text
stringlengths 3
198k
| metadata
dict |
---|---|
Polen (çiçek tozu), bitkinin erkek gametini (bu nedenle erkek DNA) dişi gamete taşıyan bir yapıdır. Polen, bu taşınma sırasında erkek gametini çok iyi korumak zorundadır. Polenin dış duvarı eksin olarak adlandırılır. Bu tabaka çok nadir olarak bulunan ve çok dayanıklı olan sporopollenin denilen bir yapıdan oluşmaktadır. İç tabaka ise selülozdan yapılmış olup tipik bitki hücre duvarının yapısındadır. Polen tanelerinin boyu 15-100 µm arasındadır. Sıkıştırılmış polen tozu binlerce polen tanesi içermektedir.Taç yaprakların iç kısmında bir veya iki daire üzerine dizilidirlerdir
Arı poleni.
Bitkilerin erkek üreme hücresi olan polen, 21 günlük bal arıları tarafından, arı kolonisinin arı sütü üretimi ve larvaların gelişmesinde protein ihtiyacını karşılamak için toplanır. Polen, genç işçi arıların, yavruların ve yavru gıda bezlerinin gelişmesi için gerekli bir besin kaynağıdır. Arı poleni protein, mineral ve vitamin değeri yüksek bir arı ürünüdür. Polen olmadan yavru geliştirilmesi mümkün değildir. Polen elde edildiği kaynağa göre farklı renk ve şekillerde olmaktadır.
Polenin kimyasal yapısı.
Arı poleninin en önemli yapı taşı proteinlerden oluşur. Protein bakımından zengin içeriğe sahip olan polenin içeriği aminoasitler, fenolik asitler, steroidler, enzimler antioksidanlar, beta karoten, kalsiyum, magnezyum, selenyum, nükleik asit, lektin, sistein, B1, B2, C ve E vitaminlerinden meydana gelir.
İşçi arılarının çiçekli bitkilerden ve orman ağaçlarından topladığı polenlerin besleme değeri aynı kalitede değildir. Örneğin çam ve okaliptüs polenleri genç işçi arılar ve larva gelişmesi için uygun değildir. Söğüt, hardal, karahindiba ve çiriş gibi bitkilerin polenleri çok kalitelidir. Polenin yapısal besin değeri ise, yağ, mineral ve şekerden oluşmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20423",
"len_data": 1769,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.06
}
|
Topkapı, 2008 yılında yapılan bir düzenleme ile "Arpa Emini", "Fatma Sultan", "Beyazıdağa" Mahalleleri'nin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. İstanbul ilinin en tanınan semtlerinden biri. Fatih ilçesi sınırları içerisindedir. İstanbul Otobüs Terminali 1994 yılında Bayrampaşa'ya taşınmadan önce bu semtteydi. Terminalin taşınması ile birlikte eski kalabalık günlerini kaybetmiştir. Otogarın etkisinin tamamen kalkması ile yeniden düzenlemeler sürmekte ve surun dışı tamamen park haline getirilmiştir.
İstanbul surları semti çevreler ve semtin bir bölümü suriçi diye tabir edilir. Semt ismini, surların Mevlevihane Kapı ile Edirnekapı arasında bulunan ve Bizans döneminde Ayios Romanos; fetihten sonra da Topkapı olarak isimlendirilen kapıdan almıştır. Fatih Sultan Mehmet'in şehre ilk girdiği kapının buradaki sur kapısı olduğu bilinmektedir. Semtin merkezi yeri, Kara Ahmed Paşa Camii ve külliyesidir. Semtte yer alan Vatan Caddesi üzerinde Topkapı Mezarlığı bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20424",
"len_data": 975,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.48
}
|
Şehremini, 2008 yılında yapılan bir düzenleme ile "Deniz Abdal", "İbrahim Çavuş" ve "Ereğli" Mahalleleri'nin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Topkapı'dan Suriçi'ne eski İstanbul'a girdikten sonra Millet Caddesi boyunca Fındıkzade'ye kadar inen, sağdan Başvekil Caddesinden Kocamustafapaşa'ya çıkan, soldan Çapa Tıp Fakültesi'nden Vatan Caddesine uzanan Fatih'in popüler ve bilindik mahallesidir. İstanbul surları boyunca Şehremini'ye Topkapı, Mevlanakapı, Silivrikapı'dan girilirebilir.
Mahallede iki büyük hastane vardır: Çapa Tıp Fakültesi ve Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi. Şehremini'de birçok camii bulunur. Bir Mimar Sinan'ın eseri olan Has Odabaşı Camii (Odabaşı'ndadır), Gazi Ahmet Paşa Camii (Kaleiçinde, eski Topkapı'dan girişten sonra soldadır). Mevlanakapı'dan çıkınca hemen karşıda Merkezefendi Camii görülür. Diğer belli başlı camiler: Çivizade, Örümceksiz, İskenderağa, Caferağa, İbrahim Çavuş, Melek Hatun ve Sormagir Camiileri'dir.
Çapa hastanesinden Topkapı'ya doğru giderken sağda karakol, karşısında İETT garajı vardır. Mahallenin ana caddesi karakolun karşısındadır. Mahalle ana caddesinde bir büyük park, bir çocuk parkı bulunur. Fındıkzade'ye inerken sağda adını bu yerleşim yerinden alan tarihi ve köklü bir anadolu lisesi olan Şehremini Anadolu Lisesi ve karşısında Çapa Fen Lisesi bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20426",
"len_data": 1345,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.47
}
|
Obi Nehri (Rusça: "Обь," Ob ("b" ince"), Nenetsçe: "Kanto", Hantıca: "As", Tatarca: Үмәр; Ümer) Sibirya'nın güneyinden başlayan ve Arktik Okyanusu'ne dökülen akarsu. Nehir oldukça geniş ve düz yataklara sahip olduğundan şehirler arası yolcu ve yük taşımaya elverişlidir. Kışın nehir suları donar ve kara aracı geçişine uygun hâle gelir.
Asya'nın en uzun ırmaklarından biri olan Obi Rusya sınırları içindedir. Biya ve Katun ırmaklarının birleşmesiyle oluşur. Bu birleşme noktasından, Arktik Okyanusu'ne döküldüğü yere kadar 3.650 km uzunluğundadır. En uzun kolu Kara İrtiş'le birlikte 5.411 km uzunlukta olan Obi Irmağı'nın havzası 2.990.000 km²'lik bir alan kaplar. Obi Nehri'nin genişliği Barnaul'da 2 kilometredir. Ağzı yakınlarında ise genişliği 19 kilometreyi aşar.
Nehirden Dîvânü Lugati't-Türk'te "Yamar" ismiyle bahsedilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20427",
"len_data": 834,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.6
}
|
Cumalıkızık Etnografya Müzesi, Bursa'nın Cumalıkızık mahallesinde yer alan, mahallenin geçmişine ait eşyaların sergilendiği bir müzedir. 1992'de hizmete girdi. 2015'te yenilenerek tekrar ziyarete açıldı.
Müzede sergilenen eserler, halk tarafından bağışlanmıştır. Müzede, Osmanlı Devleti'nin 2. padişahı Orhan Bey'in köye verdiği bir berat bulunmaktadır. Bahçesinde at arabaları, dibek taşı, yalak, üzüm çiğneme teknesi gibi nesneler, müzenin içinde ev eşyası, mutfak eşyası, aydınlatma ve ısınma araçları, av malzemeleri, Uludağ'da bir zamanlar sürüler hâlinde yaşayan geyiklerden kalma dev geyik boynuzu, semerler sergilenir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20428",
"len_data": 626,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.49
}
|
Şehremini Anadolu Lisesi, İstanbul'da Fatih'in Çapa semti Şehremini mahallesinde bulunan bir Anadolu lisesidir.
Tarihçe.
Şehremini Anadolu Lisesi (ŞAL) eski adıyla Şehremini Lisesi (ŞL), İstanbul'un Fatih ilçesinin Çapa semtinde Uygulama Ortaokulu olarak 1950-1951 öğretim yılında açılmıştır.
Kemal Kaya'nın girişimleri ile "Derviş Paşa Konağı" arsasına yapılan binada 3 Ekim 1955'te Şehremini Ortaokulu adı ile eğitim ve öğretime başlanmış ve okulun kurucu müdürlüğüne "Tahir Tezcan" atanmıştır. O dönemin valisi Vefa Poyraz'ın isteği ile 1970-1971 öğretim yılından itibaren liseye çevrilmiştir.
Kurucu müdür "Tahir Tezcan'dan" sonra "Tevfik Ak" (1975-1985) ve "Şükrü Kaya Yaşar" (1985-1992) okul müdürü olarak görev yapmıştır. Ağustos 1992 tarihinden itibaren de "Mehmet Ata Özer" okul müdürlüğü görevini sürdürmüştür bu süreç içerisinde okul dünya basketbol şampiyonu olmuştur ve dünya çapında tanınmaya başlamıştır. 1993 yılında lisenin İngilizce eğitim veren yabancı dil ağırlıklı bölümü de Şehremini Süper Lisesi adıyla açılmıştır. 2006 yılında "Mehmet Ata Özer'in" İstanbul İl Millî Eğitim Müdürü olmasıyla "İsmail Can" okul müdürü olmuştur. 2015 yılından itibaren müdürlük görevini "Yüksel Köşker" yürütmektedir.
5.00 not ortalamasıyla öğrenci alan tek devlet okulu olma özelliğini taşıyan Şehremini Lisesi,Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nın almış olduğu kararla 2005 yılında Anadolu Lisesi olmuştur. 2021-2022 yılından itibaren 2 yıldır hazırlık sınıfı ile eğitim vermektedir. Okul, 2022 yılında AP Okulları Birliği ile “Uluslararası Akademik İş Birliği" protokolü imzalamıştır. 2023-2024 eğitim-öğretim yılından itibaren AP (Advanced Placement) programını öğrencilerine sunacaktır.
Ulaşım.
Okulun önünde iki ana otobüs durağı ve 275 metre yürüme mesafesinde ise T1 Çapa-Şehremini istasyonu bulunur. Ayrıca T1 ile aktarmalı olarak Marmaray, M1, M2 gibi toplu taşıma araçlarına binilebilir. Bunun dışında minibüs ve otobüs seçenekleri de vardır. Kısaca; Fatih, Beyoğlu, Şişli, Kağıthane, Bağcılar, Sultangazi, Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa, Beylikdüzü, Bayrampaşa, Güngören, Esenler ve Bakırköy gibi ilçelerden kolaylıkla ulaşılabilir.
"Şehremini" Kelimesinin Etimolojisi.
Farsça ve Arapça dillerinden türeyen bu kelime Osmanlı devlet teşkilatında saray ve devlet binalarının bakımı ve onarımı gibi işlere bakan, maaş ve masraflardan sorumlu kimse anlamına gelmektedir. Bugün belediye başkanı ve vali ile eşdeğer statüye sahiptir. Dönemin belediye başkanlarının ikamet ettiği bölge olan Şehremini, adını buradan almıştır.
Tanınmış mezunlar.
17 Ağustos 2000 tarihinde "Şehremini Lisesi Mezunlar Derneği" "(Şehmed)" kuruldu. Derneğin şu an 7000'den fazla üyesi bulunmaktadır. Dernek başkanı Sertaç İkizceli'dir. Geleneksel mezunlar toplantısı her sene okullar açıldıktan hemen sonra yapılmaktadır.
Okulda öğrenim görmüş kayda değer kişiler şu şekildedir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20429",
"len_data": 2869,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.38
}
|
Astrobiyoloji ya da eksobiyoloji, disiplinlerarası bir bilim olup, özellikle evrende yaşamın ortaya çıkmasını ve evrimini sağlayan jeokimyasal ve biyokimyasal etken ve süreçleri konu alır; bir başka deyişle, evrende biyolojik kökenin, evrimin, dağılımın ve canlıların geleceğinin incelenmesidir.
Bu bilimsel disiplinler-arası alan, kısaca, Güneş Sistemi'nin içinde ve dışında kalan "yaşanabilir gezegen"lerdeki yaşanabilir ortamların araştırılmasını, abiyogenez (prebiyotik kimya) kanıtlarının araştırılmasını, Mars'ta ve Güneş Sistemi'mizde yaşamı, Dünya'daki yaşamın evriminin kökenleri ve erken dönemleri üzerine laboratuvar çalışmalarını, alan araştırmalarını, yaşam potansiyelinin Dünya ve uzaydaki zorluklara uyarlanması çalışmalarını kapsar.
Astrobiyolojinin bu tanımı, doğal olarak, yaşamın, yeryüzünde ortaya çıktığı gibi, Güneş Sistemi içinde veya dışında bulunan başka yerlerde, başka gezegenlerde de ortaya çıkmış olabileceği kabulünü içerir. Dünya'dan "kökten farklı ortamlar" içeren diğer kozmik cisimler üzerinde de yaşam izleri mevcut olabileceğinden, astrobiyolojide "basit organik madde"den (biyomoleküller, peptidik, nükleik ya da lipidik zincirler) daha karmaşık yapılara (ilk hücreler, ilk genetik sistemler) doğru uzanan evrime hükmeden olası süreçlerin araştırılması söz konusudur. Dolayısıyla bu süreçlerin araştırılmasında, organik kimya, inorganik kimya, biyokimya, hücre biyolojisi, iklimbilim, jeokimya, gezegenbilim ve enformatik modelizasyon gibi çeşitli bilimsel alanların, bir bütünü tamamlayacak tarzda, derin bir etkileşim içinde olmaları kaçınılmaz hale gelir.
Örneğin, astrobiyologlar yeni gezegenler keşfetmek ve bunların yaşanabilirliğini saptamak üzere astronomlarla, moleküler etkileşimlerden yaşama geçişi anlamak üzere kimyacılarla, diğer gezegenler üzerindeki anahtar mineraller ve suya ilişkin kanıtları incelemek üzere jeologlarla, en erken yaşam türlerini araştırmak ve anlamak üzere paleontologlar ve moleküler biyologlarla ve bunların yanı sıra, iklimbilimcilerle, gezegenbilimcilerle ve diğer çeşitli bilim dallarındaki bilim insanlarıyla iş birliği içinde çalışırlar.
Günümüzde gitgide genişleyen astrobiyoloji aynı zamanda, hangi türde olursa olsun Dünya-dışı yaşama ve varsa Dünya-dışı zeki yaşama ilişkin araştırmayla da (Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması) ilgilenmektedir. Fakat olası gelişmeleri beklemekte olan bu son değinilen araştırma sahası (Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması) şimdilik çok marjinal durumdadır.
Astrobiyoloji diğer dünyalardaki yaşamın mahiyeti hakkında kuramsal tahminlerde bulunabilmek ve Dünya'nınkinden çok farklı olabilecek biyosferleri tanımlayabilmek ve ayırt edebilmek amacıyla, fizikten, kimyadan, astronomiden, moleküler biyolojiden, ekolojiden, gezegenbilimden ve jeolojiden yararlanır. Astrobiyoloji daha çok bilimsel verilerin yorumlanmasına, yani evrenin diğer ortamları hakkında diğer bilimlerce ortaya koyulmuş ayrıntılı ve güvenilir verilerin yorumlanmasına yoğunlaşır ve öncelikle, mevcut bilimsel kuramlarla çelişmeyen varsayımlarla ilgilenir.
Genel bakış.
Astrobiyoloji terimi, eski Yunancadaki “yıldız, takımyıldız” anlamına gelen "astron" (ἄστρον), “yaşam” anlamına gelen "bios" (βίος) ve “çalışma, inceleme” anlamına gelen -"logia" (-λογία) sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşmuştur. Astrobiyoloji nispeten kısa zaman önce ortaya çıkmış ve hâlen gelişmekte olan bir alandır. Evrenin başka yerlerinde yaşamın olup olmadığı meselesi, doğrulanabilir bir varsayım içerdiğinden, bilimsel sorgulamanın geçerli olduğu bir konudur. Bir gezegenbilimci olan David Grinspoon astrobiyolojiye, bilinen bilimsel kuramlar dahilinde “bilinmeyen” hakkında spekülasyonlarda bulunan bir tür doğal felsefe alanı gözüyle bakar. Bununla birlikte astrobiyoloji, bilimsel sorgulamanın ana-akımı dışında tutulması halinde, başlıbaşına yöntemli bir inceleme alanıdır. NASA ilk astrobiyolojik projesini 1959'da hazırlamış, astrobiyolojik programını da 1960'ta belirlemiştir. NASA'nın 1976 ‘da uygulamaya koyduğu "Viking missions" projesi, mümkün yaşam belirtilerini araştırmaya ilişkin üç biyoloji deneyi içeriyordu. NASA 1971'de kısa adı SETI olan Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması Projesi'ni (Search for Extra-Terrestrial Intelligence) başlattı. Projenin amacı Dünya-dışı bir uygarlıktan veya uzak bir gezegenden gelen mesajların varlığının saptanması ve var olduklarının saptanması halinde bunların incelenmesiydi. Projede olası Dünya-dışı zeki yaşamı özellikle radyoelektrik sinyalleri dinleme yoluyla araştırmaya ağırlık verilmiştir.
Astrobiyoloji 21.yy.'da NASA'nın ve ESA'nın (European Space Agency) Güneş Sistemi keşif projelerinde giderek artan bir önemle odak haline gelmiştir. Bu alanda Avrupalılar'ın astrobiyolojiyle ilgili ilk uygulaması Mayıs 2001'de İtalya'da yer almış, ardından Aurora Programı uygulamaya konulmuştur. Halihazırda NASA bünyesinde NASA Astrobiyoloji Enstitüsü bu alanda çalışmalarını sürdürmekte ve gerek ABD üniversitelerinde (University of Arizona, Penn State University) gerekse Britanya (University of Glamorgan) Kanada, İrlanda gibi diğer ülkelerin üniversitelerinde okutulan astrobiyoloji, üniversitelerde giderek yaygınlaşmaktadır.
Günümüzde astrobiyolojinin özel bir araştırma alanı da Dünya'ya yakınlığı ve jeolojik tarihi nedeniyle Mars gezegeninde yaşamın araştırılmasıdır. Mars'ın yüzeyinde geçmişte bol miktarda sıvı su bulunduğuna ilişkin olarak günümüzde yeterince kanıt bulunmaktadır. Bilindiği gibi, su, karbon temelli yaşamın oluşmasını haber veren bir ön belirti sayılır. Viking Programı ile Beagle-2 sonda araçlarının her ikisi de özellikle Mars'ta yaşamın araştırılmasına yönelik çalışmalarla görevlendirilmişti. Bu konuda Viking Programının sonuçlarının yetersiz olduğu kabul edilir. Beagle-2 ise arızalanıp parçalanmıştı.
Astrobiyolojinin baş rolde olacağı bir başka proje Jüpiter'in su içerdiği sanılan uydularına uzay gemisinin gönderilmesinin planlandığı Jupiter Icy Moons Orbiter Projesi idi. Fakat NASA'nın tercihlerindeki değişmeler ve 2005'te finansmanın kesilmesi sorunu projenin iptalini getirdi. Halihazırda Phoenix, Mars'taki mikrobik yaşamın geçmişteki ve şimdiki durumunun anlaşılması için çevreyi ve gezegendeki suyun tarihini araştırmaktadır. NASA bu araştırmanın daha değişik bilim araçlarıyla sürdürülmesi için 2009'da da "Mars Science Laboratory" adlı uzay keşif aracını fırlatmayı planlamıştır.
Amaçlar ve araştırma alanları.
Astrobiyolojinin NASA tarafından belirlenen 7 temel amacı ve bunların içerdiği, araştırma alanlarının neler olduklarını gösteren konular şunlardır:
Yöntemler.
Alan daraltma.
Diğer gezegenlerdeki yaşamı araştırırken, doğru olup olmadıkları henüz bilinemiyorsa da bazı basitleştirici varsayımlardan yola çıkılması astrobiyoloğun hedefini küçültmesi, yani çalışma alanını daraltması ve yükünü hafifletmesi bakımından yararlıdır. Bu bakımdan astrobiyoloji çalışmalarında şu hususlar gözönünde bulundurulur:
Galaksimizdeki yıldızların % 10'unun “Güneş-benzeri” yıldızlar olduğu sanılmaktadır. Güneş'imizden yaklaşık 100 ışık yılı uzaklık içinde böyle 1000 kadar “Güneş-benzeri” güneş bulunmaktadır. Bu yıldızlar ya da güneşlerin Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması kapsamındaki “yıldızlar-arası dinleme”de öncelikli hedefler olmasında yarar görülmektedir.
Astrobiyolojiye yardımcı dallar.
Astronomi.
Astronomiye ilişkin astrobiyolojik araştırmaların çoğu, “"yaşam Dünya’da ortaya çıktığına göre, Güneş Sistemi’miz dışındaki Dünya’ya benzer özellikler taşıyan gezegenlerde de ortaya çıkabilir"” varsayımından hareketle, Güneş Sistemi-dışı gezegenlerin keşfi kategorisinde yer alır. Bu yüzden, olanakların bir kısmı Güneş Sistemi dışındaki Dünya-benzeri gezegenlerin keşfine tahsis edilmiştir. Bu araştırmalar özellikle NASA’nın "Terrestrial Planet Finder" ve ESA’nın "Darwin" adlı programlarında yer almaktadır. Ayrıca Güneş Sistemi’miz dışındaki gezegenleri araştırmak üzere NASA “"Kepler Mission"” uzay gemisini Mart 2009’da fırlatmayı planlamıştır, Fransızlar’ın kısa adı CNES olan Uzay İncelemeleri Ulusal Merkezi (The Centre National d'Études Spatiales) ise COROT adlı uzay teleskobu aracını 2006’da fırlatmıştır. Güneş Sistemi dışındaki Dünya-benzeri gezegenlerin keşfi konusunda, uzay araçlarıyla sürdürülen çalışmaların yanı sıra, bunlar kadar önemli tutulmamakla birlikte, yerde sürdürülen çalışmalar da bulunmaktadır.
Bu fırlatma çalışmalarının amacı yalnızca Dünya büyüklüğündeki gezegenleri saptamak değil, aynı zamanda gezegenlerden çıkan ışıkları spektroskopla doğrudan doğruya (Dünya atmosferi gibi çeşitli etkileyici faktörlere maruz kalmadan) analiz edebilmektir. Bu tayf analizlerinin incelenmesiyle Güneş Sistemi’nin dışındaki bir gezegenin temel içeriği, atmosferi ve yüzeyi saptanabilir ki, bu da gezegen üzerinde yaşam olasılığının belirlenmesinde son derece yararlı bilgiler sağlar. NASA’nın bir araştırma grubu olan Virtual Planet Laboratory adlı grup,
"Terrestrial Planet Finder" ve "Darwin" projeleri kapsamında fırlatılan ve fırlatılacak uzay araçları tarafından saptanacak gezegenlerin neye benzediğini anlamak ve daha sağlıklı yorumlar yapabilmek üzere, bu gezegenlerin kapsamlı bilgisayar modellemeleri üzerinde çalışmaktadır. Umulan odur ki, uzay araçlarının saptayacağı tayf analizleriyle bu grubun vardığı sonuçlar, bir gün bu gezegenlerde yaşamın varlığını gösterecek şekilde çakışırlar. Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerin yüzey ve atmosfer özelliklerinin anlaşılmasında ışımalarının fotometrikincelenmesi de ipucu niteliğinde veriler sağlamaktadır.
"Dünya-dışı zeki yaşam"ın bulunduğu gezegenlerin tahmini sayısı “Drake denklemi” yoluyla hesaplanır. Bu hesaplamada güneşlerine uygun uzaklıkta olan gezegenlerin sayısı, bunlar içinden koşulları yaşamın oluşmasına elverişli gezegenlerin sayısı gibi parametreler kullanılır.
Hesap sonucunda evrenin gözlemleyebildiğimiz kısmında (100 milyar galakside) yaşamın oluşmasına elverişli bir gezegene sahip yıldızların sayısı 7×1022 olarak çıkmaktadır. Bu hesaplamayla yalnızca 300 milyar yıldız içeren Samanyolu galaksimizde olması mümkün Dünya-dışı uygarlıkların sayısı yirmi ile birkaç milyon arasındadır. Bu denklemle, iletişim kurulabilecek Dünya-dışı uygarlıkların sayısı da hesaplanabilmektedir.
Denklem şudur:
formula_1
Denklemdeki matematiksel sembollerin anlamları şöyledir:
Denklemdeki mantık doğru olmakla birlikte, birçok bakımdan hata payı olduğu bilinmektedir ve bu, gözden uzak tutulmamalıdır. Dünya dışı yaşamın varlığıyla ilgili bu tür hesaplamaların sonuçlarına karşı çıkan bir varsayım “Fermi paradoksu” adıyla bilinir. Fermi paradoksuna göre eğer evrende zeki yaşam yaygınsa, onun kendini belli eden işaretlerinin olması gerekir. SETI gibi projelerin de amacı budur, yani Dünya-dışı zeki uygarlıkların yayınlamış olabileceği radyo yayınlarını yakalamaya çalışmaktır.
Astrobiyolojide bir başka etkin araştırma alanı gezegensel sistemlerin oluşumudur. Kimileri Güneş Sistemi'mizin oluşum özelliklerinin gezegenimizdeki zeki yaşamın oluşumunu takviye ettiğini ileri sürmektedir. Ancak bugüne kadar hiçbir kesin sonuca ulaşılamamıştır.
Biyoloji.
Ekstremofiller (en aşırı özelliklerdeki ortamlarda yaşayabilen organizmalar) astrobiyologlar için esaslı bir araştırma unsuru oluşturmaktadır. Biyota içeren böyle organizmalar okyanus yüzeyinden kilometrelerce aşağıda (hidrotermal bacalar yakınında) yaşayabilmekte, hatta ekstremofil mikroplar yüksek ölçüde asitli ortamlarda yaşayabilmektedir. Son zamanlarda, ekstremofillerin yaşama hiç de elverişli olmayan koşulllarda yaşayabiliyor olmalarının keşfi astrobiyologlara ilham kaynağı olmuştur. Bu organizmaların karakteristik özelliklerinin, çevrelerinin ve evrimsel yollarının tanımlanmasının evrenin başka yerlerinde yaşamın nasıl gelişebileceğinin anlaşılmasında çok önemli bir husus olduğu düşünülmektedir. Bu bakteriler Dünya'da aşırı sıcak ortamlarda (termofil organizması), aşırı basınçlı ortamlarda (piezofil), asitli ortamlarda (asidofil, alkalofil) ve ışınımlı ortamlarda (radyorezistan organizma) yaşayabildiğine göre, bu koşulları içeren gezegenlerde yaşamamaları için hiçbir neden yoktur. Kısa zaman önce bir astrobiyolog ekibi okyanus diplerindeki hidrotermal bacalar yakınında yaşayan ekstremofilleri incelemek üzere hidrobiyologlar ve deniz jeologlarıyla işbirliğinde bulunmuştur. Bilim insanları bu incelemede edinecekleri bulguları Güneş Sistemi'mizdeki Europa gibi doğal uydularda mevcut olabilecek yaşam üzerine geliştirecekleri hipotezlerde kullanmayı ummaktadırlar.
Yaşamın evriminden ayrı olarak “yaşamın kökeni” hâlen devam eden bir başka araştırma alanıdır. Güneş ışığının etkisinde oksijensiz bir atmosfer ortamında organik moleküllerden bir “ilkel çorba” oluşabileceğini iddia eden Aleksandr İvanoviç Oparin ve J. B. S. Haldane tarafından ortaya atılan varsayıma göre, ilk zamanlarda Dünya'da öyle elverişli koşullar hüküm sürüyordu ki, bu koşullar inorganik maddelerden organik bileşimlerin oluşmasını sağlayıcı, yani bu sürece sevk edici bir nitelikteydi ve böylece, oluşan bazı ortak kimyasal ürünlerin günümüzde gördüğümüz tüm yaşam türlerinde bulunmasını sağlamış oldular. Bu sürecin incelenmesi olan "prebiyotik kimya" (abiyogenez), az çok ilerleme kaydetmiş olmakla birlikte, yaşamın Dünya'da bu şekilde oluşup oluşmadığı konusunda hâlen pek açık değildir. Bu varsayıma alternatif teori olan panspermia teorisine göre ise yaşamın ilk unsurları Dünya'nınkinden daha elverişli koşullara sahip bir başka gezegen ya da kozmik cisimde oluşmuş ve herhangi bir yolla Dünya'ya aktarılmış olmalıydı.
Astrojeoloji.
Astrojeoloji gezegenler, doğal uydular, asteroitler, kuyrukluyıldızlar, meteorlar gibi gök cisimlerinin jeolojisine ilişkin bir gezegenbilim disiplinidir. Astrojeolojinin sağladığı veriler, üzerinde yaşamın başlayabilmesi ve gelişebilmesi konusunda bir gezegen ya da uydunun sahip olduğu elverişli potansiyeli, yani gezegensel yaşanabilirliğini ölçebilmemizi sağlamaktadır. Astrojeolojinin bir ek disiplini jeokimyadır. Jeokimya ya da yerkimyası Dünya'nın ve diğer gezegenlerin kimyasal bileşimlerini, kaya ve toprakları etki altında tutan kimyasal süreç ve tepkileri, Dünya'nın kimyasal bileşenlerine ilişkin maddi ve enerjetik döngüleri ve bunların atmosfer ve hidrosfer ile etkileşimlerini yer ve zaman bakımından konu alan bir daldır. Bu daldaki bazı uzmanlık alanları kozmokimyayı, biyokimyayı ve organik jeokimyayı içerirler.
Fosiller Dünya'daki yaşamın bilinen en eski kanıtlarını sağlarlar. Bu buluntuların incelenmesiyle palentologlar Dünya'nın erken dönemlerinde ortaya çıkan organizma tiplerini daha iyi anlama olanağını bulurlar. Batı Avustralya’daki Pilbara ve Antarktika’daki McMurdo gibi Dünya’daki bazı bölgeler, Mars’taki bölgelere jeolojik olarak eş tutulmaktadır ve böylece bu bölgeler, Mars’ta geçmişte var olmuş yaşamı nasıl araştırabileceğimiz konusunda bizlere ipuçları sağlamaktadır.
Yaşamın oluşabileceği kozmik cisimler.
Yaşamın oluşabilmesi için koşullar.
Bugünkü çoğunluk kabulüne göre, bir gezegen üzerinde yaşamın ortaya çıkabilmesi için zaruri koşullar olarak, genellikle sıvı suyun, azotun, karbonun ve muhtemelen silisyumun varlığı gerekmektedir. Ayrıca gezegenin yörüngesinin, ait olduğu güneş sistemindeki yerinin “yaşanabilir kuşak”ta (kabaca sistemin merkezindeki yıldızdan Güneş'in Dünya'ya uzaklığı kadar bir uzaklıkta olan kuşak) sabit olması gerekmektedir. Bugünkü genel kabule göre, Dünya'dakine benzer bir atmosferden ve sudan yoksun bir gezegende yaşamın var olabilmesi son derece spekülatif bir fikirdir. Sonuç olarak, evrende yaşamı araştırma programları gezegenimizdeki bu yaşam standartlarından yola çıkan güncel bilimsel bilgilerden hareketle yapılmaktadır.
Güneş Sisteminde yaşam.
Güneş Sistemimizde Jüpiter gibi gaz devi olan bazı gezegenlerin sıvı sudan oluşmuş okyanuslara sahip, katı yüzeyli ve yaşama elverişli uydularının olması gayet mümkündür. Güneş Sistemimizde sıcak, kayalık, bol maden içeren, Dünya gibi bir gezegen olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Eldeki verilere göre, Güneş Sistemimizde Dünya haricinde yaşam barındırmaya en elverişli üç aday Mars gezegeni, Jüpiter'in uydusu Europa ve Satürn'ün uydusu Titan'dır. Bu düşünce hücreler için çözücü (İng. solvent) olduğundan yaşam için temel bir molekül sayılan sıvı suyu Mars ve Europa'nın yeryuvarının içeriyor olması olgusuna ve Titan'ın da içerme olasılığı üzerine kuruludur. 1970'li yıllardan itibaren Mars, Europa, Titan, Enceladus gibi birçok gök cisminde su buzu bulunduğunun keşfi astronomların suyun yaygın bir kimyasal bileşim olmadığı yönündeki önceki kanaatini değiştirmeye başlamıştır.
Mars’ta yaşam.
Mars'ın geçmişindeki sıvı su akışları Mars'ın yaşanabilirlik potansiyeli taşıdığını ortaya koymaktadır. Mars'ta su kutup bölgelerinde bulunur. Mars yüzeyinde sıvı suyun bulunmadığı konusunda günümüze dek çok tartışmalar olmuşsa da, kısa zaman önceki son saptamalara göre, su akışının aşındırmasıyla açılabilecek yeni yollar oluşmaktadır ki, bu gözlemler Mars yüzeyinde, geçici de olsa, sıvı suyun olabileceğini ve muhtemelen yeraltında da geniş sıvı su rezervlerinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Merih yüzeyindeki düşük ısısı ve düşük basınç altında yüzeye çıkan suyun çok tuzlu olduğu sanılmaktadır.
Verilere göre, Mars'ın atmosferi ince olup, Mars yüzeyindeki sular yaşam için gerekenden çok daha tuzlu ve çok daha asitlidir; Gezegen geçmişte günümüzdeki haline kıyasla daha yaşanabilir haldeydi. Fakat, tartışmalı olmakla birlikte, 1970'lerdeki Viking Programı sırasında Mars toprağındaki mikroorganizmaların saptanması amacıyla Mars'tan getirilen örneklerde bazı pozitif görünen sonuçlar elde edilmiştir. Viking Programı'yla edinilen verilerden yararlanan profesör Gilbert Levin, Rafaël Navarro-González ve Ronalds Paepe yeni bir taksonomik sistem hazırladılar ve bu sistemde Mars'taki yaşam türü "Gillevinia straata" adı altında ele alındı.
Sonraki yıllarda "Phoenix Mars Lander" tarafından yürütülen deneyler Mars toprağında sodyum, potasyum ve klorür içeren bir alkali bulunduğunu gösterdi. Bu besleyici toprak yaşamı taşımaya gayet elverişliydi. Öte yandan 2004'te iki yer teleskobu Merih atmosferinde metanın varlığını gösteren tayf işareti saptadılar. Kısa zaman önce Mars yörüngesindeki uzay gemileri Mars atmosferindemetan ve formaldehit olduğunu doğruladılar. Bu saptamalar Mars'ta yaşamın varlığını ima eden işaretler olarak yorumlandı; zira bu kimyasal bileşikler Mars atmosferinde hızla çözünmektedir.
2011'de Mars'ta olması planlanan "Mars Science Laboratory" adlı sonda aracı, burada jeokimyasal mı yoksa biyolojik bir kökenin mi söz konusu olduğunu anlamak üzere Mars atmosferinde metan (CH4) ve karbondioksitteki (CO2) karbon izotop oranlarıyla ve oksijenle ilgili ölçümlerde bulunacaktır.
Mars'ta biyolojik kökenli oldukları ileri sürülen oluşumlardan en tanınmışları “koyu kumul lekeleri” adıyla bilinen oluşumlardır. İlk kez Mars Global Surveyor tarafından 1998-1999 yıllarında gönderilen fotoğraflarla keşfedilen “koyu kumul lekeleri” Mars'ın özellikle güney kutup bölgesinde (60°-80°enlemleri arasında) görülebilen, buz tabakasının üzerinde veya altında beliren, mahiyeti henüz anlaşılamamış oluşumlardır. Mars ilkbaharının başlarında belirmekte ve kış başlarında yok olmaktadırlar. Bunların kış boyunca buz tabakasının altında kalan fotosentetik koloniler, yani fotosentez yapan ve yakın çevrelerini ısıtan mikroorganizmalar oldukları ileri sürülmektedir.
Europa’da yaşam.
Jüpiter'in doğal uydularından Europa'nın dış yüzeydeki buz tabakasının altında sıvı su okyanusunun bulunduğu, bir başka deyişle, Europa uydusunun dışı buz tutmuş bir okyanusla kaplı olduğu sanılmaktadır. Bu sıvı su, esas olarak gelgit etkisiyle ısınmaya maruz kalmakla birlikte, ayrıca okyanus tabanındaki volkanik çatlaklar (hidrotermal bacalar) tarafından da ısıtılıyor olabilir. Kalınlığı 10 km. olduğu tahmin edilen bu buz tabakasının altındaki sıvı su okyanusunda güneş ışığı olmasa da büyük basınçlara dayanıklı piezofil türü organizmaların gelişebileceği düşünülmektedir. Bilim insanları bu okyanusun koşullarını çözebilmek üzere, çalışmalarında Dünya'daki, buzlar altında kalmış bir göl olan Vostok Gölü'nü (Antarktika) model olarak ele almaktadırlar.
Titan’da yaşam.
Yaşam içerme potansiyeline sahip bir diğer gök cismi Satürn'ün en büyük uydusu Titan'dır. Titan'ın Dünya'nın ilk zamanlardaki koşullarına sahip bulunduğu anlaşılmıştır. Titan'daki göller Dünya dışındaki ilk keşfedilen göllerdir. Bu göllerdeki sıvının su olmadığı, etan ya da metan olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, Satürn ve uyduları hakkındabilgi toplamak üzere gönderilen, NASA ve ESA'nın (European Space Agency) ortak yapımı olan robotik uzay gemisi Cassini–Huygens ‘ın Mart 2008’de sağladığı veriler,Titan’ın sıvı ve amonyak içerdiğini ortaya koymuştur. (ABD sonda aracı Cassini’nin indirdiği Avrupa sonda aracı Huygens Ocak 2005’te yüzeye konan ilk araç olmuştur.) 17 janvier 2005 Astrobiyologların Titan’a ilgi göstermelerinin bir başka nedeni, azot, metan ve başka bileşimler içeren, basıncı Dünya’dakinin 1,5 misli olan atmosferidir. Atmosferi Dünya’da yaşamın başladığı dönemde sahip olduğu atmosferle aynı özelliklere sahiptir. Ayrıca Satürn’ün bir başka uydusu olan Enceladus’un buzlu yüzeyi altında bir okyanusun uzandığı sanılmaktadır.
Ksenobiyoloji.
Dünya-dışı yaşama ilişkin sistemli araştırma, çokdisiplinli muteber bir bilimsel çalışma olup İngiltere, ABD ve Kanada gibi birçok ülkenin üniversitelerinde okutulmaktadır; Amerikan hükûmeti ise bu alanda NASA Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurmuştur. Bununla birlikte Dünya-dışı yaşamın nitelenmesinin yerine oturmuş olduğu pek söylenemez. Muhtemel Dünya-dışı yaşamın nasıl bir şey olduğu, türleri ve mahiyeti hakkında bir konsensüs yoktur. Bu alandaki hipotezler ve tahminler büyük bir çeşitlilik göstermektedir.
Kimilerine göre zenobiyoloji (xenobiology) ve astrobiyoloji yanlışlıkla eşanlamlı olarak kullanılan iki terimdir. Böyle düşünenlerden biyolog Jack Cohen ve matematikçi Ian Stewart ksenobiyojiyi astrobiyolojiden ayırt ederler. Onlara göre, astrobiyoloji yalnızca Güneş Sistemi dışında Dünya-benzeri yaşam araştırmasıdır. Evrende yaşam konusuna daha geniş bir perspektiften bakan ve evrendeki yaşamın Dünya’daki yaşama benzer olmayabileceğinden yola çıkan kseonobiyologlar ise, “karbon şovenizmi “ adı verilen yaşamın muhakkak karbon temelli olduğu görüşüne karşı çıkarlar ve çalışmalarında karbon ve oksijene gerek duymayabilecek canlı türleri de olabileceği olasılığını gözden uzak tutmazlar.
Güneş Sistemi dışında yaşam.
Günümüzde Güneş Sistemi'miz dışındaki Dünya-dışı yaşamı saptamamız olanaklı değildir. Bununla birlikte, gündemde bu amaçla hazırlanan birçok proje bulunmaktadır. Gelişen keşif ve gözlem yöntemleri sayesinde giderek daha fazla yeni gezegen sistemleri keşfedilmektedir ve bunlardan bazıları hiç kuşku yok ki bizim sistemimizin benzerleri olacaktır. Nitekim NASA'nın Mart 2009'da fırlatılan Kepler Uzay Teleskobu aracının amaçlarından biri de Dünya benzeri gezegenleri saptamaktır. Bunu yıldızların “ışık eğrisi”nde (İn. Light curve) ölçümlerde bulunarak gerçekleştirecektir. Günümüzde “kızılötesi astronomisi”sayesinde uzak yıldız sistemlerinin toz ve asteroit kuşakları gibi çeşitli bileşenleri giderek daha fazla gün ışığına çıkarılmaktadır. Güneş Sistemi’miz dışındaki bir gezegenin 1995'te keşfedilmesinden beri, Güneş Sistemi dışındaki yaşamın, varsa, atmosferlerin spektroskopi yoluyla incelenmesi sayesinde saptanabileceği düşünülmektedir. Kısa adı ESA (European Space Agency) olan Avrupa Uzay Dairesi ‘nin bu alandaki bir projesi 2025 yılına uzanmakta olup Darwin Uzay Projesi adını taşır. Darwin Projesi’nin 2020 yılına doğru Güneş Sistemi’miz dışında yeni gezegenleri gün ışığına çıkarması ve bunlardaki muhtemel ilkel yaşam izlerini keşfetmesi beklenmektedir. Proje kapsamında uzaya yeni bir model easas alınarak hazırlanan 5 teleskopun uzaya yerleştirilmesi söz konusudur.
Bir güneş sisteminde "yaşanabilir kuşak"ta (güneş sistemlerinde Dünya'nın Güneş'e uzaklığı kadar uzaklıktaki kuşak) yer alan "yaşanabilir gezegen"lere ilişkin meselelere cevap arama çabaları günümüzde hayli yol katetmiş durumdadır ve bazı başarılar elde etmiş bulunmaktadır. Örneğin günümüzde "Doppler spektroskopisi" ve transit yöntemleriyle Güneş Sistemi dışındaki gezegenler keşfedilebilmektedir. Bu sayede, çevrelerinde gezegenlerin dolandığı yıldızların sayısının sanılandan çok daha fazla oldukları anlaşılmaya başlanmıştır. Güneş Sistemi'miz dışındaki, diğer güneş sistemlerinin "yaşanabilir kuşak"larında yer alan gezegenlerden ilk keşfedileni, dikeyhızdan yararlanılarak keşfedilmiş Gliese 581 c adlı gezegendir. Bu gezegen 4 Nisan 2007’de Fransız, Portekiz ve İsviçreli astronomlardan oluşan bir ekip tarafından keşfedilmiş olup, 20 ışık yılı uzaklıkta bulunan kızıl cüce tipindeki Gliese 581 yıldızı çevresinde dolanır. Dolayısıyla bu gezegen yüzey ısısı bakımından Dünya ile büyük benzerlikler taşıyor olmalıdır. Bu gezegenin ortalama sıcaklığının -3 °C ile 40 °C arasında değiştiği sanılmaktadır ki, bu da yüzeyinde suyun sıvı halde olabileceği anlamına gelmektedir.
Uzaydan gelenlerin araştırılması: Meteorlar.
Astrobiyolojinin 1970'li yıllardan itibaren ilgi odağı olmasında bazı meteorlar üzerinde aminoasitlerin keşfinin etkisi büyüktür. Bazı meteorlar üzerindeki incelemeler, sonuçları tartışmalı da olsa, Dünya-dışı yaşamın ipuçlarını veriyor gibi görünmektedir. Bu meteorlardan en tanınmışları şunlardır:
100 kg. ağırlığında olup, büyüklüğü sayesinde en fazla incelenen meteorlardan biridir. 1970'li yıllarda bu meteor üzerinde yalnızca üçü doğal olan 70 farklı aminoasit keşfedilmiştir. Meteor sık rastlanan aminoasitlerden glisin, alanin ve glutamik asiti içerdiği gibi, pek sık rastlanmayan isovaline ve pseudoleucine gibi aminoasitleri de içeriyordu.
Bu meteor yaşamın kökeni hakkında o zamana dek mevcut kavramların sarsılmasına yol açmış ve Dünya'daki yaşamın kökeninin Dünya-dışı olabilme olasılığının da var olduğunu ortaya koymuştur. Bu organik bileşiklerden ilginç olanlarından ikisi pürinler ve pirimidinlerdir; çünkü bu moleküller DNA ve RNA'nın temelleri sayılırlar. İncelemeler sonucunda oluşturulan ilk rapor, aminoasitlerin rasemik olduğunu ve dünyasal bir bulaşmanın (kontaminasyon) söz konusu olmayıp, kaynağın Dünya-dışı olduğunu ortaya koydu. Meteorda özel bir aminoasit ailesinde sınıflanan diamino aside de rastlanmıştır. Daha sonra 1997'de yapılan incelemeler enantiyomeraminoasitlerin nitrojenin 15N izotopuyla zenginleşmiş olduğunu gösterdi ki, bu, kaynağın Dünya-dışı olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu. 2008'de yapılan son inceleme meteorun nükleobazlar içerdiğini göstermiş olup, karbon testleri bu oluşumların hiçbir dünyasal köken göstermediğini ortaya koydu.
Bu oluşumlar biçim ve boyut bakımından fosilleşmiş nanobakterilere benzemektedir. Varılan sonuca göre bunlar Mars üzerindeki ilk yaşam türleriydi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20430",
"len_data": 26717,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.1
}
|
Astrofizik, gök fiziği ya da yıldız fiziği, gök cisimlerinin, uzaydaki konumu ile devinimlerindense yapılarını saptamak adına fizik ve kimya ilkelerini kullanan gökbilim dalı. Bu incelemeler için tek bilgi kaynağı gök cisimlerinden yayılan ışık ve diğer elektromanyetik dalgalardır. Bu dalgaları tespit eden aletler vasıtasıyla toplanan bilgiler, fizik ve kimya bilimlerinde elde edilen sonuçlarla karşılaştırılarak değerlendirilir ve yorumlanır.
Teorik astrofizik.
Teorik astrofizikçiler, analitik modelleri (örneğin, bir yıldızın davranışlarını yaklaşık olarak temsil etmek için politroplar gibi) ve hesaba dayalı sayısal simülasyonları içeren geniş bir araç yelpazesini kullanırlar. Bunların her birinin bazı avantajları vardır. Bir sürecin analitik modelleri, neler olup bittiğine dair fikir vermek için genellikle daha iyidir. Sayısal modeller ise başka türlü görülemeyecek olan fenomenler ve etkilerin varlığını ortaya çıkarabilir.
Astrofizikte teorisyenler, teorik modeller oluşturmaya ve bu modellerin gözlemsel sonuçlarını anlamaya çalışırlar. Bu, gözlemcilerin bir modeli çürütebilecek verileri aramasına veya birkaç alternatif veya çelişkili model arasında seçim yapmalarına yardımcı olur.
Teorisyenler ayrıca yeni verileri dikkate alacak şekilde modeller oluşturmaya veya değiştirmeye çalışır. Bir tutarsızlık durumunda genel eğilim, verileri uygun hale getirmek için modelde minimum değişiklikler yapmaktır. Bazı durumlarda zaman içinde biriken tutarsız ve büyük miktardaki veriler, bir modelin tamamen terk edilmesine yol açabilir.
Teorik astrofizikçiler tarafından incelenen konular arasında yıldız dinamikleri ve evrimi, gökada oluşumu ve evrimi, mıknatıssal hidrodinamik, evrendeki maddenin büyük ölçekli yapısı, kozmik ışınların kökeni, genel görelilik, fiziksel kozmoloji ve bunlar arasında sicim kozmolojisi ve parçacık astrofiziği yer alır. Göreli astrofizik, fiziksel olaylarda kütle çekiminin önemli bir rol oynadığı büyük ölçekli yapıların özelliklerini ölçmek için bir araç olarak hizmet eder ve aynı zamanda kara delik (astro)fiziği ve kütleçekim dalgalarının incelenmesi için temel oluşturur.
Astrofizikte yaygın olarak kabul edilen ve incelenen bazı teoriler ve modeller, Lambda-CDM modeline dahil edilen Büyük Patlama, kozmik enflasyon, karanlık madde, karanlık enerji ve temel fizik teorilerdir.
Karanlık madde.
İlk olarak Fritz Zwicky tarafından 1933'te öne sürülen bu kavram, uzun yıllar ciddiye alınmamıştır. 1970'te Vera Rubin tarafından tekrar öne sürülmüş, ancak 2006 Ağustos'ta bilim dünyasında kabul görmüştür. Karanlık madde ışınım yolu ile değil, dinamik sistemler (gök adaların döngüsel hızları, gök adanın başka gök adalar içindeki yörüngesel hızları vs.) sayesinde saptanabilir.
Karanlık enerji.
Evreni genişlettiği varsayılan karanlık enerji ile karanlık maddenin, evrenin %95'ini meydana getirdiği düşünülmektedir. Karanlık enerji kavramı ilk olarak 1980 yılında Alan Guth, 1998 yılında Brian Schmidt ve Saul Perlmutter tarafından öne sürülmüştür. Aslında karanlık enerjinin varlığını ilk olarak Albert Einstein, genel görelilik çalışmalarında evrenin devamlı genişlemesi gerektiğini hesaplayarak saptamıştır fakat statik evren düşüncesine ters düştüğü için bu enerjinin sebep olduğu genişleme durumunu denklemine kozmolojik sabit ekleyerek dengelemiştir. Sonraki yıllarda Edwin Hubble ile başka bilim insanlarının çalışmaları, evrenin genişlediğini ortaya koymuştur. Bunların ardından Einstein ise bu sabiti "hayatının en büyük hatası" olarak tarif etmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20433",
"len_data": 3504,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.15
}
|
Çapa, İstanbul ilinin Avrupa Yakası'nda bulunan Fatih ilçesinde bir semttir.
Konumu.
Şehremini, Topkapı'dan Suriçi'ne eski İstanbul'a girdikten sonra Millet Caddesi boyunca Fındıkzade'ye kadar inen, sağdan Başvekil Caddesi ve Vezir Caddesinden Kocamustafapaşa'ya çıkan, soldan Çapa Tıp Fakültesi'nden Vatan Caddesine uzanan semt. İstanbul surları boyunca Çapa'ya Topkapı, Mevlanakapı, Silivrikapı'dan girilir. Eskiden Şehremini olarak anılan bu semt Şehremini'nin mahalle olması nedeniyle vatandaşlar tarafından Çapa olarak adlandırılmıştır.
Ekonomi.
Çapa'nın en büyük iki özelliği hastane bölgesi olması ve şehrin merkezinde bulunmasıdır. İstanbul ilinin her yerine olan ulaşım kolaylığı ve birçok büyük üniversite kampüsüne olan yakınlığı nedeniyle öğrencilerin semtte konaklayarak semt esnafına getirisi büyüktür.
Çapa'ya adını veren Çapa Tıp Fakültesi ve bölge etrafındaki birçok hastahane nedeniyle Çapa; Turgut Özal Caddesi, Başvekil Caddesi boyunca ve Vezir Caddesinin bir kısmı çiğ köfteci, köfteci, Doğu mutfağı, pizza restoranları, kafeler ve sıcak yemek lokantaları ayrıca hastane çevresi olması nedeniyle eczaneler ile doludur.
Sosyal faaliyetler.
Öğrenci ve doktor yoğunluğu nedeniyle ayrıca semtte birçok internet kafe, PlayStation salonu, nargile kafe ve çay bahçesi de bulunmaktadır.
Semt çevresinde faal durumda olan amatör spor kulüpleri ve halı sahalar da aktif olarak çalışmaktadır.
Ayrıca Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı tarafından Çukurbostan'da kurulan oldukça büyük bir eğitim parkı bulunmaktadır. Bu park günümüzde belediye tarafından düzenlenmiş ve içerisinde koşu parkuru, basketbol sahaları, buz pateni, çay bahçesi, oturma alanları ve yeşil alan bulunmaktadır.
Semt çevresinin tek alışveriş merkezi ise Vatan Caddesi üzerinde bulunan Asitane Historia alışveriş merkezidir.
Ulaşım.
Semt Bağcılar-Kabataş tramvay durağı üzerinde olduğundan tramvay ağı ile ulaşım sağlanabildiği gibi Vatan Caddesi'nden yürünerek M1 metro ağıda direkt olarak kullanılabilir.
Merkezi olması nedeniyle neredeyse gidilmek istenen her yere otobüs bulunmaktadır. Bakırköy'den belirli bir saate kadar dolmuş bulunmaktadır. Taksim-Çapa hattında ise 24 saat aralıksız dolmuş çalışmaktadır.
Eğitim.
Fatih ilçesinde bulunması nedeniyle çevresinde okul seçeneği bol olduğu gibi semtin kendisinde isim yapmış eğitim kurumları mevcuttur. Bunlar; Çapa Atatürk İlköğretim Okulu, Çapa Gazi İlköğretim Okulu, Çapa İlköğretim Okulu, Şehremini Anadolu Lisesi, Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi, Çapa Fen Lisesi, Selçuk Anadolu Meslek Lisesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ayrıca Yurtkur da semt sınırları içerisindedir.
Sağlık.
Semt sınırları içerisinde Çapa Tıp Fakültesi ve Vakıf Gureba Hastanesi'nin yanı sıra Özel Medi Life Hastanesi, Özel Çapa Hastanesi ve poliklinik bulunmaktadır. Ayrıca sağlık malzemesi satan kuruluşlar da semt merkezinde mevcuttur onun yanı sıra sayısız eczane ve özel sağlık kuruluşu bulunmaktadır. Semt çevresinde ise Haseki Hastanesi, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Vakıf Gureba Hastanesi gibi birçok isim yapmış hastane ve poliklinik bulunmaktadır. Ayrıca Kızılay Kan Merkezi semt merkezindedir.
Nüfus çeşitliliği.
Çapa semtinin çoğunluğunu müslüman semt sakinleri oluşturur ancak Rum ve Ermeni vatandaşlar da semtte ikamet etmektedirler. Bunun nedeni Samatya'ya olan yakınlığıdır. Genelini yerleşik nüfus oluştursa da şehir merkezine yakınlığı nedeniyle kiracı olarak tercih edilen Çapa'nın öğrenci nüfusu ise azımsanmayacak kadar çoktur.
Ayrıntı.
Semt sınırları içerisinde tarihi çeşmelere rastlamak mümkündür. Semt ile özdeşleşmiş ve Şehremini olarak anılan Şehremini Parkı, Şehremini çocuk parkı'da oldukça popüler ve hareketli yerlerdir. Tarihi Şehremini Tavukçusu ise semtin sembollerinden biridir. Semtin gelir kaynağında esnaflığın büyük payının yanı sıra birçok dizi ve filme ev sahipliği yapması da semte dışarıdan bir gelir gelmesini sağlamış aynı zamanda semtin reklamı yapılmıştır. Son dönemlerde "Kavak Yelleri", "Düğün Şarkıcısı", "Arka Sokaklar", "Karadayı" dizilerinin yanı sıra "Güneşi Gördüm", "Evim Sensin" filmlerinin de bir bölümü bu semtte çekilmiştir. Yeşilçam filmlerinde ise semt ve çevresine pek çok kez rastlanmaktadır. Günümüzde bu çekimlerin birçoğu Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi'nin tarihi dokusudur.
Semt ile ilgili geçmişte Fatih ilçesinden ayrılarak alt kısımlarında bulunan Kocamustafapaşa ve Samatya semtleri ile birleşerek yeni bir ilçe olacağı konuşulmuşsa da bu plan uygulamaya konulmamıştır.
Semtte tabii ki pek çok cami bulunmaktadır Mimar Sinan eseri olan Has Odabaşı Camii, Odabaşı'nda, Gazi Ahmet Paşa Camii kale içindedir, eski Topkapı'dan girişten sonra soldadır. Mevlanakapısından çıkınca hemen karşıda Merkezefendi Camii görülür. Diğer belli başlı camiler: Çivizade Camii, Örümceksiz Camii, İskenderağa Camii, Seyit Ömer Camii, Caferağa Camii, İbrahim Çavuş Camii, Melek Hatun Camii'dir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20434",
"len_data": 4892,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 2.66
}
|
Astrojeoloji veya gezegen jeolojisi, gezegenler ve uyduları, asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve meteoritler gibi gök cisimlerinin jeolojisiyle ilgilenen bir gezegen bilimi dalıdır. "Jeo-" öneki genel olarak Dünya ile ilgili konuları belirtse de, gezegen jeolojisi tarihsel nedenler ve kullanım kolaylığı açısından bu şekilde adlandırılmıştır. Yapılan araştırmaların türleri ve doğası gereği Dünya jeolojisiyle yakından ilişkilidir. Bu araştırmalar bir gök cisminin bileşimi, yapısı, süreçleri ve geçmişi üzerine odaklanır.
Gezegen jeolojisi, karasal gezegenlerin iç yapısının özelliklerini ve süreçlerini belirlemenin yanı sıra, gezegen volkanizması ve çarpma kraterleri, akarsu ve rüzgar süreçleri gibi yüzey olaylarını da inceler. Dev gezegenlerin ve uydularının yapıları ve bileşimleri; ayrıca asteroitler, Kuiper kuşağı ve kuyruklu yıldızlar gibi Güneş Sistemi'ndeki küçük cisimlerin yapıları da araştırılır. Gezegen jeolojisi, en geniş anlamıyla yer bilimlerindeki kavramları gezegensel cisimlere uygular ve jeofizik ile jeokimya gibi jeoloji bilim dallarından türetilen uygulamaları içerir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20437",
"len_data": 1096,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.92
}
|
Fındıkzade İstanbul ilinin Fatih ilçesinde Topkapı ile Aksaray arasında şehrin sur içine girmek için kullanılan iki ana arteri olan Millet Caddesi (yeni adıyla Turgut Özal Caddesi) ile Vatan Caddesi'ni birleştiren semtidir.
Şehrin üç büyük hastanesine yakınlığı ve burada bulunan poliklinikler ile şehrin sağlıkla ilgili en önemli semtlerinden biridir. Haseki, Yusufpaşa ve Çapa semtlerine komşudur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20438",
"len_data": 399,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.25
}
|
Hünkâr Köşkü Müzesi, Bursa'da Uludağ'ın eteklerindeki Temenyeri'de bulunan tarihî yapıda 2003 yılında ziyarete açılan bir müze.
Osmanlı Sultanı Abdülmecid devrinde av köşkü olarak yapılan bina, Osmanlı sultanlarının ve Bursa ziyaretleri sırasında Atatürk'ün konakladığı bir mekandır.
Müzede köşkü konut olarak kullanmış üç padişah ve Atatürk'e ait silikon heykeller, yemek takımları, şahsi giysiler sergilenir. Bahçesindeki müştemilat binası 2009'dan beri sosyal tesis olarak kullanılır.
Tarih.
Hünkar Köşkü, 1844 yılında Sultan Abdülmecid'in Bursa gezisi nedeniyle, dönemin Bursa valisi Mehmet Salih tarafından av köşkü olarak yapılmıştır. Yapımı 19 günde tamamlanmıştır. Bu köşkte 1844 yılında Sultan Abdülmecid, 1862 yılında Sultan Abdülaziz ve 1909 yılında V. Mehmet (Sultan Reşat) konaklamışlardır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu köşkü ilk olarak 16 Ekim 1922 tarihinde ziyaret etti. Bu ziyareti sırasında İsmet İnönü ve Kazım Karabekir'la, Lozan Barış Antlaşması'na gidecek belgeleri konuştu. Atatürk'ün ikinci ziyareti, 28 Eylül 1925 tarihinde Şapka Devrimi'nin gerçekleştirildiği dönemlere denk gelen Bursa gezisi sırasındadır. Atatürk, bu ziyarette Hünkar Köşkü'nde halka hitaben bir konuşma yapmıştır. Manevi kızı Sabiha Gökçen ile 1925 yılındaki ziyareti sırasında köşkün bahçesinde tanıştı. Atatürk, 1931 ve 1935 yıllarında tekrar Hünkar Köşkü'nü ziyaret etmiştir.
"Kasr-ı Hümayun, Kasr-ı Millî, Cumhuriyet Köşkü" ve "Atatürk Köşkü" adlarıyla anılan bina, 1982-1983 yıllarında onarım gördü. 1995 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildi. 1995'teki restorasyon sırasında mevcut eşyalar restorasyon atölyelerinde onarım görmüş ve özgün hallerine dönüştürülmüşlerdir.
Köşk, 2003 yılında müzeye dönüştüldü, "Hünkar Köşkü Müzesi" adıyla ziyarete açıldı. Müzede, köşkü konut olarak kullanmış üç padişah ve Atatürk'e ait yemek takımları, şahsi giysilerin yanı sıra 2015'te yapılan silikon heykelleri sergilenmektedir.
Bahçesindeki müştemilat binası sosyal tesis olarak düzenlenerek 2009'da sosyal tesis olarak hizmete girdi. 2011 yılında Koruma Kurulunun onayladığı proje doğrultusunda tesis binası yenilenerek, tesise restoran kısmı da eklendi.
Mimarisi.
Mimarisi Fransız ampir üslupta yapılmış olan köşkün içindeki süslemeler 19. yüzyıl özelliklerini taşır. Tavan kalem işi süslemeleri, Bursa seyir panoramasına hakim bahçesi, dönemi yansıtan orijinal eşyaları ve Atatürk odası ziyaretçilerin ilgisini çekmer.
İki katlı zarif bir yapıya sahip olan Hünkar Köşkü'nün bahçesinde cephesi Kütahya çinileri ile kaplanmış bir çeşme bulunmaktadır. Sıvanmış duvarları ahşap çatılı ve ince çıtalarla kaplı olan köşkte, bekçi ve danışma odası ile bir de garaj vardır.
Odalar ve salonlar.
Kabul salonu.
Köşkün giriş holünün karşısındaki çift kanatlı kapıdan kabul salonuna geçilir. Kabul salonu, duvar ve tavan yüzeylerinde görülen kalem işi süslemeleriyle son derece etkilidir. Bu salonun doğusundaki kapıdan Atatürk'ün yatak odasına girilmektedir.
Atatürk'ün yatak odası.
Ortalama 28 metrekare alana sahip odada, Atatürk adına özel olarak yapılmış karyolanın baş kısmında K&A (Kemal Atatürk) ibresi yer alır. Bu karyolanın üst kısmında duvarda asılı duran çerçeveli fotoğrafta Atatürk'ün halka hitaben yaptığı konuşmanın resmi yer almaktadır. Ayrıca Atatürk'e ait olduğu bilinen, yatağın yanında yer alan rugan terlikler köşkün etkileyici ve kıymetli eşyalarındandır.
Atatürk'ün çalışma odası.
Çok sade düzenlenmiş odada bulunan çalışma masası, dinlenme kanepesi ve sehpanın üzerinde yer alan çay fincanı, Atatürk'ün kullandığı eşyalardan bazılarıdır.
Havuzlu salon.
Oymalı, ahşap korkulukları olan merdivenle bodrum katına inilmektedir. Yuvarlak kemerli giriş kısmından Havuzlu salon'a geçilir. Bu salona "Havuzlu salon" denilmesinin sebebi, salonun ortasında küçük bir havuzun olmasıdır. Bu salon serin olmasından dolayı daha çok yazın kullanılmıştır.
Yemek odası.
Bodrum katının en görkemli bölümü havuzlu salonun doğusundaki yemek odasıdır. Odanın ortasında 14 sandalyeli, kenarları oval ceviz masa yer alır. Odanın tam ortasında, tavanın göbeğinde yer alan yeşil bir düzlüğe uzanmış olan aslan figürü, hangi yönden bakılırsa bakılsın, bakan kişiye dönük konumda görünmektedir. Bu özellik, resmin çiziminde kullanılan perspektif tekniğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu figürden dolayı bu oda Aslanlı Oda olarak da bilinmektedir.
Hünkar Köşkü Sosyal Tesisleri.
Eski dönemlerde müştemilat olarak kullanılan köşk bahçesi içindeki ek bina, günümüzde Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenerek 14 Temmuz 2009 tarihinde, önündeki bahçelerle birlikte sosyal tesis olarak kullanılmaya başlanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20441",
"len_data": 4628,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.42
}
|
Alçıpan veya alçı levha, duvar veya asma tavan yapımında kullanılmak üzere alçıdan imal edilmiş iki tarafı kâğıt kaplı olan levha, genel adıyla kartonlu alçı levha. "Alçıpan" bir marka adı olmakla beraber gündelik dilde "kartonlu alçı levha" karşılığı olarak kullanılır.
Hafif, yangına dayanıklı, ses yalıtkanlığı iyi bir malzeme olan alçı levha, istenilen biçimi alabilirliği, kolay ve çabuk uygulanabilirliği gibi nedenler ile inşaat ve dekorasyon işlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.
Tarihçe.
Yapı malzemesi olarak kartonlu alçı levhalar ilk kez 22 Mayıs 1894 tarihinde ABD'de Augustine Sackett'in aldığı patent ile ortaya çıkmıştır. ABD'de kısa sürede yaygınlaşan kartonlu alçı levhaların kullanımı, 20. yüzyılın başına gelindiğinde büyük miktarlara ulaşmıştır. İlk zamanlar açık kenarlı olarak yapılan üretim, günümüzdeki kapalı kenarlı biçimini 1910 yılında almıştır. Avrupa kıtasında ilk üretimi 1917 yılında Birleşik Krallık'ta Wallasey, Cheshire'da başlamış, bunu 1938 yılında Letonya'nın başkenti Riga'da kurulan fabrika izlemiştir.
Kartonlu alçı levhalar, I. Dünya Savaşı yıllarında askeri barakaların yapımında yaygın olarak kullanılmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında savaşan ülkelerde metal kullanımına getirilen kısıtlamalar ve uygulama kolaylığı nedenleri ile daha da çok kullanılır hale gelerek ve o yıllarda kullanılan metal üzeri sıva duvarların yerini almıştır.
Yapı ve kullanım yerleri.
Alçı levhalar Kimyasal bileşimi CaSO4.1/2 H2O olan alçının iki dayanıklı karton levha arasına dökülerek dondurulması sureti ile üretilir. Üretilen levha kalınlıkları uygulama yerine göre 6–18 mm arasındadır. Farklı kalınlıktaki bu levhalar, 120 ya da 125 cm eninde ve isteğe göre 200 – 450 cm gibi uzunluklarda üretilirler. Alçı levhaların kısa kenarları uygulama yerine göre; küt, pahlı, yarım yuvarlak ya da pahlı yarım yuvarlak biçimde olabilir.
6 mm kalınlıktaki alçı levhalar kolay bükülebilir olmaları sayesinde dekoratif elemanların yapılmasında, 7.5 ve 9.5 mm kalınlıktakiler görece hafif olmaları nedeni ile asma tavanlarda, daha kalın olanları ise bölme duvarları yapımı ve diğer özel uygulamalarda kullanılırlar.
Islak mekanlarda kullanılan kimyasal katkılar ile suya dayanıklılığı arttırılmış, yangın dayanımı gerektiren yerlerde kullanılan yangına dayanıklı, alçı içine eklenen lifler ile fiziksel dayanımı arttırılmış olan özel tipte Alçı levha'lar da üretilmekte ve kullanılmaktadır.
Uygulama.
Alçı levha uygulaması, 5x5 - 10x10 cm gibi ölçülerde ahşap çıtalar ya da özel galvanize çelik sac profillerden oluşturulan taşıyıcı iskelet üzerine levhaların vidalanarak sabitlenmesi sureti ile yapılır. Duvar giydirme uygulamalarında özel alçı karışımı ile yapıştırılarak da Alçı levha uygulaması yapılabilir.
Uygulama zorluğu ve metale göre daha az dayanıklı olması gibi nedenler ile ahşap taşıyıcı iskeletler günümüzde nadiren kullanılmaktadır. Taşıyıcı iskelet yapımında kullanılan metal profiller ve diğer yan malzemeler kullanım yerlerine göre farklı şekil ve özelliklerde üretilirler. Duvar taşıyıcı profiller, tavan taşıyıcı profiller, esnek - yay şekli alabilen profiller bunlardan bazılarıdır.
Özel bıçaklar ile kesilerek bağlanacağı yere uygun ölçüye getirilen levhalar taşıyıcı iskelet üzerine bu amaç için yapılmış vida makinesi, vida matkabı ya da vida sıkıcı olarak adlandırılan aletler ile sıkılan vidalar yardımı ile sabitlenir. Bu aletler yardımı ile kullanılması gereken çok sayıda vida son derece çabuk bir şekilde sıkılabilir.
Taşıyıcı iskelet üzerine Alçı levhaların sabitlenmesinin ardından levhaların ek yerleri ve vida başlarının açıkta kalan kısımları, camyünü ya da polyester liflerinden yapılan derz bantı olarak adlandırılan kuvvetlendirici bantlar ile güçlendirilir. Yapıştırılan derz bantlarının üzerleri ve var ise diğer boşluklar alçı ile macunlanarak düzgün bir yüzey elde edilir. Bu işlemlerin ardından yüzey zımparalanarak tamamen pürüzsüzleştirilir ve boya, duvar kağıdı veya diğer yüzey kaplamalarına hazır hale getirilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20444",
"len_data": 3982,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.43
}
|
Asma tavan, mevcut betonarme, çelik konstrüksiyon veya ahşap tavan iskeleti altında mekanik ve elektrik imalatlara montaj boşluğu sağlayan sisteme verilen ortak isim. Mevcut tavandan sarkıtılan metal çubuklara yatay profiller asılarak oluşturulan bu sistem alçıpan ya da dekoratif paneller ile sonlandırılır. Böylece [asma tavan] kurulan yerlerde ciddi alan tasarrufu yapılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20445",
"len_data": 376,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.54
}
|
Betonarme, betonun çelik (donatı) kullanılmak suretiyle güçlendirilerek imal edilen yapı malzemesinin ismidir. Türkçeye Fransızcadan geçmiş bir mühendislik terimidir. Kelimenin Fransızca orijinali olan 'béton armé' kelimesi güçlendirilmiş beton anlamındadır.
Yapıda kullanılan betonarme elemanlar (kolon, kiriş, döşeme vb.) birtakım gerilmelere maruz kalırlar. Bunlar genel olarak basınç, çekme, kesme ve burulma etkileridir. Davranış itibarıyla gevrek olan beton, sünek çelik ile güçlendirilerek kompozit bir yapı malzemesi olan betonarme elde edilir. Bu güçlendirme ile açıklıkların daha küçük kesitlerle geçilmesi olanaklı olmuştur. Elemana yerleştirilen çeliğe sonradan veya önceden gerilme verilerek öngerilmeli/ardçekmeli beton elde edilir. Betonarme yapı elemanında bulunan beton ve çelik birlikte bu gerilmelere karşı koyarlar. Bu esnada beton, daha çok basınç gerilmelerini karşılar, çelik ise daha çok çekme gerilmelerini karşılar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20448",
"len_data": 941,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.89
}
|
Mudanya Mütareke Evi, Mudanya’da, Türk Türk Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi evdir.
Rus asıllı tüccar Aleksandr Ganyanof’a ait olan ev, Mudanyalı iş insanı (şeker kralı) Hayri İpar tarafından satın alınarak onarılmış ve 1937 yılında Mudanya Belediyesi’ne bağlı bir müzeye dönüştürülmüştür. 1959 yılında Eski Eserler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.
Bodrum ve çatı katı dışında 2 katlı bir ahşap evdir. 19. yüzyıl sonlarının mimari yapısına sahiptir. Arsa alanı 800 meterekare, bina alanı 400 metrekaredir. 13 odası ve 2 büyük salonu vardır. Birinci katta mütarekenin imzalandığı salon ve görüşmelerde Türkiye’yi temsil eden İsmet İnönü’nün çalışma odası, üst katta İsmet Paşa ve yaverlerinin yatak odaları yer almaktadır. İsmet Paşa’nın çalışma odasında Paşa’nın savaştan sonra katıldığı bir antlaşmada şartlarının kabul edilmediğini görünce "Gerekirse savaşarız!" diyerek yumruğunu vurarak ikiye böldüğü mermer masa sergilenir. Mütareke dönemine ait eşyaların korunduğu evde o döneme ait fotoğraflar ve belgeler de sergilenmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20449",
"len_data": 1075,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.52
}
|
Beton (, ), çakıl, kum gibi "agrega" denilen maddelerin bir bağlayıcı madde ve su ile birleştirilmesinden meydana gelen inşaat yapı taşıdır.
Beton denince akla gri renkte taş gelir. Gri veya ona yakın rengi günümüzde kullanılan bağlayıcı maddenin çoğunlukla Portland çimentosu olmasındandır. Genellikle çimento kullanılsa da betona çeşitli özellikler verebilmek için çeşitli katkılar ve bağlayıcı maddeler kullanılmakta (örn. alçı, kireç vb.). Mesela portland çimentolu betonda bağlayıcı, portland çimentosu ve su karışımıdır. Asfalt ve diğer başka malzemeler de bağlayıcı olarak kullanılır; "asfalt betonu" ve "polimer betonu" elde edilir. Ancak genellikle "beton" denince portland çimentolu beton akla gelir.
Günümüzde beton - kullanımı çok yaygın olan bir yapı malzemesidir. Beton gerektirmeyen inşa neredeyse yoktur. Baraj, kanal gibi su yapılarının yanında yol, bina, köprü ve diğer yapıların inşaatında kullanılır. Hem bir taşıyıcı eleman ve hem de dekoratif malzeme olarak ortaya çıkar. "Dayanıklılığı", "yangına karşı direnci", "su geçirmezliği", "ekonomik üretimi", "enerji verimliliği", "yerinde imalat" bakımından da başlıca beton tercih nedenleridir. Beton ayrıca hazır betonarme ürün yapımında da kullanılır. Modern yapılarda nükleer radyasyona karşı da kullanılır. Dünya ortalaması olarak kişi başına yıllık beton üretimi bir ton civarındadır.
Geçmiş.
Beton yaklaşık olarak değişik şekillerde ve genel anlamda 5000 yıldan beri kullanılmaktadır. Eski Mısırlılar kil harcını piramitlerin yapımında kullanmışlardır. Harç kireç taşının (CaCO3) ısıtılması ve karbondioksit gazının (CO2) çıkarılması ile elde edilmekteydi. Elde edilen kireç, agrega ile karıştırılarak harç olarak kullanılmaktaydı. Daha sonra CO2 olarak sertleşen orijinal CaCO3 veya kireç taşına çevrilmekteydi. Su ile sertleşen hidrolik çimentonun bulunuşu, Romalılara kadar uzanır. Romalılar kireç hamurunu, pozolanik volkanik küle karıştırmaktaydılar. Bu amorf silisten oluşan pozolan, suyun mevcudiyetinde alkali ile kimyasal olarak reaksiyona girerek silis jeli olarak sertleşir.
Pozolan kelimesi, maddenin bulunduğu Pozzuoli isimli İtalyan kasabasından gelmekteydi. Bu konuda ilk patent İngiliz James Parker'e 1796'da verilmiştir. 1824'te de İngiliz duvarcısı Joseph Aspdin kireç taşını kille yakarak bir bağlayıcı madde, çimento elde etti. Portland Adası'ndaki kireç taşına benzediği için Portland çimentosu ismini verdi. Bundan sonra yapılan evler barajlar yollar çimento karıştırılan agregalarla yapılmaya başlandı.
Beton üretimi.
Beton için gerekli olan çimento ve agrega, ayrı sanayi dallarında hazırlanır. Son adım, karışımın hazırlanıp betonun kullanılması safhasıdır. Uygun karışım oranlarının seçilmesi; ekonomi, işlenebilme, mukavemet, dayanıklılık ve görünüş gibi özelliklerin dengeli elde edilmesini sağlar. Bunlar kullanıldığı yere göre değişir. Agreganın durumuna, çimento cinsine göre pek çok karışım oranı hesap metodu teklif edilmiştir. Karışım suyunun çimento miktarına oranı, betonun mukavemetine tesir eden en önemli bir etkendir. Diğer önemli bir etken de beton içindeki hava miktarıdır. Bu miktar normal betonda yaklaşık % 0,3-3 civarındadır. Bu iki tesir beton kalitesinin kontrolünde en önemli iki faktörü teşkil etmektedir. Ayrıca beton karışımın homojen olarak elde edilmesinde de önemlidir.
Karıştırma işi, inşaat yerinde betoniyerlerle gerçekleştirilir. Bazı özel durumlarda karışım, küreklerle de yapılabilir. Genel olarak karışımı meydana getiren çimento torba, agrega ağırlık (veya bazı hallerde görünen hacim) ve su da hacim olarak ölçülür. Karışımı hazırlayan (veya hazır beton satan) merkezi kuruluşlar da mevcuttur. Buraya yapılacak istek karşılığında, kullanıma hazır, istenen kalitede karışım, inşaat yerine getirilir. Karışım, sabit karıştırıcılarda yapılabildiği gibi, hareketli karıştırıcılarda da gerçekleştirilebilir. Bu çeşit merkezi beton santrallerinin faydası, karışımın kontrollü olarak yapılmasıdır. Uygun kum ve çakıl bulunduğunda kolayca iyi kalitede beton elde edilebilir.
Karışımın homojen bir şekilde elde edilmesinden sonraki yapılan iş, bunun yerleştirilmesidir. Eğer hazırlanan karışım döküm yerine yakın değilse bunun bu yere iletilmesi gerekir. Bu işlem araba ve kova veya pompa kullanılarak da gerçekleştirilebilir. Kalıba yerleştirilen karışımda bulunan hava kabarcıkları titreştirici kullanılarak çıkarılabilir ve betonun iyi yerleşmesi sağlanabilir. Küçük işlerde, şişleme de tatbik edilebilir. Titreştirme, dış merkezli bir kütlenin bir eksen etrafında döndürülmesi suretiyle elde edilir. Bu vibrasyon denilen titreştirme, beton içinde yapılabildiği gibi, kalıbın titreşimiyle de elde edilebilir.
Betonun elde edilmesinde en son adım, dökülmüş betonun bakımı ve sertleşmesidir. Sertleşme portland çimentosunun hidratasyonu, su ile kimyasal reaksiyona girmesi sonucu meydana gelir. İlk günlerde nemli şartların belirli süre devam ettirilmesi önemlidir. Bunun için betonun dış yüzü, su ile ıslatılabileceği gibi, nemli örtüler de kullanılabilir. Tam hidratasyonun elde edilmesi için çimento türü ve sıcaklığa bağlı olarak uzun bakım süresine ihtiyaç duyulabilir. Çoğu hallerde yedi gün kafidir. Genellikle betonun suyunun buharlaşması sonucu sertleştiği zannedilir. Gerçekte bu doğru değildir. Su olmaksızın ne hidratasyon ne de sertleşme olabilir. Su, çimentonun hidratasyonu sonucu kaybolur ve ancak fazla suyun buharlaşmasına müsaade edilebilir. Betonun geçirdiği devrelerdeki kimyasal reaksiyonlar oldukça karmaşıktır.
Artık üretilen betonlarda oluşan sorunlar nedeni ile üretilen katkı malzemeleri kullanılmaktadır.
Bu katkılar hem betonun mukavvemetini yükseltip suyun zararlarından korur hem de katkının kıvamına göre akışkan ya da katı olmasının ayarlanmasını sağlar.
Betonda dayanıklılık.
Beton dayanıklılığı dış ortamdaki agresif ögelere karşı direncidir. Bu ögelerin yanında betonu oluşturan bileşenlerin de bazı durumlarda tepkimelere girişmesi olasıdır. Alkali-Agrega tepkimesi gibi. Bu tür iç korozyon olayları dış ortama bağlı olarak şiddetlenebilir.
Betonun doğal kimyasal zararlara karşı dayanıklı olması, fizikokimyasal dış etkenler sonucu niteliklerini kaybetmemesi gerekir. Bunun için yeterli kimyasal dayanıma (dayanıklılığa) sahip bulunması istenir. Çimentoyla yapılmış herhangi bir elemanın çimentoyla yaptığı reaksiyon sonucunda zamanla mukavemeti artacağına azalmamalıdır.
Beton çeşitli zararlı etkiler altında bir takım kimyasal reaksiyonlar nedeniyle sahip olduğu mukavemeti zamanla kaybedebilir. Bu durumda yapı betonun maruz kaldığı kuvvetlere dayanamamanın bir sonucu olarak, kısmen veya tamamen yıkılır veya kullanılamaz hale gelir.
Fiziko-kimyasal bir süreç olan Karbonatlaşma ise ortamın alkalinitesini düşürerek koruyucu oksit tabakasının tahrip olmasına neden olur. Betonun alkalinitesi, hidrate olmuş çimentonun içerdiği Ca(OH)2 ile sağlanır ve pH 12 civarındadır. Ancak Ca(OH)2 zamanla havadaki CO2 ile reaksiyona girerek CaCO3'e dönüşür ye pH 8'in altına düşebilir. Atmosferdeki miktarı hacimce %0.03 olan C02'nin kırsal bölgelerde bile karbonatlaşmaya olan etkisi söz konusudur. CO2 konsantrasyonu arttıkça karbonatlaşma oranı artmaktadır. Karbonatlaşma derinliğinin birkaç mm ile sınırlı olduğu bilinmesine karşın kusurlu betonda, herhangi bir mekanik zorlama olmaksızın çatlaklar oluştuğundan, karbonatlaşma derinliğinin 10 cm'den fazla olduğu tespit edilmiştir.
Beton basıncı.
Betonun standart basınç dayanımı 28 gün boyunca 20(+/-2)°C sıcaklıkta ve %100 nemli ortamda ve kireçli suda kür edilen, çapı 150 mm, boyu 300 mm olan silindir numunelerin eksenel basınç altındaki dayanımı olarak tanımlanır. Gerilme cinsinden ifade edilen dayanım, kırılma yükünün, silindir alanına bölünmesi ile elde edilir. Beton sınıfları concrete = beton kelimesinin baş harfi olan "C" ile ifade edilir. Örneğin C20/25, 28 günlük karakteristik silindir basınç dayanımı 25 MPa yani 250 kgf/cm² olan betondur.
Beton petrografisi.
Betonun yapay bir taşı olması nedeniyle mikro yapısı incelenebilir. Sertleşmiş betonda petrografi klasik petrografiden daha basit ancak daha karmaşıktır. Bütün minerallerin inceleyip sayılması gerekmediği için basit, petrografide yapılan gözlemler neden sonuç ilişkisi içerisinde bir kompozisyon haline getirmesi gerektiği için karmaşıktır. Özel tekniklerle hazırlanan numuneler incelenirken agrega dağılımı, çatlak gelişimi, soğuk derz oluşumu, tamir bölgesi betonun boşluk yapısı, bağlayıcı maddenin dağılımı ve su-çimento oranı hakkında yakalanan ipuçlarını iyi değerlendirip betonun kalitesi ile ilgili önemli sonuçlara varılabilir.
Beton petrografisi genellikle kafalardaki soru işaretleri kaldırmak için uygulanan bir tekniktir. Örneğin malzeme mukavemet testini geçememişse, ciddi bir kusur gözlemlendiyse, hava miktarı ile ilgili belirsizlikler varsa, uygulamada standardın dışında bir iş yapılmışsa, yağmur altında beton dökümü yapılmışsa ya da beton genç yaştayken ciddi çatlaklar oluştuysa bu yönteme başvurulur.
Günümüzde petrografik inceleme denilince en çok bahsedilen teknik florasanlı epoksi tekniğidir. Petrografik incelemeyi dört kısma ayırabiliriz. Birincisi gözle ve elle muayenedir, sahadan kesilip alınan numuneler ya da laboratuvarda kür edilen numuneler petrografik analiz için kesilip analiz edilmeden önce gözle ve elle muayene edilir. Numune üzerindeki belirgin kusur, çatlak, donatı, boşluk ya da jel oluşumu fotoğraflanarak kaydedilir. Görsel muayeneden sonra beton numunesi kesilerek üç farklı ön numune elde edilir ve bunlardan daha sonra düzlem kesit analizi için bir numune, ince kesit analizi için bir numune ve hava boşluğu analizi için bir numune hazırlanır.
Beton petrografisi özellikle adli davaların çözümünde önemli bir tekniktir. Zaman içerisinde öğrenilen ve uygulaması zor bir sisteme sahiptir. Numune hazırlık safhası da analizde hayati önem taşır, "başlı başına bir sanattır" denilebilir. Yine de bütün bu zorluklar aşıldıktan sonra petrografi sayesinde elde edilen veriler beton hakkında bilinmesi gereken bilgileri sağlar. Yüksek teknolojiye sahip bir beton üretilmesinde yol gösterici rolü oynar. Böylece karışımın homojenliğini, agregaların dağılımını, mineral katkıların etkinliğini ayarlayabilir, dışarıdan gelebilecek zararlı etkileri en aza indirilebilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20450",
"len_data": 10200,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.4
}
|
Bursa Ormancılık Müzesi, Bursa'da 1989 yılında hizmete girmiş ihtisas müzesi.
Türkiye'nin ilk ormancılık müzesidir. Ormanın ve ormancılığın içinde yer alan canlı ve cansız her şeyin bir araya getirilip sergilendiği bir müzedir. Bursa'da, Çekirge Caddesi üzerinde, "Saatçi Köşkü" olarak bilinen yapıda yer alır. Kurucusu Zafer Öztaptık'tır.
Müzede hayvan ve bitki fosilleri, haberleşme ve orman mühendisliği aygıtları, harita ve fotoğraflar, ormancılık tarihi ile ilgili belgeler başta olmak üzere iki bin kadar eser sergilenmektedir. Dünyada sadece Amerika'da bulunan sekoya ağaçlarının Anadolu'da yetişip günümüze gelebilmiş fosilleri ve Orhaneli ilçesindeki kömür işletmelerinde bulunan 16 milyon yıllık hayvan fosili de bu müzede görülebilir.
Müze binası.
Müzenin yer aldığı 19. yüzyıl yapısı Saatçi Köşkü; Bursa'nın önemli sivil mimari yapılarındadır. Osmanlı barok tarzındaki iki katlı ahşap yapının geniş terasları, bahçesinde kameriyesi, aslan ağızlı havuzu bulunur. Köşk, Bursa eşrafından Ali Efendi'ye ait idi. Saatçi Efendi, uzun yıllar binada saat imalatı yapmıştı. 1936 yılına kadar köşk olarak kullanıldı. Müzeye dönüştürülmeden önce "Bursa Orman Okulu" olarak kullanıldı. Okul 1949'da kapandı. Saatçi Köşkü, 1983 yılına kadar Orman Bölge Müdürlüğü olarak kullanıldı, 1989 yılında müzeye dönüştürüldü. Müzenin açılışı 29 Mart 1989'da gerçekleşti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20451",
"len_data": 1359,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.57
}
|
Aksaray, İstanbul'da Fatih ilçesinin Vatan Caddesi ile Millet Caddesi'nin kesiştiği yerde yer alan mahalledir. Unkapanı, Fatih, Laleli, Fındıkzade ve Yenikapı semtleriyle çevrilmiştir. Burası idari teşkilatta 2009'a kadar Çakırağa Mahallesi olarak geçmekteydi.
T1 tramvay hattı ve M1 metro hattının kesiştiği yerde olması; İDO Yenikapı Terminali ile Topkapı, Taksim ve Beşiktaş gibi semtlerin ortasında olması ve Yenikapı Aktarma Merkezine yakın olması nedeniyle şehiriçi ulaşımda ana bir aktarma noktası olarak bilinmektedir.
Pertevniyal Lisesi ve Pertevniyal Valide Sultan Camii semtin dikkat çeken noktalarıdır.
Tarihçe.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin ortadan kaldırılmasıyla beylik halkının büyük kısmı İstanbul'a zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Karamanoğulları'nın bir şehri olan Aksaray'ın halkı da günümüzdeki Yenikapı-Unkapanı arasındaki düzlüğe yerleştirilmiş ve bu semt de "Aksaray" olarak anılmaya başlanmıştır.
2008 yılında yapılan bir düzenleme ile "Kürkçübaşı", "Çakırağa", "Yalı" ve "İnebey" Mahalleleri'nin birleştirilmesiyle Aksaray Mahallesi oluşturulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20452",
"len_data": 1098,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.55
}
|
Buhara (Özbekçe: Buxoro; Eski Türkçe: 𐰉𐰆𐰴𐰺𐰴 "Bukarak"; Türkmence: Buhara; Arapça: بخارى; Farsça: بُخارا Bukhārā; Rusça: Бухара), Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihî şehir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları, çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır.
Mâverâü’n-nehr'in çok sayıda şehri, kasabası, nahiyesi ve köyü olmasına rağmen bunların en gözde ve tanınmış olanı Buhârâ'dır. Müslümanlar buraya “"Fâhire"” (kıymetli/değerli) derler ve doğunun ""Kubbetü’l-İslâm"”ı olarak kabul ederler.
Bölgenin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Buhârâ, efsanelerle karışmış kadîm bir tarihe sahip olup, en-Narşahî'ye nazaran ilk sâkinleri Türklerdir. Aynı müellif, efsanevî Turan padişahı Afrasyab'ın (Alper Tunga) zaman zaman Buhârâ'da ikamet ettiğini, mezarının dahi bu şehirde bulunduğunu kaydetmiştir ki, bu rivayetler bölgedeki Türk varlığının çok eskilere dayandığına işaret etmesi bakımından önemlidir.
Sadece kadîm tarihiyle değil, fizikî ve coğrafî yapısı; sanatsal ve mimarî dokusu; sûr ve kalesi; sulama kanalları; ekonomik, zıraî ve ticarî potansiyeli; köşk, saray ve pazarları ve yetiştirdiği âlim ve sanatkârları ile de her dönemde kendisinden söz ettiren Buhârâ, uzun yıllar Akhunlar, Göktürkler ve Türgişler gibi Türk devletlerinin hakimiyetinde kalmıştır. Mâverâü’n-nehr’in en önemli kültür ve medeniyet merkezi hâline gelen şehir, söz konusu devletlerin inhitat dönemlerinde yaşanan siyasî kargaşa ve otorite boşluğunda bile bu yapısını muhafaza etmiş, bölgede hüküm süren çoğu Türk kökenli mahalli hükümdarların veya beylerin idaresinde bölgenin en önemli şehirlerinden biri olma özelliğini sürdürmüştür.
Tarihi.
XVI yüzyıla kadar bir Türkmen şehri olan Buhara çevresindeki insan yerleşimlerinin en az 5000 yıl öncesine kadar uzandığı görülür. Şehrin kendisinin ise 2500 yıllık tarihi vardır. Tarihte Orta Asya Türk uygarlığı için önemli bir merkez olmuştur. Uzun süre antik Pers İmparatorluğu'nun denetiminde kalan Buhara'da ilk yerleşimler, Aryan göçleri dönemine rastlar.
İran halklarından Soğdlar bölgeye yerleşmiştir. Buhara adının kökeni ile ilgili varsayımlar; eski Soğdca "bereketli toprak" anlamındaki "βuxārak", Farsça "bilginin kaynağı" anlamındaki bir Zerdüşt ismi olan "bukhar" ya da Sanskritçe "Budist manastırı" anlamındaki "vihara" sözcüklerinden kaynaklandığı biçimindedir. "Buxārā" ismi en erken tahminen 4 – 5 yüzyılına ait bakır maden paralarda, ve Soğdca yazıtlarda "Pugar" (pwγ’r) ve "Puxar" (pwx’r) şeklinde, ve en önemli ve ilginci Kül Tigin yazıtında (8. yy başlarında) Buqar ("buqar") olarak yazılmıştır. O nedenle bu şehre "Buxārā" denirdi ve eskiden onun adı Banuğkath بنجكث idi,
Eski Uygur dilinde bu ("buxār") sözü bir ""tapınak" veya "bir ibadethane"" anlamına gelir. Bir başka varsayıma göre; "Puxar" yer ismi Sibirya kökenli olup Yenisey dillerinde ("hanty") "bir ada" anlamına gelir. Bilindiği gibi, milâttan sonra 6. yüzyılda Buxārā vahasında Tardu Kağan'ın ("Sāwa-shāh, Shīr-i Kishwar") oturduğu, yüce Türk Kağan'nı İstemi'nin ("Qarā Chūrīn") oğludur. O Sasani hükümdarı IV. Hürmüz'ün ("šāhanšāh Xurmazd IV Тurkzāda") annesi tarafından amcasıdır, İstemi Kağan'ın kızı öz erkek kardeşi Sasani hükümdarı I. Hüsrev ("šāhanšāh Xusraw I Аnūshirwān"; Farsça: انوشیروان عادل, "Anuşiravan-ı-ādil") ile evlenir. Narshakhi'ye göre "Shīr-i Kishwar" yirmi yıl boyunca Buxārā'yı yönetti ve Baykand'ta yaşadı. O Buxārā'da bir kale yaptırdı ve ayrıca Buxārā vahasında, Маmastin, Sakmatin, Samtin ve Farab isimlerinde yerleşim yerlerini yaptırdı. Onun oğlu'da El tigin ("Parmūda, Nili-xān") Buxārā vahasında, Iskijkath, Sharg, Faraxsha ve Rāmitan isimlerinde yerleşim yerlerini yaptırdı. O Çin'den bir Çin prensesi ile evlenmiş ve o bir put tapınağınıda beraberinde Rāmitan'a getirmiştir. Rāmitan Buxārā'dan daha eski bir şehirdir, eskiden hükümdarların orada bir konutları bulunurdu, Buxārā şehri kurulduktan sonra buraya taşınmışlardır. Bazı kitaplarda "Rāmitan" yerine "Buxārā" yazılmıştır.
Yeni Fars dilinin bu söz kalıpların içindeki aktarmada ﺭﺎﺨﺭﻓ "farxār" veya ﺭﺎﻬﺑ "bihār", ve Arapça ﺭﺎﻬﺑﻟﺍ "al-bahār" veya "al-buhār".
Türk Dili'nin en eski sözlüklerinden Divân-ı Lügati't-Türk'te;
""... Bu şehirleri Türkler yaparak adlarını kendileri koymuşlardır. Bu adlar olduğu gibi şimdiye kadar gelmiştir. Bu yerlerde Farslılar çoğaldıktan sonra Acem şehirleri gibi olmuş. Bugün Türk ülkesinin sınırı " Abisgûn" (Hazar) denizi ile çevrili olarak Rûm diyarından ve Özçent'ten Çin'e kadar uzanır. Uzunluğu beşbin fersah, eni üçbin fersahtır; hepsi sekizbin fersah eder." diye yazılmıştır.
Efsaneye göre şehrin kuruluşu.
Fars destansı şiiri Şehnâme'ye göre şehir, Pishdak ("Pishdādian") Hanedanının mitik Şahı Kai Kavoos'un (كيكاوس; "Avestan Kauui Usan") oğlu Kral Siyavuş tarafından kurulmuştur. Efsaneye göre Siyavuş vezirler tarafından annesini baştan çıkarmakla suçlanmış, suçsuzluğunu kanıtlaması için ateşle imtihana tutulmuştur. Alevlerden yanmadan çıkarmasından sonra Oxus nehrini (şimdiki Ceyhun ya da Amuderya) geçerek Turan'a ulaşmıştır. Semerkant kralı Afrasiab kızı Ferganiza (Farsça: فرنگيس "Farangis"; Türkçe: "Kaz") Siavash ("Sıyavuş") ile evlendirir; ayrıca Sivayuş'a Buhara vahasının beyliğini verir. Sivayuş burada bir kale ile çevresindeki şehri inşa ettirir. Ancak birkaç yıl sonra bu sefer kayın validesini baştan çıkarmakla suçlanınca Kral Afrasiab tarafından öldürülür. Bunun üzerine Turan'a saldıran Şah Kai Kavoos, Afrasiab'ı öldürür, oğlunu ve gelinini İran'a götürür.
Tarihi kayıtlarda kuruluşu.
Resmi olarak şehir M.Ö. 500 yılında bugün "Ark" adı verilen bölgede kurulmuştur. Ancak Buhara vahasındaki yerleşimlerin tarihi M.Ö. 3000'lere kadar uzanır. Sapalli kültürü adı verilen ileri bir Bronz çağı kültürü buradaki Varakhsha, Vardan, Paykend ve Ramitan gibi yerlerde ortaya çıkmıştır. M.Ö. 1500 civarında iklimdeki değişiklik, demir teknolojisi, Aryan göçebelerin gelişi gibi farklı etmenlerin etkisiyle çevre yörelerden vahaya büyük miktarda nüfus akışı gerçekleşmiştir. Sapalli ve Aryan halkları Zeravşan deltasındaki göl ve sulak arazilerin etrafındaki köylerde birlikte yaşamaktaydı. M.Ö. 1000'den itibaren bu iki grup kendine has bir kültür geliştirmeye başladı. Soğd (Sogdian) adı verilen bu kültür M.Ö. 800'e kadar Zeravşan vadisinde çeşitli şehir-devletlerde yayıldı. Bu tarihlerden itibaren Zeravshan deltasının oluşturduğu sulak alan doldurulup yerleşimler oluşturulmaya başlanmıştır. M.Ö. 500 yılına geldiğinde iyice büyüyen bu yerleşimler birleştirilerek duvarla çevrelenmiş, böylelikle Buhara şehri kurulmuştur.
