text
stringlengths
3
198k
metadata
dict
Çınar, çınargiller Platanaceae familyasından "Platanus" cinsini oluşturan uzun boylu kalın çaplı ağaç türlerinin adıdır. Platanaceae ailesinin yaşayan tek üyeleridir. Türkiye'de doğal olarak yayılış gösteren tek tür, doğu çınarıdır (kavlağan, bilimsel adı "Platanus orientalis")"." Platanus'un tüm olgun üyeleri uzun boyludur ve 50 metre boya kadar ulaşırlar. "P. kerrii" hariç tümü yaprak döker ve çoğu vahşi doğada sulak alan veya diğer sulak alan habitatlarda bulunur ancak ekimde kuraklık - toleranslıdır. Melez Londra çınarının ("Platanus "×" acerifolia") özellikle kentsel koşullara toleranslı olduğu kanıtlanmıştır ve Londra'da ve Birleşik Krallık'ın başka yerlerinde yaygın olarak dikilmiştir. Genellikle İngilizcede planes veya " çınar ağaçları" olarak bilinirler. Bazı Kuzey Amerika türlerine çınar (İngilizce: Sycamore) adı verilir (özellikle "Platanus occidentalis"), ancak çınar (sycamore) terimi fig " Ficus sycomorus ", orijinal olarak adlandırılan bitki ve çınar akçaağacına "Acer pseudoplatanus" da denir. Cins adı "Platanus" gelir Antik Yunancada (), "Platanus orientalis " olarak anılır. Anavatanı Kuzey Amerika, Avrupa'nın doğusu ve Asya'dır. Çınarlar ormanlardan daha ziyade dere, ırmak ve nehir yataklarında bulunsa da esasen süs bitkisi olarak yetiştirilir. Bunlar allelerde, su başlarında, büyük çayırlık ve mesire yerlerinde gölge ağacı olarak dikilmektedir. Yaprakları tozdan ve gazlardan fazla etkilenmediklerinden büyük endüstri şehirlerinin caddelerinde, park ve bahçelerde fazla görünmektedir. Genç yaşlarından itibaren genel olarak hızlı bir büyüme yaparlar. Uzun ömürlüdürler. Yaşlı çınarlar zamanla içleri çürüyüp boşaldığı halde yaşamlarını sürdürürler. Kütük sürgünü verme özellikleri vardır. Yetiştirilmeleri tohum ve yarı odunsu çeliklerle olmaktadır. Çınar odunundan, alet sapları, fıçı, çıt kazığı yapımında ve mobilyacılıkta, ayrıca yakacak olarak yararlanılır. Ayrıca tanen içeren kabukları kabız yapıcı ve ateş düşürücü olarak içten, antiseptik olarak da dışarıdan kullanılır. Botanik. Çiçekler küçülür ve toplar halinde taşınır (küresel başlıklar); 3–7 tüylü sepal tabanda kaynaşmış olabilir ve yaprakları 3–7'dir ve spatula şeklindedir. Erkek ve dişi çiçekler ayrıdır ancak aynı bitki üzerinde taşınır (monoecious). Bir kümedeki kafa sayısı (çiçeklenme) türlerin göstergesidir (aşağıdaki tabloya bakın). Erkek çiçeğin 3-8 ercik vardır; dişi 3-7 karpelleriyle üstün bir yumurtalığa sahiptir. Çınar ağaçları rüzgarla tozlaşır. Erkek çiçek başları polenlerini döktükten sonra düşer. Tozlaştıktan sonra dişi çiçekler, toplu bir top oluşturan akenlere dönüşür. Meyveler birçok akenden meydana gelmiştir. Tipik olarak, topun çekirdeği 1 cm çapındadır ve soyulabilen 1 mm gözenekli bir ağ ile kaplıdır. Top 2.5–4 cm çapındadır ve her biri tek bir çekirdeğe sahip olan ve ucu topun yüzeyinde ağa aşağıya doğru tutturulmuş olan birkaç yüz tane aken içerir. Ayrıca, her akenin tabanına tutturulmuş birçok ince, sert, sarı-yeşil kıl liflerinden oluşan bir tutam da vardır. Bu kıllar, karahindibada olduğu gibi meyvelerin rüzgarla dağılmasına yardımcı olur. Yapraklar basit ve değişkendir. Alt cins "Platanus" içinde avuç içi anahatları vardır. Yaprak sapının (yaprak sapı) tabanı genişlemiştir ve aksındaki genç gövde tomurcuğunu tamamen sarar. Aksiller tomurcuk ancak yaprak düştükten sonra açığa çıkar. Olgun kabuk, benekli, pullu bir görünüm oluşturarak, düzensiz şekilli yamalar halinde kolayca soyulur veya pul pul dökülür. Eski gövdelerde kabuk pul pul dökülmeyebilir, bunun yerine kalınlaşır ve çatlar. Filogeni. Anormal "P. kerrii" ve alt cinsi "Platanus", tüm diğerleriyle; Meksika'da yapılan son araştırmalar bu alt cins içinde kabul edilen türlerin sayısını artırmıştır. Alt cins "Platanus" içinde, genetik kanıtlar şunu gösterir: "P. racemosa", "P. orientalis", diğer Kuzey Amerika türlerine göre 115 milyon yıl kadar erken (Aşağı Kretase) çınar ağaçlarının fosil kayıtları vardır. Kuzey Amerika ve Eski Dünya arasındaki coğrafi ayrılığa rağmen bu kıtalardan türler kolaylıkla geçerek Londra düzlemi gibi verimli melezlerle sonuçlanır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8958", "len_data": 4080, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.55 }
Dada şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8962", "len_data": 28, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.43 }
Güneş, Güneş Sistemi'nin merkezinde yer alan bir yıldızdır. Çekirdeğindeki nükleer füzyon reaksiyonları ile akkor hale gelene kadar ısınan, %10'u morötesi olmak üzere esas olarak görünür ışık ve kızılötesi radyasyon olarak yüzeyinden enerji yayan, oldukça büyük ve sıcak bir plazma küresidir. Dünya'daki yaşam için açık ara en önemli enerji kaynağıdır. Güneş birçok kültürde kutsallık atfedilen bir nesne olmuştur. Antik çağlardan beri astronomik araştırmalar için merkezi bir konudur. Güneş'in, Samanyolu merkezinin etrafındaki bir dönüşünü yaklaşık 225-250 milyon yılda tamamladığı ve merkeze göre yaklaşık 24.000 ila 28.000 ışık yılı mesafede 828.000 km/s hızda hareket etmekte olduğu bir yörüngesi vardır. Dünya'ya olan mesafesi (1.496×108 km) yani yaklaşık 8 ışık dakikasıdır. Güneş, yaklaşık olarak, Dünya'nın çapının 109 katına (1.391.400 km), hacminin 1,3 milyon katına (1.412×1012 km3) ve kütlesinin 332,9 bin katına (1.988,4×1024 kg) sahiptir. Orta büyüklükte bir yıldız olan Güneş, tek başına Güneş Sistemi kütlesinin % 99,86'sını oluşturur. Kütlesinin %74'ü hidrojen, %24-25'ü ise helyumdan oluşmakta olup, kütlenin geri kalanı daha ağır olan demir, nikel, oksijen, silikon, kükürt, magnezyum, karbon, neon, kalsiyum ve krom gibi diğer elementlerden oluşur. Güneş'in yıldız sınıfı G-tipi Ana Kol Yıldızı, yani G2V'dir. Resmi olmayan adlandırmada, esasında beyaz renkli olmasına rağmen sarı cüce olarak nitelenir. Yaklaşık 4,6 milyar yıl önce büyük bir moleküler bulutun bir bölgesindeki maddenin kütleçekimsel olarak çökmesiyle oluşmuştur. Bu maddenin çoğu merkezde toplanırken, geri kalanı Güneş Sistemi’ni oluşturan yörüngeli bir disk şeklinde basıklaşmıştır. Merkezi kütle o kadar sıcak ve yoğun hale gelmiştir ki sonunda çekirdeğinde nükleer füzyonu başlatmıştır. Güneş'in çekirdeği her bir saniyede, yaklaşık 600 milyar kilogram (kg) hidrojeni helyuma dönüştürmekte ve 4 milyar kg maddeyi enerjiye çevirmektedir. Çok uzak bir gelecekte, çekirdeğindeki hidrojen füzyonu artık hidrostatik dengede olamayacağı bir noktaya kadar azaldığında, Güneş'in çekirdeğindeki yoğunluk ve sıcaklıkta belirgin bir artış yaşanacak, bu da dış katmanların genişlemesine neden olarak sonunda Güneş'i bir kırmızı deve dönüştürecektir. Bu süreç günümüzden yaklaşık beş milyar yıl sonra Dünya'yı yaşanmaz hale getirecek kadar Güneş'i büyütecektir. Daha sonra Güneş dış katmanlarını dökecek ve yoğun bir tür soğuyan yıldız (beyaz cüce) haline gelecek ve artık füzyon yoluyla enerji üretmeyecek, ancak trilyonlarca yıl boyunca önceki füzyonundan kaynaklanan ısıyı yaymaya ve parlamaya devam edecektir. Ardından da ihmal edilebilir düzeyde bir enerji yayan, süper yoğun bir kara cüce haline geleceği tahmin edilmektedir. Etimoloji. Güneş kelimesi, Orta Türkçede yer alan ve aynı anlama gelen "küneş" sözcüğünden evirilmiştir. Bu kelime ise Eski Türkçede yer aldığı tahmin edilen ancak yazılı örneği bulunmayan, ""gün ışımak, aydınlanmak" anlamındaki "küne-"" sözüne "+"Iş"" ekinin eklenmesiyle türetilmiştir. Sözcüğün yer aldığı en eski kaynak, 1310 yılından önceye tarihlenen İbni Mühenna'nın Lugat adlı eseridir. Şems, güneş kelimesinin eş anlamlısı olup, Arapça "şms" kökünden gelen ve aynı anlama sahip "şams" (شمس) sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice aynı anlamdaki "şimşā" (שִׁמְשָׁא) sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcükler ise Akadca'da yer alan ve aynı manaya gelen "şamşu, şamaş" sözcüğü ile eş kökenlidir. İngilizce "sun" sözcüğü Eski İngilizce "sunne" sözcüğünden evrilmiştir. Batı Frizce "sinne", Felemenkçe "zon", Aşağı Almanca "Sünn", Standart Almanca "Sonne", Bavyeraca "Sunna", Eski İskandinavca "sunna" ve Gotça "sunnō" gibi diğer Cermen dillerinde de soydaşları bulunmaktadır. Tüm bu sözcükler köken olarak Proto Cermen dilindeki "*sunnōn"'dan gelmektedir. Bu kelime Hint-Avrupa dil ailesinin diğer kollarındaki "sun" kelimesiyle ilişkilidir, ancak çoğu durumda "n"'deki genitif kök yerine "l"'li nominatif bir kök bulunur, Örneğin Latince "sōl", eski Yunanca "ἥλιος" ("hēlios"), Galce "haul" ve Çekçe "slunce"'nin yanı sıra (*l > r dönüşümü ile) Sanskritçe स्वर ("svár") ve Farsça خور ("xvar") biçiminde kullanılır. Aslında, "l"- kökü Proto- Cermence'de de "*sōwelan" olarak varlığını sürdürmüş, bu da Gotça "sauil" ("sunnō" ile birlikte) ve Eski İskandinavca düzyazı "sól" (şiirsel "sunna" ile birlikte) ve bunun aracılığıyla modern İskandinav dillerindeki güneş sözcüklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur: Örneğin; İsveççe ve Danca "sol", İzlandaca "sól", vs. Genel özellikleri. Güneş, G-tipi ana kol yıldızı olup, Güneş Sistemi'nin kütlesinin yaklaşık %99,86'sını oluşturur. Mutlak büyüklüğü +4,83'tür ve Samanyolu'ndaki yıldızların yaklaşık %85'inden daha parlaktır, bu yıldızların çoğu kırmızı cücelerdir. Güneş, 7 parsek (~23 ışık yılı) içindeki yakın yıldızların %95'inden daha kütlelidir. Güneş, Popülasyon I veya ağır element zengini bir yıldızdır. Yaklaşık 4,6 milyar yıl önce, bir veya daha fazla yakın süpernovanın şok dalgalarıyla oluşumunun tetiklenmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Bu, Güneş Sistemi'ndeki altın ve uranyum gibi ağır elementlerin bolluğunun, ağır element fakiri olan Popülasyon II yıldızlarına kıyasla yüksek olmasından çıkarsanmaktadır. Ağır elementlerin, muhtemelen bir süpernova sırasında endergonik nükleer reaksiyonlarla veya ikinci nesil büyük bir yıldızda nötron emilimi yoluyla transmutasyonla ortaya çıkmış olabileceği düşünülmektedir. Güneş, Dünya'nın gökyüzündeki en parlak cisim olup, görünür büyüklüğü −26,74'tür. Bu, bir sonraki en parlak yıldız olan Sirius'tan (görünür büyüklüğü −1,46) yaklaşık 13 milyar kat daha parlak olduğu anlamına gelmektedir. , Güneş ile Dünya'nın merkezleri arasındaki ortalama mesafe olarak tanımlanır. Dünya, günberide (~ 3 Ocak) ile günötede (~ 4 Temmuz) hareket ederken bu mesafe anlık olarak ± 2,5 milyon km veya 1,55 milyon mil kadar değişir. Ortalama mesafede, Güneş'ten Dünya'ya ışığın ulaşması yaklaşık 8 dakika 20 saniye sürer, en yakın noktalar arasındaki mesafede bu süre yaklaşık iki saniye daha azdır. Bu güneş ışığının enerjisi, Dünya'daki hemen hemen tüm yaşamı fotosentez yoluyla destekler ve Dünya'nın iklimini ve hava durumunu belirler. Güneş'in belirgin bir sınırı yoktur, ancak fotosferin üzerindeki yükseklik arttıkça yoğunluğu üssel olarak azalır. Ölçüm amacıyla, Güneş'in yarıçapı, merkezinden Güneş'in görünen yüzeyi olan fotosferin kenarına kadar olan mesafe olarak kabul edilir. Bu ölçüme göre, Güneş, kutupsal çapının ekvatoral çapından sadece farklı olduğu tahmin edilen 9 milyonda bir düzeyindeki bir basıklıkla, neredeyse mükemmel bir küredir. Gezegenlerin gelgit etkisi zayıftır ve Güneş'in şeklini önemli ölçüde etkilemez. Dönüşü. Güneş kendi ekseni etrafında kutup bölgesine oranla ekvator kısmında daha hızlı dönmektedir. Bu farklı dönüş, ısı taşınımı nedeniyle konvektif hareket ve Güneş'in dönüşü nedeniyle oluşan Coriolis kuvveti kaynaklı olarak meydana gelir. Yıldızlara göre tanımlanan bir referans çerçevesinde, ekvatorda dönüş süresi yaklaşık 25,6 gün, kutuplarda ise yaklaşık 33,5 gündür. Dünya'dan bakıldığında, Güneş'in ekvatorundaki görünen dönüş süresi yaklaşık 28 gündür. Güneş'in kuzey kutbundan bakıldığında, kendi ekseni etrafında saat yönünün tersine döner. Güneş benzerleri üzerinde yapılan bir araştırma, erken dönemde Güneş'in bugün olduğundan on kat daha hızlı döndüğünü göstermektedir. Bu, yüzeyini çok daha aktif hale getirmiş ve daha büyük X-ışını ve UV emisyonlarına neden olmuştur. Yavaşlamamış olsaydı, Güneş lekeleri yüzeyin %5-30'unu kaplamış olurdu. Dönüş hızı, Güneş'in manyetik alanının dışa akan güneş rüzgarıyla etkileşime girmesi sonucu manyetik frenleme yoluyla yavaşlamıştır. Bu hızlı ilkel dönüşün bir kalıntısı hala Güneş'in çekirdeğinde mevcut olup, çekirdeğin haftada bir kez döndüğü, yani ortalama yüzey dönüş hızının dört katı yavaş olduğu tespit edilmiştir. Kimyasal bileşimi. Güneş, büyük çoğunlukla hidrojen ve helyum elementlerinden oluşur. Güneş'in halihazırdaki yaşam anında, bu elementler sırasıyla %74,9 ve %23,8 oranında fotosferindeki kütlesini meydana getirmektedir. Tüm ağır elementler, yani metaller, kütlesinin %2'sinden daha az bir kısmını oluşturmaktadır. Bunlar arasında oksijen (kabaca %1), karbon (%0,3), neon (%0,2) ve demir (%0,2) en bol bulunanlarıdır. Element bollukları. Bazı elementlerin karakteristik kütle oranları şöyledir: 1968 yılında Belçikalı bir bilim insanı lityum, berilyum ve bor bolluklarının önceden düşünüldüğünden daha fazla olduğunu bulmuştur. 2005 yılında üç bilim insanı neon bolluğunun önceden düşünüldüğünden daha fazla olabileceğini helyosismolojik gözlemlere dayanarak önermişlerdir. 1986'ya kadar Güneş'in helyum içeriğinin Y=0,25 olduğu genel kabul görmüştü ancak bu tarihte iki bilim insanı Y=0,279 değerinin daha doğru olduğunu iddia etmiştir. 1970'lerde birçok araştırma Güneş'te bulunan demir grubu elementlerin bolluğuna odaklandı. Tek iyonlu demir grubu elementlerinin "gf" değerlerinin ilk 1962'de bulunmuş ve geliştirilmiş "f" değerleri 1976'da hesaplanmıştır. Kobalt ve mangan gibi bazı demir grubu elementlerinin bolluk tespitleri, çok ince yapıya sahip olmalarından ötürü zordur. Element dağılımları. Güneş içinde bulunan elementlerin dağılımı birçok değişkene bağlıdır, örneğin kütleçekimi nedeniyle ağır elementler (örneğin helyum) Güneş kütlesinin merkezine yakın dururken, ağır olmayan elementler (örneğin hidrojen) Güneş'in dış katmanlarına doğru yayılır. Özellikle Güneş'in içinde helyumun dağılımı özel olarak ilgi çekmektedir. Helyumun dağılma sürecinin zamanla hızlandığı ortaya çıkarılmıştır. Güneş'in dış katmanını oluşturan ışık kürenin bileşimi, içinde bulunan döteryum, lityum, bor ve berilyum dışında, Güneş Sistemi'nin oluşumundaki kimyasal bileşime örnek olarak alınmaktadır. Güneş'in orijinal kimyasal bileşimi, oluştuğu yıldızlararası ortamdan kalmadır. Başlangıçta yaklaşık %71,1 hidrojen, %27,4 helyum ve %1,5 daha ağır elementlerden oluşmaktaydı. Güneş'teki hidrojen ve helyumun çoğu, evrenin ilk 20 dakikasında Büyük Patlama nükleosentezi ile ortaya çıkmış ve daha ağır elementler, Güneş'in oluşumundan önceki yıldız nesilleri tarafından meydana getirilerek yıldız yaşamının son aşamalarında ve süpernova gibi olaylarla yıldızlararası ortama yayılmıştır. Güneş'in oluşumundan bu yana, ana füzyon süreci, hidrojenin helyuma dönüştürülmesini içermektedir. Geçen 4,6 milyar yıl boyunca, Güneş içindeki helyum miktarı ve dağılımı yavaş yavaş değişmiştir. Çekirdekteki helyum oranı füzyon nedeniyle yaklaşık %24'ten %60'a yükselmiş ve helyum ile birlikte bazı ağır elementler, kütleçekim etkisiyle fotosferden Güneş'in merkezine doğru çökelmiştir. Ağır elementlerin oranları ise değişmemiştir. Isı, Güneş'in çekirdeğinden dışa doğru radyasyon yoluyla aktarılır (ışınsal bölgeye bakınız), bu nedenle füzyon ürünleri ısı ile dışa taşınmaz; çekirdekte kalırlar ve yavaş yavaş helyumdan oluşan bir iç çekirdek oluşmaya başlar. Bu çekirdek, şu anda Güneş'in çekirdeğinin helyumu füzyonlayacak kadar sıcak veya yoğun olmaması nedeniyle füzyona uğrayamaz. Mevcut fotosferde helyum oranı azalır ve metaliklik önyıldız evredeki (çekirdekte nükleer füzyon başlamadan önceki) oranının sadece %84'üdür. Gelecekte, helyum çekirdekte birikmeye devam edecek ve yaklaşık 5 milyar yıl sonra bu yavaş birikim Güneş'in ana koldan çıkmasına ve bir kırmızı dev haline gelmesine neden olacaktır. Fotosferin kimyasal bileşimi genellikle ilkel Güneş Sistemi'nin bileşimini temsil ettiği kabul edilir. Tipik olarak, yukarıda belirtilen güneş ağır element bollukları, hem Güneş'in fotosferinin spektroskopisi kullanılarak hem de erime sıcaklıklarına kadar ısıtılmamış meteoritlerdeki bolluklar ölçülerek belirlenir. Bu meteoritlerin, önyıldız Güneş'in bileşimini koruduğu ve ağır elementlerin çökmesinden etkilenmediği düşünülmektedir. İki yöntem genellikle iyi bir şekilde birbiriyle örtüşür. Yapı ve füzyon. Güneş'in içi doğrudan gözlemlenemez ve Güneş elektromanyetik ışımaya karşı opaktır. Ancak nasıl sismoloji, deprem tarafından üretilen dalgaları kullanarak Dünya'nın iç yapısını ortaya çıkarıyorsa helyosismoloji de Güneş'in içinden geçen basınç dalgalarını kullanarak iç yapısını ölçmeye ve görüntülemeye çalışır. Güneş'in bilgisayar modellemesi de iç katmanları araştırmak amacıyla kuramsal bir araç olarak kullanılır. Çekirdek. Güneş çekirdeği, merkezden %20-25 Güneş yarıçapına kadar uzanır. Yoğunluğu (Yeryüzünde suyun yoğunluğunun 150 katı) civarında, sıcaklığı da 15,7 milyon Kelvin (K) kadardır (yüzey sıcaklığı yaklaşık 5.800 Kelvin'dir). Yakın zamandaki SOHO (Solar and Heliospheric Observatory) misyonunun sağladığı bilgiler, çekirdekte ışınsal bölgeye doğru daha hızlı bir dönme hızı olduğunu belirtmektedir. Güneş'in yaşamının çoğunda enerji, proton-proton zincirleme tepkimesi diye adlandırılan aşamalardan oluşan ve hidrojeni helyuma çeviren nükleer füzyon ile oluşur. Çekirdek, füzyon ile önemli derecede ısı oluşturulan tek yerdir. Yıldızın geri kalanı çekirdekten dışarıya doğru transfer edilen enerjiyle ısınır. Çekirdekte füzyonla oluşan tüm enerji arka arkaya gelen katmanlardan geçerek Güneş ışık küresine ulaşır ve buradan uzaya gün ışığı ve parçacıkların kinetik enerjisi olarak yayılır. Şu anda, Güneş'te üretilen enerjinin sadece %0,8'i KAO döngüsü olarak adlandırılan başka bir füzyon reaksiyonları dizisinden gelmektedir. Ancak, bu oranın Güneş yaşlandıkça ve daha parlak hale geldikçe artması beklenmektedir. Güneş'in çekirdeği, füzyon yoluyla kayda değer miktarda termal enerji üreten tek bölgedir; gücün %99'u Güneş'in yarıçapının %24'ü içinde üretilir ve yarıçapın %30'u itibarıyla füzyon neredeyse tamamen durur. Geri kalan kısım, bu enerjinin dışa doğru birçok ardışık katman boyunca aktarılmasıyla ısınır ve nihayetinde güneş fotosferine ulaşarak radyasyon (fotonlar) veya adveksiyon (kütleli parçacıklar) yoluyla uzaya kaçar. Proton-proton zinciri, Güneş'in çekirdeğinde saniyede yaklaşık 9,2 kez gerçekleşir ve her saniye yaklaşık 3,7 protonu alfa parçacıklarına (helyum çekirdeklerine) dönüştürür (Güneş'teki toplam ~8,9×1056 serbest protondan), bu da yaklaşık eşittir. Ancak, her protonun (ortalama olarak) başka bir protonla füzyona girmesi yaklaşık 9 milyar yıl alır. Dört serbest protonu (hidrojen çekirdeklerini) tek bir alfa parçacığına (helyum çekirdeği) dönüştürmek, füzyona giren kütlenin yaklaşık %0,7'sini enerji olarak serbest bırakır, bu nedenle Güneş, kütle-enerji dönüşüm oranında 4,26 milyar kg/s enerji salar (bu, 600 milyar kg hidrojen gerektirir), bu da 384,6 yottawatt () veya saniyede 9,192×1010 megaton TNT'ye eşittir. Güneş'in büyük güç çıktısı, esas olarak çekirdeğinin büyük boyutu ve yoğunluğu nedeniyle oluşur (Dünya ve Dünya'daki nesnelerle karşılaştırıldığında), sadece oldukça küçük bir miktar metreküp başına güç üretilir. Güneş'in iç yapısının teorik modelleri, çekirdeğin merkezinde yaklaşık 276,5 watt/metreküp maksimum güç yoğunluğu veya enerji üretimi olduğunu gösterir; bu da Karl Kruszelnicki'ye göre bir kompost yığınının içindeki güç yoğunluğuna yaklaşık eşittir. Güneş'in çekirdeğindeki füzyon hızı kendini düzenleyen bir denge içindedir: Biraz daha yüksek bir füzyon hızı, çekirdeğin daha fazla ısınmasına ve dış katmanların ağırlığına karşı hafifçe genişlemesine neden olur, bu da yoğunluğu azaltır ve dolayısıyla füzyon hızını düşürerek dengesizliği düzeltir. Biraz daha düşük bir hızda ise çekirdek soğur ve hafifçe küçülür, yoğunluğu artar ve füzyon hızını artırarak tekrar mevcut hızına döner. Işınsal/radyatif bölge. Güneş'in en kalın tabakası olan ışınsal bölge, çekirdekten yaklaşık 0,7 Güneş yarıçapına kadar uzanır ve bu noktada 0,45 Güneş yarıçapına kadar ulaşır. Bu bölgede enerji transferinin başlıca yolu termal radyasyondur. Çekirdekten uzaklaştıkça sıcaklık yaklaşık olarak 7 milyon Kelvin'den 2 milyon Kelvin'e düşer. Bu sıcaklık gradyanı, adyabatik ısınma oranından daha düşüktür ve bu nedenle bu bölgede enerji transferi termal konveksiyon yerine radyasyon ile gerçekleşir. Hidrojen ve helyum iyonları, sadece kısa bir mesafe kat eden fotonlar diğer iyonlar tarafından yeniden emilmeden önce enerji yayarak enerji transferine katkıda bulunurlar. Yoğunluk, 0,25 Güneş yarıçapından 0,7 yarıçapına kadar olan bölgede yüz kat azalır (20,000 kg/m³'ten 200 kg/m³'e kadar). Tachocline bölgesi. Radyatif bölge ile konvektif bölge arasında bir geçiş tabakası olan tachocline bulunur. Bu bölge, ışınsal bölgenin düzenli dönüşü ile konvektif bölgenin farklı dönüşü arasındaki keskin rejim değişiminin sonucunda ortaya çıkan büyük bir kayma ("shear") koşuluna sahiptir, yani ardışık yatay tabakaların birbirlerine göre kaydığı bir durumdur. Şu anda, bu tabaka içinde bir manyetik dinamo veya Güneş dinamosu tarafından Güneş'in manyetik alanının üretildiği hipotezi öne sürülmektedir. Isıyayımsal/konvektif bölge. Konveksiyon bölgesi, Güneş'in yüzeyine doğru 0,7 güneş yarıçapı (500.000 km) mesafeye kadar uzanır. Bu katmanda plazma, ısıyı dışarıya doğru ışıma yoluyla iletecek kadar yoğun ve sıcak değildir. Bunun yerine, plazmanın yoğunluğu konvektif akıntıların gelişmesine imkan sağlayacak ve Güneş'in enerjisini yüzeyine doğru iletecek kadar düşüktür. Tachocline katmanında ısınan malzeme ısıyı alır ve genişler, böylece yoğunluğu azalır ve yükselir. Sonuç olarak, kütlenin düzenli bir hareketi, ısının çoğunu Güneş'in üst bölümlerindeki fotosferine taşıyan termal hücrelere dönüşür. Materyal, fotosferik yüzeyin hemen altında, difüzif ve radyatif olarak soğuduğunda, yoğunluğu artar ve konveksiyon bölgesinin tabanına batar, burada tekrar radyatif bölgenin tepesinden ısı alır ve konvektif döngü devam eder. Fotosferde sıcaklık 350 kat düşerek 5.700 K (9.800 °F) ve yoğunluk sadece 0,2 g/m3 (deniz seviyesindeki havanın yoğunluğunun yaklaşık 1/10.000'i ve konvektif bölgenin iç katmanının 1 milyonda biri) olur. Konveksiyon bölgesinin termal sütunları Güneş'in yüzeyinde bir iz oluşturarak ona en küçük ölçekte güneş tanecikleri ve daha büyük ölçeklerde süper tanecikler adı verilen tanecikli bir görünüm kazandırır. Güneş'in iç kısmının bu dış bölümündeki çalkantılı konveksiyon, Güneş'in yüzeye yakın hacmi üzerinde "küçük ölçekli" dinamo hareketini sürdürür. Güneş'in termal sütunları Bénard hücreleri olup kabaca altıgen prizmalar şeklindedir. Işık küre/fotosfer/ışık yuvarı. Güneş'in görünen yüzeyi, yani fotosfer, Güneş'in görünür ışığa karşı opak olduğu alt katmandır. Bu katmanda ortaya çıkan fotonlar üzerindeki şeffaf atmosferden geçerek kaçar ve Güneş radyasyonuna yani gün ışığı haline gelir. Opaklıkta olan değişim görünür ışığı kolaylıkla soğurabilen H- iyonlarının (Hidrojen anyon) miktarlarının azalmasıyla meydana gelir. Buna karşın, görünür ışık ise elektronların hidrojen atomlarıyla H- iyonu oluşturmak için tepkimeye girmesiyle oluşur. Işık küre onlarca ila yüzlerce kilometrelik kalınlığıyla Dünya üzerinde bulunan havadan daha az opaktır. Kenar kararması olarak adlandırılan fenomen nedeniyle, fotosferin üst kısmının alt kısmından daha soğuk olması sonucunda Güneş ortalarda, kenarlarına nazaran daha parlakmış gibi görünür. Güneş ışığının spektrumu yaklaşık olarak 5,777 K (9,939 °F) sıcaklıkta ışıma yapan bir kara cismin spektrumuna sahiptir ve fotosferin üzerindeki zayıf katmanlardan gelen atomik soğurma çizgileri ile birlikte görülür. Işık kürenin parçacık yoğunluğu yaklaşık 1023 m−3'dir. Bu da, Dünya atmosferinin deniz seviyesindeki hacmi başına düşen parçacık sayısının yaklaşık %0,37'sine karşılık gelmektedir. Gaz yuvar/Atmosfer. Güneş'in atmosferi fotosfer, renk yuvarı (kromosfer), geçiş bölgesi, korona ve helyosfer olmak üzere beş katmandan oluşur. Radyo dalgalarından görünür ışığa ve gama ışınlarına kadar olan elektromanyetik spektrumda çalışan teleskoplarlarla görünebilir. Güneş'in en soğuk katmanı, fotosferin yaklaşık 500 km yukarısına kadar uzanan bir minimum sıcaklık bölgesidir ve yaklaşık 4.100 K sıcaklığa sahiptir. Güneş'in bu kısmı, karbon monoksit ve su gibi basit moleküllerin varlığına izin verecek kadar soğuktur ve bunlar soğurma spektrumları aracılığıyla tespit edilebilir. Renk yuvarı, geçiş bölgesi ve korona Güneş'in yüzeyinden çok daha sıcaktır. Nedeni tam olarak anlaşılamamıştır, ancak kanıtlar Alfvén dalgalarının koronayı ısıtmak için yeterli enerjiye sahip olabileceğini göstermektedir. Minimum sıcaklık katmanının üzerinde, emisyon ve soğurma çizgilerinden oluşan bir spektrumun hakim olduğu yaklaşık 2.000 km kalınlığında bir katman bulunur. Yunanca renk anlamına gelen "chroma" kökünden kromosfer (renk yuvarı) olarak adlandırılır. Kromosfer tam güneş tutulmalarının başında ve sonunda renkli bir parlama olarak görülebilir. Kromosferin sıcaklığı yükseklikle birlikte kademeli olarak artar ve tepeye yakın 20.000 K civarına kadar yükselir. Kromosferin üst kısmında helyum kısmen iyonize olur. Kromosferin üzerinde, ince (yaklaşık 200 km) bir geçiş bölgesinde, sıcaklık üst kromosferdeki yaklaşık 20.000 K'den 1.000.000 K'ye yakın koronal sıcaklıklara hızla yükselir. Sıcaklık artışı, geçiş bölgesindeki helyumun tam iyonizasyonu ile kolaylaştırılır, bu da plazmanın radyatif soğumasını önemli ölçüde azaltır. Geçiş bölgesi çok net tanımlanmış bir yükseklikte oluşmaz. Daha ziyade, sarmallar ve iplikçikler gibi kromosferik özelliklerin etrafında bir tür hâle oluşturur ve sürekli, kaotik bir hareket halindedir. Geçiş bölgesi Dünya yüzeyinden kolayca görülemez, ancak spektrumun aşırı ultraviyole kısmına duyarlı aletlerle uzaydan kolayca gözlemlenebilir. Bir sonraki katman olan korona hacim olarak Güneş'ten çok daha büyük olan dış gaz yuvarı katmanıdır. Güneş yüzeyine yakın olan alt katmanlarının parçacık yoğunluğu 1015 m−3 ila 1016 m−3 civarındadır. Korona ve güneş rüzgarının ortalama sıcaklığı yaklaşık 1.000.000-2.000.000 K'dir; ancak en sıcak bölgelerde 8.000.000-20.000.000 K' ye kadar çıkabilmektedir. Koronanın sıcaklığını açıklayacak tam bir teori henüz mevcut olmasa da, ısısının en azından bir kısmının manyetik yeniden bağlanmadan kaynaklandığı bilinmektedir. Korona, Güneş'in fotosferinin çevrelediği hacimden çok daha büyük bir hacme sahip olan Güneş'in yayılmış atmosferidir. Güneş'ten gezegenler arası uzaya doğru plazma akışına güneş rüzgârı adı verilir. Güneş'in en dış atmosferi olan helyosfer, güneş rüzgarı plazması ile doludur. Güneş'in bu en dış katmanı, güneş rüzgarı akışının "süperfvénic" hale geldiği, yani akışın Alfvén dalgalarının hızından daha hızlı hale geldiği mesafede, yaklaşık 20 güneş yarıçapında (0,1 AU) başlayacak şekilde tanımlanır. Helyosferdeki çalkantı ve dinamik kuvvetler güneş koronasının şeklini etkileyemez, çünkü enerji sadece Alfvén dalgalarının hızında hareket edebilir. Güneş rüzgârı helyosfer boyunca sürekli olarak dışarı doğru hareket eder, Güneş'ten 50 AU'dan daha uzakta helyopoza çarpana kadar güneş manyetik alanını spiral bir şekle sokar. Aralık 2004'te Voyager 1 sondası heliopozun bir parçası olduğu düşünülen bir şok dalgasının içinden geçmiştir. 2012'nin sonlarında Voyager 1 kozmik ışın çarpışmalarında belirgin bir artış ve güneş rüzgarından gelen daha düşük enerjili parçacıklarda keskin bir düşüş kaydetmiş, bu da sondanın heliopozdan geçip yıldızlararası ortama girdiğini düşündürmüş ve gerçekten de 25 Ağustos 2012'de Güneş'ten yaklaşık 122 AU (18 Tm) uzaklıkta bunu gerçekleştirmiştir. Helyosfer, Güneş'in galaksi içindeki kendine özgü hareketi nedeniyle arkasında uzanan bir helyokuyruğa sahiptir. 28 Nisan 2021'de NASA'nın Parker Solar Probe'u 18,8 güneş yarıçapında, koronal plazmanın Alfvén hızı ile büyük ölçekli güneş rüzgârı hızının eşit olduğu yer olarak tanımlanan ve koronayı güneş rüzgârından ayıran sınır olan Alfvén yüzeyine girdiğini gösteren özel manyetik ve parçacık koşullarıyla karşılaştı. Parker Solar Probe, uçuş sırasında birkaç kez koronanın içine ve dışına geçti. Bu, Alfvén kritik yüzeyinin pürüzsüz bir top şeklinde olmadığı, ancak yüzeyini buruşturan sivri uçlara ve vadilere sahip olduğu tahminlerini kanıtlamıştır. Gün ışığı ve nötrinolar. Güneş görünür spektrum boyunca ışık yayar, bu nedenle uzaydan bakıldığında veya Güneş gökyüzünde yüksekte olduğunda rengi beyazdır ve CIE renk uzayı indeksi (0,3, 0,3) civarındadır. Dalga boyu başına Güneş parlaklığı uzaydan bakıldığında spektrumun yeşil kısmında zirve yapar. Güneş gökyüzünde çok alçakta olduğunda, atmosferik saçılma Güneş'i sarı, kırmızı, turuncu veya eflatun, hatta nadir durumlarda yeşil veya mavi yapar. Tipik beyazlığına rağmen (beyaz güneş ışınları, beyaz ortam ışığı, Ay'ın beyaz aydınlatması, vb.), bazı kültürler Güneş'i zihinsel olarak sarı ve hatta bazıları kırmızı olarak resmeder; bunun nedenleri kültüreldir ve bunların doğruluğu tartışma konusudur. Güneş bir G2V yıldızıdır, G2 yaklaşık 5.778 K (9.941 °F) yüzey sıcaklığı olduğunu ifade ederken V ise çoğu yıldız gibi bir ana kol yıldızı olduğunu belirtir. Güneş sabiti, Güneş'in doğrudan güneş ışığına maruz kalan birim alan başına bıraktığı güç miktarıdır. Güneş sabiti, Güneş'ten bir astronomik birim (AU) uzaklıkta (yani Dünya'nın yörüngesinde veya yakınında) yaklaşık 1.368 W/m2'ye (metrekare başına watt) eşittir. Dünya yüzeyindeki güneş ışığı Dünya atmosferi tarafından zayıflatılır, böylece Güneş zirve noktasına yakınken açık koşullarda yüzeye daha az güç ulaşır (1.000 W/m2'ye yakın). Dünya atmosferinin tepesindeki Güneş ışığı (toplam enerjiye göre) yaklaşık %50 kızılötesi ışık, %40 görünür ışık ve %10 morötesi ışıktan oluşur. Atmosfer, özellikle kısa dalga boylarında güneş morötesinin %70'inden fazlasını filtreler. Güneş morötesi radyasyonu Dünya'nın gündüz üst atmosferini iyonize ederek elektriksel olarak iletken iyonosferi oluşturur. Güneşten gelen ultraviyole ışık antiseptik özelliklere sahiptir. Bu nedenle nesneleri ve suyu sterilize etmek için kullanılabilir. Bu ışınlar güneş yanığına neden olur ve D vitamini üretimi ile bronzlaşma gibi başka biyolojik etkileri ortaya çıkarır. Aynı zamanda Cilt kanserinin ana nedenidir. Ultraviyole ışık, Dünya'nın ozon tabakası tarafından güçlü bir şekilde zayıflatılır, böylece UV miktarı enleme göre büyük ölçüde değişir ve Dünya'nın farklı bölgelerindeki insan cilt rengindeki farklılıklar da dahil olmak üzere birçok biyolojik adaptasyonun kısmi nedenidir. Başlangıçta çekirdekteki füzyon reaksiyonlarıyla salınan yüksek enerjili gama ışını fotonları, genellikle sadece birkaç milimetre yol aldıktan sonra, radyatif bölgedeki güneş plazması tarafından hemen emilir. Bu fotonların yeniden emisyonu rastgele bir yönde ve genellikle biraz daha düşük bir enerjide gerçekleşir. Bu emisyon ve soğurma dizisiyle, ışınımın Güneş yüzeyine ulaşması uzun zaman alır. Fotonların seyahat süresine ilişkin tahminler 10.000 ila 170.000 yıl arasında değişmektedir. Buna karşılık, Güneş'in toplam enerji üretiminin yaklaşık %2'sini oluşturan nötrinoların yüzeye ulaşması sadece 2,3 saniye sürmektedir. Güneş'teki enerji nakli, madde ile termodinamik dengede olan fotonları içeren bir süreç olduğundan, Güneş'teki enerji naklinin zaman ölçeği 30.000.000 yıl düzeyinde olmak üzere oldukça uzundur. Bu süre, Güneş'in çekirdeğindeki enerji üretim hızının aniden değişmesi halinde Güneş'in kararlı bir duruma dönmesi için geçecek süredir. Elektron nötrinoları çekirdekteki füzyon reaksiyonları sonucu açığa çıkar, ancak fotonların aksine maddeyle nadiren etkileşime girerler, dolayısıyla bunların neredeyse tamamı Güneş'ten anında kaçabilir. Ancak Güneş'te üretilen bu nötrinoların sayısına ilişkin ölçümler teorilerin öngördüğünden 3 kat daha düşük olduğu anlaşılmıştır. 2001 yılında nötrino salınımının keşfi bu çelişkiyi çözmüştür: buna göre Güneş, teori tarafından öngörülen sayıda elektron nötrinosu yaymaktadır, ancak nötrino detektörleri bunların 2⁄3'ünü gözden kaçırmaktadır, çünkü nötrinolar tespit edildikleri sırada nitelik değiştirmiş olmaktadır. Güneş döngüleri. Güneş lekeleri ve Güneş lekesi döngüsü. Uygun filtrelemeyle Güneş gözlemlendiğinde ilk dikkati çeken etrafına göre daha soğuk olması nedeniyle daha koyu gözüken belirli sınırlara sahip Güneş lekeleridir. Güneş lekeleri, güçlü manyetik kuvvetlerin ısı yayımını engellediği ve sıcak iç bölgeden yüzeye doğru enerji transferinin azaldığı yoğun manyetik etkinliğin olduğu bölgelerdir. Manyetik alan koronanın aşırı ısınmasına neden olur ve yoğun Güneş püskürtüleri ile koronada kütle fırlatılmasına neden olan etkin bölgeler oluşturur. Güneş'in üzerinde görünür Güneş lekelerinin sayısı sabit değildir ama Güneş döngüsü denen 11 yıllık bir döngü içinde değişiklik gösterir. Döngünün tipik minimum döneminde çok az Güneş lekesi görünür ve hatta bazen hiç görünmez. Gözükenler yüksek enlemlerde bulunur. Güneş döngüsü ilerledikçe Spörer yasasının açıkladığı gibi Güneş lekelerinin sayısı artar ve ekvatora doğru yaklaşır. Güneş lekeleri genelde zıt manyetik kutuplara sahip çiftler olarak bulunur. Ana Güneş lekesinin manyetik polaritesi her Güneş döngüsünde değişir, dolayısıyla bir döngüde kuzey manyetik kutba sahip olan leke bir sonraki döngüde güney manyetik kutba sahip olur. Güneş döngüsünün uzayın durumu üzerinde büyük etkisi vardır ve Dünya'nın iklimi üzerinde de önemli bir etki yapar. Güneş etkinliğinin minimumda olduğu dönemler soğuk hava sıcaklıklarıyla, normalden daha uzun süren Güneş döngüleri de daha sıcak hava sıcaklıklarıyla ilişkilendirilir. 17. yüzyılda Güneş döngüsünün birkaç on yıl boyunca tamamen durduğu gözlemlenmiştir; bu dönemde çok az Güneş lekesi görülmüştür. Küçük Buz Çağı ya da Maunder minimumu diye bilinen bu dönemde Avrupa'da çok soğuk hava sıcaklıklarıyla karşılaşılmıştır. Daha da önceleri benzer minimum dönemler ağaç halkalarının analiziyle ortaya konmuştur ve bu dönemler normalden daha düşük global hava sıcaklıklarıyla eşleşmektedir. Fışkırmalar. Güneş fışkırmaları, yanan hidrojen gazının, Güneş'in magnetik alan kuvvetleri tarafından desteklenerek, taçtan dışarı yay gibi uzanmasıdır. Bazıları uzaya, saniyede 400 m hızla fırlarlar. Olası uzun dönem döngü. Çok yeni bir teori Güneş'in çekirdeğindeki manyetik kararsızlıkların 41.000 ya da 100.000 yıllık periyotlarda değişikliklere sebep olduğunu öne sürmektedir. Bu kuram, buzul çağlarını Milankovitch döngülerinden daha iyi açıklayabilir. Astrofizik alanındaki birçok kuram gibi bu da doğrudan test edilemez. Kuramsal sorunlar. Güneş nötrino problemi. Uzun yıllar boyunca Dünya üzerinde tespit edilen Güneş'ten gelen nötrinoların sayısı standart Güneş modeline göre tahmin edilenin yarısı ile üçte biri arasında değişmekteydi. Bu aykırı sonuç Güneş nötrino problemi olarak bilinir. Problemi çözmek için öne sürülen kuramlar ya Güneş'in iç sıcaklığını azaltarak daha düşük bir nötrino akısını açıklamaya çalışıyordu ya da nötrinoların Güneş'ten Dünya'ya gelirken salınıma uğradığını yani varlığı tespit edilemeyen tau ve muon nötrino parçacıklarına dönüştüğünü öneriyordu. 1980'lerde nötrino akısını olabildiğince tam olarak ölçebilmek için Sudbury Nötrino Gözlemevi ve Kamiokande gibi birkaç nötrino gözlemevi kuruldu. Bu gözlemevlerinden gelen sonuçlar sonunda nötrinoların çok küçük durak kütlesi ("rest mass") olduğunu ve gerçekten de salındıklarını gösterdi. Hatta, 2001 yılında Sudbury Nötrino Gözlemevi doğrudan üç tip nötrinoyu da tespit etmeyi başardı ve Güneş'in "toplam" nötrino ışıma oranının standart Güneş modeli ile uyumlu olduğunu ortaya çıkardı. Nötrino enerjisine bağlı olarak Dünya'da görünen nötrinoların üçte biri elektron nötrino tipindedir. Bu oran maddede nötrino salınımını açıklayan, madde etkisi diye de bilinen Mikheyev-Smirnov-Wolfenstein (MSW) etkisi ile tahmin edilen oranla uyumludur. Dolayısıyla problem artık çözülmüştür. Korona ısınma problemi. Güneş'in optik yüzeyi ışık küre yaklaşık 6.000 K'lik bir sıcaklığa sahiptir. Bunun üzerinde 1.000.000 K'lik Güneş koronası bulunur. Koronanın bu aşırı yüksek sıcaklığı, ışık küreden doğrudan ısı iletimi dışında başka bir kaynaktan ısıtıldığını gösterir. Koronayı ısıtmak için gerekli olan enerjinin ışık kürenin altında bulunan ısıyayımsal bölgedeki türbülanslı hareketten kaynaklandığı düşünülmüş ve koronanın nasıl ısındığına dair iki ana işleyiş önerilmiştir. Bunlardan birincisi dalga ısınmasıdır. Isıyayımsal bölgedeki türbülanslı hareket ses, kütleçekim ve manyetohidrodinamik dalgalar üretir. Bu dalgalar yukarı doğru hareket eder ve koronada dağılarak enerjilerini ortamdaki gaza ısı olarak verir. İkincisi ise manyetik ısınmadır. Işık küresinde hareketin sürekli olarak oluşturduğu manyetik enerji Güneş püskürtüsü gibi büyük ve buna benzer birçok küçük olayla yayılır. Şu anda dalgaların etkin bir ısı yayma işleyişi olup olmadığı çok açık değildir. Alfvén dalgaları dışında tüm dalgaların koronaya ulaşmadan önce dağıldıkları ortaya çıkarılmıştır. Alfvén dalgaları da korona da kolayca dağılmamaktadır. Günümüzde araştırma daha çok püskürtü yolu ile ısınma işleyişine doğru yönelmiştir. Korona ısınmasını açıklamak için olası bir görüş sürekli küçük ölçekli püskürtülerdir ve hâlâ araştırılmaktadır. Sönük genç Güneş problemi. Güneş gelişiminin kuramsal modelleri 3,8 ile 2,5 milyar yıl önce Arkeyan Devir'de Güneş'in bugünkünden % 75 daha az parlak olduğunu önerir. Bu kadar zayıf bir yıldız Dünya üzerinde su varlığını destekleyemeyeceğinden hayatın da gelişememesi gerekirdi. Ancak jeolojik kayıtlar Dünya'nın tarihi boyunca oldukça sabit bir sıcaklıkta kaldığını gösterir, hatta genç Dünya bugünden biraz daha sıcaktır. Bilim insanları arasında varılan görüş birliği genç Dünyanın atmosferinde oldukça fazla miktarda sera gazlarının (karbon dioksit, metan ve/veya amonyak) bulunması nedeniyle Güneş'ten gelen az enerjiyi atmosferde hapsettikleri fazla ısıyla dengelediğidir. Manyetik alan. Güneş içinde bulunan tüm madde yüksek sıcaklıklardan ötürü gaz ve plazma hâlindedir. Bu nedenle Güneş ekvatorda yukarı enlemlerde olduğundan daha hızlı döner. Ekvatorda dönüş hızı 25 gün iken kutuplarda 35 günde kendi etrafında döner. Bu kademeli dönüş sonucunda manyetik alan çizgilerinin zamanla kıvrılarak manyetik alan halkaları oluşturması Güneş'in yüzeyinden patlamalarla ayrılarak Güneş lekeleri ve Güneş püskürtüleri oluşumuna neden olur. Bu kıvrılma hareketi solar dinamonun oluşmasına ve 11 yıllık Güneş döngüsü ile Güneş'in manyetik alanının yön değiştirmesine neden olur. Güneş'in dönen manyetik alanının gezegenlerarası ortamda bulunan plazma üzerindeki etkisi gün yuvarı akım katmanını oluşturur. Bu katman farklı yönleri gösteren manyetik alanları ayırır. Gezegenlerarası ortamda bulunan plazma aynı zamanda Dünya'nın yörüngesinde Güneş'in manyetik alanının kuvvetinden de sorumludur. Eğer uzay bir vakum olsaydı Güneş'in10−4 tesla manyetik dipol alanı uzaklığın kübüyle azalarak 10−11 tesla olacaktı. Ancak uydu gözlemleri bunun 100 kat daha fazla kuvvetli olduğunu ve 10−9 tesla civarında olduğunu göstermektedir. Manyetohidrodinamik (MHD) kuram manyetik alan içindeki iletken bir akışkanın (örneğin gezegenlerarası ortam) yine manyetik alan yaratan elektrik akımları indüklediğini söyler, dolayısıyla bir MHD dinamo gibi hareket eder. Yaşam döngüsü. Güneş'in yıldız gelişimi bilgisayar modellemesi ve nükleokozmokronoloji yöntemleri kullanılarak ana dizi üzerinde hesaplanan yaşının 4,57 milyar yıl olduğu düşünülmektedir. Hidrojen moleküler bulutun hızla kendi içine çökmesi sonucu üçüncü nesil, Popülasyon I, T Tauri yıldızı olan Güneş'in doğduğu düşünülmektedir. Bu doğan yıldızın Samanyolu gök adasının çekirdeğinden 26.000 ışık yılı uzakta hemen hemen dairesel bir yörüngeye girdiği varsayılmaktadır. Yıldız ana dizi üzerinde yıldız evrimi aşamasının yarı yolundadır. Bu aşamada çekirdekte oluşan nükleer füzyon reaksiyonları hidrojeni helyuma dönüştürür. Her saniye Güneş'in çekirdeğinde 4 milyon ton madde enerjiye çevrilir ve ortaya nötrinolarla radyasyon çıkar. Bu hızla günümüze kadar 100 Dünya kütlesi kadar madde enerjiye çevrilmiştir. Güneş yaklaşık olarak 10 milyar yıl ana kol yıldızı olarak yaşamına devam edecektir. Güneş süpernova olarak patlayacak kadar fazla kütleye sahip değildir. Bunun yerine 5-6 milyar yıl içinde kırmızı dev aşamasına girecektir. Çekirdekte bulunan hidrojen yakıtı tükendikçe dış katmanları genişleyecek, çekirdeği büzüşerek ısınacaktır. Çekirdek sıcaklığı 100 MK civarına ulaştığında helyum füzyonu tetiklenecek ve karbon ile oksijen üretmeye başlayacaktır. Böylece 7,8 milyar yıl içinde gezegenimsi bulutsu aşamasının asimptotik dev koluna girerek iç sıcaklığında oluşan kararsızlıklar nedeniyle yüzeyinden kütle kaybetmeye başlayacaktır. Güneş'in dış katmanlarının genişleyerek Dünya'nın yörüngesinin bulunduğu noktaya kadar gelmesi olasıdır ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar, Güneş'ten kırmızı dev aşamasının başlarında kaybolan kütle nedeniyle Dünya'nın yörüngesinin daha uzaklaşacağını, dolayısıyla da Güneş'in dış katmanları tarafından yutulmayacağını önermektedir. Ancak Dünya'nın üstündeki suyun tamamı kaynayacak ve atmosferinin çoğu uzaya kaçacaktır. Bu dönemde oluşan Güneş sıcaklıklarının sonucunda 900 milyon yıl sonra Dünya yüzeyi bildiğimiz yaşamı destekleyemeyecek kadar ısınacaktır. Birkaç milyar yıl sonra da yüzeyde bulunan su tamamen yok olacaktır. Kırmızı dev aşamasının ardından yoğun termal titreşimler Güneş'in dış katmanlarından kurtularak bir gezegensel bulutsu oluşturmasına neden olacaktır. Geride kalan tek cisim aşırı derecede sıcak olan yıldız çekirdeği olacaktır. Bu çekirdek milyarlarca yıl boyunca yavaş yavaş soğuyup beyaz cüce olarak yok olacaktır. Bu yıldız evrimi senaryosu düşük ve orta kütleli yıldızların tipik gelişim senaryosudur. Güneş gözleminin tarihçesi. İlk çağlarda Güneş. Gökyüzü'nde bulunan parlak bir disk olan Güneş, ufkun üzerindeyken gün, ortada yokken de gece olur kavrayışı İnsanoğlu'nun Güneş hakkındaki en temel görüşüdür. Tarihöncesi ve antik çağ dönemi kültürlerde Güneş'in bir tanrı olduğuna ya da diğer doğaüstü olaylara neden olduğuna inanılırdı. Güney Amerika'daki İnka ve günümüz Meksika'sındaki Aztek uygarlıklarının merkezinde Güneş'e tapınma bulunmaktadır. Birçok antik anıt Güneş ile ilgili fenomenlere göre yapılmıştır. Örneğin taş megalitler oldukça doğru bir şekilde gündönümünü işaret eder. En tanınmış megalitler Nabta Playa, Mısır, İngiltere'de Stonehenge'dedir. Meksika'da Chichén Itzá'da bulunan El Castillo piramidi, ilkbahar ve sonbahar ekinokslarında merdivenlerden yukarı yılanların çıktığını gösteren gölgeler verecek şekilde tasarlanmıştır. Sabit yıldızlara göre Güneş tutulum boyunca zodyaktan geçerek bir yıl içinde tam tur atıyormuş gibi görünür, dolayısıyla da Yunan gök bilimciler tarafından yedi gezegenden biri olarak sayılırdı. Haftanın günlerine de bu yedi gezegenin adı verilmiştir. Bilimsel bakışla Güneş. Güneş hakkında ilk bilimsel açıklamayı yapan insanlardan birisi Yunan filozof Anaksagoras Güneş'in tanrı Helios'un arabası olmadığını Peloponnez'den bile büyük devasa yanan bir metal top olduğunu söylemiştir. Bu düşünce iktidardakiler tarafından sapkın olarak görülmüş, Anaksagoras bu düşünceyi öğretme girişimleri sebebiyle tutuklanmış ve ölüm cezasına çarptırılmıştır ancak Perikles'in araya girmesiyle daha sonra serbest bırakılmıştır. Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığı tam olarak ilk hesaplayan insan 3. yüzyılda Eratosthenes olmuştur. Bulduğu 149 milyon km uzaklık günümüzde kabul edilen uzaklık ile aynıdır. Gezegenlerin Güneş'in etrafında döndüğü kuramı Yunan Samoslu Aristarkhos ve Hintler tarafından önerilmiştir. Bu görüş 16. yüzyılda Mikolaj Kopernik tarafından tekrar ele alınmıştır. 17. yüzyılın başında teleskobun bulunuşuyla Güneş lekeleri Thomas Harriot, Galileo Galilei ve diğer gök bilimcileri tarafından detaylı olarak gözlemlenebilmiştir. Galileo, Güneş lekelerinin Batı uygarlığında bilinen ilk gözlemlerini yapmış ve bunların Güneş ile Dünya arasında dolaşan küçük gökcisimleri olmadığını aksine Güneş'in yüzeyinde olduğunu varsaymıştır. Güneş lekeleri Han hanedanından beri gözlemlenmekte ve Çinli gök bilimciler tarafından yüzyıllardır kayıtları tutulmaktaydı. 1672'de Giovanni Cassini ve Jean Richer mars olan uzaklığı belirledi, dolayısıyla da Güneş'e olan uzaklığı hesap edebildiler. Isaac Newton bir prizma kullanarak gün ışığını inceledi ve ışığın birçok renkten oluştuğunu gösterdi. 1800'de William Herschel Güneş tayfının kırmızı bölümünün ötesinde kızılötesi ışımayı keşfetti. 1800'lerde Güneş'in spektroskopik incelenmesinde ilerlemeler kaydedilmiştir. Joseph von Fraunhofer tayf üstünde soğurma çizgilerinin ilk gözlemlerini gerçekleştirmiştir. Tayf üzerindeki en kuvvetli soğurma çizgilerinin adı günümüzde Fraunhofer çizgileri olarak bilinir. Güneş'ten gelen ışığı tayfı genişletildiğinde kayıp birçok renk bulunabilir. Işık kürenin ilk optik tayf incelemeleri sırasında bazı soğurma çizgilerinin o zamanlar Dünya üzerinde bilinen hiçbir elemente ait olmadığı anlaşılmıştır. 1868 yılında Norman Lockyer bunun yeni bir elemente ait olduğu varsayımını öne sürerek bu elemente Yunan Güneş tanrısı Helios'tan esinlenerek "helyum" ismini vermiştir. Bundan ancak 25 yıl sonra helyum yeryüzünde izole edilebilmiştir. Modern bilimsel dönemin başlarında Güneş enerjisinin kaynağı hâlâ bir bilmeceydi. Lord Kelvin, Güneş'in içerisinde barındırdığı ısıyı ışıyan, soğuyan sıvı bir nesne olduğunu önerdi. Kelvin ve Hermann von Helmholtz daha sonra enerji çıktısını açıklamak için Kelvin-Helmholtz işleyişini önerdi. Ortaya çıkan yaş tahmini jeolojik kanıtların önerdiği birkaç milyon yıldan çok daha az olan 20 milyon yıl kadardı. 1890'da Güneş tayfında helyumu keşfeden Joseph Norman Lockyer, Güneş'in oluşumu ve gelişimi için kuyruklu yıldızlara dayanan bir varsayım öne sürdü. 1904 yılına kadar kanıtlanmış bir çözüm getirilemedi. Ernest Rutherford Güneş'in enerji çıktısının iç ısı kaynağıyla devam ettirilebileceğini ve bunun da radyoaktif bozulma olabileceğini önerdi. Ancak Güneş enerjisinin kaynağı hakkındaki en önemli ipucunu sağlayan kişi ünlü kütle-enerji denkliği bağıntısı "E" = "mc"² ile Albert Einstein olmuştur. 1920'de Arthur Eddington Güneş'in çekirdeğinde bulunan basınç ve sıcaklıkların hidrojeni helyuma dönüştürecek bir nükleer füzyon tepkimesi için yeterli olduğunu, kütledeki net değişiklikten de enerji oluşacağını önermiştir. Güneş'te bulunan hidrojenin baskınlığı 1925 yılında Cecilia Payne-Gaposchkin tarafından doğrulanmıştır. Kuramsal füzyon kavramı 1930'larda astrofizikçiler Subrahmanyan Chandrasekhar ve Hans Bethe tarafından geliştirilmiştir. Hans Bethe, Güneş'in enerjisini sağlayan iki ana nükleer tepkimeyi hesaplamıştır. 1957 yeni ufuklar açan, "Yıldızlarda Elementlerin Sentezi" başlıklı bir bilimsel makale Margaret Burbridge tarafından yayımlandı Makale evrende bulunan elementlerin Güneş gibi yıldızların içinde sentezlendiğini kanıtlarıyla gösterdi. Bu açıklamalar günümüzde bilimin önemli ilerlemelerinden biri olarak sayılmaktadır. Güneş uzay görevleri. Güneş'i gözlemlemek için tasarlanmış ilk uydular NASA'nın 1959 ile 1968 yılları arasında fırlatılan Pioneer 5, 6, 7, 8 ve 9 uzay sondalarıdır. Bu sondalar, Dünya'nınkine benzer bir uzaklıkta Güneş'in yörüngesinde kaldılar ve Güneş rüzgârı ile Güneş manyetik alanının ilk detaylı ölçümlerini gerçekleştirdiler. Pioneer 9, özellikle uzun bir zaman çalışır durumda kaldı ve 1987'ye kadar veri göndermeye devam etti. 1970'lerde Helios 1 uzay sondası ve Skylab Apollo Teleskobu bilim insanlarına Güneş rüzgârı ve korona hakkında yeni bilgiler sağladılar. ABD - Almanya ortak girişimi olan Helios 1 uzay sondası, günberi rotasında Merkür'ün yörüngesine giren bir yörüngedeydi. NASA tarafından 1973'te fırlatılan Skylab uzay istasyonunun içinde Apollo Teleskobu denen bir Güneş gözlem modülü de bulunmaktaydı. Skylab Güneş geçiş bölgesinin ve koronanın morötesi ışınımının ilk zamanlamalı gözlemlerini gerçekleştirdi. Buluşlar arasında koronodan kütle fırlatılması ve şimdilerde Güneş rüzgârıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen korona delikleri olmuştur. 1980'de NASA tarafından Solar Maksimum uzay uydusu fırlatıldı. Bu uzay aracı yüksek Güneş etkinliği sırasında Güneş püskürtülerinde ortaya çıkan gamma ışını, X ışını ve UV ışımasını gözlemlemek için tasarlanmıştı. Ancak fırlatmadan bir iki ay sonra bir elektronik hata sonucu sonda bekleme moduna girdi ve sonraki üç yılını bu şekilde geçirdi. 1984 yılında uzay mekiği Challenger STS-41C görevi uyduyu bularak onardı. Haziran 1989'da Dünya atmosferine girene kadar Solar Maximum sondası binlerce korona görseli çekebildi. 1991'de fırlatılan Japonya'nın Yohkoh ("güneş ışını") uydusu, x-ışını dalga boylarında güneş patlamalarını gözlemledi. Görev verileri, bilim insanlarının birkaç farklı türde patlamayı tanımlamasına olanak sağladı ve en yoğun aktivite bölgelerinden uzakta koronanın daha önce sanılandan çok daha dinamik ve aktif olduğunu gösterdi. Yohkoh, bütün bir Güneş döngüsünü gözlemlemiş fakat 2001'deki halkalı tutulma sırasında Güneş'le olan kilitlenmesini kaybettiği için bekleme moduna geçmişti. 2005 yılında atmosfere yeniden girişle yok edildi. Günümüze kadar en önemli Güneş uzay görevlerinden biri Avrupa Uzay Ajansı ile NASA ortak projesi olan ve 2 Aralık 1995'te fırlatılan SOHO (Solar and Heliospheric Observatory) görevidir. Başlangıcında iki yıllık bir görev için planlanan SOHO 2007 itibarıyla on yılı aşkın bir süre etkinlik göstermiştir. Çok yararlı olduğunu kanıtlamasından 2008'de fırlatılacak devam görevi "Solar Dynamics Observatory" planlanmıştır. Dünya ile Güneş arasında Lagrange noktasına yerleştirilen SOHO fırlatıldığından beri değişik dalgaboylarında Güneş'in görüntüsünü sürekli olarak iletmektedir. Doğrudan Güneş'i gözlemleyebilmesinin yanı sıra SOHO özellikle Güneş'in yanından geçerken yanan birçok küçük kuyruklu yıldız dahil birçok kuyruklu yıldızın keşfine yaradı. Tüm bu uydular Güneş'i tutulum düzlemi üzerinden gözlemlemiştir, yani yalnızca ekvator bölgelerinin detayları mevcuttur. 1990 yılında Güneş'in kutup bölgelerini incelemek için Ulysses uzay sondası fırlatıldı. Önce Jüpiter'e kadar giderek burada 'sapan' etkisinden faydalanarak tutulum düzleminin üstünde bir yörüngeye oturdu. Tesadüfen çok yakından 1994 yılında Shoemaker-Levy 9 kuyruklu yıldızının Jüpiter ile çarpışmasını izleyebildi. Ulysses planlanan yörüngesine girdikten sonra Güneş rüzgârını gözlemlemeye ve yüksek enlemlerde manyetik alan kuvvetini belirlemeye başladı. Yüksek enlemlerden çıkan Güneş rüzgârının beklenenden daha düşük olarak 750 km/s hızla hareket ettiğini buldu. Ayrıca yüksek enlemlerden çıkan, galaktik kozmik ışınlar saçan büyük manyetik dalgaların varlığını keşfetti. Işık kürede bulunan elementlerin bolluğu gün ışığı tayflarından çok iyi bilinmektedir ancak Güneş'in içinin bileşimi çok iyi anlaşılamamıştır. Bir Güneş rüzgârı örnek getirme görevi için kullanılan Genesis uzay aracı, gök bilimcilerinin Güneş maddesi bileşimini doğrudan ölçebilmesi için tasarlanmıştı. Genesis 2004 yılında Dünya'ya döndü ancak iniş sırasında paraşütlerinden biri açılmadığı için zarar gördü. Aşırı derecede zarara rağmen bazı işe yarar örnekler ele geçirildi ve analizleri devam etmektedir. STEREO (The Solar Terrestrial Relations Observatory) görevi Ekim 2006'da fırlatılmıştır. İki eşlenik uzay aracı Güneş'in ve koronadan kütle fırlatımı gibi olayların stereoskopik fotoğrafını çekebilecek şekilde yörüngeye sokulmuşlardır. Güneş gözlemi ve göze gelen zararlar. Günışığı çok parlaktır ve çıplak gözle kısa süreler için Güneş'e bakmak acı verici olabilir ama özel olarak normal gözler için zararlı değildir. Güneş'e doğrudan bakıldığında gözde yıldız gibi parlamalar oluşur ve geçici olarak yarı körlüğe sebep olur. Aynı zamanda retinaya 4 milliwatt gün ışığı düşmesine, böylece retinanın hafifçe ısınarak, potansiyel olarak gözlerin zarar görmesine neden olur. UV ışınlarına maruz kalma sonucu aşamalı olarak gözün lensi yıllar sonra sararır ve katarakt oluşumuna neden olabilir. Doğrudan Güneş'e bakıldığında yaklaşık 100 dakika sonra UV kaynaklı Güneş yanığı benzeri lezyonlar retina üzerinde oluşur, özellikle morötesi ışınlar yoğun ise. Gözler yaşlı ise durum daha da kötüleşir, çünkü yaşlanan gözlerden daha fazla UV'den etkilenir. Güneş'i dürbün gibi ışığı yoğunlaştıran optik cihazlarla izlemek eğer UV ışınları filtre edecek uygun bir filtre yoksa çok zararlıdır. Filtresiz dürbünler çıplak gözün aldığından 500 kat daha fazla enerjinin retinaya gelmesini sağlayacağından retina hücrelerinin hemen ölmesine neden olur. Öğlen güneşine filtresiz dürbünle çok kısa bir süre bakmak bile kalıcı körlüğe neden olur. Güneş'i izlemenin güvenli bir yolu teleskop kullanarak görüntüsünü bir ekrana yansıtmaktır. Kısmî Güneş tutulmalarını izlemek zararlıdır, çünkü göz bebekleri aşırı yüksek kontrasta uyumlu değildir. Göz bebeği ortamda bulunan toplam ışık miktarına göre genişler, ortamda bulunan en parlak nesneye göre değil. Kısmî tutulmalarda gün ışığının çoğunluğu Güneş'in önünden geçen Ay tarafından engellenir ama ışık kürenin örtülmemiş kısımlarının yüzey parlaklığı normal günlerdeki ile aynıdır. Ortamın loş olması nedeniyle göz bebeği ~2 mm'den ~6 mm'ye büyür ve gün ışığına maruz kalan her retina hücresi tutulmayan normalin on katı ışık alacaktır. Bu gözlemcinin gözünde kalıcı kör noktalara neden olacak şekilde hücreleri öldürebilir ya da hücrelere zarar verebilir. Hemen acı oluşmadığı için tecrübesiz gözlemciler ve çocuklar bu zararın farkına varamaz, bir kişinin görüşünün bozulması hemen fark edilmez. Gün doğumu ve gün batımı esnasında gün ışığı Rayleigh saçılımı ve Mie saçılımı nedeniyle azalır. Dünya atmosferinden geçerken aldığı uzun yol nedeniyle çıplak gözle rahat bir şekilde seyredilebilecek kadar sönüktür. Pus, duman, toz ve yüksek nem ışığın azalmasına yardımcı olur. Güneş'i izlemek için kullanılan ışık azaltıcı filtreler bu nedenle tasarlanır. Uydurularak yapılan filtreler UV ve IR ışınları geçirebilir dolayısıyla yüksek parlaklık düzeylerinde göze zararlı olabilir. Teleskoplarda kullanılan filtreler lensin ya da açıklığın üzerinde olmalı ama oküler mercekte olmamalıdır. Çünkü emilen gün ışığından kaynaklanan aşırı ısı bu filtrelerin aniden çatlamasına neden olabilir. 14 numaralı kaynak camı kabul edilebilir bir Güneş filtresidir ama negatif siyah fotoğraf filmi değildir çünkü çok fazla kızılötesi ışını geçirir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8967", "len_data": 49866, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.18 }
Cesaria Evora (d. 27 Ağustos 1941 - ö. 17 Aralık 2011 Yeşil Burun Adaları), Grammy ödüllü folk şarkıcısı. Atlas Okyanusunda, Kuzey Batı Afrika açıklarındaki bir adalar ülkesi olan Yeşil Burun Adaları’na bağlı São Vicente, Mindelo’da doğdu. Doğduğu yer Afrika’da sömürgeleri bulunan Portekiz’in yüzyıllarca üs olarak kullandığı bir yerdi. Cesaria Evora, parlak sesi ve fiziksel çekiciliği hemen dikkat çekti, ancak bir genç kızken başladığı şarkıcılık yaşantısında umduklarını bulamadı. Barlarda şarkı söyleyerek annesine ve iki kızına baktı. Onu dinlemek için Yeşil Burun Adaları'na gelen Fransız menajer Jose da Silva, birlikte çalışmayı önerdiğinde Evora 47 yaşındaydı. Evora "Hiç değilse Paris'i görürüm" diyerek öneriyi kabul etti. Kendi deyimiyle "aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla" sahneye gösterişli ayakkabılar yerine çıplak ayakla çıkmayı tercih eden Cesaria Evora'nın ilk albümü 1988'de yayımlandı. 1991 ve 1992'de yeni albümleri çıktığında artık 50'li yaşlarda ve hayatında ilk kez ünlüydü. Şarkılarını Portekizce ile Afrika dillerinin bir karması olan Creole dilinde söylemesine rağmen, sesinin sıcaklığı ile dünyanın her köşesinde geniş bir hayran kitlesi budu. Sonraki yıllarda Dünya'yı dolaşıp aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelerde yüzlerce konser veren Evora, pek çok ödül aldı. 2003 yılında Güncel Dünya Müziği kategorisinde “Aşkın Sesi (Voz d'amor)” adlı albümüyle aldığı Grammy ödülü bunlardan biridir. Çıplak ayaklı diva olarak anılan sanatçı için bu ödüllerin belki en anlamlısı ülkesi tarafından verilen “Kültür Elçisi” unvanıdır. Sanatçı, Cape Verde'ye özel “morna” tarzı müziğin en önemli isimlerinden biridir. Şarkıları, Portekiz Fado'larından Küba ve Afrika müziklerine uzanan geniş bir yelpazeyi yansıtıyor. Cesária Évora, müzik dünyasında da oldukça saygı duyulan bir isimdir. Belçikalı sanatçı ve şarkıcı Stromae ikinci albümü olan Racine carrée'de "Ave Cesaria" isimli şarkıyı Évora'ya ithaf etmiştir. Bu şarkıda Stromae, şarkısının tarzını yansıtan Cape Verde'ye özgün morna müziğinin biçimsel melodik yapısını merhum Evora için tutulan yasın şiirsel bir simgesi olarak ustalıkla kullanmıştır. Sanatçı, 17 Aralık 2011'de, Yeşil Burun Adaları'na bağlı São Vicente adasında bulunan Mindelo'da, kalp yetmezliği ve hipertansiyon teşhisi ile kaldırıldığı Baptista de Sousa Hastanesi'nde, 70 yaşında öldü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8968", "len_data": 2378, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.45 }
HMS Bayntun (K-310), Kraliyet Donanması tarafından kullanılan Amerikan DE-1 refakat muhribi. 4 Mayıs 1942 tarihinde Massachusetts eyaleti Boston kentindeki Boston Donanma Tersanesi'nde kızağa konulan Amerikan Evarts sınıfı DE-1 refakat muhribi 27 Haziran 1942'de isim verilmeden denize indirildi. 20 Ocak 1943 tarihinde ödünç verme (Lend-Lease) programı dahilinde Captain sınıfı (I) bir gemi olarak İngiltere'ye transfer edildi. Trafalgar Deniz Savaşı kaptanlarından Henry William Bayntun onuruna "HMS Bayntun" adını alan tekne "BDE-1" (British Escort Destroyer-1) olarak da bilinir. Firkateyne "K-310" borda numarası tahsis edildi. Britanyalı Kraliyet Donanması hizmeti sırasında gemi dört Alman denizaltısının batırılmasında rol aldı. Bu denizaltılar sırası ile aşağıda belirtilmiştir: 22 Ağustos 1945'te Amerikan Donanması'na geri dönen gemi 1 Kasım 1945 tarihine kadar isim verilmeden hizmette kaldı. 22 Şubat 1947'de sökülmek üzere satıldı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8969", "len_data": 945, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.53 }
Fethullah Gülen (27 Nisan 1941, Pasinler - 20 Ekim 2024, Pensilvanya, ABD), Fethullahçılar örgütünün kurucusu ve eski lideri olan Türk imam, vaiz ve yazardır. 28 Şubat sürecinde, dönemin Ankara Emniyet Müdürlüğü; Gülen ve örgütlenmesi hakkında bir rapor hazırladı. Rapora göre, Gülen bir örgütün lideriydi ve liderlik ettiği örgütün mensupları Türk emniyet birimlerine sızmaktaydı. Emniyet Genel Müdürlüğü bu raporu aldıktan 3 gün sonra, 21 Mart 1999'da; sağlık problemlerini sebep gösteren Gülen, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. O tarihten 20 Ekim 2024 tarihindeki ölümüne kadar Pensilvanya eyaletindeki Saylorsburg kasabasında yaşadı. Bazılarına göre, Gülen'in amacı bilim, eğitim ve dinler arası diyaloğu kucaklayan bir İslâm versiyonunu teşvik etmekti. Bazılarına göre ise Gülen'in gâyesi; devlet kurumlarına sızıp Türkiye Cumhuriyeti'ni ele geçirmek ve İslâm hükümlerini egemen kılan teokratik bir İslâm diktatörlüğü kurmaktı. 28 Ekim 2015 tarihinden itibaren, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan "en çok aranan teröristler" listesinin kırmızı kategorisinde yer almakta, Fethullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) lideri olmakla suçlanmaktaydı. 15 Temmuz 2016'da, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bulunan takipçilerine verdiği emirle 16 Temmuz 2016 sabahına karşı Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini yıkmak için bir darbe girişiminde bulunduğu iddia edildi. 17 Temmuz 2016'da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'li yetkililere "O zatı (Gülen'i) artık bize teslim edin" çağrısında bulundu. Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı yetkilileri, 27 farklı suçlamadan dolayı, ABD'ye resmî olarak yedi kez Fethullah Gülen'in iadesi için talepte bulunulduğunu belirtmiştir. Fethullah Gülen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından; "anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme", "silahlı terör örgütü kurma ve yönetme", "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme", "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etme", "Cumhurbaşkanına suikast", "dolandırıcılık", "resmî belgede sahtecilik", "sınav sorularının çalınması", "usulsüz dinleme", "suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama", "özel hayatın gizliliğini ihlal" suçlarını gerçekleştirmek ile suçlanmakta, ayrıca 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimin bir numaralı faili olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca Fethullah Gülen, Fethullahçılar'ın darbe girişimi öncesi işlediği iddia edilen suçlar ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi olmak üzere hakkında açılan 45 davada bir numaralı sanık olarak yargılanmaktaydı. 50'yi aşkın kitabı, çeşitli dergilerde dini konularda yazdığı makaleleri ve birçok vaazı yayımlanmıştır. Hayatı. İlk yılları. Erzurum'un Pasinler ilçesinin Korucuk köyünde 27 Nisan 1941'de doğdu. Doğum adı Fetullah Gülen'di. Babası Ramiz Gülen cami imamı, annesi Refia Gülen ev hanımıdır. Gülen, altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisidir. Kişiliği ve eğitim. 1945'te Kur'an öğrenmeye başlayan ve kısa zamanda Kur'an'ı hatmeden Gülen, 1946 yılında ilkokula başlamıştır. Babasının 1949 yılında Alvar köyüne imam olması ve ailesinin oraya taşınması nedeniyle ilkokulu bırakmak zorunda kalmış, sonradan Erzurum'da dışarıdan girdiği imtihan ile ilkokul diplomasını almıştır. Babası Ramiz Efendi'den Arapça dersleri, Hasankale'de bulunan Hacı Sıtkı Efendi'den tecvid ve Kur'an dersleri alan Gülen, 1951'de hafızlığını tamamlamıştır. Gülen, 1954'te Erzurum'daki Kurşunlu Camii medresesinde Alvar İmamı Muhammed Lütfi'nin torunu Sâdi Efendi'den medrese dersi almıştır. İki buçuk ay içinde Emsile, Bina ve Merah'ı metin ezberleyerek okuyan ve İzhar'ı bitiren Gülen'in Kâfiye okumasına lüzum görmeyen Sâdi Efendi onu Molla Câmi'ye başlatmıştır. 1955'ten 1959'a Edirne'ye gidinceye kadar Osman Bektaş'tan fıkıh ve din eğitimi almıştır. Gülen'in bilgi, kültür, kişilik ve eğitim durumunu yansıtan çok sayıda konuşma bağlılarınca kayda alınmıştır. Bu konuşmaların analizi, kendisi ve bir kült hareketi olarak ortaya çıkan örgütünün sosyolojik altyapısının tam bir resminin oluşturulması açısından faydalı olabilir. Gülen, diğer çalışmaları yanında toplum geneline açık olarak gerçekleşen çok sayıda vaaz, konferans ve daha özel topluluklarla gerçekleştirilen geleceğe ait plan ve uygulamaların da ele alındığı veya soru-cevap şeklinde gerçekleşen örgüt içi konuşmaların sahibidir. Bu konuşmalar Ortodoks İslami bilgi ve sıradan telkinler içeren edebi sanatlarla süslenmiş konuşmalardan, tesettür, “evrim ve yaratılış” gibi daha karmaşık konuların ele alındığı seri vaaz ve konferanslara kadar çeşitlilikler gösterir. Cemaat ve örgütüne duygu, inanç, bağlılık ve adanmışlık anlamında zihinsel altyapı oluşturan Gülen bu konuşmalarında, ileride örgüt faaliyetlerinde çok işine yarayacak, inanç ve kendisinin “metafizik gerilim” adını verdiği belirli bir coşkuyu oluşturma amacındadır. Zaman zaman bu coşku, cemaat içindeki belirli yatkınlıklara sahip kişilerde duygusal taşkınlık ve sanrıların (dinsel hezeyan) tetiklendiği, Gülen ve tüm cemaatin duygu seline dönüşen bir seviyeye ulaşır. Bu konuşmaların bir diğer karakteristiği ise din ve inanç için sözdebilim olarak üretilen materyalin bol bol kullanıldığı konuşmalar olmasıdır. Gülen'in bazı konuşmaları grandiyöz hezeyanlar açısından da dikkatle incelenmelidir. Gençlik dönemi. Askerlik öncesi ve sonrasında Edirne Üç Şerefeli Cami'de toplam dört yıl süre ile imamlık yaptı. Askerlik acemi eğitim dönemini Ankara Mamak ve usta erlik dönemini İskenderun'da tamamladı. Askerlik sonrasında, 1963 yılında, Erzurum'a giderek bir yıla yakın ailesinin yanında kaldı. Bu sırada Komünizmle Mücadele Derneğinin 2. şubesinin Erzurum'da kuruluşunda yer aldı ve derneğin yönetimine girdi. Edirne'deki görevi sırasında Dar'ul-Hadis Camii'nin imam odasında özel sohbetler başlattı. 1965'te Kırklareli'ne tayin olup burada bir yıl vaizlik yaptı. 1966'da İzmir'deki Kestanepazarı Camii vaizliğine atanan Gülen, 1971 yılına kadar buradaki görevine devam etti. 1968 yılında resmî görevlendirme ile ilk kez Hacca gitmiş; ve gezici bölge vaizi olarak da Ege Bölgesi'nin çeşitli il ve ilçelerinde vaaz ve sohbetlerde bulundu. Bu dönemlerde Turgut Özal ile de tanıştı. Turgut Özal ile tanışıklığının 1960'ların ortalarında olduğunu ifade eden Gülen, Turgut Özal hakkında "sık sık Bornova camiinde vaaz yaptığımda, vaaz dinlemeye gelirdi" der. 1971-1980. 12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından 3 Mayıs 1971'de TCK'nın 163. maddesinden tutuklandı. 6 ay tutuklu kaldıktan sonra 9 Kasım 1971 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 20 Eylül 1972'de hüküm giydi. 24 Ekim 1973'te Askerî Yargıtay kararı bozdu. 1974'te Bülent Ecevit başbakanlığındaki Hükûmetin çıkardığı 1974 Genel Affı sonucu yargılaması sona erdi. 23 Şubat 1972 tarihinde Edremit vaizliğine atandı, aynı zamanda Manisa ilinde de vaizlik görevlerine devam etti. Daha sonra İzmir'in Bornova ilçesi vaizliği görevine atandı. 1975 ve 1976 yıllarında Anadolu'nun bazı şehirlerinde Kur'an ve İlim, Darwinizm, Altın Nesil, İçtimaî Adalet ve Nübüvvet isimli konferansları verdi. İlk sayısı Şubat 1979'da çıkan Sızıntı dergisinde önce başyazıları, daha sonra orta sayfa yazılarını da yazmaya başladı. 1981-1990. 1980'de 12 Eylül Darbesi'nden sonra askerî cuntanın İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlıkları tarafından yakalanma emri yayımlandı. Aynı tarihte İzmir'i terk etti. Anadolu'da çeşitli illerde dolaştı, dost ve akrabalarında kaldı. 20 Mart 1981 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığındaki vaizlik görevinden istifa etti. 1986'da hacca giderek hacı oldu. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 25 Temmuz 1986 günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında Fethullah Gülen için şunları söyledi:"Fethullah Hoca isimli bir adam türedi. Bana, Atatürk'e ve tüm ilericilere küfrediyor. Yakalandı, mahkemeye verildi. Fakat mahkeme kendisini serbest bıraktı. Ayrıca ortalıkta Mahmut Hoca diye bir şahıs daha görülmeye başladı. Mahkeme onu da serbest bıraktı. Bu gelişmeler, bu gibi mürtecileri cesaretlendiriyor."Bu sözlerin Kenan Evren'in Anıları'nın 1991 yılında basılan 5. cildinde yer alması üzerine Gülen mahkemeye başvurdu ve tekzip aldı. Gülen'in vekili avukat Feti Ün, "Kenan Evren'in anılarına mahkeme kararıyla aldığımız tekzip metni, Hukuk saygı ister müslüman küfre karşıdır" başlıklı yazılı bir basın açıklaması yaparak, "devlet başkanlığı ve cumhurbaşkanlığı yapmış da olsa bir kişinin, milletin bir ferdinin temel hak ve hürriyetlerini, haysiyet ve şerefini ulu orta karalamaya hakkı olmadığını" söyleyerek Evren'e tepki gösterdi. "Gülen'in kimseye küfretmediğini, gerici ve akımcı olmadığını" söyledi. İlk sayısı 1 Temmuz 1988'de çıkan ve üç aylık periyotlarla yayın hayatına devam eden Yeni Ümit dergisinde başyazılar yazmaya başladı. 1989'da İstanbul ve İzmir'de Diyanet İşleri bünyesinden bağımsız, gönüllü olarak vaazlarına yeniden başladı. Üsküdar'da Yeni Valide Külliyesi'nde 13 Ocak 1989 tarihinden 16 Mart 1990 tarihine kadar (62 hafta) verdiği vaazlar, daha sonra Sonsuz Nur adıyla üç cilt hâlinde kitaplaştırıldı. 1992 yılına kadar gönüllü olarak vaazlarını sürdürdü. 1991-2000. 1990'lı yıllarda Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Recep Tayyip Erdoğan, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Turgut Özal, Abraham Foxman, Morton Abramowitz, Papa II. Ioannes Paulus gibi tanınmış din ve siyaset adamları ile görüşmeler yapmış, Amerika'da ölen Cumhuriyet Halk Partisinin eski genel sekreterlerinden Kasım Gülek'in cenaze namazını Gülek'in vasiyeti üzerine kıldırmış ve çeşitli gazetelerde röportajları yayımlanmıştır. 12 Eylül 1980 Darbesi'nin lideri, Türkiye'nin 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile de görüşmek istemiş, Evren bu isteği reddetmiştir. Tekrar görüşme isteğinde bulunmuş ve Evren'e bir saat göndermiş fakat Evren saati almayıp teklifi yine reddetmiştir. Evren bu saatten "rüşvet" diye bahsetmiştir. 1995'te "Sabah" gazetesinden Nuriye Akman ve Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök'e; Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, Başbakan Tansu Çiller ile görüşmesi, İslam, siyaset, kadın ve eğitim konularında röportajlar vermiştir. Bu yıllarda ayrıca "Cumhuriyet" gazetesi ve gazeteci Hikmet Çetinkaya'dan dava yoluyla almaya hak kazandığı 150 milyonluk tazminatları Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfına bağışlamıştır. 1997 yılında dönemin başbakanı Necmettin Erbakan tarafından Başbakanlık Konutu'na iftara davet edilmiş ancak bu iftara gitmemiştir. 1997 yılının son günlerinde onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı; Süleyman Demirel'e "Devlet Adamı Uzlaşma Ödülü", Bülent Ecevit'e "Siyaset Uzlaşma Ödülü" vermiştir. 28 Şubat sürecinde Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, hakkında iddianame hazırlamıştır. Yıllar önce yaptığı konuşmaların görüntüleri art arda televizyon kanallarında yayımlanmaya başlanmıştır. Bu görüntülerde, "bürokraside nasıl yapılanmaları gerektiğini" anlattığı görülmüştür. Bülent Ecevit'in desteğine rağmen Genelkurmay, "Fethullah Gülen'i ve destekçilerini çok tehlikeli gördüğünü" ifade etmiştir. 21 Mart 1999'da sağlık sorunları iddiası ile Amerika Birleşik Devletleri'ne giden Gülen, o tarihten ölümüne kadar ABD'nin Pensilvanya eyaletindeki Saylorsburg kasabasında yaşadı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un iddiasına göre de ABD, PKK lideri Abdullah Öcalan'ı Suriye ve Rusya'nın kontrolünden almak istemiştir. Başbuğ'a göre ABD, 15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan'ı Türkiye'ye teslim ederken karşılığında da 21 Mart 1999'da Gülen'i almıştır. 2000-2024. Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 22 Ağustos 2000 tarihinde hakkında "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dinî kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak" gerekçesiyle 10 yıla kadar ağır hapis istemi ile yargılama başlatıldı ve gıyabi tutuklama kararı alındı. Yargılama, kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen Af Yasası ile ertelendi. Bülent Ecevit'in 2004'te siyaseti bırakışının ardından "Zaman" gazetesine "BÜLENT BEY'İ UĞURLARKEN" başlıklı bir ilan verdi. Türkiye'nin 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 2006 yılında yine Fethullah Gülen'i eleştirdi. "Gülen'in başka yollardan para kazandığını, dinci örgütler tarafından toplanan paralarla okullar yapıldığını, bu nedenle okulların ucuz olduğunu, okullara alınan çocukların beyinlerinin yıkandığını" söyledi. Gülen'in, "cumhuriyetin temsili diye kravat takmadığını" belirtti. Bu açıklamalara Gülen adına avukatı Orhan Erdemli bir basın açıklaması yaparak tepki gösterdi. Haziran 2008'de ABD'den Foreign Policy ve Birleşik Krallık'tan Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu "Dünyanın İlk 100 Entelektüeli" listesinde yer almıştır. Ayrıca 2013 yılında Time dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri olarak gösterilmiştir. Hakkında açılan davalar. 28 Şubat Süreci devam ederken 1999 yılının haziran ayında ulusal televizyon kanallarında yayınlanan bazı video görüntüleri Türkiye'de laik düzen yerine şeriata dayalı bir İslam devleti kurmak için taraftarlarını teşvik ettiği suçlamalarına neden oldu. 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan değişiklik sonrasında Gülen'in avukatlarının başvurusu nedeniyle yeniden görülmüş, 2008 yılında "cürüm ve şiddete başvurarak teşekkül oluşturduğuna dair delil olmadığından beraat etmiş ve karar Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da oybirliği ile onanmıştır. Ocak 2008'de devlet kadrolarına sızdıkları yolundaki iddialara değinen Gülen, bir insanın kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmesi için teşvik etmesine 'sızma' denemeyeceğini söyledi: "Teşvik edilen insanlar da o müesseseler de bu ülkeye ait. Kastedilen manadaki sızmayı belli bir dönemde Türk milletinden olmayanlar yaptılar hatta belli yere kadar geldiler. Belki endişelerinin altında o sızıntıların fark edilmiş olabileceği endişesi var. Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer hariciyeye de." 30 Ekim 2014'teki Millî Güvenlik Kurulu (MGK) sonucunda Fethullah Gülen'e bağlı kurumlar ifade edilerek "legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar" olarak kaydedilmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan alınacak bu karar için öncesinde "Onlarla ilgili çok daha farklı bir adımı atacağız. Çünkü bu operasyon öyle lokal değildir. Geneldir ve bunun adımını atacağız. Bu ay yapacağımız Millî Güvenlik Kurulu toplantısında benim de önemli bir gündemim olacak, o da bunların yanında ülkemizi tehdit eden hangi unsurlar varsa, bunlara yönelik Millî Güvenlik Belgesi'nin gözden geçirilmesidir" demiştir. Bu karar sonrasında MGK Genel Sekreteri Seyfullah Hacımüftüoğlu tarafından Kırmızı Kitap veya Millî Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) olarak adlandırılan resmî kitaba Fethullah Gülen ile bağlantılı kurumlar PDY/PÖ (Paralel Devlet Yapılanması/Pensilvanya Örgütü) adı altında eklenmiş ve Fethullah Gülen "devlet düşmanı" olarak kabul edilmiştir. MGK'da alınan bu kararlar 24 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen Bakanlar Kurulunda onaylanmış ve böylece resmiyet kazanarak MGK Genel Sekreterliği'ne gönderilmiştir. İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebini şu gerekçe ile uygun görüp, Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkardı. İstanbul merkezli "paralel yapı" soruşturması kapsamında Fethullah Gülen hakkında verdiği kararda, "Şüphelinin soruşturma kapsamında, örgüt kurarak yönettiği yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, 10 yılı aşkın süredir yurt dışında olduğu ve dönmediği, şüpheliye ulaşılamaması ve savunmasının tespitinin mümkün olmaması nedeniyle terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hakkında yakalama kararı çıkarılması şeklinde hüküm kurulmuştur" ifadeleri yer aldı. 4 ve 5 Ağustos 2016'da İstanbul ve İzmir 1.Sulh Ceza Hakimlikleri, Fethullahçılar'ın lideri Fethullah Gülen hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı. Fethullah Gülen Cemaatinin, "Molla Muhammed" olarak bilinen Mehmet Doğan ve grubuna yönelik soruşturmada kumpas kurduğu ve usulsüzlük yaptığı iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, Gülen'in "silahlı örgüt kurmak veya yönetmek" suçundan 15 ile 22,5 yıl, "resmî belgede sahtecilik" suçundan 3 ile 7,5 yıl ve "iftira" suçundan da 1 ile 4 yıl olmak üzere toplamda 19 ila 34 yıla kadar hapsi istenmektedir. İddianamede Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, eski emniyet müdürleri Tufan Ergüder, Ali Fuat Yılmazer, Yurt Atayün, Ömer Köse ve Mutlu Ekizoğlu'nun aralarında bulunduğu 15'i tutuklu 32 kişi de şüpheli olarak yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da şüpheliler arasında yer aldığı kapatılan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında usulsüzlükler yapıldığı ve şüphelilere kumpas kurulduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında Gülen hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Gülen, ‘Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek’, ‘silahlı örgüt kurmak veya yönetmek’ ve ‘devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmekle suçlanıyor. Ölümü. Gülen yapılanmasına yakın internet sitesi Herkül, Fethullah Gülen'in 20 Ekim 2024 akşamı saat 21.20'de öldüğünü duyurdu. Gülen Stroud Township, Monroe County, Pensilvanya'da yer alan St. Luke's Hastanesi - Monroe Kampüsü'nde tedavi görmekteydi. Gülen'in tedavi süreci ve ölüm nedeni hakkında bilgi verilmedi. Yeğenleri Ebuseleme Gülen ve Kemal Gülen sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımla amcalarının ölüm haberini doğruladılar. Gülen için 24 Ekim'de Sussex County, New Jersey'deki Skylands Stadyumu'nda cenaze töreni düzenlendi. Aynı gün cenazesi Ross Township, Monroe County, Pensilvanya'daki çiftliğinin bahçesine defnedildi. Milli Savunma Bakanlığı, Fethullah Gülen'in ölümünün ardından "Bu hainin “vatansız” olarak ölmesi ve sonsuza kadar böyle anılacak olması, bu yapıdan zarar gören vatandaşlarımızın acılarını dindiremese de vatanına ihanet edenlerin kaçınılmaz sonunu göstermesi bakımından ibretliktir." ifadelerini içeren resmi bir yazı yayınladı. Gandhi'nin torunu olan yazar Tushar Gandhi ölümünün arkasından, sosyal medya hesabından; "Barışın bir başka sesi bugün sustu. İnsanlık adına büyük kayıp" mesajını yayınladı. Fethullahçı öğreti. Öğretinin genel karakteri: Ezoterik bir anlayışla yapılanan Gülen öğretisi Said Nursi öğretisinin devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Kendisi, Said Nursi'yi sık sık "beyin yapıcımız" şeklinde tanımlamakta, inanç ve hareket tarzında öncü olarak kabul etmektedir. Gülen'in geçmişte çok daha radikal olan (örneğin, Seyyid Kutub'a büyük saygı duyduğu, namaz kılmayan kişileri kafir ve kafireler (mürted) olarak tanımladığı, şeriat, kadın ve tesettür gibi konulara yaklaşımı vb.) görüşlerinin zaman içerisinde ne kadar dönüşüme uğradığı konuları aydınlatılmaya muhtaç konulardır. Fethullah Gülen'in kendisinin Mehdilik konusunda bir iddiasının bulunup bulunmadığı bilinmiyor. Dini anlamda en yüksek payelerden olan kendisinin "Allah ile görüşme" iddiası bulunmakta, bir kişinin çevresi onun "Mehdi" olduğuna inansa ve kendisi de buna kanaat getirse bile bunu ilan etme gibi bir görevinin bulunmadığını söylemektedir. Kendisi ve yakın çevresinin sır olarak saklanan bir başka inancı ise Fethullah Gülen'in Mehdiliğine inanılmasıdır. Cemaat mensuplarına belirli bir aşamadan sonra verilen mesiyanik din öğretisiyle Gülen, normal insanlar tarafından anlaşılmasının mümkün olmadığı iddia edilen bilgileri, rüya ve cinler aracılığı ile direkt olarak metafizik bir kaynaktan aldığı varsayılan ezoterik bir kişiliğe büründürülür ve "kainat imamı" olarak anılır. Öyle ki; Gülen Cemaatine mensup olduğu iddia edilen dönemin 18. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi İlhan Karagöz çıkarttığı mahkeme kararı ile Gülen'i "Mehdi" ilan etmiştir. Gülen son konuşmalarında başörtüsünü bir füruat olarak değerlendirmiştir. Eleştiriler. İhsan Eliaçık ve Edip Yüksel'e göre Gülen'in yaklaşımlarının diğer standart İslam alimlerinden pek bir farkı yoktur. Ender Helvacıoğlu ise Gülen'i bilimsel olmamak ve gerçeküstü olaylara inanmakla eleştirir. Gülen'in 30 yıllık yol arkadaşı olduğunu iddia eden Nurettin Veren ise Gülen'in ve cemaatinin zaman içinde kadınlara ve televizyona yönelik tutumundaki değişimi eleştirir. Ayrıca, Gülen'in heterodoks İslami gruplara karşı sözlerini saldırgan olarak değerlendirir. Fethullahçılar. Fethullahçılar, darbe girişimine kadar çeşitli toplum kesimlerince Türkiye içi ve dışında, eğitime, Türk kültürünü tanıtmaya, dinlerarası diyaloğa ve fakirlikle mücadeleye yaptığı katkılardan dolayı desteklenirken başka kesimlerince de laiklik için bir tehlike olarak görülmesinin yanı sıra siyasi ve ekonomik bir güç hâline gelmesi nedeniyle de eleştirilmekteydi. Bibliyografya. Gülen'in çeşitli konuları ele aldığı çok sayıda kitap, makale, kaset, görüntülü video ve şiirleri mevcuttur. Eserleri başta İngilizce, Arapça, Almanca, İspanyolca ve Rusça olmak üzere değişik dillere çevrilmiştir. Gülen hakkında birçok biyografi ve inceleme kitapları yayımlanmış ve yurt dışındaki çeşitli kurum ve üniversitelerde hakkında akademik konferanslar yapılmış ve bu konferanslarda 200'den fazla tebliğ sunulmuştur. Fethullah Gülen'e ait olan "Kırık Mızrap" adlı şiir kitabından alınan 11 şiir; 2005 yılında Ahmet Özhan tarafından Hüzünlü Gurbet albümünde yorumlanmıştır. 2013 yılında ise aralarında Natacha Atlas, Bahroma, Ely Bruna'nın bulunduğu 12 sanatçı Gülen'e ait 12 şiiri İngilizce olarak Rise Up - Colours of Peace adlı albümde yorumlamıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8971", "len_data": 21790, "topic": "RELIGION", "quality_score": 3.26 }
Vilsandi, Estonya'nın batısında bulunan 106,9 kilometre karelik bir alana yayılmış yüze yakın adacıktan ve merkezde bulunan Vilsaldi Adası'ndan oluşan milli parktır. Park, Estonya'nın en büyük adası olan Saaremaa'nın batısında yer alır. Sovyetler Birliği döneminde stratejik önemi yüzüden sadece özel izinle girilebilen parkın günümüzde dikkat çeken belli başlı özellikleri, Vilsandi Adası'ndaki deniz feneri, kuş popülasyonu, yeldeğirmenleri, Sovyetler döneminden kalma eski askeri barınaklar ve gözetleme kuleleri ve çiftlik evleridir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8978", "len_data": 537, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.51 }
Köprü, geçilmesi güç bir engelin iki yakasını bağlayan yapı. Köprü ayrıca şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8990", "len_data": 97, "topic": "HISTORY", "quality_score": 2.88 }
Tünel, bir yandan öbür yana geçebilmek için yer altında açılan yoldur. Şu anlamlara da gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8991", "len_data": 97, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 2.74 }
Anadol, Türkiye'de seri olarak üretilen ilk otomobil markasıdır. Tarihçe. Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk otomobilin Anadol olduğu düşünülür. Ancak Anadol'un tasarımı İngiliz Reliant firmasınca yapılmış (Reliant FW5) ve Ford Otosan'da bu firmadan alınan lisansla üretim yapılmıştır. Tasarım Ogle Design firmasından Tom Karen tarafından gerçekleştirilmiştir. Anadol'un şasi, motor ve şanzımanları ise Ford Motor Company'den temin edilmiştir. Tasarım ve mühendislik anlamında ilk Türk otomobili ise Devrim'dir. Devrim'den daha önce de (1953 yılında) otomobil imali üzerinde "deneme mahiyetinde" diye adlandırabileceğimiz çalışmalar olmuştur, buna karşın Devrim'e ilk Türk yapısı ve hattâ ilk Türk tipi otomobil gözüyle bakılabilir. Türkiye'de seri üretime geçen ilk otomobilin Anadol olduğu iddia edilse de bu unvanın esas sahibi Nobel 200 isimli bir küçük otomobildir. Dünyanın birçok ülkesinde lisansla üretilen bu otomobil; Türkiye, İngiltere ve Şili'de Nobel, Almanya ve Güney Afrika'da Fuldamobil, İsveç'te Fram King Fulda, Arjantin'de Bambi, Hollanda'da Bambino, Yunanistan'da Attica, Hindistan'da Hans Vahaar markalarıyla yollara çıkmıştır. Türkiye'de montajına 1958 yılında başlanan bu küçük otomobilin üretimine 1961'de son verilmiştir. Dünyada ise 1950-1969 yılları arasında üretimde kalmıştır. Anlaşma girişimleri. Vehbi Koç tarafından 1928 yılında kurulan Otokoç, 1946 yılında Ford Motor Company'nin temsilcisi oldu, 1954'ten sonra da Türkiye'de bir otomobil üretmek için Ford temsilcileri ile görüşmeye başladı. 1956 yılında Vehbi Koç, dönemin başbakanı Adnan Menderes'ten bir mektup alarak Bernar Nahum ve Kenan İnal ile Henry Ford II'ye gitti. Bu temaslar işe yaradı ve işbirliği yapılmasına karar verildi. 1959 yılında Koç grubu Otosan'ı kurdu. Ford kamyonların montajı Otosan'da başladı. Fiberglas fikri ve otomobil üretimi. 1963 yılında Bernar Nahum ve Rahmi Koç İzmir Fuarı'nda iken İsrail yapımı bir fiberglas araç dikkatlerini çekti. Sac kalıp üretimine göre çok ucuz olan bu yöntem yerli otomobil üretimine başlama konusunda Vehbi Koç'u cesaretlendirdi. Koç Holding ve Ford ortaklığıyla üretilen Anadol'un tasarımı İngiliz Reliant firmasına ait olup araçta Ford firmasından tedarik edilen şase ve motorlar kullanıldı. Anadol'un üretimi 19 Aralık 1966'da başladı, ilk kez 1 Ocak 1967'de teşhir edildi ve 28 Şubat 1967'de satışına başlandı. Anadol ismi ve üretim. Anadol adı Anadolu kelimesinden gelmekte olup açılan isim yarışması sonucunda finale kalan, Anadolu, Anadol ve Koç arasından seçilmiş ve Otosan Otomobil Sanayi A.Ş. tarafından İstanbul'daki fabrikada üretilmeye başlamıştır. Anadol'un amblemi Hititlilerin geyik heykellerinden birini sembolize etmektedir. 1966'dan 1984'e kadar devam eden Anadol üretimi 1984'te durdurulmuş, bunun yerine Ford Motor Company lisansı altında dünyada üretimden kalkmış olan Ford Taunus'un üretimine başlanmış, ancak Otosan 500 ve 600D pikap üretimi 1991 yılına kadar devam etmiştir. Bugün, Otosan Ford Motor Company lisansı altında Ford hafif ticari araçlarının üretimine Gölcük'teki yeni tesislerinde devam etmekte ve başta Avrupa Birliği olmak üzere pek çok ülkeye Ford Motor Company lisanslı otomobil ihracatı yapmaktadır. Aracın özellikleri ve satışı. Anadol'un üretimi 19 Aralık 1966'da başlamış olsa da satış ve trafik tescili için gerekli olan "Yeterlilik Belgesi" ve "Araçların imal, tadil ve montajı hakkında teknik şartları gösteren Yönetmelik" onayı Makine Mühendisleri Odası'ndan 28 Şubat 1967 tarihinde alınmış ve dolayısı ile Anadol satışları bu tarihten sonra başlamıştır. Anadol'un ilk modelleri İngiliz Reliant ve Ogle Design tarafından tasarlanmıştır. Bütün modellerinde kaportası cam elyafı ve polyesterden yapılan Anadol'da motor olarak da Ford motorları kullanılmıştır. İlk kullanılan motor, Ford'un Cortina modelinin 1200 cc'lik Kent motorudur. 1966 Aralık ayında satışa sunulan Anadol 1984 yılında üretimi durdurulana kadar 87 bin adet satılmıştır. Az sayıda kalan örnekleri, günümüzde klasik kabul edilmekte, meraklıları tarafından korunmakta ve kullanılmaktadır. Ayrıca ortadan kesilerek kamyonet yapılmış biçimleri ile adını aldığı Anadolu'nun küçük şehirlerinde halen kullanılmaktadır. Ayrıca İngilizler Anadol'un aynısını Yeni Zelanda'da üretmek için çaba göstermiş olup günümüzde Yeni Zelanda'ya ait bir adada kullanılan Anadol'a rastlanmaktadır. Olumsuz yaklaşımlar. Gövdenin fiberglas olması, öküz, keçi ve eşekler tarafından yenildiği yönünde söylemlere neden olarak kaportası için olumsuz dedikodular yayılırken, dünyada bu teknoloji kullanılıyordu. Anadol / A1 (1966-1975). Anadol A1, Otosan Otomobil Sanayi A.Ş.’nin siparişi üzerine "FW5" kodu ile İngiliz Reliant Firması tarafından geliştirilmiş ve üretimine 19 Aralık 1966'da başlanmıştır. A1'in dizaynı ise İngiliz Ogle Design firmasından Tom Karen tarafından çizilmiştir. A1 üretiminde ilk olarak Ford Cortina'nın 1200 cc'lik 1959 model Ford Kent motoru kullanılmış, 1968'de bu motor daha güçlü 1300 cc Ford Crossflow motor ile değiştirilmiştir. 1969'da gösterge panosu yenilenmiş, direksiyon daha ergonomik bir hale getirilmiştir. 1971'de o günün modası olarak kabin tavanı vinil ile kaplanmıştır. Bu dizayn MkI tipi olarak Nisan 1972'ye kadar bu şekilde kalmıştır. 1971'de İzmir’de düzenlenen Akdeniz Oyunları için geliştirilen A1 modeline “Anadol Akdeniz” adı verilmiş ve bu modelin üretimine 1972'de başlanmıştır. MkII olarak adlandırılan bu modelde farların yuvarlak şekli yerini dörtgen farlara bırakmış, vites bloğu ve tamponlar yenilenmiştir. Yeni dizaynda tamponlar gövdenin bir uzantısı haline gelmiş, ön ızgara değişmiş, farlar ve sinyaller dörtgen hale getirilmiş, sinyal ve stop lambaları üçgen bir şekil almıştır. Kabin içi de ciddi bir değişikliğe uğramış, gösterge tablosu ve ön konsol, koltuklar değişmiş, kullanılan malzemelerin kalitesi yükseltilmiştir. 1972'den itibaren Anadol'un Coupé'sinde kullanılan bu standart, A1 üretiminin sonuna kadar (1975) aynı kalmıştır. Cam elyafı ve polyesterden imal edilen bu 5 kişilik araç gövdesi, H-tipi tam çelik şasi üzerine oturtulmuştur. Coupé olarak başlayan Anadol üretimi 1973 sonlarından itibaren sedan ve estate versiyonlarının da ilavesi ile devam etmiştir. Şasi, helezonlu bağımsız ön süspansiyon ve makaslı arka aksın üzerine kurulmuştur. Frenler ise önler disk, arkalar tamburdur. Direksiyon sisteminde ilk modellerde “recirculating ball” (döner bilyalı direksiyon kutusu) sistemi kullanılmış, daha sonra (1970) kremayerli (rack-and-pinion) sisteme geçilmiştir. Anadol A1 üretimine 1975 yılında son verilmiş ve toplam 19.724 adet üretilmiştir. Anadol A1 aynı zamanda Türkiye'nin ilk ralli arabası, Anadol Ralli Takımı (ART) da ilk ralli takımı olarak tarihe geçmiştir. Türkiye'nin ilk resmi rallisi olan 1968 Trakya Rallisi'ni kazanan A1 takımı ve ünlü pilotlar Renç Koçibey ve Demir Bükey'dir. İskender Atakan, Claude Nahum, Mete Oktar, Şükrü Okçu ve Serdar Bostancı'yı da diğer ünlü A1 pilotları olarak sayabiliriz. Bir başka A1 fanatiği de ünlü ralli pilotu Romolo Marcopoli'dir. 1968'de bir başka ünlü Türk pilot İskender Aruoba 30.000 km'lik ve 8 ay süren Avrupa-Afrika-Asya Rallisine Anadol A1'i ile katılmış ve başarı ile tamamlamıştır. Anadol A1 (1974) Teknik Veriler. Genel Bilgiler Karoser ve Boyutlar Motor Özellikleri Şanzıman ve Aktarma Yürüyen Aksam ve Frenler Anadol / A2 / SL (1970-1981). Anadol A2 serisi, Türkiye'nin ilk 4 kapılı otomobili olmakla beraber, dünyada tamamı fiberglas gövdeye sahip ilk 4-kapılı sedan otomobili olarak tarihe geçmiştir. Prototipi 1969 yılında geliştirilen A2, 1970'te üretilerek piyasaya sürülmüştür.. A2 serisinde Ford Cortina'nın 1300cc'lik Kent motoru kullanılmıştır. Tek parça ön koltuğu ile tanınan bu ilk A2 modelleri teknik olarak A1 modelleri ile aynı donanıma sahiptiler. Az sayıda üretilen MkI tipi, 1972'den itibaren gövde yapısı A1 ile aynı hale getirilen ve MkII olarak üretilen A2 (burun, ızgara, far ve sinyaller) 1975 yılı sonuna kadar aynı şeklini korudu. 1976'dan itibaren SL modeli yeni A2 versiyonu olarak piyasaya sürüldü. SL'deki en önemli değişiklikler ön farlar ve arka stoplarda idi. Dörtgen arka stoplar ile yeni bir görünüm kazanan A2'nin kabin içi de yeni gösterge panosu, ön konsol ve kabin içi kullanılan malzemeler de tamamen yenilendi. Ayrıca A2, aracın güvenliğinin artırılması amacıyla çarpışma testine (crash test) tabi tutulan ilk Türk otomobilidir. A2 aile arabası olarak dizayn edilmiş olsa da, ticari olarak da büyük bir sükse yaptı ve 35.668 adetlik bir satış performansına ulaşarak en fazla satılan Anadol modeli oldu (A2 olarak 1970-1975 arası 20.267 adet, A2 SL olarak 1976-1981 arası 15.401 adet). A2 üretimi 1981'de sona erdi ve yerine A8-16 modeli üretilmeye başlandı. Anadol / A4 / STC-16 (1973-1975). İlk prototipi 1972'de geliştirilen STC-16, sadece 1973 ve 1975 yılları arasında üretildi. STC-16 Eralp Noyan tarafından dizayn edildi. Böylece 1961'de dizayn edilen Devrim (otomobil)’den sonra, Türkiye’de dizayn edilerek üretilen ve seri üretimi gerçekleşen ilk otomobil unvanını aldı. 1971’de Otosan’ın Genel Müdürü ve Vehbi Koç’un damadı Erdoğan Gönül, Otosan yönetimini ikna ederek, seri üretime geçilmesi onayını aldı. STC-16 üst gelir seviyesindeki kullanıcıları ve uluslararası rallilerde Anadol markasına prestij sağlamayı hedeflemişti. Belçika’daki Kraliyet Sanat Akademisi (Royal Fine Arts Academy) mezunu olan Eralp Noyan’ın başında olduğu bir ekip tarafından çizilen STC-16, o yıllar gözde spor araba modelleri olan Datsun 240Z, Saab Sonett, Aston Martin, Ginetta & Marcos modellerinden esintiler taşımaktadır. Eralp Noyan, aracın iç ve dış dizayn karakteristiğini II. Dünya Savaşı’nın gelişmiş uçağı olan “Supermarine Spitfire”dan esinlenerek çizdiği ifade edilmektedir STC-16 üretim bandına A4 kodu ile konmuş, kısaltılmış ve modifiye edilmiş Anadol şasi ve süspansiyon sistemi ile 1600cc'lik Ford Mexico motoru kullanılmıştır. Şanzıman olarak ise yüksek performanslı İngiliz Ford Cortina ve Capri modellerinin şanzımanları kullanıldı. STC-16’nın ön konsol ve gösterge tabloları, o yılların gözde İtalyan ve İngiliz spor arabalarından hiçbir farkı yoktu. Kilometre ve devir saati dışında, o dönemin yeni detaylarından, sıfırlanabilen mesafe göstergesi, Lucas ampermetre, Smiths yağ, benzin ve hararet göstergeleri konulmuştu. 11 ay süren proje geliştirme safhası sonunda, test sürüşleri için ilk olarak 3 adet STC-16 prototipi hazırlandı. Test alanları olarak Cengiz Topel havaalanı ile E-5 karayolunun İstanbul-Adapazarı bölümü seçildi. STC-16’nın ilk çarpışma testleri de bu dönemde yapıldı. Daha sonra STC-16, test sürüşleri için Otosan Üretim Müdürü Nihat Atasagun tarafından İngiltere’ye M.I.R.A pistine götürüldü. STC-16 İngiltere’deki deneme sürüşlerinde ve görüldüğü otoban ve caddelerde, bir İngiliz markasının yeni spor modeli sanılarak büyük ilgiyle karşılandı ve dikkat çekti. Taşıdığı “320-E” test plakası nedeniyle birçok yerde durdurularak bu yeni model hakkında bilgi istendi. Bu testler sırasında pek çok İngiliz pilot tarafından denendi, performans, sürüş ve sürüş emniyeti açısından öneriler alındı ve bu öneriler doğrultusunda değişiklikler yapıldı. Ve, sonunda Nisan 1973'te ilk Türk yapımı spor otomotivi STC-16 üretim bandından inerek show-room'lardaki yerini aldı. STC-16 isminin “Sport Turkish Car 1600”ün kısaltması olduğu gibi, bu açılımın aynı zamanda “Sport Touring Coupé 1600” anlamında olduğu da ifade edilmektedir. Gençler ise bu açılımı “Süper Türk Canavarı 1600” olarak benimsemişlerdir. Geriye kalan araç sayısı bilinmemekle beraber yaklaşık 70 kadar STC-16'nın yollarda olduğu tahmin edilmektedir. Ne yazık ki, STC-16 üretimi 1973'teki global petrol krizinin yol açtığı ekonomik kriz nedeniyle uzun sürmedi. Benzin fiyatlarındaki aşırı artış ve bir petrol türevi olan fibre-glass maliyetlerindeki artışlar STC-16'nın üretim maliyetlerinin aşırı yükselmesine neden olduğu gibi, bu maliyetlerde yapılacak üretim sonrası satışların sadece yüksek gelir grubuna hitap etmesi ve aracın benzin tüketiminin yüksek olması bu arkadan itişli spor modelin üretim ömrünün çok kısa olmasına neden oldu. O yıllarda, diğer Anadol modellerinin 50.000-55.000 TL olmasına karşılık STC-16 fiyatları 70.000 TL'nin üzerinde idi. Bu nedenle STC-16 müşterileri sadece ralli pilotları, spor araba meraklıları olarak kaldı. Ancak, STC-16 o dönemin gençleri arasında haklı bir üne kavuştu. Geliştirilmiş ve modifiye edilmiş versiyonları Türkiye ve Dünya rallilerinde birçok yarışa girdi ve kazandı. Ralli için geliştirilen modellerde ağır şasi yerine daha hafif şasi ve 140 HP gücünde modifiye motorlar kullanılmıştır. En bilinen STC-16 pilotları olarak; Renç Koçibey, Demir Bükey, Romolo Marcopoli, İskender Aruoba,Cihat Gürkan, Ali Furgaç, Şevki Gökerman, Serdar Bostancı, Murat Okçuoğlu, Cüneyd Işıngör, Mehmet Becce, Hızır Gürel, Derya Karaköse ve Osman Arabacı’yı sayabiliriz. 1973 ve 1975 arasında devam eden STC-16 üretimi sırasında toplam 176 araç üretilmiş olup bunların büyük bölümü 1973’te üretilmiştir. Renk olarak genelde “Alanya Sarısı” olarak üretilen STC-16'lar bu renkle de özdeşleşmiştir. Az sayıda da olsa; dönemin spor arabalarında kullanılan beyaz şeritli kırmızı veya mavi şeritli beyaz renkli olanları da mevcuttur. Anadol STC-16 (1973) Teknik Veriler. Genel Bilgiler Karoser ve Boyutlar Motor Bilgileri Şanzıman Genel Performans Yürüyen Aksam Anadol / A5 / SV-1600 (1973-1982). SV-1600 üretim bandından 1973 yılının sonunda, A5 kodu ile dünyanın ilk fibre-glass gövdeli 5-kapılı station wagon (estate) arabası olarak indi. 4-kapılı Anadol modellerinden çok farklı bir dizayn ve görünüşe sahip olan SV-1600'ün esin kaynağı Reliant’ın “Scimicar Sports-station Coupé” modelidir. Motor olarak 5 ana yataklı 1600cc'lik Ford (I-4) Kent, 4 silindir OHV motorla donatılmıştır. Aracın birçok detayı, üretildiği dönemin station wagonlarındaki Bertone ve Pininfarina dizayn özelliklerini taşımaktadır. SV-1600'ün özellikleri olarak, tek renk dış boya ve station otolarda bir yenilik olarak ön spoiler gösterilebilir. Bir süre sonra, daha lüks versiyonları piyasaya çıkmış, bunlarda iki renkli dış boya ve yeni iç dizayn kullanılmıştır. 1976'dan itibaren SV-1600'lerde aluminyum alaşımlı jantlar, yeni tip direksiyon, yeni dizayn yan aynalar kullanılmış, dış boya ise yanlarda siyah-beyaz şeritli tek renk olarak üretimiştir. Araç içi dizaynında ise, bagaj hacmini genilşletmek amacıyla sökülür-takılır koltuk modeli uygulanmıştır. SV-1600 üretimi 1982 yılında durdurulmuş olup toplam 6.499 adet üretilmiştir. Anadol / A6 / Böcek (1975-1977). Anadol Böcek, o yıllarda Otosan Araştırma ve Geliştirme Bölümünde çalışan Jan Nahum tarafından dizayn edilmiştir. Jan Nahum, daha sonraki yıllarda Otokar, Tofaş, FIAT/İtalya ve Petrol Ofisi gibi şirketlerde Genel Müdür ve CEO olarak da görev yaptı. Babası Bernar Nahum ise Koç'un ortağı olarak Otosan Firmasının kuruluşu, Anadol A1 modelinin geliştirilmesi ve üretiminde çok önemli rol oynamıştır. Bu aileden Claude Nahum da hem Anadol A1 ralli pilotu olarak, hem de Otosan Anadol Wankel motor projesi ve geliştirilmesinde önemli çalışmalar yapmıştır. Kendisi bugün, Karsan Otomotiv Sanayi'nin de sahibi olan Kıraça Şirketler Grubu'nun kurucu ortağıdır. Anadol Böcek üretim bandından A6 kodu ile 1975'te indi. Böcek, aslında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin isteği doğrultusunda geliştirildi. Volkswagen “Buggy” modeli ile benzerlikler taşımasına karşın, konsept ve karakteristik olarak değişik bir dizayn ile üretilmiştir. Otosan, o yıllarda artan turizm potansiyelini ve sayıları gittikçe çoğalan tatil köylerini de düşünerek, aracın halktan da göreceği talebi de dikkate almıştı. Üstü açık, kapısız, ön camı kaputla aynı eğimde olan dizayn, değişik gösterge paneli ve konsol aracın en önemli konsepti idi. Aynı eğimdeki kaput ve cam dizaynı, ileriki yıllarda ortaya çıkan SUV araçlara da esin kaynağı olmuş, döneminin ilerisinde kabul edilen panel ve konsol dizaynı, daha sonraki yıllarda pek çok Avrupalı üreticinin otomobil dizaynında esin kaynağı olmuştur. Anadol Böcek 1298cc ve 63 HP Ford motor ile üretilmiş, hafif ve küçük kasası nedeniyle yüksek performans elde edilmiştir. Döneminin pop-art dizaynına paralel olarak asimetrik ön ve arka görünüşü, yine asimetrik ön panel, arkada sağda 2, solda 3 stop lambası, ön cam üzerindeki 5 açılı dikiz aynası 225/55/13 ebadında lastikleri, fiber üzerine vinil kaplı koltukları ile alışılmışın dışında bir görünüme sahipti. Anadol Böcek, kullanım ve isteklere göre değişik versiyonlara sahiptir: TRT dış çekimleri için martı kanat kapılı versiyonu, off-road versiyonu, itici/çekici versiyonu ve askeri versiyonu bulunmaktadır. Anadol Böcek üretimi de, STC-16 gibi şanssız bir döneme rastgelmiştir. Döneminin çok ilerisinde dizayn edilen her iki model de petrol krizinden kaynaklanan Dünya'daki ve Türkiye'deki ekonomik sıkıntılar nedeniyle talep yaratamamış ve üretimleri askıya alınmıştır. 1975 ve 1977 yılları arasında üretilen Böcek modeli sayısı sadece 203'tür. Anadol / A8 / 16 ve Saloon 16 (1981-1984). 4-Kapılı A8-16 serisinin üretimi 1981'de başladı. A8-16 modelinin esin kaynağı o dönemin SAAB ve Volvo markalarının modelleri olmuştur. Bu modellere özgü geniş farlar, eğik burun, küt ve yüksek arka kesim gibi öncü detaylar A8- 16 dizaynında da kullanılmış, ancak, 1981 yılına göre biraz modası geçmiş olan ve Böcek'te kullanılan arka stoplar, aracın bu yenilikçi felsefesine uygun düşmemiştir. Aracın ön dizaynından dolayı A8-16 model halk arasında “Baltaburun” olarak da tanınmaktadır. Kabin içi dizayn da pek çok geleneksel Anadol müşterisine ters gelmiştir. 1973'te dizayn edilen SV-1600'ün kapı, cam ve çerçeveleri A8-16'da da kullanılmış, bu da potansiyel alıcılarda yeni çizgilerine rağmen bir toplama model hissi uyandırmıştır. 1981 ve 1982 yılı üretimlerinde yüksek performanslı 1.6 Pinto E-Max motor kullanılmış olsa da, bu araca bir albeni kazandırmaya yeterli gelmemiştir. Durum böyle olunca, üretim masraflarını azaltmak amacıyla 1983 ve 1984 üretimlerinde üretim bandına alınan Saloon 16 modelinde tekrar eski Ford (I-4) Kent, 4 silindir OHV, 5 ana yataklı 1600cc'lik motor kullanılmıştır. A8-16 modeli 1981-1984 yıllarında sadece 1.013 adet üretilmiştir. Anadol Kamyonet / P2 / Otosan 500 ve Otosan 600D (1971-1991). Anadol kamyonetle ilgili ilk çalışma 1970 yılında başladı. Aslında, ilk kamyonet üretme fikri, Otosan fabrikasında bir Anadol A1' in malzeme taşımak amacıyla tadil edilmesiyle ortaya çıktı. Bernar Nahum fabrikada kısımları dolaşırken bu aracı görerek, görüntüsünü pek beğenmemekle birlikte böyle bir aracın hafif ticari taşımacılıkta kullanılabileceği fikrini ortaya attı. O tarihlerde, sanayileşmenin ve dışa açılmanın ilk yıllarında iç ticaretin de gelişmesi, özellikle küçük esnafın hafif yük taşınmasında “kamyonet” (pick-up)'lere olan ilgisini artırmaya başlamıştı. Bunun üzerine fiberglas atölyesinde çalışmalara başlandı ve önce bir miktar yekpare fiberglas gövdeli (kabin ve kasa) kamyonet yapıldı. Ancak bu aracın üretim ve kullanımının pratik olmaması nedeniyle saç kasalı fiber kupalı kamyonet üretimine geçildi. 1971 yılında seri üretimi başlayan Anadol kamyonetler P2 koduyla Otosan 500 olarak piyasaya çıkmış ve 1300cc benzinli motorla donatılmıştır. 1980'den itibaren 1300cc'lik benzinli motorla beraber 1200cc'lik Erk dizel motor da üretimde kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra ise Ford Taunus'larda da kullanılan 1600 cc'lik Ford OHC benzinli motor, çift boğazlı Weber karbüratörle birlikte kullanılmıştır. Ayrıca aracın iç mekanı tekrar dizayn edilmiş, dönemine göre oldukça modern bir konsola kavuşturulmuştur. Parçalar plastikten olmasına karşın, bir kamyonet için o yıllarda lüks bile sayılabilirdi. Ön panel göstergeleri Smith marka yerine Endiksan ile değiştirilmiş, göstergelerindeki rakamlar sarı'dan beyaza döndürülmüştür. Isıtma kontrol çubukları da yatay değil, dikey yerleştirilmiştir. Direksiyon simidi de yenilenmiş, direksiyonun ortasındaki geyik amblemi büyütülmüştür. Aynı amblem jantların ortasındaki plastik kapakçığın üzerinde de yer alır. 83 sonrası modeller P2 Otosan 600D olarak piyasaya çıkmış, 4 silindirli, düz, üstten kamlı 1900 cc ERK diesel motorla donatılmıştır. Ön kaput formunda da değişikliğe gidilmiş, kaput üzerindeki oluk çizgisi yerini şişkin bir forma bırakmıştır. Anadol kamyonetler geçirdiği ufak tefek dizayn değişiklikleri ile 1971'den 1991 yılına kadar 36.892 adet üretilmiştir. PTT gibi pek çok kamu kuruluşu yıllarca Anadol pick-up ile hizmet verdi. Ancak, Anadol kamyonet'e olan talep o kadar arttı ki, talebin karşılanmadığı noktada özellikle A2 modellerinin kesilerek kamyonete dönüştürülme dönemi başladı. Mevzuatın da ruhsat tadilatı ile destek olduğu bu dönemde, binlerce Anadol otomobil kamyonet'e dönüştürülerek trafiğe çıktı. Bugün bile, Türkiye'nin hemen hemen her köşesinde Anadol kamyonetler hizmet vermeye devam etmektedir. Anadol Prototipleri (1977-1986). Wankel Motor. Otosan Dizayn ve Geliştirme Bölümünde Claude Nahum'un başkanlığında çalışan yetenekli mühendis grubu, boyutları küçük olmasına karşın 100 HP güç üreten bir Wankel motor geliştirdiler. Ancak bu geliştirilen motor, yüksek araştırma geliştirme masrafları ve Wankel motorunun bilinen ve çözülemeyen problemleri nedeniyle Anadol modellerinde hiçbir zaman kullanılamamıştır. Bugün, geliştirilen bu motorlardan biri Rahmi Koç Müzesi’nde sergilenmektedir. FW11. 1977’de Marcello Gandini FW11 modelini Anadol ve Reliant için dizayn etmiştir. Reliant bu dizaynı geliştirerek Scimitar SE7 modelini üretime almış ve piyasaya sürmüştür. FW11’in 4 adet prototipi üretilmiş ve bunlardan ikisi Anadol markası ile Türkiye’ye, diğer ikisi de Reliant markası ile Birleşik Krallık'a gönderilmiştir. Türkiye’ye gelen prototiplerin biri beyaz, diğeri de mavi renkliydi. FW11, modern dizaynı ve o döneme göre fazla lüks sayılabilecek aksesuarlar içeriyordu. Mesela, o dönem üretilen hiçbir arabada olmayan elektrikli camlar buna örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla, üretim maliyetleri oldukça yüksek olan bu modelin üretimi rafa kaldırılmıştır. Koç Holding, bu gelen prototipleri uzun yıllar depolarında tutmuştur. FW11 modelinden bir tanesi 2004 yılından beri Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenmektedir. Reliant ise Otosan’ın projeyi rafa kaldırmasından sonra, FW11 modelini Reliant Scimitar SE7 olarak üretmiştir. FW11 projesini daha sonra Fransız Citroen firması satın almış, fiber yerine aluminyum kullanılarak bazı değişiklikler yapmış ve Citroen BX adı ile “best-seller” modelini yaratmış ve 12 yıl boyunca üretimine devam etmiştir. Çağdaş. 1970'lerin sonuna doğru, Jan Nahum yeni bir Anadol dizaynı için birçok prototip çalışması yaptı. Ancak ortaya çıkan bu prototiplerden büyük kısmı hiçbir zaman üretim aşamasına geçemedi. Otosan, bu dönemde, dünya otomobil endüstrisini yakından takip etmekte ve araç gövdesinde kullanılan fiber malzemeyi zamanla azaltacak modern bir model yaratma çabası içindeydi. Jan Nahum bu çabayı gerçeğe dönüştüren bir model geliştirdi. Bu modelde kaporta, çelik iskelet üzerine monte edilen fiber malzemeden yapılmış ve Claude Nahum tarafından geliştirilen 100 HP'lik Wankel motor yerleştirilmişti. Bu modele “ÇAĞDAŞ” ismi verildi. Çağdaş ve yaratıcısı Jan Nahum, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nce verilen “Endüstriyel Tasarım” ödülüne layık görüldü. Medya uzun süre bu yeni modelle ilgili çok olumlu haberler yaptı ve Çağdaş'ın üretimine 1980 veya 1981'de başlanacağı söylendi. Ancak, 1980'lerdeki politik, sosyal ve ekonomik çalkantılar nedeniyle bu proje hiçbir zaman gerçekleşemedi. Çağdaş'ın üretilen tek prototipi bugün Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenmektedir. A9. A9, bir Bertone dizaynı olarak 1980’lerin başında ortaya çıktı ve Anadol’un en son prototipi oldu. 4-kapı ve sedan bir model olan A9 modern bir dizayna sahipti. Aracın arka görünüşü, sonralarda geliştirilen Peugeot 405’e, ancak aracın tamamının görünüşü 1980’lerin ortalarında piyasaya sürülen Volvo sedan’larla büyük benzerlikler taşımaktaydı. Jantlar da ilerici bir anlayışla dizayn edilmişti. Bu tip jantlar daha sonra 1985’lerde piyasaya çıkan Avrupa modellerinde kullanılmıştır. A9 için ayrıca yeni ve modern bir logo da geliştirilmişti Ancak A9 da, FW11 ve Çağdaş modelleri gibi çeşitli nedenlerle üretim bandındaki yerini alamadı. Üretilen prototip de ortadan kaldırıldı. Anadol markası ile üretim, Otosan’ın Ford Motor Company ile yaptığı yeni üretim anlaşmaları sonucu 1984'te durduruldu. Otosan bugün Ford binek araçları üretimi yapmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=8994", "len_data": 24377, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.38 }
Saho, Eritre ve kuzey Etiyopya'nın büyük bölümlerinde yaşayan bir etnik gruptur. ana dilleri olarak konuşurlar. Toplum. Etnisite ve toplumsal yapı. Abdulkader Saleh Mohammad'a göre; Saho halkının çoğu (Afar ve Somali gibi) kendi etnik kökenleri hakkında ilkel bir görüşe sahiptir ve Arap göçmenlerin soyundan geldiklerini iddia ederler; bu da Muhammed'in ailesiyle özdeşleşmeye ve tarihlerinin Yakın Doğu'nunkiyle ilişkilendirilmesine olanak sağlamaktadır. Toplumsal yapı babasoylu ve hiyerarşiktir; toplum kabileler, klanlar ve aileler halinde dikey olarak örgütlenmiştir. Kabile ("meela", "kisho" veya "qabila") alt kabileler ("gaysha", "harak" veya "are") veya klanlar ("dik" veya "are") olarak düzenlenmiştir. Ancak bu iki kavram her zaman net bir şekilde ayırt edilmez, bunlar en önemli tabakalardır çünkü bir bireyin "kişisel soyunu veya kökenini" gösterirler. Aile soyu, en az 30 veya 40 kuşak geriye giderek ezberlenir. Ayrıca ezberlenen ve anlatılan yasalar ve geleneklerdir. Akrabalık bu geleneklerde önemli bir rol oynar ve yine kabile ve etnik kimliğin ilkel kalitesini gösterir. Ekonomi. Saho halkı, çiftçilik yapmakla birlikte bunun yanın da hayvancılıkta yapmaktadır. Demografi. Saho'nun toplam nüfusu, çelişkili rakamlar nedeniyle belirsizdir. Ancak, Saho halkının çoğunluğu Eritre'de yaşamaktadır. 2015 yılında erişilen tahmini verilere göre; toplam nüfus 250.000 ila 650.000 arasında değişmektedir. Saho savunuculuk gruplarına göre; Eritre'deki Saho nüfusunun 2016 yılında yaklaşık 206.000 olduğunu tahmin söylemektedirler. Saho, 2021 itibarıyla Eritre nüfusunun yaklaşık %4'ünü temsil etmektedir. 2012 yılında yapılan bir arıştırma, Etiyopya'nın Saho dili konuşan nüfusunu 37.000 olarak belirlemiştir. "Ethnologue'a" göre; 2015 itibarıyla Saho dilini konuşan yaklaşık 220.000 insan var. Saho halkının çoğunluğu Eritre'de yoğunlaşmıştır ve geri kalanı Etiyopya'da yaşamaktadır. Eritre'de ise Saho halkı Güney ve Kuzey Kızıldeniz bölgelerinde bulunmaktadır. Dil. Saho halkı, anadili olarak konuşur. Afro-Asya dil ailesinin kolunun bir parçası olan dillerinin lehçe kümesine aittir. Afar ve Somali ile yakından ilişkilidir. Birçok Saho halkı, (Tigrinya konuşan Müslümanlar) ve gibi diğer Müslüman kabilelerle karışmış ve sonuç olarak bu kabilelerin dillerini benimsemiştir. Din. Saholar ağırlıklı olarak Müslümandır. Saho'nun çoğunluğu, Arap yarımadasından gelen mistiklerin ve tüccarların artan etkisi nedeniyle 13. yüzyılda İslam'ı benimsemiştir. olarak da bilinen birkaç Hıristiyan, Etiyopya'nın Tigray bölgesinde ve Eritre'nin Debub Bölgesi'nde yaşamaktadır. Kültür. Saho'nun kültürü ile ilgili olarak, bir sorun olduğunda Saholar "rahbe" dedikleri bir toplantı veya konferans çağrısı yapma eğilimindedirler. Böyle bir toplantıda Saho halkı su, mera veya toprakla ilgili sorunların nasıl çözüleceğini, klan anlaşmazlıklarını ve bu sorunların nasıl hafifletileceğini tartışır. Bu, bir fikir birliğine varmak için komşu kabileler veya etnik gruplar ve alt klanlarla da tartışılır. Bu toplantı için ehil bir temsilci seçilir, bu temsilciye "madarre" denir. Bir medrese, izleyicilerine ve olaya karışan alt klanlara veya kabilelere argümanlar getirir ve onları kazanmaya çalışır. Bu, klan veya kabile bilge adamları veya yaşlıları, "ukal" ile tartışılır. 2 kişi arasındaki daha küçük çaplı çatışmalarda, 2 kişiden biri şikayetlerini "ukal'a" götürür, sırayla anlaşmazlık için "shimagale" veya arabulucular atarlar. Saholar arasında Gadafur adında bir alt klan var. Gadafur, Minifere kabilelerine bağlı bağımsız bir alt klandır ve aslen Gadabuursi kabilesinden olduğuna inanılmaktadır. Önemli Kişiler. , Yeni Zelanda'da İşçi Partisi'nde Milletvekillik yapmıştır. Dubai TV, Al Arabiya ve BBC Arabi dahil olmak üzere bir dizi kanalda çalışan Al Jazeera Channel'ın (Arapça) İngiliz baş sunucusu Osman Ayfarah.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9003", "len_data": 3822, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Sakalavalar, Malaya-Polinezya dili konuşan ve özellikle Madagaskar'ın batı kıyısında yaşayan yaklaşık 380.000 nüfuslu etnik topluluktur. Etnik kimlik. Sakalava, bir zamanlar kendi başına bir etnik gruptan ziyade bir imparatorluk oluşturan bir dizi küçük etnik grubu ifade eder. Sakalava kelimesinin kökeninin kendisi ve gerçek anlamı hâlâ tartışmalara tabidir. En yaygın açıklama, Batı Madagaskar'daki arazinin nispeten düz yapısını ifade eden, uzun vadiler anlamına gelen Sakalava'nın modern Malgaşça tercümesidir. Başka bir teori de, kelimenin muhtemelen köle anlamına gelen Geç Latince sclavus'tan türetilen Arapça saqaliba'dan geldiğidir. Tarihi. Avustronezya halkı, Madagaskar'a MS 400 ile 900 yılları arasında yerleşmeye başladı. Teknelerle geldiler ve çeşitli güneydoğu Asya gruplarından geliyorlardı. Nosy Mangabe ve Mananara Vadisi'ndeki doğrulanmış en eski yerleşim yerleri, sekizinci yüzyıla tarihleniyor. Batı Afrika'dan taşınan Bantu konuşan çiftçiler, dokuzuncu yüzyılda Madagaskar'a geldi. Gwyn Campbell'a göre, "bugüne kadarki en doğru genetik veriler, kuzeybatı kıyısındaki kurucu yerleşimin, genetik olarak karışık ya da yarı Avustronezya ve yarı Afrikalı olmak üzere toplamda yaklaşık 500 kişiden oluşan maksimum 20 haneden oluştuğunu gösteriyor. " Daha sonra Swahili, Arap ve Hint ve Tamil tüccarlar adanın kuzey bölgelerine geldi. Afrikalı köleler adaya, özellikle Sakalava halkının yaşadığı bölgeye, 15. ve 18. yüzyıllar arasında artan sayıda getirildi. Bu farklı insan akışı, 2. binyılın ortalarında çeşitli Malgaş alt etnik gruplarına yol açtı. Portekizli tüccarlar, 15. yüzyılda gelen ilk Avrupalılardı, ardından diğer Avrupalı güçler geldi. Sakalava mirasının kurucusu Andriamisara idi. Onun soyundan gelen Andriandahifotsy ("Beyaz Prens"), 1610'dan sonra otoritesini, köle ticareti karşılığında elde edilen silahların yardımıyla Mangoky Nehri'ni geçerek kuzeye doğru genişletti. İki oğlu Andriamanetiarivo ve Andriamandisoarivo (aynı zamanda Tsimanatona olarak da bilinir) kazançlarını Tsongay bölgesine (şimdi Mahajanga) kadar genişletti. Adadaki farklı kıyı yerleşimlerinin şefleri, ticareti kontrol etmek için güçlerini genişletmeye başladı. İlk önemli Sakalava krallıkları 1650'lerde kuruldu. 1700'lerde Madagaskar'ın kuzeybatı bölgelerinin batısına hakim oldular. Menabe'nin Sakalava beylikleri, o zamanlar Andakabe olarak bilinen ve şimdi Morondava kasabası olarak bilinen yerde merkezlenmişti ve aralarında başlıca kişilerdi. Sakalava'nın etkisi şu anda Antsiranana, Mahajanga ve Toliara eyaletlerine yayıldı. Sakalava krallığı, Kral Andrianinevenarivo yönetiminde 1730-1760 yılları arasında en yüksek coğrafi yayılımına ulaştı. Yerel geleneğe göre, Sakalava krallığının kurucuları Fiherenana'dan (şimdiki Toliara) Maroseraña (veya Maroseranana, "birçok limana sahip olanlar") prensleriydi. Ayrıca adanın güneybatı kesimindeki Zafiraminia (Ramini'nin oğulları) klanlarından, muhtemelen Arap kökenli olabilirler. Zanzibar köle ticaretini kontrol eden ilk Ummanlı Arapların ve daha sonra Avrupalı köle tüccarlarının köle talebi, köle baskın operasyonlarına ve Madagaskar'ın kuzey ve kuzeybatı bölgesindeki büyük limanlarda kontrolün uygulanmasına yol açtı. Başlangıçta Araplar, köle karşılığında sadece Sakalava'ya silah tedarik ettiler. Bu köleler, Afrika'nın Swahili kıyılarından gelen ticaret gemilerinin yanı sıra Komorlara ve Madagaskar'ın diğer kıyı yerleşimlerine yapılan köle baskınlarından elde edildi. Sakalava krallığı, güney bölgelerden başlayarak Mahafaly bölgesindeki komşu bölgelere hızla boyun eğdirdi. Komor Adaları'ndaki Merina sözlü tarih ve belgeleri, Sakalava köle akıncılarının 18. yüzyılın sonlarına kadar köylerine yaptıkları bir dizi yıllık seferden bahsediyor. Bu seferlere, hem Komorlar hem de Merina halkının sahip olmadığı bir silah olan Araplardan elde edilen silahlar yardımcı oldu. Madagaskar'daki köle ticareti için en büyük ve en çok tercih edilen limanlardan biri, Sakalava sahil kasabası Mahajanga idi. Sakalava, 18. yüzyılın sonuna kadar Madagaskar'da köle ticaretinde tekele sahipti. Nüfus olarak daha küçük olmalarına rağmen, silahları onlara geniş erişim ve güç sağladı ve on sekizinci yüzyılda diğer daha kalabalık etnik grupları kendilerine haraç ödemeye zorlamalarına izin verdi. 18. yüzyılın sonlarında silah aldığım Merina kralı Radama, Sakalava ile bir savaş başlattı ve Sakalava krallığının hegemonyasını ve köle baskınlarını sona erdirdi. Merina daha sonra halkının karşılaştığı tarihi köleliği tersine çevirdi ve köle tedarik etmeye başladı. Merina, Menabe ve Boina'nın (Mahajanga) son iki Sakalava kalesini hiçbir zaman ilhak etmese de, Sakalava, bir yüzyıl sonra, 1896'da adanın Fransız kolonizasyonuna kadar Merina'nın kontrolü altında kalan orta yaylalara bir daha asla bir tehdit oluşturmadı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9004", "len_data": 4778, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.77 }
Gagra (, Abhazca ve Rusça: Гагра), Gürcistan/Abhazya'da bir kent. Kafkas Dağları eteklerinde, Karadeniz'in kuzeydoğu kıyısında 5 km'lik bir alana yayılır. Gagra, yarı tropikal iklimi nedeniyle Çarlık Rusya'sı ve Sovyet dönemlerinde ünlü dinlenme ve sağlık merkezlerinden biriydi. Gagra kentinin 1989 sayımına göre nüfusu 26.636 idi. Ancak burada yaşayan Gürcüler tamamen göç ettirildi ve bugünkü nüfusu kesin olarak bilinmemektedir. Tarihçe. Gagra, Yunan koloniciler tarafından "Triglite" adıyla kuruldu. İlk sakinleri Yunanlar ve Kolhardı. MÖ 1. yüzyılda Roma yönetimi altına girmeden önce Pontus Krallığının egemenliği altına kaldı. Roma döneminde "Nitica" olarak adlandırıldı. Bu dönemde Gotların ve başka istilacıların saldırılarına maruz kaldı. Roma'nın ardından Gagra'yı Bizans ele geçirdi. Cenovalı ve Venedikli tacirlerin önemli limanlarından biri oldu. Gagra limanından kereste, bal, balmumu ve köle gönderiliyordu. Gagra adı, ilk kez İtalyan Pietro Visconti'nin 1308'de yaptığı haritada görülür. Bu harita günümüzde Venedik’te San Marcos Kütüphanesi'nde korunmaktadır. Gagra, 16. yüzyılda Abhazya’nın diğer bölgeleriyle birlikte Osmanlı Devleti tarafından fethedildi. Osmanlı döneminde Sohumkale önemli bir liman ve askeri garnizonken, Gagra önemsiz bir yerleşme olarak kaldı. 1812 Bükreş Antlaşması gereğince, güneyde Bzıb ırmağı ağzından kuzeyde Kuban ırmağı ağzına değin uzanan Karadeniz kıyı kontrolü Osmanlı Devleti'ne bırakıldı. Bu antlaşma gereğince, Bzıb ırmağı iki devlet arasında sınır olarak kabul edildi. Bzıb ırmağı güneyinden Poti limanına değin uzanan Karadeniz kıyıları, Abhazya sahilleri de dahil Rus kontrolüne verildi. Gagra ise, Rusya sınırları dışında, yani Osmanlı desteğindeki Çerkesya sınırları içinde bulunuyordu. Gagra 1830'larda Rus işgaline uğramışsa da, çevredeki halkın (Pshu), Çerkeslerin direnişi 1864 yılı Mayıs ayına değin sürdü. 1866 yılında Gagra’da sadece 336 erkek ve 280 kadın yaşıyordu. Bunların çoğu da görevli askerler ve aileleriydi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlılar geçici olarak Gagra'yı ele geçirdiler. Ancak Rusya Gagra beldesini yeniden ele geçirdi. Gagra yöresi, 1864'te etnik temizliğe uğradı ve yerli halkı olan Abhazlar Osmanlı imp. topraklarına gönderildi, yöre Kuban oblastının Rus "Kuban Ordusu Yönetim Bölgesi" içinde yer aldı; sürülenlerin yerine Ruslar yerleştirildi. Gagra, 1896 yılı sonrasında Kutaisi ili'ne bağlı Sohum okruguna bağlandı. Şimdi Abhazya Cumhuriyeti sınırları içindedir. Gagra Çarlık Rusya'sı ve Sovyet döneminde önemli bir dinlence ve sağlık merkezi işlevini kazandı. Sanatoryum ve yeni oteller inşa edildi. Burada aynı zaman bir askeri üs kuruldu. 1992-1993 arasındaki savaşta Gürcü birlikleri, yenilerek Gagra'dan çekildiler. Gagra ilçesi. Gagra, aynı adlı kentsel rayonun da (ilçe) merkezidir. Gagra kentsel rayonu, Abhazya'nın batı kesimini oluşturur ve Rusya'nın Krasnodar Kray'ı ile sınırı oluşturan Psov ırmağına değin uzanır. Görülecek yerler. Abaata Kalesi (4-5. yüzyıl) kalıntıları, Abhazya'nın en eski kilisesi olan Meryem Ana Kilisesi, Marlinsky Kulesi (1841), görülecek başlıca yerlerin başında gelir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9007", "len_data": 3112, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.52 }
Pasaport, yabancı ülkelere gidecek olanlara yetkili kuruluşça verilen, yabancı ülke yetkililerinin kimlik incelemesinde geçerli olan belgedir. Türkiye'de bordo, pasaportlar İl ve İlçe Nüfus Müdürlükleri, yeşil ve gri pasaportlar yalnızca İl Nüfus Müdürlükleri tarafından yurt dışında ise dış temsilciliklerce (örn. konsolosluk) verilirken, siyah pasaport verme yetkisi Dışişleri Bakanlığı'ndadır. Pasaport Kanunu 15 Temmuz 1950'de kabul edilmiştir (5682 sayılı kanun). Pasaport Kanunu'na göre Türkiye'ye giriş için 3 zorunluluk vardır: giriş kapılarından girme, pasaport veya onun yerine geçen bir belge bulundurma, vize (sadece yabancılar için). Giriş çıkışlar ancak Bakanlar Kurulunca saptanır ve kara, hava, demir, deniz yollarını kapsar. Özellikle kara yolundaki giriş çıkışlarda kontrol komşu devletle karşılıklı gerçekleşir. Bakanlar Kurulunca belirlenmiş yollar dışında giriş çıkışlar yasaktır ve uymayanlar cezalandırılır. Batmakta olan bir gemiden can havliyle giriş yaparak karaya çıkanlar bundan ayrı tutulur. 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren Türkiye'de e-pasaport sistemine geçilmiştir. Pasaport, gerçek kişilere özgü bir belgedir. Pasaport Kanunu, Türk Vatandaşlığı Kanunu, Polis Kanunu ve Gümrük Kanunu konuyla yakından ilgilidir. Pasaportun amaçları 2003 Kasım ayında Suriye'den 5 bin kişi 48 saatliğine bu belgeyle akrabalarını ziyaret için Hatay'a girip çıkmıştır. Diğer belgeler ise: gemi adamı cüzdanı, demiryolu personeli kimlik belgesi, uçak mürettebatı belgesi. Göçmenler, hükûmet temsilcisinin verdiği vesika veya göçmen belgesi ile pasaportsuz giriş çıkış yapabilirler. Mülteciler ise, "Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme" (1951)'ye göre taraf devletlerden birinin mültecisi seyahat belgesi taşır, izinsiz girişlerinde cezalandırılmaz; sözleşmeye taraf devletlerden birinde ikamet etmeyenlerin girişi ise İçişleri Bakanlığı izniyle olur. Türkiye ile KKTC ve Türkiye ile Gürcistan arasındaki geçişlerde pasaport zorunluluğu yoktur, karşılıklı olarak kimlik belgesi ile giriş yapılabilir. Diğer tüm ülkelere seyahatlerde T.C. yurttaşlarının pasaport ibraz etmesi zorunludur. Bazı Avrupa Birliği ülkelerinden (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Malta, Portekiz ve Yunanistan) ayrıca İsviçre ve Lihtenştayn'dan gelen yabancıların Türkiye'ye belli bazı sınır kapılarından (örn: Atatürk Havalimanı) yaptıkları girişlerde pasaport yerine, o ülkelerin kimlik belgesini ibraz etmeleri yeterlidir. Belçika, Fransa, İspanya, İsviçre, Lüksemburg ve Portekiz pasaportları geçerliliklerini son beş yılda (Almanya - son bir yılda) yitirmiş olsalar bile Türkiye'ye giriş-çıkış yapmaya yeterlidir. Bir araçla giriş yapacakların geçerli bir pasaport ibrazı zorunludur. Pasaportsuz veya yerine geçen belgesiz olanlar ise, Türk vatandaşı iseler, yurda sokulurlar. Vatandaşlığını kanıtlayamayanlar geri çevrilirler. Sınırdışı edilenlerin masrafları kendilerine aittir. Yabancılar ise doğrudan geri çevrilirler. Pasaportunu kaybedenler hakkında İçişleri Bakanlığı soruşturması yapılır. Buna rağmen içeri girenler ağır para cezası ve 1 aydan 6 aya kadar hapisle cezalandırılırlar. Yabancı, cezasını çektikten sonra da sınırdışı edilir. Masrafını karşılayacak parası yoksa sevkini devlet yapar. Başka pasaport türleri. Bazı ülkelerde iç seyahatler için de pasaport gerekebilir, bazı ülkelerde dış seyahat için seyahat amacına uygun daha amaç odaklı pasaportlar verilebilir. Yeni kimlik ispat teknolojileri pasaport alanında da kullanılmaya başlayalı biyometrik pasaport sayesinde sınırlarda giriş kontrol işlemlerinin kolaylaştırılması, internet üzerinden başka ülkelerin resmi dairelerine başvurularda kimlik doğrulanması olanağı doğmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9008", "len_data": 3684, "topic": "LAW", "quality_score": 3.52 }
İnternet haberciliği, sadece İnternet üzerinden haber yayını yapılması anlamına gelen bir medya terimidir. İnternet haberleri, gazetelerin aksine basılı (matbu) şekilde okuyucuya ulaşmaz. Güncel olaylarla ilgili haberler ve özellikler, yalnızca metin, ses, video veya hikaye anlatımı veya haber oyunları gibi bazı etkileşimli biçimler olarak veya bunların birleşimi olarak sunulur ve dijital medya teknolojisi aracılığıyla yayılır. Televizyon haberciliğinden farklı olarak da saatli bir haber bülteni yoktur. Son zamanlarda video paylaşım sitelerinin popülaritelerin artması ile birlikle İnternet haberciliği, video destekli haberciliğe de atılmışlardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9009", "len_data": 654, "topic": "NEWS", "quality_score": 3.8 }
Routing, farklı networklerin birbirleriyle haberleşmek için hangi yolu kullanması gerektiğinin hesaplanması ya da seçilmesi işlemidir. Routing işlemini "Router"(yönlendirici) lar yapar. Router lar paketleri IP paket başlığında bulunan hedef adres bilgisini kullanarak diğer Router lara gönderir. Her bir Router dan geçen paket in time to live (yaşam süresi) i 1 azaltılır. Time to live 8 bit ile ifade edilir bu da time to live en fazla 255 değerini alabiliyor demektir. Time to live i 0 olan paket routing edilmez ve yok sayılır. Routerlar Routing işlemini Routing Table(Yönlendirme Tablosu) lardan aldığı bilgilere göre hesaplarlar. Routing Türleri. Static Routing. Static Routing Routing Table a yönetici tarafından el ile giriş yapılmasıdır. Dynamic Routing. Static Route taki sorun ağın büyümesidir. Ağ büyürse router ların manue olarak eklenmesi gerekir. Dynamic Routing de routing table lar dinamik oluşturulur. Administrative Distance router ın hedef router a ulaşması için katetmesi gereken yoların bir haritasını çıkarır. Administrative Distance ler 0 dan 255 e kadar numaralar alırlar numarası en düşük olan yol hedef router a ulaşmak için kullanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9013", "len_data": 1162, "topic": "CODING", "quality_score": 3.47 }
IP yönlendirme (ya da IP yönlendirimi), İnternet Protokolü (IP) kullanan ağlarda veri paketlerinin kaynak noktadan hedef noktaya yönlendirilmesi işlemidir. Bu işlem, genellikle yönlendirici (router) adı verilen ve ağ trafiğini yönetmek için özel olarak tasarlanmış cihazlar aracılığıyla gerçekleştirilir. IP yönlendirme, internet ve diğer büyük bilgisayar ağlarının temelini oluşturur. Temel Kavramlar. Yönlendirme işlemi, IP paketlerinin başlık kısmında bulunan hedef IP adresine göre gerçekleştirilir. Her yönlendirici, kendisinde tanımlı bulunan yönlendirme tablosuna (routing table) bakarak paketin bir sonraki durağını belirler. Bu işlem, paket nihai hedefine ulaşıncaya kadar tekrarlanır. Yönlendirme, OSI modelinin üçüncü katmanı olan ağ katmanında gerçekleşir. Ancak günümüzde yönlendiriciler, ağ güvenliği ve yönetimi gibi daha üst katmanlara ait işlevleri de yerine getirebilmektedir. Örneğin birçok yönlendirici TCP/UDP port filtrelemesi yapabilir veya Telnet, FTP, HTTP gibi yönetim servislerini barındırabilir. Yönlendirme Türleri. IP yönlendirme iki ana yöntemle gerçekleştirilebilir: statik ve dinamik. Statik Yönlendirme. Statik yönlendirme, yönlendirme tablolarının elle tanımlanmasıyla oluşturulur. Genellikle küçük ve sabit yapılı ağlarda tercih edilir. Bu yöntem daha az kaynak tüketir ancak ağda herhangi bir değişiklik olduğunda yönlendirme kurallarının manuel olarak güncellenmesi gerekir. Dinamik Yönlendirme. Dinamik yönlendirme, yönlendirme tablolarının ağ cihazları arasında otomatik olarak değiş-tokuş edilmesiyle oluşur. Bu yöntem esnek yapıdadır ve ağ üzerindeki değişikliklere otomatik tepki verir. En yaygın dinamik yönlendirme protokolleri şunlardır: Dinamik yönlendirme, büyük ölçekli ve karmaşık ağlarda tercih edilir. Statik ve dinamik yöntemlerin birlikte kullanıldığı durumlarda, genellikle statik yönlendirme önceliklidir. Bağlantılı ve Bağlantısız Yönlendirme. Bağlantılı Yönlendirme. Bu yöntemde, veri iletiminden önce kaynak ve hedef arasında sanal bir devre kurulur. Her paketin bu sanal devre üzerinden iletildiği bağlantılı yönlendirme, daha büyük veri blokları için daha verimlidir. Paket başlıkları kısadır ve paketler sırayla iletilir. ATM ve Frame Relay gibi teknolojiler bağlantılı yönlendirme kullanır. Bağlantısız Yönlendirme. Bağlantısız yönlendirmede her paket bağımsız olarak yönlendirilir. Her paket, hedef adresini taşıyan bir IP başlığı içerir ve yönlendiriciler tarafından tek tek değerlendirilir. Bu yapıdaki ağlara datagram ağı adı verilir. İnternet protokolü bu yöntemle çalışır. Paketler farklı yollardan geçebilir ve sırasız ulaşabilir. Güvenlik ve Gelişmiş İşlevler. Modern yönlendiriciler yalnızca veri yönlendirmekle kalmaz; aynı zamanda: Bu gelişmiş işlevler yönlendiricileri yalnızca ağ katmanının değil, uygulama katmanına kadar pek çok alanda işlevsel hâle getirmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9014", "len_data": 2840, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.61 }
Abant Gölü, Bolu ilinin Mudurnu ilçesindeki bir heyelan set gölüdür. Bolu'nun 35 kilometre güneybatısında, yaklaşık 1350 metre yükseklikte konumlanan göl, 125 hektarlık bir alan kaplar. Suları tatlı olan gölün en derin yeri 18 m'dir. Göl ile çevresi 9 Haziran 2022'de millî park olarak belirlenmiş, Türkiye'nin 48. millî parkı olmuştur. Oluşumu. Abant Gölü yeraltında meydana gelen tektonik çöküntüler sonucunda büyük taş bloklarının vadiyi doldurmasıyla oluşmuştur. Deniz seviyesinden yüksekliği 1328 m. yüzey genişliği 1.25 km² olup maksimum 18m. derinliktedir. Tektonik kökenli göl Kuzey Anadolu fay hattında bulunmaktadır. Abant Gölü'nü dağlardan gelen kar suları ve bir iki küçük dere beslemektedir. Gölden dışarı taşan temiz ve doğal su Dirgene Çayı'dır (Atıcı ve Obalı 2002). Abant Gölü çevresinde sıralanan dağların zirveleri tabiat parkının sınırlarını oluşturmaktadır. Tabiat parkının en yüksek noktası 1794m. ile Erenler Tepesi iken en düşük noktası 1328m. ile Abant Gölü seviyesidir (OBM, 1991). Abant gölü kış aylarındaki hızlı hava soğumaları nedeni ile kıyıdan başlayarak tamamen donmaktadır Özellikleri. Abant Gölü, Batı Karadeniz bölümü dağlarının ikinci sırasını oluşturan, Abant ve Keremali dağları üzerinde yer alır. Abant Deresinin, vadisinde oluşan bir heyelan gölü oluşturmuştur. Göl çevresinde 1400-1700 metrelere varan tepeler yer alır. Gölden çıkan fazla sular Abant Deresi ile Bolu Çayına dökülür. Göl birkaç kaynak suyu, iki-üç kısmen devamlı olan akarsu ve özellikle de kar ve yağmur suları ile beslenmektedir. Göl ve çevredeki 1196 hektarlık alan Tabiat Parkı olarak işletilmektedir. Göl derinliklerinin görülebileceği kadar durudur. Flora ve fauna. Abant Gölü Tabiat Parkı "Fagus orientalis" ve "Abies nordmanniana bornmuelleriana" ile kaplıdır. Bunların yanı sıra "Pinus sylvestris", "Buxus sempervirens"de bulunur. "Ornithogalum pascheanum" ve "Poa asiae-minoris" sadece bu alanda yetişir. "Crocus abantesis", "Dactylorhiza bythinica", "Dactylorhiza nieschalkiorum", "Lythrum anatolicum" (CR), "Ornithogalum pascheanum" (EN), "Paronychia chionaea", "Poa asiane-minoris", "Taraxacum aznavourii" ve "Taraxacum mirabile"de (VU) alan içinde bulunan türlerdendir. Türkiye'ye endemik "Muscardinus avellanarius abanticus" ve Bolu'ya endemik "Salmo trutta abanticus" (VU) alan için yaşar. "Aquila chrysaetos", "Bubo bubo", "Dendrocopos medius", "Dendrocopos syriacus", "Falco peregrinus", "Ficedula semitorquata", "Lullula arborea", "Picus canus", "Sitta krueperi", "Sorex satunini", "Triturus karelinii", "Emys orbicularis", "Erebia medusa" (VU), "Euphydryas aurinia" (VU), "Glaucopsyche arion" (EN), "Muschampia proteides" (EN), "Pseudophilotes bavius" (EN), "Pseudophilotes vicrama" (VU), "Tomares nogelli" (EN), "Leucorrhinia pectoralis", "Parnassius apollo" (VU) ve "Zerynthia caucasica"da (VU) bu alanda görülebilir. Alan Kullanımı. Abant gölü İstanbul-Ankara karayoluna oldukça yakın olması nedeniyle yoğun olarak kullanılmaktadır. Gölün etrafında oteller ve restoranlar mevcuttur. Göl çevresi eğlence, dinlenme, spor, avcılık ve piknik yapmaya uygundur. Kamp alanları mevcuttur. Gölü çevreleyen asfalt yol gezinti amacıyla kullanılır. Dört adet günübirlik piknik alanı yer alır. Samat yaylası yakınlarında günde 330 çadırın kullanabileceği kamp alanı bulunur. Çevredeki alıç, böğürtlen, kuşburnu, çilek, mantar ve dağ çilekleri gibi bitkilerden yararlanılır. Göl çevresinde alabalık ve geyik üretim istasyonları yer alır. Alabalık yavruları göle bırakılır. Geyikler yetiştikten sonra doğaya bırakılır. Ulaşım. İstanbul-Ankara arasındaki D-100 karayolunun 203. km'sinden ayrılan Ömerler köyü sapağından, 22 km'lik asfalt yolla ulaşılmaktadır. Taşkesti beldesi içinden ayrılan yolla, Abant'a ulaşmak mümkündür. Bu yol yeni asfaltlanmış olup, güneybatı yönünden alana ulaşım sağlar. Nallıhan, Mudurnu üzerinden güneyden göl alanına ulaşılır. Gölün bazı merkezlere uzaklığı şu şekildedir;, İstanbul 258 km, Ankara 225 km, Düzce 60 km, Bolu 33 km, Mudurnu 20 km. Abant gölünün Ankara'ya yaklaşık uzaklığı 2 saat kadardır. Dış bağlantılar. __İÇİNDEKİLERZORUNLU__
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9015", "len_data": 4089, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.42 }
Web arama motoru veya internet arama motoru, web'de sistematik bir şekilde internet kullanıcılarının istedikleri bilgilere anında erişebilmek için sıkça kullandıkları bir yazılım türüdür. Birincil işlevi internette veya internetin bir kısmında bulunmuş olan verileri bir araya getirmek ve raporlamaktır. Arama sonuçları genellikle satırlara ayrılmış sonuç sayfaları şeklinde sunulur. Bulunan bilgiler arasında web sayfası bağlantıları, görseller, videolar, infografikler, yazılar, akademik makaleler ve diğer dosya türleri yer alabilir. Arama motoru, çıktı olarak elde edilmiş kayıtlar ve bilgilerin hepsini birbiriyle karşılaştırarak sorgulayan, bir sorgunun kabul edilebilmesi için gerekli faaliyetleri gerçekleştiren, elde edilen verilerin performanslarının en yüksek olmasını amaçlayan bir sorgulama ve bulma mekanizmasıdır. Bazı arama motorları, veri tabanlarında ve kamuya açık dizinlerde bulunan bilgileri de indeksler. Bu noktada toplanan veriler, web sitesi URL'sini, web sitesinin içeriğini açıklayan bazı anahtar kelimeleri veya anahtar kelime gruplarını, web sayfasını oluşturan kod yapısını ve web sitesinde verilen bağlantıları içerir. Arama motorları, insanlar tarafından derlenen web dizinlerinin aksine, "örümcek" denilen botlar tarafından toplanan bilgileri belirli bir algoritma yardımıyla gerçek zamanlı olarak yansıtabilirler. Ve de günümüzde World Wide Web ile çok iyi bir hale gelen arama motorları, giderek profesyonelleşmeye devam etmektedir. Tarihi. İlk arama motoru 1990 yılında bir üniversite öğrencisi olan Alan Emtage tarafından Archie adıyla kuruldu. İngilizce "archive" kelimesinden türemiştir. Bu arama motoru insanların aradıkları dosyaları bulmaya çalışıyordu. Popüler olmaya başladığında Minnesota Üniversitesi'nden Mark P. McCahill, "www.archie.com"un karşısına 1991'de Veronica (Very Easy Rodent-Oriented Net-wide Index to Computerized Archives)'yı çıkardı. Çok geçmeden aynı amaçla Jughead (Jonzy's Universal Gopher Hierarchy Excavation And Display) de kuruldu. İkisi de Dosya aktarım iletişim kuralı çerçevesinde çalışıyordu. Haziran 1993'te Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Matthew Gray, bir indeks adı oluşturmak için kullanılan ve "Wandex" adıyla anılan ilk internet botunu üretti. Sonra Kasım 1993'te kurulan ve internet botu olmayan Aliweb arama motoru, web sitelerinin bilgilerini kullanarak oluşturulmuş ilk arama motoru oldu. Aralık 1994'te web sayfalarını bulmak amacıyla kendi içerisinde dizin oluşturan ve tasarlanan sorgu programına arayüz ve bir web formu olarak kullanılabilen JumpStation arama motoru oluşturuldu. Bir ilk olan "tam metin" (full text) tarayıcı arama motoru olan WebCrawler, 1994 yılında Crawler tabanlı tarama özelliği olan ilk ticari arama motoru WebCrawler Washington Üniversitesi'nde geliştirildi. Önceki arama motorlarının aksine; herhangi bir web sayfasını, her kelimesi için herhangi bir kullanıcının aramasına izin veriyordu. Ayrıca yine 1994 yılında Carnegie Mellon Üniversitesi'nden Dr. Michael Mauldini tarafından üretilip satışa çıkan Lycos, büyük bir ticari çaba oldu. Kısa bir süre sonra; Magellan, Excite, Infoseek, Inktomi, Northern Light ve AltaVista dahil pek çok arama motoru internet ortamında görücüye çıktı ve popülerlik için birbiriyle yarıştı. Ancak bunların içinde bulunan, David Filo ve Jerry Yang'ın kurduğu Yahoo!, insanların ilgisini diğerlerinden çok çekerek web sayfalarını bulmanın en popüler yolu olarak kullanılan arama motorları arasında yer aldı. Arama motorlarına 1990'ların sonlarına kadar büyük çapta bir yatırım yapılmadı. Ancak o yıllardan itibaren büyük şirketler ortaya çıkan bu yeni arama motorlarından kazanç elde etmeye başladı. 1998 yılında Google'ı kuran Larry Page ve Sergey Brin, PageRank adlı teknolojilerini satmak istediler ancak alıcı çıkmadı. İnternet ağındaki her sayfayı puanlayan bu sistem; o sayfaya ne kadar çok link verildiyse ve link veren yerlerin puanı ne kadar çoksa, söz konusu sayfaya da o kadar çok puan verme mantığına dayanıyordu. Google'ın sahipleri bu teknolojiyi satamayınca büyüme kararı aldılar ve 35 milyon dolar yatırım kredisi de alınca 1999'da Google Search'ü kurdular. 2000'li yıllarda öne çıkan Google arama motorunun ardından kısa sürede gelişip 2000 yılında Google Araç Çubuğu çıkaran ekip, 2004 yılında kütüphanelerdeki binlerce kitabı Google Book Search adıyla aramaya açtı ve 1 GB kapasite ile Google Mail yani Gmail hizmetini başlattı. Google 2007'nin sonları itibarıyla, en popüler web arama motoru olarak dünya çapında tanınıyordu. Bu alanda ABD'li şirketlerin (Google, Bing, Yahoo vd.) hakim olmasına karşı, zamanla bazı ülkelerde alternatif arama motorları da ortaya çıkmaya başladı: Yandex (Rusya), Baidu (Çin), Seznam (Çekya), t-online (Almanya), Virgillio (İtalya), Vinden (Hollanda), Naver ve Daum (Güney Kore), Vuhuv (Türkiye). Fakat bunlar ABD'li şirketlerin pazar payını yakalamayı ve geçmeyi şimdiye dek ancak Rusya, Çin, Çekya ve Güney Kore'de başarabildiler. Arama Motoru olarak Google. Google 1998 yılında kendi algoritmasını geliştirerek daha güvenilir ve daha hızlı sonuçlar getirebilen bir arama motoru olma iddiasıyla mevcut arama motorlarına rakip olarak piyasaya sürülmüştür. Google sadece sitelerde geçen kelimeleri endekslemekle kalmayıp, diğer sitelerin o siteye verdikleri link, insanların siteye bağlanma sayısı gibi verileri de kullanarak, listelenen sonuçların daha güvenilir olmasını sağlamaya çalışmıştır. Kurulduğu günden bu yana Google endeksleme algoritmasını sıklıkla güncelleyerek, daha hızlı ve daha güvenilir sonuçlar sağlamaya yönelik iyileştirmeler yapmaktadır. Google, bugün kullanıcıların İnternet üzerinden arama yapmak için en çok kullandığı araç konumuna gelmiştir. Pagerank. İnternette bilgiye ulaşmada en hızlı ve önemli olan arama motorları kullanımı üzerine yapılan çalışmalar kullanıcıların arama sonuç sayfalarının ilgilenme oranının çok azaldığını göstermiştir. Web sitesi sahipleri için de site linklerinin sonuç sayfalarında ilk sırada olması daha çok site ziyaretçisi anlamına gelir. Web sitelerinin ziyaretçi trafiğini artırmak için sitelerinin linklerinin arama motoru tarafından hızlıca dizine indekslenmesini sağlayan ve indekslenen linklerin, arama motorlarının kısaca ulaşmasını sağlar. PageRank bir internet sayfasının önemini, kendisine kaç bağlantı verildiğine ve bu bağlantıların önem  düzeyine bakarak değerlendiren Google'ın temel algoritmasıdır. PageRank, bir kullanıcı davranış modeli olarak düşünülmüştür. Burada kendisine rastgele bir internet sayfası verilmiş ve sayfadaki bağlantıları tıklayıp, asla geriyi tıklamayan, ancak sonunda sıkılıp, başka bir rastgele sayfadan devam eden bir rastgele sörfçü varsayılmıştır. Bu rastgele sörfçünün bir sayfayı ziyaret etme olasılığı PageRank sayesinde oluşturulur ve kendine yeni bir yol çizer. Arama Motoru Optimizasyonu (SEO). Arama motoru optimizasyonu, arama motorlarının içeriğinizin kullanıcılarının ihtiyaçlarını alakalı arama sorguları için karşıladığına inanmasını sağlayacak bir biçimde bilgi yayınlama sanatı ve bilimidir. “Arama Motoru Optimizasyonu”, web sitesinin, bilinen aramalar için arama motorlarındaki (başta Google olmak üzere) sonuçlarda, birinci sıralarda ve birinci sayfada yer alabilmesi için yapılan işlemlerdir. İnternet kullanıcılarının %90'ı arama motorlarını, çevrimiçi bilgiye ulaşabilmek amacıyla kullanmaktadır. Bu nedenle de internet sayfasının arama motorundaki en iyi 20 sonuçtan biri olması bulunabilirlik açısından çok önemlidir. Spor kulübü mağazalarının rakipleri olması nedeniyle arama motoru sonuçlarında web siteleri daima öncelikli olarak yer almaktadır. Bu, web sitenizin tüm unsurlarının yüksek arama motoru sıralaması elde etme hedefi ile oluşturulduğu anlamına gelir. Bu öğeler şunları içerir: Giriş ve çıkış sayfaları Sayfa başlıkları Site içeriği Grafikler Web sitesi yapısı Bununla birlikte, bu öğelere ek olarak, anahtar sözcükler, bağlantılar, HTML ve meta etiketleme gibi şeyleri de göz önünde bulundurmanız gerekir. Sayfanızın tüm öğelerini arama motoru dostu olacak şekilde optimize ettikten sonra bile dikkate alınması gereken başka şeyler vardır. Örneğin, web sayfalarınızda tüm doğru tasarım unsurlarına sahip olabilir ve yine de nispeten düşük bir arama motoru sıralamasına sahip olabilirsiniz. Reklam kampanyaları ve güncelleme sıklıkları gibi faktörler de SEO çabalarınızı etkiler. Bütün bunlar, arama motoru optimizasyonu kavramının tek bir öğeye dayanmadığını gösterir. Bunun yerine, arama motoru optimizasyonu birçok unsur ve stratejiye dayanmaktadır. Ve bu, web sitesi yayınlandıktan sonra iş bitmez ve sürekli olarak devam eder. SEO, web sitenizin oluşturduğu trafiği en üst düzeye çıkarmak için yaşayan, nefes alan bir kavramdır ve çünkü bu, sürekli hareket eden bir hedef olduğu anlamına gelir. Kısaca arama motoru optimizasyonu, arama motorunun birçok seçenek arasından gerekli bilgileri bulmasını sağlamak, daha optimize edilmiş verileri bulmasına yardımcı olmaktadır. Web arama motorlarının algoritmalar aracılığı ile kullanıcı yerine karar verme mekanizması ise "Bilişimsel Erişim" veya "Makine teknolojisi" olarak adlandırılır. Başka bir deyişle verilerden bilgi madenciliği yapmaktır. Arama motoru optimizasyonu (SEO) çok genel bir terimdir. Hepsini bir anda anlamak biraz güçtür. Arama motoru optimizasyonu, aslında web sitenizi arama motoru sıralamalarınızı en iyi seviyeye çıkarmak için kullanılan tasarım bilimidir. Arama Motoru Optimizasyonu, site içi ve site dışı diye ikiye ayrılır. Site içi SEO için yapılması gereken işlemler vardır. Bunlar: Özgün içerikler, seflink yapısı, title (başlık) kullanımı, description (açıklama), h etiketleri, sayfa yüklenme hızı vb. İşlevleri ve Çalışması. Robot internet üzerinde bulunan web sitelerini, sitelerin birbirlerine verdiği bağlantıları kullanarak otomatik olarak gezer ve bu sayfa içeriklerini saklar. Bu içerik daha sonra indekslenerek hızlı bir şekilde aranabilir hale getirilir. Kullanıcı arabirimi ise bu oluşturulan indeksin aranmasını sağlar. Bazı Arama Motorlarına site sahipleri, sitelerinin var olduğunu bunlara kayıt yaparak bildirirler. Bu işlem, sitelerin arama motorlarında daha kolay bulunmasını ve indekslenmesini sağlar. Bunlara ek olarak İnternet'te milyonlarca Web sayfası içinde aranan bir bilgiyi bulmayı kolaylaştırmak için çok hızlı ve çok yüksek kapasiteli sunucularla Web sayfalarındaki metinleri endeksleyen servisler (Web siteleri) bulunur. Bunların arama dizini (directory), arama motoru (search engine) veya metasearch gibi farklı türleri olabilir. Arama dizini bilgileri kategoriler halinde sıralar, seçme bilgiler vardır, site sahiplerinin gönderdiği özet bilgi içinde arama yapılır. Arama motoru, aranan sözcükleri içermesi koşuluyla her tür siteyi kullanıcının karşısına getirir. Metasearch, birden fazla arama motorunda arama yapan sitelere verilen addır. Bu arama sayfalarında, Arama (Search) satırına istenen bilgileri bulmakta kullanılacak kilit sözcükler girilerek ve Search (Ara) düğmesine tıklatılarak; bu sözcüklerin geçtiği Web sitelerinin adresleri liste halinde ekrana gelir. Ancak bu arama motorları da kullanıcının karşısına bu sözcüklerin geçtiği ilgili veya ilgisiz binlerce sayfa getirebilir. Arama motoru teknolojisinde günümüzde genel amaçlı arama motorlarının yanında belli bir alana yoğunlaşmış arama motoru örnekleri türemektedir. Belli bir alana yoğunlaşmış arama teknolojisine Dikey arama adı verilmektedir. Arama Motoru Mimarisi. Arama motorları mimarisi iki temel süreçten oluşur. Bunlar indeksleme süreci (indexing process) ve sorgulama sürecidir (query process) . İçerik bölümü aramanın yapılabilmesi için yapıyı inşa ederken, sorgulama süreci de sorgulama için bu yapıyı kullanır. Kullanıcı da sorgusuyla bu dokümanlardan sorgusuna en uygun sıralama listesini elde eder. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi yapı iki bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm sorgulamadan bağımsız (query-independent) çalışırken ikinci bölüm kullanıcının girdiği değere göre, yani sorguya bağımlı bir şekilde çalışmaktadır. Tarama Modülü. Bu bölüm öyle bir yazılım barındırır ki, bu yazılım web dokümanlarını tarar ve gerekli bilgileri toplayıp analiz eder. Bu işi yaparken kendine çeşitli alanlarda çalışabilecek örümcekler (spiders) üretir. Google, 2021 yılında yayımlanan Multiple Unified Model (MuM) ile birlikte yeni tarama ve anlamlandırma modelleri hakkında büyük bir adım atmıştır. Sayfa Deposu. Bu bölüm tarama motorundan gelen malzemeleri karşılar. Örümceklerin taradığı web sayfaları bu bölümde depolanır ve indeksleme modülüne gidene kadar bu bölümde kalırlar. İndeks modülü. İndeks modülü sayfa deposundan aldığı sıkıştırılmamış içeriği, yani web sayfalarını, belli indekslere gönderilmek üzere sıkıştırır. Bu bağlamda indeks modülünün aramada rahatlık sağlaması için hem zaman açısından hem de alan oluşturma açısından etkili olması gerekir. İndeks modülü indeksler bölümünü oluşturduğu için, bir düzen içinde çalışması gerekir. Yani indeks modülü indeks bölümünü oluştururken yeni gelen sayfaların veya var olan sayfaların güncellemelerini hesaba katarak indeks bölümünü oluşturması gerekir. İndeksler. İndeks bölümü web sayfaları hakkında sıkıştırılmış bilgileri saklar. Birçok çeşit indeks türü vardır. Örneğin içeriği, terimleri, başlıkları vb. tutan “içerik indeksi (content index)” ki bu içerikler sıkıştırılmış formda dönüştürülmüş dosyalarda (inverted file) bulunur, ilgili web sayfasında geçen link bağlantılarını ve link yapılarını sıkıştırılmış biçimde tutan “yapı indeksi (structure index)” ve özel amaçlar için oluşturulmuş “özel amaçlı indeksler (special-pupose indexes)” bulunur. Sorgulama Modülü. Sorgulama modülü kullanıcıdan aldığı girdiyi, arama motorunun anlayacağı dile çevirerek sorgunun cevaplanmasını sağlar. Bunu yaparken çeşitli içerik indekslerine başvurur. Mesela içerik indeksine başvurur ve dönüştürülmüş dosyalardan sorgu ile ilgili web sayfalarını bulur. İlgili web sayfaları bulunduktan sonra, bu web sayfalarını sırlama modülüne göndererek sırlamanın gerçekleştirilmesini sağlar. Sıralama Modülü. Arama motorlarının en can alıcı bölümü olan sıralama modülü, sorgulama modülünden kendisine gelen ilgili web sayfalarını en ilgiliden en ilgisize doğru sıralayarak, kullanıcı arayüzüne gönderir. Bu görevi yerine getirirken olabildiğince etkili yani kaliteli ve hızlı olması gerekir. Bir arama motorunun hızlı ve kaliteli olması için, ilk başta iyi bir indeksleme tekniği ve iyi bir sıralama algoritması kullanması gerekir. Sıralama modülü de bunu gerçekleştirmek için bilgiyi elde etme modellerini kullanarak aldığı web sayfalarını sıralar. Arama Motorları ve Dizinler. Tüm büyük arama motorlarının bazı sınırlı editoryal inceleme süreci vardır, ancak büyük arama motorlarındaki alaka düzeyinin çoğu, web'deki bağlantı grafiğinin gücünden yararlanan otomatik arama algoritmaları tarafından yönlendirilir. Aslında, TrustRank gibi bazı algoritmalar, bir arama motorunun editör inceleme ekibinin çoğunu üstlenmesini gerektirmeden web grafiğini güvenilir kaynak sitelere doğru yönlendirir. Bu nedenle, daha zarif arama motorlarından bazıları diğer sitelere bağlananların özünde editör gözden geçirenler olarak bağlantılarıyla oy kullanmalarına izin verir Dizinler, ölçeklenebilirlik eksiklikleri ve her bir listeyi oluşturmak ve listelenen web sitelerinin kalitesini periyodik olarak kontrol etmek için gerekli insan girdisi nedeniyle bakımı çok daha maliyetli ve ve zaman alıcıdır. Genel dizinler, büyük ölçüde uzman dikey dizinlere, geçici haber sitelerine (bloglar gibi) ve sosyal yer imi sitelerine yol açmaktadır. Ek olarak, az önce bahsettiğim bu üç yayınlama biçiminin her biri, genel dizinlere olan ihtiyacı (ve kârlılığı) daha da azaltan büyük arama motorlarının alaka düzeyini artırmaya yardımcı olur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9016", "len_data": 15687, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.56 }
Brüksel (; ) veya resmî adıyla Brüksel Başkent Bölgesi (; ), Belçika'nın başkenti ve üç federal bölgesinden biridir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. Brüksel büyükşehrine bağlı 19 belediyenin (Fransızca: Communes, Felemenkçe: Gemeenten) toplam nüfusu 1.191.604'tir (2017). Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu ve gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus) miktarı da göz önüne alındığında toplam kapsamlı nüfusun birkaç milyona çıktığı hesaplanmaktadır. Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmî organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşiktir. Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden Avrupa Birliği veya Avrupa başkenti olarak gösterilir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel'dedir. Nüfusun çoğunluğunun anadili Fransızcadır (%80). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman bölgesinden gelmiş ve Felemenkçe konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden Brüksel (aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir Fransız adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmî dil Fransızca ve Felemenkçe'dir ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur. Belçika vatandaşlığını edinmek diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan itibaren kayda değer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta genellikle vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve üçüncü nesiller içinde, başta Faslılar, ardından, aşağı yukarı denk sayıda, çoğu Emirdağ kökenli Türkler ve eski bir Belçika sömürgesi olan Kongo'lu Afrikalılar köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar. 1970'lerden itibaren özellikle AB resmî kurumlarının sağladığı iş imkânları nedeniyle yabancı kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir topluluk da eklenmiştir ve sayıları artmaktadır. Brüksel nüfusuna bu yollarla dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun %28.5'ini oluşturduğu hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arz eden bu süreç sonrasında son 30-40 yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş kent yoktur denilebilir. Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza eder, buralara adeta 'çekilir'ken, Faslı, Türk ve Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve çalışanları mahallesi oluşmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9021", "len_data": 2679, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.49 }
Cthulhu, Howard Phillips Lovecraft'in yarattığı Cthulhu Mitosu'ndaki Yüce Eskiler'den () biridir. Cthulhu'nun devasa boyutları ve ima ettiği dehşet ilk akla gelen özellikleridir. Cthulhu ilk olarak Lovecraft'ın "Cthulhu'nun Çağrısı" () (1928) isimli kısa hikâyesinde görünmüştür. Cthulhu'nun Çağrısı. Cthulhu'nun detaylı betimlemeleri heykelleri baz alınarak yapılmıştır. Hikâyede ilk görünen heykel "aynı anda bir ahtapotun, bir ejderin ve bir insan karikatürünün resimleri […] etli, duyargalı bir kafa gelişmemiş kanatlı, grotesk ve pullu bir bedenin üstünde duruyordu; ancak onu şok edici kadar korkutucu yapan bütün genel hatlarıydı." şeklinde tanımlanmıştır. Bir polis baskını sonrasında el geçirilen heykel "Belirsiz antropoit hatlarına sahip bir canavar […] ancak ahtapot benzeri ve suratı duyargalarla dolu bir kafaya, pullu lastiksi görünüşlü bir bedene, ön ve arka bacaklarında çok büyük pençelere ve sırtında uzun, dar kanatlara sahipti." şeklinde anlatılmıştır. Cthulhu'nun kendisi sonunda göründüğünde, ""yaratık bütün tanımlamaların ötesindeydi […] yürüyen ya da tökezleyen bir dağdı O" diye betimlenmiştir ve "gevşek pençeler""e sahip olduğu söylenmiştir. Cthulhu'nun Arabistan merkezli dünya çapında bir mezhebi vardır. Mezhep liderlerinin Çin dağlarında oldukları ve ölümsüz oldukları söylenmiştir. Yüce Eskiler'in şekilli oldukları ama et ve kandan değil, madde diye tanımlanamayacak bir şeyden var oldukları, yaşamadıklarını ama ölü de olmadıkları, Cthulhu'nun büyülerinin hepsini koruduğunu ve "yıldızlar uygun konuma geldiklerinde" yeniden dünyaya çıkacakları, Mezheb'in görevinin yıldızlar doğru konuma geldiklerinde Yüce Eskiler'i serbest bırakmak olduğu ve Yüce Eskiler'in telepatik olup insanların rüyalarıyla oynayarak Cthulhu mezhebini kurdukları bilgilerini verir polisin sorguladığı Yaşlı Castro isimli bir mezhep üyesi. Mezhebin baz aldığı bir de kitap vardır Necronomicon adında. Necronomicon Deli Arap Abdül Alhazred tarafından yazılmıştır ve "pek çok tartışmalara yol açmış" olan "Sonsuza kadar yatabilen ölü değildir, ve tuhaf uzak zamanlarda (İng. ) ölüm bile ölebilir." dizelerinden bahsedilir. Mezhep ayrıca bilinmeyen bir dilde söylenen şu formülü tekrar eder: "Ph'nglui mglw'nafh Cthulhu R'lyeh wgah'nagl fhtagn", çevirisi ise aşağı yukarı "R'lyeh'deki evinde ölü Cthulhu düş görerek bekliyor"dur. Lovecraft'ın diğer yazılarında. Cthulhu'nun ayrıca "Deliliğin Dağlarında", "Dunwich Korkusu", "Karanlıkta Fısıldayan" ve "Innsmouth Üzerindeki Gölge"'de bahsi geçer. Inssmouth Üzerindeki Gölge'de ise Cthulhu'nun ayrıca "Deep One" isimli insan-kertenkele-balık kırması yaratıklar tarafından da tapıldığı öğrenilir. Diğer. "Cthulhu Mitosu" ismi Lovecraft'in ölümünden sonra yazılarının basılmasını ve tanıtılmasını sağlayan arkadaşı August Derleth tarafından (HPL'nin ölümünden sonra) bulunmuştur. Derleth'in kurduğu evrende ise Yüce Eskiler (kötü) ve Yaşlı Tanrılar (iyi) savaşmaktadır, Derleth'in bu enterpretasyonu çoğu Lovecraft hayranı tarafından "iyi kötüye karşı" senaryosu kurduğu için eleştirilir. Ayrıca Cthulhu Mitosu bir sürü yazar tarafından kullanılmış olan ve üzerine hikâye kurmak için çok kapsamlı bir evrendir. Cthulhu'nun (ve Mitos'un) ayrıca popüler kültürde müziklerden filmlere kadar çok büyük bir etkisi olmuştur. Müziklerde Metallica'nın yazdığı "The Call of Ktulu" (enstrümantal, Ride The Lightning albümünden), "The Thing That Should Not Be" (Master of Puppets albümünden), "Dream No More" (Hardwired...To Self Destruct albümünden) ve gotik-korku müzik grubu Nox Arcana'nın hazırladığı 21 parçalık "Necronomicon" albümü sayılabilir. Filmlerde ise Lovecraft'in bazı hikâyeleri direkt uyarlanmıştır (örn: Herbert West-Reanimator ve sessiz film ), bazen de Lovecraft temaları etki etmiştir (en ünlü örnek "" - Kötü Ruh/Şeytan'ın Ölüsü film serisidir, orada Necronomicon olayların başlama noktasıdır; uzak bir örnek ise hikâye işlenişi olarak Deliliğin Dağlarında ile benzerlik gösteren "Alien" - Yaratık'dır) ve ayrıca 'ın 14'üncü sezonunun 11, 12 ve 13'üncü bölümlerinde görülmüştür. Aralık 2023'te "The Call of Cthulhu" romanının James Wan tarafından beyaz perdeye uyarlanacağı açıklanmıştır. Cthulhu Mitosu oyunlara da uyarlanmıştır, özellikle rol yapma oyunu Call of Cthulhu olarak. Yine filmlerdeki gibi Lovecraft temalarından etkilenmiş bilgisayar oyunları vardır ( Terraria'dan 'e kadar), 2005 yılının korku oyunu " ve de son yıllarda çıkış yapan oyununda bu Mitostan etkilenmiş bir sürü örnek içinden sayılabilir. Cthulhu'nun ve öbür Mitos elementlerinin resimleri de yapılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9030", "len_data": 4548, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.24 }
Tenis, raket ve topla iki kişi arasında ya da ikişer kişilik iki takım arasında oynanan olimpik bir spordur. Oyuncular raketleri ile içi boş lastik bir tenis topunu ağ (file) üzerinden rakibinin sahasına (kort) atmaya çalışırlar. Kort toprak kort, çim kort ve sert kort türlerinde olur. Kurallar dahilinde en çok puanı alan oyuncu kazanır. Kökleri Orta Çağ Fransa'sında elle oynanan bir oyuna dayanan ancak bugünküne oldukça yakın şekilde 1800'lü yıllar İngiltere'sinde oynanmaya başlayan oyun, öncelikle İngilizce konuşulan ülkelerde yayılmıştır. Tenis bugün bir olimpiyat sporu olup, her seviyeden, her yaştan ve her ülkeden oyuncusu bulunmaktadır. Tenis dikdörtgen düz bir kortta genellikle beton (sert), kil (toprak), çim veya ahşap bir yüzeyde oynanır. Profesyonel teniste kortlar belirli ölçülere göre yapılmak zorundadır. Etimoloji. Tenis sözcüğünün kökeni Anglo-Fransızca "tenetz" (bekle ve yakala) sözcüğüne dayanır. Bu sözcük de aynı anlamdaki Fransız eskica "tenez" sözcüğünden gelir. 14. yüzyılda Fransız şövalyelerin bir topa avuç içi ile vurmak suretiyle oynadığı ve "avuç içi oyunu" olarak bilinen bir oyunda oyuncular birbirlerine tenetz! diye bağırırlardı. Bu nedenle izleyiciler zamanla oyunu bu nida ile özdeşleştirdiler. Kort. Profesyonel bir tenis kortu dikdörtgen şeklindedir ve 23,77m (78 feet) uzunluğunda, 10,97 m (36 feet) genişliğindedir. Tekler müsabakası için genişlik 8,23 m (27 feet)‘dir. Kort 1,07 metre (3 1/2 feet) yüksekliğindeki iki direğin üzerinden geçen çelik tel veya kordona asılmış ağ (net) ile ortadan ikiye ayrılmıştır. Ağ gergin olmalı, direkler arasını tamamen doldurmalı ve topun geçmeyeceği kadar sık dokunmuş olmalıdır. Ağın orta yüksekliği 0,914 m (3 feet) olup, fileyi tutan çelik telin üzerinden geçerek yere sabitlenen bir “orta bant” ile ağın yüksekliği ve gerginliği ayarlanır. Ağın üzerindeki çelik tel, bir bant tarafından (ağ bantı) örtülmüş olmalı, ağ bantı ve orta bant tamamıyla beyaz olmalıdır. Fileyle ilgili kurallar arasında şunlar yer alır: Kortların genişliğini belirleyen çizgilere sınır çizgileri denir. Bunların ortasındaki küçük işaretin adı ise çilekeş çizgisidir. Bu çizgilerin kalınlığı 5 cm dir. Alan Türleri. Beş ana türde kort vardır. Kortların yüzeyinde kullanılan malzemeye bağlı olarak her topun yüzeye sekmesindeki hızı farklıdır. Bu da iki kişilik oyunlarda oyunun seviyesini etkileyebilir. En bilinen beş kort türü şunlardır: Bazı oyuncular belirli yüzeylerde daha başarılı sonuçlar elde eder. Bu oyunculara başarılı oldukları kortun uzmanı (örneğin çim kort uzmanı) denilir. Toprak kortları "yavaş" olarak tanımlanırlar; çünkü top rakete gelene kadar hız kaybeder, ondan sonra oldukça yükseğe zıplar ve yere çarptıktan sonra ani bir hızlanma olur. Bunun sebebi toprak kortta oyuncuların "top-spin" vuruşları tercih etmeleridir. Toprak korttaki maçlar "winner" adı verilen sayı alan vuruşların daha zor olması sebebiyle daha uzun sürer. Sayılar genellikle oyuncuların "basit hatalar" denilen topun filede kalması ya da çizgilerin dışarı atılması sonucu alınır. Toprak kortlarında oynanan oyunlarda topun bıraktığı izler belirgindir. Sert ve çim kortlar daha "hızlı" yüzeylerdir. Bu hız yapıldıkları maddeye göre değişir. Bu yüzeylerin özelliği "kısa sıçrayışlar" dır. Bu kortlarda sert servis atan ve vuruşları sert olan oyuncuların avantajı vardır. Çim kortlarda topun sıçraması miktarı, çimin ne kadar sağlıklı ve ne sıklıkta biçildiğini gösterir. Normal bir puanlık oyun: Oyuncular veya çiftler nette karşılıklı bir biçimde durur. Bir oyuncu servisi uygular ve netin karşısındaki oyuncu(lar) yani rakip(ler)i alıcıdır. Servis kortun iki yarısı arasından değişir. Her bir puan için, servis atan kişi sınır çizgisinin arkasında, orta işaret ile yan çizgi arasında durur. Alıcı onun tarafındaki netten istediği yerde durabilir ama genellikle servis kutusunun arkasındadır. Alıcı hazırsa servisi atan kişi atar. Meşru olarak top nete değmeden, net üstünden rakibin çaprazdaki sahasına (service box) iner. Top eğer servis atarken dışarı çıkarsa "out" olur ve servisi atan kişi puan kaybetmiş olur. Kavramlar. Servis. Servis, bir oyuncunun elindeki topu havaya attıktan sonra raketle vurarak karşı sahaya göndermesidir. Servis şu şekilde icra edilir (sağ elini kullanan oyuncular için): 1- Raket ve top birbirine paralel şekilde elde hazır olur. 2- Doğru servis kutusuna geçilir ve top alından yukarı doğru yaklaşık 2 kol boyu yükseltilir. 3- Top raketle eş zamanlı olarak birbirinden ayrılırken sağ eldeki raket geriye doğru hareket ettirilir. 4- Dirsekten, yukarıya doğru yükselen topa, omuzdan kuvvet alarak vuruş uygulanır ve raket sol ayağa doğru indirilerek vuruş tamamlanır. Oyuncunun tek seferde iki servis atma hakkı vardır, ilk servisi atamadığında "Birinci hata" olarak nitelendirilir ve ikinci servis için atışı beklenir. İkinci servisi de atamadığı durumda ise puan karşı tarafın olur. Forehand. Forehand, raket tutan elin avuç içi karşıya (vuruş yönüne) gelecek şekilde yapılan vuruştur. Bu vuruşta kol gergin bir şekilde geriye çekilir. Bu esnada bacaklar birbirine paralel olacak şekilde hafif bükük durulur. Gerilen raket aşağıdan giderek hafif bükülmüş dizin tam önünde durur, topa vurulur. Backhand. Backhand vuruşunda geriye iki elle raket çekilir. Raket geriye çekildikten sonra raketin yüzü, karşıyı göstermelidir. Raket çekilirken dizler paralel bir biçimde hafif kırılmalıdır. Topa dizin biraz önünde raket iki elle vurulmalıdır. Raket topa vurulduktan sonra iki elle boyna çekilmelidir. Maç, set ve galibiyet. Teniste 4 sayı alan tenisçi bir oyunu, 6 oyunu kazanan tenisçi bir seti, 3 setin ikisini veya 5 setin üçünü kazanan oyuncu da maçı kazanmış olur. Bir taraf servis atarak oyunu başlatır. Kazanılan her sayıda oyuncunun puanı 15, 30, 40 ve "oyun" şeklinde artar. Sayı, topun rakibin sahasında kalması, rakibin topu hatalı atması, rakibin iki kere üst üste hatalı servis kullanması (çifte hata) gibi durumlarda kazanılır. Üç sayı alıp 40 puana erişen oyuncu, bir sayı daha kazanırsa, o set içinde 1 oyun kazanmış olur. Toplamda 6 oyun kazanan oyuncu, bir set kazanmış olur. Erkeklerin maçları genellikle 5 set ve kadın maçları 3 set üzerinden oynanır. Setlerin çoğunu kazanan oyuncu, galip gelir. Eğer oyun sırasında 40-40'lık bir eşitlik meydana gelirse oyun uzar bir sonraki sayıyı kazanan oyuncu sadece avantaj kazanır. Böyle bir durumda aynı oyuncu bir sayı daha kazanırsa oyunu alır. Sayıyı rakibi kazanırsa eşitlik durumu yeniden oluşur. Bir oyuncu iki sayı üst üste (avantaj + sayı) kazanıncaya kadar mücadele bu şekilde devam eder. Puan. Teniste Puanlama Sistemi aşağıdaki şekildedir. Topu rakibin sahasına atan oyuncu şu koşullarda 1 puan (sayı) kazanır: Rakip puan kaybeder. Top rakibin hava sahasına girdiğinde rakip oyuncu topun yerden sekmesini beklemek zorunda değildir, yani topu havada karşılayabilir. Veteran tenisi. Veteran tenis turnuvaları belirli bir yaşı geçmiş tenisçiler için düzenlenen turnuvalardır. Ayrıcalıklı bazı durumları ise şunlardır: Grand Slam kazanmış tenisciler. Bu listede yer alan tenisçiler, en az 5 Grand Slam turnuvası kazanmış olan tenisçileri göstermektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9031", "len_data": 7114, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.58 }
Stopaj (kaynaktan kesme), gelir vergisinde, özellikle maaş ve ücretlilerin vergi borçlarının ödenmesinde, gelir henüz sahibinin eline geçmeden verginin kesilmesini ifade eder. Stopaj, gelir veya kurumlar vergisine tabi bir kazanca ilişkin hasılatın ilgilisine ödenmesi aşamasında, ödemeyi yapanlarca, yasa ile belirlenmiş oranlar üzerinden ödeme tutarının bir kısmının tutulup, hasılatı elde eden adına ve onun peşin vergisi olarak vergi dairesine yatırılması şeklinde uygulanan vergileme yöntemi ve vergi güvenlik tedbiridir. Türkiye gibi beyan esasının geçerli olduğu vergi sistemlerinde stopaj istisna teşkil etmektedir. Stopaj ile tevkifat aynı anlama gelmekte olup tevkifat daha çok katma değer vergisi uygulamasında kullanılmaktadır. Stopaj nasıl hesaplanır? Bilindiği üzere Gelir Vergisi Yasası'nın 75/4. maddesi hükmü uyarınca yıllık ve özel beyanname veren kurumların indirim ve istisnalar düşülmeden önceki kurum kazancından hesaplanan kurumlar vergisi düşüldükten sonra kalan kısım menkul sermaye iradı olarak kabul edilmekte ve bu kısım kurumların halka açık olup olmaması koşuluna bağlı olarak kurum bünyesinde aynı yasanın 94/6-b maddesi uyarınca vergi tevkifatına tabi tutulmaktadır. Bakanlar Kurulu kararı ile bu konuda yapılması öngörülen vergi tevkifat oranı halka açık anonim şirketlerde %10, diğerlerinde ise %20'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9037", "len_data": 1337, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 3.66 }
Vergi, bir kamu otoritesinin vergiye tâbi olan bir alışveriş gerçekleştiren herkesten tahsil ettiği karşılıksız bir ödemedir. Vergi mükelleffiyeti, hem gerçek kişileri, hem de tüzel kişileri kapsar. Gelir elde etmek ikincil bir amaç olabilir. Ücretler ve katkı payları ise belirli görevler ve hizmetler için kullanılır. Kamu hizmeti yapmak durumunda olan devlet, bunu yaparken mal ve hizmet üretiminde bulunur. Gerekli üretim faktörlerini sağlarken kamu fonlarını kullanır. Bu fonlar içerisinde vergi gelirlerinin oranı yüksektir. Sanayileşmiş toplumlarda %100'e ulaşmaktadır. Devlet, belirtilen temel amaç dışında kamu faaliyetlerine paralel diğer bazı fonksiyonları da vergilere yükleyebilir. Bu arada gelir dağılımının kontrolü, piyasada fiyat istikrarının sağlanması gibi fonksiyonlar da kısmen vergiye yüklenebilir. Zorunlu ve karşılıksız. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, verginin niteliğinden ayrılamayan aynı zamanda, onu devletin diğer gelir türlerinden ayıran iki unsur vardır. Bunlardan birincisi verginin cebri (zorunlu) bir ödeme olması, diğeri karşılıksız bulunmasıdır. Vergi siyasi cebir altında tahsil edilmekte, yani kanunla konulmakta ve kanuna uyulması müeyyidelere (yaptırımlara) bağlanmış bulunmaktadır. Gerçekten devlet, bu kanunlara dayanarak vergi yükümlülüğünü tek taraflı olarak koymaktadır. Ekonomik birimin mükellef olarak vergileme faaliyetine katılması, devlete yardım, devletin işini kolaylaştırma anlamındadır; yoksa vergileme faaliyetinde "yetki paylaşma" anlamında değildir. Zaten bu faaliyete katılmanın şeklini de maliyetini de kanun düzenlemiş ve onu mükellef için yapılması zorunlu bir görev şekline sokmuştur. Verginin siyasi cebir altında alınması, mükellef bakımından ödenmesinin hukuken zorunlu olması nedeniyle, ödenmemesi halinde devlet zorla tahsil ya da cezalandırma yoluna gidebilir. Bu yüzden mükellefler vergiyi kendiliklerinden ödemekle zor yoluyla tahsilden ve ceza kovuşturmasından kendilerini korumuş olurlar. Verginin zora dayalı olarak alındığına bir örnek verecek olursak.Venediklilerde peruk takma döneminde bireyler peruk taktıklarında kendilerini soylular sınıfında sayarlardı. Bu nedenle peruk giymek isteyen bireyler o dönem için devlete Peruk Vergisi adı altında ödeme yapmak zorundalardı. Verginin amacı. Devlet, vergi adı altında çok çeşitli araçlar kullanmakta, daha doğrusu bireylerin ödeme gücünden, türlü fırsatlardan yararlanarak pay almaktadır. Bireylerin gelir elde etmesi, kurumların kazanç sağlaması, gelirlerin harcanması, istihsal ve satış nedenleriyle ya da miras ve hibe yoluyla malların el değiştirmesi, bir servete sahip olma, sahip olunan servetin değerinde artış görülmesi gibi olaylar, devletin vergi koymasının belli başlı fırsat ve nedenlerini oluşturmaktadır. Dolaylı ve dolaysız vergiler. Vergileri, değişik amaçlarla başka türlü gruplandırmak da mümkündür. Bunlar arasında özellikle verginin "dolaysız" ve "dolaylı" olarak iki büyük sınıfa ayrılması yaygındır. Bu ayrım iktisadi gücü temsil eden gelir ve serveti yakalamada "mutavassıt" bir olaya dayanılıp dayanılmamasına göre yapılmaktadır. Gelir veya servetin doğrudan doğruya vergilendirilmesinde dolaysız, bir olayın (örneğin harcamanın) bu gücün belirtisi sayarak vergilendirilmesi dolaylı sayılmaktadır. Verginin tarhı ve tahakkuku. Verginin önceden belirlenmiş oranlarda hesaplanmasına tarh denir. Tarh ve tebliğ edilen verginin ödenmesi zorunlu bir borç haline gelmesidir. Beyan üzerine tahakkuk olan vergiler tahakkuk fişi kesilip yükümlüye verildiğinde tahakkuk eder. Takdir yöntemiyle tarh edilen vergi, yükümlüye tebliğ edilip itiraz süresi dolunca tahakkuk etmiş olur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9041", "len_data": 3618, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 3.62 }
Karşıateş, itfaiyecilikte alevlerin sıçramasını önlemek ve böylece yangını durdurmak üzere, ormanın kimi bölümlerini yangın doğrultusunda yakmaya dayanan taktiktir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9044", "len_data": 164, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.24 }
Kalamar, 250'den fazla türle, kalamarların zoolojik takımı ("Teuthida") günümüz kafadanbacaklıları içindeki en büyük grubu temsil etmektedir. Gerçek mürekkep balığı (Sepiida), cüce mürekkep balığı (Sepiolida) ve kendi grubu Spirulida'yı temsil eden post sincap balığı ("Spirula spirula") ile birlikte mürekkep balıkları on kollu mürekkep balığı (Decabrachia) takımını oluşturur. Özellikleri. Kalamar, diğer kafadan bacaklılar gibi belirgin bir kafaya, çift taraflı simetrik bir yapıya, manto ve kollara sahiptir. Gözleri kafasıyla vücudunun tam ortasında yer almaktadır. Kalamarın büyük bölümünü iç organları koruyan ve kuvvetli şekilde su püskürterek kalamarın su içerisinde ilerlemesini sağlayan manto adındaki kalın bir kas örtüsü oluşturmaktadır. Ana gövdenin alt tarafında manto boşluğunun içine doğru uzanan bölümde iki adet solungaç, salgı ve üreme sistemleri bulunmaktadır. Mantoya tutturulmuş üçgen biçimli iki yüzgeç yüzmeyi ve suda süzülmeyi sağlamaktadır. Ancak bu yüzgeçler kalamarın suyun içerisinde hareket edebilmesini sağlayan ana unsur değildir. Manto içerisinde suyu sıkıştırıp sifon diye de adlandırılan bölümden suyu hızlı bir şekilde püskürterek geriye doğru yüzmeyi sağlar. Bu jet etkisi ile suyun dışında kısa mesafe de olsa uçarak ilerleyebilirler. Renk pigmentleri ile kaplanmış olan derisi bulunduğu ortama göre yeri geldiğinde av olmaktan kurtulmak, yeri geldiğinde avcı olabilmek için kalamarın renginin değişmesini ve ortama uyum sağlamasını kolaylaştırır. Tehlike anında kalamarın mürekkebi aceleyle kaçışını kamufle etmesi için yeterlidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9051", "len_data": 1571, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.8 }
James Monroe (28 Nisan 1758 - 4 Temmuz 1831), Amerikalı diplomat ve siyasetçi. Demokratik-Cumhuriyetçi Parti'den, 5. ABD başkanı seçilmiştir. 1817 - 1825 yılları arasında başkanlık yapmıştır. Monroe doktrini ile tanınır. 'Amerika Amerikalılarındır' deyişi ünlüdür. Başkanlık dönemi ülke içinde refah, dış ilişkilerde de bir barış dönemi olmuştur. 1823 yılında yayımladığı bir başkanlık mesajıyla, ABD'nin Avrupa sorunlarının dışında kalması ve Amerika'nın da Avrupa'dan gelebilecek etkilere kapatılması ilkelerini ortaya koymuştur. Bir çiftçinin oğlu olarak Virginia'da dünyaya geldi. Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında öğrenimini yarım bırakarak asteğmen olarak görev yaptı. Beş yıl sonra yarbay rütbesiyle ordudan ayrıldı. 1780 yılında Virginia Valisi Thomas Jefferson'un yanında hukuk öğrenimine başladı. O sırada Thomas Jefferson ile kurduğu arkadaşlık yaşamında büyük etki yaptı. 1782 yılında Virginia meclisine seçildi. 1790 yılında ABD Senatosu'na girdi. Başkan George Washington tarafından 1794 yılında Fransa'ya elçi olarak atandı. İki yıl sonra geri çağrıldı. 1803 yılından başlayarak yeniden bir dizi diplomatik göreve atandı. Başkan Thomas Jefferson tarafından Mississippi Irmağı ağzındaki Fransız topraklarının Fransa'dan satın alınmasını görüşmek için Paris'e gönderildi. Mississippi'nin batısından Kayalık Dağlar'a kadar uzanan geniş topraklar 15 milyon dolara Napolyon'dan satın alındı. Benzer bir görev için Madrid'e giden Monroe bu kez başarısız oldu. 1811′de yeniden Virginia valisi oldu. İki yıl sonra Dışişleri Bakanı olmak üzere valilikten istifa etti. 1814 yılında Savaş Bakanlığını da üstlendi. 1816 yılında Demokratik-Cumhuriyetçi Parti'den başkan adayı oldu. Federalist rakibinin karşısında, ezici bir zafer kazanarak başkanlığı kazandı. Başkanlığı sırasında ABD topraklarının genişlemesi sürdü. 1819 yılında Florida 5 milyon dolara İspanya'dan satın alındı. 1820 yılında yapılan başkanlık seçimlerinde bir eyalet dışında bütün eyaletlerde seçimi kazanarak yeniden başkan seçildi. İlk Yılları. James Monroe, 28 Nisan 1758'de, Virginia, Westmoreland County'nin ormanlık bir alandaki ailesinin evinde doğdu. Doğduğu yeri gösteren işaretin bulunduğu yer, bugün Virginia, Monroe Hall olarak bilinen tüzel kişiliğe sahip olmayan topluluktan bir mil uzaklıktadır. James Monroe Aile Evi, 1979'da Ulusal Tarihi Yerler Sicilinde listelendi. Babası Spence Monroe (1727–1774), marangozluk da yapan orta gelirli bir çiftçi ve köle sahibiydi. Annesi Elizabeth Jones (1730–1772) 1752'de Spence Monroe ile evlendi ve beş çocukları oldu: Elizabeth, James, Spence, Andrew ve Joseph Jones. Babasının büyük büyük babası Patrick Andrew Monroe, 17. yüzyılın ortalarında İskoçya'dan Amerika'ya göç etti ve Klan Munro olarak bilinen eski bir İskoç klanının bir parçasıydı. 1650'de Washington Parish, Westmoreland County, Virginia'da büyük bir arazinin resmi sahiplik belgesini aldı. Monroe'nun annesi; Galler'den göç eden ve yakınlardaki King George County, Virginia'ya yerleşen James Jones'un kızıydı. Jones zengin bir mimardı. James Monroe'nun ataları arasında 1700'de Virginia'ya gelen Fransız Huguenot göçmenleri de vardı. Monroe 11 yaşındayken ilçedeki tek okula kaydoldu. Çiftlikte çalıştığı için bu okula yılda sadece 11 hafta devam etti. Bu süre zarfında Monroe, eski bir sınıf arkadaşı olan John Marshall ile ömür boyu sürecek bir arkadaşlık kurdu. Monroe'nun annesi 1772'de ve babası da iki yıl sonra öldü. Her iki ebeveyninden köleler de dahil olmak üzere mülk miras almasına rağmen, 16 yaşındaki Monroe, küçük erkek kardeşlerini desteklemek için okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Çocuksuz dayısı Joseph Jones, Monroe ve kardeşlerinin velayetini aldı. Virginia House of Burgesses üyesi Jones Monroe'yu Williamsburg, Virginia'nın başkentine götürdü ve College of William and Mary'ye kaydettirdi. Jones ayrıca Monroe'yu Thomas Jefferson, Patrick Henry ve George Washington gibi önemli Virginialılarla tanıştırdı. 1774'te, On Üç Kolonide İngiliz hükûmetine muhalefet "Dayanılmaz Eylemlere" tepki olarak büyüdü ve Virginia, Birinci Kıta Kongresi'ne bir delegasyon gönderdi. Monroe, Virginia'nın sömürge valisi Lord Dunmore'a karşı muhalif eylemlere katıldı ve Vali Sarayına yapılan saldırıda yer aldı. Devrimci Savaş hizmeti. 1776'nın başlarında, kaydolduktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra Monroe, üniversiteden ayrıldı ve Kıta Ordusu'ndaki 3.Virginia Alayına katıldı. Yeni doğan ordu, subaylarında okuryazarlığa değer verdiği için Monroe, Yüzbaşı William Washington'un emrinde hizmet veren teğmen rütbesiyle görevlendirildi. Aylar süren eğitimden sonra, Monroe ve 700 Virginia piyadesi New York ve New Jersey kampanyasında görev yapmak üzere kuzeye çağrıldı. Virginialılar geldikten kısa bir süre sonra George Washington, New York City'den New Jersey'e ve ardından Delaware Nehri üzerinden Pennsylvania'ya doğru bir geri çekilme için orduyu yönetti. Aralık ayının sonlarında Monroe, Trenton Muharebesi'nde bir Hessen kampına sürpriz bir saldırı düzenledi. Saldırı başarılı olmasına rağmen, Monroe'nun savaşta atardamarı kesildi ve neredeyse ölüyordu. Sonrasında Washington, cesaretleri için Monroe ve William Washington'a teşekkür etti ve Monroe'yu yüzbaşılığa terfi ettirdi. Yaraları iyileştikten sonra Monroe kendi asker bölüğünü toplamak için Virginia'ya döndü. Savaşa katılımı John Trumbull'un 26 Aralık 1776'da Trenton'da Hessianların Yakalanması adlı tablosunda ve Emanuel Leutze'nin 1851 Washington Crossing the Delaware adlı tablosunda anıldı. Askerleri bölüğüne katılmaya ikna edecek servetten yoksun olan Monroe, amcasından onu cepheye geri göndermesini istedi. Monroe, General William Alexander, Lord Stirling'in kadrosuna atandı. Bu süre zarfında, savaşı dini ve siyasi zorbalığa karşı daha geniş bir mücadelenin parçası olarak görmeye teşvik eden Fransız gönüllü Marquis de Lafayette ile yakın bir dostluk kurdu. Monroe Philadelphia kampanyasında görev yaptı ve 1777-78 kışını Valley Forge kampında Marshall'la bir kütük kulübesini paylaşarak geçirdi. Monmouth Muharebesi'nde görev yaptıktan sonra, muhtaç Monroe 1778 Aralık ayında görevinden istifa etti ve Philadelphia'daki amcasına katıldı. İngilizler Savannah'ı ele geçirdikten sonra, Virginia yasama organı dört alay kurmaya karar verdi ve Monroe kendi komutasını almayı umarak ana eyaletine döndü. Washington, Stirling ve Alexander Hamilton'dan gelen tavsiye mektuplarıyla Monroe teğmen albay olarak bir komisyon aldı ve alaylardan birine liderlik etmesi bekleniyordu ancak işe alımın yine bir sorun olduğu kanıtlandı. Jones'un tavsiyesi üzerine Monroe, hukuk okumak için Williamsburg'a döndü ve Virginia Valisi Thomas Jefferson'un koruyucusu oldu. İngilizlerin Güney kolonilerine giderek daha fazla odaklanmasıyla, Virginialılar başkenti daha savunulabilir bir şehir olan Richmond'a taşıdılar ve Monroe, Jefferson'a yeni başkente eşlik etti. Virginia valisi olarak Jefferson, milislerinin komutasını elinde tuttu ve Monroe'yu albay yaptı. Monroe, Kıta Ordusu ve diğer eyalet milisleriyle koordinasyon sağlamak için bir haberci ağı kurdu. İlgilenen asker eksikliği nedeniyle hala bir ordu kuramayan Monroe, King George County'deki evine gitti ve bu nedenle İngiliz Richmond baskını için hazır değildi. Hem Kıta Ordusu hem de Virginia milislerinin çok sayıda subayı olduğu için Monroe, Yorktown kampanyası sırasında hizmet etmedi ve hayal kırıklığına uğrayarak Yorktown Kuşatması'na katılmadı. Andrew Jackson 13 yaşında bir milis biriminde kurye olarak görev yapmış olsa da Monroe, Kıta Ordusu'nda subay olarak görev yaptığı ve savaşta yer aldığı için Devrimci Savaş gazisi olan son ABD başkanı olarak kabul edilir. Monroe hizmetinin bir sonucu olarak, Cincinnati Cemiyeti'ne üye oldu. Monroe, Jefferson yönetiminde hukuk okumaya 1783'e kadar devam etti. Hukuki teori veya pratiğe özellikle ilgi duymadı, ancak "en acil ödülleri" sunduğunu ve servete, sosyal konuma ve siyasi nüfuza giden yolunu kolaylaştırabileceğini düşündüğü için bu konuyu ele almayı seçti. Monroe, Virginia barına kabul edildi ve Fredericksburg, Virginia'da uygulandı. Evlilik ve aile. 16 Şubat 1786'da Monroe, New York'ta Elizabeth Kortright (1768-1830) ile evlendi. zengin bir tüccar ve eski bir İngiliz subayı olan Hannah Aspinwall Kortright ve Laurence Kortright'ın kızıydı. Monroe onunla Kıta Kongresi'nde görev yaparken tanıştı. Long Island, New York'ta kısa bir balayından sonra Monroes, Kongre sona erene kadar babasıyla birlikte yaşamak için New York'a döndü. Daha sonra Virginia'ya taşındılar ve 1789'da Charlottesville, Virginia'ya yerleştiler. Charlottesville'de Ash Lawn – Highland olarak bilinen bir mülk satın aldılar ve mülke 1799'da yerleştiler. Monroes'in üç çocuğu vardı. Kölelik. Monroe, yasalara ve siyasete girmek için 1783'te küçük Virginia tarlasını sattı. Daha sonra çocukluk hayalini büyük bir tarla sahibi olma ve büyük bir siyasi güce sahip olma hayalini gerçekleştirdi.Çok daha fazla toprağa ve daha fazla köleye sahip olmasına ve mülk konusunda spekülasyon yapmasına rağmen, operasyonları denetlemek için nadiren sahadaydı. Denetçiler, üretime zorlamak için kölelere sert davrandılar ancak tarlalar zar zor dağıldı. Monroe cömert ve pahalı yaşam tarzından dolayı borçlandı ve sık sık onları ödemek için mülklerini (köleler dahil) sattı. Monroe'nun birçok kölesinin emeği, kızını ve damadını, iyi olmayan bir erkek kardeşi ve oğlunu desteklemek için de kullanıldı. İlk Siyasi Kariyeri. Virginia siyaseti. Monroe 1782'de Virginia Delegeler Meclisine seçildi. Virginia'nın Yürütme Konseyi'nde görev yaptıktan sonra Kasım 1783'te Konfederasyon Kongresi'ne seçildi ve Kongre Haziran 1784'te Trenton, New Jersey'de toplanana kadar Annapolis'te görev yaptı. Sonunda rotasyon kuralıyla o görevden emekli olduğunda toplam üç yıl hizmet etmişti. O zamana kadar, hükûmet New York City'nin geçici başkentinde toplanıyordu. 1784'te Monroe, Kuzeybatı'daki koşulları incelemek için Batı New York ve Pennsylvania'da kapsamlı bir gezi yaptı. Tur, onu Birleşik Devletler'in Britanya’ya bölgedeki görevlerini terk etmesi ve Kuzeybatı’nın kontrolünü ele geçirmesi için baskı yapması gerektiğine ikna etti. Monroe, Kongre'de hizmet verirken batı genişlemesinin savunucusu oldu ve Kuzeybatı Yönetmeliği'nin yazılması ve geçişinde kilit bir rol oynadı. Kararname, Pennsylvania'nın Batısı ve Ohio Nehri'nin kuzeyi bölgelerinin federal yönetimini sağlayan Kuzeybatı Bölgesini yarattı. Bu dönemde Jefferson, Monroe'ya akıl hocası olarak hizmet etmeye devam etti ve Jefferson'un yönlendirmesi üzerine, başka bir tanınmış Virginian, James Madison ile arkadaş oldu. Monroe, hukuk kariyerine odaklanmak için 1786'da Kongre'den istifa etti ve eyaletin avukatı oldu. 1787'de Monroe, Virginia Delegeler Meclisinde başka bir dönem için seçim kazandı. Maddelerde reform yapma arzusunda açık sözlü hale gelmesine rağmen, çalışma yükümlülükleri nedeniyle Philadelphia Konvansiyonuna katılamadı. 1788'de Monroe, Virginia Onaylama Sözleşmesi'nin bir temsilcisi oldu. Virginia'da, önerilen Anayasa'nın onaylanması için verilen mücadele, federalistler ve anti-federalistler arasındaki basit bir çatışmadan daha fazlasını içeriyordu. Virginialılar, ulusal hükûmette önerilen değişikliğin esası hakkında tam bir fikir yelpazesine sahiptiler. Washington ve Madison önde gelen destekçilerdi; Patrick Henry ve George Mason önde gelen rakiplerdi. İdeolojik mücadelede orta noktayı tutanlar, merkez figürler oldular. Monroe ve Edmund Pendleton liderliğindeki bu "değişiklikten yana olan federalistler", bir haklar bildirgesinin bulunmamasını eleştirdiler ve vergilendirme yetkilerinin merkezi hükûmete teslim edilmesinden endişe ettiler. Madison kendini tersine çevirip bir haklar bildirgesini kabul edeceğine söz verdikten sonra, Virginia konvansiyonu anayasayı dar bir oyla onayladı ancak Monroe kendisi aleyhte oy kullandı. Virginia, Anayasa'yı onaylayan onuncu eyaletti ve sonunda on üç eyalet de belgeyi onayladı. Senatör. Henry ve diğer anti-federalistler, Anayasayı kendisine verilen yetkilerin çoğunu ortadan kaldıracak şekilde değiştirecek bir Kongre seçmeyi umuyorlardı (Madison'ın ifadesiyle "kendi yetkisiyle intihar etmek"). Henry, Monroe'yu Birinci Kongre'de Meclis sandalyesi için Madison'a karşı seçti ve Virginia yasama meclisinin Monroe'yu seçmek için tasarlanmış bir kongre bölgesi çizmesini sağladı. Kampanya sırasında Madison ve Monroe sık sık birlikte seyahat ettiler ve seçim arkadaşlıklarını yok etmedi. Virginia'nın Beşinci Bölge seçiminde Madison, Monroe'nun 972 oyuna kıyasla 1.308 oy alarak Monroe'yu galip çıkardı. Yenilgisinin ardından Monroe yasal görevlerine döndü ve Charlottesville'deki çiftliğini geliştirdi. 1790'da Senatör William Grayson'un ölümünden sonra, Virginia milletvekilleri, Grayson'ın görev süresinin geri kalanına hizmet etmek için Monroe'yu seçti. George Washington'un başkanlığı sırasında ABD siyaseti, Dışişleri Bakanı Jefferson ve Hazine Bakanı Alexander Hamilton liderliğindeki Federalistler arasında giderek kutuplaştı. Monroe, Hamilton'un güçlü merkezi hükûmetine ve güçlü yöneticisine karşı çıkarken Jefferson'a sıkı sıkıya sarıldı. Demokratik-Cumhuriyetçi Parti, Jefferson ve Madison etrafında birleşti ve Monroe, Senatodaki yeni partinin liderlerinden biri oldu. Ayrıca 1792 seçimlerinde John Adams'a muhalefetin örgütlenmesine yardımcı oldu, ancak Adams, George Clinton'u yenerek başkan yardımcılığına yeniden seçildi. 1790'lar ilerledikçe, Fransız Devrim Savaşları ABD dış politikasına hâkim olmaya başladı ve İngiliz ve Fransız baskınlarının her ikisi de ABD'nin Avrupa ile ticaretini tehdit etti. Diğer çoğu Jeffersonian gibi, Monroe da Fransız Devrimi'ni destekledi, ancak Hamilton'un takipçileri Britanya'ya daha fazla sempati duyma eğilimindeydiler. 1794'te, her iki ülkeyle de savaştan kaçınmanın bir yolunu bulmayı uman Washington, Monroe'yu Fransa'nın bakanı (büyükelçisi) olarak atadı. Aynı zamanda, İngiliz düşmanı Federalist John Jay'i Britanya bakanı olarak atadı. Fransa Bakanı. Fransa'ya vardıktan sonra Monroe, cumhuriyetçiliği kutlayan konuşması nedeniyle Ulusal Kongre'ye seslendi. ABD ticaretinin Fransız saldırılarından korunması da dahil olmak üzere birçok erken diplomatik başarı yaşadı. Marquis de Lafayette'in karısı Thomas Paine ve Adrienne de La Fayette'in serbest bırakılmasını kazanmak için etkisini de kullandı. Monroe'nun Fransa'ya gelmesinden aylar sonra, ABD ve İngiltere, Jay Antlaşması'nı imzalayarak hem Fransızları hem de Monroe'yu kızdırdı - yayınlanmadan önce antlaşma hakkında tam olarak bilgilendirilmemişlerdi. Jay Antlaşması'nın Fransız-Amerikan ilişkileri üzerindeki istenmeyen etkilerine rağmen Monroe, ağzı İspanya tarafından kontrol edilen Mississippi Nehri üzerindeki ABD seyir hakları için Fransız desteğini kazandı ve 1795'te ABD ve İspanya, Pinckney Antlaşması'nı imzaladı. Antlaşma, ABD'ye New Orleans limanını kullanmak için sınırlı haklar tanıdı. Washington, Monroe'nun etkisiz, yıkıcı olduğuna ve ulusal çıkarları koruyamadığına karar verdi. Kasım 1796'da Monroe'yu geri çağırdı. Charlottesville'deki evine döndüğünde, çiftçi ve avukat olarak ikili kariyerine devam etti. Jefferson ve Madison, Monroe'yu Kongre'ye aday olmaya çağırdı, ancak Monroe bunun yerine eyalet siyasetine odaklanmayı seçti. 1798'de Monroe, Amerika Birleşik Devletleri Dış İlişkilerinde Yürütmenin Davranışının Bir Görünümü'nü yayınladı: 1794, 5 ve 6 Yıllarında Fransız Cumhuriyeti Misyonuyla Bağlantılı. Fransa Bakanı olarak görev süresinin uzun bir savunmasıydı. Washington hakkındaki "her sert ve acımasız" yorumu bastırması için onu uyaran arkadaşı Robert Livingston'ın tavsiyesine uydu. Bununla birlikte, ABD hükûmetinin, özellikle Jay Antlaşması ile ilgili olarak İngiltere'ye çok sık yaklaştığından şikayet etti. Washington bu nüsha üzerine notlar aldı ve şöyle yazdı: "Gerçek şu ki, Bay Monroe kandırılmış, gururlanmış ve tuhaf şeylere inandırılmıştı. Karşılığında o ulus için hoşuna giden her şeyi yaptı ya da yapmaya niyetlendi. " Dışişleri Bakanı ve Savaş Bakanı (1811-1817). Monroe, Virginia House of Burgesses'e döndü ve 1811'de başka bir döneme vali olarak seçildi, ancak sadece dört ay hizmet etti. Nisan 1811'de Madison, Demokratik Cumhuriyetçilerin daha radikal gruplarının desteğini desteklemek umuduyla Monroe'yu Dışişleri Bakanı olarak atadı. Madison ayrıca bir zamanlar yakın arkadaş olduğu deneyimli bir diplomat olan Monroe'nun, önceki Dışişleri Bakanı Robert Smith'in performansını iyileştireceğini umuyordu. Madison Monroe-Pinkney Antlaşması ile ilgili farklılıklarının bir yanlış anlama olduğu konusunda Monroe'ya güvence verdi ve ikisi arkadaşlıklarına devam ettiler. Monroe göreve geldiğinde, Amerikan ticaret gemilerine yapılan saldırıları sona erdirmek için İngilizler ve Fransızlarla anlaşmalar müzakere etmeyi umuyordu. Fransızlar saldırıları azaltmayı ve ele geçirilen Amerikan gemilerini serbest bırakmayı kabul ederken, İngilizler Monroe'nun taleplerine daha az açıktı. Monroe uzun zamandır İngilizlerle barış için çalışmıştı, ancak İngiltere ile savaşı desteklemeye başladı ve Temsilciler Meclisi Başkanı Henry Clay gibi "savaş şahinleri" ne katıldı. Monroe ve Clay'in desteğiyle Madison, Kongre'den İngilizlere savaş ilan etmesini istedi ve Kongre 18 Haziran 1812'de buna uyarak 1812 Savaşı'nı başlattı. Savaş çok kötü gitti ve Madison yönetimi hızla barış istedi, ancak İngilizler tarafından reddedildi. ABD Donanması, Monroe'nun Madison'ı savaş süresince limanda kalmak yerine gemilerinin yelken açmasına izin vermeye ikna etmesinden sonra birçok başarı elde etti. Savaş Bakanı William Eustis'in istifasından sonra, Madison Monroe'dan Dışişleri Bakanı ve Savaş Bakanı olarak ikili rollerde görev yapmasını istedi, ancak Senatodan gelen muhalefet, Tuğgeneral John Armstrong Senato onayını kazanana kadar Monroe'nun Savaş Sekreteri vekili olarak görev yapmasını sınırladı. Monroe ve Armstrong, savaş politikası konusunda çatıştı ve Armstrong, Monroe'nun bir Kanada işgaline liderlik etmek için atanma umutlarını engelledi. Savaş devam ederken, İngilizler Ghent'te müzakerelere başlamayı teklif etti ve Amerika Birleşik Devletleri, John Quincy Adams liderliğindeki bir heyeti müzakereleri yürütmek üzere gönderdi. Monroe, düşmanlıkları sona erdirdiği ve Amerikan tarafsızlığını koruduğu sürece, şartların belirlenmesinde Adams'ın serbest bırakılmasına izin verdi. İngilizler 24 Ağustos 1814'te ABD Başkenti ve Beyaz Saray'ı yaktığında, Madison Armstrong'u Savaş Bakanı olarak görevden aldı ve Monroe'yu 27 Eylül'de Savaş Bakanı olarak atadı. Monroe 1 Ekim 1814'te Dışişleri Bakanı olarak istifa etti, ancak hiçbir halef atanmadı ve bu nedenle Ekim 1814'ten 28 Şubat 1815'e kadar Monroe her iki Kabine görevini de fiilen yürüttü. Şimdi savaş çabasının komutanı olan Monroe, General Andrew Jackson'a İngilizlerin New Orleans'a olası bir saldırısına karşı savunma emri verdi ve yakın eyaletlerin valilerinden Jackson'ı güçlendirmek için milislerini göndermelerini istedi. Ayrıca Kongre'yi 100.000 kişilik bir ordu hazırlaması, askerlere verilen tazminatı artırması ve savaş çabaları için yeterli finansmanı sağlamak için yeni bir ulusal banka kurması için çağrıda bulundu. Monroe'nun Savaş Bakanı olarak göreve gelmesinden aylar sonra, savaş Ghent Antlaşması'nın imzalanmasıyla sona erdi. Antlaşma, statüko ante bellum'a geri dönüşle sonuçlandı ve Birleşik Devletler ile İngiltere arasında çözülmemiş birçok sorun kaldı. Ancak Amerikalılar, kısmen, Jackson'ın New Orleans Muharebesi'ndeki zaferinden kısa bir süre sonra Amerika Birleşik Devletleri'ne ulaşan anlaşmanın haberi nedeniyle, savaşın sona ermesini büyük bir zafer olarak kutladılar. 1815'te Napolyon Savaşlarının sona ermesiyle İngilizler de izlenim uygulamasına son verdiler. Savaştan sonra Kongre, Amerika Birleşik Devletleri'nin İkinci Bankası şeklinde bir ulusal banka kurulmasına izin verdi. 1816 Seçimi. Monroe 1816 seçimlerinde başkan olmaya karar verdi ve savaş zamanı liderliği onu Madison'ın vârisi olarak belirledi. Monroe'nun partideki pek çok kişiden güçlü desteği vardı ancak adaylığına 1816 Demokratik-Cumhuriyetçi kongre aday gösterme toplantısında itiraz edildi. Hazine Bakanı William H. Crawford çok sayıda Güney ve Batı Kongre Üyesi'nin desteğine sahipken, Vali Daniel D. Tompkins New York'tan birkaç Kongre Üyesi tarafından desteklendi. Crawford, özellikle Amerika Birleşik Devletleri İkinci Bankası'nın kurulması için Madison ve Monroe'nun desteğinden çekinen birçok Demokrat-Cumhuriyetçiye başvurdu. Sağlam desteğine rağmen, Crawford sonunda Monroe'nun halefi olabileceği inancıyla Monroe'ya ertelemeye karar verdi ve Monroe partisinin adaylığını kazandı. Tompkins, partinin başkan yardımcısı adaylığını kazandı. Can çekişmekte olan Federalistler başkan adayları olarak Rufus King'i aday gösterdiler, ancak parti, karşı çıktıkları popüler bir savaşın sona ermesinin ardından çok az muhalefet teklif etti. Monroe 217 seçim oyundan 183'ünü alarak Massachusetts, Connecticut ve Delaware dışındaki tüm eyaletleri kazandı. Başkanlık (1817-1825). Demokratik-Cumhuriyetçi Parti hakimiyeti. Monroe, federal atamalar yaparken eski parti hatlarını büyük ölçüde görmezden geldi, bu da siyasi gerilimleri azalttı ve Amerika Birleşik Devletleri'ni saran "birlik" duygusunu artırdı. Ulusal güven inşa etmek için iki uzun ulusal tur yaptı. Boston'da bir gazete 1817'deki ziyaretini "İyi Duygular Çağı" nın başlangıcı olarak selamladı. Turlarında sıkça durduğu duraklar arasında karşılama törenleri ve iyi niyet ifadeleri vardı. Federalist Parti, yönetimi sırasında solmaya devam etti; Delaware ve birkaç bölgede canlılığını ve örgütsel bütünlüğünü korudu ancak ulusal politikada etkisi yoktu. Ciddi bir muhalefetten yoksun olan Demokratik-Cumhuriyetçi Parti'nin Kongre grubu toplantıyı durdurdu ve pratik amaçlar için parti faaliyetini durdurdu. Monroe, yürütme organını yönettiği coğrafi olarak dengeli bir kabine atadı. Monroe'nun isteği üzerine Crawford, Hazine Bakanı olarak görev yapmaya devam etti. Monroe ayrıca Massachusetts'ten Benjamin Crowninshield'ı Donanma Sekreteri olarak ve Pennsylvania'dan Richard Rush'ı Başsavcı olarak tutmayı seçti. Virginia hanedanlığının devamında Kuzey'deki hoşnutsuzluğu fark eden Monroe, Massachusetts'ten John Quincy Adams'ı Dışişleri Bakanı olarak seçti ve bu da Adams'ı sonunda Monroe'nun yerini almanın ilk favorisi yaptı. Deneyimli bir diplomat olan Adams, 1807'de Thomas Jefferson'un dış politikasını desteklemek için Federalist Parti'yi terk etmişti ve Monroe, atamanın daha fazla Federalistin kaçmasını teşvik edeceğini umuyordu. General Andrew Jackson'ın Savaş Bakanı olarak atanmasını reddetmesinin ardından Monroe, Güney Carolina Kongre Üyesi John C. Calhoun'a döndü ve Kabine'yi önde gelen bir Batılı olmadan bıraktı. Rush 1817'nin sonlarında Britanya'nın büyükelçisi oldu ve William Wirt Başsavcı olarak onun yerine geçti. Crowninshield haricinde, Monroe'nun ilk kabinesinin atadığı diğer kişiler, başkanlığının geri kalanı için yerinde kaldı. Monroe doktrini. Monroe, İspanya'ya karşı Latin Amerika devrimci hareketlerine derinden sempati duyuyordu. ABD'nin, cumhuriyetçi hükûmetler kurmak isteyen halkların özlemlerine sempatisini göstermekte başarısız olduğu Fransız Devrimi sırasında Washington yönetiminin politikalarını asla tekrar etmemesi gerektiğine kararlıydı. Latin Amerika meselelerine askeri müdahalede bulunmayı değil, doğrudan bir Amerikan müdahalesinin diğer Avrupalı güçleri İspanya'ya yardım etmeye kışkırtacağına inandığından, yalnızca manevi destek sağlanmasını öngörüyordu. Monroe, Florida konusunda İspanya ile devam eden müzakereler nedeniyle başlangıçta Latin Amerika hükûmetlerini tanımayı reddetti. Mart 1822'de Monroe, tümü İspanya'dan bağımsızlık kazanan Arjantin, Peru, Kolombiya, Şili ve Meksika ülkelerini resmen tanıdı. Dışişleri Bakanı Adams, Monroe'nun gözetiminde, bu yeni ülkelere bakanların talimatlarını yazdı. Birleşik Devletler'in politikasının cumhuriyetçi kurumları desteklemek ve en çok kayırılan ulus temelinde ticaret anlaşmaları aramak olduğunu ilan ettiler. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa'da geçerli olanlardan temelde farklı olan ekonomik ve politik kurumların geliştirilmesine adanmış Amerika arası kongreleri destekleyecektir. Monroe, Amerika Birleşik Devletleri'nin "özgürlük ve insanlık davası" nı desteklediği için dünyanın geri kalanına örnek teşkil eden ve tanınırlığı artıran ilk ülke olduğu için gurur duyuyordu. İngilizler de, merkantilizmin dayattığı tüm ticaret kısıtlamalarıyla birlikte, İspanyol sömürgeciliğinin sona ermesini sağlamakta güçlü bir çıkara sahipti. Ekim 1823'te Londra'daki Amerikan bakanı Richard Rush, Dışişleri Bakanı George Canning'in ABD ve İngiltere'nin Orta ve Güney Amerika'ya başka herhangi bir gücün müdahalesini engellemek için ortak bir deklarasyon yayınlamasını önerdiğini söyledi. Adams, ikili nitelikteki bir açıklamanın gelecekte Amerika Birleşik Devletleri'nin genişlemesini sınırlayabileceğini iddia ederek Büyük Britanya ile işbirliğine şiddetle karşı çıktı. Ayrıca, İngilizlerin Latin Amerika cumhuriyetlerini tanımaya kararlı olmadığını ve kendilerinin de emperyal motivasyonlara sahip olması gerektiğini savundu. İki ay sonra, İngilizler tarafından önerilen ikili açıklama, Amerika Birleşik Devletleri tarafından tek taraflı bir deklarasyon haline geldi. Monroe, İspanya'nın kendi başına sömürge imparatorluğunu yeniden kurma ihtimalinin düşük olduğunu düşünürken, Fransa veya Kutsal İttifak'ın eski İspanyol mülkleri üzerinde kontrol kurmaya çalışabileceğinden korkuyordu. Monroe, 2 Aralık 1823'te Kongre'ye verdiği yıllık mesajında Monroe Doktrini olarak bilinen şeyi açıkladı. İlk olarak, Avrupa savaşları ve çatışmalarıyla ilgili geleneksel ABD tarafsızlık politikasını yineledi. Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin eski Avrupalı efendisi tarafından herhangi bir ülkenin yeniden sömürgeleştirilmesini kabul etmeyeceğini açıkladı, ancak Amerika'daki mevcut Avrupa kolonilerine müdahale etmediğini de belirtti. Son olarak, Avrupa ülkelerinin artık Batı Yarımküre'yi yeni sömürgeleştirmeye açık olarak düşünmemeleri gerektiğini belirtti. Bu, esasen Kuzey Pasifik Kıyısındaki kolonisini genişletmeye çalışan Rusya'yı hedef aldı. 1820 seçimi. Federalistlerin çöküşü, Monroe'yu ilk döneminin sonunda organize bir muhalefetle karşı karşıya bıraktı ve Washington dışında bunu yapan tek başkan olan karşı çıkmadan yeniden seçime koştu. New Hampshire'dan tek bir seçmen olan William Plumer, John Quincy Adams'a oy vererek, Seçim Kurulunda oybirliğiyle bir oylamayı engelledi. Bunu, Monroe'nun beceriksiz olduğunu düşündüğü için yaptı. Başkanlık sonrası (1825-1831). 4 Mart 1825'te başkanlığı sona erdiğinde, James Monroe, şu anda Virginia Üniversitesi'nin arazisine dahil olan Monroe Hill'de ikamet ediyordu. Neredeyse ölümüne kadar, her ikisi de eski başkan olan Jefferson ve ikinci rektör James Madison başkanlığında üniversitenin Ziyaretçi Kurulunda görev yaptı. O ve karısı, Elizabeth'in 23 Eylül 1830'da 62 yaşında ölümüne kadar Virginia, Aldie'deki Oak Hill'de yaşadılar. Ağustos 1825'te Monroes, Marquis de Lafayette ve Başkan John Quincy Adams'ı orada misafir olarak kabul etti. Monroe, kamu hayatı boyunca birçok tasfiye edilmemiş borca girmiştir. Highland Plantation'ı sattı. Şimdi, okulu tarihi bir yer olarak halka açan William ve Mary Koleji'ne ait. Hayatı boyunca mali açıdan iflas etti ve karısının sağlık durumunun kötü olması daha da kötüleşti. Monroe, 1829-1830 Virginia Anayasa Konvansiyonu'na delege olarak seçildi. Kendi mahallesi Loudoun ve Fairfax County'den oluşan senatoryal bölgeden seçilen dört delegeden biriydi. Ekim 1829'da, konvansiyon tarafından başkanlık görevlisi olarak seçildi, ta ki sağlık durumunun bozulması onu 8 Aralık'ta çekilmesini gerektirene kadar, ardından Orange County'den Philip Pendleton Barbour başkan olarak seçildi. Monroe'nun Hollywood Mezarlığı'ndaki mezarı. Elizabeth'in 1830'da ölümü üzerine Monroe, Samuel L. Gouverneur ile evlenen kızı Maria Hester Monroe Gouverneur ile birlikte yaşamak için New York City'deki Lafayette Place'de 63 Prince Street'e taşındı. Monroe'nun sağlığı 1820'lerin sonunda yavaş yavaş bozulmaya başladı. 4 Temmuz 1831'de Monroe 73 yaşında kalp yetmezliği ve tüberkülozdan öldü ve böylece Bağımsızlık Günü'nde ölen üçüncü başkan oldu. Ölümü, Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirgesi'nin ilan edilmesinden 55 yıl sonra ve John Adams ve Thomas Jefferson'ın ölümlerinden beş yıl sonra geldi. Son sözleri, "Bu dünyayı onu bir daha görmeden terk etmem gerektiğine pişmanım" oldu. Aslında en iyi arkadaşlarından biri olan James Madison'dan bahsetti. Monroe aslen New York'ta Gouverneur ailesinin New York Şehri Mermer Mezarlığı'ndaki kasasına gömüldü. 27 yıl sonra, 1858'de, cesedi, Richmond, Virginia'daki Hollywood Mezarlığı'ndaki Başkanlık Dairesi'ne yeniden gömüldü. Miras. Tarihçiler ve siyaset bilimcilerinden oluşan anketler, Monroe'yu ortalamanın üzerinde bir başkan olarak değerlendirme eğilimindedir. Monroe, Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa meselelerinden uzaklaşmaya ve iç meselelere yönelmeye başladığı bir döneme başkanlık etti. Başkanlığı, Birleşik Devletler'in uzun süredir devam eden sınır sorunlarının çoğunu Britanya ile uzlaşarak ve Florida'yı satın alarak hallettiğini gördü. Monroe ayrıca Missouri Uzlaşması'nı destekleyerek ve ülkenin tüm bölgelerinden destek arayarak bölgesel gerilimlerin çözülmesine yardımcı oldu. Siyaset bilimci Fred Greenstein, Monroe'nun Madison ve John Adams da dahil olmak üzere daha iyi bilinen bazı seleflerinden daha etkili bir yönetici olduğunu savunuyor. Anıt. Liberya'nın başkenti Monroe'dan sonra Monrovia olarak adlandırılır; Washington, D.C. dışında bir ABD başkanının adını taşıyan tek ulusal başkenttir. Monroe, on yedi Monroe ilçesinin adaşıdır. Monroe, Maine, Monroe, Michigan, Monroe, Georgia, Monroe, Connecticut, New Jersey'deki Monroe İlçeleri ve Fort Monroe'nun hepsi onun için adlandırılmıştır. Monroe, 1954 Birleşik Devletler Posta Servisi 5 ¢ Liberty Çıkışı posta pulu da dahil olmak üzere ABD para birimi ve pulları üzerinde tasvir edilmiştir. Monroe, 18. yüzyılın sonlarının tarzına göre sıraya bağlı pudralı peruk, tricorne şapka ve diz altı pantolon giyen son ABD başkanıydı. Bu ona "The Last Cocked Hat" takma adını kazandırdı. Aynı zamanda fotoğrafı çekilmeyen son başkandı. Kaynakça. __DİZİN__
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9054", "len_data": 30134, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.35 }
mmHg (milimetre cıva), diğer adı "torr" olan ve Uluslararası Birimler Sistemi'ne ("Système International d'Unités, SI") uymayan bir basınç birimidir. 760 mmHg (760 Torr), 1 atmosfer basınca eşittir. Deniz seviyeside cıva dolu bir kap ve bir boru ile açık hava basıncının 76 cm olarak ölçülmesiyle ortaya çıkan büyüklük.Barometre tarafından açık hava basıncı ölçülür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9060", "len_data": 366, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.53 }
Vade ya da mühlet, günlük kullanımda; bir işin yapılması veya bir borcun ödenmesi için, taraflarlarca belirlenen ya da mevzuat veya yetkili bir makam tarafından borçluya tanınan süreyi ve borcun doğumu ile ifa edileceği gün arasındaki zaman zarfını ifade eder. Bu anlamda ‘bir borcun vadesi’ denildiğinde, borcun ödenmesi için borçluya tanınan zaman aralığı ifade edilir. (Örn: ‘Bu borcun vadesi 3 aydır.’) Hukuki ve teknik anlamda vade ya da ecel ise, bir borcun ifa zamanını, ödeme gününü, yani verilen mehilin son gününü ifade eder. Bu anlamda ‘bir borcun vadesi’ denildiğinde, borcun ödenebileceği son gün ifade edilir. (Örn: ‘Bu borcun vadesi geldi.’) Borcun vadesi uzadıkça genellikle faiz de artmaktadır. Saptanması ve varlığı. Hukuki ilişkilerde vade, bazı durumlarda taraflarca belirlenebileceği gibi, hukuki işlemin özelliklerinden ve niteliğinden de çıkarılabilir. Bunun dışında vadenin kanun tarafından yedek/ tamamlayıcı hüküm olarak belirlendiği durumlar da vardır. Vade, taraflar arasında bir takvim günü olarak saptanabilir veya saptanması için taraflardan birine bırakılabilir. Tek taraflı saptamada yetkili bulunan tarafın ihbarıyla vade belirlenmiş olur. Vadenin kesinlikle belirlenmediği durumlarda, örneğin ödemenin ekonomik durumun iyileşmesine bağlandığı bir durumda; vade yerine şarttan söz etmek daha doğrudur. Hukuki işlemin özellikleri vadenin varlığını belirleyebilir. Örneğin, bir tablonun yapılması için ressama verilen sipariş, doğal olarak belirli bir süreyi bağrında taşır. Vade bazı durumlarda kanundan kaynaklanabilir. Bu durum, tarafların vadeyi karşılaştırmamaları halinde, yasa hükmünün tamamlayıcı olarak işlev kazanması sonucunu doğurur. Örneğin, ödünç sözleşmesinde iadeye ilişkin bir vade kararlaştırılmamışsa, Türk Borçlar Kanunu'nun 312. maddesine göre, ödüncün ilk istemden itibaren altı hafta içinde iade olunması gerekir. Hesabı konusunda yedek hükümler. Vadenin hesabı konusunda Borçlar Kanunu'nunda bazı yedek hükümler öngörülmüştür. Buna göre: Örneğin, 10 Mayıs 1998'de yapılan sözleşmede üç aylık bir vade öngörülmüşse, vade 10 Ağustos 1998'de dolar. Son ayda sözleşmenin yapıldığı günü karşılayan gün yoksa, ilgili ayın son günü vade dolacaktır. Örneğin sözleşme 31 Ocak'ta yapılmış ve beş aylık bir vade öngörülmüşse, vade 30 Haziran'da dolar (BK.m.76/3). Yıl, yarım yıl, çeyrek yıl gibi sürelerin varlığı halinde de, vade yine gösterilen tarzda hesaplanır (BK.m.76/3). Türk Borçlar Kanunu'nun 76/III. maddesine göre, yukarıda açıklanan kurallar, süre sözleşmenin yapıldığı tarihte değil de, başka bir tarihten itibaren işlemeye başladığı durumlarda da uygulama alanı bulur. Pazar gününe veya bir tatil gününe rastlayan vade, kendiliğinden bu günü izleyen ve tatil olmayan ilk güne geçer. Bunun aksini kararlaştırmak da mümkündür (BK.m.76/III). Erken ödeme. İlke olarak, borçlunun borcunu vadeden önce ödemesine bir engel yoktur. Ancak sözleşmede tarafların aksini kararlaştırmaları üzerine ya da sözleşmenin niteliğinden erken bir tarihte ödeme yapılmasının olanaksız olduğu durumlarda, vadeden önce ödemede bulunmak mümkün değildir. Bu tür aylık durumlar dışında borçlu, borcun ödemesini vadeden önce de gerçekleştirebilir; ancak bu nedenle alacaklıdan borcun miktarına ilişkin bir indirim isteminde bulunamaz. Dış bağlantılar. Türk Borçlar Kanunu Tasarısı Kanun: http://www.e-ticaret.gov.tr sitesine ait bir doküman - Formatı: Microsoft Word
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9068", "len_data": 3397, "topic": "LAW", "quality_score": 3.4 }
Kemalizm, 1935'ten 1937'ye kadar Kamâlizm veya Atatürk'ün ölümü sonrası yaygınlaşan bir diğer adıyla Atatürkçülük; Türkiye Cumhuriyeti'nin, Atatürk İlkeleri'ni esas alan kurucu ideolojisidir. Kemalizm, Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygulandığı şekliyle laikliğe ve Batı demokrasisine dayanan ulusal ve üniter bir cumhuriyet rejiminin kurulması, ekonomik kalkınma ve sanayileşme, yüksek öğrenime ve bilimsel faaliyetlere devlet desteği, spora ve sanata teşvik, ücretsiz ve zorunlu eğitim gibi kapsamlı siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve dinî reformları içermektedir. Reformların amacı Atatürk'ün ifadesiyle "muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak", çağdaş bir hayat tarzını benimsemektir. Kemalizm'in kökeni, Osmanlı İmparatorluğu'nun yaklaşan çöküşünü önlemek için yapılmış olan çeşitli reformlara, özellikle 19. yüzyılın başlarındaki Tanzimat reformlarına dayanmaktadır. 19. yüzyılın ortalarında Genç Osmanlılar, imparatorlukta yükselen etnik milliyetçiliği bastırmak, bir vatan bilinci oluşturmak ve meşrutiyet rejimi kurmak için Osmanlıcılık ideolojisini ileri sürdü. 20. yüzyılın başlarında ise, Jön Türkler içerisinden laiklik ve Türk milliyetçiliği düşünceleri ortaya çıktı ve özellikle İttihat ve Terakki yönetiminde çokça taraftar buldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından, hem Genç Osmanlılar'ın hem de Jön Türkler'in fikir ve deneyimlerinden etkilenen Atatürk, laiklik ve Türk milliyetçiliği akımlarından esinlenerek 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanına öncülük etti ve çok sayıda reform gerçekleştirdi. Kemalizm, Altı Ok'un (Altı İlke) bütünleyici adı olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin 9 Mayıs 1935'te toplanan IV. Kurultayı'nda kabul edilen 1935 Programı'na Atatürk'ün Dil Devrimi sürecinde, 1935'te Arapça Kemal adını 1937'ye dek kullanacağı Eski Türkçe Kamâl adıyla değiştirmesini takiben "Kamâlizm" olarak geçmiştir. 1953'teki 10. Kurultay'a kadar Kemalizm, parti programındaki yerini korumuş, bu tarihte kaldırılarak "Atatürk Yolu" kavramı getirilmiştir. Tarihçe. İlkin Türk Kurtuluş Savaşı zamanında İstanbul'daki rejim ve rejimin taraftarları, Mustafa Kemal'in önderlik ettiği hareketi destekleyen herkesi, küçümser bir yaklaşımla, "Kemalistler", "Kemalîler" ve "Kemalciler" olarak adlandırdı. "Kemalîler" adlandırması Celalîlere bir atıftı. Dış basın "Kemalistler" adlandırmasını Ankara merkezli hareketi ve o hareketin silahlı gücünü belirtmek için "milliyetçiler" adlandırması ile eş anlamlı olarak kullandı. Bir ideolojiye işaret eden "Kemalizm" ve "Kamâlizm" kavramları Türkiye'de 1930'larda kullanılmaya başladı. Kemalizm kavramı 1931'de Devletçilik ve İnkılâpçılık ilkelerinin diğer dört ilkeye eklenmesinden sonra ortaya atıldı ve ders kitaplarına girdi. Aynı yıldan itibaren çeşitli yazarlar Kemalizm'i tanımladılar ve halka benimsetmek için yazılar yayımladılar. Kemalizm'in kuramsal çerçevesinin belirlenmesi için Halkevleri'nin yayın organı "Ülkü" dergisi ve 1932-1934 yılları arasında bir grup yazar tarafından "Kadro" dergisi yayımlandı. 1934'te Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Türkiye'yi yabancı ülkelere tanıtmak için "La Turquie Kemaliste" ("Kemalist Türkiye") dergisini yayımlamaya başladı. Kamâlizm kavramı 1935'te ortaya atıldı, o yılki kurultayda parti programına konuldu ve Atatürk'ün 1939 kurultayı için 1937'de kaleme aldığı program çalışmasında yer aldı. Kemalizm günümüzde bazı kesimler tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin temel öğretisi ve ideolojisi olarak kabul edilmektedir. Sıklıkla, Kemalist ideolojinin bir düşünce sistemini temsil etmekten çok ülkeyi tümüyle pragmatist bir yöntemle modernleştirmeye çalışan politik bir uygulama olduğu vurgulanır, bunun nedeni de Atatürk'ün, "Paşam, bu partinin doktrini yok!" diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na verdiği "Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz." cevabıdır. Bununla birlikte, Kemalistlerin yaptığı devrime rehberlik eden belli düşüncelerin var olduğu ve bunların esnek bir biçimde de olsa CHP ideologları tarafından sistemleştirildiği söylenir. Ekonomi politikası. Kemalizm'in ekonomi politikası olan Atatürk'ün devletçilik ilkesi, Türk toplumunun ulaşmak istediği çağdaş ve modern bir düzen için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve millî bir burjuva yaratılmasıdır. Devletçilik ilkesi, Atatürk'ün adlandırdığı üzere "ılımlı devletçilik"tir. Ilımlı devletçiliğe göre Kemalist ekonomi serbest piyasa ve birey esaslı olmasına rağmen, serbest piyasanın giremeyeceği veya girmek istemediği yerlere devlet el atabilmektedir fakat devlet hiçbir zaman bireyin önüne geçmemelidir, bu sebeple sosyal liberal ekonomiye benzer yapıdadır. Atatürk, Kemalizm'in Devletçilik ilkesini "sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ve komünizm"den farklıdır diyerek sosyalist devletçilikten ayırmıştır ve kendi ekonomi anlayışını şu sözlerle açıklamıştır:"Devlet bireyin yerini alamaz, fakat, bireyin gelişme ve kalkınması için genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Devlet eliyle yapılacak işler, bireyin büyük kar getirmediğinden dolayı yapmayacağı işler veya millî çıkarlar için gerekli olan ekonomik işleri kapsar. Özgürlüklerin ve yurt bağımsızlığının sağlanması ve korunması ile iç işlerinin düzenlenmesi nasıl devletin görevi ise, devlet vatandaşların öğretimi, eğitimi, sağlığıyla ilgilenmek zorundadır. Devlet, memleketin asayiş ve savunması için yollarla, demir yolları ile, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü taşıtlarıyla, milletin genel servetiyle yakından ilgilidir. Memleket yönetiminde ve savunmasında, bu saydıklarımız, toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. (...) Özel çıkarlar çoğunlukla, genel çıkarlarla tezat halinde bulunur. Bir de, özel çıkarlar, en nihayet rekabete dayanır. Oysa, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu kanıda olanlar kendilerini, bir serap karşısında, aldatılmaya terk edenlerdir. (...) Bir de, ferdin kişisel çalışmaları, ekonomik kalkınmanın esas kaynağı olarak kalmalıdır. Ferdin gelişimine mani olmamak bilhassa iktisadi sahadaki özgürlük ve teşebbüsler önünde devletin kendi faaliyeti ile bir engel yaratmaması demokrasi prensibinin önemli esasıdır."Üstelik Atatürk, 1 Kasım 1937'deki meclis açılış konuşmasında şunu da eklemiştir:"Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasa da başı boş değildir." Siyasi yelpaze. Kemalizm'in siyasi yelpazedeki yeri günümüzde bile birçok kişi tarafından tartışılır olmuştur. Kemalist ideolojiyi resmî olarak benimseyen CHP, siyasi yelpazede zaman içinde farklı konumlarda bulunmuştur. CHP'nin siyasi yelpazedeki yeri İsmet İnönü tarafından 1960'larda, siyasi paradigmanın yavaş yavaş oturması sonrası "Ortanın Solu" yani merkez sol olarak tanımlanmıştır. İlk başta, Metin Toker'in aktardığına göre 1960 yılının Ağustos ayında İsmet İnönü ile dönemin CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal'ın Heybeliada'da yaptığı CHP'nin kimliği ve geleceğine ilişkin istişarede bulunmuştu. Metin Toker, Akis'te kaleme aldığı yazılarında CHP'nin Devletçilik ilkesini ABD'nin Demokrat Partisini sosyal liberal bir çizgiye iten New Deal ile bağdaştırmış ve CHP'nin ortanın sola yöneleceğini şu şekilde aktarmıştı:"CHP'nin geniş halk kütlelerinin refahını en ziyade göz önünde tutan, sermayenin belirli ellerde terakümünün aleyhinde bulunan parti olduğunda zerrece tereddüt bahis mevzuu değildi. Şimdi, o istikamet biraz daha belirli şekilde tutulacak, memleket davalarının halli daha sosyalizan bir görüşle mütalea olunacaktı. Bu, eski partinin sosyalistliğe heves ettiği manasını taşımıyordu. Sadece, i'lerin üzerine noktaları konacaktı. CHP ortanın solunda Amerika'daki Demokrat Parti derecesinde yer alacaktı."İsmet İnönü, 10 Ekim 1965 tarihinde gerçekleşen 1965 genel seçimleri öncesinde 29 Temmuz 1965 tarihinde Abdi İpekçi'yle yaptığı bir söyleşi sırasında CHP'nin çizgisinin "ortanın solu" olduğunu, Metin Toker'in yazdığını kanıtlar nitelikte şöyle ifade etmiştir: "CHP bünyesi itibarı ile devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923'teki harap ülkede bir kalkınma çaresiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur." 13 Ağustos 1966 tarihinde Kim dergisinde yayınlanan demecinde ise İsmet İnönü, "ortanın solu" ile kavramını biraz daha açmıştı:"Çağdaş uygarlığın üstüne çıkmak, ancak devletçilik ile mümkündür. Kalkınmamızı yaparken, ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan bugünkü uygarlıkta kullanılan solcu, sağcı deyimlerinin son ölçüsünü verelim istedik. '40' yıldır devletçiyiz derken ayni şeyi söylüyoruz. Bunun için 'Ortanın Solundayız!' dedim. Aslında 'Laikiz!' dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçı isen ortanın solunda olursun."İnönü'yle aynı şekilde Nihat Erim de CHP'nin "ortanın solu" söylemini ABD'yle ve ABD Başkanı Roosevelt'in "New Deal" politikasıyla ilişkilendiriyordu. Erim'e göre Roosevelt, Keynesyen tam istihdam politikalarını uygulayan ilk kişiydi. Erim, CHP'nin ortanın solu söyleminden sonra muhafazakârlarca yapılan "komünist" suçlamalarının aynısını Cumhuriyetçilerin de Roosevelt'a yaptığını vurguluyordu. Paradigmalar. Atatürkçülük. Atatürkçülük kavramı Türkiye'nin siyasi tarihinde tartışmalı kavram olarak yer edinmiştir. Bazı yazarlara göre Kemalizm politik alanda, Atatürkçülük ise özel bir alanda kullanılmaktadır. Genel hatlarıyla Atatürkçülük sözcüğü 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası işlenen resmî ideolojiyle içeriği doldurulmuş ve yaygınlaşmıştır. 1960'larda Kadro, Yön, Millî Demokratik Devrim gibi kavramlarla süregelen Kemalizm'in sol yorumları dolaşımdaydı. Bazı sol kesimlerde ve İslamcı literatürde Kemalizm olumsuz bir çağrışım amacıyla da kullanılırken, sol ve sosyalist çevrelerde Kemalizm adı benimsenmiştir. Sol-Kemalizm ile mesafelenmek isteyenler Atatürkçülük adını tercih etmişlerdir. 27 Mayıs 1960 Darbesi ve arkasından gelen darbelerde resmî ideoloji Atatürkçülük ismi etrafında tanımlanmıştır.:169 1963 yılında basılan "Atatürkçülük nedir?" başlıklı kitaba Falih Rıfkı Atay, Melih Cevdet Anday, İsmet Giritli, Şevket Süreyya Aydemir, Nihat Erim, Çetin Altan, Attilâ İlhan gibi dönemin entelektüelleri katkı vermiştir. Emekli olduktan sonra Cumhuriyetçi Güven Partisinde siyasete girecek olan Tümgeneral Faruk Güventürk de 1964 yılında "Gerçek Kemalizm" kitabını yazmıştır.:173 1960'lı yıllara kadar Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde Atatürkçülük veya Kemalizm ile ilgili bir herhangi bir ders mevcut değildi. 12 Mart 1971 Muhtırası öncesinde Kemalizm teriminin sol tarafından istismar edildiği Kemalizm yerine ""Atatürk İlkeciliği" sözcüklerinin kullanılmasını öneren orgeneraller olmuştur. Gerçek Atatürkçülüğün belirsizliği dolayısıyla çeşitli tartışmalar olsa da 1960'larda TSK tarafından belirli bir doktrin haline getirilememişti. Atatürkçülüğü ilk defa sistematik öğretmek için TSK tarafından 1977'de "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihimiz"" kitabı hazırlandı.:182-183 Sina Akşin'e göre Atatürkçülüğün bir ideoloji haline gelmesi 12 Eylül sonrası yaşanan bir gelişmedir. 12 Eylül Darbesinin lideri Kenan Evren tarafından Türk Tarih Kurumu (TTK) ve Türk Dil Kurumu (TDK) kapatılmadan önce Atatürkçülük tanımının yeniden yapılacağına işaret eden bir konuşma yapılmıştır:""Cumhuriyetin temel taşlarından Atatürkçülük adına tahrifat ve tahribat yapmış olanların yozlaştırmış oldukları Cumhuriyet kuruluşlarını yeniden düzenleyeceğiz, gerekirse bu düzenlemeyi o kuruluşu kapatıp yeniden açmak suretiyle gerçekleştireceğiz."":481İlerleyen süreçte TDK ve TTK kapatılmış, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) kurulmuştur. 12 Eylül Darbesinin ardından yeniden tanımlanan Kemalizm, resmî Atatürkçülük tarifi olarak İsmet Giritli gibi sağ-Kemalistlerin çerçevelediği şekliyle pragmatizm-pozitivizm-realizm üzerine kurulmuştur. Atatürkçülük açısından Kemalizm bir ideoloji değil, “-izm” değil, bütün sistemlerin “iyi yanlarını” alan “düşünce tarzı”dır. Ayrıca, sağ-Kemalizme göre Atatürkçülüğün taşıyıcısı milliyetçiliktir. 12 Eylül Darbesinin ardından Atatürkçülüğün resmî doktrinini çıkarması istenen Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun ilk yayını olan "Atatürk ve Milliyetçilik" kitabında Turhan Feyzioğlu bu fikri işlemiştir.:169 Bazı kaynaklar bu nedenlerle 12 Eylül sonrası oluşan Atatürkçülüğün kökenini Aydınlar Ocağı gibi kurumlardan aldığını iddia etmiştir.:475 27 Mayıs Darbesi sonrası yazılan 1961 Anayasasıyla devletin özerkliğe sahip olduğu, evrensel içerikli ideolojilerin kendisine yer edinebildiği sistem hem Aydınlar Ocağı hem de 12 Eylül taraftarları tarafından bir kusur olarak bahsedilmiş, "topluma bol geldiği" iddia edilmiştir."":481 12 Eylül sonrası Atatürkçülüğün kullanımındaki belirgin fark çeşitli yollarla topluma yansımıştır. 1981'de Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla heykeller, resimler, vecizeler her kamusal faaliyetinin şartı haline geldi. 1961 Anayasasında bir kere Atatürk ismi geçerken, 1982 Anayasasında çeşitli şekillerde on üç kere bahsedilmiş ve bütün öğretim kurumlarında "Atatürkçülük ve İnkılap Tarihi" dersleri zorunlu hale getirilmiştir.:173-174 Anayasada sol-Kemalistler tarafından kullanılan "özgürlük" kavramının yerine "hürriyet" kavramı, zorunlu dersin ismi sol-Kemalizmin tercih ettiği "Devrim Tarihi" kalıbı yerine "İnkılap Tarihi" tercih edilmiştir.:481 1982 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından "Atatürkçü Düşünce Tarzı" hazırlanmış, kitapta liberalizm ve Marksizm ile kıyaslanırken Atatürkçülüğün temel üstünlüğü "birtakım teorik kayıtlara bağlı olmaması" ile belirtilmiştir. 1983 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından üç cilt "Atatürkçülük" kitapları yayımlanmıştır.:173-174 Yaşanan gelişmeler çeşitli çevreler tarafından farklı eleştirilere maruz kalmıştır. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun ilga edilmesi bazı yazarların tepkisine neden olmuş, dönemin yazarlarından Yaşar Kemal "Ben Atatürk'ün Türk Dil Kurumunu kapatmış olanların elini sıkmam" demiştir.:481Atatürkçülük kavramının değişimine olan tepkisini dile getirmek için Nadir Nadi geçmişteki yazılarından derlediği ""Ben Atatürkçü Değilim" başlıklı kitabını 12 Eylül Darbesi sonrası 1982 yılında yayımladı. Kitabın eleştirisi "bu Atatürkçülükse, ben Atatürkçü değilim"" bağlamında kullanılmıştır. Bazı yazarlar Kemalizm'de oluşturulan yeni çerçeveye tepki olarak 12 Eylül Darbesinin lideri Kenan Evren'in ismine atıfla Kenanizm kavramını kullanmıştır. Radikal sol örgütlerden Devrimci Sol, 12 Eylül Darbesinin ardından yayımladığı bildiride cuntanın "Kemalist kesimleri kendi yanına çekebilmek için Atatürkçülük maskesi" taktığını iddia ederek, Kemalist olmadığını ortaya çıkarmak gerektiğini söylemiştir. Ahmet Taner Kışlalı da 12 Eylül Darbesi sonrası gelişen Atatürkçülüğün Atatürk İlkelerini eksik bıraktığını, Sovyet Devrimi'nden mülhem devrimcilik, halkçılık, devletçilik ilkelerini ihmal ederek sadece Fransız Devrimi'nden esinlenilen cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik ilkelerine daraltıldığını belirterek eleştirmiştir. Gelişmekte olan İslamcılık ve Kürt muhalefetinin 12 Eylül'e olan tepki üzerinden büyüttüğü anti-Kemalizm tezleri, bir tür karşı tepki doğurarak Atatürkçülüğü yaygınlaştırdığı için sivil ve demokratik bir Kemalizm arayışları akamete uğramıştır. Ayrıca Kışlalı, terminolojik olarak "Kemalizm" ve "Atatürkçülük" kelimelerinin arasında bir fark olmaması gerektiğini ancak Kenan Evren tarafından kavramın yıpratıldığını, öte yandan kendisinin "Kemalizm"i kullanmayı tercih ettiğini ve bunun sebebinin "Kemalizm" sözcüğünün evrenselleşmiş olması olduğunu söylemiştir. Ulusalcılık. Ulusalcılık, ortak bir tanımı olmayıp çoğunlukla sol pozisyonda yer alan otarşist ve milliyetçi görüşe sahip Kemalistleri tanımlamakta kullanılmıştır. Türk Dil Kurumu tarafından ise "milliyetçilik" kelimesiyle eş anlamlı olarak tanımlanmıştır ve zaman zaman Atatürk döneminde izlenen milliyetçi politikaları ve tutumları niteleme amacıyla Atatürk milliyetçiliğinin bir diğer ismi olarak kullanılmıştır. Ulusalcılığın günümüzde yaygın tanım biçimlerinden biri olan sol Kemalist ideoloji, "ulusal sol" olarak da adlandırılır. Ulusal sol çizgiye göre ulusalcılık; tam bağımsızlık, ulusal sanayinin gelişimi, dışa bağımlılıktan kurtulma, tam yerli üretim gibi hedefleri savunur, cumhuriyetin temel kuruluş ilkelerinin muhafazası, devletin üniter ulus devlet yapısının muhafazası, laiklik ve "ulusal çıkarlar"ın ön planda tutulması gerekliliklerine inanır. Bunlarla birlikte enternasyonalizmi reddeder ve sosyalizm ile Kemalizm'i sentezleyerek, 27 Mayıs İhtilali sonrası Millî Demokratik Devrim ile birlikte çıkan sol Kemalist bir siyasi görüşü ifade eder. Ulusalcılığın sol kanadı olan "ulusal sol" hareket içerisinde Şevket Süreyya Aydemir'in başını çektiği Kadro Hareketi ve Doğan Avcıoğlu'nun kurduğu, Kadro Dergisi'nin devamı niteliğindeki Yön Dergisi, daha devletçi ve daha halkçı olan Kemalizm'in ve sosyalizmin sentezini savunmaktalardı. Liberal Kemalizm. Liberal Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm ile özgürlük üzerine kurulu olan liberalizm düşüncesinin birleştirilmiş hâlidir. Türkiye'de cumhuriyetin henüz ilk dönemlerinde, Kemalist düşünceyi liberal bir açıdan Ahmet Ağaoğlu tarafından yorumlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Ağaoğlu kendisini bir yandan "inkılapçı ve Kemalist" olarak tanımlarken diğer yandan bir "liberal Kemalizm" düşüncesi geliştirmeye çalıştı. Cumhuriyet Halk Fırkası'nın içinde bireysel özgürlüklerin savunucusu olan Ağaoğlu, fırkanın bazı politikalarına eleştiriler de getirdi. Liberal Kemalizm'in ekonomik görüşü, Atatürk'ün altı ilkesinden farklı olarak devletçilik yerine serbest piyasa ekonomisini savunur. Liberal Kemalizm, toplumsal alanda Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını savunur. 1924 Anayasası'nın 66. maddesinde ve Atatürk ilkelerinde de belirtilmiş olan ve din, ırk ayrımı gözetmeksizin, millet tanımını siyasal birlikteliğe dayandıran milliyetçilik anlayışıdır. Kaynakça. ÖzelGenel
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9071", "len_data": 17750, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.73 }
Termodinamik; ısı, iş, sıcaklık ve enerji arasındaki ilişki ile ilgilenen bilim dalıdır. Basit bir ifadeyle termodinamik, enerjinin bir yerden başka bir yere ve bir biçimden başka bir biçime transferi ile ilgilenir. Bu süreçteki anahtar kavram; ısının, belirli bir mekanik işe denk gelen bir enerji biçimi olmasıdır. Termodinamik kavramı Yunanca ' (ısı) ve ' (enerji) kelimelerinden türetilmiştir. Bazı Türkçe kaynaklarda "ısıl devingi" olarak da geçer. Enerji, ısı, iş, entropi ve ekserji gibi fiziksel kavramlarla ilgilenir. Termodinamik yasalarının istatistiksel mekanikten türetilebileceği gösterilmiştir. Termodinamik her ne kadar sistemlerin madde ve/veya enerji alış-verişiyle ilgilense de, bu işlemlerin hızıyla ilgilenmez. Bundan dolayı aslında termodinamik denilirken, denge termodinamiği kastedilir. Bu yüzden termodinamiğin ana kavramlarından biri "quasi-statik" (yarı-durağan) adı verilen, idealize edilmiş "sonsuz yavaşlıkta" olaylardır. Zamana bağlı termodinamik olaylarla, denge halinde olmayan termodinamik ilgilenir. Termodinamik yasaları çok genel bir geçerliliğe sahiptirler ve karşılıklı etkileşimlerin ayrıntılarına veya incelenen sistemin özelliklerine bağlı olarak değişmezler. Yani bir sistemin sadece madde veya enerji giriş-çıkışı bilinse dahi bu sisteme uygulanabilirler. Termodinamik değişkenler. Bu değişkenler genellikle sistemin ya kendisini ya da çevre koşullarını tarif etmek için kullanılır. En çok kullanılanlar ve simgeleri şunlardır: Mekanik değişkenler, temel klasik veya parçacık fiziği tanımlarıyla tarif edilebilirken, istatistiksel değişkenler sadece istatistiksel mekanik tanımlarıyla anlaşılabilir. Termodinamiğin çoğu uygulamasında, bir ya da daha çok değişken sabit tutulurken diğer değişkenlerin bunlara göre nasıl değiştiği incelenir ve bu da sistemin matematiksel olarak (n sabit tutulmayan değişkenlerin sayısı olmak üzere) n boyutlu bir uzay olarak tarif edilebileceği anlamına gelir. İstatistiksel mekaniği fizik yasalarıyla birleştirerek, bu değişkenleri birbirleri cinsinden ifade edecek "durum denklemleri" yazılabilir. Bunların en basit ve en önemli olanlarından biri ise ideal gaz yasasıdır. Bu denklemde "R" evrensel gaz sabiti'dir. Ayrıca istatistiksel mekanik terimleriyle bu denklem şöyle yazılır: Bu denklemde de "k" Boltzmann sabiti'dir. Termodinamik potansiyeller. Termodinamik değişkenler vasıtasıyla dört tane termodinamik potansiyel tanımlanabilir: Entalpi, özel bir fonksiyondur. Basınç sabit olduğu zaman bize ısıyı verir. Bu dört potansiyelin diferansiyel denklemlerini ve zincirleme türev kuralını kullanarak bu dört potansiyel, değişkenler ve birbirleri cinsinden yazılabilir: Termodinamik kanunları. Sıfırıncı kanun. İki sistem birbirleri ile etkileşim halinde oldukları halde, durumları değişmeden kalıyorsa bu iki sistem birbirleri ile dengededir denilir. Eğer iki sistem etkileşime açık oldukları halde, aralarında mekanik etkileşimle olan enerji transferi (iş) dışında net enerji transferi (ısı geçişi) yoksa, bu iki sistem birbirleri ile ısıl dengededirler. Sıfırıncı yasa şöyle der: Bu denge durumu, sıcaklık olarak tanımlanır. Yani her sıcaklık derecesi, farklı bir denge durumunu temsil eder. Bu durum: TA=TB=TC şeklinde formülize edilir. 1931 yılında Ralph H. Fowler tarafından tanımlanan bu yasa, temel bir fizik ilkesi olarak karşımıza çıktığından, doğal olarak 1. ve 2. yasalardan önce gelmek zorunluluğu doğmuş ve sıfırıncı yasa adını almıştır. Bu yasanın uygulanışına örnek olarak termometreler verilebilir. Termometre "üçüncü sistem" olarak kullanılır ve bir sıcaklık ölçeği oluşturulmasına imkân verir. Birinci kanun. Termodinamiğin birinci yasası "enerjinin korunumu" olarak da bilinir. Bu yasaya göre: Bu durum şöyle gösterilir: Enerji yoktan var edilemez ve yok edilemez sadece bir şekilden diğerine dönüşür. Bir sistemin herhangi bir çevrimi için çevrim sırasında ısı alışverişi ile iş alışverişi aynı birim sisteminde birbirlerine eşit farklı birim sistemlerinde ise birbirlerine orantılı olmak zorundadır. Bu ifadelerin yapılan deneylerle doğruluğu gözlenmiştir fakat ispat edilememektedir. Bütün bu ifadeler matematiksel olarak çok daha kolay ifade edilebilir. Aşağıdaki formüllerde göstermektedir. Çevrim de şu şekilde gösterilmiştir: Şimdi bu şekilde sistemin herhangi iki hali görünüyor yani 1 ve 2 nolu noktalar. Hal değişimleri ise A, B, C çizgileriyle sağlansın. Ok yönleri de hal değişimlerinin olacağı yönler. Şimdi hal değişimleri 1A2 ve 1B2 ise 2C1 ilk hale dönülen durumdur. Şimdi çevrimleri kurgulayalım elimizde 1A2C1 ve 1B2C1 çevrimleri var: 1A2C1 ve 1B2C1 çevrimleri birbirlerine eşittir. Termodinamiğin 1. kanunu uygulandığında a ve b denklemleri ortaya çıkar b denklemi a denkleminden çıkarırsak c denklemi bulunur. 1A2 ve 1B2 aynı haller arasında herhangi iki hal değişimi olduğundan δQ – δW ifadesinin 1-2 noktası arasındaki bütün hal değişimleri için bağımsız olduğu söylenebilir. Bunların farkı nokta fonksiyonudur ve tam diferansiyeldir. Bu sisteme has bir özellik olup sistemin enerjisidir ve E ile gösterilir (E=δQ-δW) sonsuz küçük hal değişimi için bu formülün integrali alınırsa; olmak üzere; formülü çıkar. Termodinamikte enerji, maddenin yapısına bağlı iç enerji ve koordinat eksenlerine bağlı olan kinetik enerji (EK) ve potansiyel enerji (EP) olarak ayrılabilir; Sistemin herhangi bir hal değişimindeki enerjisi de; İkinci kanun. Termodinamiğin ikinci yasası şu şekildedir: Bunun bir sonucu olarak, kapalı bir sistemin entropisi zaman içerisinde en yüksek değerine ulaşır. Yani, tüm kapalı sistemler bir denge hâline ulaşmaya meyleder ve bu denge hâlinde entropi en yüksek düzeyde iken iş yapabilecek enerji miktarı sıfırdır. Bu ileri-geri asimetrik süreç fizikte "zaman oku" denen kavramın oluşturulmasına neden olmuştur. Bir ısı kaynağından ısı çekip buna eşit miktarda iş yapan ve başka hiçbir sonucu olmayan bir döngü elde etmek imkânsızdır." (Kelvin-Planck Bildirisi) Verim asla 1'den büyük olamaz. Dolayısıyla tek kaynaktan ısı alarak çalışan bir makine yapmak olası değildir. Soğuk bir cisimden sıcak bir cisme ısı akışı dışında bir etkisi olmayan bir işlem elde etmek imkânsızdır. (Clausius Bildirisi) Termal olarak izole edilmiş büyük bir sistemin entropisi hiçbir zaman azalmaz (bkz: Maxwell'in Cini). Ancak mikroskopik bir sistem, yasanın dediğinin tersine entropi dalgalanmaları yaşayabilir (bkz: Dalgalanma Teoremi). Aslında, dalgalanma teoreminin zamana göre tersinebilir dinamik ve nedensellik ilkesinden çıkan matematiksel kanıtı ikinci yasanın bir kanıtını oluşturur. Mantıksal bakımdan ikinci yasa bu şekilde aslında fiziğin bir yasasından ziyade göreli olarak büyük sistemler ve uzun zamanlar için geçerli bir teoremi haline gelir. Ludwig Boltzmann tarafından tanımlanmıştır. Sisteme dışarıdan enerji verilmediği sürece düzenin düzensizliğe düzensizliğin de kaosa dönüşeceğini anlatır. Kırık bir bardağın durup dururken veya kırarken harcanan enerjiden daha azı kullanılarak eski haline döndürülemeyeceği örneği verilir klasik olarak. Yine aynı şekilde devrilen bir kitabı düzeltmek için devirirken harcanan enerjiden fazlasını kullanmak gerekir, potansiyel enerjinin bir kısmı ısıya dönüşmüştür ve geri getirilemez. Aynı zamanda Evren'deki düzensizlik eğilimini de anlatır. Düzensizlik eğilimini anlatırken entropi kelimesini kullanır. Yunanca, en = İngilizcedeki 'in' gibidir, önüne geldiği kelimeye -de, -da eki verir ve tropos = yol kelimesinin çoğulu olan 'tropoi' (tropi diye telaffuz edilir) kelimesinden. Yani; "yolda"). Üçüncü kanun. Üçüncü yasa şu şekildedir: Bu durum, istatistiksel bir bakış açısıyla, bir sistemdeki düzenin veya rastgeleliğin seviyesini belirleyen mutlak bir entropi ölçeği oluşturulmasına imkân verir. Bu yasa neden bir maddeyi mutlak sıfıra kadar soğutmanın imkânsız olduğunu izah eder; zîrâ sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça hareketlilik miktarı da sıfıra yaklaşır. Sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça, bir sistemin entropisi bir sabite yaklaşır. Bu sayının sıfır değil de bir sabit olmasının sebebi, bütün hareketler durmasına ve buna bağlı olan belirsizliklerin yok olmasına rağmen kristal olmayan maddelerin moleküler dizilimlerinin farklı olmasından kaynaklanan bir belirsizliğin hâlâ mevcut olmasıdır. Ayrıca üçüncü yasa sayesinde maddelerin mutlak sıfırdaki entropileri referans alınmak üzere kimyasal tepkimelerin incelenmesinde çok yararlı olan mutlak entropi tanımlanabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9072", "len_data": 8362, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.09 }
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye () veya kısaca Mecelle, 1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen İslami özel hukuk (medeni hukuk) kuralları kodeksidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yarım yüzyılında şer'i mahkemelerde hukuki dayanak olarak kullanılmıştır. Bir giriş 16 bölümden oluşur ve 1851 madde içerir. Mecelle, kendi çağında 13 yüzyıllık İslami fıkıh geleneği üzerinde inşa edildiği halde, maddeler halinde düzenlenmiş analitik ve pozitif bir hukuk sistemi oluşturma çabasıdır. Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından 6. yüzyılda Konstantinopolis'te hazırlatılan ilk medeni kanun ("code civil") derlemesinden sonraki ilk örnek olması özelliğiyle İstanbul'u özel bir konuma kavuşturur. Batı ülkelerinin medeni kanun ("code civil") geleneği, Justinianus'un 6. yüzyılda hazırlattığı ilk medeni kanun düzenlemesine dayanır. Mecelle, Tanzimat Fermanı ile açılan dönemin en önemli kanunu ve Osmanlı modernleşmesinin en önemli anıtlarından biridir. Bu anlamda "modernleşme" olarak adlandırılan istikametin aslında kökü Konstantinopolis'te, yani İstanbul'da olan bir sürecin ihyası olduğunu da gösterir. Arapça "çok büyük boy kitap" anlamına gelen "mecelle", Fransızca "1) büyük kitap, 2) hukuk ilkeleri derlemesi" anlamına gelen 'codex' sözcüğünün çevirisi olarak kullanılmıştır. Türk Kanunu Medenisi'ne ek olarak çıkarılan 864 sayılı Tatbikat Kanunu'nun 43. maddesiyle 4 Ekim 1926'da Mecelle yürürlükten kaldırılmıştır. I. Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra Mecelle, halef devletlerinin çoğunda (hiçbir zaman yürürlükte olmayan Mısır hariç) kalıcı bir etki bırakmıştır. Mecelle, etkili, tutarlı ve yerinden edilmesi zor olduğu için çoğu yerde uzun süre devam etmiştir. Yürürlükte kalan ülkeler: Mecelle, Ürdün ve Kuveyt'te de medeni hukukun temelini oluşturdu. Mecelle'nin konuları. 99 genel hukuk ilkesini içeren giriş bölümünden sonra Mecelle şu konulara değinir: Büyu, İcar (kira), Kefalet, Havale, Rehin, Emanet, Hibe, Gasp ve İtlaf, Hacir, İkrah ve Şuf'a, Enva-ı Şirket (ortaklık çeşitleri), Vekâlet, Sulh ve İbra, İkrar (borcu kabul etme), Dava, Beyyinat ve Tahlif (kanıt ve delil), Kaza (yargı). Mecelle'nin hazırlanması. 1868'de sadrazam Âli Paşa, Abdülaziz'e sunduğu ünlü reform tasarısında Fransız Medeni Kanunu'nun aynen çevirilerek benimsenmesini önermiş, hatta çeviri için bir komisyon kurulmuştu. Ancak aynı yıl bu projeden vazgeçilerek, İslam medeni hukukunun derlenip modernleştirilmesi fikri ağırlık kazandı. Adliye Nazırı ve eski Meclis-i Ahkâm-ı Adliye Reisi Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında yedi kişilik bir heyet bu işle görevlendirildi. Batı ve doğu kültürlerine eşit derecede vakıf olan Cevdet Paşa dışında heyet üyeleri, genellikle muhafazakâr, İslam ulemasından oluşuyordu. Mecelle'nin birinci kitabına ekli olarak yayımlanan mazbataya göre Mecelle fıkıh ilminin dünya işlerine ilişkin kısmıyla ilgiliydi. Uygar uluslar (milel-i mütemeddine) bu konuyu Medeni Kanun ile çözerken, Osmanlı devletinde bu konuda pek çok kanun ve nizam yapılmıştı. Bunların eksikleri her ne kadar İslami fıkıh ilminde eksiksiz bir şekilde giderilmiş ise de eski içtihat ve fetvaları bir araya getirmek güçtü ve yeni kurulan temyiz mahkemelerinin hakimleri bu kaynaklara yeterince vakıf olmadığından yanlış kararlar verilebiliyordu. Bu nedenle Hanefi mezhebinin sağlam kaynaklarına dayanarak kanun kuvvetinde bir derleme hazırlanmalıydı. Böylece hem şer'i mahkemeler için güvenilir bir kaynak oluşturulmuş olacak, hem nizami (laik) mahkemelerde kullanılmak üzere yeni kanunlar çıkarılmasına gerek kalmayacaktı. Mecelle'nin genel hükümleri. Mecelle'nin ilk 99 hükmünden örnekler: Açıklamalı kaynakça. Mecelle, Ali Himmet Berki tarafından yeni harflerle "Açıklamalı Mecelle" başlığıyla yayımlanmıştır (Hikmet Y. 1978). Dr. Osman Öztürk'ün "Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle" (1973) adlı eseri de Mecelle'nin tam metnini içerir. İstanbul Üniversitesi'nde uzun süre mecelle ve medeni hukuk profesörü olan Ebül'ulâ Mardin'nin "Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa" adlı kitabı (1945, 1996), konuya ilişkin en ciddi kaynaklardan biridir. Ömer Nasuhi Bilmen'in "Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu" (1955) Osmanlı hukuku konusundaki temel başvuru kitabıdır. Rum asıllı Hariciye Nazırlarından, Girit Valisi ve Mekteb-i Hukuk hocalarından Sava Paşa'nın "İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında bir Etüd" (çev. Baha Arıkan, 2 cilt, 1955) adlı kitabı, Batılı düşünce sistematiği çerçevesinde İslam özel hukukunu ele alan çok değerli bir incelemedir. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Av. Yaşar GÜÇLÜ tarafından tam metin halinde Osmanlıca aslı, günümüz alfabesiyle yazımı ve güncel Türkçesi birlikte bakışımlı olarak 2019 yılında yayımlanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9074", "len_data": 4724, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.9 }
Maxwell'in Cini veya Maxwell'in Şeytanı, İskoç fizikçi James Clerk Maxwell'in ikinci termodinamik yasasının geçerliliğini sorgulamak amacıyla 1867'de ortaya attığı bir "düşünce deneyi"dir. Deney. Maxwell bu yasayı sınamak için, aralarındaki kapı hariç birbirlerinden tamamen yalıtılmış olan A ve B odaları kurgular. Bu odaların ikisi de aynı çeşit gazla doldurulmuştur ve gazın sıcaklığı her iki odada da aynıdır. Termodinamiğin ikinci yasasına göre, aradaki kapıyı istediğimiz kadar açıp kapayalım, eşit sıcaklıktaki odalar arasında bir ısı akışı olmayacaktır. Maxwell, kapının başında duran akıllı bir "cin" hayal eder. Bu cin, her iki taraftaki gaz moleküllerini de gözlemleyebilmektedir. A odasından kapıya doğru ortalamadan yüksek bir hızla gelen bir molekül gördüğünde, kapıyı açarak onun B odasına geçmesini sağlar. Benzer şekilde, B odasında ortalamadan düşük hızla hareket eden moleküllerin de tek tek A odasına geçmesini sağlar. Böylece, zaman içinde B odasının içindeki moleküllerin ortalama hızı artarken A odasındakilerin ortalama hızı azalmaktadır. Ortalama hız da sıcaklık demek olduğundan, B odasının sıcaklığı artmakta, A odasının sıcaklığı düşmektedir ve bu da ikinci termodinamik yasasının açık bir ihlalidir. Eleştiriler. Deneydeki muhtemel hatayı ilk defa 1929'da Leó Szilárd göstermiştir. Szilárd'a göre Maxwell'in cini, moleküllerin hızlarını gözlemlerken, hız bilgilerini depolayıp birbiriyle karşılaştırırken ve kapıyı açıp kapatırken entropi üretmektedir ve üretilen entropi, kaybolduğu iddia edilen entropiye en iyi ihtimalle eşittir. Ayrıca, Belirsizlik İlkesi'ne göre zaten moleküllerin kinetik enerjilerini ve hareket yönlerini değiştirmeden hızlarını tespit etmenin bir yolu yoktur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9075", "len_data": 1713, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.4 }
Friedrich August von Hayek (d. 8 Mayıs 1899, Viyana - ö. 23 Mart 1992, Freiburg), Avusturya ekolüne bağlı ekonomist ve siyaset bilimcidir. Serbest piyasa ekonomisini 20. yüzyıl ortasında yükselen sosyalist dalgaya karşı savunmasıyla tanındı. Hukuk ve epistemolojiye önemli katkılar yaptı. 1974'te Nobel Ekonomi Ödülü'nü düşünsel rakibi Gunnar Myrdal ile paylaştı. Hayatı. Hayek'in babası August von Hayek tıp doktorudur; aynı zamanda Viyana Üniversitesi'nde yarı-zamanlı botanik dersleri vermiştir. Doğal bilimcilerin ağırlıkta olduğu bir aile ortamında yetişmesine rağmen topçu subayı olarak görev yaptığı I. Dünya Savaşı'ndan sonra sosyal bilimlere yönelmiştir. Viyana Üniversitesi'nden 1921'de hukuk, 1923 yılında ise siyaset bilimi üzerine 2 sene ara ile 2 doktora almış olan Hayek, 1924'te ABD dönüşünde sosyalizm fikirlerini benimsemek üzereyken Ludwig von Mises'in Sosyalizm kitabından etkilenmiş ve düşüncesini değiştirmiştir. Hayatının bundan sonraki kısmında liberal felsefeyi ekonomi, siyaset felsefesi gibi birçok alanda başarılı bir şekilde savunmuştur. Hayek serbest piyasa düzeninin felsefi savunucularındandır. Avusturya Okulu'nun 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biridir. 1974'te Nobel Ekonomi ödülünü almıştır. Merkezi ekonomik planlamanın insanların özgürlüklerini ve ihtiyaçlarını kısıtlayacağı tezini vurgulamış, çoğulculuğu ve ekonomik sübjektivizmi savunmuştur. Hayek'e göre iktisadi karar verme hakki, bireylerden, onların değerlerinden ve amaçlarından bağımsız değildir (ekonomik öznellik, Avusturya ekolü), karar verme hakları enformasyona sahip olan bireylerde olmalıdır. Rekabetçi bir piyasada fiyatlar, insanların farklı mal ve servislere biçtikleri görece değerleri belirlemekte, bireyler de bunlara bakıp istek ve ihtiyaçlarını en iyi şekilde nasıl karşılayacaklarına ve hatta o istek ve ihtiyaçların neler olduklarına karar vermektedirler. Hayek iktisat dışında bilişim (enformasyon) teorisi, hukuk, politika teorisi, bilim felsefesi ve bilişsel psikoloji (cognitive psychology) gibi alanlarda da yeni fikirler üretmiştir. Zengin ve muhafazakâr bir ailenin kızı olan annesi  Felicitas Hayek ünlü felsefeci Ludwig Wittgenstein 'ın akrabası olması nedeniyle Hayek, Wittgenstein'ın ikinci kuzenidir. Wittgenstein ile birkaç kez bir araya gelmesine rağmen Hayek, Wittgenstein'ın düşüncesi ve analiz metodunun kendi hayatı ve düşüncelerini derin bir şekilde etkilediğini belirtmiştir. Hayek üç erkek kardeşten en büyüğü olmasına rağmen diğer iki kardeşinden daha uzun yaşamıştır. Kardeşleri Heinrich 1969 yılında 69 yaşında, Erich 1986 yılında 82 yaşında ölmüştür. Hayek ise 1992 yılında yaklaşık 93 yaşında ölmüştür. Eserleri. The Road to Serfdom - Serfliğe Giden Yol (1944) Bu Eser, Hayek'in özgürlük savunusuna adadığı uzun entelektüel hayatının en çarpıcı ürünlerindendir. Serfliğe Giden Yol, son derece önemli bazı siyasal soruların cevaplarını aramaktadır. Özgürlük nedir? Sosyalizm, faşizm ve diğer totaliter sistemler neden özgürlükle uzlaşmaz bir çelişki içindedirler? Birbirine karşıt görünen özgürlük aleyhtarı anlayışlar yoksa aynı kökten mi türemişlerdir? Söz gelimi "Nazizmin Sosyalist kökleri" nelerdir? Özgürlük, geçici bir güvenlik uğruna feda edilebilir mi? Kollektivist ekonomi altında demokrasinin ve azınlık haklarının yaşama şansı var mıdır? Düşünür hakkında ilginç bilgiler. Hayek 1974 yılında zıt fikirleri savunmalarına rağmen Guannard Myrdall ile paylaşmak zorunda kaldığı Nobel ödülünü almıştır. Ölmeden 2 sene önce hafıza kaybına uğramıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9078", "len_data": 3505, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 3.66 }
Robert Nozick (16 Kasım 1938 - 23 Ocak 2002), Amerikalı filozof. Nozick, "Anarşi, Devlet ve Ütopya" isimli kitabı ile bilinir. Hayatı. Robert Nozick, göçmen bir ailenin çocuğu olarak 16 Kasım 1938 tarihinde New York'ta doğmuştur. Nozick, 1959 yılında Columbia Üniversitesinden mezun olduğunda sosyalist görüşte, sol öğrenci birliklerinden birisinin üyesi olarak faaliyet göstermiştir. Daha sonraları siyasal fikirleri değişti. Princeton, Oxford ve Rockfeller Üniversitelerinde çalıştıktan sonra 1965 yılında Harvard Üniversitesine girmiş, 1969 yılında Felsefe profesörü olmuş ve ölümüne kadar Harvard'da görev yapmıştır. Ömrünün önemli bir kısmında kendini minarşist olarak tanımlasa da sonrasında kendisini Liberteryen olarak adlandırmıştır. Felsefesi. Devlet Tartışmaları. Nozick'in siyaset kurgusunun altında yatan temel olgu haklardır. Nozick, insanların belirli haklara sahip olduğunu ve bu haklar ihlal edilmedikçe o insanlara başka insanların ya da kuruluşların bir şeyler yapma hakkına sahip olmadığını belirtir. Bu açıdan Nozick'in eserlerinin uygulamalı etik olduğunu Thomas Fossen gibi isimler öne sürmüştür. Nozick'in en yaygın bilinen eseri olan Anarşi, Devlet ve Ütopya iki temel üzerinden değerlendirilebilİr. Bunlardan ilki siyasal anarşistlerin devletin kaçınılmaz olarak bireylerin otonomisinin ihlali olduğu ve dolayısıyla devletin meşru olamayacağı iddiasına verdiği cevaptır. Nozick'e göre devlet minimal olduğu sürece bireylerin halihazırda özel sektörden alacakları koruma hizmetini bunun özel sektörde olduğu durumda sahip olacağı eksiler olmadan sunacak, dolayısıyla devlet olmayan özel güvenlik kurumlarının yerini minimal devletin almasının bireylerin özgürlüklerine dair bir ihlali olmayacaktır. Nozick bu argümanını desteklemek için Immanuel Kant'ın doğa durumundaki bireylerin siyasal topluma girme zorunluluğuna referans vermiştir. Kitabın ikinci kısmında bahsedilen konu ise minimal devletten daha geniş bir devletin, yani yeniden dağıtımcı bir devlet sisteminin, bireylerin kişisel hayatına müdahil olmasından ötürü meşru olmadığı ve bunun bireylerin haklarına müdahil olmak anlamına geldiğidir. Nozick bu kısımda genel olarak sosyal devlet eleştirisi yapsa da bu metin spesifik olarak John Rawls'ın "Bir Adalet Teorisi" adlı eserine cevap niteliği taşımaktadır. Nozick'in minimal devlet savunusunun temelinde ütiliteryen teorinin insanları araçsallaştırmak anlamına geldiği yorumu ve Kant'çı bir şekilde haklara dokunmama ilkesi yatmaktadır. Nozick'in "Edinme Teorisi" adını verdiği teoriye göre insanların mülkiyet edinmesi için üç temel yol vardır: Nozick'e göre bu üç durumun dışında mülkiyetin bir şekilde el değiştirmesi hakkaniyetli olmayan bir durumu ifade eder ve Edinme teorisinin üçüncü prensibine uygun bir şekilde düzeltilmesi gereken bir durumdur. Bu noktadan hareketle Nozick toplumsal adaletsizliklerin giderilmesi için devletin yeniden dağıtımcı politikalar öne sürmesinin bireylerin mülkiyet haklarının ihlali olarak görür. Bu noktada "devlet ancak bireylerin ona verdiği derecede haklara sahiptir" şiarıyla hareket eden Nozick devletin insanların mülkiyet hakkını ihlal etme hakkına sahip olmadığını savunur. Bu da devleti minimal noktada tutuan temel argümanıdır. Nozick'in mülkiyete dair sahip olduğu tutumun temelinde John Locke'un "Yönetim Üzerine İkinci İnceleme adlı eseri bulunmaktadır. "Locke'un Ön Koşulu" şeklinde Locke'a referans vererek kavramsallaştırdığı teorisinde Nozick insanların emek verdiği sürece emek verdikleri şeyler üzerinden mülkiyet iddiasında bulunma hakkına sahip olduğunu öne sürmüştür. Buna yapılacak müdahaleleri de edinme teorisinin üçüncü prensibi ile sınırlandırılmıştır. Mülkiyet edinimini ise başka insanların mülk edinme haklarını sınırlandırmadığı sürece özgür kılarak aslında mülkiyete müdahalenin de, mülkiyeti edinmenin de sınırlarını çizmiştir. Nozick'e göre Rawls'ın iddia ettiği gibi toplumun en az avantajlı insanlar etrafında şekillendiği bir dünya insanların mülkiyet edinme haklarının ihlali anlamına gelmekte, onları araçsallaştırmakta ve dolayısıyla kötü ahlak örneği olmaktadır. Tecrübe Makinesi ve Ütiliteryenlik. Nozick'İn Anarşi, Devlet ve Ütopya'da ortaya koyduğu temel argümanlardan birisi de insanların araç gibi davranılamayacağıdır. Burada Kantçı bir perspektiften hareket eden Nozick bireylerin iradelerinin, onlar için daha fazla faydaya yol açması durumunda dahi, görmezden gelinemeyeceğdir. Bu noktada Nozick Tecrübe Makinesi (Experience Machine) adlı bir örneği bize sunar. Nozick'in iddiası Matrix benzeri bir makinenin, o makine içerisinde olduğumuzu fark ettirmeden, bize sınırsız mutluluk sağlayacağını hayal etmemizdir. Bu makinenin insanlara sınırsız zevk, mutluluk sağlaması ve makine içerisinde olduğunun fark edilmemesi o makineye girilmesini haklı kılar mı? Başka bir insanı o makineye kendi iyiliği için kendi rızası olmadan sokmamızı haklı kılar mı? Nozick'in bu sorulara verdiği cevap hayırdır. Nozick bu durumu insan tecrübesinin kendisine has bir nitelik taşıdığından ve bu tecrübenin sadece bir amaç olarak zevk üzerinden açıklanamayacağını vurgulayarak yapar. Bu Nozick'in ütiliteryenlere getirdiği temel eleştiridir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9081", "len_data": 5151, "topic": "HISTORY", "quality_score": 4.19 }
Çamlıdere, Ankara ilinin bir ilçesidir. Ankara'nın kuzeybatısında yer almakta, doğu ve güneyden Kızılcahamam, kuzeyden Gerede, batıdan Güdül ve Beypazarı ilçeleri ile çevrilidir. Ankara şehir merkezine uzaklığı 99 km'dir. İlçe 1953 yılına kadar Kızılcahamam ilçesine bağlı bucak olarak kalmış, 02.12.1953 tarihinde 6191 sayılı kanunla ilçe statüsünü kazanmıştır. Çamlıdere İlçesinin tarihçesi hakkında kesin bir bilgiye dayanan herhangi bir kaynak mevcut değil ise de, ilçede Selçuklu dönemine ait Peçenek Beldesinde bir Camii bulunmakta, Peçenek, Ozmuş, Yahşihan, Dağkuzören gibi bazı köy isimleri de Selçuklu beylerinin isimlerini taşımakta ve yer yer Selçuklu Dönemine ait kalıntılara rastlanılmaktadır. Bunun yanı sıra Bizans Dönemine ait mezar ve yerleşim yerleri gibi kalıntılara da rastlanmaktadır. Ayrıca Çamlıdere ilçe merkezinde Muhammed'in sahabesi Ömer bin Hattab'ın dördüncü soyundan gelen Şeyh Ali Semerkandi'ye ait türbe bulunmaktadır. 2014-2015 yıllarında kapsamlı bir restorasyondan geçen türbe yurdumuzun her bölgesinden gelen vatandaşlarımız tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edilmektedir. Türbenin de içinde yer aldığı yeni inşa edilen bu büyük ziyaret alanında çay bahçeleri, çocuk oyun alanları, çeşmeler, yöresel ürünlerin satıldığı dükkanlar, müze, kütüphane ve simit fırını da yer almaktadır. Önceki yıllarda ücretli olan otopark ise genişletilerek ücretsiz hale getirilmiştir. İlçede her yıl genelde temmuz ayı içerisinde Doğa Festivali yapılmaktadır. Bu doğa festivalinde bazı eğlenceler düzenlenmektedir. Bunlar Aluçdağı Yağlı Güreşleri, müzik şöleni, sinsin oyunlarıdır. Geleneksel “Çamlıdere Aluç Dağı Festivali”nde Şeyh Ali Semerkandi'yi anma gününün de yer aldığı etkinlikler düzenlenmektedir. Çamkoru orman kampı ve mesire alanı ile Benli Yaylası ilçe sınırları içinde bulunmaktadır. 2015 yılında ilçe halkının ve belediyenin ortak çabalarıyla hayata geçirilen Çamlıdere Kültür Evi ve Müzesi ziyarete açılmıştır. Kültür Evi ve Müzesi, geçmişi 100 yıldan eski bir Çamlıdere evinin restore edilmesiyle oluşturulmuştur. İlçenin tarihini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini yansıtacak eşyalar ve objelerle sınırlı tutulmayan müzede; Çamlıdere insanının geleneksel yaşantısını, el sanatlarını, mutfağını, eski dükkanlarını, kaybolan ve unutulup giden geçmişe dair ne varsa hepsini yeniden hatırlatan, ziyaretçilerini ilçenin geçmişinde bir yolculuğa çıkaran bölümler ve canlandırmalar yer almaktadır. 2016 yılı üçüncü çeyreğinde Çamlıdere Kültür Evi ve Müzesi'ne 200 metre mesafede Çamlıdere Doğa ve Hayvan Müzesi ziyarete açıldı. Çamlıdere'ye özgü endemik bitki türlerinin ve yörede yaşamını devam ettiren hayvanların tanıtıldığı müze haftanın 7 günü ziyaret edilebilmektedir. İlçede 2020 yılından beri her sene kış döneminde kar festivali düzenlenmektedir. Nüfus. İlçeye bağlı 48 mahalleden oluşmaktadır. Mahalleler. Çamlıdere'nin 55 mahallesinin 8'i merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 2.719 kişi (%36,8) yaşamaktadır. En uzak mahallesi ise 33,6 km uzaklıktaki Akkaya'dır. Merkez mahalleleri dışında nüfusu en fazla olan, 379 kişi ile Buğralar mahallesidir. Çamlıdere'nin nüfusu 2017 yılında %14 artmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9087", "len_data": 3151, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.43 }
Fransa Açık Tenis Turnuvası, kısaca Fransa Açık, orijinal ismi ile Tournoi de Roland-Garros ("Roland Garros Turnuvası"), her yıl Mayıs ayında Paris'te bulunan Stade Roland Garros'ta düzenlenen dört dünya Grand Slam tenis turnuvasından ikincisidir.İlk olarak 1891 yılında düzenlenen turnuva, kronolojik olarak diğer Grand Slam turnuvaları olan Avustralya Açık'tan sonra, Amerika Açık ve Wimbledon'dan önce düzenlenmektedir. Fransa Açık, toprak (kil) zeminde oynanmaktadır. Adını bir I. Dünya Savaşı pilotundan alan Stade Roland Garros'da düzenlenen turnuva, her yıl Mayıs ayının 3. haftası başlar ve tüm Grand Slamler gibi 2 hafta sürer. Fransa Açık, toprak kortta oynanan tek "grand slam" turnuvası olma özelliğini taşımaktadır. Toprak kortun özelliği nedeniyle topun diğer kort tiplerinden daha yavaş hareket etmesi, turnuvanın uzun maçlar ve uzun rallilerle ün yapmasına neden olmuştur. Tarihçe. Turnuva ilk kez, 1891 yılında "Fransa Şampiyonası" adıyla ulusal çapta düzenlendi. 1897 yılına kadar yalnızca erkek sporcuların katıldığı turnuvaya 1897 yılından itibaren bayanlar kategorisi de eklendi. 1902'de karışık çiftler, 1907'de ise çift bayanlar karşılaşmaları eklendi. 1925'ten itibaren uluslararası katılımcıların da mücadele ettiği turnuva, profesyonel oyuncular ile amatörlerin karşılaşmasına izin verildiği "açık dönem" olarak nitelendirilen 1968 yılında tenisçilerin yarıştığı ilk "grand slam" oldu. Turnuvaya adını veren "Roland Garros" kortunun 1928'deki inşasına kadar şampiyona "Stade Français" ve "Racing Club de France" sahalarında oynandı. Stadyum. Fransa Açık maçları Roland Garros Stadyumu kortlarında oynanmaktadır. Maçlar; Philippe Chatrier Kortu, Suzanne Lenglen Kortu ve 1. Kort olmak üzere üç kortta oynanmaktadır. En büyük kort olan Philippe Chatrier Kortu 14,840 kişilik seyirci kapasitesine sahiptir. Puan ve para ödülü. Puan dağılımı. Aşağıdaki tablolarda turnuvada oynanan tüm kategorilerdeki erişilen seviyeye göre Dünya sıralamalarına katkı yaptığı puan dağılımı bulunmaktadır. Para ödülü. 2022'deki turnuvada dağıtılan toplam para ödülü 43,600,000 € ile, bir önceki yıla göre %26,87 arttırılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9090", "len_data": 2132, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.48 }
Kefalet, hukuki işlem türleri yönünden bakıldığında, bir sözleşmedir. Kefalet güvence sağlama amacına yönelik sözleşmeler arasında yer alır. Kefalet sözleşmesinin tarafları alacaklı ve kefildir. Başka bir deyişle, alacaklı ile kefil arasında kurulan kefalet sözleşmesine borçlu, yabancıdır: borçlu ile alacaklı arasındaki hukuki sözleşmeden farklı bir sözleşmedir. Ayrıca sözleşmenin meydana gelmesi için borçlunun izin ya da onayı da gerekli değildir. Kefalet sözleşmesinin güvence sağladığı borç ilişkisi çeşitli kaynaklara bağlı olabilir. Gerçekten satım, kira, ödünç gibi bir sözleşme ilişkisinden doğabileceği gibi, bir haksız eylemden ya da sebepsiz zenginleşmeden de kaynaklanabilir. Kefaletin en belirgin ve önemli özelliği, bu sözleşmeden doğan borcun fer'i nitelik taşmasıdır. Bu bağımlılık ortada geçerli başka bir borcun yani asıl borcun varlığını zorunlu kılar. Öyle ki, asıl borç söz konusu olmayınca geçerli bir kefalet sözleşmesi kurulamayacağı gibi, asıl borcun sona ermesiyle birlikte kefalet de kendiliğinden sona erer (Borçlar Kanunu, madde 485). Kefaletin güvence altına alınması, amaçlanan asıl borcun mukadderatına sıkı sıkıya bağlıdır. Kefaletin ikinci bir özelliği de, tali (ikincil) olmasında kendisini gösterir. Bundan maksat, alacaklının kefile başvurmadan önce borçluya başvurup onu borcu ödemeye zorlaması yani hukuki yolla takip etmesi, ancak bundan bir sonuç alamaması halinde kefile başvurmasıdır. Kefalet sözleşmesi ilke olarak karşılıksız (ivazsız) bir sözleşmedir. İstinaen karşılıklı da olabilir. Poliçe, bono gibi kıymetli evrak niteliği taşıyan ticari senetler üzerine yazılan kefalet beyanına Ticaret Hukukunda aval adı verilmektedir. Aval, Türk Ticaret Kanunu'nda düzenlenmiş bulunmaktadır. Kefalet çeşitleri. Adi kefalette, alacaklı önce borçluya başvurmalıdır. Borçludan alacağını elde edemediği takdirde kefile başvurarak alacağının ödenmesini isteyebilir. Bu yolu izlemeyip, doğrudan doğruya kefile başvuran borçluya karşı, kefil borcu ödemeyi reddederek tartışma defi olarak nitelendirilen savunma aracını ileri sürebilir. Asıl borç için kefaletten önce veya onunla aynı zamanda da rehin tesis edilmiş ise, kefil, alacağın önce rehnin paraya çevrilmesi yoluyla karşılanmasını isteyebilir (BK. m. 486/II.c.1). Ne var ki, eğer borçlu iflas halindeyse ya da borçlunun iflası ilan olunmadıkça rehnin paraya çevrilmesi mümkün bulunmuyorsa, bu durumda kefil, değindiğimiz istemi ileri süremez (BK. m. 486/II.c.2). Borçlar Kanunumuz, adi kefaleti 486. maddesinde düzenlemiş bulunmaktadır. Buna göre, alacaklının kefile başvurabilmesi, borçlunun iflas etmesine veya borçlu aleyhine yapılan icra takibatının alacaklının kusuru olmaksızın semeresiz kalmasına ya da borçlu aleyhine Türkiye'de takipte bulunmanın olanaksız hale gelmesine bağlıdır. Birlikte kefalet, tanımdan da anlaşılabileceği gibi, "adi birlikte kefalet" ve "zincirleme (müteselsil) birlikte kefalet" olmak üzere ikiye ayrılır: Uygulamada zincirleme kefaletin varlığını gösteren değişik hukuki deyimlere yer verilmektedir. Gerçekten sözleşme kurulurken, genellikle tanımda yer verdiğimiz "müşterek müteselsil borçlu" deyiminden başka "müteselsil kefil", "müteselsil borçlu sıfatıyle taahhüt ve tekeffül", "Alacaklı dilerse önce bana başvurabilir", "borçluyla aynı oranda mes'ul olmak üzere" gibi ibarelere yer verilmektedir. Bu sözleşme kefil ile alacaklı arasında yazılı şekle uygun olarak yapılır. Kefile kefilin önce kefile başvurulmasını isteme hakkı (tartışma defi) burada da mevcuttur. Borcu ödemek zorunda kalan kefile kefil, asıl kefile dönüp başvurabilir (rücu edebilir). Kefalet sözleşmesinde kefilin sorumluluğu, borç asıl borçlu veya kefile kefalet durumunda kefil tarafından ödenmediği takdirde bu borcu ödeme yükümlülüğünden ibarettir. Kefilin bağlı kılındığı sorumluluğun kapsamına gelince, kefil ilk önce asıl borçtan sorumludur. Bunun dışında kefil, borçlunun ödemede gecikmesi nedeniyle doğan müspet zarardan ve gecikme (temerrüd) faizinden de sorumludur. Buna karşılık, doktrinde kefilin cezai şarttan ve sözleşmeden dönme (fesih) nedeniyle doğan menfi zarardan sorumlu olmayacağı kabul edilmektedir. Borcun ödenmemesi nedeniyle borçlu aleyhine açılan davanın giderleriyle, icra takip masraflarını da kefil karşılamak durumundadır. Ancak, kefilin söz konusu kalemlerden sorumlu tutulabilmesi için, alacaklının dava ve takipleri önleme konusunda kendisini uyarması, ancak kefilin bu uyarıya kayıtsız kalması zorunludur (BK. m. 490/II.). Bunlardan başka kefil, eğer sözleşmede ayrıca faiz kararlaştırılmışsa, bu faizlerden de sorumludur. Fakat kefilin sorumluluğu işlemekte olan faizlerle işlemiş bir yıllık faiz tutarıyla sınırlıdır (BK. m. 490/III.). Hukuk öğretisinde tartışmalı olmakla birlikte, kefilin ödemekle yükümlü olacağı tüm kalemlerin toplam olarak kefalet senedinde gösterilen miktarı aşmaması gerekir. Kefilin sorumlu olacağı en erken tarih asıl borcun vadesinin dolmasıdır. Asıl borç iflas nedeniyle daha önce istenebildiği takdirde dahi, kefilden ancak borcun vadesi geldiğinde ödemede bulunması istenebilir (BK. m. 491). Kefilin hukuki durumu. Alacaklı, borçlunun iflası halinde, alacağını iflas masasına yazdırmak ve borçlunun iflasından kefili haberdar etmekle yükümlüdür. Aksi takdirde bundan doğan zarar nedeniyle kefile başvuramaz (BK. m. 502I. Yine alacaklı borçludan aldığı rehni ve alacağın varlığını gösteren belgeleri kefilin zararına elden çıkartmama yükümü altındadır (BK. m. 500). Ayrıca alacaklının bunları borcu ödeyen kefile teslim etme yükümlülüğü de vardır (BK. m. 501/c2). Kefil, alacaklıya ödediği borç nispetinde alacaklıya halef (ardıl) olur. Yani borçludan borcun kendisine ödenmesini isteyebilir. Kefil bu hakkından önceden vazgeçemez (BK. m. 496). Yukarıda belirtildiği gibi, kefil borcu ödediğini borçluya duyurmadığı takdirde ona rücu hakkını yitirir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9091", "len_data": 5816, "topic": "LAW", "quality_score": 3.94 }
Aykut Barka (16 Aralık 1951 - 1 Şubat 2002), Türk jeolog. Aykut Barka İstanbul'un Fatih semtinde ikiz kardeşi Günkut Barka'dan 15 dakika önce dünyaya geldi. 1967-1970 yılları arasında Vefa Lisesi'nde okudu. 1970-1975 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünde lisans ve master derecelerini aldı. 1977-1981 yılları arasında Bristol Üniversitesi'nde Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerine doktora çalışmasını tamamladı. Başta TÜBİTAK ve M.I.T. (ABD) olmak üzere Fransa, Birleşik Krallık ve Japonya'da bulunan birçok saygın araştırma kurumlarında görev yaptı. Barka, Kuzey Anadolu Fay Hattı ve Türkiye'nin diğer önemli tektonik bilinmezleri hakkında her biri birbirinden önemli çok sayıda yayın yapmış ve bunları bilim çevrelerince önemli bulunan uluslararası dergilerde yayınlanmıştır. Yayınları arasında 1997 yılında, Amerikan USGS kurumundan dünyaca ünlü jeolog Ross Stein ile yaptığı ve 17 Ağustos 1999 İzmit depremi için 2 yıl öncesinden olasılık belirttiği çalışma en çok ses getirenlerden biri olmuştur. Hayatının son günlerine kadar 1997 yılında göreve başladığı İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Ensitüsü'nde çalışmış olan Barka, arkasında onlarca değerli makale ve yetişmiş yerbilimci bıraktı. Beynindeki damar tıkanıklığı nedeniyle Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 6 Ocak 2002'de tedaviye alınan Prof. Dr. Aykut Barka, 1 Şubat 2002'de öldü. Mezarı İstanbul Zincirlikuyu mezarlığı'ndadır. 1998 yılında kurulmasına öncülük ettiği bağımsız Aktif Tektonik Araştırma Grubu (ATAG ) halen çalışmalarını sürdürmektedir. Marmara Depremi'nin yıldönümünde 2002 yılında İstanbul'da Beşiktaş Belediyesi tarafından açılışı yapılan parka adı verildi. Türkiye Denizcilik İşletmeleri, 2002 yılında Sedef Adası adlı Boğaziçi vapuruna “Prof. Dr. Aykut Barka” adını vermiştir. 2007 yılında Haliç Tersanesi'nde bakıma alınarak yenilenen vapur Kadıköy-Karaköy hattında seferlerine devam etmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9094", "len_data": 1912, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.51 }
Asım Can Gündüz (15 Ağustos 1955, İstanbul – 24 Haziran 2016, Marmaris), Türk gitarist ve rock şarkıcısı. Türkiye dışında "Awesome John" ve "John Gundez" olarak da bilinir. Hayatı. Amerika yılları. 15 Ağustos 1955'te İstanbul'da dünyaya geldi. Doğduğunda parmakları perdeli olduğu için kendisine "ördek" denilen Asım Can Gündüz, bir şişeyi kırarak parmaklarının arasındaki perdeleri kesti. Okul başlayana kadar 14 ameliyat geçiren Gündüz, okullar başlamadan kısa süre önce ailesinin işi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri'ne taşındı. 11 yaşında bir aile dostunun hediye ettiği gitar sayesinde müzik ile ilgilenmeye başlayan Gündüz, The Monkees ve The Ventures gibi sanatçıların eserlerini arkadaşlarına çalmaya başladı. Daha sonra farklı müzik grupları kurdu ve Jimi Hendrix'in hayatını anlatan bir müzikalde ünlü gitaristi canlandırdı. Bu sayede Frank Zappa gibi ünlü isimlerle tanıştı. Türkiye yılları. Gündüz, uzun yıllar yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri'nden Türkiye'ye 1980'li yılların başında döndü ve grubu "Ambülans" ile 21 Ekim 1981'de TRT'de bestelediği 4 İngilizce sözlü şarkıyı çaldı. Ambülans grubu ile 1980'li yıllarda çalmaya devam etti. 1982'de yine TRT'de Atatürk için yazdığı "Paşam" adlı bestesini söyledi ancak şivesinin bozukluğu nedeniyle 1990'lara kadar TRT'den ambargo yedi. 1984 yılında Milliyet gazetesinin düzenlediği Liselerarası Müzik Yarışması'nın konuk sanatçılarından biri olup, Türkiye'yi dolaştı. Seyyal Taner'e bir sene vokalistlik yaptı. 1984 yılında tekrar ABD'ye dönmeye karar verdi ve plak çalışmaları yapmaya başladı ancak anne ve babasını kaybettikten sonra tamamen Türkiye'ye dönmeye karar verdi. 1989 yılı Ekim ve Kasım aylarında ilk albümü "Anasının Gözü / Cin Gibi"'yi kaydetti. Ancak albümdeki parçalardan bazılarının sözlerinin argo kelimeler içermesi gerekçesi ile albümün satışı 1990'da yasaklandı ve bu durum sanatçı tarafından protesto edildi. Albümün çıkması ise 1992 yılını buldu. Özel televizyonların yayın hayatlarına başlamalarıyla, Gündüz de bu albümü televizyonda tanıtma şansı yakaladı. Bu dönemde kendisinin televizyon performanslarına manken Sevda Demirel eşlik etti. Albümündeki "Turkish Girls" isimli şarkı aynı yıl BFBS Radio'da "ayın en iyi yabancı şarkısı" seçildi. Asım Can Gündüz, sonraki yıllarda radyo ve TV programları yaptı. Energy FM, Power FM ve Kiss FM radyolarının kurucu üyelerindendi. Ayrıca Zuhal Müzik'in ortaklarından biri olan Gündüz, burada gitar dersi de verdi. 1994 yılında Kanal 6'da Zeyno Günenç ile "Müzikalite" programı yaptı. 1997 yılında Baba Blues Band grubunu kurdu ve müzisyen arkadaşlarıyla televizyonda ve sahnelerde blues şarkılarını yorumladılar. 1998 yılında "Bir Sevgi Eseri" ismini taşıyan cover parçalara Türkçe sözler yazarak bir albüm çıkardı. "Romantik Blues" olarak tanıttığı bu albümde Gary Moore, Eric Clapton ve George Michael gibi sevilen sanatçıların şarkılarını sanatçılarla bire bir görüşerek telif ödemeleri yaparak yorumladı. 2000 yılında "Dansöz" adlı filmde oynadı. 2000 yılında ABD'ye geri dönme kararı alsa da bir sene sonra Marmaris'e taşındı, Marmaris içinde ve Türkiye dışında çeşitli mekânlarda konserler verdi. 2011 yılında "Nazar Değdi" ve "Yavrum" şarkılarını yayınladı. 2013 yılında ise "Mc Dandik" adlı filmde oynadı. Amerika'nın ünlü Blues Hall of Fame, organizasyonu, Asım Can Gündüz'e "Legendary Blues Artist - Efsane Blues Sanatçısı" onurunu layık görmüştür. Hayatta olsaydı bu ödül kendisine Kıbrıs'ta 19 Temmuz 2016'da Kıbrıs Blues Festivali'nde takdim edilecekti. Son yıllarında Ankaralı rock grubu Heavy Sky'a destek olup, beraber konserlere çıkmaktaydı. Özel hayatı. Gündüz'ün ilk eşinden kendisi gibi müzisyen oğlu Evrencan Gündüz dünyaya geldi. İkinci evliliğini 2006 yılından beri Marmaris'te yaşamını paylaştığı Tülay Bilben ile Montauk, New York'ta yapmıştır. Ölümü. Evinde geçirdiği kalp krizi nedeniyle eşi Tülay Bilben tarafından hastaneye kaldırıldı. Hastanede tüm çabalara rağmen 24 Haziran 2016'da öldü. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Kanlıca Mezarlığı'nda annesinin yanına defnedilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9097", "len_data": 4045, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.1 }
Joe "Satch" Satriani (d. 15 Temmuz 1956, New York), Amerikalı enstrümantal rock gitaristi ve dünyanın en büyük elektrogitar virtüözlerinden birisidir. Hayatı. 1980'lerin ortasında, Joe "The Squares" adlı bir yerel grupta çalmaktadır. Grupta davulları daha sonra yıllarca Joe için baget sallayacak olan Jeff Campitelli ve basları ise Andy Milton çalmaktadır. Ancak "The Squares" Satriani'yi hem tam olarak tatmin etmemekte, hem de biraz hayal kırıklığına uğratmaktadır. Eserlerini yayımlamak isteyen bir sanatçı için hiçbir şey yayımlamayan, onun yerine büyük bir firmayla anlaşma yapmak için bekleyen bir grup çok da uzun soluklu bir süreç olmaz. Geleceği için çok da umut beslemediği The Squares'in üç haftalık bir yeni yıl arası verdiği 1983 yılında, kendi adını taşıyan ilk eserini, "Joe Satriani" kısa albümünü (EP) kaydeder. Bu kayıtlar, kendi icra ettiği enstrümantal kompozisyonlardan oluşmaktadır. Farklı efekt denemeleri de yapmıştır. Örneğin gitarın kalın tellerinin akordunu azaltıp bas sesler elde ederken, alyan anahtarları ile gitarın manyetiklerine vurarak meydana getirdiği davul benzeri seslerden yararlanır. Kendi yayımcılık şirketini (Strange Beautiful Music) ve kendi küçük plak şirketini de (Rubina) tam bu arada kurar. Bayan Rubina daha sonra Joe'nun müstakbel eşi olacaktır. Joe, kısa albümün ardından kayıtlara devam eder ve dört şarkı daha kaydeder.1985 yılında kayıtları biten albüm, 15 haftadan sonra, 1986 yılında "Not Of This Earth" adıyla, ilk solo albümü olarak, Relativity Plakçılık şirketinden piyasaya çıkar. Albüm gitar ortamlarında çok dikkat çeker. Guitar World, Guitar Player gibi dergilerden övgü üstüne övgü alır. "Not of This Earth" plağının çıkışından sonra Joe çeşitli ev kayıtları yapmaya devam eder. Sonrasında ise diğer eserler için Cuniberti'nin Hyde Street Stüdyoları geçer. 1987 yılında, onun adını gitar ve müzik dünyasına perçinleyecek klasiği olan "Surfing with the Alien" yine Relativity Plakçılıktan yayımlanır.1988 yılı içinde, kendisinin ikinci kısa albümü olan "Dreaming No. 11"i çıkarır. Kayıt kısa sürede altın plak alır. Albüm aynı zamanda Joe'yu ikinci Grammy adaylığına da ulaştırır. 1989 yılında "Flying in a Blue Dream" isimli albümünü yayınlar. Albüm kısa süre içinde, beklendiği üzere, büyük başarı kazanır ve 750.000 kopyanın üzerinde satar. 1990'lara gelindiğinde ise daha önceki albümlerin kadrosundaki müzisyenler ile stüdyoya girdiğinde rock çalmak amacında bile olsa sound'un daha farklı mecralara aktığını gören Joe, istediği değişiklikleri gerçekleştirmek için iki önemli değişikliğe gider; ilki yapımcısını değiştirmektir. Diğer albümlerin demirbaşı Cuniberti bu kez yardımcı yapımcı koltuğundadır. Bu görevdeki başrol ise efsanevi yapımcı olarak bilinen Andy Johns’undur. Temmuz 1992'de piyasaya çıkan "The Extremist", diğer albümleri gibi kısa sürede altın plağa ulaşır. Kısa sürede Billboard listelerinde 24. sıraya yerleşen albüm, Joe'ya bir Grammy adaylığı daha yaşatır. 1993 yılı başında ilk toplama albüm olan "Beautiful Guitar" çıkar. Joe'nun 1986-1993 yılları arasından seçilen 16 şarkının yer aldığı tipik bir toplama (best of) albümdür. Özel bir albüm çıkarmak için hazırlıklarını yapan Joe, Ekim ayında "Time Machine" adlı albümünü dinleyicilerin beğenisine sunar. Çift CD olarak piyasaya sürülen albümün ilk CD'si Joe'nun albüm dışı kalmış eski kayıtlarını, bazı Amerika dışı basımlarda ek şarkı olarak kullanılmış şarkıları, ilk kısa albümündeki bazı şarkıları ve birkaç tane de yeni kaydı içermektedir. 11 Ekim 1995 tarihinde ise Joe Satriani'nin en deneysel ürünü olan ve kendi adını taşıyan 7. albümü raflarda yerini almıştır. 1996 yılından itibaren G3 adı ile başladığı tur organizasyonu ile birlikte rock müzik dünyasından önemli gitaristleri bir araya getiren bir konserler serisine başlamıştır. Bu konserlerde kendisine Eric Johnson, Steve Vai, Yngwie Malmsteen ve John Petrucci gibi önemli müzisyenler eşlik etmiştir. G3 turnelerinin devamı esnasında, daha modern ve bol efektlerle süslü "Crystal Planet" (1998) ve "Engines of Creation" (2000) raflarda yerini alır. 2000 yılından sonra sound olarak çok daha farklı ve çeşitli ögelerle kendisini yenileyen Satriani, 2002'de "Strange Beautiful Music" albümünü, 2004'te "Is There Love in Space?" albümünü, 2006'da ise "Super Colossal" albümünü yayımlar. Bu seneler içerisinde bir yandan değişik müzisyenler ile G3 turnesine devam ederken "Live in San Francisco" ve "The Electric Joe Satriani: An Anthology" gibi toplama ve konser kayıtlarından oluşan albümleri de dinleyicileriyle paylaşır. 1 Nisan 2008'de yeni albümü "Professor Satchafunkilus And The Musterion Of Rock" raflarda yerini alır. Bu albümde Satriani'nin doğu ritimlerine daha çok yer verdiği dikkat çekiyor. Ayrıca Satriani bu albümünde Âşık Veysel'in "Kara Toprak" türküsünü kendi üslubuyla yorumlamış. 14 Temmuz 2007 tarihinde İstanbul Arena'da konser veren sanatçı, 25 senelik kariyeri boyunca Türkiye'de verdiği ilk konser için İstanbul'a gelmiştir. Canlı performanslarında ve albüm kayıtlarında Ibanez firmasının kendi adına çıkardığı JS marka elektrogitar kullanmaktadır. Amfi seçiminde ise Marshall firmasının kendi adına ürettiği JVM 410HJS modelini tercih etmektedir. Sıkça kullandığı wah efekti için Vox firmasının kendi adına ürettiği Big Bad Wah'ı kullanmaktadır. Kendi adına üretilen diğer pedallar ise Vox Satchurator Distortion ve Vox Time Machine Delay'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9098", "len_data": 5381, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.43 }
Pena, gitar veya mandolin gibi telli çalgıları çalmaya yarayan çoğunlukla fildişi, mika, kemik, boynuz ya da plastik gibi malzemelerden yapılan çalma aracı, çalgıç. Dünyanın çeşitli bölgelerinde taş, pirinç ve hatta bağa (kaplumbağa kabuğundan yapılmış) penalara rastlamak mümkündür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9100", "len_data": 283, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.66 }
Strateji (Fransızca stratégie) ya da izlem, bir ulusun veya uluslar topluluğunun, barış ve savaşta benimsenen politikalara destek vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askerî güçleri bir arada kullanma bilimi ve sanatı. Askerlikte strateji. Askeri strateji, silahlı kuvvetlerin ya da bu kuvvetler bünyesindeki kurumların stratejik amaçlarına ulaşmak için izledikleri yoldur. İşletme yönetiminde strateji. İşletme yönetiminde strateji kavramı, bir işletmenin içinde yer aldığı ortamın dinamizmine karşın, kararlılığını koruyarak varlığını sürdürmek ve pazarda başarı elde etmek için seçtiği yolu betimlemektedir. Henry Mintzberg işletme stratejilerini beş kategoride değerlendirmektedir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9102", "len_data": 697, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 3.56 }
Havsa, Edirne'nin bir ilçesi. Havsa, Edirne'nin kuzey yarısında ve konya yaylası üzerindedir. Doğuda Kırklareli, batıda Edirne merkez ilçesi, kuzeyde Süloğlu ve güneyde Uzunköprü ilçeleriyle komşudur. İlçede dağ yoktur; kuzey-güney doğrultusunda sıralanan tepeler vardır. Bu az yükseltili yayvan tepelerin en yükseği, "Doğruk Tepe"'dir. Vadilerin derinliği azdır. Bu vadilerden birinin geniş tabanı "Osmanlı Ovası" adıyla anılır. Başlıca akarsuları Oğulpaşa, Necatiye, Kuleli dereleriyle, Darıdere ve Aşırıdere'dir. Bunlar Ergene ırmağının kollarıdır. İlçede doğal göl yoktur ancak yapay gölet bulunmaktadır. Tarihçe. Havsa ilçesi Antik Romalılar tarafından kurulmuştur. Havsa, Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldıktan sonra Bizanslılar'ın elinde kalmıştır. 1331 yılında Rumeli'ye geçen Türkler burayı I. Murat vasıtasıyla Türk topraklarına katmışlar ve ilçeye "Hosa" adını vermişlerdir. Edirne, Osmanlı Devletinin hükûmet merkezi olduktan sonra Hosa'da bulunan Rumlar, Padişah I. Murat'ın ikamet ve din serbestisi ile ilgili fermanlarına aldırmadan burayı terk ederek İstanbul ve Selanik taraflarına göç etmişlerdir. Fetihten sonra Anadolu'dan getirilen göçmenlerle kasabanın Türkleştirilmesi sağlanmış, Sokullu Mehmet Paşa'nın buraya önem vermesiyle de Türklük gelişmiştir. Bugün Hacı İsa, Hacı Gazi ve Helvacı Baba mahalleleri o dönemde getirilen göçmen ailelerin isimlerini taşımaktadır. Tarihî eserler 1531 yılında Sokuklu Mehmet Paşa tarafından oğlu Kazım Paşa adına Mimar Sinan'a yaptırılan Sokollu Camii, Fukaraya Bektaşilerinden olduğu söylenen Kurt Bey Anıtı, sadece kemeri kalan kervansaray, harap vaziyetteki Sokollu Hamamı ve bugün de kullanılmakta olup bütün tesisleri Mimar Sinan tarafından yapılan çeşmedir. Tarihî eserlerden Hafsa Hatun ve Abdülselam Camii'nden hiçbir iz kalmamıştır. anan'ın hanımlarından Hafıza Sultan ilçeye yerleştikten sonra ilçeye bir müddet "Hafse" denilmiş, daha sonra bu iki isim karışımından "Havsa" ismi doğmuştur. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Edirne sancağına bağlı olan kaza içinde Zalif ve Aslıhan köylerinde, yılda 1,500,000 kilyeyi geçen kaliteli şarap yapılır ve bazı yıllar Avrupa'ya ihraç edilirdi. Bu nedenle 10 civarında Edirneli tüccarların şarap mağazası ve posta şubesi vardı. Coğrafya. İlçe il merkezine 25 km uzaklıktadır. Kuzey ve batısında Edirne ili, güneyinde Uzunköprü ve Pehlivanköy ilçeleri, doğusunda ise Kırklareli ili ve Babaeski ilçeleri bulunmaktadır. Yüzölçümü 431 kilometrekare olup, rakımı 31 metre arasında değişmektedir. Arazi genellikle ova olup jeolojik devirlere ait kütle oluşumlarından meydana geldiğinden genç bir yaşa sahiptir. Dağ, yayla, ırmak ve ormanın bulunmadığı arazi hemen hemen tarım arazisinden müteşekkildir. İlçede yıl boyunca karasal bir iklim hüküm sürmektedir. Nüfus. Şehirde yaşayanların ilçe nüfusuna oranı %31'den %69'a yükselirken köylerde yaşayanların oranı da %69'dan %61,2'ye düşmüştür. Yapılan tespitlerde ilçe merkezinde kadın nüfusunun erkek nüfusundan fazla, köylerinde ise erkek nüfusunun kadın nüfusundan fazla olduğu tespit edilmiştir. Buna göre kadın nüfusunun ilçe nüfusuna oranı %62,2, erkek nüfusunun oranı da %49,8 olarak tespit edilmiştir. 2000 yılındaki Havsa merkez ve köylerindeki toplam nüfus 24027 iken 2007 yılında gerçekleştirilen sayıma göre 21533 olarak tespit edilmiştir. İdari yapı. 62 mahallesi ve 31 köyü bulunan Havsa, Edirne iline bağlı bir bucak iken 1969 yılında 6231 Sayılı Kanunla ilçe olmuştur. İlçe merkezi ve köylerinde toplu yerleşim düzeni hakim olup, mezra ve kom bulunmamaktadır. Devlet otoritesi ve yasalara saygılı olan halk sorunlarını Hukuk düzeni içerisinde çözme yoluna gitmektedir. Merkez ilçe belediyesi dışında belde belediye teşkilatı bulunmamaktadır. Belediye sınırları içerisinde, Hacıisa, Hacıgazi, Varoş, Yenimahalle, Cumhuriyet ve Helvacı mahalleleri olmak üzere 6 mahalle bulunmaktadır. İlçe merkezine bağlı 31 köyün hepsinde su, elektrik ve telefon bulunmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9104", "len_data": 3981, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.4 }
Sokollu veya Sokullu Mehmed Paşa (, , ; 1505 - 11 Ekim 1579), I. Süleyman döneminde Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığı ve yine I. Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde 14 yıl Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını yapmış Osmanlı devlet adamıdır. I. Süleyman'ın son sadrazamı olmuştur. Hem Osmanlı İmparatorluğu'nun zirvede bulunduğu dönemi simgelemesi itibarıyla hem de icraatları, projeleri ve kişiliği sayesinde en önemli Osmanlı sadrazamlarından biri kabul edilir. II. Selim'in damadı ve Esmehan Sultan'ın eşidir. Gelibolulu Mustafa Âlî, Sokullu'yu tanımlarken "padişâh-ı manevî" ifadesini kullanır. Sadrazamlıktan önceki hayatı. 1505 yılında Vişegrad kadılığındaki Rudo kasabasına uzak olmayan (Osmanlı idaresi altında iken Sokol olarak adlandırılan) Sokoloviçi ↔ adı Bayo Sokoloviç'di. Muvekit'e göre Sokollu Mehmet Paşa, Sokollu Ahmet Bey'in oğludur ve bu iddia, Mehmet Paşa'nın düzenleyip imzaladığı vakıfnamesine dayandırılmıştır. Bu nedenle Balkan halkları arasında Mehmed Paşa Sokoloviç olarak anılır. Vaftiz edilirken Bayo adı takılmıştı. Yaygın görüş Sokollu'nun Boşnak kökenli olduğu yönündedir ancak Sırp olduğu yönünde de görüşler vardır. Sokullu'nun babasının adı Dimitriye'ydi. Dimitriye'nin bir kızı ve Sırp tarihçilerine göre üç, Türk yazarlarına göre ise iki oğlu daha vardı. 1519 yılında devşirme sistemi ile çocuk yaşta Edirne Sarayı'na getirilmiş, Mehmed adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirilmiştir. Ardından İstanbul'a gönderilmiştir. Topkapı Sarayı'nın Enderun bölümünde çeşitli görevlerde bulundu. 1541'de Kapıcıbaşılığa yükseldi. 1546'da saray hizmetlerinde başarılı olanların dış göreve atanmaları yolundaki gelenek uyarınca Kaptan-ı Derya'lığa getirildi. Görevde iken Trablusgarp Seferi'ne katıldı, İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi. 1549'da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı. Avusturya ile 1547'de imzalanan barış antlaşmasının bozulması üzerine Sokollu Mehmed Paşa 1551'de Erdel üzerinde yapılacak seferin komutanlığına getirildi. 80.000 kişilik orduyla Erdel'e giren Sokollu Mehmed Paşa önemli kaleleri aldı, ama Temeşvar Kuşatması'nda başarılı olamayarak geri çekildi. Temeşvar 1552'de, Macaristan serdarlığına atanan Kara Ahmet Paşa ile alınabildi. I. Süleyman 1553'te Sokollu Mehmed Paşa'yı Rumeli askerlerinin başında Anadolu'ya gönderdi. Aynı yıl başlayan Nahçıvan Seferi'nde Sokollu komutasındaki Rumeli askerleri büyük başarı gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokollu üçüncü kez vezirliğe yükselerek kubbealtı vezirleri arasına katıldı. Sokollu Mehmed Paşa, Süleyman'ın oğulları arasındaki mücadeleler sırasında da hep Selim'in yanında oldu. Nitekim taht mücadelesini Selim kazandı. Semiz Ali Paşa'nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci vezir olan Sokollu, onun 1565'te ölmesiyle sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan Süleyman çok güvendiği Sokollu'ya geniş yetkiler vermişti. 1561'de üçüncü vezir iken Süleyman'ın torunu ve Sultan II. Selim'in kızı Esmehan Sultan ile evlendi. Sadrazamlık dönemi. Bu tarihten ölümüne kadarki 15 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresini fiilen elinde tuttu. I. Süleyman'ın son seferi olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Süleyman'ın ölümünü askerden II. Selim gelinceye kadar saklayarak onu tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Sokollu 1568'de Avusturya ile 8 yıl süren bir barış antlaşması imzaladıktan sonra doğuya yöneldi. Amacı Osmanlı egemenliğini Asya'da ve doğu denizlerinde de güçlendirmekti. Portekiz'in Hint Okyanusu'ndaki artan etkinliğine karşın Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi'ndeki Osmanlı gemilerinin sayılarını attırdı. Hindistan ve Endonezya ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Sokollu ayrıca Tunus'u Osmanlı himayesi altına sokarak, Kuzey Afrika'yı da denetlemek istiyordu. Ama Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570'te Kıbrıs'ın alınması kararını aldı. Sokollu Venediklilere karşı böyle bir savaşın Avrupa'yı kendilerine karşı birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa Paşa Divan'a uyarak 1571'de Kıbrıs'a çıktı. Haçlı Donanması'nın misillemesinde Osmanlı donanması İnebahtı'nda yenildi. Alınan ağır yenilgi karşısında Osmanlılara gelen bir Venedik elçisine "Biz sizden Kıbrıs'ı alarak kolunuzu kestik, siz ise donanmamızı yenmekle yalnızca sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir daha yerine gelmez, ama sakal eskisinden de gür çıkar." dedi. Gerçekten de Sokollu'nun dediği oldu ve Venedikliler barış istemek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlı Donanması Tunus'u İspanyollardan aldı. Ölümü. Sokollu 1574'te ölen II. Selim'in yerine geçen III. Murad döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu çünkü padişah da artık onun karşıtlarıyla iş birliği halindeydi. Sokollu yine de bazı siyasal başarılara imza attı. Fas'ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya'nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Paşa sudan bir nedenle idam edildi. Sokollu Mehmed Paşa, 11 Ekim 1579 tarihinde derviş kılığındaki biri tarafından bir ikindi divanı çıkışında kalbinden hançerlenerek ağır yaralandı. Ağır yaralarından dolayı Sokollu bir süre sonra 74 yaşında öldü. Eyüpsultan'da bulunan türbesine defnedildi. Sadrazamın katili konuşturulamadı ve ertesi gün öldürüldü. Sokullu'yu öldüren kişi görünüşte timarlarının azaltılmasından şikayetçi olan bir Boşnak olduğu iddia edilmiştir. Ancak bazı araştırmacılar suikastta yıllar önce şeyhleri Hamza Bâli' nin idam edilmesinin intikamını almak isteyen Hamzavîlerin rolü olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca sadrazamdan kurtulmak istediği düşünülen III. Murad'ın da suikastın arkasında olduğu iddiaları vardır. Sokollu Mehmed Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında da hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokollu bir tanesi İstanbul'da, diğerleri Lüleburgaz, Havsa (Edirne) ve Payas (Hatay)'ta bulunan beş külliyesi, imparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri olmuştur. Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi yolunu açma, Süveyş Kanalı'nı açma, İzmit Körfezi Sapanca Göl Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz'e alternatif bir boğaz açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı. Don-Volga kanalı için gerekli işgücü seferber edildi, ancak hava şartları nedeniyle çalışmalar sürdürülemedi. Süveyş Kanalı düşüncesiyle ön adım olarak Sudan zapt edildi. Ancak bu proje de sonuca ulaşamadı. Devlet teşkilatı içinde de önemli düzenlemeler yapmıştır. Türbe Kitabesi. Sokollu Mehmed Paşa'nın Mimar Sinan'ın eser olan Eyüp Sultan'da yer alan türbesinin kitabesi ve okunuşu aşağıdaki gibidir: "Şeh Selîm’e vezîr-i a‘zam olan   Ya’nî hem-nâm-ı mefhar-i dü-cihân" "Eyleyüp hâtır-ı şerîfe hutûr Âyet-i küllü men aleyhâ fân" "Kıldı bünyâd o hazret-i paşa Bir makâm-ı şerîf-i âlîşân" "Merkad-i pâki oldu evlâdın Hûr u gılmâna ravza-ı rıdvân" "Dedi bu dâr-ı Cennet-âsâya    İki târîh eden Nihâdî hemân:" Bes makâm-ı latîf cây-ı şerîf(972) Türbe-i pâk-i dâr-i ehl-i cinân(972) Popüler kültürdeki yeri. 2011-2014 yılları arasında yayınlanan "Muhteşem Yüzyıl" adlı dizide Yıldırım Fikret Urağ tarafından canlandırılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9105", "len_data": 7402, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Guns N' Roses, 1985 yılında Los Angeles, Kaliforniya'da kurulmuş Amerikalı bir rock müzik grubudur. Axl Rose, Slash, Izzy Stradlin, Duff McKagan ve Steven Adler'dan oluşan klasik kadrosu ile 1986 yılında Geffen Records ile kontrat imzalayan grubun klasik kadrosunda Axl Rose, Slash ve Duff McKagan günümüzde de grupta yer almaktadır. Altı stüdyo albümü, bir konser albümü ve bir de derleme albümü bulunan grup tüm dünyada günümüze dek 100 milyon albüm satışı gerçekleştirdi. Grubun ilk albümü "Appetite For Destruction" 1987 yılında satışa sunuldu. Yayınlanışının üzerinden bir yıl geçtikten sonra hem albüm hem de albümden yayınlanan ikinci single "Sweet Child o' Mine" Amerikan müzik listelerinde 1 numaraya kadar yükseldi. Günümüze dek tüm dünyada 28 milyon sadece ABD'de ise 18 milyon satan albüm ABD'de bir gruba ya da bir sanatçıya ait en çok satan ilk albüm olma özelliğini taşımaktadır. İlk albümün başarısının hemen ardından yine 1988 yılı içerisinde 8 şarkıdan oluşan "GN'R Lies" albümünü yayınlandı. Grup, 1991 yılında aynı anda iki albüm yayınladı. Use Your Illusion I ve Use Your Illusion II albümlerinin ikisi birlikte ABD'de 14 milyon olmak üzere tüm dünyada 35 milyon sattı. Grubun cover albümü "The Spaghetti Incident?" 1993 yılında yayınlandı. Albüm klasik kadrodan Slash ve McKagan'ın yer aldığı son Guns N Roses albümü idi. Grup elemanlarındaki değişiklik ve suskunlukla geçen 10 senenin ardından yeni kadrosu ile grup 2008 yılında uzun süredir beklenen ve tüm zamanların en pahalı prodüksyonlarından biri olan Chinese Democracy albümünü yayınladı. Dünyanın en tehlikeli grubu unvanına sahip Guns N Roses 2012 yılında Rock and Roll Hall of Fame tarafından onurlandırıldı. Kuruluş (1985-1986). 1982 yılında Indiana'dan Los Angeles'e göç eden Axl Rose ve Izzy Stradlin beraber kurdukları "Rose" ve "Hollywood Rose" isimli gruplardan sonra yanlarına Tracii Guns, Ole Beich ve Rob Gardener 'ı da alarak 1985 yılında Guns N' Roses'ı kurdular. Fakat ilerleyen zamanlarda Tracii, Beich ve Gardener ayrıldı. Tracii Guns da daha sonra meşhur L.A Guns'ı kuracaktı. Daha sonra efsane gitarist Slash, bas gitarda Duff Mc Kagan ve de davulda Steven Adler gruba katıldılar. Böylece klasik kadro şekillenmiş oldu. Kısa bir süre sonra 1986'da GN'R ilk EP'si olan Live Like A Suicide'ı Uzi Suicide plaktan çıkardı. Albümde "Nice Boys" ve "Reckless Life" gibi agresif ve yüksek tempolu ikisi cover olmak üzere 4 parça yer alıyordu. EP, sıfır promasyona rağmen bir anda 10.000 adet satınca bu Geffen plakçılığın dikkatini çekti ve hemen sözleşme imzaladılar. Bu sırada G N'R meşhur Hell Tour'u için ABD'yi dolaşmaktaydı. 1986 yılının sonlarından 1987 yılının ortalarına kadar stüdyoda kalan grubun yükselişi de başlıyordu. Appetite for Destruction ve G N' R Lies (1987–1989). Grubun ilk albümü Appetite For Destruction' 1987 yılında yayınlandı. Albümün tasarlanan ilk kapağı vahşet içerdiği için müzik firmaları tarafından reddedilmişti. Albüm, daha sonra Axl Rose'un kolundaki dövmenin kullanıldığı meşhur kapakla yayınlandı. MTV kanalı Guns N' Roses klipleri yayınlamayı albümün orijinal kapağı yüzünden istememişlerdi. Albümün yayınlanışının üzerinden bir sene geçtikten sonra. Geffen Records'un sahibi MTV'yi aradı ve büyük bir ciddiyetle grubun Welcome to the Jungle klibini oynatmalarını istedi. MTV sadece bir kereliğine oynatmayı kabul etti ama gece saat 2'de belirli bir izleyici kitlesinin izlemesiyle. 24 saat içerisinde Welcome to the Jungle klibi, MTV'den en çok istek alan klip oldu. Guns N Roses Appetite For Destruction ile büyük bir çıkış gerçekleştirirken albüm tüm zamanların en fazla satan debut (bir sanatçının ya da grubun ilk albümü) albümü olmayı başardı. Albüm tüm dünyada müzik listelerinin zirvesine yerleşirken grupta dünya çapında konserler vermeye başlamıştı. Bu albümden çıkan önemli single parçalar "Welcome to the Jungle", "Sweet Child O'Mine", "Paradise City" ve "Nightrain" müzik listelerinde üst sıralarda yer almışlardır. Albüm Amerika' nın en önemli müzik listesi Billboard 200'de 5 hafta 1 numarada yer aldı. "Sweet Child O'Mine" ise Billboard Hot 100 single listesinde 1 numaraya çıktı. 1988 yılında dünya turnesine devam eden grup bu yılın sonlarına doğru GN'R LIES albümünü yine Geffen müzik'ten piyasaya çıkardılar. Albüm Live Like A Suicide albümünden 4 şarkıyı ve yeni 4 akustik şarkıyı barındırmaktaydı. Bu albümde de yine "Patience" ve "I Used To Love Her" gibi büyük hitler vardı. Albüm sadece Amerika'da 5 milyon sattı. Billboard listesinde ise 2 numaraya kadar çıktı ve uzun haftalar Top 5 listesinde kaldı. Ancak "One In A Million" şarkısındaki bazı kelimeler Axl Rose'a ırkçı ve homofobik suçlamasını getirdi. Axl Rose ise buna karşı çıkıp, medyayı suçladı. Aynı yıl İngiltere'de "Donnington Monsters of Rock" festivaline katılan grubun 2 hayranı konser sırasında ezilerek can verdi. Bu olaydan sonra Axl Rose konser güvenliğini protesto etti ve bir daha Donnington'a katılmayacaklarını söyledi. Grup gerçekten de bir daha Donnigton'a katılmadı. 1988 yılının sonlarına doğru Mtv ödüllerinde sahne alan grup aynı zamanda "en iyi çıkış yapan grup" ödülünü aldı. Milyonlarca albüm satıp kapalı gişe konserler veren grup, artık medyanın odak noktasıydı. GNR müzikal başarılarıyla olduğu kadar skandallarıyla da artık zirvede yer alıyordu. 1989 yılına gelindiğinde Guns N' Roses aynı anda 2 albümüyle birlikte Billboard Top 5 listesinde idi ve bunu başaran ilk grup olmuşlardı. Bu o zamana kadar hiçbir hard rock grubunun başaramadığı bir başarıydı. Aynı yıl Axl Rose 2. kez Rolling Stone'a kapak olmuştu. 1989'da grup Amerikan Müzik ödülleri'nde "en iyi Hard Rock albümü (Appetite For Destruction) ve "en iyi hard rock şarkısı" (Paradise City) ödüllerini kazandı. 1989 yılında Rolling Stones ile birlikte uzun bir turne yaptılar. 1989 MTV Video Müzik Ödülleri'nde Mötley Crüe' nun solisti Vince Neil ile Izzy Stradlin sahne arkasında yumruklaştılar. Olay daha sonra Vince Neil ve Axl Rose tartışmasına dönüştü ve iki superstar birbirlerini televizyonda boks maçı yapmaya davet ettiler. Use Your Illusion ve "The Spaghetti Incident?" (1990–1993). 1990 yılının başlarına gelindiğinde ise Guns N' Roses yeni albüm için çalışmalara başlamıştı. Bu sırada grubun eski dostu Dizzy Reed (Klavye, piyano) Guns N' Roses'a katıldı. Aynı yıl davulcu Steven Adler uyuşturucuyla olan sorunlarını çözemediği gerekçesiyle gruptan uzaklaştırıldı. Ondan boşalan koltuğu Matt Sorum devraldı. Daha sonra dava açan Adler grubu 2,5 milyon $ ödemeye mahkûm etmişti. Aynı yıl Axl Rose komşusuna saldırdığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Grup 1990 yılının tamamını stüdyoda geçirdi. Sadece birkaç tane yardım amaçlı konser verdiler. 1991 yılının ilk aylarını stüdyoda geçiren grup daha sonra bu yılın ortasına doğru Use Your Illusion World Tour 91- 93' ü başlattı. Yine 1991 yılının ortalarında meşhur St. Louis vakaası gerçekleşti. Konser sırasında Axl Rose sürekli fotoğraf çeken bir seyircinin üzerine atladı ve büyüyen olaylarda 40 kişi yaralandı. Daha sonra 1992 yılında Axl Rose bu olay nedeniyle tutuklanacaktı. Yaklaşık 2 sene süren bir stüdyo kaydının ardından 1991 yılının ekim ayında aynı anda 2 albüm birden yayınlayarak suskunluğunu bozdu. Use Your Illusion I ve Use Your Illusion II. Bu heavy metal dünyasında bir ilkti. Grup zaten albümler yayınlanmadan önce 1991'in mayıs ayından itibaren kapalı gişe stadyum konserlerine başlamıştı. Albümlerden çıkan ilk single You Could Be Mine oldu ve Terminator 2 filminin sountrack albümünde yer aldı. Use Your Illusion'lar büyük başarı yakaladı ve GN'R Billboard 200 listesinin ilk iki sırasına ilk haftasında bu iki albümle yerleşti. MTV'de en çok istek alan videolar "You Could be Mine" ve "Don't Cry" idi. Ama bu kadar şöhrete rağmen Axl Rose ' un gönlüde boş değildi. O zamanların en ünlü mankeni olan Stephenie Seymour ile fırtınalı bir aşk yaşıyorlardı. Aynı zamanda Seymour Dont Cry ve November Rain kliplerindede Guns N'Roses'a eşlik etti. Fakat bu beraberlik çok uzun sürmedi ve Seymour kendisini dövdüğü gerekçesiyle Axl' ı mahkemeye verecekti. 1991 yılının sonlarına doğru grubun kurucu üyesi Izzy Stradlin Guns N' Roses'dan ayrıldığını açıkladı. Onun yerine eski Kills For Thrills gitaristi Gilby Clarke kadroya dahil edildi. Daha sonra çıkan singlelar November Rain, Don't Cry, Live And Let Die, Knockin on Heaven's Door, Yesterdays ve Estranged şarkıları büyük başarılar kazandı. 4 milyon dolarlık klibiyle November Rain yapılmış en pahalı video kliplerden biridir. 1992 MTV ödüllerinde "November Rain" en iyi klip seçildi. 1992 ve 1993 yıllarını Use Your Illusion dünya turnesiyle geçirdiler. 28 ay süren bu konserlerde kırktan fazla ülkeye uğradılar. Turne müzik dünyasının en uzun ve en büyüklerinden biri oldu ve 1993 yılının Temmuz ayında sona erdi. Grup 1993 yılının sonlarında ise The Spaghetti Incident? albümünü yayınladı. Albüm bir cover albümüydü ve grubun çalmayı sevdikleri parçalardan oluşuyordu. "Since I Don't Have You" ve "Ain't It Fun" gibi şarkıları barındırıyordu. Ara ve gruptaki ayrılıklar. 1994'ün başlarında Gilby Clarke, gruptan ayrıldı. 1994 yılının ortalarında grup bir single çıkardı: "Sympathy for the Devil". Bir Rolling Stones coverı olan parça Tom Cruise' un Interview With Vampire filminde kullanıldı. Şarkıda Rose'un arkadaşı Paul Tobias gitar çalmaktaydı. Yan projelerden sonra Rose ile çalışmaya devam eden Slash, Axl Rose ile anlaşamadı. 1996 yılının ortalarında Slash ayrıldığını açıkladı. Bunu 1997 yılında ise Matt Sorum izledi. Gruptaki bu yaprak dökümü 1998'de de Duff McKagan ile devam etti. Efsane gitarist Slash daha sonra yaptığı açıklamalarda Axl Rose her şeyin kendi istediği gibi olmasını istiyordu diyecekti. 1996 yılına gelindiğinde Axl Rose yeni bir Guns N' Roses albümü yayınlamak için çalışmalara başladı. Bu yıllarda özellikle 1997- 2000 yılları arasında Guns N' Roses cephesinde çok büyük bir sessizlik hakim sürdü. Slash ve Duff kendi solo çalışmalarını yayınladır. Axl' ın sessizliği ise 1999 yılının sonlarına kadar sürdü. Yaklaşık 3 senedir ağır kan kaybeden grubu yeniden diriltmek için Axl Rose 1997 yılından itibaren çalışmalara başladı. Yeni bir kadroyla grubu yeniden diriltti. Ritim gitarda eski arkadaşı olan Paul Huge Tobias, bas gitarda Tommy Stinson(eski The Replacements), gitarda Robin Finck(eski Nine Inch Nails), bateride Josh Freese ve keyboard'da Dizzy Reed bulunuyordu. Grup 1999'da ilk ürünü olan "Oh My God"ı bir Arnold Schwarzenegger filmi olan End of Days soundtracki için yaptı. Bu 8 sene sonra çıkmış ilk orijinal Guns N' Roses şarkısıydı. Şarkı bilinen GN'R soundundan çok uzak çok daha sert ve endüstriyel yapıdaydı. Eleştirmenlerce çok başarılı bulunan parça yeni albümünde lokomotif şarkılarından biriydi. Aynı yıl yeni albümün adı da Chinese Democracy olarak belirlenmişti. Bu arada davula Josh Freeze'in yerine Primus'tan Brain Mantia geçti. Gerileme dönemindeki tek hareket ise GN'R hayranlarının uzun bir süredir beklediği konser albümü GNR Live Era 87- 93 1999 yılında piyasaya çıkmasıydı. Yine başarılı ve özgün bir kapak çalışması olan albümde gnr ın 1983- 1987 arasındaki konser afişleri kullanılmıştır. Albümdeyse 2 CD vardı ve toplam 22 şarkı barındırıyordu. Ağırlıklı olarak grubun Las Vegas, Tokyo ve Londra şehirlerindeki performanslarından oluşuyordu. Albümün Japonya versiyonunda ise coma şarkısı bonus track olarak yerini almıştı. Albüm ABD 'de 1 milyon satmış ve platin plak statüsüne ulaşmıştır. Albümün arka kapağında use your illusion albümlerinde ve turnesinde büyük emeği geçmiş Matt Sorum ve Gilby Clarke için "additional musicians" tabirinin kullanılması hayranların tepkisini çekmiştir. "Yeni" Guns N' Roses ve "Chinese Democracy" 2001- 2012. 2000 yılını 2001 ' e bağlayan gece 31 Aralık'ta Las Vegas' ta bir geri dönüş konseri veren grup yenilenmiş haliyle ilk kez hayranlarının karşısına çıktı. Axl Rose ise 7 yıl sonra ilk konserini veriyordu. 2001 yılına gelindiğinde grup Brezilya'da Rock in Rio 3 festivalinde 250.000 hayranının karşısına çıktı ve festivalin en iyi grubu seçildi. "Madagascar", "The Blues" ve "Oh My God" gibi yeni şarkılarını seslendirdi. 2002 yılında dünya turnesini başlatan GNR aynı zamanda 9 yıl sonra ilk kez bir dünya turnesine çıkıyordu. Bu sırada da gitarist Richard Fortus, Paul Huge Tobias'ın yerine Guns N' Roses' a katılmıştı. Grup, 2002 yılının ağustos ayında büyük bir sürpriz yaparak MTV ödüllerinde sahne aldı. MTV ödüllerinde Welcome to the Jungle ile açılısı yapan grup kapanışı ise konfetiler eşliğinde Paradise City ile yapmıştı. Bu gösteriden sonra dünya turnesini başlatan GN'R aynı zamanda 9 yıl sonra ilk defa turneye cıkıyordu.Turne çok başarılı gecerken 2002 yılının aralık ayında Amerika Philadelphia'daki konsere Axl Rose un gelmemesiyle birlikte alkollu seyirciler galeyana geldi ve arbede çıktı. Turne sponsoru Clear Channel konserleri durdurdu. Bundan sonra yeniden stüdyoya girdiler ve Chinese Democracy kayıtlarını sürdürdüler. Hayranlar yeni bir albüm beklerken Greatest Hits albümü 2004 yılında yayınlandı. 4 yıllık bir aradan sonra Guns N' Roses gitara Buckethead yerine Ron "Bumblefoot" Thal'ı aldıktan sonra önce Amerika'da New York'ta kapalı gişe 4 konser verdi ve daha sonra da Avrupa turnesine başladı. Aynı zamanda Axl Rose yeni albümün kayıtları için 13 milyon dolar harcamıştı. Guns n Roses, 2006 yılında Rock in Rio, Gods of Metal, Rock am Ring ve Novarock gibi avrupa'nın en büyük festivallerinde headliner grup oldu. Bu sırada eşi dogum yapan baterist Brain Mantia gruptan ayrıldı. Onun yerine bateriye Frank Ferrer geçti. Temmuz ayında İstanbul'a da uğrayan grup yaklaşık 9.000 kişiye Kuruçeşme Arena'da muhteşem bir konser verdi. Bu konserlerdeki en büyük sürpriz ise 1991 yılında gruptan ayrılan kurucu üye Izzy Stradlin'in konuk sanatçı olarak konserlerde yer almasıydı. Turnede ayrıca Izzy Stradlin dışında Kid Rock, Sebastian Bach gibi rock dünyasının meşhur isimleride GN'R'a eşlik ettiler. Ağustos ayının sonunda MTV Video Müzik Ödüllerinde sunuculuk yapan ve The Killers' ı sunan Axl Rose daha sonra kendisiyle yapılan röportajda yeni albümün kesinlikle bu yıl sonunda çıkıcağını söyledi. Ama maalesef albüm yine çıkmadı. 2,5 aylık avrupa turnesini bitiren GNR bu turnede 18 farklı ülkede 40 konserde 700.000'den fazla seyirciye ulaştı. 2007 yılının yaz aylarında Yeni Zelanda, Avustralya ve Japonyada çok sayıda büyük kapalı gişe konserler veren grup daha sonra yeni album çalışmaları icin stüdyoya kapandı. Bu sırada Axl Rose kadim dostu Sebastian Bach (ex-Skid Row)' ın solo albümünde (Angel Down) 3 şarkıda konuk sanatçı olarak yer aldı. 2007 yılı devam ederken "Chinese Democracy" kayıtlarını sürdüren grubun yeni albümü sabırsızlıkla bekleniyordu. 2008 yılının ortalarına kadar sessizliğini sürdüren grupta bu yılın ortalarına gelindiğinde sıcak günler yaşanmaya başlamıştı. 2008 yılının ekim ayının son günlerinde yeni single "Chinese Democracy" grubun myspace adresinde yayınlanmaya başladı ve de albümün 23 Kasım'da yayınlanacağı resmîleşti. 23 Kasım'da yayınlanan albüm amerika listelerinde 3 numaraya, ingiltere listelerindede 2 numaraya yerleşti. Hayranlarının sorularına internet üzerinden cevap veren Axl Rose "Better" şarkısı için klip çekiminin yakında tamamlanacağını söylemiştir. Ama klip 2010 yılında gelindiginde hâlâ yayınlanmamıştır. 27 Şubat 2009'da Axl Rose Classic Rock isimli dünyaca ünlü rock magazini icin eski dostu ve menajerlerinden Del James'in sorularını yanıtlamış ve de eski grup elemanlarıyla bir birleşmenin söz konusu olamayacağını bir kez daha belirtmiştir.2009 yılında gitarist Robin Finck' in resmi olarak ayrılmasıyla oluşan boşluğu Axl Rose, DJ Ashba' yı kadrosuna katarak doldurmuştur. Grup 2009 yılının aralık ayında yeni bir dünya turnesine başladı. 2015'te DJ Ashba ve Ron Bumblefoot' un gruptan ayrılığı hayranların aklına "acaba ilk kadro bir araya mı gelecek?" sorusunu getirdi. Bunun üzerine 2016' nın ilk günlerinde Slash, Axl Rose ve Duff McKagan Twitter hesapları üzerinden Coachella Festivalinde birlikte çalacaklarını açıkladı. Bu birleşmede Izzy Stradlin, Steven Adler, Matt Sorum ve Gilby Clarke' ın yer alıp almayacağı merak konusu.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9106", "len_data": 16077, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 2.94 }
Hidrolik kelimesi (hydraulics) Yunan dilindeki ὑδϱαυλικός ("hydraulikos") kelimesinden gelir. Bu kelime de kök olarak su (ὕδωϱ) ve boru (αὐλός) kelimelerinden gelmektedir. Hidrolik, sıvıların mekanik özelliklerini inceleyen bir mühendislik dalıdır. Sıvı gücünün faydalı bir şekilde disipline edilmesini konu edinmiştir. Akışkanlar mekaniği, hidrolik için akışkan özelliklerinin mühendislik kullanımına yönelik olarak teorik temeller sağlar. Kısaca hidrolik, akışkanlar mekaniğinin mühendislik yaklaşımıyla ele alınıp günlük hayata uygulanmasından ibarettir. Tarihçe. En eski hidrolik bilimciler "Ctesibius" ve "İskenderiyeli Heron"'dur. Bu Antik Çağ mühendisleri daha çok hidroliğin dinsel ayin, tören vb. konulardaki pratik kullanımları ile ilgilenmişlerdir. Modern hidroliğin kurucusu ise Galileo Galilei'nin öğrencisi olan Benedetto Castelli'dir. Uygulama alanları. Endüstriyel hidrolik. Hidrolik biliminin sanayideki uygulamalarına "güç hidroliği" ya da "endüstriyel hidrolik" adı verilir. Makine mühendisliğinin ilgi alanına giren bu kısım güç ve kuvvet ihtiyacının olduğu endüstrinin hemen her kolunda kullanılır. Hidrolik enerji ile doğrusal, dairesel ve açısal hareket üretmek için hazırlanan sistemlere "hidrolik sistem" denmektedir. Akışkan olarak basınçlı havanın kullanıldığı sistemlere "pnömatik sistemler" denir. Hidrolik, büyük kuvvetlerin istendiği ve gücün ön planda olduğu, pnömatik ise küçük kuvvetlerin yeterli olduğu buna mukabil hızın ön planda olduğu yerlerde tercih edilir. Hidrolik devrelerde su, korozif olması sebebiyle çok nadir durumlar dışında tercih edilmemektedir. Güç hidroliğinde akışkan olarak petrol türevli yağlar (hidrolik akışkanlar) kullanılmaktadır. Bu yağlardan beklenen en önemli özellik sıkıştırılamaz olması ve sistem elemanlarını korozyondan korumasıdır. Su hidroliği. Su hidroliği, inşaat mühendislerinin ilgi alanına girer ve inşaat mühendisliğinin alt dalları olan hidrolik ve su kaynakları mühendisliğinin ilgi alanı su yapıları, suyun taşınması, arıtılması gibi konulardır. Barajlar, su kanalları, su arıtma tesisleri, limanlar, kıyı yapıları, içme suyu, kanalizasyon işleri, yer altı suları, pompalama ve sulama işlemleri, nehir aşınmaları, drenaj çalışmaları gibi alanlar hidrolik mühendisliğinin başlıca ilgi alanlarını oluşturmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9108", "len_data": 2290, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.67 }
Abdülaziz veya diğer bilinen adıyla Padişah Abdülaziz (; 8 Şubat 1830, İstanbul - 4 Haziran 1876, İstanbul), 32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesidir. II. Mahmud ve Pertevniyal Valide Sultan'ın oğlu, Padişah Abdülmecid'in kardeşidir. Padişah Abdülaziz, 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine 31 yaşında tahta geçmiştir. Saltanatı. Güreş, cirit, av ve bilek güreşi sporlarına meraklı olan padişahın tahtta kaldığı sürece en çok üzerinde çalıştığı konu Osmanlı Donanması'nın modernizasyonu idi. Bu nedenle o dönemlerde Avrupa devletlerinden alınan kredilerin çoğu bu konuda harcandı. Sayısı gün geçtikçe artan Osmanlı Ordusu'nun askerlerine yetecek dönemin son model top ve tüfeklerinin sağlanması da Abdülaziz döneminde gerçekleşmiştir. Hükümdarlığı süresince sık sık ülke içi ve ülke dışı temaslarda bulunmuş geziler düzenlemiştir. I. Selim'den sonra Mısır'ı ziyaret eden ilk ve tek Osmanlı padişahı'dır. Eyaletlerin yanı sıra Batı Avrupa'da ziyaretler yapan ilk ve tek padişahtır. 1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sanat sergisine III. Napolyon'un daveti üzerine katıldı. Sergiden sonra imparator ile temaslarda bulunmuş İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gezilerinden sonra da geri dönmüştür. Ayrıca Richard Wagner'in Bayreuth operasına maddi yardımda bulunmuş ve davet edilmiştir. Seyahatlerinde İngiltere kraliçesi Victoria, Belçika kralı II. Leopold, Prusya kralı I. Wilhelm, Avusturya-Macaristan imparatoru Franz Joseph ve Romanya Prensi I. Karol ile görüşmüştür. Osmanlı'da Abdülaziz döneminde Batı'yla iyi ilişkiler kurulmasına özellikle dikkat edildi. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı'nın girdiği Batılılaşma süreci bu dönemde de devam etti. Ülke genelinde yeni vilâyetler ilân edildi ve İstanbul Üniversitesi Fransız Eğitim sistemi örnek alınarak tekrar düzenlendi. Şark Ekspresi'nin bir durağı olan Sirkeci Garı'nın temelleri Abdülaziz döneminde atılmıştır. Rumeli ve Anadolu'da demiryolu ağı kurmaya çalışmıştır. Abdülaziz'in 15 senelik hükümdarlığı boyunca yaptığı bazı yenilikler şunlardır; Döneminde yaşanan önemli olaylardan bir kısmı ise Rusya ve Avrupa devletlerinin kışkırttığı Balkan isyanlarıdır. 1861-64 yılları arasındaki Karadağ İsyanı İkinci Karadağ Harekatı ile bastırılmasına rağmen, Karadağ sorunu büyümeye devam etti. 1861-66 yılları arasındaki Eflak-Boğdan olayları Birleşik Romanya'nın doğuşunu ve bağımsızlık mücadelesini hızlandırdı. 1862-67 yılları arasındaki Sırbistan olayları ise Türk askerlerinin Sırbistan'daki Belgrad başta olmak üzere çeşitli kalelerden çekilmesiyle kısacası Sırbistan Prensi'nin askeri bir kolluk kuvvetine, orduya sahip olacak şekilde fiilen özerkliğinin daha da genişletilmesiyle sonuçlandı. Bu yönde eleştiri yapan basın gazeteler sert şekilde cezalandırıldı veya sansür uygulandı. Basın özgürlükleri sınırlandırıldı. 1866-68 arasındaki Girit Ayaklanması, Sadrazam Mehmed Emin Âli Paşa'nın hazırladığı Girit Nizamnamesi ile çözümlenmeye çalışıldıysa da Girit'in kaybına giden olaylar dizisi başlamış oldu. Buna rağmen kendi hukuken ve fiilen Osmanlı sınırlarının güneyde genişlemesini sağladı. Zira; Abdülaziz orduyu da güçlendirmiş ve özellikle donanmaya yeni gemi alımları ile personel eğitimi açısından olmasa da yeni alınan, yaptırılan modern gemilerle; gemi sayısı bağlamında Osmanlı donanması dünyanın en güçlü 3. donanması arasına girmiştir. Ancak ne yazık ki bu başarılarını mali alanda sanayi alanında gerçekleştirememiştir. Yaptığı aşırı borçlanmalar yanında ve aldığı paraları yerli sanayi gelişiminde, Osmanlı'ya uzun vadede maddi yarar sağlayacak ekonomik dönüşü olacak şekilde kullanamamış ve iktidarının son yılları hem mali hem de siyasi bunalımlar içinde geçmiştir. Özellikle maliye, ekonomi, sanayi alandaki hataları ile Osmanlı'nın ekonomik anlamda çöküşünün ve toprak kayıplarının da önünü açmıştır. Zira Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmasını Kırım savaşına finansman bulabilmek için 1854 yılında yaptı. Bu yıldan 1874 yılına kadar geçen 20 yıllık sürede 15 ayrı dış borçlanma yapıldı ve Sultan Abdülaziz döneminde bu borçlanmalar iyice hızlandı, borç paralar geri kazanç sağlayacak şekilde kullanılamadı, 1875'e gelindiğinde ise toplamda 239 milyona yakın dış borç yılda 11 milyon taksitle ödenmeliydi. Osmanlı hazinesi ise yılda ortalama 18 milyon gelir elde ediyordu, kısacası Osmanlı faizleri bile ödeyemez hale gelmişti.1875'te kendi döneminin sonunda Rus taraftarlığıyla tanındığı için halkın «Nedimof» adını taktığı Mahmut Nedim Paşa'nın sadrazamlığında (1875) çıkarılan Ramazan Kararnamesi ile durduruldu. Kısaca Osmanlı devleti kendi iktidarının sonuna doğru iflasını ilan etti. Öte yandan onun döneminde Osmanlı'ya bağlı Mısır Hidivliği'nde Süveyş Kanalı açıldı ki bu kanal Dünya Ticaret yollarını 300 yıl sonra Osmanlı-Mısır yararına değiştirecek nitelikteydi. Ancak Midhat Paşa'nın Osmanlı'dan bağımsız borçlanma yetkisi verilmemesi yönündeki itirazları göz ardı edilerek Hidivlikle yönetilen Mısır'ın özerklik haklarının genişletilmesi, özellikle Hidiv İsmail Paşa'ya verilen bağımsız borçlanma yetkisi bu eyaletin 1882'de Sudan ile birlikte kesin olarak kaybına yol açan Mısır'ın borç sorununun ortaya çıkmasına başlangıç teşkil etti. Zira Mısır Hidivi bu kanalı yabancı uluslararası konsorsiyuma üstelik onlardan aldığı borçla yaptırmıştı, geç açılması yanında Abdülaziz'in mali yönden yaptığı hataların aynısını da kendi yaptı. Yine Abdülaziz'in hükümdarlığının son yılları ise 1875-76 yılındaki Hersek İsyanı ile 1867'de başlayan ve 1876'da iyice yayılan Bulgar İsyanları ile mücadele ederek geçti. İktidarının son yıllarındaki mevcut bunalımlar, yaşanan mali siyasi sorunlar, veliaht V. Murad ve annesinin kendi aleyhine olan faaliyetleri yanında, veliaht sistemini değiştireceği yine saltanatı kendi oğullarına bırakacağı yolundaki söylentiler ve bunu destekler hareketleri de kendine karşı darbenin önünü açtı. Zira saltanatı kendi çocuklarına intikal ettirmek isteyen Sultan Abdülaziz bu hususta ağabeyi Sultan Abdülmecid'den daha ileri gitmiş, Mısır ziyareti dönüşünde Nisan 1863'te seyahatte yanında bulunan henüz altı yaşındaki Yûsuf İzzeddin'i kara kuvvetlerine, diğer oğlu Mahmud Celâleddin'i deniz kuvvetlerine kaydettirerek ileride yapmayı düşündüğü veraset değişikliği için muhtemel itirazlarını önlemeyi amaçladığı güçlerden biri olan askerî bürokrasiyi yanına çekmeye çalışmıştır. Hatta 1867'deki yurtdışı gezisinde bu amaçla protokol kurallarına aykırı V. Murat'tan önce şehzade Yusuf İzzeddin'in kabulüne uğraşılması, 1866'da Mısır Hidivi İsmail Paşa'nın kendinden sonra oğlunun geçmesine yönelik Mısır'da veraset sistemi değişikliğine izin verilmesinin bu amaca halka yurtdışına babadan oğula verasetin eski sistemdeki gibi geçişine bunu benimsemeye hukuki zemin yaratmaya yönelik olduğu iddia edilmektedir. Hatta Eylül 1871'de sadrazamlığa getirilen Mahmud Nedim Paşa'da onun bu amacına destek vermiştir. Ancak 1860ların sonundan 1876'ya kadar olan dönemde ne yazık ki yaptığı hataların etkisi ile halk desteği azalmıştı. Zira tahta geçtiğinde kendinin sade yaşantısı, tek hanımla yetineceği, sarayda kısıntılara gitme vaatleri epey beğeni toplamıştır, kendinin tahta çıktığında adeta ikinci bir Yavuz Sultan Selim olacağına inanılmaktaydı, ancak zaman içinde durum değişmiş ve özellikle Mısır gezisi sırasında oradaki eğlenceli gece hayatı ile kendini tanıştıran Mısır Hidivi İsmail Paşa'nın ve 1867'de yurtdışı gezisinin de etkisinin olduğu iddia edilen lüks, müsrif harcamaları ve mali sorunlar, keyfi davranışları veliaht V. Murad ve özellikle annesi Şevkefza Sultan'ın çevirdiği entrikalar ile, Genç Osmanlılar denen aydın kitlenin kendi aleyhine dönmesi ve ordudan gelen tepkilerle toplumun belli kesimlerindeki desteğini ne yazık ki kaybeden Abdülaziz'e karşı önce kendi ile arası bozulan Midhat Paşa dahil bir kısım devlet adamlarının olumsuz propagandası ile 10 Mayıs 1876'da softalar isyanı denen bir öğrenci isyanı çıktı. 10 Mayıs 1876 günü, Fatih, Süleymaniye ve Beyazıt Medreseleri öğrencilerinin çoğunluğunu teşkil ettiği, sayılan onbini aşkın bir topluluk, Padişahın en büyük oğlu İzzettin Efendi'nin yolunu keserek, kendinden babasına gidip Sadrazam Mahmut Paşa ile Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi'yi görevden uzaklaştırmasını istemesini söylemişler ve gösterilerde bulunmuşlardır. Özellikle Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın Rus yanlısı tutumu, çıkan Balkan isyanlarındaki pasif tutumu, bozuk kontrolden çıkan ekonomik durumla zaten büyük bir tepki yaratmaktaydı. İsyan sonrası çıkan karışıklıklar neticesinde 30 Mayıs 1876 Darbesi denen Orduda bazı subaylar ve Genç Osmanlılar hatta askeri öğrencilerin bile karıştığı planlı bir darbe ile kendi tahttan indirilmiştir. Gözaltında bulundurulduğu Feriye Sarayı'nda 4 Haziran 1876 tarihinde bilekleri kesilmiş olarak ölü bulundu. Ölümü hep tartışma konusu olmuştur. Resmî tarih olarak intihar ettiği yazılsa da özellikle son yıllarda öldürüldüğüne bu işin darbe girişimin esas mimarı olan Hüseyin Avni Paşa tarafından planlandığına dair iddialar daha da artmıştır. Bahattin Öztuncay'ın hazırladığı ve Aygaz tarafından yayımlanan Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950 adlı kitapta ilk kez yayınlanan bir resimde Abdülaziz'in tahttan indirildikten sonra ve ölmeden önce çekilmiş son fotoğrafı yer almaktadır. Bu resimde saray hizmetçileri laubali bir şekilde padişaha dirsek dayamış, padişah ise eski bir üst baş ve etrafa öfkeyle bakan gözlerle görülmektedir. Kişiliği ve ilgi alanları. Abdülaziz ilk başlarda Batılı yanı olmayan bir padişahtı. Tahta çıktıktan sonra saray bando ve orkestralarını kaldırtmış, yerine klasik Türk müziği saz takımını getirtmiş, tiyatro yerine orta oyununu seyretmiştir. 1867 yılında Avrupa seyahatinden döndükten sonra Batı'ya karşı fikirleri değişmiştir. Avrupa'nın gelişmişliği kendini cezbetmiş ve köşkler, saraylar yaptırtarak Batı'yı taklit etmeye çalışmış ve saray bando ve orkestralarını tekrar kurdurmuştur. Başlangıçta tasarruf tedbirleri almış ancak zamanla israfa meyletmiştir. Abdülaziz iyi bir bestekâr olup, lavta ve neyi çok iyi çalar, resim yapardı ve aynı zamanda hattattı. Dindar olup, her sabah Kur'an okurdu ve alafrangalığı dinsizlik sayardı. Popüler kültürdeki yeri. 2014 yılında TRT 1'de yayınlanan Filinta dizisinde Bülent Alkış tarafından canlandırılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9115", "len_data": 10266, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.43 }
Sezen Aksu, doğum adıyla Fatma Sezen Yıldırım, (d. 13 Temmuz 1954, Denizli), Türk şarkıcı-şarkı yazarı ve yapımcı. Çıkış yaptığı 1970'lerin ortalarından itibaren şarkılarıyla etkili bir figür hâline gelerek Türk pop müziğine yön verdi. Şarkıcılığının yanı sıra yazıp bestelediği şarkıları başkalarına vermesi sayesinde söz yazarı ve besteci kimliğiyle de sık sık ön plana çıktı. Kendisine geri vokallik yapan birçok kişiyi destekleyerek bu kişilerin albümlerinin yapımcılığını üstlendi. Bu sayede 1990'lar boyunca ve 2000'lerin başında çeşitli isimlerin tanınmasına yardımcı oldu ve bu isimleri etkiledi. Medyada Minik Serçe unvanıyla sıkça anılan Aksu, Selanik'ten Türkiye'ye gelmiş mübadil bir ailenin kızı olan anne ile Rize Pazarlı bir babanın kızı olarak Sarayköy, Denizli'de doğdu. Üç yaşındayken ailesinin İzmir'e taşınması sonucunda burada eğitim gördü, İzmir Kız Lisesini tamamladıktan sonra Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine devam etti ancak ikinci sınıfta okulu bıraktı. 1974'te plak yapmak için İstanbul'a taşındı ve bir yıl sonra ilk 45'liği "Haydi Şansım"ı Sezen Seley adıyla çıkardı. 1977'de ise ilk stüdyo albümü "Allahaısmarladık"ı yayımladı. Ardından "Serçe" (1978), "Firuze" (1982), "Sen Ağlama" (1984), "Git" (1986), "Sezen Aksu Söylüyor" (1989), "Gülümse" (1991), "Deli Kızın Türküsü" (1993), "Düş Bahçeleri" (1996) dâhil olmak üzere onlarca albüm piyasaya sürdü. Bunlardan "Gülümse", Türkiye'de tüm zamanların en çok satan albümlerinden biri oldu. Aksu, bugüne kadar dünya genelinde 40 milyondan fazla albüm sattı. Sezen Aksu 5 yıl aradan sonra Paşa Gönül Şarkıları isimli 12 şarkıdan oluşan albümünü 27 Haziran 2025 tarihinde dijital platformlarda yayınlamıştır. Hayatı ve kariyeri. 1954-1974: İlk yılları ve kariyer başlangıcı. 13 Temmuz 1954 tarihinde Denizli'nin Sarayköy ilçesinde doğdu. Fen bilgisi öğretmeni olan annesi Şehriban Hanım, Selanik'ten mübadele ile gelen bir ailenin kızıdır. Pazar, Rizeli olan Laz kökenli babası Sami Yıldırım ise bir matematik öğretmenidir. Aksu, üç yaşına kadar Denizli'de oturduktan sonra, ailesiyle İzmir'e taşındı. Nihat adındaki kardeşi ile beraber büyüyen Aksu, gençlik yıllarında birçok sanat dalına merak saldı. Bir süre Cengiz Bozkurt'tan resim dersleri aldı. Tiyatro ve dans derslerini de bu süreye sığdırdı. Bu sürede asi kişiliğiyle dikkat çeken Aksu, dansöz olma hayali kurmaya başladı. Sanatçı, daha sonrasında, bu süreç için "Allah babama acıdı da şarkıcı oldum" demiştir. Aksu, 1970 yılında "Hafta Sonu" dergisinin açtığı, jüri başkanlığını Ajda Pekkan'ın yaptığı 'Altın Ses' yarışmasında altıncı olurken bir diğer pop sanatçısı Nilüfer birinci olmuştu. Böylece Nilüfer, Sezen Aksu'dan önce ilk albümünü yayınladı. 1973 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine giren Aksu, 1974'te üç şarkısını bir plak şirketine gönderdi. Aynı yılın Kasım ayında Ali Engin Aksu ile evlenen sanatçı, okulundan da ayrıldı. 1974'ün son aylarında plak yapımı için İstanbul'a yerleşti. 1975-1982: Kırkbeşlikler dönemi. Müzik kariyeri 1970 yılında, "Hafta Sonu" dergisinin açtığı "Altın Ses" yarışmasında altıncı olmasıyla başladı. 1975 yılında, "Sezen Seley" adıyla, ilk 45'liği "Haydi Şansım"'ı çıkardı. Çok az satan bu 45'liği Sezen Aksu adıyla piyasaya çıkardığı ikinci 45'liği "Yaşanmamış Yıllar/Kusura Bakma" izledi. Kendisini uzun süre kırkbeşlik plaklar listesinde bir numara yapacak üçüncü 45'liği "Olmaz Olsun/Vurdumduymaz"'ı 1976 yılında çıkardı. Sanatçı sonrasında, 1976 yılında ilk sahne çalışmasına başladı. Bebek Belediye Gazinosu'nda sahne almaya başlayan Aksu, 1977 yılında Allahaısmarladık/Kaç Yıl Geçti Aradan, Kaybolan Yıllar/Neye Yarar 45'likleri ve ilk 33'lüğü olan "Allahaısmarladık" albümlerini yayımladı. 1978 yılında Hurşid Yenigün'ün iki bestesi için söz yazan Aksu, Gölge Etme/Aşk kırkbeşliğini yaptı. Yine aynı yıl, piyasadaki en eski Sezen Aksu albümü olma özelliğini taşıyan "Serçe", çift LP olarak piyasaya çıktı. 1979 yılında "İlk Gün Gibi/Yalancı" ve "Allahaşkına/Sensiz İçime Sinmiyor" kırkbeşlikleri piyasaya çıktı. Aynı yıl sanatçı, sinema sektöründe de göründü. Sanatçının ilk filmi, başrolünü Bulut Aras'la paylaştığı; "A Star is Born" (Tr: "Bir Yıldız Doğuyor"; Y: Frank Pierson; O: Barbra Streisand, Kris Kristofferson) filminden uyarlanan ve bir Atıf Yılmaz filmi olan "Minik Serçe" oldu. Sanatçı bu tarihten sonra "Minik Serçe" adıyla anılmaya başladı. Bir ünlü doğarken, başka bir ünlünün sönüşünü anlatan film, o dönemde fazla beğeni toplamadı. Aksu, bu filmi 1999 yılında Okan Bayülgen'in Zaga programında tekrar seyretmiş ve bu rolüne gülmüştür. 1980 yılında "Sevgilerimle" albümünü çıkaran sanatçı, 1981'de "Sezen Aksu Aile Gazinosu" adlı müzikal için çalışmalar yaptı. Sanatçı, 10 Temmuz 1981'de "Beşiktaş Evlendirme Dairesi"'nde Sinan Özer ile evlendi. Ancak o sıralarda Aksu'nun Özer'den 4,5 aylık gebe olduğu konuşuluyordu. 8 Kasım 1981'de Aksu, oğlu Mithat Can Özer'i dünyaya getirdi. Sanatçı, aynı yıl Aralık ayında "Sezen Aksu Aile Gazinosu" için tekrar çalışmaya başladı. 1982 yılında "Şan Müzikholü"'nde "Sezen Aksu Aile Gazinosu" gösterime girdi. Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda ve Altan Erbulak ile aynı oyunu paylaşan Aksu, sahnede yedi farklı karakteri canlandırdı. Sonrasında "Firuze" albümünü yayımlayan sanatçı aynı yıl, dönemin popüler dergisi "Hey" tarafından "Yılın Kadın Şarkıcısı" seçildi. 1983 yılında Aksu, Hey'in "Geleneksel Oskar Konseri"'ne de "Yılın Kadın Şarkıcısı" olarak katıldı. 1983-1989. 1983 yılında Sezen Aksu, Eurovision'a katılma kararı aldı. Söz ve müziği Ali Kocatepe'ye ait "Heyamola" parçası, Ali Kocatepe ve Coşkun Demir ile birlikte seslendirildi. Türkiye finaline kalan bu parça Eurovision finallerinde Türkiye'yi temsil edemedi. 1983 yılında "Heyamola" parçasının 45'liği "Hey Dergisi" tarafından yılın plağı seçildi. Aynı yıl Aksu, Sinan Özer'den boşandı. 1984 yılında sanatçı tekrar Eurovision adayı oldu. "Halay", "1945" ve "Merhaba Ümit" adlı parçalarla Türkiye finaline kaldı. İlk olarak "Merhaba Ümit"i eleyen Aksu Türkiye finalinde "Halay" ve "1945'"i seslendirmeye karar verdi. Türkiye finali gerçekleşmeden iki hafta önce Türkiye'ye gelen yabancı bir arkadaşı Aksu'ya sadece "1945"'i seslendirmesini önerdi. "1945"'in sözlerinin tüm dünyayla ilgili olduğunu düşünen Aksu, bu parçanın yurtdışında da Türkiye'yi daha iyi temsil edeceğini düşünerek "Halay"'dan vazgeçti. Türkiye finalinde şarkıyı seslendiren Sezen Aksu, beklenenin aksine bu kez de seçilemedi. Sanatçı, 6 Eylül 1984'te Sen Ağlama albümünü piyasaya çıkardı. TRT'nin denetiminden geçemediği için önceleri televizyonda şarkıları yayımlanmayan Aksu, 1985'in başından itibaren bu fırsatı elde etti. Şarkılar TRT'de yayımlanmaya başlar başlamaz albüm büyük bir ilgi gördü ve satış listelerinin haftalarca zirvesinde yer aldı. Aksu, albümün 56. haftasında "Hey Dergisi"ne yaptığı açıklamada "Bekliyordum ama bu kadarını değil... Ne yalan söyleyeyim, 1 yılı aşkın sürece listelerde kalacağımı sanmıyordum. Tüm müzikseverlere candan, gönülden teşekkürlerimi sunuyorum." şeklinde beyanatta bulundu. 1985 yılında Aksu, Eurovision Türkiye finaline bir kez daha katıldı. Bu seferki şarkının adı "Küçük Bir Aşk Masalı"'ydı. Sözleri Aksu'ya ait olan bu şarkıyı Sezen Aksu ve Özdemir Erdoğan birlikte seslendirdi ama sonuç değişmedi. Eurovision'da Türkiye'yi temsil etme hakkını bir türlü kazanamayan Aksu, 1985'ten sonra bir daha yarışmaya katılmadı. 1985'te, sanatçı "Bin Yıl Önce, Bin Yıl Sonra" isimli müzikal için hazırlandı. Müzikal, 1986 yılının ilk haftasından itibaren gösterime girdi. Şan Müzikholü'nde kapalı gişe oynayan bu müzikal, dönemin dünyasını ve Türkiye'sini tiye alıyordu. Sahnede büyük beğeni toplayan Aksu, sahneyi Şener Şen, İlyas Salman, Ayşen Gruda gibi isimlerle paylaştı. 1986'da "Git" ile büyük beğeni toplayan sanatçı, "Onyedi" dergisinin Ocak 1986 sayısında okuyucu anketinde "1985'in en büyük kadın şarkıcısı" seçildi. Aksu, 1988 yılında "Sezen Aksu'88"i çıkardı. Aynı şekilde 1989 yılında "Sezen Aksu Söylüyor" albümüyle beliren Aksu, bu albümle çok büyük bir beğeni topladı. Aksu bu albümde, 2 Şubat 1980'de Piyade Er Zekeriya Önge'yi öldürme suçundan idam cezasına çarptırılan ve 12 Eylül Darbesi'nden sonra idam edilen Erdal Eren için Son Bakış adlı bir parça seslendirdi. 1989 yılında Sezen Aksu beyaz perdede göründü. Yönetmenliğini Yavuz Özkan'ın yaptığı "Büyük Yalnızlık"ta Sezen Aksu, başrolü Ferhan Şensoy ile paylaştı. Film, 1990 yılındaki Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Görüntü" dalında ödül aldı. Filmin müzikleri Aksu'nun yapımcısı Onno Tunç'a aitti. Filmin müziklerinden "Aşk Irmakları", dört yıl sonra "Uçurtma Bayramları" adıyla Levent Yüksel'in ilk albümünde yer alacaktı. 1990-1999. 1990'larda Sezen Aksu, yapımcı olarak dinleyicilerin karşısına çıktı. Böylelikle 1990'ların müziğinde çok önemli bir yer ettiği gibi Sertab Erener, Harun Kolçak, Aşkın Nur Yengi, Levent Yüksel, Işın Karaca, Hande Yener, Yıldız Tilbe gibi birçok ismi müzik piyasasına kazandırdı ve birçok önemli sanatçıya destek oldu. 1990'lı yıllarda Kanal 6'da Sezen Aksu Show programını yapmaya başladı. 1990'da ilk olarak Sezen Aksu'nun o sıralardaki vokalisti Aşkın Nur Yengi, "Sevgiliye" albümüyle müzikseverlerin karşısına çıktı. Bir Sezen Aksu yapımı olan albüm bir milyon kadar sattı. 1991'de Aşkın Nur Yengi'nin ikinci albümü "Hesap Ver"in yapımını da üstlendi. Albüm Yengi'nin ilk albümü gibi yüksek bir satış elde etti. Aynı yıl müzik yönetmenliğini Onno Tunç'un yaptığı "Gülümse" çıktı. Albüm, 2 milyonu aşan bir satış rakamı elde etmişti. Albümün bu kadar çok satmasının sebeplerinden biri Aksu'nun hitap kesimiydi. Aksu, bu albümle halkın tüm kesimlerine hitap etmekteydi. 1992'de, Avrupa'da albümün hit şarkılarından "Hadi Bakalım"ın teklisi yayımlandı. 1992'de Aksu, vokalistlerine albüm yapmaya devam etti. Sertab Erener ile çalışan Aksu, Erener'in ilk albümü "Sakin Ol"'u yayımladı. Albüm beklenenin üzerinde satış rakamları elde etti. Bu albümden birkaç ay sonra, 1993'te Levent Yüksel ile çalışan Aksu bu kez Yüksel'in ilk albümü "Med-Cezir"i satışa sundu. Bu albüm de yüksek bir satış rakamına ulaşarak Levent Yüksel'i 90'larda tanınır biri hâline getirdi. Sanatçı, aynı yıl kendi albümü olan "Deli Kızın Türküsü"nü piyasaya sürdü. Albümde Uzay Heparı ile çalışan Aksu, farklı tarzlar denedi. Bu farklı albümden "Küçüğüm" ve "Masum Değiliz" gibi tanınan Aksu şarkıları çıktı. Albümün etkisi sürerken 20 Mayıs 1994 tarihinde, albümde beraber çalıştığı Heparı, motosikletiyle oyuncu Demet Akbağ'ın duran hâldeki arabasına çarparak bitkisel hayata girdi. O dönemde altı aylık evli olan ve kazadan önceki gün baba olacağını öğrenen Heparı, 31 Mayıs tarihinde öldü. Aksu bu olayın ardından, Uzay Heparı'yı anmak üzere "Yas" adlı bir şarkı besteledi. Ancak kendisi bu şarkıyı okumak yerine, Levent Yüksel'in sonraki albümüne koydu. Tüm bu çalkantılardan sonra Aksu, Sertab Erener'in ikinci albümü "Lâ'l"'in yapımını üstlendi. Bu albüm de yüksek bir satış elde ederken Sezen Aksu, 90'ların müziğinde önemli bir yer elde etti. Bir sene sonra 1995 yılında Aksu, "Işık Doğudan Yükselir" albümünü yayımladı. Albümde pop müzikten çok Anadolu müzikleri yer almaktaydı. Yunus Emre'nin, Mevlana'nın ve Âşık Daimi'nin eserleri bulunmaktaydı. Fahir Atakoğlu'nun da iki eseri vardı. Bunlardan birincisi, sonradan yayımlanan "Alâturka" adlı şarkıyken diğeri de "Yaktılar Halim'imi" idi. Gülümse'nin müziğini yapan Arto Tunç'un da bu albümde iki bestesi vardı. Albümde yer alan bir başka şarkıda Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun aşağıdaki dizeleri yer almaktaydı: 1996'da Nazan Öncel'in "Sokak Kızı" albümünde bulunan "Erkekler de Yanar" ve "Bırak Seveyim Rahat Edeyim" şarkılarına vokalist olarak eşlik etti. Aynı yıl Zerrin Özer'in ünlü "Paşa Gönlüm" klibinde yer aldı. Aralık 1997'de satışa çıkan "Düğün ve Cenaze" yine eleştirilen bir Aksu albümüydü. Albüm yoğun eleştiriler sonucunda yüksek bir satış rakamı elde edemedi. Albüme adını veren şarkıyla beraber dokuz tane Goran Bregoviç, bir tane Kurtis Jasavev bestesinden oluşan albümün sözlerini Aksu, Pakize Barışta ve Meral Okay ile birlikte yazdı. 1998 yılında albümün en ses getiren şarkısı "Erkekler"in teklisi yayımlandı. 1998'in Nisan ayında ise Levent Yüksel'in üçüncü albümü "Adı Menekşe" piyasaya çıktı. 1998'in Aralık ayında Aksu, "Adı Bende Saklı" adlı albümünü piyasaya çıkardı. '80'lerin melankolik, yer yer arabesk Sezen Aksu albümlerini anımsatan "Adı Bende Saklı" farklı çevreler tarafından beğenildi. Sözü ve müziği Selami Şahin'e ait olan "Ben Sevdalı Sen Belalı", "Tutuklu" ve "Adı Bende Saklı" şarkıları o dönemin en bilinen şarkıları hâline geldi. 1999'da bunu "Sarı Odalar" teklisi izledi. Parçanın klibi, İstanbul'a yapılması amaçlanan 3. köprüye karşı çıkmak amacıyla Arnavutköy'de çekildi. 2000-2009. 2 Haziran 2000 tarihinde Aksu, yeni albümü "Deliveren"i çıkardı. Bu albümde "Oh Oh", "Sarı Odalar", "Kahpe Kader" ve "Keskin Bıçak" gibi dönemin en bilinen şarkıları bulunmaktaydı. Albüm bir milyona yakın sattı. Aksu bir açıklamasında "Deliveren" adının "içindeki şeytanla meleği yönlendiren" anlamına geldiğini belirtti. 2001 yılında sağlık sorunlarıyla uğraşan Aksu'nun o yaz verdiği altı konser büyük ilgi gördü. Aksu'nun altı yıldır vokalistliğini yapan Işın Karaca, 2001 Eurovision Şarkı Yarışması'nın seçmelerine katıldı ancak seçilemedi. Bu yılın sonunda Karaca'nın ilk albümü "Anadilim Aşk" yayımlandı. Albüm, baştan sona Sezen Aksu imzası taşıyordu. 20 Mayıs 2002 tarihinde Sezen Aksu, "Şarkı Söylemek Lazım" albümünü satışa sundu. Bu albüm sanatçının DMC firmasından çıkarttığı ilk albümdü. 12 Haziran 2002'de albümü takiben konser turuna çıkan sanatçı, Türkiye'nin bütün dillerini ve medeniyetlerini bir araya getiren "Türkiye Şarkıları" isimli konser serisini sundu. Konserlerde sanatçıya Rum, Ortodoks, Ermeni ve Musevi korolarıyla birlikte Diyarbakır Belediyesi Çocuk Korosu da eşlik etti. Sahnede Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Rumca şarkılar, türküler söylendi. Sanatçı, konserinin sonunda "Şarkı Söylemek Lazım"ı ve Mevlana'nın sözlerinden oluşan "Yeniliğe Doğru" şarkısını söyledi. Bu konser dizisi sadece Türkiye'de değil birçok ülkede de haber oldu. AP ajansının çektiği bir fotoğraf birçok ülkede yayımlandı. 2003 yılının başında Beşiktaş'ta BKM'de Unplugged konserler veren Sezen yoğun ilgi üzerine konserlerine önce Maltepe Yayla Sanat Merkezi'nde daha sonra Türkiye'nin değişik şehirlerinde devam etti. 2003 yazı bitmeden sanatçının yeni albümü "Yaz Bitmeden" çıktı. Biri enstrümantal olmak üzere dört yeni şarkı içeren albümde ayrıca daha önce başka yorumcuların seslendirdiği Sezen Aksu şarkıları vardı. Yeni şarkılardan biri olan "Farkındayım"a Van'ın Gevaş ilçesinde klip çekildi. Sezen Aksu'nun 2005 yılında piyasaya sürülen yeni albümü "Bahane", beklenenin de üzerinde ilgi gördü. Aksu'nun kariyerinin 30'uncu yılını dolduruşunun anısına yayınlanan "Bahane" albümü, piyasaya çıktığı ilk iki haftada 320 bin sattı. Albümdeki yapıtlar arasından "Perişanım Şimdi", "Eskidendi, Çok Eskiden" ve "Yanmışım Sönmüşüm Ben" şarkılarına klip çekilirken "Bahane", sene sonunda Türkiye'nin 2005 yılında en çok satan albümü oldu. Aksu, 1975-2006 yılları arasında yazdığı şarkı sözlerini ise 2006 yılında çıkardığı "Eksik Şiir" kitabında topladı. Şiir kitabı büyük bir ilgi görerek ilk 4 günde 17.000 adet satıldı. 2008 yılının Haziran ayında "Deniz Yıldızı" adlı albümünü yayımladı. Albümde Aksu'nun uzun yıllar beraber çalıştığı Onno Tunç'un çaldığı piyano örnekleri yer almaktaydı. Albüm, yine önceki Aksu albümlerinden farklı olarak caz tınıları taşıyan ve baladlar içeren bir albümdü. Aksu, aynı albümünde "Tanrı'nın Gözyaşları" şarkısını Türkiye'de bir barış ortamının oluşması için yazdığını, bunun oluşabilmesi içinse sınır ötesi operasyonların bitirilmesi gerektiğini açıkladı. 2009 yılında "Yürüyorum Düş Bahçeleri'nde..." adlı 2 CD'den oluşan albümünü çıkarmıştır. Albümde söz ve müziği Sezen Aksu'ya ait olup; Aksu tarafından önceleri başka sanatçılara verilen şarkılar, sanatçı tarafından tekrar yorumlanmıştır. 2010-günümüz. 2010 yılında Amerikan NPR radyosu tarafından belirlenen "50 Büyük Ses" listesinde yer alan Sezen Aksu'nun, Nisan 2010'da İsveç'in başkenti Stockholm'de, Fahir Atakoğlu ile birlikte verdiği konser çok sayıda Türk ve İsveçli müziksever tarafından izlendi. Aksu, 10 yıllık aranın ardından "TurkofAmerica" ile "GNL Entertainment"ın ortaklaşa organize ettiği, kurumsal sponsorluğunu ise Washington merkezli Türk Kültür Vakfı'nın yaptığı, ABD'de 4-7 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen ve Maryland, Strathmore Konser Salonu'nda, New York, Carnegie Hall ve New Jersey’nin Newark şehrindeki Prudential Hall’da1ıď üç konser vermiştir. ABD konserlerinde sanatçıya Atakoğlu eşlik etmiştir. Aksu, New Jersey konserinde kendisine ayrılan süreyi aşması üzerine seyircilere, "Biz bu sınırları aştık, Amerikalılar da sabır rekoru kırdılar, New Jersey'de de bu gece böyle olacak, sizleri mutlu etmeden bu sahneden inmeyeceğim" demiştir. Son olarak Ahmet Kaya "...bir eksiğiz" albümünde "Ağladıkça" şarkısını seslendirmiştir. 2011 yılına gelindiğinde Aksu tekrar stüdyoya girmiş ve "Öptüm" albümünü yayımlamıştır. İçerisinde genel olarak kendi söz ve bestelerinden oluşan "Unuttun mu Beni", "Vay", "Aşka Şükrederim", "Ah Felek Yordun Beni" gibi şarkıları barındıran albüm, söz ve müziği Nazan Öncel'e ait olan "Ballı" şarkısı da albümde yer almaktadır. Cemal Süreyya'nın "Sayım" isimli şiiri de Aksu'nun bestesiyle albümde yer almıştır. Albümden "Unuttun mu Beni" ve "Vay" şarkılarına klip çekilmiştir. Aksu 2013 yılında "Kayıp Şehir", 2014 yılında "Yeniler ve Yeni Kalanlar" single'larını çıkarmış ve son olarak 2015'te "Eksik Olma" şarkısı ile sürdürülebilir çay tarımına destek vermiştir. Ocak 2016'da İstanbul'da Volkswagen Arena'da sahne alan Sezen Aksu, sahnelere veda ettiğini açıkladı. Aksu, "Her bitiş yeni bir başlangıçtır. Üretmeye devam edeceğim fakat daha önceden söz verdiğim birkaç konseri de yaptıktan sonra sahneye veda ediyorum. İstanbul'da son konserim. Bugün 40 yılın anısına burada benimle olduğunuz için şükranla doluyum." dedi. Aynı yıl Eylül'de tekrar müzik yapacağını açıkladı. Ocak 2017'de yirmi üçüncü stüdyo albümü "Biraz Pop Biraz Sezen"i DMC aracılığıyla piyasaya sürdü. 2018 yılında yayınlanan ve söz-müzikleri Sezen Aksu'ya ait "Demo" adlı albümünde daha önce Sibel Can tarafından 2007 yılında yayınlanan "Akşam Sefası" adlı albümde "Benim Yerime de Sev" adıyla seslendirilen "Begonvil" ile "Aykırı Çiçek", aynı yıl yayınlanan Ezo Gelin film albümünde Arif Sağ tarafından seslendirilen "Ah Beni Beni", 2008 yılında Ferhat Göçer tarafından "Çok Sevdim İkimizi" adlı albümde seslendirilen "Yol Bitti Çoktan", Mustafa Ceceli'nin 2009 yılında yayınlanan "Mustafa Ceceli" aynı isimli albümünde "Bekle", 1996 yılında Rengin tarafından aynı isimli albümde seslendirilen "Aldatıldık", Cihan Okan tarafından 2010 yılında seslendirilen "Ahbap Çavuşlar" isimli şarkı, Ebru Yaşar'ın 2013 yılından yayınlanan "Delidir" adlı şarkıda aynı isimli albüme adını veren şarkı, 2017 yılında Tarkan tarafından "10" albümünde seslendirilen "Her Şey Fani" ve Rümeysa tarafından seslendirilen "Anlasana" ile "Yansın İstanbul" isimli şarkıları bu albümünde kendi yorumuyla yeniden seslendirmiştir.Sezen Aksu'nun bugüne kadar 400'den fazla şiir ve bestesi vardır. Bu şiirlerden 197 tanesi "Eksik Şiir" kitabında yayınlanmıştır. Bu kitabın ikincisi "Eksik Şiir İkinci Kitap" adıyla Metis Yayınları tarafından 2016 yılının Kasım ayında piyasaya sürülmüştür. Sanatı. Sezen Aksu'nun bugüne kadar 400'den fazla şiir ve bestesi vardır. Bu şiirlerden 197 tanesi "Eksik Şiir" kitabında yayınlanmıştır. Bu kitabın ikincisi "Eksik Şiir İkinci Kitap" adıyla Metis Yayınları tarafından 2016 yılının Kasım ayında piyasaya sürülmüştür. Aktivizm ve imajı. Sezen Aksu toplumsal sorunlara ve olaylara karşı duyarlığı ile de bilinir. 2009 yılında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı arayarak demokratik açılıma destek vermekten ötürü, köşe yazarı Hikmet Çetinkaya tarafından, Aksu'nun babasının Fethullahçı olduğu iddia edildi. Bazı sanatçılar Aksu'nun arkasında dururken, bazıları Aksu'nun davranışını yersiz bulduğunu ifade etti. 2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumu'nda evet oyu vereceğini açıklamıştır. Yine Sezen Aksu 2012 yılında Türkiye-PKK çatışmalarında ölen Türk askerleri için "Tanrının Gözyaşları" isimli şarkısını yazmıştır. 2013 yılında Taksim Gezi Parkı protestolarının ilk günlerinde protestolara katılan gençler için "Dünyadaki ilk gençlik devrimi bu. Olağanüstü bir söz söylediler ve olağanüstü bir dille söylediler oradaki insanlar ve sokağa çıkan insanlar." diyerek gösterilere olan desteğini vurgulamıştır. Sanatçı, Gezi Parkı protestolarında polis tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu 15 yaşında hayatını kaybeden Berkin Elvan için kişisel internet sitesinde "Berkin'e" isimli yazı yayınlamıştır. 2014 yılında yayınlanan "Yeni ve Yeni Kalanlar" single çalışmasını Gezi Parkı protestolarında öldürülen gençlere ithaf etti. Türkiye'deki LGBT topluluğu tarafından sevilen ve LGBT'lere açık destek veren sanatçı Sezen Aksu, 2008 yılında 'genel ahlaka aykırı olduğu' gerekçesine dayanan mahkeme kararı ile kapatılan LGBT derneği Lambdaistanbul'a kapatılmaması için destek vermiştir. Aynı zamanda 2013 yılındaki konserlerinde sahnede LGBT hareketi simgeleyen dev bir gökkuşağı bayrağını dalgalandırmış ve SPoD'un (Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği) birinci kuruluş yılı için yayınladığı mesajla, LGBT toplumuna ve hareketine açık destek vermiştir. Türkiye'de LGBT topluluğu tarafından popüler kültürde gey ikonlarından biri olarak kabul edilen Sezen Aksu, 2002 yılında yayınlanan Eşcinsel Erkekler kitabında Türk LGBT'lerin Ajda Pekkan ve Seyyal Taner ile birlikte diğer bir gey ikonu olduğu bilgisine yer verilmiştir. Kaos GL takipçileri tarafından yapılan ankette gey ikonlarından biri olarak seçilmiştir. Sezen Aksu'nun kadın düşmanlığı, okuma yazma, ayrımcılık gibi toplumsal konularda söylemleri mevcuttur. Trans bireylere ve eşcinsellere karşı zorbalığa ve homofobiye karşı söylemleri mevcuttur. Bir konserinde transseksüel oyuncu Ayta Sözeri ile birlikte şarkı söylemiş, bu sırada sahnede ilk kez bir Türk şarkıcının konserinde LGBTİ bireylerin simgesi dev bir gökkuşağı bayrağı açılmıştır. Yine aynı konserde Sezen Aksu ile Ayta Sözeri arasında İstanbul Onur Yürüyüşü'nde Türk LGBTİ'lerin kullandığı "Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım!" diyaloğu yaşanmıştır. 2008 yılında 'genel ahlaka aykırı olduğu' gerekçesine dayanan mahkeme kararı ile kapatılan LGBTİ derneği Lambdaistanbul'a kapatılmaması için destek vermiştir. 2013 yılında bir örneğini resmî sitesinden de yayınlandığı bir mektubunda Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği'nin kuruluşunun 1. yılı vesilesiyle LGBTİ'lere yönelik düşüncelerini açıklamıştır. Mektubuna 2010 yılında Bursa'da nefret cinayeti kurbanı "İrem" takma adlı Mesut Şaban Okan'ın annesi Melek Okan'ın çocuğunun katiline olan "Koskoca dünyaya benim çocuğumu sığdıramadılar!" sitemine imayla LGBT'lere yönelik şiddet ve ayrımcılığa karşı her zaman mücadele edeceğini söylemiştir. 2017'de Yaşar Gaga adına yapılmış "Alakasız Şarkılar, Vol. 1" saygı albümünde seslendirdiği "Ne Şahane Bir Şey Yaşamak" şarkısındaki bir sözde Âdem ve Havva'ya cahil demesi tartışmalara neden olmuştur. 29 Mart 2025'te resmi web sitesi üzerinden Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ve İBB soruşturmaları sonrası yaşananlara yazdığı yazı üzerinden tepki göstermiştir. "Aklıselime çağrımdır! Hepimize ait olan biricik vatanımızın içine düşürüldüğü bu durumdan fiziki acıdan çok daha ağrılı, sancılı, derin bir üzüntü içindeyim.Beni dinlemeyeceklerini hissetsem de sorumlulara seslenmeyi görev biliyorum.Bu kadar insanın sesini dinlemek, onları anlamak, tüm uygulamalarınızı hukuka uygun yapmak, insan haklarını asla ihlal etmemek, hele geleceğimiz gençlerimizi gözünüz gibi korumak, ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşlarımıza karşı sizin görevinizdir.Bu söylediklerimi makulün ölçütü ile değerlendirmeniz umuduyla..." Sezen Aksu genç yaşta Hasan Yüksektepe ile kısa süren bir evlilik yapmıştır. Müzik kariyerinde albüm yayınlamadan önce Ali Engin Aksu ile evlenmiş, "Aksu" soyadını bu evliliğinden almış ancak evliliği kısa sürmüştür. 10 Temmuz 1981 tarihinde Sinan Özer ile evlenen Sezen Aksu, 1983 yılında evliliğini sonlandırmıştır. Bu evliliğinden kendisi gibi müzisyen olan oğlu Mithat Can Özer (d. 1981) dünyaya gelmiştir. 1993'te gazeteci Ahmet Utlu ile evlenen sanatçı, 1997 yılında boşanmıştır. Evliliklerinin yanı sıra Onno Tunç ve Uzay Heparı ile yaşadığı aşklar ile de bilinen Sezen Aksu, toplam 4 evlilik yapmıştır. Ek bilgiler. 2009'da keşfedilen bir gök taşı olan 266854 Sezenaksu, adını sanatçıdan almaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9116", "len_data": 24713, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.31 }
Dinamik (← Yunanca "δυναμικός" - "dynamikos" "güçlü", ← "δύναμις" - "dynamis" "güç"):
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9120", "len_data": 85, "topic": "SPORTS", "quality_score": 2.2 }
Friedrich Ludwig Gottlob Frege (8 Kasım 1848 - 26 Temmuz 1925), modern matematiksel mantığın ve analitik felsefenin kurucusu sayılan Alman matematikçi, mantıkçı ve filozof. Hayatı. Wismar'da doğdu. 1869'da Jena Üniversitesi'nde öğrenime başladı ve iki yıl sonra, 1873'te Felsefe Doktoru unvanını aldığı Göttingen'e taşındı. İki yıl sonra Jena'ya döndü ve matematik dersleri vermeye başladı. Matematik alanında 1879'da doçent ve 1896'da profesör oldu. 1925'te Bad Kleinen'de öldü. Bilime katkısı. Aristo'dan sonraki zamanların en büyük mantıkçısı kabul edilir. 1879'da yayınladığı, devrim niteliğindeki "Begriffsschrift" veya "Kavram Yazısı", Aristo'dan beri nüfuzunda bir değişiklik olmayan eski Terim Mantığı'nın yerini alarak mantığın tarihinde yeni bir dönemi haber veriyordu. "Begriffsschrift" bugün matematiğin her alanında kullanılan niceleme gibi, Orta Çağ'ın Çoklu Genelleme Problemi'ne çözüm getiren kavramlar ve fonksiyon ve değişkenlerin açık bir şekilde konumlandırılması gibi özellikleriyle temelleri sarstı. Frege, önermeler mantığı ve kendi icadı yüklemler mantığının aksiyomatikleştirilmesini oluşturan kişidir. Bertrand Russell'ın Tarifler Teorisi ve Russell ile Alfred North Whitehead'in "Principia Mathematica" 'sı için son derece temel bir kavram olan niceleme de yine Frege'ye aittir. Çalışmaları kendi döneminde geniş ölçüde tanınmamış ve fikirleri, özellikle Giuseppe Peano ve Russell gibi, etkilediği insanlar aracılığıyla yayılmıştır. Ludwig Wittgenstein ve Edmund Husserl da felsefî açıdan etkilediği kayda değer insanlardır. Frege, en temelinde önerme'nin fonksiyon-argüman analizi, özel isimlerin anlam ve gönderim ayrımı, kavram ve nesne ayrımı ve bağlam prensibinin geliştirilmesi bulunan, Dil felsefesi'ne yaptığı derin sistematik katkılarla Analitik Felsefe'nin kurucularından sayılır. Edmund Husserl ve Max Schröder gibi zamanının önde gelen birçok mantıkçı ve felsefecisiyle yazışmıştır. Frege, mantıkçılığın, matematiğin mantığa indirgenebileceği düşüncesinin önde gelen ilk savunucusudur. "Grundgesetze der Arithmetik" isimli çalışmasında, aritmetiğin kanunlarını mantıktan çıkarmaya çalışır. (Masraflarını kendi karşıladığı) ilk cildi yayınladığında, Russell, ismiyle anılan paradoksu keşfetmiş ve "Grundgesetze"nin aksiyomlarının bu çelişkiye yol açtığını ifade etmiştir. Frege, bu paradoksun varlığını kabul edip, kitabın ikinci cildinin ek kısmında bu soruna yol açtığını düşündüğü aksiyomu belirtmişse de, aksiyomlarında tatmin edici bir değişikliğe gidememiştir. Russell ve John Von Neumann'ın sonraki çalışmalarında, bu problemin nasıl çözümleneceği yer almıştır. Frege ayrıca kesişim ve bileşimi de bulmuştur. Buna ve Russell'ın Frege'ye olan övgüsündeki cömertliğe karşın, yaşamı boyunca üne kavuşmamış ve --Tractatus ve Felsefî Soruşturmalar'da fikirleri Frege'nin mantık ve dil alanındaki kavramları etrafında dönen-Ludwig Wittgenstein üzerindeki etkisi olmasa, bir filozof olarak değerinin hiçbir zaman anlaşılmayabileceği düşünülmüştür. Frege üzerindeki önemli otoriteler arasında Michael Dummett, Günther Patzig, Hans Sluga, Terence Parsons ve Vincent Riolo sayılabilir. Önemli eserleri. Frege bu makalelerden son üçünü "Mantıksal Araştırmalar" adıyla yayınlamak amacındaydı. 1975'te, ölümünden sonra en azından İngilizce tercümeleri "Logical Investigations" adıyla yayınlanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9122", "len_data": 3331, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.14 }
İbrahim Çallı (13 Temmuz 1882, Çal, Denizli - 22 Mayıs 1960, İstanbul), Türk ressam. Yaşamı. Rüştiyeyi doğum yeri olan Çal'da, Mülki İdadisini ise İzmir'de bitirdikten sonra, ailesi tarafından askerî okula girmek üzere İstanbul'a gönderildi. Ancak; o, çocukluğunun tutkusu olan resim çalışmalarına yönelerek o dönemde konaklamak için kaldığı handa konaklayan ve resim dersi alan Vefa İdadisi öğrencilerinin arasına katılarak resim dersleri almaya başladı. Parasını çaldırıp maddi sıkıntı içine girince arzuhâlcilik ve daha sonra adliyede kâtiplik gibi farklı işlerde çalıştı. Ermeni asıllı bir ressamla tanıştı ve ondan resim dersleri aldı. Ressam Roben Efendi'den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey’le tanıştı. İzzet Bey’in aracılığı ile Şeker Ahmet Paşa'nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi. İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerle birlikte, toplumun tüm kesimlerinde hemen hemen her alanda siyasal, sanatsal ve düşünsel yönden haklar verilince; Ressam Mehmet Ruhi Arel’nin önerisiyle çoğunluğu Sanâyi-i Nefîse Mektebi mezunu Sami Yetik, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Agah Bey, Mehmet Ruhi Arel, Ahmet Ziya Akbulut, Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Nazmi Ziya Güran, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Mehmet Ali Laga ve Müfide Kadri gibi genç ressamlardan oluşan ve Türk ressamlarının ilk örgütü olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üyesi oldu. 1910 yılında Maarif Vekaleti’nin açmış olduğu burs sınavını birinci olarak "Çıplak Adam" ve "Harekat Ordusunun Muhafız Alayı'ndan Maksut Çavuş" adlı çalışmalarıyla kazandı ve Fransa’ya gönderildi. 1910 ile 1914 yılları arası Paris’te Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Vallaury’nin yardımcısı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’ne atanan sanatçı, müttefik ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen “Şişli Atölyesi” etkinlikleri kapsamında ürettiği çalışmalarının Viyana ve İstanbul sergilerinin 1917 yılında altı eseriyle katıldığı İstanbul sergisinde “Sanayi-i Nefise Madalyası” kazandı. 1914 Kuşağı onun adıyla “Çallı kuşağı” olarak anıldı. Çallı'nın, iyi sanatçı olmanın yanı sıra iyi bir öğretmen olduğunu da yetiştirdiği öğrencilerden anlamak olasıdır. Şeref Akdik, Refik Epikman, Saim Özeren, Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu yetiştirdiği öğrenciler arasında gösterilebilir. 1947 yılında, 65 yaşında akademiden emekliliğe sevk edilen Çallı, üzüntüsünü her vesilede ifade etmişti. Aynı yıl Her Hafta dergisinde yayımlanan röportajda "En verimli zamanımda çocuklarımdan ayrılmış olduğum için sahi müteessirim" diyordu. Heykeltıraş İhsan Bey emekliliğe sevk edildiğinde akademi heyeti ve müdürüyle birlikte harekete geçip görev süresini üç yıl uzattıklarını hatırlattıktan sonra, öğrencilerinin böyle bir fırsat için kendisine destek vermemesinden yakınıyordu. Aynı röportajda, Çallı'nın emekliye sevk edilmesinde akademinin resim bölümü başkanı Léopold Lévy'ye yönelttiği eleştirilerin etkili olduğu iddialarına da yer verilmişti. 22 Mayıs 1960 yılında mide kanaması sonucu İstanbul'da yaşamını yitiren Çallı'yla "Son Buluşma"yı Hasan Âli Yücel, ölümünden sekiz gün sonra, 30 Mayıs 1960'ta kaleme aldığı "Dostum Çallı" yazısında, şöyle anlatıyor: "Onu son defa Taksim civarında görmüştüm. O şakacı Çallı, benimle uzun bir seyahate çıkacakmış gibi içli içli konuştu. Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin, titriyordu. Ayrılırken öpüştük, aksi yönlere yürüdük. Garip iç dürtüsüyle arkama döndüm, ne göreyim, o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık." Yaklaşık 1 yıl sonra Hasan Ali Yücel de hayatını kaybetti. “Zeybekler”e düzeltme. Yeniden sergilemeye açılan Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi İbrahim Çallı Salonu'nda 1914 kuşağı sanatçılarının resimleri yer alıyor. İbrahim Çallı'nın "Zeybekler" tablosunun özel bir öyküsü bulunmaktadır. Aynı zamanda Osman Hamdi’nin asistanı da olan Çallı, Atatürk’ün isteği üzerine Etnoğrafya Müzesi’nde bir sergi açar. Bu sergide de yer alan “Zeybekler” tablosunu gören Atatürk, Çallı'ya döner ve “Biz Türk Kurtuluş Savaşı’nda yemeye ekmek bulamıyorduk, senin resmindeki atlar nasıl semirmiş böyle?” diye sorar. Usta ressam malzemelerini alır ve tablosundaki atı bir deri bir kemik hâle getirir. Çalışma üslubu. İbrahim Çallı renk kullanımı konusundaki görüşlerini, görev yaptığı akademinin resim bölümü başkanlığını yürüten Leopold Levy ile girdiği tartışma sırasında şöyle ifade etmişti: "Talebeye yapılan telkin ve müdahalelerin neticesi, tabiat onlara ayni atmosfer ve ayni renkte gösteriliyor. Hâlbuki bizim memleketimiz, güneş, ziya ve renk memleketidir. Garbın koyu kurşuni semasıyla hiç alakası yoktur. Beşeriyet, resim sanatı üzerinde, renk vadisinde o kadar ısrar ile çalışmış; her büyük sanatkar palete bir iki yeni renk daha ilave etmiştir. Bizim mütehassısa (Akademide bu unvanla görevlendirilen Levy'yi kastediyor.) gelince, palette rengi asgariye indirmek taraftarıdır. Tabiatın öyle nüansları vardır ki, onlara mahsus renkleri kullanmak şarttır. Eğer Türk milleti Çallı'yı seviyorsa, güzel memleketini kendi renkleriyle ifade ettiği içindir." Yrd. Doç. Dr. Özand Gönülal, İbrahim Çallı'nın resimlerini, genel olarak "manzara, natürmort, nü, ve portreler olmak üzere gruplandırmak mümkündür" diyor; ve devamla: ""Manzara" resimlerine baktığımızda panoramik doğa görüntülerinin yanı sıra şehir kesitlerini ve “balıkçılar” resminde olduğu gibi, doğa içinde günlük yaşam öykülerini bulmak mümkündür." "Adalardan" adlı resminde olduğu gibi panoramik anlayışa sahip olmasına karşın komposizyonu oluşturan biçimlerin daha belirgin vurgulanmasını sağlamıştır. Şehir kesitlerini yansıttığı resimlerinde, belgesel niteliğinde bir yaklaşım sergilenmiştir. “Bursa Türbeleri” adlı resim bu yaklaşımın önemli bir örneğini oluşturmaktadır." "Balıkçılar" adlı çalışmasında, resim yüzeyine tamamen hakim olan kayık ve içinde bulunduğu denizin ilişkisi, bir görüntü oluşturmaktan çıkmış, yaşamdan alınmış bir zaman diliminin dinamik karakterini belirgin bir şekilde yansıtmaktadır. Buna karşın kayıktaki figürlerin sahip olduğu biçim statik bir yapıyı yansıtmasına karşın, lekesel değerler sayesinde hareketin varlığını sergilemektedir. Fırça vuruş biçimi ve farklı renk lekeleriyle kayığın içinde bulunduğu denize çırpıntılı bir karakter katarak izleyicinin derinliklerinde bir heyecan oluşmasını sağlamıştır. Resim yüzeyinde kullandığı renk skalası içerisinde yer alan çarpıcı renkleri, kayığın üzerinde topluyor olması, dikkati insan varlığının gün içerisinde yaşadığı zorlu bir yaşam kesitine çekmeye çalıştığı izlenimi yaratmaktadır." "Natürmort", İbrahim Çallı’nın yaratı süreci içerisinde farklı bir yere sahiptir. Bu resimlerinde kullandığı ışık ve bununla belirginleşen lekesel değerler ile renk skalası yaşam derinliğine kökleri uzanan bir tutkunun varlığına işaret etmektedir. Bu eserlerinde ölü bir doğa resmetmesine karşılık, kompozisyon düzeni ve fırça vuruşlarıyla yaşama ilişkin bir dinamiği yakalamak mümkündür." "1Ay Çiçekleri" adlı resmi ile, Van gogh’un "Ay çiçekleri" arasında bir ilişki kurulmaya çalışılsa da İbrahim Çallı ruhsal bir çöküntünün değil, yaşam serüveninin dışa vurumunu gerçekleştirmiştir. Özellikle komposizyonun solunda yer alan ayçiçeğinin üzerine düşen gün ışığı ve gerilmiş taç yaprakları, ölümün suskunluğunu değil yaşamın heyecanını betimlemektedir." "İbrahim Çallı’nın portreleri diğer resimlerine oranla biçim kaygısını daha fazla taşıdığı çalışmalarıdır. Ancak bu çalışmalar arasında da portresini yaptığı kişiye göre değişerek kullanılan resimsel dile ait ifadeyi görmek mümkündür." "Örneğin: Celal Bayar’ın portresinde kişisel kimliğin yansıtılmasının dışında, giyinişi ve genel duruşuyla devlet adamı ciddiyetini yansıtacak biçimsel kuralcılık uygulanmışken, Neyzen portresinde izlenimciliğe ilişkin lekesel değerler ve fırça vuruşları daha serbest gerçekleştirilmiştir." "İbrahim Çallı’nın çıplak kadın resimlerinde, figür mekân ilişkisi ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar figür ön planda olsa da mekân içerisindeki diğer unsurlarda aynı etki ile izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Bu resimlerde yer alan kadın figürlerinde zaman zaman duygusal boyutun yansımasını vücut biçimlerinde görmek mümkündür." "Sonuç olarak 1914 kuşağı ressamları arasında bu gruba adını verecek kadar ön plana çıkan İbrahim Çallı, Türkiye Cumhuriyeti’nin resim alanında batı anlayışına yönelik bir sürece girmesinde önemli itici güçlerden birisi olmuştur. Çalışmalarının tümünde gözlemlenen izlenimci anlayış, Avrupa’nın resim uygulamalarında görülen izlenimcilik akımının kurallarını sıkı sıkıya uygulamaktan çok, kendine özgü bir karakter sergileşmiştir. Bu karakter Çallı’nın komposizyonu oluşturan unsurların seçiminde ve resimsel dili oluşturmasındaki tavrı ile ortaya çıkmaktadır." Eserlerinden bazıları. Devlet Resim ve Heykel Sergileri'ne aralıklı, ancak; Galatasaray Sergileri'ne düzenli katılan Çallı'nın bazı eserleri şöyle sıralanabilir: Günümüzde eserleri. 14 Aralık 2014 tarihinde İstanbul'da düzenlenen müzayede de Çallı'ya ait 1913 tarihli "Avluda oturanlar" eseri 2 milyon 460 bin liraya satılmıştır. Bu eser bu tarihe kadar satılan en yüksek tutarlı Çallı tablosu oldu.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9123", "len_data": 9403, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.6 }
Salsa, Karayipler kökenli olduğu varsayılan, salsa adıyla belirtilen müzik türleri eşliğinde çiftler halinde veya grupça icra edilen, Latin Amerika’nın ve ABD’nin modern bir dansı. Önceleri yalnızca Latin Amerika halkları arasında yaygın olan bu müzik türü, Karayipler’den ABD’ye göçenler sayesinde ABD’de de yaygınlık kazanmış ve salsa dansı özellikle 1980'lerden sonra tüm dünyada tanınır ve uygulanır duruma gelmiştir. Günümüzdeki salsa dansı Afrika, Karayip ve Avrupa stillerinin, dans ve müzik unsurlarının bir karışımı olarak nitelenir. Salsa’nın kökenlerinin çeşitliliği ve çeşitli stillerden oluşan bir karışım olması adının anlamını da açıklamaktadır. "Salsa" sözcüğü aslında İspanyolca konuşan Latin Amerika ülkelerinde çeşitli baharatların karıştırılmasıyla hazırlanan “sos” anlamına gelir. Söz konusu müzik ve dansa da çok farklı kültürel öğelerin karışımını içermelerinden dolayı bu ad verilmiştir. Bu karışımın tarihsel oluşumunda "son", "guaguancó", "rumba", "boogaloo", "pachanga", "guaracha", "plena" ve "bomba" tarzlarının etkileri olmuştur. Günümüzdeki salsanın dans adımları esas olarak Küba "son"undan gelmekteyse de, "mambo", "cha cha cha", "guaracha", "changüí", "palo monte", "rumba"," abakuá", "comparsa" gibi diğer Küba danslarından etkilenmiş bulunmaktadır. 1950'lerde "mambo"nun modernizasyonu salsanın oluşumunda önemli bir etken olmuştur. Salsanın kökeni Küba olarak kabul edilmekle birlikte, Küba'nın Kuzey Amerika’daki etkisi Fidel Castro ve Che Guevara’nın Küba’daki devriminden ve Küba’ya ABD ambargosunun uygulanmasından sonra azalmıştır. Bir “serbest stil” dansı olan salsa, rutin hareketlere bağlı kalınmaksızın doğaçlama olarak yapılır. Salsa, "foxtrot" veya "samba" gibi dans pistini tümüyle kullanmayı gerektiren danslardan değildir. Salsa dansı, Latin dansları kapsamında ele alınır. Diğer Latin dansları içinde en tanınanları merengue, cha cha cha (ça ça), bachata, mambo, samba, rueda ve rumbadır. Tango da Latin Amerika kökenli bir dans olmakla birlikte Türkiye'de "Latin dansları" denildiğinde genellikle, bir salon dansı olan tango haricindeki Latin dansları kastedilir. Tarihçe. Salsa dansının kökenleri. Afrika, Avrupa ve Amerika kültürlerinin alaşımı olarak tam anlamıyla 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Küba'da geliştiği sanılan salsanın kökeni esas olarak İngilizce ve Fransızca'da "contredanse" denilen 17. yüzyıl dansına dayanır. Salsadaki birçok dans figüründe çiftin pozisyonları salon danslarındaki pozisyonları andırır. Toplu olarak yapılan "contredanse" figürlerinin çoğu 4/4 şeklinde iki ölçülü ya da 8 zamanlı hareketler içermekteydi. "Square dance"'ta olduğu gibi bu dansta da salondaki çiftlere yapacakları figürleri bildiren bir çığırtkan ("caller", "voceador") bulunurdu. Bu çığırtkan herhangi bir parça sırasında çekilip çiftleri müzikle baş başa da bırakabiliyordu. 19. yüzyıl sonlarında bu dans, çiftlerin icra ettiği "danzón" dansında bireyselleşmiş bir hal aldı. Danzon dansını yerlilerin yaşadığı Karayip topraklarına Fransız ve İspanyol koloni şövalyeleri taşıdılar. Bu olayda Fransız ve İspanyol geleneklerinin korunduğu La Española Adası özel bir rol oynamıştır. La Española 18. yüzyıldan itibaren siyasi ve idari bakımdan ikiye bölünmüş; batı kısmı Saint Domingue Francés (şimdiki Haiti) ve doğu kısmı Santo Domingo Español (şimdiki Dominik Cumhuriyeti) adını almıştı. 1791'de Fransız kolonisindeki isyan sırasında toprak sahipleri (Fransızlar) köleleriyle komşu adanın (Küba) Oriente eyaletine kaçtılar ve böylece gelenek, müzik ve danslarını da Küba'ya taşıdılar. Küba'nın bu kısmında "marimba", Afrika dans geleneği ve İspanyol çiftçilerin gitara dayalı müziği karışıp kaynaştı. Özellikle bayram gibi zamanlarda icra edilen müzik, burada, farklı grupların katıldığı toplu bir deneyim olarak yorumlanmaktaydı. Bazı vurmalı çalgılarda ritmin değiştirilmeden tekrar edilmesine karşılık, diğer çalgılarda ritimler çok karmaşık bir yapıyı oluşturacak şekilde değiştiriliyordu. Genellikle, değişmeyen temel ritim, anahtar görevini gören büyük bir vurmalı çalgı (Almanca adıyla "Vortrommler") ile sağlanıyor, diğer çalgılar bu ritim eksen alınarak çalınıyordu. Parçaların çokritimli olmasına karşın tüm vurmalı çalgılar eşzamanlı (senkronize) olarak çalınıyordu. Dinleyiciler pasif kalmıyor, müziğe bazıları ayakkabılarıyla veya el çırpmalarla sesler çıkarak, bazıları da omuz, kafa, kalça ve diz hareketleri yaparak katılıyorlardı. Bu tür dans unsurları ve vurmalı çalgılar günümüzde salon danslarına girmiş bulunmaktadır. Fakat bu dans vaktiyle Küba'nın elit tabakası ya da sosyetesi tarafından aşağılanmaktaydı. Danstaki pek çok Afrika kökenli hareket “aşağı sınıfın dans biçimi” olarak hakir görülmüştü. Bu ayrım Küba'da 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan "son" müzik ve dansında da görülür: "Urbano" (“kentli, kibar, uygar”) türünde erkek sık sık durur ve kadın erkeğin çevresinde dolanır, "montuno" (“dağlı”) türünde ise vücut hareketleri ya da "vücut dili" ağırlık kazanır. "Danzon" dansı ifade hareketleriyle varlığını günümüze kadar sürdürebilmiştir. Sonuç olarak salsa müziği Küba’nın "son" müziğinden ibaret olmayıp, değişik ülkelerin çeşitli müziklerine verilen ortak bir lakaptır. Salsanın oluşumunda, "country" müziği, "rumba" ve Latin, Afrika ve Karayip kökenli birçok dansın harmanlanması ve bu karışıma Küba'nın simgesel müzik ve dansı "son"un eklenmesi söz konusudur. Bu karışım küçük değişikliklerle zamanla başka ülkelerde (Dominik Cumhuriyeti, Kolombiya, Porto Riko vs.) de kendini göstermiş ve bu ülkelerdeki orkestraların Meksiko ve New York'ta çalmaya başlamasıyla salsa, ticari bir içerik kazanarak ABD’de de tanınmaya başlamış, özellikle New York ve Miami sokaklarında yaygınlık kazanmıştır. Günümüzde dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde popüler olan, salsa müziğinin eşliğinde yapılan bu dans, Küba ve Miami'de genellikle "casino" adıyla belirtilmekteyse de, tüm dünyada salsa adıyla bilinmektedir. Salsada erkek ve kadının yakın teması kaçınılamaz bir koşul değildir, Karayip danslarının birçoğunda erkek ve kadın birbirleri etrafında temas olmaksızın dönerler. Latin Amerika’nın adalar (Karayipler) haricindeki kısmında (kıtada) hemen hemen “açık” (yakın temas olmaksızın) dans edilir, bu yüzden de erkek kadını genellikle yalnızca bir elini kullanarak yönetir. Salsa adının ortaya çıkışı. Bu dans müziğinin New York'ta 1940'lı yıllarda ortaya çıkışında Kübalı göçmen Machito'nun (Frank Grillo) ve daha sonra 1960'lı yıllardaki gelişmesinde bir başka Kübalı göçmen Celia Cruz'un önemli katkıları olmuştur. Salsa müziğinin gelişimindeki Porto Riko katkıları konusunda ise Tito Rodríguez, Tito Puente ve Eddie Palmieri'nin isimleri sayılabilir. 1952'de kısmi özerkliğini kazanmasından itibaren Porto Riko'dan ABD'nin doğu kıyılarına, özellikle Manhattan’ın (New York) Spanish Harlem ("El Barrio") mahallesine büyük göçler yapılmıştır. Bu göçlerle Porto Riko’lu müzisyenler 1950’li yıllarda New York’a yeni bir müzik ve dans tanıtmışlar ve New York’ta büyük ölçüde Küba kökenli Latin ritimlerinin yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Daha sonra 1959’daki Küba Devrimi’yle birlikte ABD’ye Kübalı mültecilerin de gelmesiyle bu yaygınlaşma pekişmiştir. Buna karşılık, Küba’ya uygulanan ambargo yüzünden Küba kültürel bakımdan Karayipler’deki merkezî rolünü büyük ölçüde yitirmiş ve bu rolü New York’a kaptırmıştır. New York'ta Küba kökenli müzik Karayipler’in her yerinden gelen müzisyenlerce icra edilmiştir. Böylece New York sırasıyla şu tarzlara sahne olmuştur: 1970’li yıllarda Latin müzik ve danslarının rağbet görmesiyle birlikte salsa terimi iyice benimsenmeye başladı. Salsa adının bir terim olarak ortaya çıkışındaki tarihsel sürecin önemli olayları şunlardır: Salsa stilleri. Tıpkı tek bir dilin lehçeleri gibi, salsanın da dünyanın farklı bölgelerinde farklı olarak uygulanan stilleri vardır. Her stil, salsa müziğini farklı olarak yorumlar ve ayrıca her bir stildeki salsa ustalarının kendilerince geliştirdikleri bireysel stiller bulunur. Birçok salsa stili bulunmakla birlikte başlıca üç salsa stili mevcuttur: Bunlar Küba stili, Porto Riko stili ve Kolombiya(kumbiya stilidir ): Bununla birlikte stiller ve hatta ekoller arasında ciddi anlamda, çok keskin farklılıklar yoktur; örneğin bir stili öğrenmiş bir salcacı öteki stilin okullarında yetişmiş bir salsacıyla rahatça dans edebilir. Tüm stillerde temel adımlar ve "cross-body lead" denilen temel hareket aynıdır. New York stili. New York stili Porto Riko ve Küba danslarının sentezinden oluştuğu için her iki ülkenin tüm dans öğelerini, özellikle Havana’nın "urbano" türünü yansıtır. Temel adımı “mambo adımı”dır. Başlangıç adımı olarak müzikteki bir barın ikinci vuruşu kullanılır (1-ON-2, müzikteki ilk vuruş adımsız geçirilir). Dönüşlere ve "shine'lara " ağırlık verilir. Adım tekniklerinin kullanıldığı bu dans düz çizgiler doğrultusunda gelişir, yani hareketler düz bir dans çizgisi esas alınarak uygulanır. Kadının kendi etrafında sıkça dönüşünün söz konusu olduğu ve daha çok gösteriye yönelik bir stildir. Özellikle, "shine " adı verilen karmaşık ayak figürleri gibi, bacak oyunları içerir. Mambo'dan türemiştir. Mambo stili. Kendisini “mambo’nun kralı” olarak adlandıran Porto Riko kökenli dans öğretmeni ve koreograf olan Eddie Tours 1987'de yeni bir stil ortaya koydu; bu, New York stilinin bir varyantı idi. Salsa ile mambo arasındaki adım benzerliklerine dikkat çeken Eddie Tours'a göre salsa esas olarak mambodan türemişti. Ortaya koyduğu, "mambo stili" olarak adlandırılan yeni stil 1990'lı yıllarda bir hayli ilgi uyandırdı. Eddie Tours ise yeni bir ritim getirdiği kendi stilini “salsanın gece kulübü stili” ("estilo salsa night club") olarak adlandırmıştı. Bu dönemde dünyanın çeşitli ülkelerindeki birçok dans öğretmeni Eddie Tours'un izinden giderek “gece kulübü stili”ni öğrettiler. Bu “gece kulübü stili”ne yakın bir stil de mambodaki temel adımları kullanan palladium stilidir. Palladium stilini günümüzde öğreten okullardan biri New York'un "Razz'm'tazz Dance Company" okuludur. Porto Riko stili. Porto Riko ya da kısa adıyla "porto" stili, Porto Riko’da değil, ABD’de ortaya çıkmış bir stil olup, temel adımları ve dans figürleri bakımından New York stiline benzer; fakat bu stilde daha “açık” olarak (pek fazla yakın temas olmadan) dans edilir. Zaten dans literatüründe New York stili kimi zaman Porto Riko stilinin bir alt stili olarak ele alınır. Porto Riko stilindeki dans figürlerinin gerçekleştirilebilmesi için daha fazla boş alana gerek duyulur. Los Angeles stili. Los Angeles stili 1995 ve 2000 yılları arasında eğlence gecelerinde ortaya çıkmıştır, kısaltılmış adı L.A.'dır. Temel adımı paralel sistem “mambo adımı”dır. Başlangıç adımı müzikteki bir barın birinci vuruşunda atılır (1-ON-1). Kadının çizgisel olarak yer değiştirdiği "cross-body lead" hareketlerine, "shine" adı verilen karmaşık ayak figürlerine ağırlık verilir. Akrobatik nitelikleri olup, koreografik öğeleri ve gösteri figürleri New York stilindekilerden daha fazladır. Bu özelliği bu stilin sinema, dans yarışmaları ve turnuva alanında daha popüler olmasını ve salsa festivalleri ve amatör sahnecilik gibi bazı alanlarda diğer stillere kıyasla ön planda tutulmasını sağlamıştır. Avrupa'daki salsa okullarının çoğu bu stile dayanır. Bu dans stilinin önemli temsilcilerinden (dansçılar) bazıları Al Espinoza, Alex da Silva, Josie Neglia ve Melissa Fernandez'dir. Küba stili. Küba'nın yanı sıra Miami'de (Miami stili) de yaygın olan ve Havana'nın ünlü gece kulübü Tropicana'nın koreografi uygulamalarında belirgin örnekleri görülen Küba stili 1950'li yılların "casino" dansından çıkmıştır. Kökeni Küba'nın "son" adlı müzik ve dansına dayanır. Öteki stillerin aksine, bu stilde erkeğin, erkek hareketlerinin baskınlığı görülür. Temel adım olarak daha ziyade "guapea" (ters mambo) adımı kullanılır. Kübalılar hafifçe öne eğilerek ve dizleri öne doğru bükerek dans ederler. Afrika özelliği ağır basan, Afrika etkisinin kolayca gözlemlenebileceği bu stilde vücut hareketleri ön planda tutulur, jestler arttırılmıştır. Sıkışık yerlerde de yapılabilecek (geniş boş alana ihtiyaç göstermeyen) bir stildir, bacak oyunları içermez, diğer stillere kıyasla hem partnerler birbirlerine çok daha yakın pozisyonlarda olurlar, hem de adımlar daha küçük atılır. Hareketlerde Los Angeles ve New York stillerindeki çizgisel hatlar yerine dairesel hatlarda uygulanır, yani çift esas olarak art arda daireler çizerek yer değiştirir. Bu stil her şeyden önce halkın yaptığı bir “sokak dansı”dır. Genellikle, 1 numaralı zaman biriminde duraklamanın olduğu geleneksel Küba "son"unun aksine, 1 numaralı adımla başlanır. Fakat Küba'da adımlar 1-ON-1 ve 1-ON-2 olarak ayrılmaz, bunun yerine "a tiempo" (tempoya uygun) ve "contra tiempo" (tempoya uymaksızın) terimleri kullanılır; yani ya "clave ritmi" ne uygun olarak ya da melodiye uygun olarak dans edilir. Clave ritmine uyulmadığında, ölçünün 2. ve 4. vuruşlarının belirgin olduğu "tumbao ritmi" esas alınır. "Tumbao ritmi" bass, conga gibi çalgılarla belirlenir ya da kendini belli eder. Küba'da salsa sözcüğü pek kullanılmaz ve kullanıldığında da genellikle salsa dansını değil, salsa müziğinden söz etmek üzere (turistlere yönelik yapılan" casino" dansından söz ederken) kullanılır. "Casino" ya da "son", Los Van Van ve Juan Formell'in grubuyla modernleştirilmiş ve önceleri "songo" adıyla, daha sonra, 1980'lerde "timba" adıyla belirtilmiştir. Küba salsası özellikle Albita ve Willy Chirino ile temsil edilmiştir. Salsa terimi dünyada çok yaygınlaştığından ve popüler olduğundan, konuya aşina olmayanlar, Los Van Van ve diğerleri tarafından uygulanan "timba"yı belirtmek üzere “Küba salsası” terimini kullanmışlardır. Ayrıca birçok çiftin birlikte dans ettiği "rueda de casino" ile bir erkeğin birçok kadını dans ettirdiği "casino suelta" Küba stili kategorisindeki türler ya da alt stiller olarak ele alınır. Miami stili. Kimileri Miami stilini Küba stili kategorisi içinde bir alt stil olarak ele alır. 1980'li yılların başında Kübalı göçmenlerin Güney Florida sahillerine taşıdığı Küba stilinden çıkmış bir stildir. Kısaca Küba stilinin modernleştirilmiş bir versiyonudur. Vücudun üst kısmının kullanımı ve karmaşık kol hareketleri ön plandadır. Bazı kombinasyonları çok uzundur. Küba ve Miami stillerinde "tap " kullanımı görülür. Rueda de casino. Rueda de casino stili, bir yöneticinin yapılacak hareketleri bildirdiği ve çiftlerin bir veya birkaç halka oluşturacak şekilde bir araya geldikleri, toplu olarak uygulanan bir salsa dans tarzıdır. "Rueda" sözcüğü “tekerlek” anlamına gelir. 1950'li ve 1960'lı yıllarda Küba'da ortaya çıkmıştır. Özellikle 1960'lı yıllarda Guaracheros de Regla isimli grup ve grubun koreografı tarafından Havana'da ortaya çıkarılmıştır. Bir sokak dansı olan "rueda" çok popüler olmuş ve sonradan gazinolarda da icra edilmeye başlanmıştır. Küba ve New York stillerinden farklıdır. "Rueda de Casino"da çiftler bir halka şeklinde dizilir ve "cantantes" adı verilen, bir yönetici tarafından verilen komutlara uyarlar. Yönetici “"cantantes"” adlı komutları yüksek sesle ve gerekirse, müziğin sesi komutların duyulamayacağı kadar baskın olduğunda, el hareketlerinden oluşan mimiklerle de ifade eder; sembolik el hareketlerinden oluşan bu sözsüz iletişim, gürültülü bir müzikte yönetici ile diğer dansçılar arasında iletişimin tek yoludur. Hareketlerin isimleri İspanyolcadır, bazen İngilizce de kullanılır. "Rueda de Casino"da tüm dansçılar herhangi bir düzensizlik yaratmayacak şekilde uyumlu (eşzamanlı) olarak sık sık partner değiştirirler. Özellikle Küba'da ve ABD'de meşhur olan rueda dansı diğer birçok ülkede de yapılır. "Rueda de Casino" temellerini Küba stilinden almışsa da figür veya kombinasyon denilen hareketlerin birçoğu Miami’de yaratılmıştır. Rueda'daki bu figürlerin bazıları iki kişilik danslarda uygulanabilmekle birlikte, yani diğer salsa stillerinde uygulanabilmekle birlikte, bazıları partnerin değiştirilmesine dayalı olduğundan, ancak "rueda"ya özgüdür ve diğer stillerde kullanılamaz. Günümüzde "rueda de casino"nun iki ana tipi bulunmaktadır. Bunlar "rueda de Cuba" ve "rueda de Miami" olarak bilinir. "Rueda de Cuba" orijinal stildir, "rueda de Miami" ise Küba "rueda"sının Los Angeles stiliyle harmanlanmasından oluşmuş, kuralcı bir stildir. Dans halkasına katılımcı çiftlerin sayısı bakımından bir sınır yoktur, 10, 20 ya da daha fazla çiftten oluşabilir. Dans sırasında çiftler iç içe birkaç halka oluşturabilecek şekilde de dans edebilirler. Bugüne dek en fazla kişinin katıldığı rueda dansı 17 Ağustos 2007 'de Santiago'da (Cali/Kolombiya) gerçekleştirilmiş olup, bu olay Guinness Rekorlar Kitabı'na geçmiştir. Kolombiya stili (kumbiya). Kolombiya stili Latin Amerika’da en yaygın olan stildir. Ayaklar tvist gibi daha karmaşık hareketleri uygular. Partnerlerin dairesel hareketlerinin söz konusu olduğu bu stilde daha çok “açık” dans edilir ve erkek kadını bir eliyle yönetir. Figürlerden ziyade estetik ön planda tutulur. Kolombiya'nın Cali kenti salsanın başkenti olarak isim yapmıştır. Cali kentinden çıkan "caleña" adlı salsa Küba ve New York salsasına kıyasla farklılıklar gösterir, örneğin ritimden çok melodiye dayalı bir zamanlama söz konusudur. Dünyada Beatles rüzgarının estiği dönemde salsa Latin Amerika'da fakir halkın sesi olarak kabul ediliyordu. Dünya Salsa Federasyonu'nun (World Salsa Federation) Miami'de düzenlediği 2003 salsa şampiyonasından itibaren Kolombiya stili özel bir kategori olarak kabul edilmektedir. Teknik. Salsa toplu olarak ("rueda") veya partnersiz olarak da yapılabilen bir dans olmakla birlikte genellikle erkek ve kadından oluşan çiftlerce yapılır. Bu dansta erkek rehberdir, kadını el hareketleriyle yönlendirir ve yönetir. Temel adımlar. Salsa öğrencilerine kombinasyon da denilen figürler öğretilmeden önce özellikle temel adımları iyi atabilmeleri öğretilir. Salsada ayaklarla karmaşık hareketler yapılsa da belden yukarısı mümkün olduğunca oynatılmaz ve adımların müziğin ritmine uygun olarak atılması gerekir. Bu yüzden öğrencilere öncelikle müziğin ritmini yakalaması öğretilir. Salsada 8 eş zaman birimi ölçüsüyle dans edilir (hareketlerde genellikle 4 vuruşta 3 adım kullanılır.) Bu zaman birimlerinden ikisinde dansçılar duraklar, yani hiçbir hareket yapmazlar. Bu yüzden salsa öğretiminde 4 ve 8 sayılmaz (1,2,3,stop, 5,6,7,stop). Temel adımlardaki diğer altı zaman biriminde ise öne ve arkaya doğru birer adım atılması söz konusudur. Sol ayağın öne adım atmasını 1 numaralı adım kabul eden salsa stillerinde "mambo adımı" denilen temel adımlarda yapılan hareketler şu sırayı izler: Bu temel adımlarda, kısaca, iki adım atılması söz konusudur; adımlar yalnızca 1 ve 5 numaralı zaman birimlerinde olur, sol ayak hep öne, sağ ayak hep geriye atılır. İki adımdan oluşan bu "temel adımlar" dans literatüründe tekil olarak ifade edilir (yani "temel adım" denir). İleri ve geri dikine (çapraz olmayan) adım atmanın söz konusu olduğu bu temel adımlar “mambo adımı” olarak da adlandırılır. Fakat bu temel adımların ana ilkelerden ayrılmaksızın (örneğin 8 zamanlı ölçüden ve iki duraklamadan ayrılmaksızın) uygulanan şu varyantları mevcuttur: Tap. Ritmi kaybetmemek için duraklama zamanlarında ayakla yere yapılan darbelere "tap" adı verilir. Daha ziyade Küba stiline ait olmakla birlikte diğer stillerdeki profesyonel salsacılarca da uygulanır. Duraklama anında dansa bir estetik de kazandıran tap darbeleri kurslarda öğrencilere, temel adımları iyice öğrenmelerinden sonra öğretilir. Shine. Salsada partner olmaksızın ya da partnerle temas olmaksızın bireysel olarak yapılan adım kombinasyonlarına (ayak figürlerine) "shine" adı verilir. Bu adım kombinasyonlarına şık vücut ve el hareketleri de eşlik edebilir. Daha ziyade müzikteki conga vuruşlarının hızlandığı veya güçlü olarak duyulduğu zamanlarda uygulanır. Adalar (Karayipler) haricindeki Latin Amerika'da kimi zaman "brinco" denilen küçük sıçramalarla birlikte yapılır. Çiftin birbirlerinden ayrılarak yaptıkları "shine"lar, kişinin kendisini bireysel olarak ifade etmesine ve becerilerini göstermesine olanak sağlar. Doğaçlama olarak yapılabildiği gibi, artistik ayak teknikleri koreografilerini de içerebilir. "Shine" ayrıca ısınma antrenmanı olarak da uygulanır. Shine'lar “aerobik salsa”nın temelini oluştururlar. Müzik. Günümüzde salsa denilen müzik caz ve Rock müziği kadar geniş kapsamlı bir müzik türüdür; hatta müzik türünden ziyade müzik türlerinin karışımından oluşan bir müzik stili olarak da adlandırılabilir. "Son", "mambo", "guaracha" (Küba), "plena" ," bomba" (Porto Riko) gibi ritimlerden ve "charanga", "conjunto", "sexteto" ve diğer çeşitli müzik stillerinden doğmuştur. Fakat esas olarak "montuno" ile "mambo" karışımı üzerine kuruludur. İlk salsa şarkıları “"Donde estabas anoche"” (1925, Ignacio Pineiro) ve “"Echale salsita"”dır (1933, Ignacio Pineiro). Salsanın gelişimine ABD, Porto Riko, Venezuela, Meksika, Kolombiya ve Dominik Cumhuriyeti gibi çeşitli ülkelerin katkıları olmuşsa da salsanın temeli Küba'ya dayanır. Teknik bakımdansa, salsa terimi "clave" adı verilen ritmik doku etrafında gruplanan tüm müzikleri kapsayan genel bir terimdir. Bu ritmik doku salsanın ritminin diğer ritimlerden ayırt edilmesini sağlar. Küba müziği Afrika ve Avrupa'nın melodilerinin, ritimlerinin ve çalgılarının bir karışımına dayanır. Afrika unsurları Küba'ya ve Karayipler'e vaktiyle Afrika'dan getirilmiş köleler yoluyla taşınmıştır. Bu unsurların başında vurmalı çalgılar gelir. Salsanın ritmi doğrudan Küba'nın halk müziğine bağlıdır. Salsa müziği genellikle karmaşık perküsyon ritimleriyle doludur. Salsa dansına uyarlanan en yavaş müzik parçaları dakikada 70 vuruş, en hızlı müzik parçaları ise dakikada yaklaşık 140 vuruş içermekle birlikte, genellikle dakikada 80 ile 120 vuruş içeren müzik parçalarıyla dans edilir. Tanınmış salsa şarkıcıları arasında Celia Cruz, Oscar d'Leon, Hector Lavoe, Ray Barretto, Eddie Palmieri, Willie Colon, Marc Anthony, Victor Manuel, Grupo Gale, Grupo Niche ile Dark Latin Groove'un isimleri sayılabilir. Çalgılar. Salsa müziğinde kullanılan çalgılar yüzyıllar boyunca meydana gelmiş çeşitli yenilenme ve gelişimlerin sonucunda ortaya çıkmış çalgılardır. Yerli kültürlerin Avrupalı sömürgecilerce potansiyel bakımdan yok edilmesi yüzünden bu çalgıların müziğe katkıları ve tarihsel süreçleri hakkında pek fazla kanıt kalmamıştır. Bununla birlikte bazı terim ve çalgılar bu yıkıma rağmen ayakta kalmayı başarabilmişlerdir. Salsa müziğinin tipik oluşumu, ses, çalgı ve ritim bakımından şöyle kategorize edilebilir: Vurmalı çalgılar: Üflemeli ve vurmalı çalgılar belirli bir sayıda değildir. 1970’li yıllarda birçok grup (orkestra) bu parametreleri değiştirerek, başka çalgıları ve yorumlama tarzlarını da katarak çeşitli "son" parçaları yaratmışlardır. Clave ritmi. Küba müziğinin, salsanın ve Brezilya müziği gibi diğer Latin Amerika müziklerinin en ayırt edici özelliği "clave" adı verilen ikili “ritmik hücre” kavramıdır. Bu, üç nota ("tresillo") içeren bir “kuvvetli” ölçü ile iki nota içeren bir “zayıf” ölçüden oluşur. Bu ritim, aynı adla belirtilen vurmalı çalgıyla (clave) sağlanır; ritim, silindir biçimli iki tahtanın birbirine belirli zaman aralıklarında çarptırılmasıyla sağlanan sesle tutturulur. kuvvetli / zayıf 1 & 2 & | 3 & 4 & X X X X X Orkestradaki her çalgı, ya clave çalgısının ritmiyle birlikte çalınır (genellikle conga'lar, timbal'ler, piyano, tres gitar, bongo) ya da clavenin ritminden bağımsız olarak çalınır (bass, maraca'lar, güiro, cowbell). Müziğin melodik unsurları ve dansçılar genellikle "clave ritmi"ni esas almakla birlikte herhangi bir anda bu ritmin dışına da çıkabilirler. Dansçılar "clave ritmi"ni doğrudan (adımlarla) uygulamakla birlikte, dolaylı olarak da (örneğin omuz hareketiyle) uygulayabilirler. Örgütlenme. Salsa için tekbiçimli yapılar sağlayabilecek hiçbir resmî organ yoktur. Her örgüt, ulusal veya uluslararası kongreler, seminerler veya şampiyonalar düzenleyebilir. En tanınmış kurumlar ABD’de bulunmaktadır. Kısa adı WSF olan Dünya Salsa Federasyonu (World Salsa Federation) Ağustos 2001’de Miami’de kurulmuş olup, o zamandan beri dünya salsa yarışmaları düzenlemektedir. Ayrıca şu farklı kategorilerdeki salsa birincilerine dünya şampiyonu unvanı vermektedir: İlk Dünya Salsa Şampiyonası (WSC) 2005’te Las Vegas’ta düzenlendi. Ayrıca kısa adı IDO olan Uluslararası Dans Organizasyonu (International Dance Organisation) düzenli olarak salsa turnuvaları düzenlemektedir. Salsa kongreleri. Her yıl çeşitli ülkelerede salsa kongre ve festivalleri düzenlenmektedir. Bu kongre ve festivallere dünyanın tüm ülkelerinden salsa öğretmenleri davet edilmektedir. Bu tür toplantılarda usta öğretmenler bilgi ve becerilerini katılımcılara önce "atölye çalışması" şeklinde, daha sonra da "dans gecesi" şeklinde sunmaktadırlar. Bu tür toplantıların en tanınmış örneklerinden biri Albert Torres'in düzenlediği kongredir (West Coast Salsa Congress)
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9135", "len_data": 24818, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.64 }
Tenisçi veya tenis oyuncusu profesyonel anlamda tenis oynayan kimsedir. Bu, tanınmış tenisçilerden oluşan bir listedir. Tenis konusunda daha fazla bilgi için "tenis" maddesine bakabilirsiniz.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9136", "len_data": 191, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.2 }
Niyazi Berkes (21 Ekim 1908; Lefkoşa, Kıbrıs - 18 Aralık 1988; Hythe, Kent, Birleşik Krallık), Kıbrıslı Türk sosyolog ve bilim insanı. Yaşamı ve çalışmaları. Lefkoşa'da doğdu. Kendisi adını Resneli Niyazi Bey'den, ikiz kardeşi ise Enver Paşa'dan almıştır. Kıbrıs'ta başladığı orta öğrenimini, 1927`de İstanbul Erkek Lisesinde tamamladı. 1931'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. MEB`de çalışma isteği reddedilince, kısa bir süre İstanbul'da özel bir lisenin ortaokul kısmında tarih hocalığı yaptı. Ardından Ankara'da Türk Ocakları binasında yeni açılan halkevinin kütüphanesinde çalışmaya başladı. Türk Maarif Cemiyetinin Ankara Yenişehir'de kurduğu ortaokulun ilk müdürüdür. Sonraları TED Ankara Koleji adını alacak bu okuldaki görevinden sadece ayrıcalıklı seçkinlere hizmet ettiği gerekçesiyle istifa etti. Darülfünun reformunun ardından 1933'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakütesinde sosyoloji asistanı oldu. 1934 yılında yedek subay olarak askerliğini yaptı. Ardından Chicago Üniversitesi sosyoloji bölümünün bilimsel araştırmalar için burs davetiyle Amerika Birleşik Devletleri`ne gitti. 1939'da Türkiye'ye döndü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde sosyoloji doçenti olarak göreve başladı. O dönemde "solculukla" ve "komünistlikle" suçlandı. 1948 DTCF Tasfiyesi sorasında Pertev Naili Boratav ve Behice Boran'la birlikte görevinden uzaklaştırıldı. 1952'de Kanada McGill Üniversitesinde İslam Araştırmaları Enstitüsü'nde önce misafir profesör olarak göreve başladı. 1956'da asli profesör oldu. Burada Türkiye'nin tarihsel ve toplumsal gelişimiyle ilgili çok sayıda araştırma yaptı. 1975 yılında emekliliğinin ardından Birleşik Krallık'a yerleşti. Türkiye'de ilk köy monografisini yapan bilim insanlarındandır. Mediha Esenel ile olan evliliğinden 1945 yılında oğlu Fikret Berkes doğmuştur. Eserleri hakkında. Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüze dek geçirdiği değişimler üzerine araştırmalar ve kuramsal toplum bilimi çalışmaları yaptı. Gelenekselliğin değişmemek olduğunu belirten Berkes, geleneksellikte hiçbir yeniliğe yer olmadığını savunur. Osmanlı Devleti'nde yeniçerilerin dönüşümünü ve Osmanlı'ya etkilerini toplum bilimsel olarak açıklamaya çalışmıştır. Sekülerleşmenin birinci adımı olarak Tanzimat'tan söz eder. Ekonomik başarısızlığın hukuki başarısızlığa neden olduğunu belirtir. 1942'de yazdığı "Bazı Ankara Köyleri Üzerine Araştırma" adlı alan çalışması toplum bilimi alanında Türkiye'de yayımlanan ilk monografilerden biridir. Yazarın diğer önemli yapıtları arasında, "Siyasi Partiler" (1964), "Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler" (1965), "Arap Dünyasında İslamiyet, Milliyetçilik ve Sosyalizm" (1969), "Atatürk ve Devrimler" (1982), "Teokrasi ve Laiklik" (1984) yer alır. İletişim Yayınlarından çıkan "Unutulan Yıllar" adlı kitabında (yayına hazırlayan Ruşen Sezer) 1930'lu ve 1940'lı yılların siyasal ve entelektüel ortamını anlatmaktadır. Ziya Gökalp'ın denemelerinden yaptığı çevirileri "Turkish Nationalism and Civilization" adlı bir kitapta toplayıp Birleşik Krallık'ta yayımlamıştır (1959).
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9146", "len_data": 3100, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.45 }
Tımar, en genel kapsamında devlete sağlanan tanımlanmış bir hizmet karşılığında ücret olarak toprak tahsis edilmesidir. Farsça bir kökten gelir, bu dildeki anlamı acı, ızdırap, sadakat ve bakımdır. Pek çok tarihçi bir kurum olarak Orta Çağ İslam toplumlarında, ikta adı altında uygulandığı görüşündedir. Ancak Jak Yakar, Hitit İmparatorluğu toprak düzeninde hizmet karşılığı toprak tahsisinden bahsetmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nda ise kamu arazisi ("mirî") dahilinde, vergi toplama yetkisininin ve asayişi sağlama görevinin sipahiye bırakılmış olan tarımsal topraklara verilen addır. Tımar sistemi Osmanlı'da ağırlıklı olarak, merkezden denetlenen büyük bir sipahi gücü besleyerek padişahın ordusuna asker sağlamak için geliştirilmiştir. En geniş anlamıyla belirli bir yere ait vergi gelirlerinin tümünün veya bir kısmının, dirlik (geçimlik) olarak havale yoluyla bir görevliye devredildiği ve bu devir karşılığında da bazı hizmetlerin ona yüklendiği; mali, idari, askeri amaçları olan bir sistemdir. Osmanlı'da tımar sistemine değinen en eski kayıtlar Orhan ve Osman beylerin (1299 - 1362) dönemine ilişkindir. Tımara: cizye, cerime, bad-ı hava, niyabet, resm-i arus gibi daha başka vergi kalemleri de dahildir. Tımara hak kazanan kişi ancak askeri sınıftan olabilir. Reayaya tımar vermek kesinlikle yasaktır. Tımar sistemi 1839'da Tanzimat Fermanı'yla kaldırılmıştır. Tımar sisteminde köylülerin konumu. Tımar topraklarında yaşayan köylüler tımarın bölünmesiyle oluşan çiftlikleri kiralayarak ekip biçebilirlerdi ancak kira müddeti bitmeden toprağı ekip biçmekten vazgeçemezlerdi. Kira müddeti bitmeden tımardan ayrılmak isteyen bir köylünün sipahiye tazminat ödemesi gerekirdi. Eğer köylü tımarı yasadışı biçimde terk edecek olursa, kaçmasından itibaren bazı kanunname düzenlemelerine göre on bazılarına göre on beş seneye kadar sipahi tarafından cebren toprağına geri döndürülebilirdi. Ayrıca 3 yıl toprağı ekmeyen köylü Çift Bozan Vergisi'ne yani para cezasına çarptırıldı. Dirlik türleri. Dirlik; yaşam, yaşayış, yaşamak için gerekli olan nesne, geçim, sağlık, mutlu yaşama, erinç gibi anlamlara gelir. Sıradan bir tımarın yıllık tarımsal geliri 20.000 akçeden azdı. Bu tür tımarları "tasarruf" eden sipahiler harp durumunda Osmanlı kuvvetlerine bir atlı asker ile birlikte katılırlardı. Has: Geliri 100.000 akçeden fazla olan dirliklerdir. Padişaha, hanedan üyelerine, veziriazama, beylerbeyine, sancak beyleri ve üst düzey devlet görevlilerine verilirdi. İki çeşittir. Havâss-ı hümayun, teoride padişaha gerçekte devlet hazinesine ait en kıymetli haslardan oluşan dirliklerdir. Havâss-ı vüzerâ (veya ümerâ) ise vezirlere veya devletin önde gelenlerine tahsis edilirdi. Zeamet: Gelirleri 100.000 ile 20.000 akçe arasında olan dirliklerdir. Zeametler; defter kethüdası, miralay, çavuş, azep ağası, dizdar vb. derece olarak daha küçük devlet memurlarına tahsis edilir ve bunlara zaim ismi verilirdi. Tımar: Senelik geliri 20.000 akçeden az olan dirliklerdir. Savaşlarda yararlılık gösteren kişilere Vezir, Beylerbeyi, Sancakbeyi, Dizdar, Cebecibaşı, Çakırcıbaşı vb. kişilerin bildirmesiyle tımar verilebilirdi. Ancak az da olsa tımara talip olan kişinin kendi isteğiyle tımar aldığı da görülmektedir. Osmanlı Devleti'ne hizmeti olan bir bölüm asker ve memurlara verilir. Sipahi askerleri tımar beyine bağlı beyler aynı zamanda tahrir görevi de yaptıklarından yazıcı denirdi. Osmanlı'da tımar sisteminin uygulandığı bölgeler. Timarların en yoğun olduğu coğrafya, Osmanlı İmparatorluğu'nun çekirdek eyâletlerini teşkil eden Tuna Nehri'nin güneyi olan Rumeli bölgesi, Bosna, Teselya, Mora, Trakya, Batı ve Orta Anadolu bölgeleri olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu sahalarında, Halep ve Şam eyaletlerinde tımarlar daha seyrek olup, Irak, Arabistan, Mısır ve Garp Ocaklarında ise çok istisnaîdir. Tımar sisteminin faydaları. Tımarlar, 15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun tarımsal üretim düzeniyle süvariye dayalı sipahi askerî gücünü ve merkezî otoritenin taşradaki egemenliğini sentezlemeyi başarmış bir askerî-idarî-iktisadî birimdi. Tımarda üreticilik yapan reâyâ ve yöneticilik yapan sipahi, savaş zamanında kısa sürede bir atlı askere ve alt rütbeli bir subaya dönüşmekteydiler. Söz konusu birim, atlı süvarilerin Osmanlı ordusu açısından önemi devam ettiği nispette canlılığını sürdürmüştür. Tımar, ateşli silahların ve para ekonomisinin çok sınırlı olduğu çağlarda etkin bir idarî üniteydi. Tımar birlikleri ateşli silah kullanmazlar; ok, yay ve mızrakla savaşırlardı. Devlet tarım arazilerinden vergi toplamak zorunda kalmamış, vergi doğrudan asker yetiştirilmesi için kullanılmıştır. Devlet, üretimi kontrol altına almış ve üretimde devamlılığı sağlamıştır. Tımarların önemini yitirmesi. Avrupa'da ateşli silahların 16. yüzyıl boyunca yaygınlaşması Avusturya cephesinde atlı süvarilerin ve sipahilerin savaş gücünü azaltmıştı. Bu durum ateşli silahlarla eskiden beri donanmış olan Yeniçerilerin önemini artırdı. Yeniçeriler maaşlarını doğrudan doğruya hazineden nakit para (ulûfe) biçiminde almaktaydılar. Yeniçerileri birlikleri sayısının büyümesi Osmanlı maliyesinde nakit para ihtiyacını artırdı. Nakit gereksinimini hızlı bir biçimde karşılamanın başlıca yolu vergilerin iltizam yöntemiyle toplanmasıydı. Sözü geçen yöntemin 16. yüzyıl sonlarında başat hale gelmesiyle tımarların gerek askerî, gerekse ekonomik anlamda belirleyici bir önemleri kalmamıştır. Tımarlar bundan sonra varlıklarını bir kalıntı kurum olarak 19. yüzyılın başlarına değin sürdürecektir. Tımar sistemi Tanzimat Fermanıyla 1839 yılında kaldırılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9168", "len_data": 5555, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.69 }
Rumeli (Osmanlı Türkçesi: روم ایلى "Rum-İli", Bulgarca: Румелия, "Rumeliya" Yunanca: Ρούμελη, "Roúmeli"), Osmanlı İmparatorluğu döneminde 15. yüzyıldan itibaren Balkanlar’ın güneyine verilen addır. Aslı Rum İli olan coğrafik terim zamanla Rum Eli olarak dile otursa da 19. asra kadar evrakta Rum İli olarak yazımı devam etmiştir. Rumeli, sözündeki "Rum" kelimesi "Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde olan toprak, halklar" anlamıyla kelimenin yapısına katılmıştır. Osmanlı Türkleri, Avrupa'ya ayak bastıktan sonra, burada fethettikleri yerlere Rumeli adını verdiler. Hâlbuki bu isim evvelce bugünkü Anadolu için kullanılmış, hatta Orta Çağ Avrupa kaynaklarında Romanie şeklinde tercüme edilmiş iken bu son şekil, Rumeli'nin Anadolu'ya mütenazır olarak kullanılması gibi, Balkan yarımadasına tatbik olunmuş ve garp kaynaklarında “Peninsule romaine” tarzında da kullanılmıştır. Yeni çağlardan itibaren, Avrupa harita ve kitaplarında bu yarımadaya “Turquie d'Europe” veya “Empire ottoman d'Europe” denildiği görülüyor ki, sonradan Türkçe neşriyatta, bu adlara muadil olmak üzere, “Avrupa-i Osmânî” ve “Rumeli-i Şâhâne” tabirleri kullanılmıştır. 11. ve 12. yüzyıllarda, Bizans egemenliği altındaki Anadolu toprakları Diyar-ı Rum (Roma ülkesi, Rum ülkesi), Anadolu'da egemen olan Selçuklu Hanedanına da Rum Selçukluları (Anadolu Selçukluları) denmiştir. Etimoloji. Rum+el+i (< Rum Eli: Rum ("Ad") El ("Ad") +i ("3. teklik iyelik eki") yapısındaki sözün kökündeki “Rum” kelimesi “Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde olan toprak, halklar” anlamındadır. “Roma” sözünün bir biçimidir: ("Lat.") Roma > Rum ("Osm.Tr."). Rumeli yani “Romalıların ülkesi” ifadesi genel olarak Doğu Roma İmparatorluğu'nun sahip olduğu topraklar karşılığında kullanılmıştır. Coğrafya. Rumeli'nin sınırları. Kuzey Bulgaristan, Batı Arnavutluk ve Mora Yarımadası tarafındaki Güney Arnavutluk’u, veya diğer bir ifadeyle içerisinde İstanbul ve Selanik, Trakya ve Makedonya’nın dâhil olduğu bölgeleri ifade eder. 16. yüzyıl. Rumeli eyaletinin kapsadığı alan günümüz Bulgaristan'ı, güney Sırbistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Teselya (orta Yunanistan) bölgelerini içermekteydi. 17. yüzyıl. 17. yüzyıldan başlayarak kurulan yeni eyaletler sonucunda Rumeli eyaletinin sahası giderek daralmış ve 1864'e gelindiğinde sadece Arnavutluk ve batı Makedonya mıntıkalarından ibaret olmuştur. 1864'ten sonra yürürlüğe giren Vilâyât-ı Umumiye Nizamnâmesi ile birlikte Rumeli eyaleti ortadan kaldırılmıştır. Son olarak Rumeli. Rumeli ismi son olarak daha çok merkezi Arnavutluk'la çizilen ve Garbi (Batı) Makedonya'yı ve Manastır Vilayetini de içine alan bölgenin adıdır. İdari yapıdaki değişikliklerle,1870 ve 1875'te Rumeli ismi de mülki taksimatla uyumlu hale getirilmiş ve temsili de durdurulmuştur Doğu Rumeli. 1878'de Berlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu ile özerk bölge hâline getirilmiştir, fakat 18 Kasım 1885 tarihinde savaşsız bir ihtilalden sonra Bulgaristan'la bütünleşti. Bugün Rumeli. Bugün "Rumeli" ismi bazı zamanlar Türkiye'nin Avrupa kıtasındaki toprakları (Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illerinin tamamı, İstanbul ve Çanakkale illerinin Avrupa Yakası) için kullanılır. Rumeli ve Trakya. Bazen Rumeli bölge adı ile Trakya adı denkleştirilir ama ikisinin sınırları farklıdır. “Rumeli” ve “Trakya”, aynı yer değildir, sadece kesiştikleri kısımlar vardır. İdare. Rumeli'nin ilk beylerbeyi (mir-i miranı) Lala Şahin Paşa, özel öğretmen (tutor), mürşit, muallim, hadim, atabek, sadrazam I. Murad'ın lalasıdır. Filibe'de 1362den itibaren oturdu. 1382 Rumeli'nin başkenti Sofya'ya taşındı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9169", "len_data": 3592, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.82 }
Takvim-i Vekayi (), Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde 1 Kasım 1831'de yayımlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk resmî gazetesidir. Haftalık olarak Osmanlı Türkçesi dışında; Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da yayımlanan bir gazeteydi. Resmî ilânlar ve gayriresmî duyurular dışında, iç ve dış gelişmelere ilişkin haberler de basılmaktaydı. "Takvîm-i Vekâyi", resmî bir gazete olması dolayısıyla makaleler esas olarak devletin görüşlerini yansıtıyordu. 1860'tan itibaren yalnızca resmî duyurular ve kabul edilen yasa metinleri yayınlandı. Kuruluşu. 1828'de Mısır'da "Vekâyi-i Mısriyye" yayınlanmaya başlamıştı. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Türkçe ve Arapça olarak bastırılan bu yayın organı, Mısır'ın Osmanlı Devleti'ne karşı etkin bir propaganda aracı olarak meydana çıkmıştı. Sultan II. Mahmut ve Bab-ı Âli, yürütmekte oldukları merkeziyetçi reformlar çerçevesinde devlet idaresinin sesini daha etkin olarak duyurabilmek amacıyla resmî bir gazetenin yayınlanmasını gerekli bulmaktaydılar. Bu amaçla daha önceden İzmir'de yerel Fransızca gazete yayınlamış olan Alexandre Blacque ile anlaşmak suretiyle resmî bir gazete çıkarma kararı alındı. 11 Kasım 1831'de "Takvîm-i Vekâyi" yayın hayatına başladı. Takvîmhâne-i Amire. Yeni gazetenin basımı için Bâb-ı Seraskerî'ye yakın olan semtlerde geniş bir yerin gerekliliğinden dolayı Tab'hâne civarında eski Bursa mütesellimi kapıcıbaşı Mûsâ Ağa'nın konağı satın alınarak matbaa haline döndürülmüştür. Takvîm-i Vekâyi'in ilk sayısının basıldığı tarih olan 1 Kasım 1831'den beş gün sonra Takvîmhâne'yi ziyaret eden James Ellsworth De Kay matbaa binası için “Serasker Pasa’nın sarayının yakınlarında ve şu an kullanılma amacına uygun olarak inşa edilmiş. Geniş bir tesis ve her açıdan eksiksiz ve kullanışlı olması için hiçbir masraftan kaçınılmadığı görülüyor. Ana girişte görev yapan nöbetçi, yazılı izne sahip olmayanların geçmesine izin vermiyor; en azından biz kapıda göstermek için böyle bir geçiş izni aldık. Fransızca ve Türkçe baskı odaları ayrıydı ve genellikle Türk dizgiciler çalıştırılıyordu…” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Kapanışı. II. Abdülhamid devrinin büyük bir kısmında "Takvîm-i Vekâyi" yayınlanmadı. İlk yayın kesintisi 1878 yılında oldu ve 1891'e kadar sürdü. 1891'de yeniden çıkmaya başlayan "Takvîm-i Vekâyi"nin basımı, 1892'de yeniden durduruldu. 1908 Jön Türkler sonrasında yeniden yayın hayatına geçti. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra "Takvîm-i Vekâyi"'nin görevini "Resmî Gazete" devraldı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9170", "len_data": 2514, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.41 }
İlham Dilman (4 Kasım 1930, İstanbul - 17 Ocak 2003, İstanbul), Türk felsefeci. 1950 yılında Robert Kolejini bitirmiş ve sonrasında Cambridge Üniversitesinde felsefe öğrenimi görmüştür. Wales Swansea Üniversitesi'nde felsefe dalında profesör olan Dilman, 2003 yılında kanser nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Başlıca yapıtları arasında; Induction and deduction (1973), Matter and mind (1975), Freud and human nature (1983), Existentialist critiques of cartesianism (1993), Free will: a historical and philosophical introduction (1999) ve Wittgenstein's copernican revolution (2002) yer almaktadır. Hayatı ve çalışmaları. İlham Dilman 1930'da İstanbul'da doğdu. 1950'de Robert Kolejden lisans derecesini aldıktan sonra felsefe okumak için Cambridge Üniversitesine gitti. 1953'te B.A. derecesini aldıktan sonra John Wisdom'un yönetiminde doktora çalışmasına başladı. 1959'de Cambridge'de "Psikanalize felsefi bir yaklaşım" konulu teziyle doktora derecesini aldı. Daha sonra askerliğini yapmak için Türkiye'ye döndü. 1961'de aldığı bir yıllık bir üniversite öğretmenliği (tutorship) teklifi üzerine Swansea'ye gitti. Ertesi sene okutman olarak akademik kariyerine başlamış oldu. Wales Üniversitesi, Swansea Üniversite Kolejinde felsefi eğilimlerine yakın bir ortam ve arkadaş olabileceği kişiler bulan Dilman, burada geçirdiği altı yıldan sonra University of California Santa Barbara, University of Oregon at Eugene ve Hull University'de bulunarak hocalık yaptı. Daha sonra döndüğü Swansea'de akademik kariyerini sürdürdü. 1984 yılında kendisine kişisel bir kürsü tahsis edildi ve 1994'te araştırma profesörü seçildi. 1997'de emekli oldu. Swansea felsefe bölümünde Dilman, kendini felsefi eğilimleri 20. yüzyılın en önemli filozoflarından Ludwig Wittgenstein'a yakın olan felsefeciler arasında buldu. Bu bölüm, zaman içinde Anglosakson akademik çevrelerinde ‘Swansea Wittgenstein Okulu' olarak anılacak bir akımın geliştiği yer oldu. John Wisdom'un etkisinde kalan ve daha sonra Swansea'de Rush Rhees ile tartışmalara giren Dilman, zamanla Wittgenstein felsefesine yaklaşımını geliştirip derinleştirdi. Pek çok kitabında, özellikle de Induction and Deduction: A Study in Wittgenstein / Tümevarım ve Tümdengelim: Wittgenstein üzerine bir inceleme (1973), Studies in Language and Reason / Dil ve akıl üstüne çalışmalar (1981), Language and Reality: Modern Perspectives on Wittgenstein / Dil ve gerçeklik: Wittgenstein üzerine modern görüşler (1998) ve son kitabı Wittgenstein's Copernican Revolution / Wittgenstein'ın Kopernik devrimi (2002)'da Dilman dilin manalı olduğu özel yaşam biçimlerinden koparılarak kurulan soyut metafiziğin diline karşı çıkmaya uğraşmıştır. İlham Dilman, yirmi kitabı ve en saygın akademik dergilerde yayımlanmış sayısız makalesi ile ülkesinin ve yaşadığı ülke olan Büyük Britanya'nın dışında da çok iyi tanınan büyük bir düşünürdü. Kendisine sağlayacağı kolaylıklara rağmen Türkiye dışında bir ülke vatandaşlığına geçmedi. Hayatının son yıllarında Türkiye'de hocalık yapma isteklerinin bir türlü gerçekleşememesi onu üzüyordu. İlham Dilman son yıllarında yakalandığı kanser hastalığı ile üç yıl mücadele ettikten sonra Fenerbahçe'deki evinde 17 Ocak 2003'te vefat etti.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9171", "len_data": 3192, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 3.59 }
Abdal, Türk tasavvufunun daha radikal formlarında karşılaşılan en üst mânevî mertebenin bir adıdır. Alevi Türkmen dinsel topluluğunda rastlanmakta, "Derviş" veya "Baba" da denmekteydi. Özellikleri. Bir "abdal" Allah'tan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişidir. Abdallık mertebesine ermiş kişi hakikatın mutlak ve doğrudan bilgisine erişebilmektedir. Toplumsal bir şahsiyet olarak abdal zayıf, ezilmiş ve baskı altında olanlara yardım elini uzatan, toplum içinde ahlaksızlıklara karşı mücadele veren bir otoritedir. Daha ziyade göçebe Türkmenler arasında yaygın olan abdallar Selçuklu veya Osmanlı yerleşik devlet otoritesi karşısında çevre halkının hoşnutsuzluklarını dile getirmişler ve çeşitli isyan hareketlerinin başlatıcısı olmuşlardır. Türkiye'de en çok İç Anadolu bölgesinde bulunurlar. Kırşehir, Keskin, Balâ yörelerinde abdallar hayatlarını müziğe adamış şekilde yaşamaktadırlar. Balâ ve Keskin yöresinin kültürel havzası aynıdır. Balâ ve Keskin'de genelde halaylar çekilir. Kırşehirli abdalların misyonu farklıdır. Kırşehir'in oyun havaları meşhurdur. Balâ ve Keskin'li abdallar Hacı Taşan'ı "Toplumun en mümtaz şahsiyeti" olarak kabul ederler. Kırşehirli abdallar ise Neşet Ertaş'ı "Toplumun örnek alınmaya lâyık en gözde kişisi" olarak kabul ederler. Bu iki yörenin de çalgıları farklılık göstermektedir. Geçim kaynakları kendilerine özgü enstrümanları çalıp, söyleyip para kazanmaktır. Müziğe yetenekleriyle ünlüdürler. Müzik kulakları çok gelişmiştir. Nota bilmezler. Balâ ve Keskin'deki abdalların bugün İran topraklarında yer alan Horasan bölgesinden geldikleri söylenmektedir. Tarihsel Nitelikleri. Abdallar İslam dini ile Türklerin İslam öncesi şamanizmini şahıslarında birleştirmişlerdi. Eskiden Kök Tengri ile mânevî bağlantı kurabilen "Kam" karakteri, İslamlaşmayla beraber yerini "Abdal" kişiye bırakmıştır. Abdal Akhunlar ile ilişkilendirilen bir isimdir. Eynu halkının alternatif adıdır; Orhan Köprülü'ye göre Türkiye'nin Abdalları, Akhunlar'ın soyundan gelebilir. Albert von Le Coq, Türkiye Abdalları ile Doğu Türkistanlı Eynular arasındaki ilişkiyi bazı ortak kelimelere sahip olmaları ve her ikisinin de kendilerini Abdallar olarak adlandırmaları ve kendi aralarında özel bir dil konuşmaları ile zikretmektedir. Azerbaycanlılar, Türkmenler (Ata, Chowdur, Ersary, Saryk), Kazaklar, Özbek-Lokaylar, Türkler ve Volga Bulgarları'nın (Savirler) bileşiminde de bazı Abdal unsurlara rastlanmaktadır. Anadolu'nun 11. yüzyıldan başlayarak Türkmen göçüne maruz kalması abdalları ve babaları da buraya getirmiştir. Sarı Saltuk gibi bazı abdallar Osmanlılardan önce Balkanlara geçerek dinsel etkinliklerde bulunmuşlardır. Baba İshak'ın 1239/1240'ta Adıyaman bölgesinde başlattığı Babaî İsyanı Anadolu Selçuklu Devleti'nin zayıflamasına ve 1243'te Moğol saldırısına karşı koyamamasına yol açmıştır. Söğüt-Bilecik bölgesinde ortaya çıkan Osmanlı Beyliği'nde abdallar (Edebali, Geyikli Baba) Osmanlı Beylerine (Osman Gazi, Orhan Gazi) yakın duran kişilerdi. Osmanlı erken döneminde abdallar gerek Batı Anadolu, gerekse Balkanlardaki Hristiyan nüfusun İslamlaşmasında etkili olmuşlardır. Bunda, İslamın değişmez ve şartlarını empoze eden kitabî yaklaşım yerine yerel geleneklerle uyuşmaya yatkınlık, yani yerel geleneklerle İslam geleneklerini uyum içine sokan tutumun payı belirleyiciydi. 15. yüzyılda abdallar giderek Osmanlı Devleti'nin merkezîleşme ve bürokratik bir imparatorluğa dönüşme sürecinin dışında kalmışlar ve Sünnî İslam'ın Edirne ve 1453'ten itibaren İstanbul'da yerleşmesi sonucunda düzendışı bir niteliğe bürünmüşlerdir. İran'da Safevî Devleti'nin kurulması ve Kızılbaş etkinliğinin Anadolu'da yayılması ile birlikte Abdallar 17. yüzyılda Şamlu kabilesi'nin arasında Kızılbaş hareketiyle bütünleşmiştir. Kültürel Nitelikleri. Halk sufiliğinde, abdalların istedikleri zaman istedikleri mekânda olabileceklerine inanılır. Yani inanışa göre; zaman ve mekân sınırlarını aşabilme gücüne sahip olduklarına inanılır. "Onlar, bazı müstesna varlıklar dışında kimseye görünmezler." İnanışa göre gizli güçleri olan ve büyü gücüne sahip olan abdallar, bol yağmur yağması, bereketin artması ve belalardan korunmak için Allah'tan ne dilerse kabul edilir. Abdal hakkındaki görüşler, Türk halk inanışlarında da kendine yer edinmiştir. Örneğin, Dağıstan'da yaşayan Türk topluluklarından bir kısmında yaygın olan inanışa göre, eğer dokuz aylık bebek, anne rahminde ölmüşse, bunu Abdal götürmüş demektir. Söylenenlere göre uzun ak sakallı olan Abdal, dağlarda yaşar, dağ keçileri arasında dolaşıp onları korur. Kimselere görünmez. Avcılar onun adına dua edip kurban verirlerse avları uğurlu olur. Eğer bunu yapmazlarsa ne kadar usta avcı olurlarsa olsunlar o avdan eli boş dönecekleri kesindir. Abdal, insanların yalvarışlarını dinler. Onlara acır, ancak verdiği nasihatlerin de dinlenmesini ister. Bazı mitolojik metinlerde Abdal'ın ölmüş dağ keçisini dirilttiği ve yeniden hayat verdiği bile anlatılmıştır. Bugünkü Saka Türkçesinde, erkek Şamanlara lakap olarak "“Abıdal”" şeklinde bir sözcük vardır. Bu sözcüğün "Abdal" sözcüğüne benzerliği dikkat çekicidir. Azerbaycan’da bir zamanlar aşıklar yetiştirmekte ünlü olmuş, Abdal adında bir şehir bile vardır. Ayrıca "Abdal" sözü, tarihte "“Ağ Hun”" adıyla bilinen Eftalitler'in adıyla da bağlantıdır. Aleviler'da Abdallık kültürünün varlığı, Hazar Denizi’nin güney kıyısında yaşayan Türkmen boylarında Abdal adını taşıyan insanlara rastlanabilmesi, Abdalların gizli dillerinin olması, Anadolu’daki Abdalların, daha çok göçebe hayatı sürerek, çalgıcı, türkücü ve masalcı olmaları, Köroğlu masallarını söylemekte meşhur olmaları, kendilerine Alevi diyen bu insanların Ehl-i Beyt’in kulları olduklarını söylemeleri, Muharrem ayında Kerbela şehitlerine yas tutmaları, (Anadolu Abdallarına, en çok Alevilerin sıklıkla yaşadığı yerlerde rastlanır) ve bunlar gibi birçok örnek, gerçekten bu sözcüğün çok eski tarihi kökleri olduğunu gösteriyor. Değişik kaynaklardan edinilen bilgiye göre bu sözcük, İran’da 11. ve 14. yüzyıllarda kaleme alınmış edebi metinlerde "“Derviş”", 15. yüzyıla ait metinlerde ise "“Divane”" anlamında kullanılmıştır. Kimi zaman onlardan bahsedildiğinde de "“ışık”" sözcüğü kullanılmıştır. Daha sonraları Bektaşiliğin onu içine aldığı, bir kısmını değiştirdiği ve hatta erittiği yönünde görüşler de vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9180", "len_data": 6288, "topic": "RELIGION", "quality_score": 3.71 }
Bey, Türkçede erkeklerin kullandığı sanlardan birisidir. Diğerleri ise efendi, ağa, efe, çelebi, ağabey, amca, dayıdır. Eski Türkçedeki biçimi "beg" idi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9181", "len_data": 153, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.53 }
Obi-Wan Kenobi () veya Ben Kenobi, "Yıldız Savaşları" serisinde yer alan kurgusal bir karakterdir. Orijinal film üçlemesinde Luke Skywalker'ı Güç konusunda eğiten bir Jedi Ustasıdır. Prequel üçlemesinde ise Luke'un babası Anakin Skywalker'a akıl hocalığı yapar. Obi-Wan, orijinal üçlemede Alec Guinness, prequel filmlerde ise Ewan McGregor tarafından canlandırıldı. McGregor aynı zamanda televizyon dizisi "Obi-Wan Kenobi"'de de bu karakteri canlandırmaktadır. Guinness'in ""'taki (1977) performansı ona En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Saturn Ödülü'nün yanı sıra En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü adaylığı kazandırdı. Hikayedeki rolü. "Bölüm I: Gizli Tehlike". Obi-Wan, 24 yaşındayken, Naboo Savaşı'nda savaşmıştır. Bu sırada Qui-Gon Jinn’in, Padawan'ıdır. İnatçı bir genç olan Obi-Wan, Yoda da dahil olmak üzere birçok öncü Jedi’ın öğretilerinden oldukça etkilenmiştir. Hızlı ve çeviktir, cesur bir savaşçı olduğunu kanıtlamıştır. Aynı zamanda son derece becerikli ve güvenilirdir. Buna rağmen ustasının diğer yaşayan varlıklar için hissettiği derin duygulardan yoksundur. Yüce Başkan Valorum’un isteği üzerine, Obi-Wan ve ustası Qui-Gon Jinn, Ticaret Federasyonu'nun Naboo ablukasına barışçıl bir çözüm bulmak amacıyla görevlendirilirler. Ticaret Federasyonu'nun kurnaz üyeleri Neimoidianlılar, Jedilar'a tuzak kurarak onları öldürmeye çalışır. Kenobi ve ustası kaçmayı başarır ve Naboo yüzeyine, bir Ticaret Federasyonu işgal aracına saklanarak inerler. Obi-Wan bunu takip eden günlerde, Naboo’dan Coruscant’a ve Naboo Savaşı'nda savaşmak için tekrar Naboo’ya yolculuk eder. Ustası Qui-Gon Jinn, Tatooine’de karşılaştıkları ve serbest kalmasını sağladıkları küçük Anakin Skywalker’ı Jedi Konseyi'ne sunduğu zaman genç Jedi şok geçirir. Qui-Gon, Anakin’in eski Jedi kehanetindeki “Seçilmiş Kişi” olduğunu iddia etmekte ve onu Padawan'ı olarak almak istemektedir. Konsey, Jinn'in çocuğu eğitme isteğini reddeder. Bu, Obi-Wan ve Qui-Gon arasındaki birçok anlaşmazlıktan sadece biridir. Jinn, yaşayan Güç'ün büyük bir savunucusu olarak, birleştirici Güç'ü savunan Jedi Konseyi'nin gözünde disiplinsiz olarak görülmektedir. Obi-Wan, ustasını konseye karşı gelmemesi için uyarır ama Qui-Gon ona her seferinde, Güç'ün ona tavsiye ettiği şeyleri yapması gerektiğini söyler. Naboo'nun özgürlüğüne kavuşması sırasında, Qui-Gon ve Obi-Wan, ölümcül bir Sith Lordu'yla karşı karşıya gelirler. Unutulmuş bir tehlike olan Sithler, yüzyıllardır süren sessizlikten sonra geri dönmüşlerdir. Karanlık savaşçı Darth Maul, inanılmaz hızı ve çift uçlu ışın kılıcını kullanarak Jedilar'ı zorlar. Düellonun ilerleyen bölümlerinde, Obi-Wan ve Qui-Gon ayrı düşerler. Obi-Wan, Darth Maul'un ustasını öldürmesine çaresizce tanık olur. Daha sonra ise zekasını ve Güç üzerindeki kontrolünü kullanarak onu öldürür. Qui-Gon'un ölmeden önce, Obi-Wan'ın Anakin'i eğitmesi için son bir ricada bulunur. Konsey en sonunda Obi Wan'ın, Anakin'i Padawan'ı olarak almasını kabul eder. Jedi Ustası Yoda'nın ise bu konuda hala şüpheleri vardır. Konsey aynı zamanda Obi-Wan'a Jedi Şövalyesi unvanını da verir. Bunu takip eden 10 yıl boyunca Obi-Wan, genç Anakin'i bir Jedi Şövalyesi olmak üzere eğitir. Macera düşkünü genç Padawan'ı eğitmek Obi-Wan'ı yaşının çok üstünde zeki ve alaycı yapmıştır. Jedi Şövalyesi Anakin'in hem güçlü hem de zayıf yönlerini görebilmekte ve ustası Qui-Gon gibi sabır ve anlayış göstermeye çalışmaktadır. Anakin geliştikçe, Obi-Wan da, Padawan'ının gücü yüzünden tehlikeli bir şekilde küstahlaştığını fark edip, telaşlanmaktadır. Bu düşüncelerini Jedi Konseyi'nin üyelerine bildirir ama konsey onun eğitmenliğine güvenmeye devam ederler. "Bölüm II: Klonların Saldırısı". Ansion'daki bir sınır çatışmasından döndükten hemen sonra Obi-Wan ve Anakin, Yüce Başkan tarafından Senatör Padme Amidala'nın hayatını korumaları için görevlendirilirler. Obi-Wan, politikaya pek sıcak bakmamasına rağmen, görevini çok ciddiye alır. Başarısız bir suikast girişimi sonucunda ipucu olabilecek ve Jedi Tapınağı'ndaki droidler tarafından tanınmayan egzotik bir silah bulur. Anakin, ilk yalnız görevinde Padme Amidala'yı gezegeni Naboo'ya götürürken, Obi-Wan da araştırmaya devam eder. Eski bir arkadaşı olan, restoran sahibi Dexter Jettster'la konuşur. Dex, silahı bir Kamino kılıç oku olarak tanımlamayı başarır. Kamino'yu araştırmaya başlayan Obi-Wan, galaksideki en büyük arşivlerden biri olan Jedi Arşivleri'nden gezegenin kayıtlarının silindiğini keşfeder. Bir Jedi Yıldız Savaşçısıyla yola çıkan Kenobi, fırtınalarla sarsılan gezegen Kamino'ya gider. Orada başbakan Lama Su ile konuşur ve gezegenle ilgili esrarengizlik daha da belirgin hale gelir. Kaminolular'ın açıklamasına göre, Obi-Wan beklenmektedir. Bundan 10 sene önce, Kaminolular, Cumhuriyet'in kullanması için Jedilar'ın isteği üzerine dev bir klon ordusu yaratmaya başlamışlardır. Görünüşe göre, Jedi Ustası Sifo Dyas ordunun kurulması emrini vermiştir. Kaminolular, Kenobi'ye Tipoca şehrindeki, klonlama ünitelerinde bir tur düzenlerler. Obi-Wan, yüzlerce klon askeri görür. Ama bu olayın Amidala'ya yapılan suikast girişimleri ile hiçbir ilgisi yok gibi gözükmektedir. Ta ki, Kenobi, klonların orijinal genetik kaynağı ile karşılaşıncaya kadar. Kötü şöhretli kelle avcısı Jango Fett, 10 seneden beri Kamino'da yaşamaktadır. Obi-Wan, avcıyla kısa ama gergin bir konuşma yapar ve zırhını Coruscant'taki suikast girişimlerinden hatırlar. Bunun üzerine konsey onu Fett'i sorgulamak için Coruscant'a getirmekle görevlendirir. Kenobi ve Fett arasında şiddetli bir dövüş yaşanır. Jango Fett, silahlı zırhı ve oğlu Boba sayesinde, gemisi Slave I'a atlayarak kaçmayı başarır. Ama Kenobi de gemiye bir izleme aygıtı yerleştirmeyi başarmıştır. Kenobi, Jango'yu etrafı halkalarla kaplı gezegen Geonosis'e kadar izler. Burada Fett izlendiğini fark edince, tehlikeli bir kovalamaca yaşanır. Fett, Kenobi'nin öldüğünü düşünerek, gezegene iner. Obi-Wan da onu takip etmeye devam eder. Obi-Wan, Geonosis'e gizlice inmeyi başarır ve dev kule benzeri komplekslerinden birinin içine sızar. İçeride ayrılıkçıların, liderleri Dooku eşliğinde bir toplantısına tanık olur. Kont Dooku'nun, kendisine taraf topladığını ve Cumhuriyet ile başa çıkabilecek büyük bir ordu kurduğunu öğrenir. Bunun üzerine konseyle bağlantı kurmak için gemisine döner. Ayrılıkçı hareket hakkında onları uyarır fakat bu sırada yakalanarak esir alınır. Bir Geonosian zindanında tutulan Kenobi, Dooku tarafından ziyaret edilir. Eski Jedi, Kenobi'nin öğretmeni ve kendisinin de eski öğrencisi olan Qui-Gon'dan övgüyle bahseder. Olayların bu seviyeye gelmesine gerçekten üzülmüş gibidir. Kenobi'ye Senatonun, Kara Sith Lord'u Darth Sidious'un kontrolü altında olduğunu bile anlatır. Kenobi, Dooku'nu sözlerine inanmayı reddeder, ona katılması için yaptığı teklifi de geri çevirir. Geonosian kurallarına göre idam edilecek olan Kenobi, Anakin ve Padme'yle arenada karşılaşır. Jedi Şövalyeleri onlara yardıma gelir, Obi-Wan da kahramanca savaşır ve sağ kalmayı başarır. Bu sırada yeni kurulmuş Cumhuriyet ordusu imdatlarına yetişir. Kont Dooku kaçmaya çalışırken, Obi-Wan ile Anakin onu takip eder ve onu gizli bir hangarda yakalarlar. Obi-Wan, öğrencisini Dooku'ya karşı beraber saldırmaları için uyarırken, inatçı Padawan onu dinlemez ve Dooku'nun Karanlık Taraf Güç'ü karşısında çaresiz kalır. Kenobi, saldırıya geçer ama Dooku daha güçlüdür. Obi-Wan yaralanarak yere düşer, Dooku öldürücü darbeyi vurmak üzereyken Anakin ustasını kurtarır. Skywalker ve Dooku düelloya devam eder ama Dooku yine üstündür. Anakin, kolunu kaybeder ve çaresiz ustasının yanına yığılır. Nihayet Jedi Ustası Yoda olay yerine gelir ve Dooku'yu durdurmaya çalışır. Yoda’nın mükemmel ışın kılıcı saldırısı karşısında Dooku, Obi-Wan ve Anakin’in üzerine dev bir sütunu atarak kaçmayı başarır. Yoda, iki genç Jedi'ı kurtarmak için Dooku’nun kaçmasına izin vermiştir. Kenobi, Geonosistan sonra klon ordusunun gerekli olduğuna inanmaktadır. Yoda, üzüntüyle Geonosis’teki zaferin aslında bir zafer olmadığını belirtir. Bu sadece galaksideki en karanlık zamanların başlangıcıdır. Klon Savaşları. Klon Savaşları’nda bir General olan Obi-Wan Kenobi, birçok cephede Cumhuriyet ve Senato’ya kahramanca hizmetlerde bulunmuştur. Korkularına rağmen, alışılmış dışı Padawan’ı Anakin Skywalker sayesinde iyi bir yıldız savaşçısı pilotu olmuş ve ikili Ayrılıkçı cephelerinde beraberce büyük başarılara imza atmışlardır. Jedi Ustası Obi-Wan Kenobi, dövüş sanatının en yetenekli ve en tehlikeli ışın kılıcı savaşçılarından biridir. Aynı zamanda da Klon Savaşları’nın vahşeti ve yıkımı sırasında bile barışçıl ve sakin kalmayı başarabilen ender ruhlardan birisidir. Dövüşmeden de bazı sorunların çözülebileceğine inanan Obi-Wan, sadece Galaktik Cumhuriyet’in değerlerini ve ideallerini korumak için kılıcını kullanır. Öğrencisi Anakin’in Jedi Şövalyesi unvanını edinmesini sağlayan Obi-Wan, Anakin’in kendi inatçı öğrencisini yola getirmek için verdiği çabayı keyifle izlemektedir. Kenobi ve Skywalker’ın kazandıkları bu başarılar, Cumhuriyet’te bir efsane haline gelmiştir. Anakin, korkusuz davranışları sebebiyle “"korkusuz kahraman"” unvanını alırken, Obi-Wan’ın daha ölçülü ve düşünülerek yapılan hareketleri ona “"uzlaştırıcı"” sıfatını kazandırmıştır. Birçok durumda Obi-Wan Kenobi, tek bir lazer tabancası ateşlenmeden ikilemleri ve problemleri yoluna sokmuştur. Fakat diplomasi yetersiz kalıp kaba kuvvet gerekli olduğunda Kenobi ona da hazır bulunmuştur. Jedi Generali’nin emrinde tam donanımlı bir klon ordusu bulunmaktadır. En güvendiği klon askeri, Kumandan 2224 ya da diğer adıyla Kumandan Cody, Obi-Wan’a Cato Neimoidia ve diğer cephelerde çok büyük yardımı dokunmuştur. Klon Savaşları sırasında Kenobi, Jedi Ustası seviyesine getirilmiş ve Jedi Konseyi’ne alınmıştır. Dehası ile en yüksek dereceden Jedi Stratejilerine katılmış ve böyle yüksek bir pozisyonda bulunmak ona Jedi Konseyi ve Yüce Şansölye Palpatine’in ofisi arasındaki gerginliği görme fırsatını vermiştir. Kenobi’nin, Palpatine ile ilgili ne kadar şüphesi varsa, Şansölye’yi General Grievous’un elinden kurtarma görevine giderken bunları zorla unutması gerekmekteydi. Siborg General ve emrindeki droid ordusu, Coruscant’a sürpriz bir saldırı yapmış ve Şansölye’yi kaçırmayı başarmıştı. Obi-Wan ve Anakin de bunu duyduklarında Dış Halka kuşatmalarını terk edip direkt olarak, Jedi yıldız savaşçılarıyla savaşın içine daldılar. Coruscant’ın üstünde, Cumhuriyet savaşçıları, kaçan Konfederasyon gemilerini kovalarken büyük çatışma devam etmekteydi. 7. Filo tarafından korunan Obi-Wan ve Anakin, kaosun içinden geçerek General’in gemisine ulaşmaya çalışıyorlardı. Bir Testere droidi sürüsünün Obi-Wan’ın yıldız savaşçısına tam uçuş sırasında saldırması, Jedi Ustası'nın pilotluk konusunda bütün fikirlerini değiştirdi. – küçük mekanik haydutlar tam uçuşun ortasında Obi-Wan’ın gemisini parçalayıp, General Grievous’un bayrak gemisine acil iniş yapmak zorunda bıraktılar. – "Bölüm III: Sith'in İntikamı". Bayrak gemisinin içinde Obi-Wan ve Anakin droid kuvvetlerini yararak Şansölye’yi aramaya başladılar. Bu muhtemelen bir tuzaktı, fakat Jedilar kabiliyetlerinden ve yeteneklerinden hiç şüphe etmiyorlardı. Böylelikle Obi-Wan’ın stratejisini takip ederek “tuzağın içine atladılar.” Şansölye'yi, Grievous'un komuta merkezindeki geniş bir gözlem güvertesinde bir koltuğa bağlı olarak buldular. Kont Dooku, burada onları beklemekteydi ve geçen seferki plansız saldırının aksine Jedilar bu sefer Dooku'ya takım olarak saldırdılar. Dooku, hiç hafife alınacak bir düşman değildi. Obi-Wan'ı muazzam bir Güç ile geriye doğru fırlattı ve Jedi Üstadı oyuncak bebek gibi duvara doğru savrularak bilincini kaybetmiş bir şekilde yere kapaklandı. Bilinci kapalı bir şekilde yerde yatarken, Şansöyle'nin de kışkırtmasıyla Anakin'in savunmasız Dooku'yu soğuk kanlılıkla öldürüşünü hiçbir zaman göremedi. Kenobi kendine geldiğinde, kendisini Anakin'in omzunda, yan yatmış bir turbo iticinin içinde buldu. Jedilar ve Şansölye sadece savaş droidleri ile değil aynı zamanda, uzun zamandır süregelen uzay savaşından neredeyse ikiye ayrılmak üzere olan dev bayrak gemisi ile de mücadele ediyorlardı. Geminin hangarına ulaşmaya çalışırken, üç kaçak bir güç kafesi tarafından yakalanıp, droid kuvvetlerinin eşliğinde General Grievous'un önüne getirildiler. Obi-Wan ve Anakin iplerini kopararak droid güçlerini bu sırada alt etmeyi başardılar. Terk edilmiş ve ikiye bölünmüş gemi Coruscant'ın yerçekimi tarafından aşağı doğru çekilirken, Grievous kaçarak kendini kurtarmayı başardı. Günü kurtaran yine Anakin'in pilotluk kabiliyeti ile gemiyi Coruscant'daki terk edilmiş bir endüstriyel sektöre indirmesiydi. Kont Dooku'nun ölümüyle, Cumhuriyet artık zafer ilan edebilirdi fakat Şansölye'nin savaş sırasında elinde bulundurduğu yetkileri bırakmaya hiç niyeti yoktu. General Grievous halen serbestçe dolaşıyordu ve bu durumda güvenliğin sağlanması imkânsızdı. Böylelikle Jedi Konseyi Grievous'un yakalanması ve adalete teslim edilmesi üstünde yoğunlaştı. Bunu yapma görevi Kenobi'ye düştü. Fakat bundan önce Obi-Wan'ı bir başka zor görev beklemekteydi. Bu görev taktiksel olarak zor olduğundan değil, Obi-Wan'ın Anakin ile olan arkadaşlığının üstünde yarattığı gerginlikten ötürü, Jedi Üstadında çok büyük bir baskı unsuru oluşturmaktaydı. Şansölye'nin ricası ile Anakin, Jedi Konseyi'ne alınmıştı. Normal olarak Konsey, Şansölye'nin Jedi işlerine karışmasına izin vermezdi fakat, Anakin'i kabul ettiler. Anakin'i asıl kızdıran şey, onu Konsey'e alırken Jedi Üstadı derecesine getirmemeleriydi. Bu öfkeyi daha çok besleyen şey ise, Konsey'in Anakin'i kabul etmesinin ardındaki asıl sebepti. Obi-Wan bu sebebi Anakin'e konsey kayıtlarının dışında kalması için dışarıda söyledi. Konsey, Anakin'den Şansölye'ye karşı casusluk yapmasını istiyordu. Anakin bölünmüş durumdaydı; Obi-Wan'da, Palpatine'de en yakın arkadaşları arasındaydı ve şimdi ikisi de Anakin'den birbirleri için casusluk yapmasını istiyorlardı. Obi-Wan, Anakin'in bu durgun halinden endişelenmeye başlamıştı. Bu yüzden Padmé'ye yaklaşıp, Anakin'in sorunları ve bu sorunların iç yüzleri hakkında konuşmak istiyordu. Ne yazık ki Obi-Wan'ın bu hareketi sadece Anakin'in, herkesin ona karşı komplo hazırladığı şüphelerini artıracaktı. Klon istihbarat raporları, Grievous'un Utapau'ya kaçtığını ortaya çıkartınca, Obi-Wan üç tabur klon askeriyle bu gezegene gitti. Klonlardan önce gezgene giderek etrafı araştıran Obi-Wan, Dış Halka gezegenindeki dev bir delik şehre kondu. Burada, liman sorumlusu Tion Medon ile görüştü. Uzun boylu Utapaulu Obi-Wan'a gizlice gezegende örfi idare ilan edildiğini ve Grievous ile Ayrılıkçıların, şehrin 10. katında bulunduklarını söyledi. Kenobi, Boga adlı sadık bir kertenkelenin sırtında şehrin 10. katına çıkarak Grievous'u buldu. Burada, Kumandan Cody tarafından komuta edilen klon kuvvetleri tarafından da desteklenen Obi-Wan, Grievous ile yüzleşti. Böylece, Obi-Wan Grievous ile kapışırken Utapau Savaşı başlamış oldu. Droid Generali, ışın kılıcı dövüşünde Kont Dooku'nun kendisi tarafından eğitilmişti fakat bir kılıç ustasının zarafeti ve kabiliyetinden yoksun olduğundan Obi-Wan'a karşı kaba kuvvet ve pervane metotları kullanıyordu. Grievous'un yapay anatomisi, bir anda 4 adet ışın kılıcı kullanabilmesini ve onları pervane gibi hızla döndürebilmesini sağlıyordu. Fakat General, Güç'ü kullanamadığından, Kenobi onun saldırılarını sezinleyip, bloke edebiliyordu. Obi-Wan, Grievous'un ışın kılıcı tutan birkaç kolunu keserek, onu kaçmaya zorladı. Grievous, teker motoruna binerek Utapau'nun sokaklarından kaçmaya başladı. Kenobi ise Boga'nın sırtında, General'i takip etti ve teker motorun üstüne atlayarak, Grievous'a saldırdı. General'in gizli iniş platformunda devam eden kavgada, fiziksel güç ve zırh bakımından üstün olan Grievous, Obi-Wan'ı neredeyse alt ediyordu. Platformun kenarına son anda tutunup düşmekten kurtulan Obi-Wan, Grievous'un lazer tabancasını eline doğru çekerek, General'in kavga sırasında gevşemiş olan organ kutusuna doğru ateş etti. Hayati organlarının içinde bulunduğu sıvı bir anda alev alan Grievous, anında öldü. Klon Savaşları bitmişti. Fakat klon askerlerinin istemsiz ihaneti bu aşamada başladı. Obi-Wan'ın bilgisinin haricinde Coruscant'da, Palpatine dahiyane planını işletmeye başlamıştı. Şansölye, tüm Jediları Cumhuriyet'in düşmanları ve hain olarak ilan eden Emir 66'yı harekete geçirince, klon askerlerinin üretim aşamasında kafalarına yerleştirilen inhibitor çipi devreye girdi ve Jediları teker teker katletmeye başladılar. Cumhuriyet'e son derece sadık olan Klon Kumandanı Cody ise Emir 66 ile birlikte tüm klonlar gibi inhibitor çipi aktif hale geldi ve zihni çipin kontrolüne geçerek, Generali Obi-Wan Kenobi'yi öldürme emri verdi. Obi-Wan zorlukla Utapau'dan kaçmayı başardı. General Grievous'un Yıldız Savaşçısı'nda Utapau'dan kaçan Kenobi, Bail Organa ve Jedi Ustası Yoda ile iletişime geçti. Sadık Senatör, Jedi Tapınağı'nın klonlar tarafından saldırıya uğradığını söylerken, Yoda'da tüm Cumhuriyet sınırları içinde klonların Jedilar'ı öldürdüğünü doğruladı. Jedi Tapınağı'nda bulunan acil durum sinyali, tüm Jedilar'ı tapınağa geri çağırıyordu. Aslında sinyal, Jedilar'ı tam bir tuzağın içine gönderiyordu. Yoda ve Obi-Wan daha çok Jedi öldürülmeden bu sinyalin kapatılması gerektiğine karar verdiler. Coruscant'a dönüşte, Kenobi ve Yoda tapınağın kalıntılarını buldular. Ölü Jedilar bir zamanlar cilalı olan tapınak koridorlarında yatmaktaydılar. Cesetlerde klonların lazer tabancalarının izleri vardı fakat bazılarında ışın kılıcı yanıkları görülüyordu. Kenobi, korkunç gerçeği holo kameralar da doğrulayınca kabul etti. Bu yıkıma Anakin Skywalker sebep olmuştu. Bir zamanların korkusuz kahramanı, karanlık tarafa geçmişti. Şansölye Palpatine, Darth Sidious'tu ve Skywalker'da onun yeni çırağı Darth Vader'dı. Kenobi bu korkunç olayları anlatmak ve Anakin'in yerini öğrenmek için Padmé'ye gitti. Padmè şoke olmuştu fakat Anakin'in yerini bilmesine rağmen bunu Kenobi'ye söylemedi. Kenobi'nin bir sonraki görevinin Anakin'i durdurmak yahut öldürmek olacağını biliyordu. Sevdiği adamı ve doğmamış çocuklarının babasını korumak için Padmé, Coruscant'dan ayrıldı. Kenobi gizlice Padmè'nin gemisinin kargo bölümüne saklanarak onunla birlikte gitti. Mustafar'a varışta iki aşık yeniden birbirlerine kavuştukları sırada Obi-Wan gemiden dışarı çıktı. Padmé, Anakin'in değişimi karşısında yıkılmıştı. Ona karanlık taraftan geri dönmesi için yalvarıyordu. Vader, Obi-Wan'ın Padmè'nin gemisinden çıktığını görünce öfkeden deliye dönerek Padmè'yi ona ihanet etmekle suçladı ve Güç ile genç kadının boğazını sıktı. Anakin'deki bu kötülüğe ve karanlığa şahit olan Kenobi'de eski öğrencisine saldırdı. Ardından gelen ışın kılıcı düellosu efsaneviydi. İki inanılmaz savaşçı, Mustafar'daki endüstriyel tesislerin çevresinde, etraflarındaki tehlikeli volkanlara aldırış etmeden ölümüne savaşıyorlardı. Kenobi ve Vader, lavın üstünde giden otomatik platformlarda savaşırlarken, düello Mustafar gezegeninin yüzeyine kadar devam etti. Daha sonra Kenobi, platformun üstünden siyah kum yüzeye doğru bir takla attı ve tekrar karaya adım attı. Şimdi Kenobi, Vader'dan daha yüksekte duruyordu ve taktiksel avantaja sahipti. Vader'a kazanamayacağı bir mücadeleye girmemesini söylese de, Sith Lordu'nun gururu ve kibiri onu neredeyse ölümüne sürüklüyordu. Vader, aşağıdan Kenobi'ye doğru saldırıya geçti ve Obi-Wan kılıcının tek bir hareketiyle Vader'ın iki bacağını ve bir kolunu kesti. Sith’in işlevsiz vücudu lav nehrinin kıyısına doğru kayıyordu. Obi-Wan’da yıkılmıştı. "Seçilmiş Kişi" olması gereken insan artık yoktu. Fakat onu durdurabilmek galaksiye çok pahalıya patlamış, çok yıkım getirmişti. Jedilar artık yoktu. Şansölye şimdi galaksiyi yönetiyordu ve bir zamanların korkusuz kahramanı, Obi-Wan’ın kendine kardeşinden bile daha yakın gördüğü Anakin Skywalker lavlar tarafından yanarak ölmek üzereydi. Lavlardan gelen ısı, Vader’ın tüm vücudunu yaktı. Son sözlerinde Vader, Obi-Wan’dan ne kadar nefret ettiğini haykırıyordu. Kenobi, Darth Vader’ın düşmüş ışın kılıcını alarak Padmé’nin yıldız gemisine geri döndü. Padmé ölüyordu fakat taşıdığı bebeklerin yaşam enerjileri halen Güç’ün içinde parlamaktaydı. Obi-Wan gemiyi Mustafar’a en yakın sağlık merkezi olan Polis Massa madencilik kolonisine götürdü. Uzaylı doktorlar, Padmé’nin hayatını kurtarmaya çalıştılar fakat artık bu mümkün değildi. Luke ve Leia adlı ikiz kardeşleri doğuran Padmé, hayatını kaybetti. Yoda, Bail Organa ve Obi-Wan çocukların kaderlerini bilen üç insan olacaklardı. İmparator, eğer Anakin’in çocukları olduğunu öğrenirse, bunun çocukların hayatına çok büyük bir tehdit oluşturacağını biliyorlardı. Karanlık Lordlar'ın çocukların yerini bilmemeleri için Obi-Wan çocukları saklayacaktı. Erkek bebek Luke’u, nem çiftçileri Owen Lars ve Beru Lars ile yaşamak üzere Tatooine’e götürdü. Kız bebek Leia’yı ise Alderaan Genel Valisi Bail Organa ve eşi evlat edindiler. Jedilar galaksiden İmparatorluk tarafından silinirken Obi-Wan, Tatooine’de inzivaya çekildi. Burada yıllar yılı kalarak "Ben" adını alacaktı. Yerliler onu “yaşlı ve deli adam” olarak bilecekler ve onu rahatsız etmeyeceklerdi. Bu zaman zarfında Obi-Wan yıllar yılı Güç ile iletişimde kaldı ve meditasyon sayesinde eski ustası Qui-Gon Jinn'in ruhu ile iletişim kurdu. Eski Ustası Güç'ün içinde benliğini koruyarak ölümsüzlüğün yolunu keşfetmişti. İlerleyen yıllarda Obi-Wan, Qui-Gon Jinn’den bunun sırrını öğrenecekti. "Bölüm: IV- Yeni Bir Umut". Jedilar, İmparatorluk güçleri tarafından yok edilirken, Obi-Wan Tatooine’de saklanmayı tercih etmişti. Yerel halk onu “yaşlı çılgın münzevi” olarak adlandırmış ve eksantrik yaşlı adamdan uzak durmuştur. Galaktik İç Savaş'ın doruk noktasına ulaştığı günlerde Leia Organa, İmparatorluğun en şeytani silahı Ölüm Yıldızı'na ait planları ele geçirir. Görevi Obi-Wan Kenobi ile bağlantı kurmak ve hem Kenobi'yi hem de planları Alderaan'daki üvey babasına götürmektir. İmparatorluk ajanları tarafından yakalanınca, planları bir R2-D2 ünitesinin hafıza sistemlerinin içine yerleştirir ve droidi Tatooine'e yollar. R2-D2 ve ortağı C-3PO, Owen Lars tarafından satın alınır. R2, planları Kenobi'ye ulaştırmakta ısrarlıdır ve Lars'ın çiftliğinden kaçar. Luke, küçük droidi izlediğinde Obi-Wan'la karşı karşıya gelir. Obi-Wan, Luke'a babası hakkında açıklamalar yapar ama ona bütün gerçeği anlatmaz. Bu büyük yüke henüz hazır olmadığını düşündüğünden ona Anakin Skywalker'ın inanılmaz bir pilot, büyük bir savaşçı ve iyi bir arkadaş olduğunu söyler. Anakin'in ölümünü ise kötü yola dönmüş eski bir öğrencisi olan Darth Vader'a bağlar. Kenobi daha sonra, Anakin'in, Darth Vader'ın ortaya çıkmasıyla yok olduğunu ve Luke'a söylediği şeyin bir bakış açısından doğru olduğu kanısına varacaktır. Obi-Wan, Luke'a babasından bir hediye de verir: Anakin Skywalker'ın mavi ışın kılıcı. Böylelikte Luke Skywalker'ın Jedi dünyasına yolculuğu başlar. Obi-Wan, Luke'u birlikte geçirdikleri kısa zaman içinde elinden geldiğince eğitmeye çalışır ama Skywalker'ın, Jedilar'ın eski günlerinde asla eğitilmeyeceğinin bilincindedir. Luke eğitime başlamak için çok büyüktür. Yine de Kenobi, Luke sayesinde karanlık tarafa yenik düşmüş öğrencisini kurtarabileceğini düşünmektedir. Prenses Leia'yı İmparatorluğun elinden kurtarma görevini üstlenen Obi-Wan ve Luke, Han Solo'nun Millenium Falcon'unu kiralayarak Alderaan'a doğru yola çıkarlar. Yolculuk sırasında Kenobi, Luke'un ışın kılıcı eğitimine başlar. Bu sırada Alderaan'ın Ölüm Yıldızı tarafından yok edildiği ortaya çıkar. Gemileri İmparatorluk tarafından yakalanır ve Ölüm Yıldızı'nda esir alınır. Kenobi, gemiyi tutan çekici ışını etkisiz hale getirme görevini üzerine alır. Güç sayesinde fırtına birlikleri ve İmparatorluk subaylarından saklanmayı başarır ama Darth Vader onu bu sayede hisseder. Kara Lord, Kenobi ile yüzleşir. Uzun yıllar sonra Vader ve eski ustası tekrar karşı karşıyadır. Diğerlerinin kaçmasını sağlamak için Kenobi kendini feda eder. Kara Lord, yaşlı Jedi'a ışın kılıcıyla öldürücü darbeyi indirirken, Kenobi Güç'le bir olur. Geride hiçbir şey bırakmaz, sadece boş cübbesi ve ışın kılıcı kalmıştır. "Bölüm: V - İmparator". Kenobi'nin ölümü Skywalker'ın hem Asi İttifak'a hem de Güç'e hizmet etme isteğini güçlendirir. Zor anlarda Kenobi'nin sesi Luke'a ulaşarak ona rehberlik etmektedir. Daha sonra Kenobi ruh formunda Luke'a gözükür ve ona usta Yoda'nın rehberliğinde eğitileceği Dagobah'a gitmesini söyler. "Bölüm: VI - Jedi'ın Dönüşü". Dagobah'ta Yoda'nın ölümünden sonra tekrar Luke'a görünen Kenobi, ona ailesi hakkındaki gerçekleri açıklar. Kenobi artık karanlık tarafın yalnızca İmparator ve Darth Vader'ın ölümleriyle sağlanabileceğini düşünse de Luke, babasının içinde hala iyilik olduğuna inanmaktadır. Bu inançla, babasını karanlık taraftan döndürmek için çabalar ve bunu başarır. Son savaşında ciddi yaralar almış olan Vader, aydınlık tarafa dönerek ölür. Ruhu, İmparatorluğun yok edilmesi kutlamalarında Kenobi ve Yoda'nın yanında yerini alır. Obi-Wan Kenobi isimli cadde. 2004'te Polonya'da Komün Lubicz Konseyi, Grabowiec köyünün caddelerin birinin adını Obi-Wan Kenobi olarak değiştirilmesi kararını aldı. Cadde, 2005'te adlandırıldı. Cadde isminin yazımı Obi-Wan Kenobi isminin Lehçe genitif formu olan "Obi Wana Kenobiego" şeklindedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9183", "len_data": 25234, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.39 }
Hikmet Arif Dino (1892, İstanbul - 30 Mart 1957, İstanbul), Türk ressam ve şair. Hayatı. Sanatçı bir ailenin fertlerinden biridir. Abidin Dino'nun abisidir. Ailesinde çok sayıda yazar, ressam, karikatürist ve gazeteci vardı. Öğrenimini yurt dışında yaptı. Birçok meslekte çalışmıştır. Çoğunlukla şiirleriyle ve desenleriyle bilinen Dino, yaşamı boyunca sergi açmamıştır. Kahve telvesini resim yüzeyine kibrit çöpüyle uygulayan ve yoğun renk kullanımından kaçınan Dino "Mağara Ressamı" olarak adlandırılmıştır. 1929'da İstanbul'a döndü. 1942'de Alman faşizmine karşı çıktıkları için kardeşi Abidin Dino ile birlikte sürgüne gönderildi. 1951'de döndüğü İstanbul'da 6 yıl sonra öldü. Fransızca yazdığı şiirlerini Abidin Dino, Rasih Nuri İleri ve Hür Yumer Türkçeye çevirdi. Tüm şiirleri, desenleri ve ardından yazılanlar Adam Yayınları tarafından bir kitapta bir araya getirilerek neşredildi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9186", "len_data": 889, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.43 }
Londra (, ; ), İngiltere'nin ve Birleşik Krallık'ın başkenti ve en kalabalık şehridir. Büyük Britanya adasının güneydoğusundaki Thames Nehri üzerinde duran Londra, iki bin yıldır büyük bir yerleşim yeri olmuştur. Londra, Londra Belediye Başkanı ve Londra Meclisi tarafından yönetilmektedir. Londra; sanat, ticaret, eğitim, eğlence, moda, finans, sağlık, medya, profesyonel hizmetler, araştırma ve geliştirme, turizm ve ulaşım alanlarında dünyanın önde gelen şehirlerinden biridir. Dünyanın en büyük finans merkezlerinden biridir ve dünyanın beşinci büyükşehir bölgesi GSYİH'sine sahiptir. Londra genellikle bir dünya kültür başkenti olarak kabul edilir. Uluslararası gelişlerle ölçüldüğünde, dünyanın en çok ziyaret edilen şehri ve yolcu trafiği ile ölçülen dünyanın en büyük şehir havaalanı sistemine sahiptir. Dünyanın önde gelen yatırım hedefleri arasında yer alıyor ve daha fazla uluslararası perakendeciye ve ultra yüksek net değerli bireylere ev sahipliği yapıyor. Londra'daki üniversiteler, Avrupa'nın en büyük yükseköğretim enstitülerinden oluşuyor. 2016 yılı ortası belediye nüfusu, Birleşik Krallık nüfusunun %13.4'ünü oluşturan 9 milyondur. Londra 2021 yılı itibarıyla İstanbul, Moskova ve Paris'ten sonra Avrupa'nın en kalabalık dördüncü şehridir. Londra, 1731'den 1925'e kadar dünyanın en kalabalık şehriydi. Londra dört Dünya Miras Alanı içerir: Londra Kalesi, Kew Bahçeleri, Westminster Sarayı, Westminster Abbey ve Azize Margaret Kilisesi ve Greenwich. Diğer görülecek yerler arasında Buckingham Sarayı, London Eye, Piccadilly Circus, Aziz Paul Katedrali, Tower Bridge, Big Ben, Windsor Şatosu, British Museum, National Gallery, Londra Zindanı, Hyde Park, Trafalgar Meydanı ve The Shard yer almaktadır. Londra Metrosu, dünyanın en eski yeraltı demir yolu ağıdır. Tarihi. Neolitik Çağ ve Bronz Çağı'ndan, MÖ 1500'lerden kalma izler bulunmasına ve Antik Britonlardan kalma yerleşim katmanının bilinmesine karşın Londra'nın yaklaşık 2 bin yıl önce Romalılar tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. MÖ 43 yılında Roma İmparatorluğu'nun Büyük Britanya'yı işgali sonrasında Londinium ismi ile kurulmuştur. İsmin kökeni ile ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber, anlamının "akan nehir" olabileceği düşünülmektedir. Monmouthlu Geofrey'e göre isim aslında Kelt tanrılarından Ludd'a dayanmaktadır. Efsaneye göre eskiden "Trinovantum" olarak anılan şehrin adı "Caer Ludd" olarak değiştirilmiştir. Londra dünyanın eski kentlerinden birisidir. Turizm bakımından ise tarihî eserler büyük müzelerde sergilenmektedir. Kültürleri gerçekten bin yıl önceden dünyaya yayılmaya başlamıştır. Londra'ya dünyanın her tarafından ziyaretçiler gelmektedir. Bu da Londra'nın köklü bir tarihe sahip olmasının sonucudur. Ekonomi. Londra Birleşik Krallık nüfusunun %12.5'ini oluşturmasına karşın gayrisafi yurt içi hasılasının %22.5'inin kaynağıdır. Merkezi Londra'da farklı bölgelere konsantre olmuş pek çok farklı sektör faaliyet göstermektedir: Londra Şehri ("the City") finansın, West End perakende satış ve sanat odaklı faaliyetlerin, Holborn hukuki firmaların, Euston yüksek eğitimin merkezindedir. Merkezi finans bölgesi geleneksel olarak Londra Şehri'ne ve Westminster'a odaklansa da, özellikle Canary Wharf, bunun yanında Camden, Southwark ve Paddington gibi bölgelerde de finans sektörü büyük ölçekte yer almaktadır. Turizm. Londra dünyada turistlerin en çok tercih ettiği yerlerden biridir. 2016 yılında 20 milyon civarı ziyaretle dünyada en çok ziyaret edilen 2. şehir olarak sıralanmıştır. Londra aynı zamanda 2016 yılında, 19.8 milyar ABD doları harcamayla ziyaretçiler tarafından dünyada en çok sınır ötesi harcama yapılan şehir olmuştur. Turizm, Londra'nın en önemli sektörlerinden olup 2016 yılı verisine göre yaklaşık 700.000 kişiye tam zamanlı istihdam sağlamış ve ekonomiye de bir yılda 36 milyar İngiliz sterlini katkı sağlamıştır. Gene 2015 verisine göre, İngiltere'deki tüm ziyaretçi harcamalarının %54'ü sadece Londra'da yapılmıştır. Mimari. Londra'nın binaları, kısmen değişen yaşları nedeniyle, herhangi bir mimari tarzla karakterize edilemeyecek kadar çeşitlidir. National Gallery (Londra) gibi birçok büyük ev ve kamu binası Portland taşından inşa edilmiştir. Şehrin bazı bölgeleri, özellikle merkezin hemen batısındakiler, beyaz sıva veya badanalı binalar ile karakterizedir. Londra'nın merkezindeki birkaç yapı, 1666'daki Büyük Londra Yangını'ndan önceye tarihlenir, bunlar birkaç iz Roma kalıntısı, Londra Kalesi ve şehirdeki birkaç dağınık Tudor kurtulanıdır. Daha ileride, örneğin, Tudor dönemi Hampton Court Sarayı, İngiltere'nin ayakta kalan en eski Tudor sarayı, Kardinal Thomas Wolsey tarafından yaklaşık 1515'te inşa edildi. Güneybatıda nehir kenarındaki 1939 Battersea Elektrik Santrali yerel bir dönüm noktası iken, bazı demir yolu terminalleri Viktorya mimarisinin mükemmel örnekleridir; özellikle de St Pancras Uluslararası Tren İstasyonu ve Paddington İstasyonu. The Monument, yakınlarda çıkan Büyük Londra Yangını'nı anarken çevredeki bölgenin manzarasını sunar. Sırasıyla Park Lane'in kuzey ve güney ucundaki Marble Arch ve Wellington Arch, Kensington'daki Albert Memorial ve Royal Albert Hall gibi kraliyet bağlantılarına sahiptir. Nelson Sütunu (Horatio Nelson'ı anmak için inşa edilmiştir), Londra'nın merkezindeki odak noktalarından biri olan Trafalgar Meydanı'nda ulusal olarak tanınan bir anıttır. Eski binalar çoğunlukla tuğladan yapılmıştır, çoğunlukla sarı Londra stok tuğlası veya genellikle oymalar ve beyaz alçı pervazlarla süslenmiş sıcak turuncu-kırmızı bir çeşittir. Yoğun alanlarda, yoğunlaşmanın çoğu orta ve yüksek katlı binalar üzerinden olmaktadır. Londra'nın 30 St Mary Axe, Tower 42, Broadgate Tower ve One Canada Square gibi gökdelenleri çoğunlukla iki finans bölgesi olan City of London ve Canary Wharf'ta bulunuyor. Aziz Paul Katedrali'nin ve diğer tarihî binaların manzaralarını engellense de, belirli sitelerde yüksek yapılaşma kısıtlanmıştır. 'St Paul's Heights' olarak bilinen bu koruyucu politika, 1937'den beri Londra Şehri tarafından uygulanmaktadır. Bununla birlikte, Londra'nın merkezinde çok sayıda yüksek gökdelen vardır. Buna Birleşik Krallık'taki en yüksek bina olan 95 katlı The Shard'da dahildir. Coğrafya. İklim. Londra ılıman bir okyanusal iklime sahiptir. Yağış kayıtları, Kew'de kayıtların başladığı en az 1697'den beri şehirde tutuluyor. Kew'de, bir ayda en fazla yağış Kasım 1755'te 7.4 inç (189 mm) ve en az yağış Aralık 1788 ve Temmuz 1800'de 0 inç (0 mm)'dir. Mile End de Nisan 1893'te 0 inç (0 mm) idi. Kayıtlardaki en yağışlı yıl, toplam 38.1 inç (969 mm) düşüşle 1903 ve toplam 12.1 inç (308 mm) düşüşle en kurak yıl 1921'dir. Yıllık ortalama yağış miktarı 600 mm'dir bu New York şehrinin yıllık yağış miktarının yarısıdır, aynı zamanda Roma, Lizbon, Sidney'den de daha düşüktür. Nispeten düşük yıllık yağış miktarına rağmen, Londra hâlâ yılda 1,0 mm eşik üzerinde 109,6 yağmurlu gün almaktadır. Bununla birlikte, Londra, Birleşik Krallık'ta iklim değişikliğine karşı savunmasızdır ve hidroloji uzmanları arasında, Londra'daki evlerin 2050'den önce suyunun bitebileceğine dair artan bir endişe vardır. Londra'daki aşırı sıcaklıklar, 19 Temmuz 2022'de Heathrow'da 40,2 °C (104.4 °F) ile 1 Ocak 1962'de Northolt'ta −16,1 °C (3,0 °F) arasında değişmektedir. 1692'den beri Londra'da atmosfer basıncı ölçülüyor. Atmosferik basınç rekoru 20 Ocak 2020'de şimdiye kadar bildirilen en yüksek basınç 1.049.8 milibar (31,00 inHg) bildirildi. Yazlar genellikle ılık, bazen sıcaktır. Londra'nın Temmuz ayı ortalama en yüksek sıcaklığı 23,5 °C'dir (74,3 °F). Londra, her yıl ortalama olarak 25 °C'nin (77.0 °F) üzerinde 31 gün ve 30.0 °C'nin (86.0 °F) üzerinde 4,2 gün yaşar. 2003 Avrupa sıcak hava dalgası sırasında uzun süreli ısıya bağlı yüzlerce ölüm meydana geldi. Ayrıca 1976'da İngiltere'de art arda 15 gün sıcaklıklar 32.2 dereceyi aştı ve bu da sıcaklıkla ilgili birçok ölüme neden oldu. Greenwich İstasyonu'nda Ağustos 1911'de daha önce 37.8 °C (100.0 °F) olan bir sıcaklık daha sonra standart dışı olarak göz ardı edildi. Kuraklık; bazen özellikle yaz aylarında sorun olmaktadır, en son 2018 yazında sorun olmuştur, ve Mayıs ayından Aralık ayına kadar olan süreç ortalamadan çok daha kuru geçmektedir. Bununla birlikte, ardı ardına en fazla yağmursuz geçen gün, 1893 baharında 73 gündü. Kışlar genellikle çok az sıcaklık değişimi ile serindir. Şiddetli kar yağışı nadirdir, ancak kar genellikle her kış en az bir kez düşer. İlkbahar ve sonbahar keyifli olabilir. Büyük bir şehir olarak Londra, dikkate değer bir kentsel ısı adası etkisine sahiptir, Londra'nın merkezini zaman zaman 5 °C (9 °F) banliyölerden ve kenar mahallelerden daha sıcak hâle getirir. Bu, Londra'nın 15 mil (24 km) batısındaki Londra Heathrow'u Londra Hava Durumu Merkezi ile karşılaştırırken aşağıda görülebilir. Ulaşım. Metro. Londra metrosu, dünyanın en eski metrosudur. 1863 yılında "Metropolitan Railway" (Türkçe: Metropolitan Demiryolu) ismiyle açılmıştır. Londra metrosunun yapılma amacı o zamanlar at arabalarından oluşan trafiğin yoğunluğunu azaltmaktı. Yapılan ilk hatlarda da bilinen en gelişmiş teknoloji olarak buharlı trenler kullanılmıştır. Şehrin belli yerlerinde hala kömür dumanını atma amacıyla açılan havalandırmalar hala mevcuttur. Londra metrosuna resmi olarak "Underground", gayriresmî olarak 1890'dan beri tünellerin şeklinden dolayı "Tube" (Türkçe: Tüp) denilmektedir. Toplam 11 hatta 270 istasyon bulunmaktadır. Yılda 1.34 milyar yolcuya ev sahipliği yapar. 2022'nin mayıs ayında Londra'nın ray kapasitesini artırmak ihtiyacıyla Elizabeth Hattı (Crossrail da denir) açıldı. Bu hat Londra'nın doğusundan batısına, "Home Counties"'e ve Heathrow Havalimanı'na kadar ayrı hatla çalışan yeni hattır. £15 milyar proje maliyeti ile yapıldığı tarihte Avrupa'nın en büyük inşaat projesiydi. Şehirlerarası ve uluslararası demiryolları. Demiryolu yolculuklarının %70'sinin Londra'dan başlaması veya bitmesiyle Londra, National Rail demiryolu ağının merkezidir. Her ikisi de Lonra'daki King's Cross istasyonu ve Euston istasyonu İngiltere'deki iki ana demiryolu hattı olan Doğu Sahili Ana Hattı ve Batı Sahili Ana Hattı hatlarının başlangıç noktalarıdır. Banliyö demiryolu hizmetleri gibi bölgesel ve şehirler arası trenler, şehir merkezinin etrafındaki birkaç terminalden kalkarak Londra'yı Aberdeen, Birmingham, Blackpool, Bradford, Brighton, Bristol, Cambridge, Cardiff, Carlisle, Chester, Coventry, Crewe, Derby, Doncaster, Dover, Edinburgh, Exeter, Glasgow, Holyhead (Dublin için), Hull, Ipswich, Lancaster, Leeds, Liverpool, Nottingham, Manchester, Newcastle, Norwich, Oxford, Peterborough, Plymouth, Portsmouth, Preston, Reading, Sheffield, Southampton, Sunderland, Stevenage, Swansea, Weymouth, Wolverhampton ve York'u dahil olmak üzere İngiltere'nin geri kalanına bağlar. Havayolu. Londra, dünyanın en yoğun şehir hava sahasına sahip, önemli bir uluslararası hava taşımacılığı merkezidir. Sekiz havaalanının adında "Londra" kelimesi kullanılıyor, ancak trafiğin çoğu bunlardan altısından geçiyor. Ek olarak, Londra'ya öncelikli olarak genel havacılık uçuşlarına hizmet veren diğer çeşitli havalimanları da hizmet vermektedir. Otobüsler, yolcu otobüsleri ve tramvaylar. Londra'nın otobüs ağı, yaklaşık 9.300 araç, 675'in üzerinde otobüs güzergahı ve yaklaşık 19.000 otobüs durağı ile günde 24 saat çalışmaktadır. 2019'da ağda yılda 2 milyardan fazla banliyö seyahati gerçekleşti. 2010'dan bu yana her yıl ortalama 1,2 milyar £ gelir elde ediliyor. Londra, dünyadaki tekerlekli sandalye erişimine uygun en büyük ağlardan birine sahiptir ve 2007'nin üçüncü çeyreğinden itibaren görsel-işitsel duyuruların uygulamaya konulmasıyla işitme ve görme engelli yolcular için daha erişilebilir hale gelmiştir. Londra'nın otobüs merkezi, 1932'de açılan Victoria Otobüs Terminali'dir. 1970 yılında kamulaştırılan ve daha sonra Londra Taşımacılığı haline gelen London Transport tarafından satın alınan Victoria Otobüs Terminali, yılda 14 milyondan fazla yolcuya sahiptir ve Birleşik Krallık ve kıta Avrupası genelinde hizmet vermektedir. Londra, Tramlink olarak bilinen modern bir tramvay ağına sahiptir. 39 durağı ve dört güzergahı vardır ve 2013 yılında 28 milyon kişi taşımıştır. Haziran 2008'den bu yana Transport for London, Tramlink'in tamamen sahibi ve işletmecisidir. Teleferik. Londra'nın ilk ve bugüne kadarki tek teleferiği, Haziran 2012'de açılan Londra Teleferiği'dir. Teleferik Thames Nehri'ni geçer ve Greenwich Yarımadası'nı şehrin doğusundaki Royal Docks'a bağlar. Yoğun saatlerde her yönde saatte 2.500 yolcu taşıyabilmektedir. Yoğun saatlerde her yönde saatte 2.500 yolcu taşıyabilmektedir. Bisikletle ulaşım. Büyük Londra alanında her gün yaklaşık 670.000 kişi bisiklet kullanır yani normal hava koşullarında 8.8 milyonluk toplam nüfusun yakl. %7'si bir yerden başka bir yere gitmek için bisiklet kullanır. Bu nispeten az bisiklet kullanım yüzdesi, Londra'da bisiklete yapılan yıllık yakl. £110 milyon sterlinlik yatırım Hollanda'daki kişi başına 22£ sterline kıyasla Londra'da kişi başına yakl. 12£ sterlinlik yetersiz yatırımdan kaynaklanıyor olabilir. Bisiklet sürmek Londra'da bir yere gitmek için gitgide daha çok sevildi. 2010 yılı temmuz ayındaki bisiklet kiralama planı'nın başlatılması başarılı oldu genelde iyi tepki aldı. Liman ve nehir tekneleri. Bir zamanlar dünyanın en büyüğü olan Londra Limanı, 2009 yılı itibarıyla her yıl 45 milyon ton kargo elleçleyerek artık yalnızca Birleşik Krallık'taki ikinci büyük limandır. Bu kargonun çoğu Londra sınırının dışında olan Tilbury Limanı'ndan geçmektedir. Londra'nın Thames Nehri üzerinde Thames Clippers olarak bilinen, hem banliyö hem de turistik tekne hizmetleri sunan nehir teknesi hizmetleri vardır. Canary Wharf, London Bridge City, Battersea Power Station ve London Eye (Waterloo) dahil olmak üzere büyük iskelelerde servisler, işe gidiş geliş saatlerinde en az her 20 dakikada bir kalkmaktadır. Her yıl 2,5 milyon yolcu taşıyan Woolwich Feribotu, Kuzey ve Güney Dairesel Yolları birbirine bağlayan sık seferlerden biridir. Karayolları. Londra'nın merkezindeki yolculukların çoğunluğu toplu taşıma araçlarıyla yapılsa da banliyölerde araba yolculuğu yaygındır. İç çevre yolu (şehir merkezi çevresinde), Kuzey ve Güney Dairesel yollar (banliyölerin hemen içinde) ve dış yörünge otoyolu (M25, çoğu yerde yerleşim alanının hemen dışında) şehri çevreler ve kesişir. bir dizi yoğun radyal rotadan geçiyor - ancak çok az otoyol Londra'nın içlerine giriyor. M25, 117 mil (188 km) uzunluğunda Avrupa'nın ikinci en uzun çevre yolu otoyoludur. A1 ve M1, Londra'yı Leeds'e, Newcastle ve Edinburgh'a bağlar. Austin Motor Company, 1929'da hackney arabaları (Londra taksileri) üretmeye başladı ve modeller arasında 1948'den Austin FX3, 1958'den Austin FX4 ve London Taxis International tarafından üretilen daha yeni modeller TXII ve TX4 yer alıyor. BBC, "Her yerde bulunan siyah taksilerin ve kırmızı çift katlı otobüslerin hepsinin, Londra'nın geleneklerine derinlemesine yerleşmiş uzun ve karmaşık hikayeleri var" diyor. Londra trafik sıkışıklığıyla ünlüdür; 2009'da bir arabanın trafiğin yoğun olduğu saatlerde ortalama hızı 10,6 mil/saat (17,1 km/saat) olarak kaydedildi. 2003 yılında şehir merkezindeki trafik hacmini azaltmak için sıkışıklık ücreti getirildi. Birkaç istisna dışında, sürücülerin Londra merkezinin çoğunu kapsayan belirli bir bölge içinde araç kullanmak için para ödemeleri gerekiyor. Tanımlanan bölgenin sakinleri olan sürücüler büyük ölçüde indirimli sezon bileti satın alabilirler. Birkaç yıl boyunca, hafta içi Londra merkezine giren ortalama araba sayısı 195.000'den 125.000'e düştü. Nüfus. Londra, etnik olarak dünyanın en kozmopolit şehirlerinden biridir. Londra'da yaklaşık 300 farklı dil konuşulmaktadır. Kültür. Resmi istatistiklere göre Londra dünyada üçüncü en çok film üretilen şehirdir. Küresel olarak moda başkentlerinden biri olarak görülen Londra, Londra Moda Haftası'na ev sahipliği yapar. Dünyada en çok tiyatro izleyicisine sahip olan şehirde West End bölgesinde günde 200'den fazla oyun sahnelenir. Şehirde 11'i ulusal müze olmak üzere 170'ten fazla müze mevcuttur. Şehirde yılda 250'den fazla festival düzenlenir, bunların en büyüğü olan Notting Hill Festivali'ne bir milyondan fazla kişi katılır. Müzeler ve sanat galerileri. Londra'da çok sayıda müze ve sanat galerisi bulunur. Devlete ait olan çok sayıda müze ve galeri, giriş ücreti almaz ve turizmde önemli rol oynar, bununla beraber akademik araştırmalarda da yer alırlar. Bunların en eskisi olan, 1753'te kurulmuş British Museum Bloomsbury bölgesindedir. 8 milyon objelik koleksiyonunda Rosetta Taşı gibi küresel üne sahip parçalar yer alır. Trafalgar Meydanı'nda National Gallery yer alır. 19. yüzyılın sonlarında South Kensington bölgesinde "Albertopolis" diye anılan bir kültür ve bilim merkezi oluştu. Burada Doğa Tarihi Müzesi, Victoria ve Albert Müzesi ve Bilim Müzesi olmak üzere üç büyük ulusal müze mevcuttur. Britanya'da üretilen resimlerin sergilendiği ulusal müze, 1897'de National Gallery'nin eki olarak kurulmuş Tate Britain'dır. Bu müze zamanla modern sanat için önemli bir merkez haline gelmiş; modern sanat koleksiyonu 2000 yılında Tate Modern müzesine taşınmıştır. Demografi. 2011 nüfus sayımı, 2.998.264 kişinin yani Londra nüfusunun %36.7'sinin yabancı doğumlu olduğunu kaydetti ve bu da onu mutlak sayılar açısından New York'tan sonra ikinci en büyük göçmen nüfusa sahip şehir haline getirdi. 2015 yılında Londra'da doğan çocukların yaklaşık %69'unun en az bir ebeveyni yurtdışında doğmuştur. Artan sanayileşme, 19. ve 20. yüzyılın başlarında Londra'nın nüfusunu artırdı ve 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında bir süre için dünyanın en kalabalık şehriydi. II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden hemen önce, 1939'da 8.615.245'te zirveye ulaştı, ancak 2001 Nüfus Sayımı ile 7.192.091'e düştü. Bununla birlikte, nüfus 2001 ve 2011 nüfus sayımları arasında bir milyonun biraz üzerinde artarak ikincisinde 8.173.941'e ulaştı. Bununla birlikte, Londra'nın sürekli kentsel alanı Büyük Londra'nın ötesine uzanır ve 2011'de 9.787.426 kişiye ulaştı, daha geniş metropol alanı ise kullanılan tanıma bağlı olarak 12-14 milyon nüfusa sahipti. Avrupa İstatistik Ofisi'ne göre Londra, Avrupa'nın en kalabalık ikinci metropol bölgesidir. 1991-2001 döneminde Londra'ya 726.000 göçmen geldi. Bölge, 1.579 km² kaplar ve km² başına 13.410 nüfuslu bir nüfus yoğunluğu verir, diğer herhangi bir İngiliz bölgesinin on katından daha fazla. Nüfus açısından Dünya'da Londra 19. en büyük şehir ve 18. en büyük metropol bölgesidir. Yaş Yapısı ve Ortalama Yaş. Dış Londra'da 2018'de nüfusun %20,6'sını 14 yaşından küçük çocuklar, İç Londra'da ise %18'ini oluşturdu. 15-24 yaş grubu Dış Londra'da %11,1 ve Londra'nın içinde %10,2, 25-44 yaş grubu Dış Londra'da %30,6 ve Londra'nın iç bölgesinde %39,7, 45-64 yaş grubu Dış ve İç Londra'da %24 ve %20,7 idi. Sırasıyla İç Londra. 65 yaş ve üstü olanlar Dış Londra'da %13,6, İç Londra'da ise yalnızca %9,3'tür. 2018'de Londra'nın ortalama yaşı 36,5 idi ve bu İngiltere ortalamasından yani 40,3'ten daha gençti. Etnik Gruplar. Ulusal İstatistik Ofisi'nin 2011 Nüfus Sayımı tahminlerine göre, Londra'nın 8.173.941 sakininin yüzde %44.9'u Beyaz İngiliz, %2.2'si İrlandalı Beyaz, %0.1'i çingene / İrlandalı gezgin ve %12.1'i Diğer Beyaz olarak sınıflandırılmıştır. Londralıların %19,7'si tam Asya kökenliydi ve nüfusun %1,2'si karma Asya kökenliydi. Hintler %6,6, ardından Pakistanlılar ve Bangladeşliler %2,7 pay aldı. Çin halkları %1,5 ve Araplar %1,3'ünü oluşturuyor. %4,9'u da "Diğer Asyalı" olarak sınıflandırıldı. Londra nüfusunun %15,6'sı Siyah ve karışık Siyah kökenliydi. %2.3'ünü oluşturan karma-Siyah mirası ile tam Siyah kökenli %13.3. Siyah Afrikalılar, Londra nüfusunun %7,0'sini, %4,2'sini Kara Karayipler ve %2,1'ini "Diğer Siyahlar" olarak oluşturuyordu. Afrikalıların Londra'daki varlığının tarihi, Roma dönemine kadar uzanır. 2007 itibarıyla, Londra'daki ilkokulların beşte biri etnik azınlıklardandı. 2011 nüfus sayımında, Londra'nın 0-15 yaş arası 1.624.768 nüfusunun toplamda, %46.4'ü Beyaz, %19.8'i Asyalı, %19'u Siyah, %10,8'i Karma ve %4'ü başka bir etnik gruptu. Ocak 2005'te, Londra'nın etnik ve dini çeşitliliği üzerine yapılan bir araştırma, Londra'da 300'den fazla dilin konuşulduğunu ve 50'den fazla yerli olmayan topluluğun 10.000'den fazla nüfusa sahip olduğunu iddia etti. 2011 nüfus sayımı, Büyük Londra nüfusunun %36.7'sinin Birleşik Krallık dışında doğduğunu gösterdi. Ulusal İstatistik Ofisi tarafından yapılan tahminler, Temmuz 2009-Haziran 2010 döneminde Londra'da yaşayan en büyük beş yabancı uyruklu grubun Hindistan, Polonya, İrlanda, Bangladeş ve Nijerya'da doğduğunu gösteriyor. Din. 2011 nüfus sayımına göre Londra'da en büyük dini grup Hristiyanlardır (%48.4) onları dini olmayanlar (%20.7) İslam (%12.4) cevap vermeyenler (%8.5) Hinduizm (%5.0) Yahudiler (%1.8) Sihizm (%1.5) Budizm (%1.0) ve diğerleri (%0.6) takip etmektedir. Londra geleneksel olarak Hristiyan olmuştur ve özellikle şehir merkezinde çok sayıda kilise vardır. Şehirdeki ünlü St Paul Katedrali ve nehrin güneyindeki Southwark Katedrali, Anglikanizm idari merkezleridir, Canterbury Başpiskoposu, İngiltere Kilisesi'nin ve dünya çapındaki Anglikan Cemaati'nin ana piskoposu Lambeth Sarayı'ndadır. Önemli ulusal ve kraliyet törenleri St Paul's ve Westminster Abbey arasında paylaşılır. Abbey, İngiltere ve Galler'deki en büyük Roma Katolik katedrali olan yakındaki Westminster Katedrali ile karıştırılmamalıdır. Church of England istatistiklerine göre, kiliseye katılım uzun ve istikrarlı bir düşüşe devam ediyor. Önemli camiler arasında, İslami ezanları hoparlörler aracılığıyla vermesine izin verilen Tower Hamlets'teki Doğu Londra Camii, Regent's Park'ın kenarındaki Londra Merkez Camii  ve Müslüman Ahmediye Cemaati'nin Baitul Futuh'u yer alıyor. Petrol patlamasından sonra, artan sayıda varlıklı Orta Doğulu Arap Müslüman, Batı Londra'daki Mayfair, Kensington ve Knightsbridge'e yerleşti. Büyük Hindu toplulukları, kuzeybatıdaki Harrow ve Brent, Londra ilçelerinde bulunur, ikincisi 2006 yılına kadar, Avrupa'nın en büyük Hindu tapınağı olan Neasden Tapınağı'na ev sahipliği yapar. Londra ayrıca BAPS Shri Swaminarayan Mandir London da dahil olmak üzere 44 Hindu tapınağına ev sahipliği yapar. Doğu ve Batı Londra'da, özellikle de en büyük Sih nüfuslarından birine ve Hindistan dışındaki en büyük Sih tapınağına ev sahipliği yapan Southall'da Sih toplulukları var. İngiliz Yahudilerinin çoğunluğu Londra'da yaşıyor ve Kuzey Londra'daki Stamford Hill, Stanmore, Golders Green, Finchley, Hampstead, Hendon ve Edgware'deki önemli Yahudi toplulukları var. Londra Şehri'ndeki Bevis Marks Sinagogu, Londra'nın tarihi Sefarad Yahudi cemaatine bağlıdır. Avrupa'da 300 yılı aşkın bir süredir düzenli ayinler düzenleyen tek sinagogdur. Stanmore ve Canons Park Sinagogu, Avrupa'daki herhangi bir Ortodoks sinagogunun en büyük üyeliğine sahip, SollamaIlford Sinagogu (aynı zamanda Londra'da) 1998'de. Londra Yahudi Forumu, devredilen Londra Hükûmeti'nin artan önemine yanıt olarak 2006'da kuruldu. Eğitim. Yüksek öğrenim. Küresel bir eğitim merkezi olan Londra, Avrupa'da yüksek eğitim kurumlarının en yoğun olduğu şehirdir. QS Dünya Üniversite Sıralamaları'nın 2015-16 listesine göre dünyadaki en iyi üniversitelerin en yoğun olduğu kent Londra'dır. Diğer ülkelerden gelen 110.000 öğrenciyle dünyanın en büyük uluslararası öğrenci nüfusuna sahiptir. Londra Cambridge ve Oxford ile beraber İngiliz üniversitelerinin "altın üçgen"inin parçasıdır. Bu altın üçgeni oluşturan ve ülkenin en prestijli eğitim kurumlarından kabul edilen University College London (UCL), Imperial College London, Londra Ekonomi Okulu ve King's College London (KCL) Londra'dadır. 170.000'den fazla öğrenciye sahip Londra Üniversitesi, açık öğretim dışında Britanya'nın en büyük üniversitesidir. Oluşturan kurumlardan üniversite statüsünde olup farklı fakültelere sahip olanlar UCL, King's College, Queen Mary Üniversitesi, Londra Şehir Üniversitesi ve Royal Holloway'dir. Bunun dışında London School of Economics, Kraliyet Müzik Koleji, Kraliyet Veterinerlik Koleji, Londra Hijyen ve Tropik Tıp Okulu ve Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu gibi daha spesifik konularla ilgilenen üyeleri bulunur. Dünyanın önde eğitim kurumlarından birkaçı Londra'dadır. 2021 yılında "QS Dünya Üniversite Sıralamaları"'nda, Imperial College London dünyada 8. University College London (UCL) 10. ve King's College London (KCL) 31. olarak yer almıştır. London School of Economics'den hem öğretimde hem de araştırmada dünya'nın en ilerisi olarak bahsedilmektedir. London Business School'un dünyanın en ileri işletme okullarından birisi olduğu düşünülmektedir. 2015 yılında "Financial Times", MBA programı (iş idaresi programı) alanında dünyada en iyi ikinci okul olarak değerlendirmiştir. Ayrıca Londra'da dünyanın en iyi on performans sanatları okullarından üçü bulunmaktadır (2020 QS Dünya Üniversite Sıralamaları tarafından derecelendirildiği gibi): Royal College of Music (dünya'da 2. sırada), Royal Academy of Music (4. sırada) ve Guildhall School of Music and Drama (6. sıradadır). Spor. Londra, 1908, 1948 ve 2012 yıllarında olmak üzere üç kez Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yaparak modern Oyunlara üç kez ev sahipliği yapan ilk şehir olmuştur. Şehir ayrıca 1934 yılında Britanya İmparatorluğu Oyunlarına da ev sahipliği yapmıştır. 2017 yılında Londra ilk kez Dünya Atletizm Şampiyonası'na ev sahipliği yapmıştır. Futbol. Londra'da en popüler spor futboldur ve 2023-24 sezonunda Premier League'de yedi kulübü bulunmaktadır: Arsenal, Brentford, Chelsea, Crystal Palace, Fulham, Tottenham Hotspur ve West Ham United. Londra'daki diğer profesyonel erkek takımları AFC Wimbledon, Barnet, Bromley, Charlton Athletic, Dagenham & Redbridge, Leyton Orient, Millwall, Queens Park Rangers ve Sutton United. Londra merkezli dört takım Kadınlar Süper Ligi'nde yer almaktadır: Arsenal, Chelsea, Tottenham ve West Ham United. Uluslararası ilişkiler. Kardeş kentler. Londra'nın 12 tane kardeş şehri vardır. Kardeşlik anlaşması. Londra 16 tane şehirle kardeşlik anlaşması yapmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9188", "len_data": 26018, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.34 }
Moskova (), Rusya'nın başkenti ve en kalabalık şehridir. Şehir Merkezi Rusya'da bulunan Moskova Nehri üzerine kurulmuştur ve 2023 itibarıyla sınırları dahiline yaklaşık 13,1 milyon kişiye, şehir alanı dahilinde yaklaşık 18,8 milyon kişiye, metropolitan alanı dahilinde yaklaşık 21 milyon kişiye ev sahipliği yapmaktadır. Şehir sınırları 2.511 km2'den ibaretken, şehir alanı 5.891 km2, metropolitan alan 26.000 km²'den fazla yüzölçümüne sahiptir. Dünya'nın en kalabalık şehirlerinden biri ve Avrupa'nın en kalabalık ve şehir ve metropolitan alan itibarıyla en büyük şehridir. Moskova Doğu Avrupa'nın önemli bir politik, ekonomik, kültürel ve bilim merkezidir. Topraklarının tamamı Avrupa'da yer alan en büyük şehirdir, İstanbul'un ardından Avrupa'nın 2. en büyük şehridir Ayrıca Dünya'nın en büyük 18. kentsel alanına sahiptir. Forbes'in 2013 yılı araştırmasına göre Moskova Dünya'nın en pahalı 9. şehri seçilmiştir. Aynı zamanda Dünya'nın sayılı büyük kentsel ekonomisine sahip olan Moskova, "Global şehir" kabul edilir. Turizm konusunda dünya çapında en hızlı büyüyen şehirler arasında yer alan Moskova, aynı zamanda yeryüzündeki en kuzeyde yer alan Metropol unvanına sahiptir. Avrupa'nın en uzun tek başına duran yapısı olan Ostankino Kulesi'ne, yine Avrupa'nın en yüksek gökdeleni unvanına sahip "Federation Tower"'a ev sahipliği yapar. 1 Temmuz 2012'deki bölgesel genişlemenin ardından yüzölçümü 2 kat artmış olup, 233.000 kişi ise nüfusa eklenmiştir. Avrupa Rusya'sında yer alan şehir, Moskova Nehri'nin üzerinde yer alır. Denize kıyısı olmayan en büyük şehirdir. Şehir aralarında Aziz Vasil Katedrali'nin de bulunduğu birçok tarihi bina ile zengin bir mimariye sahiptir. Kapladığı alanın %40'ını ormanlar ve yeşil alanlar oluşturması, Moskova'yı Dünya'nın en yeşil şehirlerinden biri yapar. Şehir sırasıyla Moskova Knezliği, Rusya Çarlığı, Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ve son olarak şu anki Rusya devletine başkentlik yapmıştır. Moskova Rus kültürünün merkezi konumundadır ve içerisinde barındırdığı birçok müze, tiyatro ve akademik kurumlardan dolayı sayısız bilim insanı ve sanatçıya ev sahipliği yapar. Rusya Hükümeti'nin merkezidir. Şu anda Rusya devlet başkanı'nın çalışma yeri olan Moskova Kremlini de şehirdeki önemli yapılardan biridir. Moskova Kremlini Orta Çağ kalesi olarak inşa edilmiştir. Kremlin ile birlikte Kızıl Meydan da Dünya Mirası listesine giren yerlerdendir. Rus Parlamentosu'nun iki birimi (Devlet Duması ve Federasyon Konseyi) de Moskova'da bulunmaktadır. Şehir yaygın bir transit ulaşım ağına sahiptir. 4 uluslararası havaalanı, 9 demiryolu istasyonu, sayısız tramvay, monorail sistemi ve en önemlisi Dünya'nın en derin yer altı hızlı taşıma sistemine sahip olan Moskova Metrosu metropolün yaşamında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Moskova Metrosu zengin mimarisi ve 200'ü aşkın istasyonu ile şehrin simgesel noktalarından biri haline gelmiştir. Rusya'nın iki federe şehrinden biridir. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra Mart 1918'de başkent olmuştur. Moskova Nehri'nin içinden geçtiği bu şehir Dünya'nın en yoğun işleyen metro sistemine sahiptir. 1980 yaz olimpiyatlarına ev sahipliği yapmıştır. Moskova'da yaşayan milyarder sayısı diğer dünya şehirlerden fazladır, bu da en çok milyarderin yaşadığı şehir unvanını getirmiştir. 2007 yılı istatistiklerine göre dünyanın en pahalı şehirleri listesinde 1. sıraya yerleşmiştir. Ayrıca Eurovision 2009'a ev sahipliği yapmıştır. Kızıl Meydan, Lenin Mozolesi, Tarih Müzesi, Bolşoy Tiyatrosu şehirdeki önemli mekanlardır. Moskova'nın çeşitli lakapları vardır ve bunların çoğu şehrin büyüklüğüne veya Rus ulusu için önemine atıfta bulunur. Üçüncü Roma (Третий Рим), Beyaz Taşlı (Белокаменная), İlk Taç (Первопрестольная) ve Kahraman Şehir (город-герой). Moskovalı için kullanılan demonim erkekler için "москвич" ("moskviç") kadınlar için ise "москвичка" ("moskviçka"). İngilizceye "Muscovite" olarak geçmiştir. Etimoloji. Moskova kelimesinin etimoloji kesin olarak bilinmemektedir. Şehrin isminin Moskva Nehrinden geldiği düşünülmektedir. Kelimenin etimolojisi ise şu şekilde açıklanmaktadır: Lengüistik olarak en çok kabul gören tez, kelimenin Proto-Balto-Slavik dilindeki *"mŭzg"-/"muzg"- kökünden geldiği, bu kelimenin de Proto Hint-Avrupa dilindeki *"meu"- "ıslak, nemli" kelimesinden geldiğidir. Buna göre "Moskva" ismi bir sulak arazi veya bataklıktaki bir nehri ifade ediyor olmalıdır. Kelime (muzga) "gölet, su birikintisi", ve "yıkamak", , "boğulmak", "dalmak, batmak" ile akrabadır. Polonya'daki Mozgawa gibi benzer bir isimlendirmeye sahip yerleşimler de vardır. Fin-Ugor Hipotezine göre bölgedeki pre-Slavik kabilelerden olan Merya ve Muroma nehre "Mustajoki" "Kara nehir" demekteydi ki bu da ifadeden türemiştir. Ayrıca kelime, Rusya, Bulgaristan, Ukrayna, Makedonya ve Bulgaristan'da daha yaygın olmak Slavik ülkelerde yaygın bir soyaddır. Tarih. Tarih öncesi. Günümüzde modern Moskova şehrinin bulunduğu alan prehistorik zamanlardan beri meskundur. En erken bulgular Neolitik Çağa ait olduğu düşünülen Lyalovo Kültürünün kalıntılarıdır. Bu bulgular ilk yerleşimcilerin avcı toplayıcı olduğunu kanıtlamaktadır. MS 950 yılında iki slav kabilesi, Vyatiçler ve Kriviçler, bölgeye yerleşir. Vyatiçler muhtemelen Moskova'nın yerli popülasyonunun çoğunu oluşturmuşlardı. Erken tarih (1147-1284). Moskova'nın kuruluşuna ait ilk bilgilere İlk Vakayiname (Ипатьевская летопись) ile ulaşılabilir. Bu kronikte Yuri Dolgoruki'nin 1147 yılında Moskova'da Prens Sviatoslav Olgoviç ile buluştuğu yazılmıştır. Bu yüzden Yuri Dolgoruki Moskova'nın kurucusu olarak kabul edilir. 1156 senesinde Dolgoruki, kasabayı tahtadan bir duvarla tahkim eder ki bu yapı zamanla bugünkü Kremlin'e dönüşür. Moğol İstilası sırasında Batu Han liderliğindeki Moğol ordusu şehri yerle bir edip sakinlerini öldürürler. Ahşaptan yapılan "na Moskvě" "Moskova Nehrinde" kalesi Aleksandr Nevski'nin oğlu Daniil tarafından 1260larda yaptırılır. Daniil o zamanlar çocuk olduğu için kale Daniil'in paternal amcası III. Yaroslav tarafından atanan "tiuns" (vekiller) tarafından yönetilir. 1270lere gelindiğinde artık büyümüş olan Daniil; iktidar mücadelesine girmiş, kardeşi Dmitri'yi Novgorod'un idaresi ele geçirme teşebbüsünü desteklemiş ve başarılı olmuştur. 1283 yılında Daniil, bağımsız hale gelmiş Moskova Prensliğinin başına geçer. Kardeşi Dmitri ise Vladimir Grandükü olur. Daniil'in Moskova'nın ilk manastırları olan ve İsa'nın Epifanisi ve Aziz Danyal adanan manastırları kurduğu kabul edilir. Grandükalık (1283-1547). Daniil 1303 yılına kadar Grandük sıfatıyla kurduğu Moskova yönetti ki şehir 1320lerde Ana prenslik olan Vladimir'i gölgede bırakacaktı. Moskova uzun bir süre istikrarlı ve müreffeh bir yer olur ve çevresinden göçler alır. 1304 senesinde Daniil'in halefi Yuri Daniloviç, Tver ve Vlamdimir Knezi Mikhail Yaroslaviç ile Vladimir Grandüklüğü için mücadeleye girer. Nihayetinde Yuri'nin halefi I. İvan, Tver Knezliğini mağlup eder. Grandükalık iki knez Aleksandr Vasilyeviç ve İvan arasında paylaştırılır. 1331'de Aleksandr'ın ölümünden sonra İvan Özbek Han'ın yarlığıyla tek knez haline getirilir. O devirde Moğollar bölgede büyük bir tesire sahipti. Yüzyıllardır uygulanan veraset ve üstünlük normlarını değiştirebiliyorlardı. Moğollara yüksek miktarda vergi veren İvan, önemli bazı imtiyazlara sahipti. Altın Orda Hanları, Moskova'nın gücünü ve etkisini sınırlandırmaya çalışırken Litvanya Dükalığının büyüyüp Rusya bölgeyi tehdit etmeye başlaması üzerine Hanlar Moskova'yı Litvanya'ya karşı güçlendirir ve şehir Rusya'daki en güçlü şehirlerden biri olur. 1380 yılında Knez Dmitri Donskoy idaresinde birleşmiş Rus ordusu Altın Orda karşısında Kulikovskaya Muharebesinde ezici bir zafer kazanır. Sonrasında Moskova Rusya'nın Altın Orda Hakimiyetinden kurtulmasında öncü bir rol oynayacaktır. 1462 yılında III. İvan, knezliğin başına geçer. Altın Orda ile savaşmaya başlar, topraklarını genişletir ve başkent Moskova'yı zenginleştirir. Hasım Litvanyalılarla müttefik ve Moskova Knezliğinden çok daha büyük olan Novgorod Knezliğini fetheder ve böylece knezliğin büyüklüğünü yedi katına, 430.000'den 2.800.000 kilometrekareye çıkarır. 1480 senesinde de, Ugra Savaşı ile Altın Orda tesirinden tamamen kurtulur. 1500'e gelindiğinde yaklaşık 100.000 nüfusu ile Dünya'nın en kalabalık şehirlerinden biri olur. Orijinal Moskova Kremlini 14. yüzyılda inşa edilir. 3.İvan, 1480li yıllarda Rönesans İtalya'sından davet ettiği mimarla yapıyı yeniden inşa eder. Gelen mimarlardan Petrus Antonius Solarius yeni Kremlin duvarlarını ve kulelerini, Marco Ruffo da yeni sarayı tasarlamıştır. Solarius'un tasarladığı bugün Kremlin duvarları 1495 yılında tamamlanır. Kremlin'in büyük çan kulesi ise 1505-08 yılları arasında inşa edilir 1600'de yüksekliği arttırılır. 1991-günümüz. Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından şehir Rusya'nın başkenti olmaya devam etti. Daha sonrasında market ekonomisi ortaya çıkmış, Batı tarzı perakendecilik, servis, mimari üretimi patlamış ve batılı hayat tarzı büyük yaygınlık kazandı. Şehir nüfusunu 1990'den 2000'e kadar şehir büyümeye devam edip dokuz milyonun altından on milyonun üstüne çıkmıştır. Mason ve Nigmatullina'ya göre Sovyet devrinin kontrollü kentsel büyümesi düzenli ve sürdürülebilir bir kentsel gelişim sağlamıştır ki 1935'te inşa edilen yeşil kuşak bunun simgesidir. Lakin o zamandan beri kalabalık apartmanlardansa müstakil evlere olan yoğun talepten dolayı düşük yoğunluklu banliyölerin sayısında dramatik bir artış yaşandı. 1995-97 yıllarında MKAD çevre yolunun genişliği de 4 şeritten 10 şeride çıkarıldı. Sonraki yıllarda şehir büyümeye devam eder, şehrin uydu görüntüleri giderek daha saçaklı hale gelir. Otomobillerin yaygınlaşması ile şehir büyük trafiği sıkışıklıları oluşmaya başlar. Sovyetler zamanında yıkılan bazı önemli ve sembolik Kurtarıcı İsa Katedrali gibi kiliseler ve binalar yeniden inşa edilir. 2010lu yıllarda Moskova idaresi, "Moja Ulitsa" (Benim Sokağım) imar programı ve konut renovasyon programı gibi uzun soluklu projeler başlatır. Coğrafya. Coğrafi Konum. Moskova Rusya'nın Avrupa merkezinde, Oka ve Volga Nehirleri arası, Smolensk-Moskova sırtları (batıda), Moskvoretsko-Okskaya ovasında (doğuda), Meşçyora çukureli (Güney-Batıda) kavşağında bulunur. Şehir alanı 2006 yılının verilere göre 1081 km², bu da Rusya Federasyonu'nda şehri en küçük yapar. Ana bölümü (877 km ²) çevre otoyolunda iken diğeri 204 km² - çevre otoyolun dışında. Ortalama rakımı 156 metredir. Arazinin en yüksek noktası Teplostanskaya Yükseltisinde (Rusça: Теплостанская возвышенность) bulunur ve 255 m rakıma sahiptir. İklim. Moskova ılımlı kara iklimi altında, güçlü don ve yıkıcı sıcaklıklar oldukça seyrek, ancak normdan uzaklaşma sıkça görülür. Meteoroloji istasyonu verilere göre yıllın en soğuk ayı Ocak (Ortalama sıcaklık −7,5 °C'dir, ayrıca kış sezonunda hava sıcaklığın artma eğilimi gözlenmektedir.), soğuk dalgaların zamanında hava sıcaklığı -20 °C'ye düşebilir. En sıcak ayı temmuz (Ortalama sıcaklık +18,4 °C). Yaz boyunca ortalama 5-7 gün +30 °C ve daha yüksek geçer. 130 yıllık dizi gözlemde en yüksek hava sıcaklığı 2010 yılında +38,2 °C, en düşük 1940 yılının Ocak ayında -42,2 °C olarak kaydedilmiştir. Yıl boyu Moskova ve çevresindeki bölgeler 600-800 mm (2008 yılı-869 mm) yağış alır. Moskova'nın kendine has havasının özelliklerinden en önemlisi hava akımının şehrin merkezine akarken beraberinde yağışlar ve yakıcı sıcaklık getirmesidir. Yıllarına göre sıcaklığın mutlak minimumların büyük çoğunluğu XIX veya XX yüzyıllarında kayda geçerken, XXI. yüzyılın başlangıcında ise 4 mutlak maksimum sıcaklığı görülmüştür. Ekonomi. Moskova, Avrupa'nın en büyük belediye ekonomilerinden birine sahiptir ve Rusya'nın gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) beşte birinden fazlasını oluşturmaktadır. 2021 itibarıyla, Moskova'nın Gayri Safi Bölgesel Hasıla'sı neredeyse 332 milyar ABD Doları'na ulaştı. Moskova Bölgesi'nin GMP'si ₽31,3 trilyon veya yaklaşık 425 milyar ABD dolarıydı. Şehirdeki ortalama brüt aylık ücret ₽123.688 (2.000 ABD Doları ), bu da ulusal ortalamanın yaklaşık iki katı olan ₽66.572'nin (1.000 ABD Doları ) ve Rusya'nın federal konuları arasında en yükseklerinden biri. Moskova, dünyadaki herhangi bir şehrin üçüncü en yüksek milyarder sayısına ev sahipliği yapıyor ve Avrupa'daki herhangi bir şehrin en fazla milyardere sahip şehri. Rusya'nın finans merkezi ve ülkenin en büyük bankalarına ve petrol devi Rosneft gibi en büyük şirketlerinin çoğuna ev sahipliği yapıyor. Moskova, Rusya'daki perakende satışların %17'sini ve ülkedeki tüm inşaat faaliyetlerinin %13'ünü gerçekleştiriyor. 1998 Rusya ekonomik krizinden bu yana, Moskova'daki iş sektörleri üstel büyüme oranları gösterdi. Son yıllarda birçok yeni iş merkezi ve ofis binası inşa edildi, ancak Moskova'da hala ofis alanı sıkıntısı yaşanıyor. Sonuç olarak, birçok eski sanayi ve araştırma tesisi, ofis kullanımına uygun hale getirilecek şekilde yeniden inşa ediliyor. Genel olarak, ekonomik istikrar son yıllarda iyileşmiştir; yine de, suç ve yolsuzluk iş gelişimini hâlâ engellemektedir. Sanayi. Moskova'daki başlıca endüstriler kimya, metalurji, gıda, tekstil, mobilya, enerji üretimi, yazılım geliştirme ve makine endüstrilerini içermektedir. Mil Moskova Helikopter Fabrikası, dünyanın önde gelen askeri ve sivil helikopter üreticilerinden biridir. Khrunichev Devlet Araştırma ve Üretim Uzay Merkezi, Mir, Salyut ve ISS uzay istasyonları için modüller, Proton fırlatma araçları ve askeri ICBM'ler dahil olmak üzere çeşitli uzay ekipmanı üretiyor. Sukhoi, Ilyushin, Mikoyan, Tupolev ve Yakovlev uçak tasarım büroları da Moskova'da bulunuyor. Roket motorlarını üreten NPO EnergomashRus ve Amerikan uzay programlarının yanı sıra İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş uçakları inşa eden ancak Uzay Yarışından bu yana uzay sondalarına geçiş yapan Lavochkin tasarım bürosu, Moskova Oblastı'nda büyük ölçüde Moskova tarafından çevrelenmiş bağımsız bir şehir olan yakındaki Khimki'de bulunuyor. yanları. ZiL ve AZLK otomobil fabrikaları ile Voitovich Raylı Araç fabrikası Moskova'da ve Metrovagonmash metro vagon fabrikası şehir sınırlarının hemen dışında bulunuyor. Poljot Moskova saat fabrikası, Rusya'da ve yurt dışında iyi bilinen askeri, profesyonel ve spor saatleri üretiyor.Yuri Gagarin uzaya yaptığı yolculukta bu fabrika tarafından üretilen "Shturmanskie" kullandı. Electrozavod fabrikası, Rusya'daki ilk trafo fabrikasıydı. Kristall içki fabrikası "Stolichnaya" da dahil olmak üzere votka türleri üreten Rusya'daki en eski içki fabrikasıdır ve şaraplar, Moskova Interrepublican Vinery de dahil olmak üzere Moskova şarap fabrikalarında üretilir. Moskova Mücevher Fabrikası ve Jewellerprom Rusya'daki mücevher üreticileridir; Jewellerprom, 2. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği'nin Kızıl Ordusu'na yardım edenlere verilen özel Zafer Nişanı'nı üretirdi. Zelenograd'da Ruselectronics şirketleri de dahil olmak üzere mikroelektronik endüstrilerinin yanı sıra Moskova şehrinin hemen dışında bulunan başka endüstriler de var. Dünyanın en büyük doğal gaz üreticisi ve en büyük Rus şirketi olan Gazprom'un Moskova'da da merkez ofisi ve diğer petrol, gaz ve elektrik şirketleri bulunuyor. Moskova, aralarında 1C, ABBYY, Beeline, Kaspersky Lab, VK, MegaFon, MTS, Rambler&Co, Rostelecom, Yandex ve Yota'nın da bulunduğu birçok telekomünikasyon ve teknoloji şirketinin genel merkezine ev sahipliği yapıyor. Şehrin ekolojik durumunu iyileştirmek için bazı endüstriler şehir dışına taşınıyor. Yaşam maliyeti. Sovyet döneminde, daireler hükûmet tarafından kişi başına metrekare normuna göre insanlara ödünç veriliyordu (halkın sanatçıları, kahramanları ve önde gelen bilim adamları da dahil olmak üzere bazı gruplar, onurlarına göre ikramiye alıyordu). Dairelerin özel mülkiyeti, insanların yaşadıkları yerlerin mülkiyet haklarını güvence altına almalarına izin verilen 1990'lara kadar sınırlıydı. Sovyet döneminden bu yana mülk sahipleri, yaşam alanı başına kişi bazında sabit bir meblağ olan konutları için hizmet bedeli ödemek zorunda kaldılar. Moskova'da emlak fiyatları yükselmeye devam ediyor. Bugün, şehrin varoşlarında metrekare başına ortalama 4.000 ABD Doları (164  veya prestijli bir bölgede metrekare başına 6.500-8.000 ABD Doları ödenmesi beklenebilir). Bir dairenin fiyatı bazen metrekare başına 40.000 ABD Dolarını aşabilir. Tek yatak odalı bir daire kiralamak aylık yaklaşık 1.200 ABD Doları ve Moskova'nın merkezinde bir stüdyo kiralamak aylık yaklaşık 1.000 ABD Doları tutarındadır. Tipik bir tek yatak odalı daire yaklaşık otuz metrekaredir, tipik bir iki yatak odalı daire kırk beş metrekaredir ve tipik bir üç yatak odalı daire yetmiş metrekaredir. Birçoğu, özellikle de bir aile başlangıçta Sovyet döneminde devlet tarafından verilen iki odalı bir dairede yaşıyorsa, dairelerinden taşınamıyor. Bazı şehir sakinleri, şehir dışındaki kulübelerde (kır evleri) kalırken dairelerini kiralayarak yaşam maliyetiyle baş etmeye çalıştı. 2006'da Mercer İnsan Kaynakları Danışmanlığı, istikrarlı Rus rublesi ve şehir içinde artan konut fiyatları nedeniyle, Moskova'yı uzun yıllardır kazanan Tokyo'nun önünde, gurbetçi çalışanlar için dünyanın en pahalı şehri seçti. Moskova, anketin 2007 baskısında ve 2008 baskısında da birinci sırada yer aldı. Ancak Tokyo, dünyanın en pahalı şehri olarak Moskova'yı geçerek Moskova'yı ikinci sıradaki Osaka'nın ardından üçüncü sıraya yerleştirdi. 2008 yılında Moskova, üst üste üçüncü kez en pahalı şehirler listesinde birinci sırada yer aldı. "2014 yılında Forbes'e" göre Moskova, dünyanın en pahalı 9. şehri oldu. "Forbes," bir yıl önce Moskova'yı en pahalı 2. şehir olarak sıralamıştı. 2019'da Economist Intelligence Unit'in Dünya Çapında Yaşam Maliyeti araştırması, Moskova'yı yılda iki kez düzenlenen en pahalı 133 şehir sıralamasında 102. sıraya yerleştirdi. ECA International'ın Yaşam Maliyeti 2019 Araştırması, Moskova'yı dünya çapında 482 lokasyon arasında 120. sıraya yerleştirdi. Yönetim. Moskova İdaresi. Rusya Federasyonu Anayasasına göre Moskova, Rusya Federasyonunun bağımsız federal bölümlerinden federal şehir statüsündedir. Moskova Belediye Başkanı, Moskova İdaresinin ve yürütmenin başıdır. Şehir duması(belediye meclisi veya yerel parlemento) olan Moskova Şehri Duması ve yerel yasaların belediye başkanınınca onaylanması gerekir. Federal İdare. Rusya Federasyonu Anayasasına göre federal yasama, yürütme ve yargı otoriteleri, 2008'den beri Sankt-Peterburg'da olan Anayasa Mahkemesi haricinde Moskova şehrinde bulunmaktadır. En yüksek yürütme otoritesi olan Rusya Hükûmeti, Moskova'nın merkezindeki Krasnopresnenskaya Setinde bulunan Rusya Federasyonu Hükûmet Meclisinde bulunmaktadır. Devlet Duması, Okotni Ryad Caddesindedir. Federasyon Konseyi ise Bolşaya Dmitrovka Sokağında bulunmaktadır. Yüksek Mahkeme de Moskova'da yer almaktadır. Moskova Kremlini, Rusya devlet başkanının resmi rezidansıdır. Kremlinin içindeki Senato Sarayı ise çalışma rezidansıdır. Emniyet. The Economist'in 2019'da yaptığı en güvenli şehirler sıralamasında Moskova 68,5 puanla 37. sırada yer almıştır. Genel suç oranı yüksek değildir. Şehirdeki 170 bin kamera, bir yüz tanıma sistemine bağlıdır. İki aylık başarıyla sonuçlanan testlerden sonra kişinin otomatikman yüzünü, cinsiyetini, yaşını gerçek zamanlı tanıyan sistemi tüm şehre kurmuştur. Sistem, başkentteki CCTV'lerin çoğunun tek bir yerden erişilmesini sağlamaktadır. İdari bölümler. Günümüzde 12 okrug ve 125 rayondan oluşan Moskova'nın başında şehrin belediye başkanı Sergey Sobyanin bulunmaktadır. Demografi. 2021 Nüfus Sayımına göre şehirde toplam 13.010.112 kişi yaşamaktadır. Vital istatistik. Moskova'nın resmi nüfusu verileri, "daimi ikamet" verilerine dayanmaktadır. Rusya Federal Migrasyon Servisinin 2009 yılındaki verilerine göre Moskova'da 1,8 milyon resmi "misafir" geçici mukim(göçmen işçi, misafir işçi, öğrenci vs.) bulunmaktadır. Ayrıca çoğu Orta Asyalı 1 milyona yakın illegal göçmen bulunmaktadır. Din. Moskova şehrinin çoğunluğu, Rus Ortodoks Kilisesine bağlı Ortodoks Hristiyandır. Rus Ortadoks Kilisenin başı olan Moskova Patriği, Danilov Manastırında ikamet etmektedir. Şehir 1917'den önce "40 zamanın 40 kilisesinin şehri" şeklinde anılmaktaydı. Şehirde Budizm, Hinduizm, İslam, Yahudilik, Yezidilik, Slav Neopaganizmi gibi diğer dinler de yaşamaktadır. Moskova Müftülüğüne göre 2010 senesinde 10,5 milyonluk popülasyonun 1,5 müslümandı. 2015 senesinde Moskova'da sadece dört cami bulunmaktayken 2024 senesi itibarıyla bu sayı altısı büyük, yirmisi küçük olmak üzere toplam 26 tanedir. Halk Hizmetleri. Eğitim ve Bilim. Moskova Rusya'nın önemli kültür merkezlerden, ülkenin ilk yükseköğretim kurulunun (Slav-Yunan-Latin akademisi) kurulması itibarıyla, şehirde önemli ölçüde öğretim kurumları artar. Günümüzde şehirde 124 yükseköğretim kurulu faaliyette, bunların arasında Rusya'nın en eski ve en çok tanınan Moskova Devlet Üniversitesi, Lomonosov inisiyatifine göre 1755 yılında kurulmuştur. Moskova'da birçok eğitim kurumu faaliyettedir. Lise, gymnasium, yatılı okullar dahil olmak üzere 1800'den fazla öğretim kurumu, 400'e yakın kütüphane, bunların yanında Rusya'nın en eski halk kitaplığı MDÜ Bilimsel Kütüphanesi ve ülkenin en büyük kitap deposu Rusya Devlet (Lenin) Kütüphanesi bulunmaktadır. Spor. Moskova, tarihi boyunca bir sürü büyük uluslararası spor organizasyonuna ev sahipliği yapmıştır. Şehirde takribi 100 stadyum, 6 spor sarayı, 180'den fazla havuz, 2500'den fazla spor salonu ve gym, 3500 spor sahası, 60 atıcılık poligonu, Krılatskoye Kürek Çekme Kanalı, birkaç spor kompleksi ve Krılatskoye Velodromu olmak üzere 6000'den fazla spor kompleksi mevcuttur. Sovyetler Birliği ve Dünya'da en çok şampiyonluk kazanan buz hokeyi takımı olan PHK CSKA bir Moskova takımıdır. Diğer büyük takımlar ise Sovyetler Birliğinde ikinci en çok şampiyonluk alan HK Dinamo ve HK Spartak'tır. Sovyetlerde ve Rusya'da en çok şampiyonluk kazanan, EuroLeague'da ikinci en çok şampiyonluk kazanan basketbol takımı PBK CSKA bir Moskova takımıdır. Şehir, 1965 ve 1953 senelerinde Avrupa Basketbol Şampiyonasına, 1952 senesinde Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonasına ev sahipliği yapmıştır. Moskova 1956 ve 1994 Satranç Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmıştır. Şehir, SSCB ve Rusya Satranç Şampiyonasını en çok kazanan şehirdir. Şehirde her yıl Aeroflot sponsorluğuda Aeroflot Open satranç turnuvası düzenlenmektedir. Rusya, Sovyetler ve Avrupa'nın en fazla şampiyonluk kazanan voleybol kulübü PVK CSKA Moskova'dır. JVK Dinamo takımı da CEV Kadınlar Şampiyonlar Liginde en çok şampiyonluk kazanan takımdır. Futbolda ise Spartak Moskova, Rusya Premier Liginde en çok şampiyon olan takımdır. PFK CSKA Moskova ise UEFA Kupasını (günümüzde UEFA Avrupa Ligi) kazanan ilk Rus takımıdır. Lokomotiv Moskva, Dinamo Moskva, Torpedo Moskva şehirdeki diğer profesyonel takımlardır.Moskova, çeşitli futbol, buz hokeyi ve basketbol takımlarına ev sahipliği yapmaktadır. Bir dönem Sovyetler Birliğinde spor oldukça merkezileştiğinden birliğin en iyi iki takımı, devletin savunma ve kolluk kuvvetlerini temsil eden takımlar(Askeri Kuvvetlerin CSKA ve İç işlerinin Dinamo'su) olmuştur. Çoğu büyük şehirde de polis ve askerlerden oluşan takımlar mevcuttu. Bunların sonucunda Spartak, CSKA ve Dinamo SSCB'in en iyi fonlanan takımlarıydı. Moskova soğuk ikliminde dolayı kış sporlarına elverişlidir ve kış sporları burada ilgi görmektedir. Moskova'nın çoğu büyük parkında kayak için işaretli parkurlar ve paten için donmuş göletler mevcuttur. Ulaşım. Metro. İstasyonlarının güzelliği ile bilinen Moskova Metrosu, 1935 senesinde açılmış ve açılışından itibaren şehir içi ulaşımın en önemli unsurlarından biri olmuştur. Döneminin Sovyetik-Stalinist mimarisini yansıtan metro, aynı zamanda Sovyet halkına verilen bir mesajdı. Büyük ölçeklli Sovyet teknolojilerinin prototipi oldu. Projeninin yöneticisi Lazar Kaganoviç, Sovyet vatandaşlarının Stalinist Medeniyetin umde ve ruhunu benimsetecek şekilde tasarlattırdı. Yeni Sosyalist Düzenin sembollerinden biri olarak sunulan metro, bir nevi modern mühendisliğin Komünist katedraliydi. Metronun tasarımı, güzergahı ve inşaatının planlanması Londra Metrosundan getirilen uzmanlar tarafından yapılırken dekorasyonlar ve işçiliği Sovyetlerce temin edildi. İngilizler, inşada "kes-ve-ört" tekniği yerine tünel açmayı, asansörler yerine yürüyen merdivenler kullanmayı tercih ettiler. Stalin ve NKVD'nin İngiliz mühendislerin şehrin fiziki planları hakkında istihbarat topladığına dair korkusu gizli polisin çok sayıda İngiliz mühendisin tutuklanması ile ispat olunca Metropolitan Vickers Electrical Company için çalışan mühendisler, 1933 senesinde göstermelik bir mahkeme sonrasında deport edilirler ve bu SSCB'deki İngiliz ticari faaliyetlerinin sonu olur. İnşa edilecek her bir metro istasyonunun, Moskova'daki işçilerin göreceği, olası bir sanat eseri olması gerektiği fikrindeki Stalinist devrin tasarımcıları her bir istasyonu farklı ve kendine has olacak şekilde tasarladı. Her bir istasyonun tasarımı belli bir tema üzerine kuruldu. Örneğin, yakındaki ampul fabrikası temalı, yivli seramik ampul yuvaları ve fabrikadaki işçileri tasvir eden rölyefler ile bezeli Elektrozavodskaya İstasyonu buna iyi bir misaldir. Metronun tek temalı enstalasyonlarla süslenmesi, 1979'un sonlarında yeniden canlandırılmıştır. Günümüzde Moskova Metrosu, çoğu yer altında bulununa 203 istasyonun teşkil ettiği 12 hattan müteşekkildir. Dünya'daki en derin metro sistemlerinden biridir. Dünya'daki en yoğun metrolardan biri, Avrupa'nın en yoğun metro sistemidir ve günlük on milyon yolcuya hizmet vermektedir (aylık 300.000.000 yolcu). Ulaşımın rahatlatılması için metronun genişletmeleri planlanmakta ve yapılmaktadır. En son genişletme 7 Ekim 2024'te Troytskaya Hattının (#16 Zümrüt Hat) açılmasıdır. Dünya'nın en yoğun metrosu olan Moskova Metrosu 2023 yılında 2.288,5 milyon yolcuya hizmet vermiştir. Monorail. Moskova Metrosu, 6 istasyondan oluşan kısa bir monorail hattı(13. hat) işletmektedir. Timiryazevskaya ile Ulitsa Sergeya Eyzenshteyna istasyonlarını birbirine bağlamakta ve VDNH'nin yakınından geçmektedir. 2004 senesinde hizmete açılmıştır. Son 90 dakika içinde yolcu metroyu kullandıysa hizmetten bedava yararlanabilmektedir. Otobüs, Troleybüs ve Elektrikli otobüs. Şehrin dış kısımlarında, metro istasyonları arasındaki 4 kilometreyi bulan, diğer şehirlerle kıyaslandığında oldukça uzun olan, mesafelerden dolayı her istasyonun çevresindeki rezidansiyel alanlara şamil otobüs hatları mevcuttur. Uzun mesafeli ve şehirlerarası yolcu otobüsleri için de bir otogar(Merkezi Otogar) bulunmaktadır. Her ana caddede en az bir otobüs güzergahı hizmet vermektedir. Neredeyse 600 km uzunluğundaki tek telli yol, 8 depo, 104 hat ve 1740 araçla Moskova troleybüs sistemi Dünya'nın en büyüğüydü. Lakin Moskova İdaresi, elektrikli otobüsleri troleybüslerin yerine ikame etme amacıyla 2014 troleybüs altyapısı kaldırmaya başlar. 2018 yılına gelindiğindeyse sadece 4 depo, düzinelerce kullanılmayan telli yollar kalmıştı. Bahçe Halkası Bulvarındaki 15 Kasım 1933'te açılmış Dünya'nın en eski 6. işletilen troleybüsü sistemi de 2016-2017'de merkezi caddelerin("Moya Ulitsa") rekonstrüksiyon projesi çerçevesinde kaldırılır. 25 Ağustos 2020 tarihinde ise son troleybüs seferi düzenlenir. Şehir, 2021'den sonra sadece elektrikli otobüs tedarik edip tedricen dizel motorlu filosunun yerine geçirmeye başlar. Şehir, 11 Ekim 2024 tarihinde de 2000. elektrikli otobüsü hizmete alır. Elektrikli araçların ikamesi hakkında çeşitli eleştiriler de mevcuttur. Tramvay. Moskova, 1899 yılında açılmış büyük bir tramvay ağına sahiptir. Hatların en yenisi 1984'te açılmıştır. Çoğu önemli hat kapatıldığından günümüzde Moskovalıların ulaşımında tramvayın payı düşüktür (yaklaşık %5 kadardır.) lakin bazı semtlerin metroya bağlantısını sağladığı için halen bazı semtlerde oldukça önemlidir. Bunun yanında çeşitli metro istasyonlarının önemli bağlantılarını da temin etmektedir. Buna örnek olarak Sokolniçeskaya Hattının (#1 Kırmızı Hat) Universitet İstasyonu ile Kalujsko-Rijskaya Hattının (#6 Turuncu Hat) Profsoyuznaya İstasyonu arasındaki bağlantı veya Zamoskvoretskaya Hattının (#2 Yeşil Hat) Voykovskaya İstasyonu ile Arbatsko-Pokrovskaya Hattının (#3 Mavi Hat) Strogino istasyonu arasındaki bağlantı gösterilebilir. Demiryolu. Moskova'da hizmet veren on gar (veya "vokzal") şunlardır: Havayolu. Moskova'da hizmette olan ana beş adet sivil havalimanı mevcuttur. Bunlar: Şeremetyevo (SVO), Domodedovo (DME), Vnukovo (VKO), Jukovski (ZIA), Ostafyevo (OFS) Şeremetyevo Uluslararası Havalimanı, Moskova'daki uluslararası çoğu seferin gerçekleştiği havalimanıdır. Havalimanı Aeroflot'un ana hub'ına ve aynı zamanda tüm SkyTeam üyelerine ev sahipliği yapmaktadır. Domodedovo Uluslararası Havalimanı ise Rusya'nın en yoğun havalimanlarındandır ve uzun mesafeli iç hat seferlerinin ve Bağımsız Devletler Topluluğu destinasyonlarına düzenlenen seferlerin çoğunun gerçekleştirildi havalimanıdır. Havalimanı S7 Airlines hub'ıdır ve çoğu Star Alliance ve Oneworld üyesi hub olarak bu havalimanını kullanmaktadır. Vnukovo Uluslararası Havalimanı ise Türk Hava Yollarının seferlerini düzenlediği havalimanıdır. Ostafyevo Uluslararası Havalimanı daha çok iş havacılığınında tercih edilmektedir. Moskova'daki havalimanlarının MKAD'ye olan uzaklıkları şöyledir: En uzak olan Domodedovo 22 km, Vnukovo 11 km, Şeremetyevo 10 km ve en yakın olan Ostafyevo yaklaşık 8 kilometre uzaklıktadır. Moskova yakınlarında bulunan Myeçkovo Havalimanı gibi özel uçak, helikopterlere yönelik özel 19 küçük havalimanı bulunmaktadır. Uluslararası ilişkiler. Kardeş şehirler. Moskova'nın 31 tane kardeş şehri vardır. İşbirliği anlaşması yapılan şehirler. Moskova'nın işbirliği yaptığı şehirler şunlardır: Eski kardeş şehirler. Rusya'nın Ukrayna'ya düzenlediği askeri operasyon sebebi ile kardeşlik antlaşmalarını fesheden veya askıya alan şehirler şunlardır: Başka sebeplerle kardeşlik antlaşmalarını fesheden veya askıya alan şehirler şunlardır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9189", "len_data": 29823, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.44 }
Varşova ( ), Polonya’nın başkenti olup, aynı zamanda bu ülkenin en büyük şehridir. Vistül Nehri üzerinde yer alan şehir Baltık Denizi’nden yaklaşık 360 kilometre; Karpatlar’dan ise 300 kilometre uzaklıktadır. Tarihi itibarı ile 1,764,615 (2017) kişilik bir nüfusa sahip olan şehrin Varşova Metropol Bölgesi sınırları içindeki nüfusu ise yaklaşık 3,350,000’dir. Şehir 516.9 kilometrekarelik bir alana yayılmıştır. Varşova Metropolitan Bölgesi () ise 6,100.43 kilometrekarelik bir alana yayılmıştır. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin şehirleri arasında Varşova nüfusu bağlamından en büyük 9. şehirdir. Warszawianka (1831) Varşova şehrinin gayriresmî marşı olarak kabul görmektedir. 9 Kasım 1940 yılında şehir Varşova Kuşatması’daki kahramanca direnişi nedeniyle Polonya’daki en önemli askeri madalya olan Virtuti Militari ile onurlandırılmıştır. Varşova aynı zamanda bir Feniks şehri olarak bilinmektedir. Mitoloji’deki feniks kuşunda olduğu gibi II. Dünya Savaşı’nda %80’i harap olan bu şehirde hem Polonyalıların hem de Sovyetler Birliği’nin yardımıyla yeniden inşa edilmiştir. Şehir ismini, Varşova Konfederasyonu, Varşova Paktı, Varşova Düklüğü, Varşova Konvansiyonu, Varşova Anlaşması ve Varşova Ayaklanması gibi ünlü oluşumlara veya olaylara vermiştir. Yönetim. İdari yapılanma. Varşova bir "şehir ilidir" (Lehçe: Powiat grodzki) ve 18 semte bölünmüştür. Lehçede "dzielnica" adı verilen bu semtlerin her birisini bir bölge yönetim oluşumu yönetir. Bu bölgelerin her birisi de kendi içlerinde mahalleler gruplarına ayrılmışlardır ama bu grupların yasal veya yönetimsel bir statüsü yoktur. Varşova'da iki tarihi bölge vardır; bunlar Śródmieście bölgesinde yer alan Eski Şehir () ve Yeni Şehir'dir (). Uluslararası ilişkiler. Kardeş kentler. Varşova'nın 56 tane kardeş şehri vardır. Kaynaklar - şehrin resmi websitesi
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9190", "len_data": 1816, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Prag (; ), Çekya'nın başkenti ve en büyük şehri. Geçmişte Çekoslovakya'nın da başkentiydi. Orta Bohemya'da Vltava Nehri'nin üzerinde yer alır ve 1.2 milyon nüfusu vardır. İş dünyası istatistiklerine göre bu sayıya ek olarak 300.000 kişi de resmi kaydı olmaksızın Prag'da yaşamaktadır. Prag, geniş bir kitle tarafından dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak gösterilir. Prag "Altın Şehir", "Doksanların Sol Bankası", "Masal Şehri", "Şehirlerin Anası" ve "Avrupa'nın Kalbi" gibi isimlerle de anılır. Prag konumu gereği çevresindeki ülkeler ile merkezi bir konum oluşturur. Avrupa'daki en fazla iç kaleye sahip 3 şehirden birisidir. Bu şehrin gölgesi Franz Kafka olmuştur. Kafka için bile fazlasıyla turist çeken bir Orta Çağ şehridir. Prag Şehri 5 Nobel ödülüne sahiptir. Prag'ın bir özelliği de II. Dünya Savaşı'nda pek zarar görmemiş olmasıdır. Bu sayede birçok tarihi ev ve mekanı barındırır. Bu yerler arasında Aziz Vitus Katedrali de yer alır. Turizm alanında son yıllarda çok fazla rağbet görmektedir. 1992'den beri Prag'ın tarihi merkezi, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)'nun Dünya Mirası listesi listesinde yer almaktadır. Tarihi. Çeklerin ataları Prag çevresine ağırlıklı olarak 5. Yüzyıl'dan sonraki göçlerle gelmişlerdir. Prag'ın gelişmesi 9. Yüzyıl'ın sonlarında kurulan Bohemya Devleti'nin başkenti olmasıyla mümkün olmuştur. Prag'ın merkezinde yer aldığı topraklar Premysl hanedanından düklerin ve daha sonra aynı hanedandan Bohemya krallarının ikametgâhı olmuştur. Prag 973'te piskoposluk, 1344'te başpiskoposluk merkezi haline gelmiştir. Prag merkezli krallık 1310'da Lüksemburg hanedanına geçmiştir. Şehrin gelişmesi Kral IV. Charles döneminde (1346-1378) hızlansa da 15. Yüzyıl'da mezhep çatışmalarından dolayı çıkan Hussit Savaşları ve 17. yüzyıldaki Otuz Yıl Savaşları Prag ve Bohemya halkına büyük zararlar verdi. 16. yüzyıldan itibaren Bohemya Habsburglar'ın yönetimi altına girdi. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu zayıfladıkça Prag, önce Avusturya İmparatorluğu sonra da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı sonunda yıkılınca Prag 1918 yılında Çekoslovakya'nın başkenti oldu. Adolf Hitler 15 Mart 1939'da Prag'a girmek için Alman Ordusuna emir verdi ve Prag Kalesi'nde bir Alman himayesi olan Bohemya ve Moravya Protektorası ilan edildi. Tarihinin çoğu bölümünde Prag, Çekçe, Almanca ve (çoğunlukla Çek ve/veya Almanca konuşan) Yahudi nüfusu ile çok ırklı bir kent olmuştur. 1939'da ülke Nazi Almanyası tarafından işgal edildi ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin çoğu sürgün edildi ve Reinhard Heydrich liderliğinde Almanlar tarafından öldürüldü. Prag Savaş sonunda USAAF tarafından çok sayıda bombardıman yaşadı. 1.000'den fazla kişi yaralandı, 701 kişi öldü, binalar, fabrikalar ve yüzlerce tarihi yer yıkıldı. 5 Mayıs 1945'te, Nazi Almanyası'nın tesliminden dört gün önce, Almanya'ya karşı bir ayaklanma meydana geldi. Dört gün sonra Sovyet 3. Şok Ordusu şehre girdi. Alman nüfusunun çoğunluğu ya kaçtı ya da savaş sonrası Beneš kararnameleri tarafından ülkeden atıldı. Kardeş şehirler. Prag şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9191", "len_data": 3185, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.45 }
Budapeşte, Macaristan'ın başkenti ve en kalabalık şehridir. Şehir sınırları içindeki nüfusa göre Avrupa Birliği'nin dokuzuncu en büyük şehri ve Tuna nehri üzerindeki ikinci en büyük şehirdir; şehrin yaklaşık 525 kilometrekarelik (203 mil kare) bir alanda tahmini nüfusu 1.752.286'dır. Hem şehir hem de ilçe olan Budapeşte, 7.626 kilometrekarelik (2.944 mil kare) bir alana ve 3.303.786 nüfusa sahip Budapeşte metropolitan alanının merkezini oluşturur. Şehrin nüfusu, toplam Macaristan nüfusunun %33'ünü oluşturmaktadır. Budapeşte'nin tarihi, antik bir Kelt yerleşiminin Aşağı Pannonia'nın başkenti olan Roma kenti Aquincum'a dönüşmesiyle başlamıştır. Macarlar bölgeye 9. yüzyılın sonlarında gelmiş, ancak bölge 1241-42 yıllarında Moğollar tarafından yağmalanmıştır. Yeniden kurulan Budin, 15. yüzyılda Rönesans hümanist kültürünün merkezlerinden biri haline gelmiştir. 1526 yılındaki Mohaç Savaşı'ndan itibaren yaklaşık 150 yıl süren Osmanlı yönetimi izlemiştir. 1686'da Budin, Osmanlı egemenliğinden kurtulup bağımsızlığını kazandıktan sonra, bölge yeni bir refah çağına girmiş, Kasım 1873'te Buda, Óbuda ve Peşte'nin birleşmesinden sonra Pest-Buda küresel bir şehir haline gelmiş ve yeni başkente 'Budapeşte' adı verilmiştir. Budapeşte aynı zamanda I. Dünya Savaşı'nın ardından 1918'de dağılan büyük bir güç olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun ortak başkenti oldu. 1848 Macar Devrimi ve 1945 Budapeşte Savaşı'nın yanı sıra 1956 Macaristan Ayaklanması'nın da odak noktası olan şehirdir. Budapeşte; ticaret, finans, medya, sanat, moda, araştırma, teknoloji, eğitim ve eğlence alanlarında güçlü yönlere sahip küresel bir şehirdir. Macaristan'ın finans merkezi olan Budapeşte aynı zamanda Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün, Avrupa Polis Koleji'nin ve Çin Yatırım Teşvik Ajansı'nın ilk yurtdışı ofisinin merkezidir. Budapeşte'de Eötvös Loránd Üniversitesi, Corvinus Üniversitesi, Semmelweis Üniversitesi, Budapeşte Veterinerlik Üniversitesi ve Budapeşte Teknoloji ve Ekonomi Üniversitesi dahil olmak üzere 40'tan fazla kolej ve üniversite bulunmaktadır. 1896 yılında açılan şehrin metro sistemi Budapeşte Metrosu, 1,27 milyon, Budapeşte Tramvay Ağı ise günde 1,08 milyon yolcuya hizmet vermektedir. Budapeşte'nin Tuna Nehri boyunca uzanan merkezi bölgesi UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak sınıflandırılmıştır ve Macaristan Parlamentosu ve Budin Kalesi de dahil olmak üzere birçok önemli klasik mimari esere sahiptir. Şehirde ayrıca yaklaşık 80 jeotermal kaynak, en büyük termal su mağara sistemi, dünyanın ikinci büyük sinagogu ve üçüncü büyük Parlamento binası bulunmaktadır. Budapeşte yılda yaklaşık 12 milyon uluslararası turisti çekerek Avrupa'da oldukça popüler bir destinasyon haline gelmektedir. Tarihçe. Osmanlı dönemi. Kanuni Sultan Süleyman tarafından ilk olarak 1526'da fethedilen Budin ve Peşte, bir buçuk asırlık bir Türk hakimiyetinden sonra 1686'da elden çıkmıştır. Türk idaresi sırasında, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul'dan nispeten kolay ulaşılan bir beylerbeyilik merkezi olduğundan kolayca Türkleşmişti. Ticaret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte, bir taraftan zengin bir ticaret şehri görünümü alırken, burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa şehrine bir Osmanlı yerleşim merkezi manzarası vermişti. 1662 yılında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasviri bulunmaktadır. Evliya Çelebi, Buda’da 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu bildirmektedir. Bunların çoğu bugün ayakta değildir. Sokullu Mustafa Paşa'nın yaptırdığı Mustafa Paşa Camii ve Türbesinin, Mîmar Sinan’ın eseri olduğu bilinmektedir. 19. yüzyıl. 19. yüzyılda Macaristan'ın bağımsızlık mücadelesi ve modernleşmesi dönemin karakterini oluşturmuştur. 1848'de Habsburglara karşı başkentte ayaklanma başlamış ve bir yıl sonra bastırılmıştır. Budapeşte 1867 Avusturya-Macaristan Antlaşması ile doğan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun iki başkentinden birisi oldu. Bu uzlaşma Budapeşte'nin I. Dünya Savaşı'na kadar sürecek olan ikinci büyük kalkınma dönemini başlattı. Budin ve Peşte'yi birbirine bağlayan ilk kalıcı köprü olan Zincirli Köprü de 1849'da açıldı. Peşte ülkenin idari, siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel merkezi haline gelmeye başladı. Şehrin gelişmesine bağlı olarak Macaristan'ın kırsal kesimlerinden artan göç Macarların şehirde çoğunluğa sahip olan etnik grup olmasını sağladı. 1851'de Macarlar Budapeşte nüfusunun %35.6'sını oluştururken bu oran 1910 itibarıyla %85.9'a çıkmıştır. Buna bağlı olarak Budapeşte'de en çok kullanılan dil artık Almanca değil Macarca oldu. Diğer yandan 1900'de şehrin nüfusunun %23.6'sı Yahudiydi. Budapeşte'deki büyük Yahudi topluluğundan dolayı 20. yüzyılın başında Budapeşte sıkça "Yahudilerin Mekkesi" ya da "Yudapeşte" şeklinde anılır olmuştu. 20. yüzyıl. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı ve Macaristan Cumhuriyeti ilan edildi. 1920'de imzalanan Triyanon Antlaşması ise ülkenin bölünmesine ve Macaristan'ın nüfusunun ve topraklarının üçte ikisini kaybetmesine yol açmıştır. 1944 yılında, II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Budapeşte kısmen Britanya ve Amerikan hava saldırıları tarafından tahrip edildi. 24 Aralık 1944'ten 13 Şubat 1945'e kadar şehir Budapeşte Muharebesi'nde kuşatıldı. Budapeşte'ye saldıran Sovyet ve Rumen askerleri, Alman ve Macar askerlerine karşı şehri savunmak büyük zarara yol açtılar. Bütün köprüler Almanlar tarafından tahrip edilmiştir. Ancak Zincirli Köprü'deki aslan heykelleri savaşın yıkımından kurtulmuşlardır. 38.000'den fazla sivil çatışma sırasında hayatını kaybetti. Budapeşte'de bulunan 250.000 Yahudi nüfusunun %20 ila %40'ı 1944 ve 1945 başlarında Nazi soykırımı yoluyla öldü. İsveçli diplomat Raoul Wallenberg Yahudilere İsveç pasaportları vererek ve onları konsolosluk koruması altına alarak onbinlerce Budapeşte Yahudi'sinin hayatını kurtarmayı başarmıştır. 1949 yılında, Macaristan Komünist Halk Cumhuriyeti ilan edildi. Yeni komünist devlet Budin Kalesi'ni eski rejimin sembolü olarak görmüş ve 1950'lerde kale ciddi şekilde tahrip edilmiştir. 23 Ekim 1956'da Budapeşte'de demokratik değişiklikler talep eden barışçıl gösteriler başladı. Göstericiler Budapeşte radyo istasyonuna giderek taleplerinin yayınlanmasını istediler. Yönetimse göstericilerin vurulması emrini verdi. Macar askerlerse silahlarını göstericilere vererek binanın ele geçirilmesini sağladılar. Böylece Macar Devrimi başlamış oldu. Göstericiler Imre Nagy'nin başbakan olmasını talep ettiler ve aynı günün akşamında Macaristan İşçi Partisi Merkez Komitesi bu talebi kabul etti. Kalkışmanın en önemli karakteristiği ise Sovyet karşıtı olmasıdır. Nagy başbakan olduktan sonra Varşova Paktı'ndan ayrılacaklarını ve tarafsız olacaklarını ilan ettikten sonra Sovyet tankları isyanı bastırmak için Budapeşte'ye girdi. Çatışmalar 3000'den fazla ölü bırakarak, Kasım ayının başına kadar devam etti. 2006'da devrimin 50. yılına istinaden Şehir Parkı'na yapılan anıt açıldı. Altmışlardan seksenlerin sonuna kadar Budapeşte Doğu Bloku'nun en mutlu "kışlası" olarak anılırdı ve şehir bu dönemde II. Dünya Savaşı'nın yarattığı yıkımı sonunda atlatabilmiştir. Yıkılan köprülerden Erzebet Köprüsü ancak 1964'te tekrar inşa edilebilmiştir. 1970'lerde ayrıca M2 ve M3 metro hatları açıldı. 1987 yılında, Tuna kıyısındaki Buda Kalesi Dünya Mirası UNESCO listesine dahil edilmiştir. Andrassy Bulvarı (Milenyum Yeraltı, Hosok tere ve Városliget dahil) 2002 yılında UNESCO listesine eklendi. 1980'li yıllarda kentin nüfusu 2,1 milyona ulaşmıştır. 20. yüzyılın sonlarında ise 1989 Devrimleriyle sivil hayattaki değişim Budapeşte sokaklarına da yansımıştır. Diktatörlük döneminden kalan anıtlar kamusal alanlardan kaldırılmış ve Hatıra Parkı'na taşınmıştır. Ekonomi. Eskiden ekonominin merkezi Buda iken 19. yüzyıldan sonra ticaret etkinlikleri Peşte'ye kaymıştır. Büyük bankalar, ülkedeki yabancı şirketlerin çoğu ve en güzel mağazalar Peşte'nin Belvaros semtindedir. Budapeşte temel sanayi (termik santral, çelik ve boru fabrikaları, petrokimya, yapı sanayileri) ve tüketim sanayisi (un fabrikaları, hazır giyim, kereste, kâğıt, matbaacılık, ilaç, kozmetik sanayileri) merkezidir. Ayrıca COMECON çerçevesi içinde, mekanik ve elektrikli makinalar (takım tezgâhları, kamyonlar, demiryolu gereçleri, telefon santralleri, elektronik cihazlar) yapımı da önemli seviyelere ulaşmıştır. İkinci Dünya Savaşında Budapeşte büyük bir hasar görmüştü. Fabrikaların ve meskenlerin neredeyse tamamı ya yıkıldı ya da hasar gördü. Bütün köprüler yıkıldığı için ulaşım da durmuştu. 1945'te Sovyet orduları Budapeşte'ye girdiğinde nüfus dörtte biri kadar azalmıştı. Şehrin inşası yıllar sürdü. 1950'de çevredeki köy ve ilçelerin katılmasıyla genişletildi. Sanayileşme tekrar başladı ancak çevre il ve ilçelere yayılması için de tedbirler alındı. Şehrin Tuna üzerinde her zaman önemli bir kavşak noktası olması, sanayileşme öncesinde yapılan merkezî demiryolları ve Macaristan'a dağılan yolların merkezinde bulunması Budapeşte'nin gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. 1970'lerde şehiriçi trafiğinin rahatlatılmasında önemli rol oynayan metro sistemi kuruldu. Temizliği, hızlı ve ucuz olmasıyla Budapeşte metrosu şehrin özelliklerindendir. Macaristan'ın en iyi okulları, Macar Bilimler Akademisi, Orta Avrupa Üniversitesi (Central European University) ve araştırma enstitüleri Budapeşte'dedir. İklim. Budapeşte'de Büyük Macaristan Ovasının sert kara iklimi ile Transtuna'nın bol yağışlı iklimi arasında bir geçiş iklimi hüküm sürer. Hava sıcaklığı en sıcak ay olan Temmuz'da ortalama 22 °C ve en soğuk ay olan Ocak'ta ise ortalama -1 °C'dir. Nüfus. Tuna kıyısında büyük bir liman ve Avrupa'nın kavşak noktalarından biri olmuştur. Tarihi gelişimin verdiği birikim sonucu nüfusun yarısı hizmetler sektöründe diğer kesimi de sermaye ve sanayi alanındadır. Yıllara göre nüfus:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9192", "len_data": 9902, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Sofya ( "Sofiya"), Bulgaristan'ın başkenti ve en büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 1,3 milyon kişidir. Balkan Yarımadasının merkezinde, Bulgaristan'ın batısındaki Sofya Havzasında yer alır. Konumu. Sofya Vadisi'nin büyük bir alanını kapsayan şehrin kuzeyinde Sıra Dağlar (Stara Planina), doğusunda ve güneydoğusunda Sredna Gora, güneyinde ve güneybatısında Vitoşa Dağı, batısında ise Lülin, Viskâr ve Çepın Dağları bulunur. Şehir, İskar Nehri'nin ve soldaki kollarının şeritleri üzerine kuruludur. Tarihçe. Sofya'nın tarihi eski çağlara uzanır. 8. – 7. yüzyıllarda, bugünkü merkezin bulunduğu yerde Serdi (Sardi) adında bir Trak kabilesi yaşamış. Balkan Yarımadasında art arda zaferler kazanan Roma, Traklar'ın bağımsızlığına son vermiş. Hakimiyetleri altına aldıkları yerlerde idari ve askeri düzen oturtmaya önem veren Romalılar, bu şehre Serdika adı vermişlerdir. Böylece Serdiler'in şehri anlamına gelen Serdika, önemli ticarî ve idari merkez olmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu'nun kavşak şehri olması itibarıyla Serdika, hep akınlara uğramış. Bu akınlar esnasında şehre büyük ölçüde zarar verilmiş. Şehir bir daha eski büyüklüğünü elde edememiş, yalnız kale ve bugün başkentin de adı olan Ayasofya Kilisesi tamir edilmiştir. 6. yüzyılda, I. Justinianus zamanında, Serdika tekrar Doğu Roma İmparatorluğu'nun önemli şehri haline gelir. Bundan hemen sonra şehir, Balkan yarımadasına hücum eden Slavların akınlarına maruz kaldı ve tamamıyla Slavlaştı. 9. yüzyıllarda Bulgar hanı Krum zamanında Serdika Slav ismi olan Sredets ismini aldı ve geniş alana yayılmış olan Orta Çağ Bulgar Devleti'nin önemli askerî, siyasi ve kültür merkezi haline geldi. Kent 1018'den, İkinci Bulgar İmparatorluğu'nun kurulduğu 1185'e değin Bizans egemenliği altında kaldı. 14. yüzyılda Bulgar Devleti'nin Osmanlı hakimiyeti altına girmesiyle, Sofya da 1382'de Osmanlıların eline geçti ve Rumeli beylerbeyi buraya yerleşti. Sredets şehri, 14. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın sonuncu çeyreğine kadar Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında kaldı. Bu arada 14. yüzyılın sonlarında şehir Sofya ismini alır. Bazı belgelere göre Osmanlılar'ın eline geçtiği yıllarda şehir güzelliğiyle meşhur olup Osmanlı'nın büyük hayranlığını kazanmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda, 4 Ocak 1878'de Rus orduları tarafından Osmanlı egemenliği sona erdirildikten sonra, 3 Nisan 1879 tarihinde Bulgaristan'ın başkenti olarak ilan edildi. O dönemde Sofya, savunma tesisatı kuvvetlendirilmiş, meslek ve ticarî bakımdan iyi gelişmiş, zengin bir şehirdi. Osmanlı hakimiyetinin sona ermesinden sonra, coğrafi konumundan ve ekonomik gelişmeye elverişli olduğundan dolayı, Bulgaristan'ın başkenti ilan edilen şehrin altyapısının gelişmesine ulusal önem verilmiş. Şehirde çok sayıda bulunan arkeolojik anıtlar, sanat eserleri ve savunma tesisleri, eski Serdika'nın önemli ve gelişmiş bir merkez olduğunu ispatlamaktadır. Sofya, II. Dünya Savaşı sırasında, Almanların işgal ettiği kent, 1943 yılının sonlarında ve 1944 yılının ilk zamanlarında Müttefik uçakları tarafından bombalandı. II. Dünya Savaşı'nda Sofya'nın bombalanması. 1944'te Sovyet Kızıl Ordu birlikleri tarafından kurtarıldı. Sovyet işgalinin bir sonucu olarak, Nazi Almanyası'nın müttefiki olan Bulgaristan hükûmeti devrildi. Bulgaristan'da 1946 yılında bir Halk Cumhuriyeti kuruldu. Bulgaristan Cumhuriyeti'nde kentin görünümünde önemli değişiklikler oldu. Sofya'nın nüfusu ülkenin diğer kesimlerinden aldığı göçler nedeniyle arttı. Tüm yeni yerleşim alanları Druzhba, Mladost ve Lyulin gibi kentin eteklerinde inşa edilmiştir. Yapılar. Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki yıllarda, Sofya'nın en meşhur yapılarından bazıları olan Meclis Binası, 'İvan Vazov' Halk Tiyatrosu, Merkez Kaplıcası, Bilimler Akademisi, Sofya Sv. Kliment Ohridski Üniversitesi, Millî Kütüphane, Anıt–Mabed Sv. Aleksander Nevski Kilisesi gibi yapılar inşa edilir. İslami Eserler. "Sofya Banyabaşı Camii" Bulgaristan'ın başkentinde Osmanlı döneminden kalan İslâmî kültür abidelerinden biridir. Sofya 1440 yılında 25 sancağı kapsayan bir eyalet durumuna gelmiş. Oldukça büyük idari ve ticarî merkez olduğu için imparatorluğun çeşitli bölgelerinden ve yabancı ülkelerden birçok iş insanı ve seyahatçi bu yerleri ziyaret ediyormuş. Giderek önemli bir konuma sahip olmuş. Dolayısıyla şehirde inşaat ve imar da gelişmiş. Birkaç yüzyıl içinde bazı kaynaklara göre 100, XVII. yy. Sofya'yı ziyaret eden Evliya Çelebi'ye göre daha bu dönemde şehirde 53 cami bulunmakta imiş. İlk cami külliyesi Fatih'in sadrazamı (başbakanı) Mahmut Paşa Rumeli Beylerbeyi iken 1474 y. kurulmuştur. Külliye bugün Arkeoloji müzesi olan Ulu Cami etrafına inşa olmuştur. İkinci külliye de 1598 y. Mehmet Paşa adında hayırsever bir zengin tarafından kurdurulmuştur. Külliyenin terkibinde yer alan en önemli abide Kara Cami'dir. Bu Mimar Koca Sinan'ın Sofya'da en güzel eseridir 20 yy. başlarında kiliseye (Sedmoçislenitsi) çevrilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Bulgaristan topraklarını terk ettiği zaman, arşiv belgelerinden tespit edildiğine göre, Sofya'da 32 cami ve mescit, birisi Daru'l-Kurra olmak üzere 8 medrese, 15 tekke ve zaviye, 3 imaret, 2 türbe, 13 han, 7 kervansaray vs. toplam 170 vakıf eseri bulunmakta imiş. Söz konusu camilerden günümüze yalnız beşi erişebilmiştir. Bunlardan da ancak Banyabaşı Camii ibadete açıktır. Molla Efendi Kadı Seyfullah adında bir hayırsever tarafından kurulduğu için buna Molla Efendi Camii ve Kadı Seyfullah Camii de demektedir. Camiin Mimar Sinan tarafından yaptırıldığına dair rivayetler bulunmakla birlikte, ilmî araştırmalar bunun doğru olmadığını kanıtlamıştır. Önceleri camiin kemer aynasında taş üstüne boya ile yazılmış, okunmayan kısa yazının altında 974 tarihi bulunmakta imiş. Bundan camiin h. 974 ve m. 1566/1567 tarihinde kurulduğu anlaşılmaktadır. O zaman olduğu gibi bugün de Sofya'nın merkezinde, şimdiki Mariya Luiza caddesinde bulunmaktadır. Cami binasının dört kubbesinin ortasında büyük kubbesi ve tek minaresi yükselmektedir. Önünde üç kubbeli bir tamamlayıcı ek (tetimmesi) bulunmaktadır. Bu ek, Kadı Seyfullah Efendi'nin vefat eden hanımı ruhuna yaptırılmıştır. Mimarisi 16 yy. özgü ilginç bir mimaridir. Duvarları taş ve tuğladan örülmüş, taş sıraları arasında kırmızı tuğla dizileri yer almaktadır. Razgrad'taki Makbul İbrahim Paşa Camii'nde olduğu gibi, dört köşeden geçirilmiş kulecikler 16 dilimli kasnağın köşelerine çift göğüslemeler konmuştur. Son cemaat yeri kemer aynaları kesme taştan olup, sütunlar yekpare ve koyu renktir. Başlıklar çift ıstalaktitlidir. Kapının kemeri ufak bir taşla biten kesme taşla yapılmıştır. Büyük kubbe kurşunla kaplıdır. İnce bir sanat eseri olan minaresinin, Evliya Çelebi'ye göre, Sofya'da güzellik bakımından eşi yoktur. Bugünkü duruma cami birçok onarımlar sonucu getirilmiştir. Caminin temelli bir onarımı, Türkiye Büyükelçisi Fethi Bey'in malî yardımıyla 1920'li yıllarda gerçekleştirilmiştir. Bu onarım esnasında depremden çatlayan mermer minber tahtadan yapılmış bir minberle değiştirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ve son yıllarda çeşitli hayırseverlerin yardımı ile sıva, boya ve tabandan ısınma tesisleri yapılmıştır. Hayırseverlerin yardımlarıyla camiye ısıtma tesisatı döşenmiş, ayrıca 2007 yılında caminin duvarları ünlü Kütahya çinileriyle süslenerek daha cazip bir hale getirilmiştir. Bu son çalışmalar esnasında caminin ahşap minberinin yerine çinilerle süslü yeni bir minber yapılmış, ayrıca kürsü kurulmuştur. Bugünkü durumda Banyabaşı Camii'nde Cuma günleri 700, bayramlarda ise 2000 mü'min ibadet yapabilmektedir. Bir zamanlar cami etrafında Molla Efendi Kadı Seyfullah'ın ve Emin Dede'nin kabirleri ve yakın mesafede bir hamam bulunmakta imiş. Ancak bugün cami külliyesinden sadece ibadet kısmı kalmıştır. Yönetim. Sofya şehrinin 24 beldesi bulunmaktadır: Bunlar: Sofya'nın şu andaki belediye başkanı Vasil Terziev'dir. Ekonomi. Sofya, Küreselleşme ve Dünya Şehirleri Araştırma Ağı tarafından Beta- küresel şehir olarak derecelendirilir. Bulgaristan'ın ekonomik merkezidir ve Bulgar Ulusal Bankası ve Bulgar Menkul Kıymetler Borsası yanı sıra ülkede faaliyet gösteren çoğu büyük Bulgar ve uluslararası kuruma da ev sahipliği yapar. Şehir, dünya çapındaki finans merkezleri arasında 62. sıradadır. 2015 yılında Sofya, istihdam ve kişi başına düşen reel gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYİH) birleşik büyüme açısından, Güneydoğu Avrupa'daki şehirler arasında en yüksek olanıdır ve 300 küresel şehir arasında 30. sırada yer aldı. O sırada kişi başına düşen reel GSYİH (SAGP) büyümesi %2.5 idi ve istihdam %3.4 artarak 962.400'e yükseldi. 2015'te Forbes, düşük kurumlar vergisi (%10), mevcut yüksek internet bağlantı hızları - dünyanın en hızlılarından biridir ve Eleven Startup Accelerator, LAUNCHub ve Neveq dahil olmak üzere çeşitli yatırım fonlarının varlığı nedeniyle dünya çapında başlangıç işini (İngilizce: startup business) kurmak için Sofya'yı listede ilk 10 yerden biri olarak sıraladı. Kentin kişi başına düşen GSYİH'si (PPS), 2015 yılında Güneydoğu Avrupa'nın en yükseklerinden biri ve ülkedeki diğer şehirlerin çok üzerinde olan 29,600 € (33,760 $) seviyesindeydi. 2018'deki toplam nominal GSYİH, kişi başına 38.5 milyar leva (22.4 milyar $) veya 33,437 leva (19,454 $) idi ve Mart 2020'de ortalama aylık ücretler 1,071 dolardı ve ulusal olarak en yüksekti. Hizmetler, brüt katma değer'in %88.6'sını oluşturarak ekonomiye hakimdir, onu %11.3 sanayi ve %0.1 tarım izler. Tarihsel olarak, İkinci Dünya Savaşı ve sosyalizm altındaki sanayileşme çağından sonra, şehir ve çevresi hızla genişledi ve çelik, pik demir, makine, endüstriyel ekipman, elektronik, tramvay, kimyasallar, tekstil, gıda üreten çok sayıda fabrika ile ülkenin en ağır sanayileşmiş bölgesi haline geldi. Ülkenin diğer bölgelerinden işçi akını o kadar yoğunlaştı ki bir kısıtlama politikası uygulandı ve başkentte ikamet etmek ancak Sofya vatandaşlığı alındıktan sonra mümkün oldu. Ancak 1989'daki siyasi değişikliklerden sonra bu tür vatandaşlık kaldırıldı. En dinamik sektörler arasında Bilgi teknolojisi (BT) ve imalat bulunmaktadır. Sofya, aktif üyelerin yıllık büyümesi açısından Avrupa'nın en hızlı büyüyen ilk 10 teknoloji merkezi arasında ikinci sırada yer alan bölgesel bir BT merkezidir. Sektör, %30'u programlamaya dahil olan yaklaşık 50,000 profesyonel istihdam etmekte ve şehrin ihracatının %14'üne katkıda bulunmaktadır. BT sektörü oldukça çeşitlidir ve hem çok uluslu şirketleri, hem yerel şirketleri hem de yeni kurulan şirketleri içerir. Sofya'da büyük araştırma, geliştirme, yenilik ve mühendislik merkezlerine sahip çok uluslu şirketler arasında Coca Cola'nın ikinci en büyük küresel BT merkezi, Hewlett-Packard, VMware, Robert Bosch GmbH, Financial Times, Experian, vb. gibi bulunmaktadır. Şehir genelinde Business Park Sofia, Sofia Tech Park, Capital Fort ve diğerleri dahil olmak üzere çeşitli ofis ve teknoloji kümeleri kuruldu. İmalat, 2012'den bu yana güçlü bir toparlanma kaydetti, ihracatı üç kat artırdı ve istihdam 70,000'den fazla işe karşılık gelen %52 oranında arttı. Şehrin Ar-Ge uzmanlığı tarafından desteklenen Sofia, elektrikli ekipman, hassas mekanik ve ilaç dahil olmak üzere yüksek katma değerli üretime kaymaktadır. Sofya'da bazıları komşu Sofya Eyaleti, Bozhurishte, Kostinbrod ve Elin Pelin gibi kasabalara yayılan 16 sanayi ve lojistik parkı vardır. İmalat şirketleri arasında uçak gövdesi ve endüstriyel turbomakine sistemleri üreten Woodward, Inc., mikrosensörler üreten Festo, alet kümeleri, LCD ekranlar ve etki alanı denetleyicileri geliştirme ve mühendisliği yapan Visteon, Otomotiv sektöründe mikro elektronik yarı iletken çözümleri üreten Melexis, ilaç üreten Sopharma, Almanya dışındaki en büyük bakım tesisleri olan Lufthansa Technik vb. bulunmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9193", "len_data": 11665, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.66 }
Şam veya Dimaşk (Arapça: دمشق "Dimaşk" ya da الشام "Eş-şam"), Suriye'nin başkentidir. Ayrıca, Şam Valiliğinin ve Rif Şam Valiliği'nin de idari başkentidir. Dünya tarihindeki ilk cinayet olan Kabil ile Habil olayının Şam'ın kuzeyindeki Kasiyun Dağı'nda gerçekleştiğine inanılır. En bilinen tarihi mekanlardan biri Emevi Camii'dir. Ayrıca, bazı Müslümanlar arasında ahir zamanda Mehdi'nin ve İsa'nın bu camiye ineceği inancı vardır. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim'in Suriye'yi ele geçirmesiyle oluşturulan Şam Vilayetinin merkezi haline gelen Şam kenti, hac yolu üzerindeki toplanma noktası olması nedeniyle de ticari yönden önemini korumuştur. I. Dünya Savaşı'nın son günlerinde İngiliz işgaline giren kent Sykes-Picot Anlaşması uyarınca 1920'de Fransa'ya bırakılmış olup, Fransız sömürgeliği yıllarında çok sayıda tahribata ve yağmalamaya uğramıştır. 1946 yılındaki ayaklanmayla Fransız sömürgesi olmaktan kurtulmuş ve Suriye'nin başkenti olmuştur.Suriye İç Savaşı'nda büyük hasar alan şehir, tarihi dokusunu kaybetme ihtimali ile yüz yüzedir. Etimoloji. Arapçada tam olarak Dimeşk eş-Şām (دمشق الشام) denir. Genelde Dimeşk kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar eş-Şam tercih ederler. Eş-Şam Arapçanın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye'ye Bilād eş-Şam (بلاد الشام) demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos (Δαμασκός)'dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)'de Darmeśeq (דרמשק) = İyi sulanmış yer'den gelmektedir. MÖ 14. yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir. Çok sayıdaki ilçelerinin adları hâlâ Aramicedir. Mimari yapı. Emeviler, devrinde dünyanın kültür ve medeniyet merkezi olması sebebi ile mimari yapısı bir hayli gelişkindi, kent mimarisinde Arap, Yunan ve Roma etkileri görülürdü. Dünyadaki ilk modern park örnekleri burada görülmüştür ve buradan İspanya'ya ve oradan Avrupa'nın tamamına taşınmıştır. Fakat uğradığı Moğol saldırılarından dolayı çoğu eserini kaybetmiştir. Osmanlılar, şehri ele geçirdikten sonra buraya pek çok tarihi bina kazandırmışlardır. Ve şehrin en güzel yapıtlarından biri olan tren garını Osmanlılar yapmıştır. Modern Şam, 2000'li yıllarda aşırı gelişme gösteren Şam şu anda, Yeni Şam ve Eski Şam olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Eski Şam, şehir merkezinde tarihi yapıların olduğu klasik kesimdir. Yeni Şam ise merkezin etrafını saran yer yer merkeze biraz uzak modern yapıda binalar ve şehir düzenlemesine sahip yerlerdir. Surları ve kapıları. Stratejik bir konuma sahip olan Şam, dünyanın dört bir yanından gelen tüccarları cezbederdi. Şehir Suriye cenneti olarak biliniyordu. Tahkimatlar şehrin önemi ile uyumluydu. Şehrin ana kısmı büyük bir duvarla çevriliydi. Müstahkem şehir yaklaşık uzunluğunda ve genişliğindeydi. Surların altı kapısı vardır: Barada Nehri Şam'ın kuzey duvarı boyunca aksa da, savunma açısından çok sığdır. Türbeler. Şam'da ve Suriye genelinde İslam ve diğer dinlerde önemli olan kişilerin türbesi yer almaktadır. Örneğin Bilal Habeşi, Yahya Peygamber, Selahattin Eyyubi ve ilk Türk askeri hava şehitlerin mezarlıkları, Zeyneb bint Muhammed'in türbesi ve Muhammed bin Abdullah'ın eşlerinden ve ehlinden gelen İslamiyet'te önem sahibi bazı kişilerin türbesi yine buradadır. Notlar. Tüm dünya ve Arap coğrafyası dahil olmak üzere şehrin adı Dimeşk olarak telaffuz edilirken Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalma gelenek ile Şam demektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9194", "len_data": 3428, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.52 }
Bağdat (), Irak'ın başkenti ve en büyük kentidir. Yüzyıllar boyunca İslam dünyasının bilim, kültür ve ticaret merkezi olan şehir, Abbasiler'e birkaç asır başkentlik etmiştir. 2001 yılında nüfusu 4.950.000 iken, Irak Savaşı sonrası nüfusu 2011'de 7.216.000'e çıkmıştır. Bağdat aynı zamanda Orta Doğu'nun Kahire ve Tahran'dan sonra en büyük üçüncü şehridir. Etimoloji. Bağdat isminin Farsça kökenli olduğu düşünülmektedir. Arap yazarlar tarafından Farsça kaynaklardan edinilen yaygın görüşe göre; isim Farsça 'Bag' (Tanrı) ve 'dād' (verilen) kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş olup 'Tanrı'nın verdiği' veya 'Tanrı hediyesi' manasına gelmektedir. Ancak Hammurabi kanunlarında 'Bagdadu', Talmud'da ve Milat öncesi kaynaklarda 'Bagdasa' ismiyle anılan bir şehir olması şehrin isminin Farsça kökeni hakkındaki tezleri çürütür. Abbasi halifesi Mansur tarafından başkent yapılan ve imar edilen şehre 'medinetüsselâm' (cennet şehri, barış şehri) adı verilmiştir. Bağdat yerine Buğdân, Medinetü Ebu Cafer, Medinetü'l-Mansur, Medinetü'l hulefa ve Zevra gibi adlar da kullanılmıştır. Tarihçe. İslam öncesi dönem. Yüzyıllar boyunca İslam dünyasının önemli tarih, ilim, kültür, siyaset ve ticaret merkezi olan Bağdat, dünyaca ünlü eski medeniyet merkezleri olan Babil, Seleukia, Medain gibi şehirlerin kalıntılarının yakınında kurulmuştur. Bağdat, İslam öncesi dönemde Sasani devletine bağlı küçük bir şehirdi. İranlı tacirler her sene burada bir panayır kurarlardı. Öyle ki bu panayıra Çinli tüccarların dahi geldiği tarihî kaynaklarda yer almaktadır. İslam dönemi. Bağdat, 634 (hicri 13) yılında, halife Ömer'in komutanlarından Müsennâ bin Hârise tarafından fethedildi. Dört halife döneminde daha çok ticaret şehri olarak gelişmesini sürdürdü. Emeviler döneminde ise önemli bir askerî üs haline getirildi. İkinci Abbasi halifesi Mansur, 759 yılında Bağdat'ın ticari ve stratejik önemini fark etti ve şehri Abbasi devletinin başkenti yaptı. Çünkü Bağdat'ın Dicle kıyısındaki sıcak bir iklime sahip coğrafi yapısı askeri ve ticari anlamda büyük öneme sahipti. Halife Mansur ilk olarak 762 yılında şehrin imarına başladı. Adını ise Kur'an'daki 'barış yurdu veya cennet' anlamına gelen 'dar'us selam' isminden esinlenerek 'Medinetu's Selam' koydu. Dicle nehrinin batı yakasında kurulan şehre, İslam dünyasının dört bir yanından getirttiği mimar ve işçilere sağlam surlar ve çarşılar inşa ettirdi. Şehrin imarı konusunda devrin bilginlerinden yararlandı. Dairevi bir şehir planına sahip olan Bağdat, kanallarla Dicle nehrine bağlandı. Ayrıca şehir çevresi 30 m yüksekliğinde surlarla çevrilmişti. Şehrin dört ana kapısı vardı ve bu kapılardan çıkan yollar sıkı bir şekilde korunuyordu. Sarayını şehrin merkezine inşa ettiren Mansur, 774'te askerî bölge için Dicle'nin doğu yakasına 'rusafe kerh' adı verilen bir semt de kurdurttu. Halife Harun Reşid döneminde Bağdat gelişmesini sürdürdü ve bilim alanında devrinin merkezi konumuna yükseldi. 809 yılında Harun Reşid'in ölümünden sonra oğulları arasındaki taht kavgalarında şehir büyük tahribat yaşadı. Halife Mutasım zamanında ise hilafet merkezi Samarra'ya taşınınca şehir gözden düştü. Selçuklu dönemi. 945 yılında Abbasi devletinin zayıflamasıyla şehir Büveyhoğulları'nın eline geçti. Bir ara Türk askerler ayaklanarak şehri ele geçirdiyse de Büveyhoğulları tekrar kontrolü sağladılar. el-Kaim döneminde ise halifenin çağrısıyla Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey 15 Aralık 1055'te şehri alarak Bağdat'ta Türk egemenliğini başlatmıştır. Bu dönemde de gelişen şehirde 1227 yılında Muntasır tarafından ilk İslam üniversitesi kuruldu. 1059'dan 1142'ye dek Büyük Selçuklular, Bağdat'ta Şahne adında Türk asıllı komutanlar bulundurdular. Bu komutanlar, Bağdat askerî valisi ve zaptiye nazırı olarak görev yaparlarken, ayrıca Halife'nin şerefini ve hayatını da koruyorlardı. Moğol ve Timur istilaları. Bağdat'ın tarihindeki ilk felaket, 1258'de Moğol İlhanlı hükümdarı Hülagû Han'ın şehri kuşatmasıyla geldi. Abbasi yöneticilerinin barış teklifine Hülagü olumsuz yanıt verdi. Moğollar, Halife Mutasım'ın teslim olmasının ardından şehri yakıp yıktı, Halife'yi de öldürdü. Şehirdeki 5 asırlık bilimsel ve kültürel birikimi talan etti. Bunların arasında büyük bir bilim merkezi olan Beyt'ül Hikmet de vardır. İslam dünyasında siyasi ve kültürel büyük yıkıma neden olan bu felaketten sonra, 1393 yılında şehri bu defa Timur kuşatmıştır. Timur da Hülagü Han gibi şehirdeki bilim merkezlerini tahrip etmiştir. Safevi dönemi. Bu yıkımlardan sonra şehre 1410-1467 yıllarında Karakoyunlular, ardından da Akkoyunlular hâkim olmuştur. Bu dönemde şehir imar edilmemiş, halkı şehri terk etmeye başlamıştır. 1508 yılında Şah İsmail tarafından alınan şehirde Safevi devri başlamıştır. Şii olan Şah İsmail şehirdeki pek çok Sünni büyük zatın türbelerini ve mimari yapıyı yıktırtmıştır. Bağdat'ın Safevilerin eline geçmesi Osmanlı devletini rahatsız etmiş ve buraya sahip olmak için askerî harekâtlara girişmelerine neden olmuştur. Osmanlı dönemi. Askerî ve ticari öneminden dolayı Kanuni Sultan Süleyman 1534'te Irakeyn Seferi sonucunda Bağdat'ı Safevilerden aldı. 1624'te Safeviler'in geçici işgaline uğrayan şehir padişah IV. Murat'ın Bağdat Seferi sonucunda tekrar Osmanlı ordusunca fethedildi.1821 yılında Davut Paşa Kuzey İran topraklarına saldırdı ancak başarısız oldu. buna sinirlenen Feth Ali Şah Osmanlılara 1821 yılında savaş ilan etti.Bağdat Cephesine İse ise Muhammed Ali Mirzayı atadı ve 40.000 kişilik bir ordu verdi ancak 3900 kişilik orduya sahip olan Davut Paşa Bağdatı başarılı bir şekilde savundu sonucunda ise Muhammed Ali Mirza hastalık sebebi ile öldü. "Ayrıca Bağdat Eyaleti ve Bağdat Vilayeti" Osmanlı sonrası. I. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlıların elinde olan Bağdat, 1917'de İngiliz kuvvetlerince işgal edildi ve 1921'de kurulan bağımsız Irak Krallığının başşehri oldu. Bu durum Türkiye tarafından da Lozan Antlaşması ile (1923) resmen kabul edildi. II. Dünya Savaşı sonrasında petrol gelirlerindeki büyük artış, Bağdat'ın gelişmesinde büyük rol oynadı. Irak sanayisinin çoğu buradadır. Deri eşya, ipek ve pamuklu dokuma, tuğla, çimento, hurma, tütün mamullerinin yanı sıra petrol rafinerileri, demiryolu atölyeleri ve bir de demir çelik fabrikası vardır. Bağdat'ta eski şark pazarlarından, cam ve selih binalara kadar her çeşit mimari yapı görülebilir. Şehrin eski manzarası değişmekle beraber, pek çok eski bina, kaldırım kahveleri, eski tarz minare ve camiler bugün de durmaktadır. Kazımeyn'deki 19. yüzyıl yapısı altın kubbeli görkemli cami ile yüzü aşkın başka cami ve minare, şehrin mimari güzelliğine ayrı bir hava vermektedir. Irak'ın başlıca devlet kurumlarının merkezi yine Bağdat'tadır. 1958'de kurulmuş olan Bağdat Üniversitesinden başka El-Mustansır Üniversitesi, Teknoloji Üniversitesi ve birkaç yüksek okul vardır. Saddam Hüseyin yönetiminin 1990'da Kuveyt'i işgal etmesi üzerine başlayan Körfez Savaşı'nın ardından kurulan ve Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki BM Gücü, 1991 Ocak ayından itibaren Bağdat'ı bombaladı. İki ay süren bombardıman neticesinde şehir harap oldu. 2003 yılındaki Irak savaşı sırasında 9 Nisan tarihinde Amerika Birleşik Devletleri tarafından işgal edildi Coğrafi yapısı. Mezopotamya çanağının ortasında, Dicle Irmağı'nın iki yakası üzerinde ve Dicle'nin Fırat'a en çok (40 km) yaklaştığı noktada, geniş bir alüvyon ovası üzerinde yer alır. Bağdat, konum olarak Irak'ın tam ortasında yer alır ve kalbi durumundadır. Bağdat'ta yazlar kuru ve çok sıcak, kışlar yumuşak ve serin geçer. Ortalama yağış yılda 130 mm dolayındadır. İklim. Bağdat'ta yazlar kuru ve çok sıcak, kışlar yumuşak ve serin geçer. Ortalama yağış yılda 130 mm dolayındadır. Bitki örtüsü. Bağdat'ın iklim şartları, düzlük ve çöl yapısı nedeniyle ilde bitki örtüsü olarak çöl ağaçları olan Palmiye ve hurma ağaçları bulunur. Ekonomi. Bağdat'ın ekonomisini tarım, turizm, alışveriş ve petrol ihracatı oluşturmaktadır. Kültür. Bağdat, Irak ve Mezopotamya kültürü İslam dini ve geleneksel Arap kültürü etrafında biçimlenmiştir. Buna karşın, Bağdat şehri çeşitlilikler içinde yüksek bir kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahiptir. İslam etkisi Arap kültürünün mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında görülebilmektedir. Bağdat mutfağı. Arap mutfağı oldukça tutulmakta olup kentin her yerinde döner lokantalarından Bağdat otellerinin lüks lokantalarına kadar her yerde bulunabilmektedir. Hızlı yiyecekler, Arap, Kürt ve Batı mutfakları da oldukça popüler olup geniş miktarda bulunabilmektedir. Bağdat mutfağı Kürt ve Araplarla binlerce yıllık etkileşimle günümüze gelmiş gayet zengin ve farklı bir mutfaktır. Mutfağın temel malzemeleri kuzu eti, yöresel baharatlar, pirinç ve bulgurdur. Bu nedenle Bağdat mutfağı ağır yemeklerden oluşur. Mutfağın temel bileşenleri Kebap, lahmacun, etli yemekler ve hamurlu tatlılar olup dünyanın her yerinde tanınmakta ve tercih edilmektedir. Fast-Food tarzı Batı kültürünün de arttığı bu devirlerde, fast-foodla yarışabilir hızlı hazırlanabilen bir mutfaktır. Giyim ve kurallar. Bağdat'ta insanların birçoğu yöresel Arap elbisesi olan kandura giyerler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9195", "len_data": 9046, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.75 }
Erivan (Ermenice: Երևան, bazen "Երեվան" olarak da yazılır, /ˌjɛrɛˈvɑn/; Osmanlı döneminde Farsça: ﺭﺍﻭﻦ, Revan, Azerice: İrəvan), Ermenistan'ın en büyük şehri ve 1918'den beri başkentidir. Erivan, Ermenistan'ın on ikinci başkentidir. Erivan MÖ 782 yılında, ülkenin batısında, Ağrı Dağı ovasının en doğusunda ve Hrazdan Nehri'nin geçitlerinin üstünde kurulmuştur. 2500 yıl süren bir tarihe sahiptir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra kısa ömürlü Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti'nin başkenti olmuş ve Ermeni tehcirini yaşayan birçok insan Erivan'a taşınmıştır. 20. yüzyılda Sovyet dönemi boyunca Erivan hızla büyümüştür. Birinci Cumhuriyet sırasında birkaç bin kişilik nüfusa sahip bir köy olan Erivan, yaklaşık 50 yıl sonra Ermenistan'ın kültürel, sanatsal, endüstriyel ve siyasal merkezi konumuna gelmiştir. Ermenistan ekonomisinin gelişmesiyle Erivan hızla değişmektedir. 2000'li yılların başından itibaren şehrin dört bir köşesinde, birçok yeni alan inşa edilmiştir. Yeni altyapılarıyla (binalar, mahalleler, sokaklar, restoranlar ve diğer mağazalar) Erivan kenti hızla batılılaşarak, 70 yıl süren Sovyet idaresinin izini silmektedir. 2022'de yapılan resmi nüfus sayımına göre Erivan nüfusu 1.092.800'dür. Kentin banliyöleri de dahil olduğu zaman şehrin toplam nüfusu yaklaşık 1.245.700 kişiye ulaşmaktadır (şu anki resmî tahmin), yani Ermenistan nüfusunun %42'si bu şehirde yaşamaktadır. Eurocities ortak üyeleri arasında yer almaktadır. Etimoloji ve simgeler. "Erivan" adının kökeni, kent merkezinin yakınındaki Erebuni adlı Urartu kalesinden gelmektedir. Kale, yapıldığı zamanlarda Urartuların en önemli şehirlerinden biri idi, ancak bu kalenin günümüze kalan parçaları sadece yıkıntı halindedir. Harabeleri Erivan'ın on iki ilçesinden biri olan Erebuni'de bulunmaktadır. "Revan", bugün Ermenistan'ın başkenti olan Erivan'a Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen addır. Aynı zamanda bölgede Revan Hanlığı adı verilen bir hanlık da kurulmuştur. Farsça kökenli bir ad olan Revan, giden, yürüyen anlamlarına gelir. Erivan'ın ana simgesi, Türkiye sınırları içinde bulunan ve açık havada şehrin her tarafından görülebilen Ağrı Dağı'dır. Şehrin armasında, Ermenistan armasında olduğu gibi, kafasının üstünde tacı olan bir arslan bulunmaktadır. Bu arma, Kilikya'nın ilk kralı I. Leo tarafından kurulan Kilikya Ermeni Krallığı'nı betimlemektedir. Dünyanın hem doğusu hem de batısında kullanılan bu heraldik sembol, güç ve görkemi simgeleştirmektedir. Bu armada; Leo'nun aslanı, Ruben Hanedanı'nın her kralı gibi taç giyerek, ön-sağ patisinde bir kral asası ve göğsünün üstünde bir Ağrı Dağı deseni ile resmedilmektedir. 27 Eylül 2004'ten beri Erivan, "Erebuni-Yerevan" adlı kendi marşına sahiptir. Bu marş, Paruir Sevak tarafından yazılmış ve Edgar Hovhannisyan tarafından bestelenmiştir. Bu marş, kenti en iyi betimleyen marş ve bayrağı bulmak amacıyla yapılan bir yarışmada seçilmiştir. Beyaz fonda, ortasında bir aslan ile Erivan arması ve bunun etrafında Ermenistan'ın tarihî on iki başkentini simgeleştiren on iki üçgen bulunan bayrak, Erivan şehrini en iyi betimleyen bayrak olarak seçilmiştir. Tarih. Antik dönem. Erivan, dünyanın en eski kentlerinden biri olup, MÖ 782 yılında I. Argişti'nin buyruğuna göre bir taşın üstüne çivi yazısı ile kazılan kendi "doğum sertifikası"na sahiptir. Bu yazılar, Kuzey Kafkasya'dan gelen hücumları önlemek için bir askerî kale yapıldığını ve bu kalenin "Erebuni" ("Erivan" adının kökeni) diye adlandırıldığını anlatmaktadır Bununla beraber daha erken işgaller olduğunu ima eden belirtiler bulunmaktadır. Urartuların en güçlü olduğu dönemde bir sulama kanalı ve su deposu kuruldu. Bir yüzyıl sonra, Erebuni'nin terk edilmesini tazmin etmek için kral II. Rusa otuz kilometre kuzeye Teişebaini kalesini yaptırdı. Ardından kent, kuzey ilinin başkenti oldu. Ancak, MÖ 590 yılında şehir Medler ve İskitler tarafından yağmalandı ve yakılıp kül edildi. Urartular döneminin sonunda devleti idare eden Ervanduni ya da Orontid Hanedanı şehrin yeniden kalkınmasına büyük katkıda bulundu. MÖ 6. yüzyıldan MÖ 4. yüzyıla kadar Ahameniş İmparatorluğu'nun Ermeni ilinin, en önemli merkezlerinden biriydi. MÖ 4. ile MS 3. yüzyıl arasındaki dönem hakkında bilgi, kanıt ya da tarihî izah bulunmaması nedeniyle, bu dönem "Erivan'ın karanlık devri" olarak adlandırılmaktadır. Orta Çağ. Orta Çağın başlangıcında (5. ve 6. yüzyıl arası dönem), şehir etkileyici derecede gelişmekteydi. Nitekim Erivan'ın ilk kilisesi olan Aziz Peter ve Paul Kilisesi 5. yüzyılda kurulmuştur (Kilise 1931'de yıkılmıştır). 640'lı yıllar boyunca birçok denemeden sonra, 658 yılında Araplar kenti ele geçirdi. O dönemlerde Erivan, Ağrı Ovasının ekonomik merkezi olan Divin'den sonra bölgenin en önemli şehri sayılıyordu ki bu 11. yüzyıla kadar böyle devam etmiştir. Araplar, özellikle kitlesel din değiştirmeler ile Ermeni nüfusunu asimile etmeye çalıştıysa da, güçlü bir direniş gösteren Ermenilerle uzlaşmak zorunda kaldılar. Bu dönemden sonraki mütevali halifeler Hristiyanlığı hoşgörüp, Ermenilere büyük oranda özerklik vermiştir. 740 yılındaki ayaklanmalara kadar Erivan, barış ve refah dolu bir dönem yaşadı. Bu ayaklanmalarda şehir yağmalandı ve bazı bölgeler yakılıp kül edildi. Bunun sonucunda ileride Ermenistan kralı olacak olan I. Aşot başkanlığında, 850 yılına kadar özerkliğini geri kazanamadı. I. Aşot, "prenslerin prensi" unvanı ile vali olarak Ermenistan'ı idare etmeye başladı. Onun bu göreve başlaması Bagratlı Krallığı'nın başlangıcının bir işaretidir. 920 yılında Doğu Roma İmparatorluğu'nun desteği ile Kral II. Aşot Erivan'ı ve bölgesini krallığa geri verdi. 10. yüzyılda, askerî ve ekonomik gücü nedeniyle Erivan, Doğu Ermenistan'ın başkenti oldu. Kent, 11. yüzyıla kadar Bagratlı Krallığı'nın bir parçasıydı, Büyük Selçuklu Devleti kenti ele geçirmeden önce 1023 yılında Bizanslılara gizlice teklif edildi. 1041'de kralın ölümüyle, Bizans imparatoru V. Mihail Erivan, Ani ve Ağrı Ovasını ele geçirdi. Ancak, Büyük Selçuklu Devletinin bölgeye tekrar taarruz etmesiyle, Bizanslılar Ani şehrine geri çekildi. Selçuklular, Erivan'ı yakıp kül etti, sokaklar cesetlerle dolu olarak şehri kendi hâline bıraktı ve 1064'te bütün krallığın idaresini ele geçirdi. 12. yüzyılda Gürcistan bölgesel bir askerî güç hâline geldi ve Büyük Selçuklu Devleti'ni geri püskürtmek için Ermenilerle birleşmeyi kabul etti. Erivan 1201'de alınarak yeniden inşa edildi ve 21 yıl boyunca bir "altın çağ" yaşadı. 1225'ten itibaren Türkmen ve Moğol istilaları birbirini izledi; bunlar, Erivan halkının Hristiyan olmasına rağmen kenti belirli bir hoşgörüyle yönetti. 1256'da Erivan, Moğol İmparatorluğu'nun dört ulusundan birinin başkenti oldu. 13. yüzyılın sonuna doğru Mahmud Gazan'ın İslam dinine geçmesi ve Moğol göçebeliği, bölgenin gelişiminde duraklamaya neden oldu. Bütün ülke kıtlıktan kırıldı ve insanlar kaçarak Erivan'ı terk ettiler. Birkaç işgalden sonra 1387'de Timur, şehri ve bölgeyi talan ederek harap etti. Yeniçağ. 16. ve 17. yüzyıllar kent için kötü bir dönem idi; şehir Farslar ve Türkler arasında bir savaş meydanı oldu ve Araplar ve Moğollar tarafından sürekli yapılan saldırılara ek olarak, 1679 yılında gerçekleşen depremle neredeyse bütün kent yıkıldı. Günümüzde bazı nadir kalıntılara rastlanmaktadır. Şehir Rus egemenliğine 13 Ekim 1827 tarihinde geçti. Ruslar tarafından yönetildiği dönemde, (aşağı yukarı 1827 yılında) şehrin nüfusu sadece 12.500 kişi idi ve bunun neredeyse yarısı Ermeni değildi. Barışın geri gelmesi sayesinde, şehrin nüfusu yavaşça çoğalmaya başladı ve şehir bölgenin ve daha sonra da valiliğin başkenti seçildi. 20. yüzyılın başlangıcında Erivan, Rus İmparatorluğu'nun sınırlarında bulunan 30.000 kişilik nüfusa sahip bir köy idi. 29 Mayıs 1918 yılında tarihsel Azerbaycan toprağı olan Erivan AXC tarafından Ermenistana verildi ve 1918 yılında yeni Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti'nin başkenti olduğu ilân edildi ve 1920'ye kadar yeni bağımsız Ermenistan'ın merkezi oldu. Kentin baş kentbilimcisi Aleksandr Tamanyan, kenti tamamen yeniden biçimlendirerek bu cumhuriyeti gerçek bir değeri olan başkente dönüştürdü. Yeni alanlar, yollar, köprüler, bir uluslararası havalimanı ve 1980'lerde Erivan metrosunun inşa edilmesi ile bu büyüme, şehrin görünümünü tamamen değiştirdi. 29 Kasım 1920 tarihinde, Ermenistan'ın Sovyetleşmesinden sonra Erivan, hâlâ cumhuriyetin başkenti idi, ancak 1922 yılında Transkafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte başkent Tiflis oldu. 1936 yılında o cumhuriyetin dağılması ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile Erivan tekrar ülkenin başkenti oldu ve 1991'de ülkenin Sovyetler Birliği'nden ayrılarak bağımsızlığını kazanmasından sonra hâlâ ülkenin başkentidir. 1988'de Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığına taraftar olan gösteriler, Sovyetler Birliği'nde perestroykanın uygulanmasına ve on beş Sovyetler Birliği Cumhuriyetinin bağımsızlık istemesiyle sonuçlanan olaylardan biri idi. 1988 Spitak Depremi Ermenistan'ın bağımsızlık sürecini erteledi ve bu nedenle Ermenistan, bağımsızlığını kazanan en son cumhuriyetlerden birisi oldu. 1990'lı yıllardaki ekonomik krizden sonra, 2000'li yıllarda Ermenistan ekonomisi büyümekte ve Erivan'ın yüzü hızla değişmektedir. Coğrafya. Rakım ve konum. Erivan ülkenin merkez batısında, Ağrı Dağı Ovasının kuzey doğusunda bulunmaktadır. Yedi tepenin üzerinde kurulu olan kent, bu açıdan Roma ve İstanbul gibi şehirlerle ortak bir özelliğe sahiptir. Şehrin bazı semtleri ovada, bazıları da yaklaşık 1300 metre rakıma sahip dağların tepelerinde yer almaktadır. Ağrı Dağı ovasının sınırında olan şehrin güney ve güney batı bölgeleri deniz seviyesinin 900 metre üstündedir. O mevkideki iklimin çok sıcak ve yazın biraz rüzgârlı olması nedeniyle, şehrin en popüler bölgelerinden biridir. Ayrıca şehrin iki havalimanı, terk edilen fabrika ve banliyölerdeki birçok elektrik santrali de (örneğin bu kısımların batısında 30 kilometrelik mesafede bulunan Metzamor Nükleer Santrali) bu bölgelerde bulunmaktadır. Deniz seviyesinden 950-1000 metre yükseklikte bulunan şehir merkezi ve kuzey batıdaki bölgeler, şehrin nispeten daha alçak kısımlarıdır. Bu bölgeler Tsitsernakaberd'in ve Hrazdan Nehri'nin kanyonunun üstünde kuruludur. Birçok restoran ve kulüp de buralarda yer almaktadır ve yaz akşamları hem turistler, hem de Erivanlılar için popüler dinlenme yerleridir. Kentron ilçesi nehrin sağ kıyısında yer almakta, soldaki kıyıda ise Acapnyak ilçesi bulunmaktadır. Kumlu toprağı ve kuru iklimi nedeniyle bu bölgelerde hava tozludur. Şehrin batısındaki çıkışta nehir, Erivan Gölü'ne akmaktadır, bu gölün kıyılarının hemen üstünde Amerika Birleşik Devletleri'nin elçiliği bulunmaktadır. Yaklaşık 1300 m. yükseklikte, yeşilliklerle dolu ve yazın serin olan şehrin kuzeyi ve doğusu, özellikle Avan, Nork-Maraş, Arabkir ve Kanaker-Zeytun ilçeleri şehrin en popüler yerleridir. Ağrı Dağı ve ovası hemen her yerden izlenebilir. Ek olarak şehrin doğusunda küçük bir tepenin üstünde, şehrin kurulduğu yer olan Erebuni Kalesi'nin yıkıntıları bulunmaktadır. Erivan, Ermenistan'daki diğer şehirlere karşın, bir "marz"'ın (bölge) kısmı değil, kendisine münhasır olmak üzere, etrafı diğer marzlarla çevrili olan belirli bir "toplum"dur. Kuzeyinde Kotayk, güneyinde Ararat, güney batısında Armavir ve kuzey batısında Aragatsotn marzları bulunmaktadır. İklim. Şehrin dağlarla sarılı bir düzlükteki konumu, denizden uzaklığı ve bunların etkileri nedeniyle Erivan, karasal iklime sahiptir. Bu iklim bazen ilçelere göre değişmektedir; yüksek rakımlarda, dağ ikliminden etkilenebilir (yazın daha soğuk geceler ve daha çok fırtına, kışın ise daha çok kırağı ve kar yağışı vardır). Şehrin ortalama güneş ışığı oranı yılda 2700 saattir. Erivan'ın her yerinde, kışlar ağır kar yağışı ve donla çok sert, yazlar ise genellikle çok sıcak geçer (sıcaklık 35 °C'e, Ağrı Dağı ovasında 40 °C'a bile ulaşabilir). Ağır yaz fırtınaları nedeniyle Erivan'da az yağmur yağmaktadır (yılda 318mm). Doğal felaketler. Ermenistan'ın tümü, deprem bölgesinde bulunmaktadır. Arap ve Avrasya levhaları bu bölgede bulunmaktadır. Ülkede, özellikle de Erivan'da, şimdiye kadar birçok deprem olmuştur. Bunların en önemlisi ve en güncel olanı 1988 Spitak Depremi'dir; bu depremin merkezi Erivan'ın 100 km kuzeyinde yer alan Spitak şehridir ve deprem en az 25.000 kişinin ölümüne neden olmuştur. Richter ölçeği'nde ölçülen değeri 6,9 olan bu depremin sarsıntıları başkente kadar hissedilmiştir. Erivan'da yüzlerce bina bu sarsıntıları hissetse de, depremin yıkıcı etkilerini atlatmış ve ayakta kalmıştır. 17. yüzyılda da benzer bir deprem meydana gelmiş ancak o zaman şehrin büyük bir bölümü yıkılmıştır. Günümüzde bazı Ermeni sismologlar, bütün şehri yıkacak ve yüz binlerce kişinin ölümüne neden olacak büyük bir depremin gerçekleşeceğini düşünmektedir. Bu sismologlar, Erivan'daki binaların çoğunun ya 1988'deki depremden dolayı hasarlı olduğu ya da büyük afetlere dayanamayan Sovyet tipi binalar olduğu için endişe taşımaktadır. Şehirdeki yapıların %40'ı gerekli deprem dayanıklılık şartlarını yerine getirmemektedir. Siyaset. Başkent. Erivan, 1918'de Birinci Cumhuriyet'in kuruluşundan beri Ermenistan'ın başkentidir. Ermenistan, Sovyetler Birliği'nin bir Sovyet cumhuriyeti olduğu dönemde de Erivan bu cumhuriyetin başkentiydi ve dolayısıyla cumhuriyetin bütün siyasal kurumları buradaydı. 1991'de, Üçüncü Cumhuriyet'in (yani bugünkü Ermenistan) kuruluşunda da, Erivan ülkenin siyasal merkezi olarak kaldı ve yine bütün ulusal kurumlar (parlamento, bakanlıklar, v.d.) burada kuruldu. Belediye. 5 Temmuz 1995'te uygulamaya giren Ermenistan Anayasası ile, Erivan'a "marz" (bölge) statüsü verildi. Bu doğrultuda Erivan ilinin idarî özellikleri, ülkedeki diğer illere benzemekle beraber, Erivan'a özel bazı ek özellikler de içermektedir. Erivan'ın idarî otoritesi şunları içermektedir: Ermenistan Anayasası'nda yapılan en son değişiklik, şehri bir "toplum" yapmıştır. Bu değişikliğe göre Erivan'ın, doğrudan ya da dolaylı olarak seçilen bir belediye başkanı ve şehre özel bir yasa ile idare edilmesi gerekmektedir. Bu yasa şu anda Ermenistan Parlamentosu'nda hazırlanmaktadır. Yasanın ilk taslağı Aralık 2007'de, ikinci taslağı ise 2008 ilkbaharında hazırlanmıştır. Bu yasaya göre Erivan belediye başkanı dolaylı olarak seçilecektir. Erivan'ın eski belediye başkanlarından biri olan Hambartsum Galstyan, hem İkinci Cumhuriyette Erivan'ın en son belediye başkanı hem de Üçüncü Cumhuriyetin ilk belediye başkanı idi. Üçüncü Cumhuriyet döneminde, Galstyan'dan sonra sekiz kişi daha belediye başkanı olmuştur. Günümüzdeki belediye başkanı ise Gagik Beglaryan'dır. 1998'den beri Erivan şehri, Uluslararası Frankofon Belediye Başkanları Derneği'nin (Fransızca: "Association des maires francophones", AIMF) bir üyesidir. Ulusal polis ve sokak polisine ek olarak, Erivan kendi belediye polisine de sahiptir. Her üç kurum, şehirde düzeni korumak için beraber çalışmaktadır. İdari yapılanma. Erivan on iki ilçeye () bölünmekte ve her bir ilçe bir ilçe başkanı tarafından idare edilmektedir. Her ilçede kendi içinde mahallelere () bölünmektedir. Herhangi bir ilçe en fazla sekiz mahalle içerebilir. Demografi. Küçük bir köy olarak kurulan Erivan, bugün Ermenistan'ın başkenti ve bir milyondan fazla nüfusa sahip büyük bir şehirdir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması'na kadar şehir nüfusunun çoğu Ermeni idi; ancak Rus, Kürt, Azeri ve Fars azınlıklar da vardı. 1988 ve 1994 arasındaki Karabağ Savaşı sonrasında Azerilerin çoğu şehri terk etti ve 1990'lı yıllar boyunca süren ekonomik kriz nedeniyle Rusların çoğu da Ermenistan'dan taşındı. Bugün ise, neredeyse her Erivanlı Ermenidir. Ülkenin diğer bölgelerinde ve diğer eski Sovyet ülkelerinde olduğu gibi, ekonomik kriz nedeniyle birçok insan yurtdışına (çoğunlukla Avrupa ve Kuzey Amerika'ya) taşınmıştır. Erivan nüfusu 1989'da 1.250.000 kişiden 2001'de 1.103.488 kişiye ve 2003'te 1.091.235 kişiye düşmüştür. Erivan belediyesine göre, 2006'da banliyö dahil toplam nüfus 1.245.700 idi. Ekonomi. Endüstri. 2001'de Erivan'ın, ulusal endüstriyel üretim oranına katkısı %50'dir. Bir kum ocağı işletmesi dışında, Erivan endüstrisinin temel alanları imalat, işlem ve bakımdır. 1990'lı yıllar boyunca süren ekonomik kriz, ülkenin endüstrisini mahvettiyse de hâlâ, birkaç tane de olsa, etkin fabrika vardır. Özellikle petrokimya sektörü ve daha az oranda alüminyum eritme endüstrisi sağlamdır. Erivan'da bulunan diğer endüstriler; otomobil parçaları, türbinler, elektrikli makineler, gaz kompresörleri ve makine aletlerinin üretimi ile ilgilidir. Erivan, Hrazdan Nehri'nin her iki kıyısındaki konumu sayesinde hidroelektrik enerji üretmektedir. Belediye topraklarında iki hidroelektrik santrali bulunmaktadır. Bunun dışında, şehrin güneyinde bulunan bir ısı enerjisi santrali de şehre elektrik vermektedir. İnşaat. 2000'li yılların başından beri inşaat sektörü sağlam ve düzenli bir büyüme göstermektedir. Şehrin panoraması, göğe yükselen birçok vinç içermektedir. Ermenistan'ın batılılaşması ile, fazla Sovyetik olarak düşünülen Stalinist binalar, özellikle Sovyetler Birliği döneminin son yirmi yılında inşaat edilen binalar ve onarılıp yeniden kullanılabilmek için çok yaşlı olan binalar yıkılmaktadır. Buna ek olarak, arazi fiyatlarının artması nedeniyle, yerine çok katlı binaların inşaat edilmesi için, şehir merkezindeki küçük binalar da yıkılmaktadır. Kamusal yapılar. 1990'lı yıllar boyunca bakımı ihmal edilen sokaklar, sokak mobilyaları (çöp kutuları, banklar, sokak lambaları vs.), köprüler, kamu parkları vb., son yıllarda onarılmakta ve bunlara ek olarak yeni kamusal yapılar da yapılmaktadır. Ekonominin büyümesi ve çok daha fazla yatırım olmasına rağmen, yaklaşık on beş yıl boyunca ihmal edilen bu yapıların eksikliklerini tamamlamak için binlerce işçi gerekmektedir. Hizmet sektörü. Turizm. 2006'da 382.000 ve 2007'de 510.300 turist sayısıyla, Ermenistan'ın en büyük gelirlerinden biri de turizm sektöründen gelmektedir ve ülkenin en fazla turist gelen şehri de Erivan'dır. Turizmin gelişmesiyle birlikte kentte birçok otel ve restoran açılmış, havalimanı büyütülmüş, eğlence parkları kurulmuş ve seyahat ve turizm acenteleri açılmıştır. Taksi ve mağaza sayısının çoğalması, dolaylı olarak turizmin gelişmesinin sonucudur. Ticaret. Ermenistan'ın ekonomik sistemi batıya daha çok yaklaştıkça, şehrin dört bir köşesinde yeni caddeler ve alışveriş merkezleri kurulmaktadır. Adidas, Bang & Olufsen, Hertz, Levi's, Lacoste, LG, Naf Naf, Philips ve Puma gibi hemen her büyük marka ve şirket, Erivan'da bulunan bir şubeye sahiptir. Hizmetler. 2001'de Erivan'ın ulusal hizmet sektöründeki payı %76,3'e yükselmiştir. Erivan ülkenin başlıca medyalarını bünyesinde barındırmaktadır: basın ("Armenian liberty", "Azg", v.d.), radyo ("Ermenistan Kamu Radyosu", "Radio 2", "Radio VEM", "Radio Van", "City FM", "Radio Aurora", RFI, vs.) ve televizyon şirketleri ("Armenia 1", "Armenia TV", "Yerevan TV" vb.). Yüksek eğitim seviyesiyle birlikte düşük çalışma fiyatları nedeniyle, büyük yabancı yatırımcı Erivan'a para yatırmaktadır. Özellikle bilişim sektörü çok gelişmiş ve Haziran 2005'te Lycos Avrupa'nın merkezinin Erivan'a taşınmasından sonra Microsoft da Ermenistan'da bir büro açmıştır. Buna ek olarak özel alanı internet ya da cep telefonu olan şirketlerin merkez büroları Erivan'da kurulmuştur. Yaşam standartları yükseldikçe ihtiyaçlar da artmıştır; 1990'lı yılların sonlarında Erivan'da birçok banka şubesi, noter bürosu, hukuk firması ve muhasebe bürosu açılmıştır. Yine bu doğrultuda, inşaat ve ticaret sektörlerinin durumu iyidir. Sağlık güvenliği. Ermenistan'ın sağlık sisteminin üçte ikisi Erivan'da yer almaktadır. Şehir beş genel hastane, dokuz devlet kliniği ve birçok -hem devlet hem de özel olan- dal merkezi içermektedir. Yoksullukla mücadele. Son yıllarda Ermenistan'ın yoksulluk oranı düşmekte ve bu düşüş de en çok Erivan'da olmaktadır. Yoksulluk oranı 1998-1999'da nüfusun %58,4'ini kapsarken 2005'te %23,9'a ve aşırı yoksulluk ise aynı yıllar arasında %24,8'den %3,6'ya düşmüştür ancak Erivan, ülkenin en büyük gelir eşitsizliklerine sahiptir. Şehrin en az fakir olan Kentron ilçesi ve en fakir olan ilçeleri Acapnyak, Nubaraşen ve Şengavit ilçeleridir; her üç ilçenin yoksulluk oranları, millî yoksulluk oranı ortalamasından daha düşüktür. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun yardımı ile, oranlardaki bu değişim millî düzeninin bir parçasıdır ve ekonominin büyümesi ve işsizlik oranının düşmesi sayesinde bu duruma gelinmiştir. Ülkenin diğer şehirleriyle kıyaslandığında ekonomik ilerleme en fazla Erivan şehrinde olmaktadır, çünkü ekonomik faaliyetlerin merkezi çoğunlukla başkentte yer almaktadır. Kentleşme. Erivan, Ermenistan Cumhuriyeti'nin başkenti olmasına yakışır şekilde, nüfusu bir milyonu aşan, ülkenin en büyük şehridir. Ayrıca ülkenin en gelişmiş endüstriye sahip şehri de burasıdır. Ermenistan'ın ana endüstriyel, ticarî ve fennî merkezi ve demiryolu ağının merkezidir. Endüstriyel yapıların çoğu şehrin güneyinde yer almaktadır. Erivan, yedi tepenin üstüne kurulmuş, çok çeşitli bir şehirdir. Geniş alanlar, uzun caddeler, yeşermiş bahçelerle parklar ile pembe ve aşıboyası tüflü yapılardan oluşmaktadır. Şehirdeki pembe rengi sadece tüfden değil, Ağrı Dağı'nın karlı tepelerinin üstünde batan güneşten de kaynaklanmaktadır. Erivan'ın yol ağının düzensizliği, şehrin büyüsünü biraz daha artmaktadır. Kentbilimciler, sert doğa şartları ve şehrin konumuyla baş etmişlerdir. Şehrin alanı aslında deniz seviyesi üstünde 865 ve 1390 metre arası rakımlarda ve Hrazdan Nehri'nin geçitlerinde bulunmaktadır. Şehir merkezi. Şehir merkezinde üniversiteler, Fen Akademisi, müzeler, bakanlıklar, kamu kütüphaneleri, resim galerileri, gece kulüpleri ve konser salonları gibi birçok farklı mekân bulunmaktadır. Daha varoş ilçeler ise genellikle Brejnev tipi binalarla doludur. Kentron (Ermenicede "merkez") alanı çoğunlukla Cumhuriyet Meydanı ve Erivan Operası'nı kapsamaktadır. Özellikle kenarları Sovyet tipi anıtsal yapılarla dolu büyük meydanlara giden, ağaçlarla gölgelenen uzun caddelerden oluşur. Bu yapıların özgünlüğü, Orta Çağ mimarisinden esinlenen desenlerle süslenen cepheleri örten sünger taşlarından kaynaklanmaktadır. Şehrin diğer özelliklerinden biri, şehirde bulunan yeşil alanların ortalarında bulunan çeşmelerin çok olmasıdır. Çağdaş Erivan. Erivan, Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından beri, yavaş yavaş eski komünist yönetimin simgelerini silmektedir. Yollara ve önemli adlara sahip olan meydanlara, yeni adlar verilmekte ve Sovyetler Birliği kahramanlarının heykellerinin hepsi yıkılmaktadır. Şehir hızla değişmektedir; 1990'lar boyunca süren ekonomik krizin atlatılmasından sonra, firma ve restoranlar her açıdan gelişmekte ve bu büyük yapılar da şehir merkezini etkin bir şekilde değiştirmektedir. Bu yapıların en önemlisi, 800 metre uzunlukta olan ve Opera'yı Cumhuriyet Meydanı'na bağlayan Kuzey Caddesi'dir. Yeni bir cadde olmakla birlikte, birçok yeni apartman, dükkân, restoran ve büyük bir yeraltı otoparkına sahip yeni bir mahalledir. Ayrıca araba trafiğinin devamlı artması nedeniyle belediye, şehir merkezindeki trafiği azaltmak için yeni bir çevre yolunun inşasını başlatmıştır. Şehir merkezindeki araba sayısının çoğalması da, ciddi park etme sorunlarına neden olmaktadır. Belediye bu sorunu çözmek için Nisan 2008'de yaptığı açıklamayla, 2011'e kadar belediye başkanlığı, Opera Binası ve Cumhuriyet Stadı gibi yoğun bölgelerde 10.000 yeraltı park yeri yapılacağını duyurmuştur. Park ve bahçeler. Erivan, park ve çeşmelerle dolu olan çok yeşil bir kenttir. Şehir merkezinin etrafında bir "yeşil kemer" vardır; bu birkaç kilometre uzunlukta olan bir parktır ve içinde birçok çay bahçesi, tenis ve basketbol sahası, heykel ve ormanlık alan vardır. Yeşil kemer güneyde, Surp Krikor Lussavoriç katedralin yakınlarında başlayıp, kuzeyde Erivan Operası'nın arkasında ve Maştots Caddesi'nde gemi şeklinde yapılmış bir büyük kafe-restoran olan "Poplavok" ile sınırlanmıştır. Yeşil kemerin sonlarına doğru bulunan Özgürlük Meydanı, bir gölet ve buna ek olarak da birçok kafe ve restoran terasını içermektedir. Merkezî konumu nedeniyle kentin en önemli yerlerindendir. Şehrin yüksek rakımlardaki Kanaker-Zeytun ilçesinde bulunan Zafer Parkı, Ana Ermenistan heykelini içermektedir ve buradan Erivan şehri ile Ağrı Dağı ve ovasının bir kısmı açıkça görünebilir. Ek olarak burada dönme dolabı, çarpışan araba sahası ve diğer eğlence araçları içeren küçük bir lunapark, kayıkları olan bir gölet, kafeler ve "Golden Palace" adlı lüks bir otel bulunmaktadır. Diğer parklar da şehir merkezini süslemektedir ve çevresindeki ilçeler de -bazıları büyük olan- doğal alanlarla doludur. Günümüzde başkentte, 1992 ve 1993 yılları boyunca süren ekonomik krizden az yara kalmıştır; kalan yaralardan biri ise, bu yıllar boyunca, Erivanlıların kışın evlerini ısıtmak için, şehirdeki ağaçların çoğunu kesip yakmaya mecbur kalmalarıdır. Abideler. Erivan'ın abidelerinin çoğu 20. yüzyıldaki Sovyet döneminde yapıldı. I. Dünya Savaşı'na kadar Erivan, nüfusu sadece 30.000 kişi olan küçük bir kent idi ve 1960'lı yıllara kadar da büyük bir metropol haline gelmedi. Sovyet dönemi abideler. 1920'li yıllar boyunca Aleksandr Tamanyan adlı mimar, devlet başkentinin tasarımını çizmekten sorumlu oldu. Şehrin binalarının mimarisinin çoğu Tamanyan tarafından çizildi. Simgesel olarak kentin en önemli abidesi, adı "Tsitsernakaberd" olan "Ermeni Soykırımı" anıtıdır. Bu abidenin inşaatı 1966'da başlayıp 1968'de bitti. Şehir merkezindeki Cumhuriyet Meydanı, başkentin merkezî mekânı ve şenlikler ve karşılaşmalar yapmak için kentin ana yeridir. Seçilen başkanlar orada yaşamaktadır ve Ermenistan Millî Galerisi orada bulunmaktadır. Ülkenin ana sanat galerisi olan Ermenistan Millî Galerisi'nde, Ayvazovski ve Boudin gibi birçok Avrupalı ve Ermeni ressamın eserleri sergilenmektedir. Bundan uzak bir mesafede bulunmayan Erivan Operası, Ermeni başkentinin ana eğlence salonudur. Bir bölümü Aram Haçaturyan konser salonunu, öbür bölümleri ise millî opera tiyatrosu ve Aleksandr Spendiaryan balesini kapsamaktadır. Opera, inşaatından birkaç yıl sonra, 1937'de Paris Uluslararası Fuarı'nda sergilenmiş ve Büyük Altın Madalyası'nı kazanmıştır. Cumhuriyet Meydanı ile Opera şehrin en önemli şenlik mekânlarıdır. 2008'den beri her iki mekân da 800 metre uzunluğa sahip olan Kuzey Caddesi'nde bulunmaktadır. 1970'li yıllar boyunca basit bir dekoratif eser olarak imgelenen Çağlayan abidesine, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra yeni bir hayat verilmiştir. Abidenin özelleştirilmesi, abidenin restorasyonu ve bir sanat müzesinin inşaat edilmesi gibi birçok projenin oluşturulmasına yol açmıştır. Ayrıca abidenin bir kısmı aynı zamanda açık hava konser tiyatrosu da olabilir ve bu şekilde ilk kullanımı "Armenian Navy Band" konseri ile Haziran 2006'da olmuştur. Şehrin diğer abideleri; Sovyet etkisi merkez istasyonu (özellikle girişin önündeki David Sassuntsi heykeli), şehir merkezinden 20 km. mesafede bulunan eski havaalanı, Matenadaran Kütüphanesi ve şehrin birçok heykele ev sahipliği yapan diğer mekânlarında da görünebilir. Birçok eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleri'nin başkenti gibi Erivan da, boyu 311,7 metre olan kendi televizyon kulesine sahiptir. Ayrıca Stalin'in ölümünden sonra onun bütün şehre bakan kocaman heykelinin yerine Ana Ermenistan heykeli konulmuştur. Bu heykel, bir kılıç tutarak şehirde barış sağlayan bir kadını betimlemektedir. Dinî abideler. Başkentte Hristiyanlığın en büyük mekânı 2001'de yapıldı. Bu mekân, 301 yılında Hristiyanlığın Ermenistan'ın resmî dini olarak seçilmesinin 1700. yıldönümünü kutlamak için yapılan Surp Krikor Lussavoriç Katedrali'dir; ki bu katedral Yıldönümü Kilisesi olarak da adlandırılmaktadır. Bu katedral aslında üç ayrı kiliseye bölünmektedir, ana kilisesinde -yıldönümü yılına atıfta bulunularak- 1700 sandalyesi vardır. Ana kiliseye ek olarak, iki küçük kilise daha vardır, bunların toplam kapsamı 300 yer olup alanı da 3200 m²'dir. Erivan ayrıca eski kiliselere de sahiptir ve bunların en ünlü olanları Zoravar ve Katoğike Kiliseleridir. Katoğike, şehrin en eski kilisesidir. Sovyet döneminde yapılan iki binanın arasında bulunan bu kilise, 13. yüzyılda yapılmıştır. Zoravar ise, 17. yüzyılın sonunda yapılmıştır. Başkent önemi daha az olan ve günümüze daha yakın zamanlarda yapılan diğer kiliselere de sahiptir. Kentte İslam da kendi mekânına sahiptir: 1766'da yapılan Gök Camii, Erivan'ın günümüzde de var olan sekiz camisinin arasındaki en son yapılan camidir. İranlılar tarafından verilen özel yatırımların yardımı ile 1995'te cami tamamen restore edilmiştir ve özellikle başkentin İranlı nüfusu için orada düzenli olarak dinî hizmetler verilmektedir. Yol ağı. Erivan'ın ulaşım yolları. Erivan, geometrik bir planda yapılmış bir otobana sahiptir. Arabaları etkin bir şekilde geçirmek için şehir merkezindeki caddelerin çoğu geniştir (bazı yerlerde 2x4 şeritler vardır). Bu caddeler, daha küçük, çoğunlukla ağaçlı ve yerel trafiğe ait olan yollardan geçer ve genellikle şehir içinde bir yerlerde biter. Dikkate değer olan anayollar arasında; şehrin güney geçidi olan Matenadaran'a bağlayan Mesrop Maştots Caddesi; Barekamutiun'u Fransa Meydanı'na bağlayan ve hem Cumhurbaşkanlığı köşkü hem de Parlamentoyu içeren Mareşal Bağramyan Caddesi; Fransa Meydanı'ndan sonra bu caddenin uzantısı olan oteller, restoranlar ve dükkânlar içeren Sayat-Nova Sokağı; güneyde Cumhuriyet Meydanı'nda biten Abovyan Sokağı; ve şehir merkezinden geçen Kuzey Caddesi. Ancak, Hrazdan Nehri boğazından geçebilmeyi sağlayan sadece üç nokta vardır: Davtaşen Köprüsü, Büyük Hrazdan Köprüsü ve Zafer Köprüsü. Kanyonun dibinde, nehri geçebilmeyi sağlayan beş de küçük köprü bulunmaktadır; bu köprüler, 1945'e kadar güneyden şehre girmeyi sağlıyordu. Otoyollar ve çevre yolu. Şehirdeki büyük anayollarına (özellikle Maştots, Bağramyan ve Tigran Metz caddeleri) ek olarak, Erivan'da örümcek ağı şeklinde birleşen ve onlarca kilometre uzaklıkta olan birçok otoyol vardır: Ermenistan'daki araba sayısının hızla yükselmesi (yılda 12.000 araba satın alınmaktadır) şehir merkezindeki trafik seviyeleri artırmış ve bu nedenle bazı otoyollar bazen neredeyse yarım gün boyunca aşırı trafiğe uğramaktadır. Bu sorunu çözmek için belediye yeni yol ağları inşaatına para yatırmıştır. En büyük olan proje, kent çevresindeki bir otoyolda bulunan bir eski demiryolunun geliştirilmesiydi. Bu yapının inşası Ekim 2008'de bitti ve 3 Aralık 2008'de trafiğe açıldı). "Saralanci Otoyolu", Çağlayan Abidesi'nin altından ve inşası süren yeni bir lüks yerleşim bölgesinin arkasından geçip Davtaşen Köprüsü'ne ulaşarak, şehrin merkezi ile kuzey batısını birbirine bağlamaktadır. Ulaşım. Metro. Erivan metrosu (Ermenice: Երևանի մետրոպոլիտեն) on istasyona sahip 12 kilometre uzunluğunda bir hat içermektedir. Şehrin kuzey batıdasında iki yeni istasyon da inşaat halindedir. Bir ana istasyonunun ("Ajapniak") ve bunu metro ağıyla birleştiren bir kilometrelik tünelin inşaat edilmesi, toplam 18 milyon dolar tutacaktır. İnşaatın bitme tarihi henüz kesinleştirilmemiştir. Daha uzun vadeli projelerin içerisinde iki yeni metro ağının inşaat edilmesi vardır; ancak bütçe açığı nedeniyle yeni bir inşaatın başlama günü hâlâ kesin değildir. Otobüs ve minibüs. Erivan 46 otobüs ve minibüs hattı ve 24 troleybüs hattına sahiptir. Sovyet dönemindeki eski otobüsler hâlâ çalışsaydı, teker teker bunların yerine sarı renkte yeni otobüs ve minibüsler konulurdu. Sarı renk, Erivan'ın kamu ulaşım sistemlerinin resmî rengidir. 2006'dan beri Erivan belediyesi şehrin her mahallesinde bir otobüs durağı inşaat etmiştir. Bundan önce sadece otobüs duraklarına yakın yaşayan insanlar otobüs için nerede beklenmesi gerektiğini biliyordu. Şehirde dolaşan otobüslere ek olarak Nor Kilikya semtinde bulunan merkez otobüs durağından, hem Ermenistan'ın her şehri hem de yurtdışında bazı şehirlere (örneğin Tiflis ve Tebriz) giden otobüsler de vardır. Tramvay. 1906'dan beri Erivan'da servis yapan tramvay, Ocak 2004'te son yolculuğunu yapmıştır. 2003'ün sonunda belediye, tramvayı çalıştırma fiyatı, gelirden 2,4 kat daha yüksek olduğu için tramvayı kapatmaya karar verdi. Bundan sonra raylar sökülüp ayrı parçalar olarak satıldı. 2007'de neredeyse her tramvay yolu çıkarıldı ve bunların yerine asfalt yollar yapıldı. Tren. Erivan'da sadece bir tren istasyonu mevcuttur (1990'dan beri banliyödeki istasyonlar kullanılmamaktadır). Sovyet mimarisindeki binaların çatıları üstündeki, sivri uç ve onun üstündeki komünizm simgeleri olan kızıl yıldız, orak ve çekiçleri batı standartlarında olmaktan uzaktır. İstasyondan, Türkiye ve Azerbaycan sınırlarının kapanmasından beri günde sadece dört iç hat treni ve her iki günde bir de Gürcistan'a giden bir uluslararası tren geçmektedir. Sovyetler döneminde bu istasyondan Bakü ve Moskova'ya da sefer yapılabilmekteydi. Ancak 90'lı yıllarda Azerbaycan sınırının kapanması ve Abhazya savaşı sonrası Gürcistan'ı Abhazya'ya bağlayan demiryolu köprünün yıkılması sonrası bu seferler yapılamamaktadır. 9.000 ila 18.000 dram arası fiyatlar için örnek olarak Tiflis'e giden gece yolculuğu verilebilir. Bu tren, daha sonra Karadeniz kıyısındaki Batum şehrine doğru yola devam eder. Demiryolu Azerbaycan'a ait Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nden geçtiği için, artık Erivan'dan İran'a doğru giden herhangi bir tren seferi yoktur. Bununla birlikte Sünik Marzı'nın güneyinde, Aras nehrine paralel geçen ve Nahçıvan'ı Bakü'ye bağlayan demiryolu üzerindeki yerleşimlerle de başkent'ten demiryolu bağlantısı kesilmiştir. İran'la Ermenistan'ı birbirine bağlayan yeni bir ağın inşa edilmesi için, şu anda bir proje üzerinde düşünülmektedir. Tren istasyonu, "Sassuntsi Davit" istasyonu ile metro ağı arasındadır. Teleferik. 2004'e kadar Erivan merkezi ve Nork-Maraş ilçesindeki Nork semti arasında bir teleferik vardı. O sene Nisan ayı başında, kabinlerden biri kırılıp teleferikten ayrılarak 17 metre düştü. Kazada, kabindeki yedi yolcunun beşi öldü. Her gün yaklaşık 500 kişi teleferiği kullanıyordu. Kazadan sonra kabloların birkaç tanesi yırtıldı; ancak bunlar tamir edilmedi. Teleferik servisinin devam edebilmesi için, teleferiğin tamir masrafını ödeyebilecek yatırımcılara ihtiyaç vardır. Hava ulaşımı. Erivan'daki Zvartnots Uluslararası Havalimanı, şehir merkezinin 12 km. batısında bulunmaktadır. Bu havalimanı aynı zamanda, ülkenin ilk havalimanı ve Armavia şirketin merkezidir. SSCB döneminde inşa edilen Zvartnots Havalimanı, 1985'te ilk kez restore edildi ve havalimanını uluslararası şartlara uyarlamak için 2002'de tekrar restore edildi. Bundan sonra yeni bir terminalin inşaatı başladı ve geliş bölümünün açılışı ile inşaatın ilk dönemi Eylül 2006'da bitti. Gidiş bölümü ise Mayıs 2007'de açıldı. Günümüzde, Almanya, Avusturya, Birleşik Krallık, Çekya, Fransa, Hollanda, İsrail, Lübnan, Rusya, Türkiye ve Ukrayna gibi ülkelere giden ve bu ülkelerden gelen birçok uçuş vardır. Erivan ikinci bir havalimanına da sahiptir: Erebuni Havalimanı. 1991'de ülkenin bağımsızlığından beri bu havalimanında özel uçuşlar hariç ticarî uçuşlar yapılmamaktadır. Ermeni Hava Kuvvetleri'nin üssü orada bulunmaktadır ve birçok MiG-29 Erebuni'nin pistinin üstünde tayin edilmiştir. Eğitim. Ülkenin başkenti olması dışında Erivan, aynı zamanda Ermenistan'ın en çok sayıda eğitim merkezine sahip olan yeridir. Erivan'da 27 ortaokul ve 12 sanat okulu bulunmaktadır ve hepsi Ermenistan Eğitim Bakanlığı tarafından idare edilmektedir. Ermenistan'ın en büyük üniversiteleri (hem devlet, hem de özel) Erivan'da bulunmaktadır. Ucuz fiyatları ve İngilizce dilinde tıp öğretimi nedeniyle, bu üniversitelerde özellikle Hindistan'dan çok sayıda yabancı öğrenci okumaktadır. Erivan'ın en eski üniversiteleri I. Cumhuriyet döneminde (1918-1920) kuruldu: 1930'lu yıllar boyunca birkaç Sovyet üniversitesi açıldı: Ermenistan'ın Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığını ilan etmesinden sonra birkaç de yabancı üniversite kapılarını açtı. Bunlar: Kültür ve eğlence. Müzeler ve kütüphaneler. Erivan'ın ana müzesi, 1921'de inşa edilen Ermenistan Millî Galerisi'dir. Bu galeri Ermenistan Tarih Müzesi ile birleştirilmiştir. Ayvazovski, Kandinskiy, Chagall ve Boudin gibi ünlü adlarının eserlerini içeren daimi bir sergiye ek olarak, galeride daimi olmayan sergiler de bulunmaktadır, örneğin 2005'teki Yann Arthus-Bertrand sergisi, 2005'teki İtalya-Ermenistan sergisi ya da Ekim 2006'daki "Fransa'da Ermenistan Yılı"'nı kutlamak için düzenlenen sergi. Büyüklük olarak olmasa da, bir simge olarak daha önemli olan "Ermeni Soykırımı müzesi", Tsitsernakaberd'in yanında bulunmaktadır. Matenadaran; Orta Çağ'dan 17.000 eski el yazısı ve birçok Kitab-ı Mukaddes içeren bir kütüphane ve müzedir. Şehrin merkezinde, Mesrop Maştots Caddesi'nin üstünde bulunmaktadır. 2007'de -Fransa'da Ermenistan Yılı'nı kutlamak için- Matenadaran, Louvre Müzesi'nin "Armenia Sacra" sergisi için, birkaç el yazısını Louvre Müzesi'ne ödünç olarak vermiştir. Hrazdan Nehri'ne bakan Parajanov Müzesi, 2002'de tamamen restore edildi ve burada Ermeni film yönetmenleri ve ressamlar tarafından yapılan 250 eser, belge ve fotoğraf sergilenmektedir. Müzenin müdürü Zaven Sarkisyan adlı bir fotoğrafçı ve tarihçidir. Erivan başka müzelere de sahiptir, örneğin Ortadoğu Müzesi ve Erivan Şehri Müzesi. Sinemalar, tiyatrolar, opera ve konser salonları. Erivan şehri birçok sinemaya sahiptir ve bunlardan biri de meşhur "Moskva" sinemasıdır. Erivan'da sinemaya gitmek için Rusça bilmek şarttır; çünkü gösterilen her film bu dilde dublajla gösterilmektedir. 2004'ten beri "Moskva" sineması her yıl Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali'ne ev sahipliği yapmaktadır. En son festival 12 Temmuz 2009'dan 19 Temmuz 2009'a kadar sürmüş ve Altın Kayısı Ödülü'nü kazanan film, George Ovashvili adlı Gürcü film yönetmeni tarafından yönetilen "The Other Bank" filmi olmuştu. Erivan opera binası; Aram Haçaturyan konser salonu, ulusal opera tiyatrosu ve Aleksandr Spendiaryan Balesi'ne ev sahipliği yapmaktadır. Çok sayıda tiyatro bulunması sayesinde aynı anda birçok sahne oyunu sunulabilmekte ve büyük "Hamalir" salonu gibi bazı şov salonlarında ise bazen konserler de sunulabilmektedir; ancak sıcak Ermeni yazları nedeniyle, yazın konserler genellikle açık havada yapılmaktadır. Eğlence. Erivan Hayvanat Bahçesi, 1940'ta kuruldu. 1990'lı yıllar boyunca süren ekonomik kriz geçtikten sonra, buranın finansal durumu artık daha sağlamdır. Filler, kartallar, ayılar, develer ve diğer 260 hayvan türünü görmenin fiyatı bir Eurodan daha azdır. "Waterworld", şehrin tepelerinden birinde bulunan bir su parkıdır. Birçok havuz, su kaydırağı, bar ve restoran içermektedir. Bu park eskiden Ekim ve Mayıs arasında kapalı olsa da; 2003'te inşaatı başlayan "Aquatek" bölümünün 2007'deki açılışından sonra, jakuzileri, havuzları, hamamları, fitness salonları, restoranları ve oteli ile artık bütün sene boyunca açıktır. Birkaç kilometre daha uzakta Sevan Gölü'ne doğru giden yolda, ikinci bir lunapark, "Play City", bulunmaktadır. Bu kompleks; bir karting pisti, bir bovling salonu, bir sinema, bir paintball oynama alanı ve birkaç arcade oyun salonu içermektedir. Turizm. Beş yıldır Ermenistan'da turizm her yıl biraz daha gelişmektedir ve bundan en çok yararlanan da Erivan'dır. Çünkü ülkenin otelleri, restoranları, barları ve gece kulüplerinin çoğu Erivan'da bulunmaktadır. Belediye, şehirde birçok geliştirme çalışması yapmaktadır; yine bu sayede Zvartnots Havalimanı zaman geçtikçe gelişmekte, inşaatı 2006'da başlayan yeni terminalin açılışının 2010'da olması beklenmektedir. Spor. Başkentte en çok oynanan spor futboldur. Erivan'da yedi futbol kulübü bulunmaktadır; bunların beşi birinci ligde, geri kalan ikisi ise ikinci ligde oynamaktadır. Başkentin ilk futbol kulübü olan Pyunik, Bardzraguyn humb'ı bugüne kadar on bir defa kazanmıştır. Erivan'da beş büyük stadyum bulunmaktadır: Nairi Stadyumu, Kasahi Marzik Stadyumu, Mika Stadyumu, cumhuriyetin stadyumu ve en büyük olan Hrazdan Stadyumu. Hrazdan Stadyumu'nun adı, Hrazdan Nehri'nden gelmektedir. Ayrıca bu stadyumda boks ve karate salonları ile basketbol ve tenis kortları içeren bir spor kompleksi vardır. Ermenistan uzun zamandır satranç yarışı tablolarının zirvesindedir. Ermenistan Satranç Federasyonu'nun büroları Erivan'daki Kentron ilçesinde bulunmaktadır. Ayrıca şehrin dört bir köşesinde birçok satranç kulübü vardır. 1996'da, o zamanda mevcut ekonomik krize rağmen, 32. Satranç Olimpiyatı Erivan'da yapıldı. 2006'da Ermenistan satranç takımı dördü de Erivanlı olan Levon Aronyan, Vladimir Agopyan, Gabriel Sarkisyan ve Tigran Petrosyan adlı üyeleriyle, Torino'daki dünya şampiyonasını kazandı. Aynı ekip 2008'de Dresden'deki şampiyonayı da kazanmayı başarmıştır. Kardeş şehirler. Erivan'ın 16 şehirle kardeş şehir anlaşması, 13'ü ile de "partner şehir" anlaşması vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9196", "len_data": 40647, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.74 }
Helsinki (), Finlandiya'nın başkenti ve en kalabalık şehridir. Finlandiya Körfezi kıyısında yer alır ve Güney Finlandiya'nın Uusimaa bölgesinin merkezidir. Kentin belediye sınırları içinde yaklaşık 687.000 kişi yaşamakta olup, başkent bölgesinde bu sayı 1,3 milyona, metropol alanında ise 1,6 milyona ulaşmaktadır. Finlandiya'nın en büyük kentsel yerleşimi olan Helsinki, ülkenin siyaset, eğitim, finans, kültür ve araştırma alanlarındaki en önemli merkezidir. Şehir; Estonya'nın başkenti Tallinn'in kuzeyinde, İsveç'in başkenti Stockholm'ün doğusunda ve Rusya'nın Sankt-Peterburg kentinin batısında yer alır. Helsinki'nin bu üç şehirle tarihî açıdan önemli bağları bulunmaktadır. Espoo, Vantaa ve Kauniainen şehirleri ve doğudaki komşu Sipoo belediyesi de dâhil olmak üzere çevredeki banliyö kasabaları ile birlikte Helsinki bir metropol alanı oluşturmaktadır. Bu alan, genellikle Finlandiya'nın tek metropolü olarak kabul edilir ve bir milyondan fazla nüfusuyla dünyanın en kuzeydeki metropol alanıdır. Ayrıca, bir Avrupa Birliği üye ülkesinin en kuzeydeki başkentidir. Helsinki, Stockholm ve Oslo'dan sonra İskandinav ülkelerindeki en büyük üçüncü şehirdir. Kentsel alanı ise Stockholm ve Kopenhag'dan sonra İskandinav ülkelerindeki üçüncü en büyük alandır. Komşu şehir Vantaa'da bulunan Helsinki-Vantaa Havalimanı, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya'daki çok sayıda noktaya sık uçuşlarla şehre hizmet vermektedir. Helsinki, resmî dilleri Fince ve İsveççe olan iki dilli bir şehirdir. Nüfusun %74'ü Fince, %5'i İsveççe ve %20'si diğer dilleri konuşmaktadır. 1952 Yaz Olimpiyatları'na, 1975'te ilk AGİT/AGİK (günümüzde OSCE) Zirvesi'ne, 1983'te ilk Dünya Atletizm Şampiyonası'na ve 2007'de 52. Eurovision Şarkı Yarışması'na ev sahipliği yapan Helsinki, 2012 yılında Dünya Tasarım Başkenti seçildi. Şehir ayrıca, 2014 yılında UNESCO'nun Yaratıcı Şehirler Ağı'na “Tasarım Şehri” unvanıyla dâhil edildi. Helsinki, dünyadaki en yüksek kentsel yaşam standartlarından birine sahiptir. İngiliz "Monocle" dergisi 2011 yılında Helsinki'yi yaşanabilir şehirler endeksinde dünyanın en yaşanabilir şehri olarak seçti. Economist Intelligence Unit'in 2016 yaşanabilirlik araştırmasında Helsinki 140 şehir arasında dokuzuncu sırada yer aldı. Temmuz 2021'de Amerikan dergisi "Time", Helsinki'yi dünyanın en harika yerlerinden biri, “gelecekte gelişen bir kültür yuvası haline gelebilecek” ve şimdiden bir çevre öncüsü olarak bilinen bir şehir olarak adlandırdı. Tarihçe. Helsinki, 1550 yılında İsveç Kralı I. Gustav tarafından, Hansa şehri olan Reval'e (günümüzde Tallinn) rakip olmayı hedefleyen bir ticaret kenti olarak kuruldu. Ancak bazı planların uygulanamamasından dolayı yoksulluk, savaşlar ve hastalıklarla anılan küçük bir kasaba olarak kaldı. 18. yüzyılda donanma kalesi Sveaborg'un inşaatı Helsinki'nin statüsünü iyileştirdi. 1809'da Finlandiya'nın Finlandiya Savaşı sonucunda Rus İmparatorluğu'na geçmesinin ardından Çar I. Aleksandr, yeni kurulan Finlandiya Grandüklüğü'nün başkentini Rusya'ya yakın olması nedeniyle 1812'de Turku'dan Helsinki'ye taşıdı. 1827'de Büyük Turku Yangını'nın ardından ülkenin tek üniversitesi olan Turku Kraliyet Akademisi de Helsinki'ye taşınarak günümüz Helsinki Üniversitesi adını aldı. Bu düzenlemeler kentin yeni rolünü pekiştirdi ve sürekli yeni bir yol izlemesine yardımcı oldu. Bu dönüşüm, çoğunlukla Alman mimar Carl Ludvig Engel'in planı doğrultusunda Sankt-Peterburg'u andırmak için neoklasik tarzda yeniden inşa edilen şehir merkezinde oldukça belirgindir. Başka yerlerde olduğu gibi, demiryolları ve sanayileşme gibi teknolojik gelişmeler kentin büyümesinin arkasındaki kilit unsurlardı. Helsinki, 20. yüzyılın ilk yarısında Finlandiya İç Savaşı ve kentte iz bırakan Kış Savaşı da dahil olmak üzere Finlandiya tarihinin fırtınalı doğasına rağmen istikrarlı bir şekilde gelişmeye devam etti. Şehir 1952 Yaz Olimpiyatları'na ev sahipliği yaptı. 1970'lerde Finlandiya'nın hızlı bir şekilde kentleşmesi, Avrupa'nın diğer bölgelerine göre geç dönemlerde meydana geldi ve metropol bölgesinde nüfusu üç katına çıkardı. Helsinki'nin nispeten seyrek nüfus yoğunluğu ve alışagelmedik yapısı çoğunlukla büyümesinin gecikmesine atfedilir. Coğrafya. Helsniki "Baltık'ın Kızı" veya "Baltık Denizi'nin İncisi" denilir. Helsinki, Finlandiya'nın güneyinde Finlandiya Körfezi üzerindeki yarımadanın ucunda ve 315 ada üzerindedir. İç şehir, gerçek adı Vironniemi ("Estonya Burnu") ile nadiren anılan "Helsinginniemi" ("Helsinki Burnu") güney yarımadasındadır. Helsinki'nin şehir içi bölgesinin belirli bölgelerinde nüfus yoğunluğu özellikle Kallio bölgesinde 'ye ulaşırken, nispeten daha yüksektir. Ancak diğer Avrupa başkentlerine kıyasla değeriyle Helsinki seyrek nüfusludur. Helsinki'nin kent merkezi dışında ve doğusunda çoğunlukla ormanlar ile ayrılan banliyöler vardır. Metropol bölgesi. Helsinki'nin Başkent bölgesi denilen Helsinki metropol bölgesi (Fince: "Pääkaupunkiseutu", İsveççe: "Huvudstadsregionen") şu dört belediyeden oluşur: Helsinki, Espoo, Vantaa ve Kauniainen. Helsinki kent alanı, Finlandiya'nın tek metropolüdür. 1,1 milyondan daha çok nüfusu vardır ve Finlandiya'nın en yoğun nüfuslu yeridir. Başkent bölgesinin alanı 'dir. Nüfus yoğunluğu ise 'dir. Yüzölçümünün sadece yüzde 0,2'sinde ülke nüfusunun yüzde 20'sinden fazlasını kapsaması ile bölge konut yoğunluğu Fin standartlarına göre yüksektir. İklim. Baltık Denizi ve Kuzey Atlantik Akıntısı'nın hafifletici etkisi nedeniyle, kışın sıcaklıklar kuzey mevkideki oranlardan daha yüksektir. Yine deniz etkisinden dolayı yaz aylarında günlük sıcaklıklar biraz daha serin ve iç kesimlere kıyasla gece sıcaklıkları daha yüksektir. Ocak ve Şubat aylarında ortalama sıcaklık -5 °C civarında olup Haziran ve Ağustos aylarında ortalama en yüksek sıcaklık 19-22 °C arasındadır. Şimdiye kadar şehir merkezinde kaydedilen en yüksek sıcaklık 18 Temmuz 1945'te 33.1 °C ve en düşük sıcaklık ise 10 Ocak 1987'de -34.3 °C idi. Mahalleler ve diğer alt bölümler. Helsinki üç ana bölgeye ayrılmıştır: Helsinki Şehir Merkezi (Fince: Helsinki kantakaupunki, isveçce: Helsingfors innerstad), Kuzey Helsinki (Fince: Kuzey Helsinki, İsveçce: Norra Helsingfors) ve Doğu Helsinki (Fince: Itä-Helsinki, İsveçce: Östra Helsingfors). Bunlardan Helsinki Şehir Merkezi, banliyölerin aksine, sermayenin tanımsız çekirdek alanı manasındadır. İş merkezi ve şehir merkezi Kluuvi, Kamppi ve Punavuori'dedir. Şehir merkezinin dışındaki diğer alt bölüm merkezleri arasında şehrin kuzeydoğu kesiminde yer alan Malmi (İsveçce: Malm), ve Itäkeskus (isveçce: Östra centrum), şehrin doğu kesimindedir. Yönetim. Helsinki, dört yılda bir seçilen 85 üyeli bir belediye meclisi tarafından yönetilmektedir. Finlandiya'nın tüm diğer belediyelerinde olduğu gibi belediye meclisi, şehir planlaması, okullar, sağlık bakımı ve toplu taşımacılık gibi konularda temel karar verme organıdır. Helsinki'nin günümüz belediye başkanı 2 Ağustos 2021 tarihinden bu yana Ulusal Koalisyon Partisi'nden Juhana Vartiainen'dir. Helsinki, 59 mahalleye ayrılır. Ekonomi. Büyük Helsinki bölgesi, Finlandiya GSYİH'inin yaklaşık üçte birini üretmektedir. Kişi başına düşen GSYİH, ulusal ortalamanın yaklaşık 1.3 kat daha fazladır. Ülkedeki 100 en büyük şirketten 83'ü Büyük Helsinki bölgesi merkezlidir. Helsinki Borsası ülkenin tek menkul kıymetler borsası olup OMX'in bir parçasıdır. Büyük Helsinki, Finlandiya'nın GSYİH'sının yaklaşık üçte birini oluşturur. Kişi başına düşen GSYİH, ulusal ortalamanın kabaca 1,3 katıdır. Helsinki, hizmet verilen BT ve kamu sektörlerinden kâr eder. Ağır sanayi işlerinden taşınan denizcilik şirketleri de önemli sayıda insan istihdam etmektedir. Metropol alanının kişi başına brüt katma değeri, 27 Avrupa metropol alanı ortalamasının 2 katı olup, Stockholm ve Paris'dekilere eşittir. Brüt katma değer yıllık büyüme %4 civarındadır. En büyük 100 Fin şirketinden 83'ünün genel merkezi Büyük Helsinki'dedir. En yüksek ücretli 200 Fin yöneticinin üçte ikisi Büyük Helsinki'de ve %42'si Helsinki'de yaşıyor. En çok kazanan 50 kişinin ortalama geliri 1,65 milyon euro idi. Musluk suyu mükemmel kalitededir ve dünyanın en uzun kesintisiz kaya tünellerinden biri olan 120 km Päijänne Su Tüneli tarafından sağlanır. Demografi. Fince ve İsveççe Helsinki'nin resmi dilleridir. Nüfusun %81.9'unun ana dili fince ve %6.2'si ise İsveççe konuşan kişilerdir. Helsinki Finlandiya'nın en fazla yabancı nüfuslu şehridir. Helsinki'de 130'dan fazla ulusun insanı yaşamakta ve bu grubun büyük çoğunluğu Rusya, Estonya, İsveç, Somali, Sırbistan, Çin, Irak ve Almanya vatandaşlarıdır. Göçmenlik. Birçok uluslararası limanın ve Finlandiya'nın en büyük havalimanının kavşağı olan Helsinki, Finlandiya'nın küresel geçiş kapısıdır. Şehir, Finlandiya'nın en büyük göçmen nüfusuna sahiptir. Helsinki'de 140'tan fazla millet vardır. Estonya dışında dünyada en çok Estonyalı buradadır. Estonyalı göçmenlerin sayısı 2015'ten bu yana her yıl azalarak 12.970'ten 2021'de 11.639'a düştü. 2020'de Somalili göçmenler, Helsinki'nin en büyük ikinci büyük göçmen grubu olarak Estonyalıları geride bıraktı. Helsinki'de yaklaşık 1.000 Sami yaşıyor. Yabancı uyruklular nüfusun %10,3'ünü, toplam göçmen nüfusu ise nüfusun %17,6'sını oluşturur. Anadili yabancı olan insan sayısının 2035'te 196.500'e yani nüfusun %26'sına çıkması beklenmektedir. Nüfusun %15'ini oluşturan 114.000 kişi Avrupa dışı dilleri konuşacaktır. Kültür. Helsinki Finlandiya'nın geçiş yoludur. Kent işletme, finans, moda, tıp, eğlence, medya ve kültürde ülkenin can damarıdır. Çok sayıda çeşitli müzeler, sergi sarayları, galeriler ve sahneler mevcuttur. Finlandiya ve diğer Kuzey ülkelerinin en çok abonesi olduğu gazete - Helsingin Sanomat günlük olarak Helsinki'de basılıyor. Eğitim. Helsinki'de 190 ilkokul, 41 ortaokul ve 15 meslek enstitüsü bulunmaktadır. 41 ortaokulunun yarısı özel veya devlete, diğer yarısı ise belediyelere aittir. Helsinki'de ayrıca altı üniversite ve dört politeknik okulu bulunmaktadır. Helsinki'nin en bilinen üniversiteleri Helsinki Üniversitesi, Aalto Üniversitesi, Hanken Ekonomi Okulu ve Helsinki Sanat Üniversitesi'dir. Spor. Helsinki'nin uzun bir spor geleneği bulunmaktadır. 1952 Yaz Olimpiyatları sırasında ilk uluslararası tanınmışlığını kazanan kent, 1983 ve 2005'te Dünya Atletizm Şampiyonası ve 1971, 1994 ve 2012'de Avrupa Atletizm Şampiyonası'na ev sahipliği yaptı. Helsinki'nin Finlandiya'nın en büyük ve en başarılı futbol takımı olan HJK Helsinki ile 7 yerel şampiyonluğa sahip yerel rakibi IFK Helsingfors olmak üzere iki futbol takımı bulunmaktadır. İki takım arasındaki maçlar genellikle Stadın derbisi olarak bilinir. Buz hokeyi de birçok Helsinki sakini arasında popüler olup, IFK Helsingfors (HIFK) veya Jokerit takımları bulunmaktadır. Ulaşım. Yollar. Büyük Helsinki bölgesinini çevreleyen Helsinki otoyol ağ omurgası, otoyolları birbirine bağlayan üç yarım daire şeklindeki Kehä I, Kehä II ve Kehä III'çevreyol'larından oluşur. Finlandiya'nın diğer bölgelerine ve sırasıyla "Länsiväylä" ve "Itäväylä" batı ve doğu arterlerine gider. Finlandiya'nın çeşitli bölgeleri için önemli birkaç Fin karayolu Helsinki'den çıkar ve "Vihdintie" bir istisnası ile çoğu otoyol‘dur. En önemli karayolları şunlardır: Helsinki'de 1000 kişi başına 390 araba düşer. Bu, Brüksel'in 1000'de 483'ü, Stockholm'ün 401'i ve Oslo'nun 413'ü gibi benzer nüfus ve bina yoğunluğuna sahip şehirlerden daha azdır. Şehirlerarası demiryolu. Helsinki Garı, Finlandiya'nın ana tren istasyonudur. Helsinki'den ülkenin tüm büyük şehirlerine trenle ulaşılabilir, Sankt-Peterburg ve Moskova'ya Allegro yüksek hızlı tren hizmeti vardır. Helsinki, 11 milyon yolcu ile Avrupa'nın ikinci en işlek yolcu limanıdır ve başta Tallinn, Mariehamn, Stockholm olmak üzere gemi seferleri vardır. Havacılık. Hava trafiği esasen komşu şehir Vantaa'da, Helsinki şehir merkezinin yaklaşık 17 km kuzeyindeki Helsinki Havalimanı'ndan gerçekleştirilir. Helsinki'nin kendi havaalanı Helsinki-Malmi Havalimanı, esasen genel ve özel havacılık için kullanılır. Hernesaari Heliport'tan charter uçuşlar yapılabilir. Deniz taşımacılığı. Helsinki, 11 milyon yolcu ile Avrupa'nın ikinci en işlek yolcu limanıdır ve başta Tallinn, Mariehamn, Stockholm olmak üzere gemi seferleri bulunmaktadır. Kentsel Ulaşım. Büyük Helsinki bölgesinde, toplu taşıma Helsinki Bölgesel Ulaştırma idaresi tarafından yönetilmektedir. Helsinki'deki toplu taşıma sistemi tramvay, banliyö treni, metro, otobüs hatları, iki feribot hattı ve bir halka açık bisiklet sisteminden oluşur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9197", "len_data": 12429, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.49 }
Dublin (İrlandaca: "Baile Átha Cliath", "Áth Cliath" ya da "Dubh Linn" diye de bilinir), İrlanda’nın başkenti ve aynı zamanda en büyük şehri. Ülkenin doğu kıyısının ortasında, Liffey Nehri'nin ağzında, Dublin Kontluğu'nun merkezinde yer almaktadır. Viking yerleşimlerinin merkezi olarak kurulan şehir, Orta Çağ’dan beri İrlanda’nın başkentidir. Dublin şehri dendiği zaman aslında Dublin Şehir Konseyi'ne bağlı bölge kastedilse de, halk arasında Dublin’den çevre bölgelerden bazılarını, (Dún Laoghaire, Fingal ve Güney Dublin gibi), kapsayacak şekilde de bahsedilmektedir. Bu bölgeye bazen Dublin metropolü ya da Dublin kenti de denmektedir. BBC’nin 2003 yılında, Avrupa genelinde 112 kent ve kırsal kesimden, 11.200 kişiye uyguladığı bir ankette, Dublin, Avrupa’nın yaşanacak en iyi başkenti, İrlanda ise Avrupa’nın en mutlu ülkesi seçilmiştir. Dublin, yılda dört milyonun üzerinde ziyaretçisiyle, Paris ve Londra’dan sonra Avrupa’da en çok ziyaret edilen başkenttir. Adı. Dublin ismi, İrlandaca'da "siyah havuz" anlamına gelen "Dubh Linn" kelimesinden gelmektedir. Tarihsel olarak, İrlandaca'da yazımında "bh"’deki "b"’nin üzerinde "Duḃ Linn" ya da "Duḃlinn", şeklinde bir nokta bulunmaktadır. Fransızca konuşan Anglo-Norman’lar noktayı kaldırmışlar ve ismi "Develyn" ya da "Dublin" olarak yazmışlardır. Bazı kaynaklarda "Dublin" isminin İskandinavya kökenli olduğuna dair de düşünceler bulunmaktadır. Yine de "Dubh Linn" ismi Viking’lerin İrlanda’ya gelmelerinden öncesine dayanır ve Eski Nors dilinde ve modern İzlandaca’da kısaca "Dubh Linn" kelimelerinin Eski Nors diliymiş gibi yazılmasıdır, yani "Dyflinn" (okunuşu "Düv-linn" şeklindedir, 'y' harfi Norveççe, İsveççe, Eski Nors dili gibi dillerde, ‘ü’ olarak okunurken İzlandaca'da yazılış aynı kalmış olsa da okunuşu /i/ sesini almıştır). Modern İrlanda dilinde şehrin yaygın ismi "Baile Átha Cliath"tır. Bu isim, Türkçe’ye yaklaşık olarak “Sazlık engellerinin sığ olduğu yerdeki yerleşim yeri” şeklinde çevrilebilir. Bu kelimeyle 988 yılında II. Mael Sechnaill tarafından kurulan, Dubh Linn kasabası ve Siyah Göl ile birleşen yerleşim yeri kastedilmektedir. Tarihi. Yunan astronom ve kartograf Ptolemy'nin yazıları Dublin ile ilgili en eski kaynaklardandır. M.S. 140 civarında "Eblana Civitas" adlı bir yerleşim yerinden bahsetmektedir. 'Dubh Linn'in yerleşim yeri olarak tarihi M.Ö. 1. yüzyıla kadar gitmektedir. Sonraları burada bir manastır inşa edilmiştir. Ama kasaba olarak 841 yılında Norse'lar tarafından kurulmuştur. 'Baile Átha Cliath' ya da kısaca 'Áth Cliath' 988 yılında kuruldu ve bir süre sonra bu iki kasaba birleşti. Bugünkü şehir birinin İngilizceleştirilmiş ismini, diğerinin de özgün Galce ismini almıştır. Normanların İrlanda'yı işgalinden sonra Dublin başkent oldu ve iktidar, bağımsızlıklarına dek Dublin kalesinde toplandı. 14. yüzyıldan 16. yüzyılın sonlarına kadar Dublin ve çevresi (Pale, yani sınır, mıntıka olarak bilinir), İrlanda'nın hükûmet kontrolündeki en büyük alanını oluşturmaktaydı. 17. yüzyıldan itibaren, "Geniş Caddeler Komisyonu"'nun da desteğiyle, şehir hızla büyüdü. Kralları I. ve IV. George'lar arasındaki dönemde (yani Georgian dönemi), bir süre Londra'dan sonra Britanya İmparatorluğu'nun ikinci şehri konumundaydı. Dublin'in en ilgi çekici mimarisinin büyük bir bölümü bu dönemden kalmadır. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında, Cumhuriyetçi devrimcilerin Birleşik Krallık'a karşı başlattıkları ayaklanmalar, 24 Nisan 1916'daki Postane Baskını ile harekât boyutuna ulaştı, ama 24-30 Nisan arasında süren Paskalya Ayaklanması, devrimcilerin teslim olmasıyla son buldu. Bu süreçte ön plana çıkan Michael Collins ayaklanmalar süresince kullandığı taktiklerle şehir içi gerilla savaşının ilk örneklerini sergiledi. Bu ayaklanmalar başkenti istikrarsız bir sürece soktu. "İngiliz-İrlanda savaşı" ile "İrlanda iç savaşı" kenti yıkıma uğrattı. Şehrin en güzel binaları bu savaşlar sırasında yıkıldı. İrlanda Bağımsız Eyaleti binaların çoğunu yeniden inşa etti. Parlamentoyu Leinster Sarayı'na taşıdı ama yeniden düzenlemek gibi büyük bir işe kalkışmadı. "Acil durum" diye adlandırılan, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Dublin "zaman-dışı" bir başkent olarak kaldı: modernleşme yavaş gerçekleşiyordu ama sonunda 1960'larda değişim hızlanmaya başladı. Son yıllarda, yerleşim, ulaşım ve iş alanında yapılan özel ve devlet girişimleriyle, Dublin'in alt yapısı oldukça değişti. Bazı ünlü sokak köşeleri hala gelişim ve değişimden önce orada bulunan bar veya dükkânın ismiyle anılmaktadır. 12. yüzyılda başlayan İngiliz kontrolünden itibaren şehir İrlanda adasının başkentliğini yapmıştır. Bağlı olduğu hükûmetler şunlardır: 1922'de İrlanda'nın bölünmesinden itibaren, İrlanda Bağımsız Eyaleti'nin başkenti olmaya devam etti (1922-1937) ve şu anda İrlanda'nın başkentidir. (Bu hükûmetlerin çoğu İngiliz hükûmetiyle aynı zamanda ve genellikle rekabet içinde var olmuşlardır.) Kültür. Genel Durum. Dublin Avrupa'nın en önemli kültürel merkezlerinden biri ve Jonathan Swift, Maeve Binchy, Bram Stoker, Oscar Wilde, William Butler Yeats, James Joyce, J.M. Synge, George Bernard Shaw, Seán O'Casey, Samuel Beckett, Brendan Behan ve Roddy Doyle gibi, birçok ünlü yazarın çıktığı bir şehirdir. Burayla ilgili en ünlü eserlerden biri James Joyce'un "Dublinliler" başlıklı öykü kitabıdır. Bu eserinde, Joyce 20. yüzyılın başlarında şehirdeki yerli halkı ve yaşananları tiplemelerle anlatır. Ayrıca yine Joyce'un "Ulysses", romanı Dublin'de geçmekte ve kentin topografik detaylarını içermektedir. İrlanda Ulusal Basım Müzesi, "Modern Sanat Müzesi", Ulusal Galerisi, "Ulusal Kütüphanesi" ve Ulusal Müzesi'nin üç merkezi; ayrıca "Hugh Lane Belediye Galerisi" ve Chester Beatty Kütüphanesi Dublin'de bulunmaktadır. Şehrin merkezinde, "Şehir Sanat Merkezi", Dört Galeri, "Douglas Hyde Galerisi", Proje Sanat Merkezi ve "İber Kraliyet Akademisi" gibi, birçok galeri ve sanat merkezi vardır. Temple Bar, özellikle haftasonları, Birleşik Krallık'tan ve başka birçok yerden turist çeken popüler bir gece hayatı mekanıdır. Şehir Dünya'nın en genç nüfusuna sahip yerlerden biridir. Yaklaşık olarak %50'si 25 yaş altındadır. Çok-Kültürlü Dublin. 1990'ların başlarına kadar İrlanda daha çok dışarı göç verse de, şu anda Dublin'de özellikle Çin, Polonya, Filipinler, Birleşik Krallık, Nijerya, Litvanya ve Romanya'dan çok sayıda göçmen bulunmaktadır. Ayrıca AB üyesi olmayan ülkelerden, Avustralya, Yeni Zelanda ve Rusya'dan da yoğun göç almaktadır. Buna ek olarak geçtiğimiz on yıl içinde ülke dışına göç eden İrlandalılar da geri dönüp tekrar ülkeye yerleşmişlerdir. Eğitim. Dublin, üç üniversitesi ve birçok diğer yükseköğrenim kurumuyla, İrlanda'nın birincil eğitim merkezidir. Şehirde 20 adet "üçüncü-seviye" (bir çeşit devamlı, yükseköğrenim) enstitü ve kolej bulunmaktadır. Dublin Üniversitesi, 16. yüzyıla uzanan tarihiyle İrlanda'nın en eski üniversitesidir. Bir tek koleji vardır, Trinity Koleji ve Kraliyet onayıyla, I. Elizabeth döneminde kurulmuştur. Kolej Katoliklerin özgürleşmesine kadar Roma Katoliklerine kapalı kalmıştır. Daha sonra ise 1970'e kadar Roma Katoliklerinin katılımı, Katolik hiyerarşisi tarafından, yasaklanmıştır. Ulusal İrlanda Üniversitesi'nin Dublin'de Dublin Koleji ile paylaştığı bir kürsüsü bulunmaktadır. Aslında şehrin sınırlarının biraz dışında olan, Dun Laoghaire'de bulunan, Dublin Koleji, İrlanda'daki en büyük üniversitedir. Dublin Şehir Üniversitesi en yakın zamanda kurulmuş olan kurumdur ve özellikle işletme, mühendislik ve endüstriyle alakalı fen alanlarında ön plana çıkmaktadır. İrlanda Cerrahlar Kraliyet Koleji, Ulusal İrlanda Üniversitesi’ne bağlı bir tıp kolejidir ve şehir merkezindeki St. Stephen’s Green parkı içindedir. Ulusal İrlanda Üniversitesi, Maynooth da Ulusal İrlanda Üniversitesi’ne bağlıdır ve şehrin merkezine yaklaşık 25km uzaklıkta olan Kildare ilçesine bağlıdır. Dublin Teknoloji Enstitüsü modern bir teknik kolej olup ülkenin en büyük, üniversite olmayan, üçüncü-seviye eğitim kurumudur. Teknik konularda uzmanlaşmış olsa da birçok sanat ve insan bilimleri dersleri de verilmektedir. Dublin’in kent dışı yerleşimlerinden Tallaght ve Blanchardstown’da teknoloji enstitüleri bulunmaktadır: Tallaght Teknoloji Enstitüsü ve Blanchardstown Teknoloji Enstitüsü. Ulusal Sanat ve Tasarım Koleji ve Dun Laoghaire Sanat, Tasarım ve Teknoloji Enstitüsü sanat, tasarım ve medya teknolojisi alanlarında eğitim vermektedir. Bunların dışında ayrıca birçok küçük uzmanlık kolejleri ve özel kurumlar da bulunmaktadır. Örneğin, The Gaiety Oyunculuk Okulu’nda hem iki yıllık yoğun oyunculuk kursu, hem de Dublin Şehir Üniversitesi ve Dublin İşletme Okulu ile ortak, üç yıllık lisans programı bulunmaktadır. Aungier caddesinde bulunan, bu okul aynı zamanda ülkedeki en büyük, bağımsız, üçüncü-seviye kurumudur. Kuzey-yakası ve Güney-yakası. Geleneksel olarak Dublin’de Liffey nehrinin ayırdığı bir kuzey-güney ayrımı bulunmaktadır. Bazıları kuzey yakasını işçi sınıfı ve güney yakasını da orta ve yüksek sınıf olarak görmektedir. Dublin posta sisteminde kuzeye tek numaralar, "Phibsboro - Dublin 7" gibi, güneye ise çift numaralar, "Sandymount - Dublin 4" gibi, ayrılmıştır. Yalnızca nehrin bankı boyunca geçen bölge "Dublin 8" olarak bu kural dışında kalmaktadır. Bu ayrım yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Mesela Kildare Kontu evini, o zamanlar çok da kabul görmeyen, güney yakasına inşa ettirmiştir. Bunu neden yaptığını soranları, “Ben nereye gitsem moda beni takip eder” diyerek yanıtlamıştır. Kısa süre içinde de bu bölgeye birçok başka asilzade yerleşmiştir. Kuzey-güney ayrımı Dublin alt-kültürlerinin stereotiplerinde kendini göstermektedir. Üst sınıf üyeleri, güneydeki "Dublin 4", yani "Ross O'Carroll-Kelly"'e özgü aksan ve tavırlarla nitelenirken işçi sınıfına ait kişiler Dublin şehir-içi mahallelerine özgü aksan ve tavırlarla ön plana çıkmaktadır. Elbette böyle bir sınıflandırma kesin ve sonlandırıcı değildir. Dublin'in ekonomik ve toplumsal gruplarının, "güneyliler zengin, ukala ve serbesttir - kuzeyliler fakir, endüstriyel ve sıradandır" şeklinde, basite indirgenmesi, elbette gerçek hayatta, sadece birkaç örnek dışında, geçerli değildir. Örneğin, İrlanda Cumhurbaşkanı'nın evi, Áras an Uachtaráin, posta kodu Dublin 8 olarak güney yakasındaymış gibi görünse de, aslında kuzey yakasındadır. Buna ek olarak, Dublin'in, Tallaght, Dolphin's Barn, Crumlin, Inchicore, Ringsend, Irishtown, Clondalkin ve Ballyfermot gibi, bazı işçi sınıfı mahalleleri nehrin güneyindeyken Castleknock, Clontarf, Glasnevin, Howth, Malahide, Portmarnock ve Sutton gibi zengin semtleri kuzeyinde bulunmaktadır. Kuzeyde bulunan Smithfield, Uluslararası Finans Servisi Merkezi ve Spencer limanı da varlıklı bağlantılarıyla bilinir. Son birkaç yıldır kuzey-güney ayrımının oldukça yumuşadığı söylenebilir. Bunun öncelikli nedeni olarak İrlanda'daki ekonomik şartların iyileşmesi ve Kelt Kaplanı ekonomik hareketinin çıkışı kabul edilebilir. Dublin de buna bağlı olarak Avrupa'nın en zengin kentlerinden biri haline geldi. Dublin'deki ekonomik bölünme kuzey-güneye ek olarak doğu-batı şeklinde de görülmektedir. Doğu genellikle batıdan daha zengindir. Doğudaki kıyı semtleriyle ki buna kuzeydekiler de dahildir, batıdaki yeni yapılanan semtler arasında belirgin sosyal farklılıklar bulunmaktadır. 2006 yılında "The Economist" dergisi "Haber Alma" bölümü Dublin'i Dünya'nın en pahalı 16. şehri ilan etmiştir. Ayrıca, Mercer firması Dünya genelindeki hayat standartları kalitesi anketinde, kenti 24. en yüksek yaşam kalitesine sahip şehir ilan etmiştir. Spor. İrlanda'nın hemen hemen her spor kulübünün merkezi Dublin'de bulunmaktadır. 82.500 kişilik kapasitesiyle, Drumcondra yakınlarındaki, Croke Parkı Gal Atletik Birliği'nin ("Gaelic Athletic Association") merkezidir ve yaz aylarında, Aziz Patrick gününde ve "Uluslararası Futbol Günleri"nde dönüşümlü olarak Gal futbolu ile Hurling oyunlarına ev sahipliği yapar. "Dublin Gal Futbolu" takımı lig maçlarını Parnell Parkı'nda oynar. Lansdowne, Dublin ise 48.000 kişilik kapasitesiyle İrlanda Futbol ve Rugby Birliği'nin stadyumudur. İrlanda millî futbol takımının kendi sahasındaki maçları burada oynanmaktadır. 2006 yılında yıkılması ve yerine 50.000 kişilik kapasitesi olan yeni bir stadyum yapılması planlanmaktadır. 2007 yılında Gal Atletik Birliği tarafından verilen izin neticesinde Croke Park'ta ilk Rugby (İrlanda - İngiltere) ve Futbol (İrlanda - Slovakya) maçları yapılmıştır. Phibsboro’daki Dalymount Parkı, İrlanda futbolunun geleneksel merkezidir ama günümüzde sadece yerel kulüplerden Bohemian FK maçları için kullanılmaktadır. Rivals Shelbourne FK, Drumcondra’daki Tolka Parkı’nda oynamaktadır. St Patrick's Athletic ise maçlarına şehrin güneybatı ucundaki Inchicore’daki Richmond Parkı’nda çıkmaktadır. İrlanda’nın en başarılı kulübü, Shamrock Rovers, aslında Milltown’dan gelmektedir ama son yirmi yıldır kendine yeni bir ev aramaktadır. 2006 yılında Tallaght’ta yeni stadyumlarının tamamlanmasını beklemektedir. Bunların dışındaki diğer büyük futbol kulüpleri Belfield’daki, Dublin Koleji Futbol Kulübü ve daha önceden "Home Farm" olarak bilinen ama artık varolmayan "Dublin Şehri Futbol Kulübü"’dür. Blanchardstown’daki Ulusal Su Sporları Merkezi, İrlanda’da açılan ilk "Spor Kampüsü"’dür. Dublin ve civarında birkaç yarış pisti de bulunmaktadır. Shelbourne Parkı’nda Greyhound tazı yarışları ve Leopardstown’ta at yarışları yapılmaktadır. Dünyaca ünlü "Dublin At Gösterileri", Kraliyet Dublin Derneği tarafından, Ballsbridge’de düzenlenmektedir ve 1982 yılında, "Gösteri Amaçlı Atlamalar Dünya Şampiyonası"’na ev sahipliği yapmıştır. Bunlara ek olarak ayrıca basketbol, Gal Hentbolü, Çim hokeyi ve atletizm de yaygındır. Santry’deki, Morton Stadyumu’nda, 2003 yılı Engelli Olimpiyatları düzenlenmiştir. Dublin Maratonu 1980 yılından beri düzenli olarak koşulmaktadır. Eğlence. Dublin’de hareketli bir gece hayatı vardır. Liffey nehrinin güneyinde bulunan ve İrlanda dışında da tanınan Temple Bar, gece hayatının en hareketli yerlerinden biridir. Özellikle kadın ve erkeklere yönelik ‘"bekarlığa veda partileri" ile tanınır ve turistler tarafından ziyaret edilen öncelikli yerlerdendir. Ama bu nedenlerden dolayı Dublin'in yerli halkı tarafından çok tercih edilmemektedir. Temple Bar aslında Dublin'in kültürel bölgesinin yeniden yapılandırılmasıyla ön plana çıkmıştır. Günümüzde sokak performansları, davulcuları, ufak ve iç içe müzik mekanlarıyla bu ruhunu az da olsa korumaktadır. "Stephen's Green" etrafındaki bölge, özellikle Harcourt, Camden, Wexford ve Leeson caddeleri, en popüler gece kulüplerinden bazılarına ve İrlanda'ya özgü barlara ev sahipliği yapmaktadır. Şehir merkezinde birkaç tane tiyatro bulunmaktadır. Bunlardan en büyükleri Abbey Tiyatrosu, Gate Tiyatrosu, Olympia Tiyatrosu ve Gaiety Tiyatrosu'dur. Bu tiyatrolarda oyunlara ek olarak, akşamları ayrıca canlı müzik, dans ve filmlere de yer verilmektedir. En büyük tiyatro, Glasnevin'de bulunan, Dublin Şehir Üniversitesi'nin The Helix'teki, "Mahony salonu"dur. Şehir merkezinde iki büyük sinema bulunur: Liffey'nin kuzeyindeki, Savoy sineması ve Cineworld. Yine Temple Bar'da bulunan İrlanda Film Enstitüsü'nde ve d'Olier caddesindeki Screen sinemasında alternatif ve özel ilgi alanlarına yönelik filmler gösterilmektedir. Şehrin diğer semtlerinde de birçok sinema salonu bulunmaktadır. İklimi. Dublin denize konumundan dolayı ılıman bir iklime sahiptir. Kışları yumuşak, yazları serin geçer ve aşırı soğuk ya da sıcak yaşamaz. Genelde düşünülenin aksine Dublin, batı İrlanda gibi, yoğun yağış almamaktadır. Batı İrlanda'nın yağış oranı genelde başkentin iki katıdır. Londra ile karşılaştırıldığında ortalamada Dublin'de daha az yağışlı gün görülür. Ocak ayındaki ortalama en yüksek sıcaklığı 8 °C (46 °F), Temmuz ayında ise 20 °C (68 °F)'dir. Ortalama en güneşli ayları, günde altı saate kadar uzanan, Mayıs ve Haziran'dır ama günler yine de daha uzun geçer. Ortalamada en yağışlı ayları ise, 74mm (2.9 inç) ile, Aralık ve Ağustos'tur. En kuru ay, 45 mm (1.7 inç) ile, Nisan'dır. Yıllık toplam ortalama yağış oranı (bütün yağış türleri dahil) 762 mm (29.5 inç)’tir ve Sidney, New York ve Dallas’tan bile daha azdır. Dublin, yüksek enlemi nedeniyle, uzun yaz günlerine (yaklaşık 19 saat gün ışığı) ve kısa kış günlerine (dokuz saate kadar düşebilmektedir) sahiptir. İrlanda’nın geri kalanında da olduğu gibi, hortum, kasırga, deprem ve tsunami benzeri, doğal afetler açısından oldukça korunaklıdır. Atlantik fırtına sistemlerinden gelen güçlü rüzgarlar, İrlanda’nın diğer bölgelerindeki kadar olmasa da, Dublin’i etkileyebilmektedir. Şiddetli rüzgarlara daha çok kış ortası rastlanmaktadır ama özellikle, Ekim ve Şubat ayları dahil olmak üzere, her an oluşabilirler. Son dönemlerin en kuvvetli fırtınası 24 Aralık 1997’de, Casement Aerodrome’da, 151 km/s (94 mil/s) olarak kaydedilmiştir. Dublin’i çevredeki bölgelerden birkaç derece daha sıcak yapan bir "mikroiklimi" vardır. Ayrıca şehrin merkeziyle eteklerinde ufak bir ısı farkı da bulunmaktadır. Şehrin merkezi daha yoğun yapılanmış olduğu için biraz daha sıcaktır. Yine şehrin merkezi ile 12 kilometre kuzeyindeki havaalanı arasında da ısı farkı bulunmaktadır. Ilıman bir iklime sahip olan şehrin kayda geçen en düşük sıcaklığı -12 °C (10.4 °F), en yüksek sıcaklığı ise 31 °C (88 °F)’dir. Kışın sık görülen yağış şekli yağmurdur. Kasım ve Nisan ayları arasında kar yağışı da görülse de karın yerde kalma süresi çok kısadır (ortalama, sadece 4-5 gün kadar). Dolu kardan daha sık görülmektedir ve özellikle kış ve bahar aylarında rastlanır. Genelde yaz aylarına denk gelen gök gürültüsü ve yıldırım da oldukça nadir görülür. Tipik olarak en soğuk aylar Aralık, Ocak ve Şubat’tır, ama son yıllarda yaz sıcaklıkları ortalamanın üstünde bir çizgi seyretmektedir, ör. Temmuz 2006’da 31 °C (88 °F) olan sıcaklık, en yüksek ortalamanın 11 °C üstündedir. Suç Oranı. Son yıllardaki uyuşturucu madde ve çete bağlantılı cinayetlere rağmen Dublin, diğer birçok Avrupa başkentinden daha güvenlidir. Fakat, birçok sosyoloğa göre bunun nedeni Dublinli yerli halkın genelde yerel suçlardan güvenlik güçlerine bahsetmemeleridir. Sonuç olarak asıl suç oranı kayıtlarda geçenlerden daha yüksektir. An Garda Síochána’nın (İrlanda Polisi-Gardai olarak da bilinir), 2001-2005 yılları resmi kayıtlarına göre, metropol’daki toplam suç oranı ülkenin en yükseğidir. Şehrin iç kısımlarından bazılarında toplam suç oranı İrlanda’daki diğer kentlere göre üç-dört kat daha fazladır. 1980 ve 90’larda, şehrin içinde ve eteklerinde yaşayan işçi sınıfı bölgelerinde ciddi bir eroin problemi yaşanmıştır. Bunu takiben oldukça yoğun uyuşturucu madde karşıtı çalışmalar düzenlenmiştir. Hükümet. Kent. Kent, Dublin Şehir Konseyi (eski adıyla "Dublin Meclisi") tarafından idare edilmektedir ve başkanlığını "Dublin Belediye Başkanı" (Lord) yapmaktadır. Belediye başkanı yıllık olarak seçilir ve sorumluluk süresi boyunca "Dublin Köşkü"’nde yaşar. Dublin Şehir Konseyi iki ana binada konuşlanmıştır. Konsey toplantıları, Dublin belediye binasındaki merkezde gerçekleşir. Eskiden ‘Royal Exchange,’ yani "Kraliyet Ticaret Merkezi", olan bu bina 1850’lerde şehir idaresi tarafından hükûmet için devralınmıştır. İdarenin yönetim seviyesindeki memurların çoğu, Wood rıhtımı’ndaki, çok tartışılan “Belediye Ofisleri”nde çalışmaktadır. Şehir Konseyi tek parlamentodan oluşur ve beş yılda bir, Yerel Seçim Bölgelerinden seçilen 52 üyesi bulunmaktadır. En çok koltuğa sahip parti kimin hangi komitede oturacağına, hangi politikaların uygulanacağına ve kimin Belediye Başkanı olacağına karar verir. Belediye Başkanının liderliğinde, konsey yerleşim yerlerine, trafik yönetimine, planlamaya, atık ve arıtmaya vs. ne kadar para harcanacağına dair bir bütçe hazırlar. Dublin Şehir Yöneticisi ise Şehir Konseyinin aldığı kararları uygulamakla sorumludur. Ulusal. İrlanda Cumhuriyeti’nin ulusal meclisi, Oireachtas, Cumhurbaşkanlığı ve iki kabineden oluşur, Dáil Éireann (Milletvekilleri Meclisi) ve Seanad Éireann (Senato). Üçü de Dublin’de bulunmaktadır. İrlanda Cumhurbaşkanı, İrlanda Bağımsız Eyaleti Genel Valisi’nin eski evi olan ve şehrin en büyük parkı, Phoenix Parkı’nda bulunan Áras an Uachtaráin’da yaşar. Oireachtas’ın iki kabinesi de, güney yakasındaki önceden dükalık sarayı olan Leinster Sarayı’nda toplanır. İrlanda Bağımsız Eyaleti’nin kurulmasından bu yana, 6 Aralık 1922, bu saray İrlanda parlamentolarının evi olmuştur. İrlanda hükûmeti, “Hükûmet Binaları” adlı yapıda konuşlanmıştır. Bu yapı daha once, Buckingham Sarayı’nın Edward devri cephesini yapan mimar, Sör Aston Webb tarafından Kraliyet Bilim Koleji olarak tasarlanarak inşa edilmiştir. 1921 yılında "Güney İrlanda Halk Meclisi" burada toplanmıştır. Leinster Sarayı’na yakınlığından dolayı, İrlanda Bağımsız Eyaleti hükûmeti bu binayı, geçici olarak bakanlıklara vermek üzere devralmıştır. Hem bu bina hem de Leinster Sarayı önceden geçici olarak düşünüldülerse de zamanla kalıcı olmuşlardır. İrlanda Krallığı’nın eski parlamento binası College Green’de bulunmaktadır. Ekonomi ve Altyapı. İletişim ve Medya. Dublin İrlanda’nın hem iletişim hem de medya merkezidir. Birçok gazete, radyo istasyonu, televizyon kanalı ve telefon şirketinin merkezleri burada bulunmaktadır. “Radio Teilifís Éireann” (RTÉ) İrlanda'nın ulusal resmi yayın organıdır ve ana ofisleri Donnybrook’ta bulunmaktadır. “"Fair City"” kanalın başkentin kurgusal bir mahallesinde ("Carraigstown") geçen bir dizisidir. TV3, "Kanal 6", Kent Kanalı ve "Setanta Sporda Dublin'de bulunmaktadır. Posta servislerinin ("An Post") ana altyapısı ve ofisleri ile eski devlet telefon şirketi ("Eircom"), Meteor cep telefonu servisi, Vodafone İrlanda ve O2 İrlanda da Dublin'dedir. Başkent ayrıca The Irish Times ve Irish Independent"' gibi önemli gazetelere de ev sahipliği yapmaktadır. Ulaşım. Dublin, İrlanda ulaşım ağının merkezindedir. Dublin limanı ülkenin en önemli deniz limanıdır. Dublin havaalanı, 2006'daki 21 milyon yolcu kaydıyla adanın en yoğun havaalanıdır. Ayrıca İrlanda'nın diğer havaalanlarına, Avrupa’ya Kuzey Amerika’ya ve Orta Doğu’ya uçuşlarıyla Avrupa’nın da 14. en yoğun havaalanıdır. Merkez tren istasyonu, güney ve kuzeyi birbirine bağlayan, "Heuston" istasyonudur (Ballina, Westport, Galway, Ennis, Limerick, Tralee, Cork ve Waterford hatları). "Connolly istasyonu" Sligo, Wexford ve Belfast’a servis yapmaktadır. Bu iki istasyon son dönemde birbirine, Luas adı verilen, tramvay ile bağlanmıştır. Dublin’in otogarı Busarus da, oldukça yoğundur. Otobüsle adanın her yerine sık otobüs seferleri bulunmaktadır. Karayolları. Dublin ülkenin karayolları ağının merkezidir. M50 otoyolu (İrlanda’nın en yoğun yolu), bir çeşit çevre yoludur. Şehrin güneyine, batısına ve kuzeyine uzanarak başkentten diğer bölgelere ulaşan en önemli ulusal ana yolları birbirine bağlar. "Lucan köyü" yakınında, Liffey nehrinin üzerinde yükselen iki köprüden oluşan "Batı-Bağlantısı"’nda ücret uygulanmaktadır (€1.90). M50’nin yapılması neredeyse 20 yıl sürmüştür ve son kısmı Haziran 2005’te açılmıştır. Carrickmines Kalesi yakınlarındaki Orta Çağ harabelerinin yıkılmasıyla ilgili bir davadan dolayı yolun son kısmının tamamlanması gecikmiştir. M50’de şu anda birbirinin aksi yönde giden iki şerit bulunmaktadır ama N4 ve N7 kavşaklarında şeritleri üçe çıkarmak için çalışmalar yapılmaktadır. Ulusal Karayolları Otoritesi ayrıca üçlü kavşaklar inşa ederek otoyolun en yoğun noktalarının kapasitesini arttırmayı amaçlamaktadır. Bu konuda çalışmalar başlamıştır. Çevre yolunu tamamlamak için “Doğu Geçidi” teklif edildi. Bu projenin ilk yarısı Dublin Liman Tüneli, yakın zamanda tamamlandı ve 20 Aralık 2006’da açıldı. Özellikle ağır taşıtlara yönelik hizmet veren bu tünel hafif araçlara ücretlidir. Şubat 2007’den beri, 5 dingilli araçların, bütün hafta boyunca, 7.00 - 19.00 saatleri arasında, şehir merkezi kordonundan geçmeleri yasaklandı. Sadece gerekli dağıtımlar için özel izni olanlar bu yolları kullanabilmektedirler. "Liman Tüneli", önceleri ağır araç trafiğine hizmet vermek için iki şeritli olarak tasarlanmış olsa da, daha sonra otoyol standartlarında iki ayrı tünel olarak yapılmış ve genel trafiğe açılmıştır. Ağır araçlardan ücret alınmamaktadır. Tüneller ilk düşünülenden 1 kilometre daha uzun ve civardaki yerleşim yerlerini en az rahatsız edecek şekilde daha derine yapılmış ve gerekli düzenlemelerle bu değişiklikler desteklenmiştir. Başkent, Dublin Şehir Konseyi tarafından “dış” ve “iç” yörünge şeklinde adlandırılan yollarla çevrelenmiştir. “İç yörünge” yaklaşık olarak, şehrin George devrine ait kısmı olarak bilinen bölgenin kalbi, St. Stephen's Green’den Mountjoy meydanına ve King's Inns’den St Patrick's Katedrali’ne uzanmaktadır. “Dış yörünge,” Dublin’in iki kanalı ("İrlanda’nın Büyük Kanalı" ve "İrlanda Kraliyet Kanalı") ile kuzey ve güney çember yollarının oluşturduğu doğal daireden geçmektedir. Toplu Taşıma. 2002 yılında Dublin ve civarında oturan ve çalışanların yaklaşık % 46’sı işe yürüyerek, bisikletle ya toplu taşımayla gidiyordu. Toplu taşıma sistemi yüzlerce otobüs hattından, beş yerel tren hattından ve iki tramvay hattından oluşmaktadır. Hükümetin Ulaşım 21 adı altında planladığı teşebbüs yüksek kapasiteli iki metro hattı kurmak, batıya giden elektrikli taşımacılığı genişletmek ve oldukça başarılı olan Luas tramvay sistemini geliştirmek için yapılanmıştır. Toplu taşıma sistemine "Dublin Ulaşım Ofisi" bakmaktadır. Otobüs. Dublin’in toplu taşıma sisteminin büyük bir kısmı, Bus Átha Cliath tarafından işletilen, yaklaşık 200 adet gündüz ve pazartesiden cumartesiye işleyen 24 gece otobüs hattından oluşmaktadır. Gündüz hatlarının 40, 40A, 40B, 40C, 40D numara ve harfli kodlamaları vardır. Gece hatları için numaranın yanına “N” harfi konmaktadır. Bazı turist otobüsleri dışında, Dublin otobüs servisleri bir kişi tarafından işletilir. Gündüz tarifeleri seyahat edilen durak sayısına göre belirlenir. Ücretler bozuk para ile ödenir ve sadece tam para geçerlidir. Fazla para veren yolcuya “para üstü biletleri” verilir. Daha sonra bu biletler O’Connell caddesindeki Dublin Otobüs İşletme ofisinde nakit paraya çevrilebilir. Otobüslerden ve acentelerden farklı paso ve bilet çeşitleri satın alınabilir. Bu biletler otobüse binilince kapının sağındaki makinelerde okutulur. Gece otobüsler seyahat edilen durak sayısına bağlı olmaksızın tek ücret alırlar. Ayrıca bazı ufak otobüs şirketleri de şehre hizmet vermektedir. Yerel Raylı Sistem/DART. Dublin yerel raylı sistem Dublin ve civarına hizmet veren beş hattan oluşmaktadır. Bu trenlerden bazıları Drogheda kasabasına kadar da gitmektedir. Hatlardan biri Dublin körfezi boyunca gider ve Dublin Bölgesi Hızlı Transit ("Dublin Area Rapid Transit"), DART, olarak bilinir. Ülkenin elektrikle çalışan tek demiryollarıdır. Her gün 80.000'in üstünde yolcu DART ile seyahat etmektedir. DART'ı genişletme planları yapılmaktadır. Şehir merkezinin altından geçen bir tüneli içeren Dublin ara-bağlantı raylı projesi, şehir merkezinden geçen kuzeye ve güneye giden, kuzeybatı ve güneybatı olarak iki ayrı DART hattı yaratacaktır. Tramvay. 2004 yılında iki hatlı bir tramvay ağı olan Luas açıldı ve hizmet verdiği alanlarda sıklıkla kullanılır hale geldi. İki hat arasındaki bağlantı yetersiz olsa da Luas hatlarını geliştirmek üzere, yedi projeli bir plan hazırlandı. Luas'ı günde ortalama 80.000 kişinin kullandığı tahmin ediliyor. 2006'da "Demiryolları Servis Ofisi", Luas'ın yapılmasından sadece bir yıl sonra, beklenenden çok daha önce hedeflenen gelire ulaştığını ilan etti. Luas, ülkede hükûmet destekli işleyen tek toplu taşıma sistemidir. Bu açıdan Avrupa'da da az bulunan örneklerden biridir. Gelecekte. İrlanda hükûmeti, önümüzdeki 10 yıl içerisinde yaklaşık €34.4 milyara mal olacak olan Ulaşım 21 projesini başlattı. Bu miktarın büyük çoğunluğu Dublin Liman Tüneline, yedi Luas projesine, iki Dublin metro hattına, DART uzantılarına ve bütün servisleri St Stephen's Green'de bir araya getirecek bir yeraltı istasyonuna harcanacaktır. Bir diğer proje de Connolly ve Heuston istasyonlarını St Stephen's Green'de birleştirecek bir ara-bağlantılı raylı tünel sistemidir. Bu haritada Dublin ve çevresindeki raylı sistem ağının 2015'te gelmesi beklenen nokta gösterilmektedir. Ulaşım 21 tamamlandığında Dublin bölgesindeki bütün toplu taşıma sistemlerinde toplam olarak, yılda yaklaşık 365 milyon, günde de ortalama 1 milyon yolcunun seyahat etmesi beklenmektedir. Endüstri ve Ekonomi. Dublin'deki en ünlü endüstri herhalde biracılıktır. Guinness, 1759 yılından beri Dublin'de, "St. James's Gate" semtinde üretilmektedir. Kelt Kaplanı hareketi yıllarında, yani 90'ların ortalarından sonlarına kadar, birçok ilaç ve bilgi teknolojisi şirketi Dublin ve etrafında ofisler açtı. Microsoft'un Avrupa ve Orta Doğu merkezi, şehrin güneyindeki, Sandyford Endüstri Bölgesindedir. Buna ek olarak Google ve Amazon’un da şehirde şubeleri bulunmaktadır. Intel ve Hewlett-Packard’ın Dublin’in batısında kalan Kildare ilçesindeki bir mahallede (Leixlip) üretim atölyesi vardır. Google, Yahoo! ve PayPal’ın (ve daha birçok şirketin) Avrupa merkezleri Dublin’de konuşlanmıştır. Kent, çok miktardaki yüksek teknoloji endüstri bölgeleri, iş ve finans merkezleriyle uluslararası platformda Avrupa’nın Silikon Vadisi olarak tanınmaktadır. Dublin İrlanda ekonomisinin merkezidir. 2004 yılında Dublin ve çevresi ülkenin toplam gelirine €69.6 milyar katkıda bulunmuştur. Bu ekonominin yaklaşık %45’ini oluşturmaktadır. Bankacılık, finans ve ticaret şehrin ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturur. "Uluslararası Finans Servisi Merkezi (IFSC)" tek başına yılda €1 trilyonun üzerinde gelir getirmektedir. Ayrıca birçok uluslararası firmanın Dublin’de merkezi bulunmaktadır (Citibank ve Commerzbank gibi). "İrlanda Borsası (ISEQ)", "İnternet Tarafsız Kambiyo (INEX)" ve "İrlanda Yatırım Kambiyosu"’nun da (IEX) merkezi buradadır. 2005 yılında Dublin ve civarındaki bölgede çalışan sayısı yaklaşık 800.000 kişiydi. Bunlardan 600.000’i hizmet sektöründe ve 200.000’i sanayide çalışmaktaydı. Kelt Kaplanı patlaması inşaat sektöründe de hızlı bir yükselişe neden oldu. Şu anda, özellikle göçmenlerin yoğunlukta olduğu bu sektör, şehrin istihdamında önemli bir yere sahiptir. Dublin Rıhtımı ve Spencer Rıhtımı gibi büyük projelerle önemli bir yeniden yapılanma söz konusudur. "'Dublin'e yeni bir kalp'" ve benzeri projelerle, şehrin merkezinde bakımsız duran endüstriyel alanlar düzenlenmeye başlanmıştır. Dublin Şehir Konseyi yüksek binalar üzerindeki eski sınırlamalarını yumuşatmıştır. En yüksek bina olan Özgürlük Konağı sadece 59.4 m uzunluktadır, ama şu anda yapımı devam etmekte olan, Heuston Gate binası bittiğinde 117 m uzunlukta (anteniyle 134 m) olacaktır. 120 metrelik Britanya Rıhtım Kulesi ve yine 120 metrelik Gözlem kulesi onaylanmıştır. Gözlem kulesinin yapımına başlanmıştır. Seyahat Notları. Dublin'e seyahat için İrlanda vizesi gerekmektedir. Bir Avrupa Birliği ülkesi olduğu halde Schengen Antlaşması'na taraf değildir, bu nedenle alınmış bir Schengen vizesi ile İrlanda'ya seyahat edilememektedir. Visa Waiver programı dahilinde Birleşik Krallık vizesi ile İrlanda'ya giriş şartlarını buradan bulabilirsiniz Uluslararası ilişkiler. Kardeş kentler. Dublin'in 5 tane kardeş kenti vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9198", "len_data": 31072, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.62 }
Beyrut (), Lübnan'ın başkentidir. Nüfusu 1,5 milyonun üzerinde olan Beyrut, deniz etkisinden biraz korunan bir körfezin kıyısındadır. Beyrut'ta tipik bir Akdeniz iklimi görülür. Uzun yıllar Orta Doğu'nun ekonomik, fikrî ve kültürel merkezi olan Beyrut, 1970'lerden sonra başlayan toplumsal ve siyasal karışıklıklar ve bu yüzden patlayan Lübnan İç Savaşı (1975-1991) sonucu bu özelliğini kaybetmiştir. Beyrut, Osmanlı döneminde planlı bir gelişme göstermişti. 1943'te Lübnan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra gelişigüzel ve hızlı bir büyüme dönemine girmiştir. İç savaştan önce Beyrut nüfusu içinde Hristiyan ve Müslümanların sayısı hemen hemen eşitti. Şimdi Müslümanlar çoğunlukta. Halkın büyük çoğunluğunu meydana getiren Araplar, Lübnanlıları, Filistinli mültecileri, Suriyelileri ve başka göçmen Arap cemiyetleri de içine alır. En büyük ve tek etnik azınlık Hristiyan Ermenilerdir. Ama Hristiyan Araplar gibi iç savaş yüzünden ve sonrasında sayıları göçle azaldı ve azalmaya devam etmektedir. Beyrut'un doğusunda Hristiyanlar, batısında ise Müslümanlar çoğunluktadır. Eskiden Müslüman topluluğun çoğunluğu Sünni iken 1960'lardan sonra göçler sonucu Şiilerin sayısı giderek artmıştır ve bugün Müslüman topluluğun çoğunluğunu oluşturmaktadır. Batı Beyrut'un bazı bölümlerinde küçük Dürzi toplulukları da yaşar. Beyrut, 1950-70 yılları arasında Orta Doğu'nun gözbebeği idi. Lübnan'ın serbest ekonomi ve döviz sistemi, altın esasına dayalı istikrarlı ve konvertibl parası, banka hesaplarının gizliliğini sağlayan kanunları, çekici banka faizleri Beyrut'u Arap zenginlerinin bankacılık merkezi haline getirdi. Ayrıca deniz ve hava yoluyla dünyaya açılması ve yabancı firma ve bankalar içinde Ortadoğu'ya girmek açısından ideal bir üs olan Beyrut, serbest liman bölgesiyle Ortadoğu'nun en büyük antreposu oldu. Şehirdeki Beyrut Amerikan Üniversitesi, Saint Joseph Üniversitesi, Lübnan Üniversitesi ve Beyrut Arap Üniversitesi diğer Arap ülkelerinden pek çok talebeyi Beyrut'a çeken bir faktördü. Ancak 1970'lerden sonra başlayan iç karışıklıklar ve Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) karargahını buraya taşıması ve devlet otoritesinin ve düzeninin zayıflaması Beyrut'un cazibesini kaybettirdi. Bu toplumsal ve siyasal karışıklıklar gittikçe artarak 13 Nisan 1975'te iç savaşa yol açtı. İç savaş Beyrut'un çok ağır maddi hasarına ve can kaybına yolaçtı. Savaş 1991 yılında sona erdiğinde Beyrut bir harabeye dönüşmüştü ve 150.000 Lübnanlı can vermişti. Kentin merkezi onarılmasına ve maddi olarak biraz toparlanmasına rağmen geleceği hala belirsizdir. 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan 2006 İsrail-Lübnan Krizi'nde İsrail'in hava saldırıları sırasında Beyrut kenti, özellikle güney kısmı ağır hasar görmüştür. 4 Ağustos 2020 tarihinde meydana gelen 2020 Beyrut patlamalarında, 6 yıl önce Beyrut Limanı'nda el konulan ve limanda depolanan 2.750 ton amonyum nitrat infilak edince, çok şiddetli bir patlamaya ve şok dalgasına yol açtı ve kentde büyük bir hasara neden oldu. Patlamadan dolayı 200'den fazla kişi can verdi, 7.000'den fazla kişi yaralandı ve 300.000'den fazla Beyrutlu evsiz kaldı. Osmanlı Yönetiminde Beyrut. Beyrut, 1516 tarihinde Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonucu Osmanlı topraklarına katılmıştır. Nitekim bu topraklar I. Dünya Savaşı ile kaybedilene dek, 400 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Bu süreç içerisinde Beyrut, uzun yıllar müstakil bir eyalet olmayıp; kimi zaman Sayda eyaletine, kimi zaman Şam eyaletine bağlı bir sancak olmuştur. Müstakil bir eyalet haline gelmesi ise 19. yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşmiştir. Yüzyılın başında adeta bir köy olan Beyrut, yüzyılın sonuna gelindiğinde ise bölgenin ticaret limanı olmak için birbiriyle yarışan kıyı şehirleri arasından sivrilerek, imparatorluğun önde gelen liman kentlerinden biri haline gelmiştir. Genellikle deniz yolu ile şehre ulaşım sağlayan seyyahların Beyrut'un dillere destan güzelliği ile ilgili anlatıları oldukça meşhurdur. 20. yüzyılın başında, Selim Ali Selam Beyrut'un en önemli isimlerinden biriydi ve Osmanlı Meclis-i Mebûsan'ında Beyrut mebusu ile Beyrut Belediye Başkanı da dahil olmak üzere çok sayıda kamu görevinde bulundu. Selim Ali Selam'ın modern yaşam tarzı göz önüne alındığında, bir halk figürü olarak ortaya çıkması, kentin sosyal gelişimi açısından bir dönüşüm oluşturdu.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9199", "len_data": 4326, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.58 }
Lizbon (, ), Portekiz’in başkenti ve en büyük şehridir. Lizbon bölgesine bağlı Büyük Lizbon alt bölgesinin belediyelerinden biridir. Tejo Nehri’nin oluşturduğu haliç üzerine kurulu olan Lizbon, Atlantik Okyanusu kıyısındadır. 2017 yılında 505.526 nüfusa sahip olan Lizbon şehrinin içinde bulunduğu "Lizbon Metropolitan Alanı"nın nüfusu 2017 yılında yaklaşık 2.800.000 civarındadır. Lizbon bölgesi, Avrupa Birliği ortalamasının üzerindeki refah düzeyi ile Portekiz’in en zengin bölgesidir. Avrupa’nın en renkli başkentlerinden birisi olan Lizbon Roma ve İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuştur. 1260 yılından beri Portekiz’in başkenti olan şehir 16. yüzyılda Portekiz İmparatorluğu zamanında en ihtişamlı dönemini yaşamıştır. Tarihçe. Neolitik Çağ’dan Roma İmparatorluğu’na. Neolitik Çağ'da bölgede Avrupa’nın Atlantik kısmında yaşayan İberler yerleşmişti. Şehrin çevresindeki arazide hâlâ ayakta kalmış Dolmenler ve Menhirler gibi dinî anıtlar bu halk tarafından yapılmıştır. İlk bin yılın sonunda bölgeyi işgâl eden Keltler İberlerle karışmış ve Keltçe konuşan Cempsi gibi yerel kabileler ortaya çıkmıştır. São Jorge Kalesi’nin bulunduğu tepenin güney eteklerinde yapılan kazılar sonucunda elde edilen arkeolojik bulgular, MÖ 1200 yılından beri şehrin merkezi olan bu bölgede bir Fenike ticaret postasının kurulu olduğunu göstermektedir. Tejo Nehri’nin halicinin oluşturduğu olağanüstü güzellikteki doğal liman, Cornwall ve Kalay adalarına (günümüzdeki Scilly Adaları) giden gemilere erzak sağlamak için ideal bir yerleşim yeriydi. Şehrin adının nereden geldiğini araştıran teorilerden birine göre bu yerleşim yerinin adı Fenike dilinde "güvenli liman" anlamına gelen "Allis Ubbo" idi. Kuzeye yolculuk ederken erzak sağlama amacının dışında Fenikelilerin, şehrin İber Yarımadası'nın en geniş nehrinin ağzındaki konumundan yararlanarak daha içerideki kabilelerle değerli metal ticareti yapmaları da olasıdır. Diğer ekonomik yerel ürünler arasında tuz, tuzlanmış balık ve o zamanlardan beri çok ünlü olan Portekiz atları sayılabilir. Kısa süre önce, Orta Çağ’dan kalma Lizbon Katedrali'nin ("Sé de Lisboa") altında, MÖ 8. yüzyıldan kalma Fenike kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Eski Yunanlar Lizbon'a "Olissipo" adını vermiştir. Efsaneye göre Truva'dan ayrılan ve Yunan koalisyonundan kaçarak Atlas Okyanusu'na gelen Odysseus (Ulysseus) Lizbon'u kurmuştur, bu nedenle şehir ismini ondan alır. Cailleux'nün varsaydığı üzere eğer Odysseus'un tüm yolculukları Atlas Okyanusu'nda geçtiyse, şehri kuzeyden gelerek kurmuş ve sonra da günümüz Cadiz şehri olduğu varsayılan yurdu İthaka'ya ulaşmak için güneydoğu yönünde Cailleux'nün Cabo de São Vicente olduğunu söylediği Malya Burnu'nu geçmeye çalışmıştır. Şehrin Fenikeliler tarafından, bölgeye Eski Yunanların gelmesinden önce kurulduğu düşünülmektedir. Şehrin Yunanca olan adı sonraları halk arasında konuşulan Latincede "Olissipona"'ya dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu’ndan Endülüslülere. Pön Savaşları zamanında, Hannibal'in yenilgisinden sonra (bu birlikler içinde Conii kabilesinin üyeleri de vardı) Romalılar, Kartaca'yı en değerli topraklarından yani Hispania'dan (İber Yarımadası'nın tamamına Romalılar tarafından bu isim verilmişti) mahrum etmeye karar verdi. Kartacalılar Doğu Hispania'da Afrikalı Scipio'ya yenildikten sonra Batı bölümünün Roma yönetimi altına girmesi Konsül Decimus Junius Brutus tarafından yönetilmiştir. Konsül, Olissipo ile ittifak kurmuş ve şehirden kuzeybatıdaki Kelt kabileleriyle savaşmak için kuvvet gönderilmiştir. Bunun karşılığı olarak Olissipo şehri "Felicitas Julia" adı ile, "Municipium Cives Romanorum" olarak Roma İmparatorluğu'na katılmıştır. Bu şekilde yaklaşık 50 km'lik alan içinde özerk yönetime sahip olan kent vergiden muaf tutulmuş ve kentte oturanlara Romalı yurttaşlarla aynı haklar verilmiştir. Şehir o zamanlar merkezi Emerita Augusta olan ve yeni kurulan Lusitania eyaletinin bir parçasıydı. Sonraki yüzyıllarda Lusitanyalılar sık sık ayaklanmış ve şehre saldırmıştır. Bu nedenle şehir surları inşa edilmiştir. Augustus döneminde Romalılar şehirde birçok yapı inşa etmişlerdi. Büyük bir Tiyatro, günümüz "Rua da Prata" (Prata sokağı) altındaki hamam, İmparator adına yapılan tapınağın yanı sıra Jüpiter, Diana, Kibele ve Tethys adına tapınaklar, Figueira Plaza'nın altında geniş bir necropolis ve Kale ile şehir merkezi arasında insula adı verilen çok katlı apartman tarzında binalar gibi. Bu kalıntıların büyük çoğunluğu 18. yüzyılın ortasında, Pompeii'nin ortaya çıkarılmasından sonra Roma Arkeolojisi'nin Avrupa'nın üst sınıfı arasında moda olmasıyla gün ışığına çıkmıştır. Ekonomik olarak Olissipo garum adı verilen bir çeşit balık sosuyla tanınıyordu. İmparatorluğun seçkin tabakasının büyük değer verdiği bu sos amforalar içinde Roma'ya ve diğer şehirlere gönderiliyordu. Şarap, tuz ve oldukça hızlı olan yöre atları da gönderilen ürünler arasındaydı. Korsanlığın kaldırılması ve teknolojik gelişmeler şehrin refah kazanmasını sağlamıştır. Britannia (özellikle Cornwall) ve Rhine gibi Roma eyaletleriyle olan ticaret büyük gelişme göstermiş ve Hispania'nın içerilerinde yaşayan kabileler Tejo Nehri sayesinde daha ileri bir medeniyet düzeyine kavuşmuşlardır. Şehir Julii ve Cassiae adlı iki aile tarafından hükmedilen oligarşik bir konsey tarafından yönetilmekteydi. Gemilerin kaybolmasına yol açan deniz canavarları ile mücadelede yardımcı olunması gibi istekler kaydedilir ve Emerita'da bulunan vali ile İmparator Tiberius adına iletilirdi. Roma dönemi Lizbon şehrinin en ünlü ismi ilk zamanlardaki diktatör Sulla’ya karşı geniş çaplı bir isyanı yöneten Sertorius idi. Latince konuşan çoğunluğun arasında Yunan tüccar ve köleler de bulunuyordu. İl geniş bir yolla Batı Hispania’daki diğer iki büyük şehre bağlanıyordu. Bunlardan birisi Tarraconensis eyaletindeki Bracara Augusta (günümüz Portekiz’inde Braga şehri) ve diğeri de Lusitania’nın başkenti Emerita Augusta (Günümüz İspanya’sında Mérida şehri) idi. Dinî anlamda şehirde Roma çok tanrılı kültü egemendi ve özellikle Tıp tanrısı Asklepios ve Ay tanrıçası Kibele ile birlikte yerel bir kertenkele ve yılan tanrısı inanılan başlıca tanrılardı. Olissipo Batı İmparatorluğu’ndaki birçok büyük şehir gibi Hristiyanlığın yayıldığı merkezlerden birisi olmuştur. İlk piskopos Saint Gens’tir ve günümüzde halâ Lizbon’un tepelerinden biri onun adını taşımaktadır. Vilayet, Toledo krallığı Vizigotlara katılmadan önce Alanlar, Vandallar ve Sueveler tarafından işgal edildi. Endülüs dönemi. Lizbon, yaklaşık 711 yılında Arapların eline geçti. Arapça "el-Uşbuna" (الأشبونة) diye adlandırılan şehir Endülüslüler zamanında gelişip büyüdü. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan gelen Araplar, inşa ettikleri birçok cami ve evin yanı sıra günümüzde "Cerca Moura" diye adlandırılan yeni şehir surlarını da şehre kazandırmıştır. Şehir nüfusu Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudilerden oluşuyordu. Müslüman Lizbon’da nüfusun çoğunluğunun anadili olan Arapça resmî dildi. Resmî din İslamdı ve 10. yüzyıla gelindiğinde şehirde yaşayanların çoğunluğu Müslümandı. Arap etkisi Lizbon’da halâ görülmektedir. Kentteki birçok yerin adı Arapça’dan gelmedir. Örneğin Lizbon’un ayakta kalan en eski mahallesi olan Alfama’nın adı Arapça "el-hamma"dan gelmektedir. Portekizce’de "Lizşboa" diye telaffuz edilen şehrin adı büyük olasılıkla Latince Olissipo'dan değil de doğrudan Arapça adı olan el-Uşbuna'dan gelmektedir. Şehirde oldukça sık rastlanan mozaikler azulejo müslüman tarzındadır ve "azulejo" sözcüğü de Arapçadan gelmektedir. 1147 yılında "Reconquista" dahilinde Portekiz Kralı I. Afonso önderliğinde Fransız, İngiliz, Alman ve Portekiz şövalyelerinden oluşan bir grup Lizbon'u kuşattı ve şehri Endülüslülerin elinden aldı. Bu sırada, şehirde yaşayan tüm dinlerden insanların bir bölümünün katledildiğine inanılır. Bu tarihten sonra Lizbon tekrar Hristiyanların egemenliğine girmiştir. Bu olay Lizbon tarihindeki en önemli olaylardan biridir. Arapça, günlük hayattaki önemini yitirerek yerine Portekizce geçmiştir. Çoğunluğu oluşturan Müslüman nüfus Katolik Hristiyanlığa döndürülmüş ve camiler kiliseye çevrilmiştir. Orta Çağ’dan Portekiz İmparatorluğu’na. Lizbon belediyesi (Por: "concelho") resmî olarak 1179 yılında Portekiz kralının verdiği buyruk (Por: "foral") ile kurulmuş ve 1255 yılından itibaren de Lizbon şehri Portekiz Krallığı içindeki merkezî konumu nedeniyle Portekiz'in başkenti olmuştur. Orta Çağ'ın son yüzyıllarında oldukça genişleyen şehir hem Kuzey Avrupa hem de Akdeniz şehirleri arasında önemli bir ticaret merkezi hâline gelmiştir. 1290 yılında Portekiz Kralı I. Diniz tarafından Portekiz'in ilk üniversitesi "Estudo Geral" (Genel Öğretim) adı altında Lizbon'da kurulmuştur. Günümüzdeki Coimbra Üniversitesi olan bu okul birkaç kez Coimbra'ya taşınıp geri gelmiş ve 16. yüzyıldan itibaren Coimbra şehrinde kalmıştır. Birkaç yüzyıl sonra 1911 yılında kolejlerin ve "Escola Politécnica" gibi üniversite olmayan yüksek okulların bir araya getirilmesiyle Lizbon kendi üniversitesini kurmuştur. Günümüzde Lizbon'da üç kamu üniversitesi ile bir enstitü vardır: Lizbon Üniversitesi, Lizbon Teknik Üniversitesi, Lizbon Yeni Üniversite ve ISCTE Coğrafi keşifler döneminde, Vasco de Gama'nın Hindistan'a ulaştığı yolculuk dahil olmak üzere birçok Portekiz gemi seferi 15. ve 16. yüzyıda Lizbon'dan başlamıştır. Lizbon 16. yüzyılda altın çağını yaşamış, şehir Avrupa'nın Uzak Doğu ile yaptığı ticaretin merkezi konumuna gelmiştir. Ayrıca Brezilya'dan gelen önemli miktarda altın şehre giriş yapmıştır. 1640 yılında tekrar bağımsız olmak için başlayan ayaklanma ilk olarak Lizbon'da alevlenmiştir. 26 Ocak 1531'de il binlerce kişinin ölümüne neden olan bir deprem geçirdi. 1 Kasım 1755 tarihinde Lizbon bir başka deprem ile hemen hemen tamamen yok oldu. 60.000 ila 90.000 insanın öldüğü bu depremde şehrin yaklaşık yüzde seksen beşi yıkıldı. Bu felaketten hemen sonra Voltaire "Poême sur le désastre de Lisbonne" (Lizbon felaketi üzerine şiir) adında uzun bir şiir yazmış ve "Candide" adlı 1759 tarihli romanında da bu depremden söz etmiştir. Oliver Wendell Holmes, Sr. da 1857 yılında yazdığı "The Deacon's Masterpiece, or The Wonderful One-Hoss Shay" (Diyakoz'un Şaheseri ya da Harika Tek Atlı Gezinti Arabası) adlı şiirinde bu depremden bahseder. 1755 Depremi'nden sonra şehir Marquês de Pombal'ın planlarına göre yeniden yapılandırılmıştır. Bu nedenle şehrin aşağı bölümüne "Baixa Pombalina" denir. Pombal Markisi Orta Çağ şehrini yeniden kurmak yerine depremden kalan yıkıntıları tamamen ortadan kaldırarak yerine, zamanın şehircilik kurallarına uygun yeni bir şehir kurmayı tercih etmiştir. 19. ve 20. yüzyıllar. 19. yüzyılın ilk yıllarında Portekiz'in Napolyon Bonapart’ın birlikleri tarafından işgal edilmesi üzerine Portekiz Kralı VI. João geçici olarak Brezilya’ya kaçtı. İşgalciler şehri yağmaladı. Portekiz liberal ayaklanmalarının merkezi hâline gelen şehirde "café" ve tiyatro geleneği de başladı. 1879'da bir parkın üzerine yapılan "Avenida da Liberdade" (Bağımsızlık Bulvarı) açıldı. Lizbon, 5 Ekim 1910'da Portekiz Cumhuriyeti'ni kuran darbeye sahne oldu. Darbe öncesinde de 1908'de Portekiz Kralı I. Carlos yine Lizbon’da öldürüldü. II. Dünya Savaşı sırasında Lizbon Avrupa’nın Atlas Okyanusu’na açılan birkaç tarafsız limanından biriydi. ABD’ye sığınanların ve casusların uğrak noktası hâline gelmişti. 1974'te Portekiz’in "Estado Novo" rejimine son veren kansız askerî darbe Lizbon’da gerçekleşti. 1988'de Chiado’nun tarihî merkezi yakınlarında çıkan yangın, 10 yıl boyunca bölgedeki yaşamı olumsuz etkiledi. 1994 yılında Lizbon Avrupa Kültür Başkenti oldu. 1998'de Expo '98 Lizbon’da gerçekleşti. 1998 aynı zamanda Vasco da Gama’nın Hindistan’a yaptığı deniz yolculuğunun 500. yılıydı. 1999 yılında Lizbon’da yapılan AB zirvesinde, AB ekonomisini yeniden yapılandırmayı amaçlayan bir Avrupa Birliği antlaşması olan Lizbon Ajandası imzalandı. İklim. Lizbon Avrupa’nın en sıcak başkentlerinden birisidir. Lizbon'da tipik bir Akdeniz iklimi görülür. İlkbahar ve yaz ayları genellikle güneşlidir. En yüksek sıcaklık 35 ile 40 °C, en düşük sıcaklık 15 ile 20 °C arasındadır. Sonbahar ve kış mevsimleri genellikle yağmurlu ve rüzgârlıdır ancak güneşli günlere de rastlanır. Sıcaklık nadiren 5 °C’nin altına düşer. Bu mevsimlerin ortalama sıcaklığı 10 °C civarındadır. Kar yağışı ise Lizbon'da çok nadir görünen bir yağış şeklidir. Ortalama olarak yılda 3.300 güneşli saat ve 100 yağmurlu gün vardır. Lizbon Gulf Stream’den oldukça etkilenmektedir. Nüfus. Şehrin nüfusu 564.657 kişi iken metropolitan bölgenin nüfusu 2.760.723 kişidir. Lizbon Metropolitan Bölgesi, Büyük Lizbon ve Setúbal Yarımadası alt bölgelerini içerir. Şehir içindeki nüfus yoğunluğu 6.658 kişi/km² dir. Lizbon Avrupa'da en hızlı büyüyen metropolitan alanlardan birisidir ve Birleşmiş Milletler tahminlerine göre 2050 yılında nüfus 4,5 milyon kişiye ulaşacaktır. Kültür ve görülmeye değer yerler. Baixa adı verilen şehir merkezi, 2004 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer almak üzere önerilmiştir. "Baixa", 1755 yılında şehrin büyük kısmını yıkan depremden sonra planlanarak inşa edilmiştir ve meydanlar ile bezenmiş, dik kesişen bir cadde ve sokak ağına sahiptir. "Baixa"'nın doğusunda Lizbon'un kurulduğu yedi tepeden birinin üzerinde São Jorge Kalesi ve Lizbon Katedrali yer alır. İlin en eski mahallesi, Tejo Nehri'nin yakınındaki Alfama'dır. Bu mahalle tarih boyunca süregelen depremlerin çoğundan, fazla yara almadan kurtulmuştur. Diğer görülmeye değer yerler arasında Praça do Comércio (Ticaret Meydanı) ve yakınlarındaki, güzel ön cephesiyle tanınan Nossa Senhora da Conceição Velha Kilisesi, Rossio Meydanı, Restauradores Meydanı, Elevador de Santa Justa (1900'lü yıllarda Baixa ve Bairro Alto'yu birbirine bağlamak için kurulan Neogotik tarzdaki asansör), Jerónimos Manastırı, Belém Kulesi, Padrão dos Descobrimentos (Keşifler Anıtı) ve Carmo Rahibe Manastırı sayılabilir. Lizbon şehri mimari açıdan çok zengindir. Roma, Gotik, Manuelin, Barok, Geleneksel Portekiz, Modern ve postmodern tarzı yapılar şehrin her yerinde görülebilir. Şehirde aynı zamanda büyük bulvarlar ve bunların üzerinde de çeşitli anıtlar bulunur. Özellikle yukarı kısımda bulunan bu bulvarların arasında Avenida da Liberdade, Avenida Fontes Pereira de Mello, Avenida Almirante Reis ve Avenida da República sayılabilir. Şehrin önemli müzeleri arasında Museu Nacional de Arte Antiga (Antik Sanat Ulusal Müzesi), Museu dos Azulejos (Portekiz tarzı "Azulejo" Mozaik Müzesi), Museu Calouste Gulbenkian (Calouste Gulbenkian Müzesi, çeşitli antik ve modern sanat eser koleksiyonları mevcuttur), Lisbon Oceanarium (Lizbon Okyanus Müzesi, Avrupa'daki en büyük Okyanus Müzesidir), Centro Cultural de Belém (Kültür Merkezi), Museu Nacional dos Coches (Ulusal At arabası Müzesi, Dünya'daki en geniş kraliyet at arabaları koleksiyonuna sahiptir) ve Museu da Farmácia (Eczacılık Müzesi) sayılabilir. Lizbon'un opera salonu Teatro Nacional de São Carlos, özellikle sonbahar ve kış sezonunda yoğun gösterilere sahne olur. Diğer önemli tiyatro ve konser salonları arasında Centro Cultural de Belem, Teatro D. Maria ve Gulbenkian Vakfı sayılabilir. Cristo Rei anıtı, nehrin sol kıyısında Almada'da bulunur. Tüm şehre hâkim bir noktada kolları açık şekilde görülen anıt heykel Rio de Janeiro'daki Corcovado anıt heykeline benzer. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Portekiz'in savaşın yıkımından kurtulmasına şükran amacıyla yapılmıştır. Lizbon'da doğan bir Hristiyan azizin anısına Haziran ayında, beş gün süren ve caddelerde kutlanan bir festival yapılır. Ömrünü yoksullara adaması nedeniyle Katolik Kilisesi tarafından aziz ilan edilen ve Portekizli zengin bir aileden gelen Padua'lı Aziz Anthony (ya da Santo António) Lizbon'da doğmuştur. Şehrin koruyucu azizi olan Zaragoza'lı Vincent adına düzenlenen bir festival yoktur. Parque Eduardo VII, şehir merkezinde yer alan en büyük parktır ve Avenida da Liberdade'nin devamında bulunur. Park adını, açılışı sırasında orada bulunan İngiltere Kralı VII. Edward'dan alır. "Estufa Fria" adı verilen kış bahçesinde çok çeşitli bitkiler bulunur. Lizbon'da her yıl Lisbon Gay ve Lezbiyen Film Festivali düzenlenir. Ekonomi. Lizbon şehrinin ekonomisi, Portekiz'in başkenti olması dolayısıyla daha çok hizmet sektöründe yoğunlaşmıştır. Portekiz'de bulunan birçok çok uluslu şirketin merkezi burada bulunur. Lizbon Metropolitan Alanı ve özellikle Tejo Nehri'nin güney yakası oldukça yoğun sanayileşmiş bir bölgedir. Lizbon bölgesi Portekiz'in en zengin bölgesidir. Tek başına, Portekiz Gayri Safi Yurt içi Hasılasının %45'ini üretir. Kişi başına düşen değerlerde de hem Portekiz'in geri kalanından hem de Avrupa Birliği ortalamasından oldukça yukarıda yer alır. Büyük olasılıkla Lizbon bölgesine AB tarafından yapılan gelişme yardımları durdurulacaktır. Lizbon Borsası Euronext Lizbon; Amsterdam, Brüksel ve Paris borsalarıyla birlikte Avrupa Euronext sisteminin bir parçasını oluşturur. Euronext, 22 Eylül 2000 günü Paris, Brüksel, Lizbon ve Amsterdam Borsalarının birleşmesi ile kurulmuştur. Ulaşım. Metro. Lizbon'un kamu ulaşım ağı oldukça geniş ve güvenilirdir. Bu ulaşım ağının ana arteri şehir merkezini yukarı ve doğu mahallelerine bağlayan Lizbon Metrosudur. Genişletme projeleri havaalanını ve kuzey ve batı mahalleleri de içine alacak şekilde ulaşım ağını üçte bir oranında büyütecektir. Yüzyılı aşkın süredir şehrin otobüs, füniküler ve tramvay hizmeti "Companhia de Carris de Ferro de Lisboa" (Carris) tarafından verilmektedir. Tramvay. Lizbon'da toplu taşımanın geleneksel bir biçimi de tramvay’dır. 1901'de tanıtılan elektrikli tramvaylar ilk olarak ABD’den ithal edildiği için "americanos" diye anılır. Bu ilk tramvaylar günümüzde "Museu da Carris"‘de (Kamu Ulaşımı Müzesi) görülebilir. (Carris ) ve "americanos" olarak adlandırıldı. Bu ilk tramvaylar günümüzde "Museu da Carris"‘de (Kamu Ulaşımı Müzesi) görülebilir. (Carris ) Modern Hat 15 dışında, Lizbon tramvay sistemi hala yirminci yüzyılın başlarından kalma tasarımlı küçük (dört tekerlekli) araçlar kullanmaktadır. Bu farklı sarı tramvaylar, modern Lizbon'un turizm simgelerindendir ve boyutları, şehrin merkezindeki dik yokuşlara ve dar sokaklara çok uygundur. Tren. Banliyölere giden dört hat bulunur. Cascais, Sintra ve Azambuja hatları ile birlikte 25 Nisan Köprüsü üzerinden Tejo Nehri’ni geçen Setúbal hattı. Köprüler. Şehir Tejo Nehri’nin karşı kıyısına iki önemli köprü ile bağlanır: Lizbon, banliyölere ve Portekiz'in geri kalanına oldukça geniş bir otoyol ağı ile bağlıdır. Şehrin etrafında üç adet çevre yolu bulunur: 2ª Circular, CRIL ve CREL. Dünya üzerindeki hemen her noktaya bağlanan uluslararası Portela Havaalanı Lizbon'da bulunmaktadır. Eğitim. Şehirde birçok özel ve devlet okulu bulunur. Büyük Lizbon bölgesinde ayrıca Saint Julian's School, Carlucci American International School of Lisbon, St Dominic's School, Deutsche Schule Lissabon ve Lycée Français Charles Lepierre gibi birçok uluslararası okul da bulunmaktadır. Lizbon'da üç devlet üniversitesi ve bir enstitü bulunur. Bunlar 1911'de kurulan ve Lizbon'un en eski yüksek eğitim kurumu olan Lizbon Üniversitesi, Lizbon Teknik Üniversitesi, Lizbon Yeni Üniversite ve ISCTE'dir. Doğa bilimleri, mühendislik, tıp, hukuk, eğitim, spor bilimleri, mimarlık ve sosyal bilimler üzerine eğitim verilmektedir. Ayrıca Lizbon Politeknik Enstitüsü de şehirde eğitim vermektedir. Başlıca özel yüksek eğitim kurumları arasında Portekiz Katolik Üniversitesi, Lizbon Modern Üniversite , Lusiada Üniversitesi, Lusófona Sosyal Bilimler ve Teknoloji Üniversitesi ve Lizbon Özerk Üniversitesi sayılabilir. Spor. Lizbon'da en popüler spor futboldur. Şehrin başlıca kulüpleri arasında UEFA'nın 5 yıldızlı statlar listesinde bulunan 65.000 kişilik Işık Stadyumu ile Benfica bulunur. Benfica UEFA Şampiyonlar Ligi'ni iki kez kazanmış ve yedi kere finalde oynamıştır. Kulübün ünlü oyuncuları arasında 1960'larda Eusebio, günümüzde de Rui Costa, Nuno Gomes ve Simão Sabrosa sayılabilir. Sporting, şehrin diğer bir futbol takımıdır. Bu takım da 52.000 kişilik ve yine UEFA'nın 5 yıldızlı statlar listesinde bulunan José Alvalade Stadyumu'nda oynamaktadır. Sporting Lizbon bir kez UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kazanmış ve bir kez de UEFA Kupası'nda final oynamıştır. Her yıl Mart ayında halkın yoğun katılımı olan ve Dünya çapındaki bu tür organizasyonlarda en çok kişinin toplandığı koşulardan olan Yarı Maraton düzenlenir. Ayrıca, 2006 yılından beri Dakar Rallisi'nin başlangıcı Lizbon'dan yapılmaktadır. Büyük Lizbon. Her büyük şehirde olduğu gibi, Lizbon da birçok uydu kent ile çevrelenmiştir. Lizbon'a her gün çevresindeki yerleşim birimlerinden yaklaşık bir milyon insanın giriş yaptığı tahmin edilmektedir. Gece hayatının en yoğun olduğu yerler Cascais ve Estoril'dir. Sintra'da saraylar ve tarihî yerler bulunur. Lizbon'un etrafındaki diğer belediyeler arasında Amadora, Oeiras, Odivelas, Loures, Vila Franca de Xira ve Tejo Nehri halicinin güney yakasında bulunan Almada, Barreiro ve Seixal sayılabilir. Turizm. "Alfama": Tarihî tepe. Tarihi 12. yüzyıla kadar dayanan eski Alfama mahallesi Lizbon'un mücevherlerinden biri sayılır. Mahalle, barındırdığı Arap ve Romalı unsurlar nedeniyle geçmişte yolculuk hissi uyandırır. Mahallenin adı hamam anlamına gelen Arapça "el hamma" sözcüğünden gelmektedir. Oldukça dar ve dik olan sokaklarında hüzünlü melodileriyle geleneksel Portekiz müziği fadonun duyulabileceği birçok lokanta ve bar bulunur. Mahallenin yukarısında hem mahallenin hem de Tejo Nehri'nin tamamı bütün güzelliğiyle gözler önüne serilmektedir. "Lizbon": Tramvay turu. Lizbon'da bulunan sarı tramvaylar turistler için en popüler ve vazgeçilmez toplu ulaşımlardan biridir. Bu tramvaylar Lizbon'un dar sokaklarını birbirine bağlamaktadır. Şehri birbirine bağlayan 28, 25, 15, 12 ve 18 numaralı tramvaylar mevcuttur. 28 numaralı tramvay hattında yapılan bir gezinti Lizbon'u görmenin yollarından biridir. Yolculuk Rossio yakınındaki Martim Moniz'de başlar, tepelere doğru döne döne çıkarak eski Alfama mahallesine ulaşır, sonra "Basílica da Estrela"'dan geçerek aşağıya doğru Avrupa'nın en eski şehir planlama ürünü olan "Baixa"'nın caddelerine gelir. Buradan "Bairro Alto"'nun alt kısımlarından geçerek son durak olan "Prazeres"'e gelinir. Belém: Yaşayan Manueline dönemi mimarisi. 15 numaralı tramvay hattı, Tejo Nehri boyunca batıya doğru tarihî Belém mahallesine ulaşır. Bu mahallede en ilgi çeken yapı Jeronimos Manastırı'dır. İnşası sırasında her yıl 70 kg. altına mal olmuş, yapımı baharat ticaretiyle finanse edilmiştir. Keşiflerle gelen etkilenmenin Gotik ve Rönesans tarzlarıyla karışmasından oluşan Manuelin dönemi mimarinin tipik bir örneğidir. 1501 yılında başlanan inşaat 70 yılda bitirilmiştir. Mahallede ayrıca ilgi çekici olan "Torre de Belém" (Belém Kulesi) de bulunmaktadır. "Bairro Alto": Gece hayatı. "Bairro Alto" (Yukarı Mahalle) Lizbon'un merkezî yerlerinden biridir. Yerleşim, alışveriş ve eğlence bölgesi olarak kullanılır. Günümüzde Portekiz başkentinin gece kalbinin attığı yerdir ve Lizbon gençliğinin uğrak noktasıdır. Lizbon'un Punk, Gay, Metal, Goth, Hip Hop ve Reggae tarzlarındaki barları ve kulüpleri bu mahallede yer alır. Portekiz'in ulusal müziği fado da gece hayatının bir parçasıdır. "Estação do Oriente": Mimarlık mucizesi. "Estação do Oriente" (Doğu İstasyonu) Lizbon'un tren, metro, otobüs ve taksi trafiğinin ana duraklarından birisidir. Cam ve çelikten yapılmış sütunları palmiyeleri andırır ve hem gün ışığında hem de gece aydınlatıldığında yapıyı olağanüstü bir güzelliğe büründürür. Yapı İspanyol mimar Santiago Calatrava tarafından tasarlanmıştır. Alışveriş merkezinden geçtikten sonra, 1998 Dünya Fuarı'nın (Expo 98) yapıldığı "Parque das Nações" (Milletler Parkı) ile karşılaşılır. "Lizbon": Füniküler ulaşım. Lizbon'daki ulaşım birçok şehirden daha çeşitlidir. Bunun başlıca nedenlerinden birisi şehrin coğrafyasıdır. Yedi tepe üzerine kurulmuş olan Lizbon'da yüzyılı aşkındır kullanılan tramvayların yanı sıra üç adet füniküler de oldukça ilgi çekmektedir. Bunlar "Elevador da Glória", "Elevador da Bica" ve "Elevador da Lavra"‘dır. Carris biletleri fünikülerlerde de geçerlidir. Bucaklar. Lizbon belediyesi 4 mahallede (Por.: "Bairro") toplanmış 53 bucaktan (Por.: "freguesia") oluşur. Kardeş şehirler. Lizbon'un toplam 22 tane kardeş şehri var:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9200", "len_data": 24182, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.81 }
Madrid (İspanyolca telaffuz: ), İspanya'nın başkenti ve en kalabalık şehridir. Şehrin yaklaşık 3,4 milyon nüfusu ve yaklaşık 6,7 milyon metropoliten alan nüfusu vardır. Avrupa Birliği'nin (AB) en büyük ikinci şehridir ve tek merkezli metropoliten alanı AB'nin en büyük ikinci alanıdır. Şehir 604,3 kilometrekarelik (233,3 sq mi) coğrafi alanı kapsamaktadır. Madrid, İber Yarımadası'nın orta kesiminde Manzanares Nehri üzerinde yer almaktadır. Hem İspanya'nın (1561'den beri neredeyse kesintisiz olarak) hem de çevresindeki Madrid Özerk Topluluğu'nun (1983'ten beri) başkenti olan şehir, aynı zamanda ülkenin siyasi, ekonomik ve kültürel merkezidir. Şehir, en yakın deniz kıyısından yaklaşık 300 km (190 mil) uzaklıkta yüksek bir düzlükte yer almaktadır. Madrid'in ikliminde yazlar sıcak, kışlar ise serin geçer. Madrid kentsel bölgesi, Avrupa Birliği'nin en büyük ikinci GSYİH'sine sahiptir ve siyaset, eğitim, eğlence, çevre, medya, moda, bilim, kültür ve sanat alanlarındaki etkisi dünyanın en büyük küresel şehirlerinden biri olmasına katkıda bulunmaktadır. Ekonomik çıktısı, yüksek yaşam standardı ve pazar büyüklüğü nedeniyle Madrid, İber Yarımadası'nın ve Güney Avrupa'nın başlıca finans merkezi ve önde gelen ekonomik merkezi olarak kabul edilmektedir. Metropoliten alanı, Telefónica, Iberia, BBVA ve FCC gibi büyük İspanyol şirketlerine ev sahipliği yapmaktadır. Ülkedeki bankacılık operasyonlarının büyük bir kısmına odaklanmaktadır ve en fazla web sayfası üreten İspanyolca konuşulan şehirdir. Madrid, 2ThinkNow tarafından yayınlanan 2022-2023 yıllık analist İnovasyon Şehirleri Endeksi'nde inovasyon açısından 500 şehir arasında dünyada 19. ve Avrupa'da 7. sırada yer almaktadır. Madrid, BM Dünya Turizm Örgütü (UNWTO), İbero-Amerikan Genel Sekreterliği (SEGIB), İbero-Amerikan Devletleri Örgütü (OEI) ve Kamu Yararı Gözetim Kurulunun (PIOB) merkezlerine ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca İspanyolcanın önemli uluslararası düzenleyicileri ve destekleyicilerine de ev sahipliği yapmaktadır: İspanyol Dili Akademileri Birliği Daimi Komitesi, Kraliyet İspanyol Akademisi (RAE) merkezi, Instituto Cervantes ve Gelişen İspanyolca Vakfı (FundéuRAE). Madrid'de FITUR, ARCO, SIMO TCI ve Madrid Moda Haftası gibi fuarlar düzenlenmektedir. Madrid dünyaca ünlü iki futbol kulübüne, Real Madrid ve Atlético Madrid'e ev sahipliği yapmaktadır. Madrid modern bir altyapıya sahip olmakla birlikte, tarihi mahallelerinin ve sokaklarının çoğunun görünümünü ve hissini korumuştur. Madrid'in simge yapıları arasında Madrid Kraliyet Sarayı, 1850 Opera Binası, Retiro Parkı, Ulusal Kütüphane ve Paseo del Prado boyunca yer alan ve üç sanat müzesinden oluşan Altın Sanat Üçgeni bulunmaktadır; Prado Müzesi, Reina Sofía Müzesi ve Thyssen-Bornemisza Müzesi. Cibeles Sarayı ve Çeşmesi şehrin anıt sembollerinden biri haline gelmiştir. Belediye başkanı Halk Partisi'nden José Luis Martínez-Almeida'dır. Coğrafya. Zengin tarihi mirasının yanı sıra canlı bir kültür ve sanat merkezi olarak da önem taşır. Gelişmesi ve ülke ekonomisinde ağırlıklı bir rol kazanması yakın tarihlere rastlar. Metropolitan alanın yüzölçümü 1.020 km² olup nüfusu 7 milyonu aşkındır. Avrupa'nın en yüksek başkentlerinden biri olan Madrid, orta platonun dalgalı bir platosunda 635 m yükseklikte yer alır. Yüksek konumu ve hava kütlelerinin etkisine açık olması sebebiyle ani sıcaklık değişiklikleri sık görülür. Yaz ayları boğucu olup sıcaklık bazen 38 °C'ye kadar ulaşır. Yıllık ortalama sıcaklık 2°-24 °C arasında değişir. Madrid'in idari hizmetleri, bankacılık ve sigortacılığa dayanan ekonomisine, ulaşım ağının merkezi olması ve turizmden kaynaklanan gelirler de önemli katkıda bulunur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra sanayi gelişmiş, imalat sektörünün de ağırlığı artmıştır. Başlıca sanayi mamulleri arasında, demiryolu gereçleri ve traktör yapımı, dönüştürme metalürjisi, elektrikli gereçler yapımı, besin sanayii, tekstil, kimya, plastik maddeleri işleme, optik eşya, otomobil ve kamyon motoru yer alır. Tarih. Manzanares Nehri'ne bakan kayalık bir çıkıntı üzerinde kurulu Alhazar'ın çevresinde gelişen şehirden 932 tarihli kayıtlarda Arapça "su kanalı" anlamına gelen "Macerit" adıyla bahsedilir. 1083 yılında şehir Müslümanlar'dan Kastilya Krallığı'na geçti. Alhazar'ın 1466'daki depremde yıkılmasından sonra inşa edilen Orta Çağ kraliyet sarayı, şehrin gelişmesine yeni bir hız kazandırdı. 1561'de Kral Hristiyan II. Felipe İspanya'nın merkezinde olduğu için şehri başkent yapmayı uygun buldu. 1759-1788 arasındaki III. Carlos döneminde geniş cadde ve meydanların açılmasıyla planlı bir gelişme başladı. Napolyon Savaşları (1800-1815) sırasında Fransız işgali altına giren Madrid, Joseph Bonaparte'in tahta geçmesinden sonra başlayan millî ayaklanmada öncü bir rol oynadı. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında şehre modern bir görünüm kazandıran planlı bir yapılaşma başladı. İspanya İç Savaşı (1936-1939) sırasında ağır bombardımanlara maruz kalan Madrid büyük bir yıkıma uğradı. Ancak bundan sonra geniş çaplı bir onarım dönemi başladı. Şehrin gelişmesi zamanla çevredeki banliyöleri de içine aldı. 1960'lardaki değişimlerde tarihi mirasa ağır darbeler indirilmekle beraber, sonraki yıllarda tarihi yapıları koruma tedbirleri alındı. Ekonomi. Madrid, 16. yüzyılda İspanya'nın başkenti olduktan sonra üretim ya da ticaretten çok bir tüketim merkezi haline geldi. Ekonomik faaliyetler büyük ölçüde kraliyet ailesi ve ulusal hükûmet de dahil olmak üzere kentin hızla artan nüfusunun beslenmesine, bankacılık ve yayımcılık gibi ticari faaliyetlere ayrıldı. Madrid'de sanayi sektörü 20. yüzyıla kadar gelişmedi, ancak daha sonra sanayi büyük ölçüde genişledi ve çeşitlendi; İspanya'nın ikinci sanayi şehri haline geldi. Kentin ekonomisi zamanla hizmet sektörüne doğru kaymaktadır. Önemli bir Avrupa finans merkezi olan Madrid'in borsası, hem IBEX 35 endeksini hem de buna bağlı Latibex borsasını içeren Avrupa'nın üçüncü büyük borsasıdır. Londra, Paris, Frankfurt ve Amsterdam'dan sonra Madrid, Avrupa'nın beşinci büyük ticari merkezidir ve dünyada 11. sırada yer almaktadır. Web sayfası oluşturma açısından İspanyolca konuşulan şehirlerin başında gelmektedir. Yaşam standardı. Madrid'de ortalama hane geliri ve harcaması, İspanya ortalamasının %12 üzerindedir. 2010 yılında yoksulluk sınırı altında olarak sınıflandırılan oran %15,6'dır; bu oran 2006 yılında %13,0 iken, İspanya ortalaması olan %21,8'den daha düşüktür. Varlıklı olarak sınıflandırılan oran ise %43,3 ile İspanya genelinden (%28,6) çok daha yüksektir. Madrid sakinlerinin tüketimi, iş kayıplarından ve 2012 yılında satış vergisinin %8'den %21'e yükseltilmesi de dahil olmak üzere kemer sıkma önlemlerinden etkilenmiştir. Konut fiyatları 2007'den bu yana %39 oranında düşmüş olsa da, 2014 yılı başında ortalama konut fiyatı metrekare başına 2.375,6 Avro idi ve 22 Avrupa şehri listesinde Londra'dan sonra ikinci sırada gösteriliyordu. İstihdam. İşgücüne katılım, 2011'de 1.638.200 kişi ile nüfusun %79'unu oluşturmaktadır. Ayrıca istihdam edilen işgücünün %49'u kadınlardan oluşmaktadır. Ekonomik olarak aktif kişilerin %41'i üniversite mezunudur, bu oran İspanya geneli için %24'tür. 2011 yılında işsizlik oranı %15,8 ile İspanya geneline göre daha düşük kalmıştır. 16-24 yaş arası nüfusta işsizlik oranı %39,6'dır. 2013 yılında işsizlik %19,1 ile zirveye ulaşmış, ancak 2014 yılında ekonomik toparlanmanın başlamasıyla istihdam artmaya başlamıştır. İstihdam hizmet sektörüne doğru kaymaya devam etmektedir. 2011 yılı itibarıyla tüm işlerin %86'sı bu sektörde yer alırken, İspanya genelinde bu oran %74'tür. 2018'in ikinci çeyreğinde işsizlik oranı %10,06 olarak belirtilmiştir. Sanat ve kültür. Mutfak. Madrid mutfağı, İspanya'nın diğer bölgelerinden çok etkilenmiştir ve kimliği göçmenlerden gelen öğeleri özümseme yeteneğindedir. Nohutlu bir güveç olan "cocido madrileño" Madrid mutfağının en sembolik yemeklerindendir. ', genellikle sığır işkembelerden yapılan başka bir geleneksel kış spesiyalitesidir. Şehirde tipik diğer sakatat yemekleri ' veya ızgara domuz kulağıdır. Kızarmış kalamar, Madrid'de mutfak uzmanlığı haline gelmiş olan "kalamarlı sandviç" genellikle "" olarak tüketilir". Madrid mutfağının vazgeçilmezi kabul edilen diğer birkaç yemek şunlardır: "Pottage" (çömlekte sebze çorbası), "sopa de ajo" (Sarımsak çorbası), İspanyol omleti, ' (Çipura), ' (Madrid usulü salyangoz) (salyangozlar, sp. "Cornu aspersum") veya Soldaditos de Pavía, "" (barlarda atıştırmalık olarak tüketilir) veya "gallina en " (kaynatılmış yumurta sarısı ve bademler ile pişirilmiş tavuk veya piliç). Geleneksel tatlıları, "Fransız tostu" (Yumurtalı ekmek) (Paskalya'da tüketilen bir Fransız tost çeşidi) ve "" ‘dur. Bohem kültürü. Şehir, alternatif sanat ve etkileyici sanat icra etmek için mekanlara sahiptir. Ópera, Antón Martín, Chueca ve Malasaña dahil olmak üzere çoğunlukla şehir merkezinde bulunurlar. Ayrıca Madrid'de Alternatif Sanat Festivali, Alternatif Sahne Festivali gibi birçok festival vardır. Malasaña mahallesinin yanı sıra Antón Martín ve Lavapiés’de birçok bohem kafe/galeri bulunur. Bu kafeler, dönem veya retro mobilyalar veya sokaktaki mobilyaları, içlerinde renkli, geleneksel olmayan atmosferi ve genellikle her ay yeni bir sanatçı tarafından sergilenen ve genelde satılık sanat eserleri ile simgelenir. Kafeler arasında Malasaña'da retro kafe "Lolina" ve bohem kafeleri "La Ida", "La Paca" ve "Café de la Luz", Huertas'ta "La Piola" ve Lavapiés'te "Café Olmo" ve "Aguardiente" vardır. Klasik müzik ve opera. National Auditorium of Music, Madrid'deki klasik müzik konserlerinin ana mekanıdır. İspanyol Ulusal Orkestrası, Chamartín Senfoni Orkestrası'na ve Madrid Topluluğu Orkestrası ile Madrid Senfoni Orkestrası'nın senfonik konserlerine ev sahipliği yapar. Aynı zamanda Madrid'de turneye çıkan orkestralar için de başlıca mekandır. Teatro Real, Kraliyet Sarayı'nın hemen önünde yer alan Madrid'deki ana opera binasıdır ve Madrid Senfoni Orkestrası, buranın yerleşik orkestrasıdır. yılda yaklaşık on yedi opera başlığı (hem kendi yapımları hem de diğer büyük Avrupa opera binalarıyla ortak yapımlar) ve ayrıca iki veya üç büyük bale ve birkaç resital sahnelenir. Teatro de la Zarzuela, Zarzuela (İspanyol geleneksel müzikal tiyatro türü) ile operet ve resitallere ayrılmıştır. Tiyatronun yerleşik orkestrası Madrid Orkestra Topluluğu'dur. Teatro Monumental, RTVE Senfoni Orkestrası'nın konser mekanıdır. Klasik müzik için diğer konser mekanları, çağdaş müziğe adanmış Fundación Joan March ve Auditorio 400'dir. Boğa Güreşi. 1929'da kurulan İspanya'daki en büyük "plaza de toros"a (boğa güreşi arenası) Las Ventas Madrid'dedir. Las Ventas birçok kişi tarafından boğa güreşinde dünya merkezi kabul edilir ve yaklaşık 25.000 kişilik oturma kapasitesi vardır. Madrid'in boğa güreşi sezonu mart'ta başlayıp ekim'de biter. San Isidro (Madrid'in koruyucu azizi) şenlikleri sırasında mayıs ortasından haziran başına kadar her gün, her pazar, resmi tatil günleri ve sezonun geri kalanında hep boğa güreşleri yapılır. Meydan, Neo-Mudéjar tarzıdır. Las Ventas'ta boğa güreşi sezonunun dışında konserler ve diğer etkinlikler de yapılır. Madrid'de boğa güreşi konusunda büyük tartışmalar yaşanmaktadır. Turizm. Madrid, Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) ve Uluslararası Turizm Fuarı (FITUR)'nun merkezidir. Şehir 2018'de 10.21 milyon turist aldı. Bu turistlerin %53.3 ü yabancı %46.7 si ise yerli turisttir. Uluslararası turistlerde en büyük pay ABD'nindir. Onu sırasıyla İtalya, Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya izlemektedir. 2018 itibarıyla şehirde 793 otel, otel yeri ve otel odası vardırp. 18 Ayrıca, 2018 itibarıyla tahmini olarak turistik daireye sahipti.p. 20 En çok ziyaret edilen müze, 2018 yılında toplam 3,8 milyon ziyaretçi ile Kraliçe Sofia Ulusal Sanat Müzesi oldu. Onu 2.8 milyon turistle Prado Müzesi izledi. Ayrıca şehirde diğer gezilecek yerler de şu şekildedir: 2010'ların sonlarına gelindiğinde, soylulaştırma ve şehir merkezindeki turist dairelerinin ani artışı, kira fiyatlarında artışa yol açarak sakinleri şehir merkezinin dışına itti. Madrid'deki turistik dairelerin çoğu (%50-54) Centro Bölgesi'ndedir. Sol mahallesinde (ikinci bölgenin bir kısmı), 10 evden 3'ü turistik apartmanlara ayrılmıştır, ve bunların 10 tanesinden 2'si AirBnB'dedir. Nisan 2019'da "ayuntamiento" genel kurulu, turist dairelerinin sayısını büyük ölçüde sınırlamayı amaçlayan bu uygulamayı düzenlemeyi amaçlayan bir planı kabul etti. Normatif, sokak içindeki ve dışındaki bu dairelere bağımsız erişim şartını zorunlu kılacaktır. Ancak, Haziran 2019'daki hükûmet değişikliğinden sonra yeni belediye yönetimi yönetmeliği geri almayı planlamaktadır. Spor. Futbol. 1902'de kurulan Real Madrid, La Liga'da mücadele etmekte ve iç saha maçlarını Santiago Bernabéu Stadyumu'nda oynamaktadır. Kulüp, dünyanın en çok desteklenen takımlarından biridir ve taraftarları "Madridistas" ya da "Merengues" (Meringues) olarak anılmaktadır. Real'in Madrid'deki taraftarlarının genellikle orta sınıf mensubu olduğuna inanılmaktadır, ancak bu iddia tartışmalıdır ve kanıtlanamamıştır. Real Madrid taraftarlarının büyük bir kısmının işçi sınıfına mensup olduğu da öne sürülmüştür. Kulüp, 20. yüzyılın en iyi kulübü seçilmiş, dünyanın en değerli beşinci spor kulübü ve toplam 100 resmi şampiyonlukla en başarılı İspanyol futbol kulübü olmuştur (buna rekor 14 Avrupa Kupası ve rekor 35 La Liga dahildir). 1903'te kurulan Atlético Madrid de La Liga'da mücadele etmekte ve iç saha maçlarını Metropolitano Stadyumu'nda oynamaktadır. İspanya'daki üçüncü ulusal taraftar kitlesine sahip olan kulüp şehirde iyi desteklenmektedir ve taraftarları "Atléticos" ya da "Colchoneros" (Minderciler) olarak anılmaktadır. Atlético'nun desteğini çoğunlukla işçi sınıfı vatandaşlardan aldığına inanılmaktadır. Kulüp, üç UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğu kazanmış ve üç Avrupa Kupası finaline ulaşmış elit bir Avrupa takımı olarak kabul edilmektedir. Yurtiçinde Atletico, on bir lig şampiyonluğu ve on Copa del Rey kazanmıştır. Rayo Vallecano, Vallecas mahallesinde yer alan şehrin en önemli üçüncü futbol takımıdır. Şu anda La Liga'da mücadele etmektedirler ve 2021 yılında yükselmeyi garantilemişlerdir. Kulübün taraftarları sol görüşlüdür ve "Buccaneers" olarak bilinirler. Madrid, dördü Santiago Bernabéu'da ve 2019 finali Metropolitano'da olmak üzere beş Avrupa Kupası/Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği yapmıştır. Bernabéu ayrıca 1964 Avrupa Futbol Şampiyonası finali (İspanya kazandı) ve 1982 FIFA Dünya Kupası finaline de ev sahipliği yaptı. Basketbol. 1931'de kurulan Real Madrid Basketbol Takımı, Liga ACB'de mücadele etmekte ve iç saha maçlarını Palacio de Deportes'te (WiZink Center) oynamaktadır. Real Madrid'in basketbol şubesi, futbol takımına benzer şekilde, 11 EuroLeague şampiyonluğu ile Avrupa'nın en başarılı takımıdır. Yurtiçinde ise 36 lig şampiyonluğu ve 28 Copa del Rey şampiyonluğu elde etmiştir. 1948'de kurulan CB Estudiantes, LEB Oro'da mücadele etmekte ve iç saha maçlarını Palacio de Deportes'te (WiZink Center) oynamaktadır. Estudiantes, 2021 yılına kadar İspanya'nın en üst liginden hiç küme düşmeyen üç takımdan biriydi. Tarihsel başarıları arasında üç kupa şampiyonluğu ve dört lig ikinciliği yer almaktadır. Madrid, son ikisi Palacio de Deportes'de olmak üzere altı Avrupa Kupası/EuroLeague finaline ev sahipliği yapmıştır. Şehir ayrıca 1986 ve 2014 FIBA Dünya Kupaları final maçlarına ve EuroBasket 2007 finaline (hepsi Palacio de Deportes'de düzenlendi) ev sahipliği yaptı. Ulaşım. Madrid'de ulaşım gelişmiştir. Şehirde Madrid Barajas Uluslararası Havalimanı adında bir havalimanı vardır. Barajas Havalimanı 2019 yılında 61 milyon yolcu ile İspanya'nın en işlek 1. Avrupa'nın ise en işlek 5. havalimanıdır. Madrid'de ilk metro 1919'da yapılmıştır ve 20. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiştir. 294 km uzunduğu ile Avrupa'da Londra'dan sonraki en uzun metro sistemidir. 302 istasyon ile de Avrupa'da Paris'ten sonraki en çok durağa sahiptir. Kardeş ve "partner" şehirleri. Madrid'in toplam 24 tane kardeş şehri var; bunlar aşağıda listelenmektedir. Ayrıca Fransa'nın Paris şehri ile özel "partner" statüsünü paylaşmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9201", "len_data": 16051, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.4 }
Roma () veya Roma komünü, İtalya'nın, Lazio bölgesinin ve aynı zamanda Roma ilinin başkentidir. Roma hem şehir hem de özel "komün" statüsü taşır. Tiber ve Aniene nehirleri arasında ve Akdeniz'e yakındır. Yaklaşık 2,7 milyon nüfuslu şehirde, Katoliklerin ruhani lideri Papa'nın yaşadığı bağımsız devlet Vatikan da yer almaktadır. Bu sebeple Roma'ya bazı kaynaklar tarafından iki devletin başkenti de denilmektedir. Roma, İtalya'nın en kalabalık şehri ve 1285.3 km²lik yüzölçümüyle Avrupa'nın en geniş yüzeye yayılmış başkentlerinden biridir. Milano, Napoli, Torino, Bologna, Palermo, Katanya, Floransa, Cenova ve Bari'nin toplamından daha geniş bir yüzölçümüne sahiptir. Roma Büyükşehir'in toplam nüfusu 4 milyondur. 75 milyar avroluk gelirle İtalya'nın toplam millî hasılasının %6,5'ini tek başına kazanır. 2800 yıllık şehir, sırasıyla ve resmi adlarıyla; Roma Krallığı'nın, Roma Cumhuriyeti'nin, Roma İmparatorluğu'nun, Papalık Yönetiminin, İtalya Krallığı'nın ve İtalya Cumhuriyeti'nin merkezi ya da başkenti olmuştur. Roma, 2019 yılında 10,1 milyon turist ile dünyanın en çok ziyaret edilen 11. şehri, Avrupa Birliği'nde en çok ziyaret edilen üçüncü şehir ve İtalya'nın en popüler turizm merkezi olmuştur. 1960 Yaz Olimpiyatları'na ev sahipliği yapan Roma, aynı zamanda Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Gıda Programı (WFP) ve Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) gibi Birleşmiş Milletler'in çeşitli uzman kuruluşlarına ve Akdeniz için Birlik'in Parlamenter Meclisi Sekreteryası'na da ev sahipliği yapar. Önemli kuruluşların yanı sıra şehirdeki ünlü uluslararası markaların varlığı, Roma'yı önemli bir moda ve tasarım merkezi haline getirmiştir ve şehirde bulunan Cinecittà Stüdyoları birçok Akademi Ödüllü filmin seti olmuştur. Etimoloji. Antik Romalılar tarafından aktarılan kent efsanesine göre, Roma isminin kökeninin, kentin kurucusu ve ilk kralı Romulus'tan geldiğine inanılmaktadır. Ancak Romulus'un adının Roma'nın kendisinden türemiş olması da muhtemeldir. 4. yüzyılın başlarında, Roma adının kökeni hakkında alternatif teoriler ortaya atılmıştır. Dilsel köklerine odaklanan ancak belirsizliğini koruyan birkaç hipotez geliştirilmiştir: Tarih. Erken dönem. Yaklaşık 14.000 yıl öncesinden Roma bölgesinde insan yaşamına dair arkeolojik kanıtlar bulunsa da, çok daha genç olan yoğun moloz tabakası Paleolitik ve Neolitik yerleşimleri gizlemektedir. Taş aletlerin, çanak çömleklerin ve taş silahların kanıtları, yaklaşık 10.000 yıllık insan varlığının kanıtını oluşturmaktadır. Birkaç kazı, Roma'nın gelecekteki Roma Forumu alanının üzerine inşa edilen Palatino Tepesi'ndeki pastoral yerleşimlerden büyüdüğü görüşünü desteklemektedir. Günümüzde, şehrin Palatine'nin yukarısına yerleşmiş olan en büyük köyün etrafına birkaç köyün daha toplanması yoluyla ("Sinokizm") yavaş yavaş geliştiği konusunda genel bir fikir birliği bulunmaktadır. Bu toplanma tarımsal verimliliğin geçim seviyesinin üzerine çıkmasıyla kolaylaşmış ve bu da ikincil ve üçüncül faaliyetlerin kurulmasına vesile olmuştur. Bunlar da güney İtalya'daki Yunan kolonileriyle ticaretin gelişmesini hızlandırmıştır. Arkeolojik kanıtlara göre MÖ 8. yüzyılın ortalarında meydana gelen bu gelişmeler kentin "doğumu" olarak kabul edilebilir. Palatine Tepesinde yapılan son kazılara rağmen, Romulus efsanesinin öne sürdüğü gibi, Roma'nın MÖ 8. yüzyılın ortalarında kurulduğu görüşü, uç bir hipotez olarak kalmaktadır. Roma'nın kuruluş efsanesi. Antik Romalılar tarafından aktarılan geleneksel hikâyeler, şehirlerinin tarihini efsane ve mitlerle açıklarlar. Bu mitlerin en bilineni ve belki de tüm Roma mitlerinin en ünlüsü, bir dişi kurt tarafından emzirilen ikizler Romulus ve Remus'un hikâyesidir. İki kardeş bir şehir kurmaya karar verirler, ancak bir tartışmadan sonra Romulus kardeşini öldürür ve şehir adını alır. Romalı tarihçilere göre, bu olay MÖ 21 Nisan 753'te gerçekleşmiştir. Bu efsane, Truvalı mülteci Aeneas'ın İtalya'ya kaçmasını ve Julio-Claudian Hanedanının adaşı olan oğlu Ascanius aracılığıyla Romalıların soyunu bulmasını sağlayan, daha önce kurulmuş ikili bir gelenekle uzlaştırılmalıydı. Bu, MÖ 1. yüzyılda Romalı şair Virgil tarafından başarıldı. Ayrıca Strabon, şehrin Evander tarafından kurulan bir Arkadia kolonisi olduğuna dair eski bir hikâyeden bahseder. Strabon, Lucius Coelius Antipater'in Roma'nın Yunanlar tarafından kurulduğuna inandığını da yazar. Monarşi ve cumhuriyet. Bir efsaneye göre Roma, Romulus tarafından kurulduktan sonra 244 yıl boyunca önce Latin ve Sabin kökenli hükümdarlar, daha sonra Etrüsk krallar tarafından monarşik bir sistemle yönetildi. MÖ 509'da Romalılar son kralı şehirlerinden kovdular ve oligarşik bir cumhuriyet kurdular. Roma daha sonra patrisyenler (aristokratlar) ve plebler (küçük toprak sahipleri) arasındaki iç mücadelelerle ve orta İtalya nüfuslarına karşı sürekli savaşla karakterize edilen bir döneme giriş yaptı. Roma, Latium'da otorite kurduktan sonra, merkezi bölgeden Magna Graecia'ya kadar İtalyan Yarımadasının fethi olarak adlandırılabilecek birkaç savaşa öncülük etti. MÖ 3. ve 2. yüzyıllarda, Kartaca şehrine karşı yapılan üç Pön Savaşı (MÖ 264-146) ve Makedonya'ya karşı üç Makedon Savaşı (MÖ 212-168) aracılığıyla Akdeniz ve Balkanlar üzerinde Roma hegemonyası kuruldu. İlk Roma eyaletleri; Sicilya, Korsika ve Sardinya, Hispania, Makedonya, Achaea ve Afrika bu dönemde kuruldu. MÖ 2. yüzyılın başlarından itibaren, iki grup aristokrat arasında iktidar çekişmesi vardı: Senato'nun muhafazakar bölümünü temsil eden optimatlar ve iktidarı ele geçirmek için pleblerin yardımına dayanan Popularesler. Aynı dönemde küçük çiftçilerin iflas etmesi ve büyük köle malikânelerinin kurulması şehre yapılan büyük çaplı göçlere neden olmuştur. Bu dönemde devam eden sürekli savaş ortamı, Roma'da profesyonel bir ordunun kurulmasına sebep oldu. Bu nedenle, 2. yüzyılın ikinci yarısında ve MÖ 1. yüzyılda hem dışarıda hem de içeride çatışmalar yaşandı: Tiberius ve Gaius Gracchus'un başarısız sosyal reform girişiminden ve Jugurtha'ya karşı savaştan sonra, Gaius Marius ve Sulla arasında ilk iç savaş başladı. Bunu Spartaküs yönetimindeki büyük bir köle isyanı ve ardından Sezar, Pompey ve Crassus ile ilk Triumvirate'in kurulması izledi. Galya'nın fethi, Sezar'ı son derece güçlü ve popüler hale getirdi ve bu da Senato ve Pompey'e karşı ikinci bir iç savaşa yol açtı. Zaferinden sonra Sezar, kendisini ömür boyu diktatör olarak ilan etti. İmparatorluk. MÖ 27'de Octavianus, princeps civitatis oldu ve Augustus unvanını alarak, prensler ile senato arasında bir diarşi olan principatus'u kurdu. Neron'un saltanatı sırasında, Büyük Roma Yangını'ndan sonra şehrin üçte ikisi harap oldu ve Hristiyanlara yönelik zulüm başladı. İlk iki yüzyıl boyunca imparatorluk Julio-Claudian, Flavius ve Antonin hanedanlarının imparatorları tarafından yönetildi. Bu dönem aynı zamanda, İsa Mesih tarafından birinci yüzyılın ilk yarısında Yahudiye'de vaaz edilen ve havarileri tarafından imparatorlukta popüler hale getirilen Hristiyanlığın yayılmasıyla da karakterize edildi. Antoninler dönemi, toprakları Atlas Okyanusu'ndan Fırat'a ve Büyük Britanya'dan Mısır'a kadar uzanan İmparatorluğun zirvesi olarak kabul edilir. Sasani İmparatorluğu, 230'lardan 260'lara kadar birkaç kez doğudan istila etti. İmparator Diocletianus (284), devletin restorasyonunu üstlendi. Prensliği sona erdirdi ve devlet gücünü artırmayı amaçlayan Tetrarşiyi tanıttı. En belirgin özelliği, Devletin kent düzeyine kadar eşi görülmemiş müdahalesiydi. Enflasyonu kontrol etmek için, uzun sürmeyen fiyat kontrolleri uyguladı. Diocletianus ve Maximianus'un 305'te tahttan çekilmesinden sonra, Tetrarşi terk edildi. Büyük Konstantin, 324'ün sonunda Doğu imparatoru Licinius'u mağlup ettikten sonra, 325-330 yılları arasında çeşitli bakanlıkların yetkilerini rasyonelleştirerek bürokraside büyük bir reform yaptı. 313 tarihli Milano Fermanı, Licinius'un doğu eyaletlerinin valilerine yazdığı bir mektubun bir parçasıydı, Hristiyanlar da dahil olmak üzere herkese ibadet özgürlüğü tanıdı, birkaç kilisenin inşasını finanse etti ve din adamlarının hukuk davalarında hakem olarak hareket etmesine izin verdi. Üç imparator: Gratianus, II. Valentinianus ve I. Theodosius adına yayınlanan Selanik Fermanı ile 380 yılında İznik İnancı biçimindeki Hristiyanlık imparatorluğun resmi dini haline geldi. Orta Çağ. MS 210'da bir milyondan fazla olan nüfus, 273'te 500.000'e Gotlar Savaşı'ndan sonra (535-554) 35.000'e geriledi. MS 300 yılına kadar kentin nüfusunun genellikle 1 milyon olduğu (tahminler 2 milyondan 750.000'e kadar değişmektedir) MS 400'de 750-800.000'e, MS 450'de 450-500.000'e ve MS 500'de 80-100.000'e kadar düştüğü düşünülmektedir. Papa olarak adlandırılan Roma Piskoposu, hem havariler Petrus hem de Pavlus'un orada şehit olması nedeniyle Hristiyanlığın ilk günlerinden beri önemli bir kişi olmuştur. Roma Piskoposları da Roma'nın ilk Piskoposu olarak kabul edilen Petrus'un halefleri olarak görülüyordu. Böylece şehir, Katolik Kilisesi'nin merkezi olarak artan bir öneme sahip oldu. 846'da Müslüman Araplar şehrin surlarına saldırdılar ve şehir surlarının dışında bulunan Eski Aziz Petrus Bazilikası'nı yağmalamayı başardılar. Karolenj gücünün çöküşünden sonra, Roma feodal kaosa kapıldı. Birkaç soylu aile; papaya, imparatora ve birbirlerine karşı savaştı. Bu dönemde yaşanan skandallar papalığın kendisini reform ettirmeye zorladı. Papa'nın seçilmesi kardinallere bırakıldı ve din adamlarının reformu denendi. Erken modern dönem. O yıllarda İtalyan Rönesansı'nın merkezi Floransa'dan Roma'ya taşındı. Aziz Petrus Bazilikası, Sistina Şapeli ve Ponte Sisto gibi görkemli eserler yaratıldı. Bunu başarmak için Papalar, Michelangelo, Perugino, Raphael, Ghirlandaio, Luca Signorelli, Botticelli ve Cosimo Rosselli dahil olmak üzere zamanın en iyi sanatçılarını görevlendirdi. Bu dönem, birçok Papa'nın kayırmacılık ve simya ile meşgul olması dolayısıyla papalık yolsuzluğuyla da ün salmıştı. Papaların yozlaşması ve inşaat projeleri için büyük harcamalar, kısmen Reformasyona ve dolayısıyla Karşı Reforma yol açtı. Zengin papalar döneminde Roma bir sanat, şiir, müzik, edebiyat, eğitim ve kültür merkezine dönüştürüldü. Roma, zenginlik, ihtişam, sanat, öğrenim ve mimari açısından zamanın diğer büyük Avrupa şehirleriyle rekabet edebilecek hale geldi. Rönesans dönemi, Michelangelo'nun Pietà'sı ve Borgia Apartments'ın freskleri gibi eserlerle Roma'nın çehresini önemli ölçüde değiştirdi. Roma, Medici ailesinin her iki üyesi olan Papa II. Julius (1503-1513) ve halefleri X. Leo ve VII. Clemens dönemlerinde en yüksek ihtişam noktasına ulaştı. Roma, bu yirmi yıllık süreçte dünyanın en büyük sanat merkezlerinden biri haline geldi. İmparator I. Konstantin tarafından yaptırılan eski Aziz Petrus Bazilikası yıkıldı ve yenisinin yapımına başlandı. Şehir, Montorio'daki San Pietro tapınağını inşa eden ve Vatikan'ı yenilemek için büyük bir proje planlayan Ghirlandaio, Perugino, Botticelli ve Bramante gibi sanatçıların eserlerine ev sahipliği yaptı. Roma'da İtalya'nın en ünlü ressamlarından biri haline gelen Raphael, Villa Farnesina'da freskler, Raphael'in Odaları ve diğer birçok ünlü tabloyu burada yarattı. Michelangelo, Sistine Şapeli'nin tavanının dekorasyonuna başladı ve II. Julius'un mezarı için ünlü Musa heykelini yaptı. Geç modern dönem. Papaların egemenliği, Fransız Devrimi'nin etkisi altında kurulan kısa ömürlü Roma Cumhuriyeti (1798-1800) tarafından kesintiye uğradı. İtalya'nın geri kalanı 1861'de Floransa'daki geçici başkentle İtalya Krallığı olarak birleştikten sonra Roma, İtalya'nın yeniden birleşmesi umutlarının odağı haline geldi. O yıl Roma, Papa'nın kontrolünde olmasına rağmen İtalya'nın başkenti ilan edildi. 1860'larda Papalık Devletlerinin son kalıntıları, III. Napolyon'un dış politikası sayesinde Fransız koruması altındaydı. Fransız birlikleri, Papalık kontrolündeki bölgede konuşlandırıldı. 1870'te Fransa-Prusya Savaşı'nın patlak vermesi nedeniyle Fransız birlikleri geri çekildi. İtalyan birlikleri, Porta Pia yakınlarındaki bir gedikten şehre girerek Roma'yı ele geçirmeyi başardılar. 1871'de İtalya'nın başkenti Floransa'dan Roma'ya taşındı. 1870 yılında, tamamı antik kentin çevrelediği bölgede yaşayan 212.000 nüfuslu şehrin nüfusu, 1920 yılında 660.000'e yükseldi. Bu nüfusun önemli bir kısmı kuzeyde, surların dışında, Vatikan bölgesinde ve Tiber Nehri çevresinde yaşıyordu. I. Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra 1922'nin sonlarında şehir, Roma'ya Yürüyüş'e öncülük eden Benito Mussolini liderliğindeki İtalyan Faşizminin yükselişine tanık oldu. Mussolini 1926'da demokrasiyi ortadan kaldırdı ve yeni bir İtalyan İmparatorluğu ilan etti. 1938'de İtalya'yı Nazi Almanyası ile ittifaka soktu. Mussolini faşist rejimi, klasik Roma'nın yeniden doğuşunu ve yüceltilmesini kutlamak amacıyla geniş caddeler ve meydanlar inşa etmek için şehir merkezinin oldukça büyük kısmını yıktırdı. Savaşlar arası dönemde şehrin nüfusu 1930'larda bir milyonu hızlı bir şekilde aştı. II. Dünya Savaşı sırasında, sanat hazineleri ve Vatikan'ın varlığı nedeniyle, Roma'nın durumu diğer Avrupa şehirlerinin trajik kaderlerinden farklı oldu. II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Roma, Müttefikler tarafından defalarca bombalandı. Bu bombardımanlar sonucunda Aziz Lawrence Basilikası gibi tarihi yapılar büyük hasar görmüş, binlerce sivil hayatını kaybetmiştir. İtalya 1943'teki İtalya ve Müttefikler arasında ateşkes anlaşması sonucunda şehir Almanlar tarafından işgal edildi. Bu dönemde Papa, Roma'yı açık şehir ilan etti. Bu ilan 4 Haziran 1944'e kadar devam etti. Roma, 1950'lerde ve 1960'ların başında yeniden yapılandı ve modernleşti. İtalyan ekonomik mucizesi olarak adlandırılan dönemle birlikte şehir büyük ölçüde gelişti. Nüfus artışındaki yükselen eğilim, komünün 2,8 milyondan fazla sakini olduğu 1980'lerin ortalarına kadar devam etti. Bundan sonra, insanlar yakındaki varoşlara taşınmaya başladıkça nüfus yavaş yavaş azaldı. Yönetim. Yerel yönetim. Roma, "Roma Capitale" adlı özel bir komünü oluşturur. İtalya'nın 8.101 komünü arasında hem yüzölçümü hem de nüfus bakımından en büyüğüdür. Bir belediye başkanı ve bir belediye meclisi tarafından yönetilir. İdari ve tarihsel alt bölümler. Şehir, 1972'den beri municipi adı verilen idari bölgelere ayrılmıştır. Bu bölgeler şehirdeki ademi merkeziyetçiliği artırmak için idari nedenlerle yaratılmışlardır. Her belediye beş yılda bir halk tarafından seçilen bir başkan ve yirmi beş üyeden oluşan bir konsey tarafından yönetilir. Kuruldukları ilk zamanlarda 20 olan belediye sayısı, daha sonra 19'a, 2013'te ise 15'e kadar düşmüştür. Roma ayrıca rioni olarak adlandırılan idari olmayan birimlere de ayrılmıştır. Tarihi şehir, Prati ve Borgo hariç tümü Aurelianus Surları içerisinde yer alan 22 rioni'ye bölünmüştür. Büyükşehir ve bölgesel hükümet. Roma, 1 Ocak 2015'ten beri faaliyette olan Roma Başkent Metropolitan Şehri'nin baş şehridir ve aynı zamanda Lazio bölgesinin de başkentidir. Ulusal hükümet. Roma, İtalya'nın ulusal başkentidir ve İtalyan Hükümeti'nin merkezidir. İtalya Cumhurbaşkanı ve İtalya Başbakanı'nın resmi konutları, İtalyan Parlamentosu'nun her iki meclisinin ve İtalyan Anayasa Mahkemesi, tarihi merkezde yer almaktadır. Coğrafya. Konum. Roma, Orta İtalya'nın Lazio bölgesinde, Tiber Nehri üzerinde kurulan bir şehirdir. Kralların Roma'sı yedi tepe üzerine inşa edilmiştir. Bunlar: Aventine Tepesi, Caelian Tepesi, Capitol Tepesi, Esquiline Tepesi, Palatino Tepesi, Quirinal Tepesi ve Viminal Tepesi'dir. Roma'nın orta kısmının rakımı 13 metre ile 139 metre arasında değişmektedir. Roma Komünü, birçok yeşil alan dahil olmak üzere yaklaşık 1.285 kilometrekarelik bir alanı kaplamaktadır. İklim. Roma'ya yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve nemli geçen Akdeniz iklimi hakimdir. Yıllık ortalama gündüz sıcaklığı 21 °C'dir. En soğuk ay olan Ocak ayında ortalama sıcaklık gündüz 12,6 °C, gece ise 2,1 °C'dir. En sıcak ay olan Ağustos ayında ortalama sıcaklık gündüz 31.7 °C, gece ise 17.3 °C'dir. Aralık, Ocak ve Şubat aylarında günlük ortalama sıcaklık yaklaşık 8 °C'dir. Roma'nın en soğuk ayları bu aylardır. Bu aylardaki sıcaklıklar genellikle gündüz 10 ila 15 °C ve geceleri 3 ila 5 °C arasında değişir. Roma'da yıl boyunca kar yağışı nadir olarak gerçekleşir. Bazı kışlarda hafif kar veya fırtınalar meydana gelebilir. Demografi. MÖ 550'de Roma, Taranto'dan sonra İtalya'nın en büyük şehriydi. Yaklaşık 285 hektar (700 dönüm) bir alana ve tahmini 35.000 kişilik bir nüfusa sahipti. Diğer kaynaklar, nüfusun MÖ 600'den 500'e kadar 100.000'in biraz altında olduğunu gösteriyor. Roma Cumhuriyeti MÖ 509'da kurulduğunda, nüfusunun 130.000 kişi olduğu belirlenmiştir. İtalya Krallığı 1870'te Roma'yı ilhak ettiğinde, şehrin nüfusu yaklaşık 225.000 idi. Bu sayı, I. Dünya Savaşı arifesinde 600.000'e kadar yükseldi. Mussolini'nin Faşist rejimi, şehrin demografisinin aşırı yükselişini engellemeye çalıştı, ancak 1930'ların başlarında bir milyon kişiye ulaşmasını engelleyemedi. 2010 yılının ortalarında, şehirde 2.754.440 kişi yaşarken, Roma bölgesinde yaklaşık 4,2 milyon insan yaşıyordu. Roma'da ikamet eden bir kişinin ortalama yaşı, 42 olan İtalyan ortalamasına kıyasla 43'tür. 2002 ile 2007 arasındaki beş yılda, Roma'nın nüfusu %6,54, İtalya'nın tamamı ise %3,56 oranında büyümüştür. Roma'nın şu anki doğum oranı, İtalya'daki 9,45 doğum ortalamasına kıyasla 1.000 kişi başına 9,10 doğumdur. Roma'nın kentsel alanı, yaklaşık 3,9 milyon nüfusuyla idari şehir sınırlarının ötesine uzanır. Roma metropol bölgesinde 3,2 ila 4,2 milyon insan yaşamaktadır. Etnik gruplar. STAT tarafından yürütülen en son istatistiklere göre, nüfusun yaklaşık %9,5'i İtalyan kökenli değildir. Göçmen nüfusun yaklaşık yarısı, çeşitli diğer Avrupa kökenlilerden (çoğunlukla Rumen, Polonyalı, Ukraynalı ve Arnavutlardan) oluşur ve bu da nüfusun toplam 131.118'ini veya %4.7'sini oluşturur. Geriye kalan %4.8'lik kısım ise başta Filipinliler (26.933), Bangladeşliler (12.154) ve Çinliler (10.283) olmak üzere Avrupa kökenli olmayanlardır. Din. İtalya'nın geri kalanı gibi, Roma halkı da ağırlıklı olarak Hristiyandır. Şehir yüzyıllar boyunca önemli bir din ve hac merkezi, pontifex maximus ile antik Roma dininin temeli ve daha sonra ise Vatikan ve papanın merkezi olmuştur. Hristiyanların Roma'ya gelişinden önce, klasik antik çağda Religio Romana şehrin başlıca diniydi. Romalılar tarafından kutsal sayılan ilk tanrılar geleneğe göre, Jüpiter ve Roma'nın ikiz kurucuları Romulus ve Remus'un babası olan Mars'tır. Daha sonra Aziz Petrus ve Aziz Pavlus'un kentte şehit edilmesi ve ilk Hristiyanların gelmeye başlamasıyla Roma'da Hristiyanlık yayılmaya başlamış ve MS 313 yılında Eski Aziz Petrus Bazilikası inşa edilmiştir. Bazı kesintilere rağmen (Avignon Papalığı gibi), Roma yüzyıllar boyunca Katolik Kilisesi'nin ve Papa olarak da bilinen Roma Piskoposu'nun evi olmuştur. Roma, Vatikan Şehri ve Aziz Petrus Bazilikası'na ev sahipliği yapmasına rağmen, Roma'nın katedrali, şehir merkezinin güneydoğusundaki Laterano'daki Santi Giovanni Bazilikası'dır. Roma'da yaklaşık 900 kilise vardır. Dikkat çeken yerler arasında Santa Maria Maggiore Bazilikası, Surdışı St. Paul Bazilikası, San Clemente al Laterano Bazilikası, San Carlo alle Quattro Fontane ve Gesu Kilisesi bulunmaktadır. Ayrıca şehrin altında antik Roma Yeraltı Mezarları da bulunmaktadır. Papalık Lateran Üniversitesi, Papalık Kutsal Kitap Enstitüsü, Papalık Gregoryen Üniversitesi ve Pontifical Oriental Institute gibi çok sayıda önemli dini eğitim kurumu da Roma'da bulunmaktadır. Mimari. Yüzyıllar boyunca Roma mimarisi büyük ölçüde gelişim göstermiştir. Roma, bir dönem kemer, kubbe ve tonoz gibi yeni formlar geliştirerek klasik mimaride dünyanın ana merkezlerinden biri olmuştur. 11, 12 ve 13. yüzyıllarda Romanesk üslup, Roma mimarisinde de yaygın olarak kullanılmış olup, daha sonra şehir Rönesans, Barok ve neoklasik mimarinin ana merkezlerinden biri haline gelmiştir. Antik Roma dönemi. Roma'nın simgelerinden biri, Roma İmparatorluğu'nda inşa edilmiş en büyük amfitiyatro olan Kolezyum'dur. Başlangıçta 60.000 seyirci kapasiteliydi ve gladyatör dövüşleri için kullanılıyordu. Antik Roma'nın önemli anıtları ve yerleri arasında Roma Forumu, Domus Aurea, Pantheon, Trajan Sütunu, Trajan Pazarı, Yeraltı Mezarları, Circus Maximus, Caracalla Hamamları, Sant'Angelo Kalesi, Augustus Anıt Mezarı, Ara Pacis, Konstantin takı, Bocca della Verità sayılabilir. Rönesans ve Barok. Roma, Rönesans'ın önemli bir dünya merkeziydi, Floransa'dan sonra ikinci sıradaydı ve hareketten derinden etkilenmişti. Roma'daki Rönesans mimarisinin bir başyapıtı, Michelangelo'nun Piazza del Campidoglio'dur. Bu dönemde, Roma'nın büyük aristokrat aileleri, Quirinal Sarayı (şu an İtalya Cumhurbaşkanı'nın ikametgâhı), Palazzo Venezia, Palazzo Farnese, Palazzo Barberini, Palazzo Chigi gibi gösterişli konutlar inşa ettiler. Şehrin birçok meydanı bugünkü şeklini Rönesans ve Barok dönemlerinde almıştır. Başlıcaları Piazza Navona, İspanyol Merdivenleri, Campo de' Fiori, Piazza Venezia, Palazzo Farnese, Piazza della Rotonda ve Piazza della Minerva'dır. Barok sanatının en sembolik örneklerinden biri, Nicola Salvi'nin Trevi Çeşmesi'dir. Neoklasizm. 1870 yılında Roma, yeni İtalya Krallığı'nın başkenti oldu. Bu süre zarfında, antik dönem mimarisinden etkilenen bir yapı tarzı olan neoklasizm, Roma mimarisinde baskın hale geldi. Bu dönemde, bakanlıklar, elçilikler ve diğer devlet kurumlarına ev sahipliği yapmak için neoklasik tarzda birçok büyük saray inşa edildi. Roma neoklasizminin en bilinen sembollerinden biri, I. Dünya Savaşı'nda ölen 650.000 İtalyan askerini temsil eden Meçhul Askerin Mezarı'nın bulunduğu II. Vittorio Emanuele Abidesi veya "Vatan Sunağı"dır. Faşist mimari. 1922-1943 yılları arasında İtalya'da hüküm süren Faşist rejim, papalık döneminde inşa edilen eski yolların, evlerin, kiliselerin ve sarayların yıkılmasına neden olan yeni yolların ve meydanların inşasını emretti. Roma'daki en önemli Faşist bölge, 1938'de Piacentini tarafından tasarlanan EUR bölgesidir. EUR ilk olarak 1942 dünya fuarı için tasarlandı ve "E.42" ("Esposizione 42") olarak adlandırıldı. EUR'nun temsil eden binalar Palazzo della Civiltà Italiana (1938-1943) ve Rasyonalist tarzın örnekleri olan Palazzo dei Congressi'dir. Ancak burada dünya fuarı hiç gerçekleşmedi, çünkü İtalya 1940'ta İkinci Dünya Savaşı'na katıldı ve binalar 1943'te İtalyan ve Alman orduları arasındaki savaşta kısmen yıkıldı, daha sonra bölge terk edildi. Çeşmeler ve su kemerleri. Roma, Klasik ve Orta Çağ'dan Barok ve Neoklasik'e kadar tüm farklı tarzlarda inşa edilmiş sayısız çeşmesi ile ünlü bir şehirdir. Şehrin çeşmeleri halka iki bin yıldan fazla bir süredir içme suyu sağlamaktadırlar. 17. ve 18. yüzyılda, Roma papaları, Roma çeşmelerinin altın çağını başlatarak, diğer yıkık Roma su kemerlerini yeniden inşa ettirdiler. Rubens'in resimleri gibi Roma'nın çeşmeleri de Barok sanatının yeni tarzının ifadeleri oldu. Çeşmeler alegorik figürler, duygu ve hareketle doluydular. Bu çeşmelerde heykel ana unsur haline geldi ve su sadece heykelleri canlandırmak ve süslemek için kullanıldı. Eğitim. Roma'da çok sayıda akademi, kolej ve üniversite bulunmaktadır. Özellikle Antik Roma ve Rönesans dönemlerinde Floransa ile birlikte önemli bir entelektüel eğitim merkezi olmuştur. Roma'da birçok üniversite ve kolej vardır. Şehirde kurulan ilk üniversite 1303 yılında kurulan La Sapienza'dır. 140.000'den fazla öğrencisiyle dünyanın en büyük üniversitelerinden biridir. La Sapienza 2005 yılında Avrupa'nın en iyi üniversiteleri sıralamasında 33. 2013 yılında Dünya Üniversite Sıralamasında 62. sırada yer alarak İtalya'daki üniversiteler arasındaki en yüksek dereceye ulaşmıştır. La Sapienza'daki aşırı kalabalığı azaltmak için, 1982'de Tor Vergata ve 1992'de Roma Tre isimli iki yeni devlet üniversitesi kurulmuştur. Roma, aynı zamanda İtalya'nın en önemli lisansüstü üniversitesi olan LUISS School of Government'a da ev sahipliği yapmaktadır. Üniversitelerin yanı sıra Roma'da birçok kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan başlıcaları şunlardır: 1604'te açılan ve açıldığında İtalya'nın ilk halk kütüphanesi olan Biblioteca Angelica, 1565 yılında kurulan Biblioteca Vallicelliana, 1701'de açılan Biblioteca Casanatense, 1876'da açılan ve İtalya'daki iki ulusal kütüphaneden biri olan Biblioteca Nazionale Centrale di Roma, Biblioteca del Ministero degli Affari Esteri, Biblioteca dell'Istituto dell'Enciclopedia Italiana, Biblioteca Don Bosco, dünyanın en eski ve en önemli kütüphanelerinden biri olan Vatikan Kütüphanesi. Bunların yanı sıra Roma'daki çeşitli yabancı kültür enstitülerine bağlı birçok kütüphane vardır. Bunların arasında Amerikan Akademisi, Fransız Akademisi ve Bibliotheca Hertziana - Max Planck Sanat Tarihi Enstitüsü bulunmaktadır. Kültür. Eğlence ve sahne sanatları. Roma, önemli bir müzik merkezdir. Çeşitli müzik konservatuvarları ve tiyatroları dahil olmak üzere birçok müzik sahnesine sahiptir. Şehir dünyanın en büyük müzik mekanlarından biri olan Parco della Musica"ya ev sahipliği yapar. Buna ek olarak şehirde bir de Roma Opera Binası bulunmaktadır. Şehir ayrıca 1991'de Eurovision Şarkı Yarışması'na ve 2004'te MTV Avrupa Müzik Ödülleri'ne ev sahipliği yapmıştır. 1960 ve 1970 yılları arasında Roma, şehirde çalışan birçok oyuncu ve yönetmen nedeniyle “yeni Hollywood” olarak kabul edildi. Roma'daki Via Vittorio Veneto bu dönemde ön plana çıkmıştır. Turizm. Roma günümüzde arkeolojik ve sanatsal hazinelerinin ölçülemez enginliği, eşsiz geleneklerinin cazibesi ve muhteşem manzarasının görkemi nedeniyle dünyanın en önemli turistik yerlerinden biridir. Roma'nın ön plana çıkmasının sebebi şehirde birçok müze, su kemeri, çeşme, kilise, saray, anıt ve tarihi bina bulunmasıdır. Roma, Londra ve Paris'ten sonra AB'de en çok ziyaret edilen üçüncü şehirdir ve yılda ortalama 7-10 milyon turisti ağırlar. Bu sayı kutsal yıllarda ikiye katlanmaktadır. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, Kolezyum (4 milyon turist) ve Vatikan Müzeleri (4.2 milyon turist) dünyanın en çok ziyaret edilen 39. ve 37. yerleridir. Roma dünyanın başlıca arkeolojik araştırma merkezlerinden biridir. Şehirde, Amerikan Akademisi ve İsveç Enstitüsü gibi çok sayıda kültür ve araştırma enstitüsü bulunmaktadır. Şehir, Roma Forumu, Trajan'ın Pazarı, Trajan Forumu, Kolezyum ve Pantheon dahil olmak üzere çok sayıda antik sit alanı içerir. Roma'nın tartışmasız en ikonik arkeolojik alanlarından biri olan Kolezyum, bir dünya harikası olarak kabul edilir. Şehir, farklı dönemlerden geniş ve etkileyici bir sanat, heykel, çeşme, mozaik, fresk ve resim koleksiyonuna sahiptir. Roma şehri, mimari, resim, heykel ve mozaik çalışmaları gibi önemli Roma sanatı biçimleriyle ilk olarak Antik Roma döneminde önemli bir sanat merkezi haline gelmiştir. Metal işçiliği, madeni para ve değerli taş oymacılığı, fildişi oymaları, heykelcik camı, çanak çömlek ve kitap illüstrasyonları, Roma sanatının 'küçük' biçimleri olarak kabul edilmektedir. Papalar görkemli bazilikalar, saraylar, meydanlar ve kamu binalarının inşası için büyük miktarda para harcadıklarından, Roma daha sonra Rönesans sanatının önemli bir merkezi haline gelmiştir. Bu sayede Roma, Floransa'dan sonra Avrupa'nın en önemli Rönesans sanat merkezi olmuştur. Şehir barok dönemden büyük ölçüde etkilenmiş ve Bernini, Caravaggio, Carracci, Borromini ve Cortona gibi sayısız sanatçı ve mimara ev sahipliği yapmıştır. Bugün şehir, sayısız sanat enstitüsü ve müzesiyle önemli bir sanat merkezidir. Moda. Roma aynı zamanda dünya moda başkentlerinden biri olarak da tanınmaktadır. Milano kadar önemli olmasa da Roma, 2009 Global Language Monitor'e göre Milano, New York ve Paris'ten sonra dünyadaki dördüncü en önemli moda merkezidir. Şehir; Valentino, Bulgari, Fendi, Laura Biagiotti, Brioni ve Renato Balestra gibi lüks moda evleri ve mücevher zincirlerinin merkezlerine ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca Gucci, Chanel, Prada, Dolce & Gabbana, Armani ve Versace gibi diğer büyük markaların Roma'da butikleri bulunmaktadır. Mutfak. Roma'nın mutfağı, yüzyıllar boyunca sosyal, kültürel ve politik değişim dönemlerinde gelişme göstermiştir. Roma, Antik Çağ'da önemli bir gastronomi merkezi haline gelmiştir. Rönesans döneminde Roma, zamanın en iyi şeflerinden bazılarının papalar için çalıştığı için bu dönemde mutfak merkezi olarak tanındı. Bunun bir örneği, Vatikan mutfağında IV. Pius için çalışan bir şef olan Bartolomeo Scappi'dir. Scappi, 1570 yılında Opera dell'arte del cucinare adlı yemek kitabını yayınlayarak ün kazanmıştır. Kitapta Rönesans mutfağından yaklaşık 1000 yemek tarifini listelemiştir. Modern çağda şehir, kuzu eti ve sebze ürünlerine dayalı kendine özgü mutfağını geliştirdi. Buna paralel olarak, MÖ 1. yüzyıldan beri şehirde bulunan Roma Yahudileri, kendi mutfaklarını, cucina giudaico-romanesca'yı geliştirdiler. Sinema. Roma, Kıta Avrupası'nın en büyük film ve televizyon prodüksiyon tesisi olan ve günümüzün en büyük gişe rekorları kıran filmlerinin çekildiği Cinecittà Stüdyoları'na ev sahipliği yapmaktadır. "Tutku - İsa Mesih'in Çilesi", "New York Çeteleri", HBO'nun "Roma"'sı, The Life Aquatic ve Dino De Laurentiis'in "Decameron"'u gibi filmlerden "Ben-Hur", "Kleopatra" gibi sinema klasiklerine kadar 3.000'den fazla film ve dizi yapılmıştır. Kardeş Şehirler. Roma'nın şu kentlerle kardeş şehir bağlantıları bulunmaktadır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9202", "len_data": 29196, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.79 }
Zvishavane (1982'ye kadar Shabani), Afrika kıtasında bulunan Zimbabve devletinde bir şehirdir. Şehir ülkenin orta kesiminde Midlands ili içerisinde yer alan bir yerleşim bölgesidir. Şehirde 2013 tahmini verilerine göre 34,666 kişi yaşamaktadır. 2002'de gerçekleştirilen resmî nüfus sayım sonuçlarına göre 35,229 kişi yaşamaktaydı. Zvishavane ülke genelinde nüfusu azalan bir şehir konumundadır. Şehir başkentin kuş uçuşu 292 km güneyinde bulunmakta olup, Harare'nin yanı sıra Bulawayo ve Mozambik'in başkenti Maputo'ya demiryolu bağlantısı mevcuttur. Şehrin dış bölgelerinde asbest bulunması ile ekonomik olarak kazanç elde etmeye başlamıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9206", "len_data": 643, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.42 }
Nühüft (Nuhuft, Farsçadan): Klasik Türk müziğinde bir bileşik makamdır. Yegah makamına, hüseyniaşiran perdesi üzerindeki uşşak dörtlüsünün eklenmesiyle oluşturulmuştur. Az kullanılmış makamlardandır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9207", "len_data": 199, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.51 }
Pehlevi alfabesi, İran'da M.Ö. 2. yüzyıldan M.S. 7. yüzyılda İslamiyetin kabulüne değin kullanılan yazı sistemidir. Arami alfabesinden türetilmiş olup bilinen üç yerel biçimi vardır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9208", "len_data": 183, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Georges Brassens (22 Ekim 1921, Sète - 29 Ekim 1981, Saint-Gély-du-Fesc), Fransız şarkıcı. 1953 ila 1981 yılları arasında 250 şarkı besteleyip 20 milyon plak sattı. Sadece gitar çalarak söylediği şarkıları aşk ile özgürlüğü övüyor; burjuvalar, papazlar ve geleneklerle alay ediyordu. Döneminin diğer Fransız şarkıcılarını da etkilemiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9214", "len_data": 338, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.58 }
Renaud Séchan, (d. 11 Mayıs 1952, Paris) Fransız şarkıcıdır. Onu Fransa'da meşhur eden şarkılarında, banliyö argosunu kullanarak, mizahlı bir biçimle sıradan insanların sıradan hayatını anlamıştır. Üniversite yıllarından sonra oyuncu olmak istemiş ve şansının yardımıyla da Patrick Dewaere ile karşılaşarak onun şirketinde komedi tiyatrosunda oyunlar oynamıştır. Daha sonraları ise aynı zamanda müzikle de uğraşmaya başlamıştır. Müzik kariyerinde birçok başarıya imza atmıştır ve Émile Zola'nın Germinal kitabının çekilen film versiyonunda da başrol almıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9216", "len_data": 559, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.53 }
Léo Ferré (24 Ağustos 1916 - 14 Temmuz 1993), Monakolu şair ve müzisyen. Ferré'nin parçalarında anarşizm en temel unsur olarak yer alır. Fransız müzik dünyasında önemli bir yere sahiptir. Paris ve çevresinde yayım yapan anarşist bir radyo olan Radio Libertaire'ye yardım etmiştir. Georges Brassens ve Jacques Brel ile birlikte Fransız müziğinin ustalarından biridir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9217", "len_data": 366, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.64 }
Emine Mevhibe İnönü (22 Eylül 1897, İstanbul - 7 Şubat 1992, Ankara), 2. Türkiye cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün eşi. Yaşamı. 1897'de İstanbul Süleymaniye'de doğdu. Üç yaşındayken babası veremden öldü, kısa bir süre sonra kardeşi de ölünce annesi ile beraber dedesinin evinde yaşadı. Ortaokula bir yıl devam ettikten sonra ailesinin kararı ile okuldan alındı. 13 Nisan 1916'da Miralay İsmet Bey ile evlendi. 21 gün sonra eşi cepheye gitti. Mevhibe İnönü'nün evliliğinin ilk yılları eşinden haber beklemekle geçti. İsmet Bey, 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra eve dönebildi ve 1919'da ilk bebekleri İzzet doğdu. İsmet Bey, 1920'de evi bırakıp Anadolu'ya geçerek kendini Millî Mücadele'ye adadı. İstanbul'da idama mahkûm bir asinin eşi olarak görülen Mevhibe İnönü, savaş yılları sırasında ailesi ile beraber Malatya'ya göçtü. İlk bebeği İzzet'i (1919-1921) orada kaybetti. 1922'de İzmir'e yerleşen Mevhibe Hanım, 2. Lozan Konferansı'nda Türk heyeti başkanı olan eşi ile beraber Lozan'a gitti, 24 Temmuz 1923'te anlaşmanın imzalanmasından sonra İstanbul'a geri döndü. 1924'te oğlu Ömer (Ömer İnönü) dünyaya geldi. Mevhibe Hanım o yıl, ilk başbakan olarak görev yapmakta olan eşinin yanına giderek Ankara'da Pembe Köşk'e yerleşti. 1926'da oğlu Erdal'ı, (Erdal İnönü), 1930'da kızı Özden'i (Özden Toker) dünyaya getirdi. Eşiyle birlikte pek çok yeri dolaştı. Atina, Moskova ve Roma'da başbakan eşi olarak bulundu. 1938'de İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Türkiye'nin ikinci cumhurbaşkanı eşi oldu. 11 Kasım 1938-22 Mayıs 1950 yılları arasında Çankaya Köşkü'nün ev sahibeliğini yaptı. 1928'de Yardımsevenler Derneği'ni, 1949'da Türk Kadınlar Birliği'ni kurdu. 25 Aralık 1973'te eşi İsmet İnönü öldü. Ölümü. 20 Temmuz 1991'de GATA'da tedavi altına alınan Mevhibe İnönü, 7 Şubat 1992'de öldü. Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı'nda yatmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9226", "len_data": 1876, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.29 }
Aşağıda Güneş Sistemi'ndeki cisimlerin Güneş'ten uzaklıklarına göre sıralanmış bir listesi bulunmaktadır. Çapı 500 km'den küçük cisimler listeye alınmamıştır. Güneş Sistemi ayrıca şunları da içermektedir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9242", "len_data": 204, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.42 }
Özbekler (), Batı Türkistan'da Harezm'den Fergana'ya kadar uzanan bölgede yaşayan ve Orta Asya'daki en kalabalık Türk halkıdır. Özbeklerle ilgili tarihî kaynaklarda "Türk" ve "Sart" şeklinde adlandırıldıkları da görülmektedir. Dil. Özbek dili, Türk dil ailesinin Karluk grubuna ait bir dildir. Tarihi boyunca Arap, Latin ve Kiril alfabeleri dahil olmak üzere çok çeşitli alfabelerle yazılmıştır. Özbekistan'ın eski Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığından sonra hükûmet, Kiril alfabesini yeni bir Latin alfabesiyle değiştirmeye karar verdi. Tarihsel olarak, Özbek Hanlığı'nı ve diğer halef devletlerini kuran göçebe Özbekler, Türk dilinin çeşitli lehçelerini konuşurdu. Tarih. Özbek ulusu ilk olarak Cengiz Han'ın torunu Şiban'ın soyundan gelen Ebü'l-Hayr Han'ın önderliğinde Deşt-i Kıpçak'taki çeşitli Türk boyları ve kabilelerinin Özbek/Şeybani Hanlığı etrafında örgütlenmesiyle oluşmuştur. Hanlık, Ebü'l-Hayr Han'ın vefatından sonra bir süre karışıklık içinde kalmış ve Özbekler dağılmışlardır. Torunu ve Şah Budak'ın oğlu Şeybânî Han, dağınık haldeki Özbekleri birleştirmiş ve seferler düzenlemiştir. Timurlu devletindeki taht kavgalarından yararlanan Şeybânî Han, Mâverâünnehir ile Harezm'i ele geçirip, Timurlu Devletini yıkmış ve Hanlığın başkentini Buhara'ya taşımıştır. Bundan sonra Karluk soylu Timurlu halkıda Kıpçak olan Özbek ulusuna girmiş ve Deşt-i Kıpçak'tan gelen bu göçebe Özbekler Timurlu topraklarına yerleşmiştir, bu iki Türk topluluğunun kültürel etkileşimiyle günümüzdeki Özbekler teşkil olmuştur. Özbek ismi ise, Altınorda hanı olan Özbek Han'dan gelmektedir. Türkiye'de Özbekler cüzi oranda olsa da geçmişten bugüne dek yaşamışlardır. Türkiye'ye ilk gelen Özbek topluluğu Rus Çarlığı'nın baskıları sonucu 1920 ve 1923 yılları arasında gelenlerdir. Daha sonra Sovyetler'in işgali sonucu Özbekistan'dan Afganistan'a gitmek zorunda kalan Özbekler 1950 ve 1954 yıllarında arasında Türkiye'ye gelip Adana'nın Yüregir ilçesine yerleşmişlerdir. Daha sonra Adana'dan Konya'nın Kulu, Akşehir ve Cihanbeyli ilçelerine yerleşenler de olmuştur. Bu Özbekler arasında Basmacı Hareketi'nin kumandanlarından Korbaşı Şir Muhammed Bek'te vardır. Türkiye'ye en son olarak topluluk haline gelen Özbekler ise Özbekistan'dan Afganistan'a göçüp yerleşen ve Afganistan'ın yerleşik Özbeklerindendir. Bu Özbekler 1979 yılında SSCB'nin Afganistan'ı işgal etmesiyle, yoksulluk ve çocuklarını korumak gibi nedenlerle Pakistan'a göç etmek zorunda kalmışlardır. Daha sonra oradan Türkiye'ye devlet tarafından getirilmiş ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Bu Özbekler şu anda Hatay'ın Ovakent beldesinde ve Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinin Evrenpaşa köyünde yaşamlarını sürdürüyorlar. Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucunda bağımsızlığını kazanan Özbekistan ile Türkiye'nin karşılıklı ilişkilerinin başlaması Ticari, eğitim, sanat, kültür gibi birçok alanda yapılan anlaşmalar, Misafir öğrenciler, devlet görevlileri, işçiler olarak ve yaşamaları bir kısmının Türk vatandaşlığı alıp yerleşmesi sonucunda önemli sayıda Özbekistan vatandaşı da Türkiye'ye yerleşmiştir. Türkiye'de yaşayan önemli Özbek asıllı Türkler de vardır. Ünlü tenisçi Marsel İlhan dünyada ilk 100'e giren Özbek asıllı tenisçidir. Bununla beraber ünlü Türk istihbaratçı ve sovyetolog Enver Altaylı da Özbek asıllıdır. İstiklal marşı yazarımız Mehmet Akif Ersoy da anne tarafından Özbek kökenlidir. Çin Özbekleri. Günümüz Çin sınırları içerisinde yaşayan etnik Özbekler, Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti'nin resmî olarak tanıdığı 55 etnik azınlık grubundan biridir. Çin Özbekleri Çincede "Wūzībiékè zú" (; "Özbek halkı/milleti") olarak anılır. Aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi, 2010 yılı itibarıyla Özbek etnik azınlığına ait 10.600'e yakın Çin vatandaşı vardır; yani etnik Özbekler, Çin'deki 56 resmî olarak tanınmış etnik grubun arasındaki en büyük 49. etnik grubu teşkil ederler. Çin Özbeklerinin neredeyse tümü Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde yaşar. Sincan Özbeklerinin büyük bir kısmı (2015 yılı itibarıyla 4.666 kişi) İli Kazak Özerk İli'ne bağlı Gulca şehrinde yaşar. Sanci Hui Özerk İli'ndeki Mori Kazak Özerk İlçesi'ne bağlı bir olan , tüm Çin çapında resmen Özbek azınlığına adanmış tek yerleşimdir. Kaşgar İli, Tarbagatay İli, Urumçi ve Sincan'ın diğer yerleşimlerinde de Özbek azınlıkları mevcuttur. Çin Özbekleri ağırlıklı olarak İslam dinine mensuplar. Nesiller boyunca bölgedeki Uygurlarla yakın temasta bulundukları için kültürleri Uygurların kültürlerine çok benzer. Gulca'da 1879 yılında Özbekler tarafından inşa edilmiş "" vardır; günümüz "Gulca 5 Nolu Ortaokulu" (伊宁市第五中学) de eskiden bir Özbek okuluymuş, fakat Özbek öğrenci sayısının az olması nedeniyle bu okulun işletmesine son verilmiştir. Çin'de Özbek dili, dil bilimcileri tarafından nesli tükenmeye yakın olan bir dil olarak algılanır. Çin Özbekleri arasında Özbekçeyi hâlen konuşabilen az sayıda yaşlı insan var; bu insanların dışında, Gulca ve Kaşgar'daki Özbekler günlük hayatta Uygurca konuşurken, Mori Kazak Özerk İlçesi'ndeki Özbekler ise Kazakça konuşurlar. Bu durumun bazı olası nedenleri Sincan'daki Özbeklerin sayısının Uygurlar ve Kazaklardan çok daha az olması, Sincan'da (Uygur ve Kazak dillerinden farklı olarak) Özbek dilinin hükûmet, eğitim, medya, işyeri veya yayıncılıkta hiç kullanılmaması, ve Sincan Özbeklerinin yaygın olarak Uygurlar ve Kazaklarla evlenmeleridir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9248", "len_data": 5344, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.5 }
Adapazarı, Sakarya ilinin 16 ilçesinden biri. İlin merkezi olmakla beraber, 2020 yılı itibarıyla nüfusu 279.127 kişidir. Tarihçe. İlk Çağlar. Bölgede önceleri Bitinyalıların, ardından Bizanslıların yaşadıkları bilinmektedir. Nitekim bölgenin en önemli tarihî eseri olan Beşköprü'yü (Sangarios Köprüsü) Bizans İmparatoru II. Jüstinyanus'un inşa ettiği kayıtlarda mevcuttur. Öte yandan bilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre, (eski adı: Sangarios) Sakarya Nehri'nin birkaç asır öncesine kadar biri şehrin doğu yakasından geçen bugünkü yatağından, diğeri Beşköprü'nün altından olmak üzere iki farklı koldan aktığı düşünülmektedir. Osmanlı Dönemi. 1400 yılında Timur'un Sivas'taki zulmünden kaçan 400 Ermeni muhacir aile tarafından kurulmuş ve liderlerinin isminden dolayı "Donigaşen" adını almıştır. Bugünkü sakinleri Manavlardır. Yerli Müslümanları yavaş yavaş İslam'a geçen Ermeni ile Rumlardır ve bölgeye Türk hanelerin yerleştiği de göz ardı edilmemelidir. Adapazarı'nın o dönemde Türkçedeki bilinen adı Adacık ve Ada'ydı. Hâlen mevcudiyetini koruyan Orhan Camii, deprem ve yangınlarla mimarisi değişse de, Osmanlı döneminin en önemli ayak izlerini taşımaktadır. Başta köy olarak kurulan Adapazarı bölgede ziraatın canlanması üzerine pazarıyla ilgi çekmiş, ardından nüfus artmaya başlamış 16. yüzyılda “Ada Nahiyesi”ne dönüşmüş, 18. yüzyılda Kocaeli vilâyetine bağlı “Ada Kazâsı” adını almıştır. 19. yüzyılda bölgenin zirâi ve ticari yapısına göre şekillenen yerleşim; Semerciler; Tığcılar; Hasırcılar; Papuçcular ve Çıracılar adını taşıyan merkez mahalleler kurulmuş ve ilçe Sakarya Nehri'nin iki kolu arasında kurulan pazarıyla, gerçek bir “Adapazarı” hüviyetine dönüşmüştür. 1868 yılında “Adapazarı Belediyesi” adıyla belediye teşkilatı kurulan ilçe, 93 Harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında, bilhassa Kafkasya ve Rumeli'den yoğun göçe maruz kalmış ve bir nevi “Der Sâadet” hüviyeti kazanmıştır. 19. asrın ikinci yarısında ilçede Rum ve Ermenilerin önemli bir ticâri gelişme gösterdikleri Uzun Çarşı ve Orta Camii civârındaki dükkânlarda ticaret yaptıkları, Kömürpazarı, Karaağaç Dibi ve Tuzla mahallelerinde ikâmet ettikleri gözlenmiştir. 1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Adapazarı'nda yaşayan kişi sayısı 53.924 kişiydi. Bunların büyük çoğunluğu (%75) Manavlar ve Rumeli muhâcirinden oluşmaktaydı (40.318 kişi). Kentteki en büyük azınlık 10.702 kişi ile Ermenilerdi. Nüfusun %20'sini oluşturan Ermenileri, 2.517 kişi ile Rumlar izlemekteydi. Onların nüfus payı ise %5'ti. 19. yüzyıl sonunda Adapazarı'ndaki her dört kişiden biri Hristiyandı. I. Cihan Harbi neticesinde işgal kuvvetlerinin Anadolu'ya üşüştükleri dönemde; 3 kez Yunan ve onların işbirlikçisi yerli çetelerin işgaline maruz kalan Adapazarı ilçesi; bir kısmında Çerkez Ethem Kuvvetleri, diğerlerinde Halit Molla liderliğindeki Mahalli Milis Kuvvetleri sayesinde 21 Haziran 1921'de düşman işgalinden kurtarılmıştır. Bu süreçte yerli Rum halk yerinden edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi. “Akova” adıyla bilinen ve ülkenin en verimli ovasında ziraat ağırlıklı bir gelişme gösteren Adapazarı'na, 1940 ve 1950'lerde bilhassa Karadeniz sahillerinden Bulgaristan ve Yunanistan'dan yoğun göçler olmuş; Şeker Fabrikası, Ziraat Aletleri Fabrikası ve Vagon Fabrikası gibi tarımsal sanayinin gelişmesi ise, köyden kente göçü daha da hızlandırmıştır. Uzun yıllar Kocaeli'ye bağlı bir ilçe olarak yaşayan Adapazarı, TBMM'de 17 Haziran 1954 tarihinde kabul edilen bir yasa ile “Sakarya” adıyla vilayet haline gelmiştir. Sakarya ilinin merkez ilçesi ise Adapazarı'dır. 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan deprem Adapazarı'nda da büyük hasara yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.988 kişi hayatını kaybederken 5.180 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür. Bunlardan 29.701'i yıkık ve ağır hasarlı, 22.157'si orta hasarlı geriye kalan 29.844'ü ise hafif hasarlı olarak kayda geçmiştir. 17 Ağustos 1999 Depremiyle; konutların çoğu oturulamaz hale gelmiş, halkın önemli bir kısmının geçici de olsa yakın ilçelerde ve köylerde ikamet etmesine neden olmuş ve böylece şehir nüfusunda azalma görülmüştür. 6 Mart 2000 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanan 593 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Adapazarı Belediyesi” Büyükşehir statüsüne kavuşmuştur. Adapazarı Büyükşehir Belediyesi ile alt kademe Adapazarı Belediyesi aynı adı taşıması oluşturduğu karışıklığı ortadan kaldırmak için 5747 sayılı kanunla (22 Mart 2008 tarihli ve 26824 sayılı mükerrer Resmî Gazete) büyükşehir belediyesinin adı Sakarya Büyükşehir Belediyesi olarak değiştirilmiştir.Bkz. Böylece Sakarya, il adı ile merkez ilçe adlarının farklı olduğu birkaç ilden (Kocaeli-İzmit, Hatay-Antakya gibi) biri olmuştur. Adapazarı adı artık sadece merkez ilçeye ait olup "Sakarya" ismi genel olarak ilin adı olmuştur. 22 Ekim 2000 tarihindeki nüfus sayımıyla ilgili İl Planlama Müdürlüğü'nün kesin olmayan sonuçlarına göre Adapazarı merkez nüfusu 160.757, büyükşehir nüfusu ise 309.150 olarak saptanmıştır. Ekonomi. Adapazarı, geniş otomobil endüstrisine sahiptir. BDS, Otosan, Otokar, Toyota, Goodyear fabrikaları burada bulunmaktadır. Bunun yanı sıra şeker, ipek, yağ ve kereste endüstrisini de içinde barındırır. Fındık üretimi oldukça fazladır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9253", "len_data": 5238, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.59 }
Bu liste Finlandiya'daki futbol kulüplerini içermektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9256", "len_data": 57, "topic": "SPORTS", "quality_score": 2.52 }
Galatasaray ile şu maddeler kastedilmiş olabilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9257", "len_data": 49, "topic": "SPORTS", "quality_score": 2.1 }
WYSIWYG, İngilizcede "What You See Is What You Get" teriminin baş harflerinden oluşan bir bilgisayar terimidir. Türkçesi "Ne Görüyorsan Onu Alırsın" demek olup ekranda görülene çok benzer bir çıktı alınacağı ortamları tanımlar. Kelime, işlemci ve metin düzenleyiciler sınıflandırmasında kullanılmaktadır. Bir "Ne Görüyorsan Onu Alırsın" aracını diğer uygulamalardan ayıran en önemli özellik, yeni girilen veya değiştirilen bir bilgisayar nesnesinin sonlandırılmış hâlinin (önizlemesinin) gerçek veya gerçeğe yakın zamanlı olarak gösterebilmesidir. Yazı düzenleyicileri arasında bu farklılık sayesine WYSIWYG düzenleyicileri daha çok tercih edilmektedir. WYSIWYG tanımında göz önüne alınması gereken bir diğer nokta, aslında hiçbir düzenleyicinin gerçek anlamda bire bir önizleme yapmadığı, fakat bu terimin bilgisayar terminolojisine bu şekilde yerleştiğidir. Mesela bir WYSIWYG yazı düzenleyicisi genelde bütün değiştiricilerde olduğu gibi bit atamalı olarak haritalanmış (bit-map "veya" bitmap) yazı biçimleri kullanmaktadır. Bu durumda aslında bilgisayar ekranında görülen asıl dosya ile bu dosyadan kağıda basılacak olan belge arasında gözle hissedilir bir farka yol açmaktadır; zirâ standart bir lazer yazıcı, ortalama 300 dpi çözünürlüğünde iken iyi bir bilgisayar ekranının çözünürlüğü 100 dpi civarındadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9263", "len_data": 1314, "topic": "CODING", "quality_score": 4.05 }
Frederich Kuhlau (11 Eylül 1786 - 12 Mart 1832), Alman piyanist.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9264", "len_data": 64, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 2.97 }
Ayşe Sıdıka Avar (d. 1901, İstanbul – ö. 16 Haziran 1979, İstanbul), Türk öğretmen. Elazığ, Tunceli, Bingöl yöresinde öğretmenlik yaparken köylerden öğrenci toplamak ve tatillerde onları evlerine bırakmak için yaya olarak, kamyonlarla veya at sırtında yaptığı gezilerle tanınmıştır. Sıdıka Avar, 1901 yılında İstanbul, Cihangir'de doğdu. Babası belediye memurlarından "Mehmet Bey", annesi "Emsal Hanım"'dır. Ailenin üç kızından en büyüğüydü. Annesi genellikle rahatsız olduğu için Sıdıka'da ilk sorumluluk duygusu, diğer kardeşlerine ablalık yaptığı çocukluk yıllarında gelişti. İlkokula mahalle mektebinde başladı, daha sonra Şefik Muhtar Mahalle Mektebi'ne verildi. 12 yaşındayken babasını, daha sonra annesini kaybetti. Iki kız kardeşi ile birlikte teyzelerinin yanında kalmaya başladı. Aynı yıllarda Çapa Kız Öğretmen Okulu'na girdi. 1922'de Çapa'dan mezun olan Avar, Beşiktaş'ta "Çerkez Mektebi" 'nde öğretmenliğe başladı. Aynı yıl evlendi ve 1924'te tek çocuğu olan kızı doğdu. Eşiyle birlikte İzmir'e taşınan Avar, bir süre "Musevi Mektebi"'nde çalıştı. 1925'te İzmir Amerikan Kız Koleji'nde Türkçe öğretmeni olarak görev aldı. Bir yandan da beden eğitimi öğretmeni olan eşi Mehmet Bahattin Avar'la, yürüyüş, dağcılık ve diğer sportif çalıf çalışmalarda gençlere kılavuzluk yaptı. İzmir Kadınlar Hapishanesi'nde kadınlara okuma yazma öğretimini üstlendi, Salepçioğlu Camii'nde işçi çocukları için açılan el sanatları kursunda görev aldı. İzmir'deki hareketli hayatı bazı çevrelerin tepkisine sebep oldu, hakkında misyonerlik söylentileri çıkarıldı. Avar bunları dava etti. 1924 –1929 yıllarında İzmir'de kalan Avar ve eşi 1929'da bir grup Amerikalı ile birlikte Ankara'ya çağrıldı. Bu grup, Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı bir çocuk oyun ve spor sahası kurdu. Sıdıka Avar sırasıyla Keçiören ve Necatibey Ilkokullarında Amerikalı uzmanların, dönüşünden sonra, eşinin yönetimindeki Çocuk Esirgeme Kurumu çocuk bahçesinde beden eğitimi ve spor çalışmalarında görev aldı. 1937'de eşinden ayrıldı. Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'ne girdi. Buradan mezun olunca kısa bir süre "Bolu Kız Enstitüsünde görev yaptıktan sonra 1939'da Elazığ Kız Enstitüsü""ne öğretmen olarak atandı. Kısa bir süre sonra müdür yardımcılığı görevine getirildi. 1942'de, yeni kurulan "Tokat Kız Enstitüsü" Müdürlüğü'ne getirildi. 16 Haziran 1943'te Elazığ Kız Enstitüsü'ne müdür olarak döndü. Gerek Enstitü'de uyguladığı eğitim yöntemleri, yönetim anlayışı ve çalışmaları, gerek okulun öğrenci aldığı Elazığ, Tunceli ve Bingöl'ün ilçe, bucak ve köylerinden öğrenci toplamak; tatillerde onları evlerine dağıtmak için hayvan sırtında, kamyonlarla, yaya olarak yaptığı geziler geniş bir ilgi topladı ve birçok yerli, yabancı ziyaretlere, röportajlara konu oldu. Avar, Eylül 1950'de davetli olarak ABD'ye gitti ve incelemelerde bulundu. "Elazığ Öğretmen Okulu"'nun kuruluşunda da müdür vekilliği yaparak görev almış olan Avar, Elazığ valisi ile anlaşamadı. Bu nedenle 1954 yılı sonunda Ankara'ya çağrılarak Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü'nde şube müdürlüğüne getirildi. Valinin değişmesi sonucu 28 Ekim 1955'te Elazığ'a geri döndü. Ancak Elazığ'da bazı amirlerle anlaşmazlıkları devam ediyordu. Elazığ'a ilk kez atanışından tam 20 yıl sonra, 1959'da kendi isteği üzerine İstanbul Sultan Selim Kız Enstitüsü'ne edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. 27 Mayıs 1960 devriminden sonra Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü'ne getirildi, 2 yıl kadar bu görevde kaldı. Isteği üzerine, buradan, "İstanbul Nişantaşı Kız Enstitüsü" edebiyat öğretmenliği'ne nakledildi. Emekli olduğu 1 Ocak 1967 tarihine kadar bu görevde kaldı. 12 yıllık bir emeklilik hayatından sonra 16 Haziran 1979'da öldü. Öğretmenlik yıllarının anılarını Dağ Çiçeklerim adlı kitapta toplamıştır. Ünlü gazeteci-yazar Banu Avar'ın babasının ilk eşidir. NOT: Hikmet Feridun Es'in KIZIMI DA GÖTÜR diye bir anı yazısı vardır, Sıdıka Avar'ı anlatır, bu öyküye ulaşmak için bkz: (1) Serif Aktaş-Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçağ Yayınevi, 2004, Ankara. (2) Seyit Kemal Karaalioğlu, Ortaokullar İçin Yazmak ve Konuşmak Sanatı, İnkılap Kitabevi, YIL BELİRTİLMEMİŞ, İstanbul. (3) Seyit Kemal Karaalioğlu, Sözlü Yazılı Kompozisyon Konuşmak ve Yazmak Sanatı, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9268", "len_data": 4225, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.49 }
Venus Ebony Starr Williams (d. 17 Haziran 1980), Amerikalı tenisçi. Bir başka şampiyon tenisçi Serena Williams'ın ablasıdır. 2007 Wimbledon'da finalde Marion Bartoli'yi yenerek şampiyon oldu. Bu turnuvaya 23 numaralı seribaşı olarak katılan Williams, bu sonuçla, Wimbledon tarihinde şampiyon olan en alt sıradaki seribaşı oldu. 2017 Avustralya Açık'ta 14 yıl aradan sonra yarı finalde CoCo Vandeweghe'yi 6-7 6-2 6-3 ile geçerek finale kalmış, rakibi ise Kardeşi Serena Williams olmuştur. Venüs aynı zamanda 1994 yılında Martina Navratilova'dan sonra en yaşlı grand slam finalisti olmuştur. Hem teklerde hem de çiftlerde eski dünya 1 numarası olan Williams, beşi Wimbledon'da ve ikisi ABD Açık'ta olmak üzere yedi Grand Slam tekler şampiyonluğu kazandı. Genel olarak tüm zamanların en iyi tenis oyuncularından biri olarak kabul edilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9269", "len_data": 840, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.42 }
Serena Jameka Williams (d. 26 Eylül 1981), Amerikalı eski profesyonel tenisçi. Tüm zamanların en iyi tenisçilerinden biri olarak kabul edilen Williams, Kadınlar Tenis Birliği (WTA) tarafından 186 hafta üst üste olmak üzere 319 hafta boyunca teklerde dünya 1 numarası olarak gösterildi ve beş kez yılsonu 1 numarası oldu. 23 Grand Slam tek kadınlar şampiyonluğu kazanarak Açık Dönem'in en çok, tüm zamanların ise ikinci en çok şampiyonluğunu elde etti. Hem teklerde hem de çiftlerde Altın Slam kariyerine ulaşan tek oyuncudur. Ablası Venus ile birlikte Serena Williams'ın koçluğunu ebeveynleri Oracene Price ve Richard Williams üstlendi. 1995'te profesyonel olan Williams, ilk büyük tekler şampiyonluğunu 1999 ABD Açık'ta kazandı. 2002 Fransa Açık'tan 2003 Avustralya Açık'a kadar dört büyük tekler şampiyonluğunu da kazanarak (her seferinde finalde Venus'ü geçerek) takvim yılı olmayan Grand Slam ve 'Serena Slam' olarak bilinen kariyer Grand Slam'ini elde etti. Sonraki birkaç yılda iki büyük tekler şampiyonluğu daha kazandı ancak sakatlıklar ve form düşüklüğü nedeniyle sıkıntı yaşadı. Ancak 2007'den itibaren, devam eden sakatlıklara rağmen yavaş yavaş formuna geri döndü ve dünya 1 numaralı tekler sıralamasını yeniden ele geçirdi. 2012 Wimbledon Şampiyonası'ndan itibaren Williams, Olimpiyat altınını kazanarak (teklerde Kariyer Altın Slam'ini tamamlayarak) ve 2014-15 arasında üst üste dört şampiyonluk da dahil olmak üzere on üç tekler şampiyonasından sekizini kazanarak ikinci bir "Serena Slam" elde etti. 2017 Avustralya Açık'ta Steffi Graf'ın Açık Dönem rekorunu geçerek 23. büyük tekler şampiyonluğunu kazandı. Daha sonra hamile kaldıktan sonra profesyonel tenise ara verdi ve oyuna döndükten sonra dört büyük finale ulaştı. Ağustos 2022'de Williams profesyonel tenisten uzaklaşacağını açıkladı ve 2022 Amerika Açık'ta son maçı olması beklenen maçı oynadı. Williams ayrıca Wimbledon'da teklerde oynadı ve ilk turda 113. sırada bulunan Harmony Tan'a yenildi. Williams, 2022'nin sonunda 320. sırada yer alıyordu. Kişisel yaşamı. Serena Williams Reddit'in kurucusu Alexis Ohanian ile 2016'dan beri evlidir. Eylül 2017'de çift, ilk çocuklarını kucağına almıştır. Hamileliğini açıkladığında 20 haftalık hamile olması, o yılın başlarında Avustralya Açık'ı kazandığında sekiz haftalık hamile olduğunu ortaya çıkarmıştır. Mayıs 2023'te Met Gala'dan ikinci çocuğuna hamile olduğunu duyurmuş ve Ağustos 2023'te ikinci çocuğunu kucağına almıştır. Serena Williams tüm zamanların en çok bilinen spor figürlerinin yanı sıra popüler kültürde de oldukça tanınan bir isimdir. Alexis Ohanian ile olan düğünün konukları arasında Beyoncé, Anna Wintour, Kelly Rowland ve Kim Kardashian gibi ünlü figürler vardı. Williams'ın Beyoncé'yle yakın ilişkisi sonucu şarkıcının hit albümü Lemonade'deki Sorry şarkısının klibinde dans ederek konuk oyuncu olarak yer aldı. Met Gala'ya düzenli katılan konuklardan biri olmasının dışında Oscar Ödülleri gibi birçok ödül töreninde boy göstermektedir. Aynı zamanda gelinin uzun süredir arkadaşı olan Serena Williams ve kocası Alexis Ohanian, Meghan Markle ve Prens Harry'nin Windsor'daki St. George Şapeli'ndeki düğününe katılmıştır. İngilizce'ye ek olarak Williams aynı zamanda Fransızca ve başlangıç seviyesinde İspanyolca ve İtalyanca bilmektedir. Oyun stili. Serena Williams, hücum vuruşlarındaki sertlikle bilinen bir oyuncudur. Etkili servisleri dışında, ağır forehandi ve hem geri çizgi hem de file önündeki kontrollü vuruşları, bitirici voleleri ile rakiplerine üstünlük sağlayan Serena, zaman zaman agresif return vuruşlarıyla da etkli olmaktadır. Serena Williams, pek çok otoriteye göre fiziğe dayalı güç tenisinin tarihteki en önemli uygulayıcısı olarak gösterilmektedir. Serena Williams'ın en güçlü yönü olarak olağanüstü mental gücü olarak gösterilebilir. Kariyerinde geriye düştüğü pek çok önemli maçı çeviren Serena, tenis tarihinde üç ayrı grand slam turnuvasını şampiyonluk yolunda maç puanı kurtararak kazanan tek oyuncu unvanına sahiptir. Teklerdeki Performans Çizelgesi. "To prevent confusion and double counting, information in this table is updated only once a tournament or the player's participation in the tournament has concluded. This table is current through the Sony Ericsson Open in Key Biscayne, Florida, which ended on April 6,2008."
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9271", "len_data": 4291, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.32 }
Lindsay Davenport (d. 8 Haziran 1976, Kaliforniya), Amerikan profesyonel tenisçi. WTA Tur tarihinde 1 numaraya yükselen oyuncular arasında yer alır. 90'lı yılların sonunda Martina Hingis'le olan rekabeti ile akıllara kazınan Davenport, 51 turnuva kazandığı kariyerinde 3 tekler Grand Slam birinciliği elde etmişti. 1998 yılında finalde Hingis'i 6-3 ve 7-5'lik setlerle yenerek kazandığı Amerika Açık ilk büyük şampiyonluğuna ulaştı. 1 yıl sonra Wimbledon'da efsanevi Steffi Graf'ı kariyerinin son maçında yenerek Londra'da mutlu sona ulaştı. 2000 yılındaki Avustralya Açık'ın finalinde yine Hingis'e üstünlük sağladı. Sakatlık problemleri yaşmasına rağmen, 1998'den sonra 2001, 2004 ve 2005 yıllarını sezonun 1 numarası kapatarak tarihte dört yıl sezonu zirvede kapatan 4.oyuncu oldu. 2005 yılında Wimbledon Tenis Turnuvası'nda tam beş yıl aradan sonra grand slam finali yakalayan Davenport, 4.büyük şampiyonluğunu elde etme şansını vatandaşı Venus Williams'a yenilerek kaybetti. 2 saat 45 dakika ile tarihin en uzun bayanlar finali olan mücadelede setler 4-6, 7-6, 9-7 Venus Williams lehine sonuçlanırken, son sette durum 6-5 iken Davenport, iki şampiyonluk puanından faydalanamadı. Bu final, Davenport'un 2000 yılındaki Wimbledon ve Amerika Açık'tan sonra Venus Williams'a bıraktığı üçüncü final maçı oldu. Özellikle sert zeminde geri çizgideki karşı konulamaz forehand şutları ve tekniği yüksek servisi ile akıllara kazınan Lindsay Davenport, profesyonel kariyerindeki 14 sezonun 10'unda dünyanın en iyi 10 oyuncusu arasında sezonu noktaladı. Çiftlerde de 36 kariyer şampiyonluğu bulunan Amerikalı oyuncu, tenis tarihinde hem tekler, hem de çiftlerde 1 numara olmayı başaran dört tenisçi arasında yer almaktadır. Davenport, 15 Aralık 2006'da hamile olduğunu ve doğumdan sonra tenise dönmesinin zor olduğunu açıkladı. Amerikalı oyuncu, eşi John Leach ile 2003 yazında evlenmişti. Kortlara dönüş 2007. Lindsay Davenport, oğlu Jonathan Jagger'ı haziran ayında dünyaya getirdikten iki ay sonra, Ağustos 2007'de yeniden tenise döneceğini açıkladı. New Haven'daki Pilot Pen Classic'te çiftler maçı oynayan Amerikalı tenisçi, teklerde Bali'deki Wismilak International'da ilk iki seribaşı Jelena Jankovic ve Daniela Hantuchova'yı yenerek şampiyon oldu. Sony Ericsson WTA Tour'a zaferle dönen Davenport, 234 numarada iken elde ettiği bu birincilikle tur tarihinde en düşük sıralamaya sahip 4. şampiyon oldu. Bir buçuk ay sonra da Quebec'te kariyerinin 53. şampiyonluğuna imza attı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9273", "len_data": 2475, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.34 }
Güney Kore Cumhuriyeti'nin ulusal bayrağı Tegıki Çosan Krallığı döneminde benimsenmiştir. Adını eşit olarak ve kusursuz bir dengeyle ikiye bölünmüş olan ortasındaki tegık çemberinden alır. Bu simge birbirine karşıt olan ama kusursuz bir uyum ve denge oluşturan evrensel güçlerin simgesi iki zıt öğeden oluşur: yin ve yang. Üstteki kırmızı bölüm yang'ı alttaki mavi bölüm yin'i simgeler. Bayrağın dört köşesindeki üçlü çizgiler karşıtlık ve uyumu anlatır. Sol üst köşedeki üç kesiksiz çizgi cennet ve gökyüzünü, sağ üst köşedeki iki kesikli çizgi arasındaki kesiksiz çizgi suyu, sol alt köşedeki iki kesiksiz çizgi arasındaki kesikli çizgi ateşi, sağ alt köşedeki kesikli çizgiler ise yeryüzünü temsil eder. Bayrağın beyaz fonu, Kore halkının katıksız arılığını ve barışsever kişiliğini anlatır. Bayrağın bütünü, Kore halkının evrenle uyum içinde yaşama ülküsünü simgeler. Sembolizm. Bayrak arka planı Kore kültüründe geleneksel bir renk olan beyazdır. Beyaz, 19. yüzyıl Korelilerinin günlük kıyafetlerinde yaygındı ve hala hanbok gibi geleneksel Kore kıyafetlerinin çağdaş versiyonlarında gözüküyor. Beyaz rengi barış ve saflığı temsil eder. Ortadaki daire evrendeki dengeyi temsil eder. Kırmızı yarı, pozitif kozmik kuvvetleri ve mavi yarı, ters negatif kozmik kuvvetleri temsil eder. Birlikte, trigramlar hareketi ve uyumu temel ilkeler olarak gösterir. Her trigram (Hangul: 괘, Hanja: 卦, "gwae") dört klasik elementten birini temsil eder, aşağıda açıklandığı gibi: Özellikler. Boyutlar. Genişlik ve yükseklik 3 ila 2 arasındadır. Bayrak, taegeuk ve dört çubuk grubundan beş bölüm vardır. Dairenin çapı yüksekliğin yarısı kadardır. Tagege'nin üstü kırmızı, tagege'nin altı mavi olmalıdır. Çubuk grupları bayrağın dört köşesine yerleştirilir. Renkler. Renkler, Munsell ve CIE renk sistemleri tarafından mevzuatta tanımlanmaktadır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9281", "len_data": 1830, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.59 }
Güney Kore, resmî adıyla Kore Cumhuriyeti (KC) (Korece: 대한민국 Daehan Mingug), Doğu Asya'da Kore Yarımadası'nın güney kısmını oluşturan ve Kuzey Kore ile kara sınırını paylaşan, Doğu Asya'daki bir ülkedir. Kore adı, eskiden Doğu Asya'nın güçlü krallıklarından biri olan ve Büyük Gwanggaeto altında Kore Yarımadası, Mançurya'nın büyük bölümünü, Rus Uzak Doğusu ve İç Moğolistan'ın bazı bölgelerini yönetmiş olan Goguryeo'dan gelmektedir. Başkenti Seul, büyük bir küresel şehirdir ve Güney Kore'nin 51 milyondan fazla insanının yarısı, dünyanın dördüncü en büyük metropol ekonomisi olan Seul Ulusal Başkent Bölgesi'nde yaşamaktadır. Kore Yarımadası'nda ilk yerleşkeler, Alt Paleolitik dönemde görülmüştür. İlk krallığı, MÖ 7. yy'ın başlarında Çin kayıtlarında görülmüştür. Üç Kore Krallığı'nın 7. yüzyılın sonlarında Silla ve Balhae ile birleştirilmesinin ardından Kore, Goryeo hanedanı (918-1392) ve Joseon hanedanı (1392-1897) tarafından yönetildi. Ardından gelen Kore İmparatorluğu, 1910'da Japonya İmparatorluğu’na eklendi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kore, Sovyet ve ABD’nin yönettiği bölgelere ayrıldı; ikincisi, Ağustos 1948’de Kore Cumhuriyeti oldu. Kore Savaşı'nın 1953'te sona ermesinden sonra, ülke ekonomisi 1980 ve 1990 arasında dünyadaki kişi başına ortalama GSYH'deki en hızlı artışı kaydeden ülke ekonomisi hızla yükselmeye başladı. Otoriter yönetim 1987'de sona erdi ve ülke şu anda ülke, Asya'daki en üst düzey basın özgürlüklerinden birisine sahip. Güney Kore, OECD'nin Kalkınma Yardım Komitesi, G20 ve Paris Kulübü'nün bir üyesidir. Güney Kore çok gelişmiş bir ülke ve nominal GSYİH'ya göre dünyanın en büyük 10. ekonomisidir. Vatandaşları, dünyanın en hızlı internet erişimine ve dünyadaki en uzun yıllık yükseköğrenim eğitimine sahip olmakla birlikte, dünyanın ikinci en yüksek sağlık koşullarına uyarlanmış yaşam beklentisine yol açarak dünyanın en yüksek kalitede sağlık hizmetine eşit erişimine sahiptir. Dünyanın en büyük 9. ihracatçısı ve en büyük 9. ithalatçısı olan Güney Kore, birçok teknoloji ve yenilik odaklı alanda dünya lideridir. Güney Kore, 2014'ten bu yana 6 yıl boyunca Bloomberg İnovasyon Endeksi tarafından dünyanın en yenilikçi ülkesi seçildi. 21. yüzyıldan bu yana, Güney Kore, Kore Dalgası olarak adlandırılan bir fenomen olan K-pop ve TV dizileri gibi küresel olarak etkili pop kültürüyle ünlüdür. Etimoloji. Kore ismi Goryeo isminden türemiştir. Adı Goryeo, ilk olarak eski Goguryeo krallığı tarafından 5. yüzyılda isminin kısaltılmış şekli olarak kullanılmıştır. Goryeo'yu 10. yüzyıl krallığı olan Goguryeo'yu takip etti ve dolayısıyla ziyaret eden Pers tüccarlar tarafından "Kore" olarak kabul edilen ismini devraldı. Kore'nin modern hecelemesi, ilk olarak 17. yüzyıl sonlarında Hollanda Doğu Hindistan Şirketi Hendrick Hamel'in seyahat yazılarında ortaya çıktı. 19. yüzyıldaki yayınlarda Corea ve Kore yazımlarının bir arada bulunmasına rağmen, bazı Koreliler Japon işgali sırasında İmparator Japonya'nın, Japonya'yı ilk alfabetik olarak göstermelerini sağladığı için Japoncanın yazımını kasıtlı olarak standartlaştırdığını iddia ediyor. Goryeo'nun 1392'de Joseon ile değiştirilmesinden sonra Joseon, tüm dünyada kabul görmemiş olmasına rağmen, tüm bölge için resmî isim oldu. Yeni resmî isminin kökeni antik Gojoseon (Eski Joseon) ülkesinde. 1897'de Joseon hanedanı ülkenin resmî adını Joseon'dan Daehan Jeguk'a (Kore İmparatorluğu) değiştirdi. Daehan (Büyük Han) adı, Güney Kore Yarımadası'ndaki eski konfederasyonlardan değil, Kore Üç Krallığına atıfta bulunan Samhan'dan (Üç Han) türemiştir. Ancak Joseon ismi Koreliler tarafından, artık resmî adı olmamasına rağmen, ülkelerini belirtmek için hala yaygın olarak kullanılıyordu. Japon yönetimi altında, iki isim Han ve Joseon bir arada yaşadılar. Bağımsızlık için mücadele eden ve en önemlisi Kore Cumhuriyeti'nin Geçici Hükûmeti olan (임시 정부/大韓民國 臨時 several) birkaç grup vardı. Japonya'nın teslim edilmesinin ardından, 1945'te Kore Cumhuriyeti (대한민국/大韓民國, IPA: ˈtɛ̝ːɦa̠nminɡuk̚, "Büyük Koreli Halk Devleti"; dinle), yeni ülke için yasal İngilizce adı olarak kabul edildi. Ancak, Korece adının doğrudan bir çevirisi değildir. Sonuç olarak, Korece ismi "Daehan Minguk", Güney Koreliler tarafından bazen Güney Kore devletinden ziyade Kore etnik kökenine (veya "ırk") atıfta bulunmak için bir metonim olarak kullanılıyor. Hükûmet yalnızca Kore Yarımadası'nın güney kısmını kontrol ettiğinden, gayri resmi Güney Kore terimi Batı dünyasında giderek daha yaygın hale gelmeye başladı. Güney Koreliler, hem Korelileri toplu olarak ifade etmek için Han (veya Hanguk) kullanırken, hem de Çin ve Japonya'da yaşayan Kuzey Koreliler ve etnik Koreliler bunun yerine Joseon terimini kullanmaktadır. Tarihçe. Bölünmeden önce. Kore tarihi, Kore kuruluş mitolojisine göre efsanevi Joseon'un MÖ 2333 Dangun tarafından kurulmasıyla başlıyor (genellikle "Gojoseon" olarak da biliniyor, 14. yüzyılda kurulan başka bir hanedanla karıştırmamak için; önek Go- 'eski' veya 'önceki' demek). Gojoseon Kore Yarımadası'nın kuzeyini ve Mançurya'nın bazı bölgelerini kontrol altına alana kadar genişledi. Çin'in Han Hanedanı ile sayısız çatışmalar girdikten sonra, Gojoseon parçalandı ve Kore Proto-Üç Krallık dönemine girdi. Ortak çağın yüzyıl başlarında, Buyeo, Okjeo, Dongye ve Samhan devletler birliği yarımadayı ve Mançurya'nın güney kısımlarını işgal etti. Bu devletlerin çöküşünden sonra Goguryeo, Baekje ve Silla gibi birçok çeşitli küçük devletler büyümeye başladı ve yarımadayı Kore'deki Üç Krallık adına kontrol etti. Üç Krallığın 676'da Silla altında birleşmesi sonucu Kore Kuzey Güney Devletleri Dönemine girdi, böylece Kore yarımadasının büyük kısmını Birleşik Silla'nın kontrolünün altındaydı, aynı zamanda Balhae Goguryeo'nun kuzey bölgelerinde başarılı bir şekilde bulunuyordu. Birleşik Silla döneminde şiir sanatı ve sanat teşvik edildi ve Budizm kültürü gelişti. Kore ve Çin arası ilişkiler bu dönem iyi kaldı. Ancak Birleşik Silla iç çekişmeler yüzünden zayıfladı ve Goryeo'ya 935'te teslim oldu. Silla'nın kuzeydeki komşusu Balhae bir devlet olarak Goguryeo'nun vârisi olarak kuruldu. En yüksek döneminde, Balhae Mançurya'nın büyük bir kısmını ve Rusya'nın bazı bölgelerini kontrol etti. Balhae 926'da Kitanlılar'ın eline düştü. Yarımada Goryeo İmparatoru Taejo Wang Geon tarafından 936'da birleşti. Aynı Silla gibi, Goryeo son derece kültürlü bir devletti ve 1377'de Jikji oluştu, dünya'nın hareketli en eski metal tipli matbaa makinesini kullanılarak. 13. yüzyıldaki Moğol istilaları Goryeo'yu güçsüzleştirdi. 30 yıl savaşın ardından, Goryeo Kore üzerindeki hakimiyetini devam etti ama yine de Moğollara haraç ödedi ama bunun karşılığında Moğolların müttefiki oldu. Moğol İmparatorluğunun çökmesinin ardından, Goryeo'yu ağır siyasi çekişmeler izledi ve Goryeo hanedanı general Yi Seong-gye tarafından yürütülen bir isyan sonucu 1388'de Joseon hanedanı ile değiştirildi. Kral Taejo Kore'nin yeni adını Gojoseon'nu göz ardı ederek "Joseon" olarak deklare etti ve başkenti Seul'a taşıdı. Joseon Hanedanının ilk 200 yıllı oldukça barışçıl geçti ve 15. yüzyılda Kral Büyük Sejong döneminde Hangıl'ın oluşmasını izledi, ayrıca bu dönem ülkede Konfüçyüsçülük'un önemi arttı. 1592 ve 1598'de Kore Japonlar tarafından istila edildi. Toyotomi Hideyoshi askerleri komuta ediyordu ve Asya kıtasını Kore üzerinden işgal etmeyi planlıyordu ama büyük ihtimal Salih Ordusu tarafından ve Ming Hanedanı'nın yardımıyla geri püskürtüldü. Bu savaşta amiral Yi Sun-sin'in yükselmesine neden oldu ve onun ünlü kaplumbağa gemiside meşhur oldu. 1620'lerde ve 1630'larda Joseon Mançu istilasına uğradı, neticede Mançular bütün Çin'i feth etmişti. Başka bir dizi Mançurya'ya karşı savaşlardan sonra, Joseon yaklaşık 200 sene barış içinde kaldı. Kral Yeongjo ve Kral Jeongjo Joseon Hanedanlığına kültürel yenilikler getirdi. Ancak, sonraki seneler Joseon hanedanı dış ilişkilerde ve dış dünyadaki izolasyonlarda aşırı bir şekilde Çin'e bağlıydı. 19. yüzyıl sırasında Kore izolasyon politikası yüzünden Münzevi krallık olarak adlandırıldı. Joseon Hanedanı kendisini Batılı emperyalizm'den korumak için bu adımı attı, ancak sonunda zorunlu bir şekilde kendisini ticaret için dünyaya açtı. Birinci Çin-Japon Savaşı ve Rus-Japon Savaşı ardından Kore Japon egemenliği altına girdi (1910-1945). İkinci Dünya Savaşının sonunda, Japonlar Sovyet ve Amerikan güçlerine teslim oldu, sonuç olarak Kore'nin kuzeyi Sovyet; güneyi de Amerikan yönetimine kaldı. Bölündükten sonra. 1943'te Kahire Deklarasyonu esnasında yapılan ilk plana göre birleşik bir Kore planı kararlaştırılmıştı ancak Sovyetler Birliği ve ABD arasında tırmanan Soğuk Savaş nedeniyle Kore yarımadasında iki ayrı hükûmetin kuruldu. Her biri kendi ideolojileri ile Kore'nin bölünmesine yol açtı. Böylece Kore, 1948 tarihinde bölündü ve kendi siyasi idareleri olan iki devlet oluştu. Kuzey Kore'de eski Japon karşıtı gerilla ve komünist eylemci Kim Il-sung Sovyetlerin desteği ile güç kazandı ve Güney Kore'de sürgünde olan sağcı Koreli siyasi lider Syngman Rhee Güney Kore'nin devlet başkanı olarak göreve geçti. 25 Haziran 1950'de Kuzey Kore, Güney Kore'yi işgal etmeye kalktı ve bu da Kore Savaşını kıvılcımladı. Bu savaş Soğuk Savaş döneminin ilk büyük çatışmasıydı. Aynı zamanda Sovyetler Birliği Birleşmiş Milletler'i boykot etti ve bu da veto haklarını yitirmelerine yol açtı. Üstün Kuzey Kore kuvvetlerinin bütün ülkeyi birleştireceği belli olunca Sovyetler Birliği'nin veto hakkını kaybetmesi ile Birleşmiş Milletler böylece iç savaşa müdahale etme imkânı buldu. Sovyetler Birliği ve Çin, Kuzey Kore'yi her anlamda destekledi. Daha sonraki seneler Çin ordusundan milyonlarca asker Kuzey Kore'ye askeri anlamda destek olmak için savaşa katıldı. İki tarafta oluşan bu büyük gelişmelerden sonra ve sivil Kore halkının hem güneyde hem kuzeyde gördüğü büyük kayıplardan sonra savaş sonunda bir çıkmaza girdi. 1953 senesinde ateşkes sağlandı ama bu ateşkes hiçbir zaman Güney Kore ve Kuzey Kore tarafından imzalanmadı. Böylece yarımada iki ülke arasındaki orijinal sınır yakınlarında askerden arındırılmış bölge ile ikiye bölündü. Barış antlaşması iki devlet arasında imzalanmadı. Bu teknik olarak iki ülkenin bugünde hâlâ savaş halinde bulunduklarını gösteriyor. Kore savaşı neticesinde en az insan öldü. 1960'ta bir öğrenci ayaklanması sonucu otokratik devlet başkanı Syngman Rhee istifa etmek zorunda kaldı. Bu istifadan sonra Güney Kore siyasi istikrarsızlık bir döneme girdi. General Park Chung-hee Syngman Rhee'nin istifasından bir sene sonra askeri bir darbe yaptı ve Park Chung-hee başkanlık görevine geçti. Park Chung-hee döneminde Kore'de hızlı ihracata dayalı ekonomik bir büyüme sağlandı ama bu dönemde Güney Kore'ye uygulanan siyasi ağır baskılar yoğunlaştı. Kore ekonomisi onun görevi süresince önemli ölçüde gelişmiş olmasına rağmen ağır bir şekilde acımasız bir askeri diktatör olmakla eleştiriliyordu. Devlet başkanlığı görevi, 1979 yılında bir suikaste uğrayana kadar devam etti. Bu suikast ülkede önemli siyasi tartışmalar yaşanmasına sebep oldu. Eski bastırılmış muhalefet liderleri oluşan bu siyasi boşlukta devlet başkanı olmak için kampanyalar başlattı. 1979'da Chun Doo-hwan tarafından Choi Kyu Hah'nın geçici hükûmetine 12 Aralık darbesi yapıldı. Choi Kyu Hah o sıralar geçici devlet başkanıydı ve Park hükûmeti sırasında başbakanlık görevini yürütmüştü. Chun Doo-hwan darbeden sonra çeşitli önlemler alarak iktidara yükseldi. Geniş bir sıkıyönetim kararı alarak üniversiteleri kapattı, siyasi faaliyetleri yasakladı ve basını kısıtladı. 17 Mayıs tarihinde devlet başkanlığı görevine geçtikten sonra Güney Kore'nin genelinde protestolar başladı. Çünkü halk demokrasi talep ediyordu. Özellikle Gvangju şehrinde oluşan Gvangju Demokratikleşme Hareketi protestolarının yoğunlaşması sebebiyle bu şehre özel kuvvetler gönderildi. 1987 yılında Seul Ulusal Üniversitesi'ne giden bir üniversitelinin işkenceyle öldürülmesine kadar Chun ve hükûmeti Güney Kore'yi despot bir idare altında tuttu. 10 Haziran'da Katolik Rahipler Adalet Derneği bu olayı halka taşıdı, bu da ülke çapında büyük gösterilere neden oldu. Sonunda Chun'un partisi Demokratik Adalet Partisi ve parti lideri Roh Tae-woo 29 Haziran Bildirgesini ilan etti. Bu bildirgede devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi ön görülüyordu. Roh seçimi az bir farkla muhalefet liderleri Kim Dae-Jung ve Kim Young-Sam karşı kazandı. 1988'de Seul'de 1988 Yaz Olimpiyatları düzenlendi. Güney Kore 1996'da da Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'ne üye oldu. Devlet 1997 Doğu Asya Mali Krizinde olumsuz etkilendi ama yine de ülke bu krizden çabuk kurtulabildi ve ekonomisini yavaş da olsa büyütmeye devam ettirdi. Haziran 2000'de devlet başkanı Kim Dae-Jung'un Güneş Politikası angajmanı, Kuzey Kore'nin başkenti Pyongyang'da Inter-Kore Zirvesi'nin düzenlenmesine neden oldu. Bir sene sonra Kim Güney Kore ve Doğu Asya'da demokrasi ve insan hakları için yaptığı çalışmalar ve özellikle Kuzey Kore'yle barış ve uzlaşma çabaları için Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. 2002 senesinde, Güney Kore ve Japonya ortaklaşa işbirliği içerisinde 2002 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yaptı, ancak sonrasında Liancourt Kayalıkları üzerindeki egemenlik iddiaları yüzünden (Kore'de Dokdo olarak anılıyor ve Japonya'da Takeshima olarak) Japonya ve Güney Kore'nin ilişkileri kötüleşti. Bu olay medya'da Liancourt Kayalıkları Krizi olarak anıldı. Coğrafya. Güney Kore'nin güney ve batı kıyıları çok girintili ve çıkıntılıdır. Birçok yarımada ve küçük adalarla çevrilmiştir. Bu kısımlarda, Busan ve İnchon en önemli limanlarındandır. Doğu bölümü dağlık olmasına rağmen, batı bölümü geniş alanlar, ovalar ve tepelerle kaplıdır. Doğu bölümünde tabii limanlar da yoktur. Genellikle dağlıktır. Fakat dağlar yüksek değildir. En yüksek dağı 1916 m ile Chiri San Dağı'dır. Önemli nehirleri arasında Nakdong, Han ve Incheon ırmakları sayılabilir. İklim. Güney Kore'nin iklimi, kışın karalardan esen soğuk rüzgârların etkisindedir. Kışın ülkede kar nadiren yağarken yağmur görülmez. Güneşli ve açık bir hava olmasına karşın ayaz nedeniyle hava sıcaklığı çok düşer. Ülke yazları Pasifik'ten esen sıcak ve nemli muson rüzgârlarının etkisi altına girer. Yıllık yağış ortalaması 1270 mm'dir. Güneyde Eylül ayında ülke genelinde ise Temmuz ayında sık sık tayfunlar görülür. Temmuz ayı bütün ülkede çok yağışlı geçer. Ülkenin yüzey şekilleri iklimi etkiler. Muson rüzgârları sayesinde bitki örtüsü arasında tropikal bitkiler de yer alır. Ülkede en düşük sıcaklık ortalaması -25 °C, en yüksek sıcaklık ise 38 °C'dir. Ülkede tüm yıl boyunca gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkları çok düşüktür. Siyaset. Birçok demokratik devlet gibi, Güney Kore'nin yönetme şekli üç ayağa bölünüyor: Yürütme, yargı ve yasama organı. Güney Kore'nin yürütme ve yasama organları ulusal düzeyde başlıca görev yürütüyor, gerçi yasama organındaki çeşitli bakanlıklarda yerel seviyede de görevlerini gerçekleştirebiliyor. Yerel hükûmetler yarı-özerktir ve kendilerine ait yasama ve yürütme organları vardır. Yargı organı görevini hem ulusal hem yerel düzeyde yürütüyor. Güney Kore anayasal bir demokrasiye sahiptir. Güney Kore'nin hükûmet yapısı Güney Kore Anayasası tarafından belirlenir. Bu belge cumhuriyetin 1948 yılında ilan edildikten sonra birkaç kez revize edildi. Bu revizelere rağmen anayasa birçok özelliklerini koruyabildi, sadece kısa süreli İkinci Güney Kore Cumhuriyeti döneminde hariç, ülke her zaman başkanlık sistemine dayalı bir şekilde bağımsız bir icra kurulu başkanı ile yönetildi. Güney Kore'de seçimler ilk defa doğrudan 1948'de gerçekleştirildi. Güney Kore tarihinde birçok kez 1960'lardan başlayan ve 1980'lere kadar uzanan askeri diktatörlükler ve darbeler yaşamış olsa da o günden bu güne ülke başarılı liberal bir demokrasiye sahip. The World Factbook bugünlerde Güney Kore demokrasisini "tamamen işleyen modern bir demokrasi" olarak tanımlıyor. Meclis. Yasama görevini üzerine alan Güney Kore Parlamentosu'nun 299 üyesi vardır. Meclis üyeleri 4 yıl için halk tarafından seçilirler. Cumhurbaşkanının meclisi feshetmek yetkisi vardır. Devlet Başkanı. Güney Kore'de başkanlık sistemi hakimdir. 1972 Anayasasıyla yürütme görevi, Ulusal Konferans tarafından beş yıl için seçilen Devlet Başkanı'na verilmiştir. Ülkede Devlet Başkanı, yürütmenin başıdır ve beş yıl için halk tarafından seçilir. Yürütmeyle ilgili kararların tamamı başkanın kontrolündedir. Başkanlığa aday olacak kişi eğer herhangi bir siyasi kimliğe sahipse (parti üyeliği veya milletvekilliği gibi) seçimlerden en az bir yıl önce bu görevinden istifa etmek zorundadır. Başbakan. Güney Kore'de meclis tarafından içinden veya dışından bir kişi Başbakan adayı olarak gösterilmekte ve bu kişinin adaylığının açıklanmasından sonra en fazla 20 gün içinde parlamentoda bir oturum yapılarak Başbakan adayının oylanması gerekmektedir. Bu oylamada parlamento üyelerinin en az yarısının hazır bulunması ve adayın Başbakan olabilmesi için geçerli oyların salt çoğunluğunu alması gerekmektedir. Güney Kore'de Başkanlık sistemi olduğundan yani yürütmenin Devlet Başkanında olması nedeniyle Başbakanın yönetimdeki rolü zayıf kalmaktadır. Başbakan, daha çok Meclis ve Devlet Başkanı arasında bir köprü görevi görmektedir. Dış ilişkiler. Güney Kore'nin 188'den fazla ülkeyle diplomatik ilişkileri bulunuyor. Ayrıca ülke 1991'den beri Birleşmiş Milletler'e üyedir. Güney Kore ve Kuzey Kore aynı zamanda "BM"'ye üye oldular. 1 Ocak 2007 tarihinde, Güney Kore Dışişleri Bakanı Ban Ki-moon Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri görevini devraldı. Ülkenin ayrıca Güneydoğu Asya Uluslar Birliği'le "ASEAN Plus three" devleti olarak gelişmiş ilişkileri ve gözlemcileri de bulunuyor. Ayrıca Güney Kore Doğu Asya Zirvesi'ne üye ülkelerden biri. 2010 senesinde Güney Kore ve Avrupa Birliği arasında serbest ticaret anlaşması, ticaret engellerini ortadan kaldırmak için imzalandı. Güney Kore ayrıca Kanada devletiyle de serbest ticaret anlaşması müzakereleri sürdürüyor ve bir başka müzakere Yeni Zelanda ile yürütülüyor. 2009 yılının Kasım ayında Güney Kore OECD'nin Kalkınma Yardımları Komitesine üye oldu, ilk defa eskiden yardım almış bir ülke bu gruba verici bir devlet olarak üye olmuştu. Güney Kore, 2010 yılının Kasım ayında G-20 zirvesini kendi topraklarında gerçekleştirdi. Türkiye ile olan ilişkiler. Türkiye, Güney Kore'yi resmi olarak 11 Ağustos 1949 yılında, bağımsız bir devlet olarak tanımıştır. İki ülke arasındaki ilişkilerin sağlam ve olumlu bir temele sahip olmasının bir nedeni, Türkiye'nin 1950 Kore Savaşı sırasında Yarımadaya asker göndermesi ve çok sayıda kayıp vermesi olarak görülebilir. İki ülke arasındaki ilişkilerde siyasi alanda bir sorun bulunmamaktadır. Güçlü bir dostluk temelinde kurulan ilişkiler düzenli siyasi diyalogla sürdürülmektedir. Güney Kore ve Türkiye uluslararası alanda birbirlerine destek vermektedirler. Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Güney Kore'yi 14 ve 16 Haziran 2010 arası ziyarete gitmiştir. 2012 yılında dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Güney Kore'yi ziyarete gitmiştir ve Nükleer Güvenlik zirvesi çerçevesinde görüşmelerde bulunmuştur. Çin ile olan ilişkiler. Tarihi açıdan, Kore'nin Çin'le yakın ve iyi ilişkileri oldu. Güney Kore kurulmadan önce, Kore bağımsızlık savaşçıları Çin askerleri ile Japon işgaline karşı beraber savaştı. Ancak II. Dünya Savaşından sonra Çin Halk Cumhuriyeti Maoizm'i kucakladı oysa Güney Kore Amerika Birleşik Devletleri'yle yakın ilişkiler kurma arayışındaydı. Çin Halk Cumhuriyeti bunun üzerine Kuzey Kore'yi Kore savaşı esnasında askerlerle ve askeri malzemelerle destekledi, bunun ardından iki devlet arasındaki diplomatik ilişkiler neredeyse tamamen durduruldu. Yine de iki devlet arasındaki ilişkileri giderek düzeldi ve Güney Kore ile Çin Halk Cumhuriyet arasındaki resmî diplomatik ilişkiler yeniden 24 Ağustos 1992'de kuruldu. İki devlet ikili ilişkilerini düzeltme çabasına girdiler ve aralarındaki kırk yıllık ticaret ambargosunu kaldırdılar, ayrıca 1992'den sonra Güney Kore ve Çin'in ilişkileri sürekli iyileşti. Kore Cumhuriyeti Çin Cumhuriyeti ile arasındaki ilişkiyi Güney Kore Çin Halk Cumhuriyeti'yle resmî ilişkiye girdikten sonra durdurdu. Avrupa Birliği ile olan ilişkiler. Avrupa Birliği (AB) ve Güney Kore ticaret alanında iki önemli işbirlikçi, aralarında serbest ticaret anlaşması bulunuyor ve Güney Kore 2006 yılından sonra böylece öncelikli olarak Avrupa Birliğinin serbest ticaret ortağı olarak belirlenmiştir. Serbest ticaret anlaşması Eylül'ün 2010 senesinde onaylandı, İtalya'nın koşullu bir şekilde serbest ticaret anlaşmasındaki veto hakkında vazgeçmesinden sonra. İtalya'yla yapılan uzlaşma serbest ticaret anlaşmasının 1 Temmuz 2011 tarihinde geçici yürürlüğe girecek olması. Güney Kore Avrupa Birliği'nin en önemli sekizinci ticaret ortağı ve Avrupa Birliği Güney Kore'nin en çok ihracat yaptığı ikinci bölge. Güney Kore ile AB arasındaki ticaret 2008 yılında 65 milyar doları aştı ve 2004'ten 2008'e kadar iki ülke arasındaki ticaret kazancı ortalama yıllık % 7.5 gibi bir büyüme sağladı. Avrupa Birliği 1962'den beri Güney Kore'ye en yüksek yatırım yapan dış yatırımcı ve AB'nin Kore'ye 2006 yılında doğrudan yatırım oranı %45'i buldu. Buna rağmen AB firmalarının önemli sorunları bulunuyor Güney Kore pazarında. Avrupa Birliği'nin Güney Kore pazarında erişim ve faaliyet yapabilmesi için katı standartlar ve ürün ve hizmetler için konulan sert test şartları bulunuyor. Bu nedenlerden dolayı ticarette engeller oluyor. İki taraflı ilişkilerin iyi tutulması AB'nin doğrudan yatırımları yüzünden önemli, o yüzden Avrupa Birliği durumun düzelmesi için arayış içinde. Japonya ile olan ilişkiler. İkinci Dünya Savaşından sonra Japonya ve Güney Kore arasında resmî diplomatik ilişkiler kurulmadı. Bunun üzerine Güney Kore ve Japonya diplomatik ilişkilerin kurulması için 1965'te Japonya ve Kore Cumhuriyeti arasında Temel İlişkiler Antlaşmasını imzaladı. Güney Kore'nin bazı kesimlerinden Japonlara ve Japonya'ya karşı derin bir düşmanlık duygusu vardır, bunun nedeni özellikle Kore ve Japonya arasında geçmişte çözülmemiş bazı olayların olması, bu olaylar özellikle 1910 Japonya-Kore Antlaşması sonra Kore'nin Japonya tarafından işgal edilmesinden sonra çeşitli sebepten oluşan olaylar. II. Dünya Savaşı sırasında 100.000'den fazla Koreli zorla Japon İmparatorluk Kara Kuvvetlerinde asker olarak görevlendirildi. Ayrıca Koreli kadınlar zorla cephelere getirilerek Japon İmparatorluk Kara Kuvvetlerindeki askerlere seks köleleri olarak veriliyor ve bunlar rahatlatıcı kadınlar olarak adlandırılıyordu. Japonya ve Kore arasında hala uzun soluklu siyasi krizler devam ediyor, bunların arasında en çok göze çarpan Kore sivil halkına karşı yapılmış Japon savaş suçları, geçmiş zamanda Japon politikacıların Yasukuni Tapınağı'na yaptıkları ziyarette savaşta ölen Japon askerlerine saygı göstermeleri (bazı A sınıfı savaş suçluları dahil) Kore ve Çin hükûmetleri tarafından kınandı, iki ülke arasında başka bir sorun Japonya'daki tarih dersi kitaplarının üzerindeki tartışmalar, çünkü Japonya İkinci Dünya Savaşı sırasında olan bazı şeyleri yeniden yazması da iki ülke arasındaki ilişkileri yıpratıyor. Ayrıca başka büyük bir sorun Japonya ve Güney Kore arasındaki sınır anlaşmazlıkları özellikle Dokdo adaları üzerindeki anlaşmazlıklar iki ülke arasındaki ilişkiyi kötü yönde etkiliyor. Japonya başbakanı Junichiro Koizumi'nin Yasukuni Tapınağını tekrar ziyaret etmesinden sonra Güney Kore Devlet Başkanı Roh Moo-hyun Japonya ve Güney Kore arasındaki bütün zirve toplantılarını cevap olarak iptal etti. Kuzey Kore ile olan ilişkiler. İki ülke Kuzey ve Güney Kore hâlâ resmî olarak bütün yarımada ve diğer uzak adalar üzerinde egemenlik talebinde bulunmaktadır. 1950'den 1953'e kadar süren Kore Savaşından sonra iki devlet arasında hâlâ uzun sürelik bir düşmanlık yaşanmakta ancak yine de Kuzey Kore ve Güney Kore aralarında barışı sağlamak için barış antlaşmaları imzalamıştır. Roh Moo-Hyun ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-il kalıcı barışı sağlamak için sekiz maddelik bir antlaşma imzaladılar, bu antlaşmanın içeriği üst düzey görüşmelerin sağlanması, ekonomik işbirliği, tren hizmetleri, karayolu ve havayolu taşımacılığının yenilenmesi ve ortak bir Olimpiyat tezahürat kadrosu kurulması gibi konuları içeriyordu. Güneş Politikası ve uzlaşma politikası çabalarına nazaran, iki ülke arasındaki barış süreci Kuzey Kore'nin 1993, 1998, 2006 ve 2009'da yürüttüğü füze denemeleri yüzünden zor duruma girdi. 2009 yılının başlarında Kuzey ve Güney Kore arasındaki ilişki gerginleşti, Kuzey Kore bunun üzerine füzeler hazır bulundurduğunu bildirdi, Güney Kore'yle yapılan bütün antlaşmaların iptal edildiğini bildirdi ve Güney Kore ve Amerika Birleşik Devletleri'ne tehditler savurdu eğer planlandığı gibi bir uyduyla bu gelişmelere müdahale ederlerse. Kuzey ve Güney Kore hala resmî olarak savaş durumundalar (Kore Savaşından sonra barış antlaşması imzalamadılar) ve Dünya'nın en güçlü tahkim edilmiş sınırını paylaşıyorlar. 27 Mayıs 2009'da Kuzey Kore medyaları ateşkesin artık geçerli olmadığını bildirdi ve bunun nedeni Güney Kore hükûmetinin kesinlikle Nükleer Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimine üye olmaya hazırlandığı için olarak gösterdiler. İki devlet arasındaki ilişkileri daha da karmaşık bir duruma sokan ve gerginliği artıran başka bir olay, Mart 2010'da Güney Kore'ye ait ROKS Cheonan gemisinin batması sonucu oluştu, çünkü Güney Koreli yetkililer geminin Kuzey Kore tarafından atılan torpedo sonucu batmasını onayladı ama Kuzey Kore bu iddiaları reddetti. Bunun üzerine Güney Kore Devlet Başkanı Lee Myung-bak yaptığı bir açıklamada Seul'un Kuzey Kore ile alakadar bütün ticaret alanındaki ilişkileri keseceğini bildirdi, Kuzey Kore'yi karşı alınmış bir önlem olarak öncelikle diplomatik ve mali alanda ülkeyi geri vurmak olduğu söylendi. Kaesong Sanayi Projesi ve insani yardımların Güney Kore tarafından kısıtlanmayacağı açıklandı. Kuzey Kore, başlangıçta tüm bağları koparmak için Güney Kore'yi tehdit etti, önceden yapılan saldırmama paktını tamamen iptal edeceğini ve bütün Kaesong Sanayi Bölgesi'nde yaşayan Güney Korelileri ülkeden atacağını bildirdi ama bütün tehditlerini geri çekti ve Güney Kore'yle ilişkileri devam etmeye karar verdi. Yine de devam eden ilişkilere rağmen, oluşan askeri çatışmalar yüzünden, Kaesong sanayi bölgesi yatırımda ve işçi gücünde büyük bir düşüş görüldü. 2010 senesinde iki ülke arasındaki yaşanan olaylar: İdari bölümler. Güney Kore'deki başlıca idari bölümleri ülkenin illere, büyükşehirlere (kendi kendini yöneten şehirler hiçbir il'e dahil olmadan) ve bir tane özel şehire bölünmesiyle oluyor. Askeri. Kore'nin tarihi boyunca işgale uğraması ve Kuzey Kore ile hâlen devam askeri ve siyasi gerginlik yüzünden SAGP'sinin %2,6'sını askeriye için harcıyor. Bu devlet harcamaların %15'in teşkil ediyor (Hükûmetin GSYİH'deki payı: %14,97). Ayrıca erkekler için zorunlu askerlik geçerli. Bu nedenle Güney Kore dünyadaki en büyük altıncı hazır ordusuna sahip, 2011'de toplam 650.000 aktif asker görev başındaydı. Güney Kore askeriyesi ayrıca 3,200,000 yedek askerle dünyanın en büyük ikinci yedek asker sayısına sahip ve dünyadaki bütün ülkeler arasında askeri harcamalarda on birinci sırayı alıyor. Kore Cumhuriyeti toplam 3.7 milyon aktif ve yedek asker sayısı ile nüfusa göre (50 milyon) kişi başına asker olma sayısında Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin ardından ikinci sırada yer alıyor. Güney Kore Ordusu Kore Cumhuriyeti Kara Kuvvetleri (ROKA), Kore Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri(ROKN), Kore Cumhuriyeti Hava Kuvvetleri (ROKAF), Kore Cumhuriyeti Deniz Piyade Teşkilatı ve yedek askeri kuvvetlerden oluşuyor. Bu kuvvetlerin çoğu Kore'nin askerden arındırılmış bölgesinde konumlanmış durumda. Devlet yasalarına göre her Güney Koreli erkek 21 ay askerlik yapmak zorunda. Önceleri ebeveynlerin sadece birisinin kökeni Koreli olan erkekler zorunlu askerlikten muaf oluyorlardı ama bu yasa 2011'den sonra değiştirildi. Güney Kore'de zorunlu askerliğin yanında, ayrıca her sene 1.800 Koreli erkek 21 ay KATUSA programına katılmak için seçiliyor; bunun amacı USFK'yı güçlendirmek. 2010 yılında Güney Kore ABD ile yaptığı maliyet-paylaşımı-anlaşması sonucu 1.69 milyar ₩, bütçe sağlamak amacıyla Kore'de bulunan ABD güçlerine verdi. 29.6 milyar ₩ kendi askeriyesi için harcadı. Kore Cumhuriyeti Kara Kuvvetlerinin hizmetinde bulunan toplam 2,500 tane tank var, bunların arasında K1A1 ve K2 Black Panther tanklarıda bulunuyor. Doğal kaynaklar. Eskiden ormanlarla kaplı olan ülkede denetimsiz kesim, yangın, hastalık ve savaş yüzünden ormanlar kalmamıştır. Kore Savaşından sonra devlet başkanının emri ile geniş alanlarda çam ormanları oluşturulmuştur. Ayrıca bambu ağacı yönünden de zenginliğe sahiptir. Maden bakımından zengin sayılmaz. Fakat tungsten üretiminde önde gelen ülkelerdendir. Ayrıca kömür, demir, flor, grafit, altın, bakır ve kurşun az miktarda çıkarılır. Demografi. Nüfus. Dünyada etnik ve dil açısından en fazla homojen bir yapıya sahip ülkelerden biri Güney Kore'dir. Azınlık olarak sadece küçük bir Çin topluluğu vardır. Koreliler Mançurya'da yüzyıllar boyunca yaşamışlardır. Geçmişteki politik, ekonomik ve sosyal istikrarsızlıklar birçok Güney Koreli'nin başta ABD ve Kanada'ya göç etmesine neden olmuştur. Kaliforniya'da önemli derecede Koreli yaşamaktadır. Koreli Amerikalıların sayısının bir milyonun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda Güney Kore'den gerçekleşen göç ve ülkeye gelenlerin sayısı hemen hemen birbirine eşittir. Nüfus artış oranı da 1950'lerde %3'ten daha fazla iken bu oran 2005 yılında %0,38'lere kadar gerilemiştir. Bunun sebebi de insanların daha az çocuk sahibi olma isteklerinden kaynaklanmaktadır. 1960 yılından itibaren hızlı bir kentleşme ve kırsal alanlardan şehirlere doğru bir göç dalgası başlamıştır. Nüfus 2025 yılı rakamlarına göre 52.081.799'dur. Hızlı nüfus artışı bir zamanlar ciddi bir sosyal problem olmasına rağmen, başarılı aile planlaması kampanyaları ile doğum oranı düşürülmüştür. Şu anda nüfusun %85'i şehirlerde yaşamaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 4 milyondan fazla bir nüfus Kuzey taraftan Güney’e geçiş yapmıştır. Bu aniden meydana gelen nüfus artışı Güney Kore'den gerçekleşen göçlerle birlikte dengelenmiştir. Güney Kore'nin ekonomisini geliştirmesi ve politik istikrara kavuşması ise 1990 yıllarının ortalarını bulmuştur. Güney Kore'de yaklaşık olarak 378.000 yabancı işçi bulunduğu ve bunun %52'sinin yasal olmayan yollardan çalışmakta olduğu ifade edilmektedir. Bu iş gücünün büyük bir kısmı Güney Asya ülkelerinden gelmektedir. Yabancı işçilerin büyük çoğunluğu Hindistan, Sri Lanka, Myanmar, Filipinler ve Sovyetler Birliği ülkelerinden gelmektedir. Nijerya'dan da çok sayıda işçi ülkede çalışmaktadır. En büyük şehir, başkent Seul’dür. Kore, Çin ile Japonya arasında bir köprü olmasına rağmen, kendilerine has bir kültür geliştirmiştir. Köylerde yaşayan Koreliler, yüzyıllar önceki gibi giyinir ve yaşarlar. Şehirlerde yaşayanlar ise Batı dünyasının etkisindedirler. Hızla Düşen Doğum Oranı Sorunu. Güney Kore, verilere göre dünyanın en düşük doğum oranına sahip ülkesi olarak kabul edilmektedir. 2022'de kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı 0.78 olarak kaydedilmişken, bu oran 2023'te 0.72'ye düşmüştür. İlerleyen yıllarda bu rakamın daha da azalması beklenmektedir. Bu durum, ülke genelinde bir "ulusal acil durum" olarak değerlendirilmektedir. Güney Kore'de doğum oranındaki düşüş, çeşitli sosyal ve ekonomik faktörlerden kaynaklanmaktadır. Yüksek konut fiyatları, eğitim masrafları ve uzun çalışma saatleri, aile kurma kararını olumsuz etkilemektedir. Güney Kore'deki gençler, çocuk sahibi olmanın getireceği maddi yükü karşılamakta zorlanmaktadır. Çalışma çağındaki nüfusun yarı yarıya azalması, zorunlu askerlik hizmetine uygun kişilerin sayısının düşmesi ve nüfusun yaşlanması, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısı üzerinde büyük baskılar oluşturmaktadır. Hükümetin Attığı Adımlar. Güney Kore hükûmeti, bu sorunu çözmek için büyük yatırımlar yapmaktadır. Son 20 yıl içinde yaklaşık 379,8 trilyon KRW (286 milyar dolar) harcama yapılmıştır. Bu çabalar arasında çocuk sahibi olan ailelere yönelik aylık ödemeler, sübvanse edilmiş konut projeleri ve ücretsiz ulaşım hizmetleri bulunmaktadır. Hükûmet, ayrıca tüp bebek tedavileri ve hastane masraflarını da karşılamaktadır. Ancak bu teşvikler yine de yeterli kalmamıştır. Din. Din özgürlüğü anayasa tarafından güvence altına alınmıştır ve devletin dini yoktur. 2015 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Güney Kore nüfusunun yarıdan fazlası (%56,1) herhangi bir dini kuruluşa bağlı olmadığını beyan etmiştir. 2012 yılında yapılan bir ankette katılımcıların %52'si kendilerini "dindar", %31'i "dindar değil" ve %15'i ise kendilerini "ateist" olarak tanımlar. Dini bir örgüte bağlı kişilerin çoğu Hıristiyan veya Budisttir. 2015 nüfus sayımına göre nüfusun %27,6'sı Hristiyan (%19,7'si kendisini Protestan, %7,9'u Katolik olarak tanımlıyor) ve %15,5'i Budisttir. Yaygın olmayan diğer inançlar arasında İslam, yerel Won Budizmi mezhebi ve Konfüçyüsçülük bulunur. Hristiyanlık, diğer Doğu Asya ülkelerinden farklı olarak 18. yüzyılda Kore'de verimli bir zemin buldu ve 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde, gerileyen monarşinin onu desteklemesi ve ülkeyi özgürlüğe açması nedeniyle nüfusun büyük bir bölümünü ikna etti. Batılılaşma projesinin bir parçası olarak yaygın Hristiyanlık dini propagandası yapılması ve Japon Şinto ve Çin'in dini sisteminden farklı olarak hiçbir zaman yüksek statüye sahip bir ulusal din haline gelmeyen Kore Şamanizmi'nin zayıflığı Hristiyanlığın ülkede yayılmasına katkı sağladı. Güney Kore aynı zamanda ABD'den sonra en fazla Hristiyan misyoner bulunan ülkedir. Dil. Korece, Güney Kore'nin resmi dilidir ve çoğu dilbilimci tarafından izole dil olarak sınıflandırılır. Çinceden çok sayıda alıntı sözcük içermektedir. Korece, öğrenilmesi zor olan ve Kore diline pek uymayan Klasik Çin Hanja karakterlerine uygun bir alternatif sağlamak için 1446 yılında Kral Sejong tarafından oluşturulan Hangul adlı yerli bir yazı sistemine geçmiştir. Güney Kore, yazılı medya ve yasal belgeler gibi sınırlı alanlarda bazı Çince Hanja karakterlerini hâlâ kullanıyor. Eğitim. Güney Kore, okuma-yazma, matematik ve fen bilimleri okumada ortalama öğrenci puanı 519 ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerinden biri olup, OECD ortalaması olan 492'ye kıyasla dünyada dokuzuncu sırada yer almaktadır. Ülke, OECD ülkeleri arasında dünyanın en yüksek eğitimli işgücünden birine sahiptir. 2014 yılında Güney Kore, OECD tarafından öğrencilerin matematik ve fen bilimleri puanlarının ulusal sıralamasında dünya çapında (Singapur'dan sonra) ikinci sırada yer aldı. Eğitimdeki başarı genellikle aileler ve genel olarak Güney Kore toplumu için bir onur ve gurur kaynağı olduğundan ve kişinin sosyal hareketliliğini ve kişinin gelişimini iyileştirmek için yönlendirmesi temel bir gereklilik olarak görülür. Eğitim, Güney Koreli aileler için toplumdaki sosyoekonomik konumu belirleyen yüksek bir öncelik olarak kabul edilmektedir
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9282", "len_data": 34865, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.54 }
"River" sınıfı refakat muhribi, Avustralya Kraliyet Deniz Kuvvetleri'nde hizmet etmiş olan refakat muhribi. 1950 yılında Avustralya Hükûmeti denizaltı savunma harbi amacı ile kullanılacak altı adet fırkateyn için sipariş verdi. 1958-1961 yılları arasında Avustralya'daki yerel Cockatoo Island ve Williamstown tersanelerinde tasarımı İngiliz yapımı Rothesay sınıfı (Tip 12) fırkateynlerini esas alan dört adet tekne inşa edildi. Bu gemiler hizmete girdikten sonra ikinci nesil "River" sınıfı refakat muhribi olarak tanımlandı. Planlanan iki adet "Tip12" fırkateynin inşası iptal edildi. 10 Şubat 1964 tarihinde D-04 HMAS Voyager güney sahilinde, New South Wales bölgesi, Jervis körfezi'nde R-21 HMAS Melbourne uçak gemisi ile çarpıştı ve battı. Hükûmet "HMAS Voyager" yerine iki adet fazladan "River" sınıfı gemi siparişi verdi. 1965-1968 yılları arasında inşa edilen iki teknenin tasarımı daha önceki dört fırkateyne dayanıyordu. Ancak, son gemilerin üst güverte yapısı İngiliz yapımı Leander sınıfı (Tip 12M) fırkateynine benzer. Avustralya Kraliyet Donanması'nda görev yapan "River" sınıfı muhriplerin borda numaraları ve isimleri aşağıdaki gibidir: Rothesay sınıfı (Tip 12) gemiler: Leander sınıfı (Tip 12M) gemiler: Zaman içinde gemiler Ikara ve Seacat SAM füzeleri ile donatıldı ve elektronik ekipmanları modernize edildi. Bugün "River" sınıfı gemilerin tümü hizmet dışı kalmıştır. "HMAS Swan" ve "HMAS Torrens" muhripleri hedef gemi olarak kullanıldı ve batırıldı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9285", "len_data": 1470, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.56 }
Digital Subscriber Line (Sayısal Abone Hattı), sıradan bakır kablolar üzerinden evlere ve ofislere yüksek bant genişliği sağlayan bir teknolojidir. xDSL şeklinde de adlandırılıp, baştaki x harfi değiştirilerek türleri adlandırılır: ADSL, ADSL2, ADSL2+, SDSL, IDSL, HDSL, VDSL, VDSL2 ADSL (Asymetric Digital Subscriber Line - Bakışımsız Sayısal Abone Hattı), kullanıcıların yüksek hızlarda bakışımsız veri haberleşmesi olmakla birlikte, eşzamanlı olarak telefon görüşme olanağı sağlayan bir teknolojidir. Bir ADSL bağlantısı 3 temel iletişim kanalından oluşur. Alış Kanalı (downstream), Gönderiş Kanalı (upstream) ve POTS (Plain Old Public Telephone) kanalıdır. Alış kanalı Mbps seviyesinde genişlik sunarken, gönderim kanalı Kbps'ler düzeyindedir. ADSL, cihazlarının gerçek hızlar üreticelere ve cihazın modellerine göre değişim göstermektedir. ADSL hizmetlerinden faydalanabilmek için, ADSL hizmeti sunan şirketlerin belirlediği hızları destekleyen modem alınmalıdır. POTS, ADSL iletim ortamı üzerinden telefon görüşmelerinin aktarılması için kullanılır. Bir telefon görüşmesi için 4 Khz'lik bir frekans yeterli olmaktadır. ADSL veri kanalları 25 Khz'lik frekans alanından başlayıp kablolamanın elverdiği ölçülerde yüksek frekanslara çıkabilmektedir. Farklı frekans aralık ile veri kanalları arasında etkileşim olmaz. Bir hat üzerinde birçok kanal oluşturabilmek için Frekans Bölmeli Çoğullama (FDM - Frequency Division Multiplexing) Yankı Giderme (Echo Cancellation) olarak adlandırılan yöntemler kullanılır. Yankı Giderme yönteminde, alış ve veriş kanalları için aynı frekans alanı içinde kullanılırkende farklı kanallarda kullanılır. Dolayısıyla, aynı hızda bant genişliği elde etmek için Yankı Giderme yöntemini kullanmak yeterli olur, bu da daha uzaklara gidebilmek anlamına gelir. Ancak bu yöntemle kullanılan ADSL cihazları FDM cihazlara göre daha karmaşık olurlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9293", "len_data": 1873, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.48 }