlılar arasında: tarhana, yaprak dolması (sarması), yalkı, bici, göce, perçem, yarımca, Beypazarı güveci, kartalaç, bazlama ekmeği, oğmaç, tohma, şerit, uruş kapaması, Beypazarı kurusu, mumbar (Beypazarı sucuğu), baklava (80 katlı yufka), ebesüt, höşmerim ve havuç lokumu vardır. Bu yemek ve tatlıların bir kısmı Türk Patent ve Marka Kurumu'ne kayıtlıdır.
Uluslararası Beypazarı ve Yöresi Festivali.
Her yıl haziran ayının ilk haftasında "Geleneksel Tarihi Evler, El Sanatları, Havuç ve Güveç Festivali" düzenlenir. Yerli ve yabancı gruplar gösteriler düzenler, konserler verilir, yöresel yemekler ve tatlılar tanıtılır. 2006 yılındaki festivale iki günde 110 binin üzerinde katılım gerçekleşmiştir.
Yönetim.
Mahalleler.
Beypazarı'nın 78 mahallesinin 11'i merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 39.605 kişi (%81,7) yaşamaktadır.
Ulaşım.
Ankara'ya 98 km mesafede bulunan Beypazarı'na ulaşmak için karayolunu tercih edecek olanlar Ankara'dan geçiş yapabilirler. Ankara'da bulunan AŞTİ Otobüs Terminali'nden (PERON-109) saat başı, Akköprü'deki Ankamall Alışveriş Merkezi'nden de yarım saat arayla hareket eden otobüs ve minibüslerle ilçeye gidilebiliyor.
Kendi araçlarıyla ulaşmak isteyenler Ankara-İstanbul yolu üzerinde bulunan Sincan-Yenikent yol ayrımından devam edip Yenikent istikametinden Ayaş-Beypazarı yoluna çıkmalıdırlar. İstanbul'a 320 km uzaklıkta olan ilçeye İstanbul'dan karayoluyla ulaşmak da çok zor değil. TEM Otoyolu üzerinden ilerleyip Adapazarı'nda Akyazı çıkışından girdikten sonra karşınıza çıkacak Ankara tabelalarının yardımıyla Beypazarı'na ulaşmak oldukça kolay. Karayolu yapısı düzgün ve seyahate elverişli. Ankara'dan Beypazarı'na kadar olan yol hizmete açılmış durumda.
Dipnotlar.
Evliya Çelebi, Seyahatname, Hicri 1058 - Miladi 1638
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20251",
"len_data": 13295,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.63
}
|
Stokastik, değişken, rastlantısal anlamına gelen sıfat. Stokastik süreçlerin istatistikte ve mühendislikte önemli bir yeri vardır. Stokastik bir sürece örnek olarak temel uygulamalardan bir tanesi verilebilir: Şirketler geçmiş talep miktarlarına bakarak, gelecek aylarda ürünleri için ne kadar çok talep olacağını tahmin etmeye çalışırlar. Bunu hiç yoktan tahmin etmek yerine, talebin geçmiş günler veya aylar boyunca nasıl davrandığını yakından incelerler. Talep stokastik, yani değişken bir miktar olduğu için talebi incelerken matematikten ve özellikle istatistikten faydalanırlar.
Beşeri bilimler.
En basit sürekli stokastik yöntemlerden biri Brown devinimidir. Bu devinim ilk defa bitkibilimci Robert Brown tarafından, suda oluşan polen taneciklerini mikroskopla incelerken gözlemlenmiştir.
Fizik.
Stokastik Monte Carlo yöntemine "Monte Carlo" isminin verilmesi fizik araştırmacıları Stanisław Ulam, Enrico Fermi, John von Neumann ve Nicholas Metropolis gibi bilim insanları tarafından yaygınlaştırılmıştır. Bu isim Ulam'in amcasının kumar oynadığı Monaco'da bulunan Monte Carlo Kumarhanesi'ne bir atıftır. Rastlantısallığın kullanılması ve yöntemin tekrarlayan yapısı kumarhanedeki aktivitelere benzerlik göstermektedir. Simülasyon metotları ve istatistiksel örneklemeler genellikle tam tersini yapmaktadır: simülasyon ile daha önceden anlaşılmış bir deterministik problemin test edilmesi. Bu "tersine" yöntem tarihsel olarak daha önceden biliniyor olsa da, genel bir yöntem olarak kabulu ve yaygınlasması Monte Carlo yontemiyle olmuştur.
Monte Carlo yöntemleri büyük miktarda rastgele sayılara ihtiyaç duyar ve bu da yalancı rastgele sayı üreteçleri alanında gelişmelere yol açmıştır. Bu tür yalancı rastgele sayı üreteçleri daha önceden istatistiksel örneklemelerde kullanılan rastgele sayı tablolarına nazaran çok daha hızlı sonuçlara imkân sağlamıştır.
Biyoloji.
Biyolojik sistemlerde, denge ve diğer vestibular iletisim kanallarına stokastik "gürültü" eklenmesinin dahili geribesleme döngülerinde sinyal kuvvetini arttırıcı etkisi olduğu gözlemlenmiştir.
Yaratıcılık.
Simonton (2003, "Psych Bulletin"), bilimde (bilim insanlarının) yaratıcılığının sınırlı stokastik bir davranış olduğunu ve tüm bilimlerde yeni teorilerin veya en azından bir kısmının, stokastik süreclerin bir ürünü olduğu görüşünü savunur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20254",
"len_data": 2318,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.57
}
|
Jean-Louis "Jack" Kerouac (12 Mart 1922 - 21 Ekim 1969) Kanadalı-Amerikalı roman yazarı ve şair.
Yakın arkadaşları Allen Ginsberg ve William S. Burroughs ile birlikte Beat Kuşağı akımının kurucusudur. Yolda ("On The Road") adlı romanı bu akımın simgesi olarak kabul edilmektedir.
Yaşamı.
Çocukluğu ve gençliği.
Kerouac, 1922 yılında Lowell, Massachusetts'te dünyaya geldi. Kanadalı olan babası Léo-Alcide Kéroack ve annesi Gabrielle-Ange Lévesque, Lowell'a yerleşmiş olan Québec yerlilerindendi. "Jean Louis Kerouac" adıyla vaftiz edildi. Anadili Quebec Fransızcası idi ve İngilizceyi 6 yaşında okula başladıktan sonra öğrendi.
"Visions of Gerard" romanında da yer verdiği abisi on dört yaşındayken bir romatizmal hastalık sonucu dokuz yaşında öldü. Annesi dindar bir Katolik'ti ve kocasının içki, tütün ve kumara düşkünlüğü sebebiyle daha da dindar oldu. Kerouac annesine oldukça bağlıydı. İlerleyen yıllarda ondan, "aşık olduğum tek kadın" olarak bahsetti.
Amerikan futboluna yeteneği sayesinde burs kazanarak New York'ta Columbia Üniversitesi'ne girdi. Ağır bir sakatlık geçirmesinin ardından antrenörü ile de sürtüşme yaşayınca spor kariyeri bitti ve bursu yenilenmedi. Bunun üzerine üniversiteden ayrılan Kerouac, bir süre New York'un Upper West Side mahallesinde kız arkadaşı Edie Parker ile yaşadı. Romanlarında sürekli bahsettiği Beat Kuşağı'nın çekirdeğini oluşturan insanlar olan; Allen Ginsberg, Neal Cassady ve William S. Burroughs ile burada tanışmıştır.
1942 yılında deniz ticaret filosuna, 1943 yılında da Deniz Kuvvetleri’ne katıldı fakat şizoid bir kişiliği olduğu gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldı.
1944 yılında arkadaşı Lucien Carr'ın işlediği bir cinayete arkadaşı Burroughs'la birlikte adı karışınca tutuklandı. Edie'nin büyükbabasından kalan mirası alabilmesi için cezaevindeyken onunla evlendi ve böylelikle kefaret ücretini yatırılabildi.
Ölümü ve sonrası.
Aşırı derecede alkol kullanan Jack Kerouac, 47 yaşında siroz nedeniyle gelişen şiddetli bir iç kanama sonucu hayatını kaybetti.
Öldüğü sırada, üçüncü eşi Stella Sampas Kerouac ve annesi Gabrielle ile birlikte yaşamaktaydı. Mirasının büyük bir kısmı annesine kaldı. Gabrielle 1973 yılında vefat edince, bıraktığı vasiyet gereği eserlerinin telif hakları Stella'ya geçti. Ancak 2009 yılında, diğer aile üyelerinin açtığı bir dava sonucunda Florida mahkemesi, bu vasiyetin sahte olduğunu tespit etti.
Eserleri.
Kerouac’ın bütün kitaplarının otobiyografik olduğu söylenir. İlk kitabı The Town and the City 1950 yılında "John Kerouac" imzasıyla yayımlandı. Olumlu eleştiriler almış olsa da satışlar yüksek olmadı.
Yolda.
1951 yılında yazılan Viking Press tarafından 1957 yılında yayınlanan Yolda ("On the Road"), kendine özgü tarzı, redaksiyondan geçmemiş yazım biçimi ve enerjisiyle tanınmış yazarları oldukça şaşırttı, çok sattı ve Kerouac'ı üne kavuşturdu. Büyük ölçüde otobiyografik bir eserdi ve içeriğinin önemlice bir bölümü gerçek hayattan alınmıştı. Romanda, Kerouac, 20. yüzyılın ortasında ABD'yi baştan başa dolaşmak için çıktığı yolculukta başından geçenleri ve arkadaş çevresini anlatır. Roman, 2012 yılında Brezilyalı yönetmen Walter Salles tarafından filme uyarlandı.
Zen Kaçıkları.
Zen Kaçıkları ("Dharma Bums") da aynı şekilde Beat dönemine ait kişilerin yaşantılarını anlatır. Roman karakterlerinin gerçek hayattaki karşılıkları ise şöyledir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20257",
"len_data": 3338,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.33
}
|
Abdülcanbaz, 1957 yılında Turhan Selçuk tarafından "Milliyet" gazetesi için çizilmeye başlanan çizgi roman ve çizgi romanın baş kahramanıdır.
Gelişim süreci.
O yıllarda Milliyet gazetesinde yarım sayfalık yabancı bir çizgi roman vardır. Abdi İpekçi, Turhan Selçuk'tan ısrarla bu çizgi romanın yerlisini ister. Turhan Selçuk, mizah yazarı Aziz Nesin'den yardım ister.
Aziz Nesin, hilekâr ve düzenbaz bir turist rehberi tipi yaratır. Bu üçkâğıtçı adama "Abdülcanbaz" adını takar. Birinci öykünün yayını bitince Aziz Nesin diziye devam etmek istemez.
Turhan Selçuk, bunun üzerine Rıfat Ilgaz'dan yardım ister. Bir süre sonra Rıfat Ilgaz'dan gelen senaryolar da aksamaya başlayınca Turhan Selçuk, diziyi kendisi yazmaya başlar. Bu, düzenbaz Abdülcanbaz tipinin değişmesine, yeniden yaratılmasına neden olur. Abdülcanbaz, düzenin düzensizliğine ve bu ortamdan doğan ahlaksız, namussuz, utanmaz, arlanmaz tiplere karşı savaşan bir semboldür artık.
Abdülcanbaz, yaratıldığı tarihsel dönemden de çıkarılır. Artık hikâye, Osmanlı döneminde, Türk Kurtuluş Savaşı'nda, uzayda, Eski Mısır'da geçebilir.
İçerikte bunlar olurken, Turhan Selçuk'un çizgi üslubunda da belirgin bir farklılaşma başlar. Çizgiler sadeleşir, grafik düzeyi artar.
Abdülcanbaz, uzun yıllar "Milliyet", "Cumhuriyet", "Akşam" ve "Yeni İstanbul" gazetelerinde yer aldı. Yetmişli yıllarda Mehmet Benli, seksenli yıllarda da Milliyet Yayıncılık tarafından albüm olarak yayınlandı. Turhan Selçuk, 1987'de Abdülcanbaz'ı emekli etti. Ancak 1994 yılında, ısrarlar sonucu tekrar çizmeye başladı. 2003'e kadar devam etti. Turhan Selçuk Abdülcanbaz'ın haklarını 2006 yılında (Osman Uslu'ya - BİZ A.Ş.ye ait) BİZ Karikatür ve çizgi roman Koleksiyonu'na sattı.
"Abdülcanbaz" karakterleri.
Abdülcanbaz.
O her çağda halkın özlemini duyduğu, hayallerinde yaşattığı efsanevi bir tiptir. Bazen masal dünyalarında, bazen günümüzde sürdürür yaşantısını, bazen de uzayı adımlar...
Halkını seven her dürüst ve namuslu kişide az çok Abdülcanbaz'lık vardır. Dürüsttür, cesurdur, akıllı ve zekidir. Yakışıklıdır, çelikten kaslara sahiptir. Bu üstün niteliklerini daima iyinin, haklının, ezilenin yanında; sömürücülere, zalimlere, namussuzlara karşı kullanır. "Osmanlı tokadı" ile ün salmıştır.
Karanfil Hoca.
Doğu'nun yetiştirdiği en büyük ilim adamıdır. İlmi Simya, İlmi Kimya ve keşif dünyasındaki yeri, İbn-i Sina, İbn-i Batuta gibi doğulu ilim adamlarından çok daha önemlidir. Biraz sinirli ve mütecaviz olmasına rağmen iyi kalpli, dürüst, kişilik sahibi bir adamdır. Minaretül Füze-tül Kamer, Sefine-i Hava, El Kabili Sevk-ül Karakuş, Vel Kebir-ül Köstebek gibi önemli buluşların sahibidir.
Tarzan.
Tarsus'ta doğmuştur. Saf ve temiz yürekli bir Anadolu çocuğudur. Heybetli bir yapısı, ilahi bir gücü vardır. Cesareti ile ün salmıştır.
Fettah.
Abdülcanbaz'ın arkadaşlarındandır. Hoşsohbet, muzip, kolayca gönlünü kaptıran, başından büyük işlere girişen, sevimli bir adamdır.
Fayrabi.
Pehlivani gözbağcılıkta üstüne yoktur. Hatta bu marifetleri sanat hâline getiren tek adamdır denilebilir. Abdülcanbaz ile İsfahan'da tanışmış, bir daha ayrılmamışlar, arkadaşlıklarını, toz kondurmadan sürdürmüşlerdir.
Gözlüklü Sami Bey.
Osmanlı sarayına mensup bir mirasyedi... Şeytani bir zekâya ve süngülü bir bastona sahiptir. İşrete, kadına düşkün, düzenbaz bir adamdır. Hazırlopçudur.
Sürmegöz İhsan Bey.
Gözlüklü Sami'nin dostu ve dalkavuğudur. Çıkar uğruna yapmayacağı şey yoktur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20264",
"len_data": 3410,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.91
}
|
Kürtler (Kürtçe: کورد, "Kurd"), doğuda Zagros Dağları'ndan batıda güneydoğu Toros Dağları'na ve güneyde Hemrin Dağları'ndan kuzeyde Kars–Erzurum platolarına kadar uzanan coğrafi bölgede yoğun yaşayan, tahminlere göre dünyada yaklaşık 20–45 milyon nüfusa sahip olan İranî bir halktır. Bugün dünyadaki en büyük Kürt nüfusu, 15–20 milyon civarı ile Türkiye'de bulunurken; İran, Irak ve Suriye'de de sayıları 3 ila 12 milyon arasında değişen önemli Kürt nüfusları bulunmaktadır. Gerek Orta Doğu'daki siyasi ve sosyal karmaşalar ve sorunlar, gerekse diğer sebepler dolayısıyla özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında oluşan göçler sonucunda Batı Avrupa başta olmak üzere Kuzey Amerika ve Orta Asya gibi farklı bölgelere yerleşmiş bir Kürt diasporası da mevcuttur.
"Kürt" sözcüğü en az 17. yüzyıla kadar bir kolektif kimlik terimi haline gelmedi. Sözcük, bundan ziyade Kürtçe konuşan nüfusa (muhtemelen Kürtçe konuşmayan gruplar da dahil), komşu popülasyonlarca verilen bir isimdi. Bölgede yaşayan kitle için bu kimliğin ana belirteci klan ve aşiretlerinin belirledikleri mensubiyetleri olmuştur. Kürt kültürü yüzyıllarca süren etkileşimin de sonucuyla diğer Orta Doğu kültürleriyle çeşitli benzerlikler barındırırken, Kürt dinî inancı oldukça senkretik bir biçimde gelişmiştir. Bugün Kürtlerin çoğunluğu Şafii mezhebine bağlı Sünni Müslümanken, birçok farklı din ve inancın da mensuplarına rastlanır. Bunlara ek olarak Ezidilik ve Ehl-i Hakk gibi Kürtler arasında ortaya çıkan ve Kürt kültür ve dinî anlayışıyla karakterize çeşitli dinî mezhep, akım ve inançlar da mevcuttur.
Etimoloji.
"Kürt" veya "Kürd" sözcüğünün etimolojisi oldukça tartışmalı bir konudur ve tam olarak nasıl türediği kesin olarak bilinmemektedir.
Kürt sözcüğünün belgeli tarihi milattan sonra 6-7. yüzyıllardan başlar.
Tarihçe.
Klasik Antik Çağ'ın Karduya'lıları gibi, Kürtlerin öncül popülasyonlarına ilişkin çeşitli hipotezler vardır. İslami yönetim altında bilinen en eski Kürt hanedanları (10. ila 12. yüzyıllar) Hasnaviler, Mervaniler, Revvâdîler, Şeddâdîler ve ardından Selahaddin Eyyubi tarafından kurulan Eyyubiler'dir. 1514 Çaldıran Savaşı, Kürtlerin Osmanlılarla ittifak yapması ve Doğu Anadolu'da Kızılbaş isyanları sonrası boşaltılan bölgelere Sünni Kürtlerin yerleştirilmesi açısından Kürt tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. 1597 tarihli Şerefname, Kürt tarihinin ilk yazılı kaydıdır. 20. yüzyıldaki Kürt tarihi Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de yaşayan Kürt grupları arasında şekillenmişse de kısmi özerkliğe sahip Uyezd yönetimi ve IKBY, Kürtler tarafından yönetilen yapılardan bazıları olmuştur.
Kürdistan.
Orta Doğu'da Kürtlerin tarih boyunca çoğunlukta yaşadığı coğrafî ve etnik bölge için kullanılan "Kürdistan" terimine ilk kez Büyük Selçuklular döneminde rastlanır. Bununla birlikte, bu hususlarda çeşitli kanıtlar ve bilgiler de bulunmaktadır. Örneğin 1340'ta yazılmış olan "Nezhetü'l Kulub" isimli eserde Kürdistan vilayetine dair bilgiler yer almakta, vilayetin sınırları Arap Irak'ı, Huzistan, Pers Irak'ı, Azerbaycan ve Diyarbakır olarak verilmiştir.
Selçuklulardan önce bölgede çoğunlukla hâkim olmuş olan Arapların, bölgeyi "Kürdistan" olarak adlandırmadıkları bilinmektedir. "Kürdistan" teriminin Selçuklularca ortaya atılmasından önce Kürtlerin yaşadığı bölgelere farklı adlar verilmekteydi. Örneğin, Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı bölgelerden olan ve bugünkü Orta Kürdistan'a denk gelen bölgeye "el-Zavzan", "Zewezan" veya "Zûzan el-Ekrad" (Kürd Zozanı) denmekteydi. Bununla birlikte, bu bölgenin tanımı pek kesin değildir; eksiksiz olarak nereden başlayarak nereye kadar uzandığı çok net değildir.
Bugün Kürtler, yoğun olarak Toros ve Zagros Dağları'nın kesiştiği, Mezopotamya'yı da içine alan; Doğu Anadolu ve Güneydoğu bölgeleri; Irak'ın kuzeyi; İran'ın Kürdistan, Batı Azerbaycan, Kirmanşah ve Luristan eyaletlerinde yaşarlar. Kürtlerin yoğunlukta yaşadıkları Orta Doğu'daki bu bölge için günümüzde"Kürdistan" terimi de kullanılmaktadır. Azerbaycan'ın Zengilan, Laçın, Kubadlı ve Kelbecer rayonlarında yaşayan Kürt nüfusu, bölge Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirildikten sonra Azerbaycan'ın içlerine göçmek durumunda kalmışlardır. Ayrıca göçlerle oluşmuş bir Kürt diasporası mevcutsa da, Kürt nüfusunun ezici çoğunluğu bu coğrafyada yaşamaktadır; bazı tahminler coğrafyadaki Kürt nüfusunu 22 milyon olarak söylemiştir.
Bununla birlikte, birçok kaynağa göre verilen demografik rakamlar genellikle tahminîdir. Sonuçta farklı tahminler baz alınarak Orta Doğu'da Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile bunlara ek olarak Ermenistan'da bulunan Kürt topluluğunun toplam nüfusunun 30 milyonun üzerinde olduğu rahatlıkla söylenebilir.
"Kürtlerin diyarı" anlamında olan Kürdistan teriminin, ilgili coğrafî bölgeyi tanımlamaktaki önemi ve kullanımının ötesinde, belirli bir etnik grubun ve kültürün yayıldığı bölgeyi tanımladığını ve bu sebeple sosyal ve siyasal bir kavram oluşturduğunu ortaya atanlar da olmuştur. Nitekim "Kürdistan" terimi ("Kürt" terimiyle birlikte), siyasal olarak 20. yüzyıla kadar kullanılmamıştır. Çağdaş bağlamda Kürdistan isminin kullanımı çeşitli siyasi anlaşmazsızlıklar beraberinde getirmektedir: Örneğin Türkiye geleneksel olarak Kürdistan teriminin kullanımının bölücü bir ima içerdiğini öne sürmektedir.
Günümüzde Kürtler.
Türkiye.
Orta Doğu'daki Kürt toplumunun çoğunluğunun Türkiye'de yaşamasından ötürü Türkiye, Orta Doğu'daki ülkeler arasında en büyük Kürt nüfusu barındıran ülke konumundadır. Bununla birlikte Türkiye'deki Kürt nüfusun kesin sayısı da belli değildir ve bu konuyla ilgili çeşitli tahminler bulunmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü (2005'ten sonra "Türkiye İstatistik Kurumu") tarafından 1965 yılında yapılan genel nüfus sayımına göre, 31.391.421 kişi olan Türkiye nüfusunun 2.370.233'ünün ana dilinin Kürtçe olduğu, ikinci dili dahil Kürtçe bilen toplam kişi sayısının ise 2.820.231 olduğu belirlenmiştir. Buna göre, nüfus kaydında Kürtçenin "ana dili ve ikinci dili" olarak geçtiği kişi sayısı, toplam nüfusun %8,98'ine tekabül etmektedir. Bununla birlikte, 1965 sonrası nüfus sayımlarında ana dil mevzu bahis edilmediği için daha güncel verilere nüfus sayımları doğrultusunda ulaşmak mümkün değildir. Genelde sayımlarda Zazalar'ın bu gruba dahil edilmesi karışıklıklara yol açmaktadır. Rudaw, 2024 yılında yayınladığı bir haberde Türkiye'de Kürt çoğunluklu bölgelerin nüfusunun 17 milyon civarında olduğunu ve toplam ülke nüfusunun yüzde 20'sinden az olduğunu belirtmiştir.
2007'de Milliyet gazetesinin KONDA'ya yaptırdığı ankette yüz yüze görüşme yapılan yaklaşık 50 bin kişinin %13,4'i kendisini Kürt olarak tanımlamış ve 18 yaş altındaki nüfusun eklenmesiyle bu oranın %15,68'e çıkıp, toplam nüfusa adapte edildiğinde Kürt nüfusunun 11 milyon 445 bin kişi olabileceği tahmin edilmiştir. 2010'lu yılların verilerine bakıldığında, CIA'ye göre, Türkiye'de yaklaşık 14-15 milyon Kürt asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşamaktadır. Etnik gruplarla ilgili bir proje olan Joshua Project ise, yapmış olduğu araştırmalar ile Türkiye'deki Türkçe konuşanlar da dahil toplam Kürt nüfusunun 15 milyon civarında olduğunu belirtmektedir.Türkiye'deki Kürtler, çoğunlukla Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne yayılmış halde bulunurlar. Osmanlı döneminde Konya, Ankara, Kırşehir ve Aksaray gibi İç Anadolu Bölgesi'nin köylerine sürülmüş (Orta Anadolu Kürtleri; Kürtçe": Kurdên Anatoliya Navîn") ve Cumhuriyet döneminde İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Gaziantep, Antalya, Samsun ve Bursa gibi Türkiye'nin büyük kentlerine ve diğer ülkelere göç etmişlerdir. Ekonomik ve sosyal sebeplerle, ülkenin görece daha gelişmiş olan metropollerine yaşanan göçlerin dışında, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşanan isyanlar sonucu birçok zorunlu göç de yaşanmış, 1990'larda bölgedeki gerilimin artması ve sıklıkla çatışmaların yaşanması sebebiyle birçok köy boşaltılmıştır.
Bu nedenle, özellikle Anadolu'nun batısında yaşayan Kürt kökenli nüfusun, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya göre çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi, nüfus sayımlarında vatandaşlık esas alındığı ve etnik köken sorulmadığı için, Kürt kökenli nüfusun nerede daha yoğun olduğu konusunda kesin bir şey söylemek olanaksızdır. Ayrıca evlenmeler sonucu da nüfus karışmıştır. Bir kısım Kürt kökenli Türkiye vatandaşı ise başta Almanya olmak üzere çeşitli Batı Avrupa ülkelerine göç etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nde de, Suriye ve İran'daki gibi Kürt azınlığa yönelik çeşitli yasaklar konulmuş ve resmî bir asimilasyon politikası yürütülmüştür. Bazı sosyal bilimcilere göre asimilasyon politikaları daha sonra ortaya çıkan, özellikle 1970'ler ve 1980'lerde ivme kazanan Kürt etnik kimliği bazlı Kürt milliyetçisi akımlarını beslemiş, bunların ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra Kürt kimliği reddedilmiş, özellikle 1930'lar ve 1960'larda Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde bulunan Kürtçe isimli birçok yerleşim birimi ve coğrafî öğenin ismi değiştirilmiş, Kürtçe isimlerin yerini Türkçe isimler almıştır. Bunun dışında kültürel alanda da değişiklikler yapılmış, örneğin Osmanlı metinleri çağdaş Türkçeye çevrilirken veya kullanılırken, bu metinlerde geçen "Kürdistan", "Kürd" gibi sözcükler yok sayılmış, metinden çıkarılmış, Kürt kökenli birçok tanınmış Osmanlı vatandaşının kökeninin Türk olduğu öne sürülmüştür. Kürt dilinden Kürtçe isimlere ve Kürt folklorüne kadar kültürün birçok alanında yasaklar konulmuştur.Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki sıkılık; Adnan Menderes döneminde bir miktar rahatlasa, asimilasyon çabaları azalsa ve çeşitli alanlarda özgürlükler artsa da, özellikle 27 Mayıs Darbesi sonrası yeni anayasanın daha geniş haklar tanımasına rağmen bu özgürlükler pratikte azalmış, asimilasyon politikaları güçlenmiştir. Kürt kimliğine yönelik hareket özellikle 12 Eylül Darbesi sonrasında artmış; açık yerlerde Kürtçe konuşulması sıkı bir şekilde yasaklanmış ve Kürtlerin "Dağ Türkleri" olduğu iddia edilmiştir. Asimilasyona yönelik olan ve bilimsel temeli bulunmayan bu iddia, T.C. Genelkurmay Başkanlığı tarafından desteklenmiş, bu kurum tarafından bastırılan "Beyaz Kitap"ta şu açıklama yer almıştır:
Benzeri bir iddia da Kürtçe için ortaya atılmış; Kürtçenin aslının Türkçe olduğu ve bu çeşitliliğin coğrafi şartlarla yaşam tarzının (dışarı ile temaslarının az olması) değişikliğinden dolayı meydana geldiği ve Kürtçedeki çoğu kelimenin Türkçe, Arapça ve Farsça kökenli olduğu ileri sürülmüştür. 12 Eylül'den sonra da Kürtler, Kürt kimliği ile ortaya çıkamamışlardır: Örneğin 1991'deki Körfez Savaşı sırasında devletin resmî televizyon kanalı TRT, haberlerde Kürtlere Kürt demektense, "Iraklı etnik gruplar" deyimini kullanmayı tercih ediyordu. 1970'ler ve sonrasında, özellikle 1980'lerde yoğunluk kazanan ve 1990'larda devam eden Kürt ayrılıkçı hareketi ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında bazı çatışmalar yaşanmış, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı ve bu grupların faaliyetlerini yoğunlaştırdığı Türkiye'nin güneydoğusunda kalan bölgelerde olağanüstü hal ilan edilmiştir. 1990'larda "Kürt meselesi" fikri reddedilmiş, örneğin TOBB için hazırlanan ve bu meseleyi ele alan 1995 tarihli rapor "Doğu Sorunu" olarak adlandırılmıştır. Nitekim sorunun "Doğu Sorunu", "Güneydoğu Sorunu" veya "Terör Sorunu" olarak adlandırılması yaygınlık kazanmış, askeriye tarafından desteklenmiş, 2000'li yıllarda Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk kez "Kürt Sorunu" ifadesini kullanması da, özellikle başlarda bu kesimlerde olumsuz tepkilere yol açmıştır.
1996'da TRT, Kürtlerin bir Türk boyu olduğunu ve Kürtçenin uyduruk bir dil olduğunu savunan bir program yayımladı. Bununla birlikte, 1990'larda genel olarak Türkiye'de yaşayan Kürt azınlığın durumunda, 80'lere ve öncesine oranla rahatlama kaydedildi: Zira Turgut Özal, Türkiye'de ilk defa resmen "Kürt" kelimesini telaffuz etti ve Kürtçe konuşma ve yayın yasağı kısmen kaldırıldı. 2000'li yıllarla birlikte diğer bazı yasaklar da kısmen kaldırıldı, Kürt sorunu açık bir şekilde tartışılmaya başlandı ve gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gerekse sivil toplum kuruluşları gibi kurumlarca çeşitli açılımlar gerçekleştirildi. Örneğin 1 Ocak 2009 tarihinde, ağırlıklı olarak Kürtçenin Kurmanci lehçesi ile yayın yapan TRT 6 (daha sonraki adıyla TRT Kurdî) yayın hayatına başladı. Kanalın açılışında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Kürtçe başarı dileğinde bulunarak ilk kez kamuya açık olarak Kürtçe konuşan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı oldu.
Türkiye'deki en büyük Kürt ayrılıkçı hareketi olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Türkiye başta olmak üzere Avrupa Birliği, ABD ve NATO da dahil olmak üzere 31 ülke ve bazı kuruluşlar tarafından terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Ayrılıkçı ve militan örgütlenmenin yanı sıra, parlamenter seçimlere katılan çeşitli Kürt partileri de olmuş, bunların birçoğu PKK ile ilişkileri olduğu gerekçesiyle kapatılmış, bu siyasi geleneğin son partisi olan ve 2009 yılı itibarıyla aktif olan Demokratik Toplum Partisi'ne (DTP) de aynı gerekçeyle kapatma davası açılmıştır.
İran.
İran'da yaşayan Kürtler, çoğunlukla İran-Irak ve İran-Türkiye sınırında yaşamaktadırlar. Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı ve "İran Kürdistanı" (Kürtçe: کوردستانی ئێران ; "Kurdistanî Iran") olarak da adlandırılan bölge; Batı Azerbaycan, Kürdistan ve İlam eyaletlerinin büyük bölümünü kapsamaktadır. Gerek çeşitli Kürt hareketleri, gerekse İran-Irak Savaşı dolayısıyla kırsal kesimlerdeki Kürt nüfusunun azaldığı gözlemlense de, ayrıntılı araştırmalar yapılmadığı için net veya ayrıntılı bilgi mevcut değildir.
Amerikan istihbarat teşkilatı kurumu CIA tarafından İran'da Kürt nüfusunun toplam nüfusun %7'sini bulduğu iddia edilmektedir. Aynı kuruma göre İran nüfusunun 66.429.284 olduğu zamanlarda bu oran (%7), yaklaşık 4 milyon 650 bin civarı bir sayı vermektedir. Ancak, İran nüfusunun 80 milyonun üzerine ulaşan artışıyla birlikte bazı tahminler, bu oranın artık 8 milyon civarında olduğunu söylemektedir.
İran'da başka ülkelerden, örneğin Türkiye'den farklı olarak Kürt kimliği reddedilmemiş, bununla birlikte Farsî kimlik üst kimlik olarak vurgulanmış ve Kürt kimliği Fars kimliğine oranla daha alt bir kimlik olarak sunulmuştur. Örneğin üst İranî kimliği vurgulamak adına Kürtçe, sıklıkla Farsçanın bir lehçesi olarak sunulmaktadır. Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı diğer bölgelerden farklı olarak İran'daki Kürtlerin bir özelliği de, İranlılar Şii iken, Kürtlerin ise genelinin Sünni olmasıdır. Bu farklılık İran'daki Kürt kimliği açısından önemli bir yer tutar. Bununla birlikte, özellikle Kirmanşah'ta yaşayan Kürt nüfusunun önemli bir kesimi Şiidir. Yine de bunlar genel Kürt nüfusta azınlık teşkil ederler ve Sünni Kürtler, Kürt nüfusun yaklaşık %75'ini oluşturur.
İran'daki Kürtler ve özellikle Irak'taki Kürtler arasında önemli bir etkileşim olmuş, bu da edebiyat ve dil alanında kendisini göstermiştir. Benzeri bir etkileşim, Türkiye'deki Kürtler ile mümkün olmamıştır: Bunun en büyük sebebi, İran ve Irak'taki Kürtlerin büyük kısmının aynı güney Kürtçe lehçesini konuşmaları ve Kürtçeyi Arap alfabesiyle yazmalarıdır. Türkiye'deki Kürtlerde ise farklı bir kuzey lehçesi yaygındır ve Kürtçe, Latin harfleriyle yazılmaktadır. 1940'lardan bu yana Kürtçe, İran'da resmî olarak yasak olsa da, yine de özellikle bazı İranlı radyoların kısmen Kürtçe yayın yapmaları gibi etkenler sebebiyle gelişimini sürdürmüş; çeşitli Kürtçe yayınlar gizlice yayımlanmıştır.
İranlı Kürtler ve İran'da Kürt kültürünün gelişimi açısından önemli bir nokta da, 1946–1947 yılları arasında varlığını sürdüren ve "Mahabad Cumhuriyeti" veya "Kürdistan Cumhuriyeti" olarak anılan kısa süreli Kürt devletidir. Cumhuriyet, Ocak 1946'da ilan edilmiş olsa da, bölge 1942 yılından beri Kürtlerin etkisi altındaydı ve Kürt komiteler çeşitli yönetimsel işlevleri bir süredir karşılamaktaydı.
1970'lerdeki devrimci hareketlerin birçoğu, Kürtlere ve Kürtlerin hak taleplerine olumlu yaklaşmış, Kürtler bu devrimci hareketlere destek vermiş ve bazı aşiret liderlerinin dışında Kürtlerin çoğunluğu, 1979'daki devrimini de desteklemişlerdir. Bununla birlikte, devrim sonrasında Kürtlerin hak ve özgürlüklerinde olumlu yönde bir değişiklik olmamıştır.
İran'daki aktif ana Kürt partileri, federal bir İran'ı ve bu bağlamda Kürt ulusu haklarının ve kimliğinin tanınmasını savunan İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) ve Marksist Kürt İşçileri Devrimci Örgütü (KOMALA)'dür. İki partinin görüşleri birbirinden farklı olsa da, ikisi de mevcut rejimin karşıtıdır. İran dahil bölgede Kürtlerin yaşadığı birçok ülkede aktif faaliyet gösteren bir başka Kürt örgütlenme ise, özellikle Türkiye'de aktif olan PKK ile yakınlığıyla bilinen, ayrılıkçı Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK)'dir. Bu örgüt, 2009 yılında ABD'deki Obama yönetimi tarafından terörist örgüt olarak adlandırılmış ve terör örgütlerine uygulanan yaptırımlar kapsamına alınmıştır.
Suriye.
Suriye'deki Kürtler, genellikle Suriye-Türkiye ve Suriye-Irak sınırlarına yakın bölgelerde, örneğin Kürtçe "Sere Kaniye" olarak anılan Ayn el-Arab (Kobani) ve Kürtçe "Çiyayê Kurmênc" olarak anılan "Cebel el-Ekrad" ("Kürtlerin Dağı") bölgelerinde yaşamaktadırlar. Birçok farklı kurum ve uzmanın tahminine göre buradaki Kürt nüfusu 1 ila 2 milyon arasındadır.
