text
stringlengths
3
198k
metadata
dict
Mustafa Adil Özder (d. 1907, Artvin - ö. 11 Kasım 1987, Ankara), Türk folklor araştırmacısı, yazar ve şair. Hayatı. Artvin'in Yusufeli ilçesine bağlı Demirkent köyünde doğdu. Babası Muallim Mehmet Razi Efendidir. I. Dünya Savaşı muhacirliğinde henüz sekiz yaşında iken (1915) ailesi ile birlikte Çorum'un Sungurlu ilçesine göç ettiler. Babası Mehmet Razi Efendi, çocuklarının eğitimini ihmal etmeyerek, M. Adil Özder'i 1916 yılında Sungurlu'daki Kenz'ül – İrfan Nümune Mektebine gönderdi. 1920 yılına kadar orada öğrenimine devam etti. Burada iken annesi öldü. Artvin'deki durumun düzeldiğine ilişkin alınan haberler üzerine 1920 yılının sonuna doğru babası ve kardeşleri ile birlikte köyleri Demirkent'e geri döndüler. Köylerine döndüklerinde, yarım kalan öğrenimini iki yıl boyunca babasından aldığı derslerle tamamlayarak o zamanlar Ersis'te (Kılıçkaya) bulunan altı yıllık Ersis Merkez Nümune Mektebini 1923 yılı yazında dışarıdan sınavlara girerek bitirdi. Aynı yıl 29 Ekim 1923 tarihinde (Cumhuriyetin ilanında), baba mesleğine olan tutkusu nedeniyle Erzurum Dar'ül Muallimin Mektebine kayıt oldu. İki yıl sonra adı Erkek Muallim Mektebi olarak değiştirilen bu okuldan 1928 yılında mezun oldu. Okulu bitirmesiyle birlikte ilk olarak Çanakkale ili Bayramiç ilçesi Bayramiç Merkez Zaferi Milli Mektebi muallimliğine (öğretmenlik) atandı. 1930'da köylüsü Ali Budak Beyin kızı Kıyafet Hanım ile evlendi. Bu evlilikten Nihal (1931), Turan (1933), Demiray (1936) adlı çocukları oldu. 1930'da Borçka'nın Maçahel bucağı Düzenli köyü, 1931'de Yusufeli'nin Esenyaka köyü ilkokuluna öğretmen ve müdür olarak atandı. Buradan askerliğini yapmak üzere ayrılandı ve Yedek Subay olarak görevini tamamladıktan sonra: 1932-1936 yılları arasında Borçka, 1936-1948 yıllarında da Şavşat ilçesi İlköğretim müdürlüğü ve Merkez İlkokulu Müdürlüğü görevinde bulundu. Buradan 1948 yılında Artvin İl Merkezi Gazi İlkokulu öğretmenliğine atanan Özder, 1965-1967 yıllarında Ankara'nın Altındağ İlçesi Sarayköyü İlkokulu öğretmeni kadrosuyla Altındağ İlköğretim Müdürlüğünde, yine aynı kadro ile Milli Eğitim Bakanlığı Folklor Enstitüsünde uzman olarak çalıştı. 1971'de bu görevde iken kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Eğitimcilik görevi sırasında sosyal ve kültürel faaliyetlerin de içinde yer aldı. Borçka Çocuk Esirgeme Kurumu yönetiminde bulundu, aynı kurumun Şavşat Şube Başkanlığını, Şavşat Halkevi Başkanlığı, Kızılay Şavşat Şubesi yönetim kurulu üyeliği, Şavşat Güzelleştirme Derneği kuruculuğu ve başkanlığı, Ankara'daki Artvin Turizm ve Tanıtma Derneği kurucu yönetim kurulu üyeliği, Türk Dil Kurumu Üyeliği, Artvin Yüksek Tahsil Talebe Derneği yönetim kurulu üyeliği gibi görevler de üstlendi. Öğretmenlikten emekliye ayrıldıktan sonra Kültür Bakanlığında eski eserler üzerindeki çalışmalara katıldı. Gerek eski yazıyı (Osmanlıca) çok iyi yazıp okuması ve gerekse dile hakimiyeti ile bu alanda da ölümüne kadar devam eden çok verimli hizmetlerde bulundu. 1987'de bu görevde iken rahatsızlanan Özder, 11 Kasım 1987 tarihinde öldü ve Ankara-Cebeci Asrî mezarlığında toprağa verildi. Edebi kişiliği. Ömrünü, Artvin tarihi, etnografyası ve folklorunu araştırmaya ve gün ışığına çıkarmaya adamış bir kişi idi. Öldüğünde, arkasında 10 yayınlanmış kitap, 100 makale ile çok sayıda yayınlanmamış kitap ve notlar bıraktı. 1930'da Azmî mahlasıyla halk şiirleri yazmaya başladı. Âşık edebiyatı incelemeleri ile de yazın hayatına başladı. >Ardanuçlu Âşık Efkârî ve >Mecit Tokdemir ile karşılaşmalarda bulundu. Her fırsatta Artvin'i at sırtında köy köy dolaşarak folklor derlemeleri yaptı, bu derleme ve araştırmaları, halk kültürü ile ilgili yazıları Türk Folklor Araştırmaları, Çoruh, Doğuş, Halk, Bizim Çoruh, Artvin'in Sesi, Hür Çoruh, Şavşat Postası, Turizm Dünyası, Kars Eli, Haber, Yeşil Artvin, Çıra, Sesimiz, Yeşil Çoruh, Ulus Ekspres gibi çeşitli gazete ve dergilerde yayınlandı. Biyografisi Meydan Larousse ansiklopedisine alındı. Ölümünden sonra kitapları ve arşivi Artvin Kütüphanesine bağışlandı. Artvin'le ilgili bir kısım kitapları da öğrencisi ve “manevi kızı” folklor araştırmacısı Şahver Karasüleymanoğlu'na verilerek bu konularla ilgilenen kişilere dağıtılması, ulaştırılması sağlandı. 1986 yılında "İhsan Hınçer Folklor Ödülü"nü aldı. Ölümünün 7. yıldönümünde (1994) Özder anısına Yusufeli Kültür Derneği ile Folklor Araştırmaları Kurumunca ortak bir anma günü düzenlendi. Aydın Karasüleymanoğlu tarafından 43. Hizmet Yılında M. Adil Özder adıyla bir kitap yayınlandı (1972). Hayrettin Tokdemir, Özder'in şiirlerinin bir kısmını Yusufeli'li Azmî adlı bir kitapta toplayarak yayındı. Eserleri. M. Adil Özder'in yayınlanmış kitapları: Yazılmasına katkıda bulunduğu, yazım komisyonunda yer aldığı kitaplar: Milli Folklor Enstitüsünde görevli iken yer aldığı komisyonlarca yazılan kitaplar: Yayına hazır kitapları: Yusufelili Âşık Huzurî (Hayatı ve heceli şiirleri, 250 daktilo sayfası)
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9678", "len_data": 4888, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.47 }
Windows NT, Microsoft tarafından geliştirilen ve ilk sürümü 27 Temmuz 1993'te yayımlanan bir işletim sistemi ailesidir. İşlemciden bağımsız, çoklu işlem ve çoklu kullanıcı desteği sunan bir işletim sistemidir. Windows NT'nin ilk sürümü olan Windows NT 3.1 iş istasyonları ve sunucular için geliştirilmişti. Windows'un son kullanıcıya yönelik olan MS-DOS tabanlı sürümlerinden (Windows 1.0'dan Windows 3.1x'e kadar olan sürümler) ayrı olarak geliştiriliyordu. Ancak zaman içinde Windows NT ailesi Microsoft'un kişisel bilgisayarlara yönelik genel amaçlı işletim sistemlerini de kapsar hale geldi ve Windows 9x ailesinin yerini aldı. "NT" kısaltması ilk zamanlarda "New Technology" (Yeni Teknoloji) sözünün kısaltması olarak kullanılıyordu ama günümüzde özel bir anlam ifade etmemektedir. Windows 2000'den itibaren ürün adlarından NT kısaltması kaldırıldı, ancak ürün sürümlerinde kullanılmaya devam edildi. Windows'un DOS üzerine çıkan yapısı ve modern bir işletim sisteminin sahip olması gereken özelliklere sahip olmaması nedeniyle, yeni bir işletim sistemi çekirdeği geliştirilmeye başlanmıştır. 27 Temmuz 1993 tarihinde Microsoft Windows NT sürümünün piyasaya çıkması Microsoft için önemli bir kilometre taşı oldu. Bu sürüm, Microsoft'un 1980'li yılların sonlarında sıfırdan başlayarak gelişmiş bir işletim sistemi kurulumu yolundaki projesini tamamlıyordu. Sürüm piyasaya çıktığı gün Microsoft'un başkanı Bill Gates "Windows NT, şirketlerin bilgi işlem gereksinimlerini karşılamada köklü bir değişikliği temsil etmektedir" diyordu. Windows NT, gelişmiş istemci/sunucu iş uygulamaları desteğini endüstrinin önde gelen kişisel verimlilik uygulamalarıyla birleştiren ilk Windows işletim sistemiydi. Sahip olduğu yeni ve önemli özelliklerle; güvenlik, işletim sistemi gücü, performans, masaüstü ölçeklenebilme kapasitesi ve güvenilirlik konularında da yeni bir aşama kaydediyordu. Bu özellikler şunlardı: Windows tabanlı uygulamalar için gerektiğinde kullanılabilecek çoklu işlem zamanlayıcısı, bütünleşmiş ağ işlemleri, etki alanı sunucu güvenliği, OS/2 ve POSIX alt sistemleri, birden fazla işlemciye sahip yapılar için destek ve NTFS dosya sistemi. Windows NT, 32-bit, multi-tasking işletim sistemi özellikleriyle gelişmiş bilgisayarları ve sunucu piyasasını hedefleyen bir üründür. Microsoft kısa zamanda tüm Windows ürün ailesini NT çekirdeği üzerine geçirmeyi planlarken, pazarlama ağır basmış ve Windows 9x ailesi Windows Me sürümüne kadar kullanılmaya devam edilmiştir. Windows 2000 ve sonrasında ise son kullanıcıya yönelik olarak da Windows NT çekirdeğine tam olarak geçilmiştir. Windows NT çekirdeği hibrit kernel yapısına sahiptir. Sürümler. Windows NT 3x. Windows NT 3.1. Windows NT 3.1, Microsoft'un ürettiği işletim sistemi ailesi Windows'un NT çekirdeği üzerinde yükselen ilk sürümüdür. NT ailesinin amacı, sunucu sistemleri ve kurumsal bilgisayarlar için üst düzey bir kullanım sunmaktır. İlk kez 23 Temmuz 1993 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Sürüm numarası Windows 3.1'e vurgu yapmak için 3.1 olarak konulmuştur. NT 3.1'in arayüzü Windows 3.1'e oldukça benzemektedir. Windows NT 3.5. Windows NT 3.5, Microsoft'un ürettiği işletim sistemi ailesi Windows'un NT çekirdeği üzerinde yükselen ikinci ana sürümüdür. 21 Eylül 1994 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Windows NT 3.5 geliştirilirken hedeflenen temel amaç, işletim sisteminin hızının arttırılmasıydı. Bu amacı çağrıştıracak şekilde, ürünün kod adı meşhur Daytona Uluslararası Yarış Pistinden esinlenilerek Daytona kondu. Windows NT 3.51. Windows NT 3.51, Microsoft'un ürettiği işletim sistemi ailesi Windows'un NT çekirdeği üzerinde yükselen üçüncü ana sürümüdür. 3.5 sürümünden 9 ay sonra, 30 Mayıs 1995 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Kendisinden 3 ay sonra piyasaya sürülen Windows 95 ile uyumlu olan 3.51 sürümü, 31 Aralık 2001 tarihine kadar güncel tutulmuştur. Windows NT 4.0. Windows NT 4.0,Microsoft'un ürettiği işletim sistemi ailesi Windows'un NT çekirdeği üzerinde yükselen dördüncü ana sürümüdür. 3.51 sürümünden 1 yıl sonra, 29 Haziran 1996 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Bugüne kadar Windows NT 4.0'a 7 tane Servis Paketi çıkmıştır. Windows NT 5x. Windows NT 5x Windows 2000 (NT 5.0) üzerinde yükselmiş Windows NT işletim sistemleridir. Windows 5x işletim sistemlerinin temel özellikleri genelde birbirlerine benzemektedir. Windows NT 5x'in 4 tane işletim sistemi vardır.Bunlar Windows 2000 (NT 5.0), Windows XP (NT 5.1), Windows Fundamentals for Legacy PCs (NT 5.1), Windows Server 2003 (NT 5.2) Windows 2000. Windows 2000 Microsoft'un ürettiği işletim sistemi ailesi Windows'un NT çekirdeği üzerinde yükselen beşinci ana sürümüdür. Windows NT 4.0 sürümünden 3,5 yıl sonra 17 Şubat 2000 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Genişletilmiş resmî destek 13 Temmuz 2010 tarihinde sona ermiştir. Windows NT 5.0 adı ile çıkması beklenirken, Microsoft'un değişen sürüm isimlendirme kuralları gereği Windows 2000 adını almıştır. Windows 2000 iki temel katmandan oluşuyordu; Kullanıcı ve Kernel. Kullanıcı katmanı Win32, OS/2 ve POSIX uygulamalarının faaliyetlerinden sorumluydu. Kernel katmanı ise donanım erişimi için kullanılıyordu ve Input Output yöneticisi, Nesne Yöneticisi, Güvenlik Referans Monitörü, Sanal Bellek Yöneticisi, IPC Yöneticisi, İşlem Yöneticisi, PnP yöneticisi ve Güç kullanım yöneticisi gibi alt katmanları vardı. Windows 2000, donanım ile yazılım arasındaki iletişimi sağlayan Hardware Abstraction Layer HAL "Donanım Soyutlama Katmanı" isimli bir yapıya sahipti. Hibrit kernel HAL ve Kullanıcı modu arasında iletişim sağlıyor ve çoklu işlemci kullanımına olanak tanıyordu. Windows XP. Windows XP (kod adı: Neptune, Whistler), Microsoft'un kişisel bilgisayarlar ve sunucu sistemleri için ürettiği işletim sistemi ailesi Windows'un NT çekirdeği üzerinde yükselen altıncı ara sürümüdür. 25 Ekim 2001 tarihinde piyasaya sürülmüştür. XP adı "eXPerience" (deneyim) kelimesinden gelir. Genişletilmiş resmî destek 8 Nisan 2014'te bitmiştir. Beraberinde Clear Type, Hızlı Kullanıcı Değişimi, Uzak Bağlantı vb. pek çok yeni özellik getirmiştir. Windows Fundamentals for Legacy PCs. Windows Fundamentals for Legacy PCs ya da WinFLP, Eski Bilgisayarlar İçin Temel Windows Microsoft'un konfigürasyonu Windows XP'yi kaldırmayan bilgisayarlar için piyasaya sürdüğü, Windows'un yalnızca en temel bileşenlerini içeren işletim sistemidir. Windows XP Professional tabanlıdır. Windows XP/2000 için yazılan programların çoğunu destekler. Eski bilgisayarlar için geliştirilmiştir. Oyunları destekler. Son sürücüleri içerir. Windows Server 2003. Windows Server 2003, 25 Nisan 2003'te piyasaya çıkan, Windows 2000 gibi, küçük ve merkezi yönetimli kuruluşlardan geniş çaplı kuruluşlara kadar her çapta kuruluşun gereksinimlerine yanıt vermek üzere tasarlanmış, ayrıca kuruluşların .NET Framework özelliğinden tam olarak yararlanabilmesini sağlayacak biçimde geliştirmiş sunucudur. Genişletilmiş resmî destek 14 Temmuz 2015 tarihinde sona ermiştir. Windows'un .NET adını taşıyan ilk sürümü olarak Windows Server 2003 ürünü Microsoft .NET Framework yapısını da içermektedir. Bu yapı geliştiricilerin XML Web hizmetleri oluşturmalarına ve bu hizmetleri geleneksel uygulamalarla birleştiren geleceğin uygulamalarını oluşturmalarına olanak verir. Böylece, uygulamaların oluşturulması, dağıtımı ve sürekliliğinin sağlanması basitleşirken, tamamen Web özellikli bir yapıya kavuşmak kuruluşların iletişimlerini, işbirliğini ve bağlantılarını daha ileri düzeylere getirmelerine olanak sağlayabilecektir. Windows Server 2003 ürünü Windows 2000 Server sürümünü temel aldığından, müşterilerin bir Windows sunucu işletim sisteminden isteyebileceği (güvenilirlik, güvenlik ve ölçeklenebilme gibi) tüm temel işlevlere sahiptir. Windows Server 2003, sistem yönetiminde kolaylık ve güvenilirliği her kademede sağlamak için gereken çeşitli yenilikleri sunarken, var olan Windows 2000 tabanlı dizinlerle, Web uygulama, ağ, dosya ve yazdırma hizmetleri ile de bütünleşebilecektir. Microsoft Windows Server 2003 ailesi şu dört sürümden oluşmaktadır: Web Edition: Web hizmetleri ve ev sahipliği için tasarlanmıştır. Web hizmetlerinin ve uygulamalarının hızlı bir şekilde geliştirilmesi ve dağıtılması için uygun bir platform sağlar. Standard Edition: Her çapta kuruluşun günlük gereksinimlerini karşılamak üzere tasarlamıştır. Dosya ve yazıcıların ortak kullanılması, güvenli Internet bağlantısı, masaüstü uygulama kurulumunu tek merkezden yönetme ve çalışanlar, ortaklar, müşteriler arasında zengin bir işbirliği sağlama konularında çözüm sunar. Enterprise Edition: Her çapta kuruluşun genel amaçlı kullanımı için tasarlanmış olan Windows .NET Enterprise Server; uygulamalar, XML Web hizmetleri ve altyapı için uygun bir platformdur, yüksek düzeyde güvenilirlik, performans ve üstün bir verim sağlar. Datacenter Edition: En üst düzeyde ölçeklenebilme kapasitesi ve kesintisiz kullanım gerektiren, hayati derecede önem taşıyan uygulamalar için tasarlanmıştır. Her Windows Server 2003 sürümü, müşterinin belirli ticari ve IT gereksinimlerini karşılayacak biçimde özelleştirilebilen işlevlere sahiptir. Windows NT 6x. Windows 6x, Windows NT işletim sistemleridir. Windows 6x sürümleri Windows Vista çekirdeği (NT 6.0) üzerinde yükselir. Windows 6x grubunun 6 sürümü vardır. Bunlar : Windows Vista (NT 6.0),Windows 7 (NT 6.1), Windows 8 (NT 6.2) Windows 8.1 (NT 6.3), Windows 10 (NT 10.0), Windows 11 (NT 10.0)'dir. Windows Vista. Windows Vista (Türkçe: uzak manzara), kişisel bilgisayarlar için geliştirilen Microsoft Windows işletim sistemleri ailesinin sürüm olarak altıncı üyesidir. 22 Temmuz 2005'te gerçek adı duyurulmadan önce Longhorn kod adıyla tanınıyordu. Windows Vista, 30 Ocak 2007'de dünya çapında piyasaya sürülmüştür. Microsoft Türkiye, 24 Ocak 2007 tarihindeki tanıtımıyla Vista'nın resmî lansmanını yapan ilk Microsoft şubesi olmuştur. Genişletilmiş resmî destek 11 Nisan 2017 tarihinde sona ermiştir. Windows Vista eski sürümle oranla birçok yeni özellik ve değişikliğe sahiptir.Bu değişim geliştirilmiş grafiksel kullanıcı arayüzü, görsel stil,yeniden tasarlanmış arama fonksiyonları, multimedya araçları, yeniden tasarlanmış ağ iletişimi, görüntü ve yazıcı gibi çeşitli fonksiyonları kapsar. Windows Vista Windows XP'den tamamen farklı olarak yeni Windows Aero arayüzüyle gelmiştir. Bu arayüz Windows 8'e kadar devam ettirilmiştir. Windows Vista bugün alıştığımız pek çok yeniliği de beraberinde getirmiştir. Windows 7. Windows 7 (önceden Blackcomb ve Vienna kod adlı) Microsoft Windows'un perakendeye sunulmuş işletim sistemidir. Microsoft tarafından Kişisel bilgisayarlar, masaüstü, dizüstü, netbooklar, Tablet PC ve media center bilgisayarlarda kullanılmak için çıkan bir işletim sistemidir. 22 Ekim 2009 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Genişletilmiş resmî destek 14 Ocak 2020 tarihinde sona ermiştir. Buna rağmen Windows 7 bugün kullanıcıların vazgeçemediği bir işletim sistemidir. Kullanım oranı beş senede Windows XP'yi geçmiştir. Windows XP'yi geçmesinin en büyük nedeni Windows XP Mode'udur. Windows 8. Windows 8; Microsoft firmasının kişisel bilgisayar kullanımı için Windows 7'nin halefi olarak ürettiği işletim sistemidir. 26 Ekim 2012'de piyasaya çıkmıştır. Genişletilmiş resmî destek 12 Ocak 2016 tarihinde sona ermiştir. Windows 8'de e-postalar, Sosyal Hesaplar vb. eşitlenebilmekte ve o kullanıcı hesabıyla oturum açılabilmektredir. Windows 95'ten beri var olan "Başlat" menüsü kaldırılıp yerine "Başlangıç" menüsü koyulmuştur. Bazı kullanıcılar bunu yadırgamışlardır. Windows 8 bilgisayardaki donanım sürücülerini otomatik tanımaktadır. Resimli parola özelliği ve yüz tanıma özelliği ile oturum açılabilmektedir. Windows Mağaza özelliği eklenmiştir bu özellikte kullanıcılar buradan hemen istedikleri programları indirebileceklerdir. SkyDrive bulut özelliği vardır. Windows 8'de enterge olarak Microsoft Security Essentials vardır, Windows 8'de ismi değişip Windows Defender olmuştur. Windows 8'deki Windows Gezgini (Explorer) Ribbon arayüzü vardır. Windows 8.1. Windows 8.1 Windows 8 için yayınlanmış Service Pack tipinde bir güncellemedir. 17 Ekim 2013'te çıkmıştır. Microsoft bu sürümde Service Pack (SP) ismini kullanmamış bunun yerine Windows 3.1 gibi isimlendirme yaparak adını Windows 8.1 koymuştur. Windows 8.1 özellikleri: başlangıç ekranının daha çok seçenekle kişiselleştirilebilmesi ve başlangıç ekranına masaüstü arka planının uygulanması, Internet Explorer 11, Başlangıç düğmesi, Windows Mağazası ve SkyDrive 'nin daha gelişmiş olması, açılışta masaüstünün doğrudan açılabilmesi, gelişmiş bilgisayar ayarlarının Modern UI'den yapılması, Bing entegreli arama sistemi, 3 boyutlu yazdırma desteği, web kamerası ile oturum açabilme gibi birçok yeni özelliğe sahiptir. Sürüm yapı numarası v6.3.9600'dür. Bu güncelleme Windows Mağazasından ücretsiz alınabilir. Windows XP ve Vista işletim sistemi ve kutulu sürüm almak isteyenler için Perakende olarak da satılmaktadır. Windows 10. Windows 10 (kod adı: Threshold), Microsoft tarafından geliştirilen, Windows NT ailesinden bir işletim sistemidir. Windows 10'un en son Windows NT sürümü 10.0'dır Yeni özelliklerin yanı sıra uygulamalar, başlat menüsü ve ön seçimli gelen masaüstü tercihleri üzerinde değişiklikler yapılmıştır. Windows 10'un ilk yapıları, 6.4 sürüm numarası ile geldi ancak 21 Ocak tanıtımı ile bu sürüm 10.0'a çıktı. 29 Temmuz 2015'te piyasaya çıkmıştır. Ayrıca ilk ücretsiz yükseltme imkânına sahip Windows sürümüdür. Toplam 4 sürüme sahiptir. Windows 11. Windows 11 (kod adı: Sun Valley), Microsoft tarafından geliştirilen Windows NT tabanlı Microsoft Windows ailesinin çıkan bir sürümüdür. NT sürümü Windows 10 ile aynıdır. 5 Ekim 2021 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Windows 10 kullanıcıları uyumlu bilgisayarı varsa windows güncelleştirmesi ve Windows 11 İndirme Yardımcısı ile ücretsiz yükseltebilir. Bu sürümde Microsoft Store dahil olmak üzere birçok Microsoft uygulaması, Bilgisayar Simgeleri ve Başlat menüsü yeniden tasarlanmış ve Ayarlar uygulamasından tekrar sol altta geri alabilme seçeneği ile Başlat menüsü varsayılan olarak ortaya alınmıştır. Ayrıca Widget özelliği ile de Microsoft Edge ve MSN'den çekilen veriler ile Hava durumu, Spor, Haberler gibi servisler Hava durumu çubuğu, Widget düğmesi ve Win+W ile takip edilebilir. Bu sürüm Microsoft Teams ile entegre çalışabilir. Skype bu sürümde Microsoft Teams lehine olarak varsayılan olarak işletim sistemine yüklü olarak gelmiyor. Ayrıca Android uygulamalarını Bilgisayar 8 GB ve üstünde RAM bulunduruyorsa Windows için Android Alt Sistemi ile birden çok pencerede çalıştırabilir. Tarayıcı olarak Internet Explorer 11'in yüklü gelmediği ve sadece Microsoft Edge'in yüklü geldiği ilk sürümdür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9683", "len_data": 14619, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.43 }
Bilgisayar biliminde bir mikro çekirdek (), bir işletim sistemini uygulamak için gereken mekanizmaları minimuma yakın sağlayan işletim sistemi çekirdeği türüdür. Ana çekirdek sadece birimler arası iletişim ve süreçleri sıralama işlerini yapar. Bellek yönetimi, kayıt ortamı yönetimi, sürücüler ve ağ ile ilgili çok sayıda sürec birbirleriyle iletişim kurarak haberleşir. Bu sayede; parçalardan oluşan yapı ve tasarımın sadeleştirilmesi, bir parçadaki hatanın diğer parçaları etkilememesi ve çalışma anında işletim sisteminin güncelleştirilebilmesi mümkün olabilmektedir. Mikro çekirdek, çekirdek modu olarak adlandırılan en ayrıcalıklı düzeyde çalışan tek yazılım olabilir. Aygıt sürücüleri, dosya sistemleri gibi geleneksel işletim sistemi işlevleri mikro çekirdeğin kendisinden kaldırılır ve bunun yerine kullanıcı alanında () çalışır. Kaynak kodu boyutu açısından, mikro çekirdekler genellikle monolitik çekirdeklerden daha küçüktür. Örneğin MINIX 3 mikro çekirdeğinde yalnızca yaklaşık 12.000 satır kod bulunur. Giriş. Erken işletim sistemi çekirdekleri, bilgisayar belleği sınırlı olduğu için oldukça küçüktü. Bilgisayarların kapasitesi arttıkça, çekirdeğin kontrol etmesi gereken cihazların sayısı da arttı. Unix'in ilk tarihi boyunca, çeşitli aygıt sürücüleri ve dosya sistemi uygulamaları içermelerine rağmen, çekirdekler genellikle küçüktü. Adres alanları 16 bit'ten 32 bit'e yükseldiğinde, çekirdek tasarımı artık donanım mimarisi tarafından kısıtlanmadı ve çekirdekler büyümeye başladı. Unix'in Berkeley Yazılım Dağıtımı (BSD), daha büyük çekirdekler çağını başlattı. İşlemci, diskler ve yazıcılardan oluşan temel bir sistemi çalıştırmanın yanı sıra BSD, eksiksiz bir TCP/IP ağ sistemi ve mevcut programların ağ üzerinde 'görünmez bir şekilde' çalışmasına izin veren bir "sanal" cihaz ekledi. Bu büyüme uzun yıllar devam etti ve milyonlarca satır kaynak koduna sahip çekirdeklerle sonuçlandı. Bu büyümenin bir sonucu olarak, çekirdekler hatalara eğilimliydi ve bakımı giderek zorlaştı. Mikro çekirdek, çekirdeklerin bu büyümesini ve bunun sonucunda ortaya çıkan zorlukları ele almak için tasarlandı. Teoride, mikro çekirdek tasarımı, kullanıcı alanı hizmetlerine bölünmesi nedeniyle kodun daha kolay yönetilmesine izin verir. Bu ayrıca, çekirdek modunda çalışan kod miktarının azalmasından kaynaklanan artan güvenlik ve kararlılık sağlar. Örneğin, bir ağ hizmeti arabellek taşması () nedeniyle çökerse, yalnızca ağ hizmetinin belleği bozularak sistemin geri kalanı çalışmaya devam eder. Süreçler arası iletişim. Süreçler arası iletişim (), ayrı süreçlerin genellikle ileti göndererek birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayan bir mekanizmadır. Süreçler arası iletişim, işletim sisteminin, sistemdeki diğer uygulamalar tarafından kullanılan ve süreçler arası iletişim aracılığıyla çağrılan "sunucu" adı verilen daha küçük uygulamalardan oluşturulmasına izin verir. Çevresel donanım desteğinin çoğu veya tamamı, aygıt sürücüleri, ağ protokol yığınları, dosya sistemleri, grafikler vb. için sunucularla bu şekilde gerçekleştirilir. Süreçler arası iletişim (IPC) zaman uyumlu () veya zaman uyumsuz () olabilir. Zaman uyumsuz IPC, ağ iletişimine benzer: gönderen bir ileti gönderir ve çalışmaya devam eder. Alıcı, mesajın kullanılabilirliğini kontrol eder veya bir bildirim mekanizması aracılığıyla iletiye karşı uyarılır. Zaman uyumsuz IPC, çekirdeğin iletiler için arabellekler ve kuyruklar () tutmasını ve arabellek taşmasıyla ilgilenmesini gerektirir; ayrıca iletilerin çift kopyalanmasını () gerektirir (göndericiden çekirdeğe ve çekirdekten alıcıya). Zaman uyumlu IPC'de, birinci taraf (gönderen veya alıcı), diğer taraf IPC'yi gerçekleştirmeye hazır olana kadar engellenir. Arabelleğe alma veya birden çok kopya gerektirmez. Çoğu geliştirici zaman uyumsuz göndermeyi ve zaman uyumlu almayı tercih eder.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9684", "len_data": 3815, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.09 }
Dr. Andrew Stuart "Andy" Tanenbaum (d. 1944) işletim sistemleri ve bilgisayar ağları üzerine yazdığı kitaplarla ünlü bilgisayar profesörüdür. Geliştirdiği ACK (Compiler Kit) ve Minix, Amoeba işletim sistemleri ile pek çok makalesi bulunmaktadır. İlgi alanları: bilgisayar ağları, işletim sistemleri, dağıtık sistemler. Halen Amsterdam Vrije Universite'sinde çalışmalarına devam etmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9685", "len_data": 389, "topic": "CODING", "quality_score": 3.18 }
Arhavi (, ); Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz Bölgesi'nde bulunan Artvin iline bağlı bir ilçe. 2021 yılında 21.661 ilçe nüfusuyla Artvin ilinin en büyük 4. ilçesidir. 21.661 şehir nüfusu ise Türkiye'de 301. ve Artvin ilinde Artvin ve Hopa'dan sonra en büyük 3. ilçedir. Arazi yapısı engebeli ve dağlıktır. İlçe merkezinin alanı yaklaşık 6 km², toplam ilçe alanı ise 314 km²dir. 9,69 km sahil uzunluğuna sahiptir. Kapisre Deresi ilçedeki en büyük akarsudur. Arhavi 1973 yılından beri düzenlenen Arhavi Kültür ve Sanat Festivali ile ünlüdür. Etimoloji. Arhavi kelimesinin kökeni belli değildir. Roma İmparatorluğu'nun Kapadokya Valisi Arrianus, "Periplus Ponti Euxini" (Karadeniz Seyahati) adlı eserinde Ἄρχαβίς (Arxavís) ya da Ἀρχαβές (Arxavés) adında bir nehirden bahsetmektedir. Osmanlı döneminde Arxavés, Arxave olarak benimsenmiştir. Tarihçe. Antik Çağ ve Orta Çağ. Arhavi MÖ 8. yüzyıla dayanan geçmişi ile Taş Devri'nde insan yaşamının olduğu Kolhis uygarlığının içinde yer alan bir yerdir. MS 3. yüzyılda Lazika Krallığı'nın sınırları içinde yer alan Arhavi MS 6. yüzyılda Roma-Pers Savaşları'na sahne olmuştur. MS 8. yüzyılda Lazika Krallığı'nın yıkılması ile Doğu Roma'ya daha sonra da Trabzon İmparatorluğu'na bağlanmıştır. Arhavi bu dönemde imparatorluğa bağlı Büyük Lazia Theması'nın yönetim merkezi konumundaydı. Tüm Lazi kabilesinin şefi ve dolayısıyla eyaletin yöneticisi Sidere köyünde oturmaktaydı. Aynı devirde kayıtlara geçen önde gelen Arhavili yerel vergi mükellefleri; Elakri, Varank ve Tzaği aileleriydi. Osmanlı dönemi. Arhavi civarı 1486 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'na katıldıktan sonra Arhavi kazasına 6 hane Müslüman yerleştirilmiştir. 1486 ve 1515 tarihli yazımlarda "Laz" veya "Lâz-ı Magal", 1520 ve 1554 tarihli yazımlarda "Arhavi" olarak kayıtlara geçmiştir. 1486 tarihinde Lazistan kazasının merkezi olarak kabul edilen Arhavi köyünün nüfusunun tamamı Hristiyan olup yaklaşık 181 kişiden oluşmaktaydı. Arhavi kazası 1 Nisan 1566'da Batum sancağına bağlıydı. Kazanın Batum sancağına tam olarak ne zaman bağlandığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Muhtemelen 1 Şubat 1561-10 Mayıs 1562 tarihleri arasındaki bir tarihte bu sancağa bağlanmıştır. 10 Mayıs 1562 tarihli bir kayıtta Arhavi'nin Batum sancağına bağlı olduğu görülmektedir. 1583 yılında Arhavi kazası kendisine bağlı Arhavi ve Eksanos nahiyeleriyle Batum sancağına bağlı bulunuyordu. 1515'te Arhavi kazasının merkezi olan Arhavi köyünün nüfusu 421'i Hristiyan ve 54'ü Müslüman olmak üzere 475'ti. 1520'de ise 411 Hristiyan, 125 Müslüman vardı. 1874'te bölgeyi gezen Rus ordusunda görevli Gürcü general Giorgi Kazbegi Çamlı köyünden iki saatlik bir yolculuktan sona Arhavi'ye ulaşmıştır. Kazbegi'nin verdiği bilgiye göre, bu tarihte Arhavi bölgesi Hopa kazasına bağlı bir nahiye ve Arhavi kasabası de bu nahiyenin merkeziydi. Bu tarihte Arhavi kasabasının nüfusu 200 haneden oluşuyordu. Arhavi nahiyesi ise 40 köyü kapsıyordu ve toplam 3.890 hanede 20-24 bin civarında insan yaşıyordu. Arhavi nahiyesi köylerinin büyük bir bölümü Arhavi ve Vitse (Viçe) vadilerinde toplanmıştı. 1877 yılına kadar Gönye Sancağına bağlı kaldı. 93 Harbinden sonra Gönye bölgesinin Rusların eline geçmesi ile Lazistan Sancağı Trabzon'a taşındı ve Arhavi Rize'ye ilçe olarak bağlandı. Fındıklı ve Hopa ise Arhavi'ye bucak olarak bağlandı. 1900 yılında Hopa ilçe oldu ve Arhavi bucak olarak Hopa'ya bağlandı. 1877 yılında ilçeyi gezen Şakir Şevket'e göre, ilçede yapılan tarımdan fazla mahsul elde edilemiyordu ve toplanan ürünler Pazar'da satılacak kadar değerliydi. Şakir Şevket, Arhavi ve Hopalıların kılıcı iyi kullanmalarıyla meşhur olduğunu yazmıştır. Rüştiye Mektebinde 1898 yılında 1 muallim 86 talebe, 1903 yılında 3 muallim 81 talebe bulunmaktaydı. 23 Şubat 1915'te Hopa'yı işgal eden Rus kuvvetleri Hopa–Arhavi arasındaki uzaklığı 20 günde geçebilmiş ve 15 Mart 1915'te Arhavi'nin doğu kısmını ele geçirmişlerdi. 5 Şubat 1916'da Kapisre Deresi Rus birliklerine geçilmiş ve Arhavi tamamen işgal edilmişti. Çarlık Rusya'nın yıkılması ve iç işlerinin karışıp bozulması Rusları geri çekilmek zorunda bırakmıştı. Böylece 2 yıllık bir işgalden sonra 12 Mart 1918 yılında Arhavi düşman işgalinden kurtulmuştu. Bu tarih Arhavi'de Kurtuluş Günü olarak kutlanır. 1916 yılında İttihat ve Terakki yönetimi Arhavi adı yerine "Teşkilat" adını önermiştir. Ancak uygulamaya geçilmemiştir. Cumhuriyet Dönemi. 1 Haziran 1933'te 2197 sayılı kanunun ikinci maddesine göre merkezi Rize olmak üzere Artvin ve Rize birleştirilerek Çoruh vilayeti teşkil edilmiştir. 4 Kasım 1936'da kabul edilen 2885 sayılı kanun ile merkezi Rize olan Çoruh vilayeti kaldırıldı ve Hopa merkezi Artvin olan Çoruh İline bağlandı. Böylece Arhavi'de Çoruh iline bağlanmış oldu. 1946'da Musazade köyü ile Hacılar ve Çarnavut köyleri birleştirilerek bucak merkezinde Arhavi Belediyesi kuruldu. 1954'te Aşağı Kapisre ve Yemişlik köyleri Arhavi Belediyesi sınırları içine alındı. Bu tarihte Arhavi bucağı 30 köyden oluşmaktaydı. Arhavi 6324 sayılı kanunla 1 Haziran 1954 tarihinde tekrar ilçe olmuştur. Çoruh adı 15 Şubat 1956 tarih ve 6668 sayılı kanunla Artvin olarak değiştirildi. Bunun sonucu olarak Arhavi, Artvin ilinin ilçesi oldu. Islahı yapılmadan önce Kapisre Deresi şimdiki Çaykur çay fabrikası yanından Karadenize ulaşıyordu. Bu nedenle Kale Mahallesi tarafından bir, Musazade tarafından da bir olmak üzere iki şehir merkezi bulunuyordu. Bu şehir merkezlerine Melen Noğa ve Molen Noğa adı verilmekteydi. Musazade Mahallesi tarafında oturanlar Kale Mahallesi tarafına ayrıca Lağata da diyorlardı. Lağata genellikle gemici kahvehanelerinin bulunduğu yerlerdi. Kale Mahallesi, eskiden Türkçe kaynaklarda Kapisre, Lazca Kapistona (კაპისთონა) adıyla ayrı bir yerleşmeydi. Osmanlıca kaynaklarda, erken dönemden itibaren Kabisre (قابصرە) adıyla kaydedilmiştir. Bugünkü Güngören köyünün ortaya çıkmasından sonra, Kapistona'ya (Kale) Aşağı Kapisre (Kabisrisüflâ), Güngören köyüne de Yukarı Kapisre (Kabisriülya) denmiştir. Bu yerleşmeler Lazca Aşağı Kapistona (3alenİ Kapistona / წალენი კაპისთონა) ve Yukarı Kapistona (Jilenİ Kapistona / ჟილენი კაპისთონა) olarak adlandırılmaktadır. Aşağı Kapisre, 20. yüzyılın ortasına değin bir köy statüsüne korumuştur. 1950 genel nüfus sayımında Arhavi ilçesinin merkez bucağına bağlıydı ve nüfusu 429 kişiden oluşuyordu. 1955 genel nüfus sayımında bir köy olarak geçmemektedir. Bu tarihten önce Arhavi'nin bir mahallesine dönüştüğü bu kayıttan da anlaşılmaktadır. 1950 yılında yapılan asma köprü öncesi dereden geçmek için ağaç köprüler yapılıyor ya da kayıklarla geçiliyordu. Çarmıklı Eğitim ve Kültür Merkezi'nin olduğu yerde ve Kemerköprü köyünde olmak üzere ilçede iki medrese bulunmaktaydı. Osmanlı döneminde askeri kışla olan ve daha sonra ilkokul olarak kullanılan bina belediye düğün salonunun olduğu yerdeydi. Arhavi köylerinde ise yerleşim merkezi önceleri Balıklı-Ulukent ve Ortaköy'dü. Diğer köyler bu iki bölgeye bağlı mezralardı. Şehir merkezinin mezarlığı Kale Mahallesinde günümüzdeki Ertuğrul Kurdoğlu İlköğretim Okulu arkasındaydı. Burada 200-300 yıllık mezar taşlarına rastlamak mümkündür. Şehir merkezinden köylere ulaşım için kullanılan yol Cumhuriyet Mahallesine giden yoldu. Takalarla yapılan ticaret ulaşımı genellikle Trabzon iline yönelikti. Az da olsa Giresun ve Samsun'a da ticaret amacı ile Arhavi'li takalar gitmekteydi. Arhavi ilçesi imara açık ilk yerleşim şekline ise 1960 yılında kavuşmuştur. Coğrafya. Arhavi Karadeniz Bölgesi'nin Doğu Karadeniz Bölümü'nde yer almaktadır. Kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Hopa, batısında Fındıklı ve güneyinde Yusufeli sınırları ile çevrilidir. İlçede tipik Türkiye'de Karadeniz iklimi hakimdir. Yazları ılık, kışları serin geçmektedir. Her mevsimde yağış görülen ilçede nem oranı yüksektir. İklim şartları çay, fındık, kivi, mısır ve turunçgil yetiştiriciliğine elverişlidir. 2022'de yayımlanan bir araştırmaya göre, Arhavi'deki yol inşaatlarının neden olduğu kitle hareketleri, 6 "Mw" büyüklüğündeki depremlerle karşılaştırılabilecek düzeydedir. Yeryüzü şekilleri. Arhavi genel olarak engebeli ve dağlıktır. İlçenin yüzey şekillerini Doğu Karadeniz Dağları ve Kapisre Deresi ile ona bağlı derelerin derince yardığı vadiler oluşturur. İlçedeki tek ovanın üzerinde şehir merkezi kuruludur. İlçenin oldukça engebeli bir yapısını olmasında özellikle Kavak deresi ve ona bağlanan Şahinkaya, Agara, Balıklı, Çifteköprü ve Lome derelerinin araziyi derince yarması ve aşındırmasıdır. Kavak deresi ve ona bağlanan kolların açmış olduğu derin vadiler aynı zamanda ilçedeki en önemli ulaşım yollarını oluşturur. Arhavi'de en çok görülen topoğrafik şekil olan dağlar özellikle güneye doğru 3000 metreye kadar yükselir. Kuzeyden güneye doğru hızla yükselen arazi yapısı içerisinde yaylalar güneyde yer tutmaktadır. 30-2000 metre yükseklikte çok sayıda yayla bulunmaktadır. Başlıcaları Agara, Soğuksu, Şenyurt, Yazlık, Pınarlık, Akıncılar, Güneşli, Mete, Aydınlı yaylalarıdır. Buzul aşındırmasının etkili olduğu bu kesimde irili ufaklı birçok göl bulunmaktadır. Bunların başlıcaları; Gadit, Sarıgöl, Alacal, Büyükagara, Küçükagara ve Karagöller'dir. İklim özellikleri. Yılın en sıcak ayı olan temmuzun ortalaması 22,1 °C, en soğuk ayı olan ocağın ortalaması 6,5 °C'dir. En yağışlı ay olan ekimin yağış ortalaması 266,7 mm, en az yağışlı ay olan mayısın ortalaması 84,8 mm'dir. Yıllık sıcaklık amplitütü 13,6 °C'dir. Yıllık yağış ortalaması 181,9 mm'dir. En yağışlı mevsim sonbahar, en az yağışlı mevsim ise ilkbahardır. Fakat mevsimler arasında çok belirgin fark yoktur. Yağış her mevsime düzenli bir şekilde yayılmıştır. Bu düzenli yayılış sıcaklık içinde geçerlidir. Bazı yıllarda görülen ani sıcaklık düşüşü don olaylarına neden olmakta, bundan yöredeki kültür bitkileri oldukça zarar görmektedir. Bitki örtüsü. Kıyıdan yaklaşık olarak 750 metre yüksekliğe kadar olan saha, geniş yapraklı kıyı ormanları gür ve sık bir orman formasyonu ile aynı zamanda da zengin bir orman altı formasyonundan oluşan bu yükselti basamağı "Kolşik Flora" adıyla da tanınmaktadır. Bu basamağın hakim ağacı sakallı kızılağaçtır. Diğer türleri kayın, kestane, gürgen, karaağaç, çınar ve ıhlamur türleri oluşturur. Bunlardan sakallı kızılağaç ve karaağaç akarsu vadileri boyunca ormanların üst sınırına kadar çıkar. Kayın 600-1200 metre arasında sık topluluklar halinde olmak üzere 1500 metre yüksekliklere kadar çıkar. Kestane toplulukları 500-600 metre yüksekliklere kadar görülürken Gürgen seyrek olarak 1800-1900 metreye kadar çıkar. Trabzon hurması ve yabani kiraz ise ancak 400-500 metre yüksekliğe kadar görülebilmektedir. Yine bu yüksekliklere kadar diğer türlerle karışık olarak defne, tespih ağacı ve şimşir ağacı da görülebilmektedir. Hopa'ya doğru ise kısmen sarıçama rastlanır. Nüfus. İlçenin nüfusu 2018 genel nüfus sayımına göre 21.003'tür. Bu nüfusun 15.165'i ilçe merkezinde, 5.838'i ise köylerde yaşamaktadır. İlçe merkezinde 7.475 erkek ve 7.690 kadın, köylerde ise 2.994 erkek ve 2.844 kadın bulunmaktadır. 2017 nüfus sayımına göre 6 yaş ve üzeri 18.881 kişilik nüfusun 467'si okuma-yazma bilmemektedir. 82 kişinin ise okuma-yazma durumu bilinmemektedir. Bu istatistiklere göre ilçenin okuma-yazma oranı %97'dir. Yaş gruplarına bakıldığında en çok 1.562 kişiyle 10-14 yaş arası grup, en az ise 45 kişiyle 90+ gruptur. Arhavi ilçesindeki nüfusun 15.852'si nüfusa Artvin ili adına kayıtlı iken geri kalan nüfus komşu illerden göçenlerden oluşmaktadır. Diğer illerden gelen nüfus içinde en büyük oran 1.024 kişiyle Rize'ye aittir. Rize'yi 719 kişiyle Trabzon, 224 kişiyle Erzurum, 89 kişiyle Samsun ve Ardahan, 75 kişiyle Bayburt ve 50 kişiyle Ağrı izlemektedir. Kültür ve sanat. Uluslararası Arhavi Kültür ve Sanat Festivali. Arhavi'nin kültürel potansiyelini açığa çıkarmak, turizmine aktivite kazandırıp, ilçeyi yurt içinde ve yurt dışında tanıtmak amacıyla Türkiye'de çok yeni bir kavram olan festival düzenleme fikri dönemin kaymakamı Erol Ertuğrul tarafından ortaya atıldı. Kaymakam Erol Ertuğrul'un bu önerisi Arhavi'de büyük destek gördü. Festival Kutlama Komitesi Kaymakam Erol Ertuğrul'un ve Belediye Başkanı Rüştü Hatinoğlu'nun önderliğinde kamu kurum ve kuruluşların amirleri ile ilçenin ileri gelenlerinin katılımıyla oluşturuldu. Komite, Kabotaj Bayramı'nı da festival programının içine alarak 1-3 Temmuz 1973 gününü festival tarihi olarak kararlaştırdı. Kutlama süresi ise, üç gün üç gece olarak belirlendi. Sonraki yıllarda komitenin aldığı kararla festival atmaca mevsiminin başlangıcı olan eylül ayına alındı ve adı da Altın Atmaca Kültür ve Sanat Festivali olarak değiştirildi. Türkiye'nin Doğal Yaban Hayvanları Koruma Kararı gereği Bern Sözleşmesi'ni imzalaması ile atmacacılık yasaklandı. Bu yasak festivali de etkiledi ve Altın Atmaca adı kaldırıldı. Festivalin adı ilk adı olan Arhavi Kültür ve Sanat Festivali'ne dönüştü. 12 Eylül 1980 sonrası 3 yıl kesintiye uğrayan festival, 1985 yılında yeniden düzenlenmeye başladı. 1991 yılında dönemin Belediye Başkanı Mehmet Çorbacı tarafından davet edilen 17 yabancı ülkenin sanat elçileri ile birlikte organize edildi ve dünyaya barış ve kardeşlik mesajı verildi. Arhavi Kültür ve Sanat Festivali, festival boyunca yöreye canlılık kazandırarak yörenin ticari ve turizm potansiyelini arttırdığı gibi yapılan sportif etkinliklerle birçok sporcuyu Türkiye'ye tanıttı. Boks ve atletizmde birçok birincilik alan bu sporcular, bu etkinlikler ile adını duyurdu. Müzik yarışmaları da yine çok sayıda sanatçının Türkiye çapında tanınmasında önemli rol oynadı. Cengiz Kurtoğlu bunlardandır. Aynı zamanda ilçeye Funda Arar, Gülşen, Şevval Sam, Kıraç ve Mustafa Ceceli gibi ünlü isimler de festivalde konser vermişlerdir. Arhavi Kültür ve Sanat Festivali, diğer ilçelere de örnek oldu ve çeşitli özellikleri ile ilkleri gerçekleştirdi. Arhavi Evleri. Arhavi ilçesindeki evlerin yapısal özellikleri genelde Karadeniz mimarisi ile uyum içinde olmasına rağmen işlevsel farklılıklar göstermektedir. Evler zemin kat ile birlikte ya 2 kat ya da 3 kat olarak inşa edilir. Evin genel yapısı dikdörtgen olup ana giriş genellikle güney yöndedir. Dış duvar ya kare ya da zig-zag ahşap ızgaralar içine doldurulmuş taşlardan yapılır. Zig-zag örgüler içine kullanılan taşlar küçük parçalardan olduğunda dışına genellikle kireç sıva çekilir. Ama bu duvar şekli çoğu evlerde kısmen uygulanır. Arhavi evlerinin en büyük özelliği coğrafyaya çok uyumlu olmasıdır. Bölgenin nemli olmasına rağmen evler mimari özelliğinden dolayı rutubet kokusu barındırmaz. Arhavi Yemekleri. Laz mutfağının üç önemli malzemesi vardır: Karalahana, hamsi ve süt ürünleri. Diğer bir deyişle ifade edersek, Laz Mutfağında çeşit zenginliği yoktur. Kısıtlı malzeme ve olanaklarla değişik damak tatları yakalamaya çalışılırken bir yandan da iş yoğunluğundan olsa gerek, öğün atlatma mönülerinin üretildiğini gözlemliyoruz. Lazlar nereye giderlerse gitsinler lahana ve hamsi hiç vazgeçemedikleri bir damak tadıdır. Karalahana değişik çeşitleriyle Laz mutfağında her mevsim ana yemektir. Hamsi mevsim itibarıyla kışın taze olarak tüketilir. Lazlara göre kulağına kar suyu kaçmadan hamsinin lezzeti olmaz. Yazın tuzlanmış hamsi tüketilir. Geçmişte hamsinin en ucuz zamanında kasa kasa hamsi alınır temizlenip tuzlandıktan sonra toprak küplerde saklanırdı. Hamsiden başka istavrit, kefal, palamut ve kalkan balığı gibi birkaç çeşit deniz ürünü dışında Lazların balık kültürleri pek yoktur. Ve balık deyince kırmızı pullu dere alabalığını unutmamak gerekir. Yazın olta, serpme ve bazen de derenin yönü değiştirilerek hatırı sayılır alabalık avlanır. Eğitim. Okuma-yazma oranı %96 olan ilçede Artvin Çoruh Üniversitesine bağlı bir Sanat ve Tasarım Fakültesi ile bir Meslek Yüksek Okulu, Biri özel olmak üzere 6 adet lise, yedi tane ilköğretim okulu, bir ana okulu ve bir halk eğitimi merkezi bulunmaktadır. Ayrıca iki adet özel dershane ve bir adet özel sürücü kursu merkezi de hizmet vermeyi sürdürmektedir. MEB istatistikleri; Okul/Kurum Sayısı: 22 SBS İl Sıralaması: 5 Derslik Sayısı: 228 Öğrenci Sayısı: 3.851 Öğretmen Sayısı: 282 Derslik Başına Düşen Öğrenci Sayısı İlköğretim: 16 Ortaöğretim: 18 Mesleki ve Teknik Eğitim: 15 Ekonomi. Arhavi ekonomisi tarıma dayalıdır. Çay, fındık ve kivi tarımı yapılmaktadır. Çaykur, Lipton ve Doğadan firmalarına ait çay fabrikaları vardır. İlçede Ziraat Bankası, Akbank ve Halkbank banka şubeleri bulunmaktadır. Sağlık. İlçe merkezinde, 40 yatak kapasiteli 1 adet devlet hastanesi ve 1 sağlık ocağı bulunmaktadır. Arhavi'de aile hekimliği 2010 yılının ocak ayında başlamıştır. 1982 yılında yapılan eski binanın yerine temeli 10 Haziran 2012'de atılan yeni hastane binası 2016 yılında açıldı. Spor. Arhavispor. Arhavi Spor Kulübü 1955 yılında kurulmuştur. Futbol şubesi vardır. Arhavispor futbol takımı 2019-20 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'de mücadele etmektedir. Arhavispor 2020-2021 sezonu itibarıyla 3. Lig'de mücadele etmektedir. Arhavi 08 Spor Kulübü. 2010 yılında kurulmuştur. Başkanı Murat Çorbacıoğlu'dur. 2024-2025 Futbol Sezonunda Bölgesel Amatör Lig (BAL) 2. grupta mücadele etmektedir. Arhavi Voleybol Spor Kulübü. Erkek voleybol takımı 2019-2020 sezonunda Efeler Ligi'nde mücadele etmektedir. Arhavi Akademi Spor Kulübü. Arhavi Akademi Spor Kulübü 2009 yılında kurulmuştur. Karate şubesi vardır. Arhavi Tenis Kulübü. 2009'da kuruldu. Tenis şubesi vardır. Ulaşım. Kente en yakın havaalanı 38 km uzaklıkta bulunan Batum Havalimanı'dır. Gürcistan'la yapılan anlaşma gereği pasaport olmadan havaalanı kullanılabilmektedir. Buradan İstanbul ve Ankara'ya uçuşlar vardır. Rize-Artvin Havalimanı 47 km, Trabzon Havalimanı 150 km uzaklıktadır. Arhavi'nin ana karayolu bağlantısı Karadeniz sahil yoludur. Hopa'ya 11 km, Fındıklı'ya 15 km, Artvin'e 86 km ve Rize'ye 100 km uzaklıktadır. Şehir içi dolmuş hattı 19 Ağustos 2012'de başladı. 5 minibüs ile çalışan şehir içi dolmuş hattı; tünel mevkii, Doğukent, sağlık ocağı, şehir merkezi, terminal noktası, devlet hastanesi, sanayi sitesi, YİBO, Ofçay, Hat-Pek beton ve üniversite yerleşkesi güzergâhında faaliyet göstermektedir. İklim. Arhavi'de Ilıman dönencealtı iklimi (Köppen: "Cfa") görülmektedir. Yönetim. Belediye Başkanlığı. Seçildikleri yıllara göre belediye başkanları ve siyasi partileri: İdari Yapı. Arhavi ilçesi merkez ve Ortacalar olmak üzere 2 bucağa ayrılır. Merkez bucakta 1 şehir ve 21 köy, Ortacalar bucağında ise 9 köy bulunur. Arhavi şehrinde 7 mahalle bulunur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9691", "len_data": 18356, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.45 }
Oğuz Aral (12 Ağustos 1936, İstanbul - 26 Temmuz 2004, Muğla), Türk karikatürist. Gırgır dergisinin kurucusudur. Yaşamı. 1936 yılında İstanbul Silivri'de doğdu. Karikatürist Tekin Aral'ın ağabeyidir. Oğuz Aral, lise öğrenimini Davutpaşa Lisesi'nde tamamladıktan sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi 'ne girdi. Akademinin üçüncü sınıfından ayrıldı. 1950'den sonra çeşitli dergi ve gazetelerde karikatür çizmeye başladı. 1958'de bir pandomimi tiyatrosu kurarak Anadolu'nun çeşitli yerlerinde pandomim gösterileri sergiledi. Ferruh Doğan ve Tekin aral ile birlikte 1964'te "Canlı Karikatür" adlı çizgi film stüdyosunu kurdu. Güreşçi Koca Yusuf'u konu edinen "Koca Yusuf" (1966), bu stüdyoda ürettiği en ünlü yapımdr. "Direkler Arası" (1967), "Bu Şehri İstanbul" (1968), "Ağustos Böceği ile Karınca" (1971) adlı çizgi filmler, stüyoda ürettilen 50 kadar çizgi filmden bazılarıdır. 1972'de "Gırgır" mizah dergisini kurdu ve yönetimini üstlendi. Gırgır, 500 bin adedin üzerinde tiraja ulaşarak dünyanın üçüncü büyük güldürü dergisi durumuna getirmiştir. Gırgır dergisinin Kasım 1989'da Simavi ailesi tarafından Ertuğrul Akbay'a satılmasından sonra Aral, Avni dergisini çıkarmaya başladı. "Gırgır" sayfalarındaki "Avanak Avni" tiplemesinin yaratıcısı olan Oğuz Aral, "Hayk Mammer", "Köstebek Hüsnü", "Utanmaz Adam" ve "Vites Mahmut" gibi tiplemeleriyle de tanındı. Halkın anlayabileceği, basite indirgenmiş, güncel bir karikatür anlayışına önem verdi. Kendi mizahi görüşünde ve doğrultusunda birçok karikatürcü yetiştirdi. Karikatürleri ve 'Huysuz İhtiyar' başlığı altında yazıları ölümüne kadar Hürriyet gazetesinde yayınlanan Aral'ın, tiyatro, müzik ve sinema konularında da çalışmaları bulunmaktadır. 26 Temmuz 2004'te Muğla'nın Bodrum ilçesinde kalp krizi sonucu öldü. Anısı. Ölümünün 1. yıl dönümünde anısına (26 Temmuz 2005) başta Oğuz Aral'ın karikatür sanatında öğrencisi Bahadır Baruter'in katkılarıyla İstanbul Cihangir parkına heykeli dikildi. Kadıköy Belediyesi tarafından 2017'de Oğuz Aral ve Avanak Avni heykeli yaptırıldı. Heykeltraş Yunus Tonkuş'un eseri olan bronz heykeller, Hasanpaşa'daki Karikatür Evi önüne yerleştirildi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9697", "len_data": 2146, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.29 }