Pers ve Sasani İmparatorlukları.
Buhara M.Ö. 500 yılında Pers imparatorluğuna vassal devlet olarak bağlanmıştır. Bundan bir süre sonra Büyük İskender'in ve daha sonra da Hellenistik Selevkos, Greko-Baktria, Kuşan imparatorluklarının egemenliklerine geçer. Bu dönem boyunca Buhara Anahita kültünün ve bu külte bağlı ekonominin merkezi olarak işlemiştir. Zervaşan deltasında yaşayan halklar yılda (ay takvimine göre) bir kez ellerindeki eski tanrıça idollerini yenisiyle değiştirmek üzere bir araya geliyordu. Bu amaçla Mokh tapınağının önünde düzenlenen festival, toprağın verimliliği için de büyük önem taşımaktaydı. Bu tür ticari festivaller sayesinde Buhara bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Çin'in Han Hanedanı İpek yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla kuzeyden gelen göçebe boyları geri püskürtünce, çoktan refaha kavuşmuş olan Buhara kervanlar için bir uğrak haline geldi. Kuşan İmparatorluğunun yıkılmasının ardından Moğolistan'dan gelen Hun boylarının eline geçen Buhara hızlı bir düşüş yaşamıştır.
Sasani İmparatorluğu döneminde İslam fethine kadar, Buhara Manicilik ve Nasturi Hristiyanlık için önemli bir merkez olmuştur. İslam ordusu 650 yılında Buhara'yı ele geçirdikten sonra Buhara çok dinli özelliğini yüzyıl kadar devam ettirmiştir. Bunun nedeni büyük ölçüde Çin'in Tang Hanedanı'na karşı Soğdların Arapları desteklemeleri; ve Arap egemenliğinin çok sağlam olmaması sayılabilir. Ancak 751 Talas Muharebesi'nin ardından Araplar bölgedeki egemenliklerini güçlendirmiş, İslam dini bölgede yayılmaya başlamıştır. şebinkârahisar muhara köyüne göç vermiştir oradaki insanlar zaman içinde oranın yerlisi olup Müslümanlığı yaymışlardır
İslam Dönemi.
Şehir gerçekten söylence bir varlığa, zenginliğe, o Kızıl Kum Çölünde bir vaha kenarında ve İpek yolu güney güzergâhı üzerinde önemli alanda olmasına borçludur. 9. yüzyılın ortasından 10. yüzyılın sonuna kadar Buhara Samanîlerin başkenti (Milâdi 819-1005), Samanîlerin yıkılmasından sonra Karahanlıların yönetimi altına girdi (Milâdi 999 - 1141), daha sonra Kara Hıtay'ların eline geçti, fakat siyasi önemini kaybetti. Karahanlılar zamanında şehir kültürel altın çağını yaşamıştır, bunlardan Büyük Minare (kitabesinde 1127 yapım tarihi yazılı) ve "Maġâk-i Aṭṭârî" Cami'si sayılır.
İbn Havkal, Sughd nehrinin sol yakasından alınan, Bukhara şehrinin civarındaki ovanın ve bahçelerin ana kanallar sulama sistemi ile sulandığını detaylı olarak anlatır. Ayrıca Buhara'dan şöyle söz edilir; "Buhara'da konuşulan dil Soğdça (lisan al-Sughd), birazcık farklı, ama diğer insanlar Dari'ce (la-hum lisan bi 'l-dariye; Farsî lehçe) konuşurlar."
Kaşgarlı Mahmud, Divân-ı Lügati't-Türk'te;
"Balasagun ile Buhara ve Semerkand arasında türkleşmiş bulunan bir ulus." ve "Balasagun'a gelip yerleşmiş olan bir ulustur. Bunlar "Soğd" dandırlar. "صْغد Soğd", Buhara ile Semerkand arasındadır. Bunlar, Türk kılığını almışlar, Türk huyu ile huylanmışlardır."" şeklinde Soğdları tanımlar.
1220 yılında şehir, Cengiz Han'ın oğlu Çağatay komutasındaki bir ordu ile, Otrar'rı zaptetti ve yağmaladı, bu sırada Cengiz Han'ın kendi komutasındaki ordu ile, Buhara'yı tamamen yaktı. 30,000 kişiyi katledildi ve binlerce kadın tecavüze uğradı.
Elli yıl sonra, şehir normale dönmeye başladığı sırada, Moğollar bu kez İlhanlı hükümdarı Abaka Han'nın önderliğinde tekrar saldırır. Abaka, 1265 yılı içinde ölen Hülagû'nun yerine geçmiş ve Hristiyanlığı kabul edeceği sözünü vermiştir. Kudüs'ün Patriki 1267 yılının Mayıs ayında, tekrar Sultan I. Baybars'ın Haçlılara Akkâ düzlüğünde saldırısı sonucunda Johann von Brienne'nin öldüğünü yazar, ondan nerede ve nasıl yapabileceğine dair yardım rica eder.
Papa VI. Clement, Hıristiyanlığı kabul ettiğini zanettiği "Tatar prensi" Abaka Han'ı kutlamak için bir mektup yazarak Memlukler'e karşı yardımını ister. Böylelikle Haçlılarla kader birliği yapan Abaka'nın bir hedefi de Buhara'dır. Komutanı Nikpai Bahâdur 28 Ocak 1273'te kente girdikten sonra şehir yedi gün yağmalanır, neredeyse tüm nüfusu katledilir. Bu yıkımdan sonra Buhara uzun süre kendini toparlayamayacaktır. Moğol istilası öncesi dönemde Buhara İslam uygarlığını derinden etkileyecek iki büyük isim yetiştirmiştir: İbni Sina ve İmam el-Buhari.
Çarlık Rusyası ve Devrim.
19. yüzyıldan itibaren Rusya bölgede etkisini arttırmaya başlar, ancak Buhara'yı işgal etmez. Bu dönemde Buhara Emirliği, Büyük Oyun adı verilen İngiltere ve Rusya arasında Orta Asya'nın kontrolü için yaşanan çekişmede bir satranç taşıdır. Emirlik Ekim Devrimine kadar yarı bağımsız olarak varlığını sürdürür; 1920'de Buhara Sovyeti kurulur; 1925'te ise Stalin'in emriyle kurulan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlanır.
Ulaşım.
Buhara Uluslararası Havaalanına iç hat ve uluslararası uçuşlar bulunmaktadır.
Nüfus.
Buhara, Semerkant ile birlikte Özbekistan'da yoğun Tacik azınlık barındıran iki merkezden biridir. Eski Roma döneminden itibaren bölgeye Yahudiler de yerleşmiştir. Ancak Buhara Yahudilerinin çoğu 1925-2000 döneminde kenti terk etmiştir.
Kardeş Şehirler.
Horasan'daki kardeş şehirler;
Diğer şehirler:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20458",
"len_data": 11813,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.63
}
|
Guy de Maupassant (5 Ağustos 1850 - 6 Temmuz 1893) Fransız romancı ve kısa öykü yazarı.
Hayatı.
Guy de Maupassant "(okunuşu :güy dö mopasan)" 5 Ağustos 1850 yılında Fransa'da doğmuştur. Doğum belgesinde Tourville-sur-Arques'da bulunan Miromesnil şatosunda dünyaya geldiği belirtilse de çeşitli kaynaklara göre yüksek ihtimalle Fécamp'da doğmuştur. 6 Temmuz 1893 tarihinde Paris’te 42 yaşında ölmüştür. Mezarı Paris Montparnasse mezarlığındadır.
Maupassant ailesi Normandie bölgesine XVIII. yüzyılda yerleşir. Babası, Gustave Maupassant 1846 yılında bir burjuva olan Laure le Poitevin ile evlenir. Laure derin edebi kültüre sahip bir hanımdır. Klasikleri ve özellikle de Shakespeare’i çok sever. Çiftin boşanmasının ardından Guy ve ağabeyi Hervé anneleriyle yaşarlar. Kır kasabaları ve deniz kıyısında, doğa ile iç içe açık hava sporları yaparak büyür. Bu dönemde balıkçılarla ava gider, çiftçilerle sohbet eder. Annesine çok bağlıdır.
Yvetot’da gittiği din okulundan atılır. Hayatı boyunca, bu ilk eğitim sürecinde dine karşı geliştirdiği olumsuz görüşlerin izlerini taşır. Ardından Rouen lisesine başlar. Bu dönemde kendini şiire adar ve birçok okul piyesine katılır. Liseyi tamamlamasının hemen ardından başlayan Fransa Prusya savaşına gönüllü olarak katılır. Savaşın sona ermesinin ardından 1871 yılında Normandie’yi terk eder ve Paris’e yerleşir. On yıl boyunca Denizcilik Bakanlığı’nda çalışır. Bu süre içinde çok sıkılır: tek eğlencesi Pazar günlerinde yapılan Seine nehri gezileri ve tatillerdir.
Gustave Flaubert onun koruyucusu, akıl danışmanı ve edebiyat ve gazetecilik hayatının başlangıcında yön göstericisi olmuştur. Flaubert’ in yardımı ile İvan Turgenyev, Emile Zola ve birçok naturalist ve realist yazar ile tanışır. Bu süre içinde çok sayıda kısa oyun ve mısra yazar.
1878 yılında, gazetelere makale hazırlamak üzere başka bir bakanlıkta görevlendirilir ve Figaro gibi önemli gazetelere makaleler yazar. Flaubert, Maupassant'ın şiirlerinin yetersiz olduğunu söyler ve onu öykü ve roman yazmaya teşvik eder. Bu dönemde boş zamanlarını roman ve hikâye yazmaya adar. 1880 yılında ilk başyapıtı Boule de Suif’i yayınlar. "( Henüz Türkçe olarak yayınlanmamıştır"). Eser Zola tarafından 1880 yılında düzenlenen ve natüraliste yazarların buluştuğu toplulukta büyük ilgi toplar. Flaubert yapıtı “kalıcı bir başyapıt” olarak nitelendirir.
1880 ile 1891 yılları arasında Maupassant en verimli dönemini yaşar. İlk yapıtıyla meşhur oluşunun ardından düzenli şekilde çalışır ve yılda iki, hatta bazen dört kitap yayınlar. 1881 yılında La Maison Tellier adlı ilk hikâye serisini yayınlar. Bu kitap iki yıl içinde on iki baskı yapar. 1883 yılında ilk romanı olan Une Vie'yi tamamlar. Bu kitap bir yıldan kısa bir sürede yirmibeşbin kopya satar. Romanları hikâyelerinde ayrı ayrı değindiği gözlemlerinin buluşmasıdır. İkinci romanı Bel-Ami 1885 yılında yayınlanır ve dört ayda otuzyedi adet baskı yapar. Aynı dönemde birçoklarının yazarın başyapıtı olarak değerlendirdiği Pierre ve Jean'ı yazar. Yapıtlarında biçem, gözlem, içerik ve derinlik büyük bir uyum ve doğallıkla yer alır. Cezayir, İtalya, İngiltere, Sicilya gibi bölgelere geziler yapar ve neredeyse her gezisinde yeni bir kitap yazar.
Flaubert edebiyat konusunda her zaman Maupassant'ın yol göstericisi olmuştur. Ünlü Goncourt kardeşlerle arkadaşlığı çok kısa sürmüştür. Bu kardeşlerin 18.yüzyıl etkisinde yarattıkları edebiyat salonunun yapısını asla kabul etmemiştir.
İlerleyen yıllarda büyük bir ölüm korkusu ve yalnız kalma isteği geliştirir. Bu değişiminde hızlı yaşadığı gençlik yıllarında yakalandığı sifilis hastalığının etkisi olduğu düşünülür. 1892 yılında hastalığın da etkisiyle aklını kaybeder ve intihar girişiminde bulunur. Bunun ardında Paris'de bulunan Dr Blanche tıp kliniğine kaldırılır ve 43.yaş gününden bir ay önce, 6 Temmuz 1893 tarihinde burada hayata gözlerini yumar. Doğum kayıtlarının tersine ölüm kayıtlarında doğum yeri Yvetot olarak belirtilir ve böylece doğum yeri üzerine bir polemik başlar. Mezarı Paris'te, Montparnasse Mezarlığı'ndadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20468",
"len_data": 4033,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.29
}
|
Futbol Club Barcelona, genellikle FC Barcelona veya Barça olarak bilinir, İspanya'nın Katalonya özerk bölgesindeki Barselona kentinde bulunan bir futbol kulübüdür. 1899 yılında, Joan Gamper önderliğinde, İsviçreli, İngiliz ve İspanyol bir grup tarafından kurulmuştur. Katalonya bölgesini temsil eden kulübün sloganı "Més que un club" "(bir kulüpten daha fazlası)" cümlesidir. Barça marşı ise Josep Maria Espinàs tarafından bestelenen Cant del Barça'dır.
Barcelona, La Liga'dan düşmeyen üç kulüpten biri olup, Real Madrid ile beraber İspanyol futbolunun en başarılı temsilcileridirler. 1928'de İspanyol Profesyonel Futbol Ligi La Liga'nın on kurucu üyesinden biri olan kulüp, 1929'da ligin ilk şampiyonu olmuştur. İspanya'da 28 La Liga şampiyonluğu, 32 İspanya Kupası, 15 Supercopa de España, 3 Eva Duarte Kupası ve 2 Lig Kupası şampiyonluğu bulunmaktadır. Avrupa'nın en başarılı kulüpleri arasında yer alan Barça 'nın 12'si Avrupa kupalarında olmak üzere, 20 uluslararası kupası bulunmaktadır. 5 Şampiyonlar Ligi, 4 Kupa Galipleri Kupası, 3 Fuar Şehirleri Kupası (günümüzdeki adıyla Avrupa Ligi), 5 UEFA Süper Kupası ve 3 Dünya Kulüpler Kupası 'nı müzesinde bulundurmaktadır. 1955 yılından beri, her sene Avrupa arenasında mücadele etmektedir.
Futbol takımı 2009 yılında mücadele ettiği 6 turnuvada da şampiyon olarak bir ilki gerçekleştirmiştir. Takım 2009 yılında Şampiyonlar Ligi, UEFA Süper Kupası, La Liga, Copa del Rey, Supercopa de España ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda şampiyonluğa ulaşmıştır.
Kulübün stadyumu Camp Nou'dur ve taraftarlarına "Culés" denir, diğer ad ise Ultras Barça'dır. Kulübün taraftarları arasında, İspanya'nın eski başbakanlarından José Luis Rodríguez Zapatero da vardır.
FC Barcelona bünyesinde bir yedek futbol takımı (FC Barcelona B) ve bir genç futbol takımı (FC Barcelona C) da vardır. Bunlar dışında, kulübe ait profesyonel basketbol, hentbol, futsal ve patenli hokey takımları vardır. Bu takımların yanı sıra Barcelona, espor sektörüne de Barça eSports adı ile 10 Kasım 2021'de League Of Legends espor takımı açmıştır.
Tarihçe.
Barcelona 1889'da bir gazete de yayınlanan ilan sonucunda kurulmuştur. 11 oyuncunun ilandaki teklife olumlu yanıt vermesi ile kulüp ortaya çıkmıştır. Şimdiye kadar 27 kez şampiyonluk yaşadılar ve yerel kupayı 32 kez kazandılar. Barcelona ilk lig şampiyonluğunu ligin ilk yılı olan 1928-29 sezonunda 25 puanla kazandı. Kulüp 2015'te beşinci UEFA şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna ulaşarak tek bir sezonda ulusal kupa, Ligi ve UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan oluşan “üçlemeyi” tarihte iki kez yapan ilk kulüp oldu.
Total Futbol Felsefesi.
Total futbolu dünyayla tanıştıran isim 1974 FIFA Dünya Kupası'nda Hollandalı Johann Cruyff olmuştur. Genelde 4-3-3 sistemiyle oynanan sistem "takım halinde hücum, takım halinde savunma" ilkesine dayanır. 1970 ve 80'li yıllarda her oyuncunun yer değiştirerek oynadığı ve bireysel yeteneklerin daha ön plana çıktığı sistem, günümüzde oyuncuların eskiye oranla daha fazla bölgesinde durarak alan daraltan ve tek pasa dayalı takım oyunu şeklindedir. Adeta kaleci bile bir savunma oyuncusu gibidir. Cruyff'un Barcelona'ya 1988'de hoca olmasından sonra kolları sıvamış ve sistemi oturtmaya çalışmıştır. Barcelona ilk şampiyonluk kulüp kupasını 1992 senesinde onun döneminde kazanmıştır. 2003'te başka bir Hollandalı olan Frank Rijkaard'ın takımın başına gelmesi ile bu sistem yeniden denenmiş 2008'de alt yapı sorumlusu olan ve takımın eski futbolcusu olan Guardiola'nın teknik direktör olması ile zirveye ulaşmıştır. Takım o sene 6 kupayı birden kazanmıştır.
Rekabetler.
El Clásico.
Barcelona ile Real Madrid arasındaki ezeli rekabet "El Clásico" adıyla anılmaktadır. Bu rekabet İç Savaş yıllarında siyasi alanda da boy göstermiş, Katalanlar ve Kastilyalılar arasında kültürel ve siyasi gerilimler baş göstermiştir.
Francisco Franco döneminde Katalanlar başta olmak üzere tüm bölgesel kültürlere baskı politikası uygulamıştır. İspanyol topraklarında İspanyolca dışındaki tüm dillerin konuşulması yasaklanmıştır. Bu dönemde FC Barcelona Katalan halkının sembolü haline gelmiş ve ""Més que un club"" adıyla anılmıştır. Diktatörlük döneminde Barcelona'yı desteklemek Manuel Vázquez Montalbán'ın da söylediği gibi Katalan olduğunu göstermenin en dikkat çeken yoluydu. Bu yöntem anti-Franco harekete katılmadan diktatörlüğün muhalifi olduğunu göstermenin de bir yoluydu. Barcelona'nın muhalefeti simgelediği İç Savaş döneminde Real Madrid ise baskıcı merkeziyetçilik anlayışının ve faşist rejimin bir simgesi olarak görülmüştür.
Günümüzde yalnızca sportif anlamda süren bu rekabet futbolcu transferleri, kupa şampiyonlukları, mali gelir gibi alanlarda sürmektedir.
El Derbi Barceloní.
Barça'nın aynı şehri temsil eden rakibi Espanyol ile oynadığı maçlara denir. Geleneksel olarak, Franco rejimi sırasında özellikle Barcelona vatandaşların büyük çoğunluğu tarafından, Espanyol Barcelona devrimci ruhuna tezat, merkezi otoriteye uyum bir tür ikili bir kulüp olarak görüldü.
Barcelona'nın yerel derbide Espanyol'a karşı ezici bir üstünlüğü var. Espanyol, Barcelona'yı en son 2008-09 sezonunda yenmeyi başardı. 1950-51 sezonunda Espanyol Barcelona'yı 6-0 gibi farklı bir skorla yendi. İki takım arasında oynanan 152 maçta Barcelona 84 kez yenerken Espanyol 34 kez yendi, diğer 34 maçta da beraberlik yaşandı. Barcelona Espanyol ağlarına 278 gol gönderirken, Espanyol Barcelona ağlarına sadece 171 gol atabildi.
Sponsorluk.
Barcelona, kuruluşundan itibaren forma reklamı almamıştır. Bunun nedeni Katalonya’nın millî takımı olarak görünmesidir. 14 Temmuz 2006 tarihinde, kulüp UNICEF ile forma reklamı konusunda beş yıllık anlaşma yaptığını duyurmuştur. Kulüp bu anlaşma sonucunda, hiçbir ücret almayıp, bu süre boyunca yılda 1.5 milyon € UNICEF'e bağışta bulunmaktaydı. 2011 yazında Qatar Foundation ile anlaşmıştır. Ayrıca Qatar Airways Barcelona'nın ulaşım sponsorudur.
2017 sezon sonunda Qatar Airways ile sponsorluk sözleşmesi sona ermiş ve Barcelona’nın yeni global sponsoru 5 yıllık sözleşmeyle Rakuten olmuştur. Barcelona bu anlaşmayla Manchester United’ın rekorunu geride bırakarak sponsorluk anlaşmasında dünyanın en çok kazanan kulübü olmuştur.
2021 yılında Rakuten ile olan sözleşme sona ermiş, ardından Spotify, kulübün yeni ana sponsoru olmuştur.
Yönetim.
Yönetim kurulu.
!Görevi
!Adı
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20472",
"len_data": 6292,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.44
}
|
Zimbabve ya da resmî adıyla Zimbabve Cumhuriyeti, Afrika kıtasının güneyinde, denize kıyısı olmayan bir kara ülkesi. Eski adı Güney Rodezya olan ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Zambiya, Mozambik, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Botsvana oluşturmaktadır. Ülkenin Namibya ile olası 100 m uzunluğundaki sınırı tartışmalıdır. Ülkenin başkenti Harare'dir.
Ülke ismi.
Shona dilinde kullanılan "dzimba-dza-mabwe" (Türkçe:"Taş evler") günümüzde Büyük Zimbabve olarak adlandırılan ve ülke içerisinde bulunan güney Afrika bölgesinin en büyük tarihî eser kalıntılarına rastlanan sömürge dönemi öncesi taş yapıtların bulunduğu bölgenin antik başkentinin isminden esinlenerek oluşmuştur.
Coğrafya.
Ülkenin kara ülkesi olması nedeniyle denize kıyısı yoktur. Ülkenin toplamda sahip olduğu 3,066 km sınırın 813 km'si Botsvana, 1,231 km'si Mozambik, 225 km'si Güney Afrika Cumhuriyeti ve 797 km'si Zambiya devleti ile oluşmaktadır. Ayrıca Namibya'nın da içerisinde olduğu, dünya üzerinde tek dörtgen sınır bölgesinde Zimbabve'nin bu ülke ile bağlantısını sağlayan 100 m'lik sınır çizgisi tartışmalıdır. Söz konusu sınıra bağlantısı olan Botsvana, Zambiya, Zimbabve ve Namibya ülkelerinin sınır anlaşmaları ile sınırlarına karşılıklı olarak resmiyet kazandırmadıkları için kabul görmeyen bir sınır noktası konumunda olan bu bölge belirsizliğini korumaktadır. Ülkenin Zambiya ile olan kuzey sınırını Zambezi Nehri belirlemektedir. Ülkenin toplam yüzölçümü olan 390.757 km²'sinin 3910 km²'sini sulak alanlar oluşturmaktadır. Ülkenin doğu kesiminde Mutare şehrinin kuzeyinde, Mozambik sınırına yakın bir konumda bulunan Nyangani dağı 2592 m ile ülkenin en yüksek noktası konumundadır.
İklim.
Ülke genel itibarıyla tropikal bir iklime sahiptir. Yazları 35 °C üzerine çıkabilen değerler ile nemli ve aşırı sıcak geçebilmektedir. Kış dönemlerinde ise kuru ve 25 °C civarı değerler ile daha ılıman hava koşullarına sahip olabilmektedir. Ülkenin büyük bir bölümünü kaplayan yüksek kesimlerde ise yaz aylarındaki sıcaklık 25 °C ile 30 °C arasında olup, kış aylarında gece -5 °C dereceye kadar düşebilen sıcaklıklar ile don olayları görülebilmektedir. Ülkenin başkenti Harare ve civarında ise yıllık sıcaklık ortalaması 20 °C dolayında seyretmektedir. Yağmur sezonu olarak adlandırılan Kasım - Mart ayları arasındaki dönemde, ülkenin yıllık yağışının %90'ı yağabilmektedir. En son 2007/2008 kış döneminde de yaşandığı üzere belli dönemlerde yağan şiddetli yağışlar can kaybına sebebiyet verebilmekte ve ekili alanlara büyük zarar vererek mahsule zarar getirebilmektedir.
Bitki örtüsü ve yaban hayatı.
Ülkenin genel bitki örtüsünü kuru çayırlar meydan getirmektedir. Az da olsa ufak ağaçlık alanlar görülebilmektedir. Bu ağaçlık alanlarda da ağaçların çok büyük bir bölümün Baobab ağaç türünden olan Afrika baobabıları oluşturmaktadır. Savana bölgesindeki otlaklar kurak dönemde kurumuş ve kahverengi bir görünüme sahipken, yağmur dönemlerinde canlı, yeşil renge sahip olarak, 2 metre uzunluğa erişebilmektedir. Özellikle otlakların bu döneminde çimenler, Afrika kıtasının bu bölgesinde yaşayan yaban hayvanlarına beslenme imkânı sağlamaktadır.
Nüfus.
Ülke nüfusunun %98 gibi büyük bir oranda Afrika topluluklarından oluşturmaktadır. Bu grup içerisindenen büyüğünü %80 gibi bir oran ile Shona halkı oluşturmaktadır. Bunun haricinde Ndebele halkı da %13'lük bir oran ile ülke içerisinde önemli bir yere sahiptir. Chewa grubuna dahil nüfus %6'lık bir dilim oluştururken, ülke içerisinde Avrupalı beyaz nüfusun oranı ise %1 düzeyindedir. Ülkenin bölgeye daha sonra ismini veren Cecil Rhodes'in keşfetmesi ile başlayan, İngiliz sömürge sisteminin de kurulması ile de devam eden beyaz Avrupalıların gelişi hızla artmış ve bölgede toplam nüfusun %5 değerlerine kadar çıkmıştır. Ancak ülkenin bağımsızlığını kazanması neticesinde bu oran giderek düşmüş ve %1 dolaylarına kadar inmiştir. İlk geldikleri andan itibaren bölge için ve daha sonra da kurulan Zimbabve devleti ekonomisi için önemli katkılar sağlayan beyaz Avrupalı nüfus, Mugabe'nin sömürge döneminin izlerinin silmek adına onay verdiği tarım politikaları nedeniyle bölgeyi terk etmesi ile ülke içerisindeki ekonomik verilerde olumsuz yönde etkilenmiş ve bir dönemin zengin ülkesi zor bir süreç içerisine girmiştir. Bu dönemde diğer komşu Afrika ülkelerine göç etmek durumunda kalan beyaz nüfus, bu ülkelerin ekonomisine katkı sağlamaya devam etmişlerdir.
Geçmiş yıllarda yaşanan hızlı nüfus artışı, son dönemlerde ülke içerisinde yaşanana ekonomik çöküntüler ve AIDS hastalığı nedeniyle neredeyse durma noktasına gelmiştir. Bu durum yaşanan göçün de etkisiyle 2005 yılında toplam nüfusun bir yıl içerisinde gerilemesine kadar gitmiştir. Bu dönemde üç milyona yakın Zimbabve vatandaşının yasa dışı yollarla Güney Afrika Cumhuriyeti'ne geçtiği tahmin edilmektedir. Yine aynı ülke 2012 verilerine göre %4'ün de üzerinde bir nüfus büyüme oranı yakalayarak bu oran ile dünya üzerinde nüfusu bir yıl içerisinde en hızlı artan ikinci ülke konumuna getirmiştir. Zimbabve harici başka hiçbir ülkede ortalama yaşam süresi bu kadar kısa sürede bu kadar keskin bir düşüş yaşamamış, 2006 verilerine göre ortalama yaşam süresi 55 yıldan 44 yıla düşmüştür. Yetişkin ülke nüfusunun beşte biri resmi verilere göre AIDS hastalığına yakalanmış bir konumdadır.
Ülke 2008 verilerine göre %10'un da altında olan okuma yazma bilmeyenlerin oranı ile Afrika kıtasında en düşük orana sahiptir.
Zimbabve birçok Afrika ülkesinin aksine orta yaşlı bir nüfusa sahip olup, 2020 tahmini verilerine göre %58,48'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %4,52'si 65 yaş ve üzerindedir.
0-14 yaş: %38.32 (erkek 2,759,155/kadın 2,814,462)
15-24 yaş: %20.16 (erkek 1,436,710/kadın 1,495,440)
25-54 yaş: %32.94 (erkek 2,456,392/kadın 2,334,973)
55-64 yaş: %4.07 (erkek 227,506/kadın 363,824)
65 yaş ve üzeri: %4.52 (erkek 261,456/kadın 396,396)
Şehirde yaşayanların oranı 2022 verilerine göre %32,4 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2022 tahmini verilerine göre %1,95 düzeyindedir.
Dil.
Ülkenin İngilizce dilinin yanı sıra on beş resmî dili daha vardır. 2013 yılında kabul edilen yasaya göre İngilizcenin yanı sıra Shonaca, Ndebelece, Çevaca, Çibarvece, Kalangaca, Koisanca, Nambyaca, Ndau, Tsongaca, Sothoca, Chitongaca, Tsvanaca, Vendaca, Xhosaca resmî dil olarak kabul edilmiştir. Ülkenin resmi dillerinden biri olan ve resmî yazışmalarda da kullanılan İngilizce, sadece %2,5'ine denk gelen beyaz Avrupalılar ile melez nüfus tarafından anadili olarak kullanılmaktadır. Nüfusun geri kalanı Bantu dil ailesine ait olan Shona dilini (%70) ve Ndebele dilini (%20) anadili düzeyinde konuşmaktadır. Bunların haricinde de diğer resmî diller yerel olarak konuşulmaktadır. Şehirlerde İngilizce konuşma oranı yüksek seviyelerde olup, kırsal alanlarda daha çok diğer diller konuşulmaktadır.
Din.
Ülke nüfusunun %85'i Hristiyan inancına göre yaşamakta olup, bu topluluğun %62'si dini görevlerini kilise ziyaretleri gerçekleştirerek yerine getirmektedir. Bunun haricinde hristiyan inancı ile birlikte karışmış yerel dinlere inanan nüfus da mevcuttur. Zimbabve içerisinde İslami inancına göre yaşayan nüfusun oranı %1'in de altındadır. Azınlık konumunda olan bu topluluğun oranı 100.000 - 120.000 kişi arasında değişmektedir. Bu toplulukta çoğunluğu İngiliz sömürge döneminde Hindistan ve Pakistan'dan gelen müslümanlar oluştururken, Mozambik ve Malavi gibi komşu ülkelerden göç ederek Zimbabve'ye yerleşen müslümanlar da mevcuttur. Ülkede en çok cami 18 adet ile ülkenin başkenti Harare'de bulunmaktadır.
Sosyal durum.
Sağlık.
Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup, 2012 tahmini verilerine göre nüfusun %79,7'si temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Buna karşılık nüfusun sadece %39,9'unun tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlandığı ülkede, nüfusun %60,1'i daha ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, tifo, sıtma,humma ve kuduz çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının genelinde olduğu gibi yüksek oranda görülmekte olup, bu oran 2013 verilerine göre %14,99 düzeyindedir.
Ülkede yetersiz beslenme de yüksek düzeydedir. Ülkede dört milyon kişinin yetersiz beslenmeye bağlı sorunlar ile karşı karşıya kaldığı ifade edilmiştir. Özellikle Şubat 2016 yılında bu yana Afrika'nın güney kesimlerinde görülen şiddetli kuraklık nedeniyle dörtte birini 18 yaş altı kişilerin oluşturduğu kişilerin yetersiz beslenmenin etkisi altında olduğu belirtilmiştir.
Eğitim.
Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2015 verilerine göre %86,5 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %88,5 iken, kadınlarda %84,6 seviyesindedir. Zimbabve'de hem erkek hem de kız çocukları 11 yıllık bir öğrenim hayatına iştirak etmektedirler.
Tarih.
Sömürge dönemi öncesi.
Yaklaşık olarak 2000 yıl önce ilk Bantu ailesine mensup yerlilerin bu bölgelere gelmesi ve yerleşmesi ile yaşam bulan bölgede, gelenler arasında günümüzde nüfusun %80'ini oluşturan Shona halkının da ataları bulunmaktaydı. Shonaların atalarının çabaları ile oluşturulan medeniyet kalıntıları günümüzde Zimbabve sınırları içerisinde bulunan ve Büyük Zimbabve olarak adlandırılan tarihî eser kalıntılarından gözlemlenebilmektedir. Bu zenginliğin en önemli nedenlerinden bir tanesi de doğu Afrika kıyılarında daha sonradan bu bölgelere yerleşen müslüman tüccarlar ile yapılan alışverişler oluşturmaktaydı. Kıyı kesimlerde bu yerleşim ile oluşan Swahili kültürü ile ticaretine devam eden Swahili tüccarları zamanla Portekizliler tarafından yerlerinden edilerek bölgeden gönderilmişlerdir. Bu dönemde Portekiz bölgenin belli bir kısmını elde etmeye çalışsa da bunda başarılı olamamıştır. 1837 yılında Shona topluluklarının oluşturduğu şehir devletleri, Güney Afrika'dan gelen Ndebeleler tarafından yıkıma uğratılmıştır.
Sömürge dönemi.
1893 yılında bölgeyi satın alan Cecil Rhodes, bölgedeki tüm madenlerin, yer altı zenginliklerinin, verimli toprakların kullanımını ve yerlilerin iş gücü olarak kullanılma hakkını İngiltere'den gelen göçmenlere vererek, bu bölgenin işletmesini elinde tutmayı hedeflemiştir. Bu şekilde isminden de esinlenerek bölgenin denize uzak iç kesimlerinde Rodezya ismi ile sömürge sistemi kurulmuş, bu sistem bölgenin 1911 yılında Kuzey Rodezya (günümüzde Zambiya) ve Güney Rodezya (günümüzde Zimbabve) olarak ikiye ayrılmasına kadar devam etmiştir. Özellikle Güney Rodezya 1922 yılından sonra iklim şartlarının da uygun olması nedeniyle sömürge ülkesi sahibi Birleşik Krallık tarafından yerleşim kolonisi olarak kullanılmış, bu şekilde Birleşik Krallık içerisindeki fazla nüfus, suçlular vb. halk bu bölgeye göç ettirilerek yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu şekilde bölgeye gelen beyaz Avrupalıların kendi kendine oluşturdukları kendi kendine yönetim şekli ile bölge içerisindeki verimli toprakların kullanımı tamamen İngiliz göçmenlerin eline teslim edilmiş, yerel Afrikalı halk ise verimsiz bölge topraklarına zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Bu yönetim şeklinin başında bulunan kişiler anavatan Birleşik Krallık'tan kimlerin bölgeye gelip gelmeyeceğini tayin etme yetkisine sahip bir konumdaydılar.
Rodezya ve Nyasaland Federasyonu.
1 Ağustos 1953 ile 31 Aralık 1963 yılları arasında var olan bu yapıda Kuzey Rodezya (günümüzde Zambiya), Güney Rodezya (günümüzde Zimbabve) ve Nyasaland (günümüzde Malavi) birleştirilerek federasyon haline getirilmiştir. 1964 yılında Kuzey Rodezya ve Nyasaland'ın günümüzde var olan isimleri ile bağımsızlıklarını kazanması ile dağılan yapı sonrası Güney Rodezya 1964 ile 1965 yılları arasında İngiliz sömürge sisteminin bir parçası olmayı sürdürmüştür.
Tek taraflı bağımsızlık ilanı.
Komşu ülkeler Kuzey Rodezya ve Nyasaland'da siyahi Afrikalıların çoğunlukta olduğu gruplar hükûmetleri oluştururken, Güney Rodezya'da, ayrımcı Apartheid politikalar izleyen Güney Afrika'nın da etkisiyle, Ian Smith beyazlardan oluşan azınlık bir grup ile hükûmet kurmuş ve 11 Kasım 1965 tarihinde ise bölgenin Rodezya adı ile bağımsızlığını ilan etmiştir. İlk dönem İngiliz krallığına bağlı olan ülkenin bağımsızlığı Birleşik Krallık tarafından ayrımcı politika izlendiği ve yerel siyahi Afrika halkının yeterli düzeyde temsi edilmediği gerekçesiyle bağımsızlığı tanımamış ve bu ilanı yasa dışı olarak nitelendirmiştir.
(Güney) Rodezya'da diğer tüm sömürge ülkelerinde olduğu gibi biçimsel olarak parlamenter demokrasi ile yönetilmekteydi. Ancak bu yönetim şeklinde siyahi yerlilerin hiçbir katılımı, katkısı bulunmamaktaydı. 1978 yılında yapılan değişiklikler ile ilk defa siyahi halk, beyaz halk ile eşit siyasi haklara sahip olabilmiştir. Bağımsızlık ilanı sonrası ülkenin başbakanı seçilirken, devlet başkanı, ülkede "Officer Administering the Government of Rhodesia" adı ile temsil edilen halihazırda Birleşik Krallık kraliçesiydi.
Bölgenin Rodezya olarak bağımsızlığının kabul edilmemesi neticesinde Zimbabve-Rodezya ismi ile aynı bölgede yeni bir devletin oluşumunun ilanının gerçekleştiği 1 Haziran 1979 tarihinden 31 Aralık 1979 tarihine kadar varlığını sürdüren bu yeni devlet, tıpkı bir önceki Rodezya girişiminde de olduğu gibi Birleşik Krallık tarafından kabul edilmeyerek bölgenin Güney Rodezya olarak Birleşik Krallık'a bağlı bir bölge olduğunu belirtmiştir.
Bağımsızlık.
18 Nisan 1980 tarihinde tam bağımsızlığına kavuşan ülke, ilk dönemlerinde sömürge sonrası dönüşümü huzurlu ve rahat bir şekilde geçiren ülke olarak görülmekteydi. Ancak olumsuz sosyal ve siyasi gelişmeler neticesinde 1991 yılından itibaren kötüleşen durum nedeniyle, 1991 - 2009 yılları arasında dört ile beş milyon Zimbabve vatandaşı ülke dışına çıkmak ve sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmıştır.
Bağımsızlık sonrası parlamenter sistemi benimsemeye devam eden ülke, 1987/88 döneminde gerçekleştirdiği anayasa değişikliği ile yarı başkanlık sistemine geçmiştir. Bu döneme kadar Canaan Banana başkanlığında, başbakan olarak görev alan Robert Mugabe'nin başkanlığı devralması ile geçilen sistem neticesinde, Mugabe yıllar içerisinde tek taraflı diktatör bir rejim oluşturmuş ve ülkeyi günümüze kadar da yönetmiştir. Görev süresinin ilk yıllarında küçük çiftçileri koruyan yasalar çıkaran, sağlık ve eğitim alanlarında önemli adımlar atan Mugabe, bu sayede birçok alanda verilerin iyileşmesine ve ülkenin kalkınmasına etki etmiştir. Bu bağlamda çocuklarda yetersiz beslenmeden dolayı gerçekleşen ölüm oranlarını %22'den (1980) %12'lere (1990), çocuk ölüm oranlarını 86'dan (her bin doğumda) 49'a (her bin doğumda), ortalama yaşam süresini de 1980'e göre yükselterek ülkede önemli başarılara imza atmıştır.
Mugabe'nin 2000 yılında referanduma sunduğu anayasa değişiklik teklifi halkın büyük bir kısmı tarafından reddedilmesi, Mugabe ve partisi tarafından ülke içerisindeki etkilerinin bağımsızlıktan bu yana ilk defa bu kadar azaldığı izlenimi ile tedirginlikle karşılanmış, bu sonuç neticesinde birçok muhalefet partisi yetkililerine, sivil toplum kuruluşlarına, derneklere ve çiftliklere baskınlar ve saldırılar düzenlenmiştir. Bu dönemde gerçekleştirilen zulüm, baskı ve ölümler neticesinde ülkedeki diğer gruplara ve topluluklara hakimiyetini hissettiren Mugabe görevde kalmayı sürdürmüştür.
Ülkeyi 2008 yılına kadar yöneten Mugabe, 29 Mart 2009 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde 84 yaşında olmasına rağmen altıncı bir dönem ülkeyi yönetebilmek adına adaylığını koymuş, seçimleri tartışmalı bir şekilde kazanarak bu görevini sürdürmüştür. Bu dönemde devlet başkanlığı için güçlü bir aday olan muhalefet partisi adayı Morgan Tsvangirai, ikinci tur öncesi Mugabe yanlılarının gerçekleştirdiği şiddet olayları neticesinde geri çekilerek Mugabe'nin kazanmasının yolunu açmıştır. Her iki aday arasında geçen 2013 seçimlerinde de Mugabe yine tartışmalı bir şekilde seçimlerden galip ayrıldığını ilan ederek beşinci dönemi için bu koltuğa bir kez daha gelmiştir. Tsvangirai bu seçimlerde de şaibe olduğunu belirtmiş ancak bir sonuç elde edememiştir. 2013 yılında bir beş yıllık süre daha devlet başkanlığına seçilen Mugabe, Mart 2015 tarihi itibarıyla dünya üzerinde iktidarda olan en yaşlı devlet başkanı olduğu ifade edilmiştir.
Kasım 2017 başlarında başkan yardımcısı Emmerson Mnangagwa ile devlet başkanı Mugabe'nin eşi Grace Mugabe arasında başlayan çekişmeler sonucu Mnangagwa görevinden uzaklaştırılmıştır. Yaşanan bu gelişmelerin ardından Zimbabve ordusu 14 Kasım 2017 tarihinde başkent Harare'de bulunan önemli yerleri kontrol altına almıştır. Genelkurmay başkanı yaptığı açıklamada yaşanan bu gelişmelerin askerî darbe olmadığını, devlet başkanı Mugabe'nin güvende olduğunu belirterek Mugabe'nin çevresinde bulunan ve ülkede yaşanan sosyal ve ekonomik sorunların kaynağı olduğu iddia edilen "suçlu" unsurların temizlenmesi yönünde bir girişim olduğu, bu kişilerin Mugabe'nin etrafından temizlenmesi ile sürecin yeniden normale döneceği bildirilmiştir.
Mugabe yaşanan gelişmelerin ardından istifa etmeyeceğini bildirmiş ancak 21 Kasım 2017 tarihinde meclise gönderdiği mektup ile görevinden ayrıldığını ifade etmiştir.
24 Kasım 2017 tarihinde ülkenin yeni devlet başkanı Emmerson Mnangagwa yemin ederek ülkenin üçüncü devlet başkanı olarak göreve başlamıştır.
İdari yapılanma.
Zimbabve kendi içerisinde sekiz ile ve iki il statüsüne sahip şehre bölünmüş konumdadır. Toplamda var olan 10 il, kendi içerisinde 59 ilçeye ve 1200 beldeye ayrılmış durumda olup, beldelerde kendi içerisinde köylere ayrılmıştır. Aşağıdaki tabloda belirtilen nüfus sayıları 18 Ağustos 2002 tarihinde gerçekleştirilen resmi nüfus sayım sonuçlarını içermektedir.
Şehir.
Ülke genelinde en kalabalık şehri, başkent konumunda da olan Harare oluşturmaktadır. Zimbabve'nin toplam nüfusunun neredeyse %10'u başkent bölgesinde yaşamaktadır. Ülkenin nüfus bakımından en kalabalık altı şehri şu şekildedir:
Harare 1.444.534 kişi, Bulawayo 676.787 kişi, Chitungwiza 321.782 kişi, Mutare 170.106 kişi, Gweru 141.260 kişi ve Epworth 113.884 kişi.
Siyasi hayat.
Zimbabve Cumhuriyetinde parlamento Senato ve Temsilciler Meclisinden meydana gelir. Senato 40, Temsilciler Meclisi ise 100 üyelidir. Senatonun 10, meclisin 20 üyesi devlet başkanı tarafından seçilir. Zimbabve 1980'den itibaren Birleşmiş Milletlere üyedir.
Ekonomi.
Zimbabve ekonomisi çeşitlilik arz eder. Tarım, madencilik ve imalat sektörlerinin hepsi önemlidir. Çalışan nüfusun %35'i tarımla, %30'u sanayi ve ticaretle, %20'si hizmetlerle, %15'i hükûmet işleriyle uğraşır.
Ülkenin belli başlı tarım ürünleri tütün, şeker, pamuk, mısır ve buğdaydır. Giyim, kimya sanayileri ve hafif endüstri gelişmiştir. İmalat için gerekli enerjinin çoğu Kariba Hidroelektrik Santralinde üretilir.
Ticari ilişkilerde bulunduğu ülkelerin başlıcaları Güney Afrika, Birleşik Krallık, ABD ve Almanya'dır.
Para birimi.
Ülkenin para birimi olan Zimbabve doları, 1980 yılında bağımsızlık ile tedavüle girmiş bir para birimidir. 2008 yılında Mugabe tarafından kabul edilen tartışmalı tarım politikası sonucunda üretimi duran Zimbabve'de sıkıntılı günler baş göstermiştir. 2009 yılında yaşanan hiper enflasyon neticesinde kullanılmaya başlanan yabancı para birimleri nedeniyle değerini ve önemini büyük ölçüde yitiren para birimi, 12 Nisan 2009 tarihinde alınan karar ile bir yıl süreyle tedavülden kaldırıldığı açıklanmıştır. Bu sürecin sonunda da ekonomik verilerin kendi para biriminin kullanılmasına hala uygun olmadığı gerekçesiyle Zimbabve doları büyük çoğunlukla resmi ödeme aracı olarak kullanılmaktan çıkarılmıştır. Zimbabve Merkez Bankası başkanı John Mangudya Haziran 2015'te yaptığı açıklamada ülke içerisinde artık neredeyse hiç kullanılmayan para biriminin Eylül 2015 itibarıyla tamamen piyasadan çekileceğini açıklamış, bu tarihten itibaren halihazırda kullanılan diğer ülke para birimlerinin kullanılacağını açıklamıştır.
Ülke genelinde ABD Doları, Avro, Güney Afrika Randı, İngiliz Sterlini gibi para birimleri kullanılmakta olup, ticaretin, ödemelerin birçoğu bu para birimleri üzerinden gerçekleştirilmektedir. Bu değişim sürecinde Zimbabve vatandaşları 1 ABD Doları için 35 Katrilyon Zimbabve Doları vermek durumunda olacaklardır.
Enflasyon.
1990'lı yılların başlarında iki haneli sayılar ile ifade edilen enflasyon oranı, 2001 yılında üç haneli sayılara ulaşmış, 2003-2004 döneminde ise %600 ile zirve yapmıştır. Yapılan iyileştirmeler ile 2005 yılının başında %125'e kadar düşen enflasyon oranı, bu tarihten itibaren hızlı bir yükselişe geçmiş ve 2006 yılında %1000 ile rekor kırmıştır. Bunun neticesinde para biriminde 1:1000 oranında dönüşüm gerçekleşen ülkede, 2006 yılının sonlarında hızla beş haneli enflasyon rakamları doğru gitme eğilimi meydana gelmiştir. 2007 yılının ortalarında %7000 olan enflasyon neticesinde, hükûmet polis gücü ile fiyatları kontrol altına alma eğilimini göstermiş, bu dönemde mağaza kapatma, esnaf tutuklamaları yoğun bir şekilde uygulanmıştır. Bu çözümünde herhangi bir katkı sağlamaması neticesinde 2008 Ocak ayında %10000 ile beş haneli rakamlara erişilmiştir. Aynı yılın Temmuz ayında enflasyon %231 milyon olarak yeni bir rekora imza atmıştır. Bu aydan sonra resmi verileri açıklamayan Zimbabve'de, ekonomist Steven H. Hanke'nin tahminlerine göre aynı yıl içerisinde enflasyon %90 trilyon oranlarına kadar artış göstermiştir. Bu oranlar sonrasında ticaretin yapılmadığı ülke birimi tamamen bitme noktasına gelmiş, enflasyon oranları dünya üzerinde 1946'da Macar para birimi olan Pengő'nun ardından en yüksek oran olarak kayıtlara geçmiştir.
Günlük enflasyonları bile çoğu ülkenin aylık hatta yıllık enflasyonundan yüksek seviyelere ulaşan ülkede, halk 1 kilo et için 1 bavul dolusu para taşımak durumunda kalmış, bir ürün alabilmek adına yaklaşık 11 kg ağırlığında paranın transfer edildiği söylentileri gerçekleştirilmiştir. 500.000.000.000.000 (beş yüz trilyon) Zimbabve Doları sadece 1,8 Amerikan Dolarına karşılık gelmektedir (Kasım 2009). Ülkedeki enflasyon oranı %158.000.000 civarında tahmin edilmektedir. Bu, dünyanın en büyük enflasyon oranıdır (Temmuz 2009). Ülkede tedavülde olan en küçük para 100.000.000 Zimbabve Dolarıdır.
Ekonomi verileri.
Gayri safi yurt içi hasıla, enflasyon, bütçe ve dış ticaret değerlerinin yıllar içerisinde değişimini gösteren bilgiler şu şekle sıralanmaktadır:
Ulaşım.
Ülke genelinde var olan irili ufaklı 404 havaalanından sadece 17 tanesinin pisti asfaltlanmış konumdadır. Başkent Harare'de bulunan havaalanı ise uluslararası standartlara uygun tek havaalanıdır.
Tüm ülkede var olan toplam 97.440 km karayolundan 18.514 km'si asfaltlanmış bir konumdadır.
Ülkede ayrıca 3077 km uzunluğunda demiryolu mevcut olup, bağlantıların neredeyse tamamı devlet demiryolu olan "National Railways of Zimbabwe (NRZ)" tarafından sağlanmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20475",
"len_data": 22581,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.42
}
|
Oasis, İngilizce ve Fransızcada vaha, cennet, güvenli korunma yeri veya sığınak anlamlarına gelen kelime.
Oasis ayrıca şu anlamalara da gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20501",
"len_data": 146,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.45
}
|
Babil, Mezopotamya'da adını aldığı Babil kenti etrafında MÖ 1894 yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır. Babil halkının büyük bir kısmını, tarih boyunca çeşitli Sami kökenli halklar oluşturmuştur. Bölgede konuşulmuş en yaygın dil Akadca olmuş olmasına rağmen Sümerce dinî dil olarak kullanılmıştır. Aramice ise ilerleyen yıllarda bölgenin geçer dili konumuna gelmiştir.
Başlangıçta Akad İmparatorluğu'nda yer alan önemsiz ve güçsüz bir şehirken, şehrin Amori hükümdarı Hammurabi tarafından kısa süre içinde büyüyen ve gelişen şehir, kısa ömürlü de olsa bölgedeki en güçlü imparatorluklardan biri hâline gelmiştir. Bu dönemden sonra tüm Güney Mezopotamya'ya Babil denilmeye başlanmış, devletin kutsal şehri Nippur olmuştur. Hammurabi'nin oğlu altında güçten düşen devlet uzun süre boyunca Asur, Kassit ve Elam egemenliği altında kalmıştır. Şehir Asurlular tarafından yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. MÖ 609-539 yılları arasında hüküm sürmüş Yeni Babil İmparatorluğu, bağımsızlığını Asurlulardan Keldani Nabopolassar önderliğinde kazanmıştır. Bu devletin de çökmesi ile Babil şehri Ahameniş, Seleukos, Part, Roma ve Sasani egemenliği altında kalmıştır.
Tarih.
Babil öncesi Sümer-Akkad dönemi.
Mezopotamya'da Babil öncesi Sümer-Akkad dönemi, Sümer uygarlığının ortaya çıktığı MÖ 5400'lere kadar uzanan zengin bir tarihle karakterize edilir. Daha sonra Akad, Asur ve Babil'i oluşturacak olan Akadca konuşan Sami halkı MÖ 35. ve 30. yüzyıllar arasında ortaya çıkmıştır.
MÖ 3. binyıl boyunca Sümerce ve Akadca konuşanlar arasında önemli bir kültürel alışveriş olmuş, bu da yaygın iki dilliliğe ve karşılıklı dilsel etkiye yol açmıştır. Akadca, MÖ üçüncü binyıldan ikinci binyıla geçişte Mezopotamya'da konuşulan dil olarak yavaş yavaş Sümercenin yerini almıştır.
MÖ 5400'den itibaren Akad İmparatorluğu'nun yükselişine kadar (MÖ 24. yüzyıl) Mezopotamya'da Ur, Kiş, Lagaş gibi Sümer şehir devletleri egemendi. Akadca isimler bazı devletlerin krallık listelerinde görünmeye başlasa da Sümer kültürü baskın durumdaydı. Bu dönemde en önemli dini merkez tanrı Enlil'in şehri olan Nippur'du.
Akad İmparatorluğu (MÖ 2334-2154) Akad Semitleri ve Sümerleri birleştirerek antik Yakın Doğu'da baskın bir güç haline gelmiştir. Ancak ekonomik zorluklar, iklim değişiklikleri ve iç çatışmaların ardından Zagros Dağları'ndan gelen Gutilerin saldırıları nedeniyle sonunda gerilemiştir.
Sümer, MÖ 22. yüzyılın sonlarında Üçüncü Ur Hanedanlığı (Neo-Sümer İmparatorluğu) ile yeniden bir diriliş yaşamış, Gutileri kovmuş ve kuzeyde Akadca konuşan Asur'un bazı bölgelerini kontrol altına almıştır.
MÖ 2002'de Elamlılar tarafından Üçüncü Ur Hanedanlığı yıkılınca, Amoriler güney Mezopotamya'ya göç etmeye başlamış ve burayı ele geçirerek küçük krallıklar kurmuştur. Asurlular ise kuzeyde bağımsızlıklarını korumuştur. Güneydeki devletler Amorileri durduramayınca bir süre kuzeydeki Akad akrabaları Asurlulardan yardım almak zorunda kalmıştır.
Bu dönemde Asur kralı Ilu-şuma güneydeki seferlerini anlatırken Akadların özgürlüğünü sağladığını belirtir. Ancak bazı tarihçiler bunun askeri bir başarıdan ziyade güney şehir devletleriyle ticari anlaşmalar yapılması şeklinde yorumluyor.
Ilu-şuma'nın politikaları halefleri tarafından da sürdürülmüştür. Fakat Sargon I tahta çıktıktan sonra Asur ordusunu güneyden çekerek Anadolu'ya odaklanmış ve böylece güney Mezopotamya Amorilerin kontrolüne geçmiştir. Amor döneminin ilk yüzyıllarında en güçlü şehir devletleri ise güneyde Larsa, Isin ve Eshnunna, kuzeyde ise Asur olmuştur.
İlk Babil hanedanı - Amorit hanedanı, MÖ 1894-1595.
MÖ 1894 civarında, Sümu-abum adındaki Amorİ hükümdarı, komşu küçük şehir devleti Kazallu'nun topraklarından biri olan o zamanlar nispeten küçük Babil şehrini ele geçirerek, yeni ele geçirdiği toprakları bağımsız bir devlet haline getirdi. Saltanatı, bölgedeki diğer küçük şehir devletleri ve krallıklar arasında bir devlet kurmakla geçti. Ancak, Sümu-abum'un kendisine hiçbir zaman Babil Kralı unvanı vermemesi, Babil'in o dönemde hala önemsiz bir kasaba veya şehir olduğu ve krallık unvanını hak etmediğini düşündürmektedir.
Sümu-abum'u, aynı şekilde yönetim süren Sümu-la-El, Sabium ve Apil-Sin takip etti. Bu dönemde hiçbir yazılı kayıtta Babil krallığından bahsedilmez ve bu kralların kendilerini Babil Kralı olarak adlandırdıklarına dair bir bilgi yoktur. Bu Amorİ hükümdarlarından Sin-Muballit, sadece tek bir çanak tablete göre, resmi olarak Babil kralı olarak kabul edilen ilk kişi oldu. Bu kralların yönetimi altında Babil, çok az toprak parçası kontrol eden küçük bir devlet olarak kaldı ve kendisinden daha eski, daha büyük ve daha güçlü komşu krallıklar olan Isin, Larsa, kuzeydeki Asur ve doğudaki Elam (İran) tarafından gölgede bırakıldı. Elamlar, güney Mezopotamya'nın geniş topraklarını işgal etmişlerdi ve bu erken dönem Amorİ yöneticileri büyük ölçüde Elam'a bağlı olarak hareket ediyorlardı.
Hammurabi İmparatorluğu.
Babil tarihi Hammurabi döneminde (MÖ 1792-1750 civarı) büyük bir değişim yaşadı. Hammurabi hükümdarlığında öncelikle Babil'i küçük bir kasabadan önemli bir şehre dönüştürdü. Vergi sistemi ve merkezi yönetim kurarak güçlü bir yönetim oluşturdu. Elamların hakimiyetinden kurtuldu ve hatta Elam topraklarına kadar uzanan seferler düzenledi.
Ardından Mezopotamya'nın güneyini sistematik olarak ele geçirerek bölgede uzun süredir devam eden istikrarsızlığı sona erdirdi. Bu fetihlerle birlikte Sümer, Akad ve Asur'un eski kanunlarını geliştirerek ünlü Hammurabi Kanunlarını oluşturdu. Bu kanunlar günümüzde Louvre Müzesi'nde sergileniyor.
Fetihlerinin etkisiyle Mezopotamya'nın güneyinde yüzyıllardır baskın olan Nippur kentinin yerini Babil aldı. Babil, kutsal bir şehir olarak anılmaya başladı ve güney Mezopotamya'nın hakimi olmak isteyen herkes burada taç giyme töreni düzenlemek zorundaydı.
Hammurabi döneminde Babil, ticaret alanında da önemli bir güç haline geldi. Amorilerle yoğun ticaret yapıldı ve Batı ile güçlü ilişkiler kuruldu. Bu dönemde Babil, hem askeri hem de ticari açıdan önemli bir merkez haline geldi.
Düşüş.
Güney Mezopotamya, doğal savunulabilir sınırları olmadığı için saldırılara açık kaldı. Hammurabi'nin ölümünden sonra, imparatorluğu hızla dağılmaya başladı. Halefi Samsu-iluna döneminde, güneydeki topraklar yerel bir Akkad kralı olan Ilum-ma-ili tarafından alınarak, Babil İmparatorluğu'ndan ayrıldı. Güney, sonraki 272 yıl boyunca Babil'den bağımsız kaldı.
Babil ve Amorit yöneticileri, kuzeydeki Asur'dan kovuldu. Asur'un yerel yöneticisi Puzur-Sin, Babil İmparatorluğu'na karşı ayaklandı ve Amorit yöneticilerini kovdu. Daha sonra, yerel bir kral olan Adasi, iktidar ele geçirdi ve Babil İmparatorluğu'nun topraklarını geri almaya çalıştı.
Amorit yönetimi zayıflayan Babil'de devam etti. Hammurabi'nin ölümünden sonra kaybedilen toprakları geri almak için yapılan girişimler başarısız oldu.
Şamşu-Ditana, Babil'in son Amorit hükümdarı olacaktı. Saltanatının başlarında, bugün kuzeybatı İran'ın dağlarında kökeni belirsiz bir dil konuşan bir halk olan Kassitler tarafından baskı altına alındı. Babil daha sonra MÖ 1595'te Hint-Avrupa dili konuşan, Anadolu kökenli Hititler tarafından saldırıya uğradı. Şamşu-Ditana, Hitit kralı Murşili I tarafından Babil'in yağmalanmasının ardından devrildi. Hititler uzun süre kalmadılar, ancak onların yol açtığı yıkım nihayet Kassite müttefiklerinin kontrolü ele geçirmesine izin verdi.
Kassit hanedanı, MÖ 1595-1155.
Kassit hanedanı Mari'li Gandash tarafından kurulmuştur. Kassitler, kendilerinden önceki Amorit hükümdarları gibi, aslen Mezopotamya'nın yerlisi değillerdi. Aksine, ilk olarak bugün kuzeybatı İran'da bulunan Zagros Dağları'nda ortaya çıkmışlardı.
Kassitlerin etnik aidiyeti belirsizdir. Yine de dilleri Semitik ya da Hint-Avrupa değildi. Ya izole bir dil olduğu ya da muhtemelen Anadolu'daki Hurro-Urartu dil ailesi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir, ancak günümüze ulaşan metinlerin azlığı nedeniyle genetik bağına dair kanıtlar yetersizdir. Bununla birlikte, bazı Kassit liderleri Hint-Avrupa isimleri taşıyor olabilir ve daha sonra orta ve doğu Anadolu'daki Hurrileri yöneten Mitanni elitine benzer bir Hint-Avrupa elitine sahip olabilirler, diğerleri ise Sami isimlere sahipti.
Kassitler Babil'in adını Karduniaš olarak değiştirdiler ve hükümdarlıkları 576 yıl sürerek Babil tarihindeki en uzun hanedanlık oldu.
Bu yeni yabancı egemenlik, eski Mısır'daki Sami Hiksoslar'ın kabaca çağdaş yönetimiyle çarpıcı bir benzerlik sunar. Babil'in Amorit krallarına atfedilen tanrısal niteliklerin çoğu bu dönemde ortadan kalktı; "tanrı" unvanı hiçbir zaman bir Kassit hükümdarına verilmedi. Babil, krallığın başkenti ve eski Mezopotamya dini rahiplerinin tüm güce sahip olduğu ve kısa ömürlü eski Babil imparatorluğunun miras hakkının verilebildiği tek yer olan Batı Asya'nın "kutsal şehirlerinden" biri olmaya devam etti.
Babil, kısa süreli göreceli güç dönemleri yaşadı, ancak genel olarak Kassitlerin uzun egemenliği altında nispeten zayıf olduğunu kanıtladı ve uzun dönemleri Asur ve Elam egemenliği ve müdahalesi altında geçirdi.
Babil'de Kassit egemenliğinin tam olarak ne zaman başladığı belli değildir, ancak Anadolu'dan gelen Hint-Avrupalı Hititler şehrin yağmalanmasından sonra Babil'de uzun süre kalmamışlardır ve Kassitlerin kısa süre sonra buraya yerleşmiş olmaları muhtemeldir. Agum II MÖ 1595'te Kassitler adına tahta geçti ve İran'dan Fırat'ın ortasına kadar uzanan bir devleti yönetti; Yeni kral, Asur'un yerli Mezopotamya kralı Erishum III ile barışçıl ilişkilerini sürdürdü. Yirmi dört yıl sonra Hititler'in ele geçirdiği Marduk'un kutsal heykelini geri almış ve Marduk'u Kassit tanrısı Shuqamuna'ya eşit ilan etmiştir.
Toprak kaybına, genel askeri zayıflığa ve okuryazarlık ile kültürdeki belirgin azalmaya rağmen, Kassit hanedanı Babil'in en uzun ömürlü hanedanı olmuş, Babil'in Elamlı Shutruk-Nakhunte tarafından fethedildiği MÖ 1155 yılına kadar yaşamıştır.
Erken Demir Çağı - Yerli yönetimi, ikinci İsin hanedanı, MÖ 1155-1026.
Babil'in kontrolünü Elamlılar ele geçirmişti fakat uzun sürmedi. Elam ile Asur savaşırken Marduk-kabit-ahheshu isimli kişi MÖ 1155-1139 yılları arasında hüküm süren 4. Babil Hanedanı'nı kurdu. Bu hanedan Güney Mezopotamya'nın yerli halkından oluşuyor ve Akadca konuşuyorlardı. Marduk-kabit-ahheshu Babil tahtına geçen ikinci yerli kişi oldu. Hanedanlığı 125 yıl boyunca ayakta kaldı. Yeni kurulan hanedan Elamı kovdu ve Kassitlerin tekrar güçlenmesini engelledi. Daha sonra Asur ile savaşılsa da başarı sağlanamadı.
Marduk-kabit-ahheshu'nun oğlu Itti-Marduk-balatu babasının yerine geçti ve 8 yıl boyunca Elam saldırılarını püskürttü. O da Asur'a saldırmaya çalıştı fakat başarılı olamadı.
Sıradaki kral Ninurta-nadin-shumi MÖ 1127'de tahta çıktı. O da Asur'u işgal etmeye kalkıştı fakat ordusu yenildi. Babil kralı Asur kralı ile antlaşma yapmak zorunda kaldı.
Bu hanedanlığın en ünlü kralı Nebukadnezar I idi (MÖ 1124-1103). Elamı yenerek Babil topraklarından çıkardı. Elam başkenti Susa'yı yağmaladı ve Kassitler tarafından Babil'den alınan Marduk heykelini geri getirdi. Elam krallığı bu olaylardan sonra iç savaşa girdi. Fakat Nebukadnezar I daha fazla toprak ele geçiremedi çünkü Asur kralı ile Aram ve Anadolu bölgelerinin kontrolü için savaştı ve yenildi. Nebukadnezar I saltanatının son yıllarında Babil'in sınırlarını korumaya ve barış içinde inşa çalışmalarına odaklandı.
Nebukadnezar I'ın ardından iki oğlu tahta çıktı. İkisi de Asur ile savaştı fakat yenildiler. Bu yenilgiler sonucu Babil toprakları küçüldü ve kıtlık yaşandı. Aynı zamanda Aramiler ve Suteanlar gibi göçebe halkların saldırıları arttı.
MÖ 1072'de Babil kralı Asur ile barış antlaşması imzalasa da, sonrasında gelen krallar Asur ile iyi geçinemediler. Asur kralları Babil'i işgal ederek kendilerine bağlı krallar tahta çıkardılar. Asur hakimiyeti MÖ 1050 civarlarına kadar sürdü. Daha sonra Asur iç savaş ve diğer devletlerle olan savaşlara odaklanınca Babil bir süreliğine özgürlüğüne kavuştu.
Fakat Bronz Çağı çöküşü sırasında Babil yeni göçlerle karşı karşıya kaldı. Arami ve Sutean kavimleri Babil topraklarına yerleştiler. Babil kralları bu göçleri engelleyemedi.
Kaos dönemi, MÖ 1026-911.
İktidardaki Babil hanedanı Nabu-shum-libur MÖ 1026'da yağmacı Aramiler tarafından tahttan indirildi ve başkent de dahil olmak üzere Babil'in kalbi anarşik bir duruma düştü ve Babil'i 20 yıldan fazla bir süre hiçbir kral yönetmedi.
Ancak güney Mezopotamya'da (eski Sealand Hanedanlığı'na tekabül eden bir bölge) V. Hanedanlık (MÖ 1025-1004) ortaya çıktı, bu bir Kassit klanının lideri olan Simbar-shipak tarafından yönetiliyordu ve aslında Babil'den ayrı bir devletti. Anarşi durumu Asur hükümdarı Ashur-nirari IV'e (MÖ 1019-1013) MÖ 1018'de Babil'e saldırma fırsatı verdi ve Babil'in Atlila şehrini ve Mezopotamya'nın bazı güney orta bölgelerini Asur için işgal edip ele geçirdi.
Güney Mezopotamya hanedanının yerini başka bir Kassit Hanedanı (Hanedan VI; MÖ 1003-984) aldı ve bu hanedan da Babil'in kontrolünü yeniden ele geçirmiş gibi görünüyordu. Elamlılar bu kısa süreli Kassit canlanmasını tahttan indirerek kral Mar-biti-apla-usur ile Hanedan VII'yi (MÖ 984-977) kurdular. Ancak Aramiler Babil'i bir kez daha yakıp yıkınca bu hanedanlık da yıkıldı.
M.Ö. 977'de Nabû-mukin-apli Babil yönetimini yeniden kurarak 8. Hanedanlığı başlattı. 9. Hanedanlık ise M.Ö. 941'den itibaren hüküm süren Ninurta-kudurri-uşur II ile başladı. Bu dönemde Babil güçsüzdü. Bölgenin bazı kısımları Arami ve Sutean kontrolündeydi. Babil kralları sık sık hem Babil topraklarını alan Asur hem de Elam'ın baskısına boyun eğmek zorunda kaldı.
Asur yönetimi, MÖ 911-619.
MÖ 10. yüzyıl sona ererken Babil kaos içinde kalmaya devam etti. Levanten'den gelen göçebe halklardan biri olan Kaldu olarak bilinen Keldaniler bölgeye yerleşti. Aynı dönemde zaten orada bulunan Aramiler ve Gutilere katıldılar. MÖ 850'ye gelindiğinde ise Keldaniler, Mezopotamya'nın en güneydoğusunda kendilerine küçük bir yer edinmişlerdi.
MÖ 911'de Asur kralı II. Adad-nirari tarafından kurulan Yeni Asur İmparatorluğu ise Babil'i tekrar egemenliği altına aldı. Bu dönem üç yüzyıl boyunca sürdü. Asurlular Babil'i birkaç kez yenerek topraklarını genişlettiler. Hatta MÖ 859'da kral Şalmaneser III Babil'i yağmalayıp Keldani, Arame ve Guti kabilelerini kontrol altına aldı. Bu dönemde Keldanilerden ve Araplardan yazılı kaynaklarda ilk defa bahsediliyor.
Asur hâkimiyeti zayıflayınca MÖ 780'de Marduk-apla-usur adlı bir Keldani Babil'in başına geçti. Ancak Asurlular tekrar saldırarak onu yenip kendisine bağlı hale getirdiler. Bu dönemde Babil karışıklık içindeydi. Kuzey Asur kontrolündeydi, güneyde ise yabancı Keldani hükümdarlar vardı.
MÖ 748'de Babilli Nabonassar isimli bir kral Keldani yönetimi yıktı ve ülkeyi tekrar istikrara kavuşturdu. Fakat Asurlular yeniden saldırarak Babil'i ele geçirdi. Bu dönemden sonra Babil tamamen Asur yönetimine girdi.
Asur hakimiyeti sırasında Aramice günlük konuşma dili olarak yaygınlaştı. Daha sonra MÖ 721'de Keldani lider Marduk-apla-iddina, Elam desteğiyle ayaklanıp bir süreliğine Babil'in başına geçti. Fakat Asurlular onu yenerek tekrar hakimiyeti ele geçirdi.
Babil'in Yıkılışı.
Sanherib, Sargon II'nin ardından Asur tahtına geçti. Bir süre sonra oğlu Assur-nadin-shumi'yi veliaht ilan etti. Fakat Merodach-Baladan ve Elamlı koruyucuları Asiri hakimiyetine karşı ayaklanmaya devam ettiler. Elamlı Nergal-ushezib ise Assur prensini öldürüp kısa süreliğine tahta çıktı. Bu olay Sanherib'i çileden çıkardı. Elamları işgal edip Elam'ı zaptetti, Babil'i yağmaladı ve şehri büyük ölçüde yerle bir etti. MÖ 681'de Ninova'da tanrı Nişroka dua ederken kendi oğulları tarafından öldürüldü. Yeni Asur kralı Esarhaddon, Babil'e kukla kral olarak Marduk-zakir-shumi II'yi atadı. Ancak Marduk-apla-iddina Elam'dan sürgünden dönerek kısa süreliğine Marduk-zakir-shumi'yi tahttan indirdi. Bunun üzerine Esarhaddon saldırarak onu yendi. Marduk-apla-iddina tekrar Elam'a kaçtı ve sürgünde öldü.
Restorasyon ve yeniden inşa.
Esarhaddon (MÖ 681-669) Babil'i bizzat yönetti. Şehri tamamen yeniden inşa ederek bölgeye canlanma ve barış getirdi. Ölümünde, devasa imparatorluğu (Kafkaslardan Mısır ve Nubia'ya, Kıbrıs'tan İran'a ve Hazar Denizi'ne kadar uzanan) içindeki uyumu sağlamak için en büyük oğlu Şamaş-şum-ukin'i Babil'de kendisine bağlı bir kral, en küçük oğlu ve oldukça eğitimli olan Asurbanipal'ı (MÖ 669-627) ise daha üst konumda Asur kralı ve Şamaş-şum-ukin'in hükümdarı olarak görevlendirdi.
Babil isyanı.
Kendisi de bir Asurlu olmasına rağmen, Şamaş-şum-ukin, kardeşi Aşurbanipal'e onlarca yıl tabi olduktan sonra, Babil şehrinin (Asur şehri Ninova'nın değil) muazzam imparatorluğun merkezi olması gerektiğini ilan etti. Kardeşi Aşurbanipal'e karşı büyük bir isyan başlattı. Elam, Persler, Medler, güney Mezopotamya'daki Babilliler, Keldaniler ve Sutealılar, Levant ve güneybatı Mezopotamya'daki Aramiler, Arap Yarımadası'ndaki Araplar ve Dilmunlar ve Kenanlılar-Fenikeliler de dahil olmak üzere Asur boyunduruğu ve yönetimine kızgın olan halklardan oluşan güçlü bir koalisyona liderlik etti. Acı bir mücadeleden sonra Babil yağmalandı ve müttefikleri yenilgiye uğratıldı, bu süreçte Şamaş-şum-ukim öldürüldü. Elam kesin olarak yok edildi ve Babilliler, Persler, Keldaniler, Araplar, Medler, Elamlılar, Aramiler, Sutealılar ve Kenanlılar şiddetle boyun eğdirildi ve Asur birlikleri isyan eden halklardan vahşi bir şekilde intikam aldı. Asur kralı adına hüküm sürmek üzere Kandalanu adında bir Asur valisi tahta çıkarıldı. Ashurbanipal'in MÖ 627'de ölümü üzerine oğlu Ashur-etil-ilani (MÖ 627-623) Babil ve Asur'un hükümdarı oldu.
Ancak Asur kısa süre içinde çöküşüne neden olacak bir dizi acımasız iç savaşa sürüklendi. Ashur-etil-ilani, MÖ 623'te kendi generallerinden biri olan Sîn-şumu-lişir tarafından tahttan indirildi ve o da kendisini Babil'de kral olarak ilan etti. Sürekli iç savaşın ortasında tahtta sadece bir yıl kaldıktan sonra, Sîn-şar-işkun (MÖ 622-612) MÖ 622'de onu Asur ve Babil hükümdarı olarak devirdi. Ancak o da Asur'un merkez bölgesinde aralıksız devam eden iç savaşla kuşatılmıştı. Babil bundan yararlandı ve MÖ 850 civarında güneydoğu Mezopotamya'ya yerleşmiş olan Keldanilerin daha önce bilinmeyen bir "malka "sı (reis) olan Nabopolassar yönetiminde isyan etti.
Sin-şar-işkun döneminde Asur'un geniş imparatorluğu çözülmeye başladı ve Asurlular için en önemlisi Babilliler, Keldaniler, Medler, Persler, İskitler, Aramiler ve Kimmerler olmak üzere eski tebaası olan halkların çoğu haraç ödemeyi bıraktı.
Neo-Babil İmparatorluğu (Keldani İmparatorluğu).
Babil'in yükselişi, Asur İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla başladı. MÖ 620 civarında Nabopolassar adlı bir hükümdar Babil'in kontrolünü ele geçirdi ve Medler, Persler, Kimmerler ve Sakalar gibi diğer halklarla ittifak kurarak Asur'a karşı savaştı. Uzun ve çetin mücadeleler sonucunda Asur yenilgiye uğratıldı ve Babil İmparatorluğu Mezopotamya'nın hakimi konumuna yükseldi.
II. Nebukadnezzar Dönemi: İmparatorluğun Altın Çağı
Neo-Babil İmparatorluğu'nun en parlak dönemi, II. Nebukadnezar'ın (MÖ 605-562) hükümdarlığıyla yaşandı. Nebukadnezzar, sadece güçlü bir savaşçı değil, aynı zamanda zeki bir devlet adamı ve usta bir yöneticiydi. Onun liderliğinde Babil İmparatorluğu sınırlarını genişletti, Mısır'a kadar uzanan bir toprak kazandı ve Mezopotamya'yı altın çağına taşıdı.
Nebukadnezzar, Babil'i Mezopotamya'nın en güçlü şehri haline getirdi ve imparatorluğu genişletti. Mısır'a karşı savaştı, Fenike ve Filistin'i fethetti ve Yahudi halkını sürgüne gönderdi. Nebukadnezzar ayrıca Babil'i görkemli bir şehir haline getirdi ve birçok anıtsal yapı inşa ettirdi. Bu yapıların en ünlüsü, Dünya Yedi Harikasından biri olan Asma Bahçeleri'dir.
Babil'in Fethi
Nebukadnezzar'ın ölümünden sonra Babil İmparatorluğu istikrarsızlık dönemine girdi. Nabonidus adında bir kral tahta çıktı ve halkın hoşnutsuzluğuna yol açan politikalar izledi. Bu durum, Pers kralı Büyük Kiros'un Babil'i ele geçirmesine zemin hazırladı.
MÖ 539 yılında Pers ordusu Babil'e girdi ve şehri fethetti. Nabonidus esir alındı ve Babil İmparatorluğu'nun sonu geldi. Babil şehri daha sonra Pers İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi.
Babil'in Düşüşü.
Babil, MÖ 539 yılında Ahameniş İmparatorluğu'na dahil edilerek Babiruş ("Bābiruš") satraplığı haline geldi.
Büyük Kiros'un vefatının ardından oğlu II. Kambises, Babil kralı ilan edildi. Fakat Pers İmparatorluğu'nun yönetimi babasında kalmaya devam etti. Bu durum, Babil'in bağımsızlık arzusunu yeniden alevlendirdi. Nitekim Darius I'in tahta çıkmasıyla birlikte Babil'in meşruiyeti tanıma geleneği sona erdi ve Babilliler, bağımsızlıklarını yeniden kazanmak için ayaklanmaya başladılar.
MÖ 522 yılında III. Nebukadnezar adında bir lider önderliğinde kısa süreliğine bağımsızlıklarını kazanan Babilliler, bu sefer Darius tarafından bastırıldı. Bu dönemde kuzeydeki Asur da ayaklanarak bölgedeki gerilimi daha da artırdı.
MÖ 5. yüzyılda Babil, bağımsızlık arzusundan vazgeçmedi ve birkaç kez daha ayaklanmalara girişti. Fakat Persler, bu ayaklanmaları şiddetle bastırdılar ve Babil'in şehir surlarını yıktılar. Buna rağmen önemli tapınakları korumaya devam ettiler.
Babil'in bağımsızlık mücadelesi başarısızlıkla sonuçlansa da, bölgedeki siyasi dengenin değişmesine engel olamadı. MÖ 333 yılında Büyük İskender, Babil'i fethederek bölgeyi kontrol altına aldı. İskender'in ölümünden sonra ise Babil ve Asur, Seleukos İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi.
Roma İmparatorluğu MÖ 2. yüzyılda kısa bir süre bölgeyi ele geçirmiş olsa da hakimiyet uzun sürmedi. Daha sonra bölge, Part İmparatorluğu ile Sasaniler arasında el değiştirmeye devam etti.
MS 7. yüzyılda Arapların fethiyle birlikte Babil bölgesi büyük bir değişim yaşadı. Arapların etkisiyle bölgede Arapça yaygınlaştı ve İslam dini benimsendi. Sadece kuzeydeki bazı bölgelerde Asuri kimliği günümüze kadar varlığını sürdürebildi.
Din.
Babilliler, eski halkların çoğunda görüldüğü gibi birden fazla tanrıya taparlardı ve tanrıları üzerine kuşaklar boyu anlatılan mitlere inanırlardı. Bunların çoğu Sümer kaynaklıydı.
Evren'in ve insanların yaratılışını konu alan Sümer Destanı'nın kahramanı Gılgamış, efsaneye göre ölümsüzlük otunu bulmak için yola çıkar ve bu arayışı sırasında bin bir güçlükle karşılaşır. Serüven dolu yolculuğunun sonunda bulduğu otu suların dibinden sinsice gelen bir yılan, kayığından çalar. Bu hikâyenin sonraki yüzyıllarda Nuh Tufanı efsanesi ile ilgili ifadelere kaynaklık ettiği ve birçok yönden benzer unsurları taşıdığı ifade edilir.
Tanrıları.
Baş tanrıları Marduk'tu. Babil efsanelerinde Marduk, ejderha Tiamat ile dövüşüp onu yener. Yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılan Marduk'un yeryüzündeki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak, su, gökyüzü, güneş ve ay tanrıları gibi tanrılara tapılırdı. Asurlular da büyük ölçüde Sümerlilerin ve Babillilerin dinleriyle tanrılarını paylaşmaktaydı. Ama en büyük tanrıları, adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur'du. Hem Babilliler, hem de Asurluların baş tanrıçası ise Eski Yunanların aşk tanrıçası Afrodit'e çok benzeyen İştar'dı.
Yazı ve bilim.
Sümer yazısı bilinen en eski yazıdır. Sümerler, kil tabletleri üstüne yazı yazdıktan sonra pişirirlerdi. Arkeolojik kazılar sırasında bazıları 5000 yıllık olan binlerce tablet bulunmuştur. İlk yazı karakterlerini resimler oluşturuyordu. Bu resimler, yavaş yavaş Babillilerin ve Asurluların kullandıkları çivi yazısına dönüştü. Bu yazı biçiminde kavramları belirtmek için köşeli simgeler kullanılırdı. Bulunan tabletlerin üzerindeki yazılar din, matematik, yasalar, bilim ve başka konulara ilişkindir. Matematikte açılar konusunda bir tam dönüşü 60 birime bölmüşlerdir.
Edebiyat.
Çoğu kentte ve tapınakta kütüphaneler vardı; eski bir Sümer atasözü "kâtiplerin okulunda başarılı olmak isteyen kişi şafakla birlikte kalkmalıdır" der. Erkeklerin yanı sıra kadınlar da okuma yazma öğreniyordu, ve Semitik zamanlarda bu, soyu tükenmiş Sümer dilinin ve karmaşık ve kapsamlı bir syllabary'nin (hece yazı) bilinmesini gerektiriyordu.
Babil edebiyatının önemli bir kısmı Sümerce asıllarından çevrilmiş ve din ve hukuk dili uzun süre Sümer'in eski eklemeli dilinde yazılmaya devam etmiştir. Öğrencilerin kullanımı için kelime hazineleri, gramerler ve satır arası çevirilerin yanı sıra eski metinler üzerine şerhler ve anlaşılması güç kelime ve deyimlerin açıklamaları da derlenmiştir. Hecenin tüm karakterleri düzenlenip adlandırıldı ve ayrıntılı listeleri hazırlandı.
Başlıkları bize kadar ulaşan birçok Babil edebi eseri vardır. Bunların en ünlülerinden biri, Sin-liqi-unninni adlı biri tarafından orijinal Sümerce'den çevrilen ve astronomik bir ilkeye göre düzenlenen on iki kitaplık Gılgamış Destanı'dır. Her bölüm Gılgamış'ın kariyerindeki tek bir maceranın öyküsünü içerir. Tüm hikâye bileşik bir üründür ve bazı hikâyelerin yapay olarak merkezi figüre eklenmiş olması muhtemeldir.
Astronomi.
Bilimler arasında astronomi ve astroloji Babil toplumunda göze çarpan bir yere sahipti. Astronomi Babil'de çok eskilere dayanıyordu. Zodyak çok eski bir Babil icadıydı; ve güneş ve ay tutulmaları önceden tahmin edilebiliyordu. Orijinal Mezopotamya tutulma gözlemlerinin düzinelerce çivi yazısı kaydı vardır.
Babil astronomisi, Antik Yunan astronomisi, klasik, Sasani, Bizans ve Suriye astronomisi, Ortaçağ İslam dünyasında astronomi ve Orta Asya ve Batı Avrupa astronomisinde yapılanların çoğunun temelini oluşturmuştur. Yeni Babil astronomisi bu nedenle antik Yunan matematiği ve astronomisinin çoğunun doğrudan öncülü olarak kabul edilebilir ve bu da Avrupa (Batı) bilimsel devriminin tarihsel öncülüdür.
Tıp.
Tıbbi tanı ve prognoz
En eski "Babil" (yani Akad) tıp metinleri MÖ 2. binyılın ilk yarısındaki Birinci Babil hanedanlığı dönemine kadar uzanmaktadır en eski tıbbi reçeteler Ur'un Üçüncü Hanedanlığı döneminde Sümercede görülse de, Ancak en kapsamlı Babil tıp metni, Babil kralı Adad-apla-iddina (MÖ 1069-1046) döneminde Borsippa'nın "ummânû "su ya da baş bilgini Esagil-kin-apli tarafından yazılmış olan "Teşhis El Kitabı "dır.
Çağdaş eski Mısır tıbbı ile birlikte Babilliler diagnosis, prognosis, fiziksel muayene ve Tıbbi reçete kavramlarını ortaya atmışlardır. Buna ek olarak, "Teşhis El Kitabı" terapi ve etiyoloji yöntemlerini ve teşhis, prognoz ve terapide ampirizm, mantık ve rasyonalite kullanımını tanıtmıştır. Metin, tıbbi semptomların bir listesini ve genellikle ayrıntılı ampirik gözlemlerin yanı sıra bir hasta vücudunda gözlemlenen semptomları teşhis ve prognozla birleştirmede kullanılan mantıksal kuralları içerir.
Esagil-kin-apli çeşitli hastalıklar ve rahatsızlıklar keşfetmiş ve bunların belirtilerini "Teşhis El Kitabı "nda tanımlamıştır. Bunlar arasında birçok epilepsi çeşidinin ve ilgili rahatsızlıkların semptomları ile teşhis ve prognozları yer almaktadır. Geç dönem Babil tıbbı birçok yönden erken dönem Yunan tıbbı ile benzerlik göstermektedir. Özellikle Hipokrat Külliyatı'nın erken dönem risaleleri hem içerik hem de biçim açısından geç dönem Babil tıbbının etkisini göstermektedir.
Sanat ve mimarlık.
Babil'de kil bolluğu ve taş eksikliği, kerpiç kullanımının daha fazla olmasına yol açtı; Babil, Sümer ve Asur tapınakları, payandalarla desteklenen, yağmurun kanalizasyonla taşındığı, ham tuğladan yapılmış devasa yapılardı. Ur'daki böyle bir kanal kurşundan yapılmıştır. Tuğla kullanımı, pilaster ve sütunların, fresklerin ve emaye çinilerin erken gelişimine yol açtı. Duvarlar parlak renkliydi ve bazen çinilerin yanı sıra çinko veya altınla kaplandı. Meşaleler için boyalı pişmiş toprak koniler de sıvaya gömülmüştür. Babil'de, kabartma yerine, üç boyutlu figürlerin daha fazla kullanımı vardı – en eski örnekler, biraz hantal olsa da gerçekçi olan Gudea Heykelleridir. Babil'de taşın kıtlığı, her çakıl taşını değerli kıldı ve değerli taş kesme sanatında yüksek bir mükemmelliğe yol açtı.
Babil'in Asma Bahçeleri.
Babil'in Asma Bahçeleri, Dünyanın Yedi Harikası'ndan biridir. MÖ 7. yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında; ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabon'un 1. yüzyıldaki tanımına göre:
"Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu"
Söylenceye göre, Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis, Medes kralının kızıdır. Mezopotamya'nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.
İştar Kapısı.
II. Nebukadnezar döneminde inşa edilmiştir. Süreç içerisinde kentin ve krallığın simgelerinden biri olmuştur. Günümüzde Irak'ın Hillah bölgesinde sergilenmektedir.
Mirası.
Babilonya (Babil imparatorluğu) ve özellikle de başkenti Babil, İbrahimi dinlerde aşırılığın ve ahlaksız gücün sembolü olarak uzun zamandır bir yer tutmaktadır. Babil'e Kutsal Kitap'ta hem gerçek anlamda (tarihsel) hem de alegorik olarak birçok atıfta bulunulmuştur. Tanah'ta bahsedilenler tarihsel veya kehanet niteliğinde olma eğilimindeyken, Yeni Ahit'te Babil Fahişesi'ne yapılan apokaliptik atıflar daha çok mecazi veya muhtemelen pagan Roma'ya veya başka bir arketipe yapılan şifreli atıflardır. Efsanevi Babil'in Asma Bahçeleri ve Babil Kulesi sırasıyla lüks ve kibirli gücün sembolleri olarak görülür.
İlk Hıristiyanlar bazen Roma'yı Babil olarak adlandırmışlardır: Elçi Peter ilk mektubunu şu öğütle bitirir: "Sizinle birlikte seçilmiş olan Babil'deki [Roma] kadın size selamlarını gönderiyor, oğlum Markos da öyle."
şöyle der: "İkinci bir melek onu izledi ve, 'Düştü! Bütün uluslara zinalarının çılgın şarabını içiren Büyük Babil düştü' dedi". Diğer örnekler ve 'de bulunabilir.
Babil'e Kur'an'da Bakara Suresi'nin 2. bölümünün 102. ayetinde atıfta bulunulmaktadır:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20513",
"len_data": 30193,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.75
}
|
Ayna ya da gözgü, ışığın %100'e yakın bir kısmını yansıtan düzgün olarak cilalı yüzeydir.
Metal yüzeylerin parlatılmasıyla ilk ayna elde edilmiştir. Daha sonra ise, cam levhaların bir yüzeyi cıva amalgamları ile kaplanarak ayna elde edilmiştir. Günümüzde ise genellikle cam levhaların bir yüzü, ince bir gümüş tabakası ile sırlanarak elde edilir. Bazen gümüş yerine alüminyum, altın, hatta platin dahi kullanılır. Alüminyum sırlı aynalar, dalga boyu 0,4 mikrondan küçük olan morötesi ışınları da yansıtırlar. Aynalar düz, küresel ve parabolik diye ayrılırlar, küresel aynalar da çukur ve tümsek ayna olarak iki çeşittir. İlk ayna, metal yüzeylerin iyi bir şekilde parlatılmasıyla oluşturulmuştur.
Bir başka ayna çeşidi de, ışığın %100'den daha azını düzgün olarak yansıtan ve arka planı da gösteren, camera lucidada kullanılan, hayalet gösterme ve diğer bazı sihirbaz gösterilerinde kullanılan yarı geçirgen aynalardır.
Tarihi ve yapım tekniği.
Yüzyıllar önce (17. yüzyıla kadar) yüzeyi iyice parlatılmış düz metal levhalardan yapılan aynalar, daha sonra yerini bir yüzü çok ince bir metal katmanıyla kaplanmış cam levhalara bıraktı. Sır adı verilen bu metal kaplama, aynanın ışığı yansıtarak görüntü vermesini sağlar. Kolayca şekil verilip cilalanabilmeleri, böylelikle pürüzsüz hâle getirilebilmeleri ve dayanıklı olmaları sebebiyle metaller, ayna yapımında çok eskiden beri kullanılırdı. Milattan önceki zamanlarda Mısırlılar, Etrüskler, Yunanlar ve Romalıların bronz el aynaları kullandığı bilinmektedir. Daha değerli olanları ise gümüşten yapılırdı. Çok eskiden metalle kaplanmış cam aynaların kullanıldığına dair kayıtlara da rastlanmaktadır. Fakat bu yöntem o zamanlar yaygınlaşmamıştı.
Günümüzden yalnızca üç yüzyıl öncesine kadar Venedik Cumhuriyeti, Avrupa'da cam eşya ve özellikle de ayna yapımının sırrına sahip tek ülkeydi. Venedikliler bu sırrı büyük ihtimamla saklıyordu. Ayna ve cam eşya fabrikalarını Murano adasında kurmuş ve bu adaya camcı ustalarından başkasının girmesine de izin vermemişlerdi. Bu sırrı Fransızlar, adadan zorla kaçırdıkları dört usta sayesinde öğrendi ve bundan sonra ayna yapımı bir giz olmaktan çıkmaya başladı.
Ayna yapımında Venediklilerin kullandığı yöntem özetle şöyleydi: İnce bir kalay yaprak düz bir şekilde yayılır, üstü cıva ile kaplanır. Cıvanın fazlası sıkıştırılarak alındıktan sonra üstüne bir kâğıt ve onun da üstüne bir cam levha konur. Bundan sonra aradaki kâğıdın yavaşça çekilip alınır. Bu sırada kalay ve cıva bir amalgam oluşturarak camın alt yüzeyini kaplar. Son basamak olarak camın arkasına sırı koruyacak bir sırt geçirilir.
Venediklilerin kullandığı yöntem, 19. yüzyılda yerini yeni bir yönteme bırakmıştır. Alman kimyacı Justus von Liebig (1803-1873), camın üzerine bir çözeltiyle gümüş kaplama yöntemini bulmuş, bu yöntem günümüzde bile günlük amaçlar için kullanılan aynaların üretiminde uygulanmaya başlanmıştır. Yumuşak gümüş tabakasının çizilmemesi için bakır sülfat gibi maddelerle kaplama ve boyama işlemleri yapılmaktadır.
Bilimsel çalışmalarda kullanılan aynalarda ise, camın ışığın bir bölümünü absorbasyonunu önlemek amacıyla ön yüzler de gümüşlenir.
Ayna çeşitleri.
Temel olarak üçe ayrılır.
Düz aynalar.
Yansıtıcı yüzeyi düz olan aynalardır. Cisimlerin aynada oluşan görünümleri cisimlerden çıkarak aynada yansıyan ışınların uzantılarının kesiştiği yerde oluşur. Bu şekilde oluşan görüntülere zahirî veya sanal görüntü denir. Yansıyan ışınların kendilerinin kesişimiyle oluşan görüntülere ise gerçek görüntü denir.
Parabolik aynalar.
İtalyan matematikçi Ghetaldi tarafından incelenmiştir. Parabolik aynalar özel bir şekle sahip olup, enerji yakalayıp bu enerjinin tek bir noktaya odaklanması için tasarlanmış bir cisim olmakla birlikte odak noktasından dışa doğru enerji dağıtarak çalışabilir. Fenerlerde ve otomobil farlarında geri yansıtıcı olarak da kullanılabilir.
Parabolik aynalar düşük genleşmeye sahip cam ve pyrex maddelerinden yapılır. Görüntünün daha net olması için ince olarak tasarlanır.
17. yüzyılda Isaac Newton'un yansıtan teleskobu ile ilk defa parabolik ayna kullanıldı.
Dünya Olimpiyatları'nda olimpiyat meşalesi, Güneş ışığından dev parabolik aynalarla tutuşturulmaktadır.
Halk kültüründe ayna.
Halk ağzında pek çok yörede aynaya göz kelimesinden türetilmiş olan gözgü adı verilir. Gözgeç, güzgü, közgeç, közgö, közgü, küzgü de denir. Aynalar halk inancının dikkatini çekmiş cisimler olup farklı anlamlar yüklenmiştir. Bu Dünya ile Öteki arasındaki sınırı sembolize eder. Ruhlar âlemine açılan bir pencere gibi algılanır. Şaman, aynaya bakarak gelecekten haber verir veya kendi ruhunu görebilir. Gözle görünmeyen varlıkları gösterir. Erlik Han, yanında bir ayna gezdirir ve buna baktığında insanların işledikleri tüm günahları görür. Gece aynaya bakmak, uğursuzluk getireceği düşüncesiyle hoş karşılanmaz. Ayna yere bırakıldığında bir denize dönüşür. Tarak da yere bırakıldığında bir ormana dönüşür. Bazı şamanların anormal güçleri olan aynaları vardır. Öbür Dünya'da zirveleri gökyüzüne değen iki dağın arasında bulunan bir sandıkta duran ve bütün Dünya'yı gösteren bir ayna vardır. Gömülen cenazelerin üzerine ters bir ayna bırakmak eski bir Türk geleneği olup bu geleneği Anadolu'da uygulamaya devam eden yöreler vardır. Görme fiili ve görüntülerin Türk kültüründe farklı bir önemi vardır. Görüntü gerçeğin en önemli parçası kabul edilir. Bu nedenle geriye dönüp bakma yasağı (arkaya bakma yasağı) veya kimseye bakmama yasağı şeklinde efsane motifleri vardır. İmtihandan geçen kahraman, bu yasağa uymazsa taşa dönüşür, taş kesilir. Geriye dönüldüğünde tıpkı aynada olduğu gibi bir yansıma idrakiyle ruhlar âlemine olumsuz bir yöneliş gerçekleşir. Çuvaşçdaki "/" ile Macarcadaki "" kelimeleri arasında bulunan bağlantı ilginçtir. Masallarda sihirli aynalar gelecekten haber verir, uzak yerleri gösterir, insanlarla konuşur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20521",
"len_data": 5826,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.77
}
|
Karataş, Adana ilinin bir ilçesidir. Doğu Akdeniz bölgesinde Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin doğal sınırları içerisinde kurulmuş olup Adana'ya 48 km uzaklıktadır.
1986 yılında Adana'da Yüreğir ilçesinin kurulmasıyla köylerinin bir kısmı bu ilçeye bağlanmıştır ve 2020 yılı itibarı ile 43 mahallesi vardır.
Yüzölçümü 922 km²dir.
Tarihçe.
Tarihi çok eskilere dayanan Karataş M.Ö. 1000 yıllarında askeri ve ticari önemi olan yollar üzerinde kurulmuş bir liman şehridir ve antik dönemlerdeki ismi Magarsus'tur. M.Ö. 1900'lü yıllarda Arvaza ve Huri krallıklarının, M.Ö. 1530'lu yıllardan sonra da Hitit krallığının idaresine girmiştir. M.Ö. 1200'lerden önce Kue, sonra da Asur krallığının egemenliğine geçmiştir. Karataş'ta bulunan yazılı eserlerin çoğu Kue Krallığı zamanına rastlamaktadır.
Antik dönemlerde coğrafi konumu önemli olan şehir, aynı zamanda Ceyhan nehri boyunca o dönemde kurulmuş olan Mopsuhestia, Hemite ve Asitavandaya şehirlerine kilit bir noktadadır.