Suriye hükûmeti, yaklaşık 120.000 kadar Kürdü, Kasım 1962'de yapılan özel bir nüfus sayımında "Türkiye'den ülkeye yeni girmiş yabancılar" olduklarını öne sürerek sayım dışı tutmuş ve Suriye vatandaşlığından ayırmıştır ki, o zamandan beri birçok Suriyeli Kürt vatandaş, haklarına sahip değildir ve Suriyeli vatandaşlığı kendilerine verilmemektedir. Vatandaşlık haklarına sahip olmayan, sayılarının yaklaşık olarak çeyrek milyon civarında olduğu düşünülen bu Kürt nüfusun yasal olarak evlenme, mülk edinme veya eğitim görme gibi hakları bulunmamaktadır. Aynı zamanda Kürt bölgesini Araplaştırmak için bir Arap kuşağı inşa edilmeye çalışılmış, 1963'te Baas Partisi hükûmeti "Cezire'nin Araplığını koruma" sloganını kullanarak Araplaştırma politikasını sürdürmüştür. Örneğin; 1975 yılına gelindiğinde Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Cezire bölgesinden 300.000 kadarlık bir Kürt nüfus yerlerinden olmuştur. Bunların dışında, Kürt kültürüne yönelik de birçok devlet müdahalesi ve yasak söz konusudur: Kürtçenin yayınlarda kullanılması, resmi olarak konuşulması veya yazılması, öğrenim dili olması veya iş mekanlarında konuşulması yasaktır. Her ne kadar uygulamada aksaklıklar yaşansa da, 1988 yılında düğünlerde Arapça olmayan şarkıların söylenmesini ve çalınmasını yasaklayan bir yasa çıkmıştır.
Her ne kadar Suriye'deki ilk Kürt partisi olan Suriye Kürdistan Demokrat Partisi, 1957'de kurulmuş olsa ve yasal olmamalarına, tanınmamalarına rağmen bugün birçok parti varlığını sürdürüyor olsa da, Suriye'deki Kürt hareketi ile Türkiye ve Irak'taki arasında büyük fark vardır. Suriye'deki hareketin çoğunluğu, Suriye devletinin baskısıyla ayrılıkçı bir tondan özellikle uzak durmuşlardır.
Türkiye ve Irak'taki Kürt hareketlerinin daha güçlü olması da, Kürt halkından desteğin Suriye'dekilerden ziyade komşu ülkelerdeki Kürt hareketlerine kaymasına sebep olmuştur. Türkiye ve Irak ile karşılaştırıldığında Suriye'deki Kürt siyasal hareketinin oldukça zayıf olduğu ve diğer iki ülkeye oranla çok daha az ayrılıkçı unsur çıkardığı söylenebilir. Ancak ülkedeki iç savaş sırasında Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerde PKK'ya yakınlığıyla bilinen Demokratik Birlik Partisi (PYD) tarafından tek taraflı kanton yönetimleri ilan edilmiştir.
Irak.
Özerk bölgeyle beraber Irak genelinde Kürt nüfusu, CIA'ye göre toplam nüfusun %15-20'lik bir kısmını oluşturur ki, bu da aynı kaynağın 2009 yılı için verdiği toplam Irak nüfusu (28.945.657) ile karşılaştırıldığında 4.341.848 - 5.789.131 arası bir Kürt nüfusa işaret eder. Joshua Project kurumu, bu sayıyı yaklaşık 8 milyon olarak verir.
Irak'ta Kürt nüfusunun geneli, Irak Kürdistan Özerk Bölgesi sınırları dahilinde yaşamaktadır. Irak'ın kuzeyinde bulunan bu bölgede yaşayan Kürt nüfusunun toplamda 3 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Geri kalan Kürt nüfusun büyük bir kısmı ise Bağdat'ta yaşamaktadır. 1991 yılından beridir Bağdatlı Kürtler, 2002 yılından beridirse süregelen savaştan ve savaş sonrası Sünni-Şii geriliminden zarar gören Arapların önemli bir kısmı tehlikeden uzaklaşmak için Özerk bölgeye göç etmiş, bu sebeple Özerk bölgenin nüfusunda değişiklikler meydana gelmiştir.
Kürtler, 20. yüzyıl boyunca Irak'taki önemli bir siyasi ve sosyal güç olmuş, I. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı İmparatorluğu'nun çekilişinden sonra, 1919'da Mahmud Berzenci önderliğinde ayaklanmış, Irak'ın Birleşik Krallık Mezopotamya Mandası yönetim altındayken, 1920'da Berzenci kendini "Kürdistan Şahı" ilan etmiş ve birkaç kez ayaklanmış (1923 ve 1932'de) ve bu ayaklanmalar güç kullanılarak bastırılmıştır. Bu ilk dönemle birlikte Irak Kürtleri arasında özellikle Barzani aşireti öne çıkmış ve Irak'taki Kürt halkının hakları ve bağımsızlığı için çalışmıştır. Nitekim bu çalışmaları yüzünden aşiretin etkili lideri Mustafa Barzani 1945'te sürgüne gönderilmiş, Barzani bir süre İran'daki Mahabad Cumhuriyeti'nde kalmış, bu devletin 1946'da son bulmasıyla SSCB'ye geçmiştir. 1958'de Irak'ta yaşanan darbe sonrası darbeyi gerçekleştiren Abdülkerim Kasım, Kürtlerin siyasi gücünü kullanmak amacıyla, belirli bir oranda otonomi sözü vererek Barzani'yi Irak'a geri davet etmiş, fakat sonrasında otonomi sözünün gerçekleştirilmemesi üzerine Kürtler ile Irak yönetimi arasında yeni çatışmalar patlak vermişti. Her ne kadar bu arada başka darbeler yaşansa ve zaman zaman çeşitli ateşkesler imzalansa da, genel olarak anlaşmazlık ve çatışmalar devam etmiştir. 1968 yılında Baas Partisi darbeyle iktidara gelmiş, bir süre Kürt hareketi ile olan çatışmaları sürdürseler de sonunda barış imzalamayı seçmişlerdir. 1974'te Irak yönetimi Kürtlere karşı yeni bir saldırıya geçmiş, bu sefer İran ile anlaşarak İran'ın daha önceden Kürtlere yapmakta olduğu yardımı da sonlandırmıştır. Bunun karşısında Barzani, birçok yandaşıyla birlikte İran'a kaçarken, Kürt hareketinden birçok kişi de toplu olarak teslim olmuştur. Bu dönemde Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı birçok bölge, özellikle de petrol zengini olan bölgeler, devlet eliyle Araplaştırılmıştır. Örneğin 1978-79'da 200 bin kadar Kürt, zorla ülkenin başka yerlerine sürülmüşlerdir.
Irak yönetiminin Kürt karşıtı politikaları 1980'lerle birlikte hız kazanmış, İran-Irak Savaşı sırasında da şiddetli bir şekilde devam etmiş, 1986'da başlayan ve 1989'da son bulan Enfal Operasyonu dahilinde 100.000 ile 150.000 (ve daha fazlası) civarında Kürdün katledildiği tahmin edilmiş, Kürt halka karşı kimyasal silahlar kullanılmıştır. Örneğin "Halepçe Katliamı" olarak da anılan ve Mart 1988'de gerçekleşen Halepçe'ye zehirli gaz saldırısında 3200-5000 kişi olay anında ölmüş, 7000-10000 kişi de yaralanmıştır.
Birinci Körfez Savaşı sonrası 1991'deki ayaklanmalarla birlikte, 1970'ten beri kâğıt üzerinde geçerli olan Kürt Özerk Bölgesi "de facto" olarak özerklik kazanmış, BM'nin koruması altına girmiştir. Bununla birlikte, 1990'larda bölgedeki güçlü iki Kürt partisi Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği arasındaki gerginlikler tırmanmış ve iç çatışma gerçekleşmiştir. Bu çatışmalar gerek çeşitli programların olumlu etkileri, gerekse ABD'nin doğrudan müdahaleleri ve arabuluculuğu ile birlikte 1998'de sona ererken, petrolden gelen kazanç bölgenin refah düzeyinin artmasına sebep olmuştur.
Bahar 2003'te başlayan İkinci Körfez Savaşı'nda Kürt peşmergeler, Çokuluslu Koalisyon Güçleri ile birlikte yer almış, savaş sonrası oluşan Irak hükûmetinde Kürtler önemli bir rol oynamış ve müdahale sonrası ilk Irak Başkanı, önde gelen Kürt politikacı Celal Talabani olmuştur. Savaş sonrasında Kürdistan Özerk Bölgesi, ülkenin kalanına oranla oldukça sakin bir siyasi ve sosyal atmosfere sahip olmuş ve bazılarınca "Irak'ın İsviçresi" olarak anılmıştır. Gerek bölge gerekse bölgenin başkenti Erbil, birçok sosyal ve ekonomik gelişmeye konu olmuş, örneğin inşaat sektöründe patlama yaşanmıştır. Bölgede 2003'ten beri birçok üniversite açılırken, başta Kürtçe olmak üzere Kürt kültürünün birçok unsuru üzerine birçok gelişme kaydedilmiş, sayısız etkinlikler yapılmıştır: Örneğin 2005 yılı itibarıyla bölgedeki beş devlet üniversitesi Kürtçe eğitim vermektedir.
Ermenistan.
Amerikan istihbaratı CIA'ye göre, Ermenistan nüfusu 2009 itibarıyla tahminen 2.967.004 iken, Kürt nüfusu bunun %1,3'ünü oluşturur ki, bu da 38.571 gibi bir sayıya tekabül eder.
Ermenistan'daki Kürt halkının çoğunluğu Ezidilerden oluşmaktadır. Bununla birlikte, Sovyetler Birliği'nin dağılımı sonrası Ermenistan'daki Kürtlerin kültürel imtiyazlarının ellerinden alınması sonucu bölgede süregelen bir göç eğilimi gözlemlenmiştir ve yıllar içerisinde Ermeni Kürtlerinin büyük bir bölümü Ermenistan'ı terk etmiş, özellikle Rusya ve Batı Avrupa'ya göç etmiştir.
Afganistan.
Kürtler, zamanında Safevi hükümdarı Şah Abbas tarafından binlerce Kürdün sürgüne gönderildiği İran'ın kuzeydoğusunda kalan bölge başta olmak üzere, günümüz Afganistan sınırlarındaki bölgelerde 1500'lerden beri yaşamaktadırlar. Zamanında sürgüne gönderilmişlerin çoğunluğu en nihayetinde Afganistan'ın içlerine ilerlemiş, Herat ve diğer batı Afganistan şehirlerine yerleşmişlerdir.
16. yüzyılda Afganistan'daki Kürt kolonilerinin nüfusu 10 binleri bulmaktaydı. Bazı Kürtler, Afganistan içerisinde yüksek siyasi makamlara erişmişlerdir; örneğin Ali Mardan Han, 1641 yılında Kabil valisi olmuştur. Bölgedeki Kürtler, Afganların Safevi hükümdarlarıyla olan ihtilaflarında Afganların yanında almış ve daha sonraları diğer bölgesel güçlerle olan ihtilaflarda da bu tutumu devam ettirmişlerdir.
Günümüzde Afganistan'da yaşayan Kürtlerin sayılarına dair kesin bir rakam söz konusu değildir. Bununla birlikte Paris Kürt Enstitüsü, bu sayının takriben 200.000 civarında olduğunu tahmin etmektedir. Afganistan Kürtlerinin Kürtçeyi muhafaza edip etmedikleri ise bilinmemektedir.
Diaspora.
Kürt diasporası, "Kürdistan" olarak anılan ve Orta Doğu'da bulunan coğrafî bölge dışındaki Kürt topluluklarını tanımlamaktadır ve genel olarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırlarında kalan coğrafî bölgedeki özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru gelişen siyasi çatışmalar ve ihtilaflar sebebiyle gerçekleşen göçlerin bir sonucudur.
Göçler sonucu oluşan Kürt diasporası, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Kürdistan bölgesi hariç, özellikle Batı Avrupa'da yoğunluktadır. Batı Avrupa dışında, özellikle eski Sovyet ülkelerindeki Kürt nüfus ile birlikte Orta Doğu'nun farklı bölgelerinde, Orta Asya ve Kuzey Amerika'da da kayda değer Kürt toplulukları bulunmaktadır.
Paris Kürt Enstitüsü'nün verdiği verilere göre Almanya'da 500.000 - 600.000, Fransa'da 100.000 - 120.000, Hollanda'da 70.000 - 80.000, İsviçre'de 60.000 - 70.000, Belçika'da 50.000 - 60.000, Avusturya'da 50.000 - 60.000, İsveç'te 25.000 - 30.000, Birleşik Krallık'ta 20.000 - 25.000, Yunanistan'da 20.000 - 25.000, Danimarka'da 8.000 - 10.000, Norveç'te 4.000 - 5.000, İtalya'da 3.000 - 4.000, Finlandiya'da 2.000 - 3.000, ABD'de ise yaklaşık 15.000 - 20.000 ve Kanada'da 6.000'i aşkın Kürt yaşamaktadır. Ancak son yıllarda çeşitli nedenlerden ötürü pek sıklıkla gerçekleşen göçler, özellikle Almanya'da son yıllarda Kürt nüfusunun 1 milyonu geçtiğini tahmin ettirmektedir.
Diasporalar Ansiklopedisi ("Encyclopedia of Diasporas") de diaspora dağılımını, Paris Kürt Enstitüsü'nün sayılarına benzer sayılarla ifade etmiştir. Orta Doğu'da, Lübnan ve İsrail'de de kayda değer Kürt toplulukları yaşamakta, Lübnan'daki Kürtlerin sayısının 75.000 - 100.000 arasında olduğu, İsrail'deki Kürt Yahudilerin sayısınınsa yaklaşık olarak 100.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca 20. yüzyılın ikinci yarısında Sovyetler Birliği sayıları 500.000 olduğu sanılan bir Kürt topluluğuna ev sahipliği yapmaktaydı; bununla birlikte Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası bölgedeki Kürt toplulukları, gerek bölge içinde gerekse bölge dışında, farklı yerlere göç etmişlerdir. Bunun başlıca sebepleri arasında Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası yaşanan Kafkaslarda oluşan bağımsız cumhuriyetlerdeki, özellikle de etnik temellere dayanan, silahlı çatışmalar büyük bir rol oynamıştır. Bugün büyük bölümü göçmüş olan Ermenistan Kürtleri'nin yanı sıra Azerbaycan, Kırgızistan, Gürcistan gibi ülkelerdeki Kürtler de büyük oranda göçme eğilimindedirler; bölgede göç alan ülkelere örnek olaraksa Kazakistan ve Rusya verilebilir. Bölgedeki Kürt toplulukları hakkında az sayıda güvenilir bilgi bulunmaktadır.
Özellikle Avrupa'daki ilk Kürt topluluklarının geçmişi daha erken dönemlere dayandırılabilse de, genel olarak Kürt diasporası özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan birçok siyasi gelişme, silahlı ihtilaf, savaş, şiddet olayı ve yıkım sebebiyle olmuştur. Örneğin, 1946'da Kürt Cumhuriyeti'nin İran tarafından mağlup edilmesi sonrasında bölgedeki birçok Kürt Irak'a ve Sovyetler Birliği'ne kaçmıştır. Sovyetler Birliği'ndeki Kürtler pek çok Sovyet cumhuriyetine yerleşmişlerdir. 1950'lerde gerçekleşen, 1953 tarihli İran'daki darbe ile 1958 tarihli Bağdat'ta gerçekleşen durumlar mültecilere yol açmış; İran'daki sonrasında bazı Kürtler Sovyetler Birliği'ne ve Doğru Avrupa'ya kaçarken, Bağdat'taki sebebiyle bazı Kürtler Birleşik Krallık'a ve İran'a kaçmıştır. Sonrasında özellikle bağımsız bir Kürt devletini hedefleyen hareketlerin yenilgisi sonucu birçok Kürt Avrupa ve Kuzey Amerika gibi bölgelere, Batı'ya iltica etmiştir. Sayılarının 200.000 civarı olduğu tahmin edilen bu mülteci gruplarının Batı'daki Kürt diasporasının temelini oluşturduğu ve ilk kalıcı Kürt toplulukları olduğu düşünülmektedir. 1990'lara doğru Irak'taki Kürt köylerinin yıkımı da Kürt diasporasının gelişiminde önemli bir rol oynamış birçok Kürt ülke dışına çıkmıştır. Türkiye'de 1980 Askerî Darbesi ve sonrasında ortaya çıkan ve etkinliğini hâlen koruyan Kürt ayrılıkçı hareketi ve bu ortaya çıkan çatışmalar ve şiddet olayları sonucu birçok Kürt başta Avrupa olmak üzere Batı'ya göç etmiştir. Aynı zamanda gerek zorunlu şehirleşme gerekse şiddet olayları sebebiyle ülkesi içinde yerinden edilen kişilerin sayılarının 1.7 milyon ile 2,5 - 3 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Genel olarak Kürt topluluklarının yaşadıkları ülkelerdeki asimilasyonuna yönelik çabalar Kürt topluluklarında birçok karşıt hareketin doğmasına sebep olmuş, meydana gelen şiddet olayları ve çatışmalar, İran'da 1979'dan, Türkiye'de ise 1984'ten bugüne kadar varlığını korumuş ve korumaya devam etmekteyken Irak'ta 1961'den 2003'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Bununla birlikte Kürt diasporasının oluşumundaki tek faktör tarihî coğrafî bölgelerindeki ihtilaflar ve siyasi gelişmeler değildir: özellikle ekonomik sıkıntılar ve dünya ekonomisindeki çeşitli olaylar Kürt diasporasının oluşumunda önemli bir yere sahip olmuş; örneğin 1960'larda Batı Avrupa'da gerçekleşen ekonomik patlama bölgeye birçok Kürt topluluğun göçmesine sebep olmuştur.
Kürt diasporası Kürt kültürüne önemli katkılarda bulunmuş, özellikle 1990'larla birlikte açılan Kürt yayın kuruluşlarıyla birlikte Kürt medya kültürünün temellerini atmıştır. Bununla birlikte Kürt diasporasındaki farklı yayınlar ve etkinlikler sıklıkla bu yayın ve etkinliklerin başındaki Kürt gruplardan etkilenmiştir. Kürt kültürünün farklı ülkelerin sınırlarındaki Kürt topluluklarının o ülkedeki eğilimler sebebiyle farklı birçok eğilimi içinde barındırması bu açıdan önemlidir; örneğin birçok Kürt dili lehçesinin mevcut olmasının yanı sıra Kürt dilleri, farklı ülkelerde, farklı alfabeler tercih edilerek yazılmaktadır. Latin harflerini kabul etmiş ve resmî dili olan Türkçe için Latin harflerinin kullanan Türkiye'deki Kürtler de Kürt dili için Latin harflerini kullanma eğilimindeyken, tam tersinin söz konusu olduğu İran ve Irak'taki Kürtler daha ziyade Arap harflerini kullanırlar. Bunun Kürt diasporasının etkinliklerindeki bir dışavurumuna şu örnek verilebilir: Birleşik Krallık'ta, 1995'te kurulmuş olan Med-TV, büyük oranda Türkiye kökenli Kürtlerin yönetiminde olmasının bir sonucu olarak, Kurmanci lehçesini ve Latin harflerinin kullanımını benimsemiştir. Diasporanın bölündüğü devletlerin de yardımlarıyla Kürt diasporası birçok kültürel yayının kaynağı olmuş, bu hususta genellikle Orta Doğu'daki ana Kürt topluluklarını geçmiştir. Örneğin İsveç'te 1971 ile 1997 tarihleri arasında Kurmanci dilinde 402 eser basılmıştır. Bunda Orta Doğu'daki ana Kürt toplulukları üzerindeki çeşitli kültürel baskıların da etkisi olmuştur; örneğin Kürt diline dair çeşitli yasaklar Türkiye ve Irak gibi ülkelerdeki Kürt dilindeki yayınların önünü kesmiştir. Bununla birlikte 1990'lardan itibaren bu yasakların bertaraf edilmesi tersi yönde etki etmiş ve Türkiye ve Irak'ta Kürt dilindeki yayınların sayıları artarken, diasporanın bazı yayınlarının düştüğü veya yayın merkezlerinin Orta Doğu'ya taşındığı bile gözlemlenmiştir.
Kürt sosyal yapısı Kürt diasporasında da etkinliğini sürdürmüştür. Ayrıca Kürt diasporasının oluşum sürecinde, farklı zamanlarda farklı sosyal gruplardan Kürtlerin ülkelere gelmesi önemli bir konudur. Örneğin 1970'lerin ortalarına kadar Batı'daki Kürt diasporasının çoğunluğu ya işçi statüsüyle gelmiş kişilerdi (Almanya'daki "konuk işçi" olgusu) ya da siyasi mültecilerdi ki bu ikinci grup, yani siyasi mülteciler, sıklıkla orta sınıf mensubu kimselerdi. Bununla birlikte 1970'lerin ortalarından itibaren bir değişim başlamış, örneğin çiftçiler ve bunların yanı sıra bir dönem gerilla olarak savaşmış kişiler de bölgeye gelmiş ve büyük ölçüde diasporanın oluşum sürecine katılmıştır. Batı medyasında dikkat çekmiş ve birçok kere konu edilmiş bir başka konu da ataerkil Kürt sosyal yapısının Kürt diasporasındaki çeşitli sonuçlarıdır; örneğin özellikle kadına karşı şiddet ve "namus cinayet"leri Batı'da tartışma konusu olmuştur. Benzeri sosyal yapıya sahip diğer azınlıklarda da, örneğin Türklerde, benzeri "namus cinayet"leri gerçekleşmiş ve bunlar da Batı medyasında yankı bulmuştur.
Avrupa.
Kürt diasporasının en büyük bölümünü Avrupa'daki Kürt toplulukları oluşturmaktadırlar. Kıta Avrupası'ndaki Kürt diasporasının yaklaşık %55'nin Türkiye'den gelmiş göçmen ve mültecilerden oluştuğu tahmin edilmektedir. Kıta Avrupası'ndaki Kürt diasporasında Türkiye kökenliler yaygınken, Birleşik Krallık'taki Kürt topluluğu büyük oranda Iraklı Kürtlerden oluşmaktadır.
Avrupa'daki Kürt topluluklarının kökeni 19. yüzyılın sonlarına kadar sürülebilir; örneğin başlangıçta 1898'de Kahire'de kurulmuş olan ilk Kürt gazetesi, "Kürdistan", çeşitli baskılar sonucu Cenevre'ye daha sonra da Birleşik Krallık'a taşınmıştır. Bununla birlikte Avrupa'daki Kürt varlığı küçük sayılarda kalmış, 20. yüzyılın ilk dönemlerinde de etkin bir sayıya ulaşılmamıştır. Bununla birlikte zamanla Avrupa'daki sayıları artan Kürt topluluğu özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında bölgede etkin bir azınlık haline gelmiş örneğin 1948'ten itibaren bir süre boyunca Paris'te "Bulletin du Centre d'Études Kurdes" isimli yayını yayımlamıştırlar. 1960'lardaki Avrupa ekonomisinin büyümesiyle birlikte başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesine birçok Kürt işçi olarak gitmiş ve yerleşmiştir. Avrupa'daki Kürtlerin sayısı, diğer yerlerdeki Kürt diasporası gibi, Orta Doğu'daki çeşitli sebeplere dayanan, birbiriyle bağıntılı veya bağıntısız birçok şiddet olayı, savaş ve yıkım sebebiyle sonraki yıllarda giderek artmıştır. Zaman içinde Avrupa'daki Kürt diasporası birçok kültürel ve siyasi faaliyette bulunmuş, örneğin çeşitli TV kanalları kurmuş, büyük konserler gibi sanatsal etkinlikler tertip etmiş ve Avrupa siyasi arenasında yer almışlardır. Örneğin Kürt siyasetçi Feleknas Uca Almanya'dan Avrupa Parlamentosu milletvekili olmuştur.
Kuzey Amerika.
ABD ve Kanada'da 22-27 bin dolaylarında Kürt yaşamaktadır; bunların çoğunluğu (yaklaşık 15-20 bini) ABD'de ikâmet etmektedir. Kuzey Amerika'da yaşayan Kürtler kendilerini bu bölgede temsil etmek adına, 1988 yılında, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak Kuzey Amerika Ulusal Kürt Kongresi'ni ("Kurdish National Congress of North America") kurmuşlardır. Benzeri bir şekilde Kuzey Amerika'da yaşayan genç Kürtleri temsil etmek ve bu gençlere yönelik faaliyetlerde bulunmak adına kâr amacı gütmeyen bir başka örgüt, "Kürt Amerikan Gençliği" ("Kurdish American Youth") kurulmuştur. Bunların dışında Kuzey Amerika'da bulunan Kürtler, Avrupa'dakiler gibi, çeşitli medya organları, örneğin Kürt bakış açısını ve haberlerini yansıtan çeşitli internet siteleri gibi, kurmuşlardır.
Orta Asya.
Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında Kafkaslardaki Kürtlerden bir kısmı Orta Asya'daki devletlere göç etmiş, Orta Asya'daki devletlerde hâli hazırda bulunan Kürtlerde de çeşitli göç eğilimleri gözlenmiştir. Bugün Orta Asya'daki çeşitli devletlerde bulunan Kürtlerin toplam nüfusunun 100 bini aştığı tahmin edilmektedir; Kazakistan'da 30 bin civarı, Türkmenistan'da 50 bin civarı, Kırgızistan'da 20 bin civarı, Özbekistan'da 10 bin civarı, Tacikistan'da ise 3 bin civarı Kürt nüfusun bulunduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte net sayılar tartışmalıdır; örneğin Kazakistan'da resmî olarak 46 bin civarında Kürdün yaşadığı belirtilir, fakat ülkedeki Kürt topluluğu sayılarının bunun çok üzerinde olduğunu iddia etmiştir.
Uzak Doğu.
Bazı Kürtler Japonya'ya göç etmişlerdir. Ancak şimdiye kadar Japonya hükûmeti tarafından siyasi mülteci olarak kabul edilen Türkiye kökenli Kürt yoktur. "Warabistan" olarak anılan Saitama İli (埼玉県 Saitama-ken) Warabi kenti (蕨市 Warabi-shi)nde yoğun olarak oturmaktadırlar.
Dil.
Kürtler, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İrani kolunun Kuzeybatı İran alt kolunda bulunan Kürt dilleri başta olmak üzere birçok dil konuşmaktadır. Kürt dilleri başta olmak üzere İranî diller konusunda uzman olan David MacKenzie, Kürt dillerini sesbilimsel açıdan Beluçça ana dili ve Farsça arasında bir noktada konumlar ve Kürt ana dilinin Güney Farsçası ile oldukça yakın ilişki içerisinde olduğunu ileri sürer.
Kürt dilleri, dünyada tahminen 16-26 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Kürt dilleri kolu altında Kurmançça veya Kuzey Kürtçesi, Soranice veya Orta Kürtçe ve Kelhurice veya Güney Kürtçesi olmak üzere üç dil bulunmaktadır. Oxford'un yayımladığı "Uluslararası Dilbilim Ansiklopedisi" ("International Encyclopedia of Linguistics") de bu şekilde bir ayrıma gitmiştir. Kurmançça özellikle Musul'dan Kafkaslara doğru olan bölgede yerleşmiş Kürt halkları tarafından konuşulurken, Soranice Urmiye'den Kürdistan coğrafî bölgesinin daha güneyde kalan bölgelerine kadar uzanan bir coğrafyada yoğunluktadır. Bununla birlikte, hangi dillerin Kürt dilleri altında kabul edilip edilemeyeceği tartışma konusu olmuştur. Örneğin Lekçenin dilbilimsel sınıflandırılması üzerine fikir birliği bulunmamaktadır. Kürtçenin ya da Lurcanın bir lehçesi, Eski Farsçanın bir kalıntısı ya da başlı başına ayrı bir dil olarak kabul edilmektedir. Lekçe Lurcanın kuzey lehçesi ile büyük oranda fonolojik benzerlik ve ortak kelime dağarcığı göstermektedir. Aynı zamanda güney Kürtçesi ile de büyük oranda benzerlik göstermektedir. Ancak ergatiflik özelliği göstermesi noktasında güney Kürtçesinden ayrılmaktadır. Bu bakımdan Kürtçe ile Lurcanın her ikisiyle yüksek oranda benzerlik göstermesine bağlı olarak Kürtçe ile Lurca arasında kalmış bir geçiş dili/lehçesi olarak da görülmektedir. Lekçe Glottolog tarafından üç Kürt dili arasında kabul edilmez ve üç Kürt dili ile bir üst kolda birleştirilerek Lek-Kürt dilleri adı altında sınıflandırılır. Diğer yandan Ethnologue ise dört dili de Kürt dilleri adı altında gruplar.
En çok konuşucuya sahip Kürt dili olan Kurmanççanın yaklaşık olarak 15-17 milyon kişi tarafından konuşulduğu tahmin edilmektedir. Türkiye başta olmak üzere Suriye, Ermenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde yaşayan Kürtlerin ve bu ülkelerden göçmüş olan Kürt diasporasının çoğunluğu Kurmançça konuşur. Kurmançça ayrıca İran ve Irak'taki Kürt topluluklarında az da olsa konuşulur. Irak ve İran'daki Kürtlerin çoğunluğu Soranice konuşmaktadır. Soranicenin Irak'ta yaklaşık olarak 4-6 milyon kişi tarafından, İran'da ise yaklaşık olarak 5-6 milyon kişi tarafından konuşulduğu düşünülmektedir.
Kürt dilleri konuşulduğu ülkelerde çoğu zaman Kürtçe olarak anılır. Irak'ta Kürtçeye resmî dil statüsü verilmiştir. Suriye'de ise Kürtçe yasaklanmıştır ve buna yayın yasağı da dâhildir. İran'da resmî dil statüsüne sahip olmasa da yasaklı değildir. Her ne kadar yerel gazete ve benzeri yayınlarda kullanılsa da, okullarda kullanılmamaktadır. Bunun da etkisiyle, İran'daki bazı Kürtler anadillerinde eğitim görmek amacıyla Irak'a gitmişlerdir. Türkiye'de konuşulan Kurmançça uzun yıllar yasaklı kalmış, 90'lı yıllarla birlikte yasaklar çok az da olsa gevşemiştir. Kurmançça Türkiye'de resmî dil statüsünde olmamasına ve ülkenin anayasasına göre Türkçe dışında herhangi dilin eğitimde kullanılmasının yasak olmasına karşın, özel televizyonlarda çeşitli birçok sınırlamalar dâhilinde Kürt dillerinde yayın yapılmasına 2006 yılından itibaren izin verilmiş, 2009 yılında ise devletin resmî televizyonu olan TRT, 24 saat Kürt dillerinde yayın yapan bir kanal (TRT 6) açmıştır.
Kürt edebiyatı.
Ahmed-i Hani
Kürt edebiyatının en önemli şairlerindendir. Eserlerinde Kürtlerin problemlerine değinmiş ve çözüm yolları ileri sürmüştür.
Kürt edebiyatının başlangıcı tartışmalı ve muğlaktır zira İslam öncesi Kürt edebiyatına dair hiçbir bilimsel bulgu ve bilgi yoktur. Bunun sebebi olarak akademisyenler çeşitli fikirler öne sürmüşlerdir. Üzerinde fikir birliği olan sebeplerden biri: Kürtlerin yaşadığı bölgenin coğrafî konumu sebebiyle Doğu ve Batı arasında kalması, sıklıkla istilalara ve istilacılara sahne olması ve bunun sonucu olarak birçok yıkım yaşamış olmasıdır. Bununla birlikte, özellikle İslam sonrasındaki döneme dair bilgiler bu dönemde yaşamış birçok Kürt yazarının varlığına işaret eder. Bu yazarların hepsi Kürt dillerinde eserler vermemişlerdir; bölgenin kültürel çeşitliliğinin bir sonucu olarak diğer farklı etnik grupların yazarları gibi Farsça, Arapça ve zaman içerisinde Türkçe çeşitli eserler kaleme almışlardır. Bunlara bir örnek, 13. yüzyılda yaşamış ve eserlerini Arapça kaleme almış olan Kürt tarihçi ve biyografi yazarı İbn el-Esir'dir. Kürt edebiyatının erken dönemlerinde Kürt dillerine ağırlık vermiş edebiyatçılara dair pek fazla bilgi bugüne ulaşmamıştır ve bu kişilere Kürtler hakkında yazılmış olan eski eserlerde pek rastlanmaz; örneğin Bitlisli Şeref Han'ın Kürt tarihini anlattığı "Şerefname" isimli eserinde herhangi bir Kürt şairine rastlanmaz. Bazılarına göre Kürt edebiyatının ilk tanınmış şairi olan ve 11. yüzyılda yaşamış olan Ali Hariri'den Şerefname'de bahsedilmez; bununla birlikte 17. yüzyılda yaşamış olan tanınmış Kürt şairi Ahmed-i Hani kendisinden bahseder. Ahmed-i Hani'nin bahsetmiş olduğu diğer iki şair de Molla Ahmed-i Cezirî (Melayê Cizîrî; 1570-1640) ve Faki Tayran'dır (Feqîyê Teyran; 1590-1660). Sufi olan Ahmed Cezirî ismini memleketi olan Cizre'den almaktadır; nitekim yıllarca Cizre'deki Kızıl Medrese'de (Medresa Sor) ders vermiştir. Divanı, "Dîwanî Melayê Cezîrî", bugün hâlâ okunmaktadır ve 100'den fazla şiir, birkaç tane de rubai barındırır. Bugüne ulaşmış tek eseri olan divanı, yoğun Sufi imgeler taşır ve oldukça metafiziksel bir şiir örneği sunar ki şiirleri bu tür (metafiziksel konulu) yazında ünlü olan İranlı şair Hafız'ın eserleriyle karşılaştırılmıştır. Ahmed-i Hani'nin zikrettiği bir diğer isim olan Faki Tayran Ahmed Cezirî ile aynı dönemde yaşamıştır ki bu iki şairin birbirleriyle tanıştığı bilinmekte, Hakkarili olan Faki Tayran'ın Cizre'de Ahmed Cezirî'den ders aldığı düşünülmektedir. Eserlerinde özellikle Kürt folkloründen öğeler ağırlıkta olan Faki Tayran'ın "Qewlê Hespê Reş" (Siyah Atın Ölümü), "Şêxê Senan" (Senan Şeyhi) ve "Qiseya Bersiyayî" (Bersiyay'ın Öyküsü) adındaki eserleri en önemli yapıtlarıdır. Faki Tayran'ın 17. yüzyılda Kürtler ile Safeviler arasında gerçekleşmiş olan Dimdim Savaşı'na dair eseri ise birçoğuna göre bu savaşın ilk edebî anlatısıdır ve bugün hâlen okunan epik bir eserdir. Ahmed Hariri, Cezirî ve Tayran gibi isimleri, Kürt edebiyatının en ünlü eserlerinden olan, "Mem ü Zîn" ("Mem ve Zin") isimli klasik, epik şiirinin önsözünde zikreden Ahmed-i Hani veya "Ehmedê Xanî", Kürt edebiyatı açısından çok önemli bir rol oynamış ve genel kanıya göre eserlerinde Kürt bağımsızlığından bahseden ilk Kürt şairi olmuştur. Şairin ünlü eseri Mem ü Zîn, Mem ile Zîn isimlerindeki iki aşığı konu eden bir mesnevidir ki Sufi öğeler de taşır.
[[Dosya:Seyhmus Dagtekin2.jpg|küçükresim|Çağdaş Kürt şairlerinden [[Şeyhmus Dağtekin]]
Bunların dışında, dinî bir akım olan Ehl-i Hakk tarafından tercih edilen Goranicede Kürt edebiyatı açısından önemli birçok eser kaleme alınmıştır. Özellikle bugünkü İran Kürdistanı'nda kalan bölgede etkin olmuş bağımsız Kürt liderleri Goraniceyi öncelemiştirler ki bu da bu dilde edebî eserlerin verilmesine ve bu dilde yazmayı tercih eden şairlerin türemesi yardımcı olmuştur; örnek olarak 14. yüzyılda yaşamış ve bu dilde eserler vermiş [[Molla Perişan]] ("Mele Perîşan") zikredilebilir. Nitekim bu dil etkinliğini uzun bir süre devam ettirmiş ve örneğin 19. yüzyılda yaşamış olan bir başka şair Molla [[Abdurrahim Mevlevi|Abdürrahim Mevlevi]] (1806–1881) de bu dilde eserler vermiştir. Ayrıca, [[Batı]]'da Süleymaniye ve çevresinde de 18. yüzyılla birlikte bölgedeki egemen Kürt siyasi isimlerin teşvikiyle [[Soranice|Sorani]] dilinde edebî bir gelişim ortaya çıkmıştır.