MS-DOS (MicroSoft Disk Operating System. Türkçe: "Microsoft Disk İşletim Sistemi"), Microsoft firmasının geliştirdiği bir DOS sistemidir. 1980'li yıllarda PC uyumlu platformlar üzerinde kullanılan en yaygın işletim sistemiydi. 1990'lı yılların ortalarından 2000 yılına kadarki en popüler işletim sistemleri olan Windows 9x ailesinin temeli olarak kullanıldı. Masaüstü bilgisayarlardaki popülerliğini, zamanla Windows NT mimarisi kullanan yeni nesil Windows işletim sistemlerine bıraktı. MS-DOS, ilk olarak 1981 yılında piyasaya sürüldü. Microsoft firmasının bu ürünü geliştirmeyi 2000 yılında durdurdu. MS-DOS'un tam sekiz ana sürümü vardır. Sağladığı önemli gelir ve pazarlama kaynakları ile MS-DOS, Microsoft'un programlama dilleri üzerinde çalışan küçük bir şirket kimliğinden çıkıp, çeşitli yazılım ürünleri geliştirebilen büyük bir firma olma yolunda ilerlemesine neden oldu. Microsoft MS-DOS'u geliştirmeyi durduğunu ilan ettiğinde, serbest DOS'u yaşatmak için FreeDOS projesi doğmuştur. Microsoft'un Windows NT'ye kadar olan sürümleri (3.x, 95, 98 ve ME) DOS üstüne kurulmuş grafiksel kullanım yazılımlarıdır. Daha modern Windows sürümleri ise kendi çekirdeğine sahip olup MS-DOS yazılımlarını kullanabilmek için DOS'u sadece varsayım olarak barındırmaktadır. DOS tabanlı yazılımlar, genelde bilgisayarın grafik ve ses özelliklerini ya hiç ya da çok sınırlı olarak kullanıma sunar. Çoklu işlem (Multitasking) ise ancak bazı sürümlerde, sınırlı imkânlar içinde olabilmiştir. MS-DOS Tarihi. MS-DOS, 1980 yılında, Seattle Computer Products (SCP) şirketinde çalışan 24 yaşındaki Tim Paterson tarafından, daha sonraları 86-DOS olarak bilinecek QDOS (Quick and Dirty Operating System) ismiyle 4 ayda geliştirildi. QDOS, SCP'nin 8086 işlemcili bilgisayarına uygun bir işletim sistemi ihtiyacını karşılamak için tasarlandı. Digital Research tarafından 8-bit olarak geliştirilmiş ve o yıllarda popüler olan CP/M işletim sisteminin 16-bit olarak klonlanmasıyla kısa sürede tamamlandı. Temmuz 1981 tarihinde, Microsoft, SCP firmasından 86-DOS işletim sisteminin tüm haklarını 50,000 Amerikan Doları'na ilk kişisel bilgisayarların piyasaya çıkmasından bir ay önce satın aldı. MS-DOS Sürümleri. IBM ve Microsoft kendi DOS versiyonlarını piyasaya sürdü. IBM versiyonu, IBM PC ile beraber verilen PC-DOS idi. IBM, Microsoft'un geliştirdiği DOS sistemlerini kendi ismi altında paketliyordu. Bu nedenle IBM versiyonları Microsoft'tan daha sonra piyasada yerini alıyordu. Ancak bu kural, Microsoft firmasını OS/2 üzerine yoğunlaştığı dönemde MS-DOS 4.0 sürümünün, IBM PC-DOS 4.0 üzerine kurulması ile bozuldu. Microsoft kendi versiyonlarını "MS-DOS"; IBM ise "PC-DOS" adı altında müşterilerine sundu. Microsoft, MS-DOS OEM versiyonlarını lisanslarken diğer bilgisayar üreticileri ürüne kendi isimlerini vermek istedi (TandyDOS, Compaq DOS..,vb.). Ancak, Microsoft OEMlerin MS-DOS ismini kullanmalarında ısrar etti. Sadece IBM bu ısrara uymadı. Reklamlarda, bilgisayarların MS-DOS uyumluluğundan daha çok IBM uyumluluğu ön plana çıktı. MS-DOS kullanan bilgisayarlarda, IBM uyumlu makinelerde çalışan her yazılım çalışmıyordu. IBM uyumlu olmayan ve MS-DOS kullanan Pivot bu duruma örnek olarak gösterilebilir. IBM standartlarına uygun bir yazılım, yavaş MS-DOS fonksiyonlarını kullanmadığında daha hızlı çalışıyordu. MS-DOS birçok önemli özelliklerini diğer ürünlerden ve işletim sistemlerinden(Xenix, Unix, DR-DOS, Norton Utilities, PC Tools, QEMM expanded memory manager, Stacker disk compression..vb) alarak hızla gelişti. "Kaynak: PC Museum" Intel 80286 işlemcisinin çıkmasıyla, IBM ve Microsoft OS/2 projesi üzerinde birlikte çalıştılar. MS-DOS'un güvenli modlu versiyonu hedeflenerek OS/2 projesi başladı. Ancak kısa bir süre sonra Microsoft stratejik bir kararla projeden çekildi ve tüm kaynaklarını Windows ve Windows NT projelerine aktardı. Bu dönemde, Digital Research Atari ST makinelerinde çok başarılı olan GEM grafiksel kullanıcı arayüzünü geliştirdi. Ancak, Microsoft'un Windows 3.0'ü piyasaya sürmesi ile pazarda daha fazla tutunamadı. Masaüstü bilgisayar sistemlerindeki rolünün çok azalmasına rağmen basit mimarisi ve minimal işlemci hızı ve bellek gereksimi nedeniyle bugün çeşitli gömülü x86 sistemlerinde hala MS-DOS kullanılmaktadır. MS-DOS Kullanımı. MS-DOS, uygulama programları için bilgisayarın işleyişini koordine eder. Bu gerçekten de çok önemlidir, ama MS-DOS' un avantajları yalnızca bundan ibaret değildir. Her ne kadar insanlara basit ve kullanması garip olarak görünse de MS-DOS işletim sistemi bilgisayarın zarar görmesi durumunda bir numaralı ilaçtır. MS-DOS donanım kurucularının bir numaralı kullandıkları sistemdir. Örneğin Windows açılmıyor, devamlı sorun veriyor ise, bu sorunları genellikle HDD'ye format atarak ve işletim sistemini tekrar yüklemekle becerirler ama hatadır. Çünkü devamlı HDD'ye format atılırsa HDD zarar görünür "bad sector" (kullanılamayan veya bozuk alan) oluşmasına "boot sector"un (HDD’nin bilgilerinin tutulduğu yer) zarar görmesine neden olur. Ama format atmadan MS-DOS’tan yine yararlanarak bilgisayarın sistemi dahil geri getirilebilir. Bunların yapılması çok güzeldir ama bunları yapmak için grafik ekrandan (Windows Ekranı) biraz vazgeçip MS-DOS’ ta çalışmak gerekir. Bu yüzden, Microsoft Windows 95/98/ME sürümleriyle kullanıcının DOS ile olan iletişimini minimuma indirmeye çalışmış olsa bile DOS' tan tam olarak vazgeçememiştir. Ayrıca, Windows 95/98/ME kullanıyor olsanız da bazen DOS'a işiniz düşebilir. Örneğin birçok oyun programı Windows ile çalışmaz veya oynanamayacak kadar yavaş çalışır. Ayrıca Windows'a giremediğiniz durumlarda da sorunu DOS' tan halletmeniz gerekebilir. Bazen de tek bir dosyayı kopyalamak için bilgisayarınızı açtığınızda, Windows' un çalışmasını beklemeniz gerekmez. MS-DOS' un kendisini de belirli işler için kullanabilirsiniz.; komut adı verilen yönergeleri (talimatları ) kullanarak MS-DOS' u dosya yönetiminde, iş akışının denetlenmesinde ve ek yazılımlar gerektirmeden günlük işler gerçekleştirmede yönlendirebilirsiniz. Örneğin MS-DOS metinlerden (text) oluşan dosyalar yaratmakta ve değiştirmekte kullanabileceğiniz bir program içerir.MS-DOS editör bir sözcük işlemci olmasa da, kısa yazışmalar listeler için çok kullanışlıdır. Onu kullanarak, küçük belgeleri bir sözcük işlemciye göre çok daha kısa sürede yazabilirsiniz. Veya bilgisayarı açtığınızda yüklenmesini veya çalışmasını istediğiniz dosyaları da bilgisayarın açılırken okuduğu Autoexec.Bat dosyasına koyarak otomatik olarak çalışmasını sağlamış oluruz. MS-DOS' ta özel gereksinimlerinizi karşılamak için olan komutları birleştirerek güçlü komutlar, hatta kendi küçük uygulamalarınızı yaratabilirsiniz. Örneğin, yalnızca MS-DOS komutları kullanarak, basit bir dosya yöneticisi (belirli bilgiler için dosyalarda arama yapan bir program ) oluşturabilirsiniz. MS-DOS' un 4.0 ve sonraki sürümleri, komut ve dosyaları menü adı verilen listelerden seçmenize olanak sağlayan ayrı bir program içerirler. Shell adı verilen bu program ile tüm rutin işlerinizi gerçekleştirebilir, ondan zaman zaman yararlanabilir ya da isterseniz hiç kullanmayabilirsiniz. Artık tüm bu uygulamalar, MS-DOS için oluşturulan Windows arayüzünden (interface) sonra Dos' un uygulamaları daha kolay ve anlaşılır olmuştur. Aynı zamanda MS-DOS' u soğuk gösteren siyah beyaz ekran da ortadan kalkmıştır. MS-DOS Dosya Yapısı. Tüm bilgiler ve programlar dosya (file) adı verilen bilgi topluluğu olarak disk/diskete kaydedilir. DOS işletim sisteminde bir dosya iki kısımda oluşur, dosya adı ve dosya uzantısı. Genel olarak bir dosyanın yapısı DOSYA_ADI ve DOSYA_UZANTISI şeklindedir. Burada DOSYA_ADI en fazla 8, DOSYA_UZANTISI en fazla 3 karakterden oluşur. Dosya isminin büyük veya küçük yazılması hiçbir şey değiştirmemektedir, büyük ya da küçük yazmak aynı dosyaya karşılık gelmektedir. MS-DOS' ta dosyaların ifadesi; MS-DOS dosya ismi ve dosya uzantısı kuralları; Örneğin: COMMAND.COM, CONFIG.SYS, AUTOEXEC.BAT ve LATS.DOC gibi Dosya İsmi Uzantıları ve Anlamları. Yukarıda belirtilen 3 dosya MS-DOS' ta dosya isminin yazılması ile çalıştırılabilir, geriye kalan dosyalar ise başka programlar yardımı ile çalıştırılır. Bu 3 dosya ismi uzantısı aynı isimli dosyalara verilse (yani, LATS.EXE, LATS.BAT ve LATS.COM gibi) çalıştırılma sırası dosyanın büyüklüğüne ve küçüklüğüne bakılmaksızın bu dosyaları çalıştırma önceliği COM, EXE ve BAT sırasındadır. Genellikle Windows'un kullandığı bazı dosya türleri: MS-DOS' un açılması için gerekli 3 dosya vardır. Bunlar Config.sys, Autoexec.bat, Command.com' dur. Ayrıca, sistem dosyası olarak Msdos.sys (Dos ile ilgili sistem bilgilerini tutar. Örnek, versiyon bilgisi gibi) ve Io.sys (Dos' un giriş/çıkış sistem bilgilerini tutar) vardır. Bu dosya, bilgisayarın donanım özelliklerini değiştirmemizi sağlayan bir metin dosyasıdır. Yani bu dosyaya eklenecek komutlar aracılığı ile memory, fare, klavye, ekran ve bunun gibi araçların nasıl çalışacağı belirlenir. CONFIG.SYS dosyasının MS-DOS tarafından okunup işlenebilmesi için açılış diskinin ana dizininde bulunması gerekir. Bu dosya, DOS çalıştığında bazı programları otomatik olarak çalıştırma olanağı verir, ekran ve dil düzenlemesini sağlar. Bu sayede bilgisayarın her açılışı sırasında yüklemek zorunda kalacağımız klavye, fare, monitör dil ... programları yüklenmiş olur. Bu dosya, bilgisayar komutlarını yazdığımız komut derleyicisini görüntüler. COMMAND.COM bilgisayarın açılış diskinin ana dizininde bulunması gerekir. Bu olmadan bilgisayarın açılması mümkün değildir. Direkt makine dilinde yazılmış olduğu için çok hızlıdır. Dizin (Directory) Yapısı. Bilgisayarda dosyalar içeriklerine veya özelliklerine göre dosya gruplarına ayrılabilir. Bu gruplara dizin adı verilir. Windows ortamında dizin ismi yerine klasör ismi kullanılır. 3 değişik dizin tipi vardır. Bunlar, Bilgisayarın ana dizinidir. Kullanılan sürücüyü (a:\, b:\, c:\) gibi harflerle tanımlar. Kullanıcı kök dizin yaratamaz ve silemez. Bu ancak yönetici tarafından disk bölümlendirme araçları ile yapılabilir (örneğin fdisk). Kök dizin altında oluşturulan klasörlerdir. Kullanıcıların oluşturdukları klasörlerin altında (içinde) oluşturulan klasörlerdir. Alt dizinler (bir klasörün içinde yer alan klasörler) kök dizindeyken sadece DIR komutunun yazılması ile ekranda görülmezler. DIR /S ile tüm alt dizinleri gösterebilirsiniz. MS-DOS Komutları. Komutlar İkiye Ayrılır ve komut isminin büyük veya küçük yazılması hiçbir şey değiştirmemektedir, büyük ya da küçük yazmak aynı komuta karşılık gelmektedir. İç Komutlar : COMMAND.COM dosyası içinde bulunan temel komutlardır ve çalıştırılması ile belleğe yüklenerek çalıştırılan komutlardır. Örnek: Ver, Dir, vs. Dış Komutlar : Çalıştırılabilmesi için disk veya disket içinde dosya halinde bulunması zorunlu olan komutlardır. Örnek: Xcopy, format, vs. İç Komutlar. DOS' ta çalıştırılan komutun, çalışması için herhangi bir dosyaya ihtiyaç duymadan çalışan komutlara iç komutlar denir (Bilgisayarın açılışında kullanılan Command.com dosyasının içinde bulunan komutlardır).Command.com dosyası 6,22 de 54645 Bayt'tır bilgisayar virüslü ise bu dosyanın boyutu uzar çünkü bilgisayar ilk çalıştığında bu dosya belleğe yüklenir Çalışması için program dosyasının varlığına ihtiyaç duyulan komutlara Dış Komutlar denir. Dış komutları çalıştırabilmek için, o komutun programlama dosyasına ihtiyaç vardır. Örneğin format komutunu kullanabilmek için DOS' da Format.com programının bulunması gerekir. Önemli İç Komutları, aşağıda inceledik. Bunlar; DIR komutu: Disk veya disket üzerindeki dosyaları görüntüler. Örnek: C:\> DIR <ENTER> Joker karakterler (?, *) ; C:\> DIR LATS.* <ENTER> (Dosya Adı LATS olan, tüm dosyaları listeler) Örnek: C:\> DIR A??S.EXE <ENTER> (İlk harfi A, 4.harfi S olan, EXE uzantılı dosyaları listeler. Örnek: C:\> VER <ENTER> Örnek: C:\> DATE <ENTER> Örnek: C:\> TIME <ENTER> Örnek: C:\> PROMPT <ENTER> (sürücüyü ilkel PROMT' a dönüştürür.) C> (ilkel PROMT) PROMPT Parametreleri Görüntüsü değiştirilen PROMT' u eski haline getirmek için; C:\> PROMPT $P$G <ENTER> tanımlaması yazılır. Örnek: C:\> COPY CON LATS.TXT <ENTER> (TXT uzantılı, LATS adlı dosya oluşturur.) Oluşturduğumuz bu dosyayı kaydedip bitirmek için ^Z (Ctrl+Z) tuşlarına basılır. Kayıt yapmadan çıkmak için ^C (Ctrl+C) tuşlarına basılır. Örnek: C:\> TYPE LATS.TXT <ENTER> C:\> TYPE LATS.TXT | MORE <ENTER> (LATS.TXT dosyasını sayfa sayfa görüntüler) Örnek: C:\> REN LATS.TXT TUFAN.DOC <ENTER> (LATS.TXT dosyasının ismini TUFAN.DOC yapar) Örnek: C:\> MD LATS <ENTER> (LATS adlı dizin açar) Örnek: C:\> CD LATS <ENTER> (LATS adlı dizine girer) C:\LATS> CD.. <ENTER> (LATS adlı dizinden çıkar) (Aktif olan dizinden bir önceki dizine çıkışı sağlar) C:\LATS\DENEME> CD\ <ENTER> (LATS ve DENEME dizinlerinden çıkar) (İç içe girilmiş dizinlerden bir seferde köke (ROOT) çıkmayı sağlar) Örnek: C:\> RD LATS <ENTER> Örnek: C:\> COPY C:\LATS.TXT C:\DOS <ENTER> (C Root' unda bulunan LATS.TXT dosyasını C' nin altındaki DOS dizinine kopyalar) Örnek: C:\> DEL LATS.TXT <ENTER> (LATS dosyasını siler) C:\> DEL *.* <ENTER> (Tüm dosyaları siler) C:\> DEL *.EXE <ENTER> (EXE uzantılı dosyaları siler) Dışsal Komutlar. Bilgisayarda dosyalar halinde bulunması gereken komutlardır. Kullanılacak komuta ait dosyanın çalışılan sürücüdeki disk veya diskette bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde komut ile ilgili çalışma gerçekleştirilemez. Örnek: C:\> FORMAT A: <ENTER> a disketini biçimler, kullanılır hale getirir. FORMAT Parametreleri Örnek: C:\> FORMAT a:/s <ENTER> Örnek: C:\> FORMAT a:/q <ENTER> 11 karakteri aşmamalıdır. Örnek: C:\> FORMAT a:/v:ÇALIŞMA <ENTER> Örnek: C:\> FORMAT A:/F:720 <ENTER> Örnek: C:\> FORMAT A:/U <ENTER> Gerektiğinde birden fazla parametre aynı komut satırında tanımlanabilir. Örnek: C:\> FORMAT A:/S/V:DERS/F:720/u <ENTER> Örnek: C:\> UNFORMAT A: <ENTER> Örnek: C:\> LABEL EĞİTİM <ENTER> İşlem sırasında disket isterken karşılaşılan mesajlar; Source : Kaynak disketi tanımlar. Mesaj görüldüğünde sürücüye kaynak (kopyası alınan) disket takılır. Target : Hedef disketi tanımlar. Mesaj görüldüğünde sürücüye hedef (alınan kopyayı konacağımız) disket takılır. Örnek: C:\> DISCOPY A: B: <ENTER> Örnek: C:\> MEM <ENTER> Özelliğin Adı Verilmesi/İptali Örnek: C:\> ATTRIB <ENTER> (Tüm dosyalardaki özellikleri görüntüler) C:\> ATTRIB +H LATS.TXT <ENTER> C:\> ATTRIB -H LATS.TXT <ENTER> C:\> ATTRIB +H,+R LATS.TXT <ENTER> C:\> ATTRIB -H,-R LATS.TXT <ENTER> Örnek: C:\> TREE <ENTER> (Sadece dizinleri ve altdizinleri ağaç yapısında görüntüler) C:\> TREE/F <ENTER> (Dizin ve altdizinleri içlerindeki dosyalarla beraber görüntüler) Move NEREDEN NEREYE Örnek: C:\> MOVE A:\LATS.TXT C:\SINIF <ENTER> Diğer bir özelliği de dizinlerin isimlerini değiştirmeyi sağlar. Örnek: C:\> MOVE SINIF DERS <ENTER> MORE Parametreleri Örnek: C:\> TREE | MORE <ENTER> C:\> ATTRIB | MORE <ENTER> Örnek: C:\> MORE < LATS.TXT <ENTER> Örnek: C:\> SYS A: <ENTER> Örnek: C:\> DELTREE DENEME <ENTER> C:\> DELTREE/Y DENEME <ENTER> XCOPY Parametreleri Örnek: C:\> XCOPY DOS\*.* A:\DOS/S/E <ENTER> UNDELETE Parametreleri Örnek: C:\> UNDELETE/LIST <ENTER> C:\> UNDELETE/ALL <ENTER> C:\> UNDELETE LATS.TXT <ENTER> Örnek: C:\> DOSKEY <ENTER> Örnek: C:\> BACKUP C:\WINDOWS\*.* A: <ENTER> C:\> BACKUP C:\WINDOWS A:/S <ENTER> Örnek: C:\> RESTORE A: C: <ENTER> C:\> RESTORE A: C:/S <ENTER> ARJ Parametreleri Hard Disk İçinde Sıkıştırma Örnek: C:\> CD YEDEK <ENTER> C:\YEDEK> ARJ A -R ÇALIŞMA.ARJ <ENTER> Hard Disk İçinde Açma Örnek: C:\> CD YEDEK <ENTER> C:\YEDEK> ARJ X -R ÇALIŞMA.ARJ <ENTER> C:\>format c: Bir Hard Diski biçimlendirmek (formatlamak) ihtiyacı, çoğu zaman mevcut işletim sisteminin yersizliği veya “çökmesi” durumundan kaynaklanır. Bu komut çok dikkatli kullanılmalıdır. Çünkü diskteki tüm veriler kaybolacaktır. Eğer disk biçimlendirilmeye karar verilmişse, Winsows 9x/Me işletim sistemlerinde bilgisayar MS-DOS kipinde başlatmalıdır. Windows 2000 ve sonrası işletim sistemleri DOS kipini desteklemediği için, biçimlendirme işlemi işletim sisteminin kurulum ya da kurtarma diski ile yapılabilmektedir. C:\>_
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9699", "len_data": 16555, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.57 }
Opteron, AMD firmasının K8 kod adı çalışmalarını başlattığı x86-64 mimarisine sahip ilk sunucu hedefli işlemcisidir. İşlemci, AMD'nin daha önceleri iddialı olmadığı giriş ve orta seviyeli sunucu piyasasında söz sahibi olmasını sağladı. Intel x86-64'ün engellenemeyen yükselişine seyirci kalamadı ve aynı mimariye sahip işlemcilerini EMT-64 eki ile piyasaya sürdü. Opteron ailesi işlemcilerin ortak özellikleri:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9700", "len_data": 410, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.39 }
Advanced Micro Devices, Inc. (AMD), iş ve tüketici pazarları için bilgisayar işlemcileri ve ilgili teknolojileri geliştiren Santa Clara, Kaliforniya merkezli bir Amerikan çok uluslu yarı iletken şirketidir. AMD'nin ana ürünleri arasında sunucular, iş istasyonları, kişisel bilgisayarlar ve gömülü sistem uygulamaları için mikroişlemciler, anakart yonga setleri, gömülü işlemciler, grafik işlemciler ve FPGA'lar bulunmaktadır. Tarihçe. AMD 1 Mayıs 1969'da Fairchild Semiconductor şirketinden ayrılan bir takım tarafından kurulmuştur. Kurucusu ve ilk genel müdürü Jerry Sanders'tir. 2005 itibarıyla şirketin yönetim kurulu başkanı Dr. Hector Ruiz'dir. 2006 yazında satın aldığı ATI, şirketin gücünü ve pazarını da genişletmiştir. Şirket, AMD adıyla ürettiği Sempron, Athlon64, AthlonXp, Athlon, Turion, Turion64 X2, Athlon 64 Fx, Athlon64 X2, Opteron, Phenom X4, Phenom II X4, Duron, FX ve Ryzen işlemcileri yanında Radeon, Fire GL grafik çipleri (grafik yongaları) bulunmaktadır. Bunların yanında AMD firması bellek ve katı hâl sürücü üretimine de el atmıştır. Ürettiği İşlemciler (CPU). Server için CPU. AMD Opteron Serisi:(APU Mimarisi) AMD OpteronTM X2150 : AMD Jaguar AMD OpteronTM A1100 : ARM Tabanlı
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9701", "len_data": 1204, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.31 }
"Smells Like Teen Spirit", (Türkçe: Gençlik Ruhu Gibi Kokuyor) grunge Rock grubu Nirvana'nın ikinci stüdyo albümü Nevermind'den çıkan açılış şarkısı ve ilk teklidir. Kurt Cobain, Krist Novoselic ve Dave Grohl yazılmış ve yapımcılığı Butch Vig tarafından üstlenilmiştir. "Smells Like Teen Spirit"in başarısı ilk önce Nevermind albümünü Billboard 200'de 1991 sonlarında zirveye sürüklemiş ve 11 Ocak 1992'de albüm zirveye yerleşmiştir. Şarkı ABD'nın çoğunlukla alternatif şarkıları içerdiği "Mainstream Rock" listesinde de zirvede yer almıştır. Şarkı hakkında. Şarkı ABD Billboard Hot 100 listesinde 6 numarada yer almıştır. Parça adını Cobain'in Tobi Vail adlı eski sevgilisinin kullandığı Teen Spirit adlı deodoranttan esinlenerek almıştır. Şarkı "Rolling Stone" dergisinin oluşturduğu "tüm zamanların en iyi 500 şarkısı" listesinde 9 numarada yer almıştır. Aynı zamanda VH1 kanalının yaptığı "90'ların en iyi 100 şarkısı" listesinde 1 numaraya yerleştirilmiştir. Video klibi. Klip bir jimnastik salonunda grubun anarşist ponponkızlar eşliğinde sıkılmış öğrencilere çalmasıyla başlar. Klip Samuel Bayer tarafından, Cobain'in izlediği Over the Edge adındaki filmin etkisiyle çekilmiştir. Cobain, Bayer'ın yaptığı klibin bitiş sahnesinden memnun olmadığı için kendisi uğraşıp başka bir son hazırlamıştır. Tipik Cobain hareketi olarak, kendisinin solo sırasında gitarıyla oynarkenki pozlarını eklemiş ve ayrıca bazı karakterleri de klipten çıkarmıştır. Klip 1992 MTV Video Müzik Ödülleri'nde 'En iyi Çıkış Yapan Artist', 'En İyi Alternatif Grup' ödüllerini almıştır. Ayrıca Weird Al Yankovic tarafından grubun izniyle Smells Like Nirvana adında gülünç bir kopyası hazırlanmıştır. Şarkının videosunda ayrıca Fear Factory solisti Burton C. Bell, lise öğrencilerinden biri olarak yer almıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9705", "len_data": 1787, "topic": "ENTERTAINMENT", "quality_score": 3.03 }
Cengiz Törökuloğlu Aytmatov (d. 12 Aralık 1928, SSCB - ö. 10 Haziran 2008, Almanya), Kırgız edebiyatçı, gazeteci, çevirmen, diplomat ve siyasetçi. Türk dünyasının ünlü yazarlarındandır. Hayatı. 12 Aralık 1928 tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan'daki Talas eyaletinin Şeker köyünde doğdu. Babası Törekul Aytmatov, Sovyet Kırgızistan'ında seçkin devlet adamı idi, ancak 1937'de Büyük Temizlik sırasında tutuklandı ve 1938'de kurşuna dizildi. Tatar olan annesi Nagima Hamziyevna Abdulvaliyeva tiyatro aktrisiydi. Gençliği sıkıntılı bir döneme denk gelmişti. O dönemde zaten yeni yerleşmeye başlayan siyasi sistemle, bir de savaşla mücadele etmek zorundaydı. Çok genç yaşta çalışmaya başladı; çünkü II. Dünya Savaşı'nın SSCB üzerindeki etkileri gençleri de etkiliyordu, yetişkinler savaşta olduklarından, gençlere büyük iş düşüyordu. On dört yaşında köyündeki sekreterliğe girdi. Burada tarım makinelerinin sayımı, vergi tahsildarlığı gibi işlerde çalıştı. Köyünden, Kazakistan'a giderek Cambul Veterinerlik Teknik Okulu'nda okudu. Daha sonra şimdiki Kırgızistan'ın başkenti olan Bişkek'e giderek burada Frunze Tarım Enstitüsü'nde öğrenimine devam etti. Ardından Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü'ne geçti ve 1956 ile 1958 yılları arasında Moskova'da okudu. Yazmaya bu yıllarda "Pravda" gazetesinde başladı. Yazdığı eserleriyle üne kavuştu ve 1957 yılında Sovyet Yazarlar Birliği'ne üye kabul edildi. 1963'te Lenin Ödülü'nü aldı. Eserleri yüz elliyi aşkın dile tercüme edildi. 1990-1994 yıllarında Sovyetler Birliğini ve Rusya'yı, sonra ise 2008 yılına kadar Kırgızistan'ı büyükelçi olarak temsil etti. Aytmatov, "Gün Olur Asra Bedel" romanının film çekimleri için gittiği Rusya'nın Tataristan Cumhuriyeti'nin başkenti Kazan'da 16 Mayıs 2008 rahatsızlandı ve böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavi için Almanya'ya getirildi. Almanya'nın Nürnberg kentindeki Klinikum Nord'da tedavi gören Cengiz Aytmatov, komaya girdi. 10 Haziran 2008 tarihinde Nürnberg'de hayatını yitirdi. Eserleri. II. Dünya Savaşı sonrası yazarları arasında yer alan Aytmatov, "Cemile"'den önce birkaç kısa hikâye ve "Yüzyüze"yi yazdı. Ancak yazarın kendini kanıtlamasını sağlayan kitap "Cemile" oldu. Louis Aragon "Cemile"yi "dünyanın en güzel aşk hikâyesi" olarak tanımlamıştır. Eserlerinde mitolojiye oldukça yakın durdu, ancak onunki antik anlamından farklı olarak mitolojiyi çağdaş bir zeminde sentezlemek ve yeniden yaratmaktı. Eserlerinde mitlere, efsanelere ve halk hikâyelerine göndermeler yapmıştır. 1966'dan sonra eserlerini hep Rusça kaleme almıştır. Eserleri 176 dile çevrilmiştir. Romancılığı. Cengiz Aytmatov, “Dişi Kurdun Rüyaları” ve “Elveda Gülsarı” romanlarında, yalnız insanların değil, hayvanların da psikolojisini başarıyla anlatmıştır. Romanlarında kurt, deve ve at gibi hayvanlara da yer vermiş, onlara insani özellikler atfetmiş ve bunda da başarılı olmuş dünyadaki sayılı yazarlardan biridir. Siyasal çalışmaları. Cengiz Aytmatov; yazınsal çalışmalarına ek olarak, Avrupa Birliği, NATO, UNESCO ve Benelüks ülkelerinin Kırgız delegeliğini üstlenmiştir. Ayrıca eski Kırgızistan Dışişleri Bakanı Askar Aytmatov'un babasıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9709", "len_data": 3104, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.55 }
Kastamonuspor, Kastamonu merkezli eski Türk futbol kulübü. Tarihçe. Kastamonuspor, 18 Mart 1950 tarihinde yeşil-siyah renkleriyle kurulmuştur. O dönem şartlarında Kastamonuspor'un amatör kümede yer almasını sağlayan kurucular; Sabahattin Çelengil, Hasan Çırakoğlu, Vecdi İlhan, Kuddusi Akay, Alaaddin Himmetoğlu, Muhtar Yücebıyık, Avni Özbenli ve Fikret Ünal'dır. Geçen süre içerisinde Türkiye Futbol Federasyonu, futbola ilgiyi artırmak için Anadolu projesini başlatır. Profesyonel ligde takımı olmayan illerde çalışma yapılarak bu illerdeki bazı takımlara 2. Türkiye Lig'ine bazılarını ise 3. Türkiye Lig'ine alacağını duyurur. Bu proje kapsamında Kastamonuspor'un profesyonel liglerde yer alma olasılığı ile 1964 yılında Çamspor ile Suspor birleşir. Çamsu Gençlik Spor Kulübü olarak Amatör Küme'de mücadelesini sürdürürken 1966 yılında Çamsu Gençlik Spor Kulübü, Kastamonu Spor Kulübü çatısı altına girer. Yeni kurulan futbol takımı 1967-1968 sezonu için 2. Lig'de mücadele hakkı için başvurmuş ve bu başvuru da gerekli teminatların ödenmesi ve şartların oluşturulması ile dönemin federasyonu tarafından kabul edilerek takımın profesyonel liglerde mücadele hakkı tanınmıştır. 1967 yılından 1969 yılına kadar 2. Lig'de (bugün 1. Lig) mücadele eden Kastamonuspor, 1969 yılında düştüğü 3. Lig'de 1977 yılına kadar mücadele etmiş ve o sene 3. Lig'e (bugün 2. Lig) veda ederek amatör lige gerilemiştir. 1984-1985 sezonu öncesi yeniden 3. Lig'e dahil edilen Kastamonuspor, 2007-2008 ve 2008-2009 sezonlarında başarılı bir dönem geçirmiş, her iki sezon sonunda da bir üst lige çıkabilmek adına play-off mücadelesi vermiş ancak her iki sezonda rakiplerine karşı üstünlük kuramayarak üst lige çıkmayı başaramamıştır. 3. Lig'de mücadelesini 2012-2013 sezonuna kadar sürdüren Kastamonuspor, söz konusu yıl yer aldığı 3. Lig 1. Grup'ta son üç takım arasında yer alarak bir Bölgesel Amatör Lig'e düşmüştür. 2013-14 Bölgesel Amatör Lig sezonunu 6. grupta on üçüncü tamamlayarak üst üste ikinci defa düşerek Kastamonu Süper Amatör Ligi'ne düşmüştür. Kastamonuspor'un yerel amatör lige düşmesi sonrası yeniden yapılandırma içerisine giren takım, ili 2014-2015 sezonunda BAL'da temsil edecek olan Tosya Belediyespor ile birleşme kararı almıştır. Birleşme kararının ardından BAL'a katılım süresinin kısıtlı bir zaman içerisinde sona erecek olması nedeniyle olağanüstü kongreyi gerçekleştiremeyen Kastamonuspor, isminin boşa çıkartılarak Tosya Belediyespor tarafından kullanılamaması nedeniyle yeni kulübün adı Kastamonu 1966 olarak değiştirilmiştir. Bu gelişmeler neticesinde Kastamonuspor 2014 yılı itibarıyla fesholunmuş ve birleşme ile birlikte Kastamonuspor 1966 şeklini almıştır. Türkiye Kupası. Kastamonuspor Türkiye'nin ulusal kupası olan Türkiye Kupası mücadelesine ilk olarak 1975-76 sezonunda katılmış, söz konusu yılda ilk turda karşılaştıkları Düzcespor'a 1-0 mağlup olarak kupaya ilk turda veda etmiştir. 1976-77 sezonunda kupada ilk turdan dahil olan Kastamonuspor, bir önceki yıl da karşılaştığı Düzcespor'a 3-1 kaybederek 1976-77 sezonunda da ilk turda kupaya veda etmiştir. Kastamonuspor birkaç yıllık ayrılığın ardından 1981-82 yılında ikinci kademeden dahil olduğu kupa mücadelesinde Çorumspor'a yenilerek elenmiştir. 1982-83 sezonunda da kupaya ikinci kademeden dahil olan Kastamonuspor, kendi evinde 0-0 berabere kaldığı Tokatspor'a deplasmanda 3-1 kaybederek kupaya veda etmiştir. 1985-86 sezonunda ilk turdan dahil oldukları kupada Ankara Demirspor'a 1-0 kaybederek bir kez daha kupaya ilk maç sonrasında veda etmiştir. 1986-87 sezonunda ilk turda karşılaştıkları Merzifonspor'a karşı 3-0 üstünlük sağlayan Kastamonuspor tarihinde ilk defa kupada bir üst tura çıkma başarısını göstermiştir. İkinci turda karşılaştıkları Orduspor ile 0-0 berabere kalmaları sonucunda gerçekleştirilen penaltı atışları sonucunda rakibine 4-3 mağlup olan Kastamonuspor kupaya bu turda veda etmiştir. Kastamonuspor yedi yıllık bir ayrılığın ardından 1993-94 sezonunda yeniden kupada boy göstermiş, söz konusu kupa yılında ilk turda karşılaştıkları Erdemirspor ile normal süresinde 0-0 berabere kalmış, gerçekleştirilen seri penaltı atışları sonucu rakibine karşı 5-4 üstünlük sağlayan Kastamonuspor bir üst tura adını yazdırmıştır. İkinci turda Düzcespor ile karşılaşan Kastamonuspor, 1-1 biten normal sürenin ardından rakibini penaltı atışları sonucunda 3-2 mağlup ederek tarihinde ilk defa üçüncü tura çıkma başarısı göstermiştir. Üçüncü turda karşılaştıkları Trabzon Telekomspor'un 2-0 mağlup edilmesi sonrasında bir başarıya daha imza atan takım dördüncü tura çıkmıştır. Dördüncü turda karşılaştıkları Erzincanspor'a 4-0 mağlup olan takım 1993-94 kupa sezonuna bu turda nokta koymuştur. 1994-95 kupa sezonunda ilk turda Erdemirspor ile karşılaşılmış, normal süresi 1-1 biten mücadelede Erdemirspor uzatmalarda iki gol bularak maçı 3-1 kazanarak Kastamonuspor'un kupa macerasına ilk turda son vermiştir. 1995-96 kupa sezonunda ilk turda karşılaşılan Göztepe Belediyespor'u 1-0 ile geçen Kastamonuspor, ikinci turda Kardemir Karabükspor'a 1-0 mağlup olarak kupadan elenmiştir. Kastamonuspor bu kupa sezonundan tam on dört sezon sonra yeniden kupa mücadelesi içerisinde yer almış, 2009-10 kupa sezonunda ilk turda Bafra Belediyespor'a rakip olmuş, rakibini 3-1 yenerek kupada adını bir üst tura yazdırmıştır. İkinci turda Boluspor'a karşı 4-2 üstünlük kuran Kastamonuspor, grup mücadelesi öncesi son aşama olan play-off turunda normal süresi 1-1 biten maçta Denizli Belediyespor'a uzatmalarda bir gol daha yiyerek 2-1 kaybederek kupa mücadelesini sonlandırmıştır. 2012-13 sezonunda da kupaya ilk turdan dahil olan Kastamonuspor, bu turda Ayancıkspor'u 4-1 yenerek üst tura çıkmış, ikinci turda o dönem Süper Lig'de oynayan Orduspor ile karşılaşmış ve rakibine 3-2 kaybederek kupaya veda etmiştir. Renkleri. Kastamonuspor kurulduğu ilk dönemlerde yeşil-siyah olarak belirlediği renkleri daha sonra kırmızı-siyah olarak değiştirmiştir. Kastamonuspor'un tarihi hakkında detaylı bilgilere sahip olan Yavuz Yaman konu hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur: "Kastamonuspor’un amatör kümede yer aldığı dönemlerde renklerinin yeşil-siyahtı. Profesyonelliğe geçişin ve Çamsu Spor Kulübü ile birleşmemizin ardından renklerde değişiklik yapmak istenildi. O dönemin en ünlü ve başarılı takımı İtalyan devi Milan’dı. Kastamonuspor'un da Milan gibi başarılı olması isteğiyle renkleri kırmızı-siyah olan çizgili formalar yaptırılmıştır. Bu süreç sonunda Kastamonuspor’un rengini de kırmızı-siyah olarak belirlenmiştir." Günümüzde bu renklerin, Çanakkale Savaşı'nda verilen şehitlerinin kanını ve hüznünü temsil ettiği vurgulanır. Amblemi. Kastamonuspor Kulübü'nün resmi nitelikte kullanmakta olduğu amblem, 1987 yılında Grafiker Ressam Celal Kırkbeşoğlu tarafından çizilmiştir. Kırkbeşoğlu tarafından yönetime sunulan üç adet logodan bir tanesi yönetim kurulunun kendi içerisinde yaptığı toplantı sonucunda beğenilerek takımın logosu yapılmıştır. Bu amblem aynı zamanda, 1987 yılına kadar, KSK harflerinden oluşan logo benzeri tasarımlarla maçlara çıkan futbol takımının ilk takım amblemi olmuştur. Lig mücadeleleri. Kastamonuspor kurulduğu dönemden itibaren Türkiye liglerinde beş farklı kademede mücadele etmiştir. Türkiye liglerinde belli dönemlerde Türkiye Futbol Federasyonu'nun düzenlemesi ya da o dönemki siyasi iradenin müdahalesi ve kararı ile farklı kademeler oluşturulmuş ya da kaldırılmıştır. Buna göre Kastamonuspor'un oynadığı dönemde Türkiye liglerinde üst bir kademe olan lig, günümüzde daha alt bir kademeyi temsil etmektedir. Özellikle 2000-01 3. Lig sezonu sonunda ligi düşme hattının üzerinde bitirmesine rağmen, 2001-02 sezonu için planlanan yeni bir lig kademesi gereği, bir alt kademeye düşmüş ve yeni sezonda dördüncü kademede yer almıştır. Aşağıda belirtilen ligler günümüzde kabul edildiği kademeye göre listelenmiştir. 1967-68, 1968-69 1969-70, 1970-71, 1971-72, 1972-73, 1973-74, 1974-75, 1975-76, 1976-77, 1984-85, 1985-86, 1986-87, 1987-88, 1988-89, 1989-90, 1990-91, 1991-92, 1992-93, 1993-94, 1994-95, 1995-96, 1996-97, 1997-98, 1998-99, 1999-2000, 2000-01 2001-02, 2002-03, 2003-04, 2004-05, 2005-06, 2006-07, 2007-08, 2008-09, 2009-10, 2010-11, 2011-12, 2012-13 2013-14 1977-78, 1978-79, 1979-80, 1980-81, 1981-82, 1982-83, 1983-84 Stadyum. Kastamonuspor, maçlarını 4.500 kişi kapasiteli Gazi Stadyumu'nda oynamaktaydı. Gazi Stadyumu, 1930'lu yıllarda "Atatürk'ün Kastamonu'ya gelişi ve Şapka İnkılabı Bayramı" kutlamalarının yapıldığı mekanlardan biri olmuştur. İlerleyen dönemlerde amatör futbol karşılaşmalarında kullanılan stat, Kastamonuspor'un profesyonel olarak liglerde mücadele etmesiyle birlikte takımın ev sahipliği yaptığı stat konumuna gelmiştir. Tümü koltuklu 4.500 kişilik bir kapasiteye sahip olan statın zemini tamamen çim olup, ışıklandırması bulunmamaktadır. Taraftar grubu. Kastamonu'daki taraftarların oluşturduğu "Çığlık 37" ve "Forza Biraderler" taraftar grupları, 2012 yılında tek çatı altında birleşme kararı alarak 37 Kastamonuspor Taraftarlar Derneği'ni kurmuştur. Tayfa 37 İstanbul Taraftarlar Derneği ise 2010 yılında İstanbul'daki taraftarlar tarafından kurulmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9717", "len_data": 9103, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.43 }
New Mexico, Amerika Birleşik Devletleri'nin güneybatı kesiminde bulunan bir eyalettir. Başkenti Sante Fe, en büyük şehri Albuquerque'dir. 1 Temmuz 2019 itibarıyla nüfusu 2.096.829'dur. New Mexico 4 ana bölgeye ayrılabilir: Great Plains (Büyük Düzlükler), Rocky Dağları, Colorado Platosu ile Basin-Range Bölgesi. İngilizce ve İspanyolca eyaletin resmî dilleridir. Eyaletin doğu tarafını işgal eden 'Büyük Düzlükler Bölgesi'nde, engebeli bir plato, derin akarsular, petrol ve doğalgaz yatakları, düz sahalar ve Pecos Nehri Vadisi yer alır. Rocky Dağları eyaletin kuzey merkezi bölümünde yer alır. New Mexico'nun kuzeybatı köşesinde bulunan Colorado Platosu zengin petrol ve gaz yataklarıyla uranyum depolarına sahiptir. Eyaletin güney batı ve merkez bölümünde bulunan Basin-Range bölgesinde ise, dağ sıraları ve alçak çöl havzaları vardır. New Mexico'nun iklimi kuru ve sıcaktır. Su havzalarının karaya oranının en az olduğu eyalette içme suyu havzaları yapay göletlerden oluşur. Nüfus yoğunluğunun çok az olduğu eyaletlerden biridir. Pek çok çizgi film karakterinin yaratıcısı William Hanna, Hilton otellerinin kurucusu Conrad Hilton ile ünlü araba yarışçıları Al ve Bobby Unser New Mexicoludur. Köken bilimi. Rio Grande nehrinin batısı ve kuzeyindeki arazilere İspanyollar tarafından verilen isimdir. Kızılderililer. New Mexico Kızılderilileri arasında Apaçiler (Meskalero, Hikarilla, Çirikava, Mimbreno) ve Navaholar çoğunluktadır. Bunları Pueblo yerlileri ile Zuniler izler. Daha az olarak da Uteler, Komançiler ve "Jocome, Jano ile Suma" kabileleri yer alır. Eyalet bayrağı. Sarı alan ve kırmızı sembol renkleri İspanya'nın renkleridir. New Mexico'ya ilk kez 1540 yılında İspanyol kaşifler tarafından getirilmiştir. New Mexico bayrağının üzerinde etrafa ışık saçan kırmızı bir güneş görürüz. Dörderli ışınlardan oluşmuş dört grup ışık vardır. Bu, Zia olarak adlandırılan yerli bir Amerikan halkının tarihi güneş sembolüdür. Zia'lar tanrının bütün iyi şeyleri onlara bu dört grup içinde hediye ettiğine inanırlar. Bu hediyeler: Komşu eyaletler. Arizona, Kolorado, Oklahoma, Teksas, Utah
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9720", "len_data": 2088, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.61 }
New Mexico Üniversitesi (İngilizce: University of New Mexico) ya da kısaltılmış adıyla UNM, ABD'nin New Mexico eyaletinin en büyük şehri olan Albuquerque'deki en büyük üniversitedir. Merkez yerleşkesinde 27.000 civarında öğrencisi vardır. Tarihçe, yerleşim, mimari. Üniversite 1889 yılında, New Mexico henüz ABD'nin bir parçası olmamışken kurulmuştur. "Route 66" olarak bilinen ve Albuquerque şehrini de doğu-batı doğrultusunda kesen tarihi yolun üzerine kurulmuştur. Yaklaşık 2.5 km² lik bir merkez kampüse sahiptir. Mimarisi, çevresindeki yerli köylerinin mimari biçimi olan "Pueblo" mimarisini yansıtır. Spor faaliyetleri. Üniversitenin sporun hemen her branşında takımı bulunmaktadır ve spor teması "Lobos"tur (New Mexico'ya özgü bir kurt türü). 2005-2006 sezonunda, UNM futbol takımı Amerikan kolej ligi olan NCAA'de final oynamıştır. Kayak takımı aynı sene şampiyon olmuştur. UNM'in basketbol arenası olan "The Pit", 2006'da Sports Illustrated tarafından ABD'de, profesyonel arenalar da dahil, tüm spor arenaları içinde en ateşli ilk 15 arena arasında gösterilmiştir ve 18,500 olan kapasitesi genelde doluya yakın sezonlar geçirir. Üniversitenin, Route 66'nın hemen yanı başında 200mx150m'lik Johnson Field olarak bilinen halka açık bir yeşil sahası vardır. Üniversitedeki Türk Öğrenci Dernekleri. New Mexico Üniversitesi Türk Öğrenci Birliği 2002 yılından beri aktif faaliyet göstermektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9722", "len_data": 1399, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 3.61 }
Telekomünikasyon ya da haberleşme mühendisliği, her türlü haberleşme sisteminin tasarım, üretim ve geliştirilmesi üzerine çalışan mühendislik dalıdır. Temelde telekomünikasyon, işaret işleme ve elektromanyetik uygulamalarıyla ilgili bir mühendislik disiplinidir. GSM, 3G, LTE gibi haberleşme teknolojileriyle ilgilenen haberleşme mühendisleri telekomünikasyon sektöründe çalışmalarına devam etmektedirler. İşaret işleme ise daha çok matematikle ilgili bir konu olup, elektriksel işaretlerin yorumlanıp belirli algoritmalarla işlevsel hale getirilmesiyle ilgili bir alt disiplindir. Elektromanyetik alanı ise antenler ve tıp elektroniğiyle ilgili daha çok matematik ve fizikle ilgili bir bilim alanıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9723", "len_data": 702, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
Katı hâl fiziği, yoğun madde fiziğinin geniş bir dalı olup şekli değiştirilemez maddelerle veya katılarla ilgilenir. Katı hâl fiziği teorisinin ve araştırmalarının en önemli konuları kristallerdir. Çünkü bir kristalin atomları genellikle düzenli (periyodik) dizildiğinde matematiksel modeli daha kolay çıkartılabilir. Bu düzenli yapıya da kristalin karakteristiği denir. Katı hâl fiziğinde genellikle kristallerin incelenmesinin diğer bir nedeni de elektrik, magnetik, optik ve mekanik özelliklerinin çeşitli mühendislik alanları için önemli olmasıdır. Pek çok katı hâl fiziğini teorisinin ana çatısı rölativistik olmayan kuantum mekaniğinin Schrödinger dalga denklemidir. Periyodik bir potansiyeldeki elektronların dalga fonksiyonunu karakterize eden Bloch teorisi, pek çok analiz için önemli bir başlangıç noktasıdır. Bloch teorisi sadece periyodik potansiyellere uygulanabildiğinden sadece yaklaşık sonuçlar verir. Nanoteknoloji katı hâl fiziğinin inceleme alanlarındandır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9727", "len_data": 976, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.94 }
1999 Gölcük Depremi, İzmit Depremi, Marmara Depremi veya 17 Ağustos 1999 depremi, 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03.02'de meydana gelen Kocaeli/Gölcük merkezli deprem. Aletsel büyüklüğü =7,4 (Kandilli Rasathanesi) veya Mw=7,6 (USGS) ölçülen deprem, büyük çapta can ve mal kaybına neden olmuştur. 17 Ağustos depremi tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. 2010 yılında yayımlanan Meclis araştırması raporuna göre 18.373 kişi öldü. 48 bin 901 kişi ise yaralandı. Yaklaşık 16.000.000 insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Depremin Türkiye'nin önemli bir sanayi bölgesi olan Marmara Bölgesi'nde meydana gelmiş ve çok geniş bir coğrafyayı etkilemiş olması, ülkede büyük sıkıntılara neden olmuştur. Büyüklüğü ve konumu. Deprem, 17 Ağustos 1999'da, saat 03.02'de, 40,70 kuzey enlemi ile 29,91 doğu boylamının tarif ettiği bölgede, İzmit'in 11 kilometre güneydoğusunda meydana gelmiştir. Depremin büyüklüğü çeşitli kuruluşlar tarafından değişik değerlerde bildirilmiş ise de moment büyüklüğü Mw = 7,4-7,6 ve yüzey dalgası büyüklüğü Ms = 7,7 değerleri civarında değişmektedir. Depremin odak derinliğinin 17 km olduğu ve sağ atımlı 120 km civarında bir fay hareketi ortaya çıktığı yapılan incelemelerle belirlenmiştir. Ana deprem dalgasının ardından büyüklüğü 4,0-5,0 değerlerinde olan çok sayıda artçı depremler meydana gelmiştir. Deprem merkez üssüne en yakın ivme kaydı, Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi tarafından tüm Türkiye çapında kurulmuş ve işletilmekte olan Kuvvetli Yer Hareketi Kayıt Şebekesi'nin bir istasyonu olan İzmit Meteoroloji İstasyonu'ndan alınmıştır. Buna göre maksimum ivme, kuzey-güney doğrultusunda 163 mG, doğu-batı doğrultusunda 220 mG ve düşey doğrultuda 123 mG'dir. Her üç bileşen de birbirleri ile kıyaslanabilir büyüklüktedir. Ayrıca USGS ShakeMap Analysis'ten alınan verilere göre depremin maksimum spektral ivmesi; depremin merkezine yakın olan çoğu istasyon tarafından 1.5g seviyelerinde ölçülmüşken, en yüksek spektral ivme depremden 2,68 km uzaklıkta ki OBS_11 adlı istasyon tarafından 2.06g olarak ölçülmüştür. Tarihçe. Yakın tarihte bu bölgede Adapazarı merkez üssü olmak üzere 1943, 1957 ve 1967 yıllarında şiddetli depremler olmuştur. Geçmişteki tarihlere bakıldığında ortalama otuz senede bir bu bölgede büyük depremler olmaktadır. 1999 depreminden sonra da belirli periyotlarda ve çeşitli büyüklüklerde depremlerin beklenmesi, bu fay hattının karakteristik özelliğinden kaynaklanmaktadır. Depremin bu kadar çok can kaybına yol açmasının sebebi olarak kaçak yapılar, standartlara uygun olmayan binalar, uygun olmayan gevşek zemindeki yapılaşmalar ve daha ucuza mal etmek için malzemeden çalan müteahhitler gösterilmektedir. Depremden sonra zorunlu deprem sigortası gibi birtakım düzenlemeler getirilmiştir. Yargı ve cezalar. Deprem sonrası ilk 6 ay sonunda, ölü sayısının en fazla olduğu Kocaeli'de hiçbir tutuklu sanık olmamıştır. Sakarya'da 5'i kooperatif yöneticisi, biri mimar, biri mühendis 7 sanık tutuklanmıştır. Yalova'da 76 ceza davası açılmış ancak Veli Göçer dışındaki bütün sanıklar serbest bırakılmıştır. Depremden sonra yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2.100 dava açılmıştır. Bu davalardan 1.800'ü kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen Şartlı Salıverme ve Erteleme Yasası ile cezasız sonuçlanmıştır. Geriye kalan üç yüz davanın yüz on kadarında ceza verilmiş, birçoğu ertelenmiştir. Bunun dışında kalan davalar ise 16 Şubat 2007 tarihinde yedi buçuk yıl geçtikten sonra zaman aşımına uğramış ve düşmüştür. Resmî verilerle Gölcük Depremi. İllere göre ölü sayısı: olmak üzere toplam 17.480 kişi ölmüştür. "*Bursa ilinde ölen kişilerin 258'i, İstanbul ilinde ölen kişilerin 527'si, Eskişehir ilinde ölenlerin 53'ü; yaralı olarak diğer bölgelerden gelmiş ve tedavi olurken bu illerde ölmüştür. Yani aslında deprem nedeniyle Bursa ilinde 10 kişi, İstanbul ilinde 454 kişi, Eskişehir ilinde 33 kişi ölmüştür." 2010 yılında yayımlanan Meclis Araştırması Raporu'nda ise can kaybı sayısı 18.373 olarak güncellenmiştir. Aynı araştırmaya göre: Prefabrikte yaşayan nüfus: 147.120 Deprem sonrası müdahale ve acil yardım. Dış yardımlar. 17 Ağustos depremi tüm dünyada büyük yankı uyandırmış, birçok ülkeden ve uluslararası kuruluşlardan gerek acil yardım ekibi gerek de araç gereç ile tıbbi ve insani yardım malzemeleri gönderilmiştir. Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un, Yunanistan ve Ermenistan'ın yardımlarını kabul etmemesi ülkede büyük tepki çekmiş, Durmuş'un istifası istenmiştir. Depremin ardından dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bill Clinton, eşi ve kızı ile birlikte İzmit'e gelerek Doğukışla'da bulunan çadır kenti ziyaret etmiştir. Yardım ekipleri ulaşan ülke ve ekipler. Toplamda elli iki ülke yardım etmiştir. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Azerbaycan, Bangladeş, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık, Cezayir, Fas, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Irak, İsrail, İsveç, İtalya, İzlanda, Japonya, Kıbrıs Rum Kesimi, KKTC, Macaristan, Malezya, Mısır, Pakistan, Rusya, Suudi Arabistan, Ürdün, Yunanistan ve Güney Kore; yardım eden ülkelerden bazılarıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9730", "len_data": 5342, "topic": "NEWS", "quality_score": 3.56 }
Richter ölçeği ya da yerel magnitüd ölçeği, sismolojide kullanılan, dünya genelinde meydana gelen depremlerin aletsel büyüklüklerini ve sarsıntı oranını (magnitüd, İngilizce: "magnitude") belirleyen ve sınıflara ayıran uluslararası ölçüm birimidir. Günümüzde, özellikle büyük ölçekli depremlerde, moment magnitüd ölçeği, Richter'in (Rihter) yerini almıştır. Tarihçe. Bu ölçek, 1935 senesinde Charles Francis Richter ve Beno Gutenberg tarafından Kaliforniya Teknik Enstitüsünde ("California Institute of Technology") tasarlanıp ilk olarak ML-ölçeği (yerel magnitüd İngilizce: "Magnitude Local") olarak isimlendirilmiştir. Amerikan Sismoloji Derneği Bülteninde ("Bulletin of the Seismological Society of America") "Bir aletsel deprem büyüklük ve sarsıntı oranı ölçeği" isimli ("An instrumental Earthquake Magnitude Scale") bilimsel yayında, Charles Francis Richter'in ilk defa K. Wadati'nin 1931'de yayımladığı, "bir aletsel deprem ölçeği" fikrini Kaliforniya'da meydana gelen depremlerde uyguladığı belirtilmiştir. Açıklaması. Deprem büyüklük ölçeği teorik olarak yukarıya doğru sınırsız olsa da, bilim insanlarına göre, bir jeolojik levhanın jeolojik enerji potansiyelinin 9,5 büyüklüğünü geçemeyeceği düşünülür. Açıklama olarak şu nokta öne sürülür: Her jeolojik levhada, zaman geçtikçe farklı derecelerde ve zamanlarda tektonik hareket ile jeolojik enerji potansiyeli artmaktadır. Bu artış, levhalar rahat ve serbest şekilde hareket edemediklerinden, itici, çekici vb. kuvvetlerin levhalarda jeolojik enerji olarak saklanmasından, bir başka deyişle, potansiyel enerji birikmesinden doğar. Deprem, jeolojik potansiyel enerjinin levhalarda daha fazla saklanamaması sonucu oluşur; böylece, levhanın en zayıf noktasından ani hareketle jeolojik enerji potansiyeli doğal yoldan azalır. Buna göre, dünyadaki mevcut jeolojik levhaların hiçbiri 9,5 üzeri büyüklükte deprem oluşturacak jeolojik enerji potansiyeline sahip değildir. Depremin enerji potansiyelinin hesaplanması. Enerji ve magnitüd arasındaki logaritmik bağlantı, aşağıdaki formül gereğince tahminen elde edilebilir: M = magnitüd ve W = eşdeğer TNT ton bazında enerji
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9731", "len_data": 2123, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.37 }
Amoeba Andrew S. Tanenbaum ve diğerleri tarafından Vrije Universiteit Amsterdam'da geliştirilen bir dağıtık işletim sistemi'dir. Amoeba projesinin amacı, tüm bir bilgisayar ağının kullanıcıya bir tek makine olarak görünmesini sağlayan bir zaman paylaşımı sistemi oluşturmaktı. Vrije Universiteit'teki geliştirme durduruldu: en son sürümün (5.3) kaynak kodu en son 30 Temmuz 1996'da değiştirildi. Python programlama dili ilk olarak bu platform için geliştirilmiştir. Genel Bakış. Amoeba projesinin amacı, bilgisayar ağları için, ağı kullanıcıya tek bir makineymiş gibi sunacak bir işletim sistemi oluşturmaktı. Bir Amoeba ağı, bir işlemci "havuzuna" bağlı bir dizi iş istasyonu'ndan oluşur ve bir terminalden bir program çalıştırmak, işletim sisteminin yük dengeleme sağladığı mevcut işlemcilerden herhangi birinde çalışmasına neden olur. Çağdaş Sprite'ın aksine, Amoeba süreç geçişi'ni desteklemez. İş istasyonları tipik olarak yalnızca ağa bağlı terminaller olarak işlev görür. İş istasyonları ve işlemcilerin yanı sıra, ek makineler dosyalar, dizin hizmetleri, TCP/IP iletişimleri vb. için sunucu olarak çalışır. Amoeba mikro çekirdek tabanlı bir işletim sistemidir. Bu sistem multithreaded programlar ve iş parçacıkları arasında, potansiyel olarak ağ üzerinden iletişim için bir uzaktan yordam çağrısı (RPC-remote procedure call) mekanizması sunar; çekirdek iş parçacıkları bile iletişim için bu RPC mekanizmasını kullanır. Her iş parçacığına, iletişim için benzersiz, ağ çapında "adres" olarak hizmet veren "bağlantı noktası" adı verilen 48 bitlik bir sayı atanır. Amoeba'nın kullanıcı arayüzü ve API'ler Unix'ten sonra modellenmiş ve POSIX standardına uyum kısmen uygulanmıştır; Unix öykünme kodunun bir kısmı Tanenbaum'un diğer işletim sistemi MINIX'ten taşınan yardımcı programlardan oluşmaktadır. İlk sürümler, Amoeba yazarlarının "daha hızlı ... bizim görüşümüze göre, daha temiz ... daha küçük ve anlaşılması çok daha kolay" olarak gördükleri bir "homebrew" pencere sistemi kullandı, ancak sürüm 4.0 X Pencere Sistemi kullanıyor (ve X terminal'lere terminal olarak izin veriyor). Sistem ağ protokolü olarak FLIP kullanır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9732", "len_data": 2131, "topic": "CODING", "quality_score": 3.78 }
Bağlayıcı; boya içindeki reçinelere verilen addır. Boya filminin fiziksel dayanımını sağlar ve bu dayanım sayesinde yapışma, çizilme, darbe direnci, kimyasal maddelere karşı dayanım, korozyon direnci gibi birçok özellikleri bu sayede oluşur. Başlıca bağlayıcı diğer adıyla reçine tipleri akrilik, epoksi, alkid, melamin, poliüretanlardır. Boyanın adlandırılmasında genellikle reçine tipi esas alınır ve bu onu tarifleyici bir göstergedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9734", "len_data": 438, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.66 }