Şehir Orta Çağ'da Roma ve Abbasilerin egemenliğini yaşamış ve 1517 yılında Osmanlıların idaresine girmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra bir yıl Fransız işgali altında kalmıştır. Yerleşim 1928 yılında bucak, 1957 yılında da ilçe olmuştur.
Nüfus.
İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 43 mahalleden oluşmaktadır.
Mahalleler.
Karataş'ın 43 mahallesinin 5'i merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 9.602 kişi (%43,5) yaşamaktadır. En uzak mahallesi ise 58,7 km uzaklıktaki Tabaklar'dır. Merkez mahalleleri dışında nüfusu en fazla olan mahalle, 2.017 kişi ile Bahçe'dir. Karataş'ın nüfusu 2017 yılında %1,06 artmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20531",
"len_data": 1612,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.4
}
|
Real Madrid Club de Fútbol, İspanya'nın Madrid şehrinde kurulmuş olan ve futbol şubesi ile tanınan profesyonel spor kulübüdür. İsminde bulunan "Club de Fútbol" ibaresine rağmen futbolun yanı sıra basketbol takımı da mevcuttur. FIFA tarafından 20. yüzyılın en iyi futbol takımı olarak nitelendirilen Real Madrid tarihi boyunca 36 La Liga, 20 Copa del Rey, 13 Supercopa de España, 15 UEFA Şampiyonlar Ligi, 2 UEFA Kupası, 6 UEFA Süper Kupası, 3 Kıtalararası Kupa ve 5 FIFA Kulüpler Dünya Kupası şampiyonluğu yaşamıştır. Avrupa Kulüpler Birliği'nin kurucu üyelerinden biri olan Real Madrid, eski G-14 oluşumunun da kurucu üyelerinden birisidir. Kulübün isminde bulunan "Real" kelimesi İspanyolcada "kraliyet" anlamına gelmektedir ve bu unvan logosunda bulunan kraliyet tacı ile birlikte 1920 yılında XIII. Alfonso tarafından kulübe verilmiştir. Real Madrid; Real Sociedad, Real Unión, Real Betis ve Real Zaragoza ile birlikte isminde "Real" unvanını kullanma ve logosunda kraliyet tacını taşıma yetkisini direkt olarak kraldan alan ender kulüplerden biridir.
1902 yılında kurulan kulüp tarihi boyunca hiç küme düşmemiştir. 1950'li yıllarda hem Avrupa hem de İspanya futbolunda önemli bir güç haline gelmiş, 1980'li yıllarda kazandığı iki UEFA Kupası, beş La Liga şampiyonluğu, bir İspanya Kral Kupası şampiyonluğu ve üç Supercopa de España ile "La Quinta del Buitre" olarak anılır olmuştur.
Kulüp, kurulduğu yıldan beri birçok kez logosunu yenilemiştir. 2014 yılında ise Uluslararası Abu Dabi Bankası ile anlaşma yapmıştır. Abu Dabi ve Birleşik Arap Emirliklerinde bulunan Müslümanlarının tepkisi ile karşılaşmamak için sadece Birleşik Arap Emirliklerinde geçerli olmak üzere logosunda bulunan haçı kaldırmıştır. Real, kurulduğu ilk dönemlerde beyaz üzerine çapraz lacivert çizgili forma giymekte iken özellikle seslerini duyurmaya başladıkları 1950'li yıllarda giydikleri düz beyaz formalar sebebi ile ""Beyazlar"" anlamına gelen ""Los Blancos"" lakabı ile tanınmaya başlamışlardır. Kulübün stadyumu olan Santiago Bernabéu Stadyumu, 1947 yılında açılmıştır. Kapasitesi ilk dönemlerde 120.000 kişi olmasına rağmen UEFA standartlarına uyması için sonraki yıllarda kapasitesi düşürülmüştür.
Real Madrid'in ezeli rakiplerinden olan Barcelona ile oynadığı karşılaşmalar "El Clásico" olarak nitelendirilmektedir ve bu rekabet tüm dünyadaki futbolseverler tarafından takip edilmektedir.
Kulüp, 650.000.000$ gelirle dünyanın en çok gelir sağlayan kulübü olmakla birlikte, 2013 itibarıyla 3.300.000.000$ marka değeriyle en değerli futbol kulübüdür.
Real Madrid Şampiyonlar Ligi'nde 15 kez şampiyon olarak, en fazla şampiyonluk yaşayan takım unvanına da sahiptir.
Tarihçe.
İlk yıllar, İç Savaş ve Franco (1902-1945).
Real Madrid'in kökeni "Institución Libre de Enseñanza" akademisyenleri, öğrencileri ve Oxbridge mezunlarının 1897'de kurduğu "Sky Futbol Kulübü"'ne dek gitmektedir. 1900 yılında bu kulüp "Foot-Ball de Madrid" ve "Club Español de Madrid" olmak üzere iki kulübe ayrılmıştır. Club Español de Madrid'de 1902 yılında ikiye bölünmüş ve 6 Mart 1902 tarihinde "Madrid Futbol Kulübü" kurulmuştur. Kuruluşundan üç yıl sonra ise İspanya Kupası finalinde Athletic Bilbao'yu devirerek ilk şampiyonluğunu kazanmıştır. Kulübün o dönemki başkanı Adolfo Meléndez İspanya Futbol Federasyonu'nun kurulmasını karara bağlayan anlaşmanın imzacılarından birisi olmuş, böylece 4 Ocak 1909 tarihinde kurulan İspanya Kraliyet Futbol Federasyonu'nun kurucu taraflarından birisi de Madrid Futbol Kulübü olmuştur. 1912 yılında ise takım Campo de O'Donnell'a taşınmıştır. 1920 yılındaysa XIII. Alfonso tarafından kulübe "Real" unvanı ve armasında kraliyet tacını taşıma izni verilmiş, böylece "Madrid Futbol Kulübü"'nün adı "Real Madrid CF" olarak değişmiştir.
1929 yılında ilk İspanyol futbol ligi kurulmuş, Real Madrid son maçta Athletic Bilbao'ya yenilerek Barcelona'nın ardından ikinci olmuştur. Real Madrid ilk lig şampiyonluğunu ise 1931–32 sezonunda kazanmıştır. Ertesi yıl tekrar lig şampiyonu olan Real Madrid aynı yıl Kral Kupası'nı da kazanarak çifte şampiyonluk yaşamıştır.
Santiago Bernabéu Yeste ve Avrupa'da yükseliş (1945-1978).
Santiago Bernabéu Yeste 1945 yılında Real Madrid'in başkanı olmuştur. Başkanlık döneminde ilk olarak İspanya İç Savaşı sırasında zarar gören Ciudad Deportiva'yı yenilemiş ve kulübü Santiago Bernabéu Stadyumu'na taşımıştır. 1953 yılından itibaren ise dünya çapında prestij sağlayacak transferler gerçekleştirmeye başlamıştır. Bunun en belirgin örneği ise kulübün tarihinde unutulmaz bir yer edinen Alfredo Di Stéfano'dur.
1955 yılında Fransız spor gazetesi L'Équipe'in editörü ve futbolcu olan Gabriel Hanot'un önerisi, Gusztáv Sebes, Bedrignan ve Bernabéu'nun girişimleri ile birlikte daha sonra UEFA Şampiyonlar Ligi adını alacak olan futbol turnuvası düzenlenmeye başlamıştır. Bu olayla birlikte Barnabéu'nun başkanlığındaki Real Madrid hem İspanyol hem de Avrupa futbolunda kendini önemli bir güç olarak kabul ettirmiştir. Turnuvanın ilk sezonunun finalinde Stade de Reims'ı 4-3 mağlup ederek şampiyon olan Real Madrid beş yıl boyunca üst üste kupada şampiyonluk yaşamıştır. Bu başarısından dolayı da kulübe UEFA tarafından turnuva kupasının orijinalı verilmiştir. 1966 yılındaki finalde ise tamamen İspanyol oyunculardan oluşan kadrosuyla finalde Partizan'ı 2–1 devirmiş, 6. kez turnuvanın şampiyonluğunu kutlama şerefine erişmiştir. 1966 Avrupa şampiyonu olan bu kadro Diario Marca'nın yayınladığı Beatles'ın She Loves You şarkısının nakaratında geçen ""yeah, yeah, yeah"" sözlerinden ötürü ""Ye-yé"" olarak tanınmıştır. Ye-yé jenerasyonu 1962 ve 1964 yıllarında da Avrupa'da ikinci olmuştur.
1970'li yıllarda Real Madrid 5 lig şampiyonluğu ve 3 de Copa del Rey kazanmıştır. Ayrıca UEFA Kupa Galipleri Kupası'nın ilk sezonu olan 1970-71 sezonunda ise finalde Chelsea'ye 2-1 mağlup olarak kupada ikinci olmuştur.
2 Haziran 1978 tarihinde Arjantin'de Dünya Kupası düzenlenmekte iken kulüp başkanı Santiago Bernabéu Yeste ölmüştür. FIFA ise bu durum karşısında üç günlük yas ilan etmiştir. Ölümünden sonraki yıldan itibaren ise kulüp tarafından Bernabéu'nun onuruna Santiago Bernabéu Kupası düzenlenmeye başlamıştır.
"Quinta del Buitre" ve yedinci Avrupa Kupası (1980'ler-2000).
1980'lerin başında Real Madrid'in La Liga üzerindeki etkisi eski kadar hissedilmiyordu. Kulüp, 1980 ve 1985 yılları arasında şampiyonluk yakalayamamış sadece üç kez lig ikincisi olmuştur. Ancak kulüp 1980'lerin ikinci yarısında ise tam anlamıyla ligleri domine etmiştir. Bu dönemde iki UEFA Kupası, beş La Liga, bir Kral Kupası ve bir de İspanya Süper Kupası şampiyonluğu kazanılmıştır. İspanyol gazeteci Julio César Iglesias bu kuşak futbolcularına ""La Quinta del Buitre"" yakıştırmasını yapmıştır. Francisco Buyo, Miguel Porlán, Hugo Sánchez, Manuel Sanchís, Martín Vázquez, Míchel, Miguel Pardeza ve Emilio Butragueño bu kuşağın futbolcularıdır. 1990'ların ikinci yarısında ise Martín Vázquez, Emilio Butragueño ve Míchel'in kulüpten ayrılmasıyla birlikte "Quinta del Buitre" dağılmıştır.
1996 yılında kulüp başkanı Lorenzo Sanz, Fabio Capello'yu teknik direktör olarak görevlendirmiştir. Capello sadece bir sezon görev yaptığı kulüpte Roberto Carlos, Predrag Mijatović, Davor Šuker, Clarence Seedorf, Raúl González, Fernando Hierro, Iván Zamorano ve Fernando Redondo gibi döneminin yıldız futbolcularıyla ligde şampiyonluk yaşamıştır. 1998 yılında ise Jupp Heynckes teknik direktörlüğündeki takıma Fernando Morientes'de eklenmiş ve kulüp 32 yıl sonra tekrar UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamıştır. 1998 finalinde Juventus karşısında 1-0 galip gelen takımın golünü ise Predrag Mijatović kaydetmiştir.
"Los Galácticos", Calderón ve ikinci Pérez dönemi (2000-günümüz).
Temmuz 2000'de kulübün başkanlığına Florentino Pérez seçilmiştir. Pérez, seçim kampanyasında kulübün borçlarını silmek ve tesislerini modernleştirmek için verdiği sözlerin yanında ilk iş olarak verdiği diğer bir söz olan Luís Figo'yu kulübe kazandırmıştır. Sonraki yıllarda ise izlediği yıldız futbolcu politikası gereğince Zinédine Zidane, Ronaldo ve David Beckham gibi dünyaca ünlü futbolcuları transfer ederek ""Los Galácticos""u oluşturmuştur. Ancak yıldızlar karması olarak nitelendirilen bu kadro yalnızca 2002 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanmış, sonraki yıllarda ise ulusal ve uluslararası hiçbir başarı elde edememiştir.
2 Temmuz 2006'da Ramón Calderón'un başkan seçilmesiyle Fabio Capello tekrar takımın teknik direktörlüğüne getirilmiş, Predrag Mijatović ise yeni sportif direktör olarak tekrar kulübün bir parçası olmuştur. Real Madrid'i, dört sezon sonra La Liga şampiyonluğuna taşımasına rağmen defansif futbol oynattığı gerekçesiyle Capello takımdan kovulmuştur. 2007-08 sezonunda ise tekrar La Liga şampiyonluğunu tadan Real Madrid, bu şampiyonluk ile kulüp tarihindeki 31. İspanya şampiyonluğuna erişmiştir.
1 Haziran 2009 tarihinde, Florentino Perez tekrar Real Madrid'in başkanlık koltuğuna oturmuştur. İkinci başkanlık döneminde yaptığı Milan'dan Kaká ve 80.000.000£ bonservis bedeliyle Manchester United'dan Cristiano Ronaldo transferleri ile ikinci "Los Galácticos" projesini de başlatmıştır.
Arma, forma ve renkler.
Kulübün ilk arması beyaz üzerine lacivert renklerle ""Madrid Club de Fútbol""un kısaltması olan "MCF" harflerinin üst üste yazıldığı basit bir tasarım idi. Arma üzerinde yapılan ilk değişilik 1908 yılında gerçekleşmiştir. Bir sonraki değişiklik ise 1920 yılında Pedro Parages başkanlığındaki dönemde yapılmıştır. Bu dönemde XIII Alfonso'nun kulübe "Real" unvanını vermesiyle hem isim hem de arma değişmiş ve kulübün adı "Real Madrid Club de Fútbol" olmuştur. Armasına ise kraliyet tacı eklenmiştir. 1931 yılında ise monarşik rejimin sona ermesi ile kulüpteki kraliyetle ilgili bütün göstergeler (Real ismi ve armadaki kraliyet tacı) kaldırılmıştır. 1941 yılında ise İç Savaş sürerken kraliyet tacının tasarımı değiştirilerek tekrar armaya eklenmiştir. Ayrıca Madrid Club de Fútbol ismine "Real" kelimesi de tekrar eklenmiştir. 1997 yılında armanın ortasındaki çapraz çizginin mor olan rengi laciverde çevrilmiş, 2001 yılındaki ufak rötuşlar ile de arma son kez değişikliğe uğramıştır. 2014 yılında ise armanın üst kısmındaki haç Hristiyanlık sembolü olduğundan dolayı halkın tepkisini çekmemek adına yalnızca Birleşik Arap Emirliklerindeki operasyonlarda kaldırılmıştır.
Real Madrid'in ilk forması henüz "Club Español de Madrid" döneminde giydiği beyaz üzerine çapraz lacivert bir şerit bulunan gömlek yakalı bir forma, beyaz şort ve lacivert çoraplar olarak kabul edilir. 1902 yılındaysa Corinthian'ın forması örnek alınarak düz beyaz formaya geçilmiştir. Aynı yıl, mavi çorap siyah çorap ile değiştirilmiştir. 1940'larda ise formanın sol göğüs üzerindeki kısmına arma eklenmiştir. 23 Kasım 1947 tarihinde Metropolitano Stadı'nda Atlético Madrid karşısına çıkan Real Madrid, formasında sırt numarası bulunan ilk İspanyol kulübü olmuştur.
Kulübün son yıllarda kullandığı formalar Adidas tarafından imal edilmiştir. Real Madrid'in ilk forma sponsoru olan Zanussi, 1982 ve 1985 sezonları arasında kulübe destek sağlamıştır. Kulübün en uzun süre sponsorluk anlaşması imzaladığı firma ise Teka'dır. Teka, Real Madrid'e 1992'den 2001'e dek süren dokuz yıl boyunca sponsorluk desteği sağlamıştır. İzleyen yıllarda ise 2001'de Realmadrid.com, 2002 ve 2006 yılları arasında Siemens Mobile, 2006 ve 2007 yıllarında BenQ Siemens ile forma sponsorluğu anlaşması imzalanmıştır. 2007-2013 yılları arasında bwin kulübün forma sponsorluğunu yürütmüştür. Mayıs 2013 tarihinde, Emirates Havayolları ile 2013-14 sezonunda başlayan 5 yıllık bir sözleşme imzalanmıştır. Şu anda formanın göğüs bölümünde, "Fly Emirates" reklamı bulunmaktadır.
Stadyum.
Real Madrid'in 1912 yılında taşındığı 5.000 kapasiteli Campo de O'Donnell kulübün ilk stadyumudur. Kulüp daha sonra ise 8.000 kapasiteli küçük bir stad olan Campo de Ciudad Lineal'e geçmiştir. 17 Mayıs 1923'te ise Newcastle United ile oynanan karşılaşmayla açılan Chamartín Stadyumu'na taşınmıştır. Real Madrid ilk şampiyonluğunu 22.500 seyirci kapasiteli bu stadyumda yaşamıştır. 1943 yılında kulüp başkanlığına seçilen Santiago Bernabéu Yeste, Estadio Chamartín'in kulübün emelleri için yeterince büyük olmadığına karar vermiş ve yeni bir stadyumun inşasına başlamıştır. 1944'te başlayan inşaat çalışmaları 1947'de sona ermiş ve yeni stadyum 14 Aralık 1947 tarihinde açılmıştır. 1955 yılına kadar "Nuevo Estadio Chamartín" adıyla işletilen stadyum 1955 yılında bugünkü "Santiago Bernabéu Stadyumu" adını almıştır. Bernabéu'da yapılan ilk maç Real Madrid ve Portekiz kulübü Belenenses arasında oynanmış ve 3-1 Real Madrid lehine sonuçlanmıştır. Stadyumdaki ilk gol ise Sabino Barinaga tarafından atılmıştır.
Santiago Bernabéu Stadyumu'nun kapasitesi 1953'teki genişletme sonrası 120.000 kişiye dek ulaşmış, sonraki yıllarda ise kademeli olarak düşürülmüştür. Son yapılan değişiklik 2003 yılında yapılmış ve kapasite 5.000 kişi artırılarak 80.354 kapasiteli hale getirilmiştir.
Bernabéu, 1964 Avrupa Şampiyonası'nın ve 1982 FIFA Dünya Kupası'nın finallerine ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca Avrupa kulüp futbolunun en önemli turnuvası olan Şampiyon Kulüpler Kupası'nın 1957, 1969 ve 1980 sezonlarının finallerine de sahne olmuştur. En son olarak ise 2010 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi'nin finaline ev sahipliği yapmıştır.
9 Mayıs 2006 tarihinde Real Madrid'in rezerv takımı olan Real Madrid Castilla'ya evsahipliği yapması amacıyla Alfredo di Stéfano Stadyumu açılmıştır. Stadın açılışında Real Madrid ile Stade de Reims arasında 1956 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinin rövanşı mahiyetinde bir maç oynanmıştır. Karşılaşmayı Sergio Ramos, Antonio Cassano (2), Soldado (2) ve Jurado'nın golleriyle 6-1 Real Madrid kazanmıştır. Adını Real Madrid'in eski futbolcusu Alfredo Di Stéfano'dan alan stadyum 6.000 kişi kapasitelidir.
Rekorlar ve istatistikler.
Raúl González, 1994 ve 2010 yılları arasında 741 kez giydiği Real Madrid formasıyla kulüp rekorunu kırmış ve kulüp tarihinde en çok forma giyen futbolcu olmuştur. Raúl'den sonra en çok forma giyen oyuncu ise 711 kez ile Manuel Sanchis, Jr'dır. Luís Figo ise millî takımında oynadığı 127 maç ile Real Madrid tarihinde en fazla millî takımının formasını giymiş oyuncudur.
Cristiano Ronaldo 406 gol ile Raul ise 323 gol ile Real'in gelmiş geçmiş en golcü 3. futbolcusudur. Alfredo Di Stefano, Santillana, Ferenc Puskás, Hugo Sánchez ise Real için 200 golden fazla gol atmışlardır ve Raul ile Cristiano Ronaldo'dan sonra Real tarihinin en golcü futbolcularıdır. Ronaldo, 2014-15 sezonunda attığı 48 gol ile bir sezonda en çok gol atan Real futbolcusudur. Kulüp tarihinin en hızlı golünü ise Ronaldo 3 Aralık 2003 tarihindeki Atlético Madrid maçında 15. saniyede atmıştır.
Kulüp tarihindeki en fazla seyircili maç 2006 yılındaki Kral Kupası maçlarında 83.329 kişi ile gerçekleşmiştir. Santiago Bernabéu Stadyumu'nun mevcut kapasitesi ise 80.354'tür. 2007-08 sezonunda yakalanan ortalama 76.234 kişilik seyirci istatistiği ise o sezon Avrupa liglerindeki en yüksek seyirci ortalamasıydı. 17 Şubat 1957 ve 7 Mart 1965 tarihleri arasında oynanan 121 La Liga iç saha maçında yenilmeyen Real Madrid bu alanda da rekoru elinde bulundurmaktadır.
Real, 15 kez ile en çok UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamış kulüptür. Cristiano Ronaldo 107 gol ile UEFA Şampiyonlar Ligi'nin gelmiş geçmiş en çok gol atan oyuncusudur.
1 Eylül 2013'te Gareth Bale için ödenen 100.000.000€ bonservis bedeli futbol tarihinin en yüksek bonservis bedeli olarak tarihe geçmiş ve Real Madrid gelmiş geçmiş en pahalı transferi gerçekleştirmiştir. Bundan önceki en yüksek bonservis ücreti rekoru yine Real Madrid tarafından Haziran 2009'da Cristiano Ronaldo için 96.000.000€ ödenen meblağdır. Kulübün en yüksek bonservis bedeliyle sattığı oyuncu ise 29 Ağustos 2014 tarihinde Manchester United'dan 59.700.000£ bonservis ücreti aldığı Angel Di Maria satışı olmuştur. Kulüp tarihinde isim yapmış ünlü olmuş kulübün enlerinden olmuş ve kulüp tarihine adını yazdırmış futbolcuların çok büyük bir bölümü ilginç bir şekilde yengeç burcudur.
Real Madrid adına en çok gol atanlar.
1
2
Taraftar.
İç saha maçlarını 80.354 kişilik Santiago Bernabéu'da oynayan Real Madrid her maç ortalama 68.670 seyirciye oynamaktadır. Bir sezonluk kombine satın almak için öncelikle kulübe üyeliğin bulunması gereklidir. Kulübe üye olanların dışında tüm dünyada yaklaşık 1.800 "peñas" vardır. Real Madrid, İspanya'da her zaman en yüksek seyirci ortalamasına sahip takımlardan birisi olmuştur. 2004-05 sezonunda yakalanan 71.900 seyirci ortalaması o sezon La Liga'nın en yüksek ikinci seyirci ortalamasıydı.
Real'in en büyük taraftar grubu "Ultras Sur"'dur. Bu grubun siyasi duruşu aşırı sağcı olarak bilinir. Ultras Sur, Lazio'nun yine kendisi gibi aşırı sağcı bir taraftar grubu olan "Irriducibili" ile kardeştir. Bu taraftar grupları futbolculara karşı ırkçı tutumlarıyla da tanınır.
Ezeli rekabetler.
El Clásico.
Barcelona ve Real Madrid arasındaki ezeli rekabet "El Clásico" adıyla anılmaktadır. Bu rekabet İç Savaş yıllarında siyasi alanda da boy göstermiş, Katalanlar ve Kastilyalılar arasında kültürel ve siyasi gerilimler baş göstermiştir.
Francisco Franco döneminde Katalanlar başta olmak üzere tüm bölgesel kültürlere baskı politikası uygulamıştır. İspanyol topraklarında İspanyolca dışındaki tüm dillerin konuşulması yasaklanmıştır. Bu dönemde FC Barcelona Katalan halkının sembolü haline gelmiş ve ""Més que un club"" adıyla anılmıştır. Diktatörlük döneminde Barcelona'yı desteklemek Manuel Vázquez Montalbán'ın da söylediği gibi Katalan olduğunu göstermenin en dikkat çeken yoluydu. Bu yöntem anti-Franco harekete katılmadan diktatörlüğün muhalifi olduğunu göstermenin de bir yoluydu. Barcelona'nın muhalefeti simgelediği İç Savaş döneminde Real Madrid ise baskıcı merkeziyetçilik anlayışının ve faşist rejimin bir simgesi olarak görülmüştür.
Günümüzde yalnızca sportif anlamda süren bu rekabet futbolcu transferleri, kupa şampiyonlukları, mali gelir gibi alanlarda sürmektedir.
El Derbi madrileño.
Real Madrid'in bir diğer ezeli rakibi olan Atlético Madrid'le olan rekabeti hem sportif alanda hem de taraftar alanında sürmektedir. Atlético, 1903 yılında üç Basklı öğrenci tarafından kurulmuş, 1904'te "Madrid FC" muhaliflerinin katılımıyla genişlemiştir. Tarih boyunca Real'in taraftarları aristokrat ve kalburüstü sınıftan, Atlético taraftarları ise işçi sınıfından gelmiştir.
İki kulübün ilk karşılaşması 21 Şubat 1929 tarihinde Chamartín'de gerçekleşmiştir. Bu ilk derbiyi Real 2-1 kazanmıştır. İki takım arasındaki uluslararası arenada gerçekleşen ilk karşılaşma ise 1959 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası'nın yarı finalinde gerçekleşmiştir. İlk karşılaşmayı Real 2-1, ikinci karşılaşmayı ise Atlético 1-0 kazanmış, turu geçen taraf ise Real oluşmuştur.
1961 ve 1989 yılları arasında Real'in domine ettiği La Liga'da yalnızca 1966, 1970, 1973 ve 1977 yıllarında şampiyon olabilen Atlético, Real'den düşük bir profil çizmiş ve Real'e oranla başarısız bir görüntü vermiştir. Toplamda 36 kez La liga şampiyonluğu bulunan Real Madrid'e karşın yalnızca 11 lig şampiyonluğu yaşayan Atlético Madrid'in uluslararası arenada popülaritesi Real'den daha azdır.
Popüler kültürdeki yeri.
Real Madrid, "Goal!" üçlemesinin ikinci filmi olan ""'in konusu olmuştur. UEFA'nın tam desteğiyle çekilen "Goal!" serisi gerçek futbolcuları konu almaktadır. Film serisinde Real Madrid'den Iker Casillas, Zinedine Zidane, David Beckham, Ronaldo, Roberto Carlos, Raúl González, Sergio Ramos, Robinho, Thomas Gravesen, Michael Owen, Míchel Salgado, Júlio Baptista, Guti, Steve McManaman, Jonathan Woodgate ve Iván Helguera rol almışlardır.
"Real, The Movie" ismindeki yarı belgesel niteliğindeki film ise tamamen Real Madrid'i konu almaktadır. Prodüktörlüğünü kulübün, yönetmenliğini ise Borja Manso'nun yaptığı film taraftarların Real Madrid aşkını işlemektedir. Filmin sanatsal yönünün yanında Ciudad Real Madrid görüntüleri, maçlar ve röportajlar da filmde yer almaktadır. Film başta David Beckham, Zinedine Zidane, Raúl González, Luís Figo, Ronaldo, Iker Casillas ve Roberto Carlos olmak üzere Los Galácticos jenerasyonuna odaklanmıştır.
Phil Ball tarafından yazılan "White Storm: 100 years of Real Madrid" isimli kitap Real Madrid'in tarihini işleyen ilk İngilizce yayım olmuştur. 2002 yılında yayınlanan kitap Real Madrid'in 100 yıla sığdırdığı başarıları konu edinmektedir. Birçok dile çevrilen kitap Real Madrid'in tarihini konu edinen en kapsamlı yazılı yayımdır.
Real Madrid TV.
Real Madrid TV, İspanyol futbol takımları konusunda uzmanlaşmış Real Madrid tarafından işletilen şifreli bir televizyon kanalıdır. Kanal İspanyolca ve İngilizce yayın yapmaktadır.
Futbolcular.
İspanyol futbol kulüpleri kadrolarında AB dışından yalnızca üç yabancı oyuncu bulundurma hakkına sahiptir. AB üyesi olmayan bir ülkenin vatandaşı olan bir futbolcu aynı zamanda AB üyesi bir ülkenin vatandaşlığına sahip ise yabancı futbolcu sayılmamakta ve yabancı kontenjanını doldurmamaktadır. Aynı durum AKP ülkelerinin vatandaşları içinde geçerlidir. Cotonou Anlaşması gereğince AB vatandaşı olan futbolcular İspanya'da yabancı futbolcu olarak sayılmamaktadır. Bu durumun örneği olarak ise Roberto Carlos gösterilebilir. Brezilyalı bir futbolcu olan Carlos'un aynı zamanda İspanyol vatandaşlığı da bulunduğundan dolayı yabancı futbolcu statüsüne dahil edilmeden 11 yıl boyunca Real Madrid'de forma giymiştir.
Yönetim.
!Görev
!İsim
Dış bağlantılar.
Resmî bağlantılar
Haber siteleri
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20532",
"len_data": 21410,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.42
}
|
Buzdağı; büyük bir su kütlesinde serbest yüzen, tatlı sudan müteşekkil, büyük buz kütlesi. Buzdağlarına Kuzey ve Güney Kutbu çevresindeki denizlerde ve Arktik bölgelerdeki buzul göllerinde ve haliçlerinde (fiyord) rastlanır.
Oluşumu.
Buzdağları genellikle buzullardan kopmuş büyük parçalardan oluşur. Devamlı soğuk olan bölgelerde karın üst üste yığılması, kardan bir dağ ve sonra da bir buz katmanı teşekkül ettirir. Bu katman zamanla kıyıya doğru kayar ve denizde parçalanır. Böylece muazzam buzdağları meydana gelir. Uzunlukları birkaç kilometreyi ve kalınlıkları 300 metreyi bulabilir. Deniz üstünde sallanmadan dururlar. Her yıl Güney Kutbu Antarktika, her boydan binlerce buzdağı teşkiline sebep olur.
Kuzey kutbundaki Grönland Adasının iki milyon km²ye yaklaşan yüzeyi tamamen buz tabakası ile kaplıdır. Her sene buradan da 10-15 bin kadar buz dağı kopar. Buzdağları zamanla meydana gelen çatlak veya dalgaların aşındırması ile yerlerinden büyük bir gürültü ile ayrılırlar. Ayrılır ayrılmaz deniz içinde harekete geçerler. Özgül ağırlığı 0,9 g/cm³ olan buzdağının deniz üstünde görünen kısmının sekiz veya on katı su içindedir. Başıboş büyük denizlerde dolaşan bu buz dağlarının ağırlığı milyonlarca tonu bulur.
Grönland'dan kopup gelen buz dağları ilkbaharda ve yazın ilk aylarında Kuzey Atlas Okyanusunda sefer yapan gemiler için büyük tehlike teşkil ederler. Bunların yanında Kanada'nın kuzeydoğu kesiminden gelen buzdağları Labrador Akıntısı ile Yeniel kıyılarından güneye doğru sürüklenir. Buralardan "Golfstream" Akıntısına kapılarak Ekvator'a doğru yol alırlar. Bazıları tamamen erimeden önce 27°'lik arz derecesine kadar ulaşırlar. Antarktika buzullarından kopanlar ise kuzeye doğru yol alırlar. Bunlar Hint ve Büyük Okyanusta çalışan gemiler için pek tehlike teşkil etmezler. En fazla kuzeye gidebilen buzdağı, Avustralya'nın 100 mil kuzeyine kadar yaklaşabilmiştir.
Buzdağlarının rengi genellikle beyazdır. Mavi ve yeşil de olabilir. Güneşli havalarda eriyen kısımlar yüzeyde gölcükler meydana getirir. Suları tatlıdır. Bu sebepten büyük buzdağlarından istifade edilmesi düşünülmektedir. Su sıkıntısı çeken, bilhassa Aden Körfezi devletlerine getirilmesinin yolları araştırılmaktadır. Büyük römorklarla konvoy halinde getirilmesi düşünülen buz dağlarının Aden Körfezine gelmesi tahminen 6-7 ay sürecektir. Güç gibi görünmesine rağmen, milyonlarca insanın susuzluk çekmesi göz önünde tutulursa, gayretli bir çalışma sonunda netice vereceği tahmin edilmektedir.
Denizciliğe etkisi.
Buzdağları gemiler için büyük tehlikedir. Zamanının en büyük transatlantik gemisi olan Titanik, 14/15 Nisan 1912'deki ilk seferinde gece bir buzdağına çarparak parçalandı. Çarpışmadan 2 saat 40 dakika sonra gemi tamamen battı ve içinde bulunan 2224 yolcudan 1513'ü boğulup, 711 kişi ancak kurtarılabildi. Bu olay üzerine, buzdağlarının sebep olacağı felaketleri önlemek için tedbirler alındı. ABD'nin kıyı koruma teşkilatına ait gemiler, Kuzey Atlas Okyanusundaki buzdağlarını gözetleme görevlerini de yaparlar. Ayrıca Seyir ve Hidrografi Bürosu, Buzdağlarının bulunduğu yerleri, bunlardan emin olan yolları belirten haritalar yayınlar. Alınan bu tedbirlerden başka deniz suyu sıcaklığı ölçülerek de buz dağlarının yerleri bulunabilir. Bu işlem çok hassas, santigrat derecenin (°C) birkaç binde birini gösterebilen özel aletlerle yapılır. Bugünkü gemiler hassas radarlarla donatıldığından, buzdağları bunlar için büyük tehlike teşkil etmez.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20533",
"len_data": 3437,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.56
}
|
Aşağıda Birleşmiş Milletler tarafından bağımsız, egemen bir ülke olarak kabul edilen ve Birleşmiş Milletler'de üyeliği bulunan 193 ülke ile egemen bir devlet olarak kabul edilen ancak BM'de üyeliği bulunmayan Vatikan dahil toplam 194 ülkenin bayrağı ile yine ayrıca Birleşmiş Milletler üyesi en az bir ülke tarafından bağımsızlığı kabul edilen 9 ülke yer almaktadır. Birleşmiş Milletler üyesi tüm ülkeler tarafından bağımsızlığı kabul görmeyen bu ülkelerin isimleri italik olarak yazılmıştır. Belli bir ülkeye bağlı, idari açıdan söz konusu ülkelerin yönetiminde olan özerk bölgeler için ayrıca bağımlı topraklar listesi sayfasına bakınız.
Ayrıca kendilerini egemen bir devlet olarak gören, ancak tüm Birleşmiş Milletler üyesi devletler tarafından bağımsızlığı kabul görmeyen ve toprakları hala bağımsızlığını ilan ettikleri ülkelerin toprağı olarak görülen de-facto rejim ile yönetilen ülkeler için Tanınmayan veya sınırlı şekilde tanınan devletler listesi sayfasına bakınız.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20628",
"len_data": 978,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.38
}
|
Ray Anderson, (d. 16 Ekim 1952), Amerikalı caz bestecisi ve trombon çalgıcısı.
Hayatı.
Klasik trombon eğitimi ile çelişen abartılı trombon çalma teknikleri yüzünden bazılarınca eleştirilse de, 1970'lerden beri, yenilikçi, renkli düşünceleri ile caz dünyasını canlandıran çalgıcılarından biri olarak görülür. Trombona, homurtulu, hırlamalı, bozuk seslerle can veren Anderson, zaman zaman alto trombon, sürgülü borazan ile vurgulu çalgılar da çalar.
Anderson birçok çalışmasında, özellikle "Alligatory Band" ile "Slickaphonics" topluluklarıyla olanlarında, şarkı da söyler. En bilinen çalışmaları arasında, 1996'da "Alligatory Band" topluluğu içinde yayınladığı "Don't Mow Your Lawn" ("Çimenliğini Biçme"), daha alışılagelmiş caz parçalarından oluşan (yine aynı toplulukla, 1996'da yayınladığı) "Heads and Tales", hepsi de trombonculardan oluşan ender topluluklardan "Slideride" içinde 1994'te yayınladığı "Slideride" sayılabilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20635",
"len_data": 928,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.68
}
|
Celera Genomics, 1998 yılında Dr. J. Craig Venter tarafından Parkin-Elmer şirketinin desteğiyle kuruldu. Kurucusu olan Dr. Venter, ABD'de bir devlet kurumu olan Genetik Araştırmalar Enstitüsü'nün (TIGR) de ilk başkanıydı. TIGR'de bakteri genomunun DNA dizilerini meslektaşı Hamilton Smith ile yaparken başarılıydı.
İnsan Genom Projesi ve Celera.
Celera'yı kurduktan sonra kendi aynı projelere bu sefer devlet yardımı olmadan yürütmeye devam etti. Ancak kısa sürede büyüyen şirket, İnsan Genom Projesi'ne farklı bir yaklaşım getirerek 2030 yılında bitirilmesi hedeflenen projenin 2003 yılında bitirilmesini sağladı. Dr. Venter'in bunu "Devlet kuruluşunda çalışırken 9 yılda yaptıklarımı, özel sektörde 1 yılda yapabiliyorum" diyerek açıklıyordu. İnsan Genom Projesine katıldıktan sonra devlet tarafından yaklaşık 3 trilyon dolar ile desteklenirken, şirket ise 300 milyon dolar harcamıştı. 2001 yılında ilk sonuçlar açıklandığında aynı zamanda uluslararası konsorsiyum tarafından açıklanan sonuçla ancak %70 benzerlik olduğu görüldü. Dr. Venter bunun DNA dizlimesi yaparken kendi yaklaşımın farklı ve daha doğru olduğunu iddia ederek açıkladı. Birçok bilim insanı bu açıklamayı desteklerken, uluslararası konsorsiyum ve Celera ortak bir projeyle, insan genomu için her iki tarafın da onaylayacağı bir ortak harita için çalışmalarına devam ediyor.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20642",
"len_data": 1344,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.75
}
|
Airbus A380, Airbus tarafından üretilen, dünyanın en büyük geniş gövdeli yolcu uçağıdır. Ağırlığı 560 ton'dur.
Dünyanın en büyük yolcu uçağı A380 ilk uçuşunu Fransa'nın Toulouse kentinden gerçekleştirmiştir, ve ilk ticari uçuşunu 25 Ekim 2007 günü Singapur Havayolu şirketinin Singapur - Sidney arası yapmıştır.
A380, geniş gövdeli uçak sektöründe azami 853 yolcu taşıma kapasitesi ile yeni bir sınıf oluşturur. Projenin ortaya çıkışı, geliştirilmesi ve üretim safhalarında Airbus A3XX kodu altında sürülmüştür.
A380'in üst katı diğer geniş gövdeli uçaklardan farklı olarak gövde boyunca uzanır. Bu sayede rakibi olan bir başka geniş gövdeli uçak Boeing 747'ye göre %49 daha geniş kabin alanı sunar. Yine bu sayede standart konfigürasyonda 525 yolcu, tamamı ekonomi sınıfı olarak düzenlenmesi durumunda 853 yolcuya kadar taşıma kapasitesi arttırılabilir.
Tarihçe.
Geliştirme amaçları.
Bu uçağın geliştirme amaçları, çoğu kez olduğu gibi, ekonomiklik ve küreselleşmeden doğan zorunluluklar olmuştur. Zira, Airbus'a göre bu zorunlulukların arasında en önemlileri, şu ikisidir. Birincisi, bir tek uçak ve sefer ile mümkün en fazla yolcu taşıma kapasitesini artırmak; ikincisi ise buna dayanıklı yolcu ve kilometre başı oluşan zorunlu veya sabit (bakım, yakıt, pilot maaşları, havaalanı kullanma vergileri vs) giderleri mümkün en asgari değere düşürmektir. Şirketin verilerine göre, bu uçak diğer modern uçaklara kıyasla işletiminde %15 daha ekonomiktir.
Geliştirme amaçlarına ulaşabilmek için, yüksek derecede yeni bileşimli sanayi madde ve materyaller geliştirilip ve yeni üretim teknikleri geliştirmek zorunlu idi. Bu alanda cam elyafı ("fiberglas") takviyeli kompozit maddeler "(CFK, Carbon-fibre reinforced plastic, glass-fibre reinforced plastic veya cam elyafı takviyeli plastik)" ve sandviç yapı tekniğinden büyük oranda yararlanılmıştır.
Uçağın boş ağırlığını düşürmek için, uçak gövdesi sandviç konstrüksiyonu ile üretilmiştir. Duvarların (cidar) 2/3´si Alüminyum-fiberglas lif-kompozit GLARE yapımındandır. Sadece iç bölümünün 1/3´ü sırf alüminyumdandır.
Bunun yanı sıra, yeni geliştirilen jet motorlar sayesinde, diğer geniş gövdeli uçaklara karşı daha sessiz olduğu vurgulanır. Söz konusu jet motorlar Rolls-Royce tarafından üretilen Rolls-Royce Trent 900´dür ve bir dört jet motorlu sivil yolcu uçağı için kullanılan en güçlü jet motorlarıdır.
İç pervane çapı 2,95 metredir ve saniyede 1,5 ton hava çeker. Müşterilerin isteği üzerine Rolls-Royce motorları yanında, Engine Alliance (Pratt & Whitney ve General Electric) adlı şirketin ortak ürettikleri GP7200 motoru da kullanılabilir.
Bir başka özelliği ise, diğer 4 motorlu uçaklarda, genelde her dört motorda "thrust reverser" (itici güç ters çevirici, uçakların inişte güçlü şekilde fren yapmasını sağlar) mevcut iken, A380´de sadece gövdenin hemen yanında bulunan sağlı-sollu en yakın motorda kullanılmasıdır. Nedeni ise, uçağın olağanüstü kanat uzunluğudur. Dünyada bulunan iniş pistlerinin büyük bir oranı sadece 45 ile 60 metre arasındadır. Pistlerin sağ ve sollarında genelde çimen veya kum alan bulunur. A380´in 2 dış motorları bu cim ve kum alanların üzerinde bulunacağı için, inişte hız kesme esnasında, bu dış motorların "thrust reverser" kullanımında kum ve çim parçalarını motorun içine çekip böylece motorda hasara sürükleyeceği korkusudur. Diğer başka nedeni ise, dünya genelinde çoğu havaalanlarının altyapıları, Boeing 747 tipi uçağa göre geçmişte tasarlanıp ve genişletilmesidir. Bu noktada hem Airbus hem de havaalanları işleticilerine, genişletilmede mümkün mertebe fazla finansal koşullar çıkarmamaktır.
Airbus şirketinin açıklamasına göre, A380 için son sekiz yılda 12 milyar Euro geliştirme masrafı harcanmıştır.
Bu uçakta göze çarpan en güncel yenilik ise, ilk defa bir geniş gövdeli sivil yolcu uçağında bir çift yolcu kabininin baş kısmından kuyruk kısmına kadar kesintisiz mevcut oluşudur. Boeing 747´de ise bu çift katlı yolcu kabini sadece, önden uçağın uzunluğunun 1/3´de mevcuttur ve genellikle sadece 1. sınıf yolcularına aittir.
Geliştirme esnasında yolcu terminal işletmecileri, Airbus´a azami büyüklükte "80 x 80 metre box" (80 m uzunluk x 80 m genişlik) ebatlarını zorunlu koşmuşlardır. Böylelikle varsayılan altyapıyı mümkün derecede kullanılabilmektedir. Lâkin yolcu indirme ve bindirme peronlarında her iki katı aynı anda kullanabilmek için, hizmet yapacağı havaalanlarında yeni iki katlı indirme-bindirme körüklü köprüler yapımı kaçınılmaz bir noktaydı.
Bu gerekliliği şu an dünyada sadece birkaç sayılı büyük uluslararası havaalanları sağlamaktadır.
Proje ve geliştirme safhaları.
Bu uçağın ilk projeleri, 1980´li yıllarında yapılan ön fizibilite çalışmalarına dayanır. 1990 yıllarının ikinci yarısında, piyasanın elverişli gelişmeleri sayesinde, Airbus "geliştirme projelerine" başlamıştır.
2000 senesinde 50 adeti aşan rağbet ve ilgi ("Letters of intent") ile Airbus, uçağın "yapım projelerine" ilk adımı atmıştır.
İlk deney uçağı (prototip) Ekim 2004 ile Ocak 2005 arası son imalat aşamasında bulunup, 18 Ocak 2005'te üretim tesislerini terk edip halka sunulmuştur. Bu sunuluş törenine, Airbus´u üreten dört büyük ülke başbakanları; Jacques Chirac, Gerhard Schröder, Tony Blair ve José Luis Rodríguez Zapatero katılmışlardır.
"MSN 5001" isimli bir prototip, 2005'ten bu yana Dresden şehrinde bulunan bir uçak üretme tesisinde sürekli materyal ve diğer denemelerden geçirilip, 25 yıllık bir hizmet zaman dilimi sınavlarına tabii tutulur. Burada elde edilen değerler, yeni adetlere gereğince uygulanır.
İlk yolcu modeli uçak teslimatı Haziran 2006´da Singapore Airlines´a olacaktı. Aşağıda belirtilen sorunlardan dolayı, teslimatlar birçok kez ertelenip, Airbus´a göre 15 Ekim 2007´de Singapore Airlines´a ve 2008 yılı başında Qantas´a gerçekleşecektir.
Bu tarihlerden sonra olası teslimat aksaklıklarında, Airbus ve müşterileri arasında özel tazminat antlaşmaları imzalanmıştır.
A380F kargo modeli, ilk hesaplamalara göre 2009 senesi ilk yarıda olup, böylece Boeing 747-8F´in ilk teslimatından yaklaşık 6 ay önce gerçekleşecekti.
Aksaklıklar FedEx´in siparişinin iptaline ve Emirates´in sipariş takaslarına yol açmıştır.
Sonuç olarak sipariş listesinde sadece UPS´sin 10 adet A380-800F geriye kalmıştır.
UPS ve Airbus´a Şubat 2007´de ilk olarak, Mart 2007 tarihine kadar, her iki tarafa zaman tanınıp sipariş ve üretim konusunu, tekrar gözden geçirme olanağı sağlanmıştır. Bu zaman diliminde, olası bir sipariş iptali her iki taraf içinde, tazminat bedelinin söz konusu olmayacağı belirtilmiştir.
1 Mart 2007´li bir Airbus açıklamasına göre, A380-800F kargo modelinin, şu an olumlu perspektifler sağlamadığından, üretim ve teknik kapasitesini, A380 yolcu modeline kaydırdıklarına değinmiştir.
Bir Airbus sözcüsüne göre UPS´in siparişi iptal değil, sadece UPS´e yeni bir teslimat zamanı sağlanmasından ibarettir. Bunun yanı sıra, kargo modeli hâlen A380-Model serisinin bir aktif alt modelidir ve hâlen yeni müşteri bulma çabaları sürmektedir.
Belirlenen bilgilere göre, Airbus, kargo modelini 2015 tarihinden sonra müşterilerine teslimatı sağlayacaktır.
29 Ekim 2005'te Toulouse havaalanı yanında, ilk olarak Frankfurt Havalimanına uçuş düzenleyip, yolcu indirme-bindirme işlem denemelerine başlanmıştır.
8 Kasım 2005'te Hamburg-Finkenwerder havaalanına ikinci, "MSN-002" kodlu, deney uçağı iniş yapmıştır.
Airbus, 13 Haziran 2006´da bir açıklamada bulunup, A380´nin teslimat tarihlerinin, kabin elektrik donanımında meydana gelen sorunlardan dolayı, 6 ile 8 ay, arkaya atıldığını belirtmiştir.
Bu sorunların birkaçının nedeni şöyle açıklanmıştır. Farklı parça üretim tesislerinde, farklı CATIA isimli CAD-yazımların sürümleri kullanılıp, proje ve donanımlarda yazılım uyuşmazsızlıklar ortaya çıkmıştır. Bu uyuşmazsızlık nedenini gidermek için bir süre, veritabanlarında bulunan veriler, manuel olarak yeni yazılım sürümlerine aktarılmıştır.
Bu sorunlar göz önünde bulundurularak, 2007´de 9 adet, 2008´de 26 - 30 adet ve 2009´da sadece 40 adet üretme kapasitesi olduğu belirtilmiştir.
1 Eylül 2006´da "Realisierungsgesellschaft (ReGe) Hamburg" tarafından, Hamburg Havalimanının iniş-kalkış pistlerinin, 2 ay daha önce hizmete gireceği ve böylece Avrupalı ve Orta Doğu müşterilerinin, uçak teslimatı buradan gerçekleşmesi sağlanmıştır.
Airbus A380plus Airbus A380'nin büyük versiyonudur.933 yolcu taşıyabilir. Çünkü Airbus A380'nin lüks merdiveni yerine daha ince merdivenler kullanılıyor.Airbus, geliştirilmiş bir A380 olan "A380plus" için bir geliştirme çalışması sunuyor. Çalışma, aerodinamik iyileştirmeleri, özellikle yeni, büyük kanatçıklar ve% 4'e kadar yakıt yakma tasarrufu sağlayan diğer kanat iyileştirmelerini içermektedir.
Gerekli havaalanı altyapıları (Avrupa).
Airbus A380 uçağı, işletilecek havaalanlarında bazı altyapı modifikasyonlarının mevcudiyetini gerektirmektedir.
Deneme uçuşları.
İlk uçuş.
Teknik arızalar nedeniyle, defalarca ertelenen ilk uçuş, nihayet 27 Nisan 2005 günü binlerce seyirci karşısında gerçekleştirilmiştir. Uçuş 3 saat 54 dakika sürmüştür.
Seri numarası 001 ve kayıt kodu F-WWOW olan prototip, ilk defa Toulouse-Blagnac havaalanından, 421 tonluk ağırlık ile kalkıp Toulouse meydanlarında uçmuştur.
A380´nin uçuş süresince, her anını diğer bir uçak, video kamera ile izleyip bu veriler sonra değerlendirilmiştir.
A380´de bulunan çeşitli elektronik cihazlarla, uçuş süreci boyunca telemetri teknik bilgiler elde edilip, aynı anda uydu sistemi yoluyla Toulouse´da bulunan Airbus teknik merkezine gönderilmiştir.
İlk uçuşa, test kaptan pilot Jacques Rosay ve Claude Lelaie ve mürettebata uçak mühendisleri Gerard Desbois, Fernando Alonso, Manfred Birnfeld ve Jacky Joye katılmışlardır.
Engine Alliance GP7200 jet motorları ile ilk uçuş 25 Ağustos 2006´da gerçekleştirilmiştir.
Dümen suyu türbülans testleri.
Her uçağın özel bir dümen suyu türbülansı "(İngilizce:wake turbulence)" yaptığı bilinmektedir. Bu türbülanslar, bir uçağın hızına bağlı olarak kanatların üstünden hızla akan havanın, uçağın son kısmında, birden fazla girdaplar oluşturmasıdır.
Özellikle iniş ve kalkışlarda, diğer inmekte veya meydanda halîhazır bulunan uçaklara zarar vermesini önlemek için, Airbus A380, düzenlenen testleri Temmuz ve Ağustos 2006´da "Deutsches Zentrum für Luft- und Raumfahrt (DLR)" Alman Hava- ve Uzaycılık Merkezi Kurumu tarafından Oberpfaffenhofen havaalanında başarı ile bitirip gerekli uluslararası sertifikayı almıştır.
Bu testler sayesinde, Boeing 747-400 tipi uçağı veri baz alınarak, gerekli güvenlilik mesafesi ölçülüp tespit edilmiştir.
Uzun menzil uçuş denemeleri.
4 ile 8 Eylül 2006 arası ilk yolcu ve mürettebat dahil olarak uzun menzil uçuş denemeleri ("Early Long Flights veya kısaca ELF") gerçekleştirilmiştir. 474 yolcu ile sürdürülen bu denemelerde ise, bütün yolculara biletler, 50.000 Airbus işçisi arasında çekilen kura sonucu hediye edilmiştir. Mürettebat ise Lufthansa tarafından sağlanmıştır. Yolcular bu zaman içinde, yolcu konfor deneme görevi yapmışlardır. Uçakta bulunan her türlü klima, mutfak, yemek, ihtiyaç giderme tesisatları, koltuk, TV vs donanımları sınavdan geçirip, kendi özel dilek ve temennilerini yetkili kuruma bildirip, değerlenmesini sağlamışlardır.
Kasım ayında Düsseldorf, Kuala Lumpur, Pekin, Singapur, Şanghay, Hong Kong, Tokyo, Sidney, Johannesburg ve Vancouver havaalanlarında iniş ve kalkış´lar uygulanmıştır.
Denemelerin bitimi ve Genel Uçuş İzni.
30 Kasım 2006 tarihinde, A380 (Vancouver´den Kuzey kutbu üzeri Toulouse havaalanına) gerekli son deneme uçuşunu düzenleyip genel uçuş izni almaya hak kazanmıştır. 12 Aralık 2006´da A380 Rolls-Royce Trent 900 jet motorlu yolcu modeline, mecburi gerekli EASA ve ABD FAA ("Type Certification") Genel Uçuş İzinleri verilmiştir.
Sorunlar.
Acil durum uçak tahliyesi.
A380´nin Genel Uçuş İzni´ni elde etmesi için görülen en büyük sorunlardan birisi ise, ebatları olağanüstü olan bu uçağı, bir olası tehlike anında gerekli zaman dilimi içerisinde yolcu ve mürettebatı tamamen tahliye "(İngilizce: emergency evacuation, veya panik önlemek için, kısaca mürettebata kodlu şekilde 3 defa "e-v" (okunuşu: i-vi)" etmek olmuştur. Uluslararası gereksinimlere göre, her uçak, yolcu ve mürettebat dahil, tam 90 saniye içinde var olan kapıların, sadece yarısını kullanarak karanlıkta tamamen tahliye edilmesi mecburidir.
Bu konuda mühendisler farklı zamanlama ve acil durum senaryo sorunları yaşamıştır.
Misal, ön tekerlerin dışa çıkmaması anında, ön bölümün aşağıya sarkması, arka bölümde bulunan acil çıkış kızaklarının ise, daha da yükseğe tırmanması veya tam tersidir.
Bu ve benzeri sorunlar giderilmiştir ve 26 Mart 2006´da Hamburg´da bir deneme sınavında, acil tahliye 853 yolcu ve 20 mürettebat ile tam 78 saniyede sağlanmıştır.
29 Mart 2006´da, EASA ve ABD FAA kurumları tarafından azami yolcu kapasitesi 853 yolcu ile tespit edilip sınırlandırılmıştır.
Stres testleri.
16 Şubat 2006´da, Toulouse´da bir kanat eğme ve bükme denemesinde, bir kanatın 1,45-katı eğmesinde, bir kanat iki jet motoru arasından kırılmıştır. Gereksinim ise 1,5-katı´dır.
Airbus daha sonra bu sorunu 30 kilogram´lık kanat takviyesi ile çözmüştür.
Ağırlık.
21 Aralık 2006´da, Airbus Future Programs başkanı Christian Scherer uçağın, artık gerekli ağırlık sınırlarını içinde olduğunu açıklamıştır. Önceden Emirates havayolları İcra kurulu başkanı CEO Tim Clark, uçağın hâlen 5,5 ton (veya net boş ağırlığın %1,5) fazla ağır olduğunu vurgulamıştır. Bu rakamlar kesin olarak yanıltıcıdır.
Üretim ve lojistik tesisleri.
Airbus A380´nin parçaları, aynen diğer Airbus tiplerinde olduğu gibi, değişik üretim fabrikalarında gerçekleşmektedir. Bunlar öncelikle:
Bu parçalar ebatlarına göre uçak, gemi ve karayolları ile hepsi Toulouse´a getirilip, Airbus A380 burada bir bütün olarak monte edilir. Ayrıca aynı şekilde gerekli jet motorlar da buraya getirilir.
Kabin bölümü hariç, tamamıyla monte edilen A380, Toulouse´dan Hamburg-Finkenwerder´e uçarak boyama işlemleri ve kabinler burada monte edilir. Kabin parçaları, Airbus´a ait Laupheim ve Buxtehude şehirlerindeki tesislerinde ve diğer yan sanayi fabrikalarında üretilir.
Alman-Fransız Airbus üretim antlaşması gereğince, bütün Avrupalı ve Orta Doğu müşterileri, uçaklarını Hamburg-Finkenwerder´de teslim alacak, diğer müşteriler ise Toulouse´dan teslim alacaklardır.
Türkiye ve TAI parça katılımı.
Türkiye´den Tusaş Havacılık ve Uzay Sanayi (TAI) şirketi, 3 Kasım 2005 senesinde RUAG Aerospace (RA) ile imzalanan bir antlaşma gereğince, A380´ne tam sipariş adeti kadar, "D-Nose Panel Gerdirme Kabuklarını" Türkiye´de kendi tesislerinde üretecektir.
Airbus A380 üretiminde farklı oranda katkıları bulunan başlıca kuruluşlar:
Model çeşitleri.
Şu an Airbus tarafından sadece A380 standart modeli A380-800 (eski üretim kodu A3XX-100) hem yolcu hem de kargo uçağı A380F olarak piyasaya sunuldu.
Fakat A380F kargo modelinin üretimi şu an süresiz durduruldu. Şirketin açıklamasına göre şu modellerin A380-800 standarda göre farklı olarak takip etmesi öngörülmüştür.
Model kodlarının (-700, -800, -900) numaralarının, ilk hanesi A380 sınıf altında bir model numarası, ikinci hane ise jet motor üretici şirketini, üçüncü hane ise jet motor üretici şirketin jet motor tipini belirtecektir.
Rolls-Royce markalı yolcu A380´lerin resmî kodu A380-841´dir ve Engine-Alliance jet motorlusu A380-861 ve A380-863F ise kargo modelidir.
Rakip uçak modelleri.
Airbus A380´nin aslında tam anlamda pazar rakibi yoktur, çünkü kendisi bir tip ayrı sınıf olarak görülür. Sadece proje safhasında birkaç uçak üreticisi benzeri bir sınıf uçak üretme çalışmasında bulunmuşlardır. McDonnell Douglas firması 1990 yıllarında 500 yolcu kapasiteli McDonnell Douglas MD-12 geniş gövde uçağını ve Boeing firması Boeing 747 tipinin bazında gelişmiş bir tipi Sonic Cruiser´i üretmeyi göze almışlardır. Maalesef bu proje çalışmaları tekrar rafa kaldırılmıştır.
Fakat Boeing´in 8 Temmuz 2007´de piyasaya sunduğu yeni tip uzun menzil uçağı Boeing 787 Dreamliner ve 2010´da piyasaya sürülmüş Boeing 747-8 tipi modeli ve Airbus´un A350 türevi, piyasada A380´e rakip olabilme imkânı olduğunu veya olacağına savunanlar vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20643",
"len_data": 16028,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.49
}
|
Gerilim Kontrollü Osilatör, (GKO) osilasyon frekansını bir gerilim girişiyle kontrol etmek için tasarlanmış elektronik osilatördür. Osilasyon frekansı veya yenileme oranı uygulanan bir doğru gerilim ile çeşitlendirilebilir. Sinyaller modüle edilirken, frekans modülasyonu (FM) veya faz modulasyonu (PM) üretmek için GKO'da beslenebilirler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20770",
"len_data": 339,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.71
}
|
Rifampisin veya rifampin, bakterisidal etkisi olan rifamisin grubundan bir antibiyotik ilaçtır. Genellikle mikobakteri enfeksiyonlarının (tüberküloz, lepra vb.) tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca metisilin dirençli "Staphylococcus aureus" tedavisinde fusidik asit ile beraber kullanılır. Türkiye'de Rifadin (Sanofi Aventis) ve Rifcap (Koçak Farma) markalarıyla piyasaya sürülmüştür.
Rifampisin alındıktan sonraki birkaç saat boyunca başta idrar olmak üzere gözyaşı, ter gibi vücut sıvıları kırmızıya çalan turuncu renk alabilir. Kontakt lenslerde kalıcı leke, iç çamaşırda iz bırakabilir.
Molekül 2021 yılına kadar DSÖ'nün Temel İlaçlar Listesi'nde yer almaktaydı.
Direnç kazanmış tüberküloza yol açmamak için rifampisin birkaç ay kesintisiz ve politerapide kullanılmalıdır.
Mekanizma.
Rifampisin bakteri hücrelerindeki RNA polimerazı inhibe ederek (engelleyerek) mRNA'in transkripsiyonunu önler.
Hepatotoksisite.
Rifampisinin yan etkileri genel olarak neden olduğu hepatotoksisite (karaciğer zedelenmesi) yüzünden oluşur. Rifampisin hepatotoksisiteye neden olduğu için karaciğer yetmezliği olanlarda kullanılmamalıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20776",
"len_data": 1121,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.7
}
|
Almanya Sosyal Demokrat Partisi (Almanca: "Sozialdemokratische Partei Deutschlands"), Almanya'nın en eski siyasal partisi.
Avrupa'nın işçi sınıfına dayanan en köklü siyasal partilerinden biridir. Sosyalist Enternasyonal'in başlıca kurucuları ve en etkili partileri arasında yer alır. Başlıca yayın organı "Vorwärts" gazetesidir.
Başkanlığını Sigmar Gabriel yürütmektedir. 1998'den 2005'e kadar iktidarda kalmış, 2005 yılındaki genel seçimler sonrasında Angela Merkel başbakanlığında CDU ile koalisyon hükûmeti kurma konusunda anlaşmaya varmıştır.
Ferdinand Lassalle'nin Alman İşçi Birliği "(ADAV)" ile Marksist siyaset adamları August Bebel ve Wilhelm Liebknecht'in Sosyal Demokrat İşçi Partisi "(SDAP)"'nin 1875'te Gotha'da birleşmesiyle kurulan Sosyalist İşçi Partisi'nin adı 1890'dan sonra Almanya Sosyal Demokrat Partisi olarak değiştirildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20779",
"len_data": 845,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.52
}
|
Ebu Ali el-Hasan İbnü'l-Hasan İbnü'l-Heysem (), Batılıların söyleyişiyle Alhazen () veya tam ismiyle ( 965 - 1038 / 1040), Arap matematikçi, astronom, ve İslam'ın Altın Çağının önemli fizikçilerinden biriydi. "Modern optiğin babası" olarak da anılır. Özellikle görsel algı dinamiklerine önemli katkılarda bulunmuştur. En etkili eseri, 1011–21 yılları arasında oluşturduğu ve Latince baskılar sayesinde günümüze kadar gelmiş "" (كتاب المناظر, anlamı "Optik Kitabı") olmuştur. Polimat, felsefe, teoloji ve tıp üzerine yaptığı birçok çalışmayı da kitaplarına kaydetmiştir.
İbn-i Heysem, ışığın bir nesneden yansıdığı, sonra gözlerine geldiğini ve böylece görüntünün gerçekleştiğini ilk açıklayan kişiydi. Aynı zamanda görüntülenmenin, gözler yerine beyinde meydana geldiğini ispatlarıyla birlikte ilk gösterendi. Antik Yunanistan'da ilk Aristoteles'in öncülük ettiği doğa olaylarını inceleme felsefesinin, ampirik bir yöntem üzerine inşa edilmediğini düşünen İbn-i Heysem, belirlenmiş prosedürlere veya matematiksel ispatlara dayanan deneylerle desteklenmesi gerekildiği fikrini, Rönesans bilim insanlarından çok daha önce ilk savunucusu oldu. Bu da onu, bilimsel yöntemi kullanan ilk insan, yani ilk bilim insanı yaptı.
Yaşamı.
İbn-i Heysem 965'te Basra'da doğdu, 1038–1040 yılları arasında Kahire'de öldü. Fizik, matematik ve felsefe alanlarında çalışmalar yapmıştır.
Öğrenimine Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek özellikle; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi pozitif bilimleri öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti.
İbn-i Heysem'in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır'da hüküm süren Fatimi Devleti hükümdarlarından El-Hakim kendisini Mısır'a davet etti. İbn-i Heysem, Mısır'a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bazı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil Nehri'nden nasıl istifade edilebileceğini araştırmıştı. Projesini Fatimi sultanı El-Hakim'e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi. İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmi ve teknik incelemelerde bulundu. Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdardan af diledi. İbn-i Heysem, El-Hakim'in kendisi hakkında kanaatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdardan uzak durmaya karar verdi. Gizlice ilmi çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı. İlim tarihçilerine göre, İbn-i Heysem'in hayatının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur. İbn-i Heysem, Birûni ve İbn-i Sina ile çağdaştı.
İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlamyus'un eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp biliminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Öklit ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metotlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu. Mesela; Aristo ve Batlamyus'a ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağı düşüncesiyle, güneş merkezli bir sistem üzerinde çalışmaya başladı. Bu çalışmalar Nasîrüddin Tûsî, İbnu’ş-Şâtır ve Zerkâlî gibi isimler tarafından ilerletilerek güneş merkezli bir sistem modeli ortaya koyulmuştur. Bu model Kopernik'in güneş merkezli sistem modelinden çok daha önce yapılmıştır.
Çalışmaları.
Fiziksel optik, meteorolojik optik, katoptrik, diyoptrik, yakıcı aynalar, gözün fizyolojisi ve algısal psikoloji alanlarında araştırmalar yapmış olan İbn-i Heysem'i, Latin skolastikleri "Alhazen" diye adlandırırlar. Kendisine ayrıca "Ptolemaeus Secundus" (İkinci Batlamyus; Arapçada "Batlamyus-i Sani") lakabı da verilmiştir. İbn-i Heysem'in fizikte olduğu kadar tıptaki ustalığını da gösterdiği kitabı Kitab el-Menazır (Optik Kitabı / Görüntüler Kitabı / Optik Hazinesi) adlı yapıtı, gözün anatomisi ve fizyolojisi ile başlar. Burada beyinden çıkan optik sinirden başlayarak gözün kendisine kadar konjonktif, iris, kornea ve mercek gibi kısımlardan her birinin görme olayındaki rolü ustaca resimlenmiştir. Gözün çeşitli kısımları arasındaki ilişki ve görme olayı sırasındaki bütün bir organ ve dioptrik (merceklerin ışığı kırmaları ile ilgili) bir sistem olarak gözün nasıl iş gördüğü gösterilmiştir. İbn-i Heysem burada gözün kısımlarını şöyle adlandırmıştır: "El-sebakiye" (retina), "el-kurniye" (kornea), "el-sa'il el-ma'i" (göz sıvısı), "el-sa'il el-zucaci" (; gözün retinayla çevrili boşluğunu dolduran pelte koyuluğundaki saydam ve renksiz sıvı) vb.
İbn-i Heysem'in ünlü yapıtı, 12. yüzyılda Gerardus Cremonensis (Gherardo) (1114-1187) tarafından Opticae Thesaurus Alhazeni (İbn-i Heysem'in Optik Hazinesi) başlığı altında Latinceye çevrilmiş ve Batı dünyasını 600 yıl boyu etkilemiştir. Kitap, gözün yapısı, yanılsama (illüzyon), serap olayı, perspektif, ışığın kırılması ve fotoğraf makinesinin atası olan "karanlık oda"dan (sözcüğü sözcüğüne Ar. "beyt el-muzlim", Lat. "camera obscura": "karanlık oda") söz etmekte ve böyle bir delikli kamera ile ters görüntü elde edileceğini belirtmektedir. İbn-i Heysem burada "karanlık oda"nın, güneş tutulmalarının gözlemlenmesinde kullanılmasını önermektedir. İskenderiyeli astronom, matematikçi ve coğrafyacı Claudius Ptolemaios (Batlamyus) (108-168), Almagest (Büyük Derleme) (~150'ler) ve Optik adlı yapıtlarında görme ve yansıma kuramını işlemişti. Batlamyus'un Optik adlı eserinin, ancak Sicilyalı Emir Eugene tarafından yapılmış Latince çevirisi günümüze kalmıştır. Görme konusunda İbn-i Heysem'e kadar geçerli olan kuram, Öklid ve Batlamyus'un ortaya attıkları ve görme olayının, gözün görülecek nesneye yolladığı ışınlarla gerçekleştiğini öne süren kuramdı. İbn-i Heysem bu kuramı reddederek olayın bunun tam tersi olduğunu ve gözün, nesnenin yolladığı ışınları algılayarak o cismi gördüğünü ortaya attı.
Işık kaynağı olan nesnelerde ışık, güneş gibi her noktadan karşısındaki nesnenin bütün yönlerine doğrusal olarak yayılır. İbn-i Heysem, düşüncesini şu şekilde uygulamıştır: Güneş ya da ateş ışığını bir delikten karanlık bir odaya göndererek ışığın yayılan yönü boyunca ip germiş ve ışığın yayıldığını göstermiştir. Bu tecrübeyi ilginç kılan, 17.yüzyılda Kepler tarafından tekrarlanmış olmasıdır.
Göz ışın kuramı.
Nesnelerden gelen ışık ve renk etkisiyle görme oluşur. İbn-i Heysem, ışığın öncelikle gözden çıktığını savunan Gözışın Kuramı'na karşı çıkmış, nesneden ışığın geldiğini vurgulamıştır. Akıl yürüterek şu yargıya varmıştır: "Gözışın Kuramı'na göre gözden ışık çıkmakta, nesneye ulaşabilmesi için saydam ortamdan geçerek görme eylemi gerçekleşmektedir. Oysa bütün ihtimaller dikkate alındığında, gözden ışığın çıkmasıyla değil, göz ışınlarının bakılan nesneye gidip ondan geri gelmesiyle görme gerçekleşir." Bunu da şöyle açıklamıştır; parlak bir nesneye ya da ışığa uzun süre bakarsa göz, acı duymaktadır. Eğer uzun süre dışarıdan bir etki alarak acıması doğalsa, göz dış bir etkinin görme sürecindeki alıcısı durumundadır. Sonuçta göz ışık kaynağı olamaz, zira ışık gözden çıksa acı vermezdi.
Işık kuramı.
İbn Heysem, aydınlatılmış bir alandaki her nokta ya da nesnenin her doğrultuda ışık ışınları yaydığını, ama bu ışınlardan yalnızca birinin göze dik olarak çarptığını ve ancak bunu görebildiğimizi söyler. Diğer ışınlar farklı açılarda yayılırlar ve görünmezler. Gölge, tutulma olayları ve gökkuşağı gibi çeşitli fiziksel görüngülere ilişkin kuramları geliştirmeye çalıştığı eserlerinde, ışığın büyük ama sonlu bir hıza sahip olduğunu ve ışığın kırılması olayının ışığın farklı maddeler (ortamlar) içindeki hızlarının farklı olmasından kaynaklandığını duyumsatan ifadelere yer vermiştir. Ayrıca küresel ve parabolik aynaları incelemiş, bir mercek yardımıyla kırılma olayının odaklama sonucu nasıl görüntü oluşturduğunu, görüntüyü nasıl büyütebildiğini anlamış ve küresel bir aynada niçin sapma meydana geldiğini matematiksel olarak kavramıştır. Işık hızının ilk nicel kestirimi 1676'da astronom Ole Christensen Romer (1644-1710) tarafından, Jüpiter'in uydusu Io'nun dönme süresinin bir teleskop yardımıyla ölçümü ile yapılarak 228 bin km/s olarak verilmiş; astronom James Bradley (1692-1762) ise ışık hızını 1728 yılında yıldız ışığının sapması üzerinden 283 bin km/s olarak belirlemiştir. 1848 yılında ışıkta "Doppler etkisi"ni keşfeden Armand Hippolyte Louis Fizeau (1819-1896), 1849'da dişli çark yöntemiyle ışık hızını 298 bin km/s olarak ölçmüştür. 1851 tarihli sarkaç deneyi ile ünlenen Jean-Bernard Leon Founcault (1819-1868) ise 1850 yılında döner ayna yöntemiyle laboratuvarda ilk olarak ışık hızını 298 bin km/s olarak belirlemiştir.
İbn el-Heysem, gözden çıkan ışınlar konusunda şunları söyler:
İbn el-Heysem’in ünlü yapıtına yorumlar Doğulu yazarlarca çokça yapılmış ama onun ardıllarının çoğu onun görme kuramını benimsememişlerdir. Ancak el-Biruni ve İbn Sina birbirlerinden bağımsız olarak İbn el-Heysem’in “görmeyi sağlayan şey, gözden çıkarak nesneye giden ışınlar değildir; tersine, algılanan nesnenin görünümü gözün içine doğru gider ve gözün saydam cismi (yani mercekler) tarafından biçimi değiştirilerek şekillenir” biçimindeki düşüncesine katılmışlardır.
İbn el-Heysem tüm zamanların en büyük fizikçilerinden biri olarak kabul edilir. Optik konusunda en yüksek düzeyde deneysel çalışmalar yapmıştır. O, “bir ortamdan geçen bir ışık ışınının en kolay ve çabuk olan yoldan gideceğini” bildirmiştir. Böylece, Pierre de Fermat'nın (1601-1665) “en küçük süre ilkesi”ne birkaç yüzyıl önceden katkıda bulunmuştur. Ayrıca, daha sonraları Isaac Newton’ın (1642-1726) “Birinci Hareket Yasası” olacak olan Eylemsizlik Yasası'ndan söz etmiştir: “Her cisim, hareketini değiştirecek kuvvetler uygulanmadığı sürece bulunduğu konumu korur ya da doğrusal bir yörüngede düzgün hareketini sürdürür”
Roger Bacon'ın (1214-1294) 1267 yılında tamamladığı Opus Majus (=Büyük Yapıt) adlı yapıtının V. bölümü, pratik olarak İbn el-Heysem'in ünlü yapıtının bir alıntısı niteliğindedir. İbn el-Heysem ışığın kırılma sürecini mekanik terimler cinsinden tanımlamıştır. Ona göre, “iki ortamın ayrılma yüzeyi boyunca geçen ışık parçacıklarının hareketi, kuvvetlerin bileşke yasasına uyar. Bu yaklaşım daha sonraları Newton tarafından yeniden keşfedilerek işlenmiştir.
İbn el-Heysem’in araştırmaları hem astronomik gözlemler hem de meteoroloji bakımından çok önemliydi. İbn el-Heysem atmosfer kalınlığı, göksel olayların gözlenmesinde atmosfer etkisi, alacakaranlığın başlangıç ve sonu (bu durumlar güneş ufkun 19 derece altındayken başlıyor ve bitiyordu), güneş ve ayın ufukta gökyüzünün ortasında göründüğünden daha büyük görünmesinin nedeni ve benzeri olayların optik sonuçları üzerine pek çok konuyu gün yüzüne çıkarmıştı.
İbn el-Heysem aynı zamanda hem düşünür, hem matematikçi hem de deneyci idi. Deneyleri için kullandığı mercekler yardımıyla bir düzenek tasarladı. “Karanlık oda” üzerinde ilk kez matematiksel incelemelerde bulundu. Güneş tutulması sırasında güneş imgesinin yarımay şeklini bir pencere kepenginde oluşmuş küçük bir deliğin zıt yönündeki duvar üzerinde gözlemleyerek “karanlık oda”nın ilk denemesinde bulunmuştur. İbn el-Heysem, ışığı, atmosferin küresel sınırında yansımaya uğrayan bir tür ateş olarak nitelemiştir. “Alacakaranlık görüngüleri Üzerine Kitap” adlı yapıtının günümüzde yalnızca Latince çevirisi (Liber crepusculis) mevcuttur. Onun bu konudaki başka incelemeleri gökkuşağı, ışık halkalanması (hâle), küresel ve parabolik aynalar üzerinedir. Bunlar ve güneş tutulması ile gölge konularına ilişkin öteki kimi kitapları yüksek oranda matematiksel karakter taşımaktadır. Bu hesaplamalara dayanak olması için metalden aynalar yapmıştır. Işık ışınlarının hava ve su gibi farklı yoğunluktaki ortamlardan birinden diğerine geçerken kırılmaları konusunda açıklamalarda bulunmuş, bunlara dayanarak atmosfer tabakasının kalınlığını şaşılacak denli doğru hesaplayarak 15 km.olduğu sonucuna varmıştır. Yalnız içbükey aynalarda görüntüyü büyütme ve güneş ışınlarını bir noktada toplama etkilerini incelemekle kalmamış, pertavsızlarla ve merceklerle de bu tür incelemeler yapmıştır. İlk olarak okunacak yazıları büyütmede kullanılan bir yüzü düz, öteki yüzü dışbükey bir mercek “okuma taşı” betimlemiştir. Işık ışınlarının su ve hava gibi saydam ortamlar boyunca kırılmasını incelerken suya daldırılmış yuvarlak dipli cam kaplarla oluşturduğu küre kesmeleriyle yürüttüğü deneylerinin ayrıntısında, büyüteçlerin kuramsal keşfine hemen hemen yaklaşmıştır. Bu buluş pratik olarak İtalya'da üç yüzyıl sonra gerçekleşmiş, kırılmaya ilişkin yasanın 1620'de Willebrord va Roijen Snell (Snellius) (1580-1626) ve Rene Descartes (Renatus Cartesius) (1596-1650) tarafından bulunması için ise altı yüzyıldan daha uzun bir süre geçmesi gerekmiştir. Snell, açıların trigonometrik sinüs değerleri yer aldığı için “sinüs yasası” diye de bilinen kırılma yasasını 1621 yılı dolayında ifade etmiştir. 13.yüzyılda Roger Bacon ve Orta Çağ batı dünyasının optikle ilgilenen başta Erazm Ciolek Vitellio (Witelo) (1225-1290) gibi öteki yazar ve araştırmacıları kendi optik çalışmalarında büyük ölçüde İbn el-Heysem'in bu ünlü eserine (Latincesi Opticae Thesaurus...) dayanmışlardır. Bu yapıt Leonardo da Vinci (1452-1519) ve Johannes Kepler'i (1571-1630) de etkilemiştir.
İbn el-Heysem daha önceki yıllarında Mısır'da Nil taşkınlarını önlemek üzere görevlendirildiği sıradaki başarısızlığının ertesinde kendisini deli gibi göstererek kapandığı hapishanede ve ondan sonraki özgürlük yıllarında yürütmüş olduğu deneylerde geometrik optiğin bütün alanlarıyla uğraştı. Bunlardan başka, İbn el-Heysem, matematikte ancak 4.dereceden bir denklemle çözülebilecek ve “Alhazen problemi” diye kendi adıyla anılacak olan problemi de çözmüştür. Bu problem, küresel bir dışbükey ya da içbükey ayna, bir nesne ve nesnenin aynaya yansıyan görüntüsü verildiğinde, yansıma noktasının bulunmasıdır. İbn el-Heysem bunu bir hiperbol yardımıyla çözmüştür.
İbn el-Heysem'e göre ışının alacağı yol en kolay ve en hızlı olacaktır. Yani ışın eğer yoğun ortama giriyorsa daha büyük bir dirençle karşılaşacak ve hareketi zorlanacaktır. Bu nedenle ışın, daha rahat edebileceği bir yöne, normale (girdiği ortam yüzeyine olan dikmeye) doğru bükülecektir; tersi durumda ise normalden öteye doğru kırılacaktır.
Işın ve görme konisi.
Biz yakındaki bir nesneyi daha büyük ve uzaktaki nesneyi daha küçük görürüz. Uzaktaki nesnenin küçük görünmesinin nedeni, göze daha küçük bir açıyla gelmesindendir. İbn el-Heysem kırılma konusunda ortaya çıkan hareketleri Hızlar Dörtgeni'ne göre iki farklı ortamda, gelen ışın normal boyunca kırılmaya uğramadan geçecek, ayrılım yüzeyine ulaştığında ise çok yoğunda normale doğru, az yoğun bir ortamda ise öteye yönelecektir.
Kırılma konusuna derinlik kazandıran İbn el-Heysem, ışığın saydam ortamlarda izleyeceği yolları belirtmiş fakat sinüs kanununa ulaşamamıştır. Bu Hızlar Dörtgeni yöntemiyle olanaksız olmamaktadır. Kırılma açıklaması bu kanunun elde ediliş sürecinde önemli bir adım teşkil etmektedir. Çünkü gelen ve kırılan ışınları, birbirinden ayrı iki dikey parça olarak gören düşünce biçimi Kepler ve Descartes'ın önemini çekmiş. Descartes'ın Dioptrics (1659) adlı kitabında kırılma açılarına ilişkin sonuçlar yayınlanıncaya kadar, bütünüyle neredeyse İbn el-Heysem'e aittir.
Bilimsel yöntem.
İbn-i Heysem'in optik araştırmalarında deneyselliğin sistemik ve yöntemsel güvenilirliği hakkında bir sözü.
Matthias Schramm'a göre, İbn-i Heysem "deneysel şartların sabit ve eşit aralıklı olarak değişiminden sistematik olarak faydalanan ilk kişidir."
İbn-i Heysem'e göre kırılma.
Saydam bir ortamdan diğer saydam bir ortama geçen ışık demetinin bir kısmı bu ortamları ayıran yüzey üzerinden yansırken geriye kalan kısmı doğrultusunu değiştirerek diğer ortama geçer. Işığın saydam bir ortamdan diğer saydam ortama geçerken doğrultusunu değiştirmesine kırılma denir. Kırılma konusunun yöntemler dahilinde incelenmesine ilk olarak Ptolemaios gerçekleştirmiştir.
İbn-i Heysem Kitap el-Menâzır da 7. son kitabını kırıma konusuna ayırmıştır. Heysem ışığın gelme ortamından daha yoğun bir ortamın yüzeyine çarptığında kırılma olacağını söylemiş. Yansımada olduğu gibi kırılmada da analizler yapmıştır.
Heysem'e göre, ışık saydam nesnelerde ya da ortamlarda çok hızlı hareket eder ve hızı yoğun olmayan ortamlarda yoğun olan ortamlara göre daha fazla olduğunu söylemiştir. Saydam olan nesnelerin yoğunlukları oranında ışığın hızına karşı koyduklarını söylemiştir. Yoğunluk fazlalaştıkça direnç de artar yalnız direnç ışığın hızını tamamen etkisiz hale getirecek kadar fazla değilse o zaman hızda yok olma değil yavaşlama olur, demiştir.
İbn-i Heysem burada ışığın hızının ortamın yoğunluğuna bağlı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kırılma olayını katı bir nesnenin bir dik düzlemde atıldığında karşısındaki durağan bir nesneyi herhangi bir yöndekinden daha kolay kırdığını gözlemlerine dayanarak yansımada ve kırılmada genel ilke etmiştir.Sayfa metni. Sayfa metni.
İbn-i Heysem yansımada ve kırılmada ortaya çıkan hareketi, yani belirli bir açıyla bir ortamdan diğer ortama geçen ışının hareketine etki eden kuvvetleri birini dik, diğerini ise kırılma yüzeyine paralel olacak şekilde ikiye bölmüştür. İkinciyi değiştirmeden bırakmış, birinciyi ise hızlanıp ya da yavaşlayacağını bir sistem üzerinde tasarlamıştır. Sayfa metni.
Heysem'e göre ışın iki ortamın ayrılım yüzeyine ulaştığında normal boyunca hız sabit kalacak, eğer ışın ortam değiştirirse geçtiği ortam daha yoğun ise hızı azalacak, az yoğun ise hızı artacaktır. Yani ışık her zaman kendine en kolay yolu seçer demiştir. Sayfa metni.
İbn-i Heysem çok kapsamlı kırılma deneyleri yapmıştır. Bu deneyleride iki gruba ayırmıştır
Kırılma deneylerinde İbn-i Heysem kırılma açılarını 10 derece büyüterek geliş açılarına uygun olarak elde etmiş. Bu yapmış olduğu deneylerin sonuçlarını kendi eseri olan Kitab el-menazır'ın yedinci kitabının üçüncü bölümünde açıklamıştır.
Eserleri.
İbn-i Heysem'in yüzü aşkın eserlerinin en meşhur ve geniş muhtevalı olanı "Kitab-ül-Menazir"'dir. Eser, yedi bölümden meydana gelmiştir.
İbn-i Heysem'in bu meşhur eseri, Orta Çağda beş defa Latinceye çevrilmiş olup, bütün Avrupa üniversite ve ilim merkezlerinde tanınan tek müracaat eseri durumundaydı. Eser, 1572 senesinde Risner tarafından " Opticae Thesaurus Alhazeni Arabis Libri" ismiyle Latinceye çevrilerek İspanya'nın Bâle şehrinde bastırılmıştır. Kemaleddin el-Farisi isimli bir Müslüman bilim insanı bu eseri açıklayarak genişletmiş ve " Tenkih-ül-Menazir" adını vermiştir. Kitab-ül-Menazir, 1948 senesinde Kemaleddin Farisi'nin yaptığı şerhle beraber Hindistan'ın Haydarabad şehrinde basılmıştır.
Bu eserlerinden başka, Mutezile fırkasına, mantıkçılara ve diğer fen ve ilim erbabına cevaben birçok reddiyeler ile kendisine sorulan fen sorularına verdiği cevapları bildiren risaleleri de vardır. İbn-i Heysem'in fizik, astronomi, güneş ve ay sistemleriyle ilgili o kadar çok eseri vardır ki, bunların bir kısmından bastırılarak hazırlanan kitaplar Hristiyan ve Yahudi aleminde ders kitabı olarak okutulmuştur. Muhtelif ilim dallarında ortaya koyduğu terimler bugün hala kullanılmaktadır. Astronomideki modern başarıların kaynağı, İbn-i Heysem'in parlak görüş ve teorilerinden kaynaklanmaktadır. Apollo ile Ay'a inen ilk astronotlar, buradaki kraterlerden birini İbn-i Heysem olarak isimlendirdiler.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20784",
"len_data": 19816,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.74
}
|
Toronto, Kanada'nın en büyük şehri ve ticaret merkezi, Ontario eyaletinin başkentidir.
Nüfusu yaklaşık 6 milyondur ve genelde İngilizce konuşulur. Nüfusunun %54'ünü göçmenler oluşturur; Chinatown, Greektown, Koreantown, Little Italy, Little Portugal gibi azınlık mahalleleri vardır. Şehir 1793 yılında York adıyla kurulmuş olup, 1834 yılında güncel ismini almıştır.
Gelişmiş bir ulaşım ağına sahiptir; yeraltında alışveriş merkezleri ve metro istasyonları vardır. Son derece güvenli bir yerdir, suç oranları çok düşüktür. Niagara şelaleleri'ne, Ottawa, Montreal, ABD'ye oldukça yakındır.
En önemli simgesi "CN Tower"'dır. "Rogers Centre" (eski adıyla "Skydome") şehrin merkezindedir. Güneyinde Ontario Gölü vardır. Dünyanın en büyük hayvanat bahçelerinden biri olan "Toronto Zoo" doğusundadır.
Şehrin futbol ve basketbol takımları ABD'de görev yapar.Basketbol takımı NBA'de, futbol takımı ise NFL'de oynar. Aynı zamanda ülkenin de tek beyzbol takımı olan bluejays de oyunlarını burada oynamaktadır.
Şehirde gelişmiş bir kütüphane sistemi vardır. Her mahallede kütüphane bulunmaktadır ve özellikle soğuk havalarda insanlar vaktinin çoğunu kütüphanelerde gecirmektedir.
Toronto şehir içi ulaşımı.
TTC (Toronto Transit Commission) Toronto'daki şehir içi ulaşım sisteminden sorumlu oluşumdur. Kuzey–Güney ve Doğu-Batı yönlerinde 10 dakikalık aralıklarla aktif çalışan bir ağ yapısına sahip (gece saat 1:30'dan, 6:00'a kadar yarım saatte bire düşer). TTC'ye ilave olarak GoTransit de şehir içi ve şehir civarındaki yerleşim merkezlerine ulaşım hizmeti verir. Tüm araçları Shoppers Drug Mart ve metro istayonlarından temin edebileceğiniz Presto Card ile kullanabilirsiniz.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20788",
"len_data": 1666,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.47
}
|
Zuhurat Baba, İstanbul Bakırköy'de bugün Zuhuratbaba olarak anılan semtte türbesi mevcut bulunan veli.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un Fethi esnasında Bizanslılar bütün su kuyularını zehirleyince, savaşın en yoğun şiddette yaşandığı anlarda Osmanlı ordusu su ihtiyacını karşılayamayıp, susuzluk sorunuyla karşılaşır. Su sıkıntısının artmaya başladığı anda sırtında su kırbası, elinde su tasları ile ak sakallı, nur yüzlü bir kişi ortaya çıkar. Bu kişiye askerler "aniden beliren" anlamında "Zuhurat Baba" diye seslenirler.
Sırtındaki tek su kırbası ile koskoca ordunun susuzluğunu gideren bu mübarek zatın savaş sonunda öldüğünü, kanlar içindeki ak sakalı ile yerde yattığını ve su kırbasından sanki bir pınar gibi sürekli su aktığını görünce bu kişinin bir Allah dostu olup, Müslüman Türk ordusuna Allah tarafından gönderildiğini anlarlar ve olduğu yere gömerler.
Sarıyer'de "Telli Baba", Kartal'da "Gözcü Baba" ve Bakırköy'de bulunan "Zuhurat Baba" İstanbul'un manevi fatihlerindendir. Türbesi Bakırköy'de bulunan Zuhurat Baba, özellikle Cuma günü büyük ziyaretçi akınına uğrar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20790",
"len_data": 1083,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.36
}
|
Zuhuratbaba, İstanbul ilinin Bakırköy ilçesinde bir mahalledir. Mahallenin Yücespor adında eskiden profesyonel olmuş amatör bir futbol takımı vardır.
Tarihçe.
Mahalle, ismini mahalle içerisinde türbesi bulunan Zuhurat Baba'dan almıştır.
Coğrafya ve ulaşım.
Zuhuratbaba, Bahçelievler ilçesi ile komşudur. Bakırköy merkezinin batısında Ataköy-Bahçelievler sınırında yer almaktadır. Kartaltepe mahallesi ile sınırını İncirli Caddesi çizmektedir. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ile Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi bu mahallededir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20792",
"len_data": 553,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 2.89
}
|
Midilli (; ), Ege Denizi'nin kuzeydoğusunda bulunan, dağlık bir Yunan adasıdır.
Yunanistan'ın ana karasından çok Türkiye'nin Ayvalık ile Dikili ilçelerine yakın olan ada, Girit ve Eğriboz'dan sonra Yunanistan'ın en büyük üçüncü adasıdır.
Başkenti Mytilene'dir. Ünlü Yunan şairleri Alcaeus ve Sapfo'nun memleketidir. Eşcinsel kadın şair Sappho'ya atfen, Lésvoslu anlamına gelen lezbiyen sözcüğü 1800'lü yıllardan itibaren kadın eşcinsel anlamında kullanılır olmuştur.
1467 yılında Barbaros Hayreddin Paşa bu adada doğmuştur.
Adlandırma.
Midilli: Midilli adı, adanın merkezi olan Midilli'den (Rumca: Μυτιλήνη - Mytilíni) türetilmiştir.
Zümrüt Ada: Adanın diğer yarı kurak Ege adalarının aksine yoğun ormanlık oluşu nedeniyle, adaya zümrüt yakıştırması yapılmıştır. Ada için "zümrüt ada" benzetmesi yapılır.
Avrupalı seyyahlar adanın yeşil örtüsünü şu şekilde anlatır;
"Şimdiye kadar Doğu'da gördüğüm yerler içinde Midilli kıyıları kadar göze hoş gelen bir yer olmadığını söyleyebilirim. Çam ve meşe ağaçları dorukları taçlandırmakta. Denize kadar dağ yamaçları zeytin ormanlarıyla örtülü, bir karış kara toprak gözükmüyor. Her taraf yemyeşil çimlik çimenlik, bağlar ve portakal bahçeleriyle kaplı. Ağaçların arasından seçilen aşı boyalı evler çok bakımlı, köyler çok güzel. Ve bu yeşillik yakıcı yaz mevsimi süresince kalıyor."
Tarihçe.
Tarih Öncesi.
Midilli Adası en az M.Ö. 3000'den beri yerleşim görmektedir. Adada bulunan en eski eserler geç Paleolitik döneme ait olabilir. Adadaki önemli arkeolojik alanlar, muhtemelen çobanlar için bir sığınak olan Neolitik Kagiani mağarası, Chalakies'in Neolitik yerleşimi ve Thermi'nin geniş yerleşim alanıdır (MÖ 3000-1000). En büyük yerleşim yeri, bir kısmı sığ kıyı sularına batmış olan, MÖ 2800-1900 yıllarına dayanan Lisvori'dedir. Ayrıca MÖ 1507 ile MÖ 1100 yılları arasında Pelasglar, Akalar ve Aiollerin kronolojik olarak adada yaşadıkları düşünülür.
Tarih öncesi dönemden beri önemli olan ve Karadeniz yolu üzerinde bulunan ada halkı erken bir tarihte Trakya ve Troas'ta sömürgeler kurdu ve adalı tacirler Naukratis'e dek gitti. Birkaç rakip site (Antissa, Eresos, Pyrrha, Methymna ve Midilli) arasında paylaşıldı; Midilli, nüfuzunu Methymna dışında öbürlerine kabul ettirdi.
Antik ve Klasik dönem.
Klasik Yunan mitolojisine göre Midilli adanın koruyucu tanrısıydı. Rodoslu Macareus'un, birçok kızının isimlerini mevcut büyük kasabalardan bazılarına miras bırakan ilk kral olduğu söyleniyor. Klasik efsaneye göre onu kral yapmak için kız kardeşi Canace öldürülür.
Bazıları, kadın kökenli yer adlarının, yerini tanrıların aldığı yerel tanrıçaların adını taşıyan çok daha eski yerleşim yerleri olduğunu iddia eder ancak bunu destekleyecek çok az kanıt vardır. Homer adadan Macar'ın yerleşkesi olan "Macaros edos" olarak söz eder. Geç Tunç Çağı'na ait Hitit kayıtları, adayı Lazpa olarak adlandırır ve yerel tanrılar gelmediğinde, Hititlerin krallarını iyileştirmek için "Tanrılarını ödünç almalarına" (muhtemelen putları) izin verecek kadar adanın nüfusunun önemli olduğunu düşünmüş olmalıdır. Başta Teselya olmak üzere Yunanistan ana karasından gelen göçmenlerin Geç Tunç Çağı'nda adaya geldiklerine ve adaya, diğerlerinin yanı sıra Sapfo'nun şiirlerinde yazılı biçimini koruyan Yunan dilinin Aeolik lehçesini miras olarak bıraktıklarına inanılır.
Klasik zamanlarda adanın şehirleri Midilli, Methimin, Antissa, Eresos ve Pyrrha'dan oluşan bir pentapolis oluştururdu. Pyrrha M.Ö. 231 yılındaki depremde, Antissa ise M.Ö. 168 yılında Roma Cumhuriyeti tarafından yıkılmıştır.
Antik Yunan kanonundaki dokuz lirik şairden ikisi Sapfo ve Alcaeus Midilli'dendi. Phanias tarih yazdı.
O zamanların ufuk açıcı sanatsal yaratıcılığı, Apollon'un lir verdiği ve Müzlerin çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrettiği Orfeus mitini akla getirir. Orpheus, tanrı Dionysos'un gazabına uğradığında, Maenadlar tarafından parçalandı ve vücudunun parçaları, başı ve liri, o zamandan beri "kaldıkları" yer olan Midilli'ye giden yolu buldu.
Pittakos, Yunanistan'ın Yedi Bilgesinden biriydi. Klasik zamanlarda Hellanicus tarih yazımını ilerletti ve botanik biliminin babası Theofrastos, Lyceum'un başkanı olarak Aristoteles'in yerini aldı. Aristoteles ve Epikür bir süre orada yaşadılar ve Aristoteles sistematik zoolojik araştırmalara da burada başladı.
Pompey'in seferlerini kaydeden tarihçi Theophanes de Midilli'dendi. Yunan romanı Dafnis ile Hloi Midilli'de geçtiği için yazar Longus'un genellikle adadan olduğu varsayılır.
Adada bol miktarda bulunan gri çanak çömlek ve Anadolu'nun büyük ana tanrıçası Kibele'ye tapınma, Neolitik dönemden bu yana nüfusun kültürel devamlılığını akla getirir. Pers kralı Büyük Kiros, Kroisos'u mağlup ettiğinde (M.Ö. 546), Anadolu'daki İon Yunan şehirleri ve komşu adalar Pers hakimiyetine girdi ve Salamis Deniz Muharebesi'nde (M.Ö. 480) Persler Yunanlar tarafından mağlup edilinceye kadar bu şekilde kaldı. Ada, arkaik çağlarda oligarşiyle, klasik çağlarda ise yarı demokrasiyle yönetiliyordu. Bu sıralarda Arion, trajedinin atası olan dithyramb adı verilen şiir türünü geliştirdi. Terpander, lir için yedi notalı müzik skalasını icat etti.
Kısa bir süre için Atina konfederasyonunun üyesiydi ve Thukididis'in Peloponez Savaşı Tarihi kitabının III. Kitabında Midilli Tartışması'nda anlattığı dinden dönmüşlüğü anlatılır.
Helenistik dönemde ada, MÖ 79'da Romalıların eline geçene kadar çeşitli krallıkların elindeydi. Roma Orta Çağ tarihinin kalıntıları üç etkileyici kaledir.
Arkaik dönemde aristokrasinin çeşitli kesimleri arasında şiddetli siyasal çatışmalar meydana geldi. Terpandros, Arion, Alkaios gibi şairlerin ve Theophrastos, Hellanikos gibi filozofların yetiştiği Midilli'de düşün yaşamı canlıydı. Kültür sadece erkeklerin tekelinde değildi (örneğin, rahibe Sappho burada bir genç kızlar okulu kurmuştu).
Adanın siyasal tarihi İyonya ile içiçedir. Persler'e boyun eğen Midillililer sonra ayaklandılar ve Delos Konfederasyonu'na katıldılar.
MÖ 428'de Midilli, Atina egemenliğine karşı ayaklandı. Adada yaşayan herkesi öldürmeyi tasarlayan Atinalılar sonra Midilli'ye bir klerukhia göndermekle yetindiler.
İskender İmparatorluğu'nun, Mısır'daki Ptolemaios hanedanının, Roma İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalan Midilli, Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesi üzerine Bizans'ın payına düştü.
Midilli ve Methymna şehirleri 5. yüzyıldan beri piskoposluk oldu. 10. yüzyılın başlarında Midilli, büyükşehir statüsüne yükseltildi. Methymna da 12. yüzyılda aynı şeyi başardı.
Orta Çağ ve Bizans dönemi.
Orta Çağ'da Midilli adası Bizans İmparatorluğu'na aitti. 802 yılında Bizans İmparatoriçesi İrini, ifadesinin ardından Midilli'ye sürgüne gönderildi ve orada öldü. Ada, 820'lerin başında isyancı Slav Thomas'ın filosuna toplama üssü olarak hizmet etti.
9. yüzyılın sonlarında Girit Emirliği tarafından ağır baskınlara uğradı. Bunun sonucunda Eresos sakinleri kasabalarını terk ederek Athos Dağı'na yerleştiler.
10. yüzyılda Ege Denizi themasının parçasıyken, 11. yüzyılın sonlarında Midilli'deki bir kouratorun yönetiminde dioikesis (mali bölge) oluşturdu.
Y. 1089–1093 yılları arasında ada, Smirni'in hükümdarı Selçuklu Türk emiri Çaka Bey tarafından kısa süreliğine işgal edildi ancak baştan sona direnen Methymna'yı ele geçiremedi.
12. yüzyılda ada, Venedik Cumhuriyeti'nin yağma saldırılarının sık sık hedefi oldu.
Dördüncü Haçlı Seferi'nden (1202-1204) sonra ada Latin İmparatorluğu'na geçti, ancak 1224'ten bir süre sonra İznik İmparatorluğu tarafından yeniden fethedildi.
1354 yılında Bizans imparatoru V. John Palaiologos tarafından kız kardeşi ile evlenen Cenevizli Francesco I Gattilusio'ya çeyiz ve tımar olarak verildi. Gattilusio ailesi, Midilli Kalesi, Molyvos (antik Methymna) ve antik Antissa bölgesindeki Agios Theodoros kalesinde tahkimatlar yaparak adayı bir yüzyıldan fazla yönetti.
Osmanlı zamanında Midilli.
1462'de Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katıldı ve Kaptanpaşa eyaletine bağlı bir sancak olarak yönetildi. 19. yüzyılın ortalarında adadaki Türk nüfusu, toplam ada nüfusunun %16'sına kadar çıkmıştı.
Midilli sancağı içindeki yönetim birimleri.
Midilli şehri, Yere (Bere) Nahiyesi (Midilli'ye bağlı), Ayasu Nahiyesi (Midilli'ye bağlı), Mande Nahiyesi (Midilli'ye bağlı), Herse Nahiyesi (Midilli'ye bağlı), Kalonya Nahiyesi (Midilli'ye bağlı), Polihnit Nahiyesi (Midilli'ye bağlı), Pilimar/Pilmar Kazası, Molova Kazası, Yunda Kazası (Ayvalık'a bağlı şimdiki Alibey / Cunda adası).
Balkan Savaşları.
Balkan Savaşı sırasında da Yunanların bir kurşun dahi atmadan işgal ettiği (Ocak 1913) ada, Londra Antlaşması (30 Mayıs 1913) ile Yunanistan'a bırakıldı. 1922 yılında yapılan mübadelede adadaki Türk nüfus Anadolu'daki Rum nüfus ile yer değiştirdi.
II. Dünya Savaşı.
Midilli, II. Dünya Savaşı'nın Balkan seferi sırasında, 4 Mayıs 1941'de, Atina'dan üç gün sonra Alman birlikleri tarafından işgal edildi.
Ocak 1942'de Midilli'de bu adaların bulunduğu bölge için 982 yerel komutanlık kuruldu.
Yiyecek tedarik durumu 1941'in sonunda felaketti. Korgeneral Curt von Krenzki Berlin'e bağlandı ve 40 gün boyunca ekmek verilmedi.
Komünist kurtuluş hareketi Ocak 1942'de ortaya çıktı. 10 Eylül 1944'te sona eren 40 aylık Alman işgali sırasında toplam 42 infaz gerçekleştirildi; ilk üçü Midilli limanındaydı, daha sonra -kamuoyunun dikkatini çekmek için- Tzamakia plajında infazlar yapıldı.
2016 yılında 1945 yılında inşa edilen ve yeri "tarihi anma" yeri olarak tanımlayan anıta ek bir plaket yerleştirildi.
İşgal yıllarında ada halkının birçoğu Türkiye'ye kaçmıştır.
Coğrafya.
Midilli, kuzeyden ve doğudan Türkiye kıyılarına (Edremit Körfezi) bakan, Ege denizinin uzak doğusunda ve Midilli Boğazı en dar noktasında yaklaşık 5.5 km genişliğindedir. Geç Paleolitik/Mezolitik çağlarda Son Buzul Dönemi'nin bitiminden önce Anadolu anakarasına katılmıştır.
Adanın şekli kabaca üçgendir ancak güney sahilinde ve güneydoğuda Gera'da bir girişi olan Kalloni körfezleri tarafından derinden kesilmiştir.
Ada, 2 büyük körfez; Yera (Geras) ve Kalonya (Kallonis) körfezleri ile çok sayıda koylara ve burunlara sahiptir.
Adanın en önemli ovaları Kalonya (Kalloni), Ippion, Perama ve Herse (Eressos) ovalarıdır.
En yüksek dağlar ise Olymbos, Lepetimnos ve Psilokoudouno dağlarıdır.
Ada zeytin ağacı yönünden zengin olması ile birlikte çam, köknar, çınar, kestane, kayın ağaçları ile de bezenmiştir.
Adanın batı kesimi çorak, doğu kesimi ise zeytinlik ve çamlıktır.
İklim.
Adada bir sıcak yaz Akdeniz iklimi vardır (Köppen iklim sınıflandırmasında"Csa"). Yıllık ortalama sıcaklık 18 °C ve ortalama yıllık yağış 750 mm'dir. Olağanüstü güneş ışığı adayı Ege Denizi'nin en güneşli adalarından biri yapar. Kar ve çok düşük sıcaklıklar nadirdir.
Ulaşım.
Adaya Yunanistan'dan ulaşmak için deniz ve hava yolu kullanılmaktadır.
Hava ulaşımı.
Adanın tek havaalanı Midilli merkezinin 8 km güneydoğusundadır. Atina'dan günde 5 kez, Selanik'ten günde 1 kez sefer yapılır.
Haftada iki kez Sakız (Chios) ve haftada birkaç kez Limni (Limnos) adalarından sefer vardır.
Deniz ulaşımı.
Pire, Kavala ve Sakız adasından haftada birkaç kez düzenli arabalı feribot seferleri yapılmaktadır. Selanik, Rodos, Rafina, Limni, Volos, Sisam, Dedeağaç ve Eğriboz'un kuzeydoğusundaki Kymi kasabasından da yine haftanın belirli günleri deniz yolu ile ulaşılabilmektedir.
Adanın en yakınında Türkiye'nin Ege kıyıları vardır.
Midilli Boğazı boyunca Türkiye'nin Ayvalık ve Dikili merkezleri ile yaz aylarında düzenli feribot seferleri yapılır. Ayvalık'tan haftada 4 gün Dikili'den ise haftada 2 gün feribot kalkmaktadır. Ayrıca İzmir'den Alsancak Limanı'ndan Cuma günleri Midilli'ye gidiş, Pazar günleri Midilli'den dönüş seferleri yapılmaktadır.
Karayolu ulaşımı.
Adadaki karayolu ulaşım ağı özellikle başkent Midilli çevresinde gelişmiştir.
Ekonomi.
Yerel ekonomi tarıma özellikle zeytinyağı üretimine, hayvancılığa ve balıkçılığa da dayanır.
Ovalarda tahıl, turunçgil, zeytin ağacı ve tütün ekimi yapılır. Adadaki 13 milyon zeytin ağacından yılda 50 bin ton dolayında zeytinyağı çıkarılmaktadır. Türkiye’deki toplam üretim ise 350 bin tonu geçmiştir.
Sabun ve uzo imalatı, Yunan milli likörü diğer gelir kaynaklarıdır.
Suyunun güzelliğinden dolayı Yunanistan’ın en önemli uzo üretim merkezi olan ada nüfusunun belli bir kesimi de turizm ile ilgilenmektedir.
Uluslararası havaalanı ve Petra, Plomari, Molyvos ve Eresos kıyı kasabalarınca desteklenen Midilli turizmi adanın ekonomisine katkı yapar.
Yunanistan'ın Alaçatısı olarak da bilinen Molova'ya her yıl binlerce turist gelmektedir.
Yönetim.
Midilli, Kuzey Ege bölgesinin ayrı bir bölgesel birimi'dir ve 2019'dan beri iki belediyelidir: Midilli ve Batı Midilli. 2011 Kallikratis hükümet reformuyla 2019 yılı arasında adada tek bir belediye vardı: Adadaki 13 eski belediyeden oluşturulan Midilli belediyesi. Aynı reformda, eski Midilli İli'nin bir kısmından Midilli bölgesel birimi oluşturuldu.
Midilli adasının 13 belediyesi vardır. Limni ve Bozbaba adaları ile beraber 2 154 km2 yüzölçümlü ve 115 000 nüfuslu Lesvos yönetim birimini oluşturur.
Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ile birlikte Saruhan adaları (Doğu Sporatlar) grubuna girer.
Midilli arkeolojisi.
Bu denli zengin bir tarihe karşın, Midilli tiyatrosu, bir Roma su kemeri, Menandros'un güldürülerini tasvir eden mozaikler ve özellikle 1373'te yapılan Ceneviz kalesi dışında Midilli, arkeolojik kalıntılar bakımından pek ilgi çekici değildir.
Turizm.
Midilli Adası'nın özellikle turizm sezonu olan Nisan, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında Yunanistan'ın turistik noktalarından biridir.
Midilli havaalanı yönetimi, 2015 turizm sezonunda Midilli'yi 47.379 turistin ziyaret ettiğini kaydetti.
2019'da Midilli ticaret odası başkanı Vangelis Mirsinias, "Jakarta Post" 'a ada yönetiminin "turistleri geri çekmeye" çalıştığını ve "insanlara Midilli'nin ne kadar güzel olduğunu" hatırlatmak istediklerini" söyledi. Avrupa Birliği'nin reklam konusunda yardım etmesini savunup şunları söyledi: "Ekonomi hâlâ krizin etkilerini ödüyor. Bu imajı değiştirmek için zamana ve paraya ihtiyaç olacak." Midilli aynı zamanda Hollandalı turistlerin de uğrak noktası ve Hollandalı bir turist, insanların mültecilerin "tüm bu sefaletini görmek istememesi" nedeniyle turizmin durduğunu söyledi. Bölge sakinlerinden biri yayına, bölge sakinlerinin "bıktığını" ve "insanların hükümete ve Avrupa'ya kızgın olduklarını, bize endişelenmememizi, kampların uzun süremeyeceğini söylediler. Ama kamplar hâlâ orada" dedi. Başka bir işletme sahibi ise durumu şöyle açıkladı: işinin üçte birini kaybettiğini ve turist eksikliğinden "medyanın tüm olumsuz ilgisini sorumlu tuttuğunu" söyledi. "The Jakarta Post" ayrıca son yıllarda turist sayısının arttığını ve 63.000 turistin geldiğini bildirdi. COVID-19 pandemisi adanın turizm endüstrisine de zarar verdi.
Nisan 2022'de Yunan hükûmeti, Midilli ve diğer dört adada turizmin yeniden canlandırılması için 2 milyon Avro tahsis edileceğini duyurdu. Ekim 2022'de Midilli'nin yolcu gemisi endüstrisine döneceği açıklandı. Midilli Adası'nın bağlı olduğu Kuzey Ege Bölgesi Valisi Konstantinos Moutzouris, bölge yönetiminin "adada kruvaziyer turizmini geliştirmek amacıyla" bir çalışma yürüteceğini açıkladı. Turizmden sorumlu vali yardımcısı Nikolaos Nyktas ise şöyle konuştu: Gemi seyahati endüstrisinin "adaya ve onun kültürüne uygun olduğunu" belirtirken, projenin geliştirme sorumlusu Ioannis Bras adanın "gemi gezi pazarına çok şey sunabileceğini" söyledi.
İngilizce ve Yunanca da dahil olmak üzere diğer birçok Avrupa dilinde, "lezbiyen" terimi eşcinsel kadınlara atıfta bulunmak için yaygın olarak kullanılır. Terimin bu kullanımı Midilli'de doğan ve diğer kadınlara yönelik güçlü duygusal içerikle yazar şair Sapfo'nun şiirlerinden kaynaklanır. Bu nedenle Midilli ve özellikle doğum yeri olan Eresos kasabası LGBT turistler tarafından sıkça ziyaret edilir. 2008 yılında, adalardan üçü Yunanistan LGBT topluluğuna karşı açılan bir davada başarısız oldu. Adalı grup, grupların adlarında lezbiyen kelimesini kullanmalarını yasaklamak için yasal ihtiyati talep etmişti. Dilekçelerinde “hakaret” olarak insan haklarını ihlal ettiklerini ve onları dünya çapında utandırdıklarını iddia etmiştir. Adalılar davasını kaybettikten sonra mahkeme masraflarını ödemek zorunda kaldılar.
Mülteciler.
Midilli, Türk ana karasına yakınlığı nedeniyle 2015'ten itibaren Avrupa sığınmacı krizinden etkilenen Yunan adalarındandır. Suriye İç Savaşı'ndan kaçan mülteciler her gün birden fazla gemiyle adaya geldiler. 2016 yılında Avrupa ile Türkiye arasındaki bir anlaşma yapılarak Haziran 2018 itibarıyla Avrupa'ya giden yol kapatıldığı için 8.000 mülteci adada sıkıştı. Bundan sonra yaşam koşulları kötüleşti ve Avrupa'ya hareket olasılığı azaldı. Moria Mülteci Kampı, bölgedeki mülteci kamplarının en büyüğü olup barındırma kapasitesinden iki kat daha fazla insanı barındırmaktadır.
Kültür.
Mutfak.
Yerel spesiyaliteler:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20794",
"len_data": 16777,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.55
}
|
Midilli, belirli yapılara sahip küçük bir at ırkıdır. Midillilerin pek çok farklı türü vardır. Midilliler, atlar ile karşılaştırıldıklarında, genellikle daha kalın yelelere, orantılı kısa bacaklara, geniş karınlara, ağır kemiklere, daha kalın boyunlara, daha kısa başlara sahiptir.
Midilliler genellikle zeki ve dost canlısı ancak inatçı olarak tanımlanırlar. Görünüm farklılıkları, genellikle midillilerin eğitim seviyelerinden kaynaklanır. Eğitimsiz, deneyimsiz kişiler veya yeni başlayanlar tarafından eğitilen midilliler kötü eğitildikleri için istenilen sonucu vermeyebilirler. Çünkü midilli binicileri deneyimsiz ve gerekli özelliklerden yoksun olabilir. Uygun ve gerekli eğitimi almış midilliler, ata binmeyi yeni öğrenen küçük çocuklar için ideal bineklerdir. Büyük midilliler yetişkinler tarafından binilebilirler.
İlk midilliler, farklı habitatlarda yaşayarak zamanla yapıları küçülmüş orijinal vahşi atlardan türemiştir. Bu küçük hayvanlar, çeşitli amaçlarda kullanılmak üzere Kuzey yarımkürede evcilleştirilmiş ve terbiye edilmişlerdir.
Midilliler, tarihte ilk olarak binicilik ve yük taşımacılığı, çocuk biniciliği, eğlence yarışçılığı gibi amaçlar için kullanılmışlardır. "Sanayi Devrimi" sonrasında, Birleşik Krallık başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi önemli sayıda Çukur Midillisini (pit midilli) kömür ve birçok önemli madeni taşımak üzere kullandı.
Atlar ve midilliler.
Pek çok incelemeye ve karşılaştırmaya göre belirlenen resmi açıklamalara göre, bir midilli, 14.2 el ve 58 inç(148 cm)'ten daha küçük olan at ırkıdır. Atlar, 14.2 el ve daha uzun ölçülere sahiptir. Uluslararası binicilik federasyonu, atların kestirme ölçülerini nallarıyla 149 cm, nalsız ise 148 cm olarak tanımlar. Bununla birlikte, midilli terimi ölçülerine ve cinsine rağmen her küçük at için kullanılabilir. Ayrıca, bazı at cinsleri bu ölçülerin altında ölçüde bireylere sahip olabilir ama onlar sadece at olarak tanımlanır ve atlar gibi tanımlanmalarına izin verilir.14 elden 15 ele kadar ölçülen Avustralya atları, galloway ırkı olarak bilinir. Nitekim Avustralya'daki midilliler 14 elin altındadır.
Kullanım.
Midilliler, pek çok farklı alanda kullanılırlar. Hackney Midillisi gibi bazı türler öncelikle koşum için kullanılırlar. Connemara Midillisi ve Avustralya Midillisi gibi bazı türler ise öncelikle binicilik için kullanılır. Welsh Midillisi gibi diğer türler ise hem koşum hem de binicilik için kullanılırlar. Midilliler, avcılar tarafından çeşitli etkinlikler için, koşum için, binicilik gösterilerinde batı koşumları için, olimpiyat yarışları ve sıralı koşum gibi diğer amaçlar için de kullanılır.
Gündelik takiplerde iz sürmek için de kullanılabilmektedirler. Midilliler, terbiye edildiklerinde binicilik ve birçok etkinliklerde, uluslararası alanlarda bile rekabet edebilirler. Çoğu katılımcı onları sadece midillilere özgü olan sınıflara koysalar da, midilliler tam ölçülü atlarla bile rekabet halinde olabilmektedirler. Örneğin; 14.1 el boyunda olan Straller adlı midilli, Brt, tanya Binicilik Kulübü engelli koşu takımı üyesiydi ve 1968 Yaz Olimpiyatında bir gümüş madalya kazandı. Bir diğer midilli, 14.1 el boyunda Thedore O'Conner adlı midilli ise 2007 Panamerikan Oyunları'nda bir altın madalya kazandı. Bir atın ölçüsü ile onun doğal atletik yetenekleri arasında doğrudan bir ilişki yoktur.
Kendi midillilerini veya atlarını eğitmek isteyenler için Midilli kulüpleri, dünya çapındaki gençleri atlar hakkında eğitmek için çalışmalar yürütmektedirler. Dünya'nın birçok bölgesinde, midilliler hala diğer birçok hayvan gibi çalıştırılmaktadırlar. Midilliler bazen bir seyahat karnavalında, bazen çocukların özel partilerinde çocuklar tarafından binilirlerken görülürler. Kimi zaman midilli arabasında koşuma çekilirler. Midilli arabaları, motorsuz olan ve 6-8 midilliye koşulabilen tekerlekli araçlardır.
Midilliler bazen çocukların yaz kamplarında, bazı yerlerde, Birleşik Krallık'ın çeşitli kesimlerinde, daha büyük midilliler binicilik kamplarında yetişkinlerce kullanılırken görülebilmektedirler.
Cinsler ve türler.
Midilli cinsleri, dünya üzerinde mevcut özellikle soğuk ve sert iklimlerde çalıştırılmak istenen sağlam ve çalışkan hayvanlara duyulan ihtiyaç sonucu geliştirilmişlerdir. 4 Vakıf Teorisi, midillilerin özellikle Avrupa'da alt cins taslaklarının melezlenmesiyle geliştirildiğini önerir. Yaklaşık tüm midilli cinsleri birçok belirli diyetle bir atın yaklaşık ölçülerine ulaşabilmektedirler. Shetland midillisi gibi bazı cinsler, atlar kadar iyi iş yapabilmektedirler. Connemara midillisi gibi cinsler ise, bir yetişkine binitlik yapabilmeleri ile tanınırlar. Connemara midillisi, bazen 14.2 el yükseklikte olabilen büyük bir midilli cinsidir.
Midilliler genellikle büyük, küçük ve orta ölçülüler olmak üzere gruplandırılır.
En küçük atlar, cins kuruluşları tarafından midilli yerine minyatür atlar diye isimlendirilir. Ama onlar küçük midillilerden de küçüklerdi. Genellikle boyun yükseklikleri 97 cm'den uzun değildi. Bununla birlikte ayrıca, minyatür midilli cinsleri bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20795",
"len_data": 5013,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.22
}
|
Partisyon orkestra, oda müziği topluluğu, koro, bando gibi topluluklar için yazılan eserlerin bir bütün halinde görülmesini sağlayan notadır.
Partisyonda bulunan bir çalgının tek bir çalgının ya da grup olarak çalınan bir enstrümanın notasına parti denir. Örneğin: Flüt partisi ya da birinci keman partisi. Partiler alt alta sıralanmış olarak belli bir düzen içinde yazılıdır. Böylece, çalmakta olan her grubun aynı anda ne çaldığı görülebilir. Orkestra şefi ya da müziği yöneten kişi bu nota sayesinde müziğin sorunsuz ve düzenli bir biçimde seslendirilmesini sağlar. Aynı zamanda bu tür eserler incelenirken de eserin partisyonuna bakılır. Senfonik ya da koral bir eserde enstrümanlar partisyonda sırası ile aşağıdaki gibi yazılır:
Nefesli Çalgılar
Küçük flüt (Piccolo)
Flüt
Obua
Korangle (İngiliz kornosu)
Mi-bemol klarinet
Klarinet
Bas klarinet
Fagot
Kontrafagot
Korno
Trompet
Kornet
Trombon
Euphonium
Wagner tuba
Tuba
Vurmalı çalgılar
Timpani
Büyük davul ve zil
Klavyeli ya da telli çalgılar
Piyano
Arp
Çelesta
Vokal
Koro
Solist partisi
Yaylı çalgılar
I. Keman
II Keman
Viyola
Viyolonsel
Kontrabas
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20797",
"len_data": 1102,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.39
}
|
Telli Baba, Kadirî tarikatı şeyhlerinden bir velidir. Türbesi İstanbul Rumelikavağı'ndadır.
Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz'da Yuşa, Beşiktaş'ta Yahya Efendi ile birlikte boğazın dört bekçisinden biri olduğuna inanılır. Bir rivayete göre asıl adı "İmam Abdullah Efendi" olan Telli Baba, Fatih Sultan Mehmet devrinde orduda tabur imamı iken ölmüş.
Tam olarak kime ait olduğu belli olmayıp, hakkında çeşitli rivayetler olan türbeyi evlenmek isteyen kişiler ve bir dilekleri olanlar sıklıkla ziyaret etmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20800",
"len_data": 514,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.52
}
|
Juventus Football Club (iuventūs sözcüğünden; ), Torino'da kurulmuş bir İtalyan futbol kulübüdür. Ülkenin en bilindik kulüplerindendir. Toplamda 72 resmî şampiyona kupasıyla, diğer tüm İtalyan takımlarından daha fazla kupaya sahiptir. Bu kupaların 61'i İtalya'da alınmıştır. FIFA tarafından Avrupa'nın en başarılı üçüncü, Dünya'nın altıncı kulübü olarak gösterilmiştir. Anlam olarak Latincede "gençlik" anlamına gelen Juventus, İtalya'da en geniş taraftar tabanına sahip kulüptür ve dünyadaki taraftar sayısı da 10,5 milyonun üzerindedir. G-14'ün dağılmasından sonra elit kulüpler tarafından oluşturulan Avrupa Kulüpler Birliği'nin kurucu üyesidir. Maçlarını 41.500 kişi kapasiteli Juventus Arena'da oynamaktadır ve 36 kez lig şampiyonu olmuştur.
Tarihçe.
1897 yılında, liseli öğrenciler tarafından kurulan kulüp; 1926 yılında, Fiat'ın da sahibi olan Agnelli ailesinin kontrolüne geçmiş ve gerek sportif sonuçlar, gerekse tesisleşme bakımından başarılı günler geçirmeye başlamıştır. 1931'den başlayarak 5 yıl üst üste şampiyonluklar elde etmiştir. Efsanevi Gaetano Scirea, Dino Zoff, Michel Platini, Antonio Cabrini, Marco Tardelli, Paolo Rossi, Boniek ve Giovanni Trapattoni önderliğinde kurulan kadro Avrupa'nın 3 büyük kupasını kazanan ilk takım oldu. İtalya'nın aldığı 4 FIFA Dünya Kupası'nın üçünde doğrudan etkisi oldu. 1934 yılında takımda 8 Juventuslu bulunuyordu. 2006 FIFA Dünya Kupasında ise İtalya millî takımının Juventus'lu olan Marcelo Lippi ve Ciro Ferrara'nın önderliğinde; Gianluigi Buffon, Fabio Cannavaro, Gianluca Zambrotta, Mauro Camoranesi, Alessandro Del Piero; ülkenin şampiyonluğunda çok önemli rol oynamıştır. Fransa'da düzenlenen 1998 FIFA Dünya Kupasında ev sahibi Fransa FIFA Dünya Kupasını kazanırken Juventus'lu Zidane finalde 2 gol atarak kupayı takımına getirdi. O kupayı kürsüde kaldıran ise bir başka Juventuslu Didier Deschamps'dı. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonasında İtalya-Fransa finalde karşılaştığında Juventus'lu David Trezeguet altın gol ile ülkesine kupayı getirirken, yine bir Juventuslu Alessandro Del Piero şok yaşıyordu. Tam 6 yıl sonra bu kez Almanya'da düzenlenen FIFA Dünya Kupası finalinde Del Piero kupayı ülkesine götürürken, David Trezeguet kaçırdığı penaltının şokunu yaşadı. Bu iki oyuncu 2001 sezonundan beri Juventus'ta yan yana mücadele etmektedir.
Renkler, amblem ve takma isimler.
Juventus, 1903 yılından beri siyah-beyaz çubuklu forma ve bazen beyaz, bazen siyah şort kullanır. Başlangıçta takım oyuncularından birinin babasının temin ettiği pembe gömlekleri, siyah kravatlarla giymekteydiler. Fakat devamlı yıkama sonucu solan formaları 1903 yılında değiştirme kararı aldılar.
Juventus, oyuncularından biri olan İngiliz John Savage'a, İngiltere'de daha dayanıklı renklere sahip yeni formalar sağlayabilecek bir bağlantısı olup olmadığını sordu. Sonra John Savage'ın, Nottingam'da yaşayan Notts County taraftarı bir arkadaşı, siyah-beyaz çubuklu formaları Torino'ya yolladı.
Juventus'un amblemi, 1920'den bu yana çok sayıda değişikliğe uğradı. En son değişiklik ise Ocak 2017'de yapıldı ve 2004'ten beri kullanımda olan amblem tamamen değiştirildi. Daha çok sembol ve ayrıntı bulunan eski amblemin yerine Ocak 2017'de daha minimal ve daha sade bir amblem tasarlandı. Dinamik formda tasarlanan yeni amblemin tanıtım gösterisinde "Daha Çok Siyah, Daha Çok Beyaz" sloganı tercih edildi. Juventus tarafından yayınlanan amblem tanıtımında yeni amblemin, eski amblemde de kullanılan "Kalkan" şeklinin, eski amblemlerde ve formalarda da kullanılan siyah çubukların ve "J" harfinin birleşiminden oluştuğu açıklanmıştır.
Kulüp tarihi boyunca birçok takma isim almıştır. "la Vecchia Signora" (Yaşlı bayan) buna en iyi örnektir. Kulüp "la Fidanzata d'Italia" (İtalya'nın sevgilisi) şeklinde de adlandırılmıştır. Bu takma isim, Güney İtalya'dan Torino'ya FIAT fabrikalarına çalışmaya gelen göçmen işçiler tarafından verilmiştir. Bunların dışında en bilinen takma adlar "bianconeri" (siyah-beyazlar), "le zebre" (zebralar) şeklindedir. Zebra, Juventus'un resmi maskotudur, amblemleri ve iç saha formaları zebrayı çağrıştırmaktadır.
Stadyum.
Kulüp 1897 ve 1898 yılları arasında maçlarını Parco del Valentino ve Parco Cittadella stadyumlarında oynadı. İtalya Futbol Şampiyonası ilk yılı hariç 1908 yılına kadar Piazza d'Armi Stadı'nda düzenlendi. 1906 yılında yıl içinde Corso Re Umberto Stadyumu'nda oynadı. 1909'dan 1922'ye kadar Corso Sebastopoli Stadyumu'nda dört lig şampiyonluğu kazanan kulüp 1933 yılına kadar bu stad da oynamaya devam etti. 1933 yılının sonunda, 1934 FIFA Dünya Kupası için yeniden açılan Mussolini Stadyumu'nda oynamaya başladı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, stadyumun ismi Stadio Comunale Vittorio Pozzo olarak değiştirildi. Juventus, 57 yıl boyunca bu stad da 890 lig maçı oynadı. Çok nadir durumlarda kulüp Palermo'nun stadı Stadio Renzo Barbera gibi İtalya'daki diğer stadyumlarda da oynamıştır. Ancak 1990 yılından itibaren 2005-06 sezonuna kadar 1990 FIFA Dünya Kupası için inşa edilen Torino'daki Alpler Stadyumu'nda oynamıştır. 2006 yılında 2006 Kış Olimpiyatları'nın Torino'da düzenlenecek olmasından dolayı Roma Olimpiyat Stadı'na geri döndü. 2008 yılının Kasım ayında Juventus artık Alpler Stadyumu'nun ihtiyaçları doğrultusunda bir stadyum olmadığını ve yeni bir stadyum inşa etmek için 120 Milyon Euroluk bir kaynak ayıracağını açıklamıştır, yapılacak yeni stadyumda eskisi gibi koşu pisti olmayacak tribünlerin sahaya yakınlığı ise 7.5 metre olacaktır. İnşa çalışmaları 1 Mart 2009 tarihinde başlayıp 8 Eylül 2011 tarihinde tamamlanmıştır.
2006 Şike Skandalı.
Şubat 2006'da, Juventus'un genel menajeri Luciano Moggi'nin telefon görüşmeleri sonucunda hakemlerin atanmasında ve yönlendilirmesinde rol aldığı öne sürüldü. Luciano Moggi bu görüşmelerde, İtalya Futbol Federasyonu Hakem Komitesi Başkanı, Fiorentina, Lazio, Messina gibi kulüplerin başkanları, hakemler ve rakip futbolcularla maçların sonuçlarının değiştirildiği iddiası ile dava açıldı. Olay, ilk defa Juventus 3. lige düşüyor şeklinde basına yansıdı. 1 Mayıs 2006 günü Juventus, rakibi Reggina'yı 2-0 yendi ve 29. lig şampiyonluğunu aldı. Ancak bu şampiyonluk, savcının soruşturmasına dahil olduğu için tescillenmedi.
22 Mayıs günü Milan, Fiorentina ve Lazio ile birlikte kulüp hakkında da dava açıldı ve soruşturma sonucunda kulüplerin suçlu bulunması halinde, takımların küme düşmeye kadar cezalandıralacağı açıklandı. 27 Haziran 2006 günü, Juventus'un spor direktörü ve eski futbolcu Gianluca Pessotto bir apartmanın 4. katından düştü ve ciddi bir biçimde sakatlandı. Olayın kaza sonucu mu olduğu, yoksa bir intihar teşebbüsü mü olduğu açıklık kazanamadı. 4 Temmuz günü, savcı tarafından Juventus'un iki lig düşürülmesi, diğer sanık kulüpler AC Milan, Fiorentina ve Lazio'nun ise bir lig düşürülmesi istendi. Ayrıca son iki Serie A şampiyonluğunun da geri alınabileceği açıklandı. Bu gelişmeler üzerine takımın teknik direktörü Fabio Capello istifa etti ve Real Madrid ile anlaştı. Yerine Fransa millî futbol takımının eski oyuncusu olan Didier Deschamps getirildi. 14 Temmuz 2006 günü karar açıklandı. Juventus İtalya 2. Ligi Serie B'ye düşürüldü. Kulübün son iki şampiyonluk unvanı silindi. Bir sonraki sezon ise -30 puanla lige başlaması kararlaştırıldı. Ayrıca bir sonraki sene UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkını da kaybetmiş oldu.
Bu karardan henüz 10 gün kadar önce oynanan ve 2006 FIFA Dünya Kupası final maçında dahi 8 oyuncusu yer alan kadrosundaki futbolculara, diğer kulüpler tarafından soruşturmaların başlamasıyla birlikte teklifler geldi. Juventus'un da ceza alan diğer kulüpler gibi karara itiraz etmesi üzerine, 25 Temmuz 2006 günü Temyiz Mahkemesi son kararını verdi ve 30 puanlık cezayı 17 puana indirdi. 2006-2007 sezonu sonunda da, Serie B Şampiyonu olarak bitirip, tekrar Serie A'ya yükseldiler. Takımın 2009-2010 sezonunu 7. bitirmesinin ardından, Sampdoria'yı dördüncülüğe taşıyan teknik direktör Luigi Delneri başa getirildi.
Karar.
Juventus yıllar sonra delil yetersizliği ile aklanmıştır. Bu olaylar sonrası Juventus bölgesel mahkemeye başvurdu ve İtalya Futbol Federasyonu'na 443 milyon Euro tutarında bir dava açtı. Bunun üstüne İtalya Futbol Federasyonu, Juventus'a eğer davayı çekerlerse alınan şampiyonlukların yeniden verilebileceğini bildirdi.
Başarılar.
Uzun süre yerel ligde son derece başarılı sonuçlar aldığı halde, 1977'de kazandığı UEFA Kupası'na kadar Avrupa Kupalarında başarısı azdır. Avrupa Kupalarındaki yükselen başarı grafiği, 1985 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası'nı alarak zirveye ulaşmıştır. Ancak Liverpool'la oynanan finalde yaşananlar Heysel Faciası olarak tarihe geçecek ve bu başarı gölgelenecektir. Juventus bu başarıyı 1996 yılında tekrarlayacak ve 2003 yılında Milan'a finalde penaltılarla kaybedecektir.
Bu iki Avrupa Şampiyonluğu dışında, 1984 yılında kazanılmış UEFA Kupa Galipleri Kupası ve üç UEFA Kupası Şampiyonluğu vardır.
Tarihindeki 36 İtalya Şampiyonluğu ve 15 İtalya Kupası'yla da İtalyan Ligleri içinde en başarılı kulüptür. Üç büyük Avrupa kupasını da kazanan 4 kulüpten biridir.
Juventus, 36 Şampiyonluk ile kulübün arması üzerindeki 3 yıldızı taşımaya hak kazanmıştır. İtalyan Futbol Federasyonu'nun her 10 Şampiyonluğa bir yıldız vermesi sonucu 36 Serie A şampiyonluğu olan, dolayısıyla 3 yıldız takma hakkına sahip başka takım yoktur.
Başkanlar.
Juventus, tarihi boyunca birçok başkana sahip oldu. Bu başkanlardan bazıları, aynı zamanda kulüp sahibiydiler. Aşağıda Juventus'un gelmiş geçmiş tüm başkanlarının listesini bulabilirsiniz:
Geçmiş Teknik Direktörler.
Aşağıda, Juventus'a günümüze kadar hizmet eden teknik direktörlerin bir listesini görebilirsiniz:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20852",
"len_data": 9594,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.44
}
|
Heysel Faciası, 29 Mayıs 1985 günü Brüksel'de oynanacak olan Juventus ile Liverpool arasındaki Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası final maçının başlamasından önce Liverpool taraftarlarının İtalyanlara saldırması ve çıkan panik sonucu bir duvarın çökmesi ve taraftarların tel örgülere sıkışması sebebiyle 32 İtalyan, 4 Belçikalı, 2 Fransız ve 1 Kuzey İrlandalı taraftarın öldüğü olaylara verilen isim.
Maç öncesi Brüksel sokaklarında özellikle İngiliz holiganların başını çektiği olaylarda pek çok kavga olmuştur. Maç başlamadan kısa süre önce, arada güvenlik bariyeri olmadığı için holiganlar İtalyanların bulunduğu bölüme saldırmış ancak kendilerini korumak isteyen İtalyanların kaçış noktasındaki büyük duvar taraftarların kaçışını engellemiştir. Çıkan arbedede 39 kişi ölmüştür.
Olayları öğrenen futbolculardan Liverpool'lu Mark Lawrenson, Alan Hansen ve Kenny Dalglish sahaya çıkmak istemediğini söyleyince, devreye giren UEFA ve kulüp yetkilileri maçın oynanacağını söyleyerek oyuncuların sahaya çıkmalarını sağlamıştır.
Bu çapta bir olaya rağmen final maçı boş tribünler önünde oynanmış; Juventus Michel Platini'nin penaltıdan attığı golle 1-0 kazanarak kupayı kazanmıştır. Yıllar sonra Heysel faciasını değerlendiren Alan Hansen, "O geceden hafızamda bir şey kalmadı. Olayların şokuyla nasıl mücadele ettiğimizi bile bilmiyorum" yorumunu yapmıştır.
Olaylar nedeniyle Avrupa Futbol Federasyonları Birliği 'nin, Liverpool'a vereceği cezayı az bulan Margaret Thatcher, "Bu hayvanların cezasını ben vereceğim" demiş ve ülkesinin Avrupa kupalarından 5 yıl men edilmesini göze almıştı.
Olaydan 2 gün sonra Thatcher, Liverpool'un Avrupa kupalarından süresiz men edilmesini istemiş, UEFA ise bu cezayı 5 yıla düşürmüştü. İngiliz Başbakan, UEFA 5 yıllık men cezasını da uygulamazsa, İngiltere'nin, Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) ve UEFA'ya üyeliğini fesh edeceğini belirtmişti.
Olaylar sonrası Brüksel'deki Heysel Stadyumu'nun ismi, 'Kral Baudouin' olarak değiştirilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20857",
"len_data": 1987,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.56
}
|
Harold Pinter (d. 10 Ekim 1930 - ö. 24 Aralık 2008), 2005 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İngiliz oyun yazarı, senarist, şair, tiyatro yönetmeni, aktör. İngiliz Tiyatrosunun 20. yüzyılın ikinci yarısındaki temsilcisi olarak görülür.
Hayatı.
10 Ekim 1930'da Londra'da Yahudi bir terzinin oğlu olarak dünyaya geldi. II. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine 9 yaşında terk ettiği Londra'ya 12 yaşında geri dönebildi. Savaş dönemindeki bombalamaların etkisini üzerinden hiçbir zaman atamadı. Okulda özellikle Franz Kafka ve Ernest Hemingway'in kitaplarını okudu. Londra'da Hackney Downs Dil Okulu'ndaki eğitimi sırasında okul tiyatrosunda Joseph ve Romeo gibi karakterleri canlandırma olanağı buldu ve kariyer olarak oyunculuğu seçti. 1948'de Kraliyet Akademi Dramatik Sanatlar Okulu'na burslu olarak girdi ancak 2 sene sonra okulu bıraktı. Askere gitmeyi reddettiği gerekçesiyle para cezasına çarptırıldı. 1950'de ilk şiirlerini Harold Pinta takma adıyla yayınladı. 1951'de Drama Okulu'na girdi. Çeşitli tiyatro gruplarında oyuncu olarak çalıştıktan sonra oyun yazarlığına başladı. 1957'de Bristol Üniversitesi'nin Tiyatro bölümü için "Oda" adlı oyununu dört günde tamamladı. Bunu, aynı yıl yine Bristol Üniversitesi Tiyatro bölümü tarafından sahnelenen "Doğum Günü Partisi" adlı oyunu izledi. "Kapıcı" (1957), "Git Gel Dolap" (1960), "Yuvaya Dönüş" (1965), "Eski Günler" (1971), "Issız Topraklarda" (1975), "İhanet" (1978) oyunları ile tanındı.
Oyunlarında genelde insanların gündelik konuşmalarının çözümlemesini yaptı. İnsanlar üzerindeki baskıyı işledi. İlk eserlerinde işçi sınıfına mensup insanların içinde bulundukları olumsuz koşullara, maddi zorluklara ve bunun ruhlarına yansımasına ve onların hayal kırıklıklarına değindi.
Pinter'ın oyunları soyadına atıfla Pinteresque (Pintervari) denilen kendine özgü bir tarz yarattı. Genellikle bir odada geçen oyunlarında sessizliği, gizemi ve kısa konuşmaları kullanarak bir gerilim ve tehdit havası oluşturuyordu. Erotik fanteziler, takıntılar, kıskançlık ve nefretten örülü diyaloglar kuruyordu.
Pinter, "29 tane oyun yazdım, artık diğer yazın türleri üzerine çalışacağım" diyerek 74 yaşında oyun yazmayı bırakmıştır.
Pinter, film senaryosu da yazmış ve bazı edebi eserleri filme uyarlamıştır. "Genç Hizmetçiler (The Servant)", "Kaza" (Accident), "Arabulucu" filmlerinin senaryosunu yazdı. John Fowles'ın "Fransız Teğmenin Karısı" adlı romanını (1982) ve kendi yazdığı "İhanet"'i sinemaya uyarladı. 1999 yapımlı Mansfield Park filminde rol aldı.
1978'de bir şiir kitabı yayınladı. Son olarak, 2003'te savaş karşıtı şiirlerinden oluşan derlemesini yayımladı. Irak’a karşı girişilen müdahaleyi eleştiren bu şiir seçkisi ile Wilfred Owen Şiir Ödülü’ne değer bulunmuştu.
1973’te Şili Devlet Başkanı Allende’nin devrilmesinden sonra insan hakları konusunda aktif olmuştur. 1999’da Kosova krizinden Nato’nun müdahalelerini ülkedeki korku ve karışıklığı arttıracağı gerekçesiyle eleştirdi ve "Miloseviç'i Serbest Bırakın" kampanyasına katıldı. Amerika'ya karşı Küba Dayanışma Partisi'nin üyesi oldu. Amerika ve İngiltere'nin Irak'ı işgalini eleştirdi ve 2004'te İngiltere Başbakanı Tony Blair'e karşı başlatılan kampanyaya katıldı.
Harold Pinter, 1985 yılında meslektaşı Arthur Miller ile 12 Eylül baskısı altındaki aydınlara destek olmak için Türkiye'ye gelmiştir.Türkiye ziyaretinin ardından bu coğrafyaya ait 'Bir Tek Daha' ve 'Dağ Dili' adlı iki oyun yazmıştır. Sanatçı, 2004 yılında Hasankeyf'i korumak için Ilısu Barajı'na karşı bir kampanya da başlatmıştı.
Nobel ödülü alana kadar birçok ödülün sahibi olan Pinter, on dört üniversiteden onur derecesi almıştır.
Pinter iki defa evlendi. İkinci eşi, roman ve tarih yazarı Lady Antonia Fraser'dir.
Pinter, 24 Aralık 2008 günü, uzun süre mücadele ettiği gırtlak kanseri nedeniyle öldü.
Sivil Faaliyetler ve Siyasi Aktivizm.
1948-49'da, 18 yaşındayken Pinter, Soğuk Savaş siyasetine karşı çıkarak vicdani retçi olma ve İngiliz ordusunda Ulusal Hizmete uymayı reddetme kararına yol açtı. Ancak görüşmecilere, o zamanlar yeterince yaşlı olsaydı, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilere karşı savaşacağını söyledi. 1966 sonbaharında Lawrence M. Bensky tarafından yapılan Paris Review röportajında siyasi yapılara ve politikacılara karşı hem kayıtsızlık hem de düşmanlık gibi kararsızlığı ifade ediyor gibiydi. Yine de, Nükleer Silahsızlanma Kampanyasının erken bir üyesiydi ve aynı zamanda ingiliz sanatçıların 1963'te Güney Afrika'daki çalışmalarının profesyonel yapımlarına izin vermeyi reddetmelerine ve ardından ilgili kampanyalara katılarak İngiliz Apartheid Karşıtı Hareketini (1959-1994) desteklemişti. 1985 Yılında Nicholas Hern ile yaptığı "Bir Oyun ve Siyaseti" adlı röportajda Pinter, daha önceki oyunlarını iktidar siyaseti ve baskı dinamikleri açısından geriye dönük olarak anlattı.
Pinter, son 25 yılında denemelerine, röportajlarına ve halka açık konuşmalarına giderek daha fazla doğrudan siyasi konulara odaklandı. Tutuklu yazarlara yapılan işkenceleri araştırmak ve protesto etmek için Helsinki İzleme komitesi'nin ortak sponsorluğunda 1985 yılında Amerikalı oyun yazarı Arthur Miller ile birlikte Türkiye'ye seyahat eden International Pen'de subay olarak çalıştı. Orada siyasi baskı kurbanları ve aileleriyle tanıştı. Pinter'in Türkiye'deki deneyimleri ve Türkçenin Kürtçeyi bastırması konusundaki bilgisi 1988'de yazdığı Dağ Dili oyununa ilham kaynağı oldu. Aynı zamanda "Birleşik Krallık'ta ABD'nin Küba ablukasına karşı kampanya yürüten" bir örgüt olan Küba Dayanışma Kampanyasının aktif bir üyesiydi. 2001 Yılında Pinter, Slobodan Milošević'in adil yargılanması ve özgürlüğü için temyiz başvurusunda bulunan Slobodan Milošević'i (ICDSM) Savunmak için Uluslararası Komite'ye katıldı ve 2004 yılında ilgili bir "Sanatçıların Milošević'e Temyiz Başvurusu" imzaladı.
Pinter, 1991 Körfez Savaşı'na, Kosova Savaşı sırasında Yugoslavya'daki 1999 NATO bombalama kampanyasına, ABD'nin Afganistan'daki 2001 Savaşına ve 2003 Irak İşgaline şiddetle karşı çıktı. Kışkırtıcı siyasi açıklamaları arasında Pinter, Başbakan Tony Blair'i "kandırılmış bir aptal" olarak nitelendirdi ve Başkan George W'nin yönetimini karşılaştırdı. Bush'tan Nazi Almanyası'na. Amerika Birleşik Devletleri'nin "Amerikan halkı ve İngiltere'nin 'kitlesel öldürme' başbakanı arkanıza yaslanıp izlerken dünya egemenliğine doğru ilerlediğini" belirtti."Birleşik Krallık'taki savaş karşıtı harekette çok aktifti, Savaşı Durdur Koalisyonunun düzenlediği mitinglerde konuştu ve 18 Mart 2007'de Wilfred Owen Şiir Ödülü'nü kabul konuşmasında retorik olarak sorduğu gibi Amerikan saldırganlığını sık sık eleştirdi: "Ne Wilfred Owen Irak'ı işgal eder mi? Uluslararası hukuk anlayışına mutlak saygısızlık gösteren bir haydut eylemi, bariz bir devlet terörizmi eylemi."
Pinter hırçın, esrarengiz, suskun, özlü, dikenli, patlayıcı ve yasaklayıcı olduğu için ün kazandı. Pinter'in açık sözlü siyasi ifadeleri ve Nobel Edebiyat Ödülü'nün verilmesi, güçlü eleştirilere neden oldu ve hatta zaman zaman alay ve kişisel saldırılara neden oldu.Hackney Downs Okulu'nun resmi tarihi'nin yazarı tarihçi Geoffrey Alderman, Harold Pinter hakkında kendi "Yahudi Görüşünü" dile getirdi: "Yazar, aktör ve yönetmen olarak liyakati ne olursa olsun, etik bir düzlemde Harold Pinter bana çok kusurlu görünüyor ve ahlaki pusulası derinden kırıldı." The Guardian'da yazan David Edgar, Pinter'i Nobel Ödülü'nü kazanmayı "hak etmediğini" düşünen Johann Hari gibi Pinter'in "savaşçı tarafından azarlanması" olarak adlandırdığı şeye karşı savundu. Daha sonra Pinter, Irak Savaşı'na ve desteklediği diğer siyasi nedenler adına kampanya yürütmeye devam etti.
Pinter, 2005 yılında Yahudilerin Filistinliler için Adalet misyon bildirisi'ni ve tam sayfa ilanını imzaladı: "İsrail Ne Yapıyor? İngiltere'deki Yahudilerin Çağrısı", 6 Temmuz 2006'da Times'da yayınlandı ve Filistin Edebiyat Festivali'nin hamisi oldu. Nisan 2008'de Pinter, "İsrail'in yıldönümünü kutlamıyoruz" ifadesini imzaladı. Açıklamada, "Terörizm, katliamlar ve başka bir halkın topraklarından mülksüzleştirilmesi üzerine kurulmuş bir devletin doğum gününü kutlayamayız.", "Arap ve Yahudilerin barışçıl bir Ortadoğu'da eşit olarak yaşadıklarını kutlayacağız"
Film adaptasyonları.
2007, Sleuth (Ölümcül Oyun)
2000, The Tragedy of King Lear
1997, The Dreaming Child
1990, The Comfort of Strangers (Yabancı Kucak)
1989, The Trial (Dava)
1988, Heat of the Day
1988, Reunion (Anılar)
1987, The Handmaid's Tale (Damızlık Kızın Öyküsü)
1984, Turtle Diary (Kaplumbağa Günlüğü)
1982, Victory
1981, Betrayal (Aldatma)
1980, The French Lieutenant's Woman (Fransız Teğmenin Kadını)
1974, The Last Tycoon (Son Patron)
1972, The Proust Screenplay (Proust Senaryosu)
1970, Langrishe Go Down (TV adaptasyonu 1978)
1969, The Homecoming (Eve Dönüş)
1969, The Go-Between (Arabulucu)
1967, The Birthday Party (Doğum Günü Partisi)
1966, Accident (Kaza Gecesi)
1965, The Quiller Memorandum
1963, The Pumpkin Eater
1963, The Servant (Genç Hizmetçiler)
1963, The Caretaker
Rol aldığı filmler.
Mansfield Park, Sir Thomas Bertram
Sleuth (Ölümcül Oyun), TV'deki adam
The Tailor of Panama (Panama Terzisi), Benny amca
Wit (Zekâ), Bay Bearing (Vivian'nın babası)
The Servant (Genç Hizmetçiler), Toplum adamı
Dış bağlantılar.
haroldpinter.org
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20860",
"len_data": 9199,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.51
}
|
Kurumsal kaynak planlaması ya da işletme kaynak planlaması (İngilizce: enterprise resource planning - ERP), işletmelerde mal ve hizmet üretimi için gereken işgücü, makine, malzeme gibi kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasını sağlayan bütünleşik yönetim sistemlerine verilen genel addır. Kurumsal kaynak planlaması (KKP) sistemleri, bir işletmenin tüm veri ve işlemlerini bir araya getirmeye veya bir araya getirilmesine yardımcı olmaya çalışan ve genelde kullanımı kolay olan sistemlerdir. Klasik bir KKP yazılımı işlem yapabilmek için bilgisayarın çeşitli yazılım ve donanımlarını kullanır. KKP sistemleri temel olarak değişik verilerin saklanabildiği bütünleşik bir veri tabanı kullanır.
Kurumsal kaynak planlaması anlam olarak, işletmenin tüm kaynaklarının birleştirilip, verimli olarak kullanılması için tasarlanmış sistemlere denmektedir. KKP kavramı ilk olarak üretim çevrelerinde kullanılmaya başlansa da; günümüzde KKP sistemleri çok daha geniş bir alanda kullanılmaktadır. KKP sistemleri, bir işletmenin iş alanına ya da ismine bakmadan, işletmenin tüm temel işlemlerini kendi yapısı altında toplayabilir. İşletme, sivil toplum kuruluşları (STK), vakıflar, hükûmetler veya diğer varlıklar KKP sistemlerini kullanabilirler.
KKP sistemleri iki veya daha fazla yazılımı bir araya getirerek bir yazılım paketi halinde de sunulabilir. Bu gibi sistemlere KKP yazılım paketleri denir. Teknik olarak ise KKP yazılım paketleri hem maaş bordro akışlarını hem de muhasebe işlevlerini bünyesinde barındırır.
Buna rağmen, KKP yazılım paketi tanımı daha çok büyük ve geniş uygulamalar için kullanılmaktadır. Bir KKP sistemi kullanıcının, iki veya daha fazla bağımsız yazılımın arayüzü ile karşılaşmasını engeller ve ek avantajlar sağlar. Yazılımların standartlaşmasını, birçok yazılım kullanmak yerine tek bir yazılım kullanılmasını, tüm veriler genellikle tek bir veri tabanında saklandığından kolay ve yüksek rapor alma, durum değerlendirme gücünü sağlar.
Bir KKP yazılımı bünyesinde genelde bağımsız olarak çalışan üretim, finans, müşteri ilişkileri yönetimi, insan kaynakları, stok yönetimi, satın alma gibi çeşitli uygulamalar bulunabilir.
Genel bakış.
KKP sistemlerine daha yakından bakacak olursak, en önemli gerekliliğin, bir işletmenin tüm bakış açılarındaki her verinin birleştirilmesi olduğunu görürüz. KKP sistemleri bunu sağlamak için, işletmenin çeşitli iş faaliyetlerini ele alan birçok yazılım modülünü tek bir veri tabanı altında çalıştırmaktadır.
Gerçekte komple bir KKP sisteminden bahsetmek çok zordur. KKP sistemlerini satın alarak, bünyelerinde uygulamak isteyen büyük işletmelerin özel ihtiyaçları vardır ve bazı özel ihtiyaçlar şu an hiçbir KKP sistemi üreticisi tarafından karşılanamamaktadır. Bu ihtiyaçları karşılamak için güçlü bir kişiselleştirme işlemi oluşturma ve değişik üreticilerden farklı modüller satın almanın yanı sıra, işletme bu modüller üzerinde tekrar mühendislik çalışması yapmalıdır. Günümüzde ideal olarak, üretim alanında faaliyet gösteren bir işletme, alanıyla ilgili tüm konularda aynı KKP sistemini kullanmaktadır.
Tek bir veri tabanı, aşağıdaki alanların da dahil olduğu çeşitli yazılım modüllerini bünyesinde barındırabilir;
İnsan kaynakları planlaması terimi, orijinal olarak "üretim kaynakları planlaması" teriminden türetilmiştir (İngilizce Manufacturing Resource Planning - MRP). Üretim kaynakları planlaması tanımı (ÜKP) ise, yazılım mimarisinin önem kazanması ve şirket kapasite planlamasının yazılım faaliyetlerinin yer edinmesi ile KKP sistemlerine dönüşmeye başlamıştır. KKP sistemleri genellikle bir işletmenin, üretim, ulaştırma, dağıtım, envanter durumu, liman ticareti, muhasebe ve faturalama gibi işlemlerini kontrol eder. KKP yazılımları ayrıca bir işletmenin, satış, pazarlama, ulaştırma, listeleme, üretim planlaması, envanter yönetimi, kalite yönetimi ve insan kaynakları yönetimi gibi birçok ticari faaliyetini kontrol etmesine yardımcı olur.
KKP sistemleri tüm işletme işlevleri arasında geçiş yapabilen sistemlerdir. Operasyonlarda veya üretimde görev alan tüm işlevsel departmanlar tek bir sistemde birleştirilir. İmalat, depolama, taşımacılık ve ulaştırma ve bilgi teknolojilerine ek olarak, muhasebe, pazarlama, insan kaynakları ve strateji yönetimi de KKP sistemlerinde bulunabilir.
Kurumsal kaynak planlaması öncesinde.
KKP sistemlerinden önce, işletme departmanları kendi bilgisayar sistemlerine sahip olmalıydı. Örnek olarak bir işletmedeki insan kaynakları departmanı, bordrolama departmanı ve mali işler departmanını ele alalım İnsan kaynakları departmanı kendi bilgisayar sisteminde, tüm departman bilgilerini ve bu departmanlarda çalışanların kişisel bilgilerini tutmakla görevliydi. Bordrolama departmanı ise maaş bordrosu bilgilerini hesaplar ve kaydederdi. Mali işler bölümü de işletmedeki mali işlemlerin kayıtlarını tutardı. Her sistemin birbirine ortak veriler göndererek iletişim halinde olması gerekiyordu. Örnek verecek olursak, insan kaynakları bölümünde her çalışanın bir numarası olurdu, aynı numara bordrolama bölümünde de mevcut olmalıydı. Bu sayede insan kaynakları bölümünden, bordrolama bölümüne, çalışanın numarası ve maaş bilgisini yollanır, bilgiler bordrolama sisteminde kontrol edildikten sonra, maaş bordrosu kesilirdi. Mali işler departmanı ise çalışanların verileri ile ilgilenmez, sadece bordrolama departmanından yapılan, vergi, kesinti, işçi ücretleri vb. ödemelerle uğraşırdı. Departmanlar arasındaki bu sistem karışıklıklara yol açardı. Örneğin, ödeme sisteminde çalışan numarası kayıtlı olmayan bir işçiye ödeme yapılamayabiliyordu.
Kurumsal kaynak planlaması sonrasında.
KKP yazılımları, eskiden kullanılan ve birbirinden farklı birçok uygulamanın verilerini birbirine bağladı. Bu işlem, birden fazla sistemde kayıtlı tutulan çalışan/işçi numaralarında sorun çıkma endişesini ortadan kaldırdı. Ayrıca büyük işletmelerdeki yazılım uzmanı ihtiyacı azaldı ve standart bir hale geldi. Raporlama işlemleri tek bir sistem üzerinde yapıldığından, eskiye nazaran çok daha kolay bir hal aldı. Ayrıca KKP sistemleri, işletme içindeki eğilimlerin tespit edilip, uygun ayarlamaların daha çabuk yapılmasına imkân sağlamasıyla, işletmelere yüksek seviyede analizleme işlevi sağladı.
KKP uygulamaları.
İşletmelerdeki geniş uygulama kapsamı nedeniyle, KKP sistemleri mevcut büyük yazılımlardan yararlanmaktadır. Böyle büyük ve karmaşık bir yazılım sistemini işletme bünyesinde kullanabilmek için bir analizci, programcı ve kullanıcı ordusuna ihtiyaç duyulmaktaydı. İnternet gelişene kadar, şirketler dışarıdan getirilen danışmanların, standart yamaları yüklemesi için bilgisayarları kullanmasına izin verirdi. Uzman yardımı olmadan bir KKP uygulaması, büyük şirketler ve özellikle uluslararası şirketler için çok masraflı olabilmektedir. KKP uygulamalarında uzmanlaşmış şirketler ise bu işlemleri kolaylaştırabilir ve altı ay içinde pilot testler ile sistemi tamamlayabilirler.
Kurumsal kaynak planlaması sistemleri genellikle "tedarik zinciri yönetimi" ve "lojistik otomasyonu" sistemleri ile yakından ilişkilidir. Tedarik zinciri yönetimi yazılımları, KKP sistemlerini, tedarikçiler olan bağlantılar ile genişletebilir.
İşletmeler, KKP sistemlerini bünyelerinde uygulamak için genelde KKP satıcıları veya üçüncü şahıs danışmanlık şirketlerinden yardım alırlar. KKP danışmanlığı ise, sistem mimarisi, iş işlemleri danışmanlığı (yeniden mühendislik) ve teknik danışmanlık (programlama, sistem yapılandırması vb.) olmak üzere üç bölüm içermektedir. Bir sistem mimarı, bir işletmenin gelecekteki veri akışı planları da dahil olmak üzere bütün veri akışını tasarlar. İş danışmanı, işletmenin mevcut ticari işlemlerini analiz eder ve bunları KKP sisteminde karşılık gelen işlemlere eşler. Böylece KKP sistemini işletme ihtiyaçlarına göre yapılandırılmış olur. Teknik danışmanlık ise genelde programlama aşamasını içerir. Çoğu KKP satıcısı, yazılımlarında değişiklik yapılmasına izin vererek, müşterilerinin iş alanındaki ihtiyaçlarını karşılanmasını ve sistemin bu ihtiyaçlara uymasını sağlar.
Bir KKP paketini şirkete göre kişiselleştirmek hem pahalı hem de zahmetli bir iştir. Nedeni ise birçok KKP paketinin kişiselleştirmeye destek verecek şekilde tasarlanmayışıdır. Bu yüzden birçok işletme, mevcut KKP sistemi içerisindeki en iyi uygulamaları kullanır. Bazı KKP paketleri raporlama ve sorgulama işlemlerinde rahatça kişiselleştirebilir, öyle ki bu gibi kişiselleştirmeler her uygulamada beklenir. Bu paketleri öneminin farkına varılmalıdır. Üçüncü şahıslardan bu raporlama paketlerini satın almak daha mantıklı olacaktır, çünkü bu paketler KKP sisteminin geliştirilmesi gereken onlarca arayüzünden daha kolay ve verimli bir şekilde arayüz imkânı sağlayacaktır.
Günümüzde ayrıca internet tabanlı KKP sistemleri mevcuttur. Bazı işletmeler, herhangi bir yazılım yüklemeye gerek duymadan, birbirinden farklı birçok yazılımı, merkezden kullanabildiği için, internet tabanlı KKP sistemlerini kullanmaktadır. Internet bağlantısı olduğu sürece ya da LAN üzerinde bir ağ bağlantısı olduğu sürece, isteyen kişi klasik bir internet tarayıcısını kullanarak, internet tabanlı bir KKP sistemine girip, işlem yapabilir.
Bilgisayar güvenliği, KKP sistemlerinin olmazsa olmazlarındandır. Güvenlik sistemi, işletmeyi hem sanayi casusluğu gibi dışarıdan gelecek hem de zimmete geçirme gibi içeriden gelecek tehlikelere karşı korumalıdır. Başka bir senaryo da ise, bir terörist bir gıda şirketinin, malzeme listesinin içine bir zehir ekleyebilir ya da bir başka sabotaj faaliyetinde bulunabilir. KKP güvenliği bu tür suiistimalleri de engellemeye yardımcı olur.
Pozitif yönleri.
KKP sistemlerinin yokluğunda, büyük üreticiler kendilerini, birbiri ile etkileşimi ve bağlantısı olmayan birçok yazılım uygulamasının içerisinde bulabilirdi.
Birbiriyle etkileşimi olması gereken konulardan bazıları şunlardır:
KKP sistemleri sayesinde yukarıdaki gibi değişik konular, tek bir sistem altında toplanabilmektedir.
"Müşteri ilişkileri yönetimi" gibi müşterilerle birebir ilişkili kavramlar, "kalite kontrol" gibi arka planda çalışan ve müşteri ihtiyaçlarının karşılanmasına odaklı kavramlar ve tedarikçilerle, taşıma işlemleri ile ilgilenen "tedarik zinciri" ile ilgili kavramlar, bazı sistemlerde kapsam ve etkinlik boşlukları olmasına rağmen, KKP sistemleri bünyesinde rahatça birleştirilebilir. Bir KKP sistemi olmadan, üretici için bu kavramları bir araya getirmek oldukça karmaşık ve zor olabilir.
KKP sistemlerinin kusursuz en önemli artılarından biri modüler yapı da olmasıdır. Modüler yapının önemi, KKP uygulamasını satın alma ve kurma sürecinde daha da ön plana çıkar. Bir kurum, KKP uygulamasının sahip olduğu fonksiyonların tümünü kullanmak istemeyebilir. Bu nedenle modüler yapı istenilen fonksiyonları istenilen zamanlarda kullanmayı mümkün kılar. Farklı uygulamalar her zaman birbiri ile uyumlu çalışmaz ve işletme için sorunlar oluşturulabilir. KKP sistemlerinde ise tüm modüller ve uygulamalar birbiri ile uyumlu olarak çalışmaktadır.
Komple bir çözüm sahibi olmanın, parça parça uygulamalara göre birçok önemli avantajı söz konusudur.
Negatif yönleri.
İşletmelerin KKP sistemlerinde karşılaştıkları birçok sorun, işletmenin tüm çalışanları ilgilendiren ve sürekli yapılması gereken eğitim-gelişim çalışmalarının yetersiz seviyede olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sorunlar, uygulama ve test çalışmalarında sorunlar oluşturmasının yanı sıra, KKP sistemindeki verilerin bütünlüğünü koruyan ve nasıl kullanılması gerektiğini belirleyen, şirket prensipleri ve kurallarının bütünlüğünü de etkiler.
Değişik sistemlere göre farklılıklar içerse de, KKP sistemlerindeki bazı sınırlamaları şöyle sayabiliriz;
Pazar payları.
Dünya pazar payları.
1.SAP 28.21%
2.Oracle Corporation 9.99%
3.SAGE 7.29%
4.Microsoft (MBS) 3.68%
5.SSA Global (şimdi INFOR) 2.77%
6.IFS 2.21%
7.Infor (Agilisys) 2.13%
8.Kronos Incorporated 1.83%
9. Hyperion Solutions 1.64%
10.Lawson 1.25%
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20865",
"len_data": 11845,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.6
}
|
Asmara Eritre'nin başkentidir. Çeşitli sanayi tesislerinin bulunduğu şehrin nüfusu 580.000'dir.
12. yüzyılda kurulan Asmara 19. yüzyılın sonlarında İtalyan sömürge yönetimine girdi. 1930'larda inşa edilen yeni binalarla şehrin görünüşü çok değişti. İtalyanlar Asmaraya Küçük Roma ismini verdiler. Eritre'nin Etyopya'dan ayrıldığı bağımsızlık savaşı sırasında oldukça zarar gören Asmara 1993'te başkent oldu.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20881",
"len_data": 407,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.48
}
|
Pergeli Apollonius (; ; d. yaklaşık MÖ 240 Perge - ö. yaklaşık MÖ 190, İskenderiye), konik kesitler üzerindeki çalışmaları ile tanınan Antik Yunan geometri uzmanı ve astronom. Öklid ve Arşimet'in konuya katkılarından başlayarak, onları analitik geometrinin icadından önceki duruma getirdi. Elips, parabol ve hiperbol terimlerinin tanımları bugün kullanımda olanlardır.
Apollonius, astronomi de dahil olmak üzere çok sayıda başka konu üzerinde çalıştı. Tipik olarak diğer yazarlar tarafından atıfta bulunulan parçalar haricinde bu çalışmanın çoğu günümüze ulaşmadı. Yaygın olarak Orta Çağ'a kadar inanılan gezegenlerin görünüşte anormal hareketini açıklamak için eksantrik yörüngeler hipotezi, Rönesans sırasında yerini aldı.
Hayatı.
Matematik alanına böylesine önemli katkılarda bulunan bir kişi için, yetersiz biyografik bilgi mevcuttur. 6. yüzyıl Yunan yorumcusu Ascalonlu Eutocius, Apollonius'un ana eseri olan "Konikler ()" üzerine şöyle diyor:
Perge, o zamanlar Anadolu'da Helenleşmiş bir Pamphylia kentiydi. Şehrin kalıntıları halen ayaktadır. Helenistik bir kültür merkeziydi. Euergetes, "hayırsever", diadochi mirasında Mısır'ın üçüncü Yunan hanedanı olan Ptolemy III Euergetes'i tanımlar. Muhtemelen “zamanları”, MÖ 246-222/221 dönemine aittir. Zamanlar her zaman hükümdar veya yetkili yargıç tarafından kaydedilir, böylece Apollonius 246'dan önce doğmuş olsaydı, Euergetes'in babasının "zamanları" olurdu. Herakleios'un kimliği belirsizdir. Apollonius'un yaklaşık zamanları bu nedenle kesindir, ancak tam tarihler verilemez. Çeşitli bilim adamları tarafından belirtilen belirli doğum ve ölüm yılları rakamı yalnızca spekülatiftir.
Eutocius, Perge'yi Mısır'ın Ptolemaios hanedanı ile ilişkilendiriyor gibi görünmektedir. Mısır altında, MÖ 246'da Perge, Seleukos hanedanı tarafından yönetilen bağımsız bir diadochi devleti olan Seleukos İmparatorluğu'na ait değildi. MÖ 3. yüzyılın son yarısında, Perge birkaç kez el değiştirdi, alternatif olarak Seleukoslar ve kuzeyde Attalid hanedanı tarafından yönetilen Bergama Krallığı altında. "Pergeli" olarak adlandırılan birinin orada yaşamış ve çalışmış olması pekala beklenebilir. Aksine, Apollonius daha sonra Perge ile özdeşleştirilmişse, onun ikametgâhına dayanmıyordu. Kalan otobiyografik materyaller, onun İskenderiye'de yaşadığını, okuduğunu ve yazdığını ima etmektedir.
Yunan matematikçi ve astronom Hypsicles'ın bir mektubu, aslında Öklid'in Elementler kitabının, on üç kitabının bir parçası olan Öklid'in XIV. Kitabından alınan ekin bir parçasıydı.
Zamanında çok bilinmeyen, fakat 1600 yıllarında değeri anlaşılan Yunan matematikçilerinden biri Pergeli Apollonius'tur. Eski devirlerin en büyük matematikçilerinden biridir. MÖ 267 veya 262 yıllarında, Pamfiye denilen Teke sancağının Perge kentinde dünyaya gelmiştir. Mısır'ın İskenderiye kentine giderek, Öklid'ten sonra gelen matematikçilerden dersler alarak kendini yetiştirmiştir. Bir aralık Bergama'ya giderek orada kalmış, burada matematikçi Ödemus ve eski Bergama hükümdarı Atal ile ilmi ilişkilerde bulunmuştur. Matematikçi Pappus, Apollonius'un, bencil, üne düşkün, kibirli ve gururlu birisi olduğunu yazmaktadır. Apollonius'un yaptığı çalışmalar ve buluşları onun bu zayıf taraflarını örtecek kadar kuvvetlidir. Çarpmaya ait birçok buluşu vardır. Tümü geometriye ait olan yedi sekiz kitabı vardır. Koniklere ait buluşları onu şöhretin zirvesine çıkarmıştır. Birçok eserinin kaybolmasına karşın, bazı yapıtları Pappus tarafından yeniden ortaya çıkarılmıştır.
Öklid geometrisini benimseyerek onu daha ileri düzeylere götürmüştür. Teorik ve sentetik geometrici olarak, 19. yüzyıldaki Steiner'e kadar Apollonius'un bir eşine daha rastlanamaz. Konikler adı altında bugün bildiğimiz elips, çember, hiperbol ve parabol kesişimlerine ait problemlerin birçoğu Apollonius tarafından bulunmuştur. Konikler her ne kadar Apollonius'tan 150 yıl kadar önce üzerinde çalışılmışsa da, Apollonius kendisinden önceki çalışmaları ve kendi öz buluşlarını sekiz kitapta toplamıştır. Bunların çoğu onun çalışmaları ile ilerlemiştir. Yedi tane de yeni araştırması vardır. Bu araştırmaların bazıları Arapçadan çevirmedir. Yine, analitik geometri özelliklerinin hemen hemen tümünü Apollonius'a borçluyuz.
Dairesel tabanlı ve tepesinin her iki tarafından sonsuza kadar uzatılmış bir koni bir düzlemle kesilirse, düzlemle koni yüzeyinin kesişimi olan eğri, doğru, çember, hiperbol, elips veya parabol olacağını ilk kez Apollonius göstermiştir. Merminin yörünge denkleminin bir parabol olacağı yine Apollonius tarafından bulunmuştur. Ayrıca, astronomide önemli buluşları vardır.
Elips, hiperbol ve parabol, Eflatun tarafından mekanik eğriler olarak adlandırılmıştır. Bu eğriler, yalnız cetvel ve pergel yardımıyla çizilemezler. Buna karşın, pergel ve cetvel yardımıyla, bu eğrilerin istenilen sayıda noktalarını elde edebiliriz. Apollonius ve konikler üzerine çalışma yapanların diğer bir hizmeti de, Kepler ve Kopernik'in Güneş ve gezegenlerin yörüngelerini hesaplamasında kullanmasıdır. Eğer bu geometriciler olmasaydı, Newton çekim kanununu belki de hiç bulamayacaktı. Yani, Kepler'in gezegenlerin yörüngeleri hakkındaki ince ve ustalıklı kullandığı hesaplamaları, Newton'un çekim kanununa ortam hazırlamıştır. Pergel ve cetvel yardımıyla üç çembere teğet çizme, Apollonius problemi olarak bilinir. Yine, sabit iki noktaya olan uzaklıkları oranı sabit olan noktaların geometrik yeri, bu sabit noktaları birleştiren doğru parçasını, verilen orana göre içten ve dıştan bölen noktalar arasındaki uzaklığı çap kabul eden bir çemberdir.
Apollonius'un zamanları.
Apollonius, Helen kültürünün geniş Helenik olmayan bölgelerde çeşitli derinliklere, bazı yerlerde radikal, diğerlerinde hemen hemen hiç radikal olmayan bir şekilde üst üste binmesiyle karakterize edilen ve şimdi Hellenistik Dönem olarak adlandırılan tarihi bir dönemin sonuna doğru yaşadı. Değişiklik, Makedonyalı II. Philip ve oğlu Büyük İskender tarafından başlatıldı, o da tüm Yunanistan'ı bir dizi çarpıcı zafere maruz bırakarak Pers İmparatorluğunu fethetmeye devam etti. Mısır'dan Pakistan'a kadar bölgeleri yöneten Philip, MÖ 336'da suikasta kurban gitti. İskender, geniş Pers imparatorluğunu fethederek planını gerçekleştirmeye devam etti.
Apollonius'un kısa otobiyografisi.
Materyal, Konikler kitaplarının hayatta kalan sahte “Önsözlerinde” yer almaktadır. Bunlar Apollonius'un nüfuzlu arkadaşlarına gönderilen ve mektupla birlikte verilen kitabı gözden geçirmelerini isteyen mektuplardır. Bir Eudemus'a hitap eden Birinci Kitabın Önsözü, ona Koniklerin başlangıçta İskenderiye'deki bir ev konuğu olan geometri uzmanı Naucrates tarafından talep edildiğini hatırlatır. Naucrates ziyaretin sonunda sekiz kitabın ilk taslağını elinde tuttu. Apollonius, bunlardan “tam bir arındırma olmaksızın” (Yunanca ou diakatharantes, Latince ea non perpurgaremus) olarak söz eder. Kitapları doğrulayıp düzeltmeyi, her birini tamamlandığı gibi yayınlamayı amaçladı.
Bu planı Apollonius'un daha sonraki Bergama ziyaretinde duyan Eudemus, Apollonius'un her kitabı yayınlanmadan önce kendisine göndermesinde ısrar etmişti. Koşullar, bu aşamada Apollonius'un topluluğu ve yerleşik profesyonellerin tavsiyelerini arayan genç bir geometri olduğunu gösteriyor. Pappus, İskenderiye'de Öklid öğrencilerinin yanında olduğunu belirtir. Öklid çoktan gitmişti. Bu kalma, belki de Apollonius'un eğitiminin son aşamasıydı. Eudemus, muhtemelen Pergamon'daki ilk eğitiminde kıdemli bir figürdü; Her halükarda, Bergama Kütüphanesi ve Araştırma Merkezi'nin (Müze) başkanı olduğuna veya başına geçtiğine inanmak için sebepler vardır. Apollonius, ilk dört kitabın unsurların gelişimi ile ilgilendiğini, son dördünün ise özel konularla ilgilendiğini belirtiyor.
Önsözler I ve II arasında bir boşluk vardır. Apollonius, oğlu Apollonius'u II. Eudemus'un kitabı özel çalışma gruplarında kullandığını öne sürerek daha özgüvenle konuşuyor, bu da Eudemus'un araştırma merkezinde müdür değilse de kıdemli bir önemli isim olduğunu ima ediyor. Büyük İskender ve onun kuzey kolundaki arkadaşlarının ikametgâhı nedeniyle Atina'daki Aristo Lycaeum modelini izleyen bu tür kurumlarda araştırma, kütüphane ve müzenin tamamlandığı, eğitim çabasının bir parçasıydı. Eyalette böyle tek bir okul vardı. Kralın sahip olduğu bina, tipik olarak kıskanç, coşkulu ve katılımcı olan kraliyet himayesindeydi. Krallar, değerli kitapları ellerinden geldiğince ve her yerde satın aldı, yalvardı, ödünç aldı ve çaldı. Kitaplar en yüksek değere sahipti ve yalnızca zengin müşteriler için karşılanabilirdi. Onları toplamak kraliyet yükümlülüğüydü. Bergama, parşömen endüstrisiyle biliniyordu ve "parşömen", "Pergamon" dan türemiştir.
Apollonius, Efes'te Eudemus ile tanıştığı bir geometrici olan Laodikeialı Philonides'i akla getiriyor. Philonides, Eudemus'un öğrencisi oldu. MÖ 2. yüzyılın 1. yarısında esas olarak Suriye'de yaşadı. Görüşmenin Apollonius'un Efes'te yaşadığını gösterip göstermediği ise çözülmedi. Akdeniz'in entelektüel topluluğu kültür olarak uluslararasıydı. Akademisyenler iş ararken hareket halindeydiler. Hepsi bir tür posta servisi aracılığıyla, kamuya açık veya özel olarak iletişim kurdular. Hayatta kalan mektuplar boldur. Birbirlerini ziyaret ettiler, birbirlerinin çalışmalarını okudular, birbirlerine önerilerde bulundular, öğrenciler tavsiye ettiler ve bazıları “matematiğin altın çağı” olarak adlandırılan bir gelenek biriktirdiler.
Önsöz III eksiktir. IV. Önsözde Apollonius "Eudemus'un öldüğü zaman aralığında" diyor, yine Eudemus'un Apollonius'tan daha kıdemli olduğu görüşünü destekliyor. Önsöz IV – VII daha resmidir, kişisel bilgileri çıkarır ve kitapları özetlemeye odaklanır. Bunların hepsi gizemli bir Attalus'a, Apollonius'un Attalus'a yazdığı gibi, "eserlerime sahip olma konusundaki ciddi arzunuzdan dolayı" yapılan bir seçimdir. O zamana kadar Bergama'da pek çok insan böyle bir istek duydu. Muhtemelen bu Attalus, Apollonius'un şaheserinin kopyalarını yazarın elinden yeni alan özel biriydi. Güçlü bir teoriye göre Attalus, Attalus II Philadelphus, MÖ 220-138, genel ve kardeşinin krallığının savunucusu (Eumenes II), ikincisinin MÖ 160'taki hastalığına eş-naip ve MÖ 158'de tahtının ve dul eşinin varisidir. O ve erkek kardeşi, kütüphaneyi uluslararası ihtişamla genişleten büyük sanat hamileriydi. Tarihler Philonides'inkilerle uyumluyken, Apollonius'un amacı Attalus'un kitap toplama girişimi ile de uyumludur.
Apollonius Önsöz V–VII'yı Attalus'a gönderdi. Önsöz VII'de, Kitap VIII'i "bir ek" ... "size olabildiğince çabuk göndermeye özen göstereceğim" şeklinde tanımlıyor. Gönderildiğine veya tamamlandığına dair hiçbir kayıt yoktur. Tarihte hiç olmadığı için de eksik olabilir, Apollonius tamamlanmadan ölmüştür. Ancak İskenderiyeli Pappus bunun için lemmalar sağladı, bu nedenle en azından bazı baskıları bir zamanlar dolaşımda olmalıydı.
Apollonius'un belgelenmiş eserleri.
Apollonius, çok sayıda eser ortaya çıkaran üretken bir geometriciydi. Ne yazık ki bunlardan sadece biri, "Konikler ()" adlı eseri hayatta kaldı. Bugünün standartlarına göre bile konu üzerine yoğun ve kapsamlı bir referans çalışmasıdır ve şu anda az bilinen geometrik önermelerin bir deposu ve Apollonius tarafından tasarlanan bazı yeni öğrenenler için bir araç olarak hizmet vermektedir. Dinleyicileri okuyamayan veya yazamayan genel nüfus değildi. Her zaman matematik bilginleri, devlet okulları ve ilgili kütüphaneleriyle bağlantılı az sayıdaki eğitimli okuyucular için tasarlandı. Başka bir deyişle, her zaman bir kütüphane referans çalışmasıydı. Temel tanımları önemli bir matematiksel miras haline gelmiştir. Çoğunlukla yöntemlerinin ve sonuçlarının yerini Analitik Geometri almıştır.
Sekiz kitabından yalnızca ilk dördü, Apollonius'un orijinal metinlerinden geldiği konusunda güvenilir bir iddiaya sahiptir. 5-7. kitaplar Arapçadan Latinceye çevrilmiştir. Orijinal Yunanca hali kaybolmuştur. Kitap VIII'in durumu ise bilinmemektedir. İlk taslak vardı ama nihai taslağın kitaba dönüşüp dönüşmediği bilinmemektedir. Edmond Halley tarafından Latince olarak "yeniden yapılanmış" bir versiyonu vardır ama ne kadarının Apollonius'a çok benzediğini bilmenin bir yolu yoktur. Halley ayrıca "De Rationis Sectione" ve "De Spatii Sectione" adlı eserleri de yeniden inşa etti. Bu eserlerin ötesinde, bir avuç bölüm dışında, herhangi bir şekilde Apollonius'tan gelme olarak yorumlanabilecek belgeler son bulmaktadır.
Kayıp eserlerinin çoğu yorumcular tarafından anlatılmakta veya bahsedilmektedir. Ek olarak, belgeler olmadan diğer yazarlar tarafından Apollonius'a atfedilen fikirler vardır. İnanılır ya da değil, onlar kulaktan dolmadır ve nakledilmiştir. Bazı yazarlar, Apollonius'u belirli fikirlerin yazarı olarak tanımlar ve dolayısıyla onun adını verir. Diğerleri, Apollonius'u modern gösterim veya deyimlerle belirsiz derecelerde sadakatle ifade etmeye çalışır.
Konikler (Conics).
Yunanca "Konikler" metni, tanımların, şekillerin ve parçalarının Öklid düzenlemesini kullanır yani "verilenler", ardından "kanıtlanacak" önermeler yer alır. Kitaplar I-VII, 387 önerme sunar. Bu tür bir düzenleme, geleneksel konunun herhangi bir modern geometri ders kitabında görülebilir. Herhangi bir matematik dersinde olduğu gibi, materyal çok yoğundur ve dikkate alınması zorunlu olarak yavaştır. Apollonius'un her kitap için "Önsözler" bölümünde kısmen açıklanan bir planı vardı. Planın başlıkları veya işaretçileri bir şekilde eksiktir, Apollonius konuların mantıksal akışına daha çok bağlıydı.
Böylece çağın yorumcuları için entelektüel bir niş yaratılır. Her biri Apollonius'u kendi zamanına göre en anlaşılır ve en alakalı şekilde sunmalıdır. Çeşitli yöntemler kullanırlar: ek açıklama, kapsamlı ön hazırlık materyali, farklı biçimler, ek çizimler, kişi eklenmesiyle yüzeysel yeniden düzenleme, vb. Yorumda ince farklılıklar vardır. Modern İngilizce konuşmacı, İngiliz akademisyenlerin Yeni Latinceyi tercih etmesinden dolayı İngilizce materyal eksikliği ile karşılaşır. Hellenistik matematik ve astronomi geleneğinin soyundan gelen Edmund Halley ve Isaac Newton gibi entelektüel İngiliz devleri, çoğu klasik dilleri bilmeyen, İngilizce konuşan topluluklar tarafından yalnızca çevirisinden okunabilir ve yorumlanabilir.
Tamamen anadili İngilizce olan sunumlar 19. yüzyılın sonlarında başlar. Heath'in "Konik Kesitler Üzerine İnceleme (" özel bir notu. Kapsamlı önsöz yorumu, Yunancayı, anlamlarını ve kullanımını veren Apolloncu geometrik terimler sözlüğü gibi öğeleri içerir. "Tezin görünüşte alçak gönüllü büyük çoğunluğunun birçok kişiyi tanışma girişiminden caydırdığı" yorumunu yaparak, organizasyonu yüzeysel olarak değiştirmek ve metni modern notasyonla netleştirmek üzere başlık eklemeye söz veriyor. Dolayısıyla çalışması, parantez içinde uygunlukların verildiği iki organizasyon sistemine atıfta bulunuyor; kendisine ait ve Apollonius'a ait.
Heath'in çıkarttığı iş vazgeçilmezdir. 20. yüzyılın başlarında öğretmenlik yaptı, 1940'ta öldü, ancak bu arada başka bir bakış açısı gelişiyordu. Komşu olduğu Maryland, Annapolis'teki Birleşik Devletler Donanma Akademisi'nden önce sömürge döneminden beri askerî okul olan St. John's College (Annapolis/Santa Fe), 1936'da akreditasyonunu kaybetmiş ve iflasın eşiğindeydi. Yönetim kurulu çaresizlik içinde, Klasikler öğretimi için yeni bir teorik program geliştirdikleri Chicago Üniversitesi'nden Stringfellow Barr ve Scott Buchanan'ı çağırdı. Fırsattan yararlanarak, 1937'de St. John's'ta “yeni programı” başlattılar, daha sonra Batı medeniyetinin kültürüne katkıda bulunan seçkin önemli kişilerin eserlerini öğretecek sabit bir müfredat olan Büyük Kitaplar (Great Books) programını adlandırdılar. St. John's'ta Apollonius, analitik geometriye ek olarak değil, kendisi olarak öğretilmeye başlandı.
Apollonius'un konularının "eğitmeni", 1937'de Virginia Üniversitesi'nden yeni bir doktor olan R. Catesby Taliaferro idi. 1942'ye kadar ders verdi ve daha sonra 1948'de bir yıl boyunca İngilizce çevirileri kendisi sağlayarak Batlamyus'un "Almagest" ve Apollonius'un "Konikler"ini tercüme etti. Bu çeviriler Encyclopædia Britannica'nın Batı Dünyası'nın Büyük Kitapları serisinin bir parçası oldu. Özel konular için bir ek ile birlikte yalnızca Kitaplar I-III dahil edilmiştir. Heath'in aksine Taliaferro, Apollonius'u yüzeysel olarak bile yeniden düzenlemeye ya da onu yeniden yazmaya kalkışmadı. Modern İngilizceye çevirisi Yunancayı oldukça yakından takip eder. Modern geometrik gösterimi bir dereceye kadar kullanmıştır.
Taliaferro'nun çalışmalarıyla eşzamanlı olarak, II. Dünya Savaşı döneminden bir Oxford bağışçısı olan Ivor Thomas, Yunan matematiğine yoğun bir ilgi duyuyordu. Kraliyet Norfolk Alayında bir subay olarak askerlik hizmeti sırasında meyve veren bir seçimler özeti planladı. Savaştan sonra, Loeb Klasik Kütüphanesi'nde, Loeb serisinde alışılmış olduğu gibi, sayfanın bir tarafında Yunanca ve diğer tarafında İngilizce ile Thomas tarafından çevrilmiş iki ciltlik bir yer buldu. Thomas'ın çalışması, Yunan matematiğinin altın çağı için bir el kitabı görevi gördü. Bu çalışma, Apollonius için yalnızca Kitap I'in bölümleri tanımlayan kısımlarını içerir.
Heath, Taliaferro ve Thomas, 20. yüzyılın büyük bölümünde halkın Apollonius'a olan talebini karşıladı. Ancak konu devam etmektedir. Daha yeni çeviriler ve araştırmalar, eski bilgileri incelemenin yanı sıra yeni bilgi ve bakış açılarını da içermektedir.
Kitap I.
Kitap I, 58 önerme sunmaktadır. En dikkat çekici içeriği, koniler ve konik kesitler ile ilgili tüm temel tanımlardır. Bu tanımlar aynı kelimelerin modern tanımlarıyla tamamen aynı değildir. Etimolojik olarak modern sözcükler eskiden türetilmiştir, ancak sözcük kökü, anlam açısından refleksinden sıklıkla farklıdır.
Konik bir yüzey, bir açıortay noktası etrafında döndürülen bir çizgi parçası tarafından üretilir, öyle ki uç noktalar, her biri kendi düzleminde daireler çizer. Çift konik yüzeyin bir dalı olan bir koni, nokta (apeks veya verteks), daire (taban) ve tepe ile tabanın merkezini birleştiren bir çizgi olan eksen ile oluşan yüzeydir.
Bir "kesit" (Latince sectio, Yunanca tome), bir koninin bir düzlem tarafından hayali bir "dilimi"dir.
Yunan geometriciler, Arşimet gibi büyük mucitlerin yapmaya alıştıkları gibi, mühendislik ve mimarinin çeşitli uygulamalarında envanterlerinden seçilmiş şekilleri düzenlemekle ilgilendiler. Konik kesitler için bir talep vardı ve halen vardır. Matematiksel karakterizasyonun gelişimi, geometriyi, bu tür cebirsel temelleri, değişkenler olarak çizgi parçalarına değer atamak gibi görsel olarak öne çıkaran Yunan geometrik cebirine doğru kaydırmıştı. Bir ölçüm kılavuzu ile Kartezyen koordinat sistemi arasında bir koordinat sistemi kullandılar. Oran teorileri ve alanların uygulanması, görsel denklemlerin geliştirilmesine izin verdi. (Aşağıda "Apollonius'un Yöntemleri" bölümüne bakın).
"Alanların uygulanması", bir alan ve bir çizgi parçası verildiğinde dolaylı olarak bu alanın geçerli olup olmadığını sorar; yani, parçadaki kareye eşit mi? Evet ise, bir uygulanabilirlik (parabol) oluşturulmuştur. Apollonius Öklid'i takip ederek kesitin herhangi bir noktasının apsisindeki dikdörtgenin koordinatın karesine uygulanıp uygulanmadığını sordu. Eğer öyleyse, kelime denklemi, bir parabolün modern denklemlerinden biri olan formula_1'e eşdeğerdir. Dikdörtgenin kenarları formula_2 ve formula_3'tir. Buna göre şekle, parabol, "uygulama" adını veren oydu.
"Uygulanabilirlik yok" durumu ayrıca iki olasılığa bölünmüştür. Bir işlev verildiğinde, formula_4, uygulanabilirlik durumunda formula_5, uygulanabilirlik olmadığı durumda formula_6 veya formula_7. Birincisinde, formula_8, "eksiklik (deficit)" olarak adlandırılan bir miktar nedeniyle formula_9 altında kalıyor. İkincisinde ise, formula_8, "fazlalık (surfeit)" olarak adlandırılan bir miktar tarafından aşılır.
Uygulanabilirlik, eksiklik, formula_11 eklenerek veya formula_12 fazlalık çıkarılarak sağlanabilir. Bir açığı kapatan şekil elips olarak; bir fazlalık ise hiperbol olarak adlandırıldı. Modern denklemin terimleri şeklin orijinden ötelenmesi ve döndürülmesine bağlıdır, ancak bir elips için genel denklem;
aşağıdaki biçime dönüştürülebilir;
formula_13
burada, denklem bir hiperbol içinse C/B, d'dir. (deficit=eksik miktar)
olur,
formula_14
burada C/B s'dir. (surfeit=fazla miktar)
Kitap II.
Kitap II, 53 önerme içerir. Apollonius, "olasılık sınırları için çaplar ve eksenlerle ilgili özellikleri ve ayrıca asimptotları ve diğer şeyleri" kapsamayı amaçladığını söylüyor. Onun "çap" tanımı gelenekselden farklıdır, çünkü mektubun hedeflenen alıcısını bir tanım için çalışmasına yönlendirmeyi gerekli bulmaktadır. Bahsedilen unsurlar, figürlerin şeklini ve oluşumunu belirten unsurlardır. Teğetler, kitabın sonunda ele alınmıştır.
Kitap III.
Kitap III, 56 önerme içerir. Apollonius "katı lokusların inşası için kullanım ... üç-doğrulu ve dört-doğrulu lokus ..." teoremleri için orijinal keşfi iddia ediyor. Konik kesitin lokusu (geometrik yeri) kesittir. Üç-doğrulu lokus problemi (Taliafero'nun III. Kitap ekinde belirtildiği gibi), "verilen üç sabit düz çizgiden uzaklıkları olan noktaların yerini bulur ... mesafelerden birinin karesi her zaman diğer iki mesafenin içerdiği dikdörtgene sabit bir oranda olacak şekildedir." Bu, parabol ile sonuçlanan alanların uygulanmasının kanıtıdır. Dört doğru problemi elips ve hiperbol ile sonuçlanır. Analitik geometri, Descartes'ın övgüyle karşıladığı geometriden ziyade cebir tarafından desteklenen daha basit kriterlerden aynı lokusları türetir. Yöntemlerinde ise Apollonius'un yerini alır.
Kitap IV.
Kitap IV, 57 önerme içerir. Eudemus'tan ziyade Attalus'a gönderilen ilki, onun daha olgun geometrik düşüncesini temsil eder. Konu oldukça uzmanlaşmıştır: "bir koninin bölümlerinin birbiriyle buluşabileceği veya bir çemberin çevresini karşılayabileceği en yüksek nokta sayısı ..." Yine de, coşkuyla konuşuyor ve onları problem çözmede "önemli ölçüde işe yarar" olarak nitelendiriyor. (Önsöz 4).
Kitap V.
Yalnızca Arapçadan çevrilerek bilinen V. Kitap, tüm kitapların çoğu olan 77 önerme içerir. Elipsi (50 önerme), parabolü (22 önerme) ve hiperbolü (28 önerme) kapsar. Bunlar, Önsözler I ve V'de açık bir şekilde konu olarak yer almaz. Apollonius, maksimum ve minimum çizgiler olduğunu belirtir. Bu terimler açıklanmamıştır. Kitap I'in aksine, Kitap V hiçbir tanım ve açıklama içermez.
Belirsizlik, kitabın ana terimlerinin anlamını kesin olarak bilmeden yorumlaması gereken Apollonius'un yorumcuları için bir mıknatıs görevi gördü. Yakın zamana kadar Heath'in görüşü galip geldi: doğrular, kesitler için normal olarak değerlendirilecektir. Bu durumda bir normal, bazen ayak olarak adlandırılan teğet noktasındaki bir eğriye diktir. Bir kesit, Apollonius'un koordinat sistemine göre çizilirse (aşağıdaki "Apollonius'un Yöntemleri" bölümüne bakın), çap (Heath tarafından eksen olarak çevrilmiştir) "x" ekseni üzerinde ve tepe noktası solda orijinde olacak şekilde, önermeler, minimum/maksimumların kesit ve eksen arasında bulunacağını belirtir. Heath, hem teğet noktası hem de doğrunun bir ucu olarak hizmet eden kesitte sabit bir "p" noktası dikkate alınarak onun görüşüne bırakır. Eksendeki "p" ile bazı "g" noktaları arasındaki minimum mesafe bu durumda "p"’den normal olmalıdır.
Modern matematikte, eğrilerin normalleri, ayağın etrafında bulunan eğrinin küçük kısmının eğrilik merkezinin konumu olarak bilinir. Ayaktan merkeze olan mesafe eğrilik yarıçapı'dır. İkincisi, bir dairenin yarıçapıdır, ancak dairesel eğriler dışında küçük yay, bir dairesel yay ile yaklaştırılabilir. Dairesel olmayan eğrilerin eğriliği; örneğin, konik kesitler, kesit üzerinde değişmelidir. Eğrilik merkezinin haritası; yani, ayak bölüm üzerinde hareket ederken onun konumu, kesitin evolütü olarak adlandırılır. Bir çizginin ardışık konumlarının kenarı olan böyle bir şekil bugün zarf olarak adlandırılır. Heath, V. Kitapta Apollonius'un normaller, evolütler ve zarflar teorisinin mantıksal temelini oluşturduğunu gördüğümüze inanıyordu.
Heath, 20. yüzyılın tamamı için Kitap V'in otoriter yorumu olarak kabul edildi, ancak yüzyılın değişmesi beraberinde bir görüş değişikliğini getirdi. 2001 yılında, Apollonius akademisyenleri Fried & Unguru, diğer Heath bölümlerine gereken saygıyı sunarak, Heath'in Kitap V analizinin tarihselliğine karşı çıktı ve “orijinali modern bir matematikçiye daha uygun hale getirmek için yeniden işlediğini … bu Heath'in çalışmasını tarihçi için şüpheli değer kılan, Apollonius'unkinden daha fazla Heath'in zihnini ortaya çıkaran türden bir şey.” olduğunu söylediler İddialarından bazıları özetle aşağıdaki gibidir. Ne önsözlerde ne de uygun kitaplarda maksimum/minimumun kendiliğinden normal olduğundan bahsedilmez. Heath'in, normalleri kapsadığı söylenen 50 önerme arasından sadece 7'si, Kitap V: 27-33, teğetlere dik olan maksimum/minimum çizgileri ifade eder veya ima eder. Bu 7 önerme, Fried tarafından kitabın ana önermeleri ile ilgisiz, izole olarak sınıflandırır. Hiçbir şekilde maksimum/minimumun genel olarak normal olduğu anlamına gelmez. Diğer 43 önermeyle ilgili kapsamlı araştırmasında Fried, çoğunun olamayacağını kanıtlıyor.
Fried ve Unguru, Apollonius'u geleceğin habercisi olmaktan çok geçmişin bir devamı olarak tasvir ederek karşı çıkıyor. Birincisi, standart bir ifadeyi ortaya çıkaran minimum ve maksimum satırlara yapılan tüm referansların eksiksiz bir filolojik çalışmasıdır. Her biri 20-25 önermeden oluşan üç grup vardır. İlk grup, varsayımsal bir "kesitteki bir noktadan eksene" tam karşısında olan "eksendeki bir noktadan kesite" ifadesini içerir. ki, öyle olsa da hiçbir şeye normal olmak zorunda değildir. Eksen üzerinde sabit bir nokta verildiğinde, onu kesitin tüm noktalarına bağlayan tüm çizgilerden biri en uzun (maksimum) ve biri en kısa (minimum) olacaktır. Diğer ifadeler "bir kesit içinde", "bir kesitten çizilmiş", "kesit ile ekseni arasında kesilmiş", eksen tarafından kesilmiş"dir ve hepsi aynı görüntüye atıfta bulunur.
Fried ve Unguru'nun görüşüne göre, Kitap V'in konusu tam olarak Apollonius'un söylediği şey, maksimum ve minimum çizgilerdir. Bunlar gelecekteki kavramlar için kod kelimeleri değil, o zamanlar kullanılan eski kavramlara atıfta bulunuyor. Yazarlar, kendisini dairelerle ve iç noktalardan çevreye maksimum ve minimum mesafelerle ilgili olan Öklid, "Elemanlar", Kitap III'ten alıntı yapıyorlar. Herhangi bir genelliği kabul etmeden, "beğenmek" veya "benzeri" gibi terimler kullanırlar. "Neusis-benzeri" terimini yenilemesiyle tanınırlar. Bir neusis yapısı, belirli bir parçayı verilen iki eğri arasına yerleştirme yöntemiydi. Bir "P" noktası ve üzerindeki eş bölümler işaretli olan bir cetvel verildiğinde, cetveli, bölüm aralarına sığana kadar iki eğriyi keserek "P" etrafında döndürür. Kitap V'de "P", eksen üzerindeki noktadır. Etrafında bir cetvel döndürüldüğünde, minimum ve maksimumun ayırt edilebildiği bölüme olan mesafeler keşfedilir. Teknik duruma uygulanmaz, dolayısıyla neusis değildir. Yazarlar, eski yönteme arketipsel bir benzerlik görerek neusis-benzeri kullanıyorlar.
Kitap VI.
Yalnızca Arapçadan çeviri yoluyla bilinen VI. Kitap, herhangi bir kitaptan daha az olan 33 önerme içerir. Ayrıca, önceki metinlerdeki hasar veya bozulma nedeniyle metinde büyük eksiklikler veya boşluklar vardır.
Konu nispeten açık ve tartışmasızdır. Önsöz 1, "konilerin eşit ve benzer kesitleri" olduğunu belirtir. Apollonius, Öklid tarafından sunulan uyum ve benzerlik kavramlarını üçgenler, dörtgenler gibi daha basit şekiller için konik kesitlere kadar genişletir. Önsöz 6, “eşit ve eşit olmayan” ve “benzer ve farklı” olan “kesitlerden ve bölümlerden” bahseder ve bazı yapısal bilgiler ekler.
Kitap VI, kitabın ön tarafındaki temel tanımlara bir dönüş sunar. "Eşitlik" alanların uygulanmasıyla belirlenir. Bir şekil varsa; yani, bir kesit veya bir bölüm diğerine "uygulanmış" (Halley tarafından "si applicari possit altera super alteram" olarak belirtilmiştir), çakışırlarsa ve birinin çizgisi diğerinin hiçbir çizgisini geçmiyorsa "eşittir" (Halley tarafından "aequales" olarak belirtilmiştir). Bu, Öklid, Kitap I, Ortak Kavramlar (Common Notions), 4: "ve birbiriyle çakışan şeyler ("epharmazanta") eşittir ("isa")" sonrasında açıkça bir uyum standardıdır. Tesadüf ve eşitlik örtüşür, ancak aynı değildir: Kesitleri tanımlamak için kullanılan alanların uygulanması, alanların nicel eşitliğine bağlıdır, ancak farklı şekillere ait olabilirler.
Aynı (homos), birbirine eşit ve farklı veya eşit olmayan örnekler arasında "aynı" (hom-oios) veya benzer şekiller vardır. Ne tamamen aynı ne de farklıdırlar, ancak aynı olan yönleri paylaşırlar ve farklı yönleri paylaşmazlar. Sezgisel olarak, geometrikçilerin akıllarında bir ölçek vardı; Örneğin, harita bir topoğrafik bölgeye benzer. Böylece şekiller kendilerinin daha büyük veya daha küçük versiyonlarına sahip olabilir.
Benzer şekillerde aynı olan yönler şekle bağlıdır. Öklid'in "Elemanları" kitabının 6. Kitabı, aynı karşılık gelen açılara sahip olanlarla benzer üçgenler sunar. Böylece bir üçgenin minyatürleri sizin istediğiniz kadar küçük olabilir veya dev versiyonları olabilir ve yine de orijinaliyle aynı üçgen olabilir.
Apollonius'un VI. Kitap'ın başındaki tanımlarında benzer sağ koniler, benzer eksenel üçgenlere sahiptir. Kesitlerin benzer bölümleri ve kesitler her şeyden önce benzer konilerdedir. Ayrıca her apsis için diğerinde istenen ölçekte bir apsis bulunmalıdır. Son olarak, birinin apsis ve ordinatı, diğeriyle aynı ordinat/apsis oranına sahip koordinatlarla eşleşmelidir. Toplam etki, farklı bir ölçek elde etmek için kesit veya bölümün koni üzerinde yukarı ve aşağı hareket ettirilmesi gibidir.
Kitap VII.
Yine Arapçadan bir çeviri olan Kitap VII, 51 önerme içerir. Bunlar, Heath'in 1896 baskısında değerlendirdiği son şeylerdir. Önsöz I'de Apollonius bunlardan bahsetmiyor, bu da ilk taslağın yapıldığı tarihte bunların yeterince tutarlı bir biçimde tanımlanamayacaklarını ima ediyor. Apollonius, Halley'nin "de theorematis ad determinationem pertinentibus" olarak tercüme ettiği "peri dioristikon theorematon" ve Heath "limitlerin belirlenmesini içeren teoremler" olarak tercüme ettiği belirsiz bir dil kullanıyor. Bu tanımın dilidir, ancak hiçbir tanım yapılmaz. Referansın belirli bir tanım türüne ait olup olmayacağı bir değerlendirmedir ancak bugüne kadar inandırıcı bir şey önerilmemiştir. Apollonius'un yaşamının ve kariyerinin sonlarına doğru tamamlanan VII. Kitap konusu, Önsöz VII'de, büyük ölçüde bunlara dayandığı için eşlenik çapları içermesi gereken çaplar ve "bunlara göre tanımlanan şekiller" olarak belirtilmiştir. "Sınırlar" veya "tespitler" terimlerinin ne şekilde geçerli olabileceği belirtilmemiştir.
Çaplar ve bunların eşlenikleri Kitap I'de (Tanımlar: 4-6) tanımlanmıştır. Her çapın bir eşleniği yoktur. Bir çapın topoğrafyası (Yunanca diametros) düzgün bir kavisli şekil gerektirir. Modern zamanlarda ele alınan düzensiz şekilli alanlar antik tertip planında yoktur. Apollonius, elbette, genellikle dolambaçlı bir dille tanımladığı konik kesitleri aklında tutuyor: "aynı düzlemdeki bir eğri" bir daire, elips veya paraboldür, "aynı düzlemdeki iki eğri" ise bir hiperbol. Kiriş, iki uç noktası şeklin üzerinde olan düz bir çizgidir; yani şekli iki yerden keser. Şekle paralel kirişlerden oluşan bir kılavuz uygulanmışsa, çap, tüm kirişleri ikiye bölen ve eğrinin kendisine "tepe (verteks)" adı verilen bir noktada ulaşan çizgi olarak tanımlanır. Kapalı bir şekil olmasına gerek yoktur; örneğin, bir parabolün de bir çapı vardır.
Bir parabolün tek boyutta simetrisi vardır. Tek çapına katlandığını hayal ederseniz, iki yarım uyumludur veya birbirinin üzerine oturur. Aynı şey bir hiperbolün bir dalı için de söylenebilir. Bununla birlikte eşlenik çaplar (suzugeis'in "birbirine bağlı" olduğu, Yunanca suzugeis diametroi) iki boyutta simetriktir. Uygulandıkları şekiller, aynı zamanda, bugün centroid olarak adlandırılan ve iki yönde simetri merkezi olarak hizmet eden bir alan merkezi (Yunanca kentron) gerektirir. Bu şekiller daire, elips ve iki dallı hiperboldür. Odaklarla karıştırılmaması gereken tek bir centroid vardır. Çap, merkezden geçen ve her zaman onu ikiye bölen bir kiriştir.
Daire ve elips için, paralel kirişlerden oluşan bir kılavuzun şeklin üzerine bindirilmesine izin verin, öyle ki, en uzun olan bir çaptır ve diğerleri, sonuncusu bir kiriş olmayıp bir teğet noktası olana kadar art arda daha kısadır. Teğet, çapa paralel olmalıdır. Eşlenik çap, merkez ve teğet nokta arasına yerleştirilen kirişleri ikiye böler. Dahası, her iki çap da birbirine eşleniktir ve buna eşlenik çift denir. Bir dairenin herhangi bir eşlenik çiftinin birbirine dik olduğu açıktır, ancak bir elipste, yalnızca ana ve küçük eksenler, diğer tüm durumlarda dikliği yok eden uzanımdır.
Eşlenikler, bir çift koninin tek bir düzlemle kesilmesinden kaynaklanan bir hiperbol'un iki dalı için tanımlanır ve eşlenik dallar denir. Aynı çapa sahipler. Centroid, köşeler arasındaki bölümü ikiye böler. Çapa benzer bir çizgi için daha yer vardır: çapa paralel bir çizgi kılavuzu, hiperbolün her iki dalını da kessin. Bu doğrular, aynı sürekli eğri üzerinde bitmemeleri dışında kiriş gibidir. Kiriş benzeri doğruları ikiye bölmek için ağırlık merkezinden bir eşlenik çap çizilebilir.
Bu kavramlar, esas olarak Kitap I'den, bölümler, çaplar ve eşlenik çaplar arasındaki ilişkileri ayrıntılı olarak tanımlayan Kitap VII'nin 51 önermesine başlamamızı sağlar. Apollonius'un diğer bazı özel konularda olduğu gibi, Analitik Geometri ile karşılaştırıldığında bugünkü faydaları görülmeye devam ediyor, ancak Önsöz VII'de hem yararlı hem de yenilikçi olduklarını doğruluyor; yani, onlar için itibarı hak ediyor.
Pappus tarafından tanımlanan kayıp ve yeniden yapılmış eserler.
Pappus, Apollonius'un diğer incelemelerinden bahseder:
Öklid'in "Data", "Porizmalar (Porisms)" ve "Yüzey-Yerleşimleri (Surface-Loci)" ile Apollonius'un "Konikleri (Conics)" ile antik analizin gövdesinde yer alan Pappus'a göre bunların her biri iki kitaba ayrıldı. Yukarıda bahsedilen altı çalışmanın açıklamaları aşağıdadır.
"De Rationis Sectione".
"De Rationis Sectione" basit bir problemi çözmeye çalıştı: Her birinde iki düz çizgi ve bir nokta verildiğinde, üçüncü bir noktadan, iki sabit çizgiyi kesen düz bir çizgi çizin, böylelikle parçalar, verilen noktalar arasında kesişir ve bu üçüncü çizgi ile kesişme noktaları belirli bir orana sahip olabilir.
"De Spatii Sectione".
"De Spatii Sectione", iki kesişimin içerdiği dikdörtgenin belirli bir dikdörtgene eşit olmasını gerektiren benzer bir problemi tartıştı.
17. yüzyılın sonlarında Edward Bernard, Bodleian Kütüphanesi 'nde "De Rationis Sectione"'nin bir versiyonunu keşfetti. Bir çeviriye başlamasına rağmen, onu bitiren ve "De Spatii Sectione" restorasyonu ile 1706 ciline dahil eden Halley olmuştur.
"De Sectione Determinata".
"De Sectione Determinata" problemleri tek boyutlu analitik geometri olarak adlandırılabilecek bir şekilde ele alır; diğerlerine oranla bir doğru üzerinde noktalar bulma sorusuyla uğraşır. Spesifik problemler şunlardır: Düz bir çizgi üzerindeki iki, üç veya dört nokta verildiğinde, üzerinde öyle başka bir nokta bulun ki, verilen noktalara olan mesafeleri, üzerindeki karenin veya ikisinin içerdiği dikdörtgenin belirli bir orana sahip olması koşulunu sağlasın (1) Kalan kareye veya kalan ikisinin içerdiği dikdörtgene veya (2) geri kalanının içerdiği dikdörtgene ve verilen bir başka düz çizgiye. Bazıları Apollonius'un çözümünü keşfetmek için metni restore etmeye çalıştı, aralarında Snellius (Willebrord Snell, Leiden, 1698); Aberdeen 'den Alexander Anderson, "Apollonius Redivivus"’unun ekinde (Paris, 1612); ve Robert Simson "Opera quaedam relqua"sında (Glasgow, 1776), açık ara en iyi girişimdi.
"De Tactionibus".
"De Tactionibus" aşağıdaki genel problemi benimsedi: Konumdaki üç şey (noktalar, düz çizgiler veya daireler) verildiğinde, verilen noktalardan geçen ve verilen düz çizgilere veya dairelere değen bir daireyi tanımlayın. En zor ve tarihsel olarak ilginç durum, verilen üç şey daire olduğunda ortaya çıkar. 16. yüzyılda, François Viète bu problemi (bazen Apollon problemi olarak da bilinir) hiperbol ile çözen Adrianus Romanus'a sundu. Bunun üzerine Vieta daha basit bir çözüm önerdi ve sonunda Apollonius'un küçük eseri olan Apollonius Gallus'taki (Paris, 1600) incelemesinin tamamını restore etmeye yöneltti. Problemin tarihi, J. W. Camerer'ın özeti "Apollonii Pergaei quae supersunt, ac maxime Lemmata Pappi in hos Libras, cum Observationibus, &c" (Gothae, 1795, 8vo)'da araştırılmıştır.
"De Inclinationibus".
"De Inclinationibus"’un amacı, belirli bir noktaya doğru eğilimli, belirli bir uzunluktaki düz bir çizginin verilen (düz veya dairesel) iki çizgi arasına nasıl eklenebileceğini göstermekti. Marin Getaldić ve Hugo d'Omerique ("Geometrik Analiz", "Geometrical Analysis", Cadiz, 1698) restorasyon girişiminde bulunsa da, en iyisi Samuel Horsley (1770) tarafından yapılmıştır.
"De Locis Planis".
"De Locis Planis", düz çizgilere veya dairelere ait olan lokuslarla (geometrik yer/yerleşimlerle) ilgili önermelerin bir koleksiyonudur. Pappus önermelerinin tüm ayrıntılarını verdiği için, bu metin sadece P. Fermat ("Oeuvres", i., 1891, s. 3–51) ve F. Schooten (Leiden, 1656) tarafından değil ama aynı zamanda en başarılı şekilde R. Simson (Glasgow, 1749) tarafından da restore edilme çabalarını konu oldu.
Diğer antik yazarların bahsettiği kayıp eserler.
Antik yazarlar, Apollonius'un artık var olmayan diğer eserlerine atıfta bulunur:
İlk basılmış yayınlar.
İlk basılı yayınlar çoğunlukla 16. yüzyılda başladı. O zamanlar, akademik kitapların Latince, bugünün Yeni Latincesi olması bekleniyordu. Neredeyse hiçbir el yazması Latince olmadığından, erken basılmış eserlerin editörleri Yunancadan veya Arapçadan Latinceye çevirdi. Yunanca ve Latince tipik olarak yan yana getirilmiştir, ancak yalnızca Yunanca orijinaldir ya da editör tarafından orijinal olduğunu düşündüğü şekilde restore edilmiştir. Kritik malzemeler Latince idi. Antik yorumlar, ancak, eski veya Orta Çağ Yunancası idi. Modern diller ancak 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkmaya başladı. Erken basılmış basımların temsili bir listesi aşağıda verilmiştir. Bu baskıların orijinalleri nadir ve pahalıdır. Modern dillerdeki modern baskılar için referanslara bakılmalıdır.
Diğer yazarlar tarafından Apollonius'a atfedilen fikirler.
Apollonius'un astronomiye katkısı.
Gezegen hareketlerinin iki tanımının denkliği ona atfedilir, biri dışmerkezlilik, diğeri yörünge ve dış çemberler kullanır. Batlamyus, bu denkliği "Almagest" XII.1'de Apollonius teoremi olarak tanımlar.
Ay üzerindeki Apollonius kraterinin ve Apollonius deliğinin (Rimae Apollonius) adı onuruna verilmiştir.
Apollonius'un Yöntemleri.
Heath'e göre, "Apollonius'un Yöntemleri" ona ait ve kişisel değildi. Daha sonraki teorisyenler üzerindeki etkisi ne olursa olsun, kendi teknik yeniliğinden değil, geometriden kaynaklanıyordu. Heath'in bu konudaki ifadesi;
şeklindedir. Altın çağ geometricilerinden bahseden modernlerle ilgili olarak, "yöntem" terimi, özellikle, geometrinin bilmeden bugün kullanılan cebirsel bir yöntemle aynı sonucu ürettiği görsel, yeniden yapılandırıcı yol anlamına gelir. Basit bir örnek olarak, cebir bir karenin alanını, kenarının karesini alarak bulur. Aynı sonucu elde etmenin geometrik yöntemi, görsel bir kare oluşturmaktır. Altın çağdaki geometrik yöntemler, temel cebir sonuçlarının çoğunu üretebilir.
Geometrik cebir.
Heath, tüm altın çağın yöntemleri için geometrik cebir terimini kullanmaya devam eder. Terim buna "uygunsuz bir şekilde değil" deniyor der. Bugün terim başka anlamlarda kullanılmak üzere yeniden dirilmiştir (bkz. Geometrik cebir). Heath, bunu 1890'da veya daha önce Henry Burchard Fine tarafından tanımlandığı şekliyle kullanıyordu. Fine bunu Analitik geometrinin ilk tam gelişmiş çalışması olan René Descartes'ın "La Géométrie" adlı eseri için uygular. Fine, "temel işlemleri biçimsel olarak aynı olan iki cebrin resmi olarak özdeş olduğunu" bir ön koşul olarak ortaya koyan Fine, "Descartes’ın çalışmasının ... yalnızca sayısal cebir olmadığını ama daha iyi bir isim istemek için çizgi parçalarının cebri denebileceğini söylüyor. Sembolizmi sayısal cebrinki ile aynıdır; ..."
Örneğin, Apollonius'ta bir doğru parçası "AB" ("A" noktası ile "B" noktası arasındaki çizgi) aynı zamanda parçanın sayısal uzunluğudur. Herhangi bir uzunlukta olabilir. Dolayısıyla "AB", herhangi bir değerin atanabileceği "x" (bilinmeyen) gibi cebirsel değişken ile aynı olur; örn. "x" = 3.
Değişkenler Apollonius'ta bugün cebirde devam eden bir uygulama olan “AB kesitin herhangi bir noktasından çapa olan uzaklık olsun” gibi kelime ifadeleriyle tanımlanır. Her temel cebir öğrencisi, "kelime problemlerini" cebirsel değişkenlere ve cebir kurallarının "x" için çözümlemede geçerli olduğu denklemlere dönüştürmeyi öğrenmelidir. Apollonius'un böyle kuralları yoktu. Çözümleri geometrikti.
Resimsel çözümlere kolayca yatkın olmayan ilişkiler, onun kavrayamayacağı bir şeydi; ancak, resimsel çözümler repertuvarı, bugün genellikle bilinmeyen (veya gerekli olmayan) karmaşık geometrik çözümler havuzundan geldi. Bunun iyi bilinen bir istisnası, kaçınılmaz olan Pisagor Teoremi'dir, şimdi bile yanlarında kareler bulunan ve "a"2 + "b"2 = "c"2 gibi bir ifadeyi gösteren bir dik üçgenle temsil edilir. Yunan geometriciler, bu terimleri "AB üzerindeki kare" vb. olarak adlandırdı. Benzer şekilde, AB ve CD'den oluşan bir dikdörtgenin alanı "AB ve CD'deki dikdörtgen" idi.
Bu kavramlar, Yunan geometricilerin doğrusal fonksiyonlara ve ikinci dereceden fonksiyonlara cebirsel erişimini sağladı, bunlar daha sonra konik kesitlerdir. Sırasıyla 1 veya 2'nin kuvvetlerini içerirler. Apollonius, bir koni katı olsa bile küpleri pek kullanmamıştı (katı geometri'de gösteriliyor). İlgi alanı, düzlem şekiller olan konik kesitlerdi. 4 ve üzeri kuvvetler görselleştirmenin ötesindeydi ve geometride bulunmayan ancak cebirde elinizin altında olan bir soyutlama derecesi gerektiriyordu.
Apollonius'un koordinat sistemi.
Bir cetvel gibi standart kamuya açık araçlar kullanılarak, inç gibi genel birimlerdeki tüm olağan uzunluk ölçümü, bir Kartezyen sisteminin kamu tarafından tanınması anlamına gelir; yani, bir inç kare gibi birim karelere bölünmüş bir yüzey ve bir inç küp gibi birim küplere bölünmüş bir uzay. Antik Yunan ölçü birimleri, Bronz Çağı'ndan beri Yunan matematikçilere böyle bir sistem sağlamıştı.
Apollonius'tan önce, Menaechmus ve Arşimet, düşük bir ölçüyü işaretleyen sol taraftaki dikey bir çizgi ve düşük bir ölçüyü işaretleyen bir alt yatay çizgi ölçülmek üzere tasarlanmış mesafelere atıfta bulunarak şekillerini ortak kılavuzun zımni bir penceresine yerleştirmeye başlamıştı, yönler doğrusal veya birbirine diktir. Pencerenin bu kenarları Kartezyen koordinat sisteminde eksenler haline gelir. Eksenlerden herhangi bir noktanın doğrusal uzaklıkları, koordinatlar olarak belirtilir. Eski Yunanlar bu düzene sahip değildi. Sadece mesafelere atıfta bulundular.
Apollonius'un şekillerini yerleştirdiği standart bir penceresi vardı. Dikey ölçüm, "çap" olarak adlandırdığı yatay bir çizgiden yapılır. Kelime Yunancada İngilizce ile aynıdır, ancak Yunanca anlam bakımından biraz daha geniştir. Konik kesitin şekli, paralel çizgilerden oluşan bir ızgara ile kesilmişse, çap, şeklin dalları arasında bulunan tüm çizgi parçalarını ikiye böler. Tepe noktasından (koruphe, "crown" "taç") geçmelidir. Böylelikle bir çap, bir daire gibi bir parabol gibi açık ve kapalı şekiller içerir. Çapın paralel çizgilere dik olması gerektiğine dair bir özellik yoktur, ancak Apollonius yalnızca doğrusal olanları kullanır.
Kesit üzerindeki bir noktadan çapa kadar olan doğrusal uzaklık Yunanca "tetagmenos" olarak adlandırılır ve etimolojik olarak basitçe "uzatılmış" olarak adlandırılır. Yalnızca "aşağı" (kata-) veya "yukarı" (ana-) genişletildiği için, çevirmenler bunu ordinat olarak yorumlarlar. Bu durumda çap, x-ekseni ve tepe noktası başlangıç noktası olur. y-ekseni daha sonra tepe noktasındaki eğriye teğet olur. Apsis daha sonra ordinat ile tepe arasındaki çapın parçası olarak tanımlanır.
Apollonius, kendi koordinat sistemi versiyonunu kullanarak, konik kesitler için denklemlerin geometrik eşdeğerlerini resimsel formda geliştirmeyi başarır ve bu, koordinat sisteminin Kartezyen olarak kabul edilip edilemeyeceği sorusunu gündeme getirir. Bazı farklılıklar vardır. Kartezyen sistemi, herhangi bir hesaplama yapılmadan önce uygulanan tüm uzaydaki tüm rakamları kapsayan evrensel olarak kabul edilmelidir. Çapraz eksene bölünmüş dört kadrana sahiptir. Üç kadran, sıfırın referans eksenlerinin karşısındaki yönler anlamına gelen negatif koordinatları içerir.
Apollonius'un negatif sayıları yoktur, açıkça sıfır için de bir sayıya sahip değildir ve koordinat sistemini konik bölümlerden bağımsız olarak geliştirmez. Esasen sadece 1. Çeyrekte, hepsi pozitif koordinatlarda çalışır. Modern bir matematik tarihçisi olan Carl Boyer bu nedenle şöyle diyor:
Bununla birlikte, Apollonius'un geleneksel ölçümün kılavuz sistemi ile Analitik Geometrinin tam gelişmiş Kartezyen Koordinat Sistemi arasında bir tür ara niş işgal ettiğini kimse inkâr edemez. Apollonius'u okurken, onun terimleri için modern anlamlar üstlenmemeye özen gösterilmelidir.
Oranlar teorisi.
Apollonius, Öklid'in "Elemanlar", Kitap 5 ve 6'da ifade edildiği gibi "Oranlar Teorisi"ni kullanır. Knidoslu Eudoxus tarafından geliştirilen teori, tamamen grafik yöntemler ve modern sayı teorisi arasında bir aracıdır. Kesirlerin standart işlemesi gibi standart bir ondalık sayı sistemi eksiktir. Ancak önermeler, aritmetikte kesirleri işlemek için kuralları kelimelerle ifade eder. Heath, çarpma ve bölmenin yerini aldıklarını ileri sürer.
"Büyüklük" terimi ile Eudoxus, sayıların ötesine geçip genel bir boyut duygusuna geçmeyi umuyordu, bu da onun günümüzde hala koruduğu bir anlama geliyordu. Öklid şekillerine gelince, çoğu zaman Pisagor yaklaşımı olan sayılar anlamına gelir. Pisagor, evrenin niceliklerle karakterize edilebileceğine inanıyordu ve bu inanç, mevcut bilimsel dogma haline geldi. Öklid'in 5. Kitabı, bir büyüklüğün (megethos, “size”, "boyut") birimlere (meros, “part”, "parça") eşit olarak bölünmesi gerektiği konusunda ısrar ederek başlar. Dolayısıyla büyüklük, birimlerin katlarıdır. Metre veya feet gibi standart ölçü birimleri olmaları gerekmez. Bir birim herhangi bir atanmış çizgi parçası olabilir.
Bunu, bilimde şimdiye kadar tasarlanmış belki de en yararlı temel tanım takip etmektedir: oran (Yunanca logos, kabaca “explanation”, "açıklama" anlamına gelir), göreceli büyüklükte bir ifadedir. "AB" ve "CD" segmentleri gibi iki büyüklük verildiğinde. CD'nin birim olarak kabul edildiği AB'nin CD'ye oranı, AB'deki CD sayısıdır; örneğin, 3 parça 4 veya milyonda 60 parça, burada gösterim başına parça (ppm - Parts per notation) hala "parçalar" terminolojisini kullanıyor. Oran, modern kesirlerin temelidir ve bu aynı zamanda kırıkla aynı Latince kökünden "parça" veya "fragman" anlamına da gelir.
Oran, "proporsiyon" (Yunanca analogos) olarak adlandırılan mantıksal yapıdaki matematiksel tahminin temelidir. Oran, iki bölüm, AB ve CD, diğer ikisi, EF ve GH ile aynı orana sahipse, AB ve CD'nin EF ve GH ile orantılı olduğunu veya Öklid'de söylendiği gibi EF, GH'ye olduğu gibi AB, CD'ye olduğunu belirtir.
Cebir, bu genel kavramı AB/CD = EF/GH ifadesine indirger. Terimlerin herhangi üçü göz önüne alındığında, dördüncü terim bilinmeyen olarak hesaplanabilir. Yukarıdaki denklemi yeniden düzenlediğimizde, AB = (CD/GH)•EF elde edilir, burada y = kx olarak ifade edilir ve CD/GH "orantılılık sabiti" olarak bilinir. Yunanlar, muhtemelen art arda ekleyerek, katları (Yunanca pollaplasiein) almakta çok az zorluk yaşadılar.
Apollonius, kareler ve dikdörtgenlerle gösterilen neredeyse yalnızca çizgi parçalarının ve alanlarının oranlarını kullanır. Çevirmenler, 1684'te Gottfried Wilhelm Leibniz tarafından sunulan "Acta Eruditorum"'da iki nokta işaretini kullanmayı taahhüt ettiler. "Konikler", Kitap I'den Önerme 11'deki bir örnek aşağıda verilmiştir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20908",
"len_data": 47837,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.75
}
|
Sefalosporin(ler), beta-laktam (β-laktam) antibiyotiklerinin bir sınıfıdır.
Tarihçe.
"Cephalosporium acremonium" tarafından üretilen sefalosporin ilk kez 1945 yılında Sardinya'da İtalyan bilim insanı Giuseppe Brotzu tarafından izole edilmiştir. Sefalosporinler ilk kez 1960`larda satışa sunuldu.
Mekanizma.
Sefalosporinler penisiline çok benzer bir çalışma mekanizmasına sahiptirler. Penisilinler gibi sefalosporinler de peptidoglikan sentezine müdahale ederler. Bakterisidal etkileri vardır.
Farklı Jenerasyonlar.
Erken keşfedilmiş antibiyotiklerden olan sefalosporinlerin, gelişen teknoloji ile beraber yeni jenerasyonları (nesilleri) ortaya çıkmıştır. Her jenerasyon etki ettiği bakteri çeşidi ve sayısı vb. özellikler yönünden diğerlerinden farklıdır. Bugün toplam 5 farklı sefalosporin jenerasyonu vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20937",
"len_data": 810,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.72
}
|
N-asetil muramik asit ile N-asetil glikoz amin şeker molekülleri ile az sayıda L-alanin, D-alanin, D-glutamik asit, lizin veya diaminopimelik asitten oluşur. Peptidoglikan tabaka sadece prokaryot hücrelerde bulunur. Şekerin, kovalent bağ ve amino asitlerle çapraz bağlanmasıyla glikan zincirleri oluşur. Amino asitlerden oluşan tetra peptidin, çapraz bağlarla bağlanmasıyla oluşur. İçinde peptit bağı vardır. Yağlarla birleşerek karbonhidratları oluşturur. Bakteri hücre duvarlarının bir bileşenidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20939",
"len_data": 500,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.64
}
|
Geometride, elips (Yunanca ἔλλειψις "elleipsis" kelimesinden) bir koninin bir düzlem tarafından kesilmesi ile elde edilen düzlemsel, ikinci dereceden, kapalı eğridir.
Tanım.
Elips, bir düzlemde verilen iki noktaya (F1, F2) uzaklıkları toplamı sâbit olan noktaların geometrik yeridir; verilen bu iki noktaya "elipsin odakları" denir. Odaklarının arasındaki uzunluğa 2c dersek ortadaki nokta elipsin merkez noktasıdır. Şekildeki elipsin 2a asal, 2b ise yedek eksenidir. Aynı zamanda c² + b² = a²'dir. Şekilde de görüldüğü gibi b ve F1 ile merkez arasındaki doğru parçası, yani c dik kenarlar, a ise hipotenüs´dür.
Denklemi.
Elips, sabit bir noktaya ve verilen bir doğruya uzaklıkları oranı birden küçük bir sayıya eşit olan noktalarının geometrik yeridir. Denklemi
olarak bulunur.
Merkezi (h, k) noktasında bulunan bir elipsin eşitliği de:
şeklinde verilebilir.
Parametresi.
Şekilde p ile gösterilen uzunluğun iki katı yani b ye paralel odaktan geçen kirişin uzunluğu 2p´yi bulmak için şu denklemi kullanabiliriz:
formula_3
Herhangi Bir Noktadan Elipse Çizilen Teğetin Denklemi.
formula_4 denklemli bir elipsin herhangi bir P(m;n) noktasıdan geçen teğetin denklemi formula_5´dir.
Üzerindeki Herhangi Bir Noktanın Elipsin Merkezine Uzaklığı.
Elipsin merkezinden elips üzerindeki bir noktaya çizilen ve X ekseniyle arasındaki açı α olan bir doğrunun uzunluğu formula_6 veya formula_7 formülü ile hesaplanır.
Basıklığı.
Asal eksen uzunluğuyla yedek eksen uzunluğunun farkının asal eksen uzunluğuna oranına elipsin basıklığı denir.
Dış merkezliği.
Elipste, odaklar arasındaki uzaklığın asal eksen uzunluğuna oranına elipsin dış merkezliği (eccentricity) denir ve e ile gösterilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20940",
"len_data": 1674,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.25
}
|
Elipsoit, ikinci dereceden bir yüzey olup, herhangi bir düzlemle ara kesitleri elips olmaktadır. Asal eksenler adı verilen birbirine dik üç eksene göre ve bu eksenlerin kesim noktası olan merkeze göre simetrik bir şekil taşır. Orijinde bulunan merkez ve koordinat eksenleri boyunca alınan esas eksenlerine göre elipsoidin denklemi:
a = b, b = c veya c = a ise yüzeye bir dönel elipsoit veya siferoit adı verilir. Bu bir elipsi büyük ve küçük ekseni etrafında döndürerek elde edilir. Birinci durumda proleit bir siferoit ("football"), ikinci durumda obleit (oblate) (basık) siferoit ortaya çıkar. a = b = c iken ortaya çıkan yüzey bir küredir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20945",
"len_data": 642,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.72
}
|
Allsvenskan, İsveç'te oynanan en üst düzey futbol ligidir. Kuruluş yılı 1924 olan ligde 16 takım yer almaktadır.
Kulüpler.
1924'ten 2011 sezonuna kadar 61 kulüp Allsvenskan'da oynamıştır. Hiçbir kulüp lig kurulduğundan beri ligde tamamen kalıcı olmamıştır, AIK 83 sezonla, 88 sezondur süren ligde en çok yer alan takım olmuştur.
Allsvenskan 2019 sezonunda 16 takım yer almaktadır.
Tüm şampiyonlar.
Key;
Performanslar.
Madalya tablosu.
Şampiyon olan takım Altın madalya, Lig ikincisi Büyük Gümüş, Lig üçüncüsü Küçük Gümüş ve Lig dördüncüsü Bronz madalya alır.
Altın madalya 5 puan
Büyük Gümüş 3 puan
Küçük Gümüş 2 puan
Bronz 1 puan
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20962",
"len_data": 630,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 2.49
}
|
Primera Division, bilinen ismiyle La Liga veya sponsorluk anlaşmasından dolayı La Liga EA Sports, İspanya futbol liginin en üst düzey ligidir.
Genel olarak en üst düzey lig olan 1. Lig için kullanılsa da tüm ligleri kapsar. En üst seviyedeki iki lig olan "Primera División" (1. Lig) ve "Segunda División" (2. Lig) profesyonel takımlardan oluşurken diğer ligler amatördür. Çeşitli kulüplerin altyapı takımları da ligde oynayabilirler.
Diğer iki büyük lig olan Serie A ve Premier League'e göre oldukça geç başlamıştır. İlk olarak 1929'da düzenlenen ve Barcelona'nın kazandığı ligde özellikle 1950'den sonra önemli bir değişim yaşandı ve tam 9 takım mutlu sona ulaşmayı başardı.
Real Madrid ile Barcelona arasındaki çekişme ile ünlenen La Liga'nın en başarılısı 36 kez şampiyon olan Real Madrid'dir. Ayrıca Real Madrid, Barcelona ve Athletic Bilbao La Liga kurulduğundan bu yana hiç küme düşmemişlerdir.
Yarışma Formatı.
La Liga, olağan çift turlu yarışma formatı şeklindedir. Ağustos ayından Mayıs ayına kadar süren bir sezon boyunca her kulüp diğer kulüplerle biri kendi evinde, diğeri deplasmanda olmak üzere 38 maç oynar ve her galibiyete üç puan, beraberliğe ise bir puan verilirken mağlubiyetlere puan verilmez. Kulüpler sezon boyunca topladıkları puanlara göre sıralanır ve en üst sıradaki kulüp şampiyon olur.
Düşme ve yükselme.
Primera División ve Segunda División arasında bir düşme ve yükselme sistemi mevcuttur. La Liga'nın sezonu en düşük sırada bitiren 3 kulübü Segunda División'a düşer. Segunda División'da ise sezonu ilk 2 sırada bitiren kulüpler La Liga'ya yükselirken, sezonu üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı bitiren kulüpler arasında oynanan play-off maçlarının ardından bir kulüp daha La Liga'ya yükselmeye hak kazanır.
Beraberliği bozma kuralları.
İki veya daha fazla kulüp arasında puanlar eşit olduğunda kurallar aşağıdaki gibidir:
Avrupa Kupalarına Katılma Hakkı.
Mevcut kriterler.
La Liga'yı ilk dört sırada bitiren takımlar gelecek sezonun UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamalarına direkt katılmaya hak kazanır. UEFA Avrupa Ligi ve UEFA Şampiyonlar Ligi'nin kazananları da gelecek sezonun UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamalarına direkt katılmaya hak kazandıkları için bu altı La Liga takımının UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya hak kazandığı anlamına geliyorsa her ülke en fazla beş takımla katılabileceğinden dolayı La Liga'nın ligi dördüncü sırada bitiren takımı, UEFA Avrupa Ligi'nde oynayacaktır.
La Liga'yı beşinci sırada bitiren takım ve Copa Del Rey'in kazananı ise gelecek sezonun UEFA Avrupa Ligi grup aşamasına direkt katılmaya hak kazanacaktır. Fakat Copa Del Rey'i kazanan takım aynı zamanda La Liga'yı beşinci sırada bitiren takım ise, La Liga'yı altıncı bitiren takım da UEFA Avrupa Ligi grup aşamasına gitmeye hak kazanır. La Liga'yı altıncı sırada bitiren veya Copa Del Rey'in kazananının altıncı olması nedeniyle yedinci bitiren takım ise UEFA Konferans Ligi play-off turuna katılmaya hak kazanır.
UEFA turnuvalarında İspanyol takımlarına verilen kontenjan ise ülkelere ait takımların önceki beş yıl içinde UEFA turnuvalarında gösterdikleri performanslara göre hesaplanan UEFA ülke katsayılarında ülkenin bulunduğu sıraya bağlıdır.
Tarihçe.
Kuruluş.
Nisan 1928'de, Arenas de Getxo'nun bir yöneticisi olan José María Acha, İspanya'da bir ulusal lig fikrini ilk kez önerdi. Ligin büyüklüğü ve kimlerin katılacağı konusunda yapılan uzun tartışmalardan sonra, Real Federación Española de Fútbol sonunda 1929'da ilk Primera División'u oluşturacak on takımı kabul etti. Arenas, Barcelona, Real Madrid, Athletic Club, Real Sociedad ve Real Unión, Copa del Rey'in önceki kazananları olarak seçildi. Atlético Madrid, Espanyol ve Europa, Copa del Rey'in finalistleri olarak katılmaya hak kazandı ve Racing de Santander bir eleme müsabakası aracılığıyla katılmaya hak kazandı. Kurucu kulüplerden sadece üçü (Real Madrid, Barcelona ve Athletic Club) Primera División'dan hiç düşmemiştir.
1930'lar: Athletic Bilbao Hakimiyeti.
Barcelona, 1929'da ilk La Liga'yı kazandı ve Ricardo Zamora'nın Real Madrid'i 1932 ve 1933'te ilk şampiyonluklarını kazandı; ancak, erken dönemde tempoyu belirleyen takım, 1930, 1931, 1934 ve 1936'da (dört Copa kupasına ek olarak) La Liga'yı kazanan Athletic Bilbao oldu. Ayrıca, Barcelona'yı 12-1 yenerek La Liga tarihindeki en büyük galibiyeti elde ettiler. Fred Pentland tarafından çalıştırılan bu takım, Bata, Guillermo Gorostiza, José Iraragorri, Chirri II ve Lafuente ile oluşturdukları hücum ortaklığıyla tanınan, "İlk tarihi kadro" lakabıyla bilinir. 1935'te, o zamanlar Betis Balompié olarak bilinen Real Betis, bugüne kadar tek şampiyonluğunu kazandı. İspanya İç Savaşı sırasında Primera División askıya alındı.
1937'de, İspanya'nın Cumhuriyetçi bölgesindeki takımlar, Madrid kulüplerinin ikisi hariç, Akdeniz Ligi'nde yarıştı ve Barcelona şampiyon olarak ortaya çıktı. Yetmiş yıl sonra, 28 Eylül 2007'de, Barcelona, İspanya Kraliyet Futbol Federasyonu'ndan (RFEF) bu unvanın bir Liga şampiyonluğu olarak tanınmasını talep etti. Bu eylem, RFEF'den Levante'nin Copa de la España Libre zaferinin Copa del Rey kupasına eşdeğer olarak tanınması istenmesinin ardından yapıldı. Ancak, İspanyol futbolunun yönetim organı henüz kesin bir karar vermedi.
1940'lar: Atletico Madrid, Barcelona ve Valencia ortaya çıkıyor.
Primera División, İspanya İç Savaşı'ndan sonra yeniden başladığında, Atlético Aviación (günümüzde Atlético Madrid), Valencia ve Barcelona en güçlü kulüpler olarak ortaya çıktı. Atlético, sadece Real Oviedo'nun sahası savaş sırasında zarar gördüğü için 1939-40 sezonunda bir yer verildi. Kulüp ardından ilk Liga şampiyonluğunu kazandı ve 1941'de bunu korudu. Diğer kulüpler sürgün, idam ve savaşın kayıpları nedeniyle oyuncu kaybederken, Atlético takımı bir birleşme ile güçlendirildi. Valencia'nın genç, savaş öncesi kadrosu da sağlam kalmış ve savaş sonrası yıllarda şampiyon olarak olgunlaşmış, 1942, 1944 ve 1947'de üç Liga şampiyonluğu kazanmıştır. Ayrıca 1948 ve 1949'da da ikincilik elde etmişlerdir.
Athletic Bilbao, savaş nedeniyle en çok etkilenen kulüplerden biriydi, çünkü oyuncularının çoğu (Cumhuriyetçi fraksiyona sempati duyanlar) Latin Amerika'ya sürgüne gitti ve çok azı geri döndü. Ancak, genç yeteneklerin aranması sayesinde, Rafael Iriondo, Venancio Pérez, José Luis Panizo, Agustín Gaínza ve efsanevi golcü Telmo Zarra'dan (La Liga tarihindeki en golcü İspanyol, diğer rekorların yanı sıra) oluşan iyi bilinen "İkinci tarihi kadro"yu kurmayı başardılar. 1943'te bir La Liga ve Copa del Generalísimo dublesi kazandılar ve 1944, 1945 ve 1950'de kupayı tekrar kazandılar, ayrıca bir Copa Eva Duarte (Süper Kupa'nın resmi öncüsü) kazandılar. Sevilla da kısa bir altın çağ yaşadı, 1940 ve 1942'de ikincilik elde etti ve 1946'da bugüne kadarki tek şampiyonluğunu kazandı.
Bu arada, İspanya'nın diğer tarafında, Barcelona efsanevi Josep Samitier yönetiminde güçlenmeye başladı. Hem Barcelona hem de Real Madrid için oynayan bir İspanyol futbolcu olan Samitier, Barcelona ile mirasını sağlamlaştırdı. Barcelona'daki oyunculuk kariyerinde 133 gol attı, ilk La Liga şampiyonluğunu ve beş Copa Del Rey kazandı. 1944'te Samitier, antrenör olarak Barcelona'ya döndü ve onları 1945'te ikinci La Liga şampiyonluğunu kazanmaya yönlendirdi. Samitier ve efsanevi oyuncular César Rodríguez, Josep Escolà, Estanislau Basora ve Mariano Gonzalvo yönetiminde, Barcelona 1940'ların sonlarında La Liga'ya hükmetti ve 1948 ve 1949'da art arda La Liga şampiyonlukları kazandı. 1940'lar, Barcelona için üç La Liga şampiyonluğu ve bir Copa Del Rey kazandıkları başarılı bir sezon oldu, ancak 1950'ler sadece Barcelona'dan değil, aynı zamanda Real Madrid'den de bir hakimiyet dönemi olarak öne çıktı.
1950'ler: Real Madrid en büyük kulüp olarak ortaya çıkıyor.
1950'ler aynı zamanda Real Madrid'in hakimiyetinin başlangıcını da gördü. 1930'lardan 1950'lere kadar yabancı oyunculara katı sınırlamalar getirildi. Çoğu durumda, kulüpler kadrolarında yalnızca üç yabancı oyuncuya sahip olabiliyorlardı, bu da her maçta en az sekiz yerli oyuncunun oynaması gerektiği anlamına geliyordu. Ancak, 1950'lerde Real Madrid, Alfredo Di Stéfano ve Ferenc Puskás'ı vatandaşlığa kabul ederek bu kuralları aşmıştı. Di Stéfano, Puskás, Raymond Kopa ve Francisco Gento, 1950'lerin ikinci yarısına damgasını vuran Real Madrid takımının çekirdeğini oluşturdu. Real Madrid, 1954'te üçüncü La Liga şampiyonluğunu kazandı - 1933'ten beri ilk kez - ve 1955'te unvanını korudu. 1956'da Athletic Club altıncı La Liga şampiyonluğunu kazandı, ancak Real Madrid 1957 ve 1958'de La Liga'yı tekrar kazandı. 1950'ler ayrıca Real Madrid'in yeni oluşturulan Avrupa Kupası'nda da hakimiyet kurduğu ve ilk beş edisyonunu süpürdüğü yıllardı.
Atlético Madrid, önceki adıyla Atlético Aviación, 1950 ve 1951 yıllarında catenaccio ustası Helenio Herrera yönetiminde şampiyon oldu. Antrenör Ferdinand Daučík yönetiminde Barcelona, 1952 ve 1953 yıllarında La Liga ve Copa Del Rey'i kazanarak arka arkaya duble yaptı. Bir yıl içinde beş kupa kazanmaları, onlara 'L'equip de les cinc Copes' veya Beş Kupanın Takımı adını kazandırdı. 1950'lerin sonlarında, Helenio Herrera'nın antrenörlüğünde ve Luis Suárez'in önderliğinde, Barcelona bir kez daha arka arkaya üçüncü La Liga setini 1959 ve 1960 yıllarında kazanarak elde etti. 1959'da Barcelona ayrıca La Liga / Copa Del Rey dublesini de kazanarak 1950'lerde üç dublenin sahibi oldu.
Sonuç olarak, 50'li yıllarda Barcelona ve Real Madrid dörder La Liga şampiyonluğu kazanırken, Atlético Madrid iki ve Athletic Club bir La Liga şampiyonluğu kazandı.
1960'lar ve 1970'ler: Real Madrid üstünlüğü.
Real Madrid, 1960 ile 1980 arasında La Liga'ya hakim oldu ve 14 kez şampiyon oldu. Real Madrid, 1961'den 1965'e kadar üst üste beş La Liga şampiyonluğu kazandı ve 1960 ile 1980 arasında üç kez duble yaptı. 1960'lar ve 1970'lerde, yalnızca Atlético Madrid Real Madrid'e ciddi bir meydan okuma sundu. Atlético Madrid, 1966, 1970, 1973 ve 1977 yıllarında dört kez La Liga şampiyonu oldu. Atlético Madrid ayrıca 1961, 1963 ve 1965 yıllarında ikinci sırada yer aldı. 1971'de Valencia, Alfredo Di Stéfano yönetiminde dördüncü La Liga şampiyonluğunu kazandı ve Johan Cruyff'un ilham verdiği Barcelona, 1974'te dokuzuncu La Liga şampiyonluğunu kazandı.
1980'ler: Real Madrid hakimiyeti ama Bask Kulüpleri tekeli bozdu.
Real Madrid'in La Liga'daki tekelinin 1980'lerde önemli ölçüde kesintiye uğradı. Emilio Butragueño ve Hugo Sánchez'in dehası altında Real Madrid 1986'dan 1990'a kadar üst üste beş La Liga şampiyonluğu daha kazandıysa da, 1980'lerde Bask kulüpleri Real Sociedad ve Athletic Bilbao da baskın hale geldi. Real Sociedad, 1981 ve 1982'de ilk La Liga şampiyonluklarını kazandı; bu takımda Luis Arconada, Roberto López Ufarte ve Txiki Begiristain öne çıktı. Daha sonra, Athletic Bilbao 1983 ve 1984'te üst üste iki La Liga şampiyonluğu kazandı ve 1984'te beşinci La Liga ve Copa del Rey dublesini gerçekleştirdi; bu başarıda Andoni Zubizarreta, Santi Urkiaga, Andoni Goikoetxea, Dani, Manuel Sarabia ve Estanislao Argote'nin yıldız performansları etkili oldu. Barcelona ise, 1985'te Terry Venables yönetiminde onuncu La Liga şampiyonluğunu kazandı; bu, 1974'ten beri ilk La Liga zaferleriydi.
1990'lar: Barcelona'nın rüya takımı.
Johan Cruyff, 1988'de Barcelona'ya menajer olarak geri döndü ve efsanevi Dream Team'i oluşturdu. Cruyff, Barcelona'nın başına geçtiğinde, son 20 yılda sadece iki La Liga şampiyonluğu kazanmışlardı. Cruyff, Barcelona'yı eski görkemli günlerine döndürmek için uluslararası yıldızlar ve La Masia mezunlarından oluşan bir takım kurmaya karar verdi. Bu takım, uluslararası yıldızlar Romario, Michael Laudrup, Hristo Stoichkov ve Ronald Koeman'dan oluşuyordu. Cruyff'un Dream Team'i ayrıca La Masia mezunları Pep Guardiola, Albert Ferrer ve Guillermo Amor ile Basklı Andoni Zubizarreta'yı içeriyordu.
Johan Cruyff, modern futbolun oynanış şeklini değiştirdi ve bu takıma Total Futbol prensiplerini dahil etti. Topa sahip olma odaklı futbolun başarısı devrim niteliğindeydi ve Cruyff'un takımı 1992'de ilk Avrupa Kupası'nı ve 1991 ile 1994 arasında üst üste dört La Liga şampiyonluğunu kazandı. Toplamda, Cruyff sekiz yılda on bir kupa kazandı ve bu da onu Barcelona tarihinin en başarılı menajeri yaptı; bu rekor, yirmi yıl sonra onun öğrencisi Pep Guardiola tarafından kırıldı.
Barcelona'nın serisi, 1995'te Real Madrid'in La Liga'yı kazanmasıyla sona erdi. Atlético Madrid, 1996'da dokuzuncu La Liga şampiyonluğunu ve tek Liga/Copa Del Rey dublesini kazandı, ardından Real Madrid 1997'de bir başka lig şampiyonluğu daha ekledi. Cruyff'un başarısından sonra, bir başka Hollandalı – Ajax menajeri Louis van Gaal – Camp Nou'ya geldi ve Luís Figo, Luis Enrique ve Rivaldo'nun yetenekleriyle Barcelona, 1998 ve 1999'da La Liga şampiyonluğunu kazandı ve 1998'de dördüncü Liga ve Copa Del Rey dublesini gerçekleştirdi. Sonuç olarak, Barcelona 1990'larda altı La Liga şampiyonluğu kazandı.
2000'ler: Real Madrid, Barcelona ve Valencia'nın yeniden ortaya çıkışı.
21. yüzyıl, Johan Cruyff yönetimindeki 1990'lardaki Barcelona'nın başarısını devam ettirerek La Liga'da hakimiyet kurdu. Real Madrid öne çıkmış olsa da, Barcelona, 1960'lar ve 70'lerdeki Real Madrid'den beri görülmemiş bir hegemonya yarattı. Yeni yüzyılın başından bu yana, Barcelona iki üçleme ve dört dublenin de dahil olduğu on La Liga şampiyonluğu kazandı. Ancak bu yeni yüzyıl, yeni rakiplerin de şampiyon olarak taçlandırıldığı bir dönem oldu. 1999-2000 ve 2004 yılları arasında, Deportivo La Coruña beş kez ilk üçte yer aldı ve bu, Real Madrid veya Barcelona'nın performansından daha iyiydi. 2000 yılında Javier Irureta yönetiminde Deportivo, şampiyon olan dokuzuncu takım oldu. Valencia, 2000'lerin başında ve ortalarında Avrupa'nın en güçlü takımlarından biriydi; Rafael Benítez yönetiminde 2002 ve 2004'te La Liga şampiyonu oldular, Hector Cuper yönetiminde 2000 ve 2001'de UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ikincilik elde ettiler ve 2004'te UEFA Kupası'nı ve 1999'da Copa del Rey'i kazandılar.
Real Madrid, yüzyılın ilk La Liga şampiyonluklarını 2001 ve 2003'te kazandı. Raúl, Ruud van Nistelrooy ve Gonzalo Higuaín gibi dünya çapında oyuncularla, Real Madrid 2006-07 ve 2007-08 sezonlarında arka arkaya La Liga şampiyonlukları kazandı. Barcelona, 2004-05 sezonunda Ronaldinho ve Samuel Eto'o'nun üstün performansıyla yüzyılın ilk şampiyonluğunu kazandı; bu, Real Madrid ve Valencia'nın son dört şampiyonluğu paylaşmasının ardından geldi. Barcelona, 2005-06 sezonunda şampiyonluğu koruyarak arka arkaya zaferler elde etti.
2010'lar: Real Madrid, Barcelona ve Atletico Madrid.
2009-10 sezonunda Real Madrid, rekor 96 puan elde etti ancak yine de Barcelona'nın 99 puana ulaştığı bir sezonda ikinci oldu. Barcelona, 2010-11 sezonunda Real'in 92 puanına karşılık 96 puanla üçüncü ardışık La Liga şampiyonluğunu kazandı, ancak Real Madrid, José Mourinho'nun yönetiminde ve Cristiano Ronaldo, Ángel Di María, Mesut Özil ve Karim Benzema gibi oyuncularla, 2011-12 sezonunda bu galibiyet serisine son verdi. Madrid, 32. La Liga şampiyonluğunu rekor 100 puan, rekor 121 gol atılan ve rekor +89 gol farkıyla kazandı. Bir sonraki yıl, 2012-13 sezonunda, Barcelona, Tito Vilanova'nın yönetiminde bir kez daha La Liga şampiyonluğunu kazandı ve önceki yıl Real Madrid'in elde ettiği 100 puanlık rekora denkledi. Diego Simeone'nin yönetimindeki Atlético Madrid, 2013-14 sezonunda onuncu La Liga şampiyonluğunu kazandı ve 1996'dan bu yana ilk kez şampiyon oldu. Onlar, 2004'ten bu yana La Liga'yı kazanan ilk takım oldular ve Barcelona ile Real Madrid'in ligdeki egemenliğini sona erdiren ilk ekip oldular. 2014-15 sezonunda, Messi, Neymar ve Suarez'in 'MSN' olarak lakap takılan üçlüsüyle Barcelona, tarihe geçerek ikinci bir Triplet elde eden ilk takım oldu ve altıncı Liga/Copa Del Rey dublesini kazandı. Barcelona, 2015-16 sezonunda üst üste ikinci Liga/Copa Del Rey dublesini kazanarak, 1950'lerden bu yana elde edilmemiş bir başarıya imza attı. Real Madrid, Zinedine Zidane'in yönetiminde 2016-17 sezonunda La Liga şampiyonluğunu geri getirdi, ancak Barcelona, 2017-18 sezonunda şampiyonluğu bir kez daha kazandı ve sekizinci dublesini kazandı, on yılda yedi La Liga şampiyonluğunu elde etti. Barcelona, şampiyonluğu bir kez daha korudu ve 2018-19 sezonunda 26. La Liga şampiyonluğunu kazandı, on bir yılda sekiz La Liga şampiyonluğu elde etti. Real Madrid, COVID-19 salgını tarafından ciddi şekilde etkilenen 2019-20 sezonunda şampiyonluğu geri kazandı.
2020'ler: Günümüz.
2020-21 sezonu 12 Eylül'de başladı ve şampiyon Atletico Madrid oldu, Real Madrid ise ikinci sırada yer aldı. Ağustos 2021'de, La Liga kulüpleri ligdeki %10'unu CVC Capital Partners'a satmak için 2.7 milyar avroluk bir anlaşmayı onayladılar. 2021-22 sezonu, Real Madrid'in dört maç kala şampiyon olduğu bir sezon oldu, 2022-23 sezonu ise Barcelona'nın dört maç kala şampiyon olduğu bir sezon oldu. 2023'te La Liga, yeni bir logo ve yeni bir sponsor ile kendini yeniden markaladı. İspanyol finans devi Santander'ın yedi yıl boyunca ligi desteklediği unvan sponsorluğu yerine EA (Electronic Arts) tarafından değiştirildi. LaLiga EA Sports ve LaLiga Hypermotion, 2023-24 sezonundan itibaren ve sonraki dört sezonda Primera ve Segunda Divisions'ın adları olarak kullanılmaktadır.
Avrupa'da La Liga Kulüpleri.
Primera División, şu anda UEFA sıralamasında Avrupa müsabakalarında İspanyol Kulüplerin son beş yılda gösterdikleri performanslara göre İngiltere Premier Ligi ve İtalya Serie A'nın gerisinde üçüncü sırada bulunmaktadır.
Real Madrid, Barcelona ve Atletico Madrid, Avrupa turnuvalarında kazandıkları toplam kupa sayılarından dolayı Avrupa futbolunun en başarılı on kulübü arasında yer almışlardır. Real Madrid, Barcelona, Atletico Madrid, Sevilla ve Valencia ise Avrupa kupalarında beş veya daha fazla kupa kazanan İspanyol kulüpleridir. Deportivo La Coruña ise Real Madrid, Barcelona, Atletico Madrid ve Valencia'dan sonra Sevilla ile birlikte UEFA Şampiyonlar Ligi'ne beş defayla en fazla katılan beşinci İspanyol kulüptür.
La Liga, 2005-2006 sezonunda 1997'den sonra kulüplerinin hem UEFA Kupası'nı hem de UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazandığı ilk lig oldu. Sevilla UEFA Kupası'nı, Barcelona ise UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazandı. Bu başarı La Liga tarafından art arda 5 sezonda 4 kez yaşandı. 2013-2014 sezonunda Real Madrid onuncu kez UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanırken, Sevilla üçüncü kez UEFA Avrupa Ligi'ni kazandı; 2014-2015 sezonunda Barcelona beşinci Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu, Sevilla ise dördüncü Avrupa Ligi şampiyonluğunu kazandı; 2015-2016 sezonunda Real Madrid on birinci Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanırken, Sevilla beşinci Avrupa Ligi şampiyonluğunu kazanarak Avrupa Liginde zafere üst üste üç kez giden ilk takım oldu ve 2017-2018 sezonunda ise Real Madrid on üçüncü Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanırken, Atletico Madrid üçüncü defa Avrupa Ligi kupasını müzesine götürdü.
2015 yılında La Liga, kural değişikliği sayesinde, Şampiyonlar Ligi grup aşamalarına beş takımla giren ilk lig oldu. Real Madrid, Atletico Madrid, Valencia ve Barcelona La Liga'daki sıralamalarıyla katılım hakkı kazanırken Sevilla ise Avrupa Ligi şampiyonu olması nedeniyle Şampiyonlar Ligi grup aşamalarına katılma başarısı gösterdi.
Oyuncular.
AB Üyesi Olmayan Oyuncuların Uygunluğu.
La Liga'da 2020 yılında, her kulübün AB üyesi olmayan en fazla beş oyuncu bulundurma hakkı olmasına rağmen, maç günü kadrosunda AB üyesi olmayan en fazla üç oyuncu bulundurmasına izin veriliyordu.
Oyuncular, AB üyesi bir ülkenin vatandaşı olan atalarının geldiği ülkenin vatandaşlığını almak için müracaat edebilirler. Ancak bir oyuncunun kökeni hiçbir AB üyesi ülkeye dayanmıyorsa, İspanyol vatandaşlığı almak için İspanya'da beş yıl oynamaları gerekmektedir.
Cotonou Anlaşmasını imzalayan Afrika, Karayipler ve Pasifik ülkelerinden gelen oyuncular ise Kolpak kararı nedeniyle AB üyesi olmayan oyuncular statüsüne girmiyor.
Bireysel Ödüller.
La Liga'da 2008-2009 sezonuna kadar resmi ödüller verilmiyordu. Lig yönetimi, 2008-2009 sezonundan itibaren oyunculara ve antrenörlere bireysel ödüller vermeye başladı. Bugünlerde La Liga Ödülleri olarak bilinen bu ödüllere LFP Ödülleri deniliyordu. Bu ödüllerin birçoğu ise 2015-2016 sezonundan itibaren kaldırıldı.
La Liga ile ilgili ek ödüller verilmektedir ancak bu ödüllerin bir kısmı Liga de Futbol Profesional veya RFEF tarafından kabul edilmediği için resmi ödül statüsüne girmez. Bu ödüller arasından en çok ilgi çekenler: İspanyol spor gazetesi Marca tarafından sezonun en golcü oyuncusuna verilen Pichichi Ödülü, maç başına en az gol yiyen kaleciye verilen Ricardo Zamora Ödülü, La Liga'da sezonun oyuncusuna verilen Alfredo Di Stéfano Ödülü ve en çok gol atan yerli oyuncuya verilen Zarra Ödülüdür.
Ayrıca, La Liga 2013-2014 sezonundan beri ayın oyuncusuna ve ayın menajerine ödül vermektedir.
Transferler.
Transferiyle dünya rekoru kıran ilk La Liga oyuncusu, 1961 yılında Barcelona'dan Inter Milan'a 152.000€ ücretle transfer olan Luis Suárez oldu. Rekor ücretle La Liga'da bir kulübe transfer olan ilk oyuncu ise tam 12 yıl sonra Ajax'tan Barcelona'ya 922.000€ karşılığında transfer olan Johan Cruyff olmuştur. Devamında ise Barcelona, 1982 yılında Boca Juniors takımından Diego Maradona'yı 5 milyon euro bedelle takıma katarak kendi rekorunu yeniden kırdı. Bunun üzerine 1998'de Real Betis, São Paulo'dan Denílson'la 21.5 milyon euro karşılığında anlaşarak dünya rekorunun yeni sahibi oldu.
Son altı dünya rekorunun dördü ise Real Madrid'e aittir. Bu transferler Luís Figo, Zinedine Zidane, Cristiano Ronaldo ve son olarak 2013'te transferi için Tottenham Hotspur kulübüne 85.3 milyon euro ödenen Gareth Bale olurken, Cristiano Ronaldo transferinden birkaç gün önce yapılan Kaká transferi ise ücretin hesaplanma şekli yüzünden dünya rekorunun hemen altında kalmıştır.
Neymar ise 2013 yılında karmaşık ve pahalı bir transfer anlaşmasıyla Brezilya kulübü Santos'tan Barcelona'ya transfer olmuştu ve Barcelona'dan da Paris Saint-Germain takımına gerçekleştirdiği satın alma maddeleriyle 222 milyon euro'luk transferi sayesinde yeni bir dünya rekorunun sahibi olmuştu. Barcelona ise Neymar transferinden kazandığı paranın büyük kısmını Coutinho'nun 2018'de Barcelona'ya 142 milyon euro karşılığında transfer olmasına kadarki en pahalı ikinci transfer olan 105 milyon euro'luk anlaşmasıyla Ousmane Dembélé'ye harcadı.
Avrupa yılın Futbolcusu - (FIFA Ballon d'Or - (Altın Top).
Ballon d'or ödülü görevini en iyi yapan futbolculara veriliyordu.
Sonra FIFA ballon d'or ödülünü FIFA World Player Of The Year ödülüyle birleştirerek FIFA BALLON D'OR oldu.
Ödül bu isimle verildiği ilk yıl 2011'de Lionel Messi'nin oldu. Yani FIFA BALLON D'OR da Ballon d'or un devamı niteliğinde.
La Liga'dan Ballon d'Or alan futbolcular.
FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu.
Aşağıdaki listede FIFA Dünya'da Yılın Futbolcusu Ödülü'nü kazanan futbolcular.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20971",
"len_data": 22791,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.41
}
|
QuickTime çeşitli biçimlerdeki sayısal görüntü, ses, yazı, animasyon, müzik, resim dosyalarını işleyen, Apple Computer tarafından geliştirilen bir çoklu ortam teknolojisidir.
Genel sanının aksine QuickTime sade bir oynatıcı olmaktan öte, bir çokluortam mimarisidir. Yeni içerik yaratma (planlanmış içeriğin elde edilmesi, kaydedilmesi), üretim (içeriğin dağıtılabilecek hale getirilmesi) ve dağıtım özelliklerine sahiptir. Bu süreçler kapsamında QuickTime'dan gerçek zamanlı yakalama, montaj, içe-dışa aktarma, sıkıştırma, son hazırlık, dağıtım, yayın ve ortam dosyalarını oynatma için yararlanılır. Özetle profesyonel üretime yönelik bir teknolojidir, son kullancıların bildiği şekli QuickTime Player adıyla bilinen oynatıcıdır.
Windows altındaki kullanıcılara QuickTime yerine daha hızlı ve sağlam çalışan alternatiflere yönelmeleri tavsiye edilmektedir. Bu alternatiflerden biri QuickTime Alternative 'dir.
MOV dosya biçimi.
Apple firması tarafından üretilmiş bir çokluortam dosya biçimi olan MOV, QuickTime'ın öntanımlı video biçimidir.
Küçük boyutlardaki dosyalarda bile kaliteli görüntülere sahip olmasıyla tanınan MOV; sinema endüstrisi tarafından film fragmanları, tanıtım videoları ve online televizyon kanallarını yaymak amacıyla kullanılır. Sahipli bir dosya biçimi olan MOV, FLV ve DivX gibi İnternet ortamına odaklanmış dosya biçimlerinin ortaya çıkışıyla eski popülerliğini yitirmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20979",
"len_data": 1400,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.68
}
|
Karaisalı, Adana ilinin bir ilçesidir.
Coğrafya.
İlçe, Toros Dağları'nın başladığı noktadadır. Kuzey bölgeleri dağlık, güney bölgeler düzlüktür. İlçenin yüksek noktası 2400 metre ile Akdağ'dır.
Doğal güzellikleri.
İlçe merkezinin kuzeydoğusundaki Merkezboztahta mevkiinde Dokuzoluk Mesire Alanı mevcuttur.
Kapıkaya kanyonu yürüyüş alanı.
Mahalleler.
Karaisalı'nın 62 mahallesinin 9'u merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 7.146 kişi (%33,7) yaşamaktadır. En uzak mahallesi ise 44,1 km uzaklıktaki Etekli'dir. Merkez mahalleleri dışında nüfusu en fazla olan, 874 kişi ile Çukur mahallesidir. İmamoğlu'nun nüfusu 2017 yılında 61 kişi azalmıştır.
Karaisalı ilçesinin mahallelerinin ilçeye uzaklığı, rakımı ve nüfusu
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20980",
"len_data": 720,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 2.88
}
|
8. yüzyıl, 701'den 800'e kadar sürmüş yüzyıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20984",
"len_data": 48,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.45
}
|
7. yüzyıl, 601'den 700'e kadar sürmüş olan yüzyıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20985",
"len_data": 53,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.74
}
|
Milâdî 4. yüzyıl, milattan sonra 301 yılından 400 yılına kadar sürmüş yüzyıllık zaman dilimidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20986",
"len_data": 96,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.93
}
|
Miladi 3. yüzyıl, 201'den 300'e kadar sürmüş yüzyıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20987",
"len_data": 55,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.59
}
|
Miladi 6. yüzyıl, 501'den 600'e kadar sürmüş yüzyıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20988",
"len_data": 55,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.57
}
|
Miladi 5. yüzyıl, 401'den 500'e kadar sürmüş yüzyıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20989",
"len_data": 55,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.63
}
|
Miladi 2. yüzyıl, 101'den 200'e kadar sürmüş yüzyıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20990",
"len_data": 55,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 2.61
}
|
Ali Ahmed Said Esber (d. 1 Ocak 1930), Adonis adıyla da bilinen Suriyeli şair ve denemecidir.
Lazkiye yakınlarındaki bir dağ köyünde doğdu. Küçük yaşlarda tarlalarda çalışmaya başladı. Aynı dönemde babası kendisine şiirler ezberletmeye başladı. Çok geçmeden kendi şiirlerini yazmaya başladı. 1947 yılında dönemin Suriye cumhurbaşkanı Şükrü el Kuvvetli'nin önünde şiir okuma fırsatını yakaladı ve bu vesileyle burslu olarak Lazkiye'de liseyi bitirdi, ardından da Şam'da Suriye Üniversitesi'ne gitti. 1954 yılında felsefe ve edebiyat bölümlerinden mezun oldu.
1956 yılında Beyrut'a yerleşti. 1960 yılında Lübnan uyruğuna geçen sanatçı, Lübnan İç Savaşı yüzünden ülkeyi terk ederek Paris'e yerleşti. Hâlen Paris'te yaşamaktadır. 1995'te İstanbul'da Nazım Hikmet Uluslararası Şiir Ödülü'nü almıştır. 2005 ve 2006 yıllarında Nobel Edebiyat Ödülü için adı geçenlerden biriydi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20994",
"len_data": 870,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.42
}
|
Niyazi Akıncıoğlu (1919 - 1 Şubat 1979), Türk şairdir.
Kırklareli'nin Kurudere köyünde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kırklareli'nde serbest avukatlık yaptı. 1 Şubat 1979 tarihinde Ankara SSK Dışkapı Hastanesi'nde ölmüştür.
1940 döneminin tanınmış şairlerindendir. İlk şiirlerini "Haykırışlar" adlı kitapta topladı. Daha sonra dönemin önemli dergilerinde şiirleri görünmeye başladı. 1950 yılında Kırklareli'nde "komünistlik" suçlamasıyla yargılandı, mahkeme süresince iki yıl tutuklu kaldı, sonuçta beraat etti. Cezaevinden çıktıktan sonra münzevi bir yaşama yöneldi. Ancak 1970'lerde yayınladığı şiir çalışmaları ile yeniden adından söz ettirdi. Şiirleri ölümünden sonra "Umut Şiirler" adıyla 1985 yılında kitaplaştırıldı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20995",
"len_data": 749,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.42
}
|
Gerolamo Cardano (; aynı zamanda Girolamo veya Geronimo; ; ; 24 Eylül 1501, Pavia – 21 Eylül 1576, Roma), ilgi alanları ve yetkinlikleri matematik, tıp, biyoloji, fizik, kimya, astroloji, astronomi, felsefe, edebiyat ve kumarbazlık arasında değişen bir İtalyan polimattı. Rönesans'ın en etkili matematikçilerinden ve olasılığın kuruluşundaki kilit isimlerden biri oldu; Batı dünyasına binom katsayıları ve binom teoremini tanıttı. Bilim üzerine 200'den fazla eser yazmıştır.
Cardano, şifreli kilit, desteklenen bir pusula veya jiroskobun serbestçe dönmesine izin veren üç eş-merkezli halkadan oluşan gimbal ve çeşitli açılarda dönme hareketinin iletilmesine izin veren ve bugüne kadar araçlarda kullanılan evrensel mafsallı Kardan mili dahil olmak üzere birçok mekanik cihazı kısmen icat etti ve tanımladı. 1570'te "De proportionibus" adlı kitabında yayınladığı hiposikloidlere önemli katkılarda bulundu. Daha sonra "Cardano çemberleri" veya "kardanik çemberler" olarak adlandırılan bu hiposikloidlerin üreten daireleri, ilk yüksek hızlı baskı makinelerinin yapımında kullanılmıştır.
Cardano, Milano'da (1539) "Practica Arithmetica"’yı basıma hazırladı. Bugün Cardano, cebir alanındaki başarılarıyla tanınmaktadır. 1545 tarihli "Ars Magna" ("Büyük Sanat") adlı kitabında Avrupa'da negatif sayıların ilk sistematik kullanımını gerçekleştirmiş, diğer matematikçilerin kübik ve kuartik denklem çözümlerini (atıfta bulunarak) yayınlamış ve karmaşık sayıların varlığını kabul etmiştir.
Cardano bazı belli küplere uyguladığında garip şeylerin olduğunu fark etti. formula_1'ü çözerken -121'i içeren bir ifade buldu. Cardano negatif bir sayının kare kökünün alınmayacağını biliyordu. Ayrıca denkleminin çözümlerinden birinin x=4 olduğunu biliyordu. Bu zorluğu düzeltmek için 4 Ağustos 1539'da Tartaglia'ya bir mektup yazdı. Tartaglia tam olarak anlayamadı. "Ars Magna"’da Cardano, benzer bir soruyu çözmek için karmaşık sayılarla ilgili bir hesaplama verdi. Fakat gereksiz olduğu kadar anlaşılması da zor olan hesabını kendi de tam olarak anlayamadı.
Tartaglia, Cardano'ya 3. dereceden denklemleri nasıl çözeceğini gösterdikten sonra Cardano kendi öğrencisi olan Lodovico Ferrari'yi 4. dereceden denklemleri çözmesi için cesaretlendirdi.
Ferrari, bu tür problemleri çözmede bulunan metotların belki de en şık olanıyla 4. dereceden denklem çözmeyi başardı. Cardano "Ars Magna"'da 4. dereceden denklemlerin 20 türünü bastı.
Çeşitli mekanik araçlar buldu. Bunlardan bazıları: "şifreli kilit", bir şifre çalışması olan "kardan ızgarası", "çapraz mavsallı yatak" vb. dir. Çapraz mavsallı yatak (istavroz) dönme hareketinin, değişik açılarda iletişimini sağlayan bir aygıt olup günümüz araçlarında da, bağlantıyı sağlayan mile Cardano'nun anısına "Kardan Mili" adı verilmiştir.
Hidrodinamik konusunda çeşitli teorileri vardır. "Sonsuz hareket olanaksızdır" teorisini ortaya atmıştır.
Erken dönem yaşamı ve eğitimi.
Cardano, 24 Eylül 1501'de Pavia, Lombardiya'da, matematiksel açıdan yetenekli bir hukukçu, avukat ve Leonardo da Vinci'nin yakın arkadaşı olan Fazio Cardano'nun gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya geldi. Cardano otobiyografisinde, annesi Chiara Micheri'nin hamileliği sonlandırmak için “çeşitli düşük ilaçları” aldığını yazmıştır; şöyle demiştir: “Annemden şiddetli bir şekilde alındım; neredeyse ölüyordum.” Üç gün boyunca doğum sancısı çekmiş. Doğumundan kısa bir süre önce annesi Veba'dan kaçmak için Milano'dan Pavia'ya taşınmak zorunda kaldı; diğer üç çocuğu hastalıktan öldü.
Sık sık hastalanan ve zorba babası tarafından sert bir şekilde yetiştirilen iç karartıcı bir çocukluktan sonra Cardano, oğlunun hukuk eğitimi almasını isteyen babasının isteğine karşı çıkarak 1520'de Pavia Üniversitesi'ne girdi, ancak Girolamo felsefe ve bilime daha çok ilgi duyuyordu. Ancak 1521-1526 İtalyan Savaşı sırasında Pavia'daki yetkililer 1524'te üniversiteyi kapatmak zorunda kaldılar. Cardano eğitimine Padua Üniversitesi'nde devam etti ve buradan 1525 yılında tıp doktoru olarak mezun oldu. Eksantrik ve çatışmacı tarzı ona pek arkadaş kazandırmadı ve eğitimi sona erdikten sonra iş bulmakta zorlandı. Cardano, 1525 yılında Milano'daki Doktorlar Koleji'ne tekrar tekrar başvurdu, ancak kavgacı ünü ve gayrimeşru doğumu nedeniyle kabul edilmedi. Bununla birlikte, reddedilemez zekası nedeniyle birçok Hekim Koleji üyesi tarafından kendisine danışıldı.
Hekim olarak erken dönem kariyeri.
Cardano, Milan gibi büyük ve zengin bir şehirde doktorluk yapmak istedi, ancak doktorluk ruhsatı verilmedi, bu yüzden ruhsatsız doktorluk yaptığı Piove di Sacco kasabasına yerleşti. Orada, 1531 yılında Lucia Banderini ile evlendi. Lucia 1546'da ölmeden önce Giovanni Battista (1534), Chiara (1537) ve Aldo Urbano (1543) adlarında üç çocukları oldu. Cardano daha sonra o günlerin hayatının en mutlu günleri olduğunu yazmıştır.
Cardano, birkaç asilzadenin yardımıyla Milano'da matematik öğretmenliği pozisyonu elde etti. Sonunda tıp lisansını aldıktan sonra, matematik ve tıbbı aynı anda yürüttü ve bu süreçte birkaç nüfuzlu hastayı tedavi etti. Bu sayede Milano'da en çok aranan doktorlardan biri haline geldi. Aslında, 1536 yılına gelindiğinde, hala matematikle ilgilenmesine rağmen öğretmenlik görevini bırakabilmişti. Tıp alanındaki şöhreti o kadar büyüktü ki, aristokrasi onu Milano'dan uzaklaştırmaya çalıştı. Cardano daha sonra Danimarka ve Fransa kralları ile İskoçya Kraliçesi'nden gelen teklifleri geri çevirdiğini yazmıştır.
Matematik.
Gerolamo Cardano, negatif sayıları sistematik olarak kullanan ilk Avrupalı matematikçidir. Cebir üzerine etkili bir çalışma olan 1545 tarihli "Ars Magna" adlı kitabında Scipione del Ferro'nun kübik denklem çözümünü ve Cardano'nun öğrencisi Lodovico Ferrari'nin kuartik denklem çözümünü atıfta bulunarak yayınladı.
Kübik denklemlerin özel bir durumu olan formula_2 (modern gösterimle) denkleminin çözümü, kendisine 1539 yılında Niccolò Fontana Tartaglia tarafından (daha sonra Cardano'nun bunu açıklamayacağına yemin ettiğini iddia etmiş ve Cardano ile on yıl süren bir tartışmaya girmiştir) bir şiir şeklinde iletilmişti, ancak del Ferro'nun çözümü Tartaglia'nınkinden önceydi. Açıklamasında, özelliklerini anlamasa da, şimdi karmaşık sayılar olarak adlandırılan ve ilk kez İtalyan çağdaşı Rafael Bombelli tarafından tanımlanan sayıların varlığını kabul etti. "Opus novum de proportionibus" adlı eserinde binom katsayısı ve binom teoremini tanıttı.
Cardano'nun para sıkıntısı çektiği bilinmektedir ve başarılı bir kumarbaz ve satranç oyuncusu olarak kendini geçindirmiştir. Şans oyunları hakkında 1564 civarında yazdığı, ancak 1663'e kadar yayınlanmayan kitabı "Liber de ludo aleae" (“Şans Oyunları Kitabı”, "Book on Games of Chance"), olasılığın ilk sistematik incelemesinin yanı sıra etkili hile yöntemleri üzerine bir bölüm içerir. Olasılığın temel kavramlarını anlamak için zar atma oyununu kullanmıştır. Olumlu sonuçların olumsuz sonuçlara oranı olarak olasılıklar oranı tanımının etkinliğini gösterdi (bu da bir olay olasılığının, olumlu sonuçların toplam olası sonuç sayısına oranıyla verildiği anlamına gelir). Ayrıca bağımsız olaylar için çarpma kuralının da farkındaydı ancak hangi değerlerin çarpılması gerektiği konusunda emin değildi.
Diğer katkıları.
Cardano'nun hiposikloidlerle çalışması onu Cardan Hareketi ya da Cardan Dişli mekanizmasına götürmüştür; bu mekanizmada küçük dişli büyük dişlinin yarısı kadar olan bir çift dişli, dönme hareketini doğrusal harekete dönüştürmek için, örneğin bir Scotch boyunduruğundan daha yüksek verimlilik ve hassasiyetle kullanılır. Ayrıca Cardan süspansiyonu veya gimbalın icadıyla da tanınır.
Cardano, hidrodinamiğe çeşitli katkılarda bulunmuş ve gök cisimleri dışında sürekli hareketin imkânsız olduğunu savunmuştur. Çok çeşitli icatlar, gerçekler ve gizli hurafeler içeren iki doğa bilimleri ansiklopedisi yayınlamıştır. Ayrıca 1550 yılında kriptografik bir yazı aracı olan Cardan ızgarasını tanıtmıştır.
Önemli olarak, işitme engellilerin eğitimi tarihinde, işitme engellilerin zihinlerini kullanabileceklerini söylemiş, onlara eğitim vermenin önemini savunmuş ve işitme engellilerin konuşmayı öğrenmeden önce okuma ve yazmayı öğrenebileceklerini belirten ilk kişilerden biri olmuştur. Rudolph Agricola'nın yazmayı öğrenmiş bir sağır-dilsiz hakkındaki raporundan haberdardı.
Cardano'nun tıbbi yazıları arasında Mundinus'un anatomisi ve Galen'in tıbbı üzerine bir yorum ile birlikte "Delle cause, dei segni e dei luoghi delle malattie", "Picciola terapeutica", "Degli abusi dei medici" ve "Delle orine, libro quattro" adlı incelemeler yer almaktadır.
Cardano, Çin Halkaları olarak da adlandırılan "Cardano Halkaları"'nın icadıyla anılmaktadır, ancak bunların Cardano'dan önce ortaya çıkmış olması çok muhtemeldir. Bazen "Cardan eklemi" olarak da adlandırılan evrensel eklem, Cardano tarafından tanımlanmamıştır.
"De Subtilitate" (1550).
Charles Lyell'ın "Jeolojinin İlkeleri" ("Principles of Geology") adlı eserinden alıntılanmıştır:
İskoçya ve Başpiskopos Hamilton.
1552 yılında Cardano, İspanyol hekim William Casanatus ile birlikte, kendisini suskun bırakan ve tedavisi olmadığı düşünülen bir hastalıktan muzdarip olan St Andrews Başpiskoposunu tedavi etmek için Londra üzerinden İskoçya'ya gitti. Tedavi başarılı oldu ve diplomat Thomas Randolph, Cardano'nun yöntemleriyle ilgili “neşeli hikayelerin” 1562'de Edinburgh'da hala geçerli olduğunu kaydetti. Cardano ve Casanatus Başpiskoposun tedavisi üzerine tartıştılar. Cardano, Başpiskoposun on yıldır nefes darlığı çektiğini ve asistanı tarafından tedavi edildikten sonra kendisine 1.400 altın kron ödendiğini yazmıştır.
Sonraki yılları ve ölümü.
Cardano'nun çocuklarından ikisi - Giovanni Battista ve Aldo Urbano - kötü bir sonla karşılaştı. Cardano'nun en büyük ve en sevilen oğlu Giovanni Battista, üç çocuğunun kendisinden olmadığını öğrendikten sonra, 1560 yılında karısını zehirlemekten tutuklandı. Giovanni, mahkemeye çıkarıldı ve Cardano kurbanın ailesi tarafından talep edilen tazminatı ödeyemeyince idama mahkûm edildi ve kafası kesildi. Gerolamo'nun diğer oğlu Aldo Urbano, babasından para çalan bir kumarbazdı ve bu yüzden Cardano 1569'da onu mirasından mahrum etti.
Cardano, kısmen oğlunun idam kararının Gerolamo'nun Pavia'daki akademik kurumla mücadelesinden ve meslektaşlarının onun bilimsel başarılarını kıskanmasından etkilendiğine inandığı için ve ayrıca öğrencileriyle uygunsuz cinsellik yaşadığı iddialarıyla kuşatıldığı için Pavia'dan Bologna'ya taşındı. Bologna Üniversitesi'nde tıp profesörü olarak bir pozisyon elde etti.
Cardano, Cardano'nun "De rerum varietate" (1557) adlı eserini hedef alan Como Engizisyoncusu'nun sapkınlık suçlamasının ardından 1570 yılında Engizisyon tarafından tutuklandı. Engizisyoncular, Cardano'nun astroloji üzerine yazılarından, özellikle de şehitlerin ve sapkınların kendilerine zarar veren dini motifli eylemlerine yıldızların neden olduğu iddiasından şikayetçiydiler. Cardano, Batlamyus'un astrolojik eseri "Tetrabiblos" üzerine bir yorum olan 1543 tarihli "De Supplemento Almanach" adlı kitabında İsa'nın horoskopunu da yayınlamıştı. Cardano birkaç ay hapsedildi ve Bologna'daki profesörlüğünü kaybetti. Muhtemelen Roma'daki güçlü kilise adamlarının yardımıyla serbest bırakıldı. Tıbbi olmayan tüm çalışmaları yasaklandı ve Index'e yerleştirildi.
Roma'ya taşındı ve burada Papa Gregory XIII'den ömür boyu yıllık gelir aldı (ilk olarak 1572'de ölen Papa Pius V tarafından reddedildikten sonra) ve otobiyografisini tamamladı. Royal College of Physicians'a kabul edildi ve tıp pratiğinin yanı sıra 1576'daki ölümüne kadar felsefi çalışmalarına devam etti.
Edebiyat ve kültürdeki referansları.
17. yüzyıl İngiliz hekimi ve filozofu Sir Thomas Browne, kütüphanesinde Cardan'ın tüm eserlerinin Lyon 1663 baskısının on cildine sahipti.
Browne Cardan'ı eleştirel bir gözle değerlendirmiştir:
Richard Hinckley Allen, Samuel Butler tarafından "Hudibras" adlı kitabında yapılan eğlenceli bir göndermeyi anlatır:
Alessandro Manzoni'nin "I Promessi Sposi" adlı romanı, eski zamanların bilgiç bilgini Don Ferrante'yi Cardano'nun büyük bir hayranı olarak tasvir eder. Anlamlı bir şekilde, ona sadece batıl inançları ve astrolojik yazıları için değer verir; bilimsel yazıları Aristoteles ile çeliştiği için reddedilir, ancak astrolojik eserlerin yazarının yanlış olsa bile dinlenmeyi hak ettiği gerekçesiyle mazur görülür.
İngiliz romancı E. M. Forster'ın 1936 tarihli denemeler, yazar eleştirileri ve bir oyundan oluşan "Abinger Harvest" adlı kitabının 'Geçmiş' başlıklı bölümünde Cardano'ya sempatiyle yaklaşılır. Forster, Cardano'nun “kendi kendini analiz etmeye o kadar dalmıştı ki kötü huyundan, aptallığından, ahlaksızlığından ve intikam aşkından pişmanlık duymayı sık sık unutuyordu” (212).
Çalışmaları.
"Derlenmiş Çalışmaları".
Bu baskı için kronolojik bir anahtar M. Fierz tarafından sağlanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=20999",
"len_data": 12785,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.78
}
|
El Salvador, Orta Amerika'da yer alan yaklaşık 6,9 milyonluk nüfusa sahip bir ülkedir. Ülke, batıda Guatemala'ya, kuzey ve doğuda Honduras'a komşudur. Güneyinde Büyük Okyanus bulunur.
El Salvador, Amerika anakarasının nüfus yoğunluğu en fazla olan ülkesidir (özellikle başkent, San Salvador) ve ayrıca bölgenin en sanayileşmiş ülkesidir.Resmi adı El Salvador Cumhuriyeti'dir (İspanyolca: "República de El Salvador", IPA: ). Ülkenin adı olan "Salvador" İsa peygambere atfen "Kurtarıcı" anlamına gelen İspanyolca karşılığından gelmektedir ve toprakları İspanyol himayesi öncesinde Cuscatlán diye adlandırılmıştır.
Tarihçe.
İspanyol kâşif Pedro de Alvarado 1524 yılında Meksika'dan yola çıkarak "El Salvador" adını verdiği yere geldiğinde, burada yerliler yaşıyordu. İspanya, El Salvador ile birlikte etrafındaki birçok ülkeyi 300 sene boyunca işgal etti. 1821 yılına kadar Guatemala'ya bağlı bir eyalet olan ülke, buradaki İspanyol yönetiminin sona ermesinden sonra 1823 yılında Orta Amerika Federasyonu içerisinde bulunan bir ülke oldu. Federasyonun 1840'ta dağılmasından sonra 30 Ocak 1841'de bağımsızlığını ilân etti.
1970'li yıllarda sağ ve sol çatışmalarına sahne olan ülke, 1979 yılında cuntacıların iktidara gelmesi ile duruldu. Cunta bazı reformları başlattı fakat şiddet tırmanmaya devam etti. 1981'de Marksist gerillalara karşı ABD yardım yolladı.
Nüfus.
Nüfusun etnik dağılımı: melez %90, Amerika yerlileri %1, beyaz ırk %9 olup halkın çoğunluğu Katoliktir (%86). 20 bin civarında Müslüman halk bulunur.
Ülkede İspanyolca, Nahua (Amerika yerlileri arasında yaygındır) dilleri konuşulur. Ülkenin okur yazar oranı %80.2'dir.
Eğitim.
El Salvador'daki devlet okulu sistemi ciddi kaynak yetersizliği sıkıntısı çekmektedir. Devlet okullarındaki sınıf mevcudu, sınıf başına 50 öğrenciye kadar çıkabilmektedir. Yeterli maddi imkâna sahip Salvadorlular, çocuklarını devlet okullarından daha iyi eğitim verdiği düşünülen özel okullara yollamayı tercih eder. Çoğu özel okul, Amerikan veya Avrupai bir eğitim sistemini ya da başka bir gelişmiş eğitim sistemini benimser. Düşük gelirli aileler ise çocuklarını devlet okullarına yollamak mecburiyetinde kalır.
El Salvador'da eğitim lise boyunca ücretsizdir. 9 yıllık temel eğitimin (ilk-ortaokul) ardından öğrencilerin iki yıllık ve üç yıllık lise arasında seçim yapma hakkı vardır. İki yıllık bir lise öğrenciyi üniversiteye hazırlar. Üç yıllık liseye giden bir öğrenciyse iş gücüne katılarak meslekî kariyer yapabilir veya bir üniversiteye girerek seçtiği alanda eğitimini devam ettirebilir.
El Salvador'daki üniversiteler merkezi bir eğitim kurumunu, El Salvador Üniversitesi'ni ve birçok özel üniversiteyi bünyesinde barındırır. 2019 Küresel İnovasyon Endeksi'nde 108. olan El Salvador, 2020'de 92. sıraya yükselmiştir.
Ekonomi.
El Salvador'un ekonomisi zaman zaman deprem ve kasırga gibi doğal afetler, büyük ekonomik sübvansiyonları zorunlu kılan hükûmet politikaları ve resmi yolsuzluk nedeniyle engellendi. Sübvansiyonlar öyle bir sorun haline geldi ki Nisan 2012'de Uluslararası Para Fonu (IMF) merkezi hükûmete 750 milyon dolarlık bir krediyi askıya aldı. Başkan Funes'in kabine şefi Alex Segovia, ekonominin "çöküş noktasında" olduğunu kabul etti.
Antiguo Cuscatlán, ülkedeki tüm şehirlerde kişi başına en yüksek gelire sahiptir ve uluslararası bir yatırım merkezidir.
2008 yılında satın alma gücü paritesindeki GSYİH'nın 25.895 milyar ABD doları olduğu tahmin edilmektedir. Hizmet sektörü GSYİH'nin %64,1 ile en büyük bileşenidir, bunu %24,7 ile sanayi sektörü izlemektedir (2008 tahmini). Tarım, GSYİH'nın sadece %11,2'sini temsil etmektedir (2010 tahmini).
GSYİH, 1996'dan sonra yıllık ortalama %3,2 reel büyüme oranıyla büyüdü. Hükûmet, serbest piyasa girişimlerini taahhüt etti ve 2007 GSYİH'sının reel büyüme oranı %4,7 idi.
1999 yılı Aralık ayında net uluslararası rezervler 1,8 milyar ABD Dolara veya kabaca beş aylık ithalata eşittir. Bu sert para tamponu ile birlikte çalışacak olan Salvador hükûmeti, 1 Ocak 2001'den başlayarak ABD dolarının Salvadoran colón ile birlikte yasal ihale haline geldiği ve tüm resmi muhasebenin ABD doları olarak yapıldığı parasal bir entegrasyon planını üstlendi. Bu nedenle hükûmet, ekonomideki kısa vadeli değişkenleri etkilemek için açık piyasa para politikalarının uygulanmasını resmen sınırlandırmıştır. Eylül 2007 itibarıyla net uluslararası rezerv 2.42 milyar dolar olarak gerçekleşti.
El Salvador'da, daha çeşitlendirilmiş bir ekonomi için yeni büyüme sektörleri geliştirmek uzun zamandır bir meydan okuma olmuştur. Geçmişte ülke altın ve gümüş üretti, ancak yakın zamanda yerel ekonomiye yüz milyonlarca dolar eklemesi beklenen madencilik sektörünü yeniden açma girişimleri, Başkan Saca'nın Pacific Rim Mining Corporation'ın faaliyetlerini kapatmasının ardından çöktü. Bununla birlikte, Orta Amerika Mali Araştırmalar Enstitüsü'ne (Estudios Fiscales için Instituto Centroamericano, İspanyolca kısaltmasıyla) göre, metal madenciliğinin katkısı, 2010-2015 yılları arasında ülkenin GSYİH'sının %0,3'ü ufaktı. Güdüler, ülkedeki yerel sakinlerden ve taban hareketlerinden güçlü destek aldı. NACLA'ya göre, gelen Başkan Funes daha sonra bir şirketin ülkenin ana nehirlerinden birinde siyanür kontaminasyonu riskine dayanarak ilave izin başvurusunu reddetti.
Diğer eski sömürgelerde olduğu gibi, El Salvador da yıllardır tek ihracat yapan bir ekonomi (bir tür ihracata dayanan bir ekonomi) olarak kabul edildi. Sömürge dönemlerinde, El Salvador gelişen bir indigo ihracatçısıydı, ancak 19. yüzyılda sentetik boyaların icat edilmesinden sonra, yeni oluşturulan modern devlet ana ihracat olarak kahveye dönüştü.
San Miguel, El Salvador'un önemli bir ekonomik merkezidir ve Orta Amerika'daki en büyük eğlence ve yemek festivallerinden biri olan "San Miguel Karnavalı" na ev sahipliği yapar.
Hükûmet, dolaylı vergilere odaklanarak mevcut gelirlerinin tahsilatını iyileştirmeye çalışmıştır. Eylül 1992'de uygulanan %10 katma değer vergisi (İspanyolca IVA) Temmuz 1995'te %13'e yükseltildi.
Enflasyon istikrarlı ve bölgedeki en düşük seviyelerden biri olmuştur. 1997'den bu yana enflasyon ortalama %3 olmuştur ve son yıllarda %5'e çıkmıştır. Serbest ticaret anlaşmaları sonucunda, 2000'den 2006'ya kadar, toplam ihracat %19 büyüyerek 2.94 milyar $'dan 3.51 milyar $'a, toplam ithalat ise %54 artışla 4.95 milyar $'dan 7.63 milyar $'a yükseldi. Bu durum dış ticaret açığında %102 artışla 2.01 milyar $'dan 4.12 milyar $'a çıktı.
El Chorreron, El Salvador; turizm, Salvador ekonomisinin en hızlı büyüyen sektörüdür.
El Salvador açık ticaret ve yatırım ortamını teşvik etti ve telekomünikasyon, elektrik dağıtımı, bankacılık ve emeklilik fonlarına kadar uzanan bir özelleştirme dalgası başlattı.
Para Birimi.
El Salvador 1892 yılından 2001 yılına kadar Kolon adı verilen yerel bir para birimi kullanmaktaydı. 2001 yılına gelindiğinde Merkez Bankası rezervlerine Amerikan doları ekledi ve para birimi olarak ABD dolarına geçildi.
9 Haziran 2021 Çarşamba günü ise meclisten geçen bir genelge ile Amerikan Doları'nın yanında kripto para olarak bilinen Bitcoin'in de para birimi olarak kullanılması 62'ye 19 kabul oyu ile yasa olarak geçti.
El Salvador dünya ülkeleri arasında kripto parayı resmi para olarak kullanan ve Merkez Bankası rezervi yapan ilk ülke olmuş oldu.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21020",
"len_data": 7256,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.53
}
|
Guatemala Cumhuriyeti, kısaca Guatemala (İspanyolca: "República de Guatemala"), Orta Amerika'da Kıstas bölgesinde bir ülkedir. Kuzeyde Meksika, doğuda Belize ve Honduras, güneyde ise El Salvador'la komşudur.
Ayrıca doğuda Karayip Denizi'ne, batıda Büyük Okyanus'a kıyısı vardır. Başkenti Guatemala'dır. 372 Havalimanı bulunmaktadır. (2010)
Tarihçe.
Yerli halklar öteden beri Mestizolar tarafından baskı altına alınarak sosyal, ekonomik ve siyasal faaliyetin dışında tutulmuştur. Kaynağını sömürgeci önyargılardan alan Mestizo topluluğu ile yerli halklar arasındaki bu gerilim yüzyıllar boyunca sürmüş ve 1954 yılında liberal demokrat Jacobo Árbenz demokratik hükûmetine karşı Komünizm'in yayılmasından korkan ABD destekli bir darbe gerçekleştirilerek askerî cunta yönetimi kurulmuştu. Jacob Árbenz ve halefi Juan José Arévalo, ülkede toprak reformunun gerçekleştirilmesi dışında, sivil haklar ve işçi haklarının geliştirilmesinden sorumluydu. Albay Carlos Castillo yönetiminde kurulan askerî cunta, reformları iptal ederek sol partileri yasakladı. Guatemala'daki iç savaş, karışıklıklarla geçen 20-30 yılın ardından bazı genç subayların yozlaşmış hükûmete karşı darbe düzenlemeye çalışmasıyla patlak verdi. Ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanınca kırsal bölgelere çekilen subaylar bir gerilla gücü meydana getirerek hükûmete karşı bir örtük savaş başlattılar.
Gerilla hareketi önceleri Küba'daki devrimci güçlerle birlikte hareket ederek ülkedeki Ladino bölgelerine yoğunlaşmıştı. Ancak son yirmi yıl içerisinde özellikle yerli halkların vatandaşlık haklarının tanınmasına odaklanan siyasi ve toplumsal reform mücadeleleri ön plana çıktı.
1982 yılında Guatemala ordusu henüz yeni kurulmuş olan Guatemala Devrimci Ulusal Birliği'ne (URNG) yönelik çok sayıda insanın ölümüne neden olan bir toptan imha politikası uyguladı.
1980'lerin ilk yarısında barışın sağlanması yönünde adımlar atıldı. Bu adımlar arasında yeni bir anayasa hazırlanması ve sivil bir başkanın seçilmesi bulunmaktaydı. 1987 yılında hükûmet ve URNG arasındaki görüşmeler başlamış olmasına rağmen URNG gerilla mücadelesine devam etmekteydi. Taraflar Birleşmiş Milletler'in 1993'teki girişimleriyle barış görüşmeleri için tekrar bir araya geldi ve nihayet başarı sağlandı.
Toplumsal yapı.
Nüfusun yarısından fazlası Ladinolar denen ve Avrupalı (İspanyol) karışımıdır. Geri kalan kesimi ise Guatemala Kızılderilileridir. Halkın çoğunluğu Hıristiyanlığın Katolik mezhebine bağlıdır ve İspanyolca konuşmaktadır.
Bölgeler.
Guatemala 22 departmana ("departamentos") ve 340 belediyeye ("municipios") ayrılır. Bayrağın ortasında bulunan Qetzal kuşu ülkenin millî sembolüdür.
Guatemala'nın departmanları:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21022",
"len_data": 2659,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.59
}
|
Haiti ya da resmî adıyla Haiti Cumhuriyeti, Amerika'da Karayip Denizi'nde bir ada ülkesidir. Küba'nın doğusunda yer alan Hispaniola adasını Dominik Cumhuriyeti ile paylaşır ve adanın batı kısımdadır. Küba ve Jamaika'nın doğusunda Bahamalar'ın güneyinde bulunur. Yüzölçümü 27.750 km² olan ülke Karayipler'in yüzölçümü en büyük üçüncü; 11 milyon nüfusu ile Karayipler bölgesinin en kalabalık nüfuslu ülkesi konumundadır. Başkenti Port-au-Prince'tir.
Adanın yerleşik halkı Tainolar olarak bilinir. İlk Avrupalılar Aralık 1492'de Kristof Kolomb'un ilk yolculuğu sırasında adaya geldiler. Kolumbus, Amerikadaki ilk Avrupalı yerleşimini, şu anda Haiti'nin kuzeydoğu kıyısında bulunan La Navidad'da kurdu. Ada, 17. yüzyılın başlarına kadar İspanyol İmparatorluğu'nun bir parçasını oluşturdu. Yaşanan çatışmalar, adanın batısının 1697'de Fransa'ya devredilmesine yol açtı. Bu bölge Saint-Domingue olarak adlandırıldı. Fransız sömürgeciler, Afrika'dan getirilen kölelerin çalıştığı şeker kamışı tarlaları kurdular ve bu da koloniyi dünyanın en zenginlerinden biri yaptı.
Fransız Devrimi'nin ortasında Afrikalı köleler ve özgür beyaz olmayan insanlar eski bir köle ve Fransız Ordusu generali Toussaint Louverture'un önderliğinde Haiti Devrimi'ni (1791-1804) başlattı. Napolyon'un güçleri, 1 Ocak 1804'te Haiti'nin egemenliğini ilan eden Louverture'un halefi Jean-Jacques Dessalines tarafından yenilgiye uğratıldı ve bu olay adada bulunan Fransızların katledilmesiyle sonuçlandı.
Ülke, Latin Amerika ve Karayipler'de bağımsızlığını ilan eden ilk ülke, Amerika kıtasındaki ikinci cumhuriyet, Amerika'da köleliği ortadan kaldıran ilk ülke ve köle isyanıyla kurulan tek ülke oldu.
Başkan Jean-Pierre Boyer, Haiti nüfuzunu Hispanyola'nın doğu kısmı üzerinde genişletmeye çalıştı, bu da sonunda Haiti-Dominik Savaşlarına yol açtı. Haiti, Dominik'in bağımsızlığını 1844'teki ilanının ardından 1867'de tanıdı. Haiti'nin bağımsızlığının ilk yüzyılı siyasi istikrarsızlık, uluslararası toplum tarafından dışlanma ve Fransa'ya ödenen büyük bir borç ile geçti. Siyasi istikrarsızlık ve dış ekonomik etki, ABD'nin 1915-1934 yılları arasında ülkeyi işgal etmesine neden oldu. François 'Papa Doc' Duvalier, 1957'de iktidara geldi ve oğlu Jean-Claude Duvalier'in 1986'ya kadar sürdürdüğü uzun bir otokratik yönetim dönemini başlattı.
Ülkede, 2004'te BM'nin müdahalesine yol açan bir darbe, 2010'da 250.000'den fazla insanın ölümüne yol açan yıkıcı deprem ve kolera salgını meydana geldi.
Kötüleşen ekonomik durumuyla Haiti, isyanlar ve protestolar, yaygın açlık ve artan çete faaliyetleriyle belirginleşen sosyoekonomik ve politik bir kriz yaşadı. Mayıs 2024 itibarıyla Haiti'de seçilmiş hükûmet yetkilisi kalmamıştır ve başarısız devlet olarak tanımlanmaktadır.
Tarih.
Haiti'nin yerli halkı, bir Aravak halkı olan Taínolardı. Kristof Kolomb'un 1492'de yeni dünyanın keşfinden sonra adaya Hispaniola adı verilmişti. Hispaniola Adası, Avrupa'dan gelip "yeni dünyayı fethedenler"in üslerinden biri haline geldi. O zamanda yaşamış İspanyol Katolik rahip Bartolome de Las Casas, Türkçede de "Kızılderili Katliamı" adıyla yayınlanmış kitabında ada hakkında şunları yazmaktadır: "Bu ada üzerinde (ben 1508'de vardığım zaman) 6 milyon insan yaşıyordu, Kızılderililer de dahil olmak üzere. Ne var ki 1494'ten 1508'e kadar 3 milyonun üzerinde insan savaştan, kölelikten ve madenlerden dolayı yok olmuştu. Gelecek nesillerde buna kim inanacaktır?"
Bazı tarihçiler Las Casas'ın bu rakamı abarttığını ve nüfusun 1 milyon kadar olduğunu düşünmekteyse de bazıları 8 milyona kadar vardığını savunmaktadır. Bununla birlikte Las Casas'ın bu kitabında Kuzey Amerika'nın kıyılarından güneye doğru tüm Orta Amerika, Güney Amerika'nın kuzeyi ve Karayipler'deki adalarda yapılan Kızılderili/yerli katliamlarını anlattığı gibi, yeni dünyanın keşfinden sonra bölgede büyük kıyımlar yaşandığı şüphesizdir.
17. ve 18. yüzyıllarda adanın bugünkü Haiti olan 3'te 1'lik batı kısmı Fransız deniz korsanlarının eline geçti. Fransızlar burayı İspanyol ve İngiliz gemilerini taciz etmek için kullandılar. Daha sonra, Saint-Domingue adını verdikleri adanın bu kısmında şeker ve kahve üretimine başladılar.
Fransız İmparatorluğunun 18.yüzyıldaki en zengin sömürgelerinden biri haline gelen Saint-Domingue, 1780'lerde Avrupa'da tüketilen şekerin %40, kahvenin ise %60 kadarını üretmişti. Bu dönemde, şeker kamışı ve kahve ekim alanlarında çalıştırılmak üzere 790.000 kadar Afrikalı köle getirildiği tahmin edilmektedir.
Bağımsızlık.
1789 Fransız İhtilali Saint Domingue'nin kaderini de kökten etkiledi. Fakir ve zengin beyazlar, devrim sonrası yasalara göre koloninin nasıl yönetileceği konusunda anlaşmazlığa düştüler. Bu arada, kölelikten kurtulmuş siyahlar ve yerliler, ihtilalin getirdiği Vatandaş ve İnsan Hakları Bildirgesine göre kendilerinin de Fransız vatandaşı olduklarını ileri sürdüler. Bu arada Haiti Devrimini başlatan köleler Haitili liderler Toussaint L'Ouverture, Jean-Jacques Dessalines ve Henri Christophe önderliğinde bir silahlı güç haline geldiler. Yerliler ordusu Fransız güçleri ile Napolyon Bonapart'ın 1803'te gönderdiği orduyu yendi. Bunların sonucunda "Haiti" kendi yerli ismiyle 1804 yılında bağımsızlığını ilan etti. General Dessalines yönetimi eline aldı ve 1805'te Anayasa ilan etti. Anayasaya göre herkes din özgürlüğüne sahipti ve herkes Haitili "siyah" olarak tanımlandı.
Bağımsızlık sonrası.
Haiti bağımsızlığına rağmen 1826'da Panama'da yapılan bağımsız Amerika ülkeleri toplantısına dahil edilmedi ve ABD tarafından 1862'ye kadar tanınmadı. I.Dünya Savaşı'nda 1915 yılından 1934'e kadar ABD haksız bir şekilde Haiti'yi işgal ve kontrol altında tuttu. Haiti 20. yüzyıl boyunca da darbe, katliam ve iç savaşlardan kurtulamadı.
12 Ocak 2010 günü yerel saatle 16:53'te 7.0 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşmiştir ve 200 bin kişinin bu depremde öldüğü tahmin edilmektedir.
2021 yılının Ağustos ayında 7.2 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Bu depremde 2200'den fazla kişi öldü.
Ekonomi.
Haiti, 19.97 milyar $ GSYİH ve sermaye başına GSYİH 1.800 $ ile (2017 tahminleri) ağırlıklı olarak serbest bir piyasa ekonomisine sahiptir. Ülke para birimi olarak Haiti shell i kullanıyor. Turizm endüstrisine rağmen, Haiti yoksulluk, yolsuzluk, siyasi istikrarsızlık, zayıf altyapı, sağlık hizmetlerinin eksikliği ve eğitim eksikliğinin temel nedenleri ile dünyanın en fakir ve Amerika bölgesindeki en fakir ülkelerden biridir. İşsizlik yüksek ve birçok Haitili göç etmeye çalışıyor. 2010 depreminden ve ardından kolera salgından sonra ticaret önemli ölçüde geriledi ve ülkenin satın alma gücü paritesi %8 düştü (12,15 milyar ABD dolarından 11,18 milyar ABD dolarına). Haiti, 2010 Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi'nde 182 ülke sıralamasında 145. sıradadır.
Başkan Aristide'nin yönetimi hakkında tartışmalı 2000 seçimi ve suçlamalarının ardından ABD'nin Haiti hükûmetine yardımı 2001 ve 2004 yılları arasında kesildi. Aristide'nin 2004'te ayrılmasından sonra yardımlar restore edildi ve Brezilya ordusu Haiti barışı koruma operasyonunda Birleşmiş Milletler İstikrar Misyonuna liderlik etti. Yaklaşık dört yıllık durgunluktan sonra, 2005 yılında ekonomi %1,5 büyüdü. Eylül 2009'da Haiti, dış borcunun iptaline hak kazanmak için IMF ve Dünya Bankası'nın Ağır borçlu yoksul ülkeler programı tarafından incelenmeye alındı.
Hükûmetin bütçesinin yüzde 90'ından fazlası, Venezuela liderliğindeki bir petrol ittifakı olan Petrocaribe ile yapılan bir anlaşmadan kaynaklanıyor.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21024",
"len_data": 7436,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.53
}
|
Kosta Rika (), resmî adıyla Kosta Rika Cumhuriyeti (), bir Orta Amerika ülkesidir. Kosta Rika adı İspanyolcada "zengin sahil" anlamına gelmektedir. Kuzeyde Nikaragua, güneydoğuda Panama ile komşudur. Batısında Büyük Okyanus, doğusunda ise Karayip Denizi vardır. Büyük Okyanus'taki toprağı Cocos Adası Ulusal Parkı dolayısı ile Güney Amerika ülkesi Ekvador'a komşu sayılmaktadır. Ayrıca Kosta Rika, ordusu bulunmayan az sayıdaki ülkelerden biridir.
16. yüzyılda İspanyol kolonisi olmadan önce bu topraklarda oldukça seyrek bir yerli nüfus bulunuyordu. 19. yüzyılda İspanya'dan bağımsızlığını kazandığında dış dünyaya kapalı ve fakir bir ülke olan Kosta Rika, aradan geçen yıllarda Latin Amerika'nın en istikrarlı, müreffeh ve gelişmiş ülkelerinden biri haline geldi. 1949 yılında kabul edilen bir yasa ile ülkede ordu tamamen kaldırılmıştır. Egemen devletler arasında bunu gerçekleştiren pek az devlet vardır. Kendisiyle aynı gelir seviyesindeki ülkelere göre çok daha fazla insani kalkınma gerçekleştirdiği için 2010 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından örnek ülke seçilmiştir. 2011 yılında ise yine aynı kuruluş tarafından insani kalkınma ve eşitsizlikle mücadele yanı sıra, sürdürülebilir cevre politikaları konularında UNDP'nin örnek gösterdiği bir ülke olmuştur.
Tarih.
Kristof Colomb öncesi dönem.
Kosta Rika'da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan en eski insan izleri Turrialba Vadisi'ndeki taştan yapılan aletlerdir. Bunlar MÖ 10.000 - 7.000 yıllarında yaşamış çeşitli avcı-toplayıcı ziyaretçilere aittir. Buluntular arasında Kuzey'deki kültürlere ait mızrak uçları ve Güney Amerika'daki kültürlere ait oklar bulunmuştur. Bu buluntulardan dolayı aynı anda iki kültürün bir arada yaşadığını varsayabiliriz.
Bundan 5.000 yıl önce yaygın şekilde tarım yapıldığının izlerine ulaşılmıştır. Yetiştirilen tarım ürünleri yumrular ile havuç ve diğer köklerdi. MÖ 2. ve 1. bin yıllarda yaşamış dağınık ve çok küçük ölçekli yerleşik tarım toplulukları tespit edilmişse de, avcı-toplayıcı toplumun tarım toplumuna evrilmesinin kesin tarihleri bilinmemektedir.
Bulunan en eski tarihli çömlekler MÖ 3.000 ve 2.000 yılları arasına aittir. Modern Kosta Rika kültürüne yerli halkın etkisi diğer ülkelere göre oldukça sınırlıdır, çünkü Kolomb öncesi dönemde bu topraklarda kayda değer bir yerli nüfusu bulunmuyordu. İspanyol egemenliğinden önce bu bölgede yaşayan nüfus, büyük ölçüde evlilikler yolu ile, İspanyolca konuşan topluluk ile kaynaştı. Kosta Rika'nın güneyinde Panama sınırına yakın Talamanca Sıradağlarında hâlen yerli kültürünü yaşayan Bribri ve Boruca Kabileleri çok özel istisnalardır.
İspanyol Sömürgesi Dönemi.
"Zengin Sahil" anlamına gelen Kosta Rica isminin ilk olarak kim tarafından kullanıldığı ile ilgili riyayetler çeşitlidir. 1502'de yaptığı son seferde Kristof Kolomb'un Kostarika'nın doğu kıyılarına uğradığı ve yerlilerin çok miktarda altın mücevher kullandığını görünce bu bölgeyi "Zengin Sahil" olarak tanımladığı mı yoksa 1522'de batı kıyılarına ulaşan ve burada karşılaştığı yerlilerin altın mücevherlerine el koyan konkistador Gil Gonzalez Davila'nın mı bu tanımlamayı ilk olarak yaptığı tartışmalıdır.
Ekonomi.
Ülke, 2017 yılında % 2,6 olduğu tahmin edilen ılımlı enflasyon ve 2011 yılında 41,3 milyar ABD dolarından 2015 yılında 52,6 milyar ABD dolarına yükselen GSYİH'da orta derecede yüksek büyüme ile ekonomik olarak istikrarlı kabul edilmiştir. 2017 yılı için tahmini GSYİH 61,5 milyar ABD dolarıdır ve kişi başına tahmini GSYİH (satın alma gücü paritesi) 12,382 ABD dolarıdır. Artan borç ve bütçe açığı, ülkenin başlıca endişeleridir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 2017'de yapılan bir araştırma, dış borcun azaltılmasının hükûmet için çok yüksek bir öncelik olması gerektiği konusunda uyardı. Bütçe açığını azaltmak için başka mali reformlar da önerildi.
Birçok yabancı şirket (imalat ve hizmet) Kosta Rika Serbest Ticaret Bölgelerinde (FTZ) faaliyet göstermektedir ve burada yatırım ve vergi teşviklerinden faydalanmaktadırlar. Bu tür yatırımların yarısından fazlası ABD'den gelir. Hükûmete göre, bölgeler 2015 yılında 82.000'den fazla doğrudan işi ve 43.000 dolaylı işi destekledi. Örneğin, Heredia'da Amerika Serbest Bölgesi'nde tesisleri bulunan şirketler arasında Intel, Dell, HP, Bayer, Bosch, DHL, IBM ve Okay Industries yer alıyor.
Kosta Rika'nın ABD dahil birçok ülke ile serbest ticaret anlaşmaları var. İthalatı etkileyecek önemli ticari engeller yoktur ve ülke diğer Orta Amerika ülkelerine göre gümrük tarifelerini düşürmektedir. Ülkenin Serbest Ticaret Bölgeleri, imalat ve hizmet endüstrilerinin Kosta Rika'da faaliyet göstermesi için teşvikler sağlıyor. 2015 yılında, bölgeler 82 binin üzerinde doğrudan işi ve 43 bin dolaylı işi desteklemiş ve FTZ'deki ortalama ücretler ülkenin geri kalanındaki özel girişim çalışmalarının ortalamasının 1,8 kat üzerindedir. Örneğin 2016'da Amazon.com'un Kosta Rika'da 3.500 çalışanı vardı ve bunu 2017'de 1.500'e çıkarmayı planladı ve bu da onu önemli bir işveren haline getirdi.
Kosta Rika'nın merkezi konumu, Amerikan pazarlarına erişim ve Avrupa ile Asya'ya doğrudan okyanus erişimi sağlar. 2015 yılında en önemli ihracat (dolar değerine göre) tıbbi cihazlar, muz, tropikal meyveler, entegre devreler ve ortopedik aletlerdi. O yılki toplam ithalat 15 milyar dolardı. 2015 yılında ithal edilen en önemli ürünler (dolar değerine göre) rafine edilmiş petrol, otomobiller, ambalajlı ilaçlar, yayın ekipmanları ve bilgisayarlardır. 2015 yılında toplam ihracat 2,39 milyar ABD doları olan dış ticaret açığı için 12,6 milyar ABD doları olmuştur.
İlaçlar, finansal dış kaynak kullanımı, yazılım geliştirme ve ekoturizm, Kosta Rika ekonomisinde ana endüstriler haline gelmiştir. 1999'dan bu yana turizm, ülkenin üç ana nakit ürününün kombine ihracatından daha fazla döviz kazanmaktadır: özellikle muz ve ananas ve aynı zamanda kahve dahil diğer ürünler. Kahve üretimi Kosta Rika tarihinde önemli bir rol oynamıştır ve 2006 yılında üçüncü nakit mahsul ihracatı olmuştur. Küçük bir ülke olan Kosta Rika şimdi dünya kahve üretiminin % 1'inden daha azını sağlıyor. Kahve üretimi 2015–16'da % 13,7 artarken, 2016–17'de % 17,5 azaldı.
Kültür.
Kosta Rika, Mezoamerikan ve Güney Amerika yerli kültürlerinin buluştuğu noktaydı. Ülkenin kuzeybatısındaki Nicoya yarımadası, İspanyol fatihler (conquistadores) 16. yüzyılda geldiğinde Nahuatl kültürel etkisinin en güney noktasıydı. Ülkenin orta ve güney kısımları Chibcha etkilerine sahipti. Bu arada Atlantik kıyısı, 17. ve 18. yüzyıllarda Afrikalı işçilerle doluydu.
İspanyolların göçünün sonucu olarak, onların 16. yüzyıl İspanyol kültürü ve evrimi, İspanyol dili ve Katolik dininin birincil etkileri bugüne kadar günlük yaşama ve kültüre damgasını vurdu.
Kültür, Gençlik ve Spor Daire Başkanlığı kültürel hayatın tanıtımı ve koordinasyonundan sorumludur. Bölümün çalışmaları Kültür Müdürlüğü, Görsel Sanatlar, Sahne Sanatları, Müzik, Miras (İngilizce:Patrimony) ve Kütüphaneler Sistemi olarak ayrılmıştır. Kosta Rika Ulusal Senfoni Orkestrası ve Gençlik Senfoni Orkestrası gibi kalıcı programlar iki çalışma alanının birleşimidir: Kültür ve Gençlik.
"Soca", "salsa", "bachata", " gibi dans odaklı türler merengue", "cumbia" ve Kosta Rika swings gençlerden ziyade yaşlılar tarafından giderek daha fazla beğeniliyor. Gitar, özellikle halk oyunlarına eşlik olarak popülerdir; ancak marimba ulusal enstrüman haline getirildi.
Kasım 2017'de, "National Geographic" dergisi Kosta Rika'yı dünyanın en mutlu ülkesi olarak adlandırdı ve ülke çeşitli mutluluk ölçütlerinde rutin olarak üst sıralarda yer alıyor. Makalede şu özet yer aldı: "Kosta Rikalılar, stresi azaltan ve neşeyi en üst düzeye çıkaran bir yerde günlük hayatı dolu dolu yaşamanın keyfini çıkarıyor".
O zaman "Ticos" arasında en çok tanınan ifadelerden birinin ""Pura Vida", yani kelimenin tam anlamıyla saf yaşam olması şaşırtıcı değildir. Sakinlerin yaşam felsefesini yansıtır, ifade, konuşmada çeşitli bağlamlarda kullanılır. Çoğu zaman sokaklarda dolaşan ya da dükkanlardan yiyecek alan kişiler “Pura Vida” diyerek merhaba derler. Bir soru olarak veya birinin varlığının kabulü olarak ifade edilebilir. "Nasılsın?" için önerilen bir yanıt ""Pura Vida" olurdu." Bu kullanımda, her şeyin çok iyi olduğunu gösteren "harika" olarak tercüme edilebilir. Bir soru olarak kullanıldığında, çağrışım "her şey yolunda mı?" olur. ya da "nasılsın?".
Kosta Rika, BM'nin Dünya Mutluluk Raporu'nda 2017 Mutlu Gezegen Endeksi'nde 12. sırada yer alır, ancak ülkenin Latin Amerika'daki en mutlu ülke olduğu söyleniyor. Sebepler arasında yüksek düzeyde sosyal hizmetler, sakinlerinin sevecen doğası, uzun yaşam beklentisi ve nispeten düşük yolsuzluk sayılabilir.
İdari yapı.
Kosta Rika, idari açıdan 7 ile ve 81 kantona ayrılmıştır. İlleri;
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21025",
"len_data": 8740,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.91
}
|
Nikaragua, resmî adıyla Nikaragua Cumhuriyeti (), 129.495 km²'lik yüz ölçümüyle Orta Amerika kıstağının en büyük ülkesidir. Ülke, kuzeyde Honduras, güneyde Kosta Rika ile komşudur. Ülkenin batısı Büyük Okyanus, doğusu ise Karayip Denizi ile çevrilidir. 11 ile 14 derece kuzey enlemleri arasında bulunan Nikaragua'nın başkenti Managua'dır. Nüfusun yaklaşık beşte biri bu kentte yaşamaktadır.
Tarihi.
Christopher Columbus tarafından 1502 yılında Nikaragua kıyıları keşfedildiğinde ülkede Miskitolar gibi birçok yerli kabile vardı. Konkistador Francisco Hernández de Córdoba Garanada ve Léon'de 1524'te bir yerleşme merkezleri kurdu. 17. ve 18. yüzyıllarda İspanyollar Nikaragua'nın büyük bölümünü sömürge hâline getirmişlerdir.
1821'de bağımsızlığını kazanan Nikaragua, bir süre Meksika ile daha sonra Orta Amerika Birleşik Devletleri ile birleşti. Nihayet 1838'de bağımsız ayrı bir cumhuriyet oldu.
Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri, yirminci yüzyıl başlarında son olarak 1926 ve 1933 yılları arasında olmak üzere defalarca ülkeyi işgal etti. Amerikan birliklerinin 1925'te çekilmesinin hemen ardından bir iç savaş patlak verdi. Liberal önderlerden Augusto César Sandino silahlı mücadeleyi sürdürürken; öteki Liberal önderler Amerika Birleşik Devletleri denetiminde yapılacak seçimlere katılmayı kabul ettiler. 1928 ve 1932'deki seçimlerin ikisini de liberal adaylar kazandı. Bu arada, ABD subaylarının gözetiminde Nikaragua Ulusal Muhafızları adlı bir askerî birlik oluşturuldu. ABD kuvvetlerinin 1933'te ülkeyi terk etmeleri üzerine Sandino da silahlı mücadeleyi bıraktı.
Ulusal Muhafızların komutanı Anastasio Somoza Garcia 1934'te Sandino'yu öldürterek liberal başkan Sacasa'yı başkanlıktan uzaklaştırdı. 1936'da kendini başkan seçtirdi ve elinde topladığı geniş yetkilerle baskıcı bir yönetim kurdu. Somoza Garcia'nın 1956'da öldürülmesi üzerine başkanlığa oğlu Luis Somoza Debayle getirildi. 1962'de Somoza rejimini hedef alan en büyük muhalefet gruplarından (FSLN) Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi gerilla örgütü ortaya çıktı. Luis Somoza'nın 1967'de kalp krizi geçirerek ölmesinin ardından kardeşi Anastasio Somoza Debayle başkan oldu. 1972'de Managua'da 6 bin kişinin ölümüne ve 300 bin kişinin evsiz kalmasına yol açan deprem nedeniyle gönderilen uluslararası yardımları el altından kendisinin ve ailesinin hesaplarına aktardığı ortaya çıktı. 1974'te de anayasayı değiştirerek ikinci kez başkan seçilmesini sağladı. Aynı dönemde, gerilla savaşında önemli kayıplara uğrayan Sandinistalar (FSLN), bu gelişme üzerine liberal çevreler ve orta sınıfla ittifaka yöneldiler. Ocak 1978'de, Demokratik Kurtuluş Birliği (UDEL) adlı güçlü bir muhalefet hareketinin lideri olan gazeteci Pedro Joaquin Chamorro'nun öldürülmesiyle bir genel grev dalgası ve yaygın şiddet hareketleri başladı. Yeniden silahlı mücadeleye başlayan Sandinistalar, başkent hariç tüm ülkenin kontrolünü ele geçirdiler. Başkan Somoza, 17 Temmuz 1979'da istifa ederek, yönetimi Francisco Urcuyo'ya devretti ve Miami'ye kaçtı. Francisco Urcuyo da iki gün sonra Guatemala'ya kaçtı. 19 Temmuz 1979'da FSLN Ordusu, başkent Managua'ya girdi ve 45 yıllık Somoza rejimine son verdi.
Yeni yönetim Somoza ailesinin mülklerini kamulaştırarak; bir dizi devletleştirmeye girişti ve sosyalist ülkelerle yakın ilişkiler kurdu. Bunun üzerine ABD, Nikaragua'ya yaptığı ekonomik yaptırımı keserek yönetime karşı gerilla mücadelesi yürüten sağcı Kontralar'a geniş çaplı destek vermeye başladı. Ekonomisi ağır bir bunalıma giren Nikaragua'nın bazı Orta Amerika ülkeleriyle ilişkileri de bozdu. Şubat 1989'da Orta Amerika ülkeleri başkanlarının El Salvador'da yaptığı toplantıda serbest seçimlere gidilmesi ve Somoza'ya bağlı Ulusal Muhafız örgütünde görev yapmış 1,900 kadar mahkûmun serbest bırakılması karşılığında contra birliklerinin dağıtılması konusunda anlaşmaya varıldı. Aynı yıl, basın özgürlüğünü güvence altına alan ve seçim sistemini yeniden düzenleyen yasalar çıkarıldı. Yine aynı yıl ABD Nikaragua'ya karşı beş yıldır uyguladığı ambargoyu kaldırdı.
1990'da yapılan serbest seçimlerde Ulusal Muhalefet Birliği (UNO) Ulusal Meclisteki 92 sandalyeden 51'ini kazandı ve UNO'nun adayı Violeto Barrios de Chamorro başkan oldu.1996 ve 2001'deki seçimlerde de Anayasacı Liberal Parti (PLC), FSLN'ye karşı üstünlük sağladı. Kasım 2006'da yapılan başkanlık seçiminde Daniel Ortega yüzde 37.99 oyla, 17 yıl aradan sonra başkanlık görevine getirildi.
Doğal Yapı.
Nikaragua'nın batı yarısı havzaların ve verimli vadilerin birbirinden ayırdığı bir dizi sarp ve engebeli sıradağla kaplıdır. Ülkenin en yüksek noktası Mogoton Dağıdır. (2,107 m). Sismik hareketlerin sık görüldüğü batı bölgesinde bazen büyük yıkıma yol açan depremler olur. Hafif bir eğimle Antil denizine doğru alçalan doğu yarısını geniş düzlükler kaplar. Nikaragua'da tropik bir iklim vardır.
Yağış mevsimi ocaktan mayıs ayına değin sürer. Ülkenin doğu yarısı batıya göre biraz daha serin ve çok daha fazla yağışlıdır. Tropik yağmur ormanları batı kıyılarında yoğunlaşmıştır.
Ülkenin batısında ovalar geniş, sıcak, verimli düzlüklerden oluşur. Bu ovaların etrafında, León yakınlarındaki Momotombo gibi Cordillera Los Maribios sıradağlarının birkaç büyük yanardağını ve Granada'nın hemen dışındaki Mombacho'yı görmek mümkündür. Ova alanı, Fonseca Körfezi'nden Nikaragua Gölü'nün güneyinde Kosta Rika ile Nikaragua'nın Pasifik sınırına kadar uzanır. Nikaragua Gölü, Orta Amerika'daki (dünyanın 20. büyük) en büyük tatlı su gölüdür ve dünyanın nadir tatlı su köpek balıklarına (Nikaragua köpekbalığı) ev sahipliği yapmaktadır. Pasifik ovaları bölgesi, nüfusun yarısından fazlası ile en kalabalık bölgedir.
Nüfus.
Toplam nüfusun % 86'sını Mestizolar (% 69) ve beyazlar (% 17) oluşturur. Öteki melez gruplar Zambolar (Afrikalı-Yerli karışımı) ve Mulattolardır (Avrupalı-Afrikalı karışımı). Toplam nüfus içindeki oranları ancak % 5 olan Amerikan Yerlileri günümüzde yalnızca Sumo,Miskito ve Ramakiye kabilelerini kapsar. Nüfusun büyük kısmı batı kıyısında yaşar. Kentlerde oturanların toplam nüfus içindeki oranı % 54'ü bulur. Toplam nüfus 5,891,199'dir.
Ekonomi.
Nikaragua büyük ölçüde tarım ve hizmet sektörlerine dayanan gelişmekte olan bir ekonomidir. Tarım ürünleri toplam ihracat içinde yüzde 60'lık bir paya sahiptir (muz, kahve, şeker, sığır eti ve tütün).1980'li yıllarda ülkede yaşanan iç çekişmeler, altyapı tesislerine büyük ölçüde zarar verdi. ABD'nin, Sandinista yönetimi sırasında uyguladığı ekonomik ambargo nedeniyle, 1980 enflasyon oranı % 13,500'e (1988) kadar ulaştı. 1990'lı yıllarda yapılan özelleştirmeler sonucunda enflasyon oranı tek sayılı hanelere indirilmiştir. Halkın yarıya yakını yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Nikaragua Batı Yarımküresinin en yoksul ülkelerindendir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21028",
"len_data": 6735,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.52
}
|
Panama () veya resmî adıyla Panama Cumhuriyeti (), Orta Amerika'da, Karayip Denizi ve Kuzey Büyük Okyanus kıyısında, Kolombiya ve Kosta Rika arasında yer alan bir ülkedir. Başkenti, ülke ile aynı adı taşıyan Panama şehridir (Panamá). Panama, 16. yüzyılda İspanyollar tarafından keşfedilmiş olup 1821'e kadar bir İspanyol kolonisi olarak kalmıştır. 1821'de ise Kolombiya ile birleşmiş ancak 1903 yılında Kolombiya'dan ayrılarak ABD’nin desteği ile bağımsızlığını ilan etmiştir.
Coğrafya.
Panama, Orta Amerika'da, hem Karayip Denizi hem de Pasifik Okyanusu sınırında, Kolombiya ve Kosta Rika arasındadır. Çoğunlukla 7° ve 10°K enlemleri ile 77° ve 83°B boylamları arasındadır. (83°'nin batısında küçük bir alan vardır).
Ülkeden Büyük Okyanus ile Atlas Okyanusu'nu birleştiren Panama Kanalı geçer.
Panama Kıstağı üzerindeki konumu stratejiktir. 2000 yılına gelindiğinde Panama, Atlantik Okyanusu ile Karayip Denizi'ni Pasifik Okyanusu'nun kuzeyine bağlayan Panama Kanalı'nı kontrol ediyordu. Panama'nın toplam alanı 74, 177.3 km² (28,640 mil2)'dir.
Panama coğrafyasının baskın özelliği, kıta ayrımı oluşturan dağların ve tepelerin merkezi omurgasıdır. Bölünme, Kuzey Amerika'nın büyük dağ sıralarının bir parçasını oluşturmaz ve yalnızca Kolombiya sınırına yakın Güney Amerika'nın And sistemiyle ilişkili yaylalar vardır. Bölmeyi oluşturan omurga, tepelerin volkanik müdahaleler tarafından aşındırıldığı deniz tabanından yükselen yükseltinin oldukça aşınmış kemeridir.
Bölünmenin dağ sırasına Kosta Rika sınırına yakın Cordillera de Talamanca denir. Daha doğuda Serranía de Tabasará olur ve Panama Kanalı'nın bulunduğu kıstağın alt eyerine daha yakın olan kısmına genellikle Sierra de Veraguas denir. Bütün olarak Kosta Rika ile kanal arasındaki mesafe, coğrafyacılar tarafından genellikle Cordillera Central olarak anılır.
Ülkedeki en yüksek nokta, 'a yükselen Barú volkanı'dır. Kolombiyalı gerilla'ların ve uyuşturucu satıcılarının faaliyet gösterdiği ve bazen rehine aldığı Panama ve Kolombiya arasındaki Darién Boşluğu neredeyse aşılmaz bir ormandır. Bu boşluk, karışıklıklar ve orman koruma hareketleri Alaska'dan Patagonya'ya tam bir yol oluşturan Pan-Amerikan Otoyolu'nda kırılma yaratır.
Panama'nın vahşi yaşamı, Orta Amerika'daki en çeşitlisidir. Birçok Güney Amerika türünün yanı sıra Kuzey Amerika vahşi yaşamına da ev sahipliği yapmaktadır.
Su yolları.
Yaklaşık 500 nehir Panama'nın engebeli arazilerini süsler. Çoğunlukla deniz ulaşımı mümkün olmayan, birçoğu hızlı yayla akarsuları vadilerde menderesler ve kıyı deltaları oluşturur. Ancak, Panama'nın merkezindeki Río Chagres ("Chagres Nehri") birkaç geniş nehirden biridir ve hidroelektrik güç kaynağıdır. Nehrin orta kısmı Gatun Barajı'nca durdurulur ve Panama Kanalı'nın yapay göl'ü olan Gatun Gölü'nü oluşturur. Göl, 1907 ve 1913 yılları arasında Río Chagres'in karşısındaki Gatun Barajı'nın inşasıyla oluşturuldu. Oluşturulduktan sonra Gatun Gölü dünyanın en büyük insan yapımı olan gölüydü ve barajsa en büyük toprak barajıydı. Nehir kuzeybatıya Karayipler'e doğru akar. Kampia ve Madden Gölleri (ayrıca Río Chagres'den doldurulur) eski Kanal bölgesine hidroelektrik sağlar.
Başka bir hidroelektrik güç kaynağı olan Río Chepo, Pasifik'e dökülen 300'den fazla nehirden biridir. Bu Pasifik odaklı nehirler Karayip tarafındaki nehirlerden daha uzun ve daha yavaş akarlar. Havzaları da daha geniştir. En uzun nehirlerden biri San Miguel Körfezi'ne dökülen ve ülkenin büyük gemilerce geçilebilen tek nehri olan Tuira Nehri'dir.
Limanlar.
Karayip kıyı şeridi birkaç doğal limanla işaretlidir. Ancak, kanalın Karayipler ucundaki Cristóbal, 1980'lerin sonlarında tek önemli liman tesislerine sahipti. Bocas del Toro Takımadaları'nın Kosta Rika sahilleri yakınındaki sayısız adaları geniş doğal yol kenarları sağlar ve Almirante muz limanını korur. Kolombiya yakınlarındaki 350'den fazla San Blas Adaları, korunaklı Karayip kıyı şeridi boyunca 'dan fazla alana yayılmıştır.
Panama Kanalı'nın her iki ucunda yer alan terminal limanları, yani Cristobal Limanı, Colón ve Balboa Limanı, (TEU) taşınan konteyner sayısı bakımından Latin Amerika'da sırasıyla ikinci ve üçüncü sıradadır. Balboa Limanı 182 hektarlık bir alanı kaplar ve dört konteyner rıhtımı ve iki çok amaçlı rıhtım içerir. Toplamda, rıhtımlar uzunluğunun yanı sıra derinliğin üzerindedir. Balboa Limanı'nda 18 adet süper post-Panamax ve Panamax rıhtım vinci ve 44 portal vinç bulunur. Balboa Limanında ayrıca depo alanı vardır.
Cristobal limanları (Panama limanları Cristobal, Manzanillo Uluslararası Terminali ve Kolon Konteyner Terminali'nin konteyner terminallerini kapsayan) 2009 yılında 2,210,720 TEU elleçledi ve bu miktar Latin Amerika'da Brezilya'daki Santos Limanı'ndan sonra ikinci sıradaydı.
Charco Azul, Chiriquí (Pasifik) ve Chiriquí Grande, Bocas del Toro (Atlantik)'deki büyük VLCC'leri (Çok Büyük Ham Petrol Taşıyıcıları) barındırabilen mükemmel derin su limanları Panama'nın Kosta Rika ile batı sınırına yakındırlar. Kıstağın üzerinden geçen Trans-Panama boru hattı, 1979'dan beri Charco Azul ve Chiriquí Grande arasında işletilmektedir.
Ekonomi.
CIA World Factbook'a göre, 2012 itibarıyla Panama'nın işsizlik oranı yüzde 2.7 idi. Ağustos 2008'de gıda fazlası kaydedildi. İnsani Gelişme Endeksi'nde, Panama yılında . sırada yer aldı. Daha yakın yıllarda Panama ekonomisi bir patlama yaşadı ve gerçek gayri safi yurtiçi hasıla (İngilizce:real gross domestic product) (GSYİH)'deki büyüme 2006–2008'de ortalama yüzde 10.4'ü aştı. 2008 yılında Panama ekonomisi Latin Amerika'da en hızlı büyüyen ve en iyi yönetilen ekonomiler arasındaydı. Latin Business Chronicle, 2010'dan 2014'e kadar olan beş yıllık dönemde Panama'nın Latin Amerika'nın en hızlı büyüyen ekonomisi olacağını ve Brezilya'nın yüzde 10 oranına karşılık geleceğini tahmin etti.
Panama Kanalı'ndaki genişleme projesinin bir süreliğine ekonomik genişlemeyi artırması ve genişletmesi bekleniyor. Panama ayrıca ABD hizmetlerine tarifeleri ortadan kaldıran Panama-Birleşik Devletler Ticaret Tanıtım Anlaşması'nı imzaladı.
Panama yüksek gelirli bir ülke olarak görülse de hâlâ etkileyici eğitim eşitsizliklerince sürdürülen keskin zıtlıklar ülkesi olmaya devam etmektedir. 2015-2017 yılları arasında günlük 5.5 ABD doları olan yoksulluk payı 15.4'ten yüzde 14.1'e düştü.
Panama'nın resmî para birimleri balboa ve Amerikan dolarıdır. Kripto paralarla ilgili taslak, 28 Nisan 2022 tarihinde Panama Ulusal Meclisi tarafından onaylandı ve ülke başkanının onayına sunuldu. Panama Devlet Başkanı Laurentino Cortiso yasayı değerlendirme aşamasında. Başkan Cortiso da taslağı onaylarsa Panama'da kripto para yasası onaylanmış olacak. Ekonomik açıdan yapısal sorunlar yaşayan bu ülkelerin enflasyona karşı koruma ve ABD dolarına karşı olan bağımlılıklarını azaltmak için kripto paraları benimseme yoluna gittiği düşünülüyor.
Ekonomik sektörler.
Panama'nın ekonomisi, kilit coğrafi konumu nedeniyle, esas olarak, özellikle ticaret, turizm ve ticaret olmak üzere iyi gelişmiş hizmet sektörüne dayanır. Kanalın ve askeri tesislerin ABD tarafından devri, büyük inşaat projelerinin doğmasına neden oldu.
Panama Kanalı A için üçüncü bir kilit seti inşa etme projesi, 22 Ekim 2006'da yapılan bir referandumda (ancak düşük seçmen katılımıyla) ezici çoğunlukla onaylandı. Projenin resmi tahmini maliyeti 5.25 milyar ABD dolarıdır ancak kanal ülke ekonomisine milyonlarca dolarlık geçiş ücreti geliri ve büyük istihdam sağladığından ekonomik açıdan çok önemlidir. Kanalın kontrolünün Panama hükûmetine devri, 85 yıllık ABD kontrolünden sonra 1999'da tamamlandı.
Bakır ve altın yatakları, tüm projeler korunan alanlarda yer aldığından bazı çevre gruplarını korkutacak şekilde yabancı yatırımcılar tarafından geliştirilmektedir.
Bölgesel Finans Merkezi (IFC) olarak Panama.
20. yüzyılın başlarından bu yana Panama kanaldan elde edilen gelirlerle konsolide varlıkları, Panama'nın GSYİH' sinin üç katından fazla olan Orta Amerika'daki en büyük Bölgesel Finans Merkezi'ni (İngilizce:Regional Financial Center) (IFC) inşa etti. Bankacılık sektörü doğrudan 24,000'den fazla kişiyi istihdam etmektedir. Mali aracılık GSYİH'nın yüzde 9.3'üne katkıda bulundu. İstikrar, ülkenin elverişli ekonomik ve iş ortamından yararlanan Panama finans sektörünün kilit bir gücü olmuştur. Bankacılık kurumları sağlam büyüme ve sağlam finansal kazançlar bildirmektedir. Bankacılık denetim rejimi, Etkin Bankacılık Denetimi için "Basel Temel İlkeleri" ile büyük ölçüde uyumludur. Bölgesel bir finans merkezi olan Panama, başta Latin Amerika olmak üzere bazı bankacılık hizmetlerini ihraç etmekte ve ülke ekonomisinde önemli bir rol oynamaktadır. Ancak Panama, Hong Kong veya Singapur'un Asya'daki finans merkezleri olarak sahip olduğu konumla hala karşılaştırılamaz.
Panama hala vergi cenneti olarak dünya çapında ünlüdür ancak özellikle 2016'da Panama Belgeleri'nin yayınlanmasından bu yana şeffaflığı artırmayı kabul etmiştir. Kara para aklamayla mücadele tavsiyelerine tam uyumun iyileştirilmesi için önemli ilerleme kaydedildi. Panama, Şubat 2016'da FATF gri listesinden çıkarıldı. Avrupa Birliği, Panama'yı 2018'de vergi cenneti kara listesinden de çıkardı. Ancak hala yapılması gereken işler vardır ve IMF, mali şeffaflığı ve mali yapının güçlendirilmesi gereğini defalarca dile getirmektedir.
Toplu taşıma.
Panama, Orta Amerika'nın en büyük havalimanı olan Tocumen Uluslararası Havalimanı'na ev sahipliği yapar. Ayrıca ülkede 20'den fazla küçük havaalanı vardır.
Panama'nın yolları, trafiği ve ulaşım sistemleri genellikle güvenlidir, ancak gece sürüşü zordur ve çoğu durumda yerel yetkililer tarafından kısıtlanır. Bu genellikle gecekondu bölgesi gibi resmî olmayan yerleşim yerlerinde olur.
Panama'da trafik sağdan akar ve Panama yasaları sürücülerin ve yolcuların emniyet kemeri takmasını gerektirir ve hava yastıkları zorunlu değildir. Otoyollar genellikle bir Latin Amerika ülkesi için iyi gelişmiştir.
Halen Panama Şehri'nde iki metro hattının yanı sıra metrobüs, olarak bilinen otobüsler vardır.
Eskiden sisteme rengârenk boyanmış "diablos rojos" (tavuk otobüsü) hâkimdi; artık bunlardan birkaç tane kaldı ve çoğunlukla "chivas" ile birlikte kırsal alanlarda kullanılırlar. "Diablo rojo" genellikle özelleştirilir veya parlak renklerle boyanır, genellikle ünlü aktörleri, politikacıları veya şarkıcıları tasvir eder. Panama Şehri'nin sokaklarında, özel araç sahipliğine yönelik yetersiz planlama nedeniyle sık sık trafik sıkışıklığı yaşanır.
Turizm.
Panama'da turizm, hükûmetin vergi ve yabancı konuklara ve emeklilere yönelik fiyat indirimleri nedeniyle son beş yılda büyümesini sürdürdü. Bu ekonomik teşvikler, Panama'nın emekli olmak için nispeten iyi bir yer olarak görülmesine neden oldu. Panama'daki emlak geliştiricileri, turizm hedeflerinin sayısını son beş yılda bu hedeflerin ziyaretçi teşviklerine ilgi nedeniyle artırdı.
Avrupa'dan gelen turist sayısı 2008'in ilk dokuz ayında %23,1 arttı. Panama Turizm Otoritesi'ne (ATP) göre, Ocak-Eylül döneminde Avrupa'dan 71,154 turist, bir önceki yılın aynı dönemine göre 13,373 artışla Panama'ya geldı. Avrupalı turistlerin çoğu İspanyollar (14,820), onu İtalyanlar (13,216), Fransızlar (10,174) ve İngilizler (8,330) izledi. Avrupa Birliği'nin en kalabalık ülkesi olan Almanya'dan 6,997 kişi vardı. Avrupa, Panama'yı bir turizm hedefi olarak tanıtmak için kilit pazarlardan biri haline geldi.
2012 yılında turizmin bir sonucu olarak 4,345.5 milyon Panama ekonomisine girdi. Bu, diğer üretken sektörleri geride bırakarak ülkenin gayri safi yurtiçi hasıla'nın %9,5'ini oluşturdu. O yıl gelen turist sayısı 2,2 milyondu.
Panama, turizmde yabancı yatırımı teşvik etmek için 2012 yılında 80 Sayılı Kanun'u çıkardı. 80 sayılı kanun, 1994 tarihli eski bir Kanun 8'in yerini aldı. Kanun 80, 15 yıl süreyle gelir vergisi ve emlak vergilerinden %100 muafiyet, inşaat malzemeleri ve ekipmanları için beş yıl süreyle gümrüksüz ithalat ve sermaye kazancı'nın beş yıl süreyle vergi muafiyeti sağlar.
Para birimi.
Panama para birimi resmî olarak balboa, sabit, 1903'te Panama'nın bağımsızlığından bu yana Birleşik Devletler doları ile 1:1 oranındadır. Uygulamada, Panama dolarize: ABD doları yasal paradır ve tüm kağıt paralar için kullanılır ve Panama'nın kendi madeni parası olmasına rağmen ABD madeni paraları yaygın olarak kullanılır. ABD dolarına olan bağ nedeniyle, Panama geleneksel olarak düşük enflasyon yaşadı. Latin Amerika ve Karayipler Ekonomi Komisyonu'na göre, Panama'nın 2006'daki enflasyonu, ağırlıklı Tüketici Fiyat Endeksi ile ölçüldüğünde %2,0 idi.
Balboa, Panama'nın bağımsızlığından sonra 1904'te Kolombiya pezosu'nun yerini aldı. Balboa banknotları 1941'de başkan Arnulfo Arias tarafından basıldı. Birkaç gün sonra geri çağrıldılar ve onlara "Yedi Gün Doları" adı verildi. Notlar yeni hükûmet tarafından yakıldı, ancak bazen koleksiyonlarda balboa banknotları bulunabilir. Bunlar Panama tarafından basılan tek banknotlardı ve ABD banknotları hem öncesinde hem de o zamandan beri dolaşımdadır.
Uluslararası ticaret.
Panama ticaretinin yüksek seviyeleri büyük ölçüde Batı Yarımküre'deki en büyük serbest ticaret bölgesi olan Colón Serbest Ticaret Bölgesi'nden gelmektedir. Kolon bölgesi yönetiminden elde edilen rakamların analizine ve "Birleşmiş Milletler Latin Amerika ve Karayipler için Ekonomik Komisyonu" tarafından Panama'nın ticaret tahminlerine göre geçen yıl bölge Panama'nın ihracatının %92'sini ve ithalatının %64'ünü oluşturuyordu. Panama'nın ekonomisi, kahve ve diğer tarım ürünlerinin ticareti ve ihracatı tarafından da büyük ölçüde desteklenir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Panama hükûmetleri arasındaki İkili Yatırım Anlaşması (BIT) 27 Ekim 1982'de imzalandı. Anlaşma, ABD yatırımını koruyor ve ABD özel yatırımları için daha elverişli koşullar yaratarak ve böylece özel sektörünün gelişimini güçlendirerek Panama'nın ekonomisini geliştirme çabalarında yardımcı olur. BIT, ABD tarafından Batı Yarımküre'de imzalanan bu tür ilk anlaşmaydı. Panama–Amerika Birleşik Devletleri Ticareti Geliştirme Anlaşması (TPA) 2007'de imzalandı, Panama tarafından 11 Temmuz 2007'de ve ABD Başkanı Obama tarafından 21 Ekim 2011'de onaylandı ve anlaşma 31 Ekim 2012'de yürürlüğe girdi.
Toplum.
Demografi.
2018 yılında Panama'nın Birleşmiş Milletler nüfus tahmini 4,176,869 kişi idi. 2010 yılında 15 yaşından küçük nüfusun oranı yüzde 29'du. Nüfusun yüzde 64.5'i 15-65 yaşları arasında, yüzde 6.6'sı ise 65 yaş ve üzeriydi.
Nüfusun yarısından fazlası birkaç şehri kapsayan Panama Şehri–Colón metropoliten koridorunda yaşar. Panama'nın kentsel nüfusu yüzde 75'i aşar ve bu da Panama'nın nüfusunu Orta Amerika'nın en kentleşmiş nüfusu yapar.
Etnik gruplar.
2010 yılında ülkenin nüfusunu %65 Mestizo, %9,2 siyah melezler, %6,7 beyaz ve %12,3 yerli Amerikalılar oluşturur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21030",
"len_data": 14687,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
ABD Virjin Adaları, Karayip Denizinde bulunan ABD'ye bağlı adalar topluluğudur.
Tarih.
Adalara ilk yerleşenlerin Aravak Yerlileri olduğu sanılır. Kristof Kolomb 1493'te Saint Croix'ya ayak bastığında adada savaşçı Karipler yaşıyordu. Kariplerin adada geniş çiftlikleri ve yerleşmeleri vardı. Kolomb adalara, Azize Ursula ve 11 bin şehit bakirenin onuruna Santa Ursula y las Once Mil Virgines adını verdi. 1555'te bir İspanyol keşif birliği Karipleri yenilgiye uğratarak adaları İspanya'ya bağladı. 1625'e gelindiğinde Saint Croix Adasında İngiliz ve Fransız göçmenler çiftçilik yapıyorlardı; ada ayrıca korsanların barınağı durumuna gelmişti. 1650'de İspanyollar İngiliz göçmenleri adalardan çıkardılarsa da adalar aynı yıl Fransız denetimine girdi. 1653'te Saint Croix adası Malta Şövalyeleri'ne miras kaldı; onlar da adayı Compagnie française des Indes occidentales'e sattılar.
1666-1733 arası.
Tortola'yı yurt edinen Felemenkli korsanlar 1666'da İngilizler tarafından kovuldu. Bu arada Saint Thomas ve Saint John adalarını ele geçirerek plantasyonlar kuran Danimarkalılar, önce mahkûmları, 1673'ten sonra da Afrikalı köleleri çalıştırarak şekerkamışı yetiştirmeye başladılar. Afrika'dan köle alımı, Avrupa'ya gönderilen rom ile melas ve adalara gelen Avrupa malları ticaretin gelişmesini sağladı. Zamanla Saint Thomas, Antiller'de önemli bir köle pazarı durumuna geldi. 1733'te Saint Croix'yi satın alan Danimarkalılar adayı önemli bir şekerkamışı üretim merkezi durumuna dönüştürdüler. Şeker sanayisinin gerilemeye başladığı 19. yüzyıl başlarında kölelerin çıkardığı iki ayaklanma plantasyon ekonomisini sarstı. Adalarda kölelik 1848'de kaldırıldı. ABD'nin adaları satın almak için başlattığı girişimler sonunda, 1917'de 25 milyon ABD Doları'na anlaşma sağlandı. 1917 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin 25 milyon dolar karşılığında Danimarka'dan satın aldığı Saint John, Saint Croix ve Saint Thomas adaları sonradan ABD Virjin Adaları olarak anılmaya başlandı.
1931-günümüz.
Başlangıçta, ABD Deniz Kuvvetleri'nin yönettiği adalar 1931'de İçişleri Bakanlığı'na devredildi ve başkanca atanan sivil bir vali görevlendirildi. 1927'de ada halkına Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığı tanındı. 1945'te turizmin gelişmesiyle adaların önemi arttı. 1970'te halk tarafından seçilen ilk vali göreve başladı. 1976'da ABD Kongresi ile başkanın onayından geçme koşuluyla adalara bir anayasa hazırlama hakkı tanındı. 1978'de tamamlanan anayasa 1979 ve 1981'de yapılan iki halk oylamasında da reddedildi.
Doğal yapı.
ABD Virjin Adaları, Britanya Virjin Adaları'yla birlikte, Porto Riko'nun orta kesimini kaplayan fay kütlesi yapılı sıradağların bir uzantısını ve Büyük Antiller'in bir parçasını oluşturur. Kıvrımlı tortul kayaçlar, başkalaşım kayaçları ve korkayaçlardan oluşan adaların kıta sahanlığından yüksekliği St. Thomas'taki Crown Dağında 474 m, St. John'daki Bordeaux Dağında 392 m, St. Croix'daki Eagle Dağında ise 355 m'yi bulur. St. Thomas ve St. John adaları çok engebelidir.St. Croix'nın kuzeyinde dağlar, güneyinde ise yer yer düzleşen hafif dalgalı geniş bir ova yer alır.Bütün adaların çevresinde mercan resifler bulunur. St. Croix'yi kuzeydeki adalardan ayıran Anegada Boğazının derinliği 4,572 m'yi bulur. Adaların iklimi yumuşak ve ılımandır. St.Thomas'ta ortalama gündüz sıcaklığı ocakta 28 °C, temmuzda 31 °C'dir. Kuzeydoğudan esen alizeler yıl boyunca iklimi yumuşatıcı bir rol oynar. Geceleri sıcaklık, 6 °C'ye kadar düşer. Bağıl nem oranı tropik ölçülere göre düşüktür. Tarım alanı açmak için tahrip edilen tropik ormanlar günümüzde ancak St. Thomas Adasının bir iki yerinde kalmıştır.
Nüfus.
Nüfusun % 76.19'unu siyahlar, % 13.09'unu beyazlar (çoğunlukla Porto Rikolu) oluşturur. Nüfus, 106,405 kişidir (2010 verileri). Nüfus artış oranı, -0.12 (2006 verileri). Mülteci oranı, -8.73 mülteci/1,000 nüfus (2006 tahmini). Bebek ölüm oranı, 7.86 ölüm/1,000 doğan bebek (2006 tahmini). Ortalama hayat süresi, 79.05 yıl; erkeklerde, 75.24 yıl; kadınlarda; 83.09 yıl (2006 verileri). Ortalama çocuk sayısı, 2.17 çocuk/1 kadın (2006 tahmini). Uyrukluk sıfatı, Virjin Adalı. Nüfusun etnik dağılımı, zenciler %80, beyazlar %15, diğer %5. Din, Baptist %42, Roma Katolikleri %34, Episcopalian %17, diğer %7. Diller, İngilizce (resmi), İspanyolca ve Creole.
Ekonomi.
ABD Virjin Adaları turizme ve imalat sektörüne dayanan bir ekonomik yapıya sahiptir. Yılda ortalama 2 milyon turist çeken adalardaki diğer ekonomik faaliyetler imalat sektöründedir ve ihracata yöneliktir. Petrol arıtma, tekstil, saat montajı, kimyasal madde ve ilaç sanayisi gelişmiştir. Dünya'nın en büyük petrol rafinerilerinden bir olan Hovensa St. Croix'dadır. Tarım üretimi kısıtlıdır ve çoğu ürün ithal edilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21032",
"len_data": 4699,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.49
}
|
Bermuda, tam adıyla Bermuda Adaları (diğer adıyla "Somers Adaları"), Atlas Okyanusu'nda, ABD'nin doğu (Kuzey Carolina eyaletindeki Hatteras Burnu'nun yaklaşık 900 km doğusunda) ve Karayipler'in kuzey açıklarında bir takımadadır. Birleşik Krallık'ın denizaşırı topraklarından biridir. Ana ada olan Bermuda adası dâhil yedi ana ada ile 150 küçük ada ve kayalıktan oluşur.
Toplam yüzölçümü 53,3 km²'dir. Başkenti Hamilton'dur, nüfus 65.000 civarındadır.
Tarihçe.
1515'te bölgeden geçen İspanyol doğabilimci Fernandez de Oviedo'nun keşfini vatandaşı Juan de Bermúdez'e dayandırdığı Bermuda'nın ne zaman keşfedildiği kesin olarak bilinmemektedir. 1609'da, İngiliz amiral George Somers'in gelişine değin, adalara kimse yerleşmemişti. 1612'de bir beratla Londra Kumpanyası'nın malı oldu ve 60 İngiliz, göçmen olarak buraya gönderildi. 1616'dan başlayarak adaya getirilen Afrikalı ve yerli köleler çok geçmeden nüfusça beyazlardan üstün duruma geldiler.
1684'te kraliyet kolonisi statüsü alarak doğrudan kraliyet yönetimine girdi. 1815'te başkenti, St. George'dan, Hamilton'a taşındı. 1834'te kölelik kaldırıldı. Bermuda, uzun yıllar özel ticaret gemilerinin sağladığı zenginliğe dayandı. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki içki yasağı döneminde (1919-33) bir rom kaçakçılığı merkezi olarak belirli bir zenginliğe ulaştı. 20. yüzyılda ise önemli bir turizm merkezi olarak yeni bir gelir kaynağı kazandı. A.B.D. hükûmeti, 1941'de ülkedeki bir deniz ve hava üssünü 99 yıllığına kiraladı. 1797'de kurulan İngiliz garnizonu 1957'de adadan çekildiyse de, adada küçük bir deniz üssü kaldı. 1968'de, yürütme yetkisini büyük ölçüde yerel hükûmete veren yeni bir anayasa hazırlandı.
1968'deki genel seçimlerden önce, ülke, tarihinde ilk kez ırk çatışmasından kaynaklanan şiddet olaylarına sahne oldu. Siyasi gerginlik, 1973'te vali Sir Richard Sharples'in öldürülmesiyle doruğa çıktı. Yaşanan şiddet olayları, 1977'de devletin, fiilî ırk ayrımına son verme konusunda çaba göstermesini sağladı.
1970'lerde başlayan bağımsızlık görüşmeleri kısa süre sonra askıya alındı. 1995'te yapılan referandumda ada halkının büyük bölümü bağımsızlık aleyhinde oy kullandı.Günümüzde, hem bir offshore finans merkezi, hem de bir turizm merkezi olması nedeniyle, Bermuda halkı bağımsızlıkla birlikte gelecek ekonomik gerilemeden çekinerek, konuya ilgisiz kalmaktadır.
Coğrafya.
Kuzey Amerika'da, Kuzey Atlas Okyanusu'nun batısında, ABD'nin Kuzey Karolina eyaletindeki Hatteras Burnu'nun yaklaşık 900 km doğusunda yer alan adalar topluluğudur.İklimi ılıman ve nemlidir; kış ayları sert ve güçlü rüzgarlarla geçer. Şubat en soğuk aydır. Mercan resifleriyle çevrili olan adalarda, bataklıklar ve acı su gölleri, alçak tepeler vardır.
Doğal yapı.
Bermuda, yeryüzündeki mercanadaları içinde, Kuzey Kutbu'na en yakın olanları içinde yer alır. Takımadadaki en yüksek nokta, deniz seviyesinden 79 m yükseklikteki Town Hill'dir. İklim ılıman, nemli ve yumuşaktır. En sıcak ay olan Ağustos'ta gündüz sıcaklığı ortalama 30 °C'ye çıkar, en soğuk ay şubatta ise sıcaklık ortalama 20 °C'dir. Yağış, yıl içinde düzenli bir biçimde dağılmışsa da, içme suyu bütünüyle yağmurlardan sağlandığı için, zaman zaman baş gösteren kuraklık tehlikeli sonuçlar doğurabilmektedir. Nem oranı yüksektir.
Demografi.
Bermuda'nın nüfusu 1931-70 arasında hızlı bir artış göstermiş, ancak 1970'lerin sonunda bu gelişmenin yavaşlaması ve başka ülkelere göçün ortaya çıkmasıyla yıllık nüfus artışı yavaşlamıştır. Nüfusun % 54.8'ini siyahlar, % 34.1'ni beyazlar oluşturur. Beyazlar İngilizler ile 19. yüzyılda adaya getirilen Portekizli işçilerin soyundandır.
Ekonomi.
Bermuda'da büyük ölçüde turizm ve uluslararası finans hizmetlerine dayanan piyasa ekonomisi egemendir. 2005 yılında 4,857,000,000$ GSMH'ya ulaşan Bermuda, kişi başına GSMH'sı 76,403$ ile Dünya'nın en yüksek kişi başına GSMH'sine sahip ülkesidir. Para birimi Bermuda Doları'dır (BD$).
Bermuda, coğrafi konum avantajını en iyi şekilde kullanmıştır. Uluslararası firmalara finansal servis ve yılda yaklaşık 360,000 ziyaretçiye konfor turizmi fırsatları sağlamıştır. Bu girişimlerin sonucunda dünyadaki kişi başına gelirin en yüksek oranda olduğu ülkelerden biri haline gelmiştir. Turizm sektörü gayri safi millî hasılanın %28'ini karşılamaktadır. Endüstri sektörü küçüktür ve elverişli toprak sıkıntısı yüzünden tarım sektörü de limitlidir. Gıda maddesi ihtiyacının %80'i ithal edilmektedir. Bermuda'nın ekonomik kazancının %60'ını uluslararası ticaret sağlamaktadır; 1995'teki bağımsızlık kararının düşmesi de ülkenin yabancı firmaları kaybetme korkusunun bir sebebi olabilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21034",
"len_data": 4570,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.46
}
|
Cayman Adaları, nüfus bakımından en büyüğü batı Karayip Denizi'nde, kendi kendini yöneten bir Britanya Denizaşırı Toprakları'dır. bölgesi Grand Cayman, Cayman Brac ve Little Cayman adlı üç adadan oluşur. Küba'nın güneyinde ve Honduras'ın kuzeydoğusunda, Jamaika ile Meksika'nın Yucatán Yarımadası arasındadır. Başkenti, üç adanın en kalabalık olan Grand Cayman'da George Town'dır.
Cayman Adaları coğrafî olarak Batı Karayip Bölgesi ve Büyük Antiller'in bir parçası olarak kabul edilir. Bölge, büyük ölçüde devletin kazanılan veya depolanan herhangi bir gelirden vergi almamasının bir sonucu olarak uluslararası işletmeler ve varlıklı kişiler için tartışmalı büyük bir dünya offshore finans sığınağı olarak kabul edilir.
Tarihi.
Ada grubu ilk olarak Kristof Kolomb tarafından 10 Mayıs 1503'te keşfedilmiştir. Kolomb gördüğü kaplumbağalara ithafen adalara "Las Tortugas" ismini vermiştir.
1670'te imzalanan Madrid Antlaşması ile adalar, Jamaika ile birlikte resmen İspanya yönetiminden Birleşik Krallık'a geçti ve idarî olarak Jamaika'ya bağlı kaldı. 1962'de Jamaika bağımsızlığını ilan edince Birleşik Krallık'ta kaldı.
Coğrafya.
Ada topluluğuna bağlı adalar;
Cayman Brac Papağanı "(Amazona leucocephala hesterna)" ve "Grand Cayman Papağanı (Amazona leucocephala caymanensis)" adalara özgü iki Küba Papağanı (Cuban Amazon) alt türüdür. Ayrıca ada topluluğunda "Queen Elizabeth II Botanik Parkı" bulunmaktadır.
Adanın en büyük yerleşim yeri Grand Cayman Adası'nın batısında kalan "Georgetown" 'dur.
Ekonomi.
Cayman adalarının ekonomisinde finansal hizmetler ve turizm, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın %50-60'ını oluşturur. Cayman adalarında vergi oranlarının az olması şirketlerin bu adaları vergi cenneti olarak kullanmasına yol açmıştır. Cayman adalarında nüfustan daha çok yaklaşık 100.000 kadar kayıtlı şirket vardır.
Din.
Cayman Adaları'ndaki baskın din %81,9 oranıyla Hristiyanlıktır. Hristiyanlar kendi içlerinde birçok mezhebe ve gruba ayrılmıştır, %67,8 oranıyla Protestanlar, ardından %14,1 oranıyla Katolik Kilisesi mensupları faaliyet göstermektedirler. Ülkede bulunan Protestan kiliseler arasında Birleşik Kilise, Tanrı Kilisesi, Anglikan Kilisesi, Baptist Kilisesi, Katolik Kilisesi, Yedinci Gün Adventistleri Kilisesi ve Pentekostal Kilisesi bulunmaktadır. Roma Katolik kiliseleri, St. Ignatius Kilisesi, George Town ve Stella Maris Kilisesi ve Cayman Brac olarak sıralanmaktadır. Birçok vatandaş dindardır ve düzenli olarak kiliseye gider. Limanlar pazar günleri ve Hristiyan tatillerinde kapalıdır. Ayrıca adada aktif bir sinagog ve Yahudi cemaati ile George Town'daki Yehova'nın Şahitleri için ibadethaneler bulunmaktadır. Ülkede az sayıda da olsa Bahailik inancına mensup kişiler bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21035",
"len_data": 2710,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.41
}
|
Guadeloupe (), Antiller'de ada, Fransa'nın eski bir sömürgesi ve denizaşırı illerinden biri.
Coğrafya.
Karayipler'de, Karayip Denizinde adalar, Porto Riko'nun güneydoğusunda yer almaktadır. Subtropikal iklimin etkisindedir, yüksek nem oranı değişiklik göstermektedir. Basse -Terre iç kısımdaki dağlar arasında volkanik özellik taşıyanıdır; Grande-Terre bölümü ise alçak bir kireçtaşı oluşumudur; diğer yedi ada da çoğunlukla volkanik özellik taşımaktadır. En alçak noktası: Karayip Denizi 0 m; en yüksek noktası: Soufriere 1,484 m'dir. Haziran - Ekim ayları arasında kasırgalar yaşanmakta olup; ülkede bulunan Soufrière aktif bir yanardağdır.
Nüfus.
Nüfusun etnik dağılımı; Siyah veya melezler %90, beyazlar %5, Doğu Hindistanlılar, Lübnanlılar, Çinliler %5 civarındalar. Ülkedeki inançlar Roma Katolikleri %95, Hindu ve pagan Afrikalılar %4, Protestanlar %1. Ülkede konuşulan dil Fransızcadır.
Yönetimi.
Ülke iç ve dış işlerinde Fransaya bağlı bir sömürgedir.
Ekonomi.
Ekonomiye genel bakış: Guadalup ekonomisi tarım, turizm, hafif sanayi ve hizmet sektörüne dayanır. Turizm ülkede anahtar sektördür. Gelen turistlerin çoğu Amerikalı turistlerdir. Tarımda eskiden beri şekerkamışı en önemli ürünlerden olmuştur. Son dönemlerde ise şekerkamışı yerini yavaş yavaş başka ürünlere - muz, patlıcan ve çiçeklere bırakmıştır. Hafif endüstri şeker ve rom imalatı ile dikkati çekmektedir. Bazı sanayi malları ve yakıt dışarıdan ithal edilir. İşsizlik daha fazla genç nesil arasında yaygındır. Hurricane kasırgaları periyodik olarak ekonomiye ciddi ölçüde zarar vermektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21038",
"len_data": 1565,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.38
}
|
Martinique () (Martinique-Kreolce: "Matinik" ya da "Matnik"), Karayiplerde bulunan Fransa'nın denizaşırı illerinden biri. Yüzölçümü 1.950 km² kadar olan bölgenin başkenti Fort-de-France'dır. Adadaki bir diğer önemli kent ise St. Pierre'dir.
Martinik, Fransa'nın bir ili olmasından dolayı para birimi Euro'dur. Yöredeki resmî dil Fransızcadır. Nüfusu 402.000 kadar olan Martinik'te ortalama yaşam süresi 78.56 yıldır. Okur-yazarlık oranı %93, kişi başına düşen millî gelir 19.050€'dur.
Coğrafya.
Karayipler'de yer alan Martinik, Karayip Denizi'nde bir adadır. Ada, Trinidad ve Tobago'nun kuzeyinde yer alır. Sahil şerit uzunluğu 350 km olan Martinik'te tropik bir iklim hakimdir. Yörede dağlık kıyı şeridi ve volkanik kayaçlar yer alır. Adanın en yüksek noktası Montagne Pelee (1,397 m)'dir. Ada topraklarının 5'te 1'i tarıma uygundur. Adanın Karayipler'de yer alması, onu kasırgalara ve sel felaketlerine karşı korumasız bırakmaktadır.
Yönetim.
Ada, Fransa'nın illerinden biridir ve "Departement de la Martinique" resmî adıyla geçmektedir. Ada yönetimi, başkent Fort de France'dadır. 14 Temmuz'da Bastille Günü kutlanmaktadır. Ada anayasası, Fransız anayasasıyla aynıdır ve 28 Eylül 1958'de ilan edilmiştir. Üye olduğu uluslararası kuruluşlar aşağıdaki gibidir:
Demografi.
Ada nüfusu yaklaşık olarak 450.000'dir. Nüfus her yıl %0.72 oranında artmaktadır. Martinik'te yaşam süresi ortalama 79.18 yıl iken, bu oran erkeklerde 79.5 yıl, kadınlarda 78.85 yıldır. Her kadına 1,79 çocuk düşmektedir ve çocuk ölüm oranı %0,07'dir. Yerli halkın %90'ı Afrika yerlileri ile beyazların karışımıdır. Bunun dışındakiler ise beyaz, Amerika Yerlisi gibi diğer halklardır. Yöredeki insanların %95'i Roma Katoliği, diğerleri ise Hindu veya Pagan Afrikalılardır.
Ekonomi.
Martinik ekonomisi şeker kamışı, muz, turizm ve hafif endüstriye dayanır. Gayri safi millî hasılanın %6'sını tarım ve %11'ini küçük endüstriyel sektör karşılar. Şeker kamışının çoğunun rom üretimi için kullanılmasıyla, şeker üretimi azalmıştır. Çoğu Fransa'ya giden muz ihracatı büyümektedir. Et, sebze ve hububat gereksinimlerinin büyük kısmı ithal edilmelidir ki bu Fransa'dan geniş yıllık yardım transferleri talep eden kronik ticaret açığına sebep olur. Yabancı döviz kaynağı olarak turizm, tarımsal ihraç ürünlerinden daha önemli bir hale gelmiştir. İş gücünün büyük kısmını servis sektörü ve hükûmet karşılar.
İşsizlik oranı %27,2 kadardır. Sanayinin ana dalları inşaat, rom, çimento, petrol arıtımı, şeker, turizm şeklindedir.
Başlıca tarım ürünleri ananas, avokado, muz, çiçek, sebze ve şeker kamışıdır. Martinik dışarıya yılda 404.2 milyon $ ürün satmaktadır. Aynı doğrultuda 2.307 milyar $'lık dış alım yapmaktadır. Dış borç tutarı 180 milyon $ olup para birimi Euro'dur.
İletişim.
Martinik'te 2001 yılına göre 172 bin telefon hattı kullanılmaktadır. Martinik'in internet kodu .mq, telefon kodu 596'dır. Adada 2 internet sağlayıcısı mevcuttur. Aynı doğrultuda 107 bin internet kullanıcısı mevcuttur. Adada, AM, FM ve kısa dalga radyo yayınlarının yanı sıra 11 televizyon kanalı mevcuttur.
Ulaşım.
Herhangi bir demiryolu ağına sahip olmayan Martinik'te 2,105 km uzunluğunda karayolu ağı bulunmaktadır. "Fort-de-France" ve "La Trinite" adında iki limanın yanı sıra iki de havalimanı bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21042",
"len_data": 3261,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.46
}
|
Şili (İspanyolca: ), resmî adıyla Şili Cumhuriyeti, Güney Amerika'da bir ülkedir. Doğuda And Dağları ile batıda Büyük Okyanus arasında ince uzun bir şerit şeklindedir. Yüzölçümü 756.096 km² ve nüfusu 2017 itibarıyla 17,5 milyondur. Başkenti ve en büyük şehri Santiago, resmî dili İspanyolcadır.
Şili kuzeyde Peru, kuzeydoğuda Bolivya, doğuda Arjantin ve güneyde Drake Boğazı ile sınırlandırılmıştır. Okyanusya'daki Juan Fernández, Isla Salas y Gómez, Desventuradas ve Paskalya adaları Şili'ye bağlıdır. Ayrıca Şili Antarktika Bölgesi adı altında Antarktika'nın 1,25 milyon km²'lik bölümünde hak iddia etmektedir.
İspanya 16. yüzyıl ortalarında İnka egemenliğini sonlandırarak bölgeyi ele geçirdi ve kolonileştirdi, ancak bugün ülkenin güney-orta bölümünde yaşayan Mapuçeleri köleleştirmeyi başaramadı. 1818'de İspanya'dan bağımsızlığını ilan eden Şili, 1830'larda görece istikrarlı otoriter bir cumhuriyete dönüştü. 1880'lerde Mapuçe direnişinin kırılması ve Pasifik Savaşı'nda (1879-83) Bolivya ve Peru'nun yenilmesi 19. yüzyılda toprak ve ekonomi bakımından büyük genişlemelere yol açtı. 1960'lı ve 70'li yıllarda Şili sert siyasî kutuplaşma ve kargaşa dönemine girdi. Gerilim demokratik yollarla iktidara gelen Salvador Allende'nin sol hükûmetinin 1973'te bir askerî darbeyle devrilmesiyle sonuçlandı ve ülke 16 yıl boyunca 3000'den fazla ölü veya kayıptan sorumlu olan Augusto Pinochet'nin sağ askerî diktatörlüğüyle yönetildi. Rejim 1988 yılında yapılan bir referandumun ardından 1990'da sona erdi ve merkez sol koalisyon 2010 yılına kadar iktidarda kaldı.
Şili, Dünya Bankası tarafından yüksek gelirli bir ülke olarak tanımlanmaktadır ve yaşam kalitesi üst düzeydedir. Güney Amerika'nın sosyoekonomik açıdan en istikrarlı ve müreffeh ülkelerinden biridir; rekabetçi ekonomi, kişi başına gelir, küreselleşme, barışçıllık, ekonomik özgürlük ve düşük yolsuzluk algısı sıralamalarında Latin Amerika ülkeleri arasında lider konumundadır. Ayrıca sürdürülebilir devlet ve demokratik gelişmişlik alanlarında bölgesinde üst sıralardadır. Kanada'nın ardından Amerika kıtasının en düşük cinayet oranlarına sahiptir. Şili Birleşmiş Milletler, Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu ve Pasifik İttifakı'nın kurucu üyesidir, 2010 yılında da OECD'ye katılmıştır.
Etimoloji.
Ülkenin İspanyolca ismi olan "Chile" kelimesinin kökeni tek ve kesin bir şekilde kanıtlanmamıştır. En yaygın açıklama, kelimenin Aymara dilinden türediğidir. Bu dilde "Chilli" kelimesi "dünyanın son bulduğu diyar" anlamına gelir. Bu durum, Aymara yerleşim bölgelerinden yola çıkıp Şili'ye gelen ilk İspanyol olgusuyla desteklenir. İspanyollar Güney Amerika'nın sömürgeleştirilmesinin başlangıcından itibaren Atacama Çölü'nün güneyindeki toprakları "Chile" adıyla nitelendirirler.
Başka ve bir teori ise, İnka dili quechua'yı ismin kökeni olarak gösterir. İnka Krallığı'nın azami genişliği bugünkü Santiago'ya ulaşır. İnkalar Río Aconcagua'nın güneyindeki toprakları, görece soğuk iklime ve karlarla kaplı Andlar'a dayanarak kar anlamına gelen "Tchili" diye adlandırırlar.
Coğrafya.
Yüzölçümü 756.945 km² olan Şili; her ne kadar Güney Amerika kıtasının kuzey-güney doğrultusunda Antarktika'ya kadar uzanan bir ülke olsa da, ortalama genişliği sadece 180 km'dir. Ülkenin en dar yeri (Antarktika'daki Şili toprakları sayılmazsa) 90 km iken en geniş yerinin uzunluğu 240 km kadardır. Avrupa ile kıyaslanacak olursa Danimarka'dan Sahra Çölü'ne uzanacak kadar bir mesafe kat edilir. Doğu-Batı mesafesi çok az olsa da bu iki uç arasında çok fazla rakım farkı oluşur. Ülke ayrıca kuzeyden güneye çok farklı iklim, bitki örtüsü ve coğrafi şekiller gösterir. Bu yüzden Şili, birçok kaynakta "tezatlar ülkesi" olarak anılır. Hakikaten de kuzeydeki çölü, Afrika'nın Sahara'sını, güneydeki kanalları Norveç kanallarını, Los Lagos'daki Osorno ve çevresi İsviçre Alplerini, Orta bölgeleri Akdeniz'i hatırlatmasıyla ayrıca Patagonya'daki buzullarıyla bu ismi hak eder.
Dağları.
Şili dağları, yeryüzünün en yüksek sıradağlar zincirini oluşturur. 6.000 m'nin üstünde birçok zirvesi vardır. Bunlardan biri olan Şili'nin en yüksek dağı (6.880 m) Ojos del Salado aynı zamanda dünyanın en yüksek volkanıdır. Aşağıda en ünlüleri listelenmiştir.
Nehirler ve göller.
Ülkenin özel coğrafi yapısı sebebiyle, uzun nehirleri yoktur. En uzun nehir olan Rio Loa'nın uzunluğu 443 km'dir. Ülkenin kuzeyinde Atacama Çölü'ndeki aşırı kuraklık, büyük su birikimlerinin oluşmasını engeller. Kuzeydeki az sayıda nehir And Dağları'ndaki karlardan beslenirler. Güneye indikçe artan yağışlar, beraberinde bu bölgelerdeki nehirlere daha fazla su hacmi getirir. Nehirler, Şili ekonomisinde, özellikle enerji sağlanmasında önemli rol oynar. Bununla birlikte somon balıkçılığı ve rafting gibi macera turizmi içinde fırsatlar sunar. Kuzeyden güneye önemli nehirleri aşağıda sıralanmıştır.
Gölleri arasında kuzeydeki tuz gölleri sayılabilir ki bunların en ünlüsü olarak Salar de Atacama'yı söyleyebiliriz. Bununla birlikte en kuzeyde, yeryüzünün en yüksek konumdaki göllerinden biri olan Lago Chungará gölü bulunur. Gölün alanı 21,5 km² olup, 4.500 m yükseklikte bulunur.
Bir grup büyük ve güzel göller Temuco şehrinin güneyinden başlayıp Puerto Montt'a kadar uzanır. Bunlar sırasıyla şöyledir.
Ayrıca güneyde 970 km² alanı ile Şili'nin en büyük gölü Lago General Carrera bulunur ki bu göl Arjantin'deki Lago Buenos Aires gölünün batı kanadını oluşturur.
Demografi.
Nüfusun en sık olarak bulunduğu yer, Santiago ve çevresidir. Toplam nüfusun neredeyse yarısı bu bölgede yaşar. Sadece şehirde 6.5 milyon insan yaşar ki bu ülkenin 1/3'üne tekabül eder. Kuzeyde ve güneyde tarımın yapılabildiği Andlar'ın arasında kalan ovalar yine yoğun yaşanan yerlerdir. Santiago'nun 100 km batısında liman şehri Valparaíso'da 1.5 milyon insan yaşar.
Ülkenin kuzey ve güney uç noktalarına gidildikçe, yerleşim yoğunluğu, elverişsiz yaşam koşulları sebebiyle seyrekleşir. Zira kuzey çölü ve güneyin soğuk, rüzgârlı iklimi buralarda yaşamayı zorlaştırır.
Nüfus.
2017 nüfus sayımına göre Şili'nin nüfusu 17.574.003 kişidir. Doğum oranının düşmesi nedeniyle nüfus artış hızı 1990'dan bu yana azalmaktadır.
Şili nüfusunun %95'inini Avrupalılar ve torunları ve genellikle Basklar oluşturur.. Ülkeye özellikle 19. yüzyılda Avrupa'dan İngiliz, İrlandalı, Alman göçmen gelmiş; sonraları ise Hırvatistan, Filistin, İtalya'dan göçmen almıştır. Yerliler, nüfusun sadece %3,2'sini temsil eder.
Şili istatistiklerine göre Şili'de 50.000 (0,30%) dolayında Müslüman bulunmaktadır. Birçok İslami kuruluşun bulunduğu Şili'de; Şili Müslüman Toplumu ve Es-Selâm Mescidi Santiago şehrinde, Bilal Camii Iquique şehrinde, Muhammed Kültür Merkezi VI Coquimbo şehrinde bulunmaktadır.
1856 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarından (Suriye, Filistin ve Lübnan) Şili'ye bir Arap göçü oldu. Bunlar arasında bulunan Müslümanlar (bu Arapların çoğu Ortodoks Hristiyan idi) Müslüman Toplumu Birliği'ni kurdular. 1907'de ülkedeki Müslüman sayısı 1498'e çıkmış, bu rakam %0,04 oranı ile ülke tarihinde en yüksek orana yükselmiştir. 1988 yılında Şeyh Tevfik Rumi öncülüğünde ilk camiyi Santiago'da inşa ettiler. Cami 1989 yılında tamamlandı. 1980 yılı sonlarına kadar birkaç yerli Şilili İslam'ı seçmişti. Bu cami tamamlandıktan sonra İslam'a geçenlerin sayısında artış oldu.
Bitki örtüsü ve hayvanlar.
Bitkiler.
Şili, kuzeyden güneye uzanan uzun bir ülke olması nedeniyle çok geniş ve değişik bir bitki örtüsüne sahiptir. Atacama Çölü'nde pratikte hiçbir şey yetişmez. Burada daha çok kaktüs çeşitlerinin yanı sıra, Andlar'a doğru ve sahil kesimlerinde bitkilere rastlanabilir. Bununla birlikte bazı yıllarda yağan yağışların ardından, çöl birkaç günlüğüne de olsa milyonlarca çiçek ile bezenir.
Çölün güneyi step ve bozkırdır ve Andlar'da "And yastığı" da denilen taş sertliğinde yareta ("Azorella yareta") yetişir. Kuru bölgelerde Boldo "(Peumus boldus)" denen bir çalı türü hakimdir. Kıyı bölgelerdeki sıradağlarda ve Andlar'da sisli ormanlar mevcuttur.
Şarap bağları, Rio Elqui nehir bölgesindedir. Nehir vadisinin dışında sadece dikenli çalı ve kaktüsler vardır.
Ülkenin orta bölgesinde "Jubaea" cinsi bir palmiye ağacı ve şili arokaryasına çokça rastlanır. Arokarya Mapuçeler için kutsal bir ağaçtır, zira belenmelerinde onun iri tohumlarından yararlanırlar. Ayrıca yine merkezi Şili'de okaliptus ağaçları ile kaplı alanlar görülebilir.
Güney Şili'de yağmur ormanları kategorisine giren büyük ormanlar mevcuttur. Bu ormanlarda ağırlıklı olarak servi, çam ve melez gibi ağaçlar bir arada bulunur. Ayrıca Antarktika yalancı kayını ("Nothofagus antarctica") ve kavak gibi ağaçlar da çok geniş alanlara yayılmışlardır.
Patagonya bölgesinde büyük otluk stepler ve tundralar hakimdir. Magellan ve Asyen bölgelerinde çok büyük alanlar buzullarla kaplı olduğundan buralarda çok fazla bitki örtüsüne rastlanmaz.
Hayvanlar.
Steplerle kaplı alanlarda devegiller familyasından lamalar, guanakolar, alpakalar ve vikunyalar çok yaygın bir şekilde yaşarlar. And Dağları'nda yaşayan buraya özgü geyikler ve kondorlar aşağı yukarı ülkenin bütün armalarında resmedilmişlerdir.
Dağlık steplerde pumalar, kemirgenler yaşarken ormanlar da tilki, kodkod, geyik ve kolibri gibi canlılara yaşam alanı sunar.
Humboldt pengueni, macellan pengueni, deniz aslanı, pelikan türü canlılar ise kuzey Şili'nin soğuk sularında ve güney Şili'nin buzluk alanlarında rastlanan hayvanlardır.
Yaklaşık Şili'nin tüm And dağları kısımlarında And kondoru ve büyük tuz göllerinde flamingolar yaygın olarak yaşarlar.
Güneyde, nandu, magellan tilkisi ve Ateş Toprakları'nda baykuş yörede görülen canlılardandır.
Tarihçe.
Kolomb öncesi ve koloni dönemi.
MÖ yaklaşık 13.000 yıllarında, bugünkü ülke sınırlarında insanların yaşadığı bilinmektedir. Kuzey Şili İspanyollar tarafından fethedilmeden kısa süre öncesine kadar İnka Krallığı'na aitti. 1520 yılında dünyanın çevresini dolaşmak için yelken açan Ferdinand Magellan, kendi adıyla anılan Magellan Boğazı'nı geçerken ülkenin güney ucunu keşfetmiş oldu. Daha sonra Şili'ye ulaşan ilk Avrupalılar altın aramak amacıyla 1535 yılında Peru'dan gelen "Diego de Almagro" ve mahiyetindekilerdi. Ancak bu kişiler yerel halk grupları tarafından geri püskürtüldü. Avrupalılar'ın ilk tam manasıyla yaptıkları yerleşim, 1541 yılında Pedro de Valdivia'nın 1541'de Santiago'yu kurması olmuştur. 1542'den itibaren de Şili, İspanyol Peru Valiliği'nın bir parçası hâline gelmiştir.
Şili'de İspanyollar çok az altın ve gümüş bulduğu ve ülkenin ücra konumu sebebiyle Şili İspanyol Krallığı için daha ziyade fazla önem verilmeyen bir koloni durumundaydı. Ayrıca Atacama Çölü, Peru'ya direkt ulaşıma engel teşkil ettiğinden, ülke çok daha sonra, diğer tarım ürünleri ve minerallerinin devreye girmesiyle, İspanyollar tarafından önemli bir tedarik bölgesi hâline gelmiştir.
Bağımsızlık savaşı ve cumhuriyet'in oluşumu.
Bağımsızlık talepleri ilk, 1808 yılında, İspanya Napolyon'un kardeşi Joseph tarafından yönetilirken başladı. 18 Eylül 1810 yılında başa geçen bir cunta İspanya Krallığı'na bağlı bir otonomi ilan etti. İspanyollar'ın Napolyon'a karşı yürüttüğü bağımsızlık savaşından sonra, sınırsız bir güçle tekrar Şili'yi almaya kalkıştı. Ancak İspanyollar "Chacabuco"'daki muharebede Şili ve Arjantinli birliklere yenildiler. 5 Nisan 1818'deki "Maipu" muharebesinden sonraysa İspanyol direnişi sona erdi. Muharebelerin başındaki komutan Jose de San Martin, Bernardo O'Higgins yararına başkanlıktan feragat edince O'Higgins ilk Şili Devlet yöneticisi oldu.
O'Higgins 1823 yılında düşürüldü ve Peru'ya sürgüne gitmek zorunda kaldı. Akabindeki yıllarda çeşitli devlet adamları başa geçti. 1830 yılında başa geçen Diego Portales ülkeyi diktatör tarzda yönetirken 1833 yılında çok sıkı bir anayasa hazırlattı. Bu merkezî anayasa ile 1833-1891 yılları arasında Şili uzunca süre istikrar kazandı. Zamanla ülke, Güney Amerika'nın ekonomik olarak en güçlü bölgesi hâline geldi. Yürüttüğü birçok savaşla, özellikle 1836-1839 Peru-Bolivya konfederasyon savaşını kazanmasıyla Şili gücünü pekiştirdi.
İspanya, Peru'daki eski kolonileri tekrar ele geçirmeye çalışınca, Şili İspanya'ya 1865 yılında savaş ilan etti. Papudo ve Chiloe adaları önünde deniz muharebeleri meydana geldi. Peru'da ortak düşmana karşı Şili'ye katıldı. Savaş pratikte 1866 yılında sona erdiyse de, İspanya ile problemler 1871 ve 1883 yıllarındaki antlaşmalarla çözüldü.
Sınır anlaşmazlıkları.
19. Yüzyılda İspanya dışından Avrupalılar da Şili'ye göç ettiler. Bugün bu kişileri etkileri ve izleri ülkenin güney bölgelerinde görülmektedir.
Şili, 1879 ile 1883 yılları arasında Peru ve Bolivya ile yapılan Güherçile Savaşı (ayrıca Pasifik Savaşı olarak da anılır) savaşta, o güne kadar bu ülkelerin elinde olan Atacama Çölü bölgesini fethetti. Böylelikle Bolivya, Büyük Okyanus kıyılarını kaybetmiş oldu. Bu bölgelerde daha sonra çok zengin bakır yatakları bulundu. Dünyanın en büyük bakır madeni Chuquicamata bu bölge sınırlarındadır.
1891 yılında Şili deniz kuvvetleri Başkan José Manuel Balmaceda'ya karşı ayaklandılar. Bir iç savaş bu yüzden patlak vermiş oldu. Bu savaşta 6000 insan öldü. Balmaceda muharebeyi kaybedince Eylül 1891'de intihar etti.
1893 yılında bu kez Arjantin'le sınır sorunları yaşanmaya başladı. 1902 yılında İngiltere Kralı VII. Edward bu probleme arabuluculuk ederek Patagonya ve Ateş Toprakları iki ülke arasında pay edildi. Bu şekilde Şili 54.000 km², Arjantin 40.000 km² pay aldı.
Yakın tarih ve Allende.
1969 yılında ülkede sol güçler "Unidad Popular"(UP) adlı bir seçim birliği oluşturdular. Bu birlik komünist ve sosyalist parti gibi partilerin yanında birkaç tane daha solcu, hümanist küçük partiden oluşuyordu. UP kendini sosyalist bir çizgiye oturtarak, endüstrinin devletleştirilmesi ve büyük arazi sahiplerinin arazilerinin istimlak edilmesi gibi vaatlerde bulundu. Bu birlik 1970 yılında Salvador Allende'yi başkanlık için aday gösterdi.
1970 seçimlerinde seçim birliği UP oyların %37'sini alarak seçimlerin en güçlüsü olarak çıktı ve Allende Devlet Başlanlığı'na seçildi. Muhafazakâr rakibi "Jorge Alessandri" oyların %35,3 ünü ve Hristiyan Demokrat "Radomiro Tomic" %28,1'ini aldı. Allende'nin azınlık hükûmeti ekonominin başlıca dallarını peş peşe devletleştirmeye başladı (Bankacılık, tarım, bakır madenleri, haberleşme). Böylece muhalefetle gitgide büyüyen çekişmeler oluştu. Ayrıca ABD'de de Allende'nin seçim zaferine karşı rahatsızlık oluşmuştu. Zira Şili'de marksist etkilere sahip halk cephesi, Küba'dan sonra ikinci Amerika devleti olarak yönetimdeydi. Bu endişe, 1954 yılındaki ABD başkanı Eisenhower'in domino teorisinden tetiklenmiş oluyordu. Bu teoriye göre yan yana dizilmiş domino taşlarından birincisinin devrilmesinin zincirleme bir şekilde diğerlerinin de devrilmesi gibi Şili'den sonra diğer Güney Amerika ülkeleri de teker teker komünizm altına girecekti. 1973 yılında UP oy sayısını daha da arttırmayı başardı.
Pinochet dönemi.
Yukarıda sıralanan gelişmelerin ardından, 11 Eylül 1973 tarihinde hükûmete karşı bir askeri darbe gerçekleşti. Yüzlerce Allende yanlısı bu günlerde öldürüldü, binlercesi tutuklandı. Tüm devlet birimleri askerî birlikler tarafından işgal edildi. Tüm yetkileri, cunta lideri olarak General Augusto Pinochet devraldı. Pinochet aynı zamanda donanma, hava birlikleri ve polis teşkilatının da en üst kademedeki yetkilisiydi.
Askerî birlikler kuzey Şili'nin en tenha çöl bölgelerinde ve Patagonya'nın yerleşimi seyrek yerlerinde toplama kampları oluşturdu. Birçok cunta muhalifi işkencede öldürüldü ya da uçaklardan denize atıldı. Binlerce Şilili insan hakları ihlalinden yurt dışına kaçtı ya da sürgüne gönderildi.
Pinochet'nin iktidarı ele geçirmesiyle, ABD tekrar yoğun olarak ekonomik bağlamda ülkeyi desteklemeye başladı. Yeni hükûmet daha önceki devletleştirmeleri, önemli bakır madeni Chuquicamata hariç olmak üzere geri aldı. Neoliberal bir ekonomi politikası izlerken, tüm sendikal hakları da geri aldı. Bu ekonomi politikalarıyla beraber zengin ile fakir arasında fark daha da belirginleşmeye başladı. Ama kamu ekonomisi, büyüme ile birlikte, Güney Amerika'daki alışılmış olandan daha fazla istikrar kazandı. Ekonomik istikrarın yanında insan hakları ihlalleri devam etmekteydi.
Aralık 1978'de Arjantin ile Şili arasında savaşa gidebilecek gerginlikler oluştu. Gerginliğin sebebi, Beagle Kanalı'ndaki, üzerinde yaşam olmayan Lennox, Picton ve Nueva gibi adalardı. Zira buralarda çok yüksek petrol rezervleri olduğu tahmin ediliyordu. Bu gerginlik Vatikan'ın araya girmesiyle 1985 yılındaki sınır antlaşması sonucu, dostça çözülürken bu 3 ada da Şili'ye bırakıldı. Bugün hala bu ülke ile tamamen çözülememiş ufak tefek sınır tartışmaları vardır.
Yeniden demokrasi.
1988 yılında yapılan referandumda %55 oy oranıyla Pinochet'in ülkeyi daha fazla yönetmemesi sonucuna varıldı. 1989 yılında 15 yıllık dikta rejiminden sonra ilk seçimler yapıldı. Hristiyan Demokrat Patricio Aylwin Başkanlığa seçildi. Aylwin mütevazı ekonomi reformlarının yanı sıra beraber yaşayabilmek için devlet ile halkı barıştırmaya başladı. 1993 yılında ilk defa bazı subaylar insan hakları ihlalinden mahkemeye çıktılar. Çok sayıda sürgün ülkeye döndü.
1994-2000 yılları arasında ülkeyi Hristiyan demokrat Eduardo Frei Ruiz-Tagle yönetti.
Pinochet 1998 yılında İngiltere'de tutuklandı ve daha sonra dışarı çıkma yasağı kondu. 2000 yılında sağlık sorunları yüzünden serbest bırakıldı.
2000 yılında Sosyalist Ricardo Lagos Başkan seçildi. 2006 yılında ise ülke tarihinin ilk kadın başkanı Michelle Bachelet bu makama geldi. 11 Mart 2018'de Sebastián Piñera, ikinci kez Şili Devlet Başkanı oldu. 11 Mart 2011'den 11 Mart 2014'e kadar Şili'nin başbakanı olarak ilk görevini tamamladı.
Ekonomi.
Salvador Allende'nin sosyalist halk ekonomisinin aksine Pinochet, neoliberal pazar ekonomisine yönelmiştir. Kamu kuruluşlarının büyük bölümü hem Pinochet zamanında hem de daha sonraki yönetimlerde özelleştirilmiştir. Ancak Allende zamanında devletleştirilen, Pinochet'nin militer kontrolü altında tutulan bakır üretimi bugün hala devlet elindedir. Pinochet'den sonra orta sol iktidarlar, sosyal hakları tesis etmek için gayret etmiş olsa da, Şili hala daha bugün sosyal eşitsizliğin çok fazla olduğu ülkelerden biridir.
Ülkenin en büyük sektörlerinin başında %57 ile hizmet sektörü gelir. Bunu %34 ile sanayi, %9 ile de tarım izler. Şili Latin Amerika'nın en büyük hammadde üreticilerindendir. Dünyanın en büyük bakır rezervlerine sahiptir ki bu, dünya üretiminin %40'ına tekabül eder. Çeşitli değerli metaller ve Şili güherçilesi 19. yüzyıl boyunca ülkeyi zengin kılmıştır. Bugün dünyanın Pascua-Lama projesi ile planlanan en büyük altın madeninin, beraberinde çok büyük çevre sorunlarını da getirmesinden endişe ediliyor.
Bunların yanında balıkçılık ve tarım da ülke ekonomisinde önemli rol oynar. Ülke alanının %7'si tarım alanı olarak kullanılır. Bu alanlar daha çok ülkenin merkezi kısımlarında yoğunlaşmıştır. Kuzeydeki çölde tarım sadece vahalarda yapılır. Hayvancılık ise ağırlıkla orta Şili ve güney Şili'nin kuzey kısımlarında yapılır.
Şarapçılık da ülke ekonomisine önemli katkılar yapar.
Kültür.
Şehirlerde ve ülkenin kültürleri arasında büyük farklılıklar vardır. Ülkede folklor, ulusal dans Cueca gibi geleneksel danslarda önemli rol oynar. Halk kültürü oldukça İspanyol ve Araukan 'dır. "Payadores" şarkıları çoğunlukla aşk ve hayaller üzerine olan halk şarkılarıdır. Pinochet diktatörlüğü sırasında siyasi şarkılar yasaklandı. Ülkedeki el sanatlarında kızılderili etkileri belirgindir. Her şeyden önce dokuma ve çanak çömlek işlerinin yanı sıra oymalar üretilir. Huasolar bir tür Şilili kovboy veya gaucho kırsal kesimde önemli rol oynarlar. Neredeyse tüm folklor festivallerinde ve özellikle Şili Rodeosu'ndadırlar. Kent kültürü kozmopolittir.
2008'de yapılan temsili bir ankette Şilililerin neredeyse yüzde 50'si hiç okumadıklarını ya da neredeyse hiç okumadıklarını söyledi. Şili'de kitaplar çok pahalıdır çünkü baskı sayısı çok azdır. Kitap pazarı askeri diktatörlük altındaki kültürel felçten sonra ancak yavaş bir şekilde iyileşti.
Mutfak spesiyaliteleri ve yeme alışkanlıkları.
Şili mutfağı sanıldığı gibi kesinlikle İspanyol mutfağının bir dalı değildir. Aksine birçok durumda Alman göçmenlerinde çok sayıda etkisi vardır. Örneğin "Kuchen" ("kuchen " Almancada olduğu gibi telaffuz edilir) veya „Apfelstrudel“ ("estrudel") gibi Almanca terimler de Şili şekerleme sözlüğünde bulunur.
Berliner (çoğunlukla puding dolgulu) " Berlines " adıyla yaygındır.
Christstollen Noel kurabiyeleri olarak ("pan de pascua " adıyla) da bilinir ve Güney Amerika'da Şili'ye özgü bir spesiyalitedir ve domuz kafası ("queso de cabeza") Tatar ("tártaro de carne") veya bouillabaisse benzeri Şili balık çorbası "Paila marina" da aynı şekilde Şili'ye özgüdür. Tipik Şili Lahana turşusu (Fransız Choucroute 'dan türetilen "Chucrú" olarak adlandırılır), kuark benzeri krem peynir tercihi ve güneydeki çok güçlü olan bira geleneği de Orta Avrupa etkilerine kadar izlenebilir. Çoğu biralar Alman yetiştirme alanlarından ithal edilen Reinheitsgebot ve şerbetçiotundan yapılır.
Orta ve kuzey Şili'deki güneşli koşullar ve volkanik topraklar nedeniyle ülke, Şili pazarlarında çok çeşitli olarak sunulan Tarla bitkileri ve meyve çeşitlerinin yetiştirilmesi için çok uygundur.Patates 'in menşe ülkelerinden biri olan Şili'de, birçok farklı türde sofralık patates de vardır. Pazarı haftada en az bir kez ziyaret etmek ve mutfakta taze sebzeler ve diğer malzemeleri kullanmak çoğunlukla varlıklı hanelerde bulunan Şilili ev hanımları ve mutfak kahyalarının çoğunluğu için hala önemli bir rol oynar.
Çok çeşitli balık ve deniz ürünlerinin yanı sıra tavuk da Şili'de çok popülerdir. "Asado" denen ızgara et tıpkı komşu Arjantin'de olduğu gibi sosyal ortamlarda geleneksel yemeklerden biridir. Sığır eti ve domuz etine ek olarak, ağırlıklı olarak baharatlı kırmızı biber sosisleri ("longanizas") kullanılır. Et hassasiyetini artırmak için ızgara yapmadan önce genellikle birkaç saat biraya batırılır.
Ulusal yemekler arasında fırında pişirilebilen veya kızartma yağında kızartılabilen farklı dolgularla (örneğin sığır eti, tavuk, deniz ürünleri veya peynirle) doldurulmuş bir köfte olan Şili empanada yer alır. "Cazuela" tavuk veya sığır eti, mısır koçanda ("Choclos") kabak ve diğer sebzelerle yapılan doyurucu bir güveç yemeğidir. "Humitas" mısır yapraklarında pişirilen veya ızgara yapılan ve tatlı veya tuzlu olarak yenen mısır lapasını ifade eder. "Pebre" acı kırmızı biber ("Ají") ince doğranmış soğan ve otlardan yapılan, öncelikle etle birlikte servis edilen ancak diğer yemekler için de çeşni olarak servis edilen yağlı bir limon sosudur. "Cochayuyo" adlı ("Durvillaea antarctica" türünden kahverengi algler ile ilgili) kurutulmuş yosunla hazırlanan garnitürler de popülerdir. Nispeten tatsız algler küçük parçalara bölünür ve soğan, çeşitli baharatlar ve otlar ve muhtemelen baklagiller veya diğer sebzelerle karıştırılarak pişirilir. Ayrıca tipik olarak ısıtılmış ve sonra öğütülmüş buğday'dan elde edilen ve su ve şeker muhtemelen kavun suyu veya şarap ile yapışkan bir karışım halinde işlenebilen „kavrulmuş un“ ("harina tostada") da tipiktir. " ulpo " ferahlatıcı bir içecek olarak tüketilir.
1950'lerde ortaya çıkan Klasik Şili fast food türü "Completo" bol miktarda avokado mus ("Palta") ve lahana turşusu veya Lahana salatası ("Chucrú") ve Acı ezmesi ("salsa de ají chileno") ve hafif tatlı Şili hardalı ile yenir. Ayrıca tipik olarak Şili sandviçleri ("sánguches"), genellikle kavrulmuş et veya diğer malzemelerle zengin bir şekilde doldurulmuş ve yiyecek tezgahlarından, atıştırmalık barlarından veya şehirlerin hemen hemen her yerindeki restoranlardan alınabilen sandviçlerdir.
Önemli sanatçılar.
Modern Şili kültüründe, birçok önemli şahsiyet iz bırakmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Isabel Allende (d. 1942), en ünlü çağdaş Şili yazarı. "Ruhlar evi" (filme de alınmış), "Fortuna'nın kızları", "Sonsuz plan" gibi dünya çapında yayımlanmış romanları mevcuttur. Ayrıca kendi eski başkan Salvador Allende'nin de yeğenidir.
Roberto Bolano (1953-2003), sürrealist şiir yayımcısı. 1973'teki askerî darbeden sonra sürgüne çıkmıştır. Birçok edebiyat ödülü sahibidir. Barselona'da ölmüştür.
Víctor Jara (1932-1973), politik şarkıcı. "Nueva canción" ("yeni şarkı") akımının ve tüm Güney Amerika'daki devrimci sanatçı hareketinin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Salvador Allende'yi desteklemiş, askerî darbe sırasında işkence görerek öldürülmüştür.
Pablo Neruda (1904-1973), dünyaca ünlü şair, yazar ve 1971 Nobel ödül sahibi. Çok sayıda sosyal ve politik şiir yayınlamış ve Salvador Allende döneminde Fransa Büyükelçiliği görevinde bulunmuştur. Askerî darbeden kısa süre sonra kanserden ölmüştür.
Tom Araya (d. 1961), dünyaca ünlü thrash metal grubu Slayer'ın kurulduğu 1981 yılından beri vokalistliğini ve bas gitaristliğini yapmaktadır.
Gabriela Mistral (1889-1957), şair ve 1945 Nobel edebiyat ödülü sahibi. Sevgilisi "Romelio Ureta" intihar ettikten sonra şiirlerinde aşk, ölüm ve umut temalarını işlemiştir. Daha sonra Şili için diplomatik alanda çalışmıştır.
Inti Illimani, Quilapayún, Illapu gibi müzik grupları "Nueva Canción Chilena" (Şili yeni şarkısı) akımını dünyaca ünlü hale getirmişlerdir. Bu gruplar askerî darbe yüzünden yıllarca yurt dışında mülteci olarak bulunmuşlardır.
Violeta Parra (1917-1967) "Nueva Canción Chilena" akımının kurucusudur. Şarkıcı fakirlik içinde büyümüş ve çok erken yaşlarda kendi folk müziklerini bestelemiş, 1950'li yıllarda geleneksel şarkıları toplamış ve derlemiştir. Kendi eserleri, güçlü politik karaktere sahiptir. Müziğin yanında şiir yazmış, resim ve heykel yapmıştır. Birçok Şilili ve uluslararası sanatçı şarkılarını seslendirmiştir. En tanıdık şarkısı Gracias a la vida 'dır.
Antonio Skármeta (1940), yazar ve Salvador Allende taraftarı. 1973 darbesinden sonra ülkeyi terk etmiştir. Diktatörle ilgili çok sayıda roman ve hikâye yazmıştır. 2000 ile 2003 yılları arasında, daha önce sürgünde bulunduğu Berlin'de konsolosluk görevinde bulunmuştur.
Roberto Matta (1911-2002), 20. yüzyılın büyük sürrealist ressamı. Aynı zamanda Salvador Dalí ve Federico Garcia Lorca'nın arkadaşıdır.
Biyosfer koruma alanları.
UNESCO Ülkede 8 bölgeyi doğal biyosfer rezervi ilan etmiştir. Bunlar:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21056",
"len_data": 26135,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.64
}
|
Yeşilyurt, Muğla ilinin Menteşe ilçesine bağlı bir mahalledir.
Tarihçe.
Yerleşimin adı, MÖ 100 yılına ait Barrington Atlas'ta ve Bizanslı Stephanos'un MS 550 yılına ait Ethnica atlasında Pisyê ya da Pityê, 1928 yılına ait Türkçe kayıtlarda ise Pisi olarak geçmektedir. Yerleşim Pisi adında bir köy iken, 3 Temmuz 1950'de belediye statüsü alarak beldeye dönüştü.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21057",
"len_data": 361,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.36
}
|
Koza, tam metamorfoz geçiren böcek grubunun krizalit hâlidir. Büyümesini tamamlayan tırtıl, yetişkin forma geçiş süresinde ağdan bir koruma tabakası oluşturur ve vücut gelişimleri bu tabakanın içinde tamamlanır. Tırtılın girdiği bu aşama başkalaşım sürecinin başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için oldukça kritik bir dönemdir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21059",
"len_data": 327,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.72
}
|
Rachel Louise Carson (27 Mayıs 1907, Springdale, Pensilvanya - 14 Nisan 1964), yayımladığı Sessiz Bahar isimli kitabı ile dünyada çevresel hareketi başlatan Amerikalı ve DDT adlı bir böcek ilacının zararlı olduğunu kanıtlayan çevre dostu bir bilim insanı.
Carson, kariyerine ABD Balıkçılık Bürosunda bir biyolog olarak başlamış ve 1950'lerde tam zamanlı bir doğa yazarı haline gelmiştir. 1951 yılındaki en çok satanlar listesinde yer alabilen The Sea Around, kendisine bir ABD Ulusal Kitap Ödülü, yetenekli bir yazar olarak tanınma fırsatı ve finansal güvenlik kazandı. Bir sonraki "The Edge of the Sea" adlı kitabı ve Under the Sea Wind adlı ilk kitabının tekrar yayımlanan versiyonu da çok satanlar listesine girdi. Bu deniz üçlemesi, kıyılardan derinliklere kadar tüm okyanus yaşamını anlatıyordu.
Carson, 1950'lerin sonlarında dikkatini, özellikle sentetik pestisitlerin neden olduğuna inandığı bazı problemlere karşı korumaya yöneltti. Bunun sonucunda Silent Spring çevresel endişeleri Amerikan halkının benzeri görülmemiş bir paya getiren adlı kitap oldu. Silent Spring, kimyasal şirketlerin şiddetli muhalefetle karşı karşıya kalmasına rağmen, ulusal pestisit politikasında tersine bir yol açtı ve bu da ulusal çapta DDT ve diğer zirai mücadele yasaklanmasına yol açtı. Carson'a ölümünden sonra Özgürlük Başkanın Madalyası ile Jimmy Carter tarafından ödüllendirildi.
Rachel, DDT adı verilen maddeyi ölen kuşların yumurtasına bakarak keşfetmiştir. Birçok deney sonucu yumurtanın kabuğunda DDT olduğunu anlamıştır. Böylece halkımızda çevre bilincini oluşturmuş ve dünyamızı zehirleyen bu tür kimyasal maddelerin kullanımına yasal olarak sınırlılık getirmiştir. Bu konuda ilerlemeler sürse de ne yazık ki henüz kesin bir başarı elde edilememiştir. 14 Nisan 1964 tarihinde hayatına veda etmiştir.
Carson, yayımladığı sessiz bahar isimli kitabı ile dünyada çevresel hareketi başlatmıştır.
1917 ABD'nin Pensilvanya eyaletinde bir kasaba. Küçük Rachel babasıyla göl kenarında gezerken ilginç bir doğa olayına tanık olur. Kartalın tavşanı uçurduğunu zannederken babası ona kartalın tavşanı avladığını yemek için yuvasına götürdüğünü anlatır. Evlerine dönerken babası bunun gayet normal olduğunu söyler ve bir deyimle açıklar: Büyük Balık Küçük Balığı Yutar.
Rachel Carson doğada gördüğü her şeyi defterine yazar böylece hem unutmaz hem de ertesi gün arkadaşlarıyla paylaşabilir. Rachel üniversitede ZOOLOJİ bölümünü seçer. Aldığı eğitimle doğayı ve canlıları korumaya ve incelemeye koyulur. O yıllarda tarımda kullanılan böcek öldürücü ilaçlar üretilmiştir. Ve bu kimyasallar tarım yapan çiftçilerin eline geçer. Bu kimyasallar sadece böcekleri değil böceklerle beslenen yabani hayvanlarıda öldürür. Tarlaların verimiyle dünyanın her yerindeki yabani hayvanların ölümü artar.
ABD'de yaşayan Amerikan kartallarının sayısının azalması da dikkatini çeker. Rachel doğanın dengesinin bilinmeyen bir sebeple bozulduğunun farkındadır. Dengeyi bozan etkenleri bulmak için gece-gündüz çalışır. Ulaştığı ip uçları ise ona kimyasal böcek öldürücüleri gösterir.
Yıllarca süren araştırmalarının sonucunda doğayı kimyasal böcek öldürücülerin bozduğunu anlar. Halkı bu konuda bilinçlendirmek için gazetelere yazılar yazar. Oysa bu yazılar insanların dikkatini çekmez. Aynı zamanda Carson'un düşünceleri bu işten para kazananların işine gelmez. Rachel Carson savaşından vazgeçmez ve doğanın korunmasını, kimyasal böcek öldürücülerin (DDT) kullanılmamasını dikkat çeken yazılarını kitaplaştırır. SESSİZ BAHAR adlı kitabı kısa sürede etkisini gösterir. Carson'un yazdığı kitap ve yaptığı araştırmaları insanoğlunun doğaya verdiği zararı kanıtlar. (E.D. Kocaman)
Dünyayı kurtarmaya çalışan 100 çevreci İngiltere hükûmetine bağlı çevre örgütü, bir grup uzmanla birlikte yaptığı çalışma sonucunda, dünyayı kurtarmak için en çok gayreti sarf eden 100 kişi veya kuruluşun isimlerini belirledi.
Bilim insanları, yazarlar, kampanya organizatörleri ve ekonomistlerin ağırlıkla yer aldığı, "gelmiş geçmiş en çok çaba harcayan 100 çevreci" listesinin ilk sırasında, 1962'de yazdığı "sessiz bahar" adlı kitapla, birçok kişi tarafından modern çevrecilik hareketini başlattığına inanılan Amerikalı bilim insanı Rachel Carson gösterildi. Carson, halen popüler olan kitabında, tarım ilaçlarının öldürücü etkisine dikkati çekmiş ve birçok kişinin çevrecilik konusunda bilinçlenmesine yardım etmişti.
Listenin ikinci sırasında ise Almanya doğumlu ekonomist E.F. Schumacher yer aldı
Üçüncü sırada güçlendirilebilir kalkınma komisyonu başkanı Jonathan Porritt, dördüncü sırada İngilizlerin dünyaca ünlü doğa belgeseli yapımcısı Sir David Attenborough, beşinci sırada ise "Küresel Isınmayı durdurmanın tek yolu Nükleer Enerji" sözünün ve gaia teorisinin sahibi İngiliz biyolog James Lovelock yer aldı.
Rachel Carson uzun bir süre mücadele ettiği göğüs kanseri sonucu 1964'te öldü.
Yaşamı ve çalışmaları.
Hayatın ilk yılları ve eğitimi.
Rachel Carson, 27 Mayıs 1907'de, Pennsylvania'nın Springdale yakınlarındaki bir aile çiftliğinde Pittsburgh'tan Allegheny Nehri'nin üzerinde doğdu. Maria Frazierve bir sigorta satıcısı Robert Warden Carson'ın kızıydı. Çocukken ailesinin 65 dönümlük çiftlik çevresinde çok fazla zaman harcadı.
Hırslı bir okuyucu olmasıyla birlikte sekiz yaşında hikâyeler (genellikle hayvanlarla ilgili) yazmaya başladı ve ilk öyküsünü on yaşında yayınladı. Doğal dünya, özellikle de okyanus, edebiyat en sevdiği noktalardı. Carson, onuncu sınıfa kadar Springdale küçük okuluna devam eder ve ardından Pennsylvania yakınlarındaki Parnassus'ta liseyi tamamlar ve 1925 yılında kırk beş öğrencili sınıfının birincisi olarak mezun olur. Liselerde olduğu gibi Pennsylvania College for Women'da (bugün Chatham Üniversitesi olarak da bilinir) Carson biraz yalnızdı. İlk başta İngilizce okudu, ancak Ocak 1928'de biyoloji bölümüne geçti ve aynı zamanda okuldaki öğrenci gazetesine ve edebi ekine katkıda bulundu. 1928'de Johns Hopkins Üniversitesinde mezun olmayı kabul etse de maddi zorluklar nedeniyle Pennsylvania Women for Women'da kalmaya zorlandı; 1929'da magna cum laude'yi bitirdi. Deniz Biyolojisi Laboratuvarı'ndaki yaz kursundan sonra Johns Hopkins'de hayvanat bahçesi ve genetik alanındaki çalışmalarını 1929 sonbaharına kadar sürdürdü.
Lisans eğitimini tamamladıktan sonra Carson, yarı zamanlı bir öğrenci oldu. Raymond Pearl'un laboratuvarında, sıçanlar üzerine çalıştı ve Drosophila ile birlikte eğitim için para kazanmak için asistanlık yaptı. Çukur otlak ve sincaplarla yanlış başlangıç yaptıktan sonra, balıktaki pronefrozların embriyonik gelişimi üzerine bir tez projesi tamamladı. Haziran 1932'de zoolojide yüksek lisans yaptı. Doktora programına devam etmeyi planlıyordu, ancak 1934'te Carson, ailesi için tam zamanlı bir öğretim pozisyonu aramak zorunda kaldı ve Johns Hopkins'ten ayrılmak zorunda kaldı. 1935'te mali durumlarını kötüleştirerek babası aniden öldü ve yaşlanan annesini Carson'a bıraktı. Lisans biyoloji danışmanı Mary Scott Skinker'in çağrış da bulundu ve ABD Balıkçılık Bürosu'yla geçici bir yere yerleşti. Waters Under Romance başlıklı bir dizi haftalık eğitim yayınlarının radyo kopyasını yazdı. Elli iki yedi dakikalık program dizisi, su yaşamı üzerine yoğunlaştı ve balık biyolojisi ve büro çalışmalarında halkın ilgisini çekmeyi amaçladı. Carson, serinin araştırmasına, yerel gazetelere ve dergilere dayanan Chesapeake Körfezi'ndeki deniz yaşamı üzerine makaleler yayınlamaya başladı .Carson'un şefi, radyo dizisinin başarısından memnun olduğu için ona balıkçılık bürosu hakkında genel bir broşürün giriş bölümünü yazmasını istedi. Aynı zamanda ilk tam-zamanlı pozisyona getirilmesi için çalıştı. Sivil hizmet sınavına katılan diğer tüm başvuru sahiplerinin arasında ve 1936'da Su Ürünleri Bürosu tarafından tam zamanlı mesleki pozisyon için ikinci bir sucul biyolog olarak işe alınan ikinci kadın oldu.
İlk meslek yılları ve yayınları.
ABD Balıkçılık Bürosunda Carson'un temel sorumlulukları balık popülasyonları ile ilgili alan verilerini analiz etmek ve raporlamak ve halk için broşürler yazmaktı. Araştırmalarını ve deniz biyologları ile istişarelerini başlangıç noktaları olarak kullanarak, Baltimore Sun'a ve diğer gazetelere sürekli makaleler yazdı. Bununla birlikte, Ocak 1937'de ablası öldüğünde ailesinin sorumlulukları daha da arttı.
Atlantik Mountly, Temmuz 1937'de ilk su ürünleri bürosu broşürü için yazdığı, Waters Dünyası adlı bir makalesinin gözden geçirilmiş bir versiyonunu kabul etti. Müdürü bu amaç için çok iyi olduğunu düşünüyordu. Denizaltı olarak yayınlanan deneme, okyanus tabanı boyunca bir yolculuğun canlı bir anlatımıydı. Carson'un yazarlık kariyerinde büyük bir dönüm noktası oldu. Yayınevi Simon & Schuster, Undersea'dan etkilendi ve Carson'la temasa geçti daha sonra bir kitap haline getirilmesini önerdi. Yıllarca yazılmış olan Under The Sea Rüzgarı (1941), mükemmel değerlendirmeleri almış, ancak kötü bir şekilde satmıştı. Bu esnada, Carson'un makale yazarlığı başarısı devam etti - özellikleri Sun Magazine, Nature ve Collier'ında. 1945'in ortalarında Carson, yalnızca güvenlik ve ekolojik etkiler için testlere başlamış olan devrim niteliğindeki yeni bir böcek ilacı olan (Hiroşima ve Nagasaki'nin atom bombaları sonrasında "böcek bombası" olarak anılmaktadır) DDT konusuyla karşılaştı. DDT, o sırada Carson'un birçok yazdıklarından biriydi ve editörler konuyu çekici buluyorlardı; DDT'de 1962 yılına kadar hiçbir şey yayınlamadı.
Carson, Balıkçılık ve Yaban Hayatı Hizmetinde yükseldi, 1945 yılına gelindiğinde, küçük bir yazı yazarını denetledi ve 1949'da yayınların baş editörü oldu. Yazı işleri ve alan çalışması, özgürlük için artan fırsatlar sunmasına rağmen giderek sıkıcı idari sorumlulukları da beraberinde getirdi. 1948 yılına gelindiğinde, Carson ikinci bir kitap için çalışmalar yapıyordu ve tam zamanlı yazmaya geçiş yapmak için bilinçli bir karar vermişti.
Oxford University Press, Carson'un okyanus yaşam öyküsü önerisine ilgi duyduğunu belirtti ve 1950 yılının başlarında onu çevreleyen Deniz Yazısı metninin tamamlanmasını hızlandırdı.
Bölümler Science Digest'de ve Yale İncelemesinde -en sonradan bir Adanın Doğuşu- adlı kitabında ortaya çıktı ve Biliminin Geliştirilmesi için Amerikan Birliği George Westinghouse Bilim Yazma Ödülü'nü kazandı. Dokuz bölüm, The New Yorker'da Haziran 1951'den başlayarak serileştirildi ve kitap 2 Temmuz 1951'de Oxford University Press tarafından yayınlandı. Çevremizdeki Deniz, 86 hafta boyunca New York Times'ın En Çok Satanlar Listesi'nde kaldı ve Reader's Digest tarafından kısaltıldı. 1952'de Nonfiction ve Burroughs Madalyası ile 1952 Ulusal Kitap Ödülü kazandı ve Carson'un iki fahri doktorasını kazandı. Ayrıca bir belgesel filmi lisansladı. Denizin başarısı, Denizin Altındaki Rüzgâr'ın yeniden yayınlanmasına yol açtı ve bu da en çok satan oldu. Başarı ile finansal güvenlik geldi ve 1952'de Carson tam zamanlı yazmaya konsantre olmak için görevinden vazgeçti.
Carson konuşma nişanları, fan postası ve Çevremizdeki Deniz'le ilgili diğer yazışmalardan ve ayrıca inceleme hakkını sağladığı belgesel senaryo üzerine çalışmalarla boğulmuştu.
Dorothy Freeman'la ilişkisi.
Carson, 1953 yazında Maine'nin Southport Adası'ndaki Dorothy Freeman'la tanıştı. Freeman ünlü yazarın komşusu olmak olduğunu duyunca, Carson'a onu bölgeye davet ettiğini yazmıştı. Carson'un hayatının sonuna kadar dayanacak olan son derece yakın bir dostluğun başlangıcıydı.İlişkileri esas olarak mektuplarla ilerledi ve yaz boyunca Maine'de birlikte görüştüler. 12 yıl boyunca 900 mektuplaşma oldu. Bunların birçoğu Beacon Press tarafından 1995 yılında yayınlanan Always, Rachel adlı kitapta yayınlandı.
Deniz Kenarı ve koruma çalışmalarına geçiş.
1953'ün başında Carson, Atlantik kıyısının ekolojisi ve organizmaları üzerine saha çalışmaları başlattı. 1955'te deniz üçlemesinin üçüncü cildini tamamladı; Deniz Kenarı, kıyı ekosistemlerinde (özellikle Doğu Deniz Kenarı boyunca) hayata odaklanıyor. New Yorker'da, 26 Ekim'de Houghton Mifflin'in (yine yeni bir yayıncı) yayınladığı kitaptaki kısa bir süre içinde takdir gördü.
Bu arada, Carson'un açık ve şiirsel eser hakkındaki şöhreti iyi kuruldu; Deniz Kenarı, Etrafımızdaki Deniz'e kıyasla oldukça hevesli olmasa da son derece olumlu eleştiriler aldı.
1955 ve 1956 yılları arasında Carson, Omnibus bölümü için "Something About the Sky" senaryosu da dahil olmak üzere bir dizi projede çalıştı ve popüler dergiler için makaleler yazdı. Bir sonraki kitap için planı evrimi ele almaktı, ancak Julian Huxley'nin Evrim'in Harekete Geçmesi ve bu konuyla ilgili net ve çekici bir yaklaşım bulmakta yaşadığı zorluk onu projeden vazgeçti. Daha sonra geçici olarak Dünyayı Anmak başlıklı bir çevre temalı kitap projesini kabul etti ve Doğa Koruma gibi diğer koruma gruplarıyla birleşti.
1957 yılının sonlarına gelindiğinde, Carson yaygın pestisit spreylemesi için federal önerileri yakından takip ediyordu. Carson hayatının geri kalanı ana profesyonel odak noktası böcek ilacının aşırı kullanımının tehlikeleri olacaktır.
Silent Spring.
Carson'un en tanınmış kitabı Houghton Mifflin tarafından 27 Eylül 1962 tarihinde yayınlandı. Kitap pestisitlerin çevre üzerindeki zararlı etkilerini tanımladı ve çevre hareketinin başlatılmasına yardımcı olmakla konusunda geniş bir yelpazede yer aldı. Carson, DDT ile ilgili endişeleri artıran tek kişi değildi [32], ancak bilimsel bilgi ve şiir yazarlığının bileşimi geniş bir kitleye ulaşmasına yardımcı oldu ve DDT kullanımına muhalefetin odaklanmasına da yardımcı oldu. 1994'te Silent Spring'in bir baskısı, Başkan Yardımcısı Al Gore tarafından yazılan bir tanıtım ile yayınlandı. 2012'de Silent Spring, modern çevre hareketinin gelişimindeki rolünden dolayı Amerikan Kimya Topluluğu tarafından Ulusal Tarihi Kimyasal Yer işareti olarak seçildi.
Araştırma ve yazma.
Carson, 1940'ların ortalarında başlamak üzere birçoğu II. Dünya Savaşı'ndan bu yana bilimsel askeri kaynak yoluyla geliştirilen sentetik pestisitlerin kullanılmasından endişe duyuyordu.
ABD federal hükûmetinin 1957 yılında gübrenin yok edilmesi programıydı ancak bu Carson'un araştırmalarını bir sonraki kitap olan pestisit ve çevresel zehirlere ayırmasına yol açtı.Gübre programı, özel arazinin püskürtülmesi de dahil olmak üzere, DDT ve diğer zirai mücadele ilaçlarını (fuel oil ile karıştırılarak havaya püskürtülmesi) içeriyordu. Long Island'daki arazi sahipleri püskürtme işleminin durdurulması için bir dava açtı ve etkilenen bölgelerden birçoğu olayı yakından takip etti. Yargıtay, dava kaybolmasına rağmen, dilekçelere gelecekte potansiyel çevresel hasarlara karşı ihtiyati tedbir kararı verme hakkı tanıdı; bu daha sonraki başarılı çevresel eylemler için temel oluşturdu.
Audubon Naturalist Society de bu tür püskürtme programlarına aktif olarak karşı çıktı ve Carson'u hükûmetin sprey uygulamalarını ve ilgili araştırmaları kamuoyuna açıklamak için görevlendirdi. Carson, DDT'ye atfedilen çevresel hasar örnekleri toplayarak Silent Spring haline gelecek dört yıllık projeye başladı. Ayrıca başkalarının; denemeci E. B. White ve bir dizi gazeteci ve bilim adamı davaya katılmaya teşvik etmeye çalıştı. 1958 yılına gelindiğinde Carson, Newsweek'in bilim gazetesi yazarı Edwin Diamond ile ortak yazmayı planlayan bir kitap anlaşması düzenlemişti.
Araştırması ilerledikçe Carson, pestisitlerin fizyolojik ve çevresel etkilerini belgeleyen oldukça büyük bir bilim adamı topluluğu buldu. Ayrıca, kişisel bilgi birikimine sahip birçok hükûmet bilimcisi ile kişisel bağlantılarından yararlandı. Bilimsel literatürü okumanın ve bilim adamlarıyla röportaj yapmanın sonucunda Carson iki bilimsel kamp buldu: pestisitin püskürtme olasılığına ilişkin tehlikeyi reddedenler ve zarar olasılığına açık olanlar yani biyolojik zararlı kontrolü gibi alternatif yöntemleri düşünmeye istekli olanlar.
1959 yılına gelindiğinde, USDA'nın Tarımsal Araştırma Servisi Carson ve diğerlerinin eleştirilerine bir kamu hizmeti filmi olan Fire Ants deneme ile yanıt verdi; Carson pestisitlerin insanlara ve vahşi yaşamı tehdit eden tehlikeleri görmezden gelen "çılgınca propaganda" olarak nitelendirdi.
O ilkbaharda Carson, kuş popülasyonlarındaki son düşüşe atıf yapan The Washington Post gazetesinde yayınlanan bir mektup yazdı: "Kuşların Susturulması". Konusu böcek ilacı aşırı kullanımıydı.
Aynı zamanda "Büyük Kızılcık Skandalı"nın yılıydı: 1957, 1958 ve 1959 ABD kızılağaçlarının yüksek düzeyde herbisit aminotriazol (laboratuvar sıçanlarında kansere neden olan) içerdiği ve tüm kızılcık ürünlerinin satışının durdurdu. Carson, pestisit düzenlemelerini revize etme üzerine gelen FDA oturumlarına katıldı; okuduğu bilimsel literatürün büyük bir kısmıyla çelişen uzman ifadesini içeren kimyasal endüstri temsilcilerinin agresif taktikleri tarafından cesaretini kırılmıştı. Ayrıca, bazı pestisit programlarının arkasında yatan mali teşvikleri de merak ediyordu.
Ulusal Sağlık Enstitüleri Tıp Kütüphanesi'ndeki araştırmalar sonucunda Carson kanser kaynaklı kimyasallar sorununu araştıran tıbbi araştırmacılarla temasa geçti. Özellikle önem taşıyan bir husus; birçok böcek ilacı kanserojeni olarak sınıflandırılan Ulusal Kanser Enstitüsü araştırmacı ve çevre kanseri bölümü kurucu direktörü Wilhelm Hueper'in çalışmalarıydı. Carson ve araştırma asistanı Jeanne Davis, NIH kütüphaneci Dorothy Algire'nin yardımıyla pestisit-kanser bağlantısını desteklemek için kanıt buldu. Carson geniş bir dizi sentetik böcek ilacı toksisitesine ilişkin kanıtları açıkça buldu ancak bu tür sonuçlar pestisit kanseri oluşumlarını inceleyen küçük bilim adamları topluluğunun ötesinde çok tartışmalıydı.
1960'a gelindiğinde, Carson yeterli araştırma materyaline sahipti ve yazısı hızla ilerliyordu. Literatür taramasına ek olarak, yüzlerce kişisel pestisit maruziyet olayını ve sonuçta ortaya çıkan insan hastalıkları ve ekolojik hasarı araştırmıştı. Bununla birlikte Ocak ayında duodenal ülser, ardından birkaç enfeksiyon hafta boyunca yatağını yitirmedi ve Silent Spring'in tamamlanmasını büyük ölçüde erteledi.
Mart ayında tamamen düzelmeye yaklaşırken sol memesinde mastektomi gerektiren kistler keşfetti. Doktoru prosedürü ihtiyatlı olarak nitelendirdi ve Aralık ayına kadar başka tedaviler önermedi ancak Carson, tümörün aslında malign olduğunu ve kanserin metastas yaptığını fark etti. Araştırma ve yazımın çoğu, biyolojik kontroller hakkındaki yeni araştırmaların tartışılması ve bir avuç yeni pestisitin araştırılması haricinde, 1960 sonbaharında yapıldı.
Bununla birlikte, daha fazla sağlık sıkıntısı, 1961 ve 1962 başlarında revizyonları yavaşlattı.
İçerik (Silent spring).
Biyografi yazarı Mark Hamilton Lytle'ın yazdığı gibi Carson "savaş sonrası Amerikan kültürünü tanımlayan bilimsel ilerlemenin paradigmasını sorgulayan bir kitap yazmak için kendinden emin bir şekilde karar verdi." Sessiz Bahar'ın en belirgin özelliği insanların doğal dünyada sahip oldukları güçlü ve genellikle olumsuz etkileri gösterir.
Carson'un temel argümanı böcek ilacının çevre üzerinde zararlı etkilere sahip olmasıdır, daha doğrusu biyosit olarak adlandırılırlar. DDT en iyi örnektir, ancak diğer sentetik böcek ilacı da incelenmektedir; bunların çoğu biyoakümülasyona tabidir. Carson ayrıca kimya endüstrisini, kasıtlı olarak dezenformasyonu ve kamu görevlilerini endüstri iddialarını eleştirel olmayan bir şekilde kabul ettirmekle suçladı.
Carson, zayıflamış ekosistemlerin öngörülemeyen istilacı türlere bulanmasına rağmen, özellikle hedeflenen zararlılarla böcek ilacına karşı direnç geliştiği için, gelecekte artan sonuçların olacağı öngörüsünde bulundu Kitap, kimyasal zararlılara karşı bir alternatif olarak zararlı kontrolü biyotik bir yaklaşım için çağrı ile bitiyor.
Pestisit DDT'ye gelince, Carson aslında hiçbir zaman tamamen yasak olmasını istemedi. Silent Spring'de yaptığı argümanlardan bir diğeri, DDT ve diğer böcek ilaçlarının çevresel yan etkileri olmasa bile, böcek öldürücüleri böceklere karşı dirençli hale getirecekleri, böcek ilaçlarının hedef böcek popülasyonlarını ortadan kaldırmada faydasız kılacağını söylüyordu.
Carson, zayıflamış ekosistemlerin öngörülemeyen istilacı türlere bulanmasına rağmen, özellikle hedeflenen zararlılarla böcek ilacına karşı direnç geliştiği için, gelecekte artan sonuçların olacağı öngörüsünde bulundu. Kitap, kimyasal zararlılara karşı bir alternatif olarak zararlı kontrolü biyotik bir yaklaşım için çağrı ile kapanır.
Ölümü.
Göğüs kanserinden ve tedavisine zayıf düşen Carson, Ocak 1964'te solunum yolu virüsü geçirdi. Durumu bozuldu ve Şubat ayında doktorlar radyasyon tedavilerinden ağır anemi bulduklarını açıkladı ve Mart ayında kanserin karaciğerine ulaştığını keşfettiler. 14 Nisan 1964'te Maryland Silver Spring'deki evinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21062",
"len_data": 20621,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.44
}
|
Metamorfoz ("başkalaşım"), aşağıdaki anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21063",
"len_data": 57,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 3.34
}
|
Başkalaşım ya da metamorfoz, özellikle böcekler için kullanılan bir terim olup canlının tırtıl düzeyinden yetişkin düzeye geçişine denir.
Insecta sınıfı içerisinde sınıflandırılan canlılar, genel olarak başkalaşım geçirip geçirmemelerine bağlı olarak üç gruba ayrılırlar;
Başkalaşım geçiren canlılar: kelebek, kene, kurbağa, sinek, arı vb.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21065",
"len_data": 339,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.64
}
|
Yeşilyurt, İstanbul ilinin Bakırköy ilçesinde bir mahalledir. Hava Harp Okulu mahalle sınırları içerisindedir. Yeşilyurt Spor Kulübü de bu mahallede kurulmuştur.
Tarihçe.
Mahallenin eski adı Şevketiye olarak geçer.
Coğrafya ve ulaşım.
Mahalle Yeşilköy ile Ataköy arasında yer almaktadır. Atatürk Havalimanı ile komşudur. İlçede bir adet Marmaray hattına ait istasyon vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21070",
"len_data": 374,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 2.73
}
|
Küçükçekmece, İstanbul ilinin batısında aynı adlı gölün çevresinde kurulmuş bir ilçedir. Batısında Avcılar ve Küçükçekmece Gölü, kuzeyinde Başakşehir, doğusunda Bahçelievler ve Bağcılar, güneyinde Bakırköy ve Marmara Denizi vardır. 1. dereceden riskli deprem bölgesinde yer almaktadır. 1987 yılında, ikisi köy (Kayabaşı ve Şamlar), 25'i mahalle olmak üzere toplam 27 yerleşim yeri Bakırköy ilçesinden ayrılarak kurulmuştur. Bugünkü sınırlarına, 1992'de Avcılar'ın, 2009'da Başakşehir'in ilçe olmasıyla kavuşmuştur. 2009 itibarıyla 21 mahalleden oluşmaktadır. İstanbul ilinin 39 ilçesi arasında yaşam kalitesi endeksi sıralamasında 12. sıradadır. Marmara Denizi ve adını verdiği Küçükçekmece Gölü'ne kıyısı vardır.
Etimoloji.
Küçükçekmece adının kaynağı konusunda, tarihçiler arasında değişik görüşler mevcuttur. Hakkı Raif Ayyıldız bir yazısında; bölgenin Küçükçekmece adını almasını şöyle anlatmaktadır: "Batağa gayet kalın kazıklar çakılmış ve aralarına halatlar gerilmiştir. Yolcular büyük bir sala dolar, salcılar da salı çeke çeke kanalın öte yakasına yüzdürüp götürürlerdi; bunlardan ötürüdür ki, iki gölün geçitlerine "Küçükçekmece" ve "Büyükçekmece" adları verilmiştir.
"Çekme" adı, bu bölgede olan çöküntülere bağlanmaktaysa da, gerçeğe en yakın varsayımın, göle giren balıkları tutmak için kanala konmuş olan ve yukarı çekilerek açılan kafesli setlerden dolayı verilmiş olduğu söylenebilir. Kaldı ki, eski Osmanlı Vakıf defterlerinde de bölge "Çekmek-i Küçük" olarak anılmaktadır.
Tarih.
Küçükçekmece ilçesinin tarihi bir bakıma İstanbul'un tarihidir. İstanbul'a egemen olan bir imparatorluk Küçükçekmece yöresinde egemen olmuştur. Küçükçekmece'nin yüksek kesimlerinde, bugün Tepeüstü denen bölgede Rhegion adlı bir antik şehir vardı. Roma İmparatorluğu'nu Bizans'a bağlayan en önemli yollarından Via Egnatia, Rhegion'dan geçerdi. Yüzyılın ortalarında büyük bir depremde, bu bölgenin yıkıldığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmiştir.
Garip Dede Türbesi, Abdüsselam Camii ve türbesi, 4. yüzyıla ait Menekşe Deresi Köprüsü, 17. yüzyıla ait Küçükçekmece Köprüsü, 18. yüzyıla ait Vezir Mehmet Paşa Çeşmesi, 19. yüzyıla ait Osmanlı Kibrit Fabrikası ilçedeki tarihi yapılardır. Cumhuriyet döneminde ise yoğun nüfus akımı 1950'den sonrasına rastlamaktadır.
Coğrafya.
Küçükçekmece geniş düzlükler halinde az dalgalı (engebeli) bir alana yayılmıştır. Deniz ve göl kıyılarında içerilere doğru yükseltiler artar. Kuzeydeki tepelerde yükseklik 200 metreyi bulur. Vadiler belirgin görünümdedir, ilçedeki gölün morfolojik (biçim) yapışı nedeniyle tam ve tipik bir lagün (yalı) gölüdür. Dünyada pek ender oluşan lagün göllerden birisidir ve bir doğa harikasıdır.
İlçe alanında kalan akarsular uzunlukları, kısa ve su rejimleri, debileri, düzensizdir. Bir kesimi hızlı kentleşme ve sanayileşme nedeniyle yerleşme ve sanayi alanları içinde kalmış oldukları için sanayi ve kentsel atıkları denize boşaltan derelere dönüştüler.
Göller ve akarsular.
Küçükçekmece Gölü.
İstanbul'un 15 km batısında yer alan ve 14 km'lik bir alan kaplayan Küçükçekmece Gölü; son jeolojik dönemdeki buzullaşmanın erimesiyle denizlerin seviyelerinin yükselmeleri sonucu Çanakkale Boğazı'nın yarılarak Marmara Çukuru'nun dolması, bu deniz istilasıyla eski vadi ağızlarının boğularak "ria"ların ortaya çıkması sonucu önce koy, zamanla da kıyı kordonuyla kaplanarak lagün haline gelmesiyle oluşmuştur.
Gölün ağız kesimi kıyı kordonu ile kapalı olmasına rağmen gölün denizle ilişkisi 1,5 metre derinliği olan bir geçitle sağlanmaktadır. Bu nedenle gölün suyu yarı tuzludur. Ancak son zamanlarda yapılaşmanın artması, gölün besleyen akarsuların cılızlaşması nedenleriyle bu geçit ender olarak bağlantı sağlayabilmektedir.
Çevresinde eosengre ve kalkerleri ile üst miyosen kum marn ve kalkerleri bulunan Küçükçekmece Gölü, doğusundan Nakkaş Deresi, batısından Eşkinoz Deresi ve bunlar arasındaki Sazlıdere'den beslenmektedir.
Küçükçekmece Gölü'nde, eskiden bol miktarda balık bulunurken 1970'lerden sonra evsel ve sanayi atıklarla gölün kirlenmesi sonucu balıkların yaşamı olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu kirlilik, göl suyunun Büyükçekmece Barajı'na aktarılarak kullanım projesini de engellemiş olup, 1992'de bitirilen isale hattı kullanılamamıştır.
Küçükçekmece Gölü'nün kirlenmesini engellemek amacıyla başlatılan kollektör çalışmaları ise yarım kaldığı için sanayi atıkları büyük ölçüde azalmış olsa da evsel atıklar hâlâ göle akmaktadır. Bunun sonucu olarak Küçükçekmece Gölü hâlen tamamen ötrofik (sucul ortamlardaki fosfatlı ve azotlu besinlerin aşırı çoğalması sonucu oksijenin azalması, su kalitesinin kötüleşmesi, yeşillenme) durumdadır.
Sazlıdere.
Yaklaşık 40 km uzunluğunda olan Sazlıdere, İstanbul'un Küçükçekmece Gölü'ne dökülen en önemli akarsuyudur. Dursun Köyü'nün güneyindeki küçük su havzalarının sularını toplayarak, güneydoğu yönünde akar.
Küçükçekmece Gölü'nün yakınlarında tabanını genişleterek göle dökülür. 84 km² yağış alana sahip Sazlıdere'nin, Bosna istasyonundaki ortalama debisi 0,928 m³/sn olup, yıllık ortalama su hacmi 35 milyon m³ dolayındadır. Sazlıdere'nin eski Samlar Köyü'nü de içine alacak şekilde baraj haline getirilmesi ve su tutması için kapaklarının kapalı olması nedeniyle, Küçükçekmece Gölü kendini besleyen bu önemli kaynaktan mahrum kalmıştır.
Nakkaş Deresi.
Küçükçekmece Gölü'ne dökülen ikinci önemli akarsuyudur. Küçükçekmece Gölü'nün Kuzeyinde kalan küçük havzasının sularım toplayan Nakkaş Deresi, yaklaşık 43 km² yağış- alanına sahiptir. Debisi ortalama 0,344 m³/sn, yıllık ortalama su hacmi 14 milyon m³tür.
Sosyal hayat.
İlçenin büyük bir kısmında yer alan yapılaşmalar, imar planı ve teknik şartlara uygun yapılmaktadır. Genellikle ferdi yapılaşmanın görüldüğü ilçede, 1990'lardan başlayarak "toplu konut" yapılaşmaları da hızlanmıştır. Özellikle, TEM Otoyolunun bu bölgeden geçmesi, İkitelli ile İstanbul arasındaki ulaşım seçeneklerini arttırmıştır. Dahası ulaşım süresinin kısalması sonucu bölge önem kazanmaya başlamıştır. Öte yandan gözle görülür oranda yapılan Organize Sanayi Bölgesi yatırımları, buradaki sanayinin gelişimini de hızlandırmıştır.
Küçükçekmece ilçesi, esasen yoğun bir sanayi bölgesi niteliğindedir. İlçede 200'ün üzerinde büyük fabrika, sanayi-ticari siteleri ile ilçe sınırlarında bulunan Belediye'ye kayıtlı yaklaşık 10.000 sanayi işletmesi ve atölye mevcuttur. Bu nedenle de, nüfusun yoğunluğunun işçiler ve onların ailelerinden oluşturduğunu söyleyebiliriz.
İlçenin sınırları içinde, son dönemde yapılan 80.000 kişi kapasiteli Atatürk Olimpiyat Stadyumu ve 49 kooperatif ve 33.000 iş yeri bulunan İkitelli Organize Sanayi Bölgesi gibi yatırımlarla ilçe hızlı gelişimini sürdürmektedir. Ancak Başakşehir ilçesinin kurulmasıyla Atatürk Olimpiyat Stadyumu ve İkitelli Organize Sanayi Bölgesi ilçe sınırlarının dışında kalmıştır.
Küçükçekmece'de 4 tane küӀtür merkezi vardır. BunӀar: Cennet Kültür ve Sanat Merkezi (CKSM), Atakent Kültür ve Sanat Merkezi (AKSM), Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi (SKSM) ve Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi (YKB)'dir.
Eğitim ve kültür.
İlçe genelinde 62 İlköğretim okulu, 10 Genel Lise (4 adedi Yabancı Dil Ağırlıklı Lise) 8 Meslek Lisesi, 4 Anadolu Lisesi ve 15 müstakil Anaokulu olmak üzere, toplam 96 adet resmî okul bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, ilçede 1 Halk Eğitim Merkezi, 1 Çıraklık Eğitim Merkezi, 1 Sağlık Eğitim Merkezi, 1 Öğretmenevi ve 3 ayrı Kültür Merkezi bulunmaktadır. Küçükçekmece Belediyesi'ne bağlı Küçükçekmece Belediyesi Gösteri Sanatları Akademisi adında bir sanat akademisi bulunmaktadır. 9 Bilgievi bulunmaktadır.
Resmî okulların yanında, toplam 12 özel okul vardır. Bunların 4 adedi Anaokulu, 3 adedi İlköğretim okulu, 4 adedi Lise ve 1 adedi Akşam Lisesi'dir. İlçede 3 üniversite vardır: İstanbul Arel Üniversitesi, İstanbul Aydın Üniversitesi ve Sabahattin Zaim Üniversitesi.
İlçede Küçükçekmece Tarih Müzesi ve İlk Baskı ve İmzalı Kitaplar Müzesi bulunmaktadır.
Spor.
2009 yılından itibaren günümüze kadar faaliyetlerine devam eden ilçesini Türkiye Basketbol Federasyonu tarafından oynatılmakta olan İstanbul altyapı liglerinde temsil eden Küçükçekmece Basketbol Gençlik ve Spor Kulübü bulunmaktadır. İlçede Küçükçekmece Metin Oktay Stadyumu adlı bir futbol stadyumu yer alır. Aynı zamanda Kanarya Mahallesinde Galatasaray Kürek Tesisleri vardır.
Ulaşım.
TEM otoyolu ve E5'e yakınlığından dolayı ulaşım kolaydır. Tüm ilçede İETT seferleri mevcuttur. Bölgede Sefaköy semti metrobüse erişimin ana merkezi olup başta Kartaltepe olmak üzere Kemalpaşa, Gültepe, Yeşilova, Cennet ve Fatih Mahallelerinden metrobüse erişim mevcuttur. Ayrıca Raylı ulaşımda Marmaray banliyö hattı ilçeden geçmekte olup bu ilçede Küçükçekmece, Mustafa Kemal ve Halkalı olmak üzere 3 adet tren istasyonu bulunmaktadır. Daha öncesinde Halkalı - Sirkeci banliyö hattı işlerken bölgedeki istasyon sayısı 5 iken, hattın Marmaray kapsamında yenilemesi sırasında Kanarya, Soğuksu ve Menekşe istasyonları kaldırılmıştır. Tren hattı 13 Mart 2019 tarihinde tekrar açılmış ve Halkalı ve Gebze arasında saat 22.58'e kadar hizmet vermektedir. Ayrıca Halkalı İstasyonundan Ankara, Konya ve Karaman'a hızlı tren, Kapıkule ve Uzunköprü'ye bölgesel tren, Sofya ve Bükreş'e uluslararası tren ve Ankara'ya anahat tren seferleri yapılmaktadır. İlçede faal olan tek metro hattı M9'dur. Bahariye istasyonunun 29 Mayıs 2021'de açılmasıyla M9 hattı Küçükçekmece'nin ilk metrosu olma özelliğini kazanmıştır. Hatrın ilçe sınırları içindeki diğer iki istasyonu da 18 Mart 2024'te hizmete girmiştir. 18 Mart 2024 itibarıyla ilçeden geçecek toplam beş metro hattından biri aktifken ikisi inşaat hâlinde ikisinin de inşaatı yakın gelecekte başlayacaktır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21075",
"len_data": 9606,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.59
}
|
Takıyyüddin ibn Teymiyye (Arapça: تقيّ الدين ابن تيميّة; d. 22 Ocak 1263, Harran - ö. 26 Eylül 1328, Şam), özellikle Selefileri ve şeriat ve diğer İslamî görüşler konusunda etkilemiş olan İslam alimi. Kendinden sonra gelen çeşitli ve ağırlıklı olarak Hanbeli mezhebini benimseyen İslâm âlimlerini ve akımlarını da etkilemiştir. İbn Teymiyye'nin etkilediği isimlerin en önemlilerinden birisi de Muhammed bin Abdülvehhâb'dır.
Hayatı.
Tam adı "Ebu'l-Abbas Takıyyuddîn Ahmed bin Abdülhalîm bin Mecdiddîn bin Abdüsselâm bin Teymiye" (Arapça: تقي الدين أبو العباس أحمد بن عبد السلام بن عبد الله بن تيمية الحراني) olan İbn-i Teymiyye Harran'da Hicrî takvime göre 661 yılının 10 Rebiulevvel'inde doğmuştur. Doğum tarihinin 12 Rebiulevvel olduğunu söyleyenler de olmuştur. Moğol istilası yüzünden, çocukken ailesiyle birlikte Şam'a (Dimaşk) gitmişlerdir. O dönemlerde Şam bilim ve kültür açısından da çok önemli bir şehirdi. Moğol istilaları döneminde doğması ve yetişmesi onun karakterini etkilemiş, siyasi düşüncesinde de yansımaları olmuştur.
İbn Teymiye'nin babası da bir âlimdi ve Şam'a geldikten sonra oradaki Emeviye Mescidi'nde bir ders ve vaaz kürsüsüne sahip olmuştur. Dedesi de büyük bir İslâm âlimi olan İbn Teymiye ailesi tarafından küçük yaşlardan itibaren ilmi bir kariyere yöneltilmiştir. Şam'a gelmelerinden sonra babası Sükkerriyye Dârulhadisin'de müderrislik yapmaya başlamıştır. İbn-i Teymiyye ilk eğitimini burada almıştır. Öncelikle Kur'an tahsili görmüş, daha sonra hadise yönelerek hadis çalışmalarına başlamıştır. Bu sıralarda Hanbeli fıkhıyla da ilgilenmiş bu konuda da çalışmaya başlamıştır. Bunların dışında Arap dili grameri ve Arap tarihiyle de ilgilenmiştir. Felsefe ve mantık konusunda yaptığı tenkitler düşünülürse büyük ihtimalle felsefe ve mantık ilimleriyle de ilgilenmiş, bu konularda çeşitli araştırmalar yapmıştır. Kendisi daha 21 yaşlarındayken babası ölmüştür. Babasının vefatı üzerine genç yaşına rağmen babasının ders grubuna da hocalık yapmaya başlamıştır.
"İbn-i Teymiye" fakih (hukuk âlimi) ve muhaddis (hadis âlimi) kişiliğinin yanı sıra akaid konularında da çeşitli söylemlerde bulunuyordu. Özellikle yaşadığı dönemlerde yaygınlaşmaya başlayan sufizme karşı çoğunlukla isim vermeden genel tenkitlerde bulunmuştur. Bu konuda çeşitli risaleler de kaleme almıştır ki, genel söylemi ve bunlar sufizm eleştiri açısından onu önemli bir konuma koymaktadır. Özellikle Muhy'id-Dîn İbni Arabî'nin görüşlerine karşı getirdiği eleştiriler bu alanda önemli bir yere sahiptir.
Akaid konularında Eş'ariyye mezhebine ters düşen düşünceleri vardı, akli veya felsefe ile mantığa dayanan yorumlardan kaçınmaktaydı. Bu dönemin Eş'ariyye mezhebine bağlı olan idarecilerini ve halkın büyük bir kısmını ona karşı olmaya itmiştir.
Bu sırada gelişen bir Moğol istilası karşısında da aktif biçimde rol almış ve savaşmıştır. Özellikle savaştaki konumu, halkı ısrarla Moğollara karşı savaşa davet etmesi, onu diğer birçok âlimden ayırmıştır.
Bu tip muhalif yönleri nedeniyle birçok düşman edinmiştir. Davet üzerine Mısır'a gitmeye karar vermiştir. Burada çeşitli şeyler bahane edilerek haksız bir şekilde zindana atılmıştır. Zindanda yaklaşık bir buçuk sene yattıktan sonra serbest kalmıştır. Zindanda kaldığı bu dönemde çeşitli işkencelere de maruz kalmıştır.
Bundan sonraki dönemde Mısır'daki sufilerle arasında büyük çatışmalar ortaya çıkmıştır. Sık sık tartışmalara giriyor, büyük tenkitlerde bulunuyordu. Bu durum bir süre sonra idarenin tepkisini çekmiş bu genel kargaşa ve tartışma ortamını yatıştırmak için Teymiye yeniden hapsedildi. Yine de bu hapis süreci ilkine oranla daha hafif geçmiştir, zîrâ bu sefer dönemin kadıları onun yanında yer almış onun daha iyi şartlar altında ceza görmesini sağlamışlardır. Zaten kısa bir süre sonra da serbest bırakılmıştır. Fakat devrin yeni idaresi onun İskenderiye'ye sürülmesi kararına varır ve İbn Teymiye İskenderiye'ye gider. Mısır tahtı yeniden el değiştirince İbn Teymiye Kahire'ye davet üzere geri dönmüştür.
Ellili yaşlarındayken Moğollara karşı bir savaş çağrısı üzerine, tekrar Şam'a hareket etmiştir. Fakat savaş gerçekleşmemiştir. Yine de Şam'da ikamet etmeye devam eden İbn Teymiye fıkıh konusuna ağırlık vermiştir. Her ne kadar Hanbeli mezhebini takip etse de, mezhebe tamamen bağlandığı söylenemez. Zaman zaman dört fıkıh (hukuk) mezhebinin görüşlerine mutabık, zaman zaman ters görüşleri de oluyordu ve bunları açıklamakta tereddüt duymuyordu. İdarenin bu davranışını yasaklamasına rağmen, İbn Teymiye dört Sünni fıkıh mezhebinin görüşleriyle ters düştüğü durumlarda kendi görüşünü sunmaktan ve fetva vermekte geri durmamıştır.
İdarenin yasağı tekrarlamasına rağmen İbn Teymiye'nin davranışını sürdürmesi sonucu, İbn-i Teymiye Şam kalesinde hapsedildi. Yaklaşık altı ay hapiste kaldıktan sonra serbest bırakıldı. İbn Teymiye fıkıh çalışmalarına ağırlık vererek devam etse de, diğer konularda da çalışmalarına devam eder. Bu sıralarda karşıtı gruplar onun eski fetvalarından birini ortaya atarak onun idare ile arasının açılmasına neden olmuş, sonuçta İbn Teymiye tekrar hapsedilmiştir. Hapis süreci içinde baskı artmış ve sonunda onun hapiste okuyup yazması da yasaklanmıştır. İbn Teymiye iki yıl sonra, 1328'de, yakalandığı bir hastalık sonucu ölmüştür.
Düşüncesi ve çalışmaları.
İslâm hukuku ("fıkıh"), hadis ilmi ve siyasî düşünce başta olmak üzere birçok konuda uzmanlaşmış, çeşitli eser ve görüşler sunmuştur. İbn Teymiye bir mezhep kurma arzusunda olmadığı gibi, arkasından bir mezhep de kurulmamıştır. Yine de bir anlayış ve okulun öncüsü olmuş, ondan sonra bu okulu takip eden birçok ünlü âlim olmuştur; İbn Kesir gibi.
Fıkıh "(İslâm hukuku)".
Fıkıh konusunda her ne kadar özgün düşünceleri de olsa da İbn Teymiye genel anlamda Ahmed bin Hanbel'den etkilenmiştir. Hanbeli mezhebini takip etmesinin en büyük nedeni Kitap ve Sünnete bağlılığıdır. Fakat bazı konularda diğer mezheplerin görüşlerini de benimsemiştir. Yine bazı konularda Dört Sünni İmam'ın görüşlerinin dışında kalan özgün düşünce ve görüşleri de vardır. Bunlardan en ünlü ve önemlilerinden biri de boşanmanın yemin olarak kullanılması konusundaki görüşüdür; boşanmanın yemin olarak kullanılmasını doğru bulmamış, çoğunlukla bu yemini eden kişinin eşini boşamak gibi bir niyeti olmadığını belirtmiş ve bu nedenle boşanma yemin konusu yapılmasının boşanmaya yol açmayacağını söylemiştir. Bu görüşünü Ehl-i Beyt imamlarından yaptığı bazı rivayetlerle de desteklemiştir. Bunun dışında zaman zaman "Sünni Dört mezhep" imamının görüşlerine muhalif görüşler de beyan etmiştir.
Siyasî düşüncesi.
İbn Teymiye insanın fıtratı gereği medeni olduğunu, başka bireylerle birleşmeye hem çıkar değişimi hem de tehlikeleri bertaraf etmek için ihtiyaç duyduğunu düşünmüştür. Buna göre, onun düşüncesinde, topluluk içinde faydalı sonuçlar verecek eylemleri desteklemek ve emretmek, zararlı sonuçlar verecek eylemleri yasaklamak için topluluğun bir idareciye ihtiyacı vardır. Bu idareciye itaatin gerekliği olduğunu, fakat itaat gibi nasihatin de gerekli olduğuna vurgular; ona göre "din nasihattir".
Bunun dışında kamu görevi, baş idareci ve idareci sınıfın özellikleri, otorite, devletin görevleri ve diğer âlimlerden farklı olarak devletin iktisadi siyaseti hakkında da görüş belirtmiştir. Ona göre devletin iktisadi yaşama müdahalesinde, özgürlük esas alınmalıdır. Özgürlüğün esas alınmasında iki noktaya dikkat eder;
İbn Teymiye'nin modern zamanlarda en çok vurgulanan fikri de devletin ahlaki ve dini temellere oturması, dini kanunlara bağlı olması gerektiğini düşünmesidir. Ahlaki ve dini temellere dayandığını ileri süren, dini kanunları benimsediğini ilan eden her türlü devlet yapı ve biçiminin de sürekli olarak öğüt ile geliştirilmesi ve sergilenen eksikliklerin böyle kapatılması gerektiğini savunurken, ahlaki ve dini temellere dayanmayan, dini kanunlarla hükmetmeyen devletin meşru olmadığını öne sürmüştür. Bu konudaki açıklamaları onun dönemindeki, İslâm'ı seçse de kültürel, hukuki ve siyasi geleneklerini koruyup uygulamaya devam eden bazı Moğollara karşı verilmiştir. Teymiye'nin bu görüşleri büyük oranda Kur'an'da Maide suresi 44. ayetin tefsirine dayanır. Ayetin Türkçe meali ise şöyledir:
Eleştiriler.
Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. Bu sebeplerden ötürü birçok İslam aliminden reddiye ve eleştiri aldı.
İbni Hacer-i Mekki, Fetava-yı Hadisiyye'de şöyle söylemişdir: "Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir."
El-Cevher-Ül-Munzam'da ise "İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur." demiştir.
İmam-ı Sübki Nebras haşiyesinde bildiriyor "Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.", "İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir."
İbni Battuta Tuhfetünnüzzar tarihi'nde şöyle bahsediyor: "Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.
Eserleri.
Tarihçiler İbn-i Teymiye'nin eserlerinin yaklaşık 300 cildi bulduğunu belirtmişse de bu eserlerin tümü bugüne ulaşamamıştır.
Akaid konusunda bugüne ulaşmış yaklaşık 20 risalesi mevcuttur. Bu risalelerinin bir kısmı ile bazı küçük kitaplar, "Mecm'uatü'r-resâil" ismi altında basılmıştır.
Hristiyanlara İslâm dinini anlatmaya çalıştığı ve çeşitli Hristiyan doktrinlerini eleştirdiği "el-Cevabu's-sahih limen beddele dine'l-Mesih" isimli ünlü bir eseri vardır.
Fıkıh konusunda birçok eseri bulunur, risalelerinden bir kısmı "Mecm'uatü'l-fetâva" ismi altında basılmıştır.
Siyasî konularda "es-Siyasetu'ş-Şer'iyye fî İslâhi'r-Râî ve'r-Ra'ıyye" ve "el-Hisbe fi'l-İslâm" en önemli eserleridir.
Bunların dışında tefsir, mantık ve cedel konularında çeşitli eserleri bulunur. "Nakdu'l mantık" ve Şia görüşlerini çürütmede en sahih kaynak olan "Minhâc'ûs-Sünne en-Nebeviyye" ünlü eserlerindendir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21076",
"len_data": 10192,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.57
}
|
Tuzla aşağıdaki anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21077",
"len_data": 36,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 1.33
}
|
İkitelli adındaki tamburalar, gerek Anadolu'da, gerekse Mısır ve Yunanistan gibi komşu memleketlerde geçen yüzyılın sonralarına kadar kullanılmakta devam etmişlerdir. Yunanistan'ın halk dilinde "iki telli" saz kelimesi kitelis şeklini almıştı. İkitelli saz bugün orada unutulmuş bulunduğu gibi, bizde de artık tek tük izleri kalmıştır. Bugün, 6 telli saz, "üç çift telli" demektir. 12 telli saz (4+4+4), yine "üç telli" demektir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21079",
"len_data": 429,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.59
}
|
Tacikistan (), resmî adıyla Tacikistan Cumhuriyeti (), km (55.300 sq mi) yüzölçümü ve kişilik tahmini nüfusu ile Orta Asya'da denize çıkışı olmayan bir ülkedir. Komşuları güneyde Afganistan, batıda Özbekistan, kuzeyde Kırgızistan ve doğuda Çin'dir. Resmî dil, en büyük etnik grup olan Tacikler'in anadili olan Tacikçe'dir. Tacik halkının geleneksel anavatanları, günümüz Tacikistan'ının yanı sıra Afganistan ve Özbekistan'ın bazı kısımlarını içerir. Ülke başkanlık sistemiyle yönetilmekte olup, seküler bir yapıya sahiptir. Başkent ve en büyük şehir Duşanbe'dir.
Ülkede MÖ 4000'lerden beri yerleşim yer almış olup pek çok tarihi ve arkeolojik kültür bölgede varlığını sürdürmüştür. Baktria-Margiyana Arkeoloji Bölgesi ve Andronovo kültürü erken çağlarda ülke topraklarında bulunmuştur. Ahameniş İmparatorluğu, Sasani İmparatorluğu, Eftalitler, Samanîler ve Moğol İmparatorluğu gibi devletler ülkede hüküm sürmüştür. Timurlular ve Buhara Hanlığı altında bölgede Timurlu Rönesansı etkin olmuştur. Ülke daha sonra Rus İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiştir. 20. yüzyılın başında Sovyetler Birliği kurulduktan sonra bu birliğin uzantısı olan Tacikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti varlığını sürdürmüştür. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ülke bağımsızlığını ilan etmiş, takip eden 1992-1997 döneminde bir iç savaş yaşanmıştır. Savaşın sona ermesinden bu yana, yeni kurulan siyasi istikrarı ve dış yardımı, ülke ekonomisinin büyümesine izin verdi. 1994'ten beri Cumhurbaşkanı İmamali Rahman tarafından yönetilen ülke, otoriter liderlik, yolsuzluk ve işkence, keyfi hapis, kötüleşen siyasi baskı, din özgürlüğünden yoksunluk ve diğer sivil özgürlükler de dahil olmak üzere insan haklarının yaygın ihlalleri nedeniyle bir dizi sivil toplum örgütü tarafından eleştirildi.
Tacikler (ayrıca Tojiki), esas olarak Tacikistan'da yaşayan ve Afganistan, Özbekistan, Kazakistan ve Rusya'da büyük diasporalara sahip yaklaşık 7 milyonluk bir etnik gruba aittir. En büyük etnik grubun Tacikler olduğu ülkede Özbekler ve Ruslar en büyük azınlıkları oluştururlar. Tacikler, Orta Asya'daki Türkçe konuşmayan tek halktır, çünkü resmî ve en yaygın dil Farsçanın bir lehçesi olan Tacikçedir, ancak bunun yanında Özbekçe, Rusça ve Pamir dilleri ülkede konuşulur. Ülkedeki en yaygın din İslam olup, çoğunluğu Sünni Müslümanlardır, ancak Şii İslam öğretisine bağlı etkili bir İsmaililer topluluğu vardır. Dağlar ülkenin yaklaşık yüzde 90'ını kaplıyor ve bu da ülkedeki birçok alanı ticari tarım için uygun hale getiriyor. Kuzey ve güney illerindeki vadilerde çiftçiler yüksek değerli ihraç kalitesinde pamuk, meyve, tütün, sebze ve çilek yetiştirmektedir. Tacikistan, BDT üyeleri arasında Özbekistan'dan sonra en büyük ikinci ipek üreticisidir. Ülke, 12 ila 50 milyon varil petrol ve 5,6 ila 10 milyar metreküp gaz arasında değişen çok küçük petrol ve gaz yataklarına sahiptir (2006, resmi tahmini). Ek olarak, Tacikistan'da önemli miktarda antimon, altın, cıva, kömür, gümüş, uranyum ve diğer mineral yatakları bulunmaktadır. Toplam gümüş yatakları 40.000 ila 60.000 ton arasında değişmektedir. Tacikistan, Birleşmiş Milletler, Bağımsız Devletler Topluluğu, AGİT, İslam İşbirliği Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Şanghay İşbirliği Örgütü ve KGAÖ'nun bir üyesi ve ayrıca bir NATO Barış İçin Ortaklık ortağıdır.
Etimoloji.
Tacikistan "Taciklerin Ülkesi" demektir. "-Stan" soneki, "yer" veya "ülke" anlamında Farsçadır ve Tacik, kelimesi büyük olasılıkla, İslam öncesi (MS yedinci yüzyıldan önce) bir kabilenin adıdır.
En önde gelen Farsça sözlüklerden biri olan , birçok kaynağa göre terimin aşağıdaki açıklamalarını verir:
Daha eski bir sözlük olan da Tacikçe'yi "ne Moğol ne de Türk olan kişi" olarak tanımlar.
Tarihçe.
Erken tarih.
Tacikistan'ın da içinde olduğu bölgedeki yerleşim MÖ 4000 yılına kadar uzanmaktadır. Ülkenin batısı Tunç Çağı'na tarihlenen Baktria-Margiyana Arkeoloji Bölgesi içerisinde yer almaktadır. Kuzeybatı Tacikistan'da bulunan ve MÖ 4000 yıllarına kadar yerleşim görülen Sarazm antik kenti UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Bu dönemde Aryan halklarının göçüne sahne olan bölgede MÖ 13. yüzyıldan itibaren Soğd yerleşimi görülmeye başlamıştır. MÖ 6. yüzyılın ortalarında büyük bölümü Ahameniş İmparatorluğu egemenliğine geçen Tacikistan'da, I. Darius döneminde ekonomik ve ticari hayat büyük oranda gelişti. Büyük İskender tarafından MÖ 330'da Ahameniş İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla bölge Makedon krallığının egemenliğine girdi. İskender'in ölümünden sonra Seleukos İmparatorluğu hakimiyeti altına giren Tacikistan toprakları, MÖ 250 yılında satrap Diodotus tarafından kurulan Grek-Baktriya Krallığı denetimine girdi. MÖ 150'den itibaren Tacikistan'ın kuzeyindeki Soğdya bölgesine Saka ve Yüeçiler'in göçleri başladı. Bu göçler neticesinde MÖ 125 yılında Grek-Baktriya Krallığı yıkılmış ve bölgede şehir devletlerinin egemenliği görülmeye başlamıştır.
MS 1. yüzyılda bölgeye Yüeçiler tarafından kurulan Kuşan İmparatorluğu hakim oldu. Kuşan İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra Tacikistan'da 5. yüzyılda Ak Hun İmparatorluğu dönemi başladı. 7. yüzyıldaki kısa bir dönem Tibet İmparatorluğu hakimiyetinden sonra 8. yüzyılda Emevîler bölgeyi kesin olarak kontrol altına aldı. Emevîler döneminde bölgede başlayan İslamlaşma, Abbâsîler döneminde daha da hızlandı. Abbasiler döneminde Maveraünnehir bölgesinin valileri genelde İranlılar'dan seçildiği için İran nüfusu etkili olmaya başladı. Samanîler (819-999) döneminde bölgedeki İslamlaşma ve İran kültürünün etkileri daha da etkili şekilde görüldü. Bu dönem Tacik ulusunun başlangıcı kabul edilmektedir. Kaşgarlı Mahmud tarafından, bölgenin Acem ülkesi haline geldiği ve kuzeye çekilmeyen Türkler'in de Acemleştiği ve Farsça konuşmaya başladığı söylenmiştir. 999 yılında Karahanlılar tarafından Samanîler devletinin ortadan kaldırılmasıyla Maveraünnehir bölgesinde yeniden Türk topluluklarının hakimiyeti başladı. 13. yüzyılın başlarında Cengiz Han'ın Harezmiye'yi işgali sırasında Moğol İmparatorluğu neredeyse tüm Orta Asya'yı kontrol altına aldı. Bir asırdan kısa bir süre içinde Moğol İmparatorluğu dağıldı ve modern Tacikistan Çağatay Hanlığı'nın yönetimi altına girdi. Tamerlane, Timurid hanedanını kurdu ve 14. yüzyılda bölgenin kontrolünü ele geçirdi.
Daha sonra bölgede Timur İmparatorluğu'nun denetimi 16. yüzyıla kadar sürdü. Modern Tacikistan, 16. yüzyılda Buhara Hanlığı'nın egemenliğine girmişti ve 18. yüzyılda imparatorluğun yıkılmasıyla hem Buhara Emirliği hem de Kokand Hanlığı'nın egemenliğine girmiştir. Buhara Emirliği 20. yüzyıla kadar bozulmadan kaldı, ancak 19. yüzyılda dünya tarihinde ikinci kez bir Avrupa gücü (Rus İmparatorluğu) bölgenin bazı kısımlarını fethetmeye başladı.
Rus ve Sovyet hâkimiyeti.
19. yüzyıl ortalarından itibaren Orta Asya'da hakimiyet kurmaya başlayan Rus İmparatorluğu burada Rus Türkistanı valiliğini kurdu. 1876'da Hokand Hanlığı ortadan kaldırıldıktan sonra vasal olarak bağlı olan Buhara Emirliği de 1920 yılındaki Sovyet işgali üzerine son bulmuştur. Orta Asya'daki 1917 Rus Devrimi'nden sonra, Basmacı Hareketi olarak bilinen gerillalar bağımsızlığı sürdürmek için Bolşevik ordularına karşı bir savaş açtı. Bolşevikler, camilerin ve köylerin yakıldığı ve nüfusun ağır bir şekilde bastırıldığı dört yıllık bir savaşın ardından galip geldi. Sovyet yetkilileri bir sekülerleşme kampanyası başlattı. İslam, Musevilik ve Hristiyanlığı uygulama cesaretini kırıldı ve bastırıldı ve birçok cami, kilise ve sinagog kapatıldı. Çatışma ve Sovyet tarım politikalarının bir sonucu olarak Orta Asya, Tacikistan dahil, birçok cana mal olan bir kıtlık yaşadı. Sovyet Rusya içerisinde Buhara Özerk Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti olarak kurulan ve günümüz Tacikistan'ının kuzeyini de içeren ülke, 4 Mart 1921 tarihinde Buhara ile Sovyetler Birliği arasında yapılan antlaşma ile Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti adı ile tam bağımsızlığına kavuşturulmuştur. 14 Ekim 1924 tarihinde Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlı Tacikistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Daha sonra 1929'da Tacikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne dönüştürüldü ancak etnik ağırlıklı Tacik şehirleri olan Semerkant ve Buhara Özbek SSR'sinde kaldı. Sonrasında Tacikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği'ne katıldı.
1927 ile 1934 arasında, özellikle güney bölgesinde, tarımın kolektifleştirilmesi ve pamuk üretiminde hızlı bir genişleme gerçekleşti. Sovyet kolektifleştirme politikası köylülere karşı şiddet getirdi ve Tacikistan'ın her yerinde zorla yerleştirme gerçekleşti. Sonuç olarak, bazı köylüler kolektifleştirme ile savaştı ve Basmacı Hareketi'ni canlandırdı. Bu süre zarfında sulama altyapısının genişlemesiyle birlikte bazı küçük ölçekli endüstriyel gelişmeler de gerçekleşti. Tacik Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra imar çalışmalarına başlandı. Ülkede petrol ve kömür yatakları işletmeye açıldı. Ülkenin ilk hidroelektrik santrali olan Varzob'un yapımına başlandı. 1928-1932 arasında beş yıllık kalkınma planı çerçevesinde Duşanbe başta olmak üzere birçok şehirde büyük işletmeler kuruldu. Kömür ve petrol yataklarının bulunmasıyla bunların üretimine de başlandı. Tirmiz-Duşanbe arasında ilk demiryolu inşa edildi.
Stalin'in iki tur tasfiyesi (1927–1934 ve 1937–1938), Tacikistan Komünist Partisi'nin her kademesinden yaklaşık 10.000 kişinin sınır dışı edilmesiyle sonuçlandı. Sınır dışı edilenlerin yerine etnik Ruslar gönderildi ve ardından Ruslar, birinci sekreterlik de dahil olmak üzere her düzeyde parti pozisyonlarına hakim oldu. 1926 ile 1959 arasında Tacikistan'ın nüfusu içinde Rusların oranı %1'in altından %13'e çıktı. 1946-1956 yılları arasında Tacikistan Komünist Partisi'nin Birinci Sekreteri olan , Sovyet Dönemi boyunca ülke dışında önemi olan tek Tacik politikacıydı. Görevi (1956–61), (1961–1982) ve (1982–1985, 1991–1992) tarafından takip edildi.
Tacikler 1939'da Sovyet Ordusu'na alınmaya başladı ve II.Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 260.000 Tacik vatandaşı Almanya, Finlandiya ve Japonya'ya karşı savaştı. Tacikistan'ın 1.530.000 vatandaşının 60.000'i (%4) ile 120.000'i (%8) II.Dünya Savaşı sırasında öldürüldü. Savaşın ve Stalin döneminin ardından, Tacikistan'ın tarımını ve sanayisini daha da genişletmek için girişimlerde bulunuldu. 1957–58 sırasında Nikita Kruşçev'in Bakir Topraklar Projesi, yaşam koşullarının, eğitimin ve sanayinin diğer Sovyet Cumhuriyetler'den gerisinde kaldığı Tacikistan'a odakladı. 1980'lerde Tacikistan, SSCB'de en düşük hane halkı tasarruf oranına, en yüksek kişi başına gelir grubundaki en düşük hane halkı yüzdesine ve 1000 kişi başına en düşük üniversite mezunu oranına sahipti. 1980'lerin sonlarında Tacik milliyetçileri hakların artırılması çağrısında bulunuyorlardı. 1990 yılına kadar cumhuriyette gerçek karışıklıklar meydana gelmedi.1980-1990 yılları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği genelinde görülen ekonomik kriz neticesinde Tacikistan'da yoksulluk ve işsizlik artmaya başladı. Bir süre sonra ülkenin her tarafında toplantı ve gösterilerin yapılmaya başladı, Duşanbe'deki meydanların göstericiler tarafından aylarca işgalinden sonra Devlet Başkanı Kahar Mahkamov istifa etmek zorunda kaldı. Sonraki yıl, Sovyetler Birliği çöktü ve Tacikistan, şu anda ülkenin Bağımsızlık Günü olarak kutlanan 9 Eylül 1991'de bağımsızlığını ilan etti.
Bağımsızlık sonrası.
9 Eylül 1991'de Tacikistan Parlamentosu bir deklarasyon yayımlayarak Tacikistan'ın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nden bağımsızlığını ilân etti ve 2 Mart 1992'de Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildi. Ülkedeki iç karışıklıklar ve ekonomik kriz neticesinde İslâmî Yeniden Doğuş Partisi ve diğer muhalefetin desteğiyle ülkenin güney kesimindeki gösteriler sonrasında 1992 yılında iç savaş başladı.
Tacikistan, neredeyse anında, çeşitli grupların birbirleriyle savaştığı bir iç savaş alana dondu. Bu süre zarfında 500.000'den fazla kişi, zulüm ve artan yoksulluk nedeniyle Batı'yı ve ekonomi durumu iyi olan eski Sovyet Cumhuriyetler'e kaçtı. 1992 Kasım ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %58 oyla eski başbakan 'u mağlup ederek İmamali Rahman iktidara geldi. Seçimler savaşın bitiminden kısa bir süre sonra gerçekleşti ve Tacikistan tam bir yıkım halindeydi. Tahmini ölü sayısı 100.000'den fazladır. Ülke içinde ve dışında yaklaşık 1,2 milyon kişi mülteciydi. 1997'de Rahman ile muhalefet partileri arasında Genel Sekreter Özel Temsilcisi Gerd D. Merrem'in rehberliğinde ateşkes sağlandı ve başarılı bir Birleşmiş Milletler barışı koruma girişimi olarak büyük övgüler aldı. Ateşkes, bakanlık mevkilerinin %30'unun muhalefete gideceği garantiydi. Seçimler 1999 yılında yapıldı, ancak muhalefet partileri ve yabancı gözlemciler tarafından haksız olmakla eleştirildi ve %98 oyla Rahman yeniden seçildi. 2006'daki seçimleri yine (oyların %79'uyla) Rahman kazandı ve üçüncü defa göreve başladı. Birkaç muhalefet partisi 2006 seçimlerini boykot etti ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bunu eleştirmesine rağmen Bağımsız Devletler Topluluğu gözlemcileri seçimlerin yasal ve şeffaf olduğunu iddia etti. Rahman'ın yönetimi, medyayı sansürleme ve baskı yapma nedeniyle 2010 Ekim'de AGİT tarafından daha fazla eleştiriye maruz kaldı. AGİT, Tacik Hükûmeti'nin Tacik ve yabancı web sitelerini sansürlediğini ve bağımsız matbaalarda bir dizi bağımsız gazetenin basım faaliyetlerinin durdurulmasına yol açan vergi incelemeleri başlattığını iddia etti.
Rus sınır birlikleri 2005 yazına kadar Tacik-Afgan sınırında konuşlanmıştı. 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana Fransız birlikleri, NATO’nun Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü'nün hava operasyonlarını desteklemek için Duşanbe Havaalanı'na yerleştirildi. Birleşik Devletler Ordusu ve Deniz Piyadeleri personeli, birkaç haftaya kadar süreli ortak eğitim misyonları gerçekleştirmek için periyodik olarak Tacikistan'ı ziyaret etmişti. Hindistan Hükûmeti, Duşanbe'nin 15 km güney batısında yer alan askeri bir havaalanı olan Ayni Hava Üssü'nü 70 milyon dolara yeniden inşa etti ve onarımları Eylül 2010'da tamamladı. Şimdi Tacikistan hava kuvvetlerinin ana üssü olarak kullanmaktadır.Rusya ile Ayni tesisinin kullanımına ilişkin görüşmeler yapıldı ve Rusya, Duşanbe'nin eteklerinde büyük bir üs tutmaya devam ediyor.
Tacik yetkililer, 2010 Ağustos'ta 25 militanın bir Tacik hapishanesinden kaçmasının ardından, Eylül ayında 'nde 28 Tacik askerin öldürülmesine neden olan bir pusu ile ülkenin doğusunda İslami militarizmin yükselişte olduğuna dair endişeler olduğunu duyurdu. Ekim ayda civarındaki çatışmada 30 asker ve 3 militan ölmüştü. Kasım ay merkezi hükûmet Rasht Vadisi asker operasyonuyla kontrol altına alarak gelirim sonuçlandığını iddia ediyordu. Ancak Temmuz 2012'de tekrar kavga çıktı. 2015'te Rusya, Tacikistan'a daha fazla asker gönderdi. Mayıs 2015'te Tacikistan'ın ulusal güvenliği, İçişleri Bakanlığı özel amaçlı polis birimi (OMON) komutanı Albay Gülmurod Halimov'un İslam Devleti'ne sığınmasıyla ciddi bir gerileme yaşadı.
Coğrafya ve iklim.
Ülkenin denize kıyısı yoktur ve arazinin büyük bir kısmında yüksek dağlar bulunmaktadır. Pamir Dağları ülkenin önemli bir kısmını kaplar ve bölgenin çoğunluğu 3.000 metrenin üzerinde bir rakıma sahiptir. Kuzeydeki Fergana Vadisi ile güneyde yer alan çeşitli nehir vadileri ülkenin alçak kısımlarını oluşturur. Tacikistan'da karasal, subtropikal ve yarı kurak iklimler hakimdir, bazı kısımlarda ise çöl iklimi hüküm sürer. İklim, yükselti ile önemli oranda bağlantılıdır. Bölgede bulunan dağlar, Fergana Vadisi ve diğer alçak arazilere Arktik bölgelerden gelen hava kütlelerinin ulaşmasını engeller. Buna karşın bu bölgelerde bile hava, yılda 100 günden fazla 0 °C'nin altına düşer. İklimin en sıcak olduğu güneybatı bölgelerindeki alçak arazilerde iklim kuraktır, ancak bazı bölgelerde sulamalı tarım gerçekleştirilir. Ülkenin alçak bölgelerinde ortalama Temmuz sıcaklığı 23 ile 30 °C, Ocak sıcaklığı -1 ile 3 °C olmaktadır. Doğu Pamirler'de ortalama Temmuz sıcaklığı 5 ile 10 °C, Ocak sıcaklığı -15 ile -20 °C'dir.
Politika ve yönetim.
Sovyetler Birliği'nde gelişen Perestroyka'nın etkisiyle çok partili düzene geçilmesiyle birlikte 1990 yılında Tacikistan Demokratik Partisi kuruldu. Ancak 1995 yılında yapılan seçimlerde ülkedeki yoksulluğun da etkisiyle Tacikistan Komünist Partisi 181 sandalyeden 60'ını kazanarak mecliste hakim duruma geldi.
Tacikistan'ın 1991 yılında bağımsız olmasının hemen ardından ülkede bir iç savaş başladı. Meclis İslami nitelikte bir partinin kurulmasını yasakladı. 1992-1993 yıllarında şiddetlenen çatışmalar, 1997 yılında hükûmet ile isyancılar arasında uzlaşmanın sağlanmasıyla son buldu. 6 Kasım 1994 tarihinde yapılan referandumda %88 oyla yeni anayasa kabul edildi. Emomali Rahmanov, Tacikistan Devlet Başkanı seçildi.
Tacikistan'da 2000 yılından itibaren istikrar sağlanmış ve ülkenin yeniden inşasına başlanmıştır. Fakat Afganistan'da yaşanan çatışmalar nedeniyle sınır güvenliği için büyük çoğunlukla Tacik astsubay ve askerlerin bulunduğu Ruslara ait 201. Motorize Piyade Tümeni'nin bölgede varlık göstermesine izin verilmiştir. 2000 yılında yapılan yasama seçimlerinde Tacikistan Komünist Partisi yine birinci olmuştur.
1999-2000 yıllarında Özbekistan'da teröre sebep olan militanlar da üs olarak Tacikistan'ı kullandı. Bununla birlikte 2001 yılında ABD'nin Afganistan'da Taliban'ı devirmek için başlattığı işgalde bu ülkedeki Tacikler de zor durumda kaldı. Taliban, ABD'nin işgali sırasında binlerce Tacik vatandaşını öldürmekle tehdit etti.
Yolsuzluk, suç, AIDS vakalarının artması, ekonomik bozulmalar, Afganistan'dan Avrupa'ya yönelen uyuşturucu ticaretinde transit geçiş noktasında olması gibi etkenler ülkenin en önemli sorunlarıdır.
13 Mart 2005'te yapılan Tacikistan meclis genel seçimlerinde Demokratik Toplum Partisi %64,51 oyla birinci gelmiş ve 49 sandalye kazanmıştır. Tacikistan Komünist Partisi %20,63 oyla ikinci gelmiş ancak sadece 4 milletvekilliği kazanabilmiştir. Laiklik yanlısı İslami Rönesans Partisi %7,48 oyla 2 milletvekilliği kazanırken, Demokratik Parti, Sosyalist Parti ve Adalet Partisi'nin kurduğu koalisyon da %7,36 oy almıştır.
1 Mart 2015'te yapılan seçimlerde ise Demokratik Toplum Partisi %65,4 oyla 51 sandalye kazanırken, sosyalist eğilimli Agrarnaya Partiya (Tarım Partisi) %11,7 oy oranıyla 5 milletvekili çıkarmıştır. Ekonomik Reform Partisi %7,5 oyla 3, Sosyalist Parti ise %5,5 oy oranıyla 1 milletvekilliği kazanmıştır.
Demografi.
Tacikistan nüfusu 9,275,832 kişi olup, bunların %70'i 30 yaşının altında, %30'da 14-30 yaş aralığındadır.
Etnik gruplar ve dil.
Ülkede en büyük etnik grup 2020 nüfus sayımı itibarıyla %86,1 oranla Tacikler, ikinci en büyük etnik grup ise %11,3 oranla Özbeklerdir. Bu grupları %0,3'lük bir oranla Ruslar takip etmektedir. Diğer etnik gruplar ise %1,9'luk bir kesimi oluştururlar. Küçük etnik gruplar arasında Pamirler ve Yagnobiler bulunmaktadır.
Resmi dil Farsçanın bir lehçesi olan Tacikçe olmasına rağmen, yakın çağdaki etkileşimlerden dolayı Rusça da kullanılır ancak Rusçanın resmi bir statüsü yoktur.
Din.
Ülkede insanların mensup olduğu en büyük din İslamdır. Halkın %97'den fazlası Müslüman iken %1'den daha az bir kısmı ise Hristiyandır. Ülkede Hristiyanlar daha çok Rus Ortodoks Kilisesi'ne mensupturlar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21080",
"len_data": 19178,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.58
}
|
İkitelli Organize Sanayi Bölgesi, İkitelli, İstanbul'da yer alan bir organize sanayi bölgesidir. Fatih, Eminönü, Kâğıthane ve Haliç çevresine yayılan ve çıkardıkları atık, duman, gürültü vb. ile insan sağlığına zararlı unsurlarla çevreyi kirleten, bu suretle kent ve kent insanına zarar veren, ayrıca şehircilik açısından olumsuz bir durum ortaya çıkaran küçük ve orta boy sanayi işletmelerini, meskun alanlar dışında şehircilik ilkelerine uygun ve her türlü altyapısı hazırlanmış alanlarda toplayarak, çevreye zarar vermeden faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamak amacıyla 1981 yılında kurulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21086",
"len_data": 599,
"topic": "FINANCE_ECONOMY",
"quality_score": 3.3
}
|
Divan edebiyatı ("Klasik Türk edebiyatı, divan edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı, havas edebiyatı, saray edebiyatı, enderun edebiyatı, klasik edebiyat, eski edebiyat" veya "tarzıkadim" olarak da bilinir), Türk kültürüne has süslü ve sanatlı bir edebiyat türüdür. Bu edebiyata genellikle "divan edebiyatı" adı uygun görülmekte olup bunun en büyük nedenlerinden birisinin şairlerin manzumelerinin (yani şiirlerinin) toplandığı kitaplara "divan" denilmesi olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan, divan edebiyatı gibi tabirlerin modern araştırmacılar tarafından geliştirildiğini ve halk-tekke-divan edebiyatları arasındaki ayrımların bazen oldukça muğlak olduğu ve bu edebiyatlar arasında ciddi etkileşimlerin de bulunduğu vurgulanmalıdır.
Divan edebiyatını Osmanlı'nın Anadolu ve Balkanlar coğrafyasındaki diğer Türk edebiyatı formları olan halk ve tekke edebiyatlarından ayıran temel farkın kitlesi olduğu düşünülebilir. Zira divan edebiyatı daha çok saray ve medrese çevresindeki "okuryazar kesime" hitap etmektedir.
Divan edebiyatının tarihsel gelişimi.
Oluşum dönemi (yaklaşık olarak 1200-1450).
Anadolu'daki Arap/Fars İslami edebiyatlarının etkisi altında gelişen bir edebi kültürün oluşumu Osmanlı'dan çok daha önce bir dönemde, Anadolu Selçuklu döneminde (1077-1308) başlamıştır. Bu çerçevede Konya merkezli Anadolu Selçuklu sultanlarının özellikle Farsça edebi eserlerin üretimini teşvik ettiği görülmektedir. Bu açıdan da Anadolu'da bu dönemdeki İslami (yazılı) edebi kültürün çoğunlukla Farsça olduğu vurgulanmalıdır.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin otoritesinin 13. yüzyılın sonlarından itibaren zayıflamasıyla birlikte Anadolu'da ortaya çıkan Türkmen beylikleri döneminin temel ayırıcı özelliği ise eserlerde kullanılan dildir. Zira bu dönemde üretilen İslami edebi eserler daha çok Eski Anadolu Türkçesi ile yapılır hale gelmiştir. Bunun temel nedenlerinden biri dönemin Türkmen beylerinin Arapçadan ve özellikle de Farsçadan Türkçeye çeviriler yapılmasını teşvik etmiş olmasıdır. Bu çerçevede bahsi geçen dönemde Fars ve Arap edebiyatlarına ait eserlerdeki temaların ve unsurların yeni gelişen Türkçe edebî eserlere aktarıldığı görülmektedir. Bu açıdan aşk, serüven ve tasavvuf konularını işleyen ve Farsça ve Arapça mesnevilerin etkisi altında olan Türkçe mesnevilerin ilk olarak bu dönemde yazılmaya başlanması şaşırtıcı değildir. Örneğin, Şeyyad Hamza'nın (ö. 1350'den sonra) Kur'an'da geçen Yûsuf Peygamber kıssasının anlatıldığı "Destân-ı Yûsuf" mesnevisini, Anadolu sahasında kaleme alan ilk kişi olduğu düşünülmektedir. Yine dönemin en üretken şairlerinden olan Gülşehrî'nin (ö. 1317'den sonra) de Fars edebiyatındaki önemli şahsiyetlerden olan Ferîdüddin Attâr'ın "Mantıku't-Tayr" adlı eserini genişleterek Türkçeye çevirdiği de vurgulanmalıdır.
14. ve 15. yüzyılda ise Anadolu'daki İslami ve Türkçe edebi kültürün gelişmesinde yani divan edebiyatında Osmanlı sultanlarının hamiliği egemen olmaya başlar. Bu çerçevede özellikle II. Murad'ın divan edebiyatı tarzındaki eserlerin üretimini teşvik ettiği görülmektedir. Bu dönemdeki divan şairlerinin en başında Şeyhî (ö. 1429'dan sonra) anılabilir. Germiyanoğulları beyliğinde yetişen Şeyhî, sırasıyla Emir Süleyman, I. Mehmed ve II. Murad'a musahip olmuştur. Şeyhî de selefleriyle benzer şekilde Fars edebiyatından ilham alarak "Hüsrev ü Şirin" (1421-1429) adlı mesneviyi yazmıştır ve bu eseri II. Murad'a sunmuştur. Fakat Şeyhî'nin aynı zamanda konu bakımından akranlarına göre "yenilikçi" bir eser ortaya koyduğu da görülmektedir. Bu eserinin adı da "Harnâme"'dir. Bu mizahi eserin konusu ise şöyledir: Aynı zamanda bir hekim olan Şeyhi; Çelebi Mehmed'i tedavi edince, Çelebi Mehmed ona bir köy hediye eder. Köye doğru giderken Şeyhî, yolda soyulur ve dövülür. Bunun üzerine "Harnâme"'yi kaleme alır. Eserde kaderi yük taşımak olan bir eşeğin semiren öküzlere özenmesi üzerine başına gelenler mizahi bir dil ile hicvedilmiştir.
"Divan"’ı ve "Çengnâme" (1405) isimli mesnevisiyle tanınan Ahmed-i Dâ'i (ö. 1421’den sonra) de ilk önce I. Bayezid daha sonra Emîr Süleyman'ın hizmetine girmiş fakat daha önce Germiyan beylerine hizmet etmiş şairlerdendir. Dâ'i'nin en bilinen eserlerinden "Çengnâme" devrinin yaşantısını, özellikle de Emir Süleyman'ın işret meclislerini anlatır. Dâ'i, Emir Süleyman’ın Edirne'deki sarayında, onun işret meclislerinin baş konuğu olup bu meclisleri anlattığı "Çengnâme"'nin konusunu oluşturan "çeng", kanuna benzeyen, dik tutularak çalınan bir sazdır. Eser, çengin 24 teli ve klasik musikinin 24 makamından hareketle 24 bölüme ayrılmıştır. Bu eserde varlıklar konuşmakta ve kendilerini anlatmaktadır. Bu mesnevide konuşan varlıklar çeng isimli çalgı aleti ve onu oluşturan ipek teller, servi ağacı, ceylan derisi ve at kılıdır.
Bu dönem ile ilgili vurgulanması gereken son isim ise Ahmedî (ö. 1412-13) olabilir. Ahmedî'nin Edirne'de Emîr Süleyman’a sunduğu ve sekiz bin beyitten oluşan "İskendername" mesnevisi divan edebiyatında kaleme alınan ilk İskender mesnevisidir. Ahmedî'nin, yine 1403 yılında Emir Süleyman'ın isteği üzerine kaleme aldığı "Cemşid ü Hurşid" adlı mesnevisi onun en çok tanınan eserlerinden biridir. Ahmedî, Çemşid’i Hurşid’i Türkçede "yeniden yazarken" bu eserde çok sayıda değişikliğe gittiği ve bu hikâyeyi bir nevi "yerelleştirdiği" vurgulanmalıdır.
"Olgunlaşma" dönemi (yaklaşık olarak 1450-1600).
II. Murad döneminden sonra, II. Mehmed (1451-1481) ve daha da önemlisi II. Bayezid (1481-1512) dönemlerinden itibaren divan edebiyatı önemli bir atılım yapmaya başlar. Bu dönemi öne çıkaran en önemli unsurlardan biri, edebiyatçıların Fars ve Arap edebiyatlarından eserler çevirmeye ek olarak, artık Osmanlı Türkçesinde yazmanın daha da yaygın olmaya başlamasıdır. Keza dönem şairleri yaptıkları bu uğraşı "Rûmî" ya da "Türkî" kılmak şeklinde kavramsallaştırmışlardır.
Bu çerçevede ilk kuşakta üç şairin adı öne çıkmaktadır: Ahmed Paşa, Necâtî ve Zâtî. Bu şahıslardan Ahmed Paşa (ö. 1496-97), II. Mehmed ve II. Beyazıd dönemlerinde kazaskerlik, vezirlik, sancak beyliği ve kadılık gibi yüksek görevlerde bulunmuş ve kendi çağında hem gazel hem de kaside nazım şekillerinde ortaya koyduğu eserleriyle oldukça şöhret sahibi olmuştur. Divan edebiyatının bu dönemdeki bir diğer öne çıkan şairi Necâtî (ö. 1509) ise Ahmed Paşa'dan farklı olarak Fars edebiyatına daha mesafeli durmuş ve eserlerinde yerel unsurlara daha çok yer vermiştir. Bu dönemde öne çıkan üç şairden bir diğeri olan Zâtî'nin (ö. 1546) ise Latifi'ye göre 3000 gazeli, Âşık Çelebi'ye göre ise 1600-1700 gazeli ve 400 kasidesi bulunduğu belirtilmektedir. Nihayetinde, Zâtî'nin döneminden itibaren ise Osmanlı Türkçesinde eser üretmenin belli bir seviyeye geldiği düşünebilir.
Bu ilk kuşak şairlerden sonra sonraki dönemde divan edebiyatı daha da yaygınlaşmaya başlamıştır. Örneğin, Bâkî (ö. 1600) bu dönemde yaşamıştır ve kendisi döneminde de oldukça ilgi görmüştür. Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkiler geliştirmiş, daha sonra II. Selim ve III. Murat dönemlerinde de hem saraydan hem de toplumdan büyük bir itibar görmüştür. Nihayetinde bu dönemin sonuna gelindiğinde divan edebiyatı artık kendi içinde "kanon metinleri" -yani kendi "klasik eserleri"- olan bir edebiyat haline gelmiştir.
"Renklenme" dönemi (yaklaşık olarak 1600-1800).
Bâkî'den sonra yani 17. yüzyılda ise divan edebiyatında artık daha önceki dönemden farklı tarzlarda eserlerin üretilmeye başlandığı görülmektedir. Örneğin, Nâbi (ö. 1712), oğluna nasihat vermek maksadıyla yazdığı "Hayriyye" isimli mesnevisi ile divan edebiyatında didaktik tarzda eserlerin yazılmaya başlandığı görülmektedir. Diğer taraftan Nef'i'nin (ö. 1635) hiciv tarzı eserleri de bu dönemin "renkliliğini" göstermektedir. Benzer şekilde, Evliyâ Çelebi'nin (ö. 1684?) 10 ciltlik "Seyahatnâmesi" de yine bu dönemde yazılmıştır.
18. yüzyılda ise bu yenilikçi yaklaşım devam etmiş ve bu çerçevede zaten divan edebiyatında hem dil (daha toplumsal) hem de içerik (daha dünyevi duygular) bakımından birçok yenilik yapan Nedîm (ö. 1730) de bu dönemde yaşamıştır. Yine, sebk-i Hindi tarzının önemli bir temsilcisi sayılan Şeyh Galip (ö. 1799), "Hüsn ü Aşk" adlı eserini bu dönemde yazmış ve Şeyh Galip bu eserinde geleneksel tasavvufi kavramlara yeni bir bakış sunmuştur.
Modern dönem (yaklaşık olarak 1800 ve sonrası).
19. yüzyıldan sonra divan edebiyatına olan ilgi Osmanlı dünyasında giderek zayıflamaya başlamıştır. Bunun en büyük nedenleri arasında Fransız, Alman, İngiliz gibi Avrupa edebiyatlarının ve değerlerinin Osmanlı dünyasında hızla egemen olması öne sürülebilir.
Divan edebiyatında nazım ve nesir.
Divan edebiyatındaki eserler nazım (şiir) ve nesir (düzyazı) olarak iki biçimde yazılmıştır.
Nazım.
Divan edebiyatındaki nazım biçiminde eserler aruz veznine bağlı belli kurallara tabiydi. Şairler eserlerini meydana getirirken aruz vezni bazlı kalıplara göre şiirlerini şekillendirirdi. Aruz vezni nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılırdı. Örneğin; rubaî nazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir. Rubai'de mısralar; a+a+b+a şeklinde kafiyelidir. Bununla beraber, bazı divan şairlerinin (örneğin, Nedîm) hece ölçüsüyle şiirlerine rastlamak da mümkündür. Fakat hece ölçüsüyle eser meydana getirmek Osmanlı dünyasında 19. yüzyıla kadar yaygın bir temayül olmamıştır.
Nazım biçimindeki eserleri oluşturan iki temel unsur vardır. Bunların ilki mısra, ikincisi ise beyittir. Mısra, divan edebiyatında aruz vezniyle meydana getirilmiş ifadelerin tek satırlık temel hâli olarak tanımlanabilir. Aynı vezinle yazılmış ve art arda gelen iki mısraya ise beyit adı verilir. Beyit, nazım biçimindeki eserlerdeki en önemli birimdir, zira nazım biçimindeki eserler beyitlerden oluşmaktadır.
Divan edebiyatındaki nazım eserlerdeki beyitler bir araya gelerek nazım şekillerini oluşturur. Bunlar gazel, rubai, kaside, tuyuğ, mesnevi, murabba, kıt'a, şarkı, müstezat, terkib-i bent, terci-i bent, musammat olmak üzere on iki türe ayrılır. Bu nazım şekillerinden özellikle mesnevi şekliyle çok sayıda hikâyenin (kahramanlık, aşk, tasavvufi vb.) yazıldığının altı çizilmelidir (Örneğin, İskendernameler, Yusuf u Züleyhalar ve Ferhad ü Şirinler gibi).
Nesir.
Divan edebiyatındaki nesir metinleri, içeriklerindeki Arapça ve Farsça kelime kullanımı ve gramer yapıları gibi çok sayıda unsura göre üçe ayırmak mümkündür: "Yalın", "sanatlı" (seci', ﺳﺠﻊ) ve "orta". Öte yandan, vurgulanmalıdır ki tek bir nesir metinde hem sanatlı hem yalın hem de orta seviyede kısımların olması gayet sıradan bir durumdur. Yine aynı şekilde, nesir metinlerin belli kısımlarında nazım kısımlar da bulunabilir.
"Yalın" nesirde genellikle daha gündelik bir dil Osmanlı Türkçesi kullanılmıştır. Bu yüzden yalın tarzdaki nesir metinlerini okumak için genellikle ciddi bir Arapça ve Farsça bilgisine ihtiyaç yoktur. Benzer şekilde bu tarz nesir metinleri yazan şahısların Arapça ve Farsçadaki hâkimiyetleri de genellikle üst düzey seviyede değildir.
"Sanatlı" nesirde ise asıl amaç hüner ve marifet göstermek olduğundan bu tarz eserlerde Arapça ve Farsça kelime sayısı yalın metinlere göre oldukça fazladır. Bu tarz nesir metinlerini yazanlar doğal koşullarda medrese öğrenimi görmüş, Arapça, Farsça veya Osmanlı Türkçesinde yetkin kişilerdir. Hemen hemen her türde bu tarzda yazılmış nesir metinleri görmek mümkün olmakla birlikte genellikle mektuplar (münşeatlar) bu şekilde yazılmıştır.
"Orta" tarz nesrin, nesir metinlerindeki en yaygın tarz olduğu söylenebilir. Bu tarzdaki nesir metinlerini hemen hemen her türde görmek mümkündür.
Divan edebiyatında türler.
Divan edebiyatındaki nazım ve nesir eserlerin çok sayıda türü vardır.
Divan edebiyatında söz sanatları.
Divan edebiyatında özellikle sanatlı ve orta tarzda nesir metinlerini ve elbette yine aynı tarzda nazım metinlerini meydana getiren çoğu şair söz sanatlarına başvururdu. Zira, şairin söz sanatlarındaki ustalığı o kişinin özellikle Osmanlı okuryazar kesimi nezdinde değerini artırırdı. Bu nedenle şairler şiirlerinde yıllar boyunca çok sayıda söz sanatı kullanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21092",
"len_data": 11964,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.07
}
|
Bundesliga (; ), Fußball-Bundesliga () veya 1. Bundesliga () gibi adlarla da anılan Almanya'daki en üst düzey futbol ligidir. Bundesliga 18 takımdan oluşur. Bundesliga'dan düşen takımlar sonraki sezon 2. Bundesliga'da, oradan yükselenler ise Bundesliga'da mücadele ederler. Bir sezon Ağustos'tan Mayıs'a kadar devam eder. Maçlar cuma, cumartesi ve pazar günleri oynanır. Tüm Bundesliga kulüpleri DFB-Pokal kupa müsabakalarına katılır. Bundesliga ve DFB-Pokal şampiyonları DFL-Supercup'a katılmaya hak kazanır.
Kuruluşundan bu yana Bundesliga'da elli sekiz kulüp mücadele etmiştir. Bayern München, 62 sezonun 33'ünü ve on bir sezon üst üste () şampiyon olarak Avrupa rekoru kırmıştır. Bundesliga'da Borussia Dortmund, Hamburg, Werder Bremen, Borussia Mönchengladbach, VfB Stuttgart ve Bayer Leverkusen takımlarıda şampiyon olma başarısı gösterdiler. En iyi ulusal liglerden biri olan Bundesliga, UEFA'nın 2024-25 sezonu için belirlediği ve son beş sezonda Avrupa müsabakalarındaki performanslara dayanan lig katsayısı sıralamasına göre Avrupa'da dördüncü sırada yer almaktadır. Bundesliga 1976'dan 1984'e kadar ve 1990'da UEFA sıralamasında lider olmuştur. Ayrıca yedi kez kıtanın en yüksek puanlı kulübü de bir Bundesliga ekibiydi. Bundesliga kulüpleri sekiz UEFA Şampiyonlar Ligi, yedi UEFA Avrupa Ligi, dört Avrupa Kupa Galipleri Kupası, iki UEFA Süper Kupası, iki FIFA Kulüpler Dünya Kupası ve üç Kıtalararası Kupa şampiyonluğu kazanmıştır. Oyuncuları dokuz Ballon d'Or ödülü, iki FIFA En İyi Erkek Futbolcu ödülü, dört Avrupa Altın Ayakkabı ve UEFA Yılın Kulüp Futbolcusu dahil olmak üzere üç UEFA Yılın Erkek Futbolcusu ödülü kazanmıştır.
Bundesliga, seyirci ortalaması açısından dünyanın bir numaralı futbol ligidir; 2011-12 sezonunda maç başına 45.134 taraftar ortalamasıyla tüm spor dalları arasında National Football League'den sonra dünyanın en yüksek seyirci ortalamasına sahip spor ligidir. Bundesliga 200'den fazla ülkede televizyonda yayınlanmaktadır.
Bundesliga 1962 yılında Dortmund'da kuruldu ve ilk sezonu 1963-64'te başladı. Bundesliga'nın yapısı ve organizasyonu, Almanya'nın diğer futbol ligleriyle birlikte sık sık değişikliğe uğradı. Bundesliga, Deutscher Fußball-Bund (Almanya Futbol Federasyonu) tarafından kuruldu, ancak günümüzde Deutsche Fußball Liga (Alman Futbol Ligi) tarafından işletilmektedir.
Ligin tamamlanan son sezonu olan 2024-25 sezonunda şampiyonluğa ulaşan takım Bayern München'dir.
Yapısı.
Bundesliga, 1. Bundesliga (nadiren "1." önekiyle anılır) ve bir altında 1974'ten beri Alman futbolunun ikinci kademesi olan 2. Bundesliga olmak üzere iki ligden oluşmaktadır. Bundesligen (çoğul) profesyonel ligler için kullanılır. 3. Liga 2008 yılından bu yana profesyonel bir ligdir, ancak diğer iki lig gibi Alman Futbol Ligi (DFL) tarafından değil, Alman Futbol Federasyonu (DFB) tarafından yönetildiği için Bundesliga olarak adlandırılmaz.
Ligler, 3. Liga seviyesinin altında genellikle bölgesel bazda alt bölümlere ayrılır. Örneğin Regionalligen şu anda Nord (Kuzey), Nordost (Kuzeydoğu), Süd (Güney), Südwest (Güneybatı) ve West (Batı) liglerinden oluşmaktadır. Bunun altında, çoğu Oberligen (üst ligler) olarak adlandırılan ve federal eyaletleri veya büyük kentsel ve coğrafi alanları temsil eden on üç paralel bölüm bulunmaktadır. Oberligen'in altındaki seviyeler yerel bölgeler arasında farklılık göstermektedir. Lig yapısı sık sık değişmiştir ve tipik olarak ülkenin çeşitli bölgelerinde spora katılım derecesini yansıtmaktadır. 1990'ların başında, Almanya'nın yeniden birleşmesi ve ardından Doğu Almanya'nın ulusal liginin entegrasyonu değişikliklere yol açmıştır.
İki Bundesligen'deki her takım ligde oynamak için gerekli lisansa sahip değilse bölgesel liglere düşürülürler. Lisans alabilmek için takımların mali kriterleri ve organizasyon olarak belirli davranış standartlarını karşılamaları gerekmektedir.
Diğer ulusal liglerde olduğu gibi, en üst ligde yer almanın bazı faydaları vardır:
Bayern München, Borussia Dortmund, Schalke 04, RB Leipzig, Hamburg, VfB Stuttgart, 1. FC Köln, Borussia Mönchengladbach, Eintracht Frankfurt, Werder Bremen ve Bayer Leverkusen uluslararası alanda en tanınan Alman kulüpleridir. Hamburger SV, kuruluşundan bu yana, ilk kez küme düştüğü 12 Mayıs 2018 tarihine kadar Bundesliga'da sürekli oynayan tek kulüp olmuştur.
1981'den 1991'e kadar Almanya'da uygulanan terfi ve küme düşme sistemi 2008-09 sezonunda Bundesliga'da yeniden uygulanmaya başlandı:
1992'den 2008'e kadar, Bundesliga'yı son üç sırada bitirenlerin otomatik olarak küme düştüğü ve yerlerini 2. Bundesliga'yı ilk üç sırada bitirenlerin aldığı farklı bir sistem kullanıldı. 1963'ten 1981'e kadar iki ya da daha sonra üç takım Bundesliga'dan otomatik olarak küme düşerken, yükselme ya tamamen ya da kısmen yükselme play-off'ları ile belirlendi.
Sezon ağustos ayı başlarında başlar ve altı haftalık bir kış tatili (aralık ortasından ocak sonuna kadar) ile mayıs ayı sonuna kadar sürer. 2002-03 sezonundan itibaren, açılış maçları ilk maç gününde cuma geceleri son şampiyonların katılımıyla yapılmaya başlandı. Son şampiyonlar o tarihten bu yana açılış maçlarını kaybetmedi ve 21 maçın 16'sını kazandı (2022-23 sezonuna kadar). 2021-22 sezonundan itibaren başlama vuruşu saatleri değiştirilerek cuma maçları 20.30'da, cumartesi günleri 15.30 ve 18.30'da, pazar günleri ise 15.30, 17.30 ve 19.30'da oynanmaya başlandı.
Şampiyonlar.
İlk sezonu 1963-64 olan Bundesliga'da 13 farklı takım şampiyonluk yaşamıştır. 33 şampiyonluk yaşayan Bayern München en başarılı takım konumundayken, onu sırasıyla Borussia Mönchengladbach ve Borussia Dortmund (5), Werder Bremen (4), Hamburg ve VfB Stuttgart (3), 1. FC Köln ve 1. FC Kaiserslautern (2), 1860 München, Eintracht Braunschweig, 1. FC Nürnberg, VfL Wolfsburg ve Bayer Leverkusen (1) takip etmektedir. Yıllara göre elde edilen şampiyonluklar şu şekildedir:
Bundesliga şampiyonlarının formalarına işleyebilecekleri yıldız sayılarında aşağıdaki kurallar geçerlidir.
Formada yıldız kullanım hakları sırasıyla
şampiyonlukları takiben kazanılmaktadır.
Sezonlara göre.
Parantez içindeki sayı, toplam kazanılan Bundesliga şampiyonluğunu göstermektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21106",
"len_data": 6130,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.38
}
|
Serie A, İtalyan futbol liglerinin en üst seviyesidir. Ana sponsoru TIM adındaki İtalyan telekomünikasyon şirketidir.
Avrupa ligleri içinde en zorlu liglerden biridir. 20 takım yer alır. O tarihe kadar bölgesel ligler devam ederken, Serie A 1898 yılında başlamıştır. Sezonu şampiyon bitiren takım scudetto unvanıyla anılır ve bir sonraki sezon formasında İtalyan bayrağının üç rengi olan bir arma takar.
En başarılı olan takımlar Juventus, Inter ve Milan'dır. Bunların haricinde Roma, Napoli, Fiorentina ve Lazio tanınmış diğer takımlardır. Ayrıca, her 10 şampiyonluğa bir yıldız verilmektedir. Bundan dolayı Juventus'un 3, Inter'in 2 ve Milan'ın 1 yıldız takma hakkı vardır.
Bir dönem "Küçük Dünya Kupası" olarak adlandırılan ligde Cristiano Ronaldo, Diego Maradona, Zinedine Zidane, Luís Figo, Ronaldo, Ronaldinho, Wesley Sneijder ve Zlatan Ibrahimović başta olmak üzere birçok dünya yıldızı oynamıştır. İtalyan futbolunun efsaneleri Francesco Totti, Gianluigi Buffon, Del Piero, Andrea Pirlo ve Paolo Maldini bu ligde uzun yıllar forma giymiştir. Dünya Kupaların en çok gol atan futbolcusu Miroslav Klose'de bir dönem bu ligde Lazio forması giymiştir. Juventus forması giydiği dönemde 27 futbolcu Dünya Kupası'nı kazanma başarısı göstermiştir ve bu aynı zamanda Juventus'un en çok Dünya Kupası şampiyonu çıkartan futbol kulübü olmasını sağlamıştır.
Ligde yer alan takımlar Avrupa Kupalarında önemli ilklere imza atmıştır. Fiorentina takımı UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı ilk kazanan takımdır. Lazio ise 1998-99 UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kazanarak bu kupayı son kez kazanan ekip olmuştur. Roma takımı ise UEFA Konferans Ligi'ni kazanan ilk kulüp olmayı başarmıştır. La Liga'nın ardından UEFA Avrupa Ligi'ni en çok kazanan ligdir. Milan kazandığı 7 Şampiyonlar Ligi zaferi ile Real Madrid'ten sonra bu kupayı en çok kazanan takımdır. Serie A, ayrıca Şampiyonlar Ligi'ni La Liga ve Premier League'den sonra en çok kazanan ligdir.
Sezon sonunda puan durumunda son 3 sırayı alan takımlar Serie B'ye düşer. Lig kurulduğundan bu yana küme düşmeyen tek takım ise Inter'dir.
Tarihçe.
Serie A, 1898'de başladı. Ancak 1929'a kadar bölgesel bir lig havasında oynanan Serie A, Futbol Federasyonu'nun girişimleriyle 1929-30 sezonunda ulusal lig oldu ve önemli turnuvanın ilk şampiyonluğuna Inter ulaştı.
Serie A'daki bir diğer uygulama Scudetto'dur. Sezonu şampiyon bitiren takım Scudetto unvanıyla anılır ve bir sonraki sezon formasında İtalyan bayrağının üç rengi olan bir arma takar.
Serie A'nın en başarılı ekibi 36 kez mutlu sona ulaşan Juventus'tur. 2000'li yıllara kadar en önemli lig olarak kabul edilen Serie A, 2005-06 sezonundaki bahis ve şike skandalıyla büyük itibar kaybetti. 5 takımın karıştığı skandal sonucunda Juventus Serie B'ye düşürülmüştür.
İtalya Futbol Federasyonu 2022-23 sezonundan itibaren; lig sıralamasındaki ilk iki takımın eşit puanla sezonu tamamlaması durumunda tarafsız bir sahada play-off maçının oynanmasına karar vermiştir.
Ligin tamamlanan son sezonu olan 2024-25 sezonunda şampiyonluğa ulaşan takım Napoli'dir.
Gol kralları.
Sezonlara göre gol kralları listesi için bakınız; Serie A gol kralları listesi
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21107",
"len_data": 3134,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.42
}
|
Köprüyol, viyadük veya aşıt, yüksek iki nokta arasında kalan alanı, genellikle bir nehrin ayırdığı vadiyi köprü ile birleştiren yapıdır. Latince via yani yol ve ductus yani yol gösterme, yönetme kelimelerinden türetilmiştir. Türkçeye Fransızca viaduc yani yol, demiryolu kelimesinden geçmiştir.
Yolun dolambaçlı olmasını engeller, trafiği ve zaman kaybını azaltır. Genellikle otoyollar veya demiryolu akışını düzene sokmak için inşa edilir.
Tarihteki ilk köprüyol 1844-1847 yıllarında Almanya'da inşa edilmiştir. Tasarımı Roma su kemerlerine benzeyen bu köprüyolun yapımı için yaklaşık 150.000 metrekare taş kullanılmıştır. 1847 yılında yapımı tamamlandığında uzunluğu 400 m, genişliği 10 m, yüksekliği ise 20 m idi. 400 metrelik açıklığı geçmek için 28 adet kemer kullanılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21116",
"len_data": 780,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.65
}
|
Ada şu anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21122",
"len_data": 27,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 0.96
}
|
Premier League (genellikle İngiltere dışında English Premier League (EPL) olarak adlandırılır), İngiliz futbolunda lig sisteminin en üst seviyesindeki ligdir. Her yılın ağustos ayında başlayan ve toplam 20 takımın katılımıyla gerçekleşen ligin sona ermesinin ardından, bağlı bulunan English Football League'den üç takım terfi ederken Premier League'den üç takım küme düşer.
Premier League, üye kulüplerin hissedar olarak hareket ettiği bir şirkettir. Ağustostan mayısa kadar devam eden bir sezonda, her takımın birbiri ile iç ve dış sahada birer tane olmak üzere iki kere karşılaştığı 38 lig haftasından oluşur. Maçlar genellikle cumartesi ve pazar öğleden sonraları oynanmakla beraber haftanın her günü müsabaka olabildiği ve genellikle bir takvim haftası içerisinde birden fazla lig haftası geçildiği için bu tarihlere hafta yerine 20 takımın birbiri ile karşılaştığı on adet müsabakadan oluşan "müsabaka günü (matchday)" tabiri kullanılır. Premier League, kurulduğu günden bu yana 49 İngiliz ve iki Galler kulübüne (Swansea City ve Cardiff City) ev sahipliği yaptı ve böylece sınır ötesi bir lig haline geldi.
Organizasyon, Football League First Division'da yer alan kulüplerin, 1888 yılında kurulan Football League'den ayrılma kararını takiben 20 Şubat 1992'de FA Premier League ismiyle kuruldu. Lige katılan takımlar kazançlı bir televizyon hakları anlaşmasından yararlandılar. Anlaşma, 2013-2014 yılları arasında yurt içinde £1 milyar değerinde idi ve BSkyB ile BT Group, sırasıyla 116 ve 38 maçı yayınlama hakkına sahipti. Lig, yerli ve uluslararası televizyon haklarından da yılda €2,2 milyar değerinde gelir sağlıyordu.
2014-15 yılında takımlar £1,6 milyar gelir elde ederken, 2016-17 yılında bu sayı hızla artarak £2,4 milyara ulaştı ve takımlar arasında paylaştırıldı. Premier League, dünyanın en çok izlenen spor ligidir ve 212 bölgede 643 milyon eve, 4,7 milyar potansiyel TV izleyicisine yayın yapmaktadır. 2014-15 sezonunda, 36.000 seyirci ortalamasına sahip Premier League, 43.500 ortalamalı Bundesliga'nın arkasından herhangi bir profesyonel futbol liginde ikinci en yüksek seyirci ortalamasına sahip oldu. Çoğu stadyum tam kapasitesine yakın bir doluluk oranına sahiptir. Premier League, 2018 yılından itibaren son beş sezon boyunca Avrupa kupalarındaki performanslara bağlı olarak oluşturulan, liglerin UEFA katsayılarında birinci sırada yer almaktadır.
Premier League'in kurulduğu 1992 yılından bu yana toplam elli bir kulüp mücadele etti. Bunlardan yedisi ligi kazanma başarısı gösterdi: Manchester United 13 kez, Manchester City 8 kez, Chelsea 5 kez, Arsenal 3 kez, Liverpool 2 kez, Blackburn Rovers ve Leicester City ise 1'er kez. Arsenal 2003-04 sezonunun sonunda, tek bir maç kaybetmeden ligi zirvede tamamladı. Böylece bir Premier League sezonunu maç kaybetmeden şampiyon tamamlayan ilk ve tek kulüp oldu. Bu sayede yenilmezler anlamına gelen "The Invincibles" lakabını aldı. Manchester City ise 2017-18 sezonunda ligde toplam 100 puana ulaşarak lig tarihinde bir sezon içerisinde en çok puan toplayan takım unvanını kazandı. Ayrıca Manchester City, ligde 2020-21 ve 2023-24 sezonları arasında 4 kez üst üste şampiyonluk yaşayarak, üst üste en çok şampiyonluk yaşayan takım olma unvanını da elinde tutmaktadır.
Ligin tamamlanan son sezonu olan 2024-25 sezonunda ise şampiyonluğa ulaşan takım, Liverpool olmuştur.
Tarihçe.
Kökeni.
İngiliz futbolu 1970 ve 1980'lerin başlarındaki önemli Avrupa başarılarına rağmen, 1980'lerin sonunda düşüşe geçti. Yetersiz stadyum ve tesislere sahip İngiliz futbolundaki holiganlık arttı ve 1985'teki Heysel Faciası'nı takiben gelecek beş yıl boyunca İngiliz kulüpleri Avrupa kupalarından men edildi. 1888 yılından bu yana İngiliz futbolunun en üst seviyesi olan Football League First Division, İtalya'nın Serie A ve İspanya'nın La Liga gibi en üst ulusal düzeydeki liglerin gerisinde kaldı ve birçok üst düzey İngiliz oyuncu yurt dışına transfer oldu.
1990'ların başında İngiliz futbolundaki düşüş eğilimi tersine dönmeye başladı: 1990 FIFA Dünya Kupası'nda İngiltere yarı finale ulaştı; Avrupa futbolunun yönetim organı olan UEFA, 1990 yılında Avrupa kupalarında oynamaya hak kazanan İngiliz kulüpleri üzerindeki beş yıllık yasağı kaldırdı ve daha sonra Manchester United 1991'de UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kaldırdı. Hillsborough faciasının ardından, tüm stadyumların koltuklu olacak şekilde düzenlenmesi gibi yüksek maliyetteki çeşitli güvenlik standartlarını içeren Taylor Raporu, o yılın Ocak ayında yayınlandı.
1980'lerde, büyük İngiliz kulüpleri ticari yönetime geçerek kulüp yönetimine ticari ilkeler getirmeye başlamıştı. Manchester United'dan Martin Edwards, Tottenham Hotspur'dan Irving Scholar ve Arsenal'den David Dein bu dönüşümün liderleri arasındaydı. Bu en üst düzey kulüplere daha fazla güç verdi. Ayrılma tehdidi ile Division One'daki kulüpler oy verme gücünü artırmayı başardılar. 1986'da tüm televizyon ve sponsorluk gelirlerinin %50'sini aldılar. Televizyondan elde edilen gelirler daha önemli hale geldi: Football League için 1986'da £6,3 milyon bedelli iki yıllık bir anlaşma yapıldı. Ancak 1988'de ITV ile yapılan bir anlaşma ile dört yılda bu rakam £44 milyona yükseldi. Bu paranın %75'ini önde gelen kulüpler aldı. 1988 yılındaki müzakereler, on kulübün kendi başlarına “süper lig” kurma tehdidi altında gerçekleştirildi, ancak sonunda anlaşmanın aslan payını alan üst düzey kulüpler kalmaya ikna edildiler. Stadyumlar geliştikçe, katılım ve gelirler de artmaya başladı. Ülkenin en iyi takımları da tekrar spor dalına para aktarabilmek için Football League'den ayrılmayı düşündüler.
Kuruluş (1990'lar).
1990'da London Weekend Television (LWT) genel müdürü Greg Dyke, bir akşam yemeğinde İngiltere'deki "big five" adı verilen beş büyük futbol kulübünün (Manchester United, Liverpool, Tottenham, Everton ve Arsenal) temsilcileriyle bir araya geldi. Toplantının amacı, English Football League'den ayrılmanın yolunu açmaktı. Dyke, ülkede sadece daha büyük kulüplerin ulusal televizyonda yer alması ve televizyon haklarından elde edilen gelirden daha büyük bir payla ilgilenip ilgilenmeyeceğini belirlemenin LWT için daha kazançlı olacağına inanıyordu. Beş kulüp bu öneriye hemfikir oldu ve bu doğrultuda hareket etmeye karar verdi. Ancak, Futbol Federasyonu'nun (The Football Association kısaca FA) desteğini almadan ligin güvenilir olmayacağı düşünüldü ve bu yüzden Arsenal'den David Dein, FA'nın fikri kabul edip etmediğini öğrenmek amacıyla görüşmelerde bulundu. Ancak FA bu öneriyi Football League'in pozisyonunu zayıflatmanın bir yolu olarak gördü.
1991 sezonunun kapanışında, genel olarak oyuna daha fazla para kazandıracak yeni bir ligin kurulması için bir öneri sunuldu. 17 Temmuz 1991'de üst düzey kulüpler tarafından imzalanan Kurucu Üyeler Anlaşması, FA Premier League'i kurmak için gereken temel ilkeleri belirledi. Yeni kurulan bu üst lig, Futbol Federasyonu ve Football League'den ticari olarak bağımsız olacak ve FA Premier League'in kendi yayın ve sponsorluk anlaşmalarını müzakere etmesine izin verecekti. O zaman sunulan argüman, elde edilecek ekstra gelirin İngiliz kulüplerinin Avrupa'daki takımlarla rekabet etmesine olanak sağlayacağıydı. Dyke, Premier League'in kurulmasında önemli bir rol oynamasına rağmen, Dyke ve ITV, BSkyB'nin beş yıl için £304 milyonluk bir teklifle kazandığı yayın haklarını kaybetti. BBC ise Premier League'de oynanan maçların gollerini "Match of the Day" isimli programda yayınlama hakkını elde etti.
1992'de, First Division kulüpleri, Football League'den toplu bir şekilde ayrıldılar ve 27 Mayıs 1992'de FA Premier League bir limited şirket olarak kuruldu. Yeni kurulan ligin ilk sezon katılımcıları şu takımlardı:
Böylece, o zamana kadar dört ligin bulunduğu 104 yaşındaki Football League parçalanmış oldu. Premier League tek bir bölüm olarak devam ederken, Football League ise üç bölümle devam edecekti. Turnuva formatında bir değişiklik olmazken, üst bölümde takım sayısı aynıydı. Premier League ve yeni First Division arasındaki terfi ve küme düşme prosedürü, eski First ve Second Division arasındaki üç takımın yükseldiği ve üç takımın da küme düştüğü aynı formatta kaldı.
Ligin ilk sezonu 1992-93'te oynandı. O sezon ligde 22 takım mücadele etti (1995-96 sezonunda 20'ye düşürüldü). Sheffield United'ın Manchester United'a karşı 2-1 galip geldiği maçta Brian Deane Premier League tarihinin ilk golünü attı. Luton Town, Notts County ve West Ham United eski First Division'ın 1991-92 sezonunda küme düştükleri için Premier League'in açılış sezonunda yer almadılar.
"Top Four" hakimiyeti (2000'ler).
2000'li yılların ortalarında Premier League'de, "Top Four" olarak adlandırılan Arsenal, Chelsea, Liverpool ve Manchester United takımlarının hakimiyeti mevcuttu. Bu on yıl boyunca, UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkını getiren ligin ilk dört sırasının hakimi oldular ve 2003-04 ile 2008-09 yılları arasındaki 6 sezonun 5'inde ilk dört sırayı alırken, 2000'li yıllarda her sezon "Big Four" Avrupa kupaları için eleme aşamasına katılım sağladı. Arsenal, 2003-04 sezonunu yenilgisiz olarak şampiyon tamamladı. Arsenal'ın elde ettiği bu başarı Premier League tarihinde ilk ve tektir.
2000'li yıllarda, "Top Four" dışındaki sadece dört takım Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya hak kazandı: Leeds United (1999-00), Newcastle United (2001-02 and 2002-03), Everton (2004-05) ve Tottenham Hotspur (2009-10) - üçüncü ön eleme turuna katılan bu takımlar Şampiyonlar Ligi'nin grup aşamasına kadar ilerlemeyi başardılar. (2002-03 sezonda Newcastle takımı hariç).
Mayıs 2008'de Kevin Keegan, "Top Four" egemenliğinin bölünmeyi tehdit ettiğini belirterek, "Bu lig dünyanın en sıkıcı ama en büyük liglerinden biri olma tehlikesiyle karşı karşıya" dedi. Premier League genel müdürü Richard Scudamore ise buna karşılık olarak; "Premier League'de üstte, ortada veya en altta olmanıza bağlı olarak, ilgi çekici hale getiren birçok farklı mücadele var" dedi.
2005 ve 2012 yılları arasındaki sekiz Şampiyonlar Ligi finalinden yedisinde Premier League temsilcisi vardı ve yalnızca "Top Four" kulüpleri bu aşamaya ulaştı. Liverpool (2005), Manchester United (2008) ve Chelsea (2012) şampiyonluğa ulaşma başarısı gösterirken, Arsenal (2006), Liverpool (2007), Chelsea (2008) ve Manchester United (2009 ve 2011) finalde rakiplerine boyun eğdi. Leeds United, "Top Four" dışında 2000-01 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale kadar ulaşan tek takım oldu.
"Big Six"'in ortaya çıkışı (2010'lar).
2009'u takip eden yıllarda, Tottenham Hotspur ve Manchester City takımları düzenli olarak ilk dörde girdi ve en iyi dörtlü anlamına gelen "Top Four" tabirini büyük altılı anlamına gelen "Big Six"' e çevirdi. 2009-10 sezonunda, Tottenham ligde dördüncü oldu ve beş yıl önce aynı başarıyı yakalayan Everton'dan bu yana ilk dörde giren ilk takım oldu. Elit bir "süper kulüpler" grubu ile Premier League'in çoğunluğu arasındaki fark eleştirilse de, bu grubun diğer Premier League kulüplerinden daha fazla harcama olanakları nedeniyle fark devam etti. Manchester City ve Tottenham Hotspur'un tablonun en üst ucundaki varlığından bu yana, hiçbir takım üst üste iki sezon Premier League şampiyonluğu kazanamadı. Buna ek olarak Premier League, hiçbir kulübün 2010'lu yıllarda şampiyonluğunu bir sonraki sezonda devam ettiremediği UEFA ülkelerindeki tek üst düzey ulusal ligdir. Manchester City 2011-12 sezonunda şampiyonluğu kazanırken, 1994-95 sezonunda Blackburn Rovers'ın şampiyonluğundan bu yana, "Big Four" dışında şampiyon olma başarısı gösteren ilk kulüp oldu. Aynı sezonda "Big Four" takımlarından Chelsea ve Liverpool ise o sezondan bu yana ilk kez ligi ilk dört sıranın dışında tamamladılar.
Ligde Şampiyonlar Ligi'ne katılım için yalnızca dört takımlık bir kontenjan vardı. Ligi ilk dört sırada tamamlamayı hedefleyen altı takımın olması rekabetin artmasına yol açtı. 2011-12 sezonundan sonraki beş sezonda, Manchester United ve Liverpool takımlarının her ikisi de kendilerini üç kez ilk dördün dışında buldular. Chelsea ise 2015-16 sezonunda 10. sırada yer aldı. Arsenal ise 2016-17 sezonunu 5. olarak tamamladı ve 20 sezondur devam eden ilk dört içerisinde yer alma serisi sona erdi.
2015-16 sezonunda ilk dörde, 2005 yılında Everton'dan bu yana ilk kez "Big Six" dışındaki bir takım girmeyi başardı. Leicester City, ligin sürpriz şampiyonu olarak Big Six'in tamamını geride bıraktı.
"Big Six", saha dışında mali güç ve etkiyi elinde tutuyordu. Bu kulüpler, küresel alanda daha fazla boy göstermeleri ve oynadıkları göze hoş gelen futbol nedeniyle daha büyük bir gelir payına sahip olmaları gerektiğini savunmaktaydılar. İtirazcılar ise, ligdeki eşitlikçi gelir yapısının, gelecekteki başarı için hayati olan rekabetçi bir lig anlayışını sürdürmeye yardımcı olduğunu savundular.
2016-17 Deloitte Futbol Para Ligi raporu, "Big Six" ile ligin geri kalan takımları arasındaki finansal eşitsizliği gözler önüne serdi. "Big Six" takımlarının tüm gelirleri €350 milyondan fazla idi. Manchester United ligdeki en büyük ciroya €676.3 milyon ile ulaştı. Leicester City, gelir bakımından "Big Six" takımlarına en yakın kulüp oldu ve bu sezon için €271.1 milyonluk bir rakam kazanarak Şampiyonlar Ligi'ne katılım sağladı. Avrupa kupalarında oynayamayan sekizinci en büyük gelir üreticisi West Ham, €213.3 milyonluk gelir elde etti. Beşinci en büyük gelir ise €424,2 milyon ile Liverpool'du. O zamana kadar kulüplerin gelirlerinin önemli bir kısmı televizyon yayını anlaşmalarından gelirken, büyük kulüplerin her biri 2016-17 sezonunda bu tür anlaşmalardan yaklaşık £150 milyon sterlin ile yaklaşık £200 milyon arasında gelir elde etti. Deloitte'un 2019 raporunda, "Big Six" takımlarının tümü dünyanın en zengin ilk on kulübü arasında yer aldı.
2020'ler.
2019-20 sezonundan itibaren ligde video yardımcı hakem sistemi kullanılmaya başlandı.
Ekim 2020'de Premier League kulüplerinden Manchester United ve Liverpool tarafından Büyük Resim Projesi duyuruldu. Bu projeye göre English Football League ile en iyi Premier League kulüplerinin yeniden birleştirilmesi planlandı. Premier League yönetimi ve İngiltere hükûmetinin Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı öneriyi eleştirdi.
26 Nisan 2021'de Leicester City ile Crystal Palace arasında oynanan maçta oyun, Leicesterlı futbolcular Wesley Fofana ve Cheikhou Kouyaté'nin Ramazan orucunu bozması için durduruldu. Premier League tarihinde ilk kez, Müslüman oyuncuların Ramazan kurallarına uygun olarak maçın ortasında, güneş battıktan sonra yemek yeyip içmeleri için bir oyunun duraklatıldığı düşünülüyor.
2022-23 sezonu, ilk kez kış ayında düzenlenecek Dünya Kupası organizasyonu nedeniyle Kasım ve Aralık 2022 arasında altı haftalık bir aranın verildiği ilk sezondu. Fikstür Hediyeleşme gününde tekrar başladı. Premier League'de takım kaptanları, başlama vuruşu öncesi geleneksel diz çökme eylemini yalnızca bazı “önemli anlarda” yapacaklarını belirttiler. Bununla birlikte, "ırksal önyargıyı ortadan kaldırmaya ve herkes için saygı ve eşit fırsatlara sahip kapsayıcı bir toplum yaratmaya kararlı bir şekilde bağlı olduklarına" dair güvence verdiler.
2022-23 sezonunda, Newcastle United ve Brighton & Hove Albion sırasıyla dördüncü ve altıncı olarak "büyük altılının" arasında kendine yer buldu; Tottenham ve Chelsea ise sırasıyla sekizinci ve on ikinci oldu. 2015-16 şampiyonu Leicester City ise küme düştü ve 1992'den bu yana küme düşen ikinci lig şampiyonu kulüp oldu.
Gelişim.
1995 yılında ligdeki takım sayısı 22'den 20'ye düşerken, o sezon dört takım ligden düştü ve sadece iki takım terfi etti. En üst futbol ligi, Premier League'in kuruluşundan önceki yıl 1991-92 sezonunun başlangıcında 22 takıma çıkartılmıştı.
FIFA, 8 Haziran 2006'da İtalya'nın Serie A ve İspanya'nın La Liga'sı da dahil olmak üzere tüm büyük Avrupa liglerinin 2007-08 sezonunun başlangıcında 18 takıma indirilmesini istedi. Premier League ise, böyle bir azalma isteğine karşı direneceklerini duyurdu. Sonuçta, 2007-08 sezonu 20 takımla yeniden başladı.
2007 yılında ise ligin adı, "FA Premier League" yerine yalnızca "Premier League" olarak değiştirildi.
Kurumsal yapı.
The Football Association Premier League Ltd (FAPL) bir şirket olarak işletilmektedir ve 20 üye kulübe aittir. Her kulüp, kural değişiklikleri ve sözleşmeler gibi konularda birer oy hakkına sahip bir hissedardır. Kulüpler, ligin günlük operasyonlarını denetlemek için bir başkan, genel müdür ve yönetim kurulu seçerler. Futbol Birliği (The Football Association), Premier League'in günlük operasyonlarına doğrudan dahil değildir, ancak başkan ve genel müdür seçiminde ve lig tarafından yeni kuralların kabul edilmesinde özel bir hissedar olarak veto yetkisine sahiptir.
Mevcut başkan, Aralık 2019'da atanan Richard Masters'tır. Başkanlık görevini 2023 yılı başında Alison Brittain devralacaktır.
Premier League, UEFA'nın Avrupa Kulüpler Birliği'ne, UEFA katsayılarına göre seçilen kulüp ve kulüp sayısınca temsilciler gönderir. 2012-13 sezonunda Avrupa Kulüpler Birliği'nde 10 temsilcisi vardır: Arsenal, Aston Villa, Chelsea, Everton, Fulham, Liverpool, Manchester City, Manchester United, Newcastle United ve Tottenham Hotspur. Avrupa Kulüpler Birliği, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi gibi UEFA müsabakalarının operasyonlarında yer alan üç üyeyi UEFA'nın Kulüp Müsabakaları Komitesi'ne seçmekten sorumludur.
Yarışma formatı.
Yarışma.
Premier League'de 20 takım yer alır. Bir sezon süresince (Ağustos'tan Mayıs'a kadar) her kulüp ligdeki rakipleriyle, bir kez kendi stadyumunda ve bir kez rakiplerinin sahasında olmak üzere (Lig usulü turnuva sistemi) toplamda iki defa karşılaşır. Sezon boyunca da toplamda 38 maça çıkar. Takımlar bir galibiyet için üç puan ve beraberlik için bir puan alır. Mağlubiyetlerde ise puan verilmez. Takımlar lig tablosunda kazandıkları puanların toplamına göre en çoktan en aza doğru sıralanır. Eşitlik olması durumunda önce gol farkı (averaj) ve sonra attığı gole bakılır. Eşitliğin yine devam etmesi halinde aynı pozisyonda sıralanırlar. Şampiyonluk için, ligde kalmak için veya diğer yarışmalara katılım hakkı kazanmak için bir eşitlik varsa, tarafsız mekandaki bir play-off maçı sonucu belirler.
Düşme ve yükselme.
Premier League ve EFL Championship arasında bir düşme ve yükselme sistemi mevcuttur. Premier League'in puan tablosundaki son üç takım Championship'e düşerken, Championship'teki ilk iki sıradaki takım Premier League'e yükselme hakkı kazanır. Championship'te sezonu üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı sırada tamamlayan takımlar arasında oynanan play-off maçlarının ardından bir takım daha Premier League'e terfi etme hakkı kazanır. Premier League, kurulduğu 1992 yılında 22 takımdan oluşuyordu. Ancak 1995 yılında bu sayı 20'ye düşürüldü.
FIFA 8 Haziran 2006'da, Serie A ve La Liga da dahil olmak üzere tüm büyük Avrupa liglerinin 2007-08 sezonunun başlangıcına kadar 18 takıma düşürülmesini talep etti. Ancak dönemin Premier League sözcüsü Dan Johnson, ligin yapısını değiştirecek kişilerin 20 üye kulübün başkanı olduğunu ve onlarında hiçbir şekilde böyle bir karar almayacağını belirtti. Nihayetinde 2007-08 sezonu 20 takımla yeniden başladı.
Video yardımcı hakem.
Sahada karar verirken hakeme yardımcı olmak için teknolojiyi ve görevlileri kullanan Video yardımcı hakem (VAR), 2019-20 sezonunun başında Premier League'de uygulanmaya başlandı.
Kulüpler.
Kurulduğu 1992 yılından, 2024-25 sezonuna kadar Premier League'de toplam 51 kulüp mücadele etti.
2022-23 sezonu.
Aşağıdaki 20 kulüp 2022-23 sezonunda Premier League'de yarışmaktadır.
İngiliz olmayan kulüpler.
Galler.
2011 yılında, Swansea City'nin yükselmesiyle birlikte ilk kez bir Galli takım Premier League'e katıldı. İngiltere dışında oynanan ilk Premier League maçı, 20 Ağustos 2011'de Swansea City'nin sahası Liberty Stadyumu'nda Wigan Athletic'e karşı oynanan maçtı. Premier League'deki Galli kulüp sayısı, 2013-14'te Cardiff City'nin terfi etmesiyle ikiye yükseldi, ancak çıktıkları ilk sezonda tekrar düştüler. Cardiff, 2017-18'de tekrar terfi etti ancak aynı sezonda Swansea City Premier League'den düşünce Galli kulüp sayısı aynı kaldı.
Galler Futbol Federasyonu (FAW) üyesi oldukları için, Swansea gibi kulüplerin Avrupa yarışmalarında İngiltere'yi mi yoksa Galler'i mi temsil edeceği, UEFA'da uzun süre devam eden tartışmalara neden oldu. Swansea, 2012-13 sezonunda Lig Kupası'nı kazanarak, 2013-14 sezonunda İngiltere'den Avrupa Ligi'ne katılma hakkı kazanan üç takımdan biri oldu. Galli kulüplerin bu tür organizasyonlarda İngiltere'yi temsil etmeleri, Mart 2012'de UEFA'nın konuyu açıklığa kavuşturana ve katılmalarına izin verene kadar şüphe içindeydi.
İskoçya ve İrlanda.
Bazı İskoç veya İrlanda kulüpleri tarafından Premier League'e katılım konusu bazen tartışıldı, ancak sonuçsuz kaldı. Fikir, Wimbledon'un İrlanda'nın Dublin şehrine taşınması için Premier League onayını aldığı 1998 yılında gerçekliğe en yakın olanıydı, ancak hareket İrlanda Futbol Federasyonu tarafından engellendi. Ek olarak, medya zaman zaman İskoçya'nın en büyük iki takımı Celtic ve Rangers'ın Premier League'de yer alması ya da katılacağı fikrini tartıştı, ancak bu tartışmalar hiçbir sonuç vermedi.
Uluslararası yarışmalar.
Avrupa kupalarına katılım.
Mevcut kriterler.
Premier League'deki ilk dört takım, sonraki sezonun UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamasına katılmaya hak kazanır. UEFA Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi'nin şampiyonları da, sonraki sezonun UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamasına katılma hakkını elde eder. Premier League'deki altı takım Avrupa kupalarına katılma hakkı elde eder ancak herhangi bir tek ulusun en fazla beş takımla sınırlandırılması sebebiyle, Premier League'de dördüncü sırada yer alan takım UEFA Avrupa Ligi'nde oynar.
Premier League'de beşinci sırada yer alan takım sonraki sezonun UEFA Avrupa Ligi grup aşamasına katılma hakkı kazanır. FA Cup kazananı, bir sonraki sezonda UEFA Avrupa Ligi grup aşamasına katılmaya hak kazanır. Ancak kazanan takım sezonu Premier League'in ilk beşinde tamamlamışsa, Premier League'i altıncı bitiren takım onun yerine yarışmaya katılma hakkı kazanır. EFL Cup kazananı, sonraki sezonun UEFA Avrupa Ligi ikinci eleme turuna katılmaya hak kazanır. Ancak kazanan Premier League'i bir UEFA yarışmasına katılım sağlayacak bir pozisyonda bitirmişse, onun yerine Premier League'de altıncı sırada yer alan takım bu hakkı kazanır veya FA Cup sonucunda altıncı sırada yer alan takım UEFA yarışmasına hak kazanmışsa yedinci sıradaki takım katılım hakkını elde eder.
UEFA yarışmalarında İngiliz kulüplerine tahsis edilen takım kontenjanı, bir ülkenin UEFA katsayılarındaki sahip olduğu pozisyona bağlıdır. Bu sıralama önceki beş yıldaki UEFA müsabakalarında takımların performansına göre hesaplanmaktadır. Şu anda İngiltere sıralamada ilk sıradadır.
Ağustos 2023 itibarıyla katsayılar aşağıdaki gibidir:
Önceki sezonlar.
2005 yılında Liverpool'un bir yıl önce Şampiyonlar Ligi'ni kazanmasının ardından, her zamanki olağan Avrupa kupalarına katılım sisteminde bir istisna yaşandı. Liverpool bu sezon Premier League'de Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkını elde edecek bir pozisyonda yer alamadı. UEFA, Liverpool'un Şampiyonlar Ligi'ne girmesi için İngiltere'ye beş katılımcı göndermesini sağlayacak özel bir ayrıcalık yaptı. UEFA, daha sonra son şampiyonların, yerel liglerinde elde ettikleri pozisyona bakılmaksızın ertesi yıl yarışmaya katılmaya hak kazandıklarına karar verdi. Ancak bu karar, Şampiyonlar Ligi'ne dört takım gönderen liglerdeki bir takımın Şampiyonlar Ligi'ni kazanıp ligi ilk dört dışında bitirmesi durumunda, kazanan takımın lig dördüncüsünün yerine Şampiyonlar Ligi'ne gideceği anlamına geliyordu. Bu sayede hiçbir federasyon Şampiyonlar Ligi'nde dörtten fazla katılımcıya sahip olamıyordu. Bu 2012'de Şampiyonlar Ligi'ni kazanan ancak ligi altıncı sırada bitiren Chelsea'nin, dördüncü sırada sezonu tamamlayan Tottenham Hotspur yerine Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya hak kazanmasıyla gerçekleşti. Tottenham ise Avrupa Ligi'ne katıldı.
Uluslararası turnuva performansları.
1992-93 ile 2017-18 sezonları arasında, Premier League kulüpleri UEFA Şampiyonlar Ligi'ni dört kez kazandı (ve altı kez ikinci oldu), İspanya La Liga takımları on bir kez, İtalya Serie A takımları beş kez ve Almanya Bundesliga takımları da üç kez bu organizasyonu kazandılar.
FIFA Kulüpler Dünya Kupası (başlangıçta FIFA Kulüpler Dünya Şampiyonası olarak adlandırılmaktaydı) bir kez bir Premier League kulübü tarafından (2008 yılında Manchester United) kazanılırken, iki defa da ikincilik (2005 yılında Liverpool, 2012'de Chelsea) elde edildi. Premier League kulüplerinin dışında organizasyon altı kez La Liga, dört kez Brezilya Série A ve iki kez de İtalya Serie A takımları tarafından kazanıldı.
Sponsorluk.
Sponsorsuz geçen açılış sezonunun ardından, Premier League 1993'ten 2001'e kadar Carling tarafından desteklendi ve bu süre zarfında FA Carling Premiership olarak anıldı. 2001 yılında Barclaycard ile yapılan yeni bir sponsorluk anlaşmasıyla ligin adı FA Barclaycard Premiership olarak değiştirildi ve 2004-05 sezonunda FA Barclays Premiership adını aldı.
2007-08 sezonunda ligin adı Barclays Premier League olarak değiştirildi.
Barclays'ın Premier League ile olan anlaşması 2015-16 sezonunun sonunda sona erdi. FA, 4 Haziran 2015'te büyük Amerikan spor ligleri ile rekabette "temiz" bir marka oluşturmak istediklerini öne sürerek Premier League için daha fazla isim sponsorluk anlaşması yapmayacağını açıkladı.
Ligin kendi sponsorluğunun yanı sıra, Premier League'in bir takım resmî ortakları ve tedarikçileri vardır. Ligin resmî maç topu tedarikçisi, 2000-01 sezonundan bu yana Nike'dir. Daha önceki sponsor ise Mitre'ydi. Topps, "Merlin" markası ile 1994 yılından bu yana Premier League için çıkartmalar (çıkartma albümleri için) ve ticari kartlar da dahil olmak üzere koleksiyon üretme lisansına sahiptir. 2007-08 sezonunda piyasaya sürülen Topps'un ürettiği resmî Premier League kart oyunu Match Attax, İngiltere'de en çok satan çocuk koleksiyonu ve aynı zamanda dünyanın en çok satan spor kart oyunu oldu. Ekim 2018'de Panini'ye 2019-20 sezonundan itibaren koleksiyon üretme lisansı verildi. 2017 yılından bu yana, şekerleme üreticisi Cadbury Premier League'in resmî aperitif ortağıdır ve 2017-18 sezonundan 2019-20 sezonuna kadar Premier League Altın Ayakkabı ve Premier League Altın Eldiven ödüllerinin sponsorluğunu üstlendi. 2020-21 sezonunda bu ödüllere The Coca-Cola Company (Coca-Cola Zero Sugar ürün grubu altında) sponsor oldu. 2021-22 sezonundan itibaren ise mevcut sponsor Castrol'dür.
Finans.
Premier League, 2009-10 sezonunda €2.48 milyar toplam kulüp geliri ile dünyanın herhangi bir futbol liginde en yüksek gelire sahip lig unvanını elde etti. 2013-14 döneminde, artan televizyon gelirleri ve maliyet kontrolleri nedeniyle Premier League, £78 milyonu aşan net kar elde ederek, diğer tüm futbol liglerini geride bıraktı. 2010 yılında Premier League, uluslararası ticarete olağanüstü katkısı, İngiliz futboluna ve Birleşik Krallık'ın yayıncılık endüstrisine getirdiği değer nedeniyle Uluslararası Ticaret kategorisinde Kraliçe'nin İşletme Ödülü'ne layık görüldü.
Premier League'de, dünyanın en zengin futbol kulüplerinden bazıları mücadele eder. Deloitte'in 2009-10 sezonunda yayınladığı "Futbol Para Ligi" listesinde yedi Premier League takımı ilk 20 takım arasında yer aldı ve 20 kulüp artan yayın gelirlerinin sonucunda 2013-14 sezonunun sonuna kadar küresel olarak ilk 40 takım içerisinde yer aldı. 2013 yılından itibaren lig, yerel ve uluslararası televizyon yayın haklarından yılda €2.2 milyarlık bir gelire sahiptir.
Premier League kulüpleri, Aralık 2012'de radikal yeni maliyet kontrolleri üzerinde prensipte anlaştılar. Ufukta yeni televizyon fırsatları ele alındığında, çoğunluğu oyunculara ve acentelere giden paranın engellenmesinin yollarını bulmak için momentum gelişti.
2016-17 sezonunda yapılan merkezi ödemeler, 20 kulübe £2.398.515.773 olarak gerçekleşti ve her takımın £35.301.989'luk bir katılım ücreti alması sağlandı. Ayrıca TV yayınları için ek ödemeler (Birleşik Krallık genelindeki tüm haklar, Birleşik Krallık'taki her canlı maç yayını için £1.136.083 ve tüm denizaşırı haklar için £39.090.596), ticari haklar (£4.759.404'lük sabit bir ücret) ve son lig pozisyonuna göre ödenen "liyakat" bileşeni şeklinde gerçekleşti. Liyakat bileşeni, puan tablosunun en altından itibaren yukarı doğru her bir sıra için £1.941.609'la çarpıldığında ortaya çıkan bir nominal toplamdı; (örneğin, Burnley Mayıs 2017'de ligi 16. bitirdi, ligin en altı olan 20. sıradan yukarı doğru 5 kez sayılırsa; 5 × £1.941.609 = £9.708.045 ödeme yapılacağı sonucu çıkar.)
Medya kapsamı.
Birleşik Krallık ve İrlanda.
Televizyon, Premier League tarihinde önemli bir rol oynadı. Ligin 1992'de BSkyB'ye yayın haklarının verilmesi radikal bir karar oldu, ancak karşılığı alındı. Zaman geçtikçe televizyon, canlı futbol maçı izlemek için taraftarları şarj ederken, İngiltere pazarında neredeyse denenmemiş bir teklif oldu. Bununla birlikte Sky stratejisinin bir kombinasyonu, Premier League futbolunun kalitesi ve halkın bu oyuna olan iştahı, Premier League'in TV haklarının daha değerlenmesine yol açtı.
Her bir kulübün kendi haklarını bireysel olarak sattığı ve toplam gelirlerin üst düzeydeki kulüplere daha çok gittiği, La Liga gibi diğer bazı Avrupa Liglerinin aksine, Premier League'de televizyon hakları toplu olarak satılır. Para üç bölüme ayrılır: yarısı kulüpler arasında eşit olarak bölünür; Bir çeyrek ligin son pozisyonuna dayanan bir liyakat esasına göre verilir, en üstteki kulüp alt kulübe kadar yirmi kez alır ve ligin sonuna kadar eşit şekilde hareket edilir; son çeyrek, televizyonda gösterilen maçlar için ek ücret olarak ödenir, üst kulüpler genellikle bundan en büyük payı alır. Yurtdışı haklarından elde edilen gelir, yirmi kulüp arasında eşit olarak bölünür.
Sky ile yapılan ilk televizyon yayın hakları anlaşması beş sezonluğuna £304 milyon değerinde idi. 1997-98 sezonundan başlamak üzere müzakere edilen bir sonraki sözleşme, dört sezonluğuna £670 milyon'a yükseldi. Üçüncüsü, 2001-2002 yılları ile 2003-04 yılları arasında üç sezon için BSkyB ile £1.024 milyar tutarındaki sözleşmeydi. Lig, 2004-2005 ve 2006-07 yılları arasındaki üç yıllık dönem boyunca uluslararası hakların satışından £320 milyon getirdi. Haklar bizzat bölge bazında satıldı. Sky'ın tekeli, 2006 yılının Ağustos ayından itibaren Setanta Sports'un mevcut altı paketin iki tanesini yayınlama hakkını kazanmasıyla bozuldu. Bu olay, Avrupa Komisyonu'nun özel hakların tek bir televizyon şirketine satılmaması gerektiği konusundaki ısrarlarının ardından gerçekleşti. Sky and Setanta £1,7 milyar ödedi. Birçok yorumcuyu sürpriz bir şekilde şaşırtan bu üçte ikilik oranındaki artışın ardından, uzun yıllardır hızlı büyümenin ardından yayın hakları değerinin değerini bulduğu yaygın olarak kabul edildi. Setanta ayrıca, yalnızca İrlandalı izleyiciler için saat 3 pm'de canlı bir maç yayınlama hakkınada sahipti. BBC, £171.6 milyon bedelle aynı üç sezonda ("Match of the Day"de) oynanan maçların özetlerini yayınlama haklarını korudu, önceki üç yıllık dönem için ödediği £105 milyon bedelde %63'lük bir artış oldu. Sky and BT, çoğu durumda, maç günü saat 10'dan sonraki 50 saatlik bir süre için, 242 maçın gecikmeli televizyon haklarına (tam olarak televizyonda ve internet üzerinden yayınlama hakkı) ortaklaşa £84.3 milyon ödemeyi kabul etti. Yurtdışı televizyon hakları, önceki sözleşmenin neredeyse iki katına çıkarak £625 milyon değere ulaştı. Bu anlaşmalardan elde edilen toplam gelir £2,7 milyar üzerindeydi ve bu da Premier League kulüplerine 2007'den 2010'a kadar lig maçlarında yılda yaklaşık ortalama £40 milyonluk bir medya geliri kazandırdı.
Premier League ve Sky arasındaki televizyon hakları anlaşması, bir ticari birlik olma suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı ve sonuç olarak bir takım davalar ortaya çıktı. Adil Ticaret Ofisi, 2002 yılında yaptığı bir soruşturma sonucunda, BSkyB'nin ödeme TV spor pazarında baskın olduğunu ancak BSkyB'nin baskın konumunu kötüye kullandığı iddiası için yeterli gerekçenin bulunmadığı sonucuna vardı. 1999 yılının Temmuz ayında, Premier League'in tüm üye kulüpleri için toplu olarak satış hakkı yöntemi, anlaşmanın kamu yararına aykırı olmadığı sonucuna varan UK Restrictive Practices Court tarafından araştırıldı.
BBC'nin 2016 yılına kadar devam eden öne çıkan maç özetleri paketi cumartesi ve pazar geceleridir. 2010-2013 dönemi için yalnız televizyon hakları £1.782 milyar karşılığında satın alındı. 22 Haziran 2009'da, Setanta Sports'un karşılaştığı sıkıntılardan dolayı, Premier League'e ödemesi gereken £30 milyonu son ödeme tarihinde ödeyemediği için, ESPN, 2009-10 sezonu için mevcut 46 maçın yanı sıra ve 2010-2011'den 2012-13'e kadar sezon başına 23 maç içeren iki Birleşik Krallık maç hakları paketine sahip oldu. 13 Haziran 2012'de Premier League, BT'nin 2013-14 ile 2015-16 sezonları için yıllık £246 milyon'luk bedelle her bir sezonda 38 maçın yayın haklarını kazandığını açıkladı. Kalan 116 maç için, Sky tarafından £760 milyon ödendi. Toplam yurt içi hakları, 2010-11 ile 2012-13 sezonlarına göre %70.2 artışla £3.018 milyara yükseldi. Lisans anlaşmasının değeri, 2015'te Sky ve BT'nin 2018-19 sezonuna kadar üç yıl daha Premier League ile sözleşmelerini yenilemek için £5.136 milyar ödemesiyle birlikte %70.2 oranında artış gösterdi.
Birleşik Krallık özetleri
Ağustos 2016'da BBC'nin Premier League için "The Premier League Show" adında yeni bir dergi tarzı show programı yapacağı duyuruldu. Haziran 2018'de, Amazon Video'nun 2019-20 sezonundan başlayarak üç yıllık süre boyunca her sezon için 20 maç yayınlayacağı açıklandı. Televizyon yayınları ise Sunset + Vine ve BT Sport tarafından gerçekleştirilecektir.
Küresel.
Premier League, dünyanın en çok izlenen futbol ligidir ve 212 bölgede 643 milyon eve 4.7 milyar insanın oluşturduğu potansiyel TV izleyicisine yayın yapmaktadır. Premier League'in üretim kolu olan Premier League Productions, IMG Productions tarafından işletilir ve uluslararası televizyon ortakları için içerik üretir.
Premier League, Asya'da en yaygın olarak dağıtılan spor programıdır. Avustralya'da Optus telekomünikasyon, Premier League'e özel haklar sunmakta, canlı yayınlar ve çevrimiçi erişim sağlamaktadır (eski yayın hakkı sahibi Fox Sports'tur). Hindistan'da, maçlar STAR Sports'da canlı olarak yayınlanır. ODKA bölgesinde ise BeIN Sports, Premier League'in münhasır haklarına sahiptir. Çin'de ise 2021-22 sezonundan geçerli olmak üzer yayın hakları iQiyi, Migu ve CCTV'ye verildi. Premier League'in Kanada medya hakları; 2022-23 sezonundan itibaren Sportsnet ve TSN ve DAZN'in ortaklaşa sahip olduğu FuboTV'ye aittir.
Premier League, NBC Sports aracılığıyla Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanır. 2013'te Premier League'in haklarını satın alan (Fox Soccer ve ESPN'in yerine) NBC Sports, yayınlarıyla büyük övgü topladı. NBC Sports 2015 yılında Premier League ile $1 milyar (£640 milyon) değerinde bir anlaşma yaparak ligi 2021-22 sezonunun sonuna kadar yayınlamak üzere altı yıllık bir uzatma anlaşması yaptı. NBC Kasım 2021'de, $2.76 milyar (£2 milyar) değerindeki bir anlaşmayla 2028 yılına kadar altı yıllık bir uzatma anlaşması daha yaptı.
Premier League, SuperSport tarafından Sahra Altı Afrika'da yayınlanmaktadır. 2025 yılına kadar Kıta Avrupası'na yayın yapan yayıncılar arasında; Fransa'da Canal+, Almanya ve Avusturya'da Sky Sport Almanya, Rusya'da Matç TV, İtaly'da Sky Sport İtalya, Portekiz'de Eleven Sports, İspanya'da DAZN, Türkiye'de beIN Sports Türkiye, Romanya'da Digi Sport, Endonezya'da SCTV, Malezya'da Astro ve Kuzey ülkeleri (İsveç, Danimarka ve Norveç), Polonya ve Hollanda'da NENT yer alır. Güney Amerika'da ESPN kıtanın büyük bölümünü kapsamaktadır, Brezilya'daki yayınlar ESPN Brezilya ve Fox Sports (daha sonra ESPN4 olarak değişti) arasında paylaşılmaktadır. Orta Amerika'da ise maçlar Paramount+ tarafından yayınlanır.
Alt liglerle genişleyen boşluk.
Premier League ve Football League arasında giderek artan bir uçurum vardır. Football League ile yaşanan ayrılıktan bu yana, Premier League'de kurulan birçok kulüp, alt liglerdeki takımlardan uzaklaşmayı başardı. Büyük ölçüde, ligler arasındaki televizyon haklarından elde edilen gelir eşitsizliğinden dolayı, yeni terfi eden birçok takım, Premier League'deki ilk sezonlarında kümede kalmakta zorlandı. 2001-02, 2011-12 ve 2017-18 sezonlarının dışındaki her sezonda, en az bir yeni terfi eden Premier League takımı Football League'e geri döndü. 1997-98 sezonunda, lige yeni terfi eden üç kulüp de sezon sonunda küme düştü.
Premier League, televizyon gelirlerinin bir kısmını "paraşüt ödemeleri" adıyla ligden düşen kulüplere dağıtır. 2013-14 sezonundan itibaren verilmeye başlanan bu ödemeler, dört sezon boyunca £60 milyonu aştı. Takımların televizyon gelirlerinin kaybına uyum sağlamasına yardımcı olmak için tasarlanmış olsa da (ortalama Premier League takımı £55 milyon alırken, ortalama EFL Championship kulübü £2 milyon alır), eleştirmenler ödemelerin Premier League'e ulaşan takımlar ile ulaşamayanlar arasındaki farkı artırdığını iddia ederken, bunun sonucunda da ortak olarak "düştükten hemen sonra geri dönen" takımların meydana çıkmasına yol açtığı görüşünü savundular. Premier League'e geri dönmeyi başaramayan bazı kulüpleri, bazı durumlarda yönetim ve hatta tasfiye de dahil olmak üzere finansal sorunlar takip etti. Bu oluşan fark ile baş edemeyen birkaç kulüp daha da aşağı düştü.
Stadyumlar.
2017-18 sezonundan itibaren, kurulduğu tarihten bu yana Premier League toplam 58 farklı stadyumda oynandı. 1989'daki Hillsborough faciası sonrasında Taylor Raporu ile birlikte koltuksuz tribünlerin kaldırılması gerektiği yönünde bir öneri sunuldu. Sonuç olarak, Premier League'deki tüm stadyumlar hepsi koltuklu olacak şekilde yapılandırıldı. Premier League'in kurulmasından bu yana, İngiltere'deki futbol sahaları kapasite ve tesis anlamında sürekli gelişti ve bazı kulüpler yeni inşa ettikleri stadyumlara taşındı. Premier League maçlarına ev sahipliği yapan dokuz stadyum artık yıkıldı. 2017-18 sezonundaki stadyumlarda kapasite bakımından büyük bir eşitsizlik söz konusudur. Örneğin, Tottenham Hotspur'un geçici stadyumu Wembley 90.000, Bournemouth'un stadyumu Dean Court ise 11.360 kişiliktir. 2017-18 sezonunda Premier League'in kombine toplam kapasitesi 806.033, ortalama kapasitesi ise 40.302'dir.
Premier League kulüpleri için maç günü seyirci hasılatı önemli bir gelir kaynağıdır. Premier League'in 2016-17 sezonunda, takımların ortalama seyirci sayısı 35.838, toplam ise 13.618.596'ydı. Bu rakam, Premier League'in ilk sezonunda (1992-93) kaydedilen ortalama 21.126 seyirci sayısından 14.712 daha fazlaydı. Ancak 1992-93 sezonundaki Taylor Raporu'nun ardından 1994-95'e kadar ayakta seyirci alan tribünlerin tamamı koltuklandırıldı ve stadyumların seyirci kapasitelerinde bir düşüş meydana geldi. Premier League tarihinin en yüksek seyirci ortalaması 2007-08 sezonunda 36.144 ile kaydedildi. Bu rekor daha sonra 2013-14 sezonunda, 1950'den bu yana İngiltere'nin en üst bölümünde en yüksek ortalama olan 14 milyonun hemen altında bir seyirci sayısı ile ortalama 36.695 ile kaydedildi.
Menajerler.
Premier League'deki menajerler, antrenman, takım seçimi ve oyuncu alımı da dahil olmak üzere takımın günlük işleyişinde yer almaktadırlar. Onların etkisi kulüpten kulübe değişir ve menajerin kulüp sahipleriyle birlikte taraftarlarla ilişkisi ile ilgilidir. Menajerler, UEFA Pro Lisansına sahip olmak zorundadır. Mevcut en yüksek antrenörlük sertifikasyonu olan bu lisans, sırasıyla UEFA'nın 'B' ve 'A' lisanslarının elde edilmesi sonucunda kazanılır. UEFA Pro Lisans, Premier League'de sürekli olarak bir kulüp yönetmek isteyen herkes için talep edilir ("örneğin", geçici menajerlerin en fazla 12 hafta süreyle bir kulüp yönetmesine izin verilir). Geçici menajerler, menajerin ayrılması ve yeni bir menajerin gelişi arasındaki boşluğu dolduran takım yöneticileridir. Portsmouth takımında Paul Hart ve Tottenham Hotspur'da David Pleat gibi birkaç isim, geçici menajer olarak iyi bir performans gösterdikten sonra kalıcı menajer olarak devam etti.
Arsène Wenger, 1996'dan 2017-18 sezonunun sonunda emekli olana kadar Premier League'de Arsenal'de en uzun hizmet veren menajerdir ve tamamı aynı takımın başında olmak üzere 828 kez ile Premier League'de en çok maç yöneten menajerdir. Wenger, Premier League'in kuruluşundan 2012-13 sezonunun sonuna kadar Manchester United'ın başında 810 maçı yöneten Alex Ferguson'un rekorunu kırdı. Ferguson, Kasım 1986'dan 2012-13 sezonunun sonundaki emekliliğine kadar, yani eski Football League First Division'un son beş yılı ile Premier League'in ilk 21 sezonunun tamamında United'ın menajerlik koltuğunda oturdu.
2017-18 sezonunda 11 menajerin görevine son verildi. Bunlardan sonuncusu West Bromwich Albion'dan Alan Pardew oldu.
Menajerlerin görevlerinden alınmalarının arkasında yatan sebepler ve etkileri üzerine çeşitli çalışmalar yapıldı. Bunlardan en ünlüsü, Liverpool Üniversitesi'nden Profesör Sue Bridgewater ve Amsterdam Üniversitesi'nden Dr. Bas ter Weel, menajerlerin kovulmalarının arkasındaki istatistikleri açıklamaya yardımcı olan iki ayrı çalışma gerçekleştirdi. Bridgewater'ın çalışması, kulüplerin genellikle maç başına ortalama bir puanın altına düştüklerinde menajerleri görevden aldıkları yönündeydi.
Oyuncular.
Yabancı oyuncular ve transfer düzenlemeleri.
Premier League'in 1992-93 sezonunun ilk hafta maçlarında takımların ilk on birlerinde, İngiltere ve İrlanda'nın dışından yalnızca on bir yabancı oyuncu vardı. 2000-01 döneminde, Premier League'deki yabancı oyuncu sayısı toplam oyuncu sayısının %36'sıydı. 2004-05 sezonunda bu rakam %45'e yükseldi. 26 Aralık 1999'da Chelsea, tamamen yabancı bir ilk on birler sahaya çıkan ilk Premier League takımı oldu ve 14 Şubat 2005'te Arsenal, tamamen yabancılardan oluşan 16 kişilik bir kadroyla sahaya çıkan ilk takım oldu. 2009'a gelindiğinde, Premier League'deki İngiliz oyuncuların oranı %40'ın altındaydı.
Kulüplerin genç oyunculardan daha çok yabancı oyuncuların çoğalmasına dair endişelerine yanıt olarak, 1999 yılında Home Office, Avrupa Birliği dışındaki ülkelerden transfer edilen oyunculara çalışma izni verme kurallarını daha da sıkılaştırdı. Çalışma izni alınacak bir oyuncu, önceki iki yıl boyunca ülkesinin 'A' millî takım maçlarının en az yüzde 75'inde oynamış olmalı ve ülkesi önceki iki yıl boyunca resmî FIFA dünya sıralamasında ortalama en az 70. sıraya sahip olmalıydı.
Oyuncular sadece Futbol Federasyonu tarafından belirlenen transfer dönemi süresince transfer edilebilir. İki transfer dönemi, sezonun son gününden 31 Ağustos'a ve 31 Aralık'tan 31 Ocak'a kadar devam eder. Oyuncu kayıtları genellikle acil bir durum dışında, federasyon tarafından belirlenen bu dönemler dışında değiştirilemez. 2010-11 sezonundan itibaren Premier League, her kulübün 21 yaşın üzerinde en fazla 25 kişilik bir oyuncu kaydetmesine ve takım listesinin yalnızca transfer dönemlerinde veya istisnai durumlarda değiştirilmesine izin verdiğini belirten yeni kurallar getirdi. Bu kuralın amacı, Premier League'in 2010'dan itibaren 25 kişilik takım kadrosunda en az sekiz oyuncunun "alt yapıdan yetişen" oyunculardan kurulmasını zorunlu kılan "oyuncu yetiştirme" kuralını yürürlüğe sokmaktı.
Brexit'in Ocak 2021'de uygulanmasının ardından, AB statüsüne bakılmaksızın tüm yabancı oyuncuların Birleşik Krallık'ta futbol oynamak için bir Yönetim Kurulu Onayı (Governing Body Endorsement (GBE)) almasını gerektiren yeni düzenlemeler getirildi.
Demografik bilgiler.
2021'de Premier League'deki oyuncuların %43'ü ve Football League'de mücadele eden 92 kulübün oyuncularının da %34'ü siyahiydi.
2022'deki yayınlanan bir raporda Premier League'deki oyuncuların %43'ünün siyahi oldukları açıklandı.
Oyuncu ücretleri.
Premier League'de takım veya bireysel maaş sınırı bulunmamaktadır. Artan kazançlı televizyon anlaşmalarının sonucunda, ortalama oyuncu ücreti yılda £75.000 iken Premier League'in oluşumunu takiben bu ücretler keskin bir şekilde yükseldi. 2016-17 sezonunda, Premier League'deki ortalama oyuncu maaşları dünyadaki herhangi bir futbol liginden daha yüksekti ve bu rakam yıllık ortalama £2.6 milyondu. 2018-19 sezonunda ortalama yıllık maaş £2.99 milyon olarak gerçekleşti. 2018-19'da yer alan 20 Premier League kulübünün toplam maaş bütçesi £1,62 milyar idi ve bu rakam La Liga'da £1.05 milyar, Serie A'da £0.83 milyar, Bundesliga'da £0.72 milyar ve Ligue 1'de 0.54 milyar sterlin olarak gerçekleşti. En yüksek ortalama maaş bütçesine sahip olan kulüp £6.5 milyon ile Manchester United'tır. Bu rakam, İspanya (Barcelona £10.5 milyon) ve İtalya'daki (Juventus £6.7 milyon) en yüksek maaş bütçesine sahip kulüplerinkinden daha az olsa da, Almanya (Bayern München £6.4 milyon) ve Fransa'dan (Paris St Germain £6.1 milyon) daha yüksektir.
En yüksek ücretli takımın ücretlerinin Premier League'de ödenen en düşük ücrete oranı 6.82'ye 1'dir. Bu rakam, La Liga (19.1'e 1), Serie A (16'ya 1), Bundesliga (20.5'e 1) ve Ligue 1'den (26.6'a 1) çok daha düşüktür. Premier Legue, takım maaş bütçeleri arasındaki farkın düşük olması nedeniyle, genellikle diğer üst düzey Avrupa liglerinden daha rekabetçi olarak kabul edilmektedir.
Oyuncu transfer ücretleri.
Premier League'de oyuncu transferlerindeki rekor ücretler, organizasyonun devam eden yılları boyunca istikrarlı bir şekilde arttı. İlk Premier League sezonu başlamadan önce Alan Shearer, £3 milyondan fazla bir transfer ücreti karşılığında transfer olan ilk İngiliz oyuncu oldu. Rekorlar düzenli olarak arttı ve Philippe Coutinho şu anda £106 milyon ile bir Premier League kulübünün sattığı en pahalı oyuncu oldu. Jack Grealish ise £100 milyon ile bir Premier League kulübünün en yüksek transfer ücreti ödediği oyuncu oldu.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21125",
"len_data": 45511,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.56
}
|
Ada, yapısal, statik tipli, zorunlu, geniş spektrumlu ve nesne yönelimli bir üst düzey bilgisayar programlama dilidir. Pascal ve diğer dillerin genişletilmiş halidir. Gömülü design-by-contract (DbC), güçlü yazımı, açık eşzamanlı, senkronize mesaj geçişi, korunmuş objeli ve belirsiz bir dildir. Ada kod güvenliğini ve sürdürebilirliğini derleyicide hataları bularak geliştirdi.
Ada Fransız bilgisayar bilimcisi Jean Ichbiah ve ekibi tarafından Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı ile sözleşmeli olarak geliştirildi. Ordudaki çeşitli donanımları çalıştıracak ortak bir yazılım olarak düşünülmüştür. Temel alınan diller arasında ALGOL, Pascal ve PL/1 vardı ama C yoktu.
İngiliz şairi Lord Byron'ın 1834'te ilk bilgisayar makinesi sayılacak Charles Babbage'in analitik makinesini destekleyen kızı Lady Ada Lovelace (1815-1852)'ın ismini taşır. 95'te dinamik iletimi içeren nesne yönelimli programlama desteği dahil edildi.
Özellikler.
Ada çok gelişmiş yazılım sistemlerinin gelişimi için oluşturulmuştur. Ada paketleri ayrı ayrı derlenebilir ve dahası, tutarlılık kontrolü için yürütme olmadan Ada paket tayini ayrı ayrı derlenebilir. Bu yürütme başlamadan önce kurulum safhasındaki problemlerin bulunmasına imkân sağlar. Derleme zamanındaki kontroller, farklı dillerdeki oluşabilecek fark edilmeyen hataları azaltmak için desteklendi.
Ada'nın özellikleri Güçlü yazımı, modüler programlama mekanikleri (paketler), paralel işleme (görev ve mesaj senkronizasyonu), hata işleme ve genel programlamayı kapsar.
Ada'nın sözdizimi, temel işlemleri gerçekleştirme yöntemlerinin yolunu en aza indirir ve İngilizce anahtar kelimelerini tercih eder (mesela "or else" ve "and then") veya sembolleri tercih eder ("||" ve "&&"). Ada basit "+", "-", "*","/" matematik operatörleri kullanır ancak diğer sembolleri kullanmaktan kaçınır. Kod blokları "declare","begin", "and" ve "end" ile sınırlıdır ve ancak döngülerle ("if ... end if", "loop ... end loop) birlikte kullanılır."
Ada çok geniş uygulamalar geliştirilmek için tasarlanmıştır. Ada'nın paketleri ayrı ayrı şekilde derlenebilir. Ada'nın paket özellikleri aynı zamanda tutarlılığı kontrol etmek için gerekli uygulamalar olmadan da derlenebilir. Bu da geliştirilen uygulamanın erken safhasında hatayı tespit etme imkânı sağlar.
Çok sayıda derleyici kontrolcüsü çalıştırılana kadar tespit edilemeyen hataları tespit edebilmesi için gereken komutların projeye eklenmesi dışında kendisi hataları tespit edebilir. Güçlü yazımlara bağlılığı birçok sıradan kod hatalarını (yanlış parametre, dizi ihlalleri, geçersiz referanslar, eşleşmeyen tipler, vb.) derleme sırasında veya çalışma sırasında tespit etmede yarar sağlar. Eşzamanlı çalışma dilin bir parçası olduğu için derleyeci bazı durumlarda potansiyel sorunları tespit edebilir.
Tarihçesi.
1970'lerde Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı gömülü bilgisayar sistemlerinde farklı programlama dillerinin kullanılmasından endişelendi. Çoğu eski veya donanıma bağlı idi ve hiçbiri modüler programlamayı desteklemiyordu. 1975'te Yüksek Derece Dil Çalışma Grubu Amerika Birşelik Devletleri Savunma Bakanlığı ve Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı gereksinimlerine uygun olan programlama dilini bulmak için veya oluşturmak için kuruldu. Birçok denemelerden sonra nihai programlama dili Ada olarak adlandırıldı. Bu tür projeler için kullanılan üst düzey programlama dillerinin toplam sayısı 1983'te 450'ye 1996'da 37'ye düştü. HOLFG Grubu Steelman dil gereksinimlerini oluşturdu. Bir programlama dilinin karşılaması gerektiğini düşündükleri gereksinimleri belirten bir dizi belge yayınlamışlardı. Mevcut olan birçok dil resmi olarak yeniden gözden geçirildi, ancak 1977'de takım hiçbir dilin gereksinimlerini karşılayamadıkları kanısına vardı. 1978 Nisan'ında, kamu incelemesinden geçtikten sonra yeni bir programlama dili için tasarı talepleri belirtildi ve dört yazılımcı istenilen talepleri karşılamak için Kırmızı (Benjamin Brosgol liderliğinde Intermetrics) Yeşil (Jean Ichbiah liderliğinde CII Honeywell Bull) Mavi John Goodenough liderliğinde SofTech) ve Sarı (Jay Spitzen liderliğinde SRI International) isimleri verilen yazılımcılar işe alındı. Nisan 1978'de kamu denetiminden sonra, Kırmızı ve Yeşil tasarılar sonraki aşamaya geçti. Mayıs 1979'da Jean Ichbiah tarafından CII Honeywell Bull'da tasarlanan proje seçildi ve Ada ismi verildi. Ada dilinden sonra, bu teklif Ichibah ve ekibinin 1970 lerde geliştirdiği LIS dilinden etkilendi. Ada'nın ilk kitabı Haziran 1979'da ACM SIGPLAN Notices'da yayınlandı. 10 Aralık 1980'de (Ada Lovelace'in doğum günü) kitap askeri standartlarını karşıladığını onayladı ve Ada Lovelace'in doğum günü şerefine MIL-STD-1815 ismi verildi. 1981'de Tony Hoare Turing Ödülü konuşmasında Ada'yı aşırı karmaşık ve dolayısıyla güvenilmez olduğunu eleştirmek için fırsat kolladı. ancak sonrasında önsözünde bu fikrinden geri adım attığını ve Ada için ders kitabı hazırladığı görüldü.
Ada yayınlandığı ilk zamanlarda programlama topluluğu tarafından büyük ilgi gördü. Dilin destekçileri sadece savunma ile alakalı işler değil, aynı zamanda genel programlama dili dünyasında baskın dil olabileceğini öngördüler. Ichbiah resmi olarak on yıl içerisinde sadece iki programlama dilinin varolacağını belirttli. Bunlar: Ada ve Lisp idi. İlk Ada derleyicileri geniş, karmaşık dili derlemede zorluk çekti ve hem derleme hem de çalışma performansı yavaş ve araçları ilkel olmaya yatkındı. Derleyici satıcıları emeklerinin çoğunu dilin uyum sağlama testlerini geçebilmek için harcadı. Bilgisayar korsanlarının 1975-1983 arası argo sözlüğü olan Jargon Dosyası Ada'nın girişinde "para ile bu tür bir onay verildiğinde tam olarak beklenebilecek şeydir; komite için geliştirildi... kullanımı zor ve tam bir felaket. Milyar dolardan fazla tamamen gereksiz bir iş... Ada Loverace... isminin sonradan kullanılmaya başlanmasıyla kesin olarak bembeyaz olurdu; onun hakkında söylenen en nazik şey, büyük olasılıkla genişliğinin içinden çıkmak için çığlık atan güzel bir küçük dil olduğudur."
Ada'nın doğrulanan ilk uygulaması NYU Ada/Ed translator idi. 11 Nisan 1989'da onaylandı. Bir takım ticari şirketler (Alsys, TeleSoft, DDC-I, Advanced Computer Techniques, Tartan Laboratories, TLD Systems ve Verdix) Ada derleyicilerini ve geliştirme araçlarını önermeye başladılar.
1991'de Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı tüm yazılımlarında Ada'yı kullanma şartı getirmişti, ancak bu kurala genel istisnalar verilmişti. Savunma Bakanlığı DoD'un ticari kullanıma hazır olmasıyla 1997'de Ada'yı etkin bir şekilde kullanımdan kaldırdı. Benzer gereksinimler diğer NATO ülkelerinde de baş gösterdi: Komuta, kontrol ve diğer fonksiyonlar için Ada'ya gereksinim duyuldu. Aynı zamanda Ada; İsveç, Almanya ve Kanada için savunma ile ilgili uygulamalar yazılmak için tercih edildi.
80'li yılların sonu 90'ların başlarında Ada derleyicileri performanslarını arttırmışlardı ancak gerçek zamanlı programcıların alıştığı farklı görev modeli dahil Ada'nın tüm gücünü açığa çıkarmak için daha hâlâ engeller vardı. Ada'nın kritik güvenliği destekleyen özellikleri sayesinde günümüzde sadece askeri uygulamalarda değil aynı zamanda yazılım hatalarının ağır sonuçlar doğurabileceği havacılık, hava trafik kontrolü, Ariane 4, Ariane 5, Yapay uydu ve diğer uzay sistemleri, demiryolu ulaşımı, bankacılık uygulamaları için de kullanıldı. Mesela uçak bilgi yönetim sistemi, Fly-by-wire ve Boeing 777'deki sistem yazılımı Ada ile yazıldı. DDC-I danışmanları işbirliğinde Honeywell Air Transport Systems geliştirildi. Bu proje sivil veya askeri tartışmasız en iyi Ada projesiydi. Kanada Otomatik Hava Kontrol Sistemi 1 milyon Ada satır koduyla yazıldı. ileri seviye dağıtık hesaplama, dağınık veritabanı, nesne yönelim içeriyordu. Ada aynı zamanda diğer hava trafik sistemleri için de kullanıldı, örneğin Birleşik Krallık gelecek nesil Geçici Gelecek Bölge Kontrol Araç Desteği (IFACTS) SPARK Ada ile tasarlandı ve uygulandı.
Standartlaşması.
Dil 1983'te ANSI standartlarına uygun kabul edildi ve Fransızcaya çevrildi ardından İngilizce sürümünde herhangi bir değişikliğe uğramadan 1987'de ISO standartlarına kabul edildi. ANSI'in benimsemesi ile birlikte dilin bu versiyonu Ada 83 olarak bilindi, ancak ISO'nun da benimsemesi ardından Ada 87 olarak da anıldı.
Ada'nın ISO/ANSI standartlarına uygun olmasının ardından Şubat 1995'te Ada 95 yayınlandı. Ada 95 ilk ISO standartlarına uygun nesne yönelimli programlama dili olmuştu. Yeniden düzenlemelere yardım etmek ve gelecek onaylamalar için Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri GNAT derleyicinin geliştirilmesi adına yatırım yaptı. Günümüzde GNAT derleyicisi GNU Derleyici Koleksiyonu'nun bir parçası.
Çalışmalar Adanın teknik içeriğini geliştirmek ve güncellemek için devam edildi. Ada 95'e tekniksel düzenleme Ekim 2001'de yayınlandı ve önemli değişiklik ISO/IEC 8652:1995/Amd 1:2007 9 Mart 2007'de yayınlandı. Stockholm'deki 2012 Ada-Avrupa konferansında Ada Kaynak Bağlantısı (ARA) ve Ada-Avrupa Ada dilinin son versiyonunu bitirdiklerini duyurdu.
Dil Yapısı.
Ada "if, then else, while, for" kontrol yapıları içeren ALGOL benzeri bir dil. Ancak, Ada aynı zamanda orijinal ALGOL 60'ta içermeyen tür tanımları, kayıtlar, işaretçiler, numaralandırılmış türler gibi bir sürü veri yapısı kolaylıkları ve soyutları içeren bir dildi. Bu yapılar aynı zamada Pascal'dan miras almış veya esinlenmiştir.
Ada'da "Merhaba Dünya".
Kod yazımında yaygın örneği olan Merhaba dünya programı: (Merhaba.adb)
with Ada.Text_IO; use Ada.Text_IO;
procedure Merhaba is
begin
Put_Line ("Merhaba Dünya!");
end Merhaba;
Bu uygulama ücretsiz ve açık kaynak kodlu derleyici GNAT ile derlenebilir.
gnatmake Merhaba.adb
Veri Tipleri.
Ada'nın veri tipleri önceden tanımlanmış ilkel türlere bağlı değildir, ancak kullanıcılara kendi türlerini bildirmelerine izin verir. Bu bildiri, sırayla türün dahili temsiline değil, ulaşılması gereken hedefi açıklamaya dayanmaktadır. Bu da derleyicinin tür için uygun hafıza boyutunu belirlemeye olanak sağlar ve derleme veya çalışma sırasında tür tanımı ihlallerini (dizi ihlalleri, arabellek taşmaları, tür tutarlılığını" kontrol eder. Ada bir dizi tarafından tanımlanmış sayısal türleri modül türleri, toplama türleri, (kayıtlar ve diziler) numaralandırılmış türleri destekler. Türsüz işaretçilerin kullanılmasına izin vermez. Dil tarafından özel türler görev türleri ve korunmuş türlerdir.
Örneğin, bir tarih böyle gösterilebilir:
type Day_type is range 1 .. 31;
type Month_type is range 1 .. 12;
type Year_type is range 1800 .. 2100;
type Hours is mod 24;
type Weekday is (Monday, Tuesday, Wednesday, Thursday, Friday, Saturday, Sunday);
type Date is
record
Day : Day_type;
Month : Month_type;
Year : Year_type;
end record;
Türler, alt türlere bildirilerek işlenebilir:
subtype Working_Hours is Hours range 0 .. 12; -- Günde en fazla 12 saat çalışılır
subtype Working_Day is Weekday range Monday .. Friday; -- Çalışılacak Gün sayısı
Work_Load: constant array(Working_Day) of Working_Hours -- Veri Bildirilmiş
:= (Friday => 6, Monday => 4, others => 10); -- başlatma ile çalışma saatleri için arama tablosu
Türlerin sınırlı, soyut, özel vb. Değiştiricileri olabilir. Özel türler yalnızca erişilebilir ve sınırlı türler yalnızca onları tanımlayan paket kapsamında değiştirilebilir veya kopyalanabilir. Ada 95, türlerin nesne yönelimi için daha fazla özellik ekler
Kontrol Yapıları.
Ada Yapısal programlama dilidir. Kontrol akışı standart ifadelerle yapılandırılmıştır. Tüm standart yapılar desteklenmiştir. Bu yüzden, "go to" komutu kullanımı nadiren ihtiyaç duyulmuştur.
-- a b'ye eşit değilken döngüsü.
while a /= b loop
Ada.Text_IO.Put_Line ("Waiting");
end loop;
if a > b then
Ada.Text_IO.Put_Line ("Condition met");
else
Ada.Text_IO.Put_Line ("Condition not met");
end if;
for i in 1 .. 10 loop
Ada.Text_IO.Put ("Iteration: ");
Ada.Text_IO.Put (i);
Ada.Text_IO.Put_Line;
end loop;
loop
a := a + 1;
exit when a = 10;
end loop;
case i is
when 0 => Ada.Text_IO.Put ("zero");
when 1 => Ada.Text_IO.Put ("one");
when 2 => Ada.Text_IO.Put ("two");
-- durum ifadeleri tüm muhtemel durumları kapsamalıdır:
when others => Ada.Text_IO.Put ("none of the above");
end case;
for aWeekday in Weekday'Range loop -- loop over an enumeration
Put_Line ( Weekday'Image(aWeekday) ); -- output string representation of an enumeration
if aWeekday in Working_Day then -- check of a subtype of an enumeration
Put_Line ( " to work for " &
Working_Hours'Image (Work_Load(aWeekday)) ); -- access into a lookup table
end if;
end loop;
Packages, procedures and functions
Among the parts of an Ada program are packages, procedures and functions.
Example: Package specification (example.ads)
package Example is
type Number is range 1 .. 11;
procedure Print_and_Increment (j: in out Number);
end Example;
Package body (example.adb)
with Ada.Text_IO;
package body Example is
i : Number := Number'First;
procedure Print_and_Increment (j: in out Number) is
function Next (k: in Number) return Number is
begin
return k + 1;
end Next;
begin
Ada.Text_IO.Put_Line ( "The total is: " & Number'Image(j) );
j := Next (j);
end Print_and_Increment;
-- package initialization executed when the package is elaborated
begin
while i < Number'Last loop
Print_and_Increment (i);
end loop;
end Example;
Bu uygulama ücretsiz ve açık kaynak kodlu derleyici GNAT ile derlenebilir.
gnatmake -z example.adb
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21129",
"len_data": 13403,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.51
}
|
Modula-2, Niklaus Wirth'in Pascal'ı gelişen teknolojiye eriştirmek için 1978'de çıkardığı programlama dilidir.
Bu dilin temel yaklaşımı "modularity"dir. Ada ve C'nin en iyi özelliklerini kendinde sakıncasız toplar denilmesine rağmen yaygınlaşmamış bir dildir. Hem de tercih edilen Fortran, Cobol, Pascal, C ve Ada'yı kapsamasına rağmen. Wirth, bu dilin devamı olan Oberon'u 1988'de çıkardı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=21133",
"len_data": 390,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.57
}
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.