19. ve 20. yüzyıllarda Kürt edebiyatı, Kürt dili ile birlikte, özellikle yazılı Kürt edebiyatı, çok büyük bir ilgi ve gelişmeye sahne olmuştur. Bunda 19. yüzyılda temelleri atılan Kürt basınının önemli bir payı vardır. İlk Kürt basın yayını, dergisi, "Kürdistan" Kahire'de 1898 yılında yayımlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Kürtlerin yaşadığı toprakların Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları içerisinde kalmasıyla birlikte Kürt dili ve edebiyatı farklı bir döneme girmiş ve her Kürt topluluğu içinde bulunduğu ülkedeki eğilimlerden etkilenmiş ve bu etkileşim dile ve edebiyata da yansımıştır. Örneğin Kürt dillerinin yazımında 1920'lere kadar Arap harfleri tercih edilmişken, 1920'lerle birlikte bölgedeki ülkeler Batıcı politikaları benimsemeye başlayınca, birçok Kürt topluluğu Latin harfleriyle dillerini yazmaya başlamışlardır. Buna verilebilecek bir örnek ise, [[Celadet Ali Bedirhan]] tarafından yayımlanmış ve 1932 yılından 1943 yılına kadar toplam 57 adet basılmış olan basılı ilk Kürt dil-edebiyat dergisi olarak görülen [[Hawar]] dergisinin ilk 23 sayısının hem Latin, hem Arapça harflerle basılıp daha sonra sadece Latin harflerle basılmasıdır. Yine aynı yıllarda Kürt dillerindeki ilk roman olan "Şivane Kurmanca" ("Kürt Çoban") [[Erebê Şemo]] (Ereb Şamilov) tarafından 1935 yılında Sovyetler Birliği'nde [[Şemo-Marogulov alfabesi]] kullanılarak yayınlanmıştır. Ek olarak, Kürt edebiyatının bu topraklardaki gelişim süreci ve Kürt edebî eserlerinin ortaya çıkması sıklıkla bu ülkelerdeki azınlık politikalarıyla doğrudan ilgili olmuş; örneğin zaman zaman bu ülkelerde Kürt dillerinin yasaklanmasıyla birlikte Kürt edebiyatının yavaşladığı, bu tip yasaklamaların kalktığı veya rahatladığı zamanlarda ise hızlı bir şekilde geliştiği ve yeni eserlerin ortaya çıktığı gözlemlenmiştir. 20. yüzyılda Irak'ta Abdullah Süleyman (1904-1962) ve [[İbrahim Ahmed]] gibi isimler öne çıkarken, Suriye'de İkinci Dünya Savaşı sonrasında Suriye'nin bağımsızlığını almasına dek, başta Emir [[Celadet Ali Bedirhan|Celadet Bedirhan]] ve kardeşi Emir Kâmuran'ın gayretlerinin etkisiyle Kürt edebî faaliyetleri yoğunluğunu korumuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası Suriye'de Kürtlerin haklarının birçoğunu kaybetmesiyle edebî faaliyetler de durma noktasına gelmiştir.
[[Dosya:Monument to Mehmed Uzun.jpg|küçükresim|sol|[[Iğdır]]'da bulunan ve Ahmedi Hani, Fekiye Teyran, Musa Anter ve Mehmet Uzun'a adanan anıt.]]
Türkiye'de Kürt dillerine ilişkin yasakı sebebiyle uzun yıllar Kürt edebiyatında fazla çalışma yapılamamış olsa da, özellikle 90'larda siyasi iradenin Kürt dilleri üzerindeki yasakları kaldırması ve Kürt dillerinde yayıncılığın rahatlamasıyla birlikte Kürt edebiyatı hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Ayrıca çeşitli baskılar ve ihtilaflar sebebiyle Kürdistan bölgesinden ayrılıp başta Avrupa olmak üzere farklı yerlere göç eden Kürtlerden oluşan Kürt diasporası Kürt edebiyatı açısından 20. yüzyılda birçok önemli başarıya imza atmıştır. Başta devletin azınlıklara basın ve yayın alanında maddi yardımlarda bulunduğu İsveç olmak üzere birçok Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde yaşayan Kürt toplulukları kendi basın yayın kuruluşlarını kurmuşlardır. "Zaroken Ihsan" ("İhsan'ın Çocukları"), "Helin" ("Yuva"), "Gundike Dono" ("Dono Köyü") gibi eserleriyle tanınan [[Mahmut Baksi]] ve "[[Sen (roman)|Tu]]" ("Sen"), "Mirina Kaleki Rind" ("Yaşlı Rind'in Ölümü"), "Siya Evine" ("Yitik Bir Aşkın Gölgesinde") gibi eserleriyle tanınan [[Mehmed Uzun]] gibi tanınmış Kürt yazarları ortaya çıkmış ve örneğin bu iki yazar da İsveç Yazarlar Birliği Yönetim Kurulunda yer almışlardır. Çağdaş dönemdeki diğer bazı Kürt yazarlar ise şunlardır: [[Pîremêrd]], [[Abdullah Goran]], [[Osman Sebrî|Osman Sabri]], [[Şêrko Bêkes]], [[Şeyhmus Dağtekin]].
Kültür.
Kürt müziği ve dansı.
[[Dosya:Kurdish musicians 1890.jpg|upright=0.91|küçükresim|sağ|Kürt müzisyenler 1890]]
Kürt kültüründe [[müzik]] ve [[dans]] çok önemli bir yer teşkil etmekte, özellikle Kürtler arasında yaygın olan dinî inançların ibadet ve kutlama şekillerinde müzik ve dans temel bir rol oynamaktadır. Örneğin Kürt kökenli bir inanç olan Ehl-i Hakk'ın temel ibadeti olan [[cem (Ehl-i Hakk)|cem]] sırasında müzik ve yüksek sesle söylenen dua ve ilahîler çok önemli bir yer tutarken, [[zikir]]leri sırasında da müzik ve dans temeldir. Kürt dinî müziğinde özellikle [[def]] ve [[tambur]]un enstrüman olarak önemli bir yer tutar.
Kürt kültüründe dinî karakterde olmayan dans ve müzik de mevcut ve yaygındır. [[Bayram]]lar, [[düğün]]ler gibi her türlü kutlama ve şenlikte Kürtler dans eder ve şarkı söylerler. Kürtlerin bu [[folklor]]ik danslarının onları komşuları olan diğer etnik kökenlere sahip Müslüman topluluklardan ayırt edebilmekte önemli bir etken olduğu belirtilmiştir. Geleneksel Kürt danslarını birçoğu halk oyunu/[[halay]] tarzı olup [[Balkanlar]] ve Orta Doğu'daki geleneksel halk oyunlarıyla benzerlik arz eder. Bunlardan bazıları "dilan", "sepe", "geryan"dır.
Kürt müziği de, genel olarak Kürt kültürü gibi, bölgedeki komşu etnik grupların müzik kültürüyle etkileşime girmiş olsa da, [[Araplar|Arap]] ve İran müziğinden farklı karakterini korumuş, etkileşimler sonucu, temelde [[Dorian gamı]] olan, Kürt [[gam]]ı gerek Arap gerekse İran müzik kültürüne girmiştir. Bölgedeki yaygın diğer müzik kültürlerinin etkisinden büyük ölçüde kendisini korumuş olan Kürt müziği, özellikle İran müziğine benzer gibi dursa da, İran müziğine oranla çok daha içgüdüsel olup birçoğuna göre ne tam olarak halk müziği ne de tam olarak eğitilmiş müzik olarak sınıflandırılabilir. Bununla birlikte halk müziği (folk müzik) kapsamında ele alınması gerektiğini savunanlar da mevcuttur. Kürt müziğinin özellikle Batı müzik kültüründen farklı bir yönü de tamamen müziğe özel bir müzik terminolojisinden ziyade, müziğe dair olgu ve kavramların gündelik hayattaki isimlerle ifade edilmesi, müzik terminolojisinin bu tip bir adlandırmadan oluşmasıdır. Makam isimleri de bu yöndedir ve çok çeşitlidir; dini ve aşiret isimlerinden kadın isimlerine kadar birçok isim makam ismi olarak kullanılmıştır.
Geleneksel Kürt müziği icra edenler üçe ayrılırlar: "çîrokbêj" yani hikâyeciler, "stranbêj" yani şarkıcılar ve "dengbêj" yani [[aşık]]lar (halk ozanları). Kürt hükümdar meclislerinde çalınan resmî, özel bir müzik türü olmaması sebebiyle genellikle akşam ve gece meclislerinde (toplantı ve sohbetlerinde) çalınan müzikler klasik müzik olarak kabul edilirler; bu türe "şevbihêrk" denir. Birçok şarkı epik motiflere ve temele sahiptir, ince bir melankoliye Kürt şarkılarında, özellikle "heyran" olarak adlandırılan (sevgili) türkülerinde, sıklıkla rastlanır. Bunların dışında "lawje" olarak adlandırılan dinî müzik ve özellikle sonbaharda seslendirilen ve "payizok" olarak anılan şarkılar da vardır. Kürt müziği çok çeşitli enstrümanlar barındırır ki bunlardan birkaçı şunlardır: tambur, [[Buzuki|buzuk]], [[Ut|ud]], [[Balaban (çalgı)|qernête]], [[Flüt|şimşal]], [[Davul|dahol]], def...
Mitolojik İnançlar.
Kürtler tarafından benimsenen, [[Zerdüştçülük|Zerdüştlük]] inancına göre bazı Tanrı ve Tanrıçalar şunlardır:
Günümüzde ise [[Kürdistan Bölgesel Yönetimi]]'nde ilk Zerdüşt Kürtler ibadethanesi açılmıştır ve tahmini Zerdüşt Kürt sayısının 100.000 olduğu ve hızla arttiği iddia edilmiştir.
Kürt kilim ve halıları.
[[Dosya:Koerd 01 w.jpg|Bir Kürt halısı|küçükresim|upright=1.36]]
Kürt [[kilim]] ve [[halı]]ları, Kürt kültürü ve sanatında önemli bir yer teşkil etmiştir ki Kürtlerin birçok yüzyıldır kilim ve halı üretmekte olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, eldeki örnek sayısı oldukça azdır ve çoğu koleksiyondaki eski Kürt halıları 18. yüzyıldan kalmadır.
Araştırmalara göre Kürt kilim ve halılarını yapanların çoğunluğu kadınlardır ve halıcılık özellikle göçebe Kürtlerde çok yaygındır. Geleneksel olarak, özellikle göçebe Kürtlerde, kadınlar halı ve kilim üretimini boş zamanlarını değerlendirmekte kullanmışlardır. Nitekim bazı araştırmacılar, Kürt halıcılığında son dönemde yaşanan gerilemenin ve üretim azlığının sebeplerinin, bölgedeki siyasi belirsizlik ve sorunların yanı sıra, kadınların boş zamanlarında diğer faaliyetlere daha çok zaman ayırmaya başlaması olduğunu öne sürmüştürler.
Kürt halıları, bölgedeki diğer halıcılık kültürlerinden etkilenmişse de, kendine has birçok özelliği vardır. Örneğin, İran ve Türk halıcılığında üç kenar bordürü barındırırken, Kürt halıları genelde bir veya iki kenar bordürü barındırır. Kürt halılarında sıklıkla [[simetri]]k düğüm sıraları arasında iki veya daha çok [[argaç]] mevcuttur, çok renkli kenar şeritleri yaygındır. Çok renkli bu kenarlar, diğer halıcılık kültürlerinden farklılık arz ettikleri gibi, motifsel açıdan Kürt halılarının üretildiği bölgelere göre de farklılık arz eder: Türkiye'de yapılmış Kürt halılarında balıksırtı oluşturacak şekilde farklı renklerden örülmüş kenarlar yaygınken, İran'da 13 cm veya daha büyük uzunluklarda renk şeritleri daha yaygındır. Kenarların dışında, genel olarak Kürt halılarında motif olarak sekiz köşeli yıldızlar ve benzeri sekiz köşeli şekiller başta olmak üzere çeşitli geometrik şekiller ve [[kaplumbağa]], [[kuş]] gibi hayvanların figürleri yaygındır.
Kürt sineması.
[[Dosya:BahmanGhobadi2009.JPG|küçükresim|Bahman Ghobadi]]
20. yüzyılın sonlarında ilk eserlerini vermeye başlayan Kürt sineması için tanınmış Kürt yönetmen ve sinemacı [[Behmen Kubadi|Bahman Ghobadi]] "doğum yapmasına yardımcı olunması gerekilen..." "hamile bir kadın" benzetmesi yapmıştır. İlk Kürt filmi olan 1926 çıkışlı "[[Zare (film)|Zare]]" filmi, [[Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti]]'nin film stüdyosu olan [[Armenfilm]] tarafından üretildi. [[Hamo Beknazaryan]]'ın yönetmenliğini yaptığı film, genç bir Yezîdî Kürt kızı olan Zare'nin, [[Ekim Devrimi]] arifesinde çoban Saydo'ya olan sevgisini konu alır. Film, Kürt sinemasının klasikleri arasında yer alır. Bunun dışında tüm dünyaya açılma anlamında Kürt sinemasının başlangıcı, özellikle Kürt kültürünün Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı birçok ülkede çeşitli yasaklara tabii olmasından dolayı, tam olarak belirlenemese de genel olarak 1980'lere dayandırılır; bazı kritiklere göre sinemacı [[Yılmaz Güney]] ile olmuştur. Yılmaz Güney'in 1982'de [[Cannes Film Festivali]]'nde ödül almış [[Yol (film)|Yol]] ve [[Sürü (film)|Sürü]] gibi filmleri, her ne kadar Kürtçe olmasalar da, gerek barındırdıkları görsel öğeler, müzik ve karakterler gerekse Kürt kimliğini ve deneyimini yansıtan daha konseptsel ve tematik unsurlar dolayısıyla Kürt sinemasının önemli ilk örneklerinden sayılmıştırlar. Kürt sinemasının başlangıcı olarak 1980'lerin gösterilmesine sebep olarak gerek bu dönemde Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde sinema alanındaki teknolojinin gelişmesi gerekse bu dönemde Kürt diasporasının sinema dahil sanat ve kültürle daha yakından, akademik ve profesyonel bir şekilde ilgilenmeye başlaması gösterilmiştir.
21. yüzyılla birlikte önemli bir hareketlilik kazanan Kürt sineması, Bahman Ghobadi'nin 2000 yılında Cannes Film Festivali'nden "Altın Kamera Ödülü" alan [[Sarhoş Atlar Zamanı]], 2004 yapımı ve [[Berlin Uluslararası Film Festivali|Berlin Film Festivali]] ve [[San Sebastián Uluslararası Film Festivali]] gibi birçok festivalde ödül kazanmış olan [[Kaplumbağalar da Uçar]] gibi filmleri ve [[Hüner Salim]]'in [[Venedik Uluslararası Film Festivali|Venedik Film Festivali]]'nden "En İyi Film Ödülü" dahil birçok festivalde ödül kazanmış 2003 yapımı [[Votka Limon]] filmi gibi çeşitli filmlerle uluslararası birçok festivalde kendini göstermiştir. Yapımlarıyla ödül kazanmış ve Kürt sinemasını temsil etmiş olan diğer bazı kayda değer sinemacılara ise [[Jalal Jonroy]], [[Jano Rosebiani]], [[Jamil Rostami]], [[Ayşe Polat]], [[Yüksel Yavuz]], [[Nazmi Kırık]] gibi isimler örnek olarak verilebilir.
Din.
[[Dosya:Ebul Manucehr 3.jpg|küçükresim|Sultan Alparslan'ın emirlerinden Kürt beyi [[Ebû Şücâ Menûçihr]] tarafından yaptırılan [[Menûçihr Camii]] Anadolu'daki ilk camiler arasında yer almaktadır.]]
Kürtler, dini bakımdan heterojen bir halk olup aralarında birçok farklı dine mensup gruplar vardır. Kürtlerin çoğunluğu Sünni Müslümanlardır. Özellikle, Türkiye ve İran sınırları içinde yaşayan Kürtlerin çoğunluğu [[Sünnilik|Sünni]] mezhebine bağlı (Şafii ağırlıklı) olup az bir kısmı ise [[Alevilik|Alevi]]dir. Ayrıca Şii, [[Ehl-i Hak]], Ezidi ve [[Yahudiler|Yahudi]] Kürtleri de mevcuttur. Büyük sayılarda Zerdüşt veya Hristiyan Kürt gruplarına rastlanmaz; bununla birlikte Zerdüştlükten, Manihaizme veya Hristiyanlığa kadar birçok farklı dinî akım Kürt topluluklarının dinî anlayışını etkilemiştir ve çağdaş Kürtlerin dinî inanışlarında ve ibadetlerinde bu farklı dinlerin çeşitli imgelerine rastlamak mümkündür.
İlk Kürtlerin dinî inançları üzerinde çok fazla bilgi bulunmamakta; diğer [[İran halkları|İranî halklarla]] birlikte, [[Hint-İran]] antik inançlarına inandığı düşünülmektedir. Bu ilk inancın belirgin bir elemanı da [[kozmogoni]]si, yani evrenin yaratılışına ilişkin anlayış, inanç ve anlatısıdır. Bu kozmogoniye göre, tanrı evreni embriyonik bir formda yaratmıştır. Embriyonik haldeki evreni doğuran ise ateş tanrısı Mithra (Hint kültüründe "Mitra")dır ve bunu gerçekleştirmek için bir boğayı kurban etmiştir. Daha sonraları İranî inanç sistemlerinin evrilmesiyle, bu halklarla yan yana yaşayan ilk Kürtlerin de bu inanç sistemlerine yöneldiği düşünülmektedir. Özellikle Zerdüştlük Kürtlerin dinî inancını çok etkilemiştir; öyle ki bugünkü çoğu Kürt dinî akımlarında, örneğin Ehl-i Hakk ve Ezidilikte, Zerdüştlükteki çeşitli öğelere, liturjik (ibadetsel, ritüelle ilişkili) elemanlara rastlanmaktadır. Dinî anlayışın yazılı değil de sözlü bir kültüre dayanıyor olması ve çeşitli diğer etkenler sebebiyle bugün genel kanı Kürtlerin dinî anlayışının oldukça [[senkretizm|senkretik]] olduğuna yöneliktir; bu sebeple bilim insanları Zerdüştlüğün ilk Kürtlerin o dönemdeki inançlarına karışarak, senktretik bir şekilde Kürt kültürüne girdiğini düşünmektedir. Bunun tek taraflıdan ziyade çift taraflı bir etkileşim oluşturduğu düşünülmektedir; Zerdüşlüğün Batı İranî dinî akımlardan etkilenmiş olduğu bilinmektedir. Klasik Zerdüştlükten farklı olarak, Batı İranlılar arasında türeyen [[Zurvanizm]]in de Kürt inancında çeşitli etkileri olmuş olabilir; örneğin bu dinde çok önemli ve temel bir anlam ve değere sahip olan "[[dört]]" rakamı Ehl-i Hakk ve Ezidilikte de benzeri bir şekilde ele alınır.
Erken dönemde Kürtleri özellikle etkilemiş bir başka din de Museviliktir. Yahudi Kürtlerin anlatılarında, İsrail ve [[Yahuda|Yehuda]]'nın [[Asur]]lu krallarının döneminde Yahudilerin [[Filistin]]'den sürgün edildiği geçer. Bu dönem yaklaşık olarak MÖ 8. yüzyıla denk gelmektedir ki bilim insanları da genellikle bu tarihi onaylamaktadırlar. Nitekim Kürdistan'da yüzyıllarca Yahudi toplulukları yaşamış, büyük sayılarda Kürt Yahudi toplulukları bulunmuştur. Bununla birlikte, İsrail devleti kurulduktan sonra Kürt Yahudilerin çoğu bu yeni devlete göç etmişlerdir.
İslamın Kürtlerin bulunduğu coğrafyayı fethetmesiyle birlikte Kürt topluluklar arasında İslam yayılmaya başlamıştır. Bununla birlikte, bu yayılmanın ne şekilde ne ölçüde olduğu yönünde bilgi kısıtlıdır. Çeşitli Kürt topluluklarına İslamın yayılmasının senkretik bir şekilde gerçekleştiği düşünülmüştür; Kürtlerin antik inançlarını hemen terk etmedikleri açıktır ki, örneğin, çeşitli kaynaklarda İslamın yayılışından yüzyıllar sonra, 13. yüzyılda dahi antik İranî dinleri devam ettiren Kürt kabilelerinin olduğundan bahsedilmektedir.
Müslüman Kürtlerin çoğunluğu Sünnidirler ve amelde Şafiidirler. Özellikle amelî mezhepleri olan Şafiilik zaman içerisinde Sünni Kürt kimliği açısından önemli bir yer edinmiştir; sonradan bölgede oluşan Osmanlı Devleti'nin [[Hanefilik|Hanefi]] mezhebini benimsemesiyle Hanefilik bölgede yayılmış özellikle Kürt olmayan Sünni Müslümanların çoğunluğu Hanefi olmuşlardır. Ayrıca Müslüman Kürtlerde [[tasavvuf]] oldukça yaygındır ve sufi kültürü ve inançları Kürtlerin dinî anlayışlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Bugün Kürtler arasındaki en yaygın [[tarikat]]lar [[Kadirîlik|Kadirilik]] ve "Nakşibendilik"tir. Her ne kadar birçok tarikat Kürtler arasında ve Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Kürdistan bölgesinde aktif olmuşlarsa da, bugün özellikle bu iki tarikat öne çıkmakta, bu iki tarikat arasında da en yaygın ve güçlü olanı Nakşibendilik olmaktadır. Kadiriliğin Kürtlerin yaşadığı topraklara oldukça eski bir zamanda, Nakşibendilikten önce, geldiği ve uzun bir süre çok güçlü kaldığı bilinmektedir. Kadiri Kürtler çileciliğe çok büyük bir önem verdikleri gibi, bu Kadiri kolu özellikle de genelin dışına çıkan ateşte yürüme, cam yeme gibi çile eylemleriyle dikkat çekmiştir. Gerek Kadirilik olsun gerekse Nakşibendilik, bölgedeki diğer dinî akımlarla, örneğin ve özellikle Ehl-i Hakk ve Ezidilikle etkileşime girmiştir. Nitekim Ehl-i Hakk da Ezidilik de sıkı tasavvufî köklere sahiptirler; örneğin Ezidiliğin kökeni bir sufi şeyhi olan [[Adiyy bin Müsafir|Adi bin Misafir]]'e dayanır. Tasavvufun Kürt toplumundaki en önemli özelliklerinden birisi de birçok önemli Kürt Sufinin aynı zamanda önemli siyasi liderler olması ve sufi liderler ile tasavvufun bazı siyasi düşünce ve akımlarda büyük rol oynamasıdır. Her ne kadar çoğunluğu Sünni de olsa Müslüman Kürtlerin içinde Şiiler de mevcuttur. Başta İran olmak üzere, Irak sınırı, [[Kerkük]] ve Erbil bölgelerinde [[İsnâaşeriyye|İsnaaşeriyye]] kolundan Şii Kürt gruplar mevcuttur ki İsnaaşeriyye 16. yüzyıldan itibaren İran'daki resmî dinî yönelimdir. Birçok bilim insanına göre Şii Kürtler dahilinde ele alınabilecek diğer iki grup da Türkiye'deki Kürt Aleviler ve Ehl-i Hak grubudur; bununla birlikte bu dinî yönelimlerin ayrı bir din mi teşkil ettiği, İslam içinde birer Şii kolu olarak ele alınıp alınamayacağı tartışmalıdır. Bu topluluklarda temel çeşitli Şii unsurlar bulunmakla birlikte, antik, İslam-öncesi inançlardan da çeşitli imge ve öğeler bulunmaktadır.
Ehl-i Hakk.
Ehl-i Hak veya Kürtçe ismiyle Yâresân, İslam kökenli ayrı bir din olup [[Orta Çağ]]'da ortaya çıkmıştır. Genellikle din bilimlerini inceleyen bilimsel kaynaklarda aşırı [[Şiilik]]le ilişkilendirilen Ehl-i Hakk, özellikle Kürtler arasında yaygın bir dinî inançtır ve inanan sayısının bugün yaklaşık olarak 1 - 1,5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.
İslami kişiliklerden [[Ali]]'yi [[Tanrı]]'nın tecellisi olarak gören inanç, Şii İslam başta olmak üzere tasavvuf, Zerdüştlük ve [[gnostik]] çeşitli düşüncelerden etkilenmiştir. Bazı bilim insanları, özellikle Batı İran ve genel olarak İran'da antik zamanlarda yaygın olan din ve [[mitoloji]]lerden gelen öğeleri sebebiyle Ehl-i Hakk'ın (Ezidilik ile birlikte) bir tür Batı İranî veya Kürt dini olarak sayılabileceğini dile getirirler. Bu tip benzerliklere bir örnek Ehl-i Hakk (ve Ezidilik'te) varlığını sürdüren antik İran kozmogonilerinden köken alan kozmogonidir. Ehl-i Hakk'taki temel ibadetlerden biri de "cemhane" olarak adlandırılan ibadethanelerde yapılan cemdir. Alevilikteki cem ile aynı adı taşıyan ve liturjik benzerlikler de barındıran bu ibadette inananlar bir araya gelirler ve dualarlar okurlar. Bazı Ehl-i Hakk gelenekleri yılda en azından 17 kere cem yapılması gerektiğini savunurlar. Ayrıca cem ayinini takiben hayvan [[kurban]] edilmesi, kurban etinin hazırlanıp yenmesi de [[Ayin|ritüel]] önemli bir kısmını oluşturur.
Ezidilik.
[[Dosya:CAEIPDS0.jpg|[[Sincar Dağları|Sincar Dağı'nda]] Ezidiler. Irak-Suriye sınırı, 1920'ler.|küçükresim|upright=1.14]]
[[Dosya:Lalish.jpg|Adi bin Misafir'in [[Laliş]]'teki kabri|küçükresim|upright=0.91]]
Bugün kendi başına bir inanç olarak kabul edilen Ezidilik, İslam'daki tasavvuf akımından etkilenmiş olan bir dindir. Tanınmış bir tasavvuf şeyhi ve muhafazakâr bir Müslüman olan Adi bin Misafir, Orta Doğu'da birçok farklı yerde bulunduktan sonra 12. yüzyılda küçük [[Laliş|Laliş vadisine]] yerleşmiş ve burada önemli bir kitleye hitap etmeye başlamıştır. Adi bin Misafir'in ölümünden sonra tarikat akrabaları tarafınca devam ettirilmiştir. Zamanla Adi bin Misafir'in kabrinin bağlılar açısından dinî önemi artmış, sonunda bir tapınma odağı olmuş ve şeyhin kendisi de ilahî olarak algılanmaya başlanmıştır ki bu sebeplerle grup klasik İslamî anlayıştan koparak, Müslümanlarca İslam dışı kabul edilmeye başlanmış; bugün anlaşılan şekliyle Ezidilik 14. - 15. yüzyıl civarlarında ayrı bir din olarak meydana gelmiştir. Kürt topluluklarında yaygınlaşmış çeşitli İslam öncesi inançlar Ezidilikte kendilerine yer bulmuşlar ve bu antik inanç ve imgelerin bir kısmı Adi bin Misafir'e atfedilmeye başlanmıştır.
Bugün Ezidi topluluğun sayısı hakkında net bir rakam vermek mümkün değilken, Philip Kreyenbroek [[Kafkasya|Kafkaslar]]'da 50.000, Kuzey Irak'ta 100.000-250.000 arasında, Suriye'de ise yaklaşık 5.000 civarında Ezidi olduğunu ileri sürmüştür. Avrupa'daki Kürt diasporasında da Ezidi topluluklara rastlamak mümkündür; örneğin Türkiye'de uzun yıllarca varlığını kurumuş 10.000 civarında olduğu tahmin edilen Ezidi topluluğun, 1980'lerle birlikte sosyal yaşamdaki sıkıntılar ve çoğunluktaki Müslümanların tepkileri sebebiyle başta Almanya olmak üzere çeşitli ülkelere göç ettiği bilinmektedir; benzeri göçler Irak ve diğer bölge ülkelerindeki Ezidi topluluklarında da gözlemlenebilir. Ezidi toplumu sıkı bir kast yapısına sahiptir. Senkretik yapısı sosyal çoğu ibadette de kendisine gösterir; örneğin çocuklara hem vaftiz hem de sünnet uygulanır.
Ezidi inancında evreni Tanrı yaratmış olsa da evrenin kontrolünü yedi ilahî varlığın kontrolüne bırakmıştır. Genel olarak melek olarak anılan bu varlıklar, "heft sirr" yani "yedi sır" olarak da adlandırılırlar. Bunların en önemlisi "Tawûsê Melek" yani "Tavus Meleği"/"[[Melek Tavus]]"'tur. Sıklıkla bir tavus kuşu olarak betimlenen Melek Tavus İslam'daki [[şeytan]] ile ilişkilendirilir. Bunun en büyük sebepleri, çeşitli kaynaklara göre, Ezidilerin Melek Tavus'un (bir) diğer isminin "şeytan" olması ve Ezidilik inancında Melek Tavus ile ilgili temel kıssanın İslam'ın kutsal kitabı [[Kur'an]]'daki [[Âdem|Adem]]'e secde etmeyi reddeden iblis kıssası ile neredeyse aynı olmasıdır. Bununla birlikte, Ezidiler kıssada Melek Tavus/şeytan imgesinin Adem'e secde etmemesini olumlu karşılarken, bu Kur'an'da ve İslam'da olumsuz karşılanır. Melek Tavus ile ilgili bu fark sebebiyle, Müslümanlar Ezidileri zaman zaman şeytan-tapıcılar olarak görmüş veya anmışlardır. Bununla birlikte Ezidi inancında Melek Tavus bir tür kötülük ve şer simgesi değildir; genel olarak dünyada iyilik ve kötülüğün bulunduğuna inanılır. Bu açılardan, din bilimleri bağlamında Ezidiler şeytan-tapıcılar olarak görülmezler. Yedi meleğin en önemlisi ve başı olan Melek Tavus Ezidi inancında Adi bin Misafir ile birlikte çok önemli ve temel bir konumdadır.
Genetik.
Etno-genetik olarak Kürtlerin Yakın Doğu ve Avrasya'nın Hint Avrupa öncesi katmanından türediği ve ağırlıklı olarak [[Cilalı Taş Devri]] [[Bereketli Hilal|Kuzey Bereketli Hilal]]'in yerlilerince şekillendirildikleri ve sonrasında göç eden elitlerle beraber İranileştirildikleri söylenebilir.
2005 tarihli başka bir çalışmada, Türkiye'deki Zazaca ve Kurmançça konuşurları ile [[Gürcistan'daki Kürtler|Gürcistan'daki Kurmançça konuşurlarını]] kapsayan üç grubu genetik açıdan incelemiştir. Çalışmada soysal ilişkilerin araştırılması için [[Mitokondriyal DNA|mtDNA]] HV1 sekansları, on bir [[Y Kromozomu|Y kromozomu]] bi-allelik belirteci ve 9 [[Y-STR]] lokusu analiz edilmiştir. Hem mtDNA hem de Y kromozomu verileri Avrupa, Kafkasya, Batı Asya ve Orta Asya gruplarınınki ile karşılaştırıldığında Kürt gruplarının en çok Batı Asyalılar ile yakınlık gösterdiği, Orta Asyalılara ise en uzak olduğu tespit edilmiştir. Kürtlerin Avrupa ve Kafkasya grupları arasında, mtDNA göz önüne alındığında Kafkasyalılardan çok Avrupalılara daha yakın olduğu, Y kromozomu açısından ise bunun tersinin geçerli olduğu bulunmuştur. Bu, Kürt gruplarının maternal ve paternal kökenlerinde bir farklılığa işaret etmektedir. Çalışmaya göre Gürcistan'daki Kürt grupları Kafkasya'ya göç ederken bir [[genetik darboğaz]]dan geçmiştir. Bu grupların çevrelerindeki diğer Kafkasya gruplarından soysal açıdan etkilenmediği de ortaya konmuştur.
Kurmançça konuşan Türkiye Kürtlerinde 11 farklı [[İnsan Y-DNA haplogrubu|Y-DNA haplogrubu]] tespit edilmiştir. %16.1 ile [[haplogrup I-M170]] başı çekerken, bunu sırasıyla [[Haplogrup J-M172 (Y-DNA)|J-M172]] (%13.8), [[Haplogrup R1a (Y-DNA)|R1a1]] (%12.7), [[Haplogrup K-M9|K]] (%12.7), [[Haplogrup E-M96|E]] (%11.5) ve [[Haplogrup F (Y-DNA)|F]] (%11.5) haplogrupları takip etmektedir. Daha düşük oranlarda [[Haplogrup P1 (Y-DNA)|P1]] (%8), [[Haplogrup P (Y-DNA)|P]] (%5.7), [[Haplogrup R1 (Y-DNA)|R1]] (%4.6), [[Haplogrup G (Y-DNA)|G]] (%2.3) ve [[Haplogrup C (Y-DNA)|C]] (%1.1) haplogrupları da bulunmaktadır. Gürcü Kürtlerinde Y-DNA haplogrubu çeşitliliğinin çok daha az olduğu, toplamda 5 adet haplogrup keşfedilmiş bu toplumda P1 (%44) ile J-M172 (%32) haplogruplarının baskın gözlemlendiği belirlenmiştir. En az Y-DNA haplogrubu çeşitliliği 4 haplogrup ile [[Türkmenistan Kürtleri]]nde görülmektedir; bu toplumda F (%41) ve R1 (%29) dominanttır.
Dış bağlantılar.
[[Kategori:Kürtler| ]]
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20265",
"len_data": 70283,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.81
}
|
Volvo, tır, otobüs, otomobil, iş makinesi, deniz motoru ve endüstriyel motor üreten firma. Volvo Cars ise 1999'da İsveçli Volvo Group tarafından Ford Motor Company'ye, ardından 2010 yılında Çinli Geely'ye satılan ve sadece binek araba ve SUV üreten bir otomobil markasıdır. Bunun dışında Volvo Group, uçak endüstrisinden finans sektörüne kadar geniş bir alanda faaliyet gösteren bir holdingdir. Şu an Holdingin Volvo Cars, Mack, Mack Defense, Renault Trucks, Arquus, ACMAT, Panhard, Renault Trucks Defense, UD Trucks vE Commercial Vehicles, Volvo Buses, Nova Bus, Prevost Car, Volvo Trucks, Volvo Defense, Volvo Construction Equipment, Blaw-Knox, SDLG, Terex Trucks, Volvo Financial Services, Volvo Penta kuruluşları ve Volvo müzesi vardır.
1927 yılında İsveç, Göteborg'da SKF markasının bilya üreticisi olarak kuruldu. Deniz motorları üreten bölüm ise Volvo Penta olarak adlandırılmaktadır. Bunun dışında Mack tırları da Volvo Group'a bağlıdır. Volvo Cars Ford'a geçtikten sonra kendine ünlü Alman otomotiv devleri Audi, BMW ve Mercedes'i rakip olarak seçmiştir. 2010 yılında Volvo'nun yeni sahibi Geely, Çin fabrikasında üretilen Wisco isimli çelik kullanılarak üretilen Volvoları 2017 tarihinden itibaren Avrupa'ya getirdiğini ve artık Avrupa'da ve tüm dünyada Çin malı Volvo tedarik edileceğini belirtilmiştir.
Tarihçe.
Volvo Group'un tarihi 1927'ye kadar uzanmaktadır. Bu tarihte ilk Volvo arabası İsveç, Göteborg'daki fabrikadan çıkmıştır. O yıl ancak 297 araba üretilmişti. "Serie 1" adıyla tanınan ilk Volvo kamyonu Ocak 1928'de fabrikadan çıktı ve çok kısa sürede ülke dışında da dikkatleri üzerine çekti. 1930'da Volvo 639 binek araç sattı. Bu tarihten başlayarak Avrupa'ya kamyon ihracatına da başladı. Arabalarının uluslararası pazara çıkması ise ancak II. Dünya Savaşı'ndan sonra oldu.
Volvo'nun denizcilik tarihi de neredeyse kamyonları kadar geriye gider. 1907'de kurulmuş olan Pentaverken, 1935'te Volvo tarafından satın alındı. Ne var ki şirket 1929 gibi erken bir tarihte ilk deniz motorları, U-21'i piyasaya çıkardı. U-21'in üretimi 1962'ye dek sürdü.
Şirketin ilk otobüsü, B1, 1934'te piyasaya çıktı. Şirket 1940'lardan başlayarak da uçak motorları üretimine başladı.
28 Ocak, 1999'da Volvo Group, araba bölümü olan Volvo Car Corporation'ı Ford Motor Company'ye 6,55 milyar dolara sattı. İsveç'te kalan Volvo bu tarihten başlayarak ticari araçlar üretmeye ağırlık verdi. 2 Ocak 2001'de Renault Véhicules Industriels (buna Mack Truck da dâhildi) Volvo'ya satıldı. Bunun sonucunda, Renault Volvo'nun %20 hissesine sahip oldu ve şirketin en büyük hisse sahibi oldu.
2006'da Volvo yine Japon Nissan'ın kamyon üretimini yapan Nissan Diesel'in %13 hissesini satın aldı ve şirketin en büyük hisse sahibi oldu. 2007'de de Nissan Diesel'in tamamını satın aldı.
Güvenlik.
Volvo araçları çok uzun süredir sağlamlıkları ve güvenilirlikleriyle pazarlanmıştır. Devletlerin araç güvenliğine öncelik vermeye başlamalarından çok önce Volvo araç güvenliğini artırmak için adımlar atmıştı.
1944'te lamine cam PV model'inde kullanılmaya başlandı. 1958'de Volvo mühendisi Nils Bohlin bugün bütün araçlarda kullanılan 3-noktalı emniyet kemerini icat etti ve patentini aldı. 1959'da, henüz çoğu arabada emniyet kemeri bulunmazken 3-noktalı emniyet kemeri bütün Volvo araçlarında standart hâle gelmişti. Volvo, 1956'da Amazon modeliyle içi keçe ya da daha başka yumuşak bir maddeyle doldurulmuş ön panel (gösterge paneli) kullanmaya başladı. Buna ek olarak arkaya dönük ilk araba çocuk koltuğunu üretti (1964).
1986'da bugün çoğu arabada standart hâle gelmiş, arabanın arka camının üstüne yerleştirilen stop lambasını kullanmaya başladı. 1991'de Yandan Darbe Koruma Sistemini (SIPS - Side Impact Protection System) geliştirdi. SIPS sayesinde yandan gelen bir darbede oluşan enerji kapıdan uzaklaştırılıp güvenlik kafesine aktarılmaktadır.
Volvo Logosu.
Volvo'nun simgesi, demirin antik simgesidir. Arabalarda kullanılan çeliğin dayanıklılığını anlatmak için seçilen bu simge, İsveç çeliğinin dayanıklılığına vurgu yapmaktadır. Izgarasını boydan boya geçen diyagonal çelikten çizgi de zamanla Volvo'yu simgeleyen görsel bir öge oldu. Aslında ilk Volvolarda logoyu ızgaraya tutturmak için başka bir yöntem bulunamaması üzerine kullanılan bu diyagonal şerit, zamanla Volvo araçlarının en tanınan özelliği oldu. 1990'lara kadar Volvolar "kutu gibi" olmalarıyla ünlendi. Bu tasarımı yüzünden Volvo'yu seven insanlar olduğu kadar, bu nedenle Volvo almayan insanların da sayısı fazlaydı. Volvo 90'ların ortasından başlayarak arabaların hatlarını daha yuvarlak ve modern yapmaya başladı. 2000'lerde ise yine araba tasarımında köşeler ön plana çıktığında Volvo da bir anlamda eski tarzına geri dönmüş oldu. (Bkz. Volvo V50, Volvo V70)
Araba modelleri.
Üç-haneli sayılı modeller.
1968'de 140 serisiyle başlayarak Volvo, arabalarına üç haneli sayılar vermeye başladı. İlk numara serinin numarasıydı, ikinci numara silindir sayısı, üçüncü numara da kapı sayısı; başka bir deyişle 164 dendiğinde 1. seriden, 6 silindir motorlu ve 4 kapılı bir arabadan bahsedilmiş oluyordu. Ne var ki bazı istisnalar da vardı; örneğin 780 modeli turbo şarjlı bir I4 motoru ile geliyordu ama 8 silindiri yoktu. Aynı şekilde 760 modeli turbo şarjlı I4 motor kullanıyordu, Volvo 360'ın ise sadece dört silindiri vardı. Bazı 240GLT'lerin V6 motorları vardı. Şirket zamanla numaraların anlamından vazgeçse de, bu döneme denk gelen araçları tanımada bu bilgiden hâlâ yararlanılmaktadır.
Şimdiki modeller.
Günümüzde şirket harf ve sayıların bir birleşimini kullanmaktadır. S saloon ya da sedan, C coupé ya da convertible, V ise "versatile" başka bir deyişle station wagon için kullanılıyor. XC "cross country" demek oluyor. Sayının büyüklüğü, modelin büyüklüğüne işaret ediyor. Başka bir deyişle bir V50 bir station wagon olduğunu, ama aynı zamanda ("V") V70'ten de daha ufak bir araba olduğunu anlatıyor. Ancak burada da istisnalar var. V40 modeli, V50'den biraz daha büyük olmasına rağmen, V50'den önce üretildiği için sayı daha düşük.
Aslında Volvo daha farklı bir kodlama düşünüyordu. S ve C aynı olacaktı, "F" ise flexibility olacaktı ve bütün station modeller için geçerli olacaktı. Volvo ilk nesil S40 ve V40'ı 1994'te Frankfurt'ta görücüye çıkardığında, S4 ve F4 olarak tanıtıldılar. Ancak Audi S4 adının hakkının kendilerinde olduğu yönünde şikâyette bulundu. Audi de aynı dönemde çıkardığı spor arabaya S4 adını vermişti. Volvo bunun üzerine ikinci bir basamak eklemeye razı oldu, böylelikle modeller S40 ve F40 oldu. Ancak bu kez de şikâyet Ferrari'den geldi, (Ferrari F40). Bunun üzerine Volvo "F"yi "V"ye çevirdi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20273",
"len_data": 6586,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 2.74
}
|
Suat Yalaz (1 Ocak 1932; Çiçekdağı, Kırşehir - 2 Mart 2020), Türk çizgi romancı, film yönetmeni, senarist ve yapımcı.
Yazıp çizdiği çizgi roman "Karaoğlan" ile tanınmıştır. "Karaoğlan"'ı yapımcı, senaryo yazarı ve yönetmen olarak yedi kez de sinemaya aktardı.
Hayatı.
1 Ocak 1932 tarihinde Kırşehir ilinin bir ilçesi olan Çiçekdağı'nda doğdu. Memur çocuğu olduğu için, gençliğinin ilk yılları Denizli, Adana ve Kayseri illerinde geçti. İlk karikatürü, 16 yaşındayken "Erciyes Postası" gazetesinde yayınlandı.
Yüksek tahsilini İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde tamamladı. Öğrencilik yıllarında günlük gazete ve haftalık mizah dergilerinde yeni akım karikatüristlerinden biri olarak dikkat çekti. 1960'ta "Akşam" gazetesinde Abdullah Ziya Kozanoğlu'na ait "Kızıltuğ" adlı romanın uyarlamasını çizmesi büyük ilgiyle karşılanmasının ardından, 1963 yılında "Karaoğlan"ı yarattı. Bu ona hem basında yayıncılık hem de en büyük tutkusu olan sinema alanında yapımcılık ve yönetmenlik kapısını açtı. "Karaoğlan"'ın maceraları 1 Nisan 1963 tarihinden itibaren haftalık çizgi roman dergisi olarak yayımlanmaya başladı.
Kendi firması adına sekiz film yaptıktan ve Yeşilçam'da 10 yıldan fazla süren bir tarihi macera filmleri çığırı açtıktan sonra 1971 yılında gittiği Fransa'da "Karaoğlan"'ı 7 yıl süreyle yayınlattı. Fransa'da Fransızca olarak ""Kebir" adıyla, bir ara da "Changor"" adıyla çıkan "Karaoğlan" daha çok Fransa ile kültürel bağları bulunan Cezayir, Fas ve Tunus gibi Kuzey Afrika ülkelerinde rağbet gördü. Bu arada Suat Yalaz farkına varmadan Paris'e yerleşmiş oldu. Türkiye ile bağlantısını hiç kesmeyen sanatçı, hem Avrupa'nın en ünlü yayınevleriyle hem de Türkiye'nin en büyük gazeteleriyle çalışmalarını sürdürdü.
2000'li yıllarda sanatçının başyapıtı "Karaoğlan"'ın Lâl Kitap tarafından 57 kitaplık bir serisi yayımlandı. 2006 yılında kendisinin bir başka çizgi roman kahramanı olan "Son Osmanlı Yandım Ali" filme alındı ve sinemaya aktarıldı.
PTT Genel Müdürlüğü 2006 yılında "Karaoğlan" adına 4 dizilik pul koleksiyonu çıkardı. Böylelikle Suat Yalaz, Cumhuriyet tarihinde Cemal Nadir Güler'in "Amcabey"i, Turhan Selçuk'un "Abdülcanbaz"'ından sonra yarattığı çizgi kahramanı pul üstüne taşınarak devlet tarafından onurlandırılan üçüncü çizgi roman sanatçısı unvanını aldı.
Kalp rahatsızlığı nedeniyle 2 Mart 2020 tarihinde öldü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20274",
"len_data": 2342,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.39
}
|
Göteborg , İsveç'in ikinci ve İskandinavya'nın dördüncü büyük şehridir. Göteborg şehir merkezinin 570.000, metropolitan bölgesinin ise yaklaşık 1.000.000 nüfusa sahip olduğu tahmin edilmektedir. Stockholm'den sonra İsveç'in ikinci büyük şehridir. Göteborg 60.000 üniversite öğrencisiyle İskandinavya'nın en çok öğrenci barındıran şehridir.
Tarih.
Orta Çağ'da bugünkü Göteborg'un 40 km kuzeyinde olan Lödöse şehri büyük bir ticaret merkeziydi. Norveçlilerin kıyıya yakın bir kale yapmaları üzerine şehir jeo-stratejik konumu göz önünde bulundurularak güneye, deniz kıyısına taşındı. Ancak şehrin taşınması bölgedeki karışıklığı sonlandıramadı ve birkaç başarısız denemenin ardından İsveç Kralı'nın emriyle 1621 yılında Göteborg kuruldu. İsveç kralının şehir planlamacıları Göteborg'un planlarını çizerken o dönemde tamamen Felemenk mimarisi ile inşa edilmiş olan bugünkü Cakarta'yı (o dönemki adıyla "Batavia") örnek almışlardır.
Göteborg'da inşa edilen ve daha sonra Danimarkalı işgalciler tarafından yıkılan ilk kilisenin yeri, Färjenäs Parkı'ndaki Älvsborg Köprüsü'nün kuzey ucuna yakın bir yerde bir taşla işaretlenmiştir. Kilise 1603 yılında inşa edilmiş ve 1611 yılında yıkılmıştır.
18. yüzyılda balıkçılık en önemli sanayiydi. Bununla birlikte, 1731'de İsveç Doğu Hindistan Şirketi kuruldu. Göteburg, Çin'e yapılan dış ticaretin karlı ticari seferlerle nedeniyle gelişti.
Liman, batıya doğru ticaret için İsveç'in ana limanı oldu. Amerika Birleşik Devletleri'ne İsveçlilerin göçü arttığında, Göteborg bu gezginler için İsveç'in ana hareket noktası oldu. İsveçli göçmenler için ana yükleme limanı olarak Göteborg'un etkisi, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki küçük bir İsveç yerleşim yeri olan Gothenburg, Nebraska‘dır.
19. yüzyılla birlikte Göteborg, 20. yüzyıla kadar devam eden modern bir sanayi kentine dönüştü. Nüfus, yüzyılda 13.000'den (1800) 130.000'e (1900) on kat arttı.
20. yüzyılda gelişen başlıca şirketler arasında SKF (1907) ve Volvo (1927) yer aldı.
Yönetim.
Göteborg şehri halk tarafından seçilen bir vali ile yönetilir. Dört yılda bir seçilen seksen bir üyeli konseyin atadığı ve başkanlığını valinin yaptığı on üç kişilik yönetim kurulu tarafından idare edilir. Göteborg yirmi bir ilçeye ayrılmıştır:
Coğrafya.
Göteborg şehri, İsveç'in Kuzey Denizi'ne bakan batı kıyısındaki Kattegat Körfezi'nde yer almaktadır. Gulf Stream akıntısı sebebiyle iklimi, İskandinavya bölgesindeki diğer şehirlere göre daha yağışlı ve yumuşaktır. Göteborg, Göta Alv Nehri'nin ve Göta Kanalı'nın denizle buluştuğu noktada konuşlanmıştır. Göteborg Adaları, içinde bulunduğu Bohus Bölgesi'nde tipik olduğu üzere kayalık bölgelerden ve uçurumlardan oluşmuş sert bir araziye sahiptir.
Ulaşım.
Toplu taşıma.
üzerinde çift hat ile Göteborg tramvay ağı şehrin çoğunu kapsar ve İskandinavya'daki en büyük tramvay/hafif raylı sistem ağıdır. Göteborg da otobüs ağı da vardır.
Tekne ve feribot hizmetleri, Göteborg takımadalarını anakaraya bağlar. Metro eksikliği, Göteborg'un üzerinde bulunduğu yumuşak zeminden kaynaklanmaktadır. Bu tür koşullarda tünel açmak çok pahalıdır.
Üç hatlı Göteborg banliyö treni yakınlardaki bazı şehir ve kasabalara hizmet verir.
Göta älv nehri üzerindeki toplu taşıma Älvsnabben feribot hattında Styrsöbolaget tarafından Västtrafik'ten bir heyetle işletilmektedir.
Demiryolu ve şehirlerarası otobüs.
Diğer önemli ulaşım merkezleri, İsveç'teki çeşitli yerlere giden trenler ve otobüslerin yanı sıra Oslo ve Kopenhag'a bağlantılar (Malmö aracılığıyla) Göteborg Merkez İstasyonu ve Nils Ericson Terminalidir.
Hava ulaşımı.
Göteborg şehrinin iki havaalanı vardır; daha büyük olan Landvetter Havaalanı ve Göteborg Şehir Havaalanı.
Göteborg'a, şehir merkezinin yaklaşık 20 km (12 mi) doğusundaki Göteborg Landvetter Havalimanı hizmet vermektedir. Adını yakındaki Landvetter yöresinden almıştır. Flygbussarna, 20–30 dakikalık yolculuk süresiyle Göteborg'a çift yönlü sık otobüs bağlantıları sunar. Swebus Express, Flixbus ve Nettbuss ayrıca Göteborg, Borås ve Avrupa E-yolu E4 üzerindeki diğer hedeflere birkaç günlük kalkış ile havalimanına hizmet verir. Bölgedeki yerel toplu taşıma sağlayıcısı Västtrafik, Landvetter'e ek bağlantılar sunar.
Bölgedeki ikinci havaalanı Göteborg Şehir Havaalanı kapalıdır.
Göteborg'dan Oslo ve Kopenhag'a trenle, Kiel ve Newcastle'a feribotla ulaşılabilir.
Göteborg şehrinin 150 kilometrelik tramvay hattı, Avrupa'daki emsallerinin en uzunudur.
Nüfus.
Göteborg, İsveç'in diğer büyük şehirlerinde olduğu gibi çok sayıda göçmen barındırmaktadır. 2005 yılında yapılan bir araştırmada, Göteborg'da 93.965 göçmen olduğu ortaya çıkmıştır. Bu göçmenlerin %50'si İran'dan, %45'i Finlandiya'dan gelmiştir. İran ve diğer Orta Doğu ülkeleri ile Yugoslavya'dan gelen göçmenlerin şehrin uzak banliyölerine yerleştirilmeleri, göçmenleri topluma entegre etmekle görevli devlet kuruluşunun (Integrationsverket) eleştirilmesine sebep olmaktadır.
Ekonomi.
Coğrafi konumu dolayısıyla avantajları bulunan Göteborg şehri, İskandinavya'nın en büyük limanına sahiptir. Uluslararası ticaret yüzyıllardır şehir için büyük geçim kaynağı olmuştur. Şehirdeki endüstri ve hizmet sektörlerinin gelişmesi, Volvo ve Ericsson gibi büyük şirketlerin yer almalarıyla hızlanmıştır. Göteborg'da ayrıca yüksek teknoloji şirketleri ve yazılım şirketleri de konuşlanmıştır.
Eğitim.
Göteborg 60.000 öğrencisiyle İskandinavya'nın en büyük üniversite şehridir. Göteborg'daki bu gelişme 19. yüzyılda şehrin ileri gelenlerinin üniversiteleri maddi açıdan desteklemeleriyle başlamıştır.
Göteborg'un en önemli üniversiteleri:
Kültür.
Göteborg, ticaret yolları üzerinde bulunduğu ve pek çok zengin sakini olduğu için yüzyıllardır kültürel bir merkez olmuştur. Şehrin en önemli eğlence merkezlerinden biri Liseberg parkıdır. Bu park, metal işçilerinin boş vakitlerinde yaptıkları çalışmalarla doludur. Göteborg Botanik Bahçesi Avrupa'nın en önemli botanik bahçelerinden birisi sayılmaktadır. Zengin tüccarlar ve fabrikatörlerin katkılarıyla yaptırılan kültür merkezlerinden bir diğeri de Röhsska Müzesi'dir. Göteborg, canlı bir müzik dünyasına ev sahipliği yapar. Göteborg Senfoni Orkestrası, Ace of Base, In Flames gibi farklı müzik dallarından pek çok grup ve sanatçı sayılabilir. Her yıl düzenlenen Göteborg Film Festivali, İskandinavya'nın en büyük film festivalidir.
Yeme-içme.
Göteborg Kuzey Denizi'ne olan yakınlığı sayesinde pek çok deniz ürünleri restoranına sahiptir. Göteborg'daki dört restoran ("28 +, Basement, Fond" and "Sjömagasinet") dünya çapında üne sahiptir. Dünyanın en ünlü şeflerinden bazılarına ev sahipliği yapan Göteborg, İsveç'in kişi başına en çok kafe olan şehridir. Göteborg'un yerel ürünü olan taze balığın alınabileceği en ünlü yer Feskekôrka'dır. Göteborg'un gece hayatı Kungsportsavenyn Caddesi'nde toplanmıştır. İki kilometre uzunluğundaki caddede farklı zevklere hitap eden eğlence mekânları sıralanmıştır.
Spor.
Futbol.
Göteborg aşağıdaki futbol takımlarına ev sahipliği yapmaktadır:
Artistik patinaj.
Ayrıca 2008 yılında Göteborg'da düzenlenen Dünya Artistik Patinaj Şampiyonası Göteborg'da kış sporlarının ne kadar gelişmiş olduğunun bir örneğidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20275",
"len_data": 7087,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.47
}
|
Volvo Penta'nın kuruluş tarihi, ilk deniz motoru B1'in üretildiği 1907 olarak kabul edilmektedir. Penta firması kısa sürede saygın bir motor üreticisi haline gelmiş ve 1927'de Volvo'nun ilk binek aracı motorunu imal etmiştir. Volvo'nun 1935'te Penta'yı satın almasından bu yana Volvo Penta, Volvo Grubu'nun bir kolu olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Volvo Penta gezi teknelerinde, ağır hizmet ve endüstriyel uygulamalarda kullanılmak üzere deniz motorları, jeneratörler ve komple güç sistemleri üretmektedir.
Volvo Penta uluslararası bir firmadır. Dünya çapında 4000'den fazla bayiyi kapsayan müşteri hizmetleri ağı sayesinde sektörünün en güçlü markalarından biridir. Volvo Penta ürünleri 10-800 HP gücündeki benzinli ve dizel motorlardan oluşmaktadır.
Volvo Penta, kuyruklu motor ve ters yönde dönen çiftli pervane (Duoprop) gibi sektöre öncülük eden keşifleri sayesinde denizcilik tarihine ismini yazdırmıştır. Bu iki keşif, denizcilik sektöründe gelmiş geçmiş en önemli gelişmeler olarak kabul edilmektedir.
Yakın zamanda Volvo Penta baş tarafa bakan pervaneler ve kumanda çubuğundan oluşan yeni bir sistemi piyasaya sunmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20278",
"len_data": 1136,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.57
}
|
Aspartam, kimyasal formülü aspartil-fenilalanin-1-metil ester olan bir tatlandırıcıdır. Kimyasal olarak aspartat ve fenil alanin aminoasitlerinden oluşmuş bir dipeptidin metil esteridir. Çay şekerinden yaklaşık 200 kat daha tatlıdır. İlk kez James M. Schlatter tarafından 1965 yılında keşfedilmiş, ABD'de 1974'te kullanımının onaylanmasından sonra uzun süre güvenilirliği tartışma konusu olmuştur. Aspartam kullanım güvenliği açısından ciddi tartışmalara neden olmuş, yapılan araştırmalarda bir zararı olduğuna dair bir kanıt bulunamamıştır. Avrupa Birliği'nde gıda katkı maddesi olarak E951 kod adını almıştır.
Fenilketonüri hastaları fenilalanini metabolize edemedikleri için bu amino asitten fazla almamaları gerekir. Aspartam vücutta fenilalanine dönüştüğü için fenilketonüri hastalarının günlük fenilalanin tüketimleri ile aspartam türketimlerini birlikte değerlendirmeleri gerekir. Bu yüzden aspartam içeren gıdaların üzerinde fenilketonuri hastalarına yönelik bir uyarı yazısı olur.
Güvenlik.
Dünyanın 90'dan fazla ülkesinde gıda ve sağlık alanındaki yetkili kurumlar aspartam kullanımını onaylamıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nde, son 8 yıllık dönemde yapılan geniş kapsamlı tüketim değerlendirmeleri ve diğer ülkelerde yapılan çalışmalar, günlük aspartam tüketiminin ABD Yiyecek ve İlaç Dairesi (FDA) ve diğer yetkililer tarafından belirlenen kabul edilebilir günlük miktarların çok altında olduğunu göstermiştir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü'nün Gıda Katkı Maddeleri Uzman Komitesi, Avrupa Birliği Yiyecek Bilimsel Komitesi ve FDA tarafından uzun yıllar boyunca incelenmiş ve güvenli olduğu tespit edilmiştir.
MS Hastalığındaki Etkisi.
Aspartam 30 °C ulaşınca aspartam içindeki metil alkolün yükseltgenerek formaldehite, sonra da formik aside dönüştüğü, bunun da metabolik asidoza yol açtığı konusunda kaygılar bulunsa da araştırmalar aspartamın kandaki metil alkol ve formik asit düzeyinde önemli bir etkiye yol açmadığını bulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20280",
"len_data": 1946,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 4
}
|
Tarkan, Sezgin Burak tarafından yaratılan kurgusal Hun savaşçısı ve aynı isimli çizgi roman serisi. Daha önceki çizgi romanlardan gerek anlatım gerekse çizgi açısından çok farklı olarak tasarlanmış, 14 Nisan 1967'de Hürriyet'te günlük bantlar halinde yayımlanmaya başlamıştır. Tarkan karakteri ""atıl kurt!"" sözüyle bilinir.
Tarkan, diğer çizgi romanlar gibi seri üretilmemiş, geniş aralıklarla çizilmiştir. Bu yüzden üstünde uğraşılarak, titiz bir şekilde hazırlanma şansı bulunmuştur. Avrupa tarzı çizgi romanlar gibi, neredeyse yılda bir öykü çıkıyordu. En beğenilen serüvenleri, ailesini katleden "Alan Kralı Kostok"'tan intikam mücadelesinin anlatıldığı ' ve ''dur. Tarkan'ın asıl karakterini bu serüvenler anlatır. Gülmez yüzü, hedefinden şaşmayan ve vazgeçmeyen kişiliği bu öykülerde öne çıkar.
Tarkan, 1970'ten başlayarak dergi olarak yayınlanmaya başlanmıştır. İlk sayısı Günaydın gazetesi ile birlikte bedava verilmiştir.
1969 yılında ilk Tarkan filmi "Mars'ın Kılıcı" macerasının senaryosu ile izleyicilerin karşısına çıkmıştır. Daha sonra "Gümüş Eyer", ', "Altın Madalyon" ve ' maceraları sinemaya aktarılmıştır.
21 Temmuz 1967'de "Mars'ın Kılıcı" ile başlayan Tarkan'ın, 1978'de Sezgin Burak'ın ani vefatı nedeniyle yarım kalan "Milano'ya Giden Yol" adlı serüveni de dahil olmak üzere yirmi bir bölümden oluşan on beş serüveni vardır.
Tarkan'ın yaratıcısı Sezgin Burak'ın ailesi tarafından bu kahraman ve sanatçının diğer eserlerini yaşatmak üzere bir dernek kurulmuştur. TASEYAD isimli derneğin merkezi sanatçının bu eserlerini yazıp çizdiği evidir. Ayrıca bu dernekçe Tarkan serüvenleri 2011 yılında yeniden yayımlanmaya başlamıştır.
Sinema uyarlamaları.
1968 ile 1973 yılları arasında 8 tane Tarkan filmi çekildi. Yeşilçam'da çekilen bu filmlerden beşinde Tarkan'ı Kartal Tibet canlandırmıştı ve Tibet'in oynadığı bu filmlerden son dördünün yönetmeni Mehmet Aslan'dı.
Efsanesi.
Karakterin adının, sanatçının kendisinin Tatar etnik kökenine atıfta bulunan bileşik bir kelime olarak stilize edildiği iddia edilse de Tarkan kelimesi aslında Türk ve Moğol soylularının bir unvanıdır ve yayınlanmadan çizgi roman serisinden bin yıl önce belirli bir isim olarak kullanılmıştır.
Tarkan'ın büyük başarısının ardından Türkiye'de popüler bir isim haline geldi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20283",
"len_data": 2267,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.07
}
|
Sezgin Burak (15 Mayıs 1935 - 4 Ekim 1978), Türk karikatürist ve çizgi roman sanatçısı.
Hayatı.
Türk ve Avrupa basınında değerli eserler veren Sezgin Burak, 15 Mayıs 1935 tarihinde Adapazarı'nda doğdu. İlk karikatürleri, ilkokul sırasında "Doğan Kardeş" dergisinde yayımlandı. Sezgin Burak, profesyonel olarak ilk eserlerini İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdiği 1952 senesinde vermeye başladı.
Sırasıyla; ""Akbaba"da karikatürler, "Aydabir", "Yirminci Asır", "Bütün Dünya" ve "Hafta" mecmualarında resimler ve kompozisyonlar yaptı. 1957 yılında resim ve dekorasyon öğrenimini tamamlayarak Akademi'den mezun oldu. Aynı yıl "Cumhuriyet Gazetesinde, Fakir Baykurt'un Yunus Nadi ödülü kazanan ünlü romanı, "Yılanların Öcü"nü resimledi.
1958'de "Cumhuriyet Gazetesi"'nde günlük karikatürler, çeşitli tiyatrolarda sahne dekorları ve aynı gazetede "Alageyik"" romanını resimlendirdi. "Hayat" ve "Ses" mecmualarında roman ve hikâye resimleri, ayrıca kitap kapakları ve sinema reklamları hazırladı.
1964 yılında "Bizimkiler" adlı bant karikatür tipini yarattı. Kardeşi Ersin Burak, Sezgin Burak'ın başlattığı Bizimkiler isimli çizgi bandının çizimlerini Sezgin Burak'ın ölümünden sonra devam ettirdi. 1965'te İtalya'da "El Cougar" kahramanını yarattı. 1971 yılında, bu ünlü komik bantı karikatürü yapımcı Lale Oraoğlu tarafından Hüdaverdi-Pırtık film olarak çekildi.
1966'da Milano'da düzenlenen Avrupa Reklam Yarışması'nda iki birincilik aldı.
1966'da İtalya'nın Milano şehrinde ünlü çizgi roman kahramanı "Tarkanın ilk eskizlerini hazırladı. "Tarkan" çizgi romanı, 14 Nisan 1967'de "Hürriyet" gazetesinde günlük olarak yayımlanmaya başladı. Daha sonra "Tarkanın maceraları, sinemaya da aktarılarak beş adet film çevrildi.
1968 ve 1969 yıllarında Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanını, 1970'te ise "Ağrı Dağı Efsanesi" romanını resimlendirdi. 1976'da "Çoban Çantası" adlı resimli romanını yarattı.
Son olarak çeşitli akrilik ve yağlı boya çalışmaları da yapan sanatçı, 1978 yılında İstanbul'da kendisini dördüncü kattan atarak yaşamına son verdi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20288",
"len_data": 2045,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.32
}
|
Malmö (), İsveç'in güney sahilinde bulunan bir liman kentidir. Nüfusu 664.428 olan Malmö İsveç'in 3. büyük kentidir. Danimarka'nın başkenti Kopenhag ile arasında uzaklığı 20 kilometre olan bir boğaz mevcuttur. Çok sayıda göç alan kentin, %27'sine yakını İsveç dışında doğmuştur. Tahmini olarak nüfusunun %16'sı müslümandır. Malmö, Skåne ilinin yönetim merkezidir.
Kopenhag ile aralarında 2001'de hizmete giren Oresund adlı köprü ile bir asırlık bir hayal gerçekleştirilmiş olup sadece güzel havalarda hızlı feribotla kurulabilen bağlantı artık alttan trenlerin üsten araçların gidebildiği şekle dönüşmüştür. Bu 100 yıllık hayalin maliyeti 5 milyar € civarında olmuştur.
Tarih.
Malmö'nün 1275 yılında kurulmuş olabileceği düşünülmektedir. İlk kurulduğu yıllarda Lund kentinin savunma ve rıhtım bölgesi olan Malmö, uzun yıllar boyunca Danimarka'nın en büyük ikinci kenti olarak kaldı. Kentin o zamanlardaki ismi; "kum yığını" anlamına gelen "Malmhaug" idi. 15. yüzyılda şehir, Danimarka'nın en yoğun ve büyük kentlerinden biri haline geldi. O dönemde 5,000'lik bir nüfusa sahip olan Malmö, Hansa Birliği ve İskandinavya arasında dev bir market şehri görevi üstlendi.
Zamanla kentteki ringa balıkçılığı ivme gösterdi. Aynı dönemlerde Kral Pomeranyalı Erik, 1437 yılında şehre savunma silahları tahsis etti. 1434 yılında, güney kıyılarında bir hisar inşa edildi. "Malmöhus" olarak bilinen hisar, 16. yüzyıla kadar günümüzdeki şekline kavuşmadı. Zamanla Malmö sayısız kaleyle donatıldı. Döneminin güçlü savunma kentlerinden biri olarak ünlenen Malmö'de, bu kalelerden sadece "Malmöhus" kaldı.
16. yüzyılda Reform hareketleri Malmö'yü kısa sürede etkiledi ve Malmö bu hareketleri İskandinavya'da benimseyen ilk kent oldu. Yine 17. yüzyıla gelindiğinde, 1658'deki Roskilde Antlaşması sayesinde, Skåne bölgesiyle beraber Malmö şehri de İsveç'e katıldı. Ancak Haziran 1677'de 14,000 kadar Danimarka askeri, kenti İsveç'ten geri alabilmek adına savaşa katıldı. Ancak şehir alınamadı.
18. yüzyıl başlarında Malmö, 2,300 nüfuslu bir kentti. Ancak, XII. Karl'ın savaşları ve veba salgınları yüzünden 1728 yılında kent nüfusu 1,500'e geriledi. Bu yüzyılın sonlarında çağdaş bir liman kurulana kadar nüfus artmadı. Şehir göçler sayesinde büyük bir ivmeyle nüfus artışı yaşadı. 1800 yılında şehir nüfusu 38,054'e çıktı.
1850-70 arası inşa edilen demiryolu hattı, sanayiyi katladı. Limanın da etkisiyle Malmö bir İskandinav ticaret merkezi oldu. Dönemin üçüncü kalabalık İsveç kenti olan Norrköping'i 1870'te geçen Malmö, 1915'te 100,000; 1952'de de 200,000'lik bir nüfusa sahip oldu. "Kockums" adlı kent limanı; zamanla kenti dünyanın en büyük limanlarından biri haline getirdi. 1971'de 265,000'lik nüfusa erişen kentin Skåne bölgesindeki diğer kentlerde işsizliğe yol açtığı fark edilince; 1980'lerin ortasında Kockums limanı kapatıldı ve diğer sanayi dallarına ağırlık verildi. Bu sayede orta gelirli aileler, çevre illere göç etti. Kent nüfusunun böylece aşırı artması engellendi. Günümüzde yine de Malmö; bir göçmen kenti olarak yoğun nüfusa sahiptir.
Coğrafya ve iklim.
Malmö, 13°00' doğu ve 55°35' kuzey koordinatlarında kuruludur. Şehir yakınlarındaki Öresund Boğazı, Danimarka'yı İsveç'ten ayırır. 1 Temmuz 2000'de açılan Öresund Köprüsü sayesinde; Malmö ve Kopenhag kentleri arasında karayolu ulaşımı gerçekleştirilebilmektedir.
Şehir, Okyanus İklimi'ne sahiptir. Gulf Stream akıntıları sayesinde mevsimler arasındaki sıcaklık farklarının az olduğu kentte, yazın 17 saat gündüz, 7 saat gece gözlemlenmektedir. Yıl içinde ölçülen en sıcak aylar; 22 °C ile Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Aynı şekilde Ocak ve Şubat aylarında kentteki ortalama sıcaklık -1 °C olarak ölçülür. Yılın 169 günü yağışlı olan şehirde, kar yağışları sık görülür fakat uzun süreli yağmaz.
Eurovision Şarkı Yarışması.
Ayrıca Malmö, 1992 Eurovision Şarkı Yarışması ve 2013 Eurovision Şarkı Yarışması'na ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca önümüzdeki 2024 Eurovision Şarkı Yarışması'nın da Malmö'de yapılmasına karar verilmiştir. Bu seçim Loreen'in Malmöyu tek başına 2 kez, toplamda da 3 kez ev sahibi yapmasına neden olmuştur.
Ulaşım.
Öresund trenleri; her 20 dakikada bir Öresund Boğazı'nı geçerek, Avrupa ülkelerini İskandinavya'ya bağlar. 2005 yılında "Şehir Tüneli" adı verilen yeni bir tren sisteminin yapımına başlandı. Bu hattın, Malmö Havalimanı'nı Danimarka'ya bağlaması planlanmaktadır. Malmö'deki Havalimanı Kopenhag'dakinin çok daha küçüğüdür. Malmö'den havayoluyla sadece birkaç büyük İsveç kentine uçuşlar gerçekleşirken; Kopenhag'dan uluslararası uçuşlar gerçekleşebilmektedir. Yine kentten geçen otoyollar; Växjö-Kalmar, Kristianstad-Karlskrona, Ystad ve Trelleborg hatları olarak bilinmektedir.
Nüfus.
1971'den sonra 265.000 olan şehrin nüfusu; 1985'te 229.000'e gerilemiştir. 2003 sayımlarında nüfus 265.481 olmuştur. 2007'de 75.156 yabancının ülkelere dağılımı şöyledir;
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20289",
"len_data": 4846,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.48
}
|
Malmö FF, İsveç'in Malmö şehrinde 1910'da kurulmuş olan bir futbol kulübüdür. Renkleri mavi ve beyazdır.
22 İsveç Lig Şampiyonluğu, 14 Kupa Şampiyonluğunun yanı sıra bir de Avrupa Kupası finali oynama başarısı vardır.
IFK Göteborg ve AIK ile birlikte toplam 43 lig şampiyonluğunu paylaşmış durumdadır ve İsveç Futbol Kulüplerinin Üç Büyükler'i olarak adlandırılır. 1979 yılında Nottingham Forest ile oynadığı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finali ile bunu başaran tek İsveç kulübü olmuştur.
Eski MFF oyuncuları Martin Dahlin, Stefan Schwarz, Patrik Andersson ve Zlatan Ibrahimović vb. hem millî takımı hem de Avrupa'nın Ajax, Arsenal, Barcelona, Bayern Münih, Benfica, Juventus ve Roma gibi büyük kulüplerini temsil etmişlerdir.
Aynı zamanda Malmö FF'e bağlı kadın futbol takımı da süper ligde mücadele etmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20294",
"len_data": 815,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.53
}
|
DEĞİL kapısı, girişindeki mantıksal değeri tersine çevirir. Girişteki işaretin lojik 1 seviyesinde olması durumunda çıkış lojik 0 seviyesinde, lojik 0 seviyesinde olması durumunda ise çıkış lojik 1 seviyesinde olur. Tümleme mantık bağlacının dijital sistemlerdeki karşılığıdır.
DEĞİL Kapısının doğruluk tablosu:
Semboller.
DEĞİL kapısının iki farklı sembolü bulunmaktadır.
Donanım Tanımı ve Ayak Dizilimi.
DEĞİL kapıları TTL ve CMOS tümleşik devreleri olarak üretilen temel mantıksal kapılardan biridir. Standart CMOS 4000 serisinin 4049 numaralı tümdevresi içinde 6 adet birbirinden bağımsız DEĞİL kapısını barındırır. Ayakların dağılımıyla ilgili diyagram aşağıda gösterilmektedir.
Bu tümdevre birçok yarı iletken devre üreticisi tarafından üretilmektedir. DIL ve SOIC tarzı ayak dizilimine sahip modelleri bulunmaktadır. Tümdevrelerle ilgili detaylı bilgi içeren veri sayfaları (Datasheet) birçok veri sayfası veritabanında bulunmaktadır.
Gerçeklemeler.
Alternatifler.
DEĞİL kapısı ayrıca VE DEĞİL veya VEYA DEĞİL kapıları kullanılarakta elde edilebilir. Aynı giriş işareti bu kapıların herhangi birinin iki ayağına birden uygulandığında çıkış işaretinin bool cebri fonksiyonu DEĞİL kapısıyla aynıdır. Temelde her mantıksal kapı VE DEĞİL veya VEYA DEĞİL kapıları kullanılarak gerçeklenebilir.
Kaynakça.
Bu makalenin çoğu Wikipedia'nın aynı başlıklı İngilizce makalesinden (06 Kasım 2006) alınmadır. İngilizce makalenin gösterdiği kaynak yoktur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20296",
"len_data": 1447,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.54
}
|
IFK Göteborg, Göteborg'da kurulmuş olan bir futbol kulübüdür. Kuruluşu 4 Ekim 1904, renkleri mavi beyazdır. Maçlarını Ullevi Stadyumu'nda oynar.
Malmö FF ve AIK ile beraber İsveç futbol liginin üç büyük kulübünden biridir. 1982 ve 1987 yıllarında olmak üzere iki UEFA Kupası şampiyonluğu kulübün en büyük başarısıdır. Bu, aynı zamanda bir İskandinav kulübünün kazandığı ilk ve son uluslararası başarıdır. UEFA Kupasını kazandıkları yıllarda; 1982'de üç kupa birden (UEFA Kupası, İsveç Ligi ve İsveç Kupası), 1987'de iki kupa birden (UEFA Kupası ve İsveç Ligi) kazanmışlardır.
Başarıları.
Allsvenskan - İsveç Şampiyonluğu (18): 1908, 1910, 1918, 1934-35, 1941-42, 1957-58, 1969, 1982, 1983, 1984, 1987, 1990, 1991, 1993, 1994, 1995, 1996, 2007
Svenska Cupen (8): 1978-79, 1981-82, 1982-83, 1991, 2008, 2012-13, 2014-15, 2019-20
UEFA Kupası (2): 1981-82, 1986-87
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20302",
"len_data": 860,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.34
}
|
Dil Derneği, başlangıçta özerk bir kurum olan Türk Dil Kurumu'nun 1982 Anayasası ile devletleştirilmesi üzerine örgütlenen dilde özleştirme yanlıları tarafından 1987'de kurulan dernektir.
Türkçenin özleşmesi ve gelişmesi için çalışmak üzere kurulmuştur. Merkezi Ankara'dadır. Kamu yararına çalışan dernek statüsündedir.
Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu gibi başvuru kaynakları; Çağdaş Türk Dili Dergisi adlı aylık dergi gibi süreli yayınlar; dil ve dil bilimi sorunları, dil devrimi ve özleşme hakkında yapıtlar yayımlar. Her yıl farklı tarihlerde Ömer Asım Aksoy, Beşir Göğüş, Emin Özdemir, Metin Uca anısına çeşitli alanlarda ödüller vermektedir.
Tarihçe.
Türk Dil Kurumunun 1982 Anayasası ile özerk bir kurum olmaktan çıkarılıp hükûmete bağlı bir birim durumuna getirilmesinden sonran dilde özleştirme yanlıları dernek kurmak üzere örgütlenmişlerdir. Kurum dışı kalan eski üyeler, 1985'ten başlayarak Mülkiyeliler Birliği'nin çatısı altında toplanarak Dil Bayramı'nı kutlamaya, Atatürk'ün kurduğu kurumlara haksızlık yapıldığını türlü etkinliklerle topluma anlatmaya giriştiler. Dernek kuruluş başvurusu 22 Nisan 1987'de yapıldı.
Derneğin amacı, kuruluş bildirgesinde, "Türkçenin özleşmesini, bütün bilim, teknik, sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilimsel yöntemleri uygulayarak sağlamaya çalışmak" olarak açıklanmıştır. Sevgi Özel, Bahriye Üçok, Mustafa Ekmekçi, Gülten Akın, Talip Apaydın ve Ali Püsküllüoğlu 34 kişilik Kurucular Kurulunda yer alan isimlerdendir. Dernek, kuruluş başvurusuna verilen cevapta "kurulması yasak derneklerden" sayılmış, faaliyetleri Valilik tarafından durdurulmuş, kurucuları için savcılığa suç duyurusunda bulunulmuştur. Ancak yasal yollara başvurularak yürütmeyi durdurma ve kurucular için takipsizlik kararı verildi.
Dernek, "Türkçe Sözlük" ve "Yazım Kılavuzu" gibi başvuru kaynaklarının yanı sıra dil ve dil bilimi sorunları, dil devrimi ve özleşme konusunda da yapıtlar yayımlamıştır. Laik/ulusalcı bir çizgide yayın yapmaktadır. Bakanlar Kurulunun 24 Temmuz 2002 günlü 2002-4812 sayılı kararıyla kamu yararına çalışan derneklerden sayılmıştır.
Dernek, 2007 yılındaki çok tartışmalı geçen ve uzun süren cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 4 Kasım 2006'da ilki yapılan ve Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da desteklenen Cumhuriyet Mitinglerinden birini Manisa'da düzenlemiştir.
Derneğin kurucularından Sevgi Özel, 2025 itibarıyla dernek başkanlığını sürdürür.
Verdiği ödüller.
Dil Derneği tarafından aşağıdaki ödüller verilmektedir:
Yayınlar.
Süreli Yayınlar.
1998'den itibaren Çağdaş Türk Dili Dergisi adlı aylık dil ve ekin dergisi, Mayıs 2008'den itibaren insan bilimi alanında bilimsel araştırmaların yayımlandığı "Dil ve Yaratıcılık" adlı hakemli dergiyi yayılar. ODTÜ Türkçe Topluluğu tarafından çıkarılan "Dil İm" adlı dergiyi desteklemektedir.
Başvuru Kaynakları.
Dil Derneği, süreli yayınlarının yanında Mart 2018'de dördüncü baskısını yapan Türkçe Sözlük ile Mayıs 2019'da on birinci baskısını yapan Yazım Kılavuzu'nu yayımlamaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20303",
"len_data": 3023,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.39
}
|
Gülten Akın Cankoçak (23 Ocak 1933, Yozgat - 4 Kasım 2015, Ankara), Türk şair ve yazardır.
1950'li yıllarda yazmaya başladığı şiirleriyle, kısmen İkinci Yeni çizgisinde görülen, ancak 1970'li yıllardaki şiirlerinden itibaren bireycilikten toplumculuğa yönelen bir şairdir. Şiirleri pek çok dile çevrilmiş ve kırktan fazla şiiri bestelenmiştir. Aksu Bora'nın annesidir.
Hayatı.
23 Ocak 1933 tarihinde Yozgat'ta doğdu. Yozgat'ın Sorgun ilçesinde ilköğrenimini tamamladı. 1940'lı yıllarda memleketi Yozgat'tan Ankara'ya göç etti ve ortaöğrenimini Ankara Atatürk Anadolu Lisesi'nde tamamladı. 1955'te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
1956'da Yaşar Cankoçak'la evlendi, bu evlilikten beş çocuğu oldu. Kaymakam olan eşinin görevi nedeniyle 1958-1972 arasında Anadolu'nun çeşitli ilçelerinde yaşadı. Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş'ta yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı.
1972'de Ankara'ya yerleşerek Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu'nda çalıştı. Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu. Demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluşu çalışmalarına katıldı. İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi örgütlerde kurucu ve yönetici olarak görev aldı. 1978'de emekliye ayrıldı. 1980'lerde Ankara'da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklanan ve dosyası Şentepe Devrimci Yol davasıyla birleştirilerek önce müebbet hapse mahkûm edilen sonra cezası Yargıtayca bozulan oğlunun cezaevi günlerinde yaşadıklarını şiirine yansıttı. "42 gün" (1986) adlı kitabında Mamak Cezaevi'nde süren açlık grevini anlattı. Yaşamını Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde sürdürdü. 4 Kasım 2015'te tedavi gördüğü hastanede öldü. Cenazesi, 6 Kasım 2015 Cuma günü Kocatepe Camii'nden kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı'na gömüldü.
Edebî hayatı.
İlk şiiri "Çin Masalı", Nisan 1951'de "Son Haber" gazetesinde yayımlandı. Henüz 18 yaşındayken kaleme aldığı, pek sözü edilmeyen bu şiiri kitaplarına almadı. Kitaplarına aldığı ilk şiiri, 1952 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken "Mülkiye" dergisinde yayımlandı. Gülten Akın, Cemal Süreya, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan ile aynı dönemde Ankara Üniversitesi'nde öğrenci oldu.
Gülten Akın'ın şiirleri daha sonra "Hisar", "Varlık", "Yeditepe", "Türk Dili" gibi dergilerde yayımlandı. İlk şiirlerinin konusu daha çok doğa, aşk, ayrılık, özlem iken ilerleyen dönemlerde toplumsal sorunlara yöneldi. 1980 öncesinde halkın yaşadıkları, onun da hayatına ve şiirine yansıdı. Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri, toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.
Şiirlerinde büyük ölçüde folklor öğelerinden yararlandı. Şiir üzerine yazılarını bir araya getiren 1983 tarihli "Şiiri Düzde Kuşatmak" başlıklı kitabında halk kaynağına inme isteğini, "Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak" sözleriyle açıkladı. 1978 tarihli "Yaşam Öyküsü" başlıklı kısa otobiyografisinde geçen "Hemen bütün dizelerimin temelinde birtakım olgular, gerçekler vardır benim için" cümlesi de teknik açıdan aynı yönteme işaret ediyor. Şiirleri pek çok dile çevrildi ve kırktan fazla şiiri bestelendi. Bestelenen şiirlerinden biri, Sezen Aksu'nun 1993 tarihli albümüne adını veren "Deli Kızın Türküsü"'dür.
2008'de Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ölümünden sonra "Milliyet" gazetesinin yaptığı "Yaşayan En Büyük Türk Şairi" araştırmasında en çok oyu alan Gülten Akın; "Beni Sorarsan"'ı 2013'te yayımlandı ve bu kitabı ile Metin Altıok Şiir Ödülü'ne layık görüldü. Akın, şiir dışındaki edebî türlere fazla ilgi göstermedi ancak yedi adet kısa oyun yazdı. Ürettiği tiyatro metinlerinde kadın, evlilik, düzene yönelik eleştiriler, yoksulluk, yalnızlık, yaşlılık ve yabancılaşma gibi konular üzerinde durdu.
Ölümünden sonra.
Balad Şiir Vakfı tarafından 2023 yılında Akın'ın adına şiir ödülü verilmeye başlandı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20310",
"len_data": 3950,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.28
}
|
Cami, İslâm dininin ibadet mekanıdır. Genellikle minaresiz küçük camilere veya bazı kurum ve kuruluşlarda ibadet için ayrılmış ufak mekanlara ise "mescit" denir.
Kur'an'da ibadethane adı olarak cami terimi geçmez, ancak "secde yapılan yer" anlamındaki "mescit" kavramı kullanılır. Ayet Cemaatle namazı ve hayratı öven hadislerini temel alan İslâm dini mimarisi, ilk mabet Kâbe ve ilk mescit Mescid-i Kubâ ile başlamış, Mescid-i Nebevî ve benzerleriyle devam ederek yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir.
Alevîlik'te ise ibadethane (mescit) olarak cemevi kullanılmaktadır.
Etimoloji.
"Cami" Türkçeye Arapçadan geçen bir sözcüktür. "Cem", "Toplanma, bir araya gelme" kökünden gelen "cami", "Toplayan, bir araya getiren" demektir. Sözcük önceleri "cuma namazı mescidi" anlamında kullanılıyordu. Sözcüğün eş anlamlısı Toplak sözcüğüdür. Cami sözcüğü, tamlamalarda cami kelimesi "i" halindeyken "camii" veya "camisi" şeklinde kullanılır. Eğer başındaki kelime sıfatsa cami (Kurşunlu Cami, Eski Cami), başındaki kelime isimse camii veya camisi (Süleymaniye Camii, Hisar Camii, Kocatepe Camii) şeklinde kullanılır. Talat Tekin'in belirttiği üzere, cami kullanımı Arapçadaki ayn harfinin sessiz olması sebebiyle Türkçe ekle kullanım şeklidir; camisi kullanımı ise yanlış kullanım olmakla birlikte galat-ı meşhur haline gelmiştir. Tartışmanın sebebi Dil Devrimi sonrası ayn harfini ayrıca belirtecek harfin bulunmaması ve yazı dilinde farkının gösterilememesidir.
Osmanlıda sultanlar adına yaptırılan büyük camilere selatin camileri denir. Ayrıca herhangi bir alanda ibadet etmeye yarayan, boş ve imarsız mekanlara namazgâh denir. Şehirlerde yapılan ve özellikle cuma namazları için büyük cemaatlerin toplanmasını sağlayan şehrin en büyük ve abidevi camilerine ise Ulucami denilmektedir.
"Mescid" Arapçada secde edilen yer demektir. Orta Çağ İspanya'sında yaşayan Endülüslülerden miras kalan ve İspanyolcada cami demek olan ‘mezquita’ sözcüğü Arapça ‘mescid’den gelişmiştir. Türkçe dini mimari terminolojisinde bu ibadethanenin küçüklerine "mescit", daha büyüklerine ise "cami" denilmektedir.
Cami sözcüğü, aynı zamanda İslam'da Allah'ın 99 isminden biri olup, Cami "istediğini istediği şekilde, istediği zaman, istediği yerde toplayan" anlamına gelmektedir.
Tarih.
İslam'ın ilk döneminde Allah'a ibadet için Muhammed'in Medine'deki evini hatırlatan basit binalar dikilirdi. O dönemlerde camiler olmadığından Allah'a ibadet ve namaz kılınması açık arazide kenarları hatla çekilmiş yerlerde yapılırdı. Muhammed peygamber Medine'ye hicreti sırasında Medine yakınlarında Kuba denilen yerde birkaç gün kalmıştır. Peygamber Kuba'da olduğu zaman için bir cami yaptırmıştır ki, bu günümüze kadar Mescid-i Kubâ olarak bilinir. Hicretin ilk zamanlarında Müslümanların kıblesi Kudüs idi. Sonraları ayet olarak kıblenin Kâbe olduğu beyan oldu. Bu nedenle Kur'an'ın ikinci suresinde bildirilir. Kıblenin değiştirilmesi hakkında ayetin Peygamber'e nazil olduğu cami hazırda Medine yakınında bulunan İki kıbleli camidir.
Cami hakkında Kuran'da şöyle buyurulur: "Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke'de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe'dir.". Muhammed peygamber ikinci kıblenin ise Mescid-i Aksâ olduğunu söyledi.
İslâm ülkelerinde camiler sadece ibadet için, dini törenler geçirmek için inşa edilmiyordu. Cami çok fonksiyonlu bir yardımseverlik binası olarak kabul edilir ve onun içerisinde yapılan güzel işler hem de Müslümanlar arasında iletişimi, birliği güçlendirir. Nasîrüddin Tûsî insanların ibadete ve iletişime olan ihtiyacını şöyle anlatıyordu:
Sonradan alim cemaat namazının tek başına kılınan namazdan üstünlüğünü insanlararası iletişimi güçlendirmekle bağlıyor. Mahalle ve köy camileri cemaati günde beş kez, cam cami ise köy ve mahalledekileri birlikte haftada bir kez ibadete toplar, onlar arasında anlaşmayı, iletişimi artırır. Alime göre: "Ayrıca tüm cemaatin görüşmesi için yılda iki kez ibadet saptamışlardır. Bunun için cemaati tutabilecek büyük meydan seçmeyi ve Ham'ın oraya davet etmeyi buyurmuşlardır." Dünya Müslümanlarının ömürlerinde bir defa kendi hemdinleri ile "toplantı ve görüşme yeri için ortam sahibinin evinden (Kabe) iyi yer olamaz." Tüm kavimlerin ve meslek sahiplerinin böylece bir yere toplanması, alimin göre hem karşılıklı yarar almak, hem de havasını değişim sağlık için yararlı tedbirdir.
İlk camiler.
İslâm'da caminin tarihi İslâm Peygamberi'nin İslâm dinini insanlara ulaştırmaya başladığı zaman başlar. O dönemde Mekke yönetimi İslâm Peygamberi'ne Kâbe'de ibadet etmeye engel oluyor, o ise "Allah'ın evi"'nde namaz kılmak için ibadetlerini câmide kılmaya çalışıyordu. Diğer Müslümanlar baskılardan kurtulmak için çeşitli evlerde, arazilerde ibadetlerini yerine getiriyorlardı. İslâm Peygamberi 622 yılında Medine'ye hicret ettiğinde orada inşa edilecek olan mescit arazisinin belirledi. Bununla da Mescid-i Nebevî adlandırılan ibadet mekânının temelleri atıldı ve kısa süre içinde inşa edildi. Caminin arka bölümünde İslâm'ın ilk üniversitesi diyebileceğimiz Suffe (Medine'de bulunan Mescid-i Nebî etrafındaki odalar) için yer ayrıldı. Medine'deki Müslümanların sayısı arttıkça günlük namazların kılınacağı câmilerin sayısı arttı.
Cuma namazı "Mescid-i Nebevî"'de kılınıyordu. Mescid-i Nebevî'den sonra birçok câmi inşa edildi ve cuma namazları kılınmaya başlandı. Bütün bunlar gösteriyor ki, İslâm Peygamberi'nin sağlığında da çeşitli bölgelerde yaşayan Müslümanların ibadet etmeleri için mescitleri vardı. Müslüman olan bazı aşiretler de (Tâif'te) önceki mabetlerin yerine cami inşa etmişlerdir[8]. İslâm Peygamberi'nin vefatından sonra daha geniş bir coğrafyada İslâm dininin kabul edilmesi, cami yapımını zorunlu kılıyordu.
Kur'an'da bu konu şöyle geçmektedir: "Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.". İslâm Peygamberi ise "Mescidleri bina edin, onların toz toprağını temizleyin. Her kim Allah için mescid bina ederse Allah da ona cennette bir mescid hazırlar" demiştir.
Cami özellikleri.
Camilerin esas cami ve avlu gibi iki bölümü vardır. Esas cami; mihrap, minber, vaaz kürsüsü ve dikdörtgen oylumun üzerini örten kubbe ve yan kubbelerden meydana gelir. Minareler esas caminin dış duvarlarına ya da iç avlu duvarlarına bağlanmıştır. Son cemaat yeri esas caminin giriş kapısı olan yüzünde bulunur.
Emevîler döneminde Şam Emeviyye Camii, Sidi Ukba Ulu Camii; Abbâsîler döneminde Samarra Camii; Tolunoğulları döneminde İbn Tolun Camii; Fâtımîler döneminde Ezher; Endülüs'te Kurtuba Ulucamii; Selçuklular zamanında Ulu camiler; Osmanlılarda selatin camileri dikkat çeken yapılardır. Büyük camiler, etrafında medrese, mektep, aşhane, hastane gibi yapılarla birer imaret (külliye)dir.
“Çok sayıda küçük kubbe içeren Osmanlı camilerinin merkezcil yerleşim düzeni ve piramit biçimli kütlesi, en azından form olarak, bir Uygur resminde tasvir edilen gök tapınağından yola çıkılarak oluşturulmuş ve 8.-10. yüzyıllarda Kökşibagan’da cami mimarisine uygulanmış gibi görünmektedir. Ayasofya örneğinin önemli teknik özellikler ortaya koyduğuna hiç şüphe yoktur. Ancak çok kubbeli Osmanlı camilerinde estetik özellik olarak, her biri yüksek bir ayak üzerinde duran dört kubbeli Bizans kilisesinin çoğul görüntüsüne değil, Kökşibagan’da erişilen ahenge öykünme vardır. Gerçekten de merkezcil haçvari eksenli plan, Osmanlı dervişlerinin felekleri, belki de vahdet-i vücud anlayışla evrensel ahengin grafik simgesi haline gelmiş ve derviş taçlarının üst kısmında resmedilmiştir.” (Esin, sy.114)
“8. yüzyılda, İslâm'ın zaferinin ardından bu Türk meliki kentini (Buharayı) terk etti, kent sakinleri İslam dinine geçti ve bir mescit inşa ettiler. 8. ya da 11. yüzyıla tarihlendirilen bu mescit, hem Uygur kozmogrofik resim sanatına hem de piramit biçiminde düzenlenmiş dokuz kubbeli Oğuz hükümdar ikametgâhına benzemesi nedeniyle, inşasında daha eski gök tapınaklarından esinlenilmiş olabilir. Ne var ki, Müslümanlıkta cemaatle birlikte yapılan ibadette geniş bir alana ihtiyaç duyulması yüzünden hücreler arasındaki duvarlar kaldırıldı ve sütunlar kubbelerin ağırlığını taşıyacak biçimde yapıldı. Böylece piramit düzenindeki çok kubbeli Türk kapalı mescitlerinin ilk örneği geliştirilmiş gibi görünüyor.” (Esin, 122) Selçuklu Hanedanında sahın kâgir ayaklar ve sütunlarla, çok kubbeli örtülüydü. Osmanlılarda ise dört kalın fil ayağına oturan ana kubbeli camiye geçilmiştir. Türkler bir yeri fethettikten sonra önce toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bütüncül binalar yaparlardı. İmaret kültürü denilen bu olgu, İslam kültürünün temelidir.
Cami mühendisliği.
Camilerde kullanılan ana malzeme taş, tuğla, demir, ağaç, toprak, mozaik, kiremit, somaki, kum, kireç, alçı, horasan, kereste, çivi, pirinç, bakır, kurşun, çinko, mermer, cam, çini, altın, gümüştür. Topraktan yapılana kerpiç, taş-tuğla olana kâgir, ağaçtan olana ahşap, yarı ahşap yarı kâgir olana nimkâgir denir. kâgir yapılarda yontma, kesme küfeki taşı kullanılmıştır. Yapı ustalarının her biri ayrı bölümlerde çalışır: Rençber, lağımcı, hamamcı, doğramacı, sıvacı, camcı, tüfenkçi, çilingir, hamal, kâtip, haseki, harbeci, mutemed, kapıcı, yeniçeri katibi, duvarcı, kemerci, kubbeci, minareci, neccar, dülger, çinici, nakkaş, oymacı, sütuncu, senktraş. Osmanlı'da ilk dönem camilerde tuğla kullanılmış, fetihten sonra kesmetaş yaygınlaşmış, tuğlalar kubbe, kemer ve hatıllarda yer almıştır.
Bir cami inşaatı büyük bir camide şu seyri izlerdi: Mimarlar, caminin planını çizer, ölçüleri çıkarır ve çamur veya tahta bir maketini çıkarıp padişaha sunardı. (Arseven, 1955: 747vd.)
Bu plana göre cami, şu kısımlardan meydana geliyordu: Dış avlu (harim), duvarlar, iç avlu (harem), döşemeler, sahın (cami iç meydanı), kürsü, mihrap, minber, mahfiller, mükebbire, son cemaat yeri, kubbeler, kemerler, kasnak, minare, şadırvan, muvakkithâne, imam ve müezzin odaları, musallâ taşı, hela, kapılar ve pencereler, sütunlar, sofalar, ışıklandırma, şamdanlar, avizeler, kandiller, dolap ve çekmeceler, ayakkabılıklar, halılar, hat levhaları, saatler, bahçe ve ağaçlandırma, türbe, hazire.
Yapı.
Binanın nerede yapılacağı, zemin ve çevreyle uyumuna dikkat edilirdi. Anıt eserlerin şehre yerleştirilmesi bir plana göreydi. Cephe, yer, simetriklik, vezin ve ritim hesaplanırdı. Cami avlularına yine en uyumlu şekilde ve mükemmel bir ahenkle ağaç dikilmesi ve çevrenin yeşillendirilmesi önemliydi. Yapı külliye ise, bütün cami, medrese, aşevi, mektep, çarşı planları çıkarılırdı. Mimarlar, ısı, ses ve ışık düzenini, havadarlık ve iç süslemeleri ayrıntılarıyla çıkarırdı. Temel atmaya çok önem verilir, uğurlu bir günde, eşref saatinde hafriyata başlanır ve temel atılırdı. Devlet yöneticileri hazır bulunur, temele altın atılırdı. Dualarla temel atılırken, mimara, bina eminine, bina kalfasına hilat giydirilir, kurbanlar kesilirdi. Temel çukuru açılıp, kazıklar çakılır, aralara kemer örülür, aralarda su biriktirilir ve köprülük od taşı döşenir. İşçiler paydosla evlerine gider, nöbetçiler kalır. İnşaatta hiç kimse zulümle çalıştırılmaz, herkese hakkı verilir. Yalnız, malzemeden çalanlar şiddetle cezalandırılır. Çiniler İznik ve Kütahya'dan, keresteler Karadeniz'den, mermer Marmara adasından, kesmetaşlar Bakırköy'den, çivi İzmit'ten gelir. Bütün malzemeler yerlidir.
Mimari.
Taş taşımada, sütun kaldırma ve indirmede sırık hamalları kullanılır. Zemin sathının 4 arşın altından satha kadar köprülük od taşı döşendikten sonra, duvarların inşasına geçilir. Genellikle zeminle kubbe arası büyük camide en az 50 zira'dır. Kubbe, kemer, duvar bağlamalarında demir cıvatalar kullanılır. Sütunlar mermer olup dışarıdan getirilir. Duvar taşları, demir kenetlerle birbirine bağlıdır. Kenetler beş kileden birbuçuk okkaya kadar ağırlıktadır. Taşların arasına kalın demir çiviler, yani zıvana denilen çubuklar sokulur, kurşun dökülür. Sütun başlıklarının altında kurşun levha zıvanalarla raptedilir.
Binanın her yanı içten ve dıştan kereste iskelelerle kuşatılır. Cümle kapıları önündeki döşemeye aşınmayı önlemek için porfir taşı konulur. Direk, kemer, kazık, çerçeve işlerinde çıralı çam; kapı ve kanatlarda ceviz, şimşir, meşe, elma kerestesi kullanılır. Tuğlalar Fatih devrinde 4,5x28x28 ölçülerindeydi. Hatıl tuğlaları ise 3 cm'dir. Kiremitlerin boyu 18 parmak, ağırlığı 460 dirhemdir. Kum, kireç ve horasandan yapılan harç zenbille taşınır. Çinilerde alçı harcı, sıvalarda kıtıklı (keten elyafı) harç kullanılır. Neme müsait duvarlarda koyun yünü, yumurta akı katılır. Örümceklerin ağ kurmaması için devekuşu yumurtası harca katılır.
İnşaatta kullanılan ölçüler: Başparmak ucundan boğuma kadar olan ölçüye boğum; başparmağın yanlamasına kalınlığına parmak denirdi. 1 arşın 60 parmaktı. I. Ahmet zamanında 1 zira 24 parmak oldu, boğuma parmak denildi. 1 parmak 10 iplikti. Amme ziraı 100 eski parmak ve bu da 32 kerah idi.
Türkiye'de camiler.
Türkiye'de 83.574 ibadete açık cami bulunmaktadır. 2011 nüfus verilerine göre Türkiye'de 37.532.454'ü erkek olmak üzere toplam 74.724.269 kişi yaşamaktadır. 9 yaşından büyük erkeklerin sayısı ise 31.225.097'dir. Ülkedeki vatandaşların %96,6'sı Müslümandır. Bu verilere göre Türkiye'de dokuz yaşından büyük 30.163.444 Müslüman erkek yaşamaktadır. Her 361 Müslüman erkeğe bir cami düşmektedir. İbadethane olarak Cemevi'ni kullanan yaklaşık 3,2 milyon Alevi çıkarıldığında her 323 Alevi olmayan Müslüman erkeğe bir cami düşmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20314",
"len_data": 13437,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.71
}
|
Ayşe Soysal (24 Haziran 1948) Türk matematikçi.
Boğaziçi Üniversitesi'nin 2004-2008 yılları arasındaki rektörüdür. 1976 -2014 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Grup teorisi, halka teorisi ve cisimler, lineer uzaylar ve modüller, topoloji, cebirsel topoloji, grup kohomolojisi, diferansiyel denklemler, lineer cebir, matris teorisi, reel analiz, kompleks analiz, olasılık teorisi, komütatif cebir, geometrik cebir, grup temsilleri konularında ders verdi. 2009 - 2013 yılları arasında YÖK Üyesi olarak görev yaptı.
Yaşamı.
24 Haziran 1948'de İstanbul'da doğdu. 1967'de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nden mezun oldu ve Robert Kolej Yüksek Okulu'na (sonradan Boğaziçi Üniversitesi oldu) mühendislik öğrencisi olarak girdi. Ertesi yıl fizik bölümüne geçti; ardından matematik bölümüne de devam etti ve 1971 yılında Fizik-Matematik çift ana dal programından üniversite birincisi olarak mezun oldu.
Yükseköğrenimini tamamladıktan sonra Fulbright bursu ile ABD'ye giderek 1973 yılında Michigan Üniversitesi'nin matematik alanında lisansüstü çalışmalarını tamamladı ve başarılı Asyalı kadın doktora öğrencilerine verilen Betsy Barbour bursunu aldı. 1976 yılında aynı üniversiteden doktora derecesi aldı ve Türkiye'ye döndü.
Soysal, 1976 'da Türkiye'ye döndükten sonra Boğaziçi Üniversitesi'nin matematik bölümü öğretim üyesi oldu. 1981'de doçent, 1991'de profesör ünvanı aldı. Grup teorisi, halka teorisi ve cisimler, lineer uzaylar ve modüller, topoloji, cebirsel topoloji, grup kohomolojisi, diferansiyel denklemler, lineer cebir, matris teorisi, reel analiz, kompleks analiz, olasılık teorisi, komütatif cebir, geometrik cebir, grup temsilleri konularında ders verdi.
Üniversitede Fakülte Yönetim Kurulu üyeliği, dekan yardımcılığı, Araştırma Fonu Yönetim Kurulu üyeliği, Matematik bölüm başkanlığı ve Üniversitelerarası Kurul temsilciliği gibi birçok idari görevde bulundu. 1992'de Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'nin ilk kadın dekanı seçildi. 1994'ten itibaren Üniversitelerarası Kurul’da Boğaziçi Üniversitesi'ni temsil etti. Boğaziçi Üniversitesi'nin 2004 yılındaki seçimlerinde rektör seçildi. 2004-2008 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğünü üstlendi.
2008-2012 arasında TÜBİTAK Bilim Kurulu, Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Yürütme Kurulu ve Feza Gürsey Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulundu. 2009-2013 arasında Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Genel Kurul üyesi olarak görev yaptı.
2014 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nden emekli oldu. Emekli olduktan sonra yarı zamanlı olarak İstanbul Şehir Üniversitesi'nde dersler verdi. 2015-2019 arasında Kadir Has Üniversitesi mütevelli heyetinde yer aldı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20316",
"len_data": 2712,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.38
}
|
Çağdaş Türk Dili, Dil Derneği tarafından Mart 1988'den bu yana aylık olarak yayımlanan dil ve yazın dergisidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Dil Devrimi doğrultusunda Türkçenin özleşmesi, yabancı kökenli sözcüklerden arındırılması, korunup geliştirilmesi amacıyla dil, dilbilim, dil öğretimi, dil sorunları, yazın ve öğretimi konularında yazılar yayımlamakta, ayrıca öykülere, şiirlere ve denemelere de yer vermektedir. Dergiye gönderilen ürünlerde yetkin bir Türkçe ve Dil Devriminin kazanımlarının kullanılması, Dil Derneği'nin yayımladığı Yazım Kılavuzu kurallarına uyulması koşullarını aramaktadır.
Türkiye'nin en uzak noktalarındaki yazın ve Türkçe öğretmenlerine, aydınlara kadar ulaşabilen az sayıdaki dergilerden biridir.
Derginin Dil Derneği adına Sahibi ve Sorumlu Yönetmeni, Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ise Ertuğrul Özüaydın'dır.
Çağdaş Türk Dili 12 Eylül 1980 askeri darbesinin, Atatürk'ün vasiyetini göz ardı ederek kapattığı Türk Dil Kurumunun yayın organı olan Türk Dili dergisinin süreğidir. Aynı birikimi ve geleneği izlemektedir. Atatürk'ün Türk Dil Kurumunun kapatılmasının ardından duyarlı davranan Prof. Dr. Cevat Geray, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Aziz Nesin, Sevgi Özel, Dr. Haldun Özen, Ali Püsküllüoğlu, Refet Erim, Aydın Köksal gibi aydınların 22 Nisan 1987 tarihinde kurdukları Dil Derneği'nin yayın organı olarak Mart 1988'den bu yana yayımlanmaktadır.
Temmuz ile ağustos sayıları, belirlenen bir konuda yoğunlaşılan özel sayılar olarak yayımlanmaktadır.
Çağdaş Türk Dili'nin ilk yayın yönetmeni ozan ve dilci Ali Püsküllüoğlu'dur. Yayın yönetmeni görevini 2000-2002 yılları arasında Burhan Günel, 2002-2004 yılları arasında Cengiz Ertem, 2004-2010 yılları arasında İbrahim Dizman, 2010-2016 yılları arasında Günay Güner yapmıştır. Kasım 2016'dan bu yana yayın yönetmeni görevini Ertuğrul Özüaydın sürdürmektedir.
Yazı Kurulu Üyeleri ise şu yetkin adlardan oluşmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Kocaman, Yusuf Çotuksöken, Prof. Dr. Kaya Türkay, Öner Yağcı, Hidayet Karakuş .
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20317",
"len_data": 2040,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.56
}
|
Desibel (dB), belirli bir referans güç ya da miktar seviyeye olan oranı belirten, genelde ses şiddeti için kullanılan logaritmik ve boyutsuz bir birimdir. Desibel daima iki değer arasındaki karşılaştırmadır. Bunun sonucu olarak da çoğu kez ölçülen güç değeri değişik olmasına rağmen desibel sayısı aynıdır. Desibelin yaygın olarak ses şiddeti birimi olduğu sanılır ama aslında ses şiddeti karşılaştırmalarında da kullanılabilen bir karşılaştırmadır. Telefon kullanılmaya başlandığında ilgili kurumlar bir iletim birimi bulmak/kullanmak sorunu ile karşılaşmışlardı. Doğal olarak o zaman iletim ya da haberleşme denince akla çoğunlukla telefon gelmekte idi.
Bu konudaki ilk öneri, Alexander Graham Bell tarafından telefonun bulunmasından iki yıl sonra 1887'de W. H. Pierce tarafından ortaya atılmıştı. O zaman Amerika ve Avrupa'da kullanılmaya başlanan telefon standartları arasında bir uyum yoktu. Amerikalı ve Avrupalı telefon şirketlerinin kendi kıtaları için daha uygun olacağını düşündükleri ve ısrar ettikleri birkaç birim üzerinde uzlaşmalar oldu. Eylül 1927'de İtalya'da tam olarak bir uzlaşma sağlanamasa da iki adet birim üzerinde karar verildi. Birinci birimde "e" doğal logaritmanın tabanını ve üs kuvvetleri oranını temel alan birim ile 10 sayısının kuvvetleri oranını temel alan birim kaldı. Birinci birimde doğal logaritma kullanıldığı için bulucusu John Napier onuruna "neper" denmesi önerildi. İkinci birimde ondalık logaritma kullanılıyordu ve bu birime de telefonu bulmuş olan Alexander Graham Bell onuruna "Bell" denilmesi önerildi. İşte desibel sözcüğü buradan doğmuş oldu.
Desibel, telefon işletmelerince benimsenmesinden hemen sonra, öbür teknik alanlarda da kullanılmaya başladı. Özellikle akustik ve radyo yayınlarında.
1968'de Arjantin'de toplanan CCITT bu sorunu tamamen hallederek özetle şu kararı verdi: "Bütün uluslar, kendi içinde isterlerse neper kullanmaya devam edecekler. Fakat uluslararası işlemlerde yalnızca desibel kullanılacaktır."
Desibel alışılmışın dışında bir birimdir. O kadar dışındadır ki birçok kişi onun bir ölçü birimi olduğuna dair şüpheye düşer. Elektrik mühendisliğinin geleneksel yaklaşımına dayanan telekomünikasyon ölçü felsefesinin tamamını değiştirdiğinden, desibelin telekomünikasyon ölçü birimi olarak tanımlanması gerçek bir devrim sayıldı. Elektriksel devrelerde gerilim, akım ve güç; volt, amper ve watt'la ölçülür. Bu değerler ölçümün yapıldığı devreye bağlıdır. Desibelin kullanıldığı iletim ve yayılım (propagasyon) ölçülerinde yeni birim, ölçünün yapıldığı devreden bağımsızdır. Örneğin akustik dalga kadar onun elektriksel eş değerini ölçmekte de kullanılır. Bu, desibelin boyutsuz bir sayı olmasındandır. Amper veya volt cinsinden elektriksel ölçmelerde eksi değer, akımın veya gerilimin yönünde bir değişim ifade etmesine rağmen desibel ölçmelerinde eksi değer, sadece ölçülen gücün karşılaştırıldığı güçten küçük olduğunu gösterir.
Desibel daima iki değer arasındaki karşılaştırmadır. Bunun sonucu olarak da çoğu kez ölçülen güç değeri değişik olmasına rağmen desibel sayısı aynıdır. Örneğin bir vericinin gücü 1 W'tan 2 W'a çıkartılırsa, güçteki desibel cinsinden artış;
Şimdi elimizde 5 kW'lık bir verici olsa, biz bunun gücünü 10 kW'a çıkartırsak desibel cinsinden artış, güçlerin değişik olmasına rağmen önceki örnekle aynıdır.
Bu örneklerden bir sonuç çıkaracak olursak güçteki iki katlık bir artış +3 dB, yarı yarıya azalış ise -3 dB ile ifade edilir.
Görüldüğü gibi desibel bize göreceli (izafi, relatif) sonuçlar verir. Bu yüzden desibel ile ifade edilen sayılarla, aritmetik işlemler yapmak tehlikelidir. Örneğin desibel ile kalibre edilmiş değerler istatistiksel olarak kullanılacaksa, bunlardan örneğin ortalama gibi sonuçlar çıkarılacaksa yönteme dikkat etmek gerekir. Örnek olarak 10 dB ve 20 dB değerlerinin aritmetik ortalamasının 15 dB olduğu görülebilir. Gerçekte biraz dikkat edilirse 10 dB'in belirtilmiş seviyeden 10 kat büyük bir niceliği, 20 dB'in ise 100 kat büyük bir niceliği ifade ettiği görülecektir. Gerçek aritmetik ortalama;
ya da desibel olarak;
Logaritmik tabanlı olması nedeniyle desibel ile ifade edilen değerlerin küçük olması desibelin bir üstünlüğüdür. Örneğin diğerinden 1.000.000 kere daha büyük olan bir güç desibel olarak 60 dB olarak ifade edilir.
Desibelin diğer tipik bir özelliği sıfır değerinin anlamıdır. Bütün ölçü birimlerinde sıfır, ölçülen niceliğin yokluğunu gösterir. Örneğin bir devrede giriş ve çıkış güçleri birbirine eşit olacak olursa;
0 dB bize farklı bir kavramı da getirir. 0 dB ile ifade edilecek herhangi bir güç seviyesi bize dayanak "referans" seviyesi oluşturur.
İletişimde seviye kavramı gibi desibelin kullanılışıyla yakından ilgili başka bir kavram da kazanç veya kayıptır. Bunlar şu şekilde tanımlanabilir: Güçleri P1 ve P2 olan, 1 ve 2 noktaları arasındaki iletim birimi cinsinden P2/P1 ve P1/P2 olarak ifade edilen güç artışı veya azalışıdır. Örneğin bir devreye bir güç yükselteci sokulduğunda çıkış gücü giriş gücüne göre daha büyüktür; yani kazanç vardır. Aksine bir filtre sokulduğunda da girişteki sinyal gücü çıkıştakine göre daha büyüktür; yani kayıp vardır. Bazı devrelerde gerilim için kayıp, güç için kazanç vardır. Kollektörü topraklı devre olan bir tampon devrede çıkış gerilimi giriş geriliminden küçük olmasına rağmen çıkış gücü giriş gücünden daha büyüktür. Sonuç olarak desibel karşılaştırdığımız büyüklüklerin ölçüm sırasına göre kazanç ya da kayıp olarak yorumlanabilir.
Elektronikte çoğunlukla bir devrenin girişinden çıkışına doğru ölçme yapıldığı düşünülürse; aşağıdaki formül uygulamalarının sonuçları pozitif çıkarsa kazançtan, negatif çıkarsa kayıptan söz edebiliriz.
Desibele pascal cinsinden bakacak olursak;
0,00002 Pascal ------------------- 0 dB SPL (Sound pressure level) == Duyma eşiği (Threshold of hear)
0,0002 Pascal ------------------- 20 dB SPL == Fısıltı
0,002 Pascal --------------------- 40 dB SPL == Oda (gece)
0,02 Pascal ----------------------- 60 dB SPL == Konuşma
0,2 Pascal ------------------------- 80 dB SPL == Sokak (gürültülü)
2 Pascal -------------------------- 100 dB SPL == Fabrika (gürültülü)
20 Pascal ------------------------ 120 dB SPL == Rock müzik provası
200 Pascal ---------------------- 130 dB SPL == Acı eşiği (Threshold of pain)
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20329",
"len_data": 6232,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.17
}
|
Matroska (genel dosya uzantısı .mkv ve .mka'dır) Microsoft'un ASF ya da Apple'ın Quicktime dosya biçimine benzer bir açık kaynak kodlu içerik biçimi geliştirme projesidir. Proje 7 Aralık 2002 tarihinde bir yazılım çatallandırması olarak duyuruldu. Daha sonraları Matryoshka doll olarak adlandırıldı.
Projenin bazı avantajları:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20331",
"len_data": 326,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.24
}
|
Tanju Çolak (d. 10 Kasım 1963, Samsun), Santrafor mevkiinde görev almış Türk eski millî futbolcudur. Tanju Çolak, Türk futbol tarihinin 335 gol ile gelmiş geçmiş en golcü futbolcusu,
39 gol ile Süper Lig'de bir sezonda en çok gol atan ve 6 gol ile Süper Lig'de bir maçta en fazla gol atan futbolcusu rekorlarını elinde bulundurmaktadır. Aynı zamanda 217 gol Metin Oktay'a ait olan Süper Lig'de en çok gol atan futbolcu rekorunu 24 yıl sonra 240 golle kırmıştır ve Süper Ligin en çok gol atan futbolcusu unvanını almıştır. 2007 yılından 249 golle Hakan Şükür bu rekoru kırıncaya kadar 13 yıl boyunca bu unvanı taşımıştır.
Tanju Çolak Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü'nü alan tek Türk oyuncudur.
Tanju Çolak, 2'si 1. Lig, 3'ü Süper Lig olmak üzere 5 kez üst üstte, toplamda ise 7 kez gol kralı olmuştur.
Futbolculuk kariyeri.
Samsun Yolspor.
Futbola 10 yaşında Samsun Yolspor'da başladı. Daha sonra Samsunspor'a transfer olmuştur.
Samsunspor.
Samsunspor'da 2 defa 1. Lig'de, 2 defa da Süper Lig'de olmak üzere 4 kez üst üstte gol kralı olmuştur. (1983-84, 1984-85, 1985-86, 1986-87) oldu. Bu başarılarından sonra 1987-88 sezonunda Galatasaray Spor Kulübü'ne transfer oldu.
Galatasaray.
Galatasaray formasıyla ilk sezonunda 39 gol atarak kariyerinde 5., Süper Lig üçüncü defa gol krallığına ulaşırken hem Metin Oktay'a ait bir sezonda en çok gol atma rekorunu kırdı, hem de Avrupa liglerinde o yıl en çok gol atan futbolcu unvanını aldı. 1988-89 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynayan Galatasaray'ın kadrosunda bulunan Tanju Neuchâtel Xamax ve Monaco'ya attığı gollerle takımı sırtlayan oyuncu oldu. 1989 yılında Zico'nun jübile maçında Tanju Çolak turnuvanın karmasında yer almayı başardı. 1990-91 sezonunda dördüncü gol krallığına ulaştı.
Fenerbahçe.
1991-92 sezonunda olaylı bir şekilde Fenerbahçe'ye transfer oldu. Fenerbahçe forması ile de aynı başarısını sürdüren Tanju, 53 maçta 50 gol attı ve 1992-1993 sezonunda beşinci ve son kez gol kralı oldu.
İstanbulspor.
Cem Uzan'ın İstanbulspor'u satın almasının ardından, astronomik bir yıllık maaşla 1. Ligde mücadele eden İstanbulspor'a transfer oldu. Çolak, 1994'te, kaçak Mercedes davası nedeniyle aldığı hapis cezası yüzünden, mecburen 1994'te futbolu bıraktı. Jübile maçı 29 Temmuz 1998 tarihinde Fenerbahçe Stadı'nda Fenerbahçe ile Bursaspor arasında oynandı.
Millî takım kariyeri.
55 kez millî takıma çağrılan Tanju Çolak, 14 kez Türkiye U-18, 10 kez Türkiye U-21, 31 kez de Türkiye A Millî takım formasını giymiş ve bu maçlarda 12 gol atmıştır.
Teknik direktörlük kariyeri.
Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlüğe başlamış, önce Siirtspor sonra Göztepe'de teknik direktörlüğüne gelmiştir. Kısa dönem A2 millî takım teknik direktörlüğü yapmıştır.
Menajerlik kariyeri.
Tanju Çolak 2000 yılından sonra teknik direktörlüğe ara vermiştir ve kendisinin kurduğu Progol adında menajerlik bürosunda menajerlik yapmaktadır. Tanju Çolak aynı zamanda bir spor gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Başkanlık kariyeri.
24 Aralık 2011 tarihinde Siirtspor Kulübünün olağan kongresinde hazırlanan tek liste ile, kongreye katılan üyelerden 158'inin oyunu alan Çolak başkan seçildi. Tanju Çolak, yaptığı konuşmada, Siirt'te bir başarı öyküsü yazmaya başlayacaklarını iddia ederek, "Kendi öz kaynaklarımızı yaratmak zorundayız. İlk icraat olarak, bugüne kadar başarılamayan bir tesis yapma hazırlığı içerisindeyiz. Çok güzel şeyler olacak, birlik beraberlik içerisinde olursak başarı gelecek. Siirt, Türkiye Cumhuriyeti bayrağının dalgalandığı bir yerdir. İstanbul'da oturuyorum ama Siirt'in başarısı için hep birlikte çalışacağız" dedi. Kongrede ayrıca, kulübün sarı-mavi olan forma renklerinin, beyaz-kırmızı-siyah olarak değiştirilmesi de kararlaştırıldı.
Siyasi yaşamı.
Tanju Çolak Şubat 2009'da, Beylikdüzü'nde, MHP'den 1. sıra Meclis üye adayı oldu, ancak seçilemedi. 12 Haziran 2011'de yapılan genel seçimlerde AK Parti'den İstanbul milletvekili aday adayı oldu, ama aday gösterilmedi. Sonrasında da AK Parti hükûmetine destek vermeyi sürdüren Çolak, 2022'de desteğini sonlandırdı.
Özel yaşamı.
Aysu Hanım ile evli olan Çolak, bir erkek ve bir kız çocuk babasıdır. Çolak'ın erkek kardeşi Yücel Çolak da profesyonel bir futbolcuydu.
Hülya Avşar aşkı.
Tanju Çolak'ın Hülya Avşar ile kaçak aşk yaşamış ve bu aşk 80'li yıllara damgasını vurmuştu. Çolak, 2016 yılında verdiği röportajda "Medeni durumumuz uygun olsaydı Hülya ile evlenebilirdik. Ondan kaynaklı bir sebeple evlenmedik. Hülya yüzünden bitti." şeklinde konuştu.
Hülya Avşar 2021 yılında yaptığı bir açıklamada, eski sevgilisi Tanju Çolak hakkında da konuştu. Hiç ünlü arkadaşı olmadığını söyleyen Avşar, "Tanju'yu da (Tanju Çolak) rehberimden silmedim. Niye sileyim? Dünya çapında bir ödül, Altın Ayakkabı almış bir isim. Bunlar unutulmayacak şeyler" dedi. Eski futbolcu Tanju Çolak, Hülya Avşar'ın açıklamalarına, katıldığı programda yanıt verdi. "Hoşuma gitmedi desem yalan söylemiş olurum. Kendisine saygı duyuyorum ve teşekkür ediyorum. Yaşanmışlıklar var ve herkesin saygı duyması lazım. Yaşanmış şeyler, yaşandı ve bitti. Benim numaramın Hülya'da olduğunu düşünmüyorum. Bir yaşanmışlık var, bunu inkar etme şansım yok. Benim bir ailem var. Hülya'ya aşık olduğumu inkar etmiyorum. 33 yıl önce yaşanmışlıkları konuşuyorsunuz, doğru altına imza atıyorum. Ben yoruldum. Ben hata olarak görmedim Hülya'yı" dedi.
Galatasaray Spor Kulübü kongre üyesidir.
Kaçak Mercedes davası.
Tanju Çolak, özel vekaletle satın aldığı Mercedes 550 SL marka otomobilin kaçak olduğunu öğrenince kendi kendini ihbar etmiş, bunun üzerine Ağır Ceza Mahkemesi Tanju Çolak'a 9 yıl hapis cezası vermiştir. İstanbulspor'da oynayan Tanju, bu sırada yurt dışına çıktı ancak 1994 yılında Makedonya'nın başkenti Üsküp'te yakalandı ve Türkiye'ye iade edildi. Tanju Çolak cezasını çekerken yeniden yargılanma yolu açılmış, Saray ve Bayrampaşa Cezaevi'nde yattığı 23 aylık hapis cezasının ardından 28 Şubat 1995'te serbest bırakıldı ve bir daha sahalara dönemedi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20335",
"len_data": 5952,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.35
}
|
Astronomide zodyak, ekliptiğin her iki yanında 9° uzanan, Ay'ın ve ana gezegenlerin yörüngelerini kapsayan bir kuşağı ifade eder. Ekliptik üzerinde merkezlenen gökyüzü koordinat merkezinin bir özelliğidir (Dünya yörüngesinin düzlemi ve Güneş'in aşikar yolu), ekinoks noktasının doğusunda derece cinsinden ölçülen gök boylamının (ekliptik ve ekvatorun artan kesişimi) ölçülen değeridir.
Ölçümü.
Güneş'in her yıl yaklaşık 21 Mart'ta gerçekleşen ekinoks üzerine gelmesi tarihsel açıdan birinci dereceden Aries'in ilk noktası olarak bilinen ölçümün başlangıç noktasını tanımlar. Ekliptik boyunca ilk 30°'lik devinimin etkisi görülebilir takımyıldızların arka planından ilkbahar noktasına doğru hareket ettiğinden beri sözde Aries'in zodyak sembolü olarak ifade edilir (şu anda yaklaşık olarak, MS 2. yüzyıldan beri Pisces takımyıldızının sonuna yerleşmiştir). Ekliptiğin 30° sonrası ise sözde Taurus'un zodyak sembolü olarak ifade edilir ve bu zodyağın yirmi sembolü boyunca böylece sürer, böylece her biri zodyağın büyük çemberinin 1/12'sini (30°) tutar. Zodyak sembolleri, ölçüleri ve boyutları belirsiz daima olduklarından zodyak dolaylarında olan takımyıldızların sınırlarını belirlemek için hiç kullanılmadı.
Gök boylamını özel simgeler içinde ölçme kuralı 19. yüzyılın ortalarına kadar hâlâ kullanılıyordu ama günümüzde modern astronomi gök boylamının derecelerini her simge içinde 0°'dan 30°'ye numaralandırmak yerine 0°'dan 360°'ye numaralandırır.
Zodyağın astronomik ölçümü belirlemek için bir araç olarak kullanımı Batı astronomları tarafından Rönesans'a kadar gök konumlarını belirlemek için bir yöntem olarak meydana geldi, sonrasında yerini astronomik konumları gök boylamı ve gök enleminin ekliptik temelli tanımları yerine Sağ açıklık ve sapma ile ölçen ekvatoral koordinat sistemine bıraktı.
Zodyak kuşağındaki takımyıldızlar.
Zodyak kuşağında 13 takımyıldız bulunmaktadır. Bunlar Capricornus, Aquarius, Pisces, Aries, Taurus, Gemini, Cancer, Leo, Virgo, Libra, Scorpius, Sagittarius, Ophiuchus'tur.
Diğer kullanımları.
Zodyak kelimesi ayrıca gezegenlerin arasında hareket eden toz tanelerinin Zodyak bulutunu ve onlardan yansıyan güneş ışığı olan Zodyak ışığını tanımlamak için kullanılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20338",
"len_data": 2202,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.86
}
|
Ayhan Başoğlu 1928-1993
Öğrenimine devam ederken Türk tarihine ilgi duymaya başladı. Bu ilgi yaşamı boyunca giderek arttı. Yedek subay olarak asteğmen rütbesi ile askerlik yaparken gittiği Kore'de Türk şehitliğini gezerken tüm şehitler için bir şeyler yapmaya karar verdi.
Sonraki birkaç yılı araştırarak geçirdi ve Osmanlı akıncı birliklerinden Malkoçoğulları üstünde yoğunlaştı.
Başoğlu, 1960'ların başında, İngiliz "TIGER" dergisine seriler hazırladı ve sonra yurda döndü. Tekrar Malkoçoğlu üstüne çalışmaya başladı.
1981 yılında hazırladığı İngilizce, Arapça ve Türkçe olarak basılan ve Atatürk'ün yaşamını anlattığı "Altın Saçlı Kahraman" son derece popüler oldu. Günaydın Gazetesi'ne "Kara Şimşek İstanbul'da", Hürriyet Çocuk Dergisi'ne "Ege'nin Derinliklerinde" adlı çizgi romanlarından sonra, son olarak da Milli Eğitim Bakanlığı Çizgi roman serisine "Kılıç Ali Reis" adlı albümü hazırladı.
Çizgileri orijinaldir. Siyah beyaz çizgileri oldukça hareketli ve leke çizgi dengesi yerli yerindedir.
Başoğlu, geçirdiği ani rahatsızlık sonucu, Aralık 1993'te öldü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20346",
"len_data": 1066,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.22
}
|
"Doğru" aşağıdaki anlamlarda kullanılabilir
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20357",
"len_data": 43,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 1.9
}
|
1071 (MLXXI), Jülyen takviminde cumartesi günü başlayan bir yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20358",
"len_data": 67,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.97
}
|
İmamoğlu, Adana ili ilçesidir.
İmamoğlu ayrıca şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20362",
"len_data": 70,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.59
}
|
Yalvaç, Isparta iline bağlı bir ilçedir. En gözde ve bilinen mekanlarından biri tarihi Çınaraltı'dır. İlçenin merkezinde bulunan bu çınar 1200 yıllarında dikilmiş ve 11 Mayıs 1992 tarihinde korumaya alınmıştır. Yalvaç Ülkemizdeki önemli bir kırsal turizm merkezlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İlçe, şehir merkezinde bulunan Antiocheia, Pisidya ören yeri ile bütünleşmiştir ve aynı zamanda Türkiye'nin ikinci uzun mesafe yürüş rotası olan Aziz Paul Yolu'nun bitiş noktasında yer alır.
Etimoloji.
Buraya Selçuklular devrinde yerleşen Oğuz Türk oymağının "Yalvaçlılar" olmasından dolayı bu dönemden sonra yerleşke "Yalvaç" olarak anılmaya başlanmıştır. "Yalvaç" kelimesi "peygamber, resul, elçi, yol gösterici" sözlük anlamı gelmektedir. Ziya Gökalp ise kelimenin eski Türkçede "sihir" manasına gelen "yalavı" kelimesinden, "yalavaç" şekline dönüştüğünü belirtmiştir. Yalvaç adı eski Türk kaynaklarında da kullanılmıştır. Bunlardan Orhun Abidelerinde "Yalabaç" şeklinde, "elçi ve resul" anlamında kullanılmıştır. Kutadgu Bilig'de ise kullanılan "Yalavaç" kelimesi peygamber olarak kullanıldığı gibi diplomat, devlet memuru ve elçi anlamlarında da kullanılmıştır.
Yalvaç'ta Oğuz hanın altı oğlundan Dağhan'ın birinci kabilesinin adı "Salur"; ikinci kabilesi de "Eymir" olup günümüz Yalvaç merkez ilçesinde bu iki ismi taşıyan mahalleler bulunmaktadır.
Tarihçe.
Türk idaresi öncesinde Yalvaç.
İlçe çok eski bir yerleşim yeridir. Yalvaç'ta yapılan araştırmalar sonucunda yerleşimin tarihi Geç Neolitik döneme ve Kalkolitik Çağ'a kadar uzanmaktadır. Antik Anadolu'da Pisidia bölgesinde bulunan yerleşim M.Ö. 546 yılında Lidya kralı Kroisos'un Pers kralı Kyros'a yenilmesinden sonra Pers idaresine girmiştir. Büyük İskender tarafından Makedonya Krallığı topraklarına katılan yerleşim onun ölümünden sonra komutanlarından I. Antigonos Monophtalmos tarafından kurulan Antigonos Hanedanı idaresindeki Makedonya Krallığı topraklarında yer aldı. İpsos Savaşı'nda I. Antigonos Monophtalmos'un ölmesiyle Pisidia bölgesinde yer alan Yalvaç'ta Selevkosların egemenliğine girdi.
Pisidia ile Frigya sınırlarının ortasında yer alan Yalvaç'ta Selevkoslar tarafından M.Ö. 275 yılında Frigya'da bulunan Galyalılara karşı ileri bir karakol olarak Antiocheia, Pisidya kenti kuruldu. III. Antiokhos döneminde Selevkoslar'ın Romalılar'a yenilmeleri sonucu M.Ö. 188 yılında yapılan Apamea Antlaşması ile Yalvaç'ın da bulunduğu bölge Romalılar tarafından yaptıkları yardım karşılığı olarak Bergama Krallığı'na bırakıldı. M.Ö. 129'da Romalılar Bergama Krallığı'na saldırarak Yalvaç'ın olduğu bölgeyi ele geçirmiş ve burayı Kapadokya Krallığı'na vermiştir. Küçük krallıkların denetiminde bulunan Yalvaç M.Ö. 1. yüzyılın başlarında kesin olarak Roma egemenliğine geçti.
Roma İmparatoru Augustus tarafından M.Ö. 6. yılında Pisidia'da sekiz koloni kurulmuş olup, Antiocheia, Pisidya bunların merkezi konumunda yer almıştır. Roma İmparatorluğu'nun M. S. 395 yılında bölünmesiyle Antiocheia Bizans İmparatorluğu'nun topraklarında kalmış ve eyalet ve piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Araplar M. S. 664 yılında Antiocheia'yı ele geçirmişlerdir. 713 yılında gerçekleşen Arap saldırılarında şehir tamamen yakıldı.
Türkler ve Osmanlı döneminde Yalvaç.
Türkler'in Malazgirt savaşından sonra Anadolu'da ilerleyişleri sırasında Antiocheia, Pisidya Bizans için önemli bir savunma merkezi görevi görmüştür. Miryokefalon Muharebesi'nden sonra Yalvaç, Anadolu Selçuklu Devleti egemenliğine geçmiş ve Türk yerleşimi kalıcı olarak başlamıştır. 1243 yılında gerçekleşen Kösedağ Savaşı ile Anadolu'da beylikler dönemi başlamış, Yalvaç Hamitoğulları Beyliği denetimine geçmiştir. Hamidoğullarının Karamanoğulları Beyliği ile yaptığı mücadelede zor durumda kalması üzerine Yalvaç'ın da içinde bulunduğu bazı yerleşimler I. Murad tarafından parayla alınarak Osmanlı egemenliğine katılmıştır (İlçede 1200'lü yılların başından kalma "Ulu Çınar" diye bilinen çınar ağacı vardır. Ağaç şu anda koruma altındadır). Karamanoğulları tarafından ele geçirilen yerleşim 1387 yılında yeniden Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Yalvaç, 1402 yılındaki Ankara Savaşı'ndan sonra Timur tarafından Karamanoğulları beyliğine bırakılmıştır.
1415 yılında Çelebi Mehmed tarafından yeniden Osmanlı egemenliğine katılmıştır. Osmanlı yönetimindeyken Hamid sancağına bağlı kaza olan yerleşim 19. yüzyılın başlarında sancağın en büyük kazası olmuştur. Yalvaç 1840 yılında Konya'ya bağlanmış olup, 1864 yılında da belediye teşkilatı kurulmuştur. Yalvaç, Cumhuriyetin ilanından sonra, Isparta'ya bağlanmıştır.
Coğrafya.
Yalvaç, Akdeniz Bölgesi'nin batı bölümünde, Göller Yöresi'nin en kuzeyinde yer almaktadır. İl içinde Isparta merkezden sonra en büyük ve en kuzeydeki ilçesidir. Isparta'nın 105 km kuzeydoğusunda bulunmakta olup, Antalya'ya 230 km, Konya'ya 180 km ve Akşehir'e 50 km uzaklıktadır. 1415 km2 yüzölçümüne sahiptir. Yalvaç ilçesinin yaklaşık olarak %41'i tarım alanı, %25'i orman arazisi, %24'ü yerleşim yeri ve boş alanlar, %7'si göl alanı ve %3'ü çayır ve mera alanlarından oluşmaktadır. Yalvaç ilçesi, Sultan Dağları'nın eteklerine yayılmıştır. İlçe; doğuda Akşehir, batıda Senirkent ve Afyon ilinin Çay ilçesi, kuzeyde Sultandağı, güneyde ise Şarkikaraağaç ve Gelendost ilçeleri ile komşudur. Denizden ortalama yüksekliği 1.100 m'dir. En yüksek noktası 2.531 metre ile Yalvaç-Çay sınırında bulunan Gelincik Ana tepesidir. Yalvaç, Kumdanlı Hüyüklü ve Yağcılar ovaları ilçe sınırları içinde kalan başlıca düzlükleridir. Hoyran Gölü ilçenin tek gölüdür.
Turizm.
Cittaslow (Sakin Şehir) Unvanı.
Yalvaç ilçesi, günümüzde Türkiye'de 21, dünyada ise 287 adet bulunan "Cittaslow" (Sakin Şehir) unvanına sahip şehirlerden biridir. ve bu unvanı, 2012 yılında İtalya'nın Novellara kentinde düzenlenen Cittaslow Genel Kurulunda alınan kararla, tarihi ve kültürel değerlerini koruma çabaları ile sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda gerçekleştirdiği çalışmalar sayesinde elde etmiştir.
Yalvaç Belediyesi, Cittaslow unvanı sürecinde, kentin marka değerini yükseltmek ve uluslararası alanda tanınırlığını artırmak amacıyla çeşitli projeler gerçekleştirmiştir. Örneğin Pisidia Antiokheia Antik Kenti, ilçenin en önemli tarihi yapılarından biridir ve ziyaretçilere açık hava müzesi niteliğinde bir deneyim sunmaktadır. Ayrıca, ilçede bulunan tarihi evler, camiler ve diğer yapılar, Yalvaç'ın kültürel dokusunu koruma çabalarının bir parçasıdır. Yalvaç, sahip olduğu tarihi ve kültürel değerleri koruyarak, sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürmektedir. İlçe, Cittaslow felsefesine uygun olarak yaşam kalitesini artırmaya yönelik projeler geliştirmeye devam etmektedir. Bu kapsamda, yalnızca sakin şehir unvanıyla yetinmeyen Yalvaç, tarihi zenginlikleri ve kültürel mirası sayesinde UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne girme hedefi doğrultusunda da önemli adımlar atmaktadır.
Pisidia Antiokheia.
Tarihi milattan önce IV. yüzyıla dayanan Men Kutsal Alanı ve Pisidia Antiokheia'ya ev sahipliği yapan Yalvaç, bir yüzyılı aşkın süredir arkeoloji çalışmaları için önemli bir bölge olmuştur. Sultan Dağları'nın güney yamaçlarında konumlanan Pisidia Antiokheia Antik Kenti, Yalvaç ilçesinin yaklaşık 1 kilometre kuzeyinde kalmaktadır. 1924 yılında Michigan Üniversitesi'nin başlattığı ve günümüze kadar süren kazı ve yüzey çalışmaları sonucunda, M.Ö. 3000'e kadar dayanan İlk Tunç Çağı yerleşimleri keşfedilmiştir. Kuruluşuna dair en mantıklı açıklama, I. Antikhios tarafından M.Ö. 275 yılında bir ileri karakol olarak inşa ettirilmesidir.
Antiokheia'yı ilk tanımlayan kişi, 1828 yılında Anadolu'nun Yedi Kiliseleri'ne dair notlarını yayınlayan İngiliz papaz Arundel'dir. Alanda yapılan ilk kazı çalışmaları, 1911 yılında araştırma kampı olarak başlayan ertesi yıl ise Princeton Üniversitesi'nin desteğiyle Mr. Ramsay tarafından yürütülen çalışmalardır. Günümüze kadar dönem dönem önemli kazı çalışmalarına ev sahipliğini yapan Pisidia Antiokheia, 2008 yılından beri Süleyman Demirel Üniversitesi Arkeoloji bölümü başkanlığında araştırılmaktadır.
Men Kutsal Alanı.
Pisidia Antiokheia Antik Kenti'nin kuzeydoğusunda bulunan Men Kutsal Alanı kalıntıları M.Ö. 400lere dayanmaktadır. Anadolu'nun eski inanışlarından; Antiokheia'nın Frig döneminden Erken Hristiyanlık dönemine dek baştanrısı olarak kabul edilen “Ay Tanrısı Men” adına inşa edilmiştir. Bu özelliğiyle dünyanın şehirleşmiş tek dinsel merkezi kabul edilmektedir. Pisidia Antiokheia Antik Kenti'ni araştıran Ramsay ve ekibi tarafından keşfedilmiştir. Alanın güney bulunan en yüksek tepesinde “Men Tapınağı” bulunmaktadır. Kurulduğu dönemde inşa edilmiş olan dini yapılar ve kutsal alanın dışında ilerleyen yüzyıllarda inşa edilmiş bir kilise kalıntısı da bulunmuştur.
Ekonomi.
Yalvaç ilçesinin ekonomisi genel olarak tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Sanayi ağırlıklı olarak orta ve küçük ölçekli işletmelerden meydana gelmektedir. Dericilik, tekstil ve konfeksiyon sektörü ilçe ekonomisinde yer tutmaktadır. Madencilik faaliyetleri olarak; olivin, barit, alüminyum ile Kaşıkara beldesi ve Yarıkkaya köyü mevkiinde kömür çıkarılmaktadır. Ayrıca mermer üretim tesisleri de bulunmaktadır.
Tarımsal faaliyet olarak; hububat (buğday, arpa, nohut vb.), meyvecilik (elma, armut, kayısı, kiraz, vişne), sebzecilik (domates, yeşil fasulye, beyaz lahana, domates, salatalık ve ıspanak vb), bağcılık ile yem, kültür ve sanayi bitkileri üretimi yapılmaktadır. Meyve üretimi olarak, sırasıyla elma, kayısı, armut, üzüm, vişne ve kiraz önemli yer tutar. Sebze türleri olarak, domates, yeşil fasulye, beyaz lahana, domates, salatalık ve ıspanak üretimi öncelikle sayılabilir. İlçede büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkta önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır. Yalvaç'ta yaklaşık olarak 20.500 büyükbaş, 52.000 küçükbaş hayvan yetiştirilmektedir. Hayvancılık faaliyetlerinde süt üreticiliği önemli yer tutmaktadır.
Nüfus.
1831 yılında yapılan nüfus sayımına göre Yalvaç'ın sadece erkek nüfusu ise 7930 kişidir. 1840 yılında Yalvaç'ta 1510'u kaza merkezinde, 10755'i de köylerde olmak üzere 12265 kişinin yaşadığı ve hepsinin Müslüman tespit edilmiştir. Konya vilayet salnamelerine göre 1877'de Yalvaç kazasında 22 köy ve 3674 hane bulunmakta olup, tahmini nüfusu 10300 kişi, 1882'de 11981'i erkek, 12247'si kadın olmak üzere toplam 24228 kişi, 1893 tarihinde 12919'u erkek, 12720 kadın olmak üzere toplam 25639 kişi yasamaktadır. 1907 yılında Yalvaç'ta 31000 kişi yaşamaktayken, Kurtuluş Savaşı sonrasında 1920 yılında bu sayı 28402 kişiye düşmüştür.
İlçeye bağlı; 1 belde ve 37 köy vardır.
Yalvaçlılar.
Yalvaç nüfusunun yaklaşık %75'i şehrin dışına 2000 yılından önce çalışmak için göç etmiştir. Çoğunluğu İstanbul'da olup Ankara ve İzmir'de de azımsanmayacak Yalvaçlıya rastlamak mümkündür. 1970 yıllarında Almanya, Fransa, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerinin iş güçü ihtiyacını büyük bir ölçüde karşılamıştır.
Kültür ve Turizm Eski Bakanı Erkan Mumcu da Yalvaç'lıdır.
Yerel mutfak.
Yalvaç'ta yapılan en yaygın börek, bayramlarda ve düğünlerde ikram edilen kıymalı su böreğidir. Yalvaç ilçesinin önemli değerlerinden olan kendine has hamur işleri yapan fırınlarıdır. Fırınlarda üretilen yerel tatlar, ulaşımının kolay olması nedeniyle de ilçenin fastfood yemeği halindedir. Bunların yanında bir eve, evin damadı misafir geldiğinde muhakkak damat baklavası ikram edilir. Keşkek, yörenin en bilinen mahalli yemeği olup kaburgadan yapılan yerli pastırma ve önceden ıslatılmış keşkekliğin, toprak çömleğe konarak ateşi sönmüş mahalle fırınlarında yaklaşık 12 saat pişirilmesi ile yapılır. Ayrıca Yalvaç'ta bilinen diğer bir yöresel yemek de boranıdır. Boranı, fasulye ya da ıspanaktan yapılır.
Yalvaçtaki fırınlarda üretilen yerel tatların, ulaşımının görece kolay olduğudur. İlçeye gelen turistlerin de bu fırınlardan sık sık alışveriş yapmaktadırlar. Fırın geleneği şu an yaşıyor ve her mahallede 20'ye yakın mahalle fırını restore edilmiş ve mahallede yine bu adet, örf ve adetler devam edilmeye çalışılmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20363",
"len_data": 11936,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.58
}
|
Philidor Savunması, 1.e4 e5 2.Af3 d6 hamleleriyle başlayan satranç açılışıdır.
Açılış, adını ünlü 18. yy satranççısı François-André Danican Philidor'dan alır. Philidor, bu açılışı klasik 2... Ac6'ya alternatif olarak geliştirmiştir. Buradaki fikir, ileride f7-f5 oynayarak beyazın merkezini baskı altına almaktır. Günümüzde sağlam ancak edilgin bir açılış olarak bilindiğinden ustaların oyunlarında pek rastlanmaz.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20364",
"len_data": 414,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 3.71
}
|
Nargile, Balkanlar, Orta Doğu ve Güney Asya'ya özgü geleneksel bir tütün içme aracıdır. Kullanıcının bir hortum aracılığıyla sudan geçerek süzülen dumanı içine çekmesini sağlayan bir düzenek olan nargile, içim şekli ve adabı, yüzlerce yılda oluşmuş kullanım geleneği ile basit bir aletten fazlasını ifade etmekte olup, doğu kültürünün bir parçası haline gelmiştir.
Yapısı ve Tasarımı.
Nargile temel olarak 5 bölümden oluşur:
Bunlar dışında nargilenin diğer elemanları ise şöyledir:
Nargilenin tasarımında İslam'ın etkisindeki sanatın derin izleri görünmektedir. Cami minaresini andıran ser kısmı bunu çok iyi simgelemektedir. Ayrıca ser kısmı genellikle çiçek ve yaprak desenleriyle süslenmekte ve bunlarda zaman zaman yaldız kullanılmaktadır. Marpuç kısmında ise genelde el dokuması olan kilim desenleri kullanılmaktadır.
Çalışma Şekli.
İçici marpuçtan nefes aldığında oluşan basınç farkıyla hava sırayla közden, sonra ısınarak lüledeki gözeneklerden geçer. Sıcak hava ile ısıtılan tömbekinin dumanı karışarak suyun içinden geçer, bu esnada soğur. Daha sonra hava marpuçtan içiciye ulaşır. Nargile içerisinde bulunan su, dumanı soğutmanın yanı sıra içindeki katranı da bir miktar süzer. Nargile ile tütün içmenin, sigara şeklinde tütün içmekten farkı; nargilede çekilen tütün dumanı sudan geçerken barındırdığı ısı suyu bir miktar buharlaştırır.
Tarihi.
Nargile, doğu kültürünün bir öğesi olmakta ile birlikte doğuş yerinin Hindistan olduğu zannedilmektedir. Çok farklı kültürlerin farklı adlandırdıkları bu keyif aracı, Araplar tarafından "Narcile", İranlılar tarafından da "Kalyan" diye adlandırılır. Asıl nargilenin kökeni ise Farsçada "Hindistan cevizi" anlamına gelen "Nargil"den gelir. Hindistan’da ortaya çıkan nargilenin ilk örnekleri, Hindistan cevizinin içinin çıkarılıp kabuğuna bir kamış sokularak yapılmıştır. Zamanla Hindistan cevizi yerine kabak kullanılmaya başlanmış, kullananların sayısı arttıkça porselen ve bronz da nargile için elverişli malzemeler haline gelmiştir. Bunları cam, billur, çini hatta gümüş gövdeli nargileler izlemiştir. Hindistan’da doğan nargile, başta İranlılar olmak üzere Araplar, daha sonra da Osmanlılarla tanışmıştır.
Osmanlı döneminde İran’dan getirilen ve zamanın kahvehanelerinde muhabbetlere eşlik eden tömbeki, bazı padişahlar tarafından yasaklanmıştır. Nargile de uzun zaman İstanbul Tophane’de, İzmir Kemeraltı'nda ve Ankara Gençlik Parkı'nda tömbeki olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu nostaljik mekânların müdavimlerini ise genellikle orta yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu. Daha sonraki, yani yakın dönemlerdeki aromalı nargilelerin hayatımıza girmesi ile daha hafif bir içecek haline gelen nargile genç kitle tarafından da tercih edilmeye başlandı.
Nargile Kültürü.
Doğu kültürünün bir öğesi olan nargile sonradan batıda da kimi değişikliklerle kullanılmaya başlanmıştır. Kullanım kültürü dolayısıyla bu iki türe göre farklılıklar gösterir, ancak pek çok ortak öğe de mevcuttur.
Batıda birden çok marpuca sahip nargile kullanımı yaygındır. Bu uygulama doğudakine göre farklı bir toplu içim ortamı sunar ki doğuda nargilenin bir marpucu vardır ve el değiştirmediği sürece tek kişi tarafından içilir.
Arap kültüründe kullanıcı içtikten sonra ya marpucu masaya dayayarak bunu belli eder ya da ağız kısmı kendine bakacak şekilde eğimli tutarak yanındakine ikram eder. Kabul eden, nargileyi verene elinin tersi ile hafifçe vurur ya da sıvazlar, bu memnuniyet göstergesidir. Kafe ve restoranlarda ise her kullanıcının ayrı bir nargile ısmarlaması yaygındır.
İspanya'da "tetería" adı verilen ve genelde Müslüman göçmenlerce işletilen çay evlerinde nargile içimi yaygınlık kazanmaktadır. İsrail'de "nargeela" olarak adlandırılan nargile kullanımı özellikle Yemen, İran, Irak ve Türkiye'den gelen göçmenler arasında yaygındır. Bunun yanında İsrailliler arasında da nargile kullanımı görülür.
Nargile tiryakileri arasında, güzel bir içim için ortamda olması gerektiği düşünülen dört öğe vardır, bunlar "nargilenin dört şartı" olarak geçiyor. "Maşa", "meşe" közünü karıştırmak için gerekli, en iyi köz meşeden oluyor. Güzel bir "köşe"ye yerleşmek tabii ki önemli ve "Ayşe"’de tiryakinin çay, kahve gibi istekleri için hazır bulunmalı. Bu deyiş özellikle "eski toprak" Türk tiryakiler arasında yaygın olarak kullanılıyor.
Sağlığa etkileri.
Nargile tüketimi genel olarak halk sağlığına tehdit olarak kabul edilir. ABD Akciğer Derneği tarafından "yeni ortaya çıkan ölümcül bir moda" olarak tanımlanmıştır. Nargile tüketimiyle akciğer kanseri vakaları arasında bağlantı vardır. Bu bağlantı konuyla ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda istikrarlı biçimde ortaya konmuştur. Buna ek olarak, akciğer hastalıkları, periodontitis ve bebeklerin düşük doğum ağırlığıyla nargile tüketimini bağlantılıdır. Yapılan çalışmalar nargilenin kalp ve damarlara sigara kadar zarar verdiğini ve dumanın sudan geçmesinin "temizleyici" bir etkisi olmadığını ortaya koymaktadır. Nargilenin sigaraya göre sağlığa daha az zararlı olduğu nargilenin yaygınlaşmasında önemli bir etken olsa da bu yönde bir bilimsel kanıt yoktur. Bir takım araştırmalarda nargile içmenin tansiyonu yükselttiği, düzenli nargile içenlerin tansiyonlarının sigara içenlere göre daha yüksek olduğu bulgusuna ulaşılmıştır.
Nargile içmek beraberinde herpes, tüberküloz ve hepatit enfeksiyonu riskini de getirir. Özellikle ağızlığın paylaşıldığı durumlarda bu risk artar; Orta Doğu'da salgın hastalıklarla bağlantılı olduğu bulunmuştur. Pek çok nargile kafesi bu nedenle tek kullanımlık ağızlık temin eder. Bununla beraber, nargiledeki nemli ortam pek çok mikroorganizmanın gelişimine uygun bir ortam sağlar. Tüberküloza yol açan bakteri nargile ser borularının içinde çoğalabilir. Pek çok işletme nargile borularını yıkasa dahi tam olarak temizlenmesi neredeyse imkânsızdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20365",
"len_data": 5766,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.58
}
|
Necip Naşit Özcan (16 Temmuz 1957, İstanbul - 4 Mayıs 2025, İstanbul), Türk tiyatro oyuncusu, yönetmeni ve seslendirme sanatçısı.
Hayatı ve kariyeri.
16 Temmuz 1957'de İstanbul'da doğan Özcan, Tuluat Ustası Naşit Özcan'ın torunu ve tiyatrocu Selim Naşit Özcan ile Rum Sotiriya Hanım'ın oğludur. 1971 yılında Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda yönetmenliğini Ferih Egemen'in yaptığı "Ben Çalmadım" adlı çocuk oyunuyla ilk kez sahneye çıktı. 1977 yılında Akbank Çocuk Tiyatrosu'nda profesyonel tiyatro hayatı başladı. 1979-80 döneminde Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nun açtığı kurslarda tiyatro eğitimi aldı.
Akbank Çocuk Tiyatrosu, Nejat Uygur Tiyatrosu (1980-1983), Şan Müzikholü, Abdullah Şahin Tiyatrosu gibi muhtelif tiyatrolarda çalışan Naşit Özcan, 1988'de İstanbul Şehir Tiyatroları'na katıldı ve pek çok oyunda rol üstlendi. 1994 yılında "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" adlı oyunda Vicdani rolüyle, 2000 yılında "Kadın ile Memur" adlı oyunda Memur rolüyle Afife Jale Ödülleri'ne en iyi erkek oyuncu dalında aday oldu. Çeşitli TV, sinema ve reklam filmlerinde rol alan Naşit Özcan, tiyatronun yanı sıra seslendirme çalışmaları da yapmaktadır. 2014-2015 yılları arasında "Kurtlar Vadisi Pusu" adlı dizide 9. sezon başından 247. bölüme kadar rol almıştır. "Ötesiz İnsanlar" dizisinde Korgeneral rolünü canlandırmıştır.
Ölümü.
Necip Naşit Özcan, 27 Şubat 2025 tarihinde İstanbul'da bulunan evinde beyin kanaması geçirerek hastaneye kaldırılmıştır. 4 Mayıs 2025 tarihinde İstanbul'daki tedavi gördüğü hastanede 67 yaşında hayatını kaybetti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20376",
"len_data": 1549,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.23
}
|
Beşiktaşlı Yahya Efendi, Molla Şeyhzade ya da Şeyh Yahya Beşiktaşî (1494 - 4 Mayıs 1569), Osmanlı devrinde yaşamış mutasavvıf, alim ve şair. Kanuni Sultan Süleyman devrinde İstanbul'da müderrislik yapmış olan Yahya Efendi, devrinin tanınmış alimlerindendir. Osmanlı sarayı ile yakın ilişkileri oldu ve hayatı boyunca Kanuni tarafından kendisine danışıldı. Emekli olduktan sonra Beşiktaş'ta pek çok bina inşa ettirip dergah ve vakıflar kurdu, bölgeyi ağaçlandırarak mesire yerine dönüştürdü.
İstanbul evliyasından kabul edilen Yahya Efendi, İstanbullu denizcilerin inanışına göre Aziz Mahmud Hüdayi, Yuşa Peygamber ve Telli Baba ile beraber İstanbul Boğazı'nın dört manevi bekçisinden biridir.
Yaşamı.
Trabzon'da 1494 yılında dünyaya geldi. Uzun süre Trabzon’da kadılık yapan Amasyalı Ömer Efendi ile Trabzonlu Afife Hatun'un oğludur. Dünyaya geldiği günlerde, Trabzon’da vali olarak bulunan Şehzade Selim’in de ilk oğlu dünyaya gelmişti. Şehzade Selim’in eşi Ayşe Hafsa Sultan’ın sütü kesildiği için bebeği Süleyman’ı Yahya Efendi’nin annesi Afife Hatun emzirdi. Bundan dolayı Yahya Efendi, Kanuni Sultan Süleyman'ın süt kardeşidir.
Okul çağına geldiğinde babası Kadı Ömer Efendi ile birlikte çeşitli hocalardan Trabzon’da yedi yıl ders gören Yahyâ Efendi, daha sonra öğrenimine devam etmek için İstanbul’a geldi. İki yıl süreyle Osmanlı Devleti’nin şeyhülislamı Zenbilli Ali Efendi’nin sohbetlerine katıldı. 1526’da Zenbilli Ali Efendi’nin ölümünden sonra Canbaziye Medresesi’nde müderris oldu. Bu göreve gelmesinden sonra halk arasında “"Molla Şeyhzade"" olarak anılmaya başladı.
İslami ilimler, tıp, geometri gibi konularda söz sahibi olan Yahya Efendi, İstanbul’daki çeşitli medreselerde görev yaptıktan sonra, 1553 senesinde, İstanbul’un ilk yüksek öğretim kurumu olan Sahn-ı Seman medreselerinden birinde müderrislik yaptı. Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurması ve Mustafa’nın annesi Mahidevran Sultan’ı saraydan uzaklaştırması üzerine padişaha mektup yazıp "Yaptığı hareketin yanlış olduğunu bildirerek Mahidevran Sultan’a merhamet etmesini" istedi; bu hareketiyle Kanuni'yi kızdıran Yahya Efendi, medresedeki görevinden azledildi ve emekli edildi.
Beşiktaş'a yerleşmesi.
Emekli edilmesinden sonra inzivaya çekilen Yahya Efendi, Beşiktaş'ta deniz kenarında bir bahçe satın alarak kendisine bir ev ve mescit yaptırdı. Zamanla evin etrafında; medreseler, hamam ve orada kalanların barınacakları odalar ve yol üzerinde bir çeşme yaptırarak "Hızırlık" adını verdiği bir külliye meydana getirdi. Kendi yaptırdığı medreselerde tıp ve İslam bilimleri öğretti. Yaptırdığı yapıların hizmete devam etmesi için vakıflar kurdu ve önemli gelir kaynakları sağladı. Askeri ve mülki erkân, tüccarlar ve özellikle gemiciler, Yahya Efendi'nin yaşadığı tekkesini ziyaret ederler, hediye ve adak gönderirlerdi. Ziyaretçilerine bol ikramda bulunan Yahya Efendi, gelen adak ve hediyeleri çeşitli yerlerde mescid, medrese, dergah ve hamam gibi binalar inşa etmek ve bahçe bakımı işleri için kullanırdı. İnşaat işlerini bizzat kendisi yapardı.
Şiir ile de ilgilenen Yahya Efendi “"Müderris"” mahlasıyla tasavvufi şiirler yazmıştır ve bir divanı vardır.
Şerif Hatun ile evli bulunan Yahya Efendi'nin İbrahim ve Ali isminde iki oğlu vardır.
1569 senesi Zilhicce ayında Kurban Bayramı gecesinde Beşiktaş'taki dergahında kurban bayramı gecesi hayatını yitirdi. Cenaze namazını, bayram namazını müteakip Süleymaniye Camii'nde devrin şeyhülislamı olan Ebussuud Efendi kıldırmıştır. Daha sonra cenaze Beşiktaş'taki dergahında hazırlamış olduğu mezara defnedildi. Kabri üzerindeki türbe 1571 yılında II. Selim tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.
Ölümünden sonra.
Ölümünden sonra da şöhreti devam eden Yahya Efendi'nin adı denizcilikle ilgili birçok hikâyede geçer ve İstanbullu denizciler onun İstanbul Boğazı'nın dört manevi bekçisinden birisi olduğuna inanırlar. Diğerleri Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz'da Yuşâ Peygamber, Sarıyer'de Telli Baba'dır. Türbesi Beşiktaş ile Ortaköy arasında Yahya Efendi Tekkesi adıyla anılan yerdedir. Türbe ve tekkesinin civarı ölümden sonra onunla komşu olmak isteyenlere ait binlerce mezarla doludur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20378",
"len_data": 4131,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.49
}
|
Naşit Özcan (1886, İstanbul - 26 Nisan 1943, İstanbul), Türk tiyatrosunun ünlü tuluat ustası. İbiş tiplemesini en iyi canlandıran sanatçıların başında gelmektedir.
""Sultan Hamid'i bile güldüren adam" olarak anılır. Başarılarıyla "Komik-i Şehir" unvanını almış bir sanatçıdır. Tiyatrocu Adile Naşit ve Selim Naşit Özcan'ın babasıdır.
Hayatı.
1886'da İstanbul Şehzadebaşı'nda doğdu. Bayezit Rüştiyesi'nden sonra eğitimini Mızıka-ı Hümayun’da tamamladı.
Leman Hanımla evlendi, evli olduğu sırada Kantocu Amelya Hanım'a aşık oldu, bir süre sonra Leman Hanım'dan boşanıp, Emel adını alan Amelya Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten olan çocukları Adile Naşit ve Selim Naşit Özcan da tiyatrocu olmuşlardır. Sanatçı, büyüdüğü ve tiyatro eğitimini aldığı aynı yerde 26 Nisan 1943'te öldü.
Tarık Buğra'nın İbiş'in Rüyası (1970) adlı romanı, Naşit Özcan'ın hayatını konu edinir.
Tiyatro hayatı.
Şehzadebaşı'nda doğan Naşit'in tiyatro ile ilk tanışıklığı doğduğu evin yakınındaki Abdi Efendi tiyatrosu ile oldu. Oyunculuk yaşamı Mızıka-ı Hümayun'u tamamladığı yıllarda Abdürrezzak Efendi’nin yanında başladı. Meşrutiyetin ilanından iki sene sonra tiyatro topluluğunun dağıtılmasıyla heveskâran cemiyetiyle ilk temsillerine başladı. İlk oyunu "Haremağası Ut Meşkediyor"'du. "Meşrutiyeti Osmaniye" kumpanyasında Nurettin Şefkati, Eliza Binemeciyan, Hekimyan ile birlikte çalıştı. Daha sonra Rıdvan Paşa'nın oğlu Reşat Bey ile "Sahne-i Heves" yaptı. Heveskerân Cemiyeti'nde Büyük Behzat ile sonra Kemal Emin ile Ortaköy tiyatrosunda oynadı.
Kavuklu Hamdi ve Küçük İsmail’in orta oyunu topluluğu, Kel Hasan’ın tuluat topluluğu, Manakyan topluluğu gibi çeşitli topluluklarda uzun sure çalıştı.
Saray tarafından Fransa’ya gönderildi. Dönüşünde sarayda oyunlar sergileyen pandomim topluluğuna katıldı. Kendi adına kurduğu topluluklarda çalışmalarını Cumhuriyet döneminde de sürdürdü. Orta oyunu, kukla ve Karagöz ve Hacivat çalışmaları yaptı.
Tiyatrocu ve özellikle tuluatçı yönüyle tanınan Naşit Bey 14 Ocak 1937 tarihli Tan gazetesine verdiği röportajda sinemadan daha çok hoşlandığını söylemiş ve
sözlerine şöyle devam etmiştir, "...Vakıa sahnede halkla karşı karşıya durmaktan zevk alırım amma, film daha rahat ve halk üzerinde tesiri de daha iyi..."
Dört film yapan Naşit Bey, "Bir Millet Uyanıyor" adlı filmde asker "İstanbul Sokaklarında" dilenci rollerinde oynamış, "Naşit Dolandırıcı" ve "Düğün Gecesi"" adlı iki de komedi yapmıştır.
Sinema, orta oyunu ve melodramlardaki başarısının yanı sıra asıl ününü yeni tipler yarattığı tuluat tiyatrosunda kazandı. Tuluat tarzının en etkili oyuncusu sayıldı. Tuluat oyunlarının "İbiş"'ine kişilik kazandırdı. "Aşçıbaşı Tosun Ağa", "Leblebici Horhor", "Hoşkadem Kalfa", "Surpik Dudu" yarattığı ve başarıyla oynadığı en önemli tiplerdir. Bu başarılarıyla "Komik-i Şehir (Büyük Komik)" unvanını aldı. Oynadığı oyunlardan bazıları şunlardır: "Beyimin Tiyatro Merakı", "Yahudi Doktorun Metresi", "İstanbul Çapkını", "Çifte Köy Düğünü".
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20379",
"len_data": 2966,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.39
}
|
Yahya Efendi Tekkesi, İstanbul'da Yahya Efendi tarafından kurulmuş tekkedir. Beşiktaş'ta, Yıldız mahallesi, Yahya Efendi Çıkmazı'nda yer alır. Tekkenin çeşmesinin kitabesinden yola çıkarak kuruluş tarihinin 1538 olduğu tahmin edilir. Tekkelerin 1925 yılında kapatılmasından beri cami olarak hizmet vermektedir.
Tekke, mescid, tevhidhane, medrese, hamam, mezarlık ve çeşitli evlerden oluşan bir külliye niteliğindedir. Tekkeye zaman içinde farklı mekânlar eklenmiştir. Bu durum yapıyı girift ve aynı zamanda organik bir hale getirmiştir. Tekkenin bir diğer özelliği ise mimari yapıların doğal çevre ile kurduğu yakın ilişkidir. Yahya Efendi Tekkesi, postnişin olan Yahya Efendi zamanında Üveysilik olarak adlandırılan tasavvuf ekolüne bağlanmıştır. Daha sonra tekke Kadiriliğe ve Nakşibendiliğe intisap etmiş ancak Üveysiliğin etkisi de devam etmiştir.
Tarihi.
Yahya Efendi, mescid-tevhidhâne, medrese, hamam, çesme ve çeşitli evlerden olusan bir külliye niteliğindeki ilk tekkeyi kurarak, çevresini bağlar ve çiçek bahçeleri ile donatmıştı. Daha sonra bu mescid-tevhidhâne, Velizâde Ahmed adında bir hayırseverin minber ilavesiyle cami-tevhidhâneye dönüştü. Yahya Efendi öldüğünde tekkenin bahçesine defnedildi. II. Selim, Mimar Sinan'a tekkeyi genişlettirerek yeni baştan inşa ettirdi ve Şeyh için türbe yaptırdı.
1777'de Kaptan-ı Derya ve Vezir-i azam Cezayirli Hasan Paşa tekkenin içine bir çeşme yaptırdı. Tekke, II. Mahmud (1839) ve Abdülmecid (1861) dönemlerinde onarım gördü. 1873'te Pertevniyal Valide Sultan'ın yaptırdığı büyük onarım sonucu tekke bugünkü halini aldı.
II. Abdülhamid tarafından 1906'da tekke girişinin sağ tarafına Hamidiye Çeşmesi yaptırıldı. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra cami olarak işlev görmüştür.
Tekke mensubu Hacı Mahmut Efendi 1901'de tekkenin bitişiğinde kütüphane inşa ettirdi. Kütüphanenin kitapları 1940'ta Süleymaniye Kütüphanesi'ne nakledildi.
Mezarlık.
Yahya Efendi'nin ölümünden sonra tekkenin etrafına pek çok kişinin cenazesi defnedilmiş ve zamanla büyük bir mezarlık oluşmuştur. Mezarlık, külliyenin büyük bir bölümünü kaplar. 16. yüzyıldan itibaren pek çok tarikat üyesi, devlet büyüğü, ulema ve hanedan mensubu defnedildiği bu alan 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı üst tabakasının mezarlığına sonra da padişahın aile mezarlığına dönüşmüştür.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20381",
"len_data": 2310,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.61
}
|
Yeni Ekonomi, yeni çıkan teknolojilerin süregelen ekonomiye (endüstriyel/imalat tabanlı ekonomi) etkisini tarif eden bir deyimdir. Tekstil ağırlıklı endüstriyel üretimin yaygın olduğu 1800 'lü yılların sonlarında otomobil, elektrik enerjisi ve sonradan radyo, telefon ve TV gibi yeni icatların çıkması ile başlayan dönemi tarif eder.
Ekonomist Harry S. Dent'e göre yeni ekonomi belli bir dönem boyunca etkisini gösteren bir çevrimdir ve son iki yüzyıl için bu çevrimin süresi 80 yıla tekabül etmektedir. Aynı ekonomist tarafından tarif edilen 40 yıllık "demografik" çevrimin tam 2 katı uzunlukta sürmektedir.
Kritik.
Günümüz yeni ekonomisi, bilgi toplumu, bilgi üretimi, yaratıcılık, bilişim gibi kavramlarla ilişkilendirilmektedir. Yeni ekonomi gerçekten de bilgiyi ve bilginin ürünü yeni teknolojileri kullanmakta ve bu yeni teknolojiler ekonominin her alanında verimi artırmaktadır. Ancak bu birçok işin bir daha hiç dönmemecesine kapanmasına ve sosyal hayatta köklü değişikliklere de yol açmaktadır.
Bazı uzmanlar yeni ekonomi kavramını, küreselleşme ve düzensizleştirmeyi de içine alan geniş bir çerçevede ele alırken bazıları da enformasyon ve iletişim teknolojilerine yapılan yoğun yatırımların verimlilik ve büyümeye olan olumlu etkisi olarak değerlendirmektedirler
Ayrıca, yeni ekonomi gelişmiş ülkelerin avantajlı durumunu daha da geliştirmelerini kolaylaştırdığı için, gelişmekte olan ülkelere aynı oranda katkı sağlamadığı da düşünülmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20382",
"len_data": 1454,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.98
}
|
Devrim, Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk otomobil. 1961 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatıyla, Eskişehir Demiryolu Fabrikası'nda, 129 günde üretildi.
Otomotiv Endüstrisi Kongresi.
15 Mayıs 1961'de Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından Otomotiv Endüstri Kongresi açıldı. Cemal Gürsel açılış konuşmasında şunları söyledi:(...) Tarımı da yenileyeceğiz, ama sadece ot satarak bir şey elde etmek mümkün değil! Bir gemi dolusu pamuk karşılığında zar zor 7-8 otobüs alabiliriz. Bir gemi dolusu pamuğu kaldırmak için ne kadar çaba harcamanız gerektiğini bilmektesiniz. Bu nedenle sanayi gereklidir. Dengeli bir tempo ile sanayileşmeliyiz. Bu kesin bir gerekliliktir. "Sektörümüz yok mu?" Evet var, ama öyle dağınıklar ki hepsi bir yönde çalışacak şekilde düzenlenmeli. Otomotiv endüstrisi söz konusu olduğunda, modern bir ülke kendi ulaşım araçlarını üretmelidir.
Günümüz dünyasında ulaşım araçları ekonomide önemli bir yer tutmaktadır. Kendi ulaşım araçlarımızı üretmeliyiz, kendi araçlarımızla taşınmalıyız. İlk olarak, bazı parçaları yapmak zorundayız; sonra, iyileştirme ile bunların% 70-80'ini oluşturmalıyız. Bazı insanlar Türkiye'de otomobil üretmenin imkansız olduğunu söylüyor. Bu düşünce kara zihinlerin ürünüdür. Türkiye'nin de bizi bu şekilde teşvik eden birçok sanayi kolu var. (...)Kongreden sonra Gürsel, ülkenin gereksinimlerini karşılayan bir prototip motor ve otomobil üretme talimatını verdi. Bu prototipler zamanın en iyi arabalarıyla karşılaştırılacak, eksiklikler tespit edilecek ve Türkiye'de mümkün olan en iyi otomobili üretmek için proje geliştirme çalışmaları yapılacaktır.
Devrim'in tasarımı ve üretimi.
1961'de Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, çeşitli şirketlerde çalışan 24 mühendise, tamamen Türkiye'de tasarlanmış ve üretilmiş bir otomobil üretmesini emretti. 29 Ekim 1961'deki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında gösterilecekti. Eskişehir'deki atölyede 130 günlük aceleci işten sonra, daha sonra TÜLOMSAŞ fabrikasını oluşturacak mühendisler, otomobilin dört prototipini yapmayı başardılar. Biri siyah, diğerleri krem rengindeydi. Otomobil "Devrim" olarak adlandırıldı.
Program son derece sıkıydı; Bununla birlikte, ikisi krem diğer ikisi siyah renkli dört araba tamamlanabildi. Otomobiller Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Ankara'ya gönderildi. Siyah arabanın cilası Ankara trenindeyken yapıldı. Kömürle çalışan lokomotifin bacasından çıkacak kıvılcımların yaratacağı güvenlik tehdidi sebebiyle araçlara sadece manevra yapabilecek kadar benzin konmuştu. Motor performansını artırmak için sıkıştırma oranı artırıldığından, motorları motor vuruntusu olmadan çalıştırmak için yüksek oktanlı benzin gerekiyordu. Yüksek oktanlı benzin o zamanlar sadece Ankara'da mevcuttu. Kutlamalar gününde, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tören için yakıt ikmali yapılmadan önce siyah araca bindi. Yaklaşık yüz metre ilerledikten sonra araç durdu. Sonra Başkan siyah arabadan indi ve arkada (daha önce benzini doldurulmuş olan) krem renkli arabaya bindi ve onunla Anıtkabir'e gitti. İki araba daha sonra törensel koşuları sorunsuz tamamladı. Ertesi gün gazete manşetleri "Devrim 100 metre gitti ve durdu." şeklinde yazılmıştı ve araba uzun yıllar alay konusu oldu.
Devrim, muhtemelen otomobillerin prototipleri olduğu ve üretim sürecinin iyi belgelenmediği için seri üretime geçmedi, üretim aşamasından sadece birkaç teknik çizim kaldı. Başka bir olası neden, 1961 yılında Türkiye'de otomobil talebinin sınırlı olması ve bu nedenle yeni bir otomobil markasının seri üretim, dağıtım, bayilik hizmetleri, bakım hizmetleri ve yedek parça üretimini uygulanabilir bir şekilde gerçekleştirmeyi zorlaştırmasıydı.
Bununla birlikte, İstanbul'daki Otosan fabrikası 1959 yılında Ford Motor Company ve Koç Holding'in ortak girişimi olarak kuruldu ve Türkiye'nin ilk seri üretim otomobil markası Anadol, 1966'da Anadol A1'in seri üretimine başladı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20383",
"len_data": 3858,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.34
}
|
Propaganda ya da yaymaca, çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacını taşıyan önceden planlanmış bir mesajlar bütünüdür. Propaganda tarafsız bilgi sağlamak yerine, en temelde kendi kitlesini etkileyecek bilgiyi sunar. Mesaj doğru olsa da yönlü olabilir ve olayın tümünü dengeli bir şekilde sunmayabilir. Genellikle politikada; eski ifadeyle "seçim propagandası" ya da günümüz ifadesiyle "seçim kampanyası" şeklinde kullanılır. Hükûmetler ve politik partiler tarafından da desteklenir.
Bilginin benzer bir manipülasyonu örneğin reklamda kullanılır ama buna genellikle propaganda denilmez. Propaganda sözcüğü reklamın tersine kuvvetli bir olumsuz anlam taşır.
Propaganda ve halkla ilişkiler.
Propaganda ve halkla ilişkiler, her ikisi de ikna etmeye yönelik çalışmalar yürüten disiplinler olması ve bunun yanında benzer kitle iletişim araçlarını kullanması nedeniyle gerek toplum gerekse bazı uzmanlar tarafından karıştırılan disiplinlerdendir. Oysa amaç ve ilkeler yönünden ayrışırlar. Halkla ilişkiler gerçeği abartarak farklılaştırarak doğru olmayanı yaymak değildir. Abartı ve gerçeği saklama propaganda teknikleri içinde yer alır, hatta etki bırakmak için oldukça fazla kullanılır. Propaganda ikna yoluyla kitleleri etkilemeye çalışırken, halkla ilişkiler açıklama yapıp doğruları söyler. Propaganda tek yönlü, halkla ilişkiler ise çift yönlü bir iletişim uygular.
Propaganda çeşitleri.
Propaganda reklamla birçok benzer tekniği kullanır. Reklama, bir ticari ürün için yapılan propaganda denilebilir. Ancak, propaganda genellikle tüm tayftan politik, ideolojik veya örgütsel aidiyet temaları içerir. Propaganda broşürler, posterler, TV, gazete veya radyo yayınları ve bunların dışındaki her türlü bilgi taşıyan medya aracılığıyla yapılır.
Sözcüğün daha dar ve sık kullanılan anlamıyla propaganda politik bir amacı veya iktidarın çıkarlarını destekleyen bilerek çarpıtılmış veya saptırılmış bilgiye denir. Propagandacılar bir grubun istekleri yönünde halkın bir konu veya olayla ilgili görüşlerini değiştirmeyi amaçlarlar. Bu anlamda propaganda, aynı amacın insanlara istenen bilgilerin verilmesi yerine, istenmeyen bilgilerin kısıtlanmasını amaçlayan sansürün tersidir. Propagandayı diğer yöntemlerden ayıran, propagandacının halkın fikrini ikna etme ve anlatma yerine kandırma ve kafa karıştırmayla değiştirme isteğidir. Organizasyonun liderleri bilginin tek taraflı veya doğru olmadığını bilmelerine rağmen propagandayı yayan daha düşük rütbeli üyeler durumu bilmeyebilirler.
Sözcüğün dinî kökenlerine uygun olarak yeni dinî hareketler için de bu hareketlerin hem taraftarları hem de karşıtları tarafından kullanılır. Kült karşıtları kült liderlerini yeni üyeler kazanmak için propaganda kullanmakla suçlarlar.
Propaganda savaşta çok güçlü bir silahtır. Bu durumda amaç genellikle içerideki veya dışarıdaki düşmanı insanlık dışı olarak göstermek ve ona karşı nefret yaratmaktır. Bazı özel sözcükler kullanarak veya bazı özel sözcükleri kullanmaktan sakınarak düşman hiç yapmadığı şeyler için suçlanır ve bu sayede zihinlerde hatalı bir imaj oluşturulur. Çoğu propaganda düşmanın gerçek veya hayali bir haksızlığın sebebi olduğu hissini vermek ister. Aynı zamanda halkın kendi milletinin haklı olduğuna da inanması gerekir.
Propaganda psikolojik savaş yöntemlerinden biridir.
"Politik propaganda örnekleri:"
Sözcüğün daha da dar ve daha az kullanılan anlamıyla propaganda zaten inanan insanlara onlara inançlarını destekleyecek yanlış bilgi vermek anlamına gelir. Varsayıma göre insanlar doğru olmayan bir şeye inanırlarsa sürekli kuşkular yaşayacaklardır. Bu kuşkular rahatsız edici olduğundan onlardan kurtulmak isteyecekler ve dolayısıyla güç sahiplerinin onaylamalarına açık olacaklardır. Bu yüzden propaganda çoğunlukla amaca halihazırda inananlara yönelik yapılır.
Propaganda kaynağına göre sınıflandırılabilir. Beyaz propagandanın kaynağı bellidir. Kara propaganda dost bir kaynaktan geliyormuş gibi görünür ama gerçek tersidir. Gri propaganda nötr bir kaynaktan gelir gözükür ama aslında karşı taraftan gelmektedir.
Propaganda çok sinsi yollarla uygulanabilir. Örneğin yabancı ülkelerle ilgili yanlış enformasyon eğitim sisteminde desteklenebilir. Çok az insan okulda öğrendiklerini kontrol etme ihtiyacı duyacağından bu yanlış enformasyon gazeteciler ve aileler tarafından tekrar edilecek ve yanlış enformasyonun herkes tarafından bilinen bir gerçek olduğu fikri medyaya direkt bir müdahale olmadan kimse gerçeği veya kaynağı fark etmeden yayılacaktır.
Bu tip yayılan propaganda politik amaçlar için kullanılabilir. Vatandaşa ülkelerinin politikaları hakkında yanlış bir görüntü verip aksi görüşleri reddetmeleri veya görmezden gelmeleri sağlanabilir.
Rus Devrimi.
19. ve 20. yy. Rus devrimcileri "propaganda" sözcüğünün iki farklı yönünü birbirinden ayırmışlardır. Bu farklı yönler "агитация (ajitatsiya)" veya "ajitasyon" ve "пропаганда" veya "propaganda" olarak adlandırılmıştır.
"Propaganda" Marksizm'in öğretileri, kuramsal ve pratik temel ekonomik bilgiler gibi devrimci fikirlerin yayılması anlamına geliyordu. Bunun yanında "ajitasyon" kamuoyu oluşturma veya politik rahatsızlık yaratma anlamında kullanılıyordu.
Propagandanın tarihçesi.
Latincede propaganda "yayılacak şeyler" anlamına geliyordu. 1622 yılında, 30 yıl savaşlarının başlangıcından hemen sonra, Papa XV. Gregory Hristiyan olmayan ülkelere gönderilen misyonerler aracılığıyla Hristiyanlığın yayılmasını gözeten "Congregatio de Propaganda Fide" (İnancı Yayma Meclisi)'ni kurdu. Sözcüğün özgün anlamı yanıltıcı bilgi anlamına gelmiyordu. Modern politik anlamı I. Dünya Savaşına kadar gider ve orijinali alçaltıcı bir anlam içermemektedir.
Propaganda bilinen çok eskiden beri kullanılan bir yöntemdir. Livy gibi Roma İmparatorluğu yazıları Roma yandaşı propagandanın baş eserleri olarak kabul edilir. Terimin kendisi Katolik inancının yayılması ve Katolik olmayan ülkelerde kiliseye ait işlerin düzenlenmesiyle görevli papalık makamı olan, İnancın Yayılması için Roma Katolik Kutsal Meclisinden ("sacra congregatio christiano nomini propagando" veya kısaca, "propaganda fide") gelmektedir. Terimin kendisi "yayılması gereken" anlamına gelen "propagand-" Latince kökünden gelmektedir.
Propaganda teknikleri ilk kez 20. yy'ın başında gazeteci Walter Lippmann ve halkla ilişkilerin babası kabul edilen Edward Bernays (Sigmund Freud'un yeğeni) tarafından tanımlanmış ve bilimsel bir şekilde uygulanmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, Lippman ve Bernays ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından görevi İngiltere yanında savaşa girmek için kamuoyunun fikrini etkilemeyi amaçlayan Creel Komisyonu'na katılmak üzere tutulmuşlardır.
Lippman ve Bernays'ın propaganda kampanyası altı ay içinde o kadar büyük anti-Alman histerisi yaratmıştı ki, Amerikan iş alemini (ve diğerlerinin yanında Adolf Hitler'i de) kamu oyunu geniş boyutlu propaganda ile kontrol etme potansiyeli ile etkilemiştir. Bernays "grup zihni" ve "niyetin tasarlanması" gibi pratik propaganda çalışmalarında kullanılan tanımları ortaya atmıştır.
Mevcut Halkla ilişkiler endüstrisi Lippman ve Bernays'ın çalışmalarının direkt sonucudur ve hâlâ ABD hükûmeti tarafından kullanılmaktadır. 20. yy'ın ilk yarısından sonra Bernays ve Lippman çok başarılı bir halkla ilişkiler şirketi işletmişlerdir.
II. Dünya Savaşı propagandanın bir silah olarak hem Hitler'in propagandacısı Joseph Goebbels hem de İngiliz Politik Savaş İdarecisi tarafından sürekli kullanıldığı bir savaş olmuştur.
Nazi Almanyası.
Almanya'daki çoğu propaganda Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı (Almancadaki kısaltmasıyla "Promi") tarafından yapılmıştır. Joseph Goebbels, Hitler 1933 senesinde göreve geldikten kısa bir süre sonra bu bakanlıktan sorumlu olmuştur. Tüm gazeteciler, yazarlar ve sanatçılar bakanlığın basın, güzel sanatlar, müzik, tiyatro, film, edebiyat veya radyo alt odalarından birine kayıt olmak zorundaydı.
Naziler amaçlarına ulaşmak için propagandayı hayati bir araç olarak görmüşlerdir. Almanya'nın Führer'i Adolf Hitler, I. Dünya Savaşı'ında Müttefiklerin yaptığı propagandanın gücünden çok etkilenmiş ve moralin çökmesi ve 1918 senesinde deniz kuvvetleri ile cephede çıkan isyanların ana sebebinin bu olduğuna inanmıştı. Hitler hemen her gün Goebbels ile buluşup haberleri tartışmak için bir araya gelir ve Goebbels konuyla ilgili Hitler'in fikirlerini alırdı. Goebbels daha sonra üst düzey bakanlık yetkilileriyle görüşüp dünyada gelişen olaylarla ilgili resmi parti görüşlerini iletirdi. Yayıncılar ve gazeteciler çalışmalarını yayınlamadan önce onay almak zorundaydılar. Buna ek olarak Adolf Hitler ve Reinhard Heydrich gibi üst düzey Naziler yanlış olduğunu bildikleri bilgileri yaymakta ahlaki bir problem görmezlerdi. Gerçekten de bilerek yanlış bilgi vermek Büyük Yalan denilen doktrinin bir parçasıydı.
II. Dünya Savaşı'nın başlamasından önce nazi propagandasının hitap ettiği birkaç ayrı grup vardı:
4 Şubat 1941'de Stalingrad Muharebesi'nin bitimine kadar Alman propagandası Alman güçlerinin kabiliyetleri ve Alman askerlerinin sözde insaniyetlerine vurgu yapıyordu (Toplama kamplarında Yahudilerin toplu katliamları bu noktaya kadar hemen hemen hiç bilinmiyordu). Bunun karşısında İngiliz ve Müttefik güçleri korkak katiller ve Amerikalılar ise özellikle Al Capone benzeri gangsterler olarak gösteriliyordu. Alman propagandası aynı zamanda Amerikalılar ve İngilizleri birbirine ve her iki batılı gücü Sovyetler Birliği'ne yabancılaştırmaya çalışıyordu.
Stalingrad'dan sonra ana tema Almanya'nın "Batı Avrupa kültürü"'nü "Bolşevik çeteler"'den koruyan yegane güç olmasına dönüştü. V-1 ve V-2 "intikam silahları" İngilizleri çaresizliğe ikna etmek için kullanıldı.
Soğuk Savaş propagandası.
ABD ve Sovyetler Birliği Soğuk Savaş sırasında propagandayı yoğun olarak kullanmıştır. Her iki taraf da film, televizyon ve radyo programlarıyla kendi halklarını, karşı tarafı ve Üçüncü Dünya milletlerini etkilemeye çalışmışlardır. ABD Enformasyon Ajansı, resmi hükûmet istasyonu olarak Amerikanın Sesi radyosunu işletmiştir. Radio Free Europe (Özgür Avrupa Radyosu) ve Radio Liberty (Özgürlük Radyosu) kısmi olarak Central Intelligence Agency (Merkezi Haberalma Ajansı) tarafından desteklenmiş, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği'ne haberler ve eğlence programlarında gri propaganda yapılmıştır. Sovyetler Birliği'nin resmi istasyonu, Radyo Moskova, beyaz propaganda yaparken, Radio Peace and Freedom (Barış ve Özgürlük Radyosu) gri propaganda yapmıştır. Her iki taraf da kriz dönemlerinde kara propaganda da yapmıştır.
Amerika kıtasında Küba hem kara hem de beyaz propagandanın hem kaynağı hem de hedefi olmuştur. Radio Habana Cuba (Radyo Havana Küba), CIA ve Kübalı gruplara karşı orijinal programlar, Moskova Radyosu'nun yayınları ve "Vietnam'ın sesi" yayınlarını yapıyordu.
Soğuk Savaş'ın işgörüsü en fazla olan yazarlarından biri George Orwell'dır. Onun "Animal Farm" ve "1984" romanları propaganda kullanımı ile ilgili bir tür ders kitabıdır. Sovyetler Birliği'nde geçmese de, roman karakterleri dilin sürekli politik amaçlar için çarpıtıldığı totaliter bir rejimde yaşarlar.
Rusya ve Çin arasındaki ideolojik tartışmalar ve sınır sorunları bazı sınır ötesi operasyonlara yol açmıştır. Bu dönemde geliştirilen tekniklerden birinde radyo programları kayıt ediliyor ve daha sonra sondan başa, yani tersine yayınlanıyordu.
Küba CIA ve sürgündeki Kübalı gruplar tarafından hem siyah hem de beyaz propagandanın kaynağı ve hedefi olmuştur. Radio Havana Cuba, bunun karşısında, Radyo Moskova'nın orijinal programlarını aktarmış ve "Vietnam'ın Sesi" ile ABD gemisi USS Pueblo'nun mürettebatına ait olduğunu iddia ettiği itirafları yayınlamıştır.
Propaganda oluşturma teknikleri.
Sosyal psikoloji araştırmalarına dayanan bazı teknikler propaganda oluşturmak için kullanılır.
Propaganda mesajlarının hangi yollarla ulaştırılacağı önemlidir ama bilgi yayılımı stratejileri sadece propaganda mesajı ile birleştikleri zaman propaganda strateji halini alırlar. Bu mesajları tanımlamak, mesajların hangi yollardan yayıldığını çalışabilmek için şarttır. Bu yüzden propaganda oluşturmak için aşağıdaki teknikleri bilmek gereklidir:
Propagandanın yayılması için teknikler.
Propagandayı yaymak için kullanılan yaygın yöntemler arasında haberler, hükûmet raporları, tarihin tekrar yazılması, uydurma bilim, kitaplar, broşürler, propaganda filmleri, radyo, televizyon ve posterleri sayabiliriz. Radyo ve televizyonda propaganda haberlerde, güncel olaylarda, konuşma programlarının içinde veya reklam olarak yer alabilir.
Vikipedi'deki içeriklerin kolayca değiştirilebilir oluşu, taraflı kaynaklara ve yayınlara yer verilmesi ve bu yüzden doğru olmayan bilgilerin yayılması Vikipedi'nin de bir propaganda aracı haline gelmesine sebep olmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20385",
"len_data": 12673,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.91
}
|
Viyana Oyunu, 1.e4 e5 2.Ac3 hamleleriyle başlayan satranç açılışıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20387",
"len_data": 69,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 3.17
}
|
Devrim şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20392",
"len_data": 30,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 1.36
}
|
Propaganda, 1999 yapımı Türk sinema filmi. Kemal Sunal'ın oynadığı son ve oğlu Ali Sunal ile oynadığı tek filmdir. 1948 yılında yaşanmış bir hikâyeden yola çıkılarak çekilen filmin çekimleri Aksaray'ın Yalman köyünde yapıldı. Filmde, gümrük memuru olan Mehti, memleketini bölen Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı resmen belirleme görevi almıştır. Aileler, diller, kültürler ve sevgililer parçalanırken, yakında ortaya çıkacak acının farkında değildir.
Konusu.
Yıl 1948. Doğup büyüdüğü Hislihisar kasabasına, gümrük muhafaza müdürü olarak dönen Mehdi ve çocukluk arkadaşı Rahim'in ailelerinin kasabanın ortasından geçen sınır telleri ile parçalanan hayatlarını anlatıyor. Neredeyse yüzyıllardır birlikte yaşayan Hislihisarlıların altüst olan sosyal yaşamlarını, aşklarını, ticaretlerinin önünde duran dikenli telleri ve merkezî otoriteye karşı hayatlarını nasıl savunduklarını görüyor, 1948'de yaşanan bu trajikomik öykünün yarım asırdır çok fazla değişime uğramadığına tanık oluyorsunuz. Bu arada Mehdi'nin oğlu Adem ile Rahim'in kızı Filiz arasındaki tutkulu aşk, aralarından geçen sınır çizgisi nedeniyle iyice imkânsızlaşır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20397",
"len_data": 1131,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.35
}
|
Keriz, yönetmenliğini Kartal Tibet'in ve yapımcılığını da Türker İnanoğlu'nun üstlendiği, 1985 yapımı bir Türk filmidir. Güldürü türündeki filmin başrollerini Kemal Sunal ve Perihan Savaş paylaşmıştır.
Konusu.
Şirin bir köy... Birbirlerine sevdalı iki genç... Zülfü (Kemal Sunal) ve Zülfüye (Perihan Savaş) evlenme arifesinde gün saymaktalar. Ama Zülfü'nün amcası Topal Abbas (Ali Şen), köyde hakimiyet Zülfüye'nin babası Şehmuz'a geçecek diye bu evliliğe karşı çıkar. Ve eğer evlenirse mallarını amcasına vereceği yolunda bir kâğıt imzalatır. Zülfü'nün başına bir şey gelirse tüm varlığı amcasının olacaktır. Yine de iki aşık evlenir. Amca Abbas dedikodu çıkartır, Zülfüye'ye iftira atar. Zülfü'ye de karısını öldürmesini öğütler. Ama Zülfü kıyamaz. Amcasına ve köylüye öldürdüğünü söylerse de Zülfüye ailesiyle İstanbul'un yolunu tutmuştur bile. Ardından Zülfü de tabii. Kendisine bir iş bulup çalışmaya başlar. Bu arada Şehmuz'un arazisinde değerli bir maden çıkar. Açgözlü Abbas ve köylüler Şehmuz'un peşine düşer. Akılları sıra Zülfü ile Zülfüye'yi barıştırıp arsaya sahip çıkmak isterler. Zülfü Zülfüye'yi İstanbul'da bulur, özür diler ve birlikte olurlar. Abbas ve köylüler İstanbul'a gelip konuştukları Şehmuz'dan araziyi isterler. Şehmuz araziyi çoktan biricik kızı Zülfüye'ye vermiştir. Bunun üzerine Zülfüye'ye yalvar yakar ricacı olan Abbas ve etrafındakiler, aldıkları yanıtla şoka girerler. Çünkü Zülfüye tüm araziyi kocası Zülfü'ye verdiğini söyler. Zülfü, çıkarcı ve açgözlü amcası Abbas ve yardakçısı köylülerin ona ve Zülfüye'ye yaptıkları iftira ve kötülüklerin acısını çıkaracak kozu eline geçirmiştir. Sonuç olarak genç ve sevdalı evliler arazilerini satmazlar. Çünkü köylerinde onları mutlu, yalansız dolansız, ikiyüzlülükten uzak, güzel ve sevgi dolu bir yaşam beklemektedir. (Aksaray'ın Gücünkaya köyünde çekilmiştir.)
Çekildiği yerler.
Filmin çekimleri Aksaray'ın Gücünkaya Köyü'nde ve İstanbul'da gerçekleşti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20402",
"len_data": 1935,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.4
}
|
Kloramfenikol, İlk kez "Streptomyces venezuelae" türü bakterilerin metabolizma ürünü olarak elde edilen, günümüzde yapay yollarla bireşimlenen antibiyotiktir. Hastalık yapıcı birçok bakteri, riketsiya ve mikoplazmaya karşı etkilidir; etkisinin mikroorganizmadaki protein bireşimlenmesini bozarak gösterir.
Molekül DSÖ'nün Temel İlaçlar Listesi'nde yer almaktadır.
Kullanım.
Birçok mikroorganizmaya karşı etkili olmasına rağmen neden olduğu ciddi yan etkiler yüzünden sadece ciddi ve ölümcül enfeksiyonların (tifoid ateş vb.) tedavisinde kullanılmaktadır. Kolera tedavisinde de kullanılır, özellikle tetrasikline karşı dirençli olan vibrioları öldürmek için. Ayrıca, bakteriyel konjonktivit (konjonktiva iltihabı) tedavisinde göz damlası veya merhem olarak da kullanılmaktadır.
Yan Etkiler.
Aplastik anemi, kemik iliği baskılanımı, lösemi, gri bebek sendromu, aşırı duyarlılık tepkimeleri(alerji, ürtiker, anjiyoödem, deri döküntüsü, Herxheimer tepkimesi), nörotoksik etki, sindirim sistemi bozuklukları gibi yan etkileri bulunmaktadır.
Mekanizma.
Kloramfenikol bakteriyel ribozoma bağlanarak ribozomun 50 S alt ünitesine bağlanarak protein sentezini inhibe eder (engeller).
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20403",
"len_data": 1173,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.76
}
|
İnek Şaban, 1978 yapımı Türk filmidir.
Konu.
Manavda çıraklık yapan Şaban bir gün sevdiği kızın başlık parasını ödemek için Almanya'ya gitmek üzere havalimanına gider. Ne var ki, Şaban'ı kaleci Bülent sanan Kara Mithat'ın adamları Şaban'ı yaka paça Mithat'a götürürler. Şaban, Bülent'in yerine maçlara çıkar, maçlarda aklına manavda attığı karpuzlar gelir ve kalede adeta devleşir. Filmin sonlarına doğru Bülent geri döner ve gerçek anlaşılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20405",
"len_data": 443,
"topic": "ENTERTAINMENT",
"quality_score": 2.66
}
|
Moskova Metrosu, "(Rusça: Московский метрополитен им. В. И. Ленина Çeviri: V. I. Lenin Moskova Metrosu)" Rusya'nın başkenti Moskova'da bulunan dünyanın en eski ve büyük metrolarından biridir.
Metronun yapımı, devrin komünist işçileri ve Komsomol denilen gençlik kolları tarafından sürdürülmüştür. Tarih dokusu ve sanat içerikli yapısı ile turistlerin ilgisini çeken metronun yeni yerleşim bölgeleri için ilave inşaatları halen devam etmektedir.
Josef Stalin döneminde 1931'de inşası başlatılan Moskova Metrosu, günümüzde büyüklük bakımından New York, Paris veya Londra metroları ile karşılaştırılsa da iç mimari ve dekorasyon bakımından dünyanın en güzel metrosu olduğunu düşünen büyük bir kesim vardır. Moskova Metrosu kuşkusuz dünyanın en çok yolcu taşıyan metrosudur. Her biri sanat harikası olarak kabul edilen 182 istasyonda her gün yaklaşık 9.2 milyon kadar kişi yolculuk etmektedir. Moskova Metrosu devlet tarafından işletilmektedir.
Hakkında.
Metro başlı başına bir turizm kaynağı da sayılabilmektedir. Çünkü ülkeye gelen binlerce turist bu tarihi metroyu ziyaret etmektedirler. Ayrıca metronun haritasına bakıldığında başka sistemlerde olmayan ilginç bir harita yapısı vardır. Toplam 12 hattın bulunduğu Moskova Metrosu'nda her hattın kendine ait ismi ve rengi bulunmaktadır. Hatlar genellikle Moskova'nın dışından merkezine doğru yönlenmiştir. Sadece çember isimli -ring- hattı (20 km) tüm diğer hatları keserek transfer hattı gibi kullanılmasını sağlamıştır. Ayrıca hattın ismi ve istasyonların isimleri yolculuk sırasında anons edilmektedir. Anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova'nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşımaktadır. Ring hattı için erkek anons sesi saat yönünde, kadın anons sesi saatin ters yönünde yol aldığınızı göstermektedir. Ayrıca tüm metro sisteminin neredeyse tamamı yer altında kurulmuştur. Sadece 1, 2 ve 4 numaralı hatlar Moskova Nehri'ni köprüyle geçmektedir ve yeryüzüne çıkmaktadır. Saat sabah 05.30 ile gece 01.00 arasında toplam 19,5 saat aralıksız çalışan Moskova Metrosu, yoğun saatlerde 90 saniye aralıklı seferler yapmaktadır.
Moskova Metrosu II. Dünya Savaşı'ndaki Moskova Muharebesi sırasında Sovyet liderleri için önemli bir sığınak ve merkez olarak kullanılmıştır. Özellikle Stalin 1941 kışında Alman askerleri başkenti tehdit ederken şehri terk etmemiş ve buradaki karargahından ayrılmayarak savaşmakta olan Sovyet toplumuna moral vermiştir. Nisan 1941'de Halk Komiserleri Konseyi, metronun bombaya dayanıklı bir sığınak haline getirilmesine karar verdi. Kapıları, istasyonları herhangi bir nükleer saldırıdan korumaya yönelik tasarlanan Moskova Metrosu'nun istasyonları II. Dünya Savaşı sırasında sivil savunma birimi olarak kullanıldı. "Düşmanın Moskova kapılarına gelmesi durumunda metronun tahrip edilmesine dair bir emir yayınlandı. 15 Ekim 1941'de dönemin Demiryollarından Sorumlu Halk Komiseri Lazar Kaganoviç, 3 saat içinde metronun yok edilmesi talimatını verdi. Tüm vagonlar ve ekipmanlar boşaltıldı. Atölyelere mayın döşendi, elektrik kabloları kesildi. Metro ağını su ile doldurmak için hazırlıklar yapıldı. Dinamo istasyonunda işçiler yürüyen merdiveni söktüler. Sokol Deposu’ndan tüm vagonlar çıkarıldı. 16 Ekim 1941’de Moskova Metrosu ilk defa çalışmadı. O gün; metro açılışından beri çalışmadığı tek gün olarak kayda geçti. Akşam metronun tahribatı emri iptal edildi."
Savaş sonrasında yeni istasyonlar herhangi bir kitle imha silahına dayanıklı olarak tasarlandı. Tüm hava bacalarına, herhangi bir virüsün bulunması halinde içeridekileri bu virüsten etkilenmemeleri amacıyla filtre eklendi. Havalandırma bacalarındaki filtreler hava aktarımını sağlamakla birlikte gürültüyü de boğmaktadır.
2025 yılına kadar yaklaşık 50 yeni istasyon inşa edilmesi planlanıyor.
İsim.
Metronun ilk resmi adını Lazar Kaganoviç'ten alarak LM Kaganovich Metrosu () idi. Ancak 1955'te yapılan bir değişiklikle ismi, Moskova Lenin Nişanı ve Kızıl Bayrak İşçi Nişanı VI Lenin Metrosu () olarak değiştirildi. Bu genellikle VI Lenin Metrosu ( olarak kısaltılır.) Lenin'in isminin çıkarılması yönünde bazı öneriler olmasına rağmen, resmi olarak hiç gündeme gelmedi. 1990'lı ve 2000'li yıllarda yeni yapılan ve yeniden inşa edilen istasyonlardaki tabelalarda Lenin'in adı yer almıyordu. 2016 yılında bir Metro temsilcisi, Sovyet döneminden beri değişmeyen şirketin resmi ismiyle uyumlu olması nedeniyle Lenin'in isminin istasyon isim plakalarında kalacağını belirtti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20407",
"len_data": 4470,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.22
}
|
Milano, Kuzey İtalya'da bulunan Lombardiya bölgesinde kendi ismini taşıyan Milano ilinde bulunan bir şehir ve bir komündür. Milano Lombardiya bölgesinin ve Milano'nun başkentidir.
Milano komünu nüfusu 1.372.000 kişi olup 183,77km2. Milano çok büyük bir şehirleşmiş metropoliten bölgenin merkezindedir. Bu metropoliten bölgenin yüzölçümü İtalya'daki metropoliten bölgeler içinde en büyüktür. Nüfus bakımından Milano metropolitan alan nüfusu yaklaşık 8.247.000 kişi olup sırasıyla İstanbul, Moskova, Londra ve Paris'ten sonra Avrupa'nın en büyük metropoliten alanıdır.
Otomotiv ve moda sektörü şehrin en önemli gelir kaynağıdır.
Şehrin merkezinde dünyanın en büyük Gotik tarzdaki katedrali olan Duomo di Milano, dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Galleria Vittorio Emanuele II ve dünyanın en büyük tiyatro binalarından La Scala bulunur.
Milano'nun 15 km kuzeyinde bulunan Monza şehri otomobil sporları pistine sahiptir. Ülkenin en büyük spor kulüplerinden olan Milan ve Internazionale bu şehrin takımlarıdır. Ayrıca Expo 2015'e de ev sahipliği yapmıştır.
Milano-Torino arasında Trenitalia tarafından işletilen Eurostar hızlı trenleri vardır. Eurostar Avrupa'nın çoğu ülkesinin aksine İtalya'da hatların eski olması nedeniyle yavaş çalışmaktadır. 2008 yılı bitmeden tamamlanması olası olan Alta Velocità ray yenileme projesi bittiğinde Milano-Bologna arası 1 saate inecektir. Yeni terminali Benito Mussolini tarafından yaptırılmış olan Milano Merkez Tren İstasyonu en büyük tren istasyonudur.
Lombardiya'nın başkenti ve ulaşım merkezidir. Şehrin prestij sahibi kültürel geleneklerini, sayısı dörtten fazla olan üniversiteleri, Müzik Konservatuvarı, Sanat Akademisi, dünyanın en meşhur opera binalarından birisi olan La Scala, meşhur sanat galerileri ve kütüphanelerine emanet edilmiştir. Milano ayrıca, İtalyan basın yayınının başkentidir. İtalya'nın en modern kenti olan Milano'da hayatın yoğun olarak yaşandığı iki bulvar bulunmaktadır: Bu bulvarlardan daha kısa olanı, bugün kuzeyde Porta Ticinese ve güneyde Porta Nuova olmak üzere bazı kalıntılarına rastlanan 14. yüzyıl rampalarının yerini almıştır. Kale, şehrin savunma sistemlerinin bir parçası durumundaydı.
Geçmişin artistik gerçeğinin yanı sıra Milano, modern kent planı ile övünç duymaktadır. Modern binalar, özellikle Piazza Cavour, Via Turati, 30'dan fazla katı bulunan Piazza della Repubblica ve çevresinde yeni iş merkezleri kurulmakta olan 36 katlı Pirelli Gökdeleni'nin bulunduğu Piazza Duca d'Aosta gibi caddelerde görülebilir. 1964 yılından beri hizmet veren yeraltı metrosu bugün 3 hatlıdır.
Bir Avrupa ticaret merkezi olan Milano, ev sahipliği yaptığı uluslararası fuarlarına her yıl on binlerce iş adamını konuk etmektedir. İpek ticaretinde Lyon'u gerilerde bırakan Milano'da Orta Çağ Avrupası'nın meşhur Lombardia'lı sarraf ve faizcileri, yerlerini bugün sayısı 465'i bulan çeşitli bankalar ile onların şubelerine bırakmıştır.
31 Mart 2008'de dünyanın en büyük ve kapsamlı fuar organizasyonu kabul edilen Expo yarışını diğer aday olan İzmir'i 65'e karşı 86 oyla geride bırakarak kazanmış ve Expo 2015'e ev sahipliği yapma hakkını elde etmiştir.
Milano'da bulunan Dominiken Santa Maria della Gracia Manastiri ve Kilisesi ve manastır yemekhane duvarı üzerindeki Leonardo da Vinci'nin Son Aksam Yemegi tablosu UNESCO Dünya Mirası listesi listesinde bulunmaktadır.
Coğrafi konumu.
Milano şehri yukarı Po Nehri ovasının batı-merkez bölümünde yerleşmiştir. Yakında bulunan Po Nehri'ne Alplerden inen Ticino Çayı ve Adda Çayı'nın katılma noktaları da şehre yakınındadır.
Milano'nun genel olarak, bazı kara iklimi nitelikleri de olan, nemli subtropik iklimi bulunmaktadır. Diğer önemli Kuzey İtalya ova şehirleri gibi, Milano'da da sıcak, nemli ve çok bunaltıcı yazlar ile soğuk ve yağışlı kışlar ortaya çıkar. Şehir merkezindeki ortalama sıcaklık ocak ayında 3 °C (Ocak minimumu −2 °C) ve temmuz ayında 25 °C (maksimum 30 °C) olur. Kışın kar yağışları beklenir ama karlı hava kısa sürer. Ortalama kar yağışı şehir merkezinde 21 cm olmuştur ve en fena kış olan Ocak 1985'te kar yağışı rekoru 70 cm olmuştu. Nemlilik tüm yıl içinde yüksektir. Şehirde çok yüksek kirlilik görülür. Şehir Po ovasında hava soğuk olduğu zamanlar çok kere dumanla karışık sise bürünür. Genellikle şehir merkezinde rüzgâr fazla esmez ancak bazı ilkbahar günleri Alplerden gelen "Tramontanta" fırtanaları ve kuzeydoğudan "Bora" rüzgârlarına benzer fırtınalı havalar olur.
Tarihçe.
Şehir ilk Insubres tarafından kurulduğunda adı Medhlan idi. Daha sonra M.Ö 222 civarında şehri işgal eden Roma İmparatorluğu ile Milano hızlı bir şekilde gelişmiştir.
Nüfus gelişimi.
19. yy. son çeyreğinde İtalya birleştirildiğinde Milano nüfus itibarıyla İtalya'nın ikinci büyük şehri idi ve 21. yüzyılda da bu ikinci büyük şehir olma sırasını korumaktadır. 1936 yılına kadar nüfus bakımından Napoli birinci sırayı almaktaydı ve bundan sonra birinci sırayı Roma almıştır. Milano'nun belediye sınırları içinde nüfusu (1.743.427 kişi olan) zirve değerine 31 Aralık 1973'te yetişmiş ve bundan sonra (şehir belediye sınırları içindeki, yüksek ve yüksek-orta sınıfların varoşlara kaymaları dolayısıyla) nüfusu düşme göstermiştir. Bu şekilde metropoliten büyük Milano içinde bulunan civar şehir ve komünler alanı genişleyip daha yüksek sayıda nüfus taşımaya başlamışlardır. 19. yy ve 20.yy da Milano'nun belediye sınırları içindeki nüfusunun gelişmesi şu gösterimde görülebilir:
Kültür.
Din.
Sant'Ambrogio koruyucu azizidir.
Spor.
Futbol İtalya'da en popüler olarak oynanan ve seyredilen spordur. Milano şehrinde uluslararası üne sahip iki futbol kulübü bulunmaktadır: Milan ve Internazionale. Bunlardan genellikle konuşulurken birincisine "Milan" ikincisine "Inter" olarak atıf yapılmaktadır. Bu iki takımın birbiriyle karşılaşmasına "Milano Derby'si" veya Milano Katedrali cephesinde bulunan Meryem (Madonnina) heykeline atıfla "Derby della Madonnina" adı verilmektedir.
Her iki takım da UEFA tarafından 5-yıldızlı stad olarak değerlendirilmiş, gerçek ismi "Giuseppe Meazza Stadı" olan, ama genellikle "San Siro" olarak anılan stadda oynamaktadırlar. Bu stad Avrupa'nın en büyük stadlarından biri olup oturmalı seyirci kapasitesi 80.000 üzerindedir.
Milano ve Manchester şehirleri UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan en az iki takımın (AC Milan ve Internazionale) (Manchester United ve Manchester City) bulunduğu tek Avrupa şehirleridir. AC Milan ve Internazionale takımları bunun yanında FIFA Kulüpler Dünya Kupası kazanmış kulüplerdir. Toplam olarak 10 tane Şampiyonlar Ligi kupası kazanan AC Milan takımı diğer Avrupa şehri takımlarına nisbetle en çok Şampiyonlar Ligi kupası kazanan takımdır.
Milano şehri yakınlarında bir büyük parkta Monza Formula 1 otomobil yarışı yapılma pisti ve yarışma merkezi bulunmaktadır. Bu pistin F1 yarışları için seyirci kapasitesi günümüzde yaklaşık 250.000 kişidir ama 1950'li yıllarda bu pist stadyumları 250.000 kişiye seyirci olarak yer sağlamaktaydılar. Monza F1 yarışlarının
1960'ta yeniden başlamasından beri, 1980 hariç, hemen hemen her yıl F1 yarışına sahne olmuştur.
Milano şehrinde İtalya'da bir popüler seyirci sporu olan basketbol sporunda ülkede en başarılı takım olan Olimpia Milano takımı bulunmaktadır. Bu takım kapasitesi 12.000 seyirci olan Mediolanum Forum arenasında oynamaktadır. Bu Milano takımı 28 defa İtalyan Serie A (basketbol) şampiyonluk kupası ve 3 defa EuroLeague kupasını kazanmıştır.
Milano şehri diğer spor karşılaşmaları arasında 1934 v2 1990'da FIFA Dünya Kupası, 1980'de Avrupa Futbol Şampiyonası; 2003'te "Dünya Kürek Şampiyonası"; 2009 Dünya Boks Şampiyonası ve 2010'da Erkekler Dünya Voleybol Şampiyonası turnuvaları için misafir şehir olmuştur.
Eğitim.
Milano'da bulunan yüksek eğitim kurumları sayısı 39 üniversiteden oluşmaktadır. Bu üniversitelerde 44 fakülte bulunmaktadır. Milano yüksek eğitim kurumları her yıl yaklaşık 174.000 yeni öğrenci almakta ve bu İtalya'nın tümü için üniversite öğrenci girişlerinin %10'una eşit olmaktadır. Milano yüksek eğitim kurumlarından her yıl mezun olup üniversite diplomasi alan sayısı 34.000 üzerinde ve bu kurumlarda diploma üstü eğitim gören öğrenci sayısı 5.000 civarında olup bunlar İtalya'da en yüksek sayılardır.
Ulaşım.
Milano İtalya'nın demiryolları ağının merkezlerinden biridir. Şehirde 5 tane ana tren garı bulunmaktadır. Bunlardan en çok yolcu çekini "Milano Santral İstasyonu"dur ve gelen-giden yolcu sayısı bakımından bu gar İtalya'nın en büyük istasyonlarından biridir. Milano'ya gelen ilk demiryolu 4 Ağustos 1840'ta sefere açılan Milano-Monza hattı idi.
16 Aralık 2009'dan itibaren 300 km/saat hıza uygun yüksek hızlı demiryolu hatları üzerinde Milano - Bologna - Floransa - Roma - Napoli - Palermo yönünde ve Torino - Milano yönünde hızlı tren seferleri başlamıştır. Hızlı tren servisi ile yolcu seyahat zamanları Milano-Torino arası 45 dakikaya; Milano-Bologna 1 saate; Milano-Floransa 1 saat 40 dakikaya; Milano-Napoli 4 saate ve Milano-Salerno 4 saat 25 dakikaya düşürülmüştür.
Milano Metropoliten bölgesinde kamu taşıma ulaşımı olan 3 metropoliten demiryolu hattı; tramvay sistemi; troleybüs sistemi ve otobüs hatlarının işletmecisi "Azienda Trasporti Milanesi (ATM)" adlı kamu şirketidir. Bu şirket 86 komüne hizmet veren 1400 km uzunlukta bir kamu ulaşım sistemi işletmektedir. ATM bundan başka ana ulaşım değişim merkezlerinde bulunan otoparkları; şehrin tarihsel merkezindeki sokak otomobil park etme sistemini ve ticari merkezlerdeki oto-parkları "SostMilano" park-kartı sistemi ile idare etmektedir.
Milano'da "Milan Metro" adı verilen ve üç hattan oluşan ve 80 km uzunlukta olan yeraltı hızlı transit sistemi bulunmaktadır. Hâlen 2015 Expo sergisine yetiştirmek üzere iki yeni hattın yapımı devam etmektedir. Şu andaki işletilen üç metro hattı şunlardır: kuzeydoğu-batı yönünde işleyen "Kırmızı Hat 1"; kuzeydoğu-güneydoğu yönünde işleyen "Yeşil Hat 2" ve kuzey-güney yönünde işleyen "Sarı Hat 3"
Milano şehri tramvay ağı yaklaşık 160 km uzunlukta 17 hattan oluşmaktadır. ATM tramvay sistemi hala sorun vermeden çalışmakta olan 1928 yılı yapısı tramvay vasıtaları kullanmaktadır.
Milano otobüs sistemi hatları uzunluğu yaklaşık 1.070 km'dir.
İtalya Bölgesel demiryolları tarafından işletilen Milano merkezinden varoşlarına giden sistemde 10 hat bulunmaktadır. 2011 sonunda yeni bölgesel demiryolları hatlarının servise girmesi planlanmıştır.
Milano Komün idaresi tarafından verilen ruhsatlarla kontrol edilen şehir taksi servisi özel şirketler tarafından işletilmektedir. Tüm Milano şehri ruhsatlı taksileri tek örnek beyaz renklidir. Taksi ücretleri önce bir sabit ücret ve sonra geçen zamana ve katedilen uzaklığa göre değişen ücretten oluşur. Şehir taksi şoförleri politik gücü dolayısıyla Milano belediyesi tarafından verilen ruhsat sayısı çok sınırlıdır.
Milano metropoliten şehri için uçak servisi yapan üç havaalanı bulunmaktadır:
Komşu komünler.
Milano komünü şu komünlerle sınır komşusudur:Assago, Arese, Baranzate, Bollate, Bresso, Buccinasco, Cesano Boscone, Cologno Monzese, Corsico, Cormano, Cusago, Novate Milanese, Opera, Pero, Peschiera Borromeo, Rho, Rozzano, San Donato Milanese, Segrate, Sesto San Giovanni, Settimo Milanese, Trezzano sul Naviglio, Vimodrone
Kardeş şehirler.
Milano şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20410",
"len_data": 11239,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.39
}
|
Varyemez, Kemal Sunal'ın başrolünde oynadığı, yönetmenliğini Orhan Aksoy'un yaptığı 1991 yapımı komedi filmi.
Konusu.
Varlıklı ve zengin bir patronun, epeyce cimri oluşu ailesinde problem yaratmaktadır. Başı sıkışınca dostları yüz çevirirler. İki yüzlü insanlar ve yalancı dostlukların işlendiği bir film. Ragıp Elibol (Kemal Sunal) İlk Eşi Melek'ten (Leman Çıdamlı) ayrıldıktan sonra Dürdane (Yasemin Yalçın) ile evlenmiştir. Eski eşi ne kadar nafaka istese de vermemekte direnir. Aşırı derecede cimridir. Kendi buna tutum dese de tam manasıyla cimridir.
Bir Gün Ragıp bey hiç tanımadığı bir örgütten tehdit telefonları almaya başlar. İlk etapta önemsemez. Ancak bir televizyon programına katıldığı gün KKMA isimli örgüt tarafından fidye istemek maksadı ile kaçırılır. Ancak bu örgüt tehdit telefonlarını eden örgüt değildir.
(Aslında Örgüt Falan yoktur. Hayallerini gerçekleştirmek için, Ragıp'ın onları örgüt sanmasından faydalanmaya çalışan 4 genç vardır.) Örgüt parayı alamayacağını anlayınca Ragıp'ı serbest bırakır. Ancak Ragıp eve dönmez. Bu Sırada Dürdane ve ailesi başka birinin kaza geçirdiğini duyar ve bunu Ragıp zannederler. Cenazeye tebdili kıyafetle katılan Ragıp ise arkasından hiç iyi konuşulmadığını ve kimsenin hakkını helal etmediğini görür.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20417",
"len_data": 1262,
"topic": "ENTERTAINMENT",
"quality_score": 2.87
}
|
Bursa Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi, Bursa'da tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen, Türkiye'nin ilk araba müzesidir. Müze, Umurbey Mahallesindeki 17.000 metrekarelik bir alanı kapsayan eski bir ipek fabrikasının Tofaş'ın sosyal sorumluluk projesi adı altında restore edilmesiyle Haziran 2002 tarihinde ziyarete açılmıştır.
Müze hakkında.
Müze, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin müze yapılmak üzere 30 yıl için TOFAŞ Otomobil Fabrikası'na kiraya verdiği 17 dönüm bahçe içindeki eski bir ipek fabrikasının (İpeker Fabrikası) restore edilmesiyle oluşturulmuştur. Restorasyon, 1998-2002 yılları arasında gerçekleşmiştir. Binanın restorasyonunu Mimar Naim Arnas gerçekleştirmiştir.
Bursa'da bir mezarda bulunan ve daha önce Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte olan 2600 yıllık bir savaş arabası müzede sergilenen en önemli eserlerdendir. Türkiye'nin çeşitli illerinden seçilerek bir araya getirilen kağnılar, at ve öküz arabaları, top arabaları, ot arabası, odun arabası gibi pek çok araba, panyolar, çarklılar, yarım esebey, Briçka gibi tarihi arabalar çok ince işlemlerden geçirilerek restore edildikten ve sınıflandırıldıktan sonra sergilenmektedir. Müzede Tofaş üretimi 8 otomobil de yer almaktadır.
Müze binası.
Müze; Umurbey Hamamı, Fayton Kafe, Eski Türk Evi, Fırın ve Baca, Havuz, Dokuma Alanı, Mancınıkhane ve Kozaklık olmak üzere 8 bölümden oluşmaktadır.
Umurbey Hamamı, zamanının Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa'nın oğlu Omurbey tarafından yaptırılmıştır; şu anda müzenin fuaye ve geçici sergilerinin toplandığı yer olarak kullanılmaktadır. Eski Türk Evi olarak adlandırılan bölüm ise müzenin idari binası olarak hizmet verirken arsanın diğer köşesinde bulunan havuz binanın ipek fabrikası olarak kullanıldığı zamanlardan kalan bir hatıra niteliği taşımaktadır. İkisinin arasında ise müze binası olarak kullanılan dokuma alanı, mancınıkhane ve kozaklık bulunmaktadır. Müze ve sergi alanlarının hemen dışarısında yer alan bahçede birçok ağacın ve bitkinin yanı sıra; 300 yıllık bir çınar ve 200 yıllık bir karadut ağacı yer almaktadır.
Müzenin içerisinde MÖ 12000 yılından günümüze kadar Anadolu'da otomotiv alanının zaman içerisindeki gelişimine dair sergiler bulunmaktadır. Ahşap kazıklardan buharlı motorlara kadar; tekerleğin Anadolu'ya ilk ulaşmasından itibaren hidrolik direksiyon sisteminin icadına kadar olan farklı farklı süreleri kapsayan bir sergi mevcuttur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20422",
"len_data": 2404,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.62
}
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.