Yargı (yargı kolu veya yargı sistemi olarak da bilinir), yasal anlaşmazlıkları/uyuşmazlıkları karara bağlayan ve yasal davalarda yasayı yorumlayan, savunan ve uygulayan mahkemeler sistemidir. Anlam. Yargı, devlet adına hukuku yorumlayan, savunan ve uygulayan mahkemeler sistemidir. Yargı, uyuşmazlıkların çözüm mekanizması olarak da düşünülebilir. Kuvvetler ayrılığı doktrini uyarınca, yargı genellikle kanun yapmaz (yasama organının sorumluluğundadır) veya kanunları uygulamaz (yürütmenin sorumluluğundadır), bunun yerine kanunları yorumlar, savunur ve her bir davanın gerçeklerine uygular. Bununla birlikte, bazı ülkelerde yargı ortak hukuk yapar. Birçok ülkede yargı organı, yargısal denetim süreci yoluyla yasaları değiştirme yetkisine sahiptir. Yargısal denetim yetkisine sahip mahkemeler, birincil mevzuat, anayasa hükümleri, antlaşmalar veya uluslararası hukuk gibi daha üst bir normla uyumsuz bulduklarında devletin kanun ve kurallarını iptal edebilir. Yargıçlar bir anayasanın yorumlanması ve uygulanması için kritik bir güç oluştururlar ve böylece ortak hukuk ülkelerinde anayasa hukuku gövdesini oluştururlar. Tarihçe. Bu kısım tarih boyunca yargının ve yargı sistemlerinin gelişimine ilişkin daha genel bir bakış açısıdır. Roma yargı sistemi. Arkaik Roma hukuku (MÖ 650-264). En önemli kısım "Ius Civile" (Latince "medeni hukuk") idi. Bu, "Mos Maiorum" (Latince "ataların yolu") ve "Leges'ten" (Latince "kanunlar") oluşuyordu. "Mos Maiorum", selefler tarafından yıllar içinde oluşturulan sosyal normlara dayanan davranış kurallarını ifade ediyordu. MÖ 451-449'da Mos Maiorum 12 Levha'da yazılı hale getirildi. "L' önce krallar, daha sonra da Cumhuriyet döneminde halk meclisi olmak üzere liderler tarafından belirlenen kurallardı. Bu ilk yıllarda yasal süreç iki aşamadan oluşuyordu. İlk aşama, In Iure, yargı süreciydi. Yargı sisteminin başındaki kişiye (hukuk dinin bir parçası olduğu için ilk başta rahiplere) gidilir, o da davaya uygulanabilir kurallara bakardı. Davadaki taraflara hukukçular yardımcı olabilirdi. Daha sonra ikinci aşama olan Apud Iudicem başlardı. Dava, eşit sayıda olmayan normal Roma vatandaşlarından oluşan yargıçların önüne getirilirdi. Uygulanabilir kurallar zaten seçilmiş olduğu için deneyim gerekmiyordu. Sadece davayı yargılamak zorundaydılar." Klasik öncesi Roma hukuku (MÖ 264-27). Bu dönemdeki en önemli değişiklik, yargı sisteminin başı olarak rahipten praetor'a geçilmesiydi. Praetor ayrıca seçildiği yıl için yeni yasalar ya da ilkeler ilan ettiği bir ferman yayınlardı. Bu ferman praetorian yasası olarak da bilinir. Principatus (MÖ 27 - MS 284). Principatatus, Augustus'un hükümdarlığı ile başlayan Roma İmparatorluğu'nun ilk bölümüdür. Bu dönem aynı zamanda "Roma hukukunun klasik dönemi" olarak da bilinir. Bu dönemde, praetor'un fermanı artık "edictum perpetuum" olarak biliniyordu ve tüm fermanlar Hadrianus tarafından tek bir fermanda toplanmıştı. Ayrıca yeni bir yargı süreci ortaya çıktı: "cognitio extraordinaria" (Latince "olağanüstü süreç"). Bu, imparatorluğun cömertliği nedeniyle ortaya çıktı. Bu süreç, davanın imparatorun temsilcisi olan profesyonel bir yargıca sunulduğu tek bir aşamadan oluşuyordu. Bir üst amire temyiz başvurusu yapılabiliyordu. Bu dönemde hukuk uzmanları ortaya çıkmaya başladı. Hukuk üzerine çalıştılar ve imparatora danışmanlık yaptılar. Ayrıca imparator adına hukuki tavsiyelerde bulunmalarına da izin veriliyordu. Dominatus (MS 284-565). Bu dönem aynı zamanda "Roma hukukunun klasik sonrası dönemi" olarak da bilinir. Bu dönemdeki en önemli hukuki olay Justinianus tarafından yapılan kodifikasyondur: Corpus Iuris Civilis. Bu, tüm Roma Hukuku'nu içeriyordu. Hem hukukçuların çalışmalarının ve yorumlarının bir derlemesi hem de yeni yasaların bir koleksiyonuydu. Corpus Iuris Civilis dört bölümden oluşuyordu: Orta Çağ. Orta Çağ'ın sonlarında eğitim gelişmeye başlamıştır. İlk eğitim manastırlarla sınırlıyken, 11. yüzyılda katedrallere ve şehirdeki okullara yayılmış ve sonunda üniversiteler kurulmuştur. Üniversitelerin beş fakültesi vardı: sanat, tıp, teoloji, kanon hukuku ve "Ius Civile" ya da medeni hukuk. Kanon hukuku ya da dini hukuk, Roma Katolik Kilisesinin başı olan Papa tarafından oluşturulan yasalardır. Son biçime seküler hukuk ya da Roma hukuku da denmekteydi. Esas olarak 1070 yılında yeniden keşfedilen "Corpus Iuris Civilis"'e dayanıyordu. Roma hukuku esas olarak "dünyevi" meseleler için kullanılırken, kanon hukuku kiliseyle ilgili meseleler için kullanılıyordu. "Corpus Iuris Civilis"'in keşfiyle 11. yüzyılda başlayan döneme skolastikler de denir ve bu dönem erken ve geç skolastikler olarak ikiye ayrılabilir. Bu dönem, eski metinlere duyulan ilginin yenilenmesi ile karakterize edilir. "Ius Civile". Erken dönem skolastikler (1070-1263). "Corpus Iuris Civilis"'ten Digesta'nın yeniden keşfi, Bologna Üniversitesinin Roma hukukunu öğretmeye başlamasına yol açtı. Üniversitedeki profesörlerden Roma kanunlarını araştırmaları ve eski kanunlarla ilgili olarak İmparator ve Papa'ya tavsiyelerde bulunmaları istendi. Bu durum Glossator'ların "Corpus Iuris Civilis"'i çevirmeye ve yeniden yaratmaya başlamasına ve bunun etrafında bir literatür oluşturmasına yol açtı: Accursius 1263 yılında "Glossa Ordinaria"'yı yazarak erken dönem skolastiklerin sonunu getirmiştir. Geç dönem skolastikler (1263-1453). Glossator'ların halefleri Postglossator'lar ya da Yorumculardı. Eski Roma hukukuna göre verilen öğütler olan metinler, risaleler ve "consilia" ile yorumlar yazarak bir konuyu mantıksal ve sistematik bir şekilde incelediler. Kanon hukuku. Erken dönem skolastikler (1070-1234). Kilise hukuku birkaç çeşit yasa bilir: "canones", konsiller tarafından alınan kararlar ve "decreta", papalar tarafından alınan kararlar. Ünlü dekretistlerden biri olan keşiş Gratian, günümüzde "Decretum Gratiani" ya da sadece "Decretum" olarak bilinen kilise hukukunun tamamını düzenlemeye başlamıştır. Birlikte "Corpus Juris Canonici" olarak bilinen altı hukuki metinden oluşan koleksiyonun ilk bölümünü oluşturur. Roma Katolik Kilisesi kanonistleri tarafından Pentekost (19 Mayıs) 1918'e kadar kullanılmış, bu tarihte Papa XV. Benedictus tarafından 27 Mayıs 1917'de ilan edilen gözden geçirilmiş Kanon Hukuku Kanunu (Codex Iuris Canonici) yasal güç kazanmıştır. Geç dönem skolastikler (1234-1453). "Ius Civile"'nin postglossator'ları gibi decretalistler de metinlerle birlikte risaleler, yorumlar ve tavsiyeler yazmaya başladılar. "Jus Commune". 15. yüzyıl civarında, her iki kanunla birlikte bir kabul ve kültürleşme süreci başladı. Nihai ürün "Jus Commune" olarak biliniyordu. Bu, ortak normları ve ilkeleri temsil eden kanon hukuku ile gerçek kurallar ve terimler olan Roma hukukunun bir birleşimiydi. Bu, daha fazla hukuki metin ve kitabın oluşturulması ve hukuki sürecin daha sistematik bir şekilde yürütülmesi anlamına geliyordu. Yeni yasal süreçte temyiz mümkündü. Süreç, yargıcın önündeki tüm delilleri aktif olarak araştırdığı kısmen engizisyonel, ancak her iki tarafın da yargıcı ikna edecek delilleri bulmaktan sorumlu olduğu kısmen de çekişmeli olacaktı. Fransız Devrimi'nden sonra kanun koyucular, kanunların hâkimler tarafından yorumlanmasını durdurmuş ve yasama organı kanunları yorumlamasına izin verilen tek organ olmuştur; bu yasak daha sonra Napolyon Kanunu ile kaldırılmıştır. Farklı hukuk sistemlerinde yargının işlevleri. Genel hukuk yargı sistemlerinde mahkemeler hukuku yorumlar; buna anayasalar, tüzükler ve yönetmelikler dahildir. Ayrıca, yasama organının kanun yapmadığı alanlarda önceki içtihatlara dayanarak kanun yaparlar (ancak sınırlı bir anlamda, belirli davaların gerçekleriyle sınırlı olarak). Örneğin, ihmal haksız fiili çoğu örf ve adet hukuku ülkesinde kanun hukukundan türetilmemiştir. Örfi hukuk terimi bu tür bir hukuku ifade eder. Örfi hukuk kararları, tüm mahkemelerin takip etmesi için emsal teşkil eder. Buna bazen "stare decisis" denir. Ülkelere özgü işlevler. Amerika Birleşik Devletleri mahkeme sisteminde Yüksek Mahkeme, federal Anayasa ve buna uygun olarak oluşturulan tüm tüzük ve yönetmeliklerin yorumlanmasının yanı sıra çeşitli eyalet yasalarının anayasaya uygunluğu konusunda nihai mercidir; ABD federal mahkeme sisteminde federal davalar ABD bölge mahkemeleri olarak bilinen duruşma mahkemelerinde görülür, ardından temyiz mahkemeleri ve daha sonra Yüksek Mahkeme gelir. Davaların %98'ine bakan eyalet mahkemeleri farklı isimlere ve organizasyona sahip olabilir; duruşma mahkemeleri "ortak savunma mahkemeleri", temyiz mahkemeleri "üst mahkemeler" veya "commonwealth mahkemeleri" olarak adlandırılabilir. Yargı sistemi, ister eyalet ister federal olsun, ilk derece mahkemesi ile başlar, temyiz mahkemesine gider ve son çare mahkemesinde sona erer. Fransa'da kanunların yorumlanmasında nihai merci idari davalar için Danıştay, hukuk ve ceza davaları için ise Yargıtaydır. Çin Halk Cumhuriyeti'nde, yasaların yorumlanması konusunda nihai merci Ulusal Halk Kongresidir. Arjantin gibi diğer ülkelerde alt mahkemeler, bir temyiz mahkemesi (ceza hukuku için) ve bir Yüksek Mahkeme içeren karma sistemler vardır. Bu sistemde Yüksek Mahkeme her zaman nihai mercidir, ancak ceza davalarının medeni hukuktan bir fazla olmak üzere dört aşaması vardır. Mahkemede toplam dokuz yargıç görev yapmaktadır. Bu sayı birkaç kez değiştirilmiştir. Ülkelere göre yargı sistemleri. Japonya. Japonya'nın hakim seçme süreci, Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika gibi çeşitli ülkelere kıyasla daha uzun ve daha katıdır. Hakim yardımcıları, Wako'da bulunan Hukuk Eğitim ve Araştırma Enstitüsünde eğitimlerini tamamlayanlar arasından atanmaktadır. Yardımcı hakimler atandıktan sonra beş yıl görev yapmadan ve Japonya Yüksek Mahkemesi tarafından atanmadan tek başlarına görev yapmaya hak kazanamazlar. Hâkimlerin savcı ya da avukat olarak on yıllık pratik deneyim sahibi olmaları gerekmektedir. Japon yargı organında Yüksek Mahkeme, sekiz yüksek mahkeme, elli bölge mahkemesi, elli aile mahkemesi ve 438 özet mahkemesi bulunmaktadır. Meksika. Meksika Yüksek Mahkemesi yargıçları Meksika devlet başkanı tarafından atanır ve daha sonra ömür boyu görev yapmak üzere Meksika Senatosu tarafından onaylanır. Diğer yargıçlar Yüksek Mahkeme tarafından atanır ve altı yıl süreyle görev yaparlar. Federal mahkemeler, Yüksek Mahkemenin 11 üyesi, 32 devre mahkemesi ve 98 bölge mahkemesinden oluşmaktadır. Meksika Yüksek Mahkemesi Mexico'da bulunmaktadır. Yüksek Mahkeme Yargıçları 35 ila 65 yaşları arasında olmalı ve aday gösterilmelerinden önceki beş yıl içinde hukuk diplomasına sahip olmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi yargıçları Amerika Birleşik Devletleri başkanı tarafından atanır ve Amerika Birleşik Devletleri Senatosu tarafından onaylanır. Yüksek Mahkeme yargıçları ömür boyu veya emekli olana kadar görev yaparlar. Yüksek Mahkeme Washington, DC'de bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri federal mahkeme sistemi 94 federal yargı bölgesinden oluşmaktadır. Bu 94 bölge daha sonra on iki bölgesel devreye ayrılır. Amerika Birleşik Devletleri'nde Yüksek Mahkemeye bağlı olduğu kabul edilen beş farklı mahkeme türü bulunmaktadır: Amerika Birleşik Devletleri iflas mahkemesleri, Amerika Birleşik Devletleri Federal Devre Temyiz Mahkemesi, Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Ticaret Mahkemesi, Amerika Birleşik Devletleri temyiz mahkemeleri ve Amerika Birleşik Devletleri bölge mahkemeleri. Göçmenlik mahkemeleri yargı organının bir parçası değildir; göçmenlik hakimleri, yürütme organında Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığının bir parçası olan Göçmenlik İnceleme Yürütme Ofisinin çalışanlarıdır. Her eyaletin, bölgenin ve yerleşik alanın, ilgili yargı yetkisinin yasal çerçevesi dahilinde faaliyet gösteren ve eyalet ve bölge hukukuna ilişkin davaları görmekten sorumlu kendi mahkeme sistemi vardır. Tüm bu yargı bölgelerinin ayrıca kendi yargı bölgelerinde en yüksek hukuk mahkemesi olarak görev yapan kendi yüksek mahkemeleri (veya eşdeğeri) vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9738", "len_data": 11933, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.87 }
Bisiklet (Fr. 'Bicyclette' İki dairecikli) ya da popüler olmayan eski adıyla velespit (Fr. 'Vélocipède' Tez Ayak), motorsuz veya elektrik motorlu, iki veya üç tekerlekli, pedallı, (bazen elektrik motor destekli) insan gücü ile ilerleyen bir ulaşım aracıdır. 19. yüzyıl sonlarında bisiklet anlamında Arapça derrâce sözcüğünün kullanıldığı da belirtilmektedir. Halk dilinde bisiklet anlamında "demirat, teker, yelatı" gibi sözcüklerin kullanıldığı tespit edilmiştir. Bisikletin eş anlamlısı olarak ise çiftteker ve çalınga sözcükleri bulunmaktadır. Ulaşım ve eğlencenin yanı sıra bisiklet sporunda da kullanılır. BMX, Dağ bisikleti, şehir (hibrit) bisikleti, tandem (çift kişilik bisiklet), tur bisikleti, yol bisikleti gibi türleri vardır. Vitesli ve vitessiz türleri bulunmaktadır. Tarihçe. Bisikletin icadı konusunda tarihçiler arasında tam bir fikir birliği yoktur ve ileri sürülen tarihler tartışmalıdır. Bisiklet, tek bir mucit tarafından icat edilmemiş, tarih içerisindeki pek çok farklı çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Leonardo da Vinci'ye ait olduğu ileri sürülen 1492 tarihli bir bisiklet karalamasının 1960'larda "Codex Atlanticus"'a eklenmiş sahte bir çizim olduğu anlaşılmıştır. 1790'larda icat edilen "vélocifère" veya "célérifère" isimli hızlı at arabası aracı, bisikletin atalarından biri olarak kabul edilmez. Binicisi tarafından itme gücü sağlanan iki tekerlekli ve kanıtları tartışmalı olmayan ilk taşıt, Alman Baron Karl von Drais de Sauerbrun tarafından icat edilmiştir. Drais, 1817 yılında aracı 14 km boyunca kullandı ve 1818 yılında Paris'te sergiledi. Von Drais, aracını "Laufmaschine" (koşu makinesi) olarak adlandırdı, çünkü tahtadan yapılmış aracın sabit bir gidonu vardı, fakat hareketi sağlamak için pedalları yoktu. Binici, ayakları ile yerden güç alıyor, bir denge tahtası binicinin kollarını destekliyordu. Zamanla bu isim yerine "draisienne" ve "velosipede" isimleri daha popüler hâle geldi. Draisienne günümüzde birçok dilde tren rayları üzerinde ray boyu kas gücüyle hareket eden aletler için kullanılır. Von Drais aracının patentini aldı, ancak kısa sürede kopyaları Avusturya, Birleşik Krallık, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi pek çok ülkede türedi. Londralı Denis Johnson, von Drais'in koşu makinesinden bir adet satın aldı ve İngiltere'de patentini alarak geliştirdi. 300 adet üretip "yaya at arabası" adıyla piyasaya sürdüğü araç, "hobi atı" adıyla ünlendi. Karikatüristler, bu aracı "züppe atı" olarak tanımlıyor ve yoldan geçenler, binicilerle alay ediyorlardı. Hobi atının sadece düzgün yollarda rahatça kullanılabilmesi, emniyet endişelerini gündeme getirdi ve araç, altı ay içerisinde gözden düştü. Drais ve Johnson'ın çabaları, iki tekerlekli bisikletin hareket hâlinde iken dengede kalabileceğini ispatlasa da sonraki 40 yıl boyunca çalışmalar üç ve dört tekerlekli bisikletler üzerinde yoğunlaştı. İlk büyük oranda seri bisiklet üretimi "Michaux Company" tarafından yapılmıştır. Şirket, yılda yüzkırk bisiklet üretiyordu. Bisikletin ilgi görmesi, dönemin devletlerinin de dikkatini çekmiştir. 1800'lerin ikinci yarısında Fransa Savunma Bakanlığı bisiklet üretimini destek vermiş ve 1871'de imal edilen bisikletler, Almanya ile o zaman yapılan savaşta kullanılmıştır. Trufaut, içi boş kauçuk lastiğini bulmuş, bunu İskoçya'da eşit çapta tekerlekleri olan komple kadrolu, bilyalı ve millî bisikletlerin yapılması takip etmiş, ardından da ortadan katlanan portatif bisikletler piyasaya çıkmıştır. İrlanda'da 1888 yılında havalı plastik bisikletler piyasaya sürülmüştür. Bu durum bisiklet endüstrisini geliştirmiştir. Bisiklet üretiminde kullanılan malzemenin fiyatının yüksekliği, işçilik maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle halka inememiştir. 1800'lerin sonundan fabrikaların artması ve seri üretimin hızlanmasıyla maliyetlerde yaşanan düşüş, bisikletin geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Özellikle Belçika, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya'daki bisiklet fabrikaları, bisikletin bu ülkelerde yaygınlaşmasına ve bisiklet sporunun gelişmesine önayak olmuştur. II. Dünya Savaşı'nda Avrupa ülkeleri, bisikleti ordu süratinin artırılması için askerî amaçla kullanmışlardır. Bisiklet o kadar günlük hayat içindedir ki sayısal dünya alfabesi Unicode'da 0x1F6B2 Kod noktası bisiklet ikonu için ayrılmıştır. Bunun HTML entity kodu olarak karşılığı olan codice_1 web sayfasında şu "harfi" gösterir: 🚲. Türleri. Tekerlek çaplarına göre. Bisiklet tipleri birkaç farklı şekilde sınıflandırılabilirler. Bunlardan birisi tekerlek çaplarına göre yapılan sınıflandırmadır. Üç tekerlek çapı şu anda çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar , , . Bunların dışında çapındaki tekerlekler, uzun yıllar boyunca yol bisikletlerinde kullanılmıştır. çaplı 650B olarak tanımlanan tekerlekler de son zamanlarda bazı üreticiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. çaplı tekerlekler dağ bisikletinde yaygınlığı gitgide artmıştır. 2012 yılında olimpiyatlarda birçok dağ bisikleti yarışçısı tekerlekleğe sahip bisiklet kullanmışlardır. Teker çapı sınıflandırmasına göre tekerlek çapına sahip bisikletler yol bisikleti, tekerlek çapına sahip bisikletler dağ bisikleti olarak kabaca tanımlanır. tekerleklere sahip bisikletler BMX bisikletleri hacı bisikleti olabildikleri gibi, farklı üç tekerlekli, hatta dört tekerlekli bisikletlerde ve yatay bisikletlerde sıklıkla kullanılırlar. Kullanım amaçları. Bisikletler kullanım amaçlarına göre de sınıflandırılabilirler. Teker çapı ne olursa olsun, ince tekerlekli ve daha nahif yapılı, asfaltta kullanıma yönelik yapılmış bisikletlere "yol bisikleti" denir. Gene tekerlek çapı ya da olmasına bakılmaksızın (genellikle 559 mm olur), sağlam gövdeli ve dayanıklı parçalardan yapılmış, daha kalın lastiklerin kullanılmasına izin veren bisikletler araziye uygundurlar ve bunlara "dağ bisikleti" denir. Dağ bisikletlerinin ön süspansiyonlu, ön ve arka süspansiyonlu, süspansiyonsuz tipleri olabilir. Süspansiyon miktarına ve olup-olmamasına göre bisiklet kullanım alanları değişebilir. Teker çapı ya da ve son zamanlarda da ya da olarak üretilen bazı bisikletler, uzun yollarda kullanılmak üzere üretilirler. Bu bisikletlerin ön ve arka kısımlarında çanta taşımaya imkânları vardır. Çamurluklar, rahat sele ve gidonlar kullanırlar. Tek amacı uzun mesafelere binicisini ve binicinin eşyalarını taşımak olan bu bisikletlere "tur bisikleti" denir. Teker çapı Türkiye'de , Fransa, İtalya, İskandinav ülkeleri gibi bölgelerde ise 650B olan bazı bisikletler vardır ki bunlara "şehir bisikletleri" denir. Bu bisikletlerin çoğu zaman ön ve arkalarında sepetleri, dinamolu ışıklandırma sistemleri vardır. Avrupa'nın pek çok yerinde genç-yaşlı insanlar şehir içindeki işlerini görmek, bir yerden bir yere gitmek, yük taşımak için bu bisikletleri kullanırlar. Asıl amacı akrobasi ve bazı özel yarışlar olan, sağlam yapılı ve tekerlekli bisikletlere "BMX bisikletleri" denir. Bu bisikletler 1980'li yıllardan itibaren ortaya çıkmış ve bütün dünyada popülerlik kazanmışlardır. İki sürücünün aynı anda binmesine müsaade eden bisikletlere "tandem" denir. Tandemler, uzun turlardan kısa arazi yarışlarına kadar pek çok farklı alanda kullanılabilirler. Sürücüsünün arkasına yaslanmasına hatta bazı durumlarda yatar pozisyonda durmasına müsaade eden bisikletlere "yatay bisiklet" denir. Yatay bisikletler Türkiye'de yaygın değildir. Yatay bisiklet kelimesi bile bilinmemektedir. Yatay bisikletin İngilizcesi "'dir. Sadece tek bir tekerleki olan bisikletler de vardır. İki tekerlek karşılığı kullanılan İngilizcesi " olan bisiklet, tek tekerlekten oluştuğu için İngilizcedeki "" kelimesinin karşılığı olarak unisiklet kelimesiyle tanımlanmaya başlamıştır. Eskiden sirklerde gösteri amacıyla kullanılan unisikletler, son yıllarda sokak hareket yarışmalardan unisiklet basketbolu, hokeyi ve dağ unisikleti manasına gelen "muni" kategorilerine kadar geniş bir alana yayılmış ve giderek dünyada popülerlik kazanmışlardır. Tek tekerlekli bisiklet, yani unisikleti kullanmayı öğrenmek, normal bisiklet kullanmaktan farklıdır. "Elektrikli bisiklet" motorda ve pilde yeni teknolojiler (örn. Ni-MH) sayesinde fiyat ve kulanım kolaylığı getirerek bisikleti daha çekici hale kılmaya başlamıştır. Bu yüzden daha uzun mesafeler bisikletle terlemeden ulaşılabilir hale gelmiştir. Buna ek olarak sıkışık trafikte araba içinde hareketsiz yolculuk yerine, daha hür, daha sosyal, daha sağlıklı, daha masrafsız ve daha çevreci bir seçenek sunması gibi nedenler elektrikli bisikleti daha çekici hale getirmiştir. Elektrikli motor ön teker göbeğine, arka teker göbeğine ya da daha dengeli olsun diye pedallar arasına yerleştirilebilir. Elektrik enerjisinin depolandığı pil kadro içinde saklı veya üzerinde monte edilmiş olabilir. Motor pilden aldığı enerjiyle pedal gücüne yardım ederek sürücünün konforunu arttırır. Kanunun bisiklet süratine ve motor gücüne koyduğu kısıtlamalara uyabilmek ve kullanım kolaylığı için elektrikli bisikletlerde hız ve pedal gücü ölçen, motor yardımının oranını ayarlayan aygıtlar da sistemin parçası olabilir. "İş bisikletleri" özellikle yük taşımak için üretilirler. Bazıları yüz kilo ve üstündeki yükleri taşıyabilecek kadar sağlamdır. Elektrik motor destekli olanları yüklü iken bile zorlanmadan trafiğe de uyabilir. İki veya üç tekerlekli modelleri vardır. Katlanabilen bisiklet uzunca bir seyahatin ilk ve son kısımlarında kullanmak için, motorlu taşıtta beraber götürülebilme kolaylığı amacıyla daha az yer kaplayacak şekilde kolayca katlanıp, varınca da kolayca açılıp binilebilen bisiklet çeşitlerine denir. Scooter ya da "kick bike" denilen iki tekerli, oturaksız, bir ayakla üstüne yere yakın basılıp bir ayakla yeri iterek binilen bisiklet çeşitleri de vardır. Daha kısa ve yokuşsuz asfaltlı mesafelere uygundurlar. Bisiklet donanımı. Bisiklet, çeşitli donanımın bir araya gelmesinden oluşur. Kadro. Çatı da denir. Karbon, çelik, alüminyum, titanyum gibi farklı malzemelerden yapılabilir. Sağlamlık açısından daha çok bisikletlerde alüminyum ve karbon kadrolar tercih edilir. Alüminyum kadroların en büyük özelliklerinden birisi, hafif olması ve darbeleri emmesidir. Günümüzde karbon fiber kadrolar oldukça yaygın olup alüminyumdan çok daha sert ve çok daha hafiftirler. Bu özelliğinden dolayı dağ bisikleti ve yol bisikletlerinde karbon kadrolar daha çok tercih edilir. Kadronun yüksekliği binicinin yüksekliğine uygun seçilir. Yüksekliğin ince ayarı oturak çubuğunun uzunluğu ayarlanarak yapılır. Kadronun geometrisi bisikletin ne kadar yüksek dengeli sürülebileceği ve ne kadar yüksek manevra kabiliyeti gösterebileceği gibi özelliklerinin nasıl dengeleneceğine karar verir. Bazı kadrolar arka tekerin kendi maşasıyla kadrodan bağımsız ve amortisörlü hareket edebildiği, engebeler üzerinden sekmelerin vereceği sarsıntıları kadroya ve sürücüye ulaştırmayacak şekilde tasarlanmıştır. Maşa. Tekerin iki yanına uzanan maşa amortisörlü ya da düz olabilir. Ön veya arkada bulunabilir. Havalı ve yaylı olmak üzere iki çeşittir. Amortisörler sürüş konforu sağlamak ve tekerin yere temasını peşpeşe zıplamaları önleyerek artırmak için tasarlanmıştır. Dağdan inerken veya engebeli arazide yardımcı olurlar. Düz maşalar daha çok yol ve şehir bisikletlerinde kullanılır. Bu sebeple en çok tercih edilen amortisörlü olanıdır. Eğer şehirde sürülecekse daha az karmaşık olan düz maşa da kullanılabilir. Sele. Seleler, kısa mesafeli sürücülerin tercih ettiği yastıklı olanlardan bacak salınımları için daha çok alan sağlayan daha dar selelere kadar sürücü tercihine göre değişir. Konfor, sürüş pozisyonuna bağlıdır. Konfor bisikletleri ve hibritlerde, bisikletçiler sele üzerinde yüksekte oturur, ağırlıklarını seleye yönlendirler, bu yüzden daha geniş ve daha yastıklı sele tercih edilir. Sürücünün eğildiği yarış bisikletlerinde, ağırlık gidon ve sele arasında daha eşit şekilde dağıtılır, kalçalar bükülür ve daha dar ve sert bir sele daha verimlidir. Erkek ve kadın bisikletçiler için farklı sele tasarımları vardır, cinsiyetlerin farklı anatomilerine ve oturma kemiği genişliği ölçümlerine uyum sağlar, ancak bisikletler genellikle erkekler için en uygun olan selelerle satılır. Süspansiyonlu sele direkleri ve sele yayları şoku emerek konfor sağlar ancak bisikletin genel ağırlığını artırabilir. Yatay bisikletin, özellikle belirli tipte koltuk, sırt, boyun, omuz veya bilek ağrısı çeken sürücüler olmak üzere bazı sürücülerin, bir seleden daha rahat bulduğu, yatırılmış sandalye benzeri selesi vardır. Yatay bisikletlerin sele altı veya sele üstü direksiyonu olabilir. Frenler. Hız düşürmek için kontrol hareketiyle dönen tekere sürtünme başlatan frenler ön ve arka tekere uygulanışına göre olmak üzere iki tanedir. Sürtünmeyi gerçekleştirme yöntemi bakımından birçok çeşitleri vardır: Fren kontrol hareketini (didona monte edilmiş el freni manivelalarını ellerin kavramasını) lastik ve balatalara ulaştırma yöntemi olarak birçok mekanizma çeşidi vardır: Tekerlek. Bisiklette tekerlek bir ilâ dört tane olabilir. Fakat ikiden farklı sayıda olması hâlinde "bi"siklet adı, içindeki "iki" kelimesinden dolayı uygun olmaz. Üçlü bisikletlerin genelde önde bir, arkada iki tekerleği vardır. Tek tekerlekli olanlar ise genellikle sirklerde gösteri ve akrobasi amaçlı kullanılmaktadır. dağ bisikletleri için, yol bisikletleri için uygun basınç ölçüsüdür. Dönüş hızını artırmak için rulmanlı göbek sistemleri kullanılır. Dağ bisikletlerinde daha dişli lastikler, şehir ve yol bisikletlerinde ise sürtünmesi, dolayısıyla enerji kaybı daha az düz ve dişsiz lastikler tercih edilir. Buzlu ya da sıkıştırılmış kar zeminler için çivili lastik önerilir. Tekerleğin cantı göbeğine tellerle bağlıdır. Bu teller göbek kenarında bir delikten çıkıp, belli açılarda birbirleri ile kesişerek cant tarafında cant içinden göbeğe doğru uzanan bir meme-somuna vidalanır. Tellerin yarısı göbeğin bir tarafına, diğer yarısı öbür tarafına uzanır. Aynı yana uzanan tellerin yarısı saat yönünde diğer yarısı saate ters yönde eğimle uzanır. Tellerin tümünün gerilimleri her yönde cantı öyle dengeli bir şekilde gerer ki, teker hızla döndüğünde yalpalamaz, ağır yük taşıyabilir. Tellerden biri gevşer ya da koparsa yalpalama görülür, hemen düzeltmek gerekir. Tellere refleks, hız ölçücü gibi şeyler monte edilmiş olabilir. Bazı tekerlekler teller yerine deliksiz bir yüzey kullanır. Telli tekerin üstünlüğü yandan rüzgara yelken olmama, yan darbelere dayanıklılık, hafiflik ve yalpalamada tamir kolaylığı konularındadır. Vites donanımı. Sürücünün kas gücünü bisikletin ileriye doğru hareketinde değişik süratlere dönüştürebilen düzenlere vites denir. Vitesler, yol eğimine göre pedal çevirme kolaylığı sağlamak, düzde az pedal hareketi ile bisikleti hızlandırabilmek ve yokuşlarda çok pedal hareketi ile daha kolay tırmanmak içindir. Vites mekanizmaları birçok gelişim evresinden geçmiştir: Elektrik motoru destekli bisikletlerde, basamaksız ve otomatik vites kutuları, içindeki şanzıman yağlarının debriyaj işlevini kısmen görebilmesi yüzünden daha uygundur. Bazı bisikletler pedaller ile arka göbek arasında, sarsıntıda dişliden düşen ve dokunulduğunda lekeler bırakan yağlı bir çelik zincir yerine, hiç yağ gerektirmeyen, su ile yıkanabilen, daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif, karbon elyaflı bir kayış kullanmaktadır. Bazılarında ise arabalardaki gibi uçları dişli, kendi ekseni etrafında dönen tahrik mili kullanılmaktadır. Tahrik mili zincirden biraz daha ağır olabilir. Kayış ve tahrik mili aktarıcısız göbek vitesli tasarımlara uygundur ve montaj bakımından daha karmaşıktırlar. Bu sebeplerden pek yaygın değildirler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9740", "len_data": 15477, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Bisiklet, iki tekerlekli bisikletin gelişmesi sonucunda ortaya çıkmış bir spor dalıdır. Eğlence, ulaşım ve yarışma amacıyla bisiklet sürmenin giderek yaygınlaşması bisiklet sporunu daha da geliştirmiştir. Ama bu yaygınlaşmada, bisikletin yeni gelişmelerle daha rahat ve kolay kullanılır bir araç haline gelmesinin de etkisi olmuştur. Bisiklet kısa yolculuklarda kullanışlı ve ekonomik bir araçtır. Birçok ülkede turlarla ilgili bilgi sağlayan ve toplu bisiklet gezileri düzenleyen bisiklet kulüpleri vardır. Bisikletle yola çıkmadan önce, bisikletin kullanıma uygun durumda olup olmadığı kontrol edilmelidir. Güvenli ve keyifli bir sürüş için her zaman bisikletin temiz tutulması, işleyen bölümlerinin yağlanması, gerekli ayarların yapılması, lastikler iyice şişirilmesi ve hepsinden de önemlisi frenlerinin denetlenmesi gerekir. Bisiklet yarışları. Bisiklet sporunun yüz yılı aşan bir geçmişi vardır. Bu spor özellikle Avrupa ülkelerinde çok sevilmekle birlikte, başka ülkelerde de ilgi sürekli artmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde, amatör ve profesyonel bisikletçiler için çeşitli yarışlar yapılır. Bisiklet yarışları, yol bisikleti, pist bisikleti, cyclo-cross, dağ bisikleti ve BMX kategorilerinde düzenlenir. Bisiklet yarışları, Türkiye'de Türkiye Bisiklet Federasyonu ve dünyada UCI kuralları ile düzenlenir. Yol bisikleti. Erkekler amatör bisiklet yarışları, 1896'dan beri Olimpiyat Oyunları'nda yer alır. Kadınlar yol yarışları ise 1984'te Olimpiyat Oyunları kapsamına alınmıştır. Bisiklet sporunda ayrıca amatör ve profesyonel dallarda dünya şampiyonaları düzenlenmektedir. Yol yarışlarında, tüm sürücüler toplu biçimde aynı anda yarışa başlar. Bu tür yarışlarda bitiş çizgisine ilk ulaşan yarışı kazanır. Klasik bisiklet yarışları 250 km civarında bir mesafede yapılabilan tek günlük yarışlardır. Zamana karşı yol yarışlarında, her bisikletçi kısa aralarla peş peşe çıkış noktasından hareket eder. Takım zamana karşı ya da bireysel zamana karşı olarak yapılabilir. Çok etaplı yol bisikleti yarışları da mevcuttur. Bu yarışlar 3 gün ila 21 gün arasındadır. Etapların bazıları takım ya da bireysel zamana karşı olabilir. Bu yarışların en ünlüsü, Fransa Bisiklet Turu'dur ve Fransa'nın çeşitli yerlerinde 3.500-4.000 km dolaylarında mesafede yapılır. Benzer olarak; İspanya Bisiklet Turu ve İtalya Bisiklet Turu da düzenlenmektedir. Bu üç tura Büyük Turlar denilmektedir. Türkiye'de çok etaplı yol bisiketi yarışı olarak Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu düzenlenmektedir. Pist bisikleti. Oval biçimindeki pistlerde yapılan bisiklet yarışları kısa mesafeli yarışlardır. Pistin bir tur uzunluğu, katları 1000'i verecek şekilde, 500, 400, 333,3 ya da 250 metre olabilir. Veledrom adı verilen bisiklet pistleri, dış kenarı yüksek olacak biçimde içe doğru eğimlidir ve bir fincan tabağını andırır. Bu eğim, yarışçıların köşeleri hızla dönerken savrulmalarını önler. 500-1000 metre arasındaki kısa mesafeli yarışlar, sürat yarışlarıdır. Sürat yarışlarında, bitiş çizgisinde bisikletin hızı saatte 65 kilometreye kadar ulaşabilir. 4.000-5.000 metre yarışları takip yarışlarıdır. 5 km, 10 km ya da 20 km'lik orta mesafe yarışlarında ise, zamana karşı yarışılır. Bu yarışların tümü tek kişilik bisikletlerle yapılan yarışlardır. Aynı zamanda iki kişilik bisikletlerle yapılan yarışlar da vardır. Velodrom yarışları; 1000 metre sürat yarışı, 4000 m.takım sürat yarışı, 1000 metre ferdi saate karşı yarış, 4000 metre ferdi sürat yarışı, puanlı yarış, çifte (tandem). Dağ bisikleti. Dağ bisikleti yarışı, orta ve yüksek dereceli teknik sürüş gerektirecek şekilde, genelde off-road arazilerde yapılan yarışlardır. çeşitli şekillerde yapılmaktadır: Cross-country, enduro ve tepe inişi yanında 4X veya four cross yarışları vardır. Cross-country dağ bisikleti, Yaz Olimpiyatları'ndaki tek dağ bisikleti disiplinidir. Cyclo-cross. Diğer bisiklet yarışları arasında, bisiklet yarışı ile krosun (kır koşusu) bir bileşimi olan kros bisikleti (cyclo-cross) vardır. Kros bisikleti inişli çıkışlı ve bozuk parkur yapılır. Yarışçıların bazen bisikletten inerek yürümeleri ve bisikletlerini omuzlarında taşımaları gerekir. BMX. 2008 yılında Pekin olimpiyatlarında yarış başlatılmıştır. Türkiye'de bisiklet sporu. İlk bisiklet yarışı, Osmanlı döneminde, 1896'da Atina'da düzenlenen ilk modern Olimpiyat Oyunları'ndan bir yıl sonra, 1897'de Selanik'te yapıldı. Daha sonra bisiklet satıcılarının girişimiyle İstanbul'da da bisiklet yarışları düzenlendi. Ama asıl gelişme, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra gerçekleşti. Fenerbahçe Spor Kulübü, 1912'de bir bisiklet şubesi kurarak bu sporun gelişmesine öncülük etti. 1923'te Bisiklet Federasyonu kuruldu ve bu tarihten itibaren bölgeleri dolaşmayı amaçlayan bisiklet gezileri düzenlendi. Ne var ki, bir bisiklet ekibi bisiklet bulamadığı için 1924'te Paris'te düzenlenen Olimpiyat Oyunları'na katılamadı. Türkiye ilk uluslararası yarışmalara 1927'de Bulgaristan'da katıldı. Türkiye'de ilk kez 1928'de Ege Turu adı altında yarışma düzenlendi. Daha sonra, 1938, 1939, 1941 ve 1942'de İstanbul-Edirne-İstanbul bisiklet yarışları yapıldı. 1963'te de Marmara Turu adı altında bisiklet yarışları yapılmaya başlandı ve Marmara Turu 1966'da uluslararası nitelik kazandı. 1968'de de Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu adını aldı. 1970'te de ilk kez Esen Bisiklet Kulübü adıyla bir kadın bisiklet takımı kuruldu. Türk bisikletçileri 1971'de İzmir'de düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda dereceye girdiler. Başarılı sürücülerden biri olan Erol Küçükbakırcı 1973'te Balkan şampiyonu oldu; 1975'te de Libya ve Suudi Arabistan turlarını kazandı. Hasan Can 1977'de Fransa Bisiklet Turu L'avenir Ödülü'nü aldı. Cumhurbaşkanlığı Uluslararası Bisiklet Turu'nda 1989'da ve 1993'te Türk takımı üçüncü oldu. Aynı turun bireysel dalında 1993'te Ayhan Aytekin, 1996'da Nadir Yavuz da üçüncülük elde etti. 1996'daki Cumhurbaşkanlığı Uluslararası Bisiklet Turu'nda Türk bisikletçiler takım halinde ikinci oldular. 1998'de yapılan Balkan Yol Şampiyonası'nda Erdinç Doğan altın madalya kazandı. Türk dağ bisikleti tarihi 1997'de ilki yapılan, Uluslararası Alanya Dağ Bisikleti Kupası ile başlar. 2007 Avrupa Dağ Bisikleti Şampiyonası'na Türkiye 12-15 Temmuz tarihlerinde Ürgüp'te ev sahipliği yapacaktır. 2007 yılında Türkiye 3 adet uluslararası yol bisikleti turuna ve 12 adet uluslararası dağ bisikleti yarışmasına ev sahipliği yapacaktır. Bunların yanı sıra ulusal düzeyde tüm disiplinlerde yarışlar düzenlendiği gibi; Yol bisikleti, yol bisikleti zamana karşı, pist, olimpik dağ bisikleti ve dağ bisikleti maraton disiplinlerinde Türkiye Şampiyonaları organize edilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9741", "len_data": 6592, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.34 }
Medya, Latincede ortam, araç anlamına gelen "medium" kelimesinin çoğulundan gelmiştir. İletişimde medya, bilgi veya verileri depolamak ve iletmek için kullanılan kitle iletişim araçlarını ifade eder. Bu terim genellikle basılı medya, yayıncılık, haber medyası, fotoğrafçılık, sinema, radyo ve televizyon yayıncılığı, dijital medya ve reklamcılık gibi kitle iletişim araçlarını, iletişim endüstrisinin bileşenlerini ifade eder. "Medyum" terimi ("medya"nın tekil biçimi), "gazete, radyo veya televizyon gibi toplumdaki genel iletişim, bilgi veya eğlence araçlarından veya kanallarından biri" olarak tanımlanır. Pers İmparatorluğu (Chapar Kaneh ve Angarium) ve Roma İmparatorluğu da dahil olmak üzere posta gibi daha uzun mesafeli iletişim sistemlerini mümkün kılan erken yazı ve kağıdın gelişimi, erken medya araçları olarak yorumlanabilir. "Sanal Cemaatler" kavramını geliştiren Howard Rheingold gibi yazarlar, insan iletişiminin erken biçimlerini, Lascaux mağara resimleri ve erken yazı gibi erken medya biçimleri olarak çerçevelediler. Medya'nın reklam medyası, yayın medyası, dijital medya, elektronik medya, basılı medya, haber medyası, basılı medya, sosyal medya, yeni medya, multimedya gibi alt başlıkları bulunmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9742", "len_data": 1225, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.96 }
Francis Bacon, 1. St Alban Vikontu, 1st Lord Verulam, PC (; 22 Ocak 1561 – 9 Nisan 1626), Kral I. James döneminde İngiltere Başsavcısı ve İngiltere Lordlar Kamarası Şansölyesi olarak görev yapmış İngiliz bir filozof, bilim insanı ve devlet adamıdır. Bacon, bilimsel yöntemle yönlendirilen doğa felsefesinin önemini savunmuş ve eserleri Bilimsel Devrim boyunca etkili olmuştur. Bacon, "empirizmin babası" olarak adlandırılmıştır. Yalnızca tümevarım mantığı ve doğadaki olayların dikkatli gözlemiyle bilimsel bilginin mümkün olduğunu savunmuştur. Bilimin, bilim insanlarının kendilerini yanıltmaktan kaçınmayı amaçladıkları şüpheci ve metodik bir yaklaşımla gerçekleştirilebileceğine inanıyordu. Bacon'ın, bu tür bir yöntem hakkındaki en belirgin önerileri, Baconcu method olarak adlandırılan yaklaşım uzun süreli bir etki yaratmamış olsa da, şüpheci metodolojinin önemine ve olasılığına dair genel fikirleri daha sonra onu bilimsel yöntemin kurucularından biri haline getirmiştir. Şüpheciliğe dayalı yöntemi, bilim için yeni bir retorik ve teorik çerçeve sunmuştur ve sunduğu bu çerçeve bilim ve metodoloji tartışmalarında hala merkezi konumunu korumaktadır. Bilimsel devrimdeki rolü, bilimsel deneyleri Tanrı'yı yüceltmenin ve kutsal yazıları yerine getirmenin bir yolu olarak teşvik etmesiyle ünlüdür. Bacon, kütüphanelerin hamisiydi ve kitapları, tarih, şiir ve felsefe olmak üzere üç kategori altında sınıflandırmak için bir sistem geliştirmiştir. Geliştirdiği bu kategoriler daha sonra belirli konulara ve alt başlıklara bölünebilirdi. Kitaplar hakkında şu ünlü sözüyle tanınır: "Bazı kitaplar tadılmalı, bazıları yutulmalı; ve birkaç tanesi çiğnenip hazmedilmelidir." 19. yüzyılın ortalarında öne sürülmüş, Shakespeare'nin eserlerinin bir başkası tarafından yazıldığını iddia eden bir sözde teoriye göre ("Shakespeare authorship question"), Bacon'ın William Shakespeare'e atfedilen oyunların en az bir kısmını, hatta muhtemelen tamamını yazdığı öne sürülmektedir. Bacon, Cambridge Üniversitesi'ndeki Trinity College'da eğitim görmüş ve burada büyük ölçüde Latince sunulan Orta Çağ müfredatını titizlikle takip etmiştir. 1597'de Kraliçe I. Elizabeth, onu hukuk danışmanı olarak tutmuş ve kendisine Kraliçe'nin danışmanı" unvanı verilmiştir. I. James'in 1603'te tahta çıkmasının ardından, Bacon şövalye ilan edilmiş, daha sonra 1618'de "Baron Verulam" ve 1621'de St Alban Vikontu unvanlarını almıştır. Bacon'ın varisi bulunmadığı için, her iki unvan da 1626'da 65 yaşında zatürreden ölmesiyle sona ermiştir. Hertfordshire'daki St Albans'da, St Michael Kilisesi'nde gömülüdür. Hayatı. 22 Ocak 1561'de Londra'da doğan Francis Bacon, Kraliçe 1. Elizabeth'in adalet bakanı Nicholas Bacon'ın oğludur. Her ne kadar Francis Bacon'ın ünü babasınınkini gölgede bıraksa da, babası, Nicholas Bacon da sıradan birisi olmaktan çok öte, döneminin ünlü isimlerindendi. Francis Bacon, on iki yaşında girdiği Trinity College, Cambridge'de skolastik felsefeyle tanıştı ve skolastik felsefeye karşıt görüşlerinin tohumları burada atıldı. 1576'da Hukuk okumaya başladıktan sonra, Fransa'daki İngiliz elçisinin yanında çalışması için bir teklif aldı. Teklifi kabul ederek, öğrenimine ara verdi ve Fransa'ya gitti. Bacon, felsefeye olan aşkının iyice filizlenmeye başladığı bu dönemde (1579) babasının beklenmedik vefat haberini aldı. Cepleri boş bir şekilde İngiltere'ye döndüğünde yapabileceği tek şey hukuk öğrenimine devam etmek oldu. Öğrenimini tamamladıktan sonra avukatlık yapmaya başladı. Çocukluğundan beri alıştığı lüks yaşama özlem çekiyordu, bu yüzden avukatlık yaparken bir taraftan da siyasi bir kariyer için çalıştı. Nitekim 1584'te parlamentoya seçildi. Essex kontuyla yakın bir arkadaşlığı vardı. Fakat arkadaşlıkları, Essex kontunun Kraliçe 1. Elizabeth'i devirmek üzere kurduğu planlar nedeniyle bozuldu. Kraliçeye olan bağlılığının büyük olduğunu belirten Bacon, uzun süre arkadaşını fikirlerinden döndürmeye çalıştı. Kraliçeye yapılan başarısız bir suikast girişiminden sonra Essex kontu tutuklandı. Bacon'ın da çabalarıyla salıverilen kont, daha sonra Kraliçeyi devirmek için yeni bir girişimde bulundu. Bu sefer tutuklandığında, suçlu bulundu ve idam edildi. Bu sırada Bacon'ın yıldızı parlamaktaydı, her ne kadar Essex kontuyla olan bu ilişkileri sonucu onu hayatı boyu tehdit edecek düşmanlar edinmiş olsa da Kraliçeye olan bağlılığı hiç kuşkusuz ona kariyer açısından büyük fırsatlar vermişti. 1603'te Kraliçenin veliahtı olarak I. James tahta geçince hızlı bir şekilde önemli mevkilere geldi. Önce "Sir" unvanı aldı, sonra 1606'da başsavcı, 1618'de ise İngiltere başyargıcı oldu. Kariyerinin zirvesindeyken, çöküşü kapıyı çaldı. 1621'de rüşvet suçuyla tutuklanıp yargılandı. Suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı. Hapishanede fazla kalmadı ve salıverildi, fakat bundan sonra ne parlamentoda ne de herhangi bir politik konumda bulunma imkânı vardı. Siyasetten kopan Bacon hayatının geri kalan yıllarını felsefi düşüncelerine adadı. Bacon'ın ölümü de bilim uğruna oldu: Soğuğun çürümeyi önleyip önlemediğini görmek için bir tavuk ölüsünü karla doldurarak yaptığı deney sırasında soğuk algınlığına yakalandı. 1626'da zatürre nedeniyle öldü. Düşünceleri. Bacon'ın felsefesinin merkezinde bilim vardır. Bilimin insanları aydınlatma ve geliştirme işlevini öne çıkarmıştır. O'na göre bilim, doğanın özüne yönelmelidir. Doğayı deneyle kavramaya çalışmıştır. Pragmatizm ile sonuçlanacak olan deney temeline dayanan İngiliz felsefesinin ilk tohumlarını atmıştır. Bacon'a göre bilimin başlıca yöntemi tümevarım yöntemidir. Bacon yapıtlarıyla bilimin ve felsefenin, gelişimini göstermiş, doğa ve akıl arasında bir bağ kurulabileceği fikrini yerleştirmiştir. Aynı zamanda, ötanazi kavramını günümüzdeki anlamına yakın içerikte ilk kez Francis Bacon kullanmıştır. Hekimin görevinin, acısına son vererek hastayı tedavi edip iyileştirmekle sınırlı olmadığını, bunun başarılamadığı durumlarda ona rahat ve kolay bir ölüm sağlamayı da içerdiğini savunmuştur. Eserleri. Bacon'ı felsefe ve siyaset alanları dışında edebiyat alanında da büyük bir üne ve öneme kavuşturan eseri hiç kuşkusuz ünlü "Denemeler"idir (Essays). 1597'de ilk kez basılan bu eseri, daha sonra genişletilmiş bir şekilde 1612 ve 1625'te tekrar basıldı. Yalın ve berrak anlatımının yanında zekice oluşturulmuş kompleks formları da içeren bu eseri Bacon'ı İngiliz edebiyat tarihinin ünlü simalarından biri yapmıştır. Denemeler, birçok farklı konuda Bacon'ın fikirlerinde gezinmemizi sağlayan, onu ve düşünce biçimini anlamamıza olanak verdiği gibi günlük yaşantımız açısından da değerli nasihatlere ve düşüncelere sahip olan önemli bir eserdir. Denemeler üzerinde birkaç noktada durmamız gerekirse, bunlardan en önemlisi, Denemeler'deki ahlâk felsefesidir. Hristiyan ahlâk yapısının uzağında daha makyavelist bir ahlâk görüşü hakimdir. Yine de pür bir makyavelist tavırdan öte, geleneksel Hristiyan ahlâkı ile makyavelist tutumun ortasında, daha uzlaşmacı bir ahlâk yapısı göze çarpmaktadır. Denemeler'den fazlasıyla anladığımız üzere Bacon'ın ideal yönetim sistemi otokrasidir. Fakat onun otokrasi anlayışı ortaçağdakinden biraz daha farklı, belki de filozof-krala daha yakın bir anlayıştır. Bacon, Denemeler'de, gençlikten dostluğa, dostluktan siyasete, siyasetten psikolojiye kadar çok geniş bir yelpaze içerisinde birçok farklı görüş sunmuştur. "Bilimin İlerlemesi". Hayatı boyunca üzerinde duracağı felsefi fikirlerinin temelini attığı bu eser, Bacon'ın ilk felsefi çalışmasıdır. Eserin ismi belki de eserin mühtevasını en güzel özetleyen kalıp "Bilimin İlerlemesi" (The Advancement of Learning), zira eser çok geniş bir alanı kaplıyor birçok farklı bilim dalı için yeni yaklaşımlar geliştirilmesini ısrarla savunuyor, tıbba, fizyolojiye değiniyor, psikolojik yorumlarda bulunuyor. Bilimin her yönde, her açıdan gelişmesi gerektiğini savunuyor. Bilim, bilimin ve bilimsel araştırmanın önemi üzerine yazılan onca sayfadan ve bilime yapılan onca övgüden sonra, bilimin bir kılavuz olmaksızın kaybolacağı ve eksik kalacağı sonucuna varıyor. Bilimin kılavuzu: Felsefe. Felsefenin bilime yapacağı kılavuzluğu anlatırken, yeni bilimsel yöntemi de tümevarım yöntemi olarak açıklıyor. Eser incelendiğinde belki de göze çarpan en önemli unsur Bacon'ın insanlığa, insana olan güveni. Bacon insanı kesinlikle doğadan üstün tutuyor. Bilimle yapılacak keşiflerin insanı doğadan üstün kılacağından emin. Yaşadığı çağa göre çok devrimsel ve hatta hayalperest nitelikte bir söylemdir bu. "Novum Organum". "İnsan, doğanın yöneticisi ve yorumcusu olarak, doğa düzeni üzerindeki gözlemlerinin izin verdiği kadar eylemde bulunabilir ve nedenleri anlayabilir. Daha ötesini ne bilir, ne de bilebilir." Hiç kuşkusuz, Novum Organum'un bu cümleleri Bacon'un görüşlerini, deneyselciliğini, gözlemciliğini ve insan ile doğaya bakış açısını güzel bir şekilde özetlemektedir. Eserin adından da fark edilebileceği gibi, karşımızda yeni bir Organon vardır, Aristo'ya ve eski yöntemlere karşı, yeni bir yöntem, yeni bir bilim ve mantık sistemi. Bilimin kılavuzu felsefenin gerektiği konuma gelebilmesi ve insanın bilim ışığı altında yükselebilmesi için, Bacon'a göre zihnin "putları" yıkılmalıydı. "Put" ile Bacon'ın kastı, gerçeklerin yerine konulmuş, yanlış ve hatalı, akıl-dışı yöntemler ve düşüncelerdir. Bu yanlış yöntem ve düşünceler, sadece yeni yanlışlıkların doğmasına yol açar, böylece bilimin gerçek yolunun ve gerçeklerin üstünü örter. Eserde dört çeşit put ile karşılaşırız: Kabile (Oymak) putları, Mağara putları, Çarşı putları ve Sahne (Tiyatro) putları. Kabile (Oymak) putları, tüm putların en önemlisi ve en zararlısıdır. Gelenekten veya doğal yapımızdan gelen görüşleri araştırma yapmaksızın kabul etmeyi içerir. Oysa, Bacon'a göre düşüncelerimiz nesnelerden çok kendimizi, bakış açımızı yansıtır. İnsan olmasını istediği şeye kolaylıkla inandığı için birçok geri dönüşü olmayan yanlış kanılara sapar. Mağara putları olarak adlandırılan ikinci grup putlar ise, yaratılışından ve doğadaki gelişim süreci yüzünden biçimlenen ve daraltılan (limitlenen) bakış açısını ve zihni tanımlar. Oysa gerçek ne dar bir alana sıkıştırılmıştır, ne de tarafgirdir. Mağara putları kişinin gelişmesini, daha geniş bir pencereden bakmasını engelleyen yanlışlıklar, dar bakış açılarıdır. Çarşı heykelleri ise "insanların birbiriyle ilişkilerinden ve alışverişlerinden meydana gelir". Anlaşılacağı üzere dil ve insan ilişkileri ile ilgilidir. Dilin, kelimelerin ve insan ilişkilerinin zihni daralttığı noktaları ve doğurduğu yanlışları simgeler. Son olarak Sahne putları, filozofların eski çağlarda ürettiği temelsiz, dramatik dogmalardır. Bacon'a göre insan zihnini körelten bu putlar yıkılmadıkça felsefe ve bilim karanlıktan kurtulamazdı. İnsanlığa tanıttığı yeni yöntem ise "tümevarım" idi. Eserde tümevarım yönteminin bilgilerin biçimlenmesinde nasıl bir teknik üzerine oturtulacağına yer vermiştir. "Yeni Atlantis". Yeni Atlantis (The New Atlantis) Bacon'ının düşüncelerindeki (ve düşüncelerinin sonucu olduğunu varsaydığı) ideal toplum düzenini yansıttığı eseridir. Felsefi, ütopyacı roman geleneğinin en güzel örneklerinden biri olduğu gibi, eser Bacon'ının özellikle Novum Organum'da belirttiği yöntemlerin sonuçlarının kurgulanışı olarak da ele alınabilir. "Magna Instauratio". Bacon'ının kafasında tasarladığı şaheseridir, "Magna Instauratio", yani "Büyük Yeni Düzen". Teoriden çok pratik bir yaklaşımla ele alacağı konulara titizlikle karar vermişti. Sadece birkaç bölümünü bitirebilmiştir bu eserin ve eseri bitiremeden ölmüştür. Dini görüşleri. Francis Bacon, dindar bir Anglikan olarak bilinir. Felsefe ve doğal dünyayı tümevarım yöntemiyle incelemenin önemini vurgulamış ve Tanrı'nın varlığına dair argümanların incelenebileceğini savunmuştur. Tanrı'nın özelliklerine ilişkin bilgilerin (doğası, eylemleri ve amaçları) yalnızca özel bir vahiy aracılığıyla elde edilebileceğini öne sürmüştür. Bununla birlikte, bilginin kümülatif bir yapıda olduğunu ve geçmişin basit bir korunmasının ötesine geçtiğini savunmuştur. Bilginin, insanlığın durumunu rahatlatmak ve Yaratıcı'nın yüceliği için bir zenginlik kaynağı olduğunu söylemiştir. Denemelerinde, "Felsefenin azı insanın zihnini ateizme yöneltir, ancak derin bir felsefe insanın aklını dine yöneltir" ifadesine yer vermiştir. Bacon'un zihin "Idola"'larına (bkz. "Novum Organum") ilişkin düşünceleri, muhtemelen bilimi Hristiyanlaştırma çabasıyla bağlantılıydı. Bacon, özellikle güvenilir bir bilimsel yöntem geliştirme amacıyla, "idola tribus" yanılsamasının bir örneği olarak Neptün'e tapınmayı ele almış ve bu eleştirilerinin dini boyutuna dikkat çekmiştir. Bacon, Hristiyanlık içindeki bölünmelere karşı çıkmış, bu tür bölünmelerin ateizmin hakim bir dünya görüşü haline gelmesine yol açacağına inanmıştır. Bu konuda, "Ateizmin nedenleri şunlardır: Dinde ortaya çıkan çok sayıdaki bölünmeler; zira tek bir ana bölünme iki tarafı da gayrete getirir, ancak çok sayıda ortaya çıkan bölünme ateizmi doğurur" şeklinde bir uyarıda bulunmuştur. Aynı zamanda, rahip skandallarını ve kutsal meselelerdeki alaycı tavırları da ateizmin yayılmasının sebepleri arasında göstermiştir. Son olarak, özellikle barış ve refah zamanlarında öğrenilen bilgilerin de ateizmi artırabileceğini belirtmiştir. Zorlukların ve sıkıntıların ise insanları daha çok dine yönlendirdiğini savunmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9750", "len_data": 13268, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.75 }
Manuel Francisco dos Santos (28 Ekim 1933 - 20 Ocak 1983), orta saha mevkiinde forma giymiş Garrincha lakaplı Brezilyalı futbolcudur. Hayatı. 28 Ekim 1933 yılında Rio de Janeiro yakınlarındaki Pau Grande şehrinde dünyaya geldi. 14 yaşında Pau Grande'deki tekstil fabrikasında çalışmaya başladı. Bu arada futbol yeteneğini de göstermeye başladı. 19 yaşındayken Botafogo kulübünün seçmelerini kazandı ve ilk maçında 3 gol attı. İlk evliliğini 18 yaşındayken sevgilisi Nair hamile kaldığı için yapmıştır. Nair evlilikleri süresince 8 çocuk doğurmuştur. Ama Garrincha'nın çocuk sahibi olduğu tek kadın Nair değildi. Rio'daki sevgilisinden 2, FIFA Dünya Kupası için gittiği İsveç'teki sevgilisinden de 1 çocuğu vardır. Son sevgilisi ise Brezilya'nın ünlü sambacılarından Elza Soares'ti. Fakat, Garrincha'nın maddi olarak kandırıldığını fark edip Botafogo'lu yöneticilerden para istemesi ile bu aşk aynı döneme denk geldiği için bu talep Garrincha'nın kadınlarla para harcamak istemesi olarak lanse edildi. Elza Soares ise "yuva yıkan, para yiyen kadın" olarak görüldü. 1963 yılında Garrincha'nın dizi kötüleşmeye başladı. Futbol hayatının sonu gelmeye başlamıştı. 1966 yılında kendi kullandığı otomobilin kaza yapması sonucu Elza'nın annesi öldü. Bu olayın etkisiyle intihara teşebbüs etti. Bu intihar girişiminden kurtulduysa da asla depresyondan kurtulamadı. Ayrıca futboldan da kopmaya başladı. Bu durum onu daha fazla alkole yöneltti. Elza ona yardım etmek istiyordu. Roma'ya taşındılar, ama kısa sürede Brezilya'ya döndüler. Brezilya'ya döndüklerinde Elza bir çocuk doğurdu, ama işler daha da kötüleşti. Sonunda Elza, Garrincha'yı terk etti. Garrincha, üçüncü ve son evliliğinden bir kız çocuk sahibi oldu. Ancak artık vücudu yorulmaya başlamıştı. 19 Ocak 1983 tarihinde alkol komasına girdi. Hastaneye kaldırıldı ama komadan çıkamadı ve 20 Ocak 1983 tarihinde saat 06.00 sularında Rio de Janeiro'da öldü. Ölüm nededni siroz olarak kayıtlara geçen Garrincha, geride 10 kız 3 erkek çocuğu bıraktı. Mezarı kendi vasiyeti doğrultusunda Pau Grande'dedir. Mezar taşında şu dizeler yazmaktadır: Kulüp kariyeri. Garrincha, birçok kulübün seçmelerine girmiş olmasına ya da girmeye teşebbüs etmesine rağmen uzun bir süre profesyonel dünyaya adım atamadı. İlk profesyonel anlaşmasını Gentil Cardoso'nun tavsiyesiyle Botafogo ile yapmıştır. 19 Temmuz 1953 tarihinde Botafogo formasıyla çıktığı ilk maçta 3 gol birden attı. 1966 yılına kadar oynadığı oynadığı siyah-beyaz formalı kulüpte 581 maçta 232 gol attı. 1966'da düşüşe geçen kariyerinden ötürü Corinthians'a satıldı. Sık sık kulüp değiştiren Garrincha, 1972'de Rio de Janeiro'nun küçük bir takımı olan Olaria'da futbol kariyerine nokta koydu. Millî takım kariyeri. Garrincha, Brezilya millî futbol takımı kariyerinde birçok başarı elde etti. İlk millî maçını 1955 yılında Maracanã Stadyumu'nda Şili'ye karşı oynadı. 1958 FIFA Dünya Kupası'nda İsveç'i yenerek kupaya uzanan takımın bir parçası olan Garrincha, 1962 FIFA Dünya Kupası'nda da takımıyla zafere ulaştı. Son millî maçını ise 1966 FIFA Dünya Kupası'nda Macaristan millî takımına 3-1 yenildikleri maçta oynadı. Brezilya, Garrincha'nın oynadığı 60 maçın 52'sini kazanmış 7'sinde de berabere kalmıştır. Öznitelikleri. Garrincha, doğduğunda bir bebek için çok küçük olmasının yanı sıra bacaklarında anatomik bozukluklar vardı. Sol bacağı içeri sağ bacağı ise dışarı doğru çarpıktı. Ayrıca sağ bacağı da sol bacağına göre 6 santimetre daha kısaydı. Yine de Garrincha tüm zamanların en iyi top sürücülerinden biri olarak kabul edilir. Futbol kariyerinde hep sağ açık olarak oynamıştır. Topu aldıktan sonra en son noktaya kadar taşırdı, kaleye şut atması veya gol pası vermesi gerekmedikçe hemen hemen hiç pas vermezdi. Futbolu yalnızca zevk aldığı için oynayan Garrincha'nın bu oyuna karşı aşırı bir düşkünlüğü vardı. Bacaklarındaki bozukluk yüzünden kıkırdak problemleri yaşayıp eskisi gibi futbol oynama şansı kalmadığı zaman üzüntüden kendini alkole vermişti. Garrincha futbola yetenekli olmasına rağmen, bir o kadar da umursamaz tavırlara sahipti. 1962 FIFA Dünya Kupası'nda, Brezilya'nın İngiltere'yi 3-1 yendiği maçta 2 gol atmıştı, fakat maçın 2. ayağı olacak zannediyordu. Yani turu geçtiklerinden haberi bile yoktu. Garincha, ayrıca çoğu zaman oynadıkları rakibin de kim olduğunu bile bilmezdi, sadece çıkıp zevk için oyununu oynardı. Takım arkadaşı Mário Zagallo'nun söylediğine göre: "Pazar günü maçını oynardı, pazartesi idmana gelmezdi, salı günü bütün gün içki içer, carşamba günü önceki günden kalma olduğu için yine gelemez, perşembe antrenmana katılır, cuma gecesi partiye gider, cumartesi dinlenir ve kendine gelir, pazar da maçta yine şov yapardı."
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9755", "len_data": 4666, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.35 }
Abdurrahman Paşa aşağıdaki anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9768", "len_data": 47, "topic": "HISTORY", "quality_score": 1.91 }
Candaroğulları Beyliği veya İsfendiyaroğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılışından sonra Kastamonu ve çevresinde kurulan bir Türkmen beyliğidir. Denizci özellikleri, Sinop'ta kurdukları tersanenin Osmanlı Devleti'ne katılması ve geliştirilmesi, Osmanlı Donanması'na güç kattı. Kastamonu'nun Küre ilçesindeki bakır ocakları, Beylik daha Osmanlı İmparatorluğu'na ilhak olmadan önce, Osmanlı İmparatorluğu'nun top üretimi için kullanılmıştır. Tarih. Oğuz Türkleri'nin Kayı şubesinden inen, Beylik, İlhanlı hükümdarı Geyhatu tarafından Eflani'nin Şemseddin Yaman Candar'a ikta verilmesi sonucu 1291 yılında kurulmuştur. Yaman Candar'dan sonra tahta geçen Süleyman Paşa, Kastamonu ve Sinop'u fethederek beyliğin sınırlarını genişletmiştir. Yıldırım Bayezid, Anadolu'daki birliği sağlama yolundaki çalışmaları sırasında Candaroğulları topraklarına sahip olmuş, fakat Sinop'ta Candaroğulları Beyliğini devam ettirmiştir. İsfendiyar Bey Ankara Savaşı'ndan (1402) sonra Timur'un hakimiyetini tanıdı. Bunun karşılığında da eski Candaroğulları toprakları kendisine verildi, böylece Kastamonu'ya yeniden hakim oldu. İsmail Bey tahta geçtiğinde Kızıl Ahmed Beyin isyan etmesi sonucu beylik sona doğru sürüklendi. Nihayet 1461 yılında II. Mehmed'in Trabzon seferi öncesinde Candaroğulları, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına tamamen katıldı. 15. Yüzyılın ortalarında Sinop, Candaroğullarının ve Karadeniz'in en müstahkem kalelerinden biri olup, bir rivayete göre 400 topu vardı; kalede 10.000 muhafız ve 2.000 topçu bulunuyordu; limanında Candaroğullarına ait 900 tonluk bir gemi vardı ki bu gemi, Osmanlılar henüz bu büyüklükte gemi yoktu ve İsmâil Bey'e ait olan bu gemi Osmanlı denizciliğinde benzeri yapılmak üzere bir örnek olmuştu. Beyliğin Kastamonu-Sinop kolunun sona ermesinin haricinde, Çankırı'nın Çelebi Mehmed tarafından 1417 yılında kendisine tahsis edilmesiyle burada bey olan İsfendiyar Beyin oğlu Kasım, ölümüne kadar (1464) berat yazdıran ve tuğra çektiren bir Bey olarak varlığını sürdürdü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9770", "len_data": 2010, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.64 }
Küre, Kastamonu ilinin bir ilçesidir. Tarihçe. Küre'de yerleşimin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte Vital Cuinet 1891 tarihli “Turgie d'Asia” adlı eserinde madenlerin MÖ 9. yüzyıldan beri kullanıldığını ve Romalılar, Bizans, Cenevizliler (imtiyaz sahibi olarak) ve son olarak Türklerin buradaki madenleri işlettiğini yazmıştır. Bununla birlikte yakın muhitlerdeki Kalkolitik Dönem yerleşimlerden yola çıkarak, civarda başka maden ocağının olmaması nedeniyle buradaki madencilik faaliyetlerinin de kalkolitik döneme kadar uzayabileceği değerlendirilmektedir. Anadolu'nun Selçuklu egemenliğine girmesiyle de Selçuklu egemenliğinde bakır çıkarılan yerler arasında Küre'de görülmektedir. Yerleşimdeki en eski yapı, 1332 yılında Candaroğulları döneminde yapılan Aşağı Mescit (Ulu Hacı Mescidi)'dir. Yerleşim, 1423 yılında gerçekleşen Taraklı Borlu Muharebesi sonrasında Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı kaynaklarında yerleşimin adı “Küre-i Nühâs” olup Osmanlıca'da maden ocağı anlamına gelen “küre” ve bakır anlamına gelen “nühâs” kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Osmanlı döneminde buradaki bakır madeni önemini korumuş olup İstanbul'un fethinde kullanılan bakır toplarda da buradan çıkan bakırın kullanıldığı anlaşılmaktadır. 1487 yılında Küre şehrinde; Abdüssamed Cami Mescidi, Bab-ı Mescidi, Cami'i Mescidi, Eşref Hoca Mescidi, Fırın Mescidi, Hacı Hayreddin Mescidi, Hacı Murad Mescidi (Kadı), Hayreddin (Hacı Seydi), Debbağan Mescidi ve Tekke-i Kebir Mescidi olmak üzere 10 mahallede 513 hane (erkek ev reisi olan) ve 49 mücerred (yetişkin bekar erkek) kaydedilmiştir. 1530 yılı tahririnde şehirde Bab-ı Mescid, Cami Mescidi, Eşref Hoca Mescidi ve Tekke-i Kebir Mescidi bulunmazken Bayat Cami, Eşref Cami, Hoca Şems Cami ve Takkeciler Mescidi adıyla 4 yeni adıyla toplam 10 mahallede 420 hane ve 97 mücerred kaydedilmiştir. Küre nahiyesi/kazasına bağlı 1487 yılında 8 köy, 1530 yılında 63 köy ve 1582 yılında 75 köy bulunmaktadır. Buna göre 1487 yılında Küre ve köylerinde 652 hane ve 321 mücerred, 1582 yılında 2.230 hane ve 1.127 mücerred kaydedilmiştir. Katip Çelebi 17. yüzyılın ilk yarısında gezdiği kasabada 262'si zanaat ve işçilik, 112'si madencilik, 77'si tüccar, 56'sı idari, dini ve diğer ekonomik işlerle uğraşan olmak üzere toplam 628 kişiden (erkek) bahsetmiştir. Bununla birlikte aynı madenlerde bu sayıya dahil olup olmadığı bilinmeyen 100 işçinin çalıştırıldığı da belirtilmiştir. Bunlara ilaveten madenlerde köle olarak çalıştırılanlarda bulunmaktadır. Vital Cuinet tamamı Müslümanların yaşadığı 500 evden oluşan Küre kasabasının nüfusunu 2.500 kişi olarak ifade ederken burada bulunduğu dönemde bakır madenlerinin faaliyette olmadığını belirtmiştir. 1899 yılı Kastamonu Vilayet Salnamesine göre Küre'de 4 mahalle (Camiüstü, Cami-i Kebir, Müderris ve Saman) bulunmakta olup 307 hanede 1582 kişi yaşamaktadır. 1923 yılında yaşanan yangında şehir büyük oranda yanmış ve evsiz kalan halkın önemli bölümü İnebolu'ya yerleştirilmiştir. Bu durum şehir nüfusunda önemli bir azalışa sebep olmuş ve 1927 yılında şehir nüfusu 1057 kişiye düşmüştür. Coğrafya. Küçük bir orman kasabasıdır. Yaklaşık 1.500 m yüksekte, iki dağ arasında bir vadide kurulmuştur. Kastamonu-İnebolu yolu üzerindedir. Kastamonu'ya uzaklığı 60 km, İnebolu'ya uzaklığı ise 30 km'dir. Halkın başlıca geçim kaynağı ilçede bulunan bakır madeni işletmesi ve ormancılıktır. Eğitim. Şehirde Kastamonu Üniversitesi'ne ait meslek yüksekokulları bulunmaktadır. Bu meslek yüksekokulunda 2013-2014 yılları eğitim sürecinde Lojistik bölümü faaliyete geçmiştir. 2014-2015 eğitim yılı için ise İş Makineleri Operatörlüğü bölümü faaliyete geçecektir. Aynı zamanda gelecek yıllarda ise şu bölümler faaliyete geçecektir: Küre meslek yüksekokulu. Kastamonu Üniversitesi Küre Meslek Yüksekokulu, mülkiyeti Küre Belediyesine ait 842 m² arsa üzerinde 450 m² kullanılabilir alana sahip bir binada kurulmuştur. 11.028 m² arazi ve 34.996 m² eğimli arazi kamulaştırılarak Meslek Yüksekokuluna devredilecektir. Küre Meslek Yüksekokulu 1 (bir) adet müdür odası, 2 (iki) adet müdür yardımcısı odası, 2 (iki) adet bölüm başkanı, 9 (dokuz) adet öğretim görevlisi odası, 1 (bir) adet sekreter odası, 3 (üç) adet büro 6 (altı) adet sınıf, 1 (bir) adet laboratuvar ve yemekhane olarak kullanılabilecek alana sahiptir. Küre Akşemseddin Camii. Küre'nin en eski yapılarından olan Hoca Akşemseddin Camii MS. 1400'lü yıllarda Hoca Akşemsettin tarafından yapılmıştır. Bu cami gerek mimarisi, gerek akustiği, kapısı ve minberindeki ağaç işlemeleriyle meraklılarının mutlaka görmesi gereken tarihi bir eserdir. Cami 800 m² kullanım alanına sahip ve 1800 cemaat almaktadır. Günümüzde hâlen ibadete açık olan cami ilk halini korumaktadır. Şenlikler. İlçede 2009 yılında yapılmaya başlanan ve artık gelenekselleşen Küre Kilim Festivali yapılmaktadır. Belediye tarafından düzenlen bu etkinliğe çeşitli sanatçılar katılmakta, her gün konserler verilmekte ve çeşitli turnuvalar yapılmaktadır. Festival sadece 2014 yılındaki Soma maden faciası nedeniyle Kastamonu'nun tüm belediyeleri tarafından alınan kararla o yıl yaz ayında yapılmamıştır. Doğa. İlçe Küre Dağları sınırları içerisindedir ve birçok nehir, şelale, kanyon ve vadiyi bir arada barındırır. Aynı zamanda Türkiye'deki şehirlere kıyasla büyük bir floraya sahiptir. Dünyaca ünlü Valla Kanyonu, Çatak Kanyonu bu sınırlar içerisindedir. Spor. Küre'de yıllardır göz bebeği olan futbol takımı Küre Belediye Bakırspor aktif olarak Kastamonu amatör kümede top oynamaktadır. Şu an Kastamonu 2. amatör liginde mücadele vermektedir. Aynı zamanda çeşitli tarihlerde ilçede futbol, voleybol, basketbol turnuvaları olmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9771", "len_data": 5625, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Bakır, Cu sembollü ve 29 atom sayılı bir kimyasal elementtir. Çok yüksek termal ve elektrik iletkenliği olan yumuşak, dövülebilir ve sünek bir metaldir. Yeni açığa çıkmış saf bakır yüzeyi pembemsi-turuncu renklidir. Bakır, ısı ve elektrik iletkeni olarak yapı malzemelerinde, çeşitli metal alaşımların bileşiminde, som gümüş gibi kuyumculukta, kupronikel denizcilik donanımı ve madenî para yapımında ve konstantan yük ölçerlerde (İngilizce: strain gauge) ve sıcaklık ölçen termokupllarda kullanılır. Bakır, doğada doğrudan kullanılabilir metalik formda (doğal metal) oluşabilen birkaç metalden biridir. Bakır çok erkenden, M.Ö. 8000'den itibaren birkaç bölgede insanlığın kullanımına yol açtı. Binlerce yıl sonra yaklaşık M.Ö. 5000'lerde sülfür cevherlerinden ergitme yapılan ilk metaldi; takriben M.Ö. 4000'lerde kalıpta şekle dökülen ilk metaldi; ve yaklaşık M.Ö. 3500'lerde bronz yapmak için başka bir metal, kalay ile bilerek alaşımlanana ilk metaldi. Roma dönemi'nde, bakır esas olarak metalin adının kökeni olan Kıbrıs'ta çıkarılmış, "aes сyprium"dan (Kıbrıs metali), daha sonra "сuprum" (Latince) olarak değiştirilmiştir. "Coper" (Eski ingilizce) ve "copper" bundan türetilmiştir daha sonraki yazım ilk olarak 1530 civarında kullanılmıştır. Yaygın olarak karşılaşılan bileşikler azurit, malakit ve turkuaz gibi minerallere sıklıkla mavi veya yeşil renkleri veren ve tarihte pigment olarak kullanılan bakır (II) tuzlarıdır. Binalarda, genellikle çatı kaplamada kullanılan bakır, yeşil bakır pası (İngilizce:verdigris) veya patina oluşturmak üzere oksitlenir. Bakır bazen dekoratif sanatta hem temel metal formunda hem de bileşiklerde pigment olarak kullanılır. Bakır bileşikleri bakteriostatik etken maddeler, mantar öldürücüler ve ahşap koruyucular olarak kullanılır. Bakır, solunum enzim kompleksi sitokrom C oksidaz temel bileşeni olduğundan, eser diyet minerali olarak tüm canlı organizmaları için gereklidir. Yumuşakçalar ve kabuklularda bakır, kan pigmenti hemosiyanin bileşenidir, balıklarda ve diğer omurgalılarda bunun yerini demir-kompleksli hemoglobin alır. İnsanlarda bakır esas olarak karaciğer, kas ve kemikte bulunur. Yetişkin vücudu, vücut ağırlığının kilogramı başına 1.4 ile 2.1 mg arasında bakır içerir. Bakır, 1B geçiş grubunda yer alan kimyasal element. Bakır, dünyanın hemen hemen tüm bölgelerinde bulunması nedeniyle geniş ölçüde üretiminin yapılabilmesi, elektriği diğer bütün metaller içinde gümüşten sonra en iyi ileten metal olması ve endüstriyel önemi yüksek olan pirinç, bronz gibi alaşımlar yapması gibi nedenlerden ötürü geniş bir kullanım alanına sahiptir. Simyacılar tarafından element Venüs simgesi ile gösterilmiştir. 2022 yılı itibarıyla Küresel ölçekte toplam bakır rezervi 890 milyon tondur. En çok bakır rezervine sahip ülkeler Şili, Avustralya ve Peru'dur. Etimoloji. Türkçede yer alan bakır kelimesi ise Eski Türkçe "bakır" sözcüğünden evrilmiştir ve tarihte geçtiği en eski kaynak olan ve 8. yüzyıla tarihlenen Yenisey Yazıtları'nda, ""bakırı buŋsız erti" (bakırı sınırsız idi)" şeklinde geçmektedir. Roma İmparatorluğu döneminde devletin temel bakır üretimi Kıbrıs'tan (Latince adı "Cyprus") sağlandığı için bu metale "aes сyprium" (Kıbrıs'ın metali) adı verilmiş, elementin çoğu dildeki ismi de bu kelimeden türemiştir. Bakır kelimesi İngilizcede "copper", Almancada "Kupfer", Fransızcada "cuivre" ve Latincede "cuprum" şekli ile bulunur. Bir başka görüşe ise metal adını Kıbrıs'tan değil, Kıbrıs adını metalden almıştır. Kullanım alanları. Elektrik ve elektronik sanayi. Termik (kömür, fuel-oil, motorin, doğalgaz, jeotermal), hidrolik ve nükleer gibi çeşitli enerjilerden yararlanılarak üretilen elektrik enerjisi, genelde uzun mesafelere iletilir; şehir ve köy gibi yerleşim bölgelerine, sanayi tesislerine dağıtılır ve buralarda tüketilir. Çıplak iletkenler, baralar, yalıtılmış hava hattı ve yeraltı güç kabloları ve ek malzemeleri elektrik enerjisi iletim ve dağıtımının başlıca elemanlarıdır. Yakın zamana kadar, elektrik enerji iletim ve dağıtımında, bakır, uygun özellikleri nedeni ile bu alandaki ana iletken malzemesi olmuştu. Bakır, yüksek elektrik geçirgenliği, işlenebilme ve mekaniksel özellikleri iyi olan bir metaldir. Bakır, gümüşten sonra en iyi iletken metaldir. İnşaat sanayii. Bakır, inşaatlarda beton, kiriş ve yüzeylerin güçlendirilmesinde kullanılır. Kuyumculuk. Bakır, dünyada çok bulunan bir madde olduğu için takı yapımında da kullanılır. Üretim. Rezervler ve fiyatlar. Bakır en az 10,000 yıldır kullanılmaktadır ancak şimdiye kadar çıkarılan ve ergitme yapılan tüm bakırın %95'inden fazlası 1900'den beri ve yarısından fazlası da son 24 yılda çıkarıldı. Pek çok doğal kaynakta olduğu gibi, Dünya'daki toplam bakır miktarı çok büyük ve yerkabuğunun en üst kilometresinde yaklaşık 1014 tonla bakırın mevcut çıkarma hızıyla yaklaşık 5 milyon yıl değerindedir. Ancak, bu rezervlerin yalnızca çok küçük bir kısmı günümüz fiyatları ve teknolojileri ile ekonomik olarak uygulanabilir durumdadır. Madencilik için mevcut bakır rezervlerinin tahminleri, büyüme oranı gibi temel varsayımlara bağlı olarak 25 ila 60 yıl arasında değişir. Geri dönüşüm, modern dünyada önemli bir bakır kaynağıdır. Bu ve diğer faktörler nedeniyle, bakır üretimi ve arzının geleceği, zirve petrol'e benzer zirve bakır kavramı da dahil olmak üzere pek çok tartışmanın konusudur. Bakırın fiyatı tarihsel olarak istikrarsız oldu, ve fiyatı Haziran 1999'da 60 yılın en düşük seviyesi olan 0.60 ABD$/lb (1.32 ABD$/kg) seviyesinden Mayıs 2006'da pound başına 3.75$'a (8.27$/kg) yükseldi. Şubat 2007'de 2.40$/lb (5.29$/kg)'a düştü ardından Nisan 2007'de 3.50$/lb (7.71$/kg)'a yeniden yükseldi. 2009 yılının Şubat ayında, zayıflayan küresel talep ve emtia fiyatlarında bir önceki yılın en yüksek seviyelerinden bu yana yaşanan keskin düşüş, bakır fiyatlarını 1.51$/lb (3.32$/kg) seviyesinde bıraktı.. Eylül 2010 ile Şubat 2011 arasında, bakırın fiyatı metrik ton başına 5,000 Sterlin'den metrik ton başına 6,250 Sterlin'e yükseldi. Yöntemler. Cevherlerdeki bakır konsantrasyonu ortalama sadece %0.6'dır ve çoğu ticari cevher sülfit, özellikle kalkopirit (CuFeS2), bornit (Cu5FeS4) ve daha az oranda kovellit (CuS) ve kalkosittir (Cu2S). Tersine, polimetalik nodüllerdeki ortalama bakır konsantrasyonu %1.3'te tahmin edilir. Bu nodüllerde bulunan diğer metallerin yanı sıra bakırı çıkarma yöntemleri arasında sülfürik liç (İngilizce:sulphuric leaching), ergitme ve Cuprion işleminin uygulaması vardır. Kara cevherlerinde bulunan mineraller için, ezilmiş cevherlerden köpük flotasyon veya biyoliç ile %10-15 bakır seviyesine kadar konsantre edilirler. Bu malzemenin izabe içinde silika ile ısıtılması, demirin çoğunu cüruf olarak uzaklaştırır. İşlem, demir sülfürleri oksitlere dönüştürmenin daha kolay olmasından yararlanır, bu da daha sonra silika ile reaksiyona girerek ısıtılmış kütlenin üzerinde yüzen silikat cürufu oluşturur. Sonuçta Cu2S'den oluşan "bakır mat", tüm sülfürleri oksitlere dönüştürmek için kavrulmuş olur: Bakır oksit, ısıtıldığında "kabarcıklı" bakıra dönüştürülür: Sudbury mat işlemi, sülfürün sadece yarısını okside dönüştürdü ve daha sonra bu oksidi, sülfürün geri kalanını oksit olarak çıkarmak için kullandı. Daha sonra elektrolitik olarak rafine edildi ve içerdiği platin ve altın için anot çamuru kullanıldı. Bu adım, bakır oksitlerin bakır metale nispeten kolay indirgenmesini kullanır. Doğal gaz, kalan oksijenin çoğunu çıkarmak için kabarcık boyunca üflenir ve saf bakır üretmek için elde edilen malzeme üzerinde elektro arıtma gerçekleştirilir: Bakır, çeşitli piro, hidro ve elektrometalurjik metotların kullanılmasıyla cevherlerinden saf olarak üretilmektedir. Pirometalurjik metotlar, sülfürlü, oksitli ve nabit bakır cevherlerine, hidrometalurjik metotlar ise düşük tenörlü oksitli bakır cevherlerine uygulanır. Elektrometalurji metotları da yukarıdaki yöntemlerin son kademesi olarak her ikisine de uygulanır. Böylece, pirometalurji metotlarıyla elde edilen saf olmayan bakır, elektrolitik arıtmaya tabi tutularak saf katot bakıra çevrilir. Benzer şekilde hidrometalurjik yollarla sulu çözeltiye alınan bakır, elektrokazanım yoluyla katotta saf olarak toplanabilmektedir. Dünya bakır üretiminin %80'i sülfürlü cevherlerden yapılır. Bir elektrolit ile temas halinde bulunan elektrotlara dışarıdan bir elektromotor kuvvet uygulayarak kimyasal bir reaksiyonun gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanan elektroliz elektrokimyasal olayın tersidir. Burada elektrik enerjisi yardımıyla kimyasal reaksiyonlar gerçekleştirilir. Elektroliz hücreleri bir elektrolit ile temas halinde bulunan iki veya daha fazla elektrottan oluşur ve elektrotlar bir doğru akım kaynağına bağlıdır. Bağlantı anotun pozitif katotun negatif yükleneceği şekildedir. Yani elektrot dışında elektronlar anottan katota elektrolit içinde ise katottan anota doğru akarlar. Devreye akım verildiğinde çözeltideki negatif yükler pozitif kutup olan anota, pozitif yükler ise negatif kutup olan katoda yönelirler. Elektroliz işleminde meydana gelen olaylar anodik ve katodik tepkimeler olup bunlar anotta yükseltgenme (oksidasyon), katotta ise indirgenme (redüksiyon) şeklindedir. Genel olarak üç çeşit elektroliz vardır. Bunlar rafinasyon, indirgenme ve ergimiş tuz elektrolizidir. Rafinasyon elektrolizi çözünebilir anotlarla yapılan elektroliz işlemine en güzel örnektir. Rafinasyon elektrolizinde anot ve katot aynı metalden oluştukları için parçalanma voltajı teorik olarak sıfırdır. Uygulanan hücre voltajı bu nedenle sadece elektrolitin direncinin biraz üstünde olmalıdır. Rafinasyon elektrolizini tarif edecek toplam bir reaksiyon anlamsızdır. Anotta oluşan bir kısım bakır iyonları disproporsiyonlaşır. Burada oluşan bakır toz halinde anot yüzeyinde ve yüzeyden ayrılarak banyonun dibinde anot çamurunda birikir. Pb, Sn, Sb ve Bi anodik olarak çözünürler fakat elektrolit içinde oluşturdukları bileşikler nedeniyle şlam şeklinde yüzerler ve mekanik olarak katot kirliliği yaratabilirlerse de genelde çökerler ve anot çamuru içinde birikirler. Anodik olarak çözümlendirilemeyen Au, Ag ve Pt gibi elementler anodun yenilmesine paralel olarak anottan ayrılıp banyo dibine inerler ve burada anot çamuru içinde birikirler. Ortalama olarak Au, Ag, Se, Te ve Pb %98 oranında, Sb %60 civarında anot çamuruna geçer. Anot bileşimindeki nikelin %5'i çözünmez ve bakır-nikel karışık kristali halinde anot çamuruna geçer. Aynı şekilde 3 Cu2O·4NiO·Sb2O5'de büyük oranda çözünmeden anot çamuruna gider. Üçüncü grup metaller de bakırla karışık kristal halinde bulunurlar ve anodik çözünme potansiyeli bakıra yakındır. Ancak bu metaller çözünseler bile daha sonra sementasyon sonucu anot çamuruna giderler. Örneğin, gümüş: Dördüncü grupta yer alan metallerden Se ve Te'ün Cu2S ve Cu2Te halinde anot bakırında bulunduğu ve çözünmeden direkt anot çamuruna geçtiği kabul edilir. Kalay ise bakırla intermetalik bileşik olmasına rağmen tamamen çözünür, ancak CuSO4'lı çözeltilerde çözünürlüğü çok az olduğundan aşağıdaki tepkime uyarınca hidroliz olarak anot çamuruna geçer: Kurşun direkt olarak çözünmeyen PbSO4 oluşturarak anot yüzeyinde kalır. Anot bakırı fazla miktarda kurşun içerirse oluşan PbSO4 yüzeyi tamamen kaplayarak anodun pasifleşmesine neden olur. Rafinasyon ve indirgenme elektrolizleri arasındaki temel fark anot tepkimeleridir. Rafinasyon elektrolizinde anot olarak kullanılan malzeme oksitlenip çözeltiye geçerken, indirgenme elektrolizinde çözünmeyen anotlar kullanılır. Çözünmeyen anotların indirgenme elektrolizindeki görevi iletkenliği sağlamaktır ve yüzeyinde oksijen çıkışı meydana gelir. Oksitli bakır cevherlerin doğrudan, diğerlerinin bir ön işlemden sonra veya bakteriler yardımıyla çözümlendirilmesi sonucu değişen derisimlerde elde edilen sülfatlı çözeltilerden bakırın kazanılmasında uygulanan yöntemlerden bir tanesi de indirgenme elektrolizidir. indirgenme elektrolizinde katot ve anot reaksiyonu ise şu şekildedir: İndirgenme elektrolizinde satılabilir kalitede katodik bakır üretimi elektrolitteki bakır derişimi litresinde 15 g civarına ininceye kadar mümkündür. 15 g'dan 8 g'a kadar olan derişimlerde yine satılabilir fakat toz veya sünger halde bakır üretilebilmektedir. Bu satılabilirlik sünger bakırın anot fırınında işleneceği açısından geçerlidir. Bir elektroliz olayında elektrolizin hangi şartlarda nasıl gerçekleşeceği, hangi tip anot ve katotlara nasıl tepki vereceği, uygun sıcaklık, akım şiddeti ve gerilim değerlerinin neler olacağı bazı parametrelere bağlıdır. Bu parametrelerden bir tanesi polarizasyondur. Elektrolizi gerçekleştirmek için gerekli olan potansiyel teorik olandan daha yüksek olmak zorundadır. Teorik değer ile pratikte uygulanan değer arsındaki fark fazla voltaj adını alır. Elektrolizde katotta indirgenmeyi gerçekleştirmek için bu fazla voltaj değerlerini aşmak gerekir ve sisteme verilmesi gereken fazla voltajların tümü polarizasyon adını alır. Anot ve katot polarizasyon toplamına parçalanma voltajı da denir. Diğer bir deyişle elektrolizin gerçekleşmesi için sisteme verilmesi gereken en düşük potansiyel değeridir. Bu değer en az indirgenecek iyonun EMK değerine eşittir. Termodinamik hücre potansiyelinin uygulanması ile bir elektroliz işleminin gerçekleşmeyeceği sisteme bazı fazla voltajların da verilmesi gerektiği yukarıdaki açıklamalarda belirtilmiştir. Bu fazla voltajlara ilaveten devredeki dirençleri aşabilecek ilave voltaja da ihtiyaç vardır. Bu dirençlerin başında anot -katot arasındaki elektrolitin direnci gelir. Elektrolitin direnci R, akım I olarak alınırsa Ohm kanunu gereğince uygulanacak potansiyel I*R büyüklüğündedir. Elektroliz esnasında ulaşılması gereken hücre voltajı, tüm fazla voltajlar, parçalanma voltajı ve dirençten kaynaklanan potansiyel düşüşlerin toplamına eşittir. Bir elektroliz olayında kullanılan elektrik enerjisi ile yapılan kimyasal iş arasındaki ilişkiler Faraday Kanunu ile belirlenir. Parçalanma Voltajı, elektrolizin gerçekleşebilmesi için, yani örneğin bakır iyonlarının katodda toplanabilmesi için gereken en düşük potansiyeldir ve anotla kato polarizasyonlarının toplamına eşittir. Ohm kanunu gereğince kablo bağlantılarında ve elektrot-kablo temas noktalarında, sistemden geçen akım miktarı ile doğru orantılı olarak direnç ortaya çıkar, bu direnç potansiyel düşüşlerine yol açar. Elektroliz sırasında ulaşılması gereken hücre potansiyeli bunların toplamına eşittir. Voltaj arttıkça akım yoğunluğu da artmakta fakat belli bir noktadan sonra voltajın artması akım yoğunluğunda hiçbir değişikliğe sebep olmamaktadır ve bu akım değerine limit akım denmektedir. Limit akım uygulanabilecek maksimum akımdır. Genellikle limit akımın üçte biri değerinde çalışılmaktadır. Rafinasyon elektrolizinde aynı bir çözeltiye temas halinde olan aynı bir metal hem anotta hem katotta bulunduğundan, hücrenin elektromotor kuvveti pratik olarak sıfırdır, yani potansiyel farkı oluşmaz. Elektroliz sırasında indirgenecek metal iyonlarının çözeltinin iç taraflarından katot yüzeyine gelmeleri difüzyon, konveksiyon ve migrasyon yolu ile gerçekleşir. Katotun hemen yakınında metal iyonlarınca fakirleşmiş bir bölge oluşur. Buna "difüzyon tabakası" (Nernst diffusion layer) denmektedir. Bu tabaka kalınlığı elektrolizdeki akım şiddetine bağlı olmayıp, hücre potansiyelini artırmak suretiyle akım yükseltildiğinde faz sınırındaki derişim düşmektedir. Canlı bilimleriyle ilişkisi. Askorbit asit, oksidaz, tirosinaz, laktoz ve monoamin oksidaz gibi yükseltgeyici enzimlerin bir parçası olarak birçok bitki ve hayvanda çok az miktarda bulunan bakır, bunların sağlıklı yaşamı için gereklidir. Bakır, bu proteinlerde, oksijen, kükürt ya da azot atomları içeren bağlanma bölgelerinde sıkıca bağlanır. İnsanların normal beslenme rejimi her gün 2–5 mg arasında bakır gerektirir. Kalıtımsal protein seruloplazmin (kan plazmasında bulunan bir protein) eksikliği aşağı yukarı bütün dokularda, özellikle beyin ve karaciğerde bakır miktarının artmasıyla birlikte gelişir. Tarihçe. Bakır kendi başına doğada saf olarak metal formunda var olabildiğinden ötürü pek çok eski medeniyet tarafından bilinmiştir. Bakırın ilk kullanımı MÖ 9000'de Orta Doğu'da gözlemlenmiştir. Kuzey Irak'ta MÖ 8700'e tarihlenen bakır bir kolye bulunmuştur. Bakırın ilk başlarda ısıtılmadan soğuk olarak işlendiği, daha sonralarda tavlandığı, izabelendiği ve son olarak eritilerek döküldüğü düşünülmektedir. Tüm bu dört farklı yöntem de Güneydoğu Anadolu'da Neolitik Devir'in başladığı MÖ 7500'lerde aynı anda tespit edilmiştir. Bakır izabesi farklı bölgelerde birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır. Çin'de MÖ 2800'de, Orta Amerika'da MS 600'de, Batı Afrika'da ise MS 9. veya 10. yüzyıllarda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Hassas döküm yönteminin Güneydoğu Asya'da MÖ 4500-4000 civarında bulunduğu ortaya konmuştur. MÖ 3200-3300'de yaşamış Ötzi'nin %99,7 saflıkta bakır içeren bir balta başına sahip olduğu tespit edilmiştir. Ötzi'nin saçında bulunan yüksek arsenik miktarı, bireyin bakır izabesiyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Bakırın izabesinin diğer metallerin işlenmesinin, özellikle de demir izabesinin önünü açtığı öne sürülmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9773", "len_data": 17031, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
1943 yılı sonundan başlayarak PF-72 ile PF-92 arasındaki borda numaralarına sahip 21 adet Tacoma sınıfı gemi ödünç verme (Lend-Lease) programı dahilinde Kraliyet Donanması'na transfer edildi. Bu teknelere Karayip Adaları'nda bulunan İngiliz koloni adalarının isimleri verildiğinden dolayı "Colony" sınıfı (Koloni sınıfı) olarak da bilinirler. Kraliyet Donanması'nda görev yapan "Colony" sınıfı firkateynlerin borda numaraları ve isimleri aşağıdaki gibidir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9779", "len_data": 456, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.58 }
Devrekani, Kastamonu ilinin bir ilçesidir. İlçe merkezinin nüfusu 2024 itibarıyla 13.668'dir. Tarihçe. Devrekani isminin, İsfendiyaroğulları zamanında bu yörenin geçici konaklama amacı ile han olarak kullanılmasından ve “Devlethanı” olarak isimlendirilmesinden doğduğu iddia edilmektedir. Devlethanı zaman içinde “Devrekani” ye dönüşmüştür. Anadolu Selçuklularına tabii Çobanoğulları döneminde Devrekani yöresi Bizans beyleri ile çatışmalara sahne olmuştur. Saltuknâmede belirtildiği üzere üç evreden oluşan Devrekani Muharebeleri sonucunda bölge fethedilmiştir. Fetih sonrası bölgeye birçok Türk aşireti yerleşmeye başlamıştır. Çobanoğulları ve 1309 yılından itibaren Candaroğulları hakimiyetine giren bölge 1461 yılında Osmanlı hakimiyetine katılmıştır. Candaroğulları döneminde yerleşim ihya edilmeye başlanmışsa da uzun yıllar küçük bir yerleşim hüviyetini sürdürmüştür. 1487 yılı tahririnde Kastamonu sancağının Devrekani nahiyesine bağlı 242 köy ve 4 mezraa (Balcı Resül, Derunlu Ovası, Kofraz, Olukçuk), 1530 tahririnde kazaya bağlı 128 köy ve 1582 tahririnde kazaya bağlı 76 köy ve 2 mezra bulunmaktadır. 1487 yılı tahririne göre kaza genelinde 5.311 hane (evli erkek reisi olan) ve 1.172 mücerred (yetişkin bekar erkek), 1582 yılı tahririnde de 6.230 hane ve 2.100 mücerred kaydedilmiştir. 1487 yılında Devrekani yerleşim Cami Mahallesi (40 hane ve 4 mücerred) ve Pazarcık Mahallesi (28 hane ve 4 mücerred) olmak üzere iki mahalleden oluşmakta olup yerleşimde toplamda 68 hane ve 8 mücerred bulunmaktadır. Kanuni Döneminde yerleşimde dini yapı olarak; 2 cami, 17 mescid, 2 medaris (medrese), 8 zaviye ve 1 tekke bulunmaktadır. Kastamonu Valisi Mehmet Reşid Paşa'nın 1914 yılı Vilayet Gezisi Raporuna göre 1913 yılında yaşanan yangında çarşısının yandığı anlaşılmaktadır. Rapora göre 1914 yılında Devrekani nahiyesinin 42 köyü bulunmakta olup nahiyede toplam 11.383 kişi yaşamaktadır. Atatürk, Şapka İnkılabı dolayısıyla 1925 yılında Kastamonu ve çevresini ziyareti sırasında 28 Ağustos 1925 tarihinde Devrekani ilçesine gelerek Kurukavak Mahallesi'ndeki Müftüoğlu Mehmet Bey'in çiftliğinde misafir kalmıştır. Bu nedenle her yıl 28 Ağustos günü Atatürk'ün Devrekani'ye Gelişi Kültür ve Sanat Haftası olarak törenlerle kutlanmaktadır. Devrekani, 1944 yılında kabul edilen yasa ile ilçe olmuştur. Coğrafya. Coğrafi yapı. Devrekâni ilçesi, Batı Karadeniz Bölgesinde Kastamonu sınırları içinde; doğuda Taşköprü, batıda Seydiler ve Küre, kuzeyde İnebolu, Bozkurt ve Çatalzeytin ile komşudur. Devrekani'de bir suni baraj gölü, bir baraj gölü ve iki gölet bulunmaktadır. Söz konusu baraj ve göletler tamamen sulama amaçlı olup, ördek ve angut türleri ile sazan, aynalı sazan, tatlı su levrekli, ak balık ve nadir de olsa turna balığı bulunmaktadır. Başakpınar ve Kınık Köyü sınırları içerisinden doğan Devrekani Çayı ilçenin en önemli akarsuyudur. Jeolojik yapı. Devrekani'de arazinin büyük bir kısmı 2. ve 3. zamanda oluşmuştur. Ancak bunun yanında Kuaterner (Birinci zaman) yaşlı sahalar vardır. İlçe merkezinin kuzeyinden itibaren Devrekâni Çayı boyunca kumlu, milli, şistli yeni alüvyonlar doğu-batı doğrultusunda geniş sahalar kaplamaktadır. Devrekâni düzlüğü ve büyük vadi tabanları muhtelif yerlerde ve değişik kalınlıklarda çakıl, kum, şist gibi akarsu tortuları ile örtülmüştür. Topoğrafya. İlçenin kuzeyinde İsfendiyar (Küre) dağlarının yüksek kısımlarının oluşturduğu dağlık sahalar ve yüksek plato sahaları bulunur. Buralarda yükselti 1251–1581 m arasında değişmektedir. İlçe sınırları içerisinde Kastamonu-Devrekâni arasında 1200 metre rakımlı Oyrak Geçidi, 1985 metre rakımlı Yaralıgöz Geçidi, 1770 metre rakımlı Göynük, 1492 metre rakımlı Görve ve 1330 metre rakımlı Bebek Dağları vardır. İklim ve bitki örtüsü. Batı Karadeniz Bölgesinde yer alan Devrekâni'de, kıyıdan itibaren yükselen İsfendiyar (Küre) Dağları nedeniyle karasal iklim ile Karadeniz iklimlerinin özelliklerini barındıran bir iklim hüküm sürmektedir. Yaz ayları sıcak, kışları ise soğuk ve yağışlı geçer. Gece ve gündüz arası ısı farkı 25 °C derecedir. İlçe genellikle dağlık ve ormanlık bir yapıya sahiptir. İlçe alanının %53'lük kısmını tarım alanları, %22'lik kısmını da orman alanı oluşturmaktadır. Doğal bitki örtüsünü genelde çam ve meşe ağaçları teşkil etmektedir. Kınık kazıları. Kınık (Kastamonu) 1990 yılında bir grup Hitit madeni kabı Kastamonu ili, Devrekâni ilçesi, Kınık Köyü yakınlarındaki Delibeyoğlu Sırtı'nda bulunmuştur. Bunun üzerine 1994 yılında burada kurtarma kazıları başlatılmıştır (Resim 1). Kazılar, Ankara Üniversitesi'nden Aykut Çınaroğlu'nun bilimsel başkanlığında ve Kastamonu Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nce yürütülmektedir. Delibeyoğlu Sırtı'nda yapılan kazılar sonucunda 3 tabakalı düz iskân yeri saptanmıştır. I. Tabaka (Geç Kalkolitik/Erken Tunç Çağı 1), II. Tabaka (Erken Tunç Çağı sonu ve Geçiş Dönemi) ve III. Tabaka (Demir Devri)'ne tarihlenmektedir. 2004 yılı çalışmalarında: I. Tabaka'da ana kaya üzerinde tahrip olmuş bir odaya ait duvar parçaları ve sıvalı ocak tabanları açığa çıkarılmıştır. Oda tabanları üzerinden çok sayıda el yapımı kap parçaları, kemik deliciler, ağırşaklar, taş el baltaları ve çakmak taşından kesiciler ele geçmiştir. II. Tabaka, iki mimari evreye sahiptir. II-1. Tabaka erken, II-2. Tabaka geç dönemi yansıtmaktadır. II-1. Tabaka, kendinden önceki tabakayı (I. Tabaka) tahrip ederek belli alanlarda yapılarını ana kaya üzerine oturmuşlardır. II. Tabakanın erken evresinde ortaya çıkarılan fırın kalıntıları madencilik aktiviteleri ile ilişkilidir (Genç 2004). Her sene olduğu gibi, 2004 yılında da madencilikte kullanılan çok sayıda alet ele geçmiştir. 2004 yılında, 2 adet pota, çok sayıda kırma-ezme ve öğütme taş aletleri ve çakmak taşından kesiciler ele geçmiştir. II-2. Tabaka'da taş temelli kerpiç duvarlı büyük bir yapı açığa çıkarılmıştır. İlk kez 1996 yılında açılmaya başlanan yapının uzunluğu, 2004 yılında 63 metre uzunluğa ulaşmıştır. 63 metre uzunlukta ve 11 metre genişlikte olup tamamı açılamamıştır (Resim 2). Yapının kale görünümlü doğu duvarı 2,5 metre kalınlıkta ve 3 metre yükseklikte korunmuştur (Resim 3-4). Yapının sadece 6 odası açılmıştır (Resim 2). Oda tabanları üzerinden el yapımı çanak-çömlek, ağırşak, tunç halka ve bilezik, kemik deliciler ve çok sayıda taş aletler ve sileks kesiciler ele geçmiştir. El yapımı kaplarla birlikte az sayıda çark yapımı kaplar da bulunmuştur. III. tabaka, MÖ 1. binin ilk yarısına tarihlenmektedir. Çevre köylüleri tarafından tarla ekimi sırasında büyük ölçüde karıştırılmıştır. Bu nedenle mimari yapılar iyi korunamamıştır. Ancak, çok sayıda demir silah ve alet, kemik delici ve koruyucu tılsımlar, ağırşak ve ağırlıklar ele geçmiştir. Çark yapımı boyalı ve tek renkli çanak çömlek, Erken Frig çanak-çömlekleri ile paralellik göstermektedir. Kınık, Orta Anadolu'nun özellikle Kızılırmak Havzası içinde yer alan bölgelerle benzer bir kültüre sahiptir. Bunun yanı sıra, Kastamonu ve çevresinin yerel kültürünü yansıtması açısından büyük önem taşımaktadır. Seçilmiş kaynakça. E. Genç, “Kastamonu-Kınık'ta Bir Tunç Çağı Yerleşimi", I-II.Ulusal Arkeoloji Araştırmaları Sempozyumu, Anadolu/Anatolia Ek Dizi No. 1, Ankara, 2004, 39-60
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9786", "len_data": 7143, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.47 }
ASALA ( tamlamasının kısaltmasıdır; "Hayastani Azatagrut'yan Hay Gaghtni Banak") veya tam adı ile Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu, 1975 ve 1994 yılları arasında, Türkiye dahil 16 farklı ülkede Türk ve diğer sivil, mülki ve diplomatik hedeflere karşı bombalı ve silahlı eylemlerde bulunmuş solcu ve aşırı milliyetçi silahlı örgüttür. Dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleştirilmiş toplamda 50'den fazla bombalı saldırının sorumluluğunu üstlenen örgüt kimi kaynaklarda 'terör örgütü' olarak nitelendirilmektedir. 1980-1990 yıllarında ABD'nin terör örgütü listesinde de yer almaktaydı. 1985 yılından sonra aktif olmayan ASALA, ABD'nin 2001'de hazırladığı "Yabancı Terörist Örgütler (Foreign Terrorist Organisations)" listesine ve "Ülkeye Girişi Yasak Olan Teröristler (US Terrorist Exclusion List)" listesine, Birleşik Krallık'ın "Yasadışı Gruplar (UK Proscribed Group)" listesine, Avustralya'nın, Kanada'nın, Avrupa Birliği'nin ve Rusya'nın "Tanımlanmış Gruplar (Specified Groups)" listelerine dahildir. Tarihi. 1975 yılında Lübnan İç Savaşı esnasında, Beyrut şehrinde, sempatizan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin yardımı ile Agop Agopyan tarafından kurulmuştur. Agopyan'a göre, örgütün temel amaçları Ermeni ilkesininin dünya kamuoyuna tanıtılması ve yurtdışı Ermeni toplumunda milliyetçi duygunun yükseltilmesi olmuştur. ASALA bağımsız bir Ermenistan kurmak, Ermeni Kırımı'nın Türkiye Cumhuriyeti tarafından soykırım olarak kabul edilmesini ve tazminat ödenmesini sağlamak ve Büyük Ermenistan için çalışmıştır. ASALA militanları bir dönem Yunanistan ve Suriye İstihbarat servislerinin her türlü eğitim, öğrenim ve lojistik destek kolaylıklarından yararlanmışlardır. Saldırıları. 1970'li ve 1980'li yıllarda, genelde Türk hedeflere karşı saldıran ASALA, aynı zamanda değişik nedenlerle Madrid'de Trans World Airlines ve Los Angeles'ta Air Canada ofislerini de bombaladı. Asala'nın eylemlerinde 1979 yılından itibaren artış gözlenmeye başlandı. Eylemciler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 silahlı saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda Türkiye'nin 42 diplomatı ile 4 yabancı uyruklu kişi hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralandı. ASALA'nin Türkiye içindeki ilk eylemi 1982'nin 7 Ağustos tarihinde Ankara Esenboğa Havalimanı'nda gerçekleştirdiği bombalı saldırı olmuştur. Saldırı sonucunda 9 kişi hayatını kaybetmiş, 72 kişi yaralanmıştır. ASALA'ya mal edilen saldırılar farklı kaynaklarda değişiklikler arz etmektedir. Amerikan hükûmet kaynaklarına göre 1968'den itibaren ASALA, 84 olayda 299 kişiyi yaralamış 46 kişiyi öldürmüştür. Paris'te Türk Hava Yollarını bombalayan örgüt üyelerine 30 ay ceza verilmiştir. 1983 Temmuz'unda örgüt tarafından gerçekleştirilen Orly Havaalanı katliamında 8 kişi ölmüş 52 kişi yaralanmıştır. ASALA, kendi milliyetçi hedeflerinin yanı sıra benzer eğilimleri olan "İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA)", "PKK/Kongra-Gel/KADEK", ve "Kızıl İtalyan Tugayları (Italian Red Brigades)" gibi diğer uluslararası silahlı örgütler ile işbirliği yapmıştır. Örgüt; saldırılarının hepsini sivil hedeflere karşı gerçekleştirmiştir. 1985 yılından sonra ise ASALA tarafından kayda değer bir eylem gerçekleştirilmemiştir. Örgütün hedef seçimi. Hedeflerin dağılım yüzdeleri şu şekildedir: Dağılışı. 1983 Paris Orly Havaalanı saldırısından sonra örgüt birçok ufak gruba bölünmüştür. Zamanla örgüt içi çekişmeler ve anlaşmazlıklar ortaya çıkmış, kurucularından Agopyan 1988 yılında öldürülmüş. Ermeni halkından da yeterli destek görememiş ve 1994 yılında eylemlerini sonlandırmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9792", "len_data": 3604, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.37 }
Beyoğlu şu anlamlara da gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9797", "len_data": 34, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.5 }
Karşıyaka, İzmir ili ilçesidir. Bu kelime ayrıca şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9813", "len_data": 72, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 2.63 }
Konak şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9815", "len_data": 29, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.41 }
Ahlat şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9823", "len_data": 29, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.59 }
Karaburun "aşağıdaki yerleşim birimlerinin ve idari ve coğrafi bölgelerin adıdır:"
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9830", "len_data": 82, "topic": "HISTORY", "quality_score": 2.56 }
Ödemiş, İzmir ili ilçesi Ödemiş ayrıca şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9841", "len_data": 62, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 2.3 }
Helyum (Yunanca "güneş" anlamına gelen ἥλιος "helios"'tan), sembolü He ve atom numarası 2 olan kimyasal element. Periyodik cetvelin birinci periyot 8A grubunda yer alan bir gazdır. Kokusuz, renksiz bir gazdır ve yanmaz. Hakkında. Hidrojenden sonra en hafif gazdır. Renksiz, kokusuz olmakla beraber soy gaz olduğu için tepkimeye girmez ve bu yüzden eylemsizdir. Uçan balonların bazıları yanabildiği için helyumun yanıcı olduğu sanılır ancak bunun sebebi, maliyeti azaltmak için balonun içine hidrojen de eklenmesinden dolayıdır. Soy gazların son yörüngelerindeki elektron sayısı o yörüngenin maksimum elektron bulundurma kapasitesi kadardır, yani o yörünge ne kadar elektron alabiliyorsa o kadar olur. Helyum'un atom numarası ikidir (2), her elementte de olduğu gibi, helyumda da ilk elektron yörüngesinin maksimum alabildiği elektron ikidir. Bu doğrultuda helyum, soy gazlar kuralına uyan bir gazdır. Bağıl atom kütlesi ise 4,0026'tır. Oda sıcaklığında gazdır ve gaz dışında başka hallerde görmek doğal koşullarda imkânsızdır; çünkü erime noktası -272,05 °C ve kaynama noktası -268,785 °C'dir. Ancak laboratuvar koşullarında sağlanabilen sıcaklıklarda katı ve sıvı halinde görebilir. Bu sıcaklıklar mutlak sıfır'a çok yakın olduklarından dolayı laboratuvar koşullarında sağlamak bile çok zordur. Yoğunluğu ise 0,1785 g/l'dir, yani havadan daha hafiftir, bu yüzden de sıcak hava balonlarında ve zeplinlerde kullanılmaktadır. Hidrojen daha hafiftir, ancak hidrojen yanıcı bir madde olduğu için artık pek kullanılmamakta ve yerini Helyum'a bırakmaktadır. Atom çapı 49 pm'dir. Elektronegatifliği yoktur ve elektron dizilimi 1s (kare)'dir. Yükseltgenme basamağı sayısı sıfırdır. (Her 20.000 küçük helyum balonu bir insanın ağırlığını 6 kg azaltır.) Kararlı bir element olduğundan diğer elementlerle bileşik yapmaz ve oksijen ile tepkimeye giremez. Bu yüzden yanma tepkimesinde hiçbir zaman Helyum yer alamaz. Kullanım alanları. Helyum atmosferde çok az miktarda bulunmaktadır. Helyum, sıvı havanın fraksiyonlu destilasyonundan elde edilir. Havadan hafif olması uçan balonlarda kullanılabilmesini sağlar. Hidrojen gibi yanıcı-patlayıcı özelliği olmadığı için de oldukça güvenlidir ama bu güvenlik pahalı olduğu için bu madde pek kullanılmamaktadır. Pahalı olmasının nedeni evrende hidrojenden sonra en çok bulunan element olmasına ve dünya atmosferinde 1/200.000 oranında bulunmasına rağmen, sıvı havanın ayrımsal damıtılmasıyla elde edilemez. Bunun sebebi, Helyumun atmosferdeki diğer birçok gazın aksine Joul-Thompson katsayısının pozitif olmayışıdır. Bu da onun sıkıştırılmak suretiyle sıvılaştırılmasını engeller ve havadan elde edilmesini imkânsız hale getirir. Helyum inert gaz olması özelliğinden dolayı bazı metallerin inert atmosfer oluşturulmasına kullanılır. Ayrıca dalgıç tüpleri %80 He ve %20 O2'den oluşur. Sıvı hava yerine helyumla karıştırılmış oksijen kullanılmasının sebebi vurgun diye tabir edilen olayı önlemektir. Helyumun buradaki fonksiyonu, yukarıda bahsi geçen Joule-Thompson katsayısının negatif olması nedeniyle yüksek basınçta sıvılaşmayıp, dalgıçlar yukarı doğru çıkarırken yüksek basınçtan düşük basınca hızlı geçişte oluşan çözünürlük farkından dolayı kanda baloncuklar oluşturup felce neden olmamasıdır. Helyum ayrıca sıvı roket yakıtlarının basınç altında tutulmasında kullanılır. Sıvı helyum soğutma amaçlı da kullanılmaktadır (NMR cihazlarında). Helyumun insan sesini inceltmesi hakkında. Bu durum, sesin helyum içinde daha hızlı hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun sebebi de gazlar içindeki sesin hızının, gazın yoğunluğunun karekökünün ters orantılı olmasıdır. Helyum da havadan çok daha az yoğun bir gaz olmasından dolayı (uçan balonlar gibi), helyum içinde sesin hızı havadakine göre birkaç kat daha fazladır. Ses tellerini hava yerine helyumun titreşmesi ve sesin helyum içinde daha hızlı ilerlemesi nedeniyle, insan sesi tiz bir şekilde çıkar. Alınan helyum, tekrar verildikten sonra bu ses incelmesi etkisini kaybeder. Benzer şekilde yine, inert ve zehirsiz olan SF6 gazını solumanız durumunda ise, bu kez bu gazın havadan yaklaşık altı kat daha yoğun olması ve bu nedenle sesin SF6 içinde havadakinden çok daha yavaş ilerlemesinden dolayı, bu kez insan sesi kalın çıkmaktadır. Tarihçe. Helyum ilk olarak 1868'de İngiltere'de astronom Norman Lockyer tarafından tayf çizgileri olarak gözlenmiştir. William Ramsay 1895 yılında uranyum içeren kleveyit minerali ve bir asitle yaptığı bir deneyde, helyum oluştuğunu görmüştür. 1868 yılında Pierre Janssen ve Norman Lockyer, birbirinden bağımsız olarak helyumu keşfetmişlerdir. 1908 yılında Heike Kamerlingh Onnes 0,9 °K'de ilk sıvı helyumu elde etmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9846", "len_data": 4643, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.64 }
Silisyum, yeryüzünde en çok bulunan elementlerden biridir. Atom numarası (proton sayısı) 14'tür. "Si" simgesi ile gösterilir. Oda sıcaklığında katı hâldedir. Yarı iletken özelliğe sahip oluşu ve doğada, ormanlarda, doğal yaşam alanlarında çok bulunması, transistör, diyot ve elektronik hafızalarda kullanılabilmesinin pratik ve hızlı oluşu, entegre devrelerin ve bilgisayarların silisyum teknolojisi ile inşa edilmesini sağlamıştır. "Silikon Vadisi" ismi, silisyumun (ingilizcede silicon) bilgisayar teknolojilerindeki bu yaygın kullanımından gelmektedir. Silisyum, periyodik tabloda 4A grubunda 3. periyotta bulunur. Nötr haldeki elektron dizilimi ilk katmanda 2, ikinci katmanda 8, üçüncü katmanda 4'tür (yani 4 adet valans elektron vardır). Kararlı yapısı yoktur (yani nötr halde bulunur). Yoğunluğu 2,33 g/cm3'dür. Diyamanyetik bir elementtir. Bağıl atom kütlesi (izotoplarının ortalama kütlesi) 28,0855'tir. Kararlı hale geçerken aldığı yükler nedeniyle ve ayrıca doğada çok bulunduğu için yakın gelecekte tıpkı karbon selektörleri olduğu gibi silisyum selektörlerinin de var olacağı tahmin edilmektedir. Camın ana maddesi kum olarak bilinir. Bunun sebebi camın asıl hammaddesi olan silisyumun kumda, özellikle de deniz kumunda çok bulunmasıdır. Keşif. 1787'de Antoine Lavoisier silikanın temel bir kimyasal elementin oksidi olabileceğinden şüphelendi, ancak silisyumun oksijene olan kimyasal afinitesi o kadar yüksek ki oksidi indirgemek ve elementi izole etmek için hiçbir yolu yoktu. 1808'de silisyumu izole etme girişiminden sonra Sir Humphry Davy, silikon için Latince silex, çakmaktaşı için silicis kelimesinden türetilen ve metal olduğuna inandığı için "-ium" sonunu ekleyerek "silicium" adını önerdi. Gay-Lussac ve Thénard'ın 1811'de yakın zamanda izole edilmiş potasyum metalinin silikon tetraflorür ile ısıtılması yoluyla saf olmayan amorf silisyumu hazırladıkları düşünülür, ancak ürünü saflaştırıp karakterize etmediler ve onu yeni bir element olarak tanımlamadılar. Silikona bugünkü adı 1817'de İskoç kimyager Thomas Thomson tarafından verildi. Davy'nin isminin bir kısmını korudu ancak silikonun bor ve karbona benzer bir ametal olduğuna inandığı için "-on" kelimesini ekledi. Silisyumun keşfi 1824 yılında İsveçli kimyager Jöns Jakob Berzelius tarafından gerçekleştirilmiştir. Silisyum bundan önce de kullanılıyordu ancak element olarak ne olduğu bilinmiyordu. Silisyum doğada siliksat asidi (mSiO2.nH2O) ve tuzları hâlinde bulunur. Yerkabuğunun yaklaşık %25,7'si bu elementten oluşur. Oksijenden sonra bileşikleri hâlinde en fazla bulunan elemen silisyumdur. Silisyum dioksit (SiO2) doğada kum ve kuartz şeklinde bulunur. Silisyumun iki tane allotropu vardır. Bunlardan birincisi saf kristal silisyumdur. Saydam olmayan koyu gri renkli, parlak sert ve kırılgan olup örgü yapısı elmasa benzer. Diğeri ise amorf silisyumdur. Koyu kahverengi renkli olup tane büyüklüğü nedeni ile kristal silisyumdan ayırt edilebilir. Kolay reaksiyona girer. Saf olarak silisyum eldesi, silisyum dioksitin (SiO2) kok kömürü (grafit) ile elektrikli fırında bileşenlerine indirgenmesi sonucunda gerçekleşir. Gerekenden daha fazla karbon kullanılırsa silisyum karbür (SiC) oluşur. SiO2 + 2C → Si + 2CO Silisyum klorür (SiCl4) önce fraksiyonlu destilasyon yöntemi ile saflaştırılır. Daha sonra hidrojen ile indirgenir. Bu şekilde saf silisyum elde edilir. SiCl4 + 2H2 → Si + 4HCl Silisyumlu yarı iletkenler. İlk yarı iletken cihazlar silisyum değil galenit kullanırdı; bunlar arasında Alman fizikçi Ferdinand Braun'un 1874'teki kristal dedektörü ve Hint fizikçi Jagadish Chandra Bose'un 1901'deki radyo kristal dedektörü de vardı. İlk silisyumlu yarı iletken cihaz, 1906'da Amerikalı mühendis Greenleaf Whittier Pickard tarafından geliştirilen silisyum radyo kristal dedektörüydü. 1940 yılında Russell Ohl silisyumdaki p-n bağlantısını ve fotovoltaik etkilerini keşfetti. 1941'de, II. Dünya Savaşı sırasında radar mikrodalga dedektör kristalleri için yüksek saflıkta germanyum ve silisyum kristalleri üretme teknikleri geliştirildi. 1947'de fizikçi William Shockley, germanyum ve silikondan yapılmış alan etkili amplifikatör teorisini ortaya attı ancak bunun yerine germanyumla çalışmaya başlamadan önce çalışan bir cihaz yapmayı başaramadı. Çalışan ilk transistör aynı yıl John Bardeen ve Walter Brattain tarafından Shockley'in idaresinde çalışırken yapılan nokta temaslı transistördü. 1954'te fiziksel kimyager Morris Tanenbaum, Bell Laboratuvarlarında ilk silisyum bağlantı transistörünü yaptılar. 1955'te Bell Laboratuarlarından Carl Frosch ve Lincoln Derick kazara silisyum dioksitin () silisyum üzerinde büyüyebileceğini keşfettiler ve daha sonra 1958'de bunun difüzyon süreçleri sırasında silisyum yüzeyleri maskeleyebileceğini öne sürdüler. Silisyum Çağı. "Silisyum Çağı", 20. yüzyılın sonlarından 21. yüzyılın başlarına kadar olan dönemi ifade eder. Bunun nedeni, Taş Devri, Bronz Çağı ve Demir Çağı'nın kendi uygarlık çağlarında baskın malzemeler tarafından tanımlanmasına benzer şekilde, Silisyum Çağı'nın (Dijital Çağ veya Bilgi Çağı olarak da bilinir) baskın malzemesinin silisyum olmasıdır. Silisyumun yüksek teknolojili yarı iletken cihazlarda önemli bir unsur olması nedeniyle dünyanın birçok yeri onun adını taşır. Örneğin, Kaliforniya'daki Santa Clara Vadisi, elementin oradaki yarı iletken endüstrisinde temel malzeme olması nedeniyle Silikon Vadisi takma adını almıştır. O zamandan bu yana, İsrail'deki Silicon Wadi dahil olmak üzere pek çok başka yer de benzer şekilde adlandırılmıştır; Oregon'da Silisyum Ormanı; Teksas, Austin'de Silisyum Tepeleri; Utah, Salt Lake City'de Silikon Yamaçları; Almanya'da Silisyum Saksonya; Hindistan'da Silisyum Vadisi; Meksika, Mexicali‘de Silisyum Sınırı; İngiltere, Cambridge'de Silisyum Fen; Londra'da Silisyum Roundabout; İskoçya'da Silisyum Glen; İngiltere, Bristol'de Silikon Gorge; New York'ta Silisyum Sokağı ve Los Angeles'ta Silisyum Sahili.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9847", "len_data": 5904, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.16 }
Silikon Vadisi (veya Silisyum Vadisi), Kuzey Kaliforniya'daki San Francisco Körfez Bölgesi'nin güneyinde kalan; ileri teknoloji, inovasyon, risk sermayesi ve sosyal medya şirketlerinin küresel merkezi olarak görülen bölgenin gayriresmî adıdır. Coğrafi olarak kabaca Santa Clara Vadisi'ni kaplar. Silikon Vadisi'ndeki en büyük şehir olan San Jose, Kaliforniya'nın en büyük üçüncü ve ABD'nin en büyük onuncu şehridir. Silikon Vadisi'ndeki diğer büyük şehirler arasında Sunnyvale, Santa Clara, Redwood City, Mountain View, Palo Alto, Menlo Park ve Cupertino yer alır. Bölgenin adı, silisyum tabanlı MOSFET ve yonga tasarımında ve üretiminde uzmanlaşmış çok sayıda firmanın burada kurulmasından gelir. Bölge günümüzde dünyanın en büyük teknoloji şirketinin çoğuna, Fortune 1000 listesindeki 30'dan fazla şirketin genel merkezine ve binlerce startup şirketine ev sahipliği yapmaktadır. ABD'deki risk sermayesi yatırımlarının üçte bir Silikon Vadisi şirketlerine yapılmaktadır. Bu nedenle bölge, girişimcilik ekosisteminin ve bilimsel gelişimin merkezi haline gelmiştir. Silikon tabanlı entegre devre, mikroişlemci, mikrobilgisayar ve daha birçok teknoloji Silikon Vadisi'nde icat edilmiştir. 2013 itibarıyla bölgede yaklaşık 250.000 teknoloji işçisi çalışmaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9848", "len_data": 1259, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.72 }
Röntgenyum,eski adıyla Unununyum - Uuu, 1994 yılında keşfedilen yapay bir elementtir. Atom numarası 111, bağıl atom kütlesi bilinen en uzun ömürlü izotopu için 280'dir ve Periyodik tabloda Rg simgesi ile gösterilir. Geçiş metalleri sınıfına girer, fiziksel özellikleri bilinmemektedir. Periyodik cetvelde 7.periyotta, 1B grubunda ve d bloğunda bulunan bir süper ağır geçiş elementidir. İlk kez 8 Aralık 1994'te Almanya'nın Darmstadt kentinde GSI Helmholtz Ağır İyon Araştırma Merkezindeki parçacık hızlandırıcısında bizmut-209 ve nikel-64 izotoplarının birleştirilmesi ile 272 atom kütlesine sahip izotopu elde edilmiştir. Sonradan bilinen izotop sayısı üçe çıkmıştır. 2004 yılında Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen'in anısına Röntgenyum (uluslararası adı Roentgenium) olarak adlandırılmıştır. İzotopları. Yarı-ömür: 0,0015 saniye Bozunma şekli: Alfa parçalanması Yarı-ömür: 0,17 saniye Bozunma şekli: Alfa parçalanması Yarı-ömür: 3,6 saniye Bozunma şekli: Alfa parçalanması
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9853", "len_data": 977, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.49 }
Tansu Penbe Çiller (d. 24 Mayıs 1946, İstanbul) veya bilinen adıyla Tansu Çiller, Türk ekonomist, akademisyen, siyasetçi ve 22. Türkiye Başbakanı. Başbakanlık görevini 1993-1996 yılları arasında sürdüren Çiller, Türkiye siyasi tarihindeki ilk ve tek kadın başbakandır. 1993-2002 yılları arasında Doğru Yol Partisi genel başkanlığı görevini yürütmüştür. 1996-1997 yılları arasında Başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı görevini üstlenmiştir. Süleyman Demirel'in çağrısıyla siyasete atılan Çiller, ilk defa 1991 Türkiye genel seçimlerinde Doğru Yol Partisi İstanbul milletvekili olarak meclise girmiştir. 1991-1993 yılları arasında Demirel tarafından kurulan koalisyon hükûmetinde, ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak yer almıştır. Demirel 1993 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçiminde cumhurbaşkanı olarak seçilince yeni DYP genel başkanının seçilmesi için yapılan kongrede yeni genel başkan seçilmiş ve 50. Türkiye Hükûmetini kurmuştur. Başbakanlığı döneminde verilen düşük yoğunluklu savaş nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernleşmesi çalışmalarına katkı vermiş ve PKK'nın ABD yönetimi tarafından terörist örgütler listesine alınmasını sağlamıştır. 1995 Türkiye genel seçimlerinde partisi %19.18 oy alarak 3. sıraya gerilemiştir. 1996 yılında Necmettin Erbakan tarafından Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonunun oluşturduğu 54. Türkiye Hükûmetinin kurulmasıyla Çiller'in başbakanlık görevi sona ermiştir. Yeni hükûmette Çiller başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak görevlendirilmiştir. Refah Partisini kapatma davası devam ederken Erbakan, başbakanlık görevini Çiller'e devretmek amacıyla 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel'e istifasını sunmuştur. Cumhurbaşkanı Demirel 54. hükûmet protokolü gereği başbakanlık görevini Çiller'e vermemiştir. 1999 Türkiye genel seçimlerinde partisi %7,17 oy kaybederek 5. sıraya gerilemiştir. 2002 Türkiye genel seçimlerinde ise partisi %9.54 oy oranıyla küçük bir farkla seçim barajının altında kalmıştır. 2002 yılında yapılacak kongrede adaylığını koymayacağını açıklamıştır ve aktif siyasetten çekilmiştir. Yaşamı. İlk yılları ve eğitimi. 24 Mayıs 1946 tarihinde gazetecilik ve valilik yapmış olan Muğla'nın Milas ilçesinde doğan Hüseyin Necati Çiller ile Rumeli Türklerinden, Selanikli Muazzez Çiller'in (1909-1995) tek çocuğu olarak doğdu. İstanbul, Fındıklı'da, İsmet İnönü İlkokuluna kaydoldu. Ardından, babası Necati Çiller'in Bilecik Valisi olarak atanmasıyla, 1953 yılında, Bilecik Edebali İlkokulunun beşinci sınıf öğrencisi oldu. Babasının milletvekilliği adaylığı için emekliye ayrılmasıyla tekrar ailesiyle İstanbul'a dönen Çiller, Demokrat Partinin, okulunun adını değiştirmesiyle ilkokul diplomasını İsmet İnönü değil Namık Kemal İlkokulundan aldı. Necati Çiller, Muğla'dan CHP adayı olarak katıldığı 1954 seçimlerinde seçilemedi. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji mezunu olan Tansu Çiller, 1967'de Robert Kolej Yüksek Okulunun (bugünkü adıyla Boğaziçi Üniversitesi) ekonomi bölümünü bitirdi. 1963'te Özer Uçuran'la evlendi. Eşiyle birlikte ABD'ye giden Çiller New Hampshire Üniversitesinde yüksek lisans çalışmasını tamamladı (1969). Doktorasını Connecticut Üniversitesinde verdi (1971), doktora üstü öğrenimini Yale Üniversitesinde devam ettirdi. 1971-73 arasında Franklin & Marshall College'da yardımcı profesör olarak çalıştı. 1974 ve 1975 yıllarında Boğaziçi Üniversitesinde asistan profesör olarak görev aldı. 1978 yılında doçent, 1983 yılında profesör oldu. Tansu Çiller'in ekonomi üzerine 9 yayını bulunmaktadır. Siyasi kariyeri. Boğaziçi Üniversitesindeki öğretim üyeliği görevinin yanı sıra TÜSİAD'da yaptığı çalışmalar ve özellikle de Anavatan Partisinin (ANAP) ekonomi politikalarına yönelik eleştirel raporlarıyla kamuoyunda isim yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan'a kısa süre danışmanlık yaptı. Süleyman Demirel'in çağrısıyla 1990 yılı kasım ayında Doğru Yol Partisinde (DYP) siyasete girdi. Aynı yılın aralık ayında DYP'nin Genel İdare Kuruluna seçildi ve ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı oldu. 1991 seçimlerinde, İstanbul milletvekili seçildi. 1991 seçimlerinde ortaya attığı "iki anahtar" sloganı ile DYP'nin kampanyasına katkıda bulunurken, DYP'nin seçim öncesinde ilan ettiği UDİDEM (Ulusal Dinamik Denge Modeli) adlı ekonomik programı ile de tartışma yarattı. Seçimden sonra DYP ile Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) arasında kurulan, Demirel'in başkanlığındaki koalisyon hükûmetinde ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görev aldı. 1992 yılının Ocak ayında ilan ettiği UDİDEM programını uygulamadı. Çiller'in, Cavit Çağlar ve Gökberk Ergenekon gibi Demirel'e yakın isimlerle ihtilafa düşmesiyle Demirel'le ilişkisi soğumaya başladı. Bu süreçte 17 Nisan 1993 tarihinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ani ölümü Türk siyasetindeki dengeleri değiştirirken Çiller'in siyasi kaderinde de yeni bir mecra oluştu. Başbakan ve DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel, 16 Mayıs 1993 tarihinde TBMM'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turunda Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi. Demirel'den boşalan DYP genel başkanlığının -aynı zamanda başbakanlığın - belirlendiği kongre, 13 Haziran 1993 tarihinde Ankara'da yapıldı. Çiller, 8 Haziran'da bakanlık görevinden istifa ettiğini ve DYP genel başkanlığı için aday olduğunu açıkladı. Kongrede Çiller ile birlikte genel başkanlığa, Millî Eğitim Bakanı Köksal Toptan ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin de adaylıklarını koydular. Çiller, ilk turda oylamaya katılan 1.106 delegeden 574'ünün oyunu aldı. İlk turda yeterli oyu alamamasına karşın Çiller'in yüksek oy almasıyla, öteki adaylar İsmet Sezgin ve Köksal Toptan adaylıktan çekildiklerini açıkladılar. Böylece ikinci tura rakipsiz giren Çiller, genel başkanlığa seçildi. Kongrenin ertesi günü, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından hükûmeti kurmakla görevlendirildi. 25 Haziran 1993 tarihinde II. DYP-SHP Hükûmetini kurarak Türkiye'nin ilk kadın başbakanı oldu. Tek aday olarak katıldığı, aynı yılın kasım ayında yapılan DYP 4. Olağan Büyük Kongresi'nde 1.074 delegeden 1.045'inin oyunu alarak DYP genel başkanlığına tekrar seçildi. Koalisyon hükûmetinin diğer ortağı olan SHP'nin genel başkanı Erdal İnönü, DYP kongresinden önce, 6 Haziran tarihinde sürpriz bir kararla SHP'nin de DYP gibi lider değişikliğine gitmesi gerektiğini açıklayarak partisinin yapılacak ilk kurultayında aday olmayacağını açıkladı. Eylül 1993'te yapılan kurultayda genel başkanlığı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın seçildi. Çiller, Karayalçın ile terörle mücadele yasası, memur maaşları gibi anlaşmazlıklar dışında genellikle uyumlu bir ortaklık geçirdi. Başbakanlığı (1993–1996). Çiller'in, hükûmetin başına geçmesini izleyen iki hafta içinde Sivas (2 Temmuz) ve Başbağlar (6 Temmuz) katliamları yaşandı. 10 Ekim 1993 tarihinde Avrupa Konseyi toplantısı için gittiği Viyana'da, Kürt sorununun çözümü yolunda "BASK modeli"ni telaffuz etmesine rağmen, daha sonra tam aksi yönde seyreden bir rotaya yöneldi. Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ın kuzeyinde meydana gelen iktidar boşluğundan yararlanarak eylemlerini giderek tırmandırmakta olan PKK'yı ileri düzeyde zayıflatacak bir politika izlemeyi tercih etti. Operasyonun ardındaki kilit isim olan dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, terörle mücadelede Çiller ile uyumlu çalışmalarıyla tanındı. Ayrıca verilen düşük yoğunluklu savaş nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernleşmesi çalışmalarına katkı vermiş ve PKK'nın ABD yönetimi tarafından terörist örgütler listesine alınmasını sağladı. PKK'ya karşı başlatılan sert önlemler ise özellikle Güneydoğu Anadolu'da yaygın insan hakları ihlallerine neden oldu. 1994 yılının kasım ayında gerçekleştirdiği ziyaretle İsrail'e giden ilk Türkiye başbakanı oldu. 5 Nisan Kararları. Başbakan olarak ekonomiyi doğrudan ya da dolaylı olarak yönlendiren tüm kamu kuruluşlarını (Merkez Bankası, kamu bankaları, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı, SPK, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, DPT, Tanıtma Fonu, Yüksek Planlama Kurulu Başkanlığı, Para-Kredi ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı) kendine bağlayarak adeta ekonominin tek hakimi oldu. Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanı olduğu dönemde fikir ayrılığına düştüğü Merkez Bankası Başkanı Rüşdü Saracoğlu, Çiller'in DYP'nin genel başkanı seçilmesi ve başbakan olarak atanması ile Temmuz 1993'te başkanlık görevinden istifa etti. Tansu Çiller'in faizleri yapay biçimde emirle düşürme girişimi, 1994 başlarında mali piyasalarda krize neden oldu. Krizin etkilerini yumuşatmak için yürürlüğe konan program paralelinde 5 Nisan Kararları (1994) alındı. Tansu Çiller'in imza attığı 5 Nisan kararları kapsamında TL'de %51 oranla cumhuriyet tarihinin 3. en büyük devalüasyonunu gerçekleşti. Sıcak para girişini hızlandırmak için Hazine bonosu, tahvil ve repo gelirlerinden alınan %5'lik vergi oranı kaldırıldı. Serbest bırakılan döviz kurları bankaların inisiyatifine terkedilirken, 24 Ocak 1980'de KİT'lere tanınan zam yapma yetkisi geniş bir şekilde kullanıldı. Özellikle TEKEL ürünlerine büyük oranlarda zam yapıldı ve ek vergiler getirildi. Akaryakıt vergileri yüzde 10'dan yüzde 25'e çıktı. 8 Temmuz'da 14 aylık bir stand-by anlaşması imzalanarak IMF'nin maddi desteği alındı. 14 aylık süre sonradan altı ay uzatıldı ama 1995'in sonlarında erken seçim kararı alınınca istikrar programı yarım kaldı. Bunun üzerine stand-by anlaşması da fiilen sona erdi. Başbakan, başbakan yardımcısı ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak koalisyon hükûmetlerinde bulunduğu 1991-1997 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %4,9 oranında büyümüş (1950'den günümüze kadar olan dönemin ortalaması %5'tir) ve Türkiye'nin GSMH'si Dünya toplamının binde 11.21'inden binde 12.37'sine yükselmiştir. Gümrük Birliği. Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde yaşanan önemli gelişmelerden biri de 1995 Mart'ında imzalanıp, 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye-Avrupa Birliği Gümrük Birliği Antlaşması oldu. Antlaşmayla ilgili yaşanan tartışmalardan en dikkat çekeni, ülkelerin önce Avrupa Birliği'ne tam üye olup, karar mekanizmalarında yerlerini aldıktan sonra gümrük duvarlarını indirmesine rağmen Türkiye'nin karar alıcı statüsünde olmadan gümrük duvarlarını indirmesiydi. Ayrıca Yunanistan, Gümrük Birliği Antlaşması'nın önkoşulu olarak Türkiye'nin hukuken tanımadığı Kıbrıs yönetiminin AB'ye tam üyelik müzakerelerinin önünde engel olmaması şartını öne sürmüştü. Bazı çevrelerce, Tansu Çiller'in Yunanistan'ın Türkiye'nin gümrük birliğine katılımını veto etmemesi için Kıbrıs'la AB arasındaki tam üyelik müzakerelerinin başlamasına ‘evet' demesi bir taviz olarak yorumlandı. Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye verdiği Kıbrıs sorunuyla ilgili nihai çözüm bulunmadan Kıbrıs yönetiminin AB'ye tam üye olamayacağı yönünde güvenceye karşın Kıbrıs 2004 yılında AB'ye tam üye oldu. 1995 Azerbaycan darbe girişimi. Mart 1995'te Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'e karşı Özel Amaçlı Polis Biriminin (OMON) komutanı Rövşen Cevadov liderliğinde bir darbe girişiminde bulunuldu. Kısaca II. MİT Raporu olarak bilinen, MİT'in 17 Kasım 1996 tarihinde hazırladığı ve kısa süre sonra basına sızan raporda, darbenin Çiller'in onayı ile dönemin Türk Cumhuriyetlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Korkut Eken tarafından planlandığı, ancak MİT'in olayı Süleyman Demirel'e bildirmesi ve Demirel'in de Aliyev'i haberdar etmesi ile başarısızlığa uğradığından bahsedildi. Malvarlığı. 17 Haziran 1994 tarihinde "Milliyet" gazetesi Washington temsilcisi gazeteci Turan Yavuz, Özer ve Tansu Çiller'in ABD'de otel, alışveriş merkezi ve villadan oluşan, milyonlarca dolarlık gayrimenkulü olduğunu duyurdu. Bu malların Çiller'in ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı döneminde edinildiğinin basında yer alması büyük bir tartışma başlattı. Gayrimenkullerin Çiller'in başbakanlığa aday olduğu 8 Haziran 1993 tarihinde mal beyanında yer almadığı da ortaya çıktı. Bunun üzerine Çiller, söz konusu gayrimenkullerin Marsan Holding tarafından satın alındığından kişisel mal bildiriminde bulunmadığını açıkladı. Muhalefet partileri tarafından konu TBMM'ye taşındı. Çiller, ANAP'ın önergesinin TBMM'de görüşülmesinden bir gün önce açıkladığı mal varlığı listesinde 1973 yılında babasından miras kalan 437 bin liranın en verimli alanlarda işletilerek 677 milyar liraya çıkarıldığını öne sürdü ancak eşiyle sahip oldukları şirketlerin vergileriyle ilgili iddialara ise bir açıklama getirmedi. 15 Temmuz 1994 tarihinde Çiller'in malvarlığının araştırılmasını isteyen önerge TBMM Genel Kurulunda reddedildi. 1995 seçimlerinden önce ABD'deki malvarlığını Zübeyde Hanım Şehit Anaları Vakfı'na bağışlayacağını açıklamasına rağmen daha sonra bundan vazgeçti. 1995 Genel Seçimleri. DYP, Tansu Çiller liderliğinde girdiği ilk seçim olan 1994 yerel seçimlerinde birinci olmasına karşın 1989'a göre oyları yaklaşık 4 puan geriledi. 18 Şubat 1995 tarihinde yapılan birleşme kurultayında hükûmet ortağı SHP feshedilerek CHP'ye katıldı. SHP-CHP birleşmesi, DYP-SHP koalisyonunu pek etkilemedi ve koalisyon DYP-CHP koalisyonuna dönüştü. Birleşmeden sonra sadece bazı bakanlar değiştirildi, ama koalisyon hükûmeti işbaşında kaldı. Bununla birlikte, Deniz Baykal'ın 10 Eylül 1995'te CHP genel başkanlığına seçilmesi, kısa süre içinde, koalisyon hükûmetinin sonunu getirdi. 20 Eylül 1995'te Çiller ile Baykal arasında yapılan görüşmede hükûmetin sürdürülmesi konusunda anlaşma sağlanamadı. Bunun üzerine Çiller, 20 Eylül'de hükûmetin istifasını Cumhurbaşkanı'na sundu. İstifayı kabul eden Demirel, bir gün sonra, hükûmeti kurma görevini yeniden Çiller'e verdi. Çiller öteki parti liderleriyle yaptığı görüşmelerden bir sonuç alamadı ve bir koalisyon ortağı bulamadı. Bunun üzerine azınlık hükûmetinin güvenoyu alabilmesi için, Meclis'te temsil edilen küçük partilerle temaslarda bulundu; MHP'den destek sözü alan Çiller bir azınlık hükûmeti kurma yolunu seçti. Çiller'in oluşturduğu DYP azınlık hükûmeti 5 Ekim'de Cumhurbaşkanı Demirel tarafından onaylandı. Bu süreçte, Çiller'in başbakan olduktan sonra Demirel'e cephe alması ve ona yakın isimlere karşı rezerv koyması DYP içinde bir çözülmeye neden oldu; Hüsamettin Cindoruk'un Tansu Çiller'le anlaşmazlığa düşerek, 1 Ekim'de TBMM başkanlığından istifa etmesinin ardından 12 Ekim tarihinde beş milletvekili (Orhan Sefa Kilercioğlu, Şerif Ercan, İbrahim Arısoy, Akın Gönen ve Ersin Faralyalı) DYP'den istifa etti. DYP'nin büyük fire verdiği 15 Ekim'de yapılan güven oylamasında Çiller'in azınlık hükûmeti güvenoyu alamadı. Hükûmet güvenoyu alamayınca Çiller Cumhurbaşkanı'na istifasını sundu. Bu arada, güven oylamasına katılmayıp ya da katılıp da ret oyu veren, aralarında Cindoruk'un da olduğu 10 DYP'li milletvekili partiden ihraç edildi (16 Ekim). 16 Ekim'de bir araya gelen Çiller ve Baykal erken seçim koşuluyla bir DYP-CHP koalisyon hükûmetinin kurulması konusunda anlaşmaya vardılar. Bu arada bir önceki DYP-CHP koalisyonunun bozulmasında etkisi olan İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, Çiller-Baykal uzlaşmasının sağlandığı gün görevinden istifa etti. Cumhurbaşkanı Demirel, 17 Ekim'de, Meclis'te temsil edilen partilerin genel başkanlarıyla yaptığı görüşmelerden sonra, yeni hükûmeti kurma görevini üçüncü kez Çiller'e verdi. Bakanlar kurulu listesi açıklanmadan önce TBMM, 26 Ekim'de erken seçim kararı aldı ve 24 Aralık 1995'te erken seçime gidilmesini kararlaştırdı. 5 Kasım'da hükûmet 172 ret oyuna karşılık 243 kabul oyuyla güvenoyu aldı. 24 Aralık 1995 genel seçimleri, Çiller'in, genel başkan olarak katıldığı ilk genel seçim oldu. DYP milletvekili aday listesi, temayül yoklaması ve ön seçim sonuçları değiştirilerek, muhalif grup üyelerinin imzaları olmadan, Tansu Çiller ve Yeminli grubun istediği şekilde oluşturuldu. Çiller'in Demirel ile seçim öncesinde yaşadığı sert bir tartışma nedeniyle Demirel'e yakınlıklarıyla bilinen Ekrem Ceyhun, Ali Münif İslamoğlu ve Bekir Sami Daçe'ye milletvekili aday listelerinde yer vermediği iddia edildi. MHP ile yapılan seçim ittifakı görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandı. DYP seçim kampanyası boyunca milliyetçi bir söylem ve Tansu Çiller'in, laik Türk kadını imajını kullandı. Çiller, seçim kampanyasında ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ve Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'a yüklendi. 1991 seçimlerinde DYP, %27,03'lük oy oranıyla birinci parti olurken; 1995 seçimlerinde 135 milletvekilliği kazanarak %19,18'lik oy oranıyla üçüncü parti oldu. 1991 seçimlerine kıyasla oy oranı %30 oranında azaldı. Örtülü Ödenek İddiaları. 24 Aralık 1995 seçimlerinden kısa süre önce Tansu Çiller'i arayan Selçuk Parsadan, emekli Orgeneral Necdet Öztorun'un adını kullanarak "emekli ve muvazzaf askerlerin seçimlerde DYP'ye çalışmak istediklerini" belirterek kendisinden para talebinde bulundu. Bu talebin Çiller tarafından olumlu karşılanmasıyla Başbakanlık Örtülü Ödeneğinden Parsadan'a 5,5 milyar ödeme yapıldı. Mayıs 1996'da patlak veren bu skandalda Parsadan, dolandırıcılıktan dolayı yargılandı ve mahkûm oldu. Çiller ise örtülü ödeneği siyasi çıkar için kullandığı gerekçesiyle eleştirilere uğradı. Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde örtülü ödenek ile yaşanan ikinci skandal Çiller'in, Başbakanlık görevini Yılmaz'a devretmeden hemen önce örtülü ödenekten usulsüz biçimde 500 milyar TL çektiği iddiasıydı. 11 Mayıs 1996 tarihinde "Hürriyet"'te yayımlanan 13 Şubat 1996 tarihli belgede bu miktarın örtülü ödenek hesabının tutulduğu Vakıfbank Merkez Şubesinden çekildiğini gösteriyordu. Çiller iddiaları şiddetle reddetti, 19 Haziran 1996'da, Çiller için verilen "örtülü ödenek" önergesi TBMM'de reddedildi. Kardak Krizi. 25 Aralık 1995 gecesi Çanakkale'den İsrail'e seyretmekte olan Figen Akat adlı Türk bandıralı bir yük gemisinin Bodrum Yarımadası'dan 3,8 mil uzaklıktaki Kardak Kayalıkları'nda karaya oturması, Türkiye ile Yunanistan arasında "Karasuları Sorunu"nu yeniden gündeme taşırken, iki ülke arasında ulusal egemenlik alanlarının saptanması konusunda da yeni bir tartışma başlattı. 1996'nın başlarında krize dönüşen bu kazadan sonra, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis'in Kardak Kayalıkları'ndaki Yunan bayrağının kalacağına ilişkin açıklamasına Çiller'in "O asker gidecek, o bayrak da inecek" yaklaşımını sergilemesiyle gerginlik daha da tırmandı. 30 Ocak 1996 tarihine gelindiğinde, Kardak Kayalıkları'nın, doğusundan Türk savaş gemileri, batısından da Yunan savaş gemileri tarafından ablukaya alınmasıyla birlikte iki ülke arasında topyekûn bir çatışma riski yükselmeye başladı. 30/31 Ocak gecesi, Türk SAT komandoları, "Yunus 1" adı verilen bir operasyonla, bölgedeki Yunan deniz kuvvetlerine fark ettirmeden Kardak Kayalıkları'ndan ikincisine (Batı Kardak Kayalığı) çıktılar. Kriz giderek tırmanırken, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Bill Clinton'ın, Çiller ve Simitis'i telefonla arayarak, iki NATO müttefikinin gerginliği artıracak davranışlardan kaçınmasını istemesiyle gerginlik yumuşamaya başladı. ANAYOL Hükûmeti. Seçim sonucunda hiçbir partinin tek başına hükûmet kurabilecek sayısal çoğunluğa ulaşamaması üzerine koalisyon görüşmeleri başladı. Seçimlerden birinci olarak çıkan Refah Partisi'nin genel başkanı Erbakan, hükûmeti kurmakla görevlendirilmesine rağmen hiçbir partinin onunla koalisyon kurmak istememesiyle görevi iade etti. Kamuoyunun bir bölümü, iş çevreleri ve merkez medyanın istediği iki merkez sağ partinin hükûmet kurmasıydı. Bu taleplerin sonucu olarak yaklaşık iki ay süren koalisyon turlarından sonra Yılmaz ve Çiller 27 Şubat 1996 tarihinde "dönüşümlü başbakanlık" formülüyle ve Bülent Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Partinin dışarıdan desteğiyle koalisyon kurmak üzere anlaştı. Başbakanlık koltuğuna önce Yılmaz oturacak, Çiller Başbakan olana kadar hükûmete girmeyecekti. ANAYOL Koalisyonuyla 6 Mart 1996'da böyle kuruldu. ANAYOL azınlık hükûmeti hakkında 12 Mart tarihinde yapılan güven oylamasına 544 milletvekili katıldı ve 207 ret oyuna karşılık 257 olumlu oyla Yılmaz Hükûmeti güvenoyu aldı. RP ve CHP milletvekilleri olumsuz oy kullanırken DSP Grubu çekimser kaldı. Ancak hem Tansu Çiller ile Mesut Yılmaz arasındaki kişisel rekabet, hem de kendisinin devre dışı bırakılmasını hazmedemeyen Refah Partisi'nin tüm gücüyle hükûmete saldırmasıyla ANAYOL Hükûmeti uzun süreli olamadı. RP bir yandan "Bir hükûmetin güvenoyu almış sayılması için, oylamaya katılan milletvekillerinin salt çoğunluğunun olumlu oy vermiş olması gerektiğini, Mesut Yılmaz Hükûmeti'nin ise yeterli güvenoyu alamadığını" ileri sürerek Anayasa Mahkemesine iptal davası açarken (12 Nisan), diğer yandan da Çiller ve eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Şinasi Altıner hakkında "TOFAŞ ve TEDAŞ ihalelerinde usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığını belirlenmesine karşılık gerekli işlemleri yapmayarak devleti zarara uğratarak görevini kötüye kullandıkları" iddiası konusunda iki ayrı soruşturma önergesi verdi. Koalisyonun iki ortağı arasındaki geçimsizlik giderek artarken, Çiller aleyhine verilmiş olan TEDAŞ soruşturma önergesi 24 Nisan tarihinde, TOFAŞ soruşturma önergesi ise 9 Mayıs tarihinde RP, CHP, DSP ve koalisyon ortağı ANAP'ın olumlu oy kullanmasıyla kabul edildi. Çiller için meclis soruşturmaları açılmasının yolunu açan bu önergelere ANAP'lıların da olumlu oy vermesi koalisyon ortaklarının arasının iyice açılmasına neden oldu. Refah Partisi'nin itirazını ele alan Anayasa Mahkemesi 14 Mayıs'ta yaptığı son toplantıdan sonra kararını açıkladı. Buna göre, Anayasa Mahkemesi RP'nin güven oylamasına ilişkin iptal istemini yerinde bularak, oylamayı iptal etti. Mahkeme, yürütmeyi durdurma talebini ise reddetti. Bu kararın ardından haziran ayı başında DYP'nin hükûmetten desteğini çekmesiyle ANAYOL koalisyonu kurulduktan 3 ay sonra karşılıklı suçlamalar eşliğinde dağıldı. Mesut Yılmaz 6 Haziran tarihinde başbakanlıktan istifa etti. REFAHYOL Hükûmeti. RP, Çiller'i, TEDAŞ ve TOFAŞ dosyalarıyla zorlarken, ANAP da Örtülü Ödeneği usulsüz kullandığı gerekçesiyle Çiller'e karşı bir araştırma önergesi vermişti. Zor durumda kalan Çiller RP ile koalisyon kurmayı kabul etti. 29 Haziran 1996 tarihinde Erbakan'ın başbakanlığı altında kısaca REFAHYOL olarak adlandırılan RP-DYP koalisyon hükûmeti kuruldu, Çiller de başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı oldu. 19 Haziran 1996 tarihinde, Çiller için verilen "örtülü ödenek" önergesi RP'nin desteğiyle TBMM'de reddedildi. 25 Kasım'da, Çiller'in TEDAŞ ihalelerinde görevini kötüye kullandığı iddiasıyla oluşturulan TBMM Soruşturma Komisyonu RP'li ve DYP'li sekiz üyenin oyuna karşılık yedi oyla Çiller'in Yüce Divana sevkine gerek olmadığına karar verdi. 28 Kasım tarihinde de TOFAŞ Soruşturma Komisyonu yine REFAHYOL ortaklarının oylarıyla Çiller'i akladı. Soruşturma komisyonlarına önceleri destek verip daha sonra da Çiller'i aklayan RP'nin bu tavrı, komisyonları koalisyonun kurulması konusunda koz olarak kullandığı biçiminde yorumlandı. Tansu Çiller'in 1995 seçim kampanyasında kendisini Türkiye'nin Batılı, modern yüzü olarak sunarak, RP tehlikesine karşı laikliğin güvencesi olduğunu söylemiş olmasına rağmen, seçimlerden yalnızca altı ay sonra bu partiyle koalisyon kurması DYP içinde küçük çaplı bir depreme yol açtı. 10 DYP milletvekili yeni hükûmete güvenoyu vermedi, 5'i çekimser kaldı. Temmuz 1996'da, sadece eleştirilerini dile getirmek için aday olan Mehmet Dülger dışında neredeyse rakipsiz olarak yarıştığı DYP 5. Olağan Büyük Kongresi'nde tekrar genel başkan seçildi. Parti içi muhalefetin bir kısmı DYP'den istifa ederek Hüsamettin Cindoruk'un liderliği altındaki DTP'ye katıldı. Genel ülke siyasetinde ise ilk defa İslamcı bir partinin liderinin başbakan olması, Erbakan'ın ekonomiden dış politikaya kadar, Türkiye'nin egemen sınıflarına son derece uzak ve yabancı görüşlere sahip olması toplumun laik kesimlerinin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) dahil devlet aygıtının önemli bir kısmının, büyük sermayenin (İstanbul sermayesi) ve merkez medyanın Erbakan'a karşı tavır almasına neden oldu. Susurluk Kazası. 3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir'in Susurluk ilçesi yakınlarında yaşanan trafik kazasında, bir kamyonun çarptığı 06 AC 600 plakalı Mercedes marka siyah renkli otomobilin içindekilerden Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, üzerinde "Mehmet Özbay" kimliği bulunan Abdullah Çatlı ve "Melahat Özbay" sahte kimlikli Gonca Us ölmüş, DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuştu. Kazanın oluş şekli, otomobildeki kişilerin ilişkileri ve bulunan silah ve dokümanlar devlet-mafya-siyaset üçgeninden yoğunlaşan tartışmaları başlattı. Çiller 26 Kasım 1996 tarihinde yapılan DYP Meclis Grubu konuşmasında kazayla ilgili olarak "Bu millet uğruna, ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidirler..." yorumunu yaptı. Çiller'e en yakın isimlerden biri olan İçişleri Bakanı Mehmet Ağar kazadan çok kısa bir süre sonra istifa etti (8 Kasım 1996). Koalisyonun özellikle DYP kanadını etkileyen bu kaza, kısa süre sonra Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemlerinin başlamasına neden oldu. 28 Şubat Süreci. REFAHYOL Hükûmeti'nin kurulmasından itibaren kamuoyunun bazı kesimlerince irticai ve laiklik karşıtı faaliyetlerin kaynağı olarak görülen Refah Partisi ve büyük ortağı olduğu koalisyon hükûmetine karşı TSK'da odaklanan bir muhalefet hareketi doğdu. 1997 yılının başlarına gelindiğinde, RP ile TSK arasındaki siyasi mücadele artık apaçık görünür hale gelmişti. 30 Ocak 1997'de RP'li Sincan belediyesi tarafından düzenlenen ve İran'ın Ankara büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'nin de davetli olduğu Kudüs gecesinde cihad konulu bir piyes sahneye konmuştu. 4 Şubat tarihinde Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na bağlı tank ve kariyerlerle bazı askeri araçların sabah saatlerinde Sincan'dan geçirilmesi bu etkinliğe karşı düzenlenen bir gövde gösterisi olarak yorumlandı. Bu gergin atmosferde, 28 Şubat 1997 tarihinde düzenlenen Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında bir dizi karar alındı. Anayasal bir kurum olan MGK'nın aldığı kararların; hükûmete birer tavsiye mi, yoksa yaptırım gücü de içeren bir muhtıra mı olduğu uzun süre tartışıldı. Bu dönemde MGK'nın askeri kanadının medya ile ilişkileri de tartışmanın bir başka boyutu oldu. Tansu Çiller bu dönemde, hem başbakanlığı sırasında terörle mücadele konusunda uyumlu çalıştığı TSK'yla sorun yaşanmayacağına inanırken, hem de Refah Partisi'nin aşırılıklarına karşı kendisini laikliğin güvencesi olarak gösteriyordu. MGK toplantısından sonra ise Çiller bir yandan 28 Şubat Kararları'nın Başbakan Erbakan tarafından onaylanmasını isterken diğer yandan REFAHYOL'a karşı oluşan baskı gruplarına karşı durdu. 28 Şubat'taki MGK toplantısında TSK'nın Refahyol Hükûmetini düşürmekteki kararlılığını gören Çiller, mart ayında hazırlattığı kararnameyle genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarını emekliye sevk etme girişiminde bulunduysa da bu girişim Erbakan tarafından engellendi. Refahyol Hükûmetine karşın artan baskı koalisyonun zayıf halkası niteliğindeki DYP içinde çözülmeye neden oldu. Tansu Çiller kendi partisinin milletvekillerine hakim olmakta zorlanırken, kararları muhtıra olarak değerlendiren bazı DYP'liler erken seçime gitme veya hükûmetten çekilme çağrısı yaptılar. 1997'nin ilkbahar aylarında TSK'nın doğrudan müdahalede bulunacağı kaygısıyla DYP'de başlayan istifa dalgası (özellikle 26 Nisan'da DYP'li Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez ile Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna'nın istifaları) sonucunda Erbakan, Çiller'in de baskısıyla koalisyon protokolü gereği başbakanlık görevinin Tansu Çiller'e verilmesi amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını verdi. Ancak Cumhurbaşkanı Demirel hükûmet ortakları arasındaki protokolü dikkate almayarak hükûmeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz'a verdi. Sonraki Gelişmeler. ANASOL-D hükûmetinin kurulmasıyla DYP yaklaşık 6 yıl sonra muhalefete geçti. 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde DYP'nin oyları yüzde 12'ye geriledi. Tansu Çiller aday olduğu İstanbul 3. seçim bölgesinde, ancak CHP'nin yüzde 10'luk seçim barajını aşamamasıyla milletvekili seçilebildi. 1999 yılı Kasım ayında yapılan DYP 6. Olağan Kongresinde tekrar ve son kez genel başkan seçildi. Çiller, 1228 delegenin oy kullandığı genel başkanlık seçiminde 922 oy alırken, en büyük rakibi durumundaki Köksal Toptan 280 oy aldı. 2001 yılında ana muhalefet partisi Fazilet Partisi'nin (FP) Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ve Millî Görüş hareketinin bölünmesiyle DYP ana muhalefet partisi, Çiller de ana muhalefet partisi lideri oldu. Çiller'in Muğla'dan aday olduğu 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde DYP yüzde 9,54 oranında oy alarak çok küçük bir farkla yüzde 10'luk seçim barajını aşamayarak TBMM dışında kaldı. DYP'nin muhalefette olmasına rağmen oy kaybederek baraj altında kalması Çiller'e sert eleştirilerin yönelmesine neden oldu. Çiller 9 Kasım tarihinde yaptığı basın toplantısında bir sonraki kongrede adaylığını koymayacağını açıkladı. 14-15 Aralık 2002 tarihlerinde yapılan DYP 7. Olağan Büyük Kongresi'yle genel başkanlığı sona erdi ve aktif siyasetten çekildi. 2012 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü 28 Şubat soruşturması kapsamında "mağdur" ve "tanık" olarak ifade verdi. 19 Aralık 2014'te İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 28 Şubat davası kapsamında talimatla 'şikayetçi' sıfatıyla ifade verdi. 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından Yenikapı Meydanı'nda düzenlenen "Büyük İstanbul Mitingi"ne katıldı. Kişisel yaşamı. İyi derece İngilizce ve Almanca bilen Tansu Çiller, Özer Uçuran Çiller ile evli olup iki çocuk annesidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9855", "len_data": 29387, "topic": "POLITICS", "quality_score": 3.34 }
Boris Vasilievich Spassky (30 Ocak 1937 - 27 Şubat 2025), Rus-Fransız Satranç büyükustası ve 1969-1972 yılları arası dünya satranç şampiyonu. Spassky son derece güçlü ve gelişkin satranç stiliyle birçok başarı kazanmıştır. 1937'de Leningrad'da doğmuştur. 18 yaşında Dünya gençler satranç şampiyonu olmuş ve "Büyükusta" unvanını kazanmıştır. 27 yaşındayken Dünya Satranç Şampiyonası için "Adaylar Turnuvası"nı kazanmış, bunun sonucunda 1966 Şampiyonası'na katılma hakkı elde etmiştir. 1966 Şampiyonası'nı 11,5-12,5 skoruyla (bir puan fark ile) dönemin Dünya Satranç Şampiyonu Tigran Petrosian karşısında kaybetmiştir. Yenilgisine rağmen Şampiyon olma çabasını sonlandırmayan Spassky, 1967 Adaylar Turnuvası'na katılmış ve bu turnuvayı kazanarak peş peşe iki adaylar turnuvası kazanan nadir satranç oyuncularından biri olmuştur (bu başarıyı elde eden diğer oyuncular Vasily Smyslov, Viktor Korchnoi, Anatoly Karpov ve Ian Nepomniatchi'dir, Viswanathan Anand'ın bu listeye eklenip eklenemeyeceği konsunda ise tartışmalar mevcuttur). 1969 Dünya Satranç Şampiyonası'nda oynama hakkı kazanan Spassky, bu Şampiyona da Petrosian'ı 12,5-10,5 skoru ile yenerek 10. Dünya Satranç Şampiyonu olmuştur. Şampiyonluk unvanını 1972 yılında Reykjavik'te yenildiği Bobby Fischer'a devretmiştir. 1978'de Fransız vatandaşlığına geçti. 1992'de Fischer'le Yugoslavya'da ikinci bir maç yaptı. Bu maçı da 10'a 5 kaybetti. Spassky çok güçlü ve her yönüyle gelişmiş satranç üslubuyla birçok başarı kazanmıştır. 27 Şubat 2025 tarihinde, 88 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Ölüm sebebi bilinmemektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9857", "len_data": 1576, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.48 }
Lübnan sediri veya Katran ağacı ("Cedrus libani"), çamgiller (Pinaceae) familyasından Güney Anadolu Toroslarında yaygın görülen, ayrıca Kelkit ve Yeşilırmak vadilerinde kalıntı meşcereleri bulunan bir sedir türü. Morfolojik özellikleri. 40 m'ye kadar boy yapar. Genç sürgünler grimsi kahverengi, çıplak ya da hafif tüylüdür. İğne yapraklar 1,5-3,5 cm uzunluğunda, sert ve batıcıdır. Renkleri önceleri koyu yeşil, zamanla yaşlı bireylerde mavimsi yeşil renk almaktadır. 40 yaşından itibaren kozalak üretmeye başlar.Kozalakları sonbaharda doğar, erkek kozalakları Eylül başında, dişi kozalakları ise Eylül sonunda çıkar. Kozalakları genellikle fıçı biçimindedir. Boyları 8–10 cm, enleri 4–6 cm'dir. Kozalak pulları geniş ve tam kenarlıdır. Dış yüzeyleri hafifçe tüylüdür. Kozalakların üzerlerinde bol reçine bulunmaktadır.45 ila 50 yaşına kadar hızla büyür; 70 yaşından sonra büyüme aşırı derecede yavaşlar.Taç, gençken koniktir ve yaşla birlikte oldukça düz dallarla geniş bir yatay haline gelir; yoğun ormanlarda büyüyen ağaçlar piramidal şekiller korur. Tohumlarını çimlendirmek için, fideyi erken evrelerinde öldürebilecek mantar türlerini içerme olasılığı daha düşük olduğundan saksı toprağı tercih edilir. Ekimden önce tohumun 24 saat oda sıcaklığında bekletilmesi ve ardından iki ila dört hafta soğuk katlama (~ 3–5 °C) yapılması önemlidir. Tohumlar ekildikten sonra oda sıcaklığında (~ 20 °C) ve güneş ışığına yakın bir yerde muhafaza edilmesi önerilir. Düşük sıklıkta sulama ile toprak hafif nemli tutulmalıdır. Aşırı sulama, fideleri hızla öldürecek olan sönümlemeye neden olabilir. İlk büyüme ilk yıl yaklaşık 3–5 cm olacak ve sonraki yıllarda hızlanacaktır. Ekolojik özellikleri. Toros sedirinin ışık isteği fazladır ve yarı ışık ağacı olarak kabul edilir. Toprak bakımından seçici değildir. Daha ziyade kayalık kalkerli yamaçlarda yetişirler. Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde bulunur. Kışları ılık yerler ister. Dağılımı. Doğal olarak Güney Anadolu ve Lübnan'da yayılmış olup, batı sınırı Fethiye ve Köyceğiz'den başlar. Doğuya doğru Toros Dağları üzerinden uzanmakta, Göksun ve Kahramanmaraş yörelerinden bir kavisle güneye Nur Dağlarına yönelmektedir. Lübnan'da ancak Cebelübnan'da kalmıştır. Bu ana yayılışı dışında ise Kuzey Anadolu'da Kelkit-Yeşilırmak Vadisinde Erbaa yakınlarında Çatalan Köyünde ve Niksar yörelerinde 100 hektarlık adacıklar halinde bulunmaktadır. İç Anadolu Bölgesinde de Afyon-Emirdağ-Dandindere'de yayılışı vardır. Akdeniz bölgesinde kapsamlı sedir ağaçlandırması yapılmaktadır. Türkiye'de yılda yaklaşık 300 kilometrekarelik bir alanı kaplayan 50 milyondan fazla genç sedir ağacı dikilmektedir. Tarihi önemi. Hz.Davudun inşaatına başladığı Hz.Süleymanın tamamladığı mabedin çatısında Lübnan bölgesinden sedir ağaçları kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul-Şam-Mekke arasında bulunan demiryolu güzergahına dikilmişlerdir. Antalya Kumlucada bulunan Koca Katran olarak adlandırılan sedir ağacının yaşının 2300 yıldan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Odununun hafif ve yumuşak olması nedeniyle çürümeye karşı dayanıklılığı, uzun süre sağlam kalması, rengi ve kokusunun olması ve işlenebilmesi gibi özellikleri ile sedir ağaçları tarih boyunca geçmişten günümüze önemli kılmıştır. Tarihi kayıtlara geçmiş ilk ithalatı yapılan üründür. Ayrıca eski zamanlarda gemi yapımında sıkça kullanılan kerestesi değerli bir ağaçtır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9889", "len_data": 3374, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Dişbudak, zeytingiller (Oleaceae) familyasının "Fraxinus" cinsini oluşturan türüne göre maksimum boyu 10–30 m arasında değişebilen dolgun ve düzgün gövdeli yuvarlak tepeli ağaç türlerinin ortak adı. Dişbudak genellikle sulak ya da derin toprağa sahip yerlerde bulunurlar. Yaprak döken veya bazen her dem yeşil ağaç veya çalı formunda olabilirler. Morfolojik özellikleri. Yaprak: Tek tüysü yapraklar karşılıklı veya bazen dalların ucunda sarmal dizilişlidir. Yaprak ve yaprakçık sapı tabanı çoğu kez kalınlaşmıştır. Çiçek: Bileşik salkımlı çiçek kurulu uçta veya sürgünün ucundaki koltuktan ya da önceki yılın yan sürgünlerinden gelişir. Brahteler ince uzun mızraksı olup geçicidir veya bulunmaz. Küçük çiçekler, erdişi, bir eşeyli veya çok eşeylidir. Kaliks 4 dişli veya düzensiz loplu bazen de bulunmaz. Korolla beyaz sarımsı 4 loplu, dip kısmı bölünmüştür veya bulunmaz. 2 Stamen korollanın dibine gömülmüştür. İplikçikler kısa olup çiçekler tam olarak açılınca dışarıya çıkar. Meyve: Tohumlu taslağı 2 yumurtalık gözlü sarkıktır. Boyuncuk kısa; tepecik 2 yarıklıdır. Meyve uçtaki kanadı uzamış bir kanatlı meyvedır. (samara) Tohumlar genellikle tekli yumurtamsı-dikdörtgen biçimindedir. Besidoku etli kökçük diktir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9890", "len_data": 1218, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.56 }
Ihlamur (Tilia), Malvaceae (ebegümecigiller) familyasına bağlı, Kuzey Yarımküre'nin ılıman ve yarı tropik bölgelerinde yetişen ağaç cinsidir. Morfolojik özellikleri. 30'a yakın farklı türü bulunur ve boyları 20–40 m yüksekliğe varır. Yaprakları kalp biçiminde, genel olarak asimetrik ve 6–20 cm'dir. Çiçekleri hermafroditik yapıya sahip olduğundan hem dişi hem de erkeği böcekler tarafından polenlenebilir. Odunları hafif, yumuşak, az parçalı, yoğunluğu 560 kg/m3 olduğundan kereste işlemleri için elverişlidir. Ekolojik özellikleri. Serin, verimli, kireçli toprakları severler. Tabansuyu yüksek, bol humuslu kumlu topraklarda yetiştiği gibi az derin ve kireçli topraklarda da yetişir. Genellikle kayınların toprak isteklerinin andırırlar. Hızlı büyürler. Sürgün verme özellikleri vardır. Gölgeye dayanırlar. Türkiye'de çoğunlukla Karadeniz, Ege, Marmara Bölgesi ve Antalya çevresinde yetişmekte olup ılıman iklimleri sevmektedir. Bu ağacın üretimi çoğunlukla tohum ile yapılmaktadır. Tarihçe. Orta Avrupa'da eskiden birçok köyde ıhlamur vardı. Merkezde bulunur buluşma noktası olarak kullanılırdı. Ayrıca burada haber alış verişinde bulunulur, gelinler kendilerini gösterirlerdi. Mayıs başında dans festivalleri bu ağacın altında düzenlenirdi. Bunlarla beraber köy mahkemeleri genelde yine burada kurulurdu. Bu yüzden ıhlamur, mahkeme ağacı ya da mahkeme ıhlamuru olarak da bilinir. Germen ve Slav halklarında ıhlamur kutsal bir ağaçtır. 1000 yaşına kadar yaşayabilen ıhlamurlar görülmüştür. Türkiye'de de 500 yaşını geçmiş çok sayıda ıhlamur ağacı vardır. Kullanımı. Kokulu çiçeklerinden dolayı gölge ağacı olarak yetiştirilir. Çiçekleri kurutularak çay olarak tüketilmektedir. Çiçek verdiği dönemlerde, güneşli bir zamanda çiçeklerinin toplanması, çiçeklenmesini artırır. Doğramacılıkta kıymetli olan beyaz ve hafif bir odun verir. Hava kurusu ağırlığı 0,40 gr/cm³'tür. Ihlamur kabuğundaki lifler ip ve kaba dokumalarda kullanılır. Arıcılıkta da önemli bir nektar kaynağıdır. Çiçekleri çay olarak içilir. Çiçek durumları tıbbi olarak kullanılır. Ihlamur çiçeği yatıştırıcı, idrar verici ve balgam söktürücü olarak çay halinde kullanılır. Ihlamur çiçeği banyosunun da yatıştırıcı bir özelliği vardır. Oymacılık ve mobilyacılıkta, oyuncak sanayinde, müzik aletleri yapımında, kâğıt ve kibrit üretiminde kullanılırlar.Tıbbi olarak T.rubra, T.platyphyllos, T.cordata türleri kullanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9892", "len_data": 2385, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.44 }
Kestane ya da konur, kayıngiller (Fagaceae) familyasından "Castanea" cinsini oluşturan ağaçlara ve bu ağaçların yenilebilen tohumlarına verilen ad. Etimoloji. Kestane sözcüğünün Eski Yunan'da Teselya bölgesinde bir şehir olan Kastania'dan geldiği iddia edilmektedir. Türkçede ise özellikle Kıpçak ve Oğuz dillerinde kestane sözcüğü yerine "koŋur" sözcüğü kullanılır. Morfolojik özellikleri. Yaprak döken bazen çalı formunda olan orman ağaçlarıdır. Kabuk çatlaklıdır. Yaprak koltuğunda çıkan tomurcuklarla yalancı uç tomurcukları vardır. Tomurcuklar üst üste binmiş 2 pulla örtülmüştür. Yapraklar sarmal dizilmiş fakat bükük iki sıralı görünür. İkincil damarlar birbirine paralel uzanır. Yapraklar kalın kimi zaman sert, mızraksı, kenarı dişli ve kılçıksı yapıda olabilir. Erkek çiçekler (kedicik) dik vaziyette, 1-3 (5) salkımlı; salkımcaların her birindeki brahteler birbirine karşılıklı durur. Çiçek örtüsü 6 kısımlıdır. Stamenler 10-12 (20) kadardır. Tüylü dişi organları gelişmemiştir. Dişi çiçekler erkek çiçeklerin yakınında oluşur. Nadiren tek tek bulunur. Yumurtalık 6-9 gözlüdür. Boyuncuk 6-9 kadar, tepecik uçta, çok küçük noktalıdır. (beneksi) Kupula 2-4 arasında çenetlere ayrılır. Brahteler dikensidir. Kupula içerisinde 1-3 kadar fındıksı meyve bulunur. Çimlenme hipogeiktir. Kestane üretim ve tüketimi. Tohumları Güney Avrupa ile Güneybatı ve Doğu Asya'da yaygın olarak tüketilir. Orta Çağlarda Güney Avrupa'da yeterli buğday ununa sahip olmayan orman toplulukları temel karbonhidrat kaynağı olarak tamamen kestaneye bağlı kalmaktaydı. Kestane Türkiye'de en çok Aydın ilinde yetiştirilir. Ege Bölgesi toplam üretimde yaklaşık %70 payla ilk sıradır. Aydın'dan sonra, İzmir, Kastamonu ve Sinop kestane üretiminde ön plana çıkan illerdir. Aydın ilinden ihraç edilen kestaneler çok kaliteli olup; Bursa'da Kestane Şekeri adıyla bilinen bir tatlı çeşidi de imal edilir. Bazı çörek, kek ve pasta çeşitlerinde de kullanılır. Tohumlar(kestane meyvesi), ateşte közlenmiş, haşlanmış veya suda kaynatılmış olarak tüketilir. Çoğunlukla 'kestane kebap' olarak adlandırılan ilkinde kestaneler üst kısımları hafifçe çizildikten sonra 10-15 dakika süreyle 200-220 °C sıcaklıklardaki fırına verilerek hazırlanır ya da kömür sobasının üzerinde de közlenir. Odunu ve kullanımı. Kerestesi, dayanıklılık ve dekoratif özellikleri bakımından meşe ağacının odununa benzemekle birlikte, kuruma esnasında çatlaması ve eğrilmesi nedeniyle, bu ağaçtan büyük boyutlu kereste elde edilememektedir. Ancak dayanıklılığı nedeniyle bazı ahşap bahçe işlerinde bu ağaçtan faydalanılmaktadır. İtalya'da fıçı yapımında kullanılmaktadır. Kestane ağacının düzgün dallarından zeytin silkmede kullanılmak amacıyla sırık yapılmaktadır. Kestane; eski zamanlardan beri insan beslenmesinde önemli bir yer almıştır. Araştırıcılar ilk zamanlarda Alp yöresinde yaşayan insanların 4 – 6 aylarını kestane ağırlıklı beslenme ile geçirdiklerini belirtmektedirler. Bu yörede kişi başına kestane tüketiminin yılda 150 kg dolaylarında olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle kestane meyvesi fakirin ekmeği, ağacı da ekmek ağacı olarak tanımlanmaktadır. Kestane, doğada tamamen doğal şartlar altında yetiştirilen, tarımsal ilaç, suni gübre kullanılmayan organik tarım ürünüdür. İçerdiği besin öğelerine ilaveten organik tarım ürünü olması nedeniyle kestane, beslenme diyetlerinde eskiden beri yer aldığı önemini günümüzde de korumaktadır. Başta Fransız mutfağı olmak üzere birçok Kuzey Yarım Küre ülkesinin mutfağında vazgeçilmez bir unsur olan kestane, etli yemeklerin hazırlanmasında, çeşitli salatalarda lezzet arttırıcı olarak yer almaktadır. Ayrıca kestane şekeri, kestane püresi, kestane ezmesi gibi çeşitli tatlılar da yapılmakta ve bu ürünler tek başına tüketilebildiği gibi pastalarda da kullanılmaktadırlar. Kestaneler öğütüldüğünde, badem ve fındıktaki gibi yağlı bir yapı yerine güzel ve tatlı bir un haline gelir. Bazı araştırmacılar inek sütündeki süt şekeri laktozun çocuklar için alerjik etkisi nedeniyle çocuklara uygun tatlı ve çorbaların hazırlanmasında kestane ununun alternatif bir ürün olabileceğine dikkati çekmektedirler. Kestane unu ayrıca, sütlü puding türü ürünlerde, ekmek yapımında, gevrek (corn flakes) türü ürünlerin hazırlanmasında kullanılmaktadır. Yenebilir nitelikteki taze kestane başta nişasta ve çeşitli şekerler olmak üzere iyi kalitede sindirilebilen lifli maddeler, protein, düşük oranda yağ, çeşitli mineral maddeler, B1, B2 ve C vitaminlerini içermektedir. 100 gram yenebilir kestane ortalama olarak 160 kcal enerji sağlamaktadır. Kestane, doyurucu özelliğine paralel olarak insanların beslenmesine katkı sağlayan birçok besin öğelerine sahiptir. 100 gr taze kestanenin (yenebilir kısmı) besin öğeleri: Kalori (kcal) : 160 Karbonhidrat (g) : 34 Şeker (g) : 9,6 Protein (g) : 3,2 Yağ (g) : 1,8 Sodyum (mg) : 9 Potasyum (mg) : 395 Kestanenin besin öğeleri kestane türüne, çeşidine, yetiştiği ekolojik şartlara göre değiştiği gibi uygulanan işleme teknolojilerine göre de değişikliklere uğramaktadır. Örneğin kestane haşlandığı zaman nem oranı yükselmekte ve toplam enerji değeri % 25 oranında azalarak 120 kcal ' e düşmektedir. Haşlama esnasında nişasta bileşimi değişmekte ayrıca potasyum ve sodyum miktarları azalırken kalsiyum miktarında değişiklik görülmemektedir. Kavrulduğu takdirde nem oranı % 20 dolaylarında azalırken, şeker miktarı % 25 oranında artmakta ve enerji değeri 200 kcal olmaktadır. Kestane kurutulduğunda raf ömrü uzamakta, besin öğelerinde artışlar görülmektedir. Diğer. At kestanesi ("Aesculus") olarak bilinen ağacın aynı adı taşıyan tohumları zehirli olup, tamamen farklı bir bitki türüdür, bunların burada bahsedilen kestane ile ilgisi bulunmamaktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9893", "len_data": 5675, "topic": "FOOD_GASTRONOMY", "quality_score": 3.55 }
Anadolu kestanesi ("Castanea sativa"), kayıngiller (Fagaceae) familyasında anavatanı güney Avrupa ve Asya olan, 20–35 m boy, 2 m çap yapabilen bir kestane türü. Genel özellikleri. Güney ve Orta Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya'nın bazı bölgelerinde serin, biraz nemli dağ yamaçlarında doğal olarak bulunan düzensiz taçlı büyük ağaçtır. Taç 25 m genişliğe kadar genişleyebilir. Ağır, bodur, koyu gri gövde, kabuğundaki derin oyukları da alarak ekseninde kıvrılır. Genç dallar zeytin yeşili ama hızla kırmızımsı-kahverengiye döner. Boyu eninden uzun yaprak koyu yeşil ve parlaktır ve testere dişli bir kenara sahiptir. Genç yapraklar alt kısımda kadifemsi tüyler taşır. 13 cm uzunluğa kadar kulaklarda demetler halinde oluşan beyaz kokulu erkek çiçekleri olan tek evcikli bir ağaçtır. Dişi çiçekler küçük ve yeşildir ve dikkat çekici değildir. Meyve yenilebilir. Ağaç derin ve yaygın bir kök sistemi bırakır. "Castanea sativa" önemli bir kereste kaynağıdır. IUCN Kırmızı listesi. Türün geniş doğal aralığı, dağılımı süreksiz olmasına rağmen, türün geniş bir popülasyona sahip olduğunu göstermektedir. Küresel olarak En Az Endişe Veren olarak değerlendirilir. Çeşitli zararlılara ve hastalıklara karşı hassas olmasına rağmen, türler için önemli bir tehdit yoktur. Gelecekte bunlar, habitat değişikliğine ve tür aralığında kuzeye doğru kaymaya neden olan iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmenin yanı sıra türler için daha büyük bir tehdit olabilir. Gelecekteki bu tehditler, araştırma ve izleme gerektirir. Tür, ex situ koleksiyonlarda iyi temsil edilmektedir. Afrika, Suriye ve Lübnan'daki türler için daha fazla bilgi toplanması gerekir. Coğrafi dağılım bilgileri. Bu tür Kuzey Afrika, Balkan Yarımadası, Kafkaslar, Rusya, Türkiye ve Batı Asya'ya özgüdür. Özellikle Avrupa'da kendi doğal ağılımının dışında yetiştirilmiş ve doğallaştırılmıştır. İngiltere'ye güneyden Akdeniz'e ve orta ve doğu Avrupa'ya tanıtıldı Tanıtılan bu aralığın bazılarında, türün kökeni İspanya ve Beyaz Rusya'da olduğu gibi belirsizdir. Bu nedenle türlerin doğal aralığı daha geniş olabilir, ancak bu daha fazla araştırma gerektirir. Rusya'da tür sadece Ciscaucasia'da bulunur ve Lübnan'da türün kökeni hala tartışmalıdır. 1.000 m'nin altındaki yüksekliklerde daha yaygındır, ancak yine de bunun üzerinde, 1.300 m'ye kadar bulunabilir. B kriteri kapsamında tehdit altındaki kategori kriterlerini aşan geniş bir oluşum alanına (EOO) sahiptir. Nüfus bilgileri. Kafkasya'da "Castanea sativa" ormanının %90'ı Kafkas Dağları'nın güney yamaçlarında bulunur, kuzey yamaçlarında ise diğer izole meşcereler bulunabilir. 1956'da Kafkasya'da tahminen 70.000-80.000 hektarlık bir "C. sativa" ormanı vardı, ancak Batı Kafkasya'da bunun 1956 ile 1996 arasında yaklaşık üçte iki veya 50.000 hektar azaldığı tahmin ediliyor Azerbaycan'da saf "Castanea sativa" ormanları nadirdir. Burada Büyük Kafkasya'nın güney makro yamaçlarında parçalanmış karışık ormanlarda bulunur ve Küçük Kafkasya'da tür, tümü yabani meşcere olmayan küçük parçalar halinde 550 ila 600 km'nin üzerinde bulunur. Azerbaycan'da nüfusta %45-50 arasında bir düşüş olduğu bildirilmiştir. Lübnan'da otuz sekiz yarı vahşi meşcere tespit edilmiştir. Türler nispeten genetik olarak çeşitlidir; Türkiye'deki bireyler en büyük genetik çeşitliliği göstermektedir. Afrika'daki türler için nüfus bilgisi yoktur. Avrupa'da türler yaygın olarak yetiştirilmektedir. Genel olarak, tür popülasyonunun geniş doğal dağılımı nedeniyle büyük ve istikrarlı olması muhtemeldir. Bununla birlikte, tür popülasyonunun, dağılımının çoğu bölümünde süreksiz olduğu bildirilmektedir. ve baskın bir tür olarak kabul edilmemektedir. Habitat ve Ekoloji bilgileri. Bu büyük ağaç türü 35 m yüksekliğe kadar büyüyebilir. Tür nispeten hızlı büyüyor ve 1.000 yıla kadar yaşayabilir. Nispeten iklime duyarlıdır, aylık ortalama 10 °C sıcaklığa ve yılda 800 mm yağışa sahiptir. Kuraklığa dayanıklı değildir ve dona karşı hassastır. Türler, besin açısından fakir ve oldukça asidik topraklarda bulunabilir, ancak iyi drene edilmeleri gerekir. Ggölgede çimlenebilir ancak daha fazla büyüme için ışık gereklidir. Tür, rüzgarla veya böceklerle tozlaşır, ancak yeniden filizlenme konusunda da çok iyidir. "Castanea sativa", diğer sert ağaç türleri ile birlikte saf meşcerelerde veya karışık geniş yapraklı ormanlarda yetişir. Karışık ormanlarda türler genellikle orman örtüsünün %50'sinden fazlasını oluşturur Çiçekler, arılar ve diğer böcekler için iyi bir polen ve nektar kaynağıdır. Habitatlar Direktifi'nde listelenen habitat 9260 "Castanea sativa" ormanlarında" yetişir. Aynı zamanda parklar, bahçeler ve meyve bahçeleriNDE da bulunur. Tehdit bilgileri. Kafkasya'da tür, tarihsel olarak hastalık ve ağaç kesimi tehdidi altındadır. Hastalık, birçok patojene karşı duyarlı olduğu için türü hala tehdit etmektedir, en büyük endişe kaynağı mantar patojeni "Chryphonectria parasitica" ve kestanenin kurumasına neden olan "Phytophora" türleridir. İklim değişikliğinin ortamları daha uygun hale getirmesi ve potansiyel enfeksiyonların yayılmasını hızlandıran uluslararası ticaret nedeniyle zararlılara ve hastalıklara karşı bireylerin kaybının artması muhtemeldir. Yabani popülasyonlar, genel türlerin genetik çeşitliliğini azaltan ekili popülasyonlarla genetik saldırı riski altındadır. Bu, meyve bahçelerinin Avrupa genelinde terk edildiği yerlerde en büyük endişe kaynağıdır. Bu türlerin hastalığa yatkınlığını arttırır. Ormanların yönetim eksikliği, diğer ağaç türleri tarafından rekabette geride kalmalarına neden olabilir. ağaçların ortalama yaşının 130 olduğu ve çok az ağacın 40 yaşından küçük olduğu Kafkasya Biyosfer Orman Koruma Alanı ormanlarında "Castanea sativa"'nın yenilenmediğini bildirmektedir. Kuraklığa toleranslı türler nedeniyle türün iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmesi de muhtemeldir. Türler için uygun habitatta bir azalma olması muhtemeldir. Yabani popülasyonlar, türlerin kereste için kullanılmasından da etkilenebilir, ancak bu, kereste ormanlarının yönetimi, ekim-dikimi nedeniyle çok azalacaktır. Kullanım ve Ticaret bilgileri. Bu tür kerestesi için kullanılmaktadır. Üretilen ahşap, varil, mobilya, direk ve diğer küçük ürünlerin yapımında ve ayrıca inşaatta kullanılmaktadır. Odun kömür yapmak için ve yakıt olarak da kullanılabilir. Meyvesi insan tüketimi için hasat edilebilir, bu nedenle türün birçok çeşidi geliştirilmiştir ve ağaç meyve bahçelerinde yetiştirilmektedir. Hırvatistan'da 2005–2011 yılları arasında 144.000 kg'dan fazla meyve toplandı. Korsika'da kestane, buğdaya benzediği için bira demlemek için kullanılır. Yunanistan'da tüm yaban hayatı için odun, kabuklu yemiş ve yiyecek üretimi için bozulmuş arazilerde yeniden ağaçlandırma için kullanılmaktadır. Ağaçların farklı kısımları, çeşitli farklı tıbbi amaçlar için de kullanılabilir. Koruma işlemleri bilgileri. Tür, tüm dağılımı boyunca çeşitli korunan alanlarda ve ayrıca Avrupa'daki Natura 2000 sitelerinde bulunur. Ayrıca Avrupa içinde türlerin habitatı, Avrupa Komisyonu Habitat Direktifi – "Castanea sativa" ormanları (Kod 1260) Ek 1 kapsamında korunmaktadır. Tür, Avrupa'da bölgesel olarak En Az Endişe (2013) olarak değerlendirilir ve Beyaz Rusya, Almanya, İsviçre ve Birleşik Krallık'ta En Az Endişedir. Ancak Bulgaristan'da Tehlike Altında olarak listelenmiştir. Türler için popülasyon ve tehdit bilgilerinin Suriye, Lübnan ve türün Afrika dağılımı içinde toplanması tavsiye edilmektedir. Ormanlar, aynı zamanda, zararlılar ve hastalıklar nedeniyle dağılımı boyunca düşüş açısından da izlenmelidir. İklim değişikliğinin türler üzerindeki etkisi de araştırılmalıdır. Bu tür 140 ex situ koleksiyonda bulunur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9894", "len_data": 7600, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.5 }
Kayın ("Fagus"), kayıngiller (Fagaceae) familyasının "Fagus" cinsinden değerli orman ağaçlarına verilen ad. Morfolojik özellikleri. 100 yaşındaki bir Kayın ağacı 1 saatte 40 insanın çıkardığı karbondioksiti tüketir. 300-700 yıl kadar yaşayabilir. Kışın yaprağını döken orman ağaçlarıdır. Sürgünler pseudoterminal tomurcukludur ve yan tomurcuklar iki sıralı sarmal dizilirler. Çok sayıda pullarla örtülmüş bulunan iğ biçimindeki sivri uçlu ve büyük tomurcuklar sürgünlere yatık değil, onlarla açı yapacak şekilde dizilmiştir. Yaprak ayası dişli veya düzdür; nispeten kısa bir sapı, zamanla dökülen şerit halinde kulakçıkları vardır. Açık gri veya koyu gri renkli kabukları ağaçların hayatı boyunca çatlamadan düz ve pürüzsüz kalır. Üç köşeli kızılkestane renkli, sert kabuklu meyve nus büyüktür. Olgulaşınca kupula 4 parçaya ayrılır. İçindeki 2 adet nus meyve dökülür. Meyvelerin tohumu yağlıdır. Kullanımı. Mobilya, kontrplak, araba, parke, ayakkabı kalıbı, ambalaj sandığı, oyuncak, sandal ve fırın kürekleri, alet sapları, iş ve marangoz tezgâhları, maden direği, yakacak odun gibi. Türkiye'de doğal olarak 2 türü bulunur. Bunlar doğu kayını ve Avrupa kayını'dır. Kayın tomruğundan elde edilen kereste mamulleri çatlamaya çok müsait olduğundan dolayı sert hava alan yerde ve güneş ışığına maruz bırakılmaması gerekir.İmkanlar müsait ise tam reaksiyon almak için kereste fırınlarına sokularak 15 gün ile 6 ay arasında fırınlanması gerekmektedir. Ağaç içerisindeki nem ile işleme yapıldığında ağaç şekil değiştirip yamulmalar çarpılmalar olabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9895", "len_data": 1547, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.51 }
Reichstag (; resmi adı: Deutscher Bundestag – Reichstagsgebäude ; ), Berlin'de bulunan ve Alman Federal Meclisi'ne (Bundestag) ev sahipliği yapan tarihi bir devlet binasıdır. Bina, mimar Paul Wallot tarafından 1884 ile 1894 yılları arasında Spree nehrinin kenarında, Tiergarten semtinde neo-rönesans tarzında inşa edilmiştir. Hem Alman İmparatorluğu, hem de Weimar Cumhuriyeti meclisleri de bu binada toplandı. 1933 yılında meydana gelen Reichstag Yangınından ve İkinci Dünya Savaşı'nda oluşan ağır hasarın ardından, bina 1960'lı yıllara kadar atıl hâlde durdu. 1960'lı yıllarda Almanya Demokratik Cumhuriyeti döneminde bina tamir edilerek sergi ve özel etkinlikler için kullanıldı. 1991 yılında binanın parlamento binası olarak kullanılması kararı alındı. 1995'ten 1999'a kadar İngiliz mimar Norman Foster tarafından baştan aşağı yeniden tasarlandı. Tarihçe. Alman İmparatorluğu. 1870'li yıllara kadar çeşitli bölgelerde birçok bina Almanya Parlamentosu olarak hizmet verdiyse de doğan ihtiyaçtan dolayı 1882 yılında bir mimarlık yarışması düzenlendi. 189 aday arasından Frankfurt kökenli bir mimar olan Paul Wallot yarışmayı kazandı. 1884 yılında başlanan inşaat 1894 yılında tamamlandı. Reichstag yangını ve Nasyonal Sosyalizm dönemi. 30 Ocak 1933'te Alman İmparatorluğu Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri Adolf Hitler'i "İmparatorluk şansölyesi" olarak atadı. Adolf Hitler, 1 Şubat'ta meclisi feshetti. 28 Şubat 1933 gecesi meclis binası Reichstag'ın kubbesi alev aldı. Büyük toplantı salonu ve çevresindeki bazı odalar yandı. Yangının bir kundaklama sonucu meydana geldiği açıktı. Olayın fâili ise hiçbir zaman aydınlatılamadı. Nasyonal Sosyalistler, yangın olayını suistimal ederek siyasi amaçları doğrultusunda kullandılar. Aynı gece siyasi muhaliflere yönelik, büyük bir tutuklama faaliyeti başlatıldı. Cumhurbaşkanı von Hindenburg, yangının ertesi günü halkın ve devletin korunması gerekçesi ile "Reichstag yangın yönetmeliğini" imzalamak mecburiyetinde bırakıldı. Bu yönetmeliğin birinci maddesi, temel hakları geçici olarak askıya alıyordu. Beşinci madde ise siyasi suçlara "vatana ihanet" gerekçesi ile izin verdi. 21 Mart 1933'te yeni parlamentonun açılış oturumu, "Potsdam Günü" adıyla Reichstag Yangınından sonra gerçekleşti. Yaygın tekrar edilen yanlış bilginin aksine, Hitler Reichstag Binasında hiç konuşma yapmadı. Hitler, meclise hitab ettiği tüm konuşmalarını yangından sonra parlamento binası olarak kullanılmaya başlanan Kroll Opera Binasında yaptı. 1933 yılının mayıs ayında, Hollandalı ve bir komünist olan Marinus van der Lubbe, Bulgar Georgi Dimitroff ve Komünist Partinin önde gelen diğer üyeleriyle birlikte yangının fâilleri olarak tutuklandılar. Savcılık, yangını "silahlı bir darbenin habercisi" olarak göstermeye çalıştı. Siyasi bir gösteriye dönüştürülen dava duruşmalarında Marinus van der Lubbe, şüpheli bir itiraf ile ölüm cezasına çarptırıldı. Bu esnada idam cezasını düzenleyen kanun, alelacele değiştirildi ve van der Lubbe 1934 yılı Ocak ayında idam edildi. Diğer davalılar, delil yetersizliği gerekçesi ile beraat etti. İkinci Dünya Savaşı sırasında, pencereleri duvar örülerek kapatılmış olan bina, hava saldırılarına karşı bir sığınak olarak kullanıldı. AEG orada elektron tüpleri üretti. Binada bir hastane kuruldu ve 1943'ten 1945'e kadar yakındaki Charité Tıp Fakültesinin kadın hastalıkları ve doğum bölümü burada barındırıldı. Yaklaşık 60 ile 100 kadar çocuğun Reichstag binasında doğduğu tahmin ediliyor. II. Dünya Savaşı sonrası. II. Dünya Savaşı'nda harap olan binaya savaşın sonlarına doğru SSCB tarafından Zafer Sancağı çekildi. Soğuk Savaş döneminde Batı Berlin sınırları içinde kaldı. Paul Baumgarten adlı bir mimarın öncülüğünde 1960'lı yıllarda restorasyon çalışmalarının yapıldığı yapı Almanya 3 Ekim 1990'da birleşmesinin hemen ardından ilk sembolik meclis toplantısına sahiplik yaptı. 1995 yılında ünlü Enstalasyon (Yerleştirme) sanatçıları Christo ve Jeanne-Claude tarafından paketlendi. 20 Haziran 1991 tarihinde Berlin'in yeniden Almanya Cumhuriyeti'nin başkenti olmasıyla Reichstag da yeniden Almanya Federal Meclis binası oldu. Açılan mimarlık yarışmasını kazanan ünlü mimar Norman Foster’in öncülüğünde yeniden restore edilen bina Nisan 1999'da meclis binası olarak kullanıma açıldı. Cam kubbe. Norman Foster'ın restorasyonu sırasında eklenen cam kubbe, binanın üzerinde yer alan geniş bir cam bölümdür. 360 derecelik bir bakış açısına sahiptir. Hemen aşağısında parlamento ana salonu yer alır. Gün ışığını doğrudan doğruya parlamento içerisine yansıtır. Ziyarete açık olan kubbe pek çok turistin ilgisini çekmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9896", "len_data": 4630, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.55 }
James Douglas Morrison (8 Aralık 1943 - 3 Temmuz 1971), Amerikalı şarkıcı, söz yazarı, besteci ve şairdir. Melbourne, Florida’da doğmuş ve Amerikalı rock grubu The Doors'un söz yazarı ve vokali olmuştur. Birkaç şiir kitabı, dokümanları, kısa film denemeleri ve "The Unknown Soldier" için bir müzik video klibi denemesi vardır. James'in daha 27 yaşındayken Paris'te ölümü nedeniyle gömülürken ve gömüldükten sonra bile sonsuz bir söylenti James'in arkasından devam etmiştir; gizemi hala sürmektedir. Onlarca farklı ölüm teorisi vardır. Bu iddialardan bazıları; şöhretten bıktığı için ölü taklidi yaparak Hawaii'ye kaçtığı ve yaşamını orada sürdürdüğü (bu iddianın temeli mezarının boyutunun Jim'den küçük olduğu söylencesine dayanmaktadır), aşkı Pamela Courson'nın o sıralarda onu başka biriyle aldatmasına dayanamayarak intihar ettiğidir. Takma adı Lizard King'dir. Bu takma adın kaynağı Not To Touch The Earth'de geçen "I'm the lizard king, I can do anything." dizesidir. Çoğu hayranına göre yapmak isteyip yapamadığı tek şey "0" (sıfır) adında siyah beyaz bir film çekmek olmuştur. Bu noktadan hareketle, pek çok sinema - TV öğrencisinin tez olarak böyle bir film çekmesi, Morrison'ı her dönem genç kuşak arasında "ikon" haline getiren bir başka sebeptir. Biyografi. Kariyer öncesi. İskoçya'da yaşayan babası George Stephen Morrison ve annesi Clara Clark Morrison 1942 yılında Hawaii'de tanışmışlardır; yani Stephen'ın subay olduğu geminin demir attığı zaman. 1943 yılında Clara Morrison hamile kaldı ve kayınlarının yanına Clearwater, Florida'ya taşındı. Bu sırada Stephen Morrison, askeriyede pilotluk eğitimi alıyordu. 1944'ün baharında Stephen, eğitimi tamamlandıktan sonra II. Dünya Savaşı için Pasifik Okyanusu'na yollandı (daha sonradan rütbesi yükseltilip büyük bir amiral gemisi yönetir). Böyle bir babanın geldiği aile ve babanın kendisinden de beklenebileceği gibi ailesi inanılmaz disiplinli ve sertti. Clara Florida'da ilk oğlunu doğurdu. Fakat babası 1946'ya kadar hiç uğramadı. Bir süre sonra Lee (1948 yılında Los Altos, California) dünyaya geldi. Morrison'a göre hayatındaki en önemli anlardan biri 1949 yılında New Mexico’da yaptıkları aile gezisi sırasında olmuştur. Ve şöyle anlatır: "Ölümü ilk keşfettiğim an... Ben, annem, babam, büyükannem ve büyükbabam gün batarken çölde ilerliyorduk. Bir kamyon dolusu Kızılderili başka bir kamyona ya da bir şeye çarpmıştı. Kızılderililer bütün ana yola dağılmıştı ve kanlar içinde ölümü bekliyorlardı. Babam ve büyükbabam, arabadan neler olduğuna bakmak için inmişlerdi. Ben daha çocuktum, o yüzden arabada oturup beklemem gerekiyordu. Ben bir şey görmedim. Tek gördüğüm şey garip, kırmızı boya ve yerde yatan insanlardı ama bir şey olduğuna emindim. Çünkü onların yaydıkları dalgaları hissedebiliyor ve birden yerde yatan insanların da olay hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmediklerini fark ettim. İşte o an ilk kez korkuyu tattım." Ve işte o zaman etrafta koşuşturan Kızılderili ruhlarından bir ya da birkaç tanesi gelip olmadığını iddia etmektedir. Bu olay hakkında diğer yorumlara göre, Morrison bu olaya çok üzüldüğünden annesinin ve babasının “sadece kötü bir rüya” gördüğünü söyleyip yatıştırmaya çalışmışlardır. Gerçek de olsa, uydurma da olsa Morrison bu olaya takılmış ve şarkılarında, şiirlerinde ve röportajlarında bu olayı araya sokmaktan çekinmemiştir. Morrison, 1961 yılında George Washington Lisesinden mezun olur. Morrison'ın babası yüzünden aile Güney Kaliforniya'ya transfer olur. Morrison tekrar babaannesinde kalmak için Clearwater, Florida'ya gönderilmiştir. Orada St. Petersburg Junior College‘inde okumayı denemiştir. Aslında taşınma işi ekonomik bir mantık içinde yapılmıştı. Babasının en başından beri sahip çıktığı evini askeri bir servise bağışlayarak oğlunun okul harcını çıkarmaya çalışıyordu. Fakat tutucu ve içki içmeyen ailesiyle epey sorunlar yaşadı. Daha sonra Florida Eyaleti üniversitesine geçti. Daha sonra da üniversitenin yakınlarına taşınıp, George Greer’in oda arkadaşı oldu. Daha sonraları Morrison toplama bir ekiple çekilen bir filmde rol aldı. 1964 yılında üniversitedeki profesörlerden biri Morrison'ın sinema üzerine olan yeteneğini fark eder ama müzik sinemanın önüne geçecektir. Üç arkadaşıyla kurduğu The Doors grubu onu dünyaca ünlü bir yıldız yapacaktır. Bir rock yıldızı... Jazz Rock'ın babası olarak sayılabilir. 1966'da başlayan profesyonel kariyeri 1971 yılına kadar uzanır. O yıl dinlenmek ve alkolle uyuşturucuyu bırakmak için sevgilisi Pam ile Paris'e giden Jim, çok genç bir yaşta ve sadece 5-6 senelik bir kariyerle aramızdan ayrılmıştır. Bir küvette ölü bulunmuş ve son sözleri de "Orada mısın Pam?" olmuştur. Hayatı boyunca, hatta günümüzde bile anlaşılamamış adam olan Morrison kötü çocuk imajının arkasındaki dâhiyi ne gizledi ne de teşhir etti. Tahmini IQ'su 149 olarak belirlenmiştir. James bir konserinde seyircilere karşı sinirini belli etmek için cinsel organını pantolonunun üstünden tutmuştur, polis memurlarının iddia ettiğinin aksine herhangi bir gösterme bulunmamaktadır. Ayrıca James'in 1 ağır 3 hafif suçu bulunmuş ancak beraat edip kurtulmuştur. Muhafazakar ve Katolik çevrelerce hiç sevilmemiştir. Bunda babasının payı şüphesiz büyüktür. Ölümüyle ilgili çeşitli spekülasyonlar hâlâ daha ortaya atılmaktadır. Bazıları intihar ettiğini savunurken, bazıları Hawaii'de yaşadığını öne süregelir. Birçok hayranı da Doğu ülkelerinden birisinde yıllardır inzivaya çekilmiş olduğuna inanmak ister. Ancak bu teoriler ve spekülasyonlar Elvis Presley'de olduğu gibi sadece lafta kalır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9898", "len_data": 5528, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.39 }
Lumbar, anatomide gövdede diyafram ile kuyruk sokumu kemiği arasındaki karın kısmına ait vücut bölgesini tarif eden bir sıfattır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9899", "len_data": 129, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.54 }
Dermatom, tıp dilinde vücudun "coğrafi" duyu bölgelerine verilen isim. Periferik sinir sisteminde deri yüzey duyusunu alan bölge o sinire ait dermatom olarak adlandırılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9900", "len_data": 171, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.7 }
HMS Anguilla (K-500), II. Dünya Savaşı'nda Kraliyet Donanması tarafından kullanılan Amerikalı yapımı fırkateyn. Başlangıçta Tacoma sınıfı bir devriye gambotu (PG-180) olarak, 1 Nisan 1943 tarihinde Rhode Island eyaleti Providence kentinde kurulu Walsh-Kaiser şirketi tersanesinde 1654 inşa numarası ile kızağa konuldu. 15 Nisan 1943'te bir devriye fırkateyni (PF-72) olarak tanımlaması değiştirildi ve 5 Mayıs'ta gemiye USS Machias (Machias-Maine eyaletinde küçük bir kasaba) adı verildi. 10 Haziran 1943 tarihinde ödünç verme (Lend-Lease) programı dahilinde İngiliz Kraliyet Donanması'na transfer edildi. 21 adet Colony sınıfı gemiden biri olan tekneye "HMS Anguilla" (Anguilla-İngiliz kolonisi Antigua ve Barbuda takım adalarının bir üyesi) ismi ve "K-500" borda numarası tahsis edildi. Bir gün sonra, 11 Haziran'da inşası devam eden gemiye Amerikan USS Hallowell (Hallowell-Maine eyaletinde küçük bir kasaba) adı verildi. "USS Machias" ismi ise diğer bir Tacoma sınıfı devriye fırkateyni olan PF-53 USS Machias'a devredildi. "PF-72 USS Hallowell" 14 Temmuz 1943 tarihinde denize indirildi ve resmi olarak 15 Ekim 1943'te İngiliz Kraliyet Donanması'na teslim edildi. 29 Nisan 1945'te "HMS Anguilla", K-433 HMS Loch Insh ve K-510 HMS Cotton gemileri, Murmansk kentinin kuzeyinde Barents Denizi'nde (69º 29' kuzey, 33º 37' doğu koordinatları) Alman U-286 denizaltısını derinlik bombaları kullanarak batırdı. 30 Nisan 1945 tarihinde, bir gün önce Alman U-286 denizaltısı tarafından torpido ile yaralanan K-479 HMS Goodall fırkateyni "HMS Anguilla"'nın açtığı top ateşi ile batırıldı. "HMS Anguilla" gemisi 31 Mayıs 1946'da Amerika'ya geri dönene kadar devriye ve refakat görevlerine devam etti. 13 Temmuz 1947'de Amerikan Donanması kayıtlarından çıkarılan fırkateyn New York'taki Pro Industry Products firmasına satıldı. Daha sonra 1949 yılında sökülmek amacı ile Panama'daki Sociedad de Navigacion Levante şirketine tekrar satıldı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9912", "len_data": 1931, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Pareto şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9913", "len_data": 30, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.44 }
DSP'nin farklı kullanımları ve anlamları vardır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9920", "len_data": 48, "topic": "POLITICS", "quality_score": 1.9 }
Replikas, Türk Rock grubudur. 1993 yılında Gökçe Akçelik, Barkın Engin ve Orçun Baştürk tarafından kurulan Replikas, Mayıs 1998'de Selçuk Artut ve Ocak 2000'de Erden Özer Yalçınkaya'nın da katılımıyla genişledi ve 2005'te, Yalçınkaya'nın, yerini Burak Tamer'e bırakmasıyla bugünkü halini aldı. Replikas, İstanbul'da birçok gece kulübünde çıktığı düzenli programlar ve verdiği konserlerle henüz bir albüme imza atmadan hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi kazandı. 1999 yılında İtalya'nın Roma kentinde yapılan Akdenizli Genç Sanatçılar Bienali'nde verdiği konserle müziğini Avrupalı dinleyicilere tanıtma fırsatı buldu. Aynı yıl "Aksi Istikamet" adlı toplama albümde "Gulyabani Müzik" isimli çalışmalarıyla yer aldı. İlk albümleri olan Köledoyuran'ın kayıtları 17 Temmuz - 5 Ağustos arasında Ada Müzik Stüdyoları'nda gerçekleştirildi. 8 Eylül 2000'de yayınlanan albüm, Roll Dergisi ve Porttakal.com sitesindeki değerlendirmelerde yılın en iyi yerli albümü seçildi. Birçok müzik eleştirmeni tarafından da en iyi yerli albümler arasında gösterildi ve beğeni topladı. Yurtdışında Amerikalı ve Avrupalı müzik yazarlarının da ilgisini çeken albüm, bazı yabancı underground plak şirketleri tarafından satışa sunuldu, çeşitli ülke radyolarında çalındı. Amerika'da yayın yapan WXYC isimli internet radyosunun listelerinde 2 numaraya kadar yükseldi. Village Voice da dahil olmak üzere çeşitli dergi ve e-dergilerde grupla ilgili röportaj ve yazılar yayımlandı. Grup, 2001 yazında Serdar Akar'ın yönettiği, bir Yeni Sinemacılar yapımı olan "Maruf" filminin müziklerini yaptı. Akademisyen ve sanatçı Selim Birsel'in "Royal Cortege" projesi için düzenleyip yorumladıkları Stravinski'nin "Royal March" isimli eseri, İtalya'da yayınlanan, birçok ülke müzisyeninin katılımı ile oluşturulan adlı toplama albümde yer aldı. Replikas'ın sonraki albümü "Dadaruhi", 2001'in yaz ve sonbahar aylarında, Ada stüdyolarında kaydedildi ve Temmuz 2002'de yayınlandı. Albümün ilk video klibi Barış Doğrusöz tarafından "Kör Taşın Kıyısında" isimli şarkıya çekildi. Grup 2005 yılında, daha önce Sonic Youth ve Pussy Galore gibi isimlerle çalışmış olan Wharton Tiers'ün prodüktörlüğünde, Mayıs ayında piyasaya sürülen "Avaz" isimli albümünü kaydetti. Albümün video klip çekilen şarkıları ise "Gece Kadar Rahatsız Etmiyor" ve "Dayan" oldu. 2005 yılında Kutluğ Ataman'ın "İki Genç Kız" isimli filminin müziklerini hazırlayan grup, bu çalışmalarıyla 38. Siyad ödüllerinde "En İyi Müzik" ödülüne layık görüldü. Aynı yıl grup Fatih Akın'ın "Crossing The Bridge / İstanbul Hatırası" isimli belgeselinde yer aldı. 2006 yılında "Maruf" ve "İki Genç Kız" filminin müzikleri "FM" adı altında Pozitif etiketiyle yayınlandı. 2007 yılında ilkokul çağında çocuklara müzik yoluyla eğitim vermeyi amaçlayan "Rock Sınıfı" isimli CD'de Cahit Berkay ile birlikte "İlkçağda Anadolu Medeniyetleri" adlı parçayı yorumladılar. Grup son olarak 2008 Kasım ayında Zerre albümünü çıkarttı.Gökçeada'da eskiden yarı açık cezaevi olan bir bina stüdyoya dönüştürülerek kayıtlar gerçekleştirildi. Tüm müzik prodüksiyon ve miks süreçleri Replikas üyeleri tarafından gerçekleştirilen ve mastering'i New York'ta daha önce Radio 4, Franz Ferdinand, Animal Collective, The Liars, Trans-Am gibi grupların çalıştığı "West West Side" mastering stüdyolarında yapılan albüm Peyote Müzik tarafından yayınlandı. Albümün ilk videosu yönetmen Eralp Vardar tarafından "Bugün Varım Yarın Yokum" isimli şarkıya çekildi. Grup, altıncı stüdyo albümünleri olan "Biz Burada Yok İken"i Ada Müzik etiketiyle 4 Nisan 2012’de yayınladı. Mart 2013'ten itibaren daha önce yayınlanmamış kayıtlarını SoundCloud hesabından paylaşmaya başlayan grup, yedi yeni şarkıdan oluşan "EP No: 1"i ise Mayıs 2013'te yayınlandı. Köledoyuran ve Dadaruhi albümlerinin remastered versiyonlarını ve EP NO.1'i barındıran "box set" yine Mayıs 2013 itibariye yayınlandı. Şubat 2014 tarihinde ise "Alfred Hitchcock's Blackmail - Live at Istanbul Modern" isimli canlı kayıtları Bandcamp hesabından paylaştı. Grubun baş vokali Gökçe Akçelik 11 Ağustos 2024 tarihinde 47 yaşında hayatını kaybetti.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9942", "len_data": 4080, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.32 }
Avaz, şu anlamlara geliyor olabilir;
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9943", "len_data": 36, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.2 }
Doğu Karadeniz göknarı veya Kafkas Göknarı ("Abies nordmanniana"), çamgiller (Pinaceae) familyasında Kafkasya'ya özgü bir göknar türü. Heybetli ve hızlı büyüyen bir ağaçtır. Güneşli ve nemli ortamlarda iyi gelişir. Avrupa Kıtası ve Türkiye'nin en uzun doğal ağacıdır. Gri gövdeli bir ağaçtır. Çok sık dallanma yapar. Dekoratif bir ağaç olduğu için birçok Avrupa ülkesinde park ve bahçe ağacı olarak yetiştirilmektedir. İğne yaprakları mavisimsi renkte olan Glauca, altın sarısı renginde olan Aurea, genç sürgünleri beyaz renkli olan Albo-spicata gibi farklı formları bulunmaktadır. Dağılımı. Türkiye'nin kuzeybatısındaki göknar popülasyonlarının tümü "Abies nordmanniana" subsp. "nordmanniana" veya "A. nordmanniana" subsp. "equitrojani" olarak adlandırılır. Bu ikinci takson iki alanla sınırlıdır, bunlar Kaz dağları ve Uludağ'dır. Türkiye'nin kuzeybatısındaki diğer tüm popülasyonlar, tipik alt tür olarak kabul edilir. Türkiye'deki çoğu otorite, "A. bormuelleriana" ve "A. equi-trojani"'yi "Abies nordmanniana"'nın Türkiye'nin doğu kısımları ve Kafkasya'nın komşu bölgeleri ile sınırlı olduğu ayrı türler olarak kabul etmektedir. Türkiye'nin en yüksek ağacı Gümüşhane Tortul ilçesinde yar alan Doğu Karadeniz Göknarıdır. 55 metre boya sahip olup 400 yaşlarındadır. Bu tür, IUCN kırmızı listesine göre Türkiye'nin kuzeybatısındaki Karadeniz Bölgesi'nde, doğuda Kafkasya'nın doğusunda, büyük ölçüde bozulmamış geniş ormanlar oluşturduğundan, Asgari Endişe (LC) olarak değerlendirilmiştir. Dağılım esas olarak güney ve doğu Karadeniz bölgesine bitişik dağlarla sınırlıdır. Batı Kafkasya'da (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Rusya) ve Kuzeydoğu Anadolu'da (Türkiye) bir orman yoğunluğu ("A. nordmanniana" subsp. "nordmanniana") ve kuzeybatı Anadolu'da (Türkiye) başka bir yoğunluk vardır. Anadolu'nun aşırı kuzeybatı kesiminde, "A. nordmanniana" subsp. "equi-trojani" oluşur. "A. nordmanniana" için ortaya çıkma boyutu ve yerleşim alanı bilinmemektedir, ancak bu türün dağılımının kapsamı, tehdit altındaki tüm kriterleri açıkça aşmaktadır. Ekolojik Özellikleri. Magmatik ve granit kayalardan türetilen derin verimli topraklarda dağların yüksek dağlık bölgelerinde hem saf meşcereler oluşturur hem de doğu ladini ("Picea orientalis"), doğu kayını ("Fagus sylvatica"), sarıçam ("Pinus sylvestris") ve karaçam ("Pinus nigra") ile karışık meşçereler oluşturur. Kafkasya'da 1.200-2.200 arasında bulunur, ancak nemli kuzey yamaçlarında 600–800 m arasında büyüyebilir ve Türkiye'de rakım aralığı 200-1.900 m arasındadır. Ekonomik Özellikleri. Odun çok değerli olsa da, ağaç kesiminin nüfus üzerinde önemli bir zararlı etkisi olmamıştır. Bununla birlikte, "A. nordmanniana" ssp. "equi-trojani", Kazdağı Millî Parkı'ndaki çok sayıda ziyaretçi ile ilişkili asit yağmuru, yangın, yerel kereste çıkarma ve habitat bozulması gibi bir dizi olumsuz etki nedeniyle düşüştedir. Düz damarlı ve özellikle kaplama olmak üzere yapı malzemeleri için kolayca işlenebilen ahşabı ile çok değerli olduğu Kafkasya ve Türkiye'de önemli bir kereste ağacıdır. Noel Ağacı pazarı için sıklıkla yetiştirildiği birçok Avrupa ülkesinde ticari bir ağaç dikme ağacı olarak kullanılmaktadır. Bu tür, çeşitli koruma alanlarından bilinmektedir. Morfolojik Özellikleri. Geniş, piramidal taçlı ve eşit aralıklarla yatay olarak büyüyen yan dalları olan büyük kozalaklı ağaçtır. Doğal dağıtım alanında 500 yıl kadar eski ve 60 m yüksekliğe kadar olan örnekler bulunabilir. Nihayetinde 7–9 m genişliğe kadar büyür. Ağacın etrafında yeterli alan verildiğinde, alttaki dallar ağaçta kalır. Genç örnekler yavaş büyür, ancak ağaç yaşlandıkça büyüme biraz hızlanır. Genç dallar zeytin yeşili olup, küçük tomurcukların özü yoktur. Kışın tomurcuklar kırmızımsı kahverengiye döner. Parlak, koyu yeşil iğnelerin altında 2 beyaz şerit bulunur. Ağaç, çarpıcı çiçekler aldıktan sonra, sonbaharda dik yeşil kozalaklar belirir ve ardından kahverengiye döner. Doğu Karadeniz göknarının, 19. yüzyılın başlarında Odessa botanik bahçelerinin yöneticisi A. von Nordmann tarafından Kafkasya'da bir arama sırasında keşfedildi. Varyantları. Üç alt türü tanımlanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9945", "len_data": 4116, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Georg Philipp Telemann (d. 14 Mart 1681, Magdeburg, Almanya – ö. 25 Haziran 1767, Hamburg), Alman müzisyen, besteci ve çeşitli enstrümanların virtüözü. Besteleri Alman barok stilindedir. Leipzig Üniversitesi'nde çeşitli dilleri ve bilim dallarını çalışmıştır. Tüm zamanların en üretken bestecisi olarak bilinir ve Johann Sebastian Bach'ın çağdaşı, Georg Friedrich Handel'in de yakın arkadaşıdır. Günümüzde Bach, daha büyük bir besteci kabul edilmekle birlikte, Telemann, yaşadığı dönemde müzikal yeteneklerinden ötürü daha tanınan bir besteci olmuştur. Telemann, o kadar üretkendi ki bestelerinin sayısını bilmezdi. Sık sık seyahat edip gittiği yerlerdeki müzik tarzlarını çalışmış ve bunları bestelerine yansıtmıştı. Besteci aynı zamanda çoklu keman ya da trompet gibi sıra dışı enstrüman kombinasyonları için yazdığı konçertolarla da bilinir. Pek çok önemli müzik görevinde de bulunmuştur, 1720 yılından 1767 yılındaki ölümüne dek Hamburg'daki en büyük beş kilisenin müzik yöneticiliği de bunlara dahildir. Vaftizoğlu Carl Philipp Emanuel Bach bu geleneği devam ettirmiştir. Hayatı. Georg Philipp Telemann, Magdeburg 1681 doğumludur. Lutheran Kilisesi'ne güçlü bağları olan bir aileden gelir. Babası papazdır, annesi ise papaz kızıdır. Bir çocuk olarak dikkat çekici bir müzik yeteneği vardır. Küçük yaşta keman, flut, org ve zitera çalmayı öğrenmiştir. On iki yaşında ilk operasını bestelemiştir. Bir süre sonra ailesinin, özellikle de annesinin gelecek korkusundan dolayı, müzikle ilişkisi engellenmiştir. Fakat bu tür engellemeler sanılanın aksine eserlerine olan kararlılığını ve bağlılığını güçlendirmiştir. Çalışmalarında Agostino Steffani, Johann Rosenmüller, Corelli and Antonio Caldara gibi bestecileri model almıştır. Hildesheim Gymnasium'dan (kilise okulu) mezun olduktan sonra, annesinin ısrarlarıyla 1701'de Leipzig Universitesi'nin hukuk bölümüne girmiştir. İlk başlarda Telemann'ın dil ve bilim üzerine çalışması uygun görülmüştür. Fakat kendini profesyonel müzisyen olarak çalışmaya başlamış halde bulmuştur. Ama o zaten çok yetenekli bir müzisyendir ve daha okuldaki ilk yılından itibaren "Collegium Musicum’u" kurmuş, bu akademiyle birlikte halka konserler vermiş, Leipzig Tiyatrosu için operalar yazmıştır. 1703'te Leipzig Operası'nın müzik direktörü olmuş, 1704'te kiliseye orgcu olarak atanmıştır.   Leipzig Kilisesi'nin çocuk korosu şefi Kuhnau ile ters düşmüş, şikayetlerden sıkılan ve hayatına yenilikler getirmeyi seven Telemann, 1705'te Leipzig'den ayrılmıştır. 'dan gelen koro şefliği teklifi üzerine Sorau'ya (bugün Polonya) taşınmıştır. Buradaki kariyeri, Büyük Kuzey Savaşı'nın etkileri yüzünden kısa sürmüştür. 1708'de Eisenach (Almanya'nın güneyinde bir şehir) dükü Johann Wilhelm'ın hizmetinde başkemancı, 1709'da aynı dükün hizmetinde sekreter ve koro şefi olarak çalışmıştır. Eisenach'taki bu görevi süresince Telemann, çok sayıda beste yapmıştır; en az dört tane kilise için kantat, düzinelerce sonat ve konçertolar. 1709'da müzisyen kızı Amalie Louise Juliane Eberlin ile evlenmiştir. 1711'de kızlarının doğumuyla beraber eşi ölmüştür. Telemann, bu süre içerisinde depresif ve zorlu bir süreç geçirmiştir. 1712'de Frankfurt’a şehir müzik direktörü ve kiliseye koro şefliği göreviyle taşınmıştır. Telemann, burada Leipzig’teki gibi şehrin müzikal yaşantısı üzerinde büyük etkiler bırakmıştır. 1714’te ikinci karısı olan papaz kızı Maria Catharina ile evlenmiştir. Birlikte 9 çocukları olmuştur. Telemann, üstün başarılarına ve çalışmalarına devam etmiştir, hatta birikimini Eisenach’taki kiliselere sürekli müzik göndererek ikiye katlamıştır. Telemann’ın besteleri ilk defa Frankfurt’ta yaşadığı dönemde basılmıştır. Besteci başarılarına rağmen her zaman daha fazlasını istediği için 1721’de Hamburg’a taşınmış ve şehrin beş büyük kilisesinin müzik direktörlüğünü yapmaya başlamıştır. Hamburg’a varmasından kısa süre sonra Telemann, kiliselerle anlaşmazlığa düşmüştür, yaptığı din dışı müziğin hem Telemann hem de halk için oyalayıcı olduğunu düşünmüşlerdir. Kunhau’nun ölümünden sonra Kunhau’nun görevinin yerine geçmek için başvurmuştur. Kabul edilmiştir, fakat Hamburg’taki kurul daha yüksek mertebeye layık gördüğü için işe başlamamıştır. Telemann’ın açıkta kalan teklifi Bach’a yollanmıştır. 1737’de yaptığı kısa Paris gezisi dışında Telemann, ömrü boyunca Hamburg’ta yaşamıştır. Buradaki ilk yıllarında evliliğinde sorunlar yaşamıştır. Karısının şans oyunlarına olan düşkünlüğü, onları parasal sıkıntılara sokmuştur. 1736’da karısından ayrılmıştır. 1740’lı yıllarda artık üretkenliği azalmıştır, bahçe düzenlemek ve egzotik bitkiler yetiştirmek gibi hobilerine yönelmiştir. Sağlık ve görme problemlerine karşın 1760’lara kadar beste yapmaya devam etmiştir. Telemann, 25 Haziran 1767’de göğsünde oluşan bir hastalık nedeniyle ölmüştür. Dış bağlantılar. [[Kategori:1681 doğumlular]] [[Kategori:Magdeburg doğumlular]] [[Kategori:1767'de ölenler]] [[Kategori:18. yüzyıl müzisyenleri]] [[Kategori:18. yüzyıl Alman bestecileri]] [[Kategori:Barok dönem bestecileri]] [[Kategori:Opera bestecileri]] [[Kategori:Oratorio bestecileri]] [[Kategori:Protestan besteciler ve müzisyenler]] [[Kategori:18. yüzyıl klasik müzik bestecileri]] [[Kategori:18. yüzyıl Alman müzisyenleri]] [[Kategori:Çocuk klasik müzisyenler]] [[Kategori:Alman çok enstrüman çalanlar]] [[Kategori:Erkek opera bestecileri]] [[Kategori:Hamburg doğumlu müzisyenler]]
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9950", "len_data": 5367, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.53 }
İki çenekliler ya da ödikotlar (), embriyonlarında iki çenek (kotiledon) bulunan bir çiçekli bitki sınıfıdır. Yaklaşık 199.350 türle temsil edilirler. Çiçekli bitkilerden tek çenekliler, iki çeneklilerden farklı olarak, tek embriyonik yaprak (çenek) içerirler. Genel olarak otsu ve odunsu özelliklerdir. Tek yıllık, iki yıllık ve çok yıllık olabilirler. İletim demetleri dairesel dizilişlidir. Çok yıllık olanların iletim demetlerinde floem ile ksilem arasında bulunan kambiyum sayesinde sekonder kalınlaşma görülür. Yapraklar geniş olup, ağsı damarlanma gösterirler. Çiçek parçalarının sayısı çok değişiktir. Çiçek örtüsü (periant), çanak yaprak (sepal) ve taç yaprak (petal) olarak farklılaşmıştır. Tohumları iki çenek (kotiledon) bulundurduğu için dikotil bitkiler olarak adlandırılmışlardır. Ana kök iyi gelişmiştir ve üzerinde sekonder kökler bulunur. Taksonomi. İki çenekli bitkiler sınıfı, 3 altsınıfa ayrılmaktadır: APG III sistemine göre takımlar. Buxales - - Ranunculales - Sabiaceae - Trochodendrales
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9956", "len_data": 1011, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Akdamar Adası ("Ahtamar" veya "Ağtamar" biçimlerinde de yazılır; Ermenice: Աղթամար "Akhtamar"), Türkiye'nin Van ve Bitlis illeri arasında bulunan Van Gölü'nün içinde yer alan ikinci büyük adadır. Van'ın Gevaş ilçesi sınırları içerisinde yer alan adada Ermeniler´den kalma bir kilise bulunur. Yüzölçümü yaklaşık 163.753 metrekare olan adanın toplam kıyı uzunluğu 3 kilometreyi bulmaktadır. En yüksek noktası deniz seviyesinden 1912 metre yüksekte bulunan adanın batı uçlarında yüksekliği 80 metreye ulaşan dik kayalıklar vardır. İsim Efsanesi. Adanın adının nereden geldiğine dair yaygın halk hikâyesine göre, zamanında bu adada yaşayan Ermeni baş keşişin güzelliği dillere destan "Tamara" adında bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç bu kıza âşık olur. Bu genç "Tamara" ile buluşmak için her gece adaya yüzer. "Tamara" ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamara!" diye haykırır. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakır O günden sonra ada "Ah Tamara!" ismi ile anlatılır. Bu hikâye Ermeni şair Hovhannes Tumanyan anlatımıyla efsaneleşmiştir. Bu efsanenin tarihi gerçeklerle alakasının zayıf olduğu şüphesizdir. 9. yüzyıldan itibaren kaydedilmiş olan "Ağtamar" adının Arapça ĞMR kökünden "kabartı, tümsek" anlamına gelen bir türev olması daha kuvvetli bir olasılık olarak değerlendirilebilir. Adın Türkçeleştirilmiş biçimi olarak "Akdamar" kullanılmaktadır. Tarihçe. En eski kaynaklarda adanın adı, Gevaş bölgesinde hüküm süren Ermeni Rştuni sülalesine atfen Rştunik Adası olarak geçmektedir. 705 yılında Vard Rştuni'nin adada öldürülerek Rştuni beyliğine son verilmesinden sonra ada ve yöresi, daha önce Başkale'de (Ağbak) hüküm süren Ardzruni sülalesinin eline geçmiştir. 908'de I. Gagik Ardzruni bazı Ermeni ve Müslüman beyleriyle anlaşarak Gevaş'ta (Vostan) kendini Vaspuragan Kralı ilan etmiş ve bilahare başkentini adaya taşımaya karar vermiştir. I. Gagik adada halen mevcut olan kiliseden başka müstahkem bir kasaba, saray, çarşı ve liman inşa ettirmiştir. Ada üzerindeki sivil yerleşimin 16. yüzyıl başlarına kadar canlı olarak varlığını sürdürdüğü ve 1535 Osmanlı-İran Savaşı'nda tahrip edildiği anlaşılmaktadır. 16. yüzyıldan sonra sivil yerleşimin bulunmadığı adada Kutsal Haç'a (Surp Khaç) adanmış bir Ermeni manastırı hayatiyetini sürdürmüştür. 19. yüzyıl sonlarında 300 civarında keşişin ikamet ettiği manastır, 1895 ve 1915 olaylarından sonra terkedilmiştir. Ermeni Kilisesinin ruhani başkanlığı olan Gatoğigosluk makamı 10. yüzyıl ortalarından 1101 yılına kadar Ahtamar Adasında bulunmuştur. Makamın 12. yüzyılda Kilikya'ya taşınmasından sonra da Ahtamar Kilisesi 19. yüzyıla dek önderlik iddiasını devam ettirmiştir.. Akdamar Kilisesi. Akdamar Adasındaki Surp Haç kilisesi, Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç'ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik'in emriyle 915-921 yıllarında Mimar Manuel tarafından inşa edilmiştir. Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, mimari açıdan Orta Çağ Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılır. Kızıl andezit taşından inşa edilmiş olan kilisenin dış cephesi, alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal Kitap'tan alınma sahnelerle bezenmiştir. Kilise bu özelliğiyle de Ermeni mimari tarihi içinde eşsiz bir konuma sahiptir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9965", "len_data": 3652, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.52 }
Biyopsi, mikroskop altında incelenmek üzere canlıdan belirli bir doku parçasının çıkarılmasıdır. Muayene ya da benzeri incelemelerle tanı konulamayan hastalıklarda biyopsiye başvurulur. Biyopsi, çeşitli hastalıklar sırasında meydana gelen lezyonların mikroskopik tanısı için yapılan bir cerrahi uygulamadır. Hangi biyopsi yöntemi uygulanırsa uygulansın, doğru yerden-doğru örnek alındığında patoloji tanısı da doğru olacaktır. Yanlış ya da yetersiz örnek alımı veya yanlış fiksasyon, patoloji tanısını olanaksızlaştırır. Sonuç alınamayan biyopsi uygulanmalarının yinelenmesi gerekir. Böyle bir tablo biyopsi sonucunu merakla bekleyen hasta için çekilmez bir durumdur. Doku örneklemesi ve örneklerin gönderilmesi. İntraoral bir lezyonun mikroskopik tanısına ulaşabilmek biyopsi ile olanaklıdır. Oluşumun tümüyle çıkarıldığı bazı olgularda, biyopsi ile tedavi de gerçekleştirilmiş olur. Klinik incelemesi yapılan bir lezyona cerrahi girişim yapmadan önce aşağıdaki aşamaların uygulanması gerekir: Biyopsi tipleri. Oral sitoloji. Mukozalara özgü displastik lezyonların tanısında ve izlenmesinde yardımcı olabilen bir yöntemdir; jinekolojide uygulanan PAP-smear yöntemine benzer (exfoliative cytology). Değerlendirme güçlükleri ve yalancı pozitif sonuçların çokluğu nedeniyle fazlaca kullanılmamaktadır. Uygulamada tekniği basittir: yüzey kenarları keskin olamayan bir spatula ile kazınır ve bir lama yayılır. Alınan örnek bu tür çalışmalarda kullanılmak üzere hazırlanmış ve içerisinde özel sıvı bulunan şişelere aktarılarak patolojiye gönderilir. Sıvı bazlı sitoloji tekniğinde ise “swab” adı verilen özel çubuklar kullanılır. Patoloji laboratuvarı gönderilen materyali uygun yöntemlerle boyayarak inceler. Son yıllarda geliştirilen "bilgisayar destekli fırça biyopsisi" yöntemiyle sitolojideki olumsuzlukların azaldığı gösterilmiştir. Söz konusu yöntemde örnekler özel fırçalarla alınır. Mikroskopik inceleme aşamasında bilgisayara aktarılan görüntüler özel bir program tarafından değerlendirilir. Aspirasyon biyopsisi. Sıvı ile dolu boşluk içeren kistik oluşumlarda, sıvının fiziksel ve kimyasal nitelikleri ile hücresel içeriğini değerlendirmekte yararlı bir yöntemdir. Genellikle santral (kemik-içi) ve derindeki lezyonlara uygulanır. Özel iğneler kullanılarak injektörde yaratılan negatif basınçtan yararlanarak sıvı çekme ilkesine dayanmaktadır. "İnce iğne aspirasyon biyopsisi" solid tümörlere de uygulanan yöntemdir; özellikle santral lezyonlardaki büyük operasyonlara karşı bir seçenektir. Bu yöntemde, uygun kalınlıktaki iğne ile lezyona girilerek doku örneği alınır (tru-cut yöntemi). Girişim sırasında patoloji uzmanının da bulunması, materyalin tanı için yeterli olup olmadığının belirlenmesinde yarar sağlamaktadır. Girişimsel radyoloji, görüntüleme (ultrason, MR, vb) tekniklerindeki hızlı gelişmelerin ürünü olan bir uygulamadır. Bu yöntemi kullanan radyoloji uzmanı, aspirasyon biyopsisi yapılacak dokuya uygun bir görüntüleme tekniğinin yardımıyla ulaşarak biyopsi alabilmektedir. İnsizyonel biyopsi. Genellikle büyük lezyonlardan, lokalizasyonu nedeniyle eksizyon yapılamayanlardan ve malignite kuşkusu bulunan lezyonlardan örnek alınmasıdır. Biyopsi örneği üç boyutta da bir miktar sağlam doku alanı içermeli, nekroz ve dejenerasyon alanlarından sakınmalıdır. Cerrahi girişim sırasında, biyopsi örneğinin yeterli derinliğe inmiş olmasına, pens ve benzeri araçlarla tutulan dokuların ezilmemesine ve hırpalanmamasına özen gösterilmelidir. Punch biyopsi tekniği, özellikle deri ve mukoza örneklerinin alınmasında başka bir seçenek olarak uygulanmaktadır. Bu tekniğin uygulanmasında kullanılan araç, ucunda kenarları çok keskin içi boş bir metal silindir bulunan plastik gövdeli bir çubuktur. Plastik gövdesinden tutularak keskin kenarı biyopsi yapılacak alana dairesel hareketlerle ve hafifçe bastırılarak uygulanır. Marsüpiyalizasyon, tümü çıkarılamayan büyükçe kistik oluşumların tedavisinde uygulanan bir tekniktir; kist çeperinde büyükçe bir pencere açılarak drenaj sağlanır ve sıvı birikmesi önlenir. Pencere açılırken alınan örnekler patoloji laboratuvarına gönderilir. Eksizyonel biyopsi. Klinik lezyonun tümüyle çıkarılmasıdır. Genellikle 1 cm ve daha küçük lezyonlarda, benign izlenim verenlerde ve lokalizasyon açısından elverişli olanlarda eksizyonal biyopsi yöntemi uygulanır. Cerrahi sınıra dikkat edilmelidir; biyopsinin çevresinde ve derinliğinde en az 2–3 mm'lik normal doku bulunmalıdır. Malign, damarsal ve pigmentli lezyonlarda cerrahi sınır geniş tutulur (en az 5 mm). Cerrahi girişim sırasında, pens ve benzeri araçlarla tutulan dokuların ezilmemesine ve hırpalanmamasına özen gösterilmelidir. Enükleasyon, doku derinliklerindeki kistik ya da solid oluşumların kapsülü ile birlikte çıkarılmasıdır. Frozen tekniği. Radikal operasyonlara karar verme aşamasında uygulanan bir yöntemdir. Meme, beyin, vb bölgelerde saptanan, klinik ve radyolojik tanı yöntemleriyle habis ya da selim olduğuna karar verilemeyen tümörlere uygulanır. Biyopsi alanı genel anestezi altında açılır ve örnek alınır. Patoloji uzmanı, "dondurarak" elde edilen ve boyanan kesitleri mikroskopla inceler, lezyonun niteliğini belirler ve sonucu cerrahi ekibine iletir. Bu işlem yaklaşık 10-15 dakika içerisinde tamamlanır. Patoloji uzmanı habis tümör tanısı bildirmişse radikal operasyona gidilir, iyi huylu bir lezyon söz konusu ise total eksizyon yapılarak operasyon tamamlanır. Formalin fiksasyonu yapılmadan uygulanacak özel boyama yöntemleri söz konusu olduğunda frozen tekniğine başvurulur. Örneğin, immunfloresan tekniklerinin uygulanmasını gerektiren vezikülobüllöz nitelikli otoimmun hastalıklarda frozen uygulaması yapılır. Anatomik niteliklerine göre biyopsi uygulamaları. Kemik biyopsileri. Santral (kemik-içi) lezyonların araştırılmasında radyolojinin çok önemli bir yeri vardır. Radyolojik olarak saptanan lezyon malign tümör özellikleri gösteriyorsa, büyük bir alanı etkiliyorsa ya da anatomik açıdan tümünün çıkarılması sakıncalı ise, uygun bir cerrahi yöntemle biyopsi alınmalıdır. Litik lezyonlarda önce aspirasyon biyopsisi ya da tru-cut tekniği uygulanır, biyopsi sırasında gelen materyal (varsa) incelenir. Böylece lezyonun kist ya da kistik bir lezyon olup olmadığı belirlenir. Biyopsi örneklerinin histopatolojik tanı için yetersiz olması durumunda açık biyopsi kaçınılmazdır. Radyolojik ve klinik olarak iyi huylu izlenimi veren küçük lezyonlar kürete edilebilir. Büyük lezyonlardan örnek alınarak histopatolojik incelemesi yapılmalıdır. Lezyonunun cerrahi tedavi endikasyonunun olup olmadığı, varsa uygulanacak cerrahi yöntemin seçilmesi histopatolojik tanıya göre saptanır. Apikal-periapikal biyopsiler. Dişhekimliğinde çok sık karşılaşılan apikal-periapikal lezyonların büyük bölümü granülom ya da kist niteliği taşır. Daha az bir olasılıkla da olsa, radyolojik görünümleri apikal granülom ya da periapikal kiste benzeyen ancak farklı yapıda lezyonlarla karşılaşılabilir; örneğin odontogen tümörlerin birkaçı, depo hastalıkları, kimi metastatik tümörler, myeloma ya da dev hücreli reparatif granülom gibi lezyonlar bunların başlıcalarıdır. Mukoza biyopsileri. Mukoza biyopsileri, özellikle prekanseröz ve kanseröz lezyonların ayırıcı tanısında büyük önem taşır; özellikle kanserleşme riski yüksek olan non-homojen lökoplakilerde ve eritroplakilerde, biyopsi yerinin seçimindeki yanılmalar invazif karsinoma dönüşen alan(lar)ın belirlenmesini engeller. Bu nedenle, lezyondan alınan biyopsi örneklerinin en az 1/3'ü normal doku içermelidir. Ülserli ya da nekrotik alanlardan alınan örnekler mikroskopik incelemeler için uygun değildir. Likenoid değişiklikler ya da vezikül içeren lezyonlardan alınacak biyopsilerde, erozyon bulunmayan alanların seçilmesi gerekir. Deskuamatif gingivitis olgularında ise, olaydan genellikle daha az etkilenen yapışık dişeti alanlarının seçilmesine özel gösterilmelidir. Biyopsi örneklerinin saklanması ve gönderilmesi. Biyopsi örnekleri gaz bezi ya da pamuk içerisinde gönderilmemelidir; dokular kısa süre içerisinde kurumaya başlayacağından histopatolojik inceleme sonuçları etkilenecektir. Bu nedenle özellikle cerrahi yöntemlerle alınan doku örneklerinin –anında- içerisinde %10 formalin bulunan, doku örneğinin kolayca geçebileceği genişlikle ağzı bulunan, kapaklı, etiketlenmiş, cam ya da plastik kaplar içerisinde gönderilmesi uygundur. Klinik ön tanıya göre, %10 formalin yerine farklı fiksatiflerin kullanılması gerekebilir. Bu gibi olgularda Patoloji laboratuvarı ile işbirliği yapılarak uygun fiksatif kullanılmalıdır. Frozen örnekleri fiksatife konulmaz. Biyopsinin gönderilmesi sırasında, daha önce Patoloji laboratuvarından alınmış "Bilgi formu"nun eksiksiz doldurulması, hasta ve lezyon ile ilgili ayrıntılı bilgi verilmesi gerekir. Cerrahi girişimle elde edilen biyopsi materyalinin tümü aynı laboratuvara gönderilmelidir. Materyalin iki ya da daha fazla bölümlere ayrılarak farklı laboratuvarlara gönderilmesi çok sakıncalıdır; böyle bir girişimde; Biyopsi ya da ameliyat materyalinin parçalara ayrılarak farklı laboratuvarlara gönderilmesine gerek yoktur. Patoloji laboratuvarları istendiğinde hastaya ya da operasyonu yapan hekime mikroskopi preparat örneklerinden verebilir. Ayrıca patoloji laboratuvarları tanı açısından güçlük çektikleri olguları birbirlerine danışırlar (konsültasyon). Histopatolojik inceleme: Laboratuvara %10 formalin içerisinde gelen doku örnekleri, önce makroskopik yöntemlerle incelenir ve özellikleri saptanır. Küçük parçaların tümü, büyük parçaların ise seçilen örnekleri işleme alınır. Özel işlemlerden geçirilen örnekler parafin içine gömülür (parafin blok). Mikrotom olarak bilinen özel bir araç yardımıyla parafin bloklardan 3-4 mikron kalınlığında kesitler elde edilir, kesitler lam üzerine yapıştırılır. Bu kesitler hematoksilin-eozin (H-E) ile boyanır ve kesitlerin bulunduğu lam yüzeyi lamelle kapatılır. Işık mikroskopunda incelenir. Böyle bir işlem çağdaş bir patoloji laboratuvarında 24 saat içerisinde tamamlanır ve rapor hazırlanır. Gerektiğinde özel boya ya da immunohistokimya teknikleri uygulanarak lezyonla ilgili önemli ayrıntıların belirlenmesi yöntemi uygulanır. Bu durumda biyopsi sonucunun rapor edilme süresi uzayabilmektedir. Histopatolojik inceleme sonucu ile klinik bulgular arasında uyumsuzluk ortaya çıkarsa, klinisyen ve patolog tüm bulguları birlikte irdeleyerek kesin bir tanıya ulaşmaya çalışırlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9966", "len_data": 10336, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.53 }
Gelincik ("Papaver rhoeas"), gelincikgiller (Papaveraceae) familyasından Dünya'da çok geniş bir yayılma alanına sahip bir yıllık bir bitki türü. Morfolojik özellikleri. 25–60 cm arasında değişen yüksekliklere ulaşabilir. Yaprakları mavimsi yeşildir. Dip yapraklar uzun saplı, gövde yaprakları sapsız ve gövdeye bitişiktir. Çiçeklerin genel rengi koyu kırmızıdır. Ancak beyaza kadar giden sarı, turuncu gibi değişik renkleri vardır. Gelincik Temmuz ile Ağustos aylarında sabah saat beş buçuk ile on saatleri arasında tohum tozlarını (polen) yayar. Aynı saatlerde arılar ve diğer böcekler çiçeklere gelerek bu tozlara bulanırlar. Böylece, böceklerin beslenme saatleri ile bitkilerin tohum tozlarını yayma saatleri aynı zaman dilimine rastlamaktadır. Kullanımı. Gelincik hafif bir yatıştırıcıdır. Özellikle taç yapraklarında rhoeadic ve papaveric asitler vardır. Tüm parçalar "rhoeadine" alkoloidi içerir. Gelincik çiçeğinin yeşil aksamından, tohumlarından ve kırmızı taç yapraklarından, petallerinden yararlanılır. Taç yapraklarından geleneksel olarak gelincik şerbeti yapılır. Bozcaada gelincik ve gelincikten elde edilen gelincik şerbeti ile ünlüdür. İsim. Gelincik ismi geleneksel Türk gelinliklerinin kırmızı olmasından gelir. Kırmızı gelincikler küçük bir gelin olarak görülürler. Bir bölgede çok asker ölürse o bölgede gelincik çiçeğinin biteceğine inanılır. Gelincikler I. Dünya Savaşının da en önemli sembollerindendir. Japonlar, gelincik için şöyle der; ’Gelincik insan ömrü gibidir. Dünü vardır. Yaşamıştır. Bugünü vardır. Yaşıyordur. Ama yarını belli değildir’.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9974", "len_data": 1570, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.34 }
HMS Antigua (K-501), II. Dünya Savaşı'nda Kraliyet Donanması tarafından kullanılan Amerikan yapımı fırkateyn. Başlangıçta Tacoma sınıfı bir devriye gambotu (PG-181) olarak, Rhode Island eyaleti Providence kentinde kurulu Walsh-Kaiser şirketi tersanesinde 1655 inşa numarası ile kızağa konuldu. 15 Nisan 1943'te bir devriye fırkateyni (PF-73) olarak tanımlaması değiştirildi ve gemiye USS Hammond adı verildi. 10 Haziran 1943 tarihinde ödünç verme (Lend-Lease) programı dahilinde İngiliz Kraliyet Donanması'na transfer edildi. 21 adet Colony sınıfı gemiden biri olan tekneye "HMS Antigua" (Antigua-İngiliz kolonisi Antigua ve Barbuda takım adalarının bir üyesi) ismi ve "K-501" borda numarası tahsis edildi. "PF-73 USS Hammond" 26 Temmuz 1943 tarihinde denize indirildi ve resmi olarak 4 Kasım 1943'te İngiliz Kraliyet Donanması'na teslim edildi. "HMS Antigua" gemisi 2 Mayıs 1946'da Amerika'ya geri dönene kadar devriye ve refakat görevlerine devam etti. Amerikan Donanması kayıtlarından çıkarılan fırkateyn sökülmek amacı ile Pensilvanya'daki Sun Shipbuilding & Drydock firmasına satıldı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9987", "len_data": 1093, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.51 }
Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nı sona erdiren ve Osmanlı Devleti'nde önemli toprak kayıplarına yol açan antlaşmadır. Güney Dobruca'daki Küçük Kaynarca kasabasında imzalandığından bu adı almıştır. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı. Osmanlı ordusunun, 1773'te Ruslara karşı kazandığı Rusçuk, Silistre ve Varna zaferlerinin intikamını isteyen Çariçe II. Katerina, Tuna ordusunu takviye etmişti. Başkumandan Mareşal Petro Rumyantsev, Osmanlı ordusunu, merkezinde muhasara için Şumnu'ya doğru hareket etti. Bu sırada rahatsız olan Vezîr-i âzam ve Serdâr-ı ekrem Muhsinzade Mehmed Paşa, düşmanı karşılamak üzere Yeniçeri Ağası Yeğen Mehmed Paşa kumandasında bir kuvvet sevk ettiyse de, bu kuvvetler Kozluca'da mağlup oldu. Rumyantsev'in, bu başarıdan sonra Şumnu önlerine gelip Varna yolunu kesmek suretiyle, Osmanlı ordusunu iâşe ve mühimmattan mahrum etmesi, askerin dağılmasına yol açtı ve orduda on iki bin kişi kaldı. Yanındaki az sayıdaki kuvvetle mukavemet etmenin bir fayda sağlamayacağını anlayan Serdâr-ı ekrem mütareke istemek zorunda kaldı. Sadrazam kethüdâsı Ahmed Resmî Efendi, nişancı rütbesi ile birinci, Reîsül-küttab İbrâhim Münib Efendi de ikinci murahhas tayin olunarak, 12 Temmuz 1774'te Şumnu'dan hareketle Balya Boğazına yakın Küçük Kaynarca kasabasına geldiler. Ruslar tarafının murahhası, General Nikolay Repnin idi. Mareşal Rumyantsev mütareke kabul etmeyerek birinci sulh müzâkeresinde esasları iki tarafça kabul edilmiş olan esaslara göre derhal sulh akdini istediğinden, mecburen teklif kabul olunup, iki günde ve iki celsede antlaşma imzalandı. Rus başkumandanı, sulh görüşmesi yapabilmek için başlangıçta Kılburun, Kerç ve Yenikale'nin Ruslara terkini şart koydu. Osmanlı murahhasları, bütün fırsatların elden çıkması ve kendilerine zaman verilmemesi üzerine, Rus isteklerini çaresiz kabul ettiler. Antlaşmanın koşulları. 17 Temmuz 1774 tarihinde imzalanan ve henüz tahta yeni çıkan I. Abdülhamid tarafından tasdik edilen, yirmi sekiz maddelik bu antlaşmaya göre; Antlaşma sonuçları. Osmanlı Devleti, bu antlaşmayla ilk defa Müslüman ve Türk olan bölgeleri yitirmiş, Kırım Hanlığı ile ona bağlı Kuban ve Bucak Tatarlarının müstakilliğini tanımak durumunda kalmıştır. Bu durum, özellikle İstanbul'da tepkiyle karşılanmış ve sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin üzerinde Kırım'a müdahale etmesi yönünde baskı yaratmıştır. Rusların Eflak ve Boğdan üzerinde elde ettiği söz hakkı, istedikleri yerlerde konsolosluk açabilmeleri ve Ortodoksların hâmisi sıfatını takınmaları gibi maddeler sebebiyle Osmanlı Devleti, Rusya'nın iç ve dış müdahalelerine açık hale gelmiş ve bu hal, gelecek savaşların zeminini hazırlamıştır. Bu antlaşmanın başlattığı sürecin devamı olarak, antlaşmadan 9 yıl sonra II. Katerina’nın emriyle Kırım Hanlığı, Rus İmparatorluğu tarafından ilhak edildi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9988", "len_data": 2859, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.49 }
Özgür Yazılım Vakfı ("Free Software Foundation"; kısaca FSF), özgür yazılım hareketini ve GNU projesini desteklemek amacıyla 4 Ekim 1985 tarihinde Richard Stallman tarafından kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur. FSF, dört temel yazılım özgürlüğünü savunmakta ve bu özgürlüklerin copyleft lisanslar aracılığıyla korunmasını tercih etmektedir. Tarihçe. Özgür Yazılım Vakfı, 4 Ekim 1985 tarihinde kâr amacı gütmeyen, özgür yazılım gelişimini destekleyen bir vakıf olarak kuruldu. Var olan GNU Projelerini kitapçık ve disket üreterek ve özgür yazılımcıları işe alarak yaymaya ve geliştirmeye başladı. O zamandan beridir özgür yazılımların gelişmesi ve yayılmasına destek olmakta, farkındalığın artması için çalışmalar yapmaktadır. Vakıf, GNU sisteminin birçok parçasının telif hakkını elinde bulundurmaktadır. Bu nedenle bu yazılımlara GPL aracılığıyla copyleft sınırlandırmaları getirme hakkına sahiptir. Mevcut projeler. GNU Projesi. FSF'nin temel amacı, özgür yazılım ideallerini yaymaktır. Vakıf, bu doğrultuda GNU işletim sisteminin geliştirilmesini sağlamıştır. GNU lisansları. GNU Genel Kamu Lisansı (GPL), özgür yazılım projelerinde sıkça kullanılan bir lisanstır. Şu anki versiyon (GPLv3), Haziran 2007'den yayınlanmıştır. FSF ayrıca GNU Azaltılmış Genel Kamu Lisansı, GNU Özgür Belgeleme Lisansı ve GNU Affero Genel Kamu Lisansının da yayınlanmasından sorumludur. Özgür Yazılım Dizini. FSF tarafından özgür olarak doğrulanmış yazılımların listesidir. Özgür yazılım teriminin bakımı. FSF, özgür yazılım hareketini tanımlayan birçok belgeyi elinde bulundurur. Proje barındırma. FSF projelerini Savannah isimli git tabanlı web deposunda barındırmaktadır. h-node. Özgür yazılımlarla uyumlu olan donanımların listesidir. Aktivizm. FSF, yazılım özgürlüğünü savunan çeşitli kampanya ve grupların sponsorudur. Dernek, DRM karşıtlığını desteklemektedir. Yıllık ödüller. Özgür Yazılımda İlerleme Ödülü ve Sosyal Yarar Amaçlı Projeler için Özgür Yazılım Ödülü FSF'in yıllık verdiği ödüller arasında. Libreplanet Wiki. Libreplanet Wiki, FSF üyelerini DRM karşıtlığı ve özgür yazılım aktivizmi etrafında örgütler ve yerel gruplara ayırır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=9992", "len_data": 2153, "topic": "CODING", "quality_score": 3.5 }
Süt, memelilerin meme bezleri tarafından üretilen beyaz sıvı bir besindir. Genç memeliler için (anne sütüyle beslenen insan bebekleri dahil) katı yiyecekleri sindirmeden önce birincil beslenme kaynağıdır. Süt, kalsiyum ve proteinin yanı sıra laktoz ve doymuş yağ da dahil olmak üzere birçok besin maddesi içerir. Sütteki bağışıklık faktörleri ve bağışıklık modüle edici bileşenler süt bağışıklığına katkıda bulunur. Kolostrum adı verilen erken laktasyon sütü, birçok hastalığa karşı bağışıklık sistemini güçlendiren antikorlar ve bağışıklık düzenleyici bileşenler içerir. ABD CDC kurumu, 12 aylıktan büyük çocukların (anne sütü veya mama vermeyi bırakma yaşı) günde iki porsiyon süt ürünü tüketmesini önermektedir ve dünya genelinde altı milyardan fazla insan süt ve süt ürünleri tüketmektedir. Tarımsal bir ürün olan süt, çoğunlukla sığır olmak üzere çiftlik hayvanlarından toplanır. Süt çiftlikleri 2011 yılında 260 milyon süt ineğinden yaklaşık süt üretmiştir. Hindistan dünyanın en büyük süt üreticisi ve önde gelen yağsız süt tozu ihracatçısıdır. Yeni Zelanda, Almanya ve Hollanda en büyük süt ürünleri ihracatçılarıdır. 750 ila 900 milyon arasında insan süt çiftçiliği yapan hanelerde yaşamaktadır. Etimoloji ve terminoloji. "Süt" sözcüğü Eski Türkçedeki "süt" sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük Eski Türkçede yazılı örneği bulunmayan ""süd-" (sıvı) sızdırmak, damlatmak" biçiminden türetilmiştir. Tüketim türleri. Süt tüketiminin iki farklı kategorisi vardır: tüm bebek memeliler sütü doğrudan annelerinin vücutlarından içerler ve bu onların birincil beslenme kaynağıdır ve insanlar, çeşitli bir diyetin bir bileşeni olarak her yaştan insan tarafından tüketilmek üzere diğer memelilerden süt elde ederler. Bebek memeliler için beslenme. Neredeyse tüm memelilerde süt, bebeklere emzirme yoluyla ya doğrudan ya da daha sonra depolanmak ve tüketilmek üzere sağılarak verilir. Memelilerden gelen ilk süte kolostrum denir. Kolostrum, yeni doğan bebeğe koruma sağlayan antikorların yanı sıra besin maddeleri ve büyüme faktörleri içerir. Kolostrumun yapısı ve salgılanma süresi türden türe değişir. Dünya Sağlık Örgütü, insanlar için altı ay boyunca sadece anne sütü ile beslenmeyi ve iki yaşına kadar veya daha fazla süreyle diğer gıdalara ek olarak anne sütü ile beslenmeyi önermektedir. Bazı kültürlerde çocukların üç ila beş yıl emzirilmesi yaygındır ve bu süre daha uzun olabilir. Taze keçi sütü bazen anne sütü yerine kullanılmakta, bu da çocuğun elektrolit dengesizlikleri, metabolik asidoz, megaloblastik anemi ve bir dizi alerjik reaksiyon geliştirme riskini beraberinde getirmektedir. İnsanlar için gıda ürünü. Birçok kültürde, özellikle Batı'da, insanlar bebeklikten sonra da süt tüketmeye devam etmekte ve diğer memelilerin (özellikle sığır, keçi ve koyun) sütünü bir gıda ürünü olarak kullanmaktadır. Başlangıçta, yetişkinler sütteki laktozu sindirmek için gerekli bir enzim olan laktazı üretmediğinden, sütü sindirme yeteneği çocuklarla sınırlıydı. Bu nedenle insanlar laktoz seviyesini azaltmak için sütü curd, peynir ve diğer ürünlere dönüştürmüştür. Binlerce yıl önce, kuzeybatı Avrupa'daki insan popülasyonlarında yetişkinlikte laktaz üretimini sağlayan tesadüfi bir mutasyon yayıldı. Bu mutasyon, sütün, diğer gıda kaynakları yetersiz kaldığında nüfusları ayakta tutabilecek yeni bir besin kaynağı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Süt işlenerek krema, tereyağı, yoğurt, kefir, dondurma ve peynir gibi çeşitli ürünlere dönüştürülmektedir. Modern endüstriyel süreçler sütü kazein, peynir altı suyu proteini, laktoz, yoğunlaştırılmış süt, süt tozu ve diğer birçok gıda katkı maddesi ve endüstriyel ürün üretmek için kullanmaktadır. Tam yağlı süt, tereyağı ve krema yüksek oranda doymuş yağ içerir. Laktoz şekeri sadece sütte ve muhtemelen "forsythia" çiçeği ve birkaç tropikal çalıda bulunur. Laktozu sindirmek için gerekli enzim olan laktaz, doğumdan hemen sonra insan ince bağırsağında en yüksek seviyelerine ulaşır ve daha sonra düzenli olarak süt tüketilmediği sürece yavaş bir düşüşe başlar. Sütü tolere etmeye devam eden gruplar, yalnızca sığırların değil, koyun, keçi, yak, manda, at, ren geyiği ve deve gibi evcil toynaklı hayvanların sütünü kullanmakta büyük yaratıcılık göstermişlerdir. Hindistan dünyanın en büyük sığır sütü ve manda sütü üreticisi ve tüketicisidir. Tarihçe. İnsanlar diğer memelilerin sütünü düzenli olarak tüketmeyi ilk kez Neolitik Devrim sırasında hayvanların evcilleştirilmesi ya da tarımın gelişmesiyle öğrenmiştir. Bu gelişme, Mezopotamya'da MÖ 9000-7000'den Amerika'da MÖ 3500-3000'e kadar dünyanın çeşitli yerlerinde birbirinden bağımsız olarak gerçekleşmiştir. İnsanlar en önemli süt hayvanlarını (sığır, koyun ve keçi) ilk olarak Güneybatı Asya'da evcilleştirmiştir, ancak evcil sığırlar o zamandan beri birkaç kez yabani yaban öküzü popülasyonlarından bağımsız olarak türetilmiştir. Başlangıçta hayvanlar et için tutuluyordu ve arkeolog Andrew Sherratt, evcil hayvanların kıl ve işgücü için sömürülmesiyle birlikte sütçülüğün çok daha sonra, MÖ dördüncü binyılda ayrı bir ikincil ürün devrimiyle başladığını öne sürmüştür. Sherratt'ın modeli, tarih öncesi çanak çömleklerdeki lipit kalıntılarının analizine dayanan ve sütçülüğün Güneybatı Asya'da tarımın ilk aşamalarında, en azından MÖ yedinci binyılda uygulandığını gösteren son bulgular tarafından desteklenmemektedir. Güneybatı Asya'dan evcil süt hayvanları Avrupa'ya (MÖ 7000'lerden başlayarak ancak MÖ 4000'lerden sonra Britanya ve İskandinavya'ya ulaşmıştır) ve Güney Asya'ya (MÖ 7000-5500) yayılmıştır. Orta Avrupa ve Britanya'daki ilk çiftçiler hayvanlarını sağmışlardır. Ağırlıklı olarak ya da sadece evcil hayvanlara ve onların ürünlerine dayanan pastoral ve pastoral göçebe ekonomiler, Avrupalı çiftçilerin MÖ dördüncü binyılda Pontus-Hazar bozkırlarına taşınmasıyla gelişmiş ve daha sonra Avrasya bozkırlarının çoğuna yayılmıştır. Koyun ve keçiler Afrika'ya Güneybatı Asya'dan getirilmiştir, ancak Afrika sığırları MÖ 7000-6000 yıllarında bağımsız olarak evcilleştirilmiş olabilir. MÖ dördüncü binyılda Orta Arabistan'da evcilleştirilen develer de Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası'nda süt hayvanı olarak kullanılmıştır. Yanık tedavilerine ilişkin en eski Mısır kayıtları, erkek bebeklerin annelerinin sütü kullanılarak yapılan yanık pansumanlarını tarif etmektedir. Dünyanın geri kalanında (yani Doğu ve Güneydoğu Asya, Amerika ve Avustralya), süt ve süt ürünleri tarihsel olarak diyetin büyük bir parçası değildi, çünkü ya hayvan beslemeyen avcı-toplayıcılar tarafından doldurulmaya devam ettiler ya da yerel tarım ekonomileri evcilleştirilmiş süt türlerini içermiyordu. Süt tüketimi bu bölgelerde nispeten yakın bir zamanda, Avrupa sömürgeciliğinin ve son 500 yılda dünyanın büyük bir kısmındaki siyasi hakimiyetin bir sonucu olarak yaygınlaşmıştır. Orta Çağ'da süt "erdemli beyaz likör" olarak adlandırılırdı çünkü alkollü içeceklerin tüketilmesi genel olarak mevcut olan sudan daha güvenliydi. Yanlış bir şekilde rahimden memeye aktarılan kan olduğu düşünülen süt, "beyaz kan" olarak da bilinir ve dini beslenme amaçları ve humoral teoride kan gibi muamele görürdü. James Rosier'in George Weymouth'un 1605 yılında New England'a yaptığı yolculuğun kayıtlarında, Weymouth'un Maine'de yakaladığı Wabanaki halkının "Rain-Deere ve Fallo-Deere" sağdığı belirtilmektedir. Ancak Gazeteci Avery Yale Kamila ve gıda tarihçileri Rosier'in "kanıtları yanlış yorumladığını" söylediler. Tarihçiler Wabanakilerin geyiği evcilleştirmediğini bildirmektedir. Kuzey ormanlık bölgelerdeki kabileler tarihsel olarak fındık sütü yapıyorlardı. İnekler 1624 yılında New England'a ithal edilmiştir. Sanayileşme. Kent nüfusundaki artış, 19. yüzyılın ortalarında demiryolu ağının genişlemesiyle birleşince süt üretimi ve tedarikinde bir devrim yaşandı. Bireysel demiryolu firmaları 1840'lar ve 1850'lerden itibaren kırsal bölgelerden Londra'ya süt taşımaya başladı. Muhtemelen ilk örnek 1846 yılında Southwark'taki St Thomas' Hospital'ın Londra dışındaki süt tedarikçileriyle anlaşarak demiryoluyla süt sevkiyatı yapmasıydı. Great Western Railway şirketi de bu uygulamayı erken ve hevesli bir şekilde benimsedi ve eleştirilere rağmen 1860 yılında Maidenhead'den Londra'ya süt taşımaya başladı. Şirket 1900 yılına gelindiğinde yılda 25 milyon İngiliz galonundan (110 milyon litre; 30 milyon ABD galonu) fazla süt taşıyordu. Süt ticareti 1860'lar boyunca yavaş büyüdü, ancak 1870'ler ve 1880'lerde kapsamlı, yapısal bir değişim döneminden geçti. Tüketicilerin alım gücü arttıkça ve süt günlük ihtiyaç duyulan bir ürün olarak görülmeye başlandıkça kentsel talep de artmaya başladı. 19'uncu yüzyılın son otuz yılında, ülkenin birçok yerinde süte olan talep iki katına, bazı durumlarda da üç katına çıkmıştır. 1875'te çıkarılan bir yasa ile sütün tağşiş edilmesi yasa dışı hale getirildi.Bu durum, sütün imajını değiştirmeye yönelik bir pazarlama kampanyası ile birleşti. Londra'daki toplam süt tüketiminin yüzdesi olarak demiryolu ile kırsal kesimden yapılan ithalatın oranı 1860'larda %5'in altındayken 20. yüzyılın başlarında %96'nın üzerine çıktı. Bu noktada, süt tedarik sistemi herhangi bir gıda ürünü arasında en yüksek düzeyde organize ve entegre olanıydı. Süt, tüberküloz enfeksiyonu açısından analiz edildi. 1907 yılında Birmingham'da 180 örnek test edilmiş ve %13,3'ünün enfekte olduğu tespit edilmiştir. Süt için ilk cam şişe ambalajı 1870'lerde kullanıldı. Bunu yapan ilk şirket 1877'de New York Dairy Company olabilir. İngiltere'deki Express Dairy Company 1880 yılında cam şişe üretimine başlamıştır. 1884 yılında New York'lu Amerikalı mucit Hervey Thatcher, "Thatcher'ın Sağduyulu Süt Kavanozu" adını verdiği ve mumlu bir kağıt diskle kapatılan cam bir süt şişesi icat etti. 1932 yılında plastik kaplı kağıt süt kutuları ticari olarak piyasaya sürülmüştür. 1863 yılında Fransız kimyager ve biyolog Louis Pasteur, içecek ve gıda ürünlerindeki zararlı bakterileri öldürme yöntemi olan pastörizasyonu icat etti. Bu yöntemi Arbois'de yaz tatilindeyken, yerel şarapların sık sık asitlenmesine çare bulmak için geliştirdi. Mikropları öldürmek için genç bir şarabı kısa bir süre için sadece 50-60 °C'ye kadar ısıtmanın yeterli olduğunu ve şarabın nihai kalitesinden ödün vermeden uygun şekilde yıllandırılabileceğini deneysel olarak keşfetti. Pasteur'ün onuruna, bu süreç "pastörizasyon" olarak bilinmeye başlandı. Pastörizasyon başlangıçta şarap ve biranın ekşimesini önlemenin bir yolu olarak kullanılmıştır. Ticari pastörizasyon ekipmanı 1880'lerde Almanya'da üretildi ve üreticiler 1885'e kadar Kopenhag ve Stockholm'de süreci benimsediler. Kaynaklar. Tüm memeli türlerinin dişileri doğumdan sonra bir süre süt üretebilir. İnek sütü, üretilen süt miktarına hakimdir. FAO, 2011 yılında dünya genelinde tüm sütün %85'inin ineklerden üretildiğini tahmin etmektedir. İnsan sütü endüstriyel veya ticari olarak üretilmez veya dağıtılmaz; ancak insan sütü bankaları bağışlanan insan anne sütünü toplar ve çeşitli nedenlerle (prematüre yenidoğanlar, alerjisi olan bebekler, metabolik hastalıklar vb.) insan sütünden faydalanabilen ancak emziremeyen bebeklere yeniden dağıtır. Gerçekte yeterli süt üretememe durumu nadirdir; araştırmalar yetersiz beslenen bölgelerdeki annelerin hala gelişmiş ülkelerdeki annelerinkine benzer kalitede süt ürettiklerini göstermektedir. Bir annenin yeterince anne sütü üretememesinin birçok nedeni vardır. Üretilen süt miktarı annenin ne sıklıkta emzirdiğine ve/veya süt pompaladığına bağlıdır: anne bebeğini ne kadar çok emzirir veya süt pompalarsa o kadar çok süt üretilir. Batı dünyasında inek sütü endüstriyel ölçekte üretilmektedir ve açık ara farkla en yaygın tüketilen süt türüdür. Gelişmiş ülkelerde sütün büyük çoğunluğu otomatik sağım ekipmanları kullanılarak yapılan ticari süt hayvancılığı ile üretilmektedir. Holstein gibi süt sığırları, daha fazla süt üretimi için seçici olarak yetiştirilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki süt ineklerinin yaklaşık %90'ı ve Büyük Britanya'dakilerin %85'i Holstein'dır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki diğer süt inekleri arasında Ayrshire, Brown Swiss, Guernsey, Jersey ve Dairy Shorthorn bulunmaktadır. Diğer hayvan bazlı kaynaklar. Sığırların yanı sıra, birçok çiftlik hayvanı insanlar tarafından süt ürünleri için kullanılan sütü sağlar. Bu hayvanlar arasında manda, keçi, koyun, deve, eşek, at, ren geyiği ve yak bulunmaktadır. İlk dördü 2011 yılında dünya genelindeki tüm sütün sırasıyla yaklaşık %11, %2, %1,4 ve %0,2'sini üretmiştir. Rusya ve İsveç'te de küçük sığın mandıraları mevcuttur. ABD Ulusal Bizon Derneği'ne göre, Amerikan bizonları (Amerikan bufalosu olarak da adlandırılır) ticari olarak sağılmaz; ancak çeşitli kaynaklar, bizon ve yerli sığırların melezlenmesinden elde edilen ineklerin iyi süt üreticileri olduğunu ve hem Kuzey Amerika'ya Avrupalıların yerleşimi sırasında hem de 1970'ler ve 1980'lerde ticari Beefalo'nun geliştirilmesi sırasında kullanıldığını bildirmektedir. Sütleri inek sütüne benzese ve insan tüketimi için son derece uygun olsa da domuzlar neredeyse hiç sağılmaz. Bunun başlıca nedenleri, bir domuzun çok sayıdaki küçük memesini sağmanın çok zahmetli olması ve domuzların sütlerini inekler gibi depolayamamasıdır. Birkaç domuz çiftliği yeni bir ürün olarak domuz peyniri satmaktadır; bu peynirler son derece pahalıdır. Dünya çapında üretim. 2012 yılında en büyük süt ve süt ürünleri üreticisi Hindistan olurken onu Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Pakistan ve Brezilya takip etmiştir. Avrupa Birliği'nin 28 üyesi birlikte 2013 yılında 153,8 milyon ton süt üreterek herhangi bir politik-ekonomik birliğin en büyük süt üretimini gerçekleştirmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde artan refahın yanı sıra süt ve süt ürünlerinin artan tanıtımı, son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde süt tüketiminin artmasına yol açmıştır. Buna karşılık, bu büyüyen pazarların sunduğu fırsatlar çok uluslu süt ürünleri firmalarının yatırımlarını çekmiştir. Bununla birlikte, birçok ülkede üretim küçük ölçekte kalmakta ve küçük çiftliklerin gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi için önemli fırsatlar sunmaktadır. Sütün toplandığı ve kentsel mandıralara aktarılmadan önce soğutulduğu yerel süt toplama merkezleri, özellikle Hindistan gibi ülkelerde çiftçilerin kooperatif temelinde çalışabildikleri iyi bir örnektir. Üretim verimleri. FAO, İsrail süt çiftliklerinin inek başına yılda 12.546 kilogram süt verimiyle dünyanın en verimli çiftlikleri olduğunu bildirmektedir. Bu araştırma 2001 ve 2007 yılları arasında ICAR (Uluslararası Hayvan Kayıt Komitesi) tarafından 17 gelişmiş ülkede gerçekleştirilmiştir. Araştırma, bu gelişmiş ülkelerdeki ortalama sürü büyüklüğünün 2001 ve 2007 yılları arasında sürü başına 74 inekten 99 ineğe yükseldiğini ortaya koymuştur. Norveç'te bir süt çiftliğinde sürü başına ortalama 19 inek, Yeni Zelanda'da ise 337 inek düşmektedir. Aynı dönemde yıllık süt üretimi bu gelişmiş ülkelerde inek başına 7.726 kg'dan 8.550 kg'a yükselmiştir. En düşük ortalama üretim, inek başına 3.974 kg ile Yeni Zelanda'da gerçekleşmiştir. İnek başına süt verimi üretim sistemlerine, ineklerin beslenmesine ve çok az oranda da hayvanların farklı genetik potansiyeline bağlıydı. Elde edilen üretim üzerinde en büyük etkiyi ineğin yedikleri yapmıştır. Yıl başına en düşük verime sahip Yeni Zelanda inekleri tüm yıl boyunca otlarken, en yüksek verime sahip İsrail inekleri enerji açısından zengin karışık bir diyetle ahırlarda beslenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nde inek başına süt verimi 2010 yılında yılda 9.954 kg idi. Buna karşılık, ikinci ve üçüncü en büyük üreticiler olan Hindistan ve Çin'de inek başına süt verimi sırasıyla yılda 1.154 kg ve 2.282 kg idi. IPCC Altıncı Değerlendirme Raporu, hem Çin hem de Batı Afrika'da süt üretiminde kaydedilen durgunluğun, iklim değişikliğinin neden olduğu ısı stresindeki kalıcı artışlara bağlanabileceği olasılığından bahsetmektedir. Bu makul bir hipotezdir, çünkü hafif ısı stresi bile günlük verimi düşürebilir: İsveç'te yapılan bir araştırma, günlük ortalama 20-25 °C sıcaklıkların inek başına günlük süt verimini 0,2 kg azalttığını, 25-30 °C sıcaklıklarda ise kaybın 0,54 kg'a ulaştığını ortaya koymuştur. Nemli tropikal iklimde yapılan araştırmalar daha doğrusal bir ilişki tanımlamakta olup, her bir birim sıcaklık stresi verimi %2,13 oranında azaltmaktadır. Yoğun tarım sistemlerinde, şiddetli ısı stresi sırasında inek başına günlük süt verimi 1,8 kg azalmaktadır. Organik tarım sistemlerinde, ısı stresinin süt verimi üzerindeki etkisi sınırlıdır, ancak süt kalitesi, daha düşük yağ ve protein içeriği ile önemli ölçüde zarar görür. Çin'de inek başına günlük süt üretimi Temmuz ayında (yılın en sıcak ayı) ortalamadan 0,7 ila 4 kg arasında daha düşüktür ve 2070 yılına kadar iklim değişikliği nedeniyle %50'ye kadar (veya 7,2 kg) düşebilir. Sıcak hava dalgaları da süt verimini düşürebilir, özellikle sıcak hava dalgası dört veya daha fazla gün sürerse ciddi etkileri olur, çünkü bu noktada ineğin termoregülasyon kapasitesi genellikle tükenir ve çekirdek vücut sıcaklığı artmaya başlar. Fiyat. 2007 yılında dünya çapında artan refah ve biyoyakıt üretiminin yem stokları için rekabete girmesiyle birlikte, dünya çapında hem süt talebinin hem de fiyatının önemli ölçüde arttığı bildirilmiştir. Özellikle Çin'de süt tüketiminin hızla artması ve ABD'de süt fiyatının devlet sübvansiyonlu fiyatın üzerine çıkması dikkat çekiciydi. 2010 yılında Tarım Bakanlığı çiftçilerin ABD galonu başına ortalama 1,35 $ inek sütü alacağını öngörmüştür; bu rakam 2007 yılına göre ABD galonu başına 30 sent düşmüştür ve birçok sığır yetiştiricisi için başa baş noktasının altındadır. Bileşim. Süt, çözünmüş karbonhidratlar ve minerallerle protein agregatları içeren su bazlı bir sıvı içinde tereyağı globüllerinin bir emülsiyonu veya kolloididir. Yavrular için bir besin kaynağı olarak üretildiğinden, tüm içeriği büyüme için fayda sağlar. Başlıca gereksinimler enerji (lipitler, laktoz ve protein), proteinler tarafından sağlanan esansiyel olmayan amino asitlerin biyosentezi (esansiyel amino asitler ve amino grupları), esansiyel yağ asitleri, vitaminler ve inorganik elementler ve sudur. pH. İnek sütünün 6,7 ila 6,9 arasında değişen pH değeri, diğer büyükbaş ve büyükbaş olmayan memelilerle benzerdir. Lipitler. Tam yağlı süt, litre başına yaklaşık 19 gram doymuş yağ, 1,2 gram omega 6 yağ asidi ve 0,75 gram omega 3 yağ asidi olmak üzere yaklaşık 33 gram yağ içerir. Yağ miktarı, yağsız sütte olduğu gibi yağın (bir kısmının) çıkarıldığı ürünler için değişir. Başlangıçta süt yağı, bir zarla çevrili yağ globülü şeklinde salgılanır. Her bir yağ globülü neredeyse tamamen triaçilgliserollerden oluşur ve proteinlerle birlikte fosfolipitler gibi kompleks lipitlerden oluşan bir zarla çevrilidir. Bunlar, tek tek globüllerin birleşmesini önleyen ve bu globüllerin içeriğini sütün sıvı kısmındaki çeşitli enzimlerden koruyan emülgatörler olarak işlev görür. Lipidlerin %97-98'i triaçilgliserol olmasına rağmen, az miktarda di- ve monoaçilgliserol, serbest kolesterol ve kolesterol esterleri, serbest yağ asitleri ve fosfolipidler de mevcuttur. Protein ve karbonhidratların aksine, sütteki yağ bileşimi, farklı türler arasındaki genetik, laktasyonel ve beslenme faktörü farklılıkları nedeniyle büyük ölçüde değişir. Yağ globüllerinin boyutları farklı türler arasında 0,2'den az ila yaklaşık 15 mikrometre çapında değişir. Çap aynı zamanda bir tür içindeki hayvanlar arasında ve tek bir hayvanın sağımı içinde farklı zamanlarda da değişebilir. Homojenize edilmemiş inek sütünde yağ globülleri ortalama iki ila dört mikrometre çapa sahiptir ve homojenizasyon ile ortalama 0,4 mikrometre civarındadır. Yağda çözünen A, D, E ve K vitaminleri ile linoleik ve linolenik asit gibi temel yağ asitleri sütün yağ kısmında bulunur. Proteinler. Normal sığır sütü litre başına 30-35 gram protein içerir ve bunun yaklaşık %80'i kazein miselleri halinde düzenlenmiştir. Sütteki toplam proteinler, bileşiminin %3,2'sini temsil eder (beslenme tablosu). Kazein. Sütün sıvı kısmındaki en büyük yapılar "kazein miselleridir": yüzey aktif madde miseline yüzeysel olarak benzeyen, nanometre ölçeğindeki kalsiyum fosfat parçacıklarının yardımıyla bağlanmış birkaç bin protein molekülünden oluşan agregalar. Her bir kazein miseli kabaca küreseldir ve yaklaşık bir mikrometrenin onda biri genişliğindedir. Dört farklı kazein proteini türü vardır: αs1-, αs2-, β- ve κ-kazeinler. Kazein proteinlerinin çoğu misellerin içine bağlanır. Misellerin kesin yapısına ilişkin birbiriyle yarışan birkaç teori vardır, ancak önemli bir özelliği paylaşırlar: en dıştaki katman, miselin gövdesinden çevredeki sıvıya uzanan bir tür protein olan k-kazein ipliklerinden oluşur. Bu kappa-kazein moleküllerinin hepsi negatif elektrik yüküne sahiptir ve bu nedenle birbirlerini iterek miselleri normal koşullar altında ayrı ve su bazlı çevreleyen sıvıda kararlı bir kolloidal süspansiyon halinde tutar. Süt, kazeinlerin yanı sıra enzimler de dahil olmak üzere düzinelerce başka protein türü içerir. Bu diğer proteinler kazeinlerden daha fazla suda çözünür ve daha büyük yapılar oluşturmazlar. Proteinler peynir altı suyunda asılı kaldığından, kazeinler pıhtılaşarak lor haline geldiğinde geriye kalan proteinler topluca "peynir altı suyu proteinleri" olarak bilinir. Laktoglobulin büyük bir farkla en yaygın peynir altı suyu proteinidir. Kazeinlerin peynir altı suyu proteinlerine oranı türler arasında büyük farklılıklar gösterir; örneğin ineklerde 82:18 iken insanlarda yaklaşık 32:68'dir. Tuz, mineral ve vitaminler. Sığır sütü, geleneksel olarak “mineraller” veya “süt tuzları” olarak adlandırılan çeşitli katyonlar ve anyonlar içerir. Kalsiyum, fosfat, magnezyum, sodyum, potasyum, sitrat ve klorürün hepsi dahildir ve tipik olarak 5-40 mM konsantrasyonlarında bulunurlar. Süt tuzları, özellikle kalsiyum fosfat olmak üzere kazein ile güçlü bir şekilde etkileşime girer. Katı kalsiyum fosfatın çözünürlüğünden çok daha fazla ve sıklıkla bulunur. Kalsiyuma ek olarak, süt birçok vitamin kaynağıdır: A, B1, B2, B5 B6, B7, B12 ve D vitaminleri. Kalsiyum fosfat yapısı. Uzun yıllar boyunca bir miselin yapısına ilişkin en yaygın kabul gören teori, kalsiyum fosfat bağları ile bir arada tutulan ve submisel adı verilen küresel kazein agregalarından oluştuğuydu. Bununla birlikte, kazein miselinin misel içindeki farklı misel yapılarını reddeden iki yeni modeli vardır. De Kruif ve Holt'a atfedilen ilk teori, kalsiyum fosfat nanokümelerinin ve beta-kazeinin fosfopeptit fraksiyonunun misel yapısının merkezinde yer aldığını öne sürmektedir. Özellikle bu görüşe göre yapılandırılmamış proteinler kalsiyum fosfat etrafında organize olarak yapılarını oluşturur ve böylece spesifik bir yapı oluşmaz. Horne tarafından önerilen ikinci teoriye göre, kalsiyum fosfat nanokümelerinin büyümesi misel oluşum sürecini başlatır, ancak kazeinlerin fosfopeptit döngü bölgelerinin bağlanmasıyla sınırlıdır. Bağlandıktan sonra, protein-protein etkileşimleri oluşur ve polimerizasyon meydana gelir; burada K-kazein, hapsolmuş kalsiyum fosfat nanokümeleri ile miseller oluşturmak için bir uç kapak olarak kullanılır. Bazı kaynaklar sıkışan kalsiyum fosfatın Ca9(PO4)6 formunda olduğunu belirtirken, diğerleri bunun bruşit minerali CaHPO4-2H2O'nun yapısına benzediğini söylemektedir. Şekerler ve karbonhidratlar. Süt; laktoz, glukoz, galaktoz ve diğer oligosakkaritler dahil olmak üzere birkaç farklı karbonhidrat içerir. Laktoz süte tatlı tadını verir ve tam yağlı inek sütündeki kalorinin yaklaşık %40'ına katkıda bulunur. Laktoz, glukoz ve galaktoz olmak üzere iki basit şekerden oluşan bir disakkarit bileşimidir. Sığır sütünde ortalama %4,8 oranında susuz laktoz bulunur ve bu da yağsız sütteki toplam katı maddenin yaklaşık %50'sine denk gelir. Diğer karbonhidratlar sütlerde laktozdan daha yüksek konsantrasyonlarda bulunabildiğinden laktoz seviyeleri sütün türüne bağlıdır. Çeşitli içerikler. Çiğ inek sütünde bulunan diğer bileşenler canlı beyaz kan hücreleri, meme bezi hücreleri, çeşitli bakteriler, C vitamini ve çok sayıda aktif enzimdir. Görünüm. Hem yağ globülleri hem de ışığı saptıracak kadar büyük olan daha küçük kazein miselleri sütün opak beyaz rengine katkıda bulunur. Yağ kürecikleri, bazı ırklarda (Guernsey ve Jersey sığırları gibi) bir bardak süte altın veya "kremsi" bir renk verecek kadar sarı-turuncu karoten içerir. Sütün peynir altı suyu kısmındaki riboflavin, bazen yağsız süt veya peynir altı suyu ürünlerinde fark edilebilen yeşilimsi bir renge sahiptir. Yağsız sütte ışığı dağıtmak için sadece kazein miselleri bulunur ve bunlar daha kısa dalga boylu mavi ışığı kırmızıdan daha fazla dağıtma eğilimindedir, bu da yağsız süte mavimsi bir renk verir. İşleme. Çoğu Batı ülkesinde, merkezi süt ürünleri tesisleri sütü ve sütten elde edilen krema, tereyağı ve peynir gibi ürünleri işler. ABD'de bu mandıralar genellikle yerel şirketlerken, Güney Yarımküre'deki tesisler Fonterra gibi büyük çok uluslu şirketler tarafından işletilebilmektedir. Pastörizasyon. Pastörizasyon, "M. paratuberculosis" ve "" gibi zararlı patojenik bakterileri öldürmek için sütü kısa bir süre ısıtıp süt soğutma tankı'nda hemen soğutarak kullanılır. Pastörize süt türleri arasında tam krema, yağı azaltılmış, yağsız süt, kalsiyumla zenginleştirilmiş, aromalı ve UHT bulunur. Standart yüksek sıcaklıkta kısa süreli (HTST) 15 saniye boyunca 72 °C'lik işlem sütteki patojenik bakterileri tamamen öldürür ve sürekli olarak soğutulduğu takdirde üç haftaya kadar içilebilir hale getirir. Süt işletmeleri her bir kabın üzerine son kullanma tarihi yazmakta ve bu tarihten sonra mağazalar satılmayan sütleri raflarından kaldırmaktadır. Pastörizasyonun ısıtılmasının bir yan etkisi de bazı vitamin ve mineral içeriklerinin kaybolmasıdır. Çözünebilir kalsiyum ve fosfor %5, tiyamin ve B12 vitamini %10, C vitamini ise %20 veya daha fazla oranda azalır (hatta tamamen kaybolur). Kayıplar, mevcut iki B vitamininin büyük miktarına kıyasla küçük olduğundan, süt önemli miktarda tiyamin ve B12 vitamini sağlamaya devam eder. Süt önemli bir C vitamini kaynağı olmadığından, C vitamini kaybı iyi dengelenmiş bir diyette besinsel açıdan önemli değildir. Filtrasyon. Mikrofiltrasyon, kısmen pastörizasyonun yerini alan ve sütün tadında bir değişiklik olmadan daha az mikroorganizma ve daha uzun raf ömrüne sahip süt üreten bir işlemdir. Bu işlemde krema yağsız sütten ayrılır ve normal şekilde pastörize edilir, ancak yağsız süt, sütteki mikroorganizmaların %99,9'unu hapseden seramik mikro filtrelerden geçirilir (standart HTST pastörizasyonunda mikroorganizmaların %99,999'unun öldürülmesine kıyasla). Yağsız süt daha sonra orijinal süt bileşimini yeniden oluşturmak için pastörize krema ile yeniden birleştirilir. Ultrafiltrasyon, mikrofiltrasyondan daha ince filtreler kullanır; bu filtreler laktoz ve suyun geçmesine izin verirken yağ, kalsiyum ve proteini tutar. Mikrofiltrasyonda olduğu gibi, yağ filtrasyondan önce çıkarılabilir ve daha sonra tekrar eklenebilir. Ultrafiltre süt, belirli bir protein içeriği için daha düşük hacme sahip olduğundan peynir yapımında kullanılır ve normal süte göre daha yüksek protein, daha düşük şeker içeriği ve daha kremsi bir alternatif olarak doğrudan tüketicilere satılır. Krema haline getirme ve homojenizasyon. Taze süt 12 ila 24 saat bekletildikten sonra daha büyük, az yağlı süt tabakasının üzerinde yüksek yağlı bir krema tabakasına ayrılma eğilimindedir. Krema genellikle kendi kullanım alanlarına sahip ayrı bir ürün olarak satılır. Günümüzde kremanın sütten ayrılması genellikle santrifüjlü krema ayırıcılarda hızlı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Yağ, sudan daha az yoğun olduğu için yağ kürecikleri bir kap sütün üstüne çıkar. Globüller ne kadar küçükse diğer moleküler düzeydeki kuvvetler bunun olmasını o kadar engeller. İnek sütündeki krema, basit bir modelin öngördüğünden çok daha hızlı yükselir: sütteki yağ, izole globüller yerine, bir dizi küçük peynir altı suyu proteini tarafından bir arada tutulan yaklaşık bir milyon globül içeren kümeler halinde oluşma eğilimindedir. Bu kümeler, tek tek globüllerin yükselebileceğinden daha hızlı yükselir. Keçi, koyun ve manda sütündeki yağ globülleri kolayca küme oluşturmaz ve başlangıçta daha küçüktür, bu da bu sütlerden kremanın daha yavaş ayrılmasına neden olur. Süt genellikle homojenize edilir, bu da krema tabakasının sütten ayrılmasını önleyen bir işlemdir. Süt çok dar tüplerden yüksek basınçla pompalanarak türbülans ve kavitasyon yoluyla yağ globülleri parçalanır. Daha fazla sayıda küçük partikül, daha az sayıda büyük partikülden daha fazla toplam yüzey alanına sahiptir ve orijinal yağ globülü membranları bunları tamamen kaplayamaz. Kazein miselleri yeni açığa çıkan yağ yüzeylerine çekilir. Sütteki misellerin yaklaşık üçte biri bu yeni zar yapısına katılır. Kazein, globülleri ağırlaştırır ve ayrılmayı hızlandıran kümelenmeyi engeller. Açıkta kalan yağ globülleri, sütte bulunan ve yağları parçalayıp ekşimiş tatlar üretebilen bazı enzimlere karşı savunmasızdır. Bunu önlemek için, homojenizasyondan hemen önce veya homojenizasyon sırasında süt pastörize edilerek enzimler inaktive edilir. Homojenize edilmiş sütün tadı daha yumuşaktır ancak ağızda homojenize edilmemiş süte göre daha kremsi bir his verir. Daha beyazdır ve kötü tatların oluşmasına karşı daha dirençlidir. Creamline (veya cream-top) süt homojenize edilmemiştir. Pastörize edilmiş ya da edilmemiş olabilir. Bazen "ultra homojenize" olarak etiketlenen yüksek basınçlı homojenizasyon işleminden geçirilmiş süt, daha düşük basınçlarda normal homojenizasyon işleminden geçirilmiş süte göre daha uzun raf ömrüne sahiptir. UHT. Ultra Isıl İşlem (UHT), ambalajı açılmadığı sürece raf ömrünü 6 aya kadar uzatmak için tüm bakterilerin yüksek ısı ile yok edildiği bir süt işleme türüdür. Süt önce homojenize edilir ve ardından 2-4 saniye boyunca 138 santigrat dereceye kadar ısıtılır. Süt hemen soğutulur ve steril bir kaba paketlenir. Bu işlem sonucunda, sütün sadece pastörize edilmesinden farklı olarak, sütün içindeki tüm patojenik bakteriler yok edilir. İşlenmiş süt, açılmadığı takdirde 6 aya kadar saklanabilir. UHT sütün paket açılana kadar soğutulmasına gerek yoktur, bu da sevkiyatını ve depolanmasını kolaylaştırır. Ancak bu süreçte B1 vitamini ve C vitamini kaybı olur ve sütün tadında da hafif bir değişiklik meydana gelir. Beslenme ve sağlık. Sütün bileşimi türler arasında büyük farklılıklar gösterir. Protein türü; protein, yağ ve şeker oranı; çeşitli vitamin ve mineral seviyeleri; tereyağı globüllerinin boyutu ve telemenin gücü gibi faktörler değişiklik gösterebilenler arasındadır. Örneğin: Eşek ve at sütü en düşük yağ içeriğine sahipken, fok ve balina sütü %50'den fazla yağ içerebilir. İnek sütü: ırka göre değişim. Bu bileşimler ırka, hayvana ve laktasyon dönemindeki noktaya göre değişir. Bu dört ırk için protein aralığı %3,3 ila %3,9 iken laktoz aralığı %4,7 ila %4,9'dur. Süt yağı yüzdeleri, süt çiftçilerinin stok diyet formülasyon stratejileri tarafından manipüle edilebilir. Özellikle süt sığırlarında mastit olarak bilinen enfeksiyon, yağ seviyelerinin düşmesine neden olabilir. Besin değeri. İşlenmiş inek sütü 1950'lerde farklı miktarlarda yağ içerecek şekilde formüle edilmiştir. Bir fincan (250 mL) %2 yağlı inek sütü 285 mg kalsiyum içerir, bu da bir yetişkin için günlük önerilen kalsiyum alımının (DRI) %22 ila %29'unu temsil eder. Süt, yaşına bağlı olarak 8 gram protein ve bir dizi başka besin maddesi (doğal olarak veya takviye yoluyla) içerir. Tam yağlı sütün glisemik indeksi 39±3'tür. 55 veya daha az ise bir gıdanın düşük GI'ye sahip olduğu kabul edilir. Protein kalitesi açısından tam yağlı sütün Sindirilebilir Vazgeçilmez Amino Asit Skoru (DIAAS) 1,43'tür ve bu gruplar için sınırlayıcı amino asit metiyonin ve sisteindir. DIAAS değerinin 1 veya daha fazla olması mükemmel/yüksek kaliteli protein kaynağı olarak kabul edilir. Hastalık. Süt içmenin genel olarak kanser riskini artırdığına dair karışık kanıtlar ve süt içmenin özellikle kalın bağırsak kanserine karşı koruyucu bir etkisi olabileceğine dair iyi kanıtlar vardır. Alerji. Bebeklerde en sık görülen gıda alerjilerinden biri inek sütüne karşıdır. Bu, bir veya daha fazla inek sütü proteinine karşı immünolojik olarak aracılık edilen ve nadiren ölümcül olabilen bir advers reaksiyondur. Süt alerjisi bebeklerin ve küçük çocukların %2 ila %3'ünü etkilemektedir. Riski azaltmak için bebeklerin inek sütüyle tanışmadan önce en az dört ay, tercihen altı ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmeleri tavsiye edilmektedir. Çocukların çoğunluğu süt alerjisini atlatır, ancak yaklaşık %0,4'ünde durum yetişkinlikte de devam eder. Laktoz intoleransı. Laktoz intoleransı, ince bağırsakta laktaz enziminin eksikliği veya yokluğu nedeniyle insanların semptomlar yaşadığı ve süt laktozunun zayıf emilimine neden olan bir durumdur. Etkilenen kişiler, karın ağrısı, şişkinlik, ishal, gaz ve mide bulantısını içerebilen semptomlar gelişmeden önce tolere edebilecekleri laktoz miktarına göre değişir. Şiddeti tüketilen süt miktarına bağlıdır. Etkilenenler genellikle önemli semptomlar geliştirmeden en az bir bardak süt içebilir, yemekle birlikte veya gün boyunca içilirse daha fazla miktar tolere edilebilir. Laktasyonun evrimi. Meme bezinin apokrin deri bezlerinden türediği düşünülmektedir. Laktasyonun (süt üretimi) orijinal işlevinin yumurtaları nemli tutmak olduğu öne sürülmüştür. Tartışmanın çoğu monotremlere (yumurtlayan memeliler) dayanmaktadır. Süt salgılarının orijinal adaptif önemi beslenme ve immünolojik koruma olabilir. Tritylodontid sinodontlar, diş değiştirme modellerine dayanarak emzirme göstermiş gibi görünmektedir. Sığır büyüme hormonu takviyesi. Kasım 1993'ten bu yana, rBGH olarak da adlandırılan rekombinant sığır somatotropini (rbST) FDA onayı ile süt çiftçilerine satılmaktadır. İnekler doğal olarak sığır büyüme hormonu üretirler, ancak bazı üreticiler süt üretimini artırmak için BGH'nin genetiği değiştirilmiş "E. coli" yoluyla üretilen ek bir rekombinant versiyonunu uygularlar. Sığır büyüme hormonu ayrıca karaciğerde insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF1) üretimini de uyarır. İnsan sağlığı. ABD Gıda ve İlaç Dairesi, Ulusal Sağlık Enstitüleri ve Dünya Sağlık Örgütü, bu iki bileşiğin de mevcut miktarlarda insan tüketimi için güvenli olduğunu bildirmiştir. rBST verilen ineklerden elde edilen süt Amerika Birleşik Devletleri'nde satılabilir ve FDA, rBST ile muamele edilen ineklerden elde edilen süt ile rBST ile muamele edilmeyen ineklerden elde edilen süt arasında önemli bir fark gösterilmediğini belirtmiştir. rBST ile muamele edilmemiş ineklerden elde edildiğini ilan eden sütlerin bu bulguyu etiketinde belirtmesi gerekmektedir. Hayvan refahı. rBGH takviyesi alan inekler, mastit olarak bilinen bir meme enfeksiyonuna daha sık yakalanabilir. Mastit ile ilgili sorunlar Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya'nın rBST uygulanan ineklerden elde edilen sütü yasaklamasına yol açmıştır. Mastitis, diğer hastalıkların yanı sıra, sütteki beyaz kan hücrelerinin seviyelerinin doğal olarak değişmesinden sorumlu olabilir. rBGH, hayvan refahı nedeniyle Avrupa Birliği'nde de yasaklanmıştır. Çeşitler ve markalar. Süt ürünleri, türlerine/derecelerine göre bir dizi çeşitte satılmaktadır: UHT işlemiyle korunan sütün açılmadan önce soğutulması gerekmez ve normal ambalajdaki sütten çok daha uzun bir raf ömrüne (altı ay) sahiptir. İngiltere, ABD, Avrupa, Latin Amerika ve Avustralya'da genellikle soğutulmadan satılmaktadır. Laktozun azaltılması veya ortadan kaldırılması. Laktozsuz süt, sütün inert bir taşıyıcıya bağlı laktaz enziminin üzerinden geçirilmesiyle üretilebilir. Molekül parçalandıktan sonra laktozun hiçbir kötü etkisi kalmaz. Azaltılmış miktarda laktoz içeren (tipik olarak normalin %30'u) ve alternatif olarak neredeyse %0 laktoz içeren formlar mevcuttur. Normal sütten tek fark, laktozun glikoz ve galaktoza bölünmesi nedeniyle biraz daha tatlı bir tada sahip olmasıdır. Laktozu azaltılmış süt, kalsiyum ve proteinleri geride bırakırken laktoz ve su gibi daha küçük molekülleri uzaklaştıran ultra filtrasyon yoluyla da üretilebilir. Bu yöntemlerle üretilen süt, normal süte göre daha düşük şeker içeriğine sahiptir. Laktoz intoleransı olanlarda sindirime yardımcı olmak için bir başka alternatif de "Lactobacillus acidophilus" ("acidophilus sütü") ve bifidobakteri gibi bakteri kültürleri eklenmiş sütlü gıdalar, süt ve yoğurttur. Lactococcus lactis bakteri kültürleri içeren bir başka süt ("kültürlü yayıkaltı"), doğal olarak oluşan Lactococcus bakterilerini de öldüren pastörizasyonun yaygınlaşması nedeniyle nadir hale gelen doğal olarak ekşitilmiş sütün geleneksel kullanımının yerini almak için sıklıkla yemeklerde kullanılmaktadır. Katkı maddeleri ve tatlandırıcılar. Ticari olarak satılan sütlere, UVB radyasyonuna maruz kalma eksikliğini telafi etmek için genellikle D vitamini eklenir. Yağı azaltılmış sütlere, yağın alınması sırasında vitamin kaybını telafi etmek için genellikle A vitamini palmitat eklenir; Amerika Birleşik Devletleri'nde bu, yağı azaltılmış sütlerin tam yağlı sütten daha yüksek A vitamini içeriğine sahip olmasıyla sonuçlanır. Tadının daha iyi olması ya da satışların artırılması için süte genellikle aroma katılır. Çikolatalı süt uzun yıllardır satılmaktadır ve son zamanlarda bunu çilekli süt ve diğerleri takip etmiştir. Bazı beslenme uzmanları aromalı sütleri, ABD'de zaten yaygın olarak obez olan çocukların diyetlerine genellikle yüksek fruktozlu mısır şurubu şeklinde şeker ekledikleri için eleştirmiştir. Dağıtım. Normal sütün raf ömrünün kısa olması nedeniyle, birçok ülkede süt evlere günlük olarak teslim edilmekteydi; ancak evlerdeki soğutmanın iyileşmesi, süpermarketler nedeniyle gıda alışverişi alışkanlıklarının değişmesi ve eve teslimatın daha yüksek maliyetli olması, sütçü tarafından günlük teslimatın artık çoğu ülkede mevcut olmadığı anlamına gelmektedir. Avustralya ve Yeni Zelanda. Avustralya ve Yeni Zelanda'da metrifikasyondan önce süt genellikle 1 pint (568 mL) cam şişelerde dağıtılmaktaydı. Avustralya ve İrlanda'da hükümet tarafından finanse edilen bir "okul çocukları için ücretsiz süt" programı vardı ve süt sabah teneffüslerinde 1/3 pint şişelerde dağıtılıyordu. Metrik ölçülere geçilmesiyle birlikte süt endüstrisi, pint şişelerin 500 mL'lik şişelerle değiştirilmesinin süt tüketiminde %13,6'lık bir düşüşe yol açacağından endişe duydu; bu nedenle tüm pint şişeler toplatıldı ve 600 mL'lik şişelerle değiştirildi. Zamanla, cam şişelerin toplanması, taşınması, depolanması ve temizlenmesinin giderek artan maliyeti nedeniyle, bunların yerini karton kartonlar almıştır. Bir dizi tasarım kullanıldı; bunlar arasında boş alan bırakmadan yakın paketlenebilen ve kazara devrilmeyen bir dörtyüzlü de vardı (slogan: "Artık dökülen süt için ağlamak yok"). Ancak endüstri sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanılana benzer bir tasarımda karar kıldı. Süt günümüzde karton süt kutuları (250 mL, 375 mL, 600 mL, 1 litre ve 1,5 litre) ve plastik şişelerde (1, 2 ve 3 litre) çeşitli boyutlarda mevcuttur. Pazara önemli bir katkı da genellikle 1 ve 2 litrelik dikdörtgen karton kutularda bulunan "uzun ömürlü" süt (UHT) olmuştur. Yeterli talebin olduğu kentsel ve banliyö bölgelerinde, eve teslimat hala mevcuttur, ancak banliyö bölgelerinde bu genellikle günlük yerine haftada üç kezdir. Pazara bir diğer önemli ve popüler katkı da aromalı sütler olmuştur; örneğin yukarıda da belirtildiği gibi Farmers Union Iced Coffee, Güney Avustralya'da Coca-Cola'dan daha fazla satmaktadır. Hindistan. Hindistan'ın kırsal kesimlerinde süt, yerel sütçüler tarafından, genellikle bisikletle, metal bir kapta toplu miktarlarda taşınarak günlük olarak eve teslim edilir. Metropol Hindistan'ın diğer bölgelerinde süt genellikle dükkanlar veya süpermarketler aracılığıyla plastik torbalarda veya kartonlarda satın alınır veya teslim edilir. Hindistan'daki mevcut süt zinciri akışı süt üreticisinden süt toplama aracısına doğrudur. Daha sonra bir süt soğutma merkezine taşınır ve toplu olarak işleme tesisine, ardından satış acentesine ve son olarak tüketiciye taşınır. Hindistan Gıda Güvenliği ve Standartları Kurumu tarafından 2011 yılında yapılan bir araştırma, numunelerin yaklaşık %70'inin süt için belirlenen standartlara uymadığını ortaya koymuştur. Çalışma, süt işleme ve paketlemede hijyen ve sanitasyon eksikliği nedeniyle deterjanların (temizlik işlemleri sırasında kullanılan) uygun şekilde yıkanmadığını ve süte karıştığını ortaya koymuştur. Araştırmaya katılan örneklerin yaklaşık %8'inde sağlığa zararlı deterjanlar tespit edilmiştir. Hindistan dünyanın en büyük süt üreticisi ve önemli bir ihracatçısı olmasına rağmen, ülkenin süt ürünlerine yönelik sürekli artan talebi, sonunda onu net ithalatçı konumuna getirebilir. Pakistan. Pakistan'da süt, sürahilerle temin edilmektedir. Süt, özellikle bu ülkedeki pastoral kabileler arasında temel bir gıda olmuştur. 1990'ların sonlarından bu yana Birleşik Krallık'ta süt satın alma alışkanlıkları büyük ölçüde değişmiştir. Erken saatlerde bir süt arabası (genellikle pille çalışan) kullanarak yerel süt turunu (güzergahını) dolaşan ve sütü alüminyum folyo kapaklı 1 litrelik cam şişelerde doğrudan evlere teslim eden klasik sütçü neredeyse ortadan kalkmıştır. İngiltere'de sütçülerin evlere teslimatının azalmasının başlıca iki nedeni, evlerdeki buzdolapları (günlük süt teslimatına olan ihtiyacı azaltıyor) ve özel araç kullanımı (süpermarket alışverişini arttırıyor). Bir diğer faktör de, sütü süpermarketten satın almanın eve teslimden daha ucuz olmasıdır. 1996 yılında 2,5 milyar litreden fazla süt hala sütçüler tarafından dağıtılmaktaydı, ancak 2006 yılına gelindiğinde sadece 637 milyon litre (tüketilen sütün %13'ü) 9.500 sütçü tarafından dağıtılmaktaydı. 2010 yılına gelindiğinde tahmini sütçü sayısı 6.000'e düşmüştür. Sütçü başına teslimatın 2006 yılındaki ile aynı olduğu varsayılırsa, bu, sütçü teslimatlarının artık Birleşik Krallık'taki haneler tarafından tüketilen tüm sütün (2008/2009'da 6,7 milyar litre) yalnızca %6-7'sini oluşturduğu anlamına gelmektedir. Birleşik Krallık'taki tüm sütün neredeyse %95'i bugün dükkanlarda satılmaktadır ve bunların çoğu çeşitli boyutlardaki plastik şişelerde, ancak bir kısmı da süt kartonlarında satılmaktadır. İngiltere'deki dükkanlarda süt neredeyse hiç cam şişede satılmamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri. Amerika Birleşik Devletleri'nde cam süt şişelerinin yerini çoğunlukla süt kartonları ve plastik sürahiler almıştır. Galon sütler neredeyse her zaman sürahilerde satılırken, yarım galonlar ve çeyrekler hem kağıt kartonlarda hem de plastik sürahilerde bulunabilir ve daha küçük boyutlar neredeyse her zaman kartonlarda bulunur. "Yarım pint" () süt kutusu, okul öğle yemeklerinin bir bileşeni olarak geleneksel birimdir, ancak bazı şirketler bu birim boyutunu 6 ve 12 paket boyutunda perakende olarak da satılan plastik bir şişe ile değiştirmiştir. Paketleme. Cam süt şişeleri artık nadirdir. Çoğu insan sütü poşetlerde, plastik şişelerde veya plastik kaplı kağıt kartonlarda satın almaktadır. Floresan aydınlatmadan gelen ultraviyole (UV) ışık sütün tadını değiştirebildiğinden, bir zamanlar sütü şeffaf veya yarı saydam kaplarda dağıtan birçok şirket artık UV ışığını engelleyen daha kalın malzemeler kullanıyor. Süt, yerel varyantları olan çeşitli kaplarda gelir: Hemen hemen her yerde, yoğunlaştırılmış süt ve buharlaştırılmış süt metal kutularda, 250 ve 125 mL'lik kağıt kaplarda ve 100 ve 200 mL'lik sıkma tüplerinde, süt tozu (yağsız ve tam yağlı) ise kutularda veya torbalarda dağıtılmaktadır. Bozulma ve fermente süt ürünleri. Çiğ süt bir süre bekletildiğinde "ekşir". Bu, laktik asit bakterilerinin sütteki laktozu laktik aside dönüştürdüğü fermantasyonun sonucudur. Uzun süreli fermantasyon sütü tüketilmesi hoş olmayan bir hale getirebilir. Bu fermantasyon süreci, çeşitli fermente süt ürünleri üretmek için bakteri kültürlerinin (örneğin "Lactobacilli sp.", "Streptococcus sp.", "Leuconostoc sp.", vb.) eklenmesiyle kullanılır. Laktik asit birikiminden kaynaklanan düşük pH, proteinleri denatüre eder ve sütün görünüm ve dokusunda agregattan pürüzsüz kıvama kadar çeşitli farklı dönüşümler geçirmesine neden olur. Bu ürünlerden bazıları ekşi krema, yoğurt, peynir, ayran, viili, kefir ve kımızdır. İnek sütünün pastörizasyonu başlangıçta potansiyel patojenleri yok eder ve raf ömrünü uzatır, ancak sonunda tüketim için uygun olmayan bozulmaya neden olur. Bu durum sütün hoş olmayan bir kokuya bürünmesine neden olur ve süt, hoş olmayan tadı ve artan gıda zehirlenmesi riski nedeniyle tüketilemez olarak kabul edilir. Çiğ sütte laktik asit üreten bakterilerin varlığı, uygun koşullar altında, mevcut laktozu laktik aside fermente eder. Artan asitlik de diğer organizmaların büyümesini engeller ya da önemli ölçüde yavaşlatır. Ancak pastörizasyon sırasında bu laktik asit bakterileri çoğunlukla yok edilir. Bozulmayı önlemek için süt buzdolabında tutulabilir ve dökme tanklarda 1 ila 4 °C arasında saklanabilir. Çoğu süt kısa bir süre ısıtılarak pastörize edilir ve ardından fabrika çiftliklerinden yerel pazarlara nakledilebilmesi için soğutulur. Sütün bozulması, ultra yüksek sıcaklık (UHT) işlemi kullanılarak önlenebilir. Bu şekilde işlenen süt, açılana kadar birkaç ay boyunca soğutulmadan saklanabilir ancak karakteristik "pişmiş" bir tada sahiptir. Suyun çoğunun çıkarılmasıyla elde edilen yoğunlaştırılmış süt, buharlaştırılmış süt gibi teneke kutularda uzun yıllar boyunca soğutulmadan saklanabilir. Süt tozu. Sütün en dayanıklı formu, sütün neredeyse tamamının sudan arındırılmasıyla elde edilen süt tozudur. Hem tamburda hem de spreyle kurutulmuş süt tozunda nem içeriği genellikle %5'ten azdır. Sütün dondurulması, çözüldükten sonra yağ globüllerinin toplanmasına neden olarak sütlü tabakalar ve tereyağı topaklarına yol açabilir. Bunlar sütün ısıtılması ve karıştırılmasıyla tekrar dağılabilir. Süt-yağ globül membranlarının tahrip olması ve oksitlenmiş tatların açığa çıkmasıyla tadı değiştirebilir. Diğer gıda ürünlerinde kullanım. Süt, diğer birçok ürünün yanı sıra yoğurt, peynir, buzlu süt, puding, sıcak çikolata ve Fransız tostu yapımında kullanılır. Süt genellikle kuru kahvaltılık gevrek, yulaf lapası ve granolaya eklenir. Süt, milkshake yapmak için bir blenderde dondurma ve aromalı şuruplarla karıştırılır. Süt, genellikle kahve ve çayda servis edilir. Köpüklü buharda pişirilmiş süt, cafe latte gibi espresso bazlı içecekler hazırlamak için kullanılır. Dil ve kültür alanında. Birçok Afrika ve Asya ülkesinde tereyağı geleneksel olarak krema yerine fermente sütten yapılır. Fermente sütten işlenebilir tereyağı taneleri üretmek için birkaç saat yayıkta çalkalamak gerekebilir. Kutsal kitaplar da sütten bahsetmiştir. Kitab-ı Mukaddes'te Vaat Edilmiş Topraklar'ın cömertliği için bir metafor olarak "Süt ve Bal Ülkesi"ne atıfta bulunulmaktadır. Kur'an'da ise sütü merak etme isteği şu şekilde yer alır: "Sizin için sağmal hayvanlarda da kesin olarak ibret vardır. Nitekim size hayvanın karnında, besin artıklarıyla kan arasında (oluşan), içenlere lezzet veren saf süt içiriyoruz. " (16-Nahl, 66). Ramazan orucu geleneksel olarak bir bardak süt ve hurma ile bozulur. Yahudi dini hukukunda "Chalav Yisrael" süt tüketimini düzenleyen bir terimdir. Abhisheka, Hindu ve Cayn rahipleri tarafından, tapınılan bir tanrının idolüne mantralar eşliğinde içki dökülerek gerçekleştirilir. Genellikle süt, yoğurt, ghee, bal gibi sunular, yapılan abhisheka'nın türüne bağlı olarak diğer sunuların yanı sıra dökülebilir. Sütlü tost, süt ve kızarmış ekmekten oluşan bir yemektir. Yumuşaklığı, H. T. Webster tarafından 1924'ten 1952'ye kadar çizilen çekingen ve etkisiz çizgi roman karakteri Caspar Milquetoast'un ismine ilham kaynağı olmuştur. Böylece İngilizcedeki "milquetoast" terimi, çekingen, küçülen, özür dileyen bir kişinin etiketi olarak dile girdi. Sütlü tost ayrıca Disney'in "Follow Me Boys" filminde yaşlanan ana karakter Lem Siddons için istenmeyen bir kahvaltı olarak ortaya çıkmıştır. İngilizce konuşulan birçok ülkenin yerel dilinde birini "sağmak", bir çiftçinin bir ineği "sağması" ve sütünü almasına benzer şekilde, o kişiden yararlanmaktır. "Süt" kelimesi zaman içinde birçok argo anlama sahip olmuştur. 19. yüzyılda süt, su ile karıştırılmış metil alkollü içkilerden (metanol) yapılan ucuz ve çok zehirli bir alkollü içkiyi tanımlamak için kullanılmıştır. Kelime aynı zamanda dolandırmak, aylak olmak, başkasına gönderilen telgraflara müdahale etmek ve zayıf biri ya da "süt çocuğu" anlamında da kullanılmıştır. 1930'ların ortalarında bu kelime Avustralya'da bir arabadan gaz hortumlamak anlamında kullanılmıştır. Mutfak dışı kullanımlar. Süt, içecek veya besin kaynağı olarak kullanılmasının yanı sıra, çiftçiler ve bahçıvanlar tarafından organik bir mantar ilacı ve gübre olarak da kullanılmaktadır, ancak etkinliği tartışmalıdır. Seyreltilmiş süt solüsyonlarının üzüm asmalarında küllenmeyi önlemede etkili bir yöntem olduğu ve bitkiye zarar verme olasılığının düşük olduğu gösterilmiştir. Sütlü boya toksik olmayan su bazlı bir boyadır. Genellikle renk için pigmentler eklenerek süt ve kireçten yapılabilir. Diğer tariflerde boraks, kazeini aktive etmek ve koruyucu olarak sütün kazein proteini ile karıştırılır. Süt yüzyıllardır saç ve cilt tedavisi olarak kullanılmaktadır. Kuaför Richard Marin, bazı kadınların saçlarına parlak bir görünüm katmak için saçlarını sütle duruladıklarını belirtiyor. Kozmetik kimyageri Ginger King, sütün "pul pul dökülmeye ve [ciltteki] kalıntıların giderilmesine yardımcı olabileceğini ve saçları daha yumuşak hale getirebileceğini" belirtiyor. Kuaför Danny Jelaca, sütün keratin proteinlerinin "saça ağırlık katabileceğini" belirtmektedir. Bazı ticari saç ürünleri süt içerir. Süt banyosu, sadece su yerine sütle yapılan bir banyodur. Genellikle yulaf ezmesi, bal gibi katkı maddeleri ve gül, papatya ve uçucu yağlar gibi kokular karıştırılır. Süt banyosu, ölü cilt hücrelerini bir arada tutan proteinleri çözmek için bir alfa hidroksi asit olan laktik asit kullanır. Türler arası süt tüketimi. Türler arasında süt tüketimi sadece insanlara özgü değildir. Martıların, sheathbill'lerin, skuaların, batı martılarının ve sokak kedilerinin fil foklarının memelerinden doğrudan süt aşırdıkları bildirilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10000", "len_data": 50053, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.84 }
Şadırvan, genellikle cami avlularında ortada bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskiyeden su akan üzeri kubbeli abdest yeri. Ama bazen tek sıra halinde de olabilir. Genel olarak her camide bulunur. Şadırvanın ortasındaki havuzu, estetik bir kubbe örtüsü kaplar ve sütunlarla çevrilidir. Altıgen veya sekizgen yapıyı çevreleyen saçakların altında musluklar ve oturaklar taş veya ahşaptır. Büyük camilerde şadırvanın yanında bir büyük servi bulunur. Şadırvan da Osmanlı cami mimarisinin temel öğelerindendir ve oymacılık, hat, mermer işçiliği gibi sanatlarla bütünleşmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10003", "len_data": 588, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.56 }
Camcorder (okunuşu: "kemkordır"), hem (video) film çekmek hem de oynatmak için kullanılabilen, video (film) kamerası. İngilizce Camera ve Recorder sözcüklerinden türetilmiş bir bileşik kelimedir. Camcorder sözcüğüne, henüz TDK tarafından bir Türkçe karşılık önerilmemiş olmakla birlikte, 1985 yılında yayınlanan "Işıkizi fotoğrafçılık terimleri sözlüğünde", Günlük olarak tutulan ve geçmişi anlatan kişisel notlara günlük ya da günce, geçmişi anlatan görsel kayıtlara ise izlek denilmiştir. Buna göre, bir olayı görsel olarak anlatan, her türlü kayıt bir izlektir. Bu tanımın, "kaydedilmiş film ya da video görüntüsü anlamına geldiği görülecektir. Aynı sözlükte, video kamerası izçeker, çekilen filmi oynatmak için kullanılan aygıt ise izçözer olarak adlandırılmıştır. Hareketli görüntüler çeken kameraların tümü (film ya da video kamerası) optik bir yanılsama temeli üzerine kurulmuştur. Buna göre, art arda çekilen resimler, belli bir hızla gösterildiği takdirde, göze, hareket ediyormuş gibi görünür. Gerek film kamerası gerekse video kamerası bu prensipten yola çıkarak geliştirilmiştir. Tüm video ve film kameraları özü itibarı ile, hareketli görüntüler kaydetmeye yarayan bir fotoğraf makinesi türüdür. Art arda, belli bir hızla (prensip olarak saniyede 24 kare) fotoğraf çekme özelliği olan bir fotoğraf makinesi ile çekilmiş olan görüntüler, aynı hızla gösterilirse, optik bir yanılsama sonucu, hareket ediyormuş sanısı uyandırır. Film sanayi ve videografi bu temel üzerine kurulmuştur. Tarihçe. Hem çekim yapabilen hem de çekilen görüntüyü anında oynatabilen aygıtlar bugünkü şeklini almadan önce, videoyu çeken kişi, kullandığı video kamerayı uzun bir kablo yardımı ile, bir oynatıcı aygıta (izçözere) bağlayarak kullanırdı. Video çekimi yapan kişinin, rahat şekilde hareket etmesini engelleyen bu aygıtlar, bir süre sonra, yerini, daha küçük ve birkaç kilo olan ve çanta gibi omuz üzerinden tek yanlı olarak boyna asılarak kullanılan çanta video oynatıcılara (izçözere) bıraktı. iki parça halinde kullanılan bu aygıtların kullanımı Sony adlı firma tarafından geliştirilen "Betamovie" adlı ilk camcorder piyasaya sürülünceye kadar devam etti. Ancak, bu aygıtların en küçüğü bile, gerek kullanılan teknik açısından, gerekse, boyut açısından, bugünkü avuçiçi aygıtlar ile kıyaslanamayacak kadar iri ve kaba idi. İlk Camcorder. 1970'li yıllarda, Sony adlı bir elektronik firması tarafından geliştirilen "Betamax" adlı aygıt, teknik olarak bugünkü Camcorderin atası kabul edilir. Elde edilen görüntüyü doğrudan, bir manyetik bant üzerine kaydeden bu aygıt, sadece örneksel (analog) ses ve görüntü kaydı yapabilmekte idi. Güncel gelişmeler. Bir Camkorder'in en temel özelliği, çekilen görüntüyü, doğrudan, elektro-manyetik bir ortam üzerine kayıt edebilme özelliğidir. Bu ortam, elektro manyetik bir bant (Video kaseti) olabileceği gibi, Veri kaydı için kullanılan bir CD (Yoğun Teker) de olabilir. Bu kameraların bir diğer özelliği ise, çekilen görüntünün, çekimle eşzamanlı olarak, görüntü sergileyici (görser) denilen bir ekrana aktarılmasıdır. Bu sayede, çekilen görüntü, çekim sırasında, bir ekran üzerinden izlenebilir. Çekilen görüntü doğal olarak "işlenmemiş", "ham" bir görüntüdür. Bu görüntünün bir "Filme" dönüştürülmesi için, Görüntü işleme yazılımı grubuna giren bilgisayar yazılımlarından biri (ya da birkaçı) kullanılarak, istenmeyen bölümlerden arındılması, temizlenmesi ve montajının yapılması gerekir. Bu işleme görüntü işçiliği (Video işçiliği - Videobearbeitung) denir. Ancak çekilen görüntü, istenirse, olduğu gibi bırakılarak da kullanılabilir. Elde edilen görüntünün, bir televizyon ekranında izlenebilmesi için iki yöntem vardır. Bunlardan biri, Camcorderi uygun bir bağlantı kablosu yardımı ile doğrudan televizyona bağlamak, ya da, kayıt aracı olan bant ya da CD yi bir izçözer (Video oynatıcı - Videoplayer) ile kullanmaktır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10009", "len_data": 3857, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.61 }
Galyum, kimyasal sembolü Ga, atom numarası 31 olan kimyasal elementtir. Oda sıcaklığında katı halde bulunur, yine oda sıcaklığında insan ile temasında erir. Boksit ve çinkonun saflaştırılması sırasında alüminyumla beraber elde edilir. En çok kullanılan bileşikleri galyum nitrit ve galyum arseniktir. Yarı iletkenlerin yapımında ve kızılötesi alıcılarında kullanılır. Özellikleri. Galyum metali doğada saf halde bulunmaz. Ancak çok kolay elde edilir. Saf bir galyum, parlak, gümüş renkli cam parçalarına benzer. Metal konteynerlarda ya da cam konteynerlarda dondurularak depo edilir. Doğada %60.11 oranında 69Ga izotopu, %39.89 oranında 71Ga izotopu bulunur. Tarihi. Galyum (Latince: Gallia, anlamı Galya, Fransa) ve (Gallus anlamı horoz) ilk olarak Lecoq de Boisbaudran tarafından 1875'te keşfedilmiştir. Daha sonra Dimitri Mendeleyev tarafından da periyodik tablodaki yeri belirlenmiştir. Boisbaudran elemente kendi ismini vermek yerine o zamanın kelime oyunundan yararlanarak Fransa'ya verilen latince isim olan galya ya atfen bu ismi vermiş ancak gallusta Lecoq un soyadının Latincesidir ve horoz anlamına gelmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10011", "len_data": 1122, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.6 }
Seydişehir, Akdeniz Bölgesi'nin Göller Yöresi'nde Konya'nın güneybatısında Konya iline bağlı bir ilçedir. Tarih. Seydişehir'in tarihi MÖ 5500 yıllarına kadar uzanır. Prehistorik Çağ'da (Tarih Öncesi), Psidia (Göller Yöresi) sınırları içindeki Seydişehir çok eski bir yerleşim yeridir. Beyşehir Gölü (Karalis Lacos) ile Suğla Gölü (Trogitis Lacos) arasındaki sulak vadide bu yerleşmenin izlerine rastlamak mümkündür. Bu vadide bulunan höyüklerde yapılan araştırmalar neticesinde Seydişehir'in 10 km güneydoğusundaki Suberde (Gölyüzü Köyü) höyüğünde yapılan kazılarda MÖ 5500-5000 yıllarına ait Neolitik (Cilalıtaş) Çağ yerleşmesinin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Bu kazılarda elde edilen pek çok buluntu hâlen Konya Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. MÖ 2000-700 yılları arasında Anadolu'daki pek çok bölgede hüküm süren Hititler'in Seydişehir-Beyşehir arasında varlıklarını gösteren anıtlar ve yerleşme yerlerine rastlamak mümkündür. Seydişehir ve Beyşehir'in Hitit devrine ait kaya kabartmaları ile höyük buluntuları, Hititlerin Beyşehir -Seydişehir arasında uygun yerleşme birimleri kurduklarını ortaya koymaktadır. Seydişehir-Konya karayolu üzerine bulunan Karabulak, Bostandere, Dikilitaş ve Akçalar köylerindeki höyükler, Hitit ve Frig yerleşmelerinin bulunduğu alanlar olarak dikkati çeker. Anadolu'da Eski Yunan, Roma ve Bizans medeniyetlerinin hüküm sürdüğü Klasik Çağ'da, Seydişehir ilçesi sınırlarında Amblada, Vasada, Arvana, Elita, Dalisandus gibi klasik döneme ait şehirlerin varlığı tespit edilmiştir. Vasada Antik Şehri, Seydişehir'in kuzeydoğusunda bulunan Kestel Dağı'nın eteğindeki vadide, bugünkü Bostandere köyünün Aktepe mevkiinde yer almaktadır. Bu ünlü Roma şehri, Kavak ve Kızılca köyleri arasındaki Amblada şehrine, ayrıca Beyşehir Fasıllar köyündeki Mistya'ya (Asartepe) ana yol ile bağlanmıştır. 1969 yılında Bostandere Köyüne su getirmek üzere Aktepe'de su yolu açılırken bir tiyatro kalıntısının varlığı anlaşılmış, yapılan kazılarda Roma devrine ait bir amfitiyatro kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Vasada şehrinin harabelerine ait kitabe ve mimari parçalara Bostandere köyündeki evlerin duvarlarında hâlen rastlanır. 1952 yılında Bostandere köyünden Konya Arkeoloji Müzesi'ne bir Zeus kabartması, 1957 yılında da bir yüzünde bir kadın öteki yüzünde bereket boynuzu kabartması bulunan kalker bir Sunak getirilmiştir. Yine Bostandere buluntuları arasında Vasada'da basılmış bir Augustus parası mevcuttur. Konya Arkeoloji Müzesi'nde Seydişehir'in Dikilitaş köyünden getirilmiş bir Roma kandili, Akçalar köyünden bir heykelcik, Çalmanda hüyüğünde bulunmuş bir toprak vazo, Seydişehir'in hemen yanıbaşında bulunan Elita (Vervelit) harabelerinde bulunmuş Roma devri bir Mezar Steli bulunmaktadır. Ayrıca Seydişehir'e 13 km uzaklıktaki Yeniceköy'ün kuzeyinde Hisartepe olarak bilinen yerde amfitiyatronun olduğu bir Roma harabesi vardır. Bu harabelerde bulunan Roma devri aslan heykelleri, Seydişehir'e getirilmiş ve hâlen Belediye bahçesinde sergilenmektedir. MS 767-1217 yılları arasında bir Türkmen kabilesinin elinde bulunan Seydişehir'in Selçuklular zamanındaki durumu ile ilgili bilgiler net değildir. Anadolu Selçuklu Beylikleri devrinde Eşrefoğulları Beyliği elinde kalan Seydişehir bu isimle ilk defa bu beylik zamanında kurulmuştur. Rivayete göre, Horasan emiri olan ve annesi tarafından soyu Veysel Karani ve Peygamber'e uzanan bir velî ve seyyid olan Seyyid Harun Veli, 1301 yılında ilahi bir emirle, kardeşi Seyyid Bedreddin ve ahalisi ile birlikte yola çıkar. Bugün Hatunsaray denilen yerde kardeşi hastalanarak vefat eder ve buraya defnederek bir türbe yaptırır. Yoluna devam eden Seyyid Harun Veli, şimdiki Seydişehir'in olduğu yere gelince yolu boyunca kendisine rehberlik eden bulut Küpe Dağı’nın ardında kaybolur ve kendisine işaret edilen yerin orası olduğunu anlar. İlk iş olarak oraya bir cami yaptırır. O zamanki adı "Trogitis" olan Seydişehir'in imarında Eşrefoğlu Mehmed Bey kendisine malzeme yardımında bulunur. Bu yardımlaşma neticesinde aralarında büyük bir dostluk oluşur. O zamanki adı “Süleymanşehir” olan Beyşehir’e ilk defa “Beyşehir” diyen Seyyid Harun Veli’dir. Eşrefoğlu Mehmed Bey de Seyyid Harun’un kurduğu yeni şehre “Seyyid Şehri” Osmanlılar zamanında Medine-i Sani (ilahi emirle kurulan ikinci şehir) (sonradan Seydişehir) adını verir. Seydişehir, Eşrefoğulları Beyliği’nin İlhanlı Hükümdarı Timurtaş tarafından 1326 yılında sona erdirilmesinden sonra, 1328 yılında Hamitoğulları Beyliği egemeliğine girmiştir. 1381 yılında Sultan I. Murat (Hüdavendigâr) tarafından 80.000 altın karşılığında Hamitoğlu Hüseyin Bey'den Akşehir, Beyşehir, Yalvaç, Şarkikaraağaç ve Isparta ile birlikte satın alınarak Osmanlı egemenliğine giren Seydişehir, Cumhuriyet'e kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Konya Sancağına bağlı bir kaza olan Seydişehir 1871 yılında belediye, 1915 yılında da ilçe olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1928 yılında tekrar ilçelik unvanına kavuşur. İkinci kalkınma planı yılları 1939-1944 döneminde boksit kaynağı bulunmuştur. Yani alüminyumun hammaddesidir. 1967 yapımına başlanılan alüminyum fabrikası 1974 yılında açılmıştır. Tınaztepe Mağarası keşfedilmiştir. Coğrafya. Ankara-Konya-Antalya karayolu üzerinde, Torosların kuzey eteklerinde, Çarşamba Çayı boyunca uzanan verimli bir vadi olan Suğla Ovası'nda bulunur. İlçe merkezinin denizden yüksekliği yaklaşık 1120 m'dir. İlçe merkezi, Konya'ya 85 km, Antalya'ya ise 215 km uzaklıktadır. 2.207 km2lik ilçe toprakları, kuzeydoğuda Konya (Meram), doğuda Akören, güneyde Ahırlı, Yalıhüyük ve Akseki (Antalya), batıda Derebucak, kuzeybatıda da Beyşehir ile çevrilidir. Kuzeybatıdaki Beyşehir Gölü ile güneydoğudaki Suğla Gölü arasındaki geniş ve uzun arazinin büyük kısmı verimli Suğla Ovası'dır. Bu ova, Beyşehir ve Suğla Gölleri arasında uzanan Çarşamba Çayı ile sulanır. Bölgedeki en yüksek noktası 2.500 metreyi aşan Geyik Dağları, kuş uçuşu mesafesi 100 km'den az olan Akdeniz'in ılıman ikliminin ilçede de hissedilmesine mani olur. İlçenin iklimi, Akdeniz ve karasal iklimlerinin geçiş özelliğini taşır. Bunun yanı sıra kış mevsimlerinde ilçede her yıl yoğun kar yağışları da görülmektedir. Nüfus. Cumhuriyet dönemine kadar Seydişehir'in nüfusu 3.000 civarlarında seyrederken, 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında ilçe merkezi nüfusunun 3.779 olduğu görülmüş, 1965'e kadar nüfusta çok yavaş bir artış olurken 1969 yılında Alüminyum Fabrikasının faaliyete geçmesiyle çok hızlı bir nüfus artışı gözlemlenmiştir. Son nüfus verileri, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 6 Şubat 2025 tarihinde açıklanmış olup, toplam nüfus 66.067 olarak bildirilmiştir. Ekonomi. Seydişehir Alüminyum Tesisleri Seydişehir bölgesindeki zengin boksit cevherlerini işlemek için 9 Mayıs 1967 tarihinde Etibank Genel Müdürlüğü ile Tyazpromexport (SSCB) arasında imzalanan anlaşma ile 60.000 ton/yıl kapasiteli birincil alüminyum fabrikası kurulması çalışmaları başlamıştır. Tesis Ocak 1977 yılında %100 kapasiteye ulaşmış, 8 ay sonra Türkiye'nin içinde bulunduğu büyük enerji sıkıntısı nedeniyle Eylül 1977'de %50 kapasiteye düşürülmüştür. Temmuz 1980'de kapasite %75'e çıkarılmış fakat Ağustos 1981'den itibaren devam eden enerji krizi nedeniyle kapasitede dalgalanmalar olmuştur. Daha sonra Haziran 1983'te kapasite %35'e kadar düşmüştür. Ocak 1984'te %50, Temmuz 1984'te %75, Mayıs 1985'te %100 kapasiteye ulaşılmıştır. Bu tarihten itibaren %100 kapasiteyle üretime (60.000 Ton/Yıl) devam edilmektedir. Türkiye'de birincil Alüminyum üreten tek kuruluş olan ETİ/Seydişehir Alüminyum A.Ş., 1999 yılında özelleştirme kapsamına alınmış, 2000 yılında kapsamdan çıkarılmış, 2003 Eylül ayında ise yeniden özelleştirme kapsamına alınmıştır. Eti Alüminyum A.Ş. Blok satış yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla 17 Haziran 2005 tarihinden yapılan nihai pazarlık görüşmelerinde en yüksek teklifi 305.000.000 ABD$ ile CE-KA İnşaat Makina Madencilik Petrolcülük Turizm Nakliyat Sanayi ve Ticaret A.Ş. vermiş ve satış gerçekleştirilerek fabrikanın özelleşmesi tamamlanmıştır. Tarım ve hayvancılık. 21000 Büyükbaş (4600 İşletme) 28000 Küçükbaş hayvan varlığıyla bölgenin önemli bir hayvancılık merkezidir. 6000 kovan varlığı vardır. Seyet Entegre tesilerinde yıllık 400 Ton et işlenmektedir. Ruhsatlı Hayvan Pazarı ve üzeri kapalı, sosyal faaliyetler için de kullanılabilen son derece modern sebze hali de bulunmaktadır. Eğitim ve kültür. İlçe genelinde 10 adet Lise, 42 adet İ.Ö.O, 1 Adet Özel İ.Ö.O mevcuttur. Ayrıca Necmettin Erbakan Üniversitesi'ne bağlı Ahmet Cengiz Mühendislik Fakültesi ile Seydişehir M.Y.O mevcuttur. 2017 yılında Sağlık Bilimleri Fakültesi kurulmuştur. Bu fakülde de Necmettin Erbakan Üniversitesi'ne bağlıdır. 1989-1990 Eğitim-Öğretim yılında Teknik Programlar Bölümüne bağlı Maden Programı ile eğitimine başlayan Selçuk Üniversitesi Seydişehir Meslek Yüksekokulu şu anda Grafik Tasarım, Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama, İşletme, Elektrik, Otomotiv ve Makine Programları ile eğitim öğretimini sürdürmekte olup, tüm programlar da ikinci öğretim yapılmaktadır. Öğrenci sayısı 1599'dir. Kredi Yurtlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı olan Seydişehir Yurt Müdürlüğü 700 öğrenciye hizmet verecek kapasitededir. Ayrıca ilçeye mühendislik fakültesi de kurulmuştur. Kültür bakımından Seydişehir Türkiye'de okumuşluk oranı en yüksek ilçelerindendir. Kozmopolit yapısı ve kendini geliştiren halkı ile de kültür açısından son derece iyi bir durumdadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10012", "len_data": 9380, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.69 }
Spartaküs (; ) (MÖ 109 – MÖ 71), Roma Cumhuriyeti'nde yaşamış Trakyalı bir gladyatördür. Galyalı Crixus, Oenomayus ve Gannicus ile birlikte Üçüncü Köle Savaşı'nın kaçak köle liderlerinden biridir. Üçüncü Köle Savaşı Roma Cumhuriyeti'nin karşılaştığı büyük çaplı köle savaşları arasında yer alır. Spartaküs hakkında bilinenler ve tarihsel söylentilerden kalan veriler bazen çelişkili ve güvenilir olmayabilir. Fakat eldeki bütün kaynaklar Spartaküs'ün bir gladyatör ve başarılı bir askerî lider olduğunu doğrulamaktadır. Hayatı. Trakya bölgesinde doğduğu tahmin edilen Spartaküs MÖ 109 - MÖ 71 yılları arasında yaşamıştır. Roma ordusunda süvari bir asker olarak görev yapıyordu. Bu konuda kesin bir bilgi olmasa da bir savaşta üstlerinin kendi halkına saldırması emrine karşı gelmiş ve bu nedenle Roma'da köle statüsüne düşmüştür. Roma Spartaküs'ü yakalama emri çıkartınca Roma ordusundan arkadaşlarıyla beraber kaçmıştır. Bir süre karısıyla beraber dağlarda, mağaralarda hayatını sürdürmüştür. Ancak Roma'dan kaçamadı ve bir gece uykusundayken Romalı bir birliğin baskınıyla karısıyla birlikte ele geçirildi. Spartaküs İtalya'da Capua kentindeki Ludus Batiatus adlı gladyatör okuluna satıldıktan sonra halkın eğlencesini sağlamak amacıyla arenalarda dövüştürüldü. Bu dövüşlerde kazandığı zaferlerden sonra halkın gözünde şöhret kazandı. Bu süreçte gladyatör okulundaki en yakın dostu Varro'yu ve karısını kaybetti. Bu olaylardan sonra intikam için ant içen Spartaküs kendisiyle birlikte Capua'daki Quintus Lentulus Batiatus'un gladyatör okulundan kaçan 78 arkadaşıyla Vezüv Yanardağı'na sığındı. Gaius Claudius Glaber himayesindeki 3000 kişilik Roma ordusunca kuşatılan Spartaküs ve yoldaşları, asma dallarından yaptıkları halatlarla uçurumdan aşağı inerek Romalı askerleri şaşırtıp mağlup etti. Spartaküs, kendisine katılan ve sayıları 100 bine ulaşan kaçak köle ve gladyatörlerle Lucania'ya doğru yürüdü. Amansız bir çatışma sonucunda Publius Varinius'u yendi ve Thuria ile Metapontion kentlerini yağmaladı. Spartaküs artık Güney İtalya'ya egemen olmuştu. Roma Senatosu birden tehlikenin farkına vardı. MÖ 72'de iki konsülün yönetimindeki güçler Spartaküs'ün üzerine gönderildi. Spartaküs onları yendikten sonra kuzeye, Alpler'e doğru ilerledi. Gallia Cisalpina valisi onu durdurmaya çalıştıysa da yenilgiye uğradı. Köle ordusu artık Alpler'i geçebilir ve güvenlik içinde dağılabilirdi. Ne var ki, kimse İtalya'dan ayrılmak istemedi. Spartaküs, ister istemez güneye yürümek zorunda kaldı. Lucinia'ya geri dönen ordu, orada ilk kez Marcus Crassus'a yenildi. Spartaküs, Sicilya'ya geçmeyi tasarlayarak Messina'ya çekildi. Onları kaçırmaya söz veren korsanlar sözlerinde durmadı. Crassus, köleleri kuşattıysa da Spartaküs kuşatmayı yararak çekildi. Daha sonra, MÖ 71'de ya savaştan sağ kurtulup Roma'yı terk etti ya da Romalılar tarafından savaşta öldürüldü. Savaşta öldürülüp tanınmaz hâle gelme ihtimalinden dolayı bulunamamış olma ihtimali de vardır ancak cesedine ulaşılamamıştır. Romalı general Pompeius, Spartaküs'ün ordusundaki çok sayıda kaçağı yakalayıp öldürdü. 6 bin kişiyi tutsak alan Crassus, Appia Yolu boyunca tümünü çarmıha gerdirdi. O dönemdeki inanışa göre tanrıların onu yanına aldığı, koruduğu gibi dedikodular yayıldı. Ancak Spartaküs'e ne olduğu öğrenilemedi. Etkileri. Spartaküs, köle ve yoksullardan oluşan ordusuyla yıllarca İtalya yarımadasında bağımsız bir şekilde var olmuş ve zamanın yöneticilerine sorun olmuştur. Kendilerine karşı gönderilen birçok orduyu yenmiş ve Roma Cumhuriyeti'nin yönetim sistemini sarsmıştır. İsyanının eşitlikçi ve özgürlükçü karakteri nedeniyle sol literatürde sahip çıkılan bir kişidir. Siyasi etkileri. Almanya'da I. Dünya Savaşı'ndan sonra 1918 yılında yaşanan devrimden sonra 1919 yılında Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg önderliğinde silahlı ayaklanma düzenleyen ve adı daha sonra Almanya Komünist Partisi olan grubun ilk adı Spartaküs Birliği'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10014", "len_data": 3910, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.55 }
Bolivya, resmî adıyla Çokuluslu Bolivya Devleti, Güney Amerika'nın merkezinde yer alan ve denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Doğu sınırında, dünyanın en büyük tropikal sulak alanı olan Pantanal'ın bir kısmı bulunur. Bolivya, kuzeyde ve doğuda Brezilya, güneydoğuda Paraguay, güneyde Arjantin, güneybatıda Şili ve batıda Peru ile kara sınırlarına sahiptir. Hükûmetin merkezi, yasama, yürütme ve seçim organlarının bulunduğu La Paz'dır. Anayasal başkent ise yargı organlarının merkezi olan Sucre'dir. Ülkenin en büyük şehri ve başlıca sanayi merkezi, doğuda Llanos Orientales adı verilen tropikal alçak bölgelerde yer alan Santa Cruz de la Sierra'dır. Bu bölge, çoğunlukla düz bir araziye sahip olup, And dışı zengin bir kültüre sahiptir. Bolivya'nın egemen devleti, anayasal olarak dokuz departmana bölünmüş üniter bir devlettir. Coğrafyası, And Dağları'nın karla kaplı batı zirvelerinden Amazon havzası içinde yer alan doğu ovalarına kadar yükseklik dalgalanmalarına göre değişmektedir. Ülkenin üçte biri, And Dağları'nda yer almaktadır. yüzölçümüyle Bolivya, Brezilya, Arjantin, Peru ve Kolombiya'nın ardından Güney Amerika'nın en büyük beşinci ülkesidir ve Paraguay ile birlikte Amerika kıtasında denize kıyısı olmayan iki ülkeden biridir. Yüzölçümlerine göre Dünya'nın en büyük 27. ülkesi olan Bolivya, Kazakistan, Moğolistan, Çad, Nijer, Mali ve Etiyopya'nın ardından, denize kıyısı olmayan en büyük yedinci ülkedir. Bolivya, 6 Ağustos 1825'ten bu yana ülkenin anayasal ve tarihi başkenti olarak kabul edilen Sucre şehrinde, bir ulus olarak doğdu. Simón Bolívar'ın adını taşıyan Cumhuriyetin kurulmasından önce, 16 yıl boyunca sürecek bir mücadele yaşandı. Bolivya, 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında, Brezilya'nın Acre bölgesi ve Şili'nin ülkenin Pasifik kıyı bölgesini ele geçirdiği Pasifik Savaşı (1879) gibi birçok çevre bölgenin kontrolünü komşu ülkelere kaptırdı. Tarihçe. Bolivya, 1809 yılında İspanya'ya karşı bağımsızlığını ilan etmesine karşın, İspanyol askerlerin ülkeden kovulması çok daha sonra, ancak 1825 yılında gerçekleştirilebildi. Bağımsızlık sonrası Bolivya'daki siyasal yaşam sık sık kesintiye uğramıştır. Ülke ulusal bağımsızlığını kazandığı 1825 yılından günümüze değin 180'e yakın darbe, ondan fazla değişik anayasa ve seksen civarında cumhurbaşkanı gördü. Cumhurbaşkanlarından bazıları yönetimi kan dökerek ele geçirdiler ve yine aynı şekilde kaybettiler. Altı cumhurbaşkanı görev başındayken öldürüldü. Bolivya'nın komşularıyla, özellikle Şili ve Paraguay ile olan ilişkileri istikrarsız olmuştur. 1879 yılında müttefiki Peru ile birlikte, sınır anlaşmazlıkları yaşadığı güçlü komşusu Şili'ye saldırdı. Ancak 1883'te biten Pasifik Savaşı, Bolivya için tam bir yıkım oldu. Pasifik Okyanusu bölgesindeki kıyı şeridini Şili'ye kaptıran Bolivya'nın okyanus ile olan bağlantısı kesildi ve ülke bir kara devletine dönüştü. Bolivya halkı bu savaşın sonuçlarını bugün bile unutabilmiş değildir. Ülke yine bir sınır sorunu yüzünden 1932 yılında komşusu Paraguay ile savaşa tutuştu. Chaco Savaşı olarak adlandırılan bu savaş 1935 yılında, Paraguay'ın zaferi ve sınır sorununun çözülmesini sağlayan bir barış antlaşmasının imzalanması ile sona erdiğinde, Bolivya tartışmalı bölgenin ancak yüzde yirmi beşini (%25) topraklarına katabildi. 1966 senesinde Ernesto Che Guevara önderliğinde ve Küba desteğiyle başlatılan Bolivya devrim hareketinde, Guevara'nın yaklaşık elli kişiden oluşan ve ELN ("İspanyolca: Ejército de Liberación Nacional de Bolivia", "Türkçe: Bolivya Ulusal Kurtuluş Ordusu") adı altında eylem yapan gerilla kuvveti iyi donatılmıştı ve dağlık Camri bölgesinde Bolivya düzenli ordusuna karşı bazı başarılar elde etti. Eylül'de ise ordu iki gerilla grubunu ve liderlerden birini öldürmeyi başardı. Daha sonraları gittikçe başarısızlığa doğru giden bu devrim girişimi, 9 Ekim 1967'da La Higuera'da Che'nin öldürülmesiyle son buldu. Ama Che'nin Bolivya'da öldürülmesi bir sempatinin oluşmasına neden oldu. Bunun sonucu olarak Sosyalizme Doğru Hareket Partisi'nin günümüzde iktidar olmasını sağladı. Coğrafya. Bolivya, Güney Amerika'nın merkez bölgesinde, 57°26'–69°38'B ve 9°38'–22°53'G arasındadır. Orta And Dağları'ndan "Gran Chaco", Pantanal'ın bir kısmına ve Amazon'a kadar uzanan bölgede yüzölçümüyle Bolivya, dünyanın en büyük 28. ülkesi ve Güney Amerika'nın en büyük beşinci ülkesidir. Ülkenin coğrafi merkezi Río Grande üzerinde, Ñuflo de Chávez Eyaleti, Santa Cruz Bölgesi'ndeki "Puerto Estrella" ("Yıldız Limanı") 'dır. Ülkenin coğrafyası çok çeşitli arazi ve iklimlere sahiptir. Bolivya, dünyanın en büyüklerinden biri olarak kabul edilen yüksek düzeyde biyoçeşitlilik ve ayrıca "Altiplano", tropikal yağmur ormanları (Amazon yağmur ormanları dahil), kuru vadiler ve tropikal bir savan olan "Chiquitania" gibi ekolojik alt birimleri olan birkaç ekolojik bölge'ye sahiptir. Bu alanlar, Nevado Sajama'da deniz seviyesinden 6542 m yükseklikten Paraguay nehri boyunca yaklaşık 70 m] yüksekliklere kadar çok büyük farklılık gösterir. Bolivya, büyük bir coğrafi çeşitliliğe sahip bir ülke olmasına rağmen, Pasifik Savaşı'ndan bu yana karayla çevrili bir ülke olarak kaldı. Puerto Suárez, San Matías ve Puerto Quijarro, Bolivya Pantanal'dadır. Bolivya üç fizyografik bölgeye ayrılabilir: Bolivya'da üç drenaj havzası vardır: Bu havzanın nehirleri genellikle Pando departmanı'ndaki Murillo Gölü gibi göller oluşturan büyük mendereslere sahiptir. Bolivya'nın Amazon havzasına ana akarsu kolu, 2000 km uzunluğundaki Beni Nehri ile birleştiği yere kadar akan 1113 km uzunluğunda ve ülkenin en önemli ikinci nehri olan Mamoré Nehri'dir. Beni Nehri, Madeira Nehri ile birlikte Amazon Nehri'nin ana kolunu oluşturur. Havza doğudan batıya Madre de Dios Nehri, Orthon Nehri, Abuna Nehri, Yata Nehri ve Guaporé Nehri gibi diğer önemli nehirlerden oluşur. En önemli göller Rogaguado Gölü, Rogagua Gölü ve Jara Gölü'dür. Demografi. 2021 nüfus sayımına göre Bolivya'nın nüfusu 11.832.936 kişidir nüfus çoğunlukla Keçuva (%45,6) ve Aymaralardan (%42,2) oluşur. Bunlardan farklı olarak 37 farklı halkta içerir.İspanyolca halkın çoğunluğu (%60,7) tarafından konuşulur. Ülkede en fazla inanılan din Katolik'tir (%81,8) sonrasında ise Evanjelizm (%11,5) ve Protestanlık (%2,6) gelir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10022", "len_data": 6212, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.47 }
Fidel Alejandro Castro Ruz (13 Ağustos 1926, Mayarí - 25 Kasım 2016, Havana), Kübalı Marksist-Leninist devrimci ve Küba Devrimi'nin önderi. Yaşamı boyunca ve ölümünden sonra çeşitli liderler ve muhalif kesimlerce diktatör olarak da nitelendirilmiştir. Devrim sonrasında, 1959-76 arasında Küba başbakanlığı, 1976-2008 arasında da Küba devlet başkanlığı yaptı. 1961 ile 2011 yılları arasında da Küba Komünist Partisi Birinci Sekreterliği görevini yürüttü. Uluslararası alanda ise 1979-1983 ve 2006-2008 yılları arasında Bağlantısızlar Hareketi'nin Genel Sekreterliğini yaptı. Lakabı İspanyolcada At anlamına gelen "El Caballo"dur. Yaşamı. Gençliği. Orta hâlli İspanyol göçmeni Ángel Castro y Argiz'in (1875-1956), aşçısı Lina Ruz González'den (Ángel Castro y Argiz'in ilk evliliğinin sona ermesinden sonra nikahlandılar) evlilik dışı doğan beş çocuğundan ikincisidir. İspanya'nın kuzeybatısındaki Galiçya'da dünyaya gelen babası Ángel Castro y Argiz, Küba Bağımsızlık Savaşı sırasında Küba'ya gelen İspanyol askerlerinden biriydi. Savaş bittikten sonra adadan ayrılmış ama kısa süre sonra Küba'ya dönmüştü. Ülkenin doğusundaki Oriente ilinde (1976'da lağvedildi) başarılı bir şeker kamışı yetiştiricisi olmuştu. Fidel Castro, United Fruit Company'nin denetimi altındaki yoksul bir yöre olan Mayarí'de yetişti. Oriente ilinin merkezi Santiago'daki Katolik okullarında ve Havana'daki Cizvit lisesi Belén İlahiyat Okulu'nda öğrenim gördü. 1945'te eğitime başladığı Havana Üniversitesi'nden 1950'de hukuk doktoru olarak mezun oldu. Öğrenciyken, 1947'de Dominik Cumhuriyeti'nde Rafael Trujillo'nun sağcı askerî cuntasına karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948'de Bogotá'daki kent ayaklanmalarına katıldı. 1947'de Küba Halk Partisi'ne girdi. 1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi'nden adaylığını koydu. Ama 10 Mart 1952'de iktidardaki Carlos Prío Socarrás hükûmetini deviren Küba'nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti. Küba Devrimi. 1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlası'na 165 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi; ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı. 16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada '"Sayın yargıç siz beni mahkûm edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır!"' ("La Historia Me Absolvera") cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı. 1955'te Küba'dan ayrılarak Meksika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu. İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da "Granma" yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı. Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi. İktidar yılları. Castro hükûmeti, ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı. 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP), Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı. Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine Castro istifa etti; ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia, görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu. Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükûmeti, Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince Castro bu rafinerileri devletleştirdi. Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı. Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkarması başarısızlıkla sonuçlandı. Castro, çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu. 1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi. Bunalım; ancak ABD'nin Küba'da hükûmeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi. Bununla birlikte Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Castro'ya yönelik suikast planları hazırlamayı sürdürdü. Kruşçev'in Küba Bunalımı sırasında ödün verdiğini öne süren Castro, 1968'e değin bağımsız sosyalist bir politika izledi. Güney ve Orta Amerika ile Afrika'daki devrimleri destekleyici bir tutum aldı. Aynı dönemde Bağlantısızlar Hareketi'nin önderlerinden biri durumuna geldi. 1968'den sonra SSCB ile ilişkilerin düzelmesi doğrultusunda başlayan askeri ve ekonomik yakınlaşma süreci içinde SSCB'ye dönük bir dış politika izledi. 1975'te Angola'daki iç savaş sırasında Angola Halk Kurtuluş Cephesi'ni (MPLA) desteklemek amacıyla Kübalı askerler gönderdi. Bunu Etiyopya ve başka ülkelere gönderilen Kübalı askerler izledi. 1980'lerde Küba'nın yurt dışındaki asker sayısı 40 bine ulaştı. 1961'de Küba Sosyalist Halk Partisi ile birleşme sonucu ortaya çıkan Birleşmiş Sosyalist Devrim Partisi'nin (1965'ten sonra Küba Komünist Partisi) genel sekreterliğini üstlenen Castro, ülke içinde çok yönlü ve kapsamlı politikalar uygulamaya başladı. Okuma yazma seferberliği sonunda okuryazarlık oranı %90'ın üzerine çıktı. Yeni okullar açılarak eğitim olanakları yaygınlaştırıldı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. İşsizlik büyük ölçüde ortadan kaldırılırken herkese çalışma yükümlülüğü getirildi. Bütün bunlara karşın tek ürüne dayalı (şeker) Küba ekonomisini dönüştürme yönündeki çabalar başarılı sonuçlar vermediğinden 1970'lerin ortasından başlayarak önemli sıkıntılar yaşanmaya başladı. Bu nedenle SSCB'nin mali desteği büyük önem kazandı.SSCB'nin Küba üzerindeki kuvvetli etkisinin bir başka sonucu da Ernesto Che Guavara'nın SSCB'nin uluslararası çıkarlarına aykırı bir şekilde giriştiği bir takım eylemlerinin engellenmesi olmuştur. SSCB'nin yoğun baskılarından bunalan Che, Küba'da daha fazla kalmayı gereksiz görerek çeşitli uluslararası eylemlere girişmiş ve bu süreç onun Bolivya'da öldürülmesiyle son bulmuştur. Küba'da 1959'dan sonra ilk kez yerel seçimlerin yapıldığı ve devlet yapısında yeni düzenlemelerin geliştirildiği 1976'da Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu başkanlığını üstlenen Castro, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdürdü. Devlet ve parti organlarında eski mücadele arkadaşlarına ağırlık verdi. Silahlı kuvvetlerden sorumlu devlet bakanı olan kardeşi Raul Castro, giderek ikinci adam konumu kazandı. SSCB ve Doğu Avrupa'nın sosyalist ülkelerinde 1980'lerin sonlarında ortaya çıkan demokratikleşme ve piyasa ekonomisine yönelme süreci karşısında Küba yönetimi, sosyalizmin Marksist-Leninist yorumuna bağlılığını sürdürdü. 1989'da Fidel Castro'nun yakın çevresindeki ordu komutanlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılması yönetimi ciddi biçimde sarstı. Öte yandan SSCB'yle ticaret hacminin gitgide küçülmesi ve Sovyet yardımlarının ortadan kalkması kısa sürede Küba ekonomisi üzerindeki etkilerini göstermeye başladı. Sağlık durumu, görevden ayrılışı ve ölümü. Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro'ya devretti. 19 Şubat 2008'de de, bir açıklama yaparak, 1976 yılından beri yürütmekte olduğu Küba'nın en yüksek yönetim organı olan Devlet Konseyi Başkanlığı görevini bıraktığını açıklamıştır. Görevden ayrıldıktan sonra "Yoldaş Fidel'in düşünceleri" adıyla yazdığı makalelerde gündemdeki önemli olayları yorumlamıştır. 25 Kasım 2016 tarihinde Fidel Castro, uzun süredir muzdarip olduğu çoklu organ yetmezliğine yenik düşerek ölmüştür. Vasiyeti üzerine cenazesi 27 Kasım'da yakılmıştır. İdeolojisi. Castro, kendini bir "Sosyalist, Marksist ve Leninist" olarak tanımladı. Bir Marksist olarak, Küba'yı yabancı emperyalizm etkisindeki kapitalist bir devletten sosyalist topluma çevirmeyi amaçlıyordu. Kişisel hayatı. Castro yoğun çalışma saatleriyle tanınıyordu, genellikle sadece 3 ya da 4'te yatıyordu. Bu erken saatleri yabancı diplomatlarla tanışmayı, yorgun olacaklarına ve müzakerelerde üstünlük kazanabileceğine inanarak tercih etti. Ernest Hemingway'i en sevdiği yazar olarak tanımlar ve okumayı severdi, ancak müzikle ilgilenmedi. Bir spor hayranı olarak zamanının çoğunu formda kalmaya çalışarak düzenli egzersiz yaparak geçirdi. Gastronomi, şarap ve viskilere büyük ilgi gösterdi. Castro'nun ömrü boyunca silah sevgisi vardı ve şehirden ziyade kırsal kesimde yaşamayı severdi. Fidel Castro'nun dini inançları tartışma konusu olmuştur; doğduğunda vaftiz edildi ve bir Roma Katoliği olarak büyüdü, ama kendini ateist olarak tanımladı. Ayrıca Mukaddes Kitabın kadınlara ve Afrikalılara yönelik baskıyı haklı çıkarmak için kullanımını eleştirdi, ancak Hristiyanlığın dünyaya "etik değerler" ve "sosyal adalet duygusu" veren "çok insancıl kurallar" sergilediğini belirtti. "Eğer insanlar bana din dersi olarak değil, toplumsal vizyon açısından Hristiyan diyorlarsa, ben bir Hristiyan olduğumu beyan ederim" şeklinde konuştu. Ayrıca İsa Mesih'in bir komünist olduğu fikrini desteklemiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10027", "len_data": 10408, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.5 }
Mao Zedong (, ; 26 Aralık 1893 - 9 Eylül 1976), Türkçe literatürde sık kullanılan Türkçe kurallarına uygun romanizasyon ile Mao Zedung veya sık anılan şekliyle kısaca Başkan Mao (, telaffuz: Mao Cu-şi), Çinli devrimci ve siyasetçi. Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu olup aynı zamanda ÇKP Politbüro (1943-1976) ve ÇKP Merkez Komitesi Başkanı (1945-1976) idi. Mao Zedong, 2008 yılında yapılan bir araştırmada hakkında en çok eser yazılan ilk 100 kişi listesinde 15. sırada yer almıştır. Mao hakkındaki tartışmalar ölümünden yıllar sonra bile devam etmektedir. Taraftarlarına göre Mao, büyük bir devrimci önderdir ve görüşleri Marksizm'in gelişmiş yorumunu oluşturur. Çin'deki destekçileri, Mao'yu 20. yüzyıldaki büyük Çin devletini yaratan siyasi ve askerî lider olarak görürler. Günümüz Çin'inin Sun Yat-sen'den sonraki mimarı olarak görülmektedir. Mao; Büyük İleri Atılım (1958-1962), Sağcı Karşıtı Hareket (1957-1959), Sosyalist Eğitim Hareketi (1963-1964), Kültür Devrimi (1966-1976) gibi isimler verdiği, ortaklaştırmayı da kapsayan çeşitli sosyoekonomik projeler geliştirdi. Bu projeler sayesinde güçlü, gönençli ve eşitlikçi bir Çin yaratmayı hedefledi. Mao, Çin'deki dini ve kültürel eserleri ve alanları yok ettirdi. Bunun yanı sıra Çin'i kitlesel baskıdan sorumlu otokratik ve totaliter bir rejime dönüştürdü. Mao; açlık, zulüm, hapishane işçiliği ve toplu infaz yoluyla 40 ila 80 milyon kurban arasında değişen tahminlerle çok sayıda ölümden sorumluydu. Günümüzde Çin'de şu an resmen saygı görmekle birlikte Çin hükûmeti adını nadiren anmakta, Maoist siyasetten gitgide uzaklaşmaktadır. Ölümünden sonra Maoist düşüncenin Çin siyaseti üzerine olan etkisi giderek azalmıştır. İlk yılları. Çin'in Hunan eyaletinde varlıklı bir köylü ailesinin çocuğu olarak doğdu. Öğretmenlik eğitimi almak üzere köyden ayrıldıktan sonra, 1911 Devrimi'nde Hunan eyalet ordusunda savaştı. Daha sonra okula geri döndü ve fiziksel dayanıklılık ile kolektif hareket üzerine çalıştı. 1918'de mezun olduktan sonra Dört Eylül Hareketi sırasında Pekin'e gitti. Burada, ileride kayınpederi olacak Profesör Yang Changji ile karşılaştı. Pekin'de derslerine katıldığı ve kendisini etkileyen diğer kişiler Li Dazhao ve Chen Duxiu'dur. Burada kütüphaneci olarak iş bulmuştu; zaten okumayı seven Mao, Çin ve dünya tarihi ile ilgili birçok eser okudu. Yine aynı yıllarda Yang Kaihui ile tanıştı ve evlendi. 1920'lerde Çin'i gezmeye çıktı. Gezisi yine Hunan'da bitti; ancak artık Çin siyaseti üzerine durgun düşüncelere sahipti. 27 yaşında, Temmuz 1921'de Çin Komünist Partisinin Şanghay'daki ilk kongresine katıldı. İki yıl sonraki üçüncü kongrede ise merkez kurul üyeliğine seçildi. İlk Kuomintang-ÇKP birleşik cephesi sırasında Kuomintang'ın Köylü Eğitim Enstitüsü yöneticisi oldu. Yine bu yıllarda, 1927 başlarında yazdığı "Hunan'da Köylü Sorunu" üzerine incelemesi Mao'nun ilk ciddi teorik yazısı olarak bilinir. Savaş ve devrim. Mao, Çin'de gerilla savaşının örgütleyicisi, planlayıcısı ve lideridir. O zamanlar 400 milyonu bulan bu köylü ülkesinde gerçekleşen devrim, temel olarak Mao Zedong'un eseridir. 1927 bahar ve yaz aylarında Kuomintang'ın Birleşik Cephe'ye ihanetiyle ortaya çıkan kaos ortamından zorlukla kaçtı. Karısı öldürüldü. Aynı yıl Hunan'da Güz Hasadı Ayaklanması'nı yönetti, ancak başarısız oldu. Burada da Kuomintang askerlerinin elinden kurtulmayı başardığında kurşuna dizilmeye götürülüyordu. Artık bir avuç kalmış takipçileriyle birlikte Güneydoğu Çin'deki Jinggang Dağlarına gitti. Burada 1931-1934 yılları arasında bir kurtarılmış bölgede "Çin Sovyet Cumhuriyeti" kuruldu ve Mao da onun başkanı seçildi. Aynı yıllarda He Zizhen ile tanıştı ve evlendi. Mao burada Zhu De'nin yardımlarıyla küçük ama etkili bir gerilla ordusu kurdu. Toprak reformu hareketi başlattı. Şehirlerdeki komünist kırımından kaçanlara sığınak sundu. Bu sırada Kuomintang baskısı artarken Çin Komünist Partisi içinde de liderlik yarışı ortaya çıkmıştı. Mao görevinden uzaklaştırıldı. Yerine o sırada Moskova'dan yönlendirilen (veya ÇKP yöneticilerinin Moskova'dan yönlendirildiğini iddia ettikleri) çizgiye sadık olan Zhou Enlai'ın da içinde kişiler geçirildi. Bunlar "28 Bolşevik" olarak tanınacaklardır. Komünizm karşıtlarının başındaki isim olan Kuomintang lideri Çan Kay Şek, komünistleri ortadan kaldırmaya kararlıydı. Gerek bu dönemde ÇKP içinde şabloncu çizginin egemen olmasının, gerekse de Çan Kay Şek'in bu kararlılığının sonucu olarak komünistler "Uzun Yürüyüş" olarak anılan bir geri çekilmeye başladılar. Çin'in güneydoğusundan kuzeybatısına kadar yürüdüler; bu uzaklık toplamda 9.600 km kadardır. Mao'nun en üst seviyedeki komünist lider olarak tanınması bu yürüyüş sırasında olmuştur. Bunda en etkili olay ise, Zunyi Konferansı ve Zhou Enlai'ın Mao'nun saflarına geçmesidir. Bu konferansta Mao, ÇKP Politbürosu'nun İcra Komitesi'ne seçildi. 1937-1945 arasındaki Çin-Japon Savaşı'nda Japonlara karşı direnişi, Uzun Yürüyüş'ün sona erdiği Yan'an'daki üs bölgesinden Mao yönetti. 1942'de ise ÇKP içindeki rakip önderlere karşı düzeltme harekâtı başlatarak önderliği kesin olarak ele aldı. Yine bu dönemde He Zizhen'den ayrıldı ve oyuncu Lan Ping ile (Jiang Qing olarak bilinir) evlendi. Çin-Japon Savaşı sırasında Mao ısrarla Kuomintang'la bir ittifak arayışına girdi ve başarılı oldu. İttifak kuvvetleri içinde zaman zaman çatışma çıksa ve hatta Kuomintang ÇKP kuvvetlerini çatışmaların büyük bölümünde yalnız bıraksa da sonuç Halkın Kurtuluşu Ordusu'nun ve ÇKP'nin yüz milyonlarca insanın kafasında meşrulaşmasına neden oldu. Bu dönemde ÇKP sadece düşman birliklerinden yardım alıyordu; oysa ABD sürekli olarak Kuomintang kuvvetlerini donatıyordu. Bununla birlikte o dönemde ABD, Mao'nun kuvvetlerinin önemini daha yeni kavramaya başlamış görünüyordu. Bunun en belli başlı örneği, 1944'te Yan'an bölgesine gönderilen Amerikan diplomatı Dixie misyonudur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra da ABD Çan Kay Şek kuvvetlerine yardıma devam etti. Oysa bu sırada ÇKP ve Kuomintang arasındaki ittifak sona ermiş ve yeni bir iç savaş başlamıştı. Dolayısıyla ABD açıkça bu çatışmada taraf oluyordu. Bu dönemde Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği de ÇKP birliklerine yardımda bulunuyordu ama bu yardımlar çok azdı. Ayrıca bu yardımların Japon birliklerinden kalan donatımlar olduğu bilinmektedir. 21 Ocak 1949'da Kuomintang kuvvetleri ÇKP kuvvetlerine karşı çok ağır yenilgiler aldı. Kurtuluşun ilanından sonra kıta Çin'inde kalan son Kuomintang çekirdeği de 10 Aralık 1949'da Çengdu'da yok edildi. Çan Kay Şek de aynı gün Tayvan'a kaçtı. Çin'de Komünist Parti iktidarı. Çin'in kuruluşu bu savaşlar neticesinde olmuştur. Savaş Çin'de, önce savaş ağaları ittifakı olan Kuomintang partisiyle iç savaş, sonra Japonlara karşı direnme savaşı ve son olarak da bir kez daha Kuomintang partisiyle iç savaş biçiminde gelişmiştir. Mao'nun 1 Ekim 1949'da Pekin'deki Tiananmen Meydanı'nda yaptığı açıklamayla Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. İktidardayken Büyük İleri Atılım'la Çin'in sanayileşmesini sağlamaya çalışmıştır. Stalin'in 1953'te ölümü ve Kruşçev'in 1956 20. Kongre raporuyla birlikte Sovyetler Birliği'yle Çin arasındaki ilişkiler gerginleşmiş, daha sonra da Sovyetler Birliği'nin sosyalist emperyalist bir yönetim olduğu teorileri ortaya çıkmıştır. Mao bu gerginliğin başlarında haklı bir noktadayken daha sonra milliyetçi bir anlayışa kaydı. Bu durum bütün Çin'in geleceğini de etkiledi. 1966'da uygulamaya konan Büyük Proleter Kültür Devrimi ile birlikte bütün Çin genelinde geniş kapsamlı bir ideolojik eğitim başlatılmış, ama "İki Çizgi Mücadelesi Teorisi" nedeniyle böleklerin yasal görülmesi sonucu bu da kalıcı bir sonuca ulaşamamıştır. Sosyalizmin inşasında yapılan yanlışlar ve parti içi çatışmaya yanlış bakış, Çin'in uzun bir süre bir ileri bir geri gidiş gelişlerinin de nedenidir. 1954-1959 yılları arasında Mao Çin başkanı olarak görev yaptı. Bu dönemde Pekin'deki Yasak Şehir'de bulunan Zhongnanhai'da kaldı. Yasak Şehir'de o dönemden kalma yüzme havuzu ve diğer binalar günümüzde de vardır. Mao çalışmalarını çoğunlukla buradan sürdürüyordu. İktidarı aldıktan sonra Mao 1958'e kadar süren bir kolektivizasyon kampanyası başlattı. Bu sırada enflasyona karşı sert bir ücret kontrolü ve eğitimsiz köylü nüfusu için de yaygın bir okuma yazma kampanyası başlatıldı. Toprak, toprak ağalarından alınarak yoksul köylülere dağıtıldı. Geniş kapsamlı sanayileşme programları uygulanmaya çalışıldı. Bu dönemde Çin'in yıllık büyümesi, kültürel gelişme bir tarafa konulacak olursa, %4-9 arasındadır. Yine bu dönemde Yüz Çiçek Kampanyası başlatıldı. Buna göre, herkes Çin'in nasıl yönetilmesini istediğini söylemekte serbestti. İfade özgürlüğü tanınmasıyla ÇKP'ye yönelik burjuva liberal çevrelerin eleştirileri de arttı ve bunlar örgütlenmeye başladılar. Parti bunların yapıcı eleştiriler olduğunu düşünüyor ve bu yüzden yüreklendiriyor ve hoşgörü gösteriyordu. Bununla birlikte birkaç ay sonra tehlike büyüdü ve Sağa Karşı Harekât başlatıldı. 1958'de ise Büyük İleri Atılım başlatıldı. Bu, Sovyet sanayi modelinin dışındaydı; bu yüzden parti içinde de muhalefetle karşılaştı. Buna göre Çin tarımı ortaklaştırılacak ve kırsal alanda endüstri özendirilecekti. Başlangıçta Büyük İleri Atılım gerçekten büyük başarı gösterdi. Ancak Mao'nun da içinde olduğu parti çevrelerinde bu başarının daha da artırılabileceği düşünceleri de yaygınlaştı. Artan sayıda köylüler çelik üretimine kaydırıldı. Bu nedenlerle 1959'da Büyük İleri Atılım bir yıkıma yol açtı. Gerçi çelik üretim hedeflerine ulaşılmıştı ama açığa çıktı ki bunların önemli bölümü kullanılamaz durumdaydı. Yine aynı dönemde Çin-Sovyet ilişkileri de bozuluyordu. Kruşçev bu nedenle Çin'e Sovyet yardımını kesti; buna karşı tepki ise Çin'de Sovyet düşmanlığıyla karakterize olan milliyetçiliğin tırmanması oldu. Artık Sovyetlerle sınır çatışmaları bile görülmeye başlanmıştı. ÇKP tarafında ise ekonomide yanılgılar sürüyordu. Gerçekçi olmayan oranda tahıl isteniyordu. Böylece savaş sonrası yeniden sanayileşme atılımlarıyla bir parça düzelen ekonominin bozulması açlıkla sonuçlandı. Bu dönemdeki felaketin sonuçları tam olarak bilinmiyor. Ancak aralarında Amerikalı tarihçi Edwin Moise'nin de bulunduğu bazı araştırmacılar bu süreçte 12 milyon kadar insanın öldüğünü iddia ediyor. Bunların sonucu olarak parti içinde çatışmalar da arttı. Liu Shaoqi ve Deng Xiaoping'in de aralarında olduğu bazı liderler Mao'yu iktidardan uzaklaştırarak ona sembolik görevler yüklemek istiyorlardı. Bu yüzden onu marjinalize etmeye başladılar. 1959'da da Liu Shaoqi devlet başkanı oldu. Mao ise parti başkanı oldu. Kültür Devrimi'ni başlatan esas olay da parti içi bu muhalefettir. 1966'da başlayan Çin Kültür Devrimi'yle parti hiyerarşisi yok sayılarak iktidar doğrudan doğruya Kızıl Muhafızlar'a verildi. Kızıl muhafızlar çoğunlukla gençlerden oluşturulmuştu. Bu birliklere kendi mahkemelerini oluşturma gibi yetkiler bile verilmişti. Sonuçta yüz milyonların kitle inisiyatifleri bu hareketle ayağa kaldırıldı; ancak bedeli ağır oldu. Ekonomik ve sosyal kargaşa artarken yüzyıllara dayanan kültürel değerler de yok ediliyordu. Bu dönemde Mao halefi olarak savaş yıllarından tanıdığı Lin Piao'yu seçti. Ancak çatışmalar öyle noktalara dayanmıştı ki, Lin'in Mao'ya karşı askeri bir darbe düzenlemeye çalıştığı iddia edildi. Lin ise resmi açıklamaya göre Çin'den Sovyet Rusya'ya kaçmaya çalışırken Moğolistan üzerinde kuşkulu bir uçak kazasında öldü. 1969'da Mao, Kültür Devrimi'nin sona erdiğini açıkladı. Kültür Devrimi süresince çok sayıda bilim insanı ve aydının görevi sonlandırıldı. Resmi Çin tarihi ise Kültür Devrimi'nin Mao'nun 1976'da ölümüyle sona erdiğini iddia eder. Mao yaşamının son yıllarında Parkinson hastalığına yakalandı. Ayrıca akciğer ve kalbi de teklemeye başlamıştı. Komünist Partisi içinde pek çok grup Mao'nun ayrılmasından sonra iktidara sahip olmak için harekete geçerken Mao sessiz kaldı. 9 Eylül 1976'daki ölümünden sonra Çin'de iktidar mücadelesi ortaya çıktı. Bunların birisi daha sonra Dörtlü Çete olarak anılan ve Mao'nun karısının da içinde olduğu gruptu. Bu kişiler kitle seferberliği siyasetine devam edilmesini istiyorlardı. Hua Guofeng'in önderlik ettiği bir diğer grup, Sovyet modelinde bir merkezi planlamayı savunuyorlardı. Reformistlerin lideri olan Deng Xiaoping ise Çin ekonomisinin faydacı bir siyaset temelinde inşasını savunuyordu ve ekonomik ve siyasi gelişmelerde ideolojinin atayıcı önemini reddediyordu. Sonuç olarak iktidarı Deng Xiaoping kazandı. Kişisel yaşamı. Mao'nun özel hayatı, iktidarı döneminde çok gizli tutulmuştur. Mao'nun ölümünden sonra kişisel doktoru Li Zhisui, Mao'nun özel hayatının sigara tiryakiliği, uyku haplarına bağımlılığı ve çok sayıda cinsel partneri olması gibi bazı yönlerinden bahseden bir anı kitabı olan "Başkan Mao'nun Özel Hayatı"'nı yayınlamıştır. Bazı akademisyenler ve Mao'yu şahsen tanıyan diğer insanlar bu tanımlamaların doğruluğuna itiraz etmiştir. Hunan'da büyümüş olan Mao, Mandarin dilini belirgin bir Hunan aksanıyla konuşuyordu. Ross Terrill Mao'nun "toprağın oğlu... kırsal ve sofistike olmayan" bir kökene sahip olduğunu yazarken, Clare Hollingworth Mao'nun "köylü tavırları ve görgüsüyle" gurur duyduğunu, güçlü bir Hunan aksanına sahip olduğunu ve cinsel konularda "dünyevi" yorumlar yaptığını söylemiştir. Lee Feigon Mao'nun "dünyeviliğinin" onun "günlük Çin yaşamına" bağlı kaldığı anlamına geldiğini söylemiştir. Sinolog Stuart R. Schram, Mao'nun acımasızlığını vurgulamış ancak devrim davası uğruna işkence yapmaktan ya da öldürmekten zevk aldığına dair hiçbir işaret göstermediğini de belirtmiştir. Lee Feigon, Mao'yu tehdit edildiğinde "acımasız ve otoriter" olarak değerlendirmiş ancak onun "akıl hocası Stalin gibi bir cani" olmadığını belirtmiştir. Alexander Pantsov ve Steven I. Levine, Mao'nun "karmaşık ruh hallerine sahip bir adam" olduğunu, Çin'e "refah getirmek ve uluslararası saygı kazanmak için elinden geleni yaptığını", "ne bir aziz ne de bir şeytan" olduğunu yazmıştır. Hayatının erken dönemlerinde "herhangi bir ahlaki zincire bağlı olmayan güçlü, istekli ve amaçlı bir kahraman" olmaya çalıştığını ve "şöhret ve gücü tutkuyla arzuladığını" belirtmişlerdir. Mao, özellikle İngilizce öğretmeni, tercümanı ve diplomatı olan ve daha sonra Çin Dışişleri Bakanı ve Çin'in BM delegasyonu başkanı Qiao Guanhua ile evlenen Zhang Hanzhi aracılığıyla biraz İngilizce konuşmayı öğrendi. Konuştuğu İngilizce birkaç kelime, deyim ve bazı kısa cümlelerle sınırlıydı. İlk olarak 1950'lerde sistematik olarak İngilizce öğrenmeyi seçti ki o dönemde Çin okullarında ilk öğretilen ana yabancı dil Rusça olduğu için bu çok sıra dışı bir durumdu.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10036", "len_data": 14599, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.78 }
Kumtaşı, kum tanelerinin doğal bir çimento maddesi yardımıyla yapışması sonucu oluşan fiziksel tortul bir taştır. Bir kumun doğal çimentolaşmasından doğan ve kuvars taneleri oranı yüksek olan tortul kayaç; kumtaşı inşaatta, yol ve kaldırımlara taş döşemede, çok ince olanları da bileme taşı olarak kullanılır. Kalkerli kumtaşı ise içinde kireçtaşı taneleri bulunan yeşilimsi bir tür kumtaşı. Yapı. Çoğu kumtaşı kuvars veya feldispattan (her iki silikat) oluşur. Dünya yüzeyindeki hava koşullarına karşı en dayanıklı minerallerdir. Çimentolu kum gibi, kumtaşı mineraller içindeki yabancı maddeler nedeniyle herhangi bir renk olabilir, ancak en yaygın renkler; tan, kahverengi, sarı, kırmızı, gri, pembe, beyaz ve siyahtır. Kumtaşı yatakları genellikle oldukça görünür uçurumlar ve diğer topoğrafik özellikler oluşturduğundan, bazı kumtaşı renkleri belirli bölgelerle güçlü bir şekilde tanımlanmıştır. Öncelikle kumtaşından oluşan kaya oluşumları genellikle suyun ve diğer sıvıların süzülmesine izin verir ve büyük miktarları depolayacak kadar gözeneklidir, bu da onları değerli akiferler ve petrol rezervuarları haline getirir. Kumtaşı gibi ince taneli akiferler kireçtaşı veya sismik aktivite ile kırılan diğer kayalar gibi çatlak ve yarıklara sahip kayalardan daha iyi kirleticileri, yüzeyden fitreleyebilir.Kuvars taşıyan kumtaşı, genellikle orojenik kayışlar içindeki tektonik sıkıştırma ile ilgili olan metamorfizma yoluyla kuvarsite dönüştürülebilir. Kuvars taşıyan kumtaşı, kireçtaşının (kalsit, aragonit) etkisiyle genellikle denize doğru eğimli banklar biçiminde (3 m'ye kadar) çimentolaşmış, kimi kez mercan kökenli olan kumla kumunun ufalanabilen taşlaşması. Kumla kumtaşlarının genellikle tropikal kıyı kumsallarında görülmesi çevrebilimsel (karbonatlı mercan çökelleri) ve kimyasal (buharlaşma gücü) koşullarla açıklanır. Kökenleri. Kumtaşları kökenlidir (tebeşir ve kömür gibi organik veya alçı ve jasper gibi kimyasalların aksine). Önceden var olan bir kayanın parçaları olabilen veya mono-minerallik kristaller olabilen çimentolu tanelerden oluşurlar.Bu taneleri birbirine bağlayan çimentolar tipik olarak kalsit, killer ve silikadır.Kumlardaki tane boyutları (jeolojide) 0.0625 mm ila 2 mm (0.0025-0.08 inç) aralığında tanımlanır.Silttaşı ve şeyl de dahil olmak üzere çıplak gözle görülemeyen daha küçük tane boyutlarına sahip killer ve çökeltilere tipik olarak arilli sedimanlar denir; breşler ve konglomeralar da dahil olmak üzere daha büyük tane büyüklüğüne sahip kayaçlara rudatif sediman denir. Kumtaşı oluşumu iki ana aşamadan oluşur.İlk olarak, bir tabaka ya da kum tabakası, sudan (bir dere, göl ya da denizde olduğu gibi) ya da havadan (bir çölde olduğu gibi) sedimantasyon sonucu birikir.Tipik olarak sedimantasyon, süspansiyondan çıkan kum tarafından meydana gelir; yani, bir su kütlesi veya zemin yüzeyinin (ör., bir çölde) tabanı boyunca yuvarlanmayı veya sıçratılmayı keser.Son olarak, biriktikten sonra, kum, üstteki tortuların basıncı ile sıkıştırıldığında ve kum tanecikleri arasındaki gözenek boşluklarındaki minerallerin çökelmesiyle çimentolaştığında kumtaşı haline gelir. En yaygın çimentolama malzemeleri, genellikle gömüldükten sonra ya çözünme ya da kumun değiştirilmesinden türetilen silika ve kalsiyum karbonattır.Renkler genellikle ten rengi veya sarı olacaktır (berrak kuvarsın koyu kehribar feldispat içeriği ile kumun bir karışımından).Amerika Birleşik Devletleri'nin güneybatısındaki baskın bir ek renklendirici, pembe ila koyu kırmızı (pişmiş toprak) arasında değişen kırmızımsı renk tonları veren demir oksittir ve ek manganez morumsu bir renk verir.Kırmızı Kumtaşları, hem Eski Kırmızı Kumtaşı hem de Yeni Kırmızı Kumtaşı, Britanya'nın güneybatısında ve batısında, orta Avrupa ve Moğolistan'da da görülür.İkincisinin düzenliliği, birincil yapı malzemesi olarak veya bir taş olarak, diğer inşaat şekillerine göre duvarcılık için bir kaynak olarak kullanılmasını desteklemektedir. Bileşenler. Çerçeve taneleri. Çerçeve tanecikleri, kumtaşı kütlesini oluşturan kum büyüklüğünde (0.0625 ila 2 milimetre (0.00246 ila 0.07874 inç) çapında) zararlı parçalardır. Bu taneler, mineral bileşimlerine göre birkaç farklı kategoride sınıflandırılabilir: > Alkali feldispat, mineralin kimyasal bileşiminin KAlSi3O8 ila NaAlSi3O8 arasında değişebileceği bir grup mineraldir, bu tam bir katı çözeltiyi temsil eder. > Plajiyoklaz feldspat bileşiminde NaAlSi3O8 ila CaAl2Si2O8 arasında değişen kompleks bir katı çözelti mineralleri grubudur. Aksesuar mineraller bir kumtaşı içindeki diğer mineral tanelerdir; genellikle bu mineraller kumtaşı içindeki tanelerin sadece küçük bir yüzdesini oluşturur.Yaygın yardımcı mineraller arasında mikalar (muskovit ve biyotit), olivin, piroksen ve korindon bulunur. Bu aksesuar tanelerin çoğu, kaya kütlesini oluşturan silikatlardan daha yoğundur.Bu ağır mineraller hava koşullarına karşı genellikle dirençlidir ve ZTR endeksi aracılığıyla kumtaşı olgunluğunun bir göstergesi olarak kullanılabilir. Yaygın ağır mineraller arasında zirkon, turmalin, rutil (dolayısıyla ZTR), granat, manyetit veya kaynak kayadan türetilen diğer yoğun, dirençli mineraller bulunur. Matris. Matris, çerçeve taneleri arasındaki interstisyel gözenek boşluğunda bulunan çok ince bir malzemedir. Geçiş reklamı gözenek alanı içindeki matrisin doğası iki katlı bir sınıflandırmaya neden olur: Çimento. Silisiklastik çerçeve tanelerini birbirine bağlayan çimentodur. Çimento, çökelmeden sonra ve kumtaşının gömülmesi sırasında oluşan ikincil bir mineraldir.Bu çimentolama malzemeleri silikat mineralleri veya kalsit gibi silikat dışı mineraller olabilir. Boşluk Hacmi. Gözenek alanı, bir kaya veya toprak içindeki açık alanları içerir. Bir kayanın gözenek alanı kayanın gözenekliliği ve geçirgenliği ile doğrudan ilişkilidir.Gözeneklilik ve geçirgenlik, kum tanelerinin bir araya getirilme biçiminden doğrudan etkilenir. Kumtaşı Çeşitleri. Tüm kumtaşları aynı genel minerallerden oluşur.Bu mineraller kumtaşlarının çerçeve bileşenlerini oluşturur.Bu bileşenler kuvars, feldispatlar ve litik fragmanlardırMatris, çerçeve taneleri arasındaki geçiş boşluklarında da bulunabilir.Aşağıda birkaç önemli kumtaşı grubunun bir listesi bulunmaktadır.Bu gruplar mineraloji ve dokuya göre ayrılır.Kumtaşlarının çerçeve tanelerine dayanan çok basit kompozisyonları olmasına rağmen, jeologlar kumtaşlarını sınıflandırmak için belirli, doğru bir yol üzerinde anlaşamamıştır.Kumtaşı sınıflandırmaları tipik olarak Gazzi-Dickinson Yöntemi gibi bir yöntem kullanılarak ince bir kesitin nokta sayılmasıyla yapılır. Bir kumtaşı bileşimi, üçgen bir Kuvars, Feldspat, Litik parça (QFL diyagramları) ile kullanıldığında tortunun oluşumu hakkında önemli bilgilere sahip olabilir.Bununla birlikte, birçok jeolog, üçgen tanelerinin tek bileşenlere nasıl ayrılacağı konusunda hemfikir değildir, böylece çerçeve taneleri çizilebilir.Bu nedenle, hepsi genel formatlarında benzer olan kumtaşlarını sınıflandırmanın birçok yayınlanmış yolu vardır: Dott'un Sınıflandırma Şeması. Dott'un (1964) kumtaşı sınıflandırma şeması, jeologlar tarafından kumtaşlarını sınıflandırmak için kullanılan şemalardan biridir.Dott'un şeması Gilbert'ın silikat kumtaşı sınıflandırmasının bir modifikasyonudur ve R.L. Folk'un çift dokusal ve kompozisyon olgunluk kavramlarını bir sınıflandırma sistemine dahil eder.Gilbert ve R. L. Halk'ın şemalarını birleştirmenin arkasındaki felsefe, "çamurtaşından arenite ve stabilden kararsız tanecik bileşimine dokusal varyasyonun sürekli doğasını tasvir edebilmesidir".Dott'un sınıflandırma şeması, çerçeve tanelerinin mineralojisine ve çerçeve taneleri arasında mevcut olan matris türüne dayanmaktadır.Bu özel sınıflandırma şemasında Dott, arenit ve wackes arasındaki sınırı %15 matrisinde belirlemiştir.Buna ek olarak Dott, bir kumtaşı içinde bulunabilen farklı çerçeve tanelerini üç ana kategoriye ayırır: kuvars, feldispat ve litik taneler. Kullanımları. Kumtaşı, tarih öncesi dönemlerden beri ev inşaatları ve ev eşyaları için kullanılmaktadır ve kullanılmaya devam etmektedir.Kumtaşı eski zamanlardan beri popüler bir yapı malzemesiydi.Nispeten yumuşaktır, oymayı kolaylaştırır.Tapınak, ev ve diğer binaların yapımında dünya çapında yaygın olarak kullanılmaktadır.Süs çeşmeleri ve heykeller yaratmak için sanatsal amaçlar için de kullanılmıştır.Bazı kumtaşları hava koşullarına da dayanıklıdır.Bu, kumtaşını asfalt betonu da dahil olmak üzere bina ve kaldırım malzemesi de yapar.Bununla birlikte, Kuzey Batı İngiltere'de kullanılan Collyhurst kumtaşı gibi geçmişte kullanılan bazı Kumtaşıların daha az dirençli olduğu, daha eski binalarda onarım ve değiştirme gereksinimi duyulmuştur. Bireysel tanelerin sertliği, tane boyutunun homojenliği ve yapılarının kırılganlığı nedeniyle, bazı kumtaşı türleri, bileme taşları yapmak, bıçakları ve diğer aletleri keskinleştirmek için mükemmel malzemelerdir.Gevrek olmayan kumtaşı, örneğin öğütme taşı gibi tahıl öğütmek için öğütme taşları yapmak için kullanılabilir. Yüzde 90-95 daha fazla kuvars içeren bir tür saf kuvars kumtaşı, ortokimit, Küresel Miras Taş Kaynağına aday gösterilmesi için bir tür saf kuvars kumtaşı, yüzde 90-95 oranında kuvars içeren ortokuartzit önerilmiştir.Arjantin'in bazı bölgelerinde, ortokimit taşlı cephe, Mar del Plata tarzı bungalovların ana özelliklerinden biridir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10037", "len_data": 9283, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.99 }
İpsala Marmara Bölgesi'nin Trakya kesiminde, Edirne ilinin bir ilçesidir. Batıda Yunanistan, kuzeybatıda Meriç, kuzeydoğuda Uzunköprü, doğuda ve güneyde Keşan, güneybatıda Enez ilçeleri ile çevrilidir. Edirne'nin güneybatısında yer alan İpsala alçak tepelerle engebeleşmiş, dalgalı düzlüklerden oluşan bir doğal yapı gösterir. Kuzey ve doğu kesimlerinin 100 - 300 metre arasında değişen yükseltiler, Batı kesimini ise Aşağı Meriç Ovasının bir parçasını oluşturan İpsala Ovası kaplar. Meriç Nehri ve kollarıyla sulanan ve sık sık su baskınına uğrayan ova 1960'larda Meriç Irmağı boyunca yapılan setlerle ilin en büyük ve verimli tarım alanlarından biri durumuna getirilmiştir. Batıda Meriç, kuzeybatıda da Ergene Irmakları ilçenin doğal sınırını çizer. Ergene Irmağı'nın kollarından Basamaklar Deresi üzerinde sulama ve taşkın önleme amacıyla kurulan Altınyazı Barajı göl alanının bir bölümü, Yeni Karpuzlu Göleti ve Sultanköy Barajı da ilçe sınırları içindedir. İklim yazla kış, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkları ile dikkat çeker. Karasal iklim hüküm sürer. Yağışlar kış ve bahar aylarında toplanır. Çeltik ekimi nedeniyle yazın nem oranı fazladır. İpsala ilçe merkezi İpsala ovasının kuzeydoğusundaki bir tepenin yamacında kurulmuştur. İlçenin 2 km güneyinden geçerek Yunanistan sınırındaki İpsala Sınır Kapısına ulaşan E-25 kara yolu, Keşan'da Eceabat'tan gelen E-24 kara yoluyla kavşak yapar. Bu kara yolu kasabadan geçen bir yolla Havsa ve Silivri yakınlarındaki iki yerden E-5 kara yoluyla birleşir. İpsala ilçesi il merkezi Edirne'ye 108 km uzaklıktadır. Yüzölçümü 753 km²dir. Tarihçe. İlçenin bulunduğu bölge çok eski bir yerleşim bölgesidir. Bölgeye ilk gelenlerin MÖ 4000 yıllarında Trak kavimleri olduğu tahmin edilmektedir. MÖ 12. yüzyıla kadarki 800 yıl boyunca yeni yeni Trak boyları gelip, bölgeye ve Doğu Trakya'ya yerleşti. Balkan Yarımadası'nın birçok kısmı bu gelen akım ile doldu. Traklar, Balkan Yarımadası'na maden devri medeniyetini getirdiler. Onlardan kalma paralar, Trakların yazı bildiklerini ve kullandıklarını göstermektedir. Buradan çıkarılan şu ki, ilçemizde İlkçağ, Bölgeye gelen Traklar, Meriç havzasının orta ve aşağı bölümlerine yerleşmişlerdi. Pers İmparatoru I. Daryüs (Büyük Dara), MÖ 6. yüzyıl sonlarında ilçenin bulunduğu bu bölgeyi imparatorluğuna eklemiş, Traklar Pers İmparatorluğu'nun zayıflama döneminde, aralarında birleşip isyan çıkarmışlardır. Trez Atlı Boy Beyi Başkanlığında bir Trak Devleti kurmuşlardır. Bu kurulan Türk Trak Devletinin Başkenti Kypsela (İpsala) idi. Başkenti Kypsela (İpsala) olan Trak boyu (Odrisler) bu bölgede yıllarca egemenlik sürmüşlerdir. Edirne ilini de başkenti Kypsela (İpsala) olan Odrisler (Odrysian Krallığı) kurmuşlardır. I. Murat'ın kumandanlarından Gazi Evrenos Bey tarafından 1356 yılında alınmış olan İpsala ilçesinin Osmanlı tarihinde önemli bir yeri vardır. O tarihte çayır olan bugünkü çeltik ekili sahalarda Osmanlı Ordusu'na at yetiştirilirdi. İyi cins kısrak sürüleri, azgın aygırları yanlarında bu otlar üzerinde yaz kış dolaşırdı. Binilecek çağa gelen taylar bu çayırlarda kementlerle tutulur, Edirne'ye götürülür donatılır, eğitime tabi tutulurdu. Osmanlı Ordusu'na giren İpsala tayları, Türk Akıncılarını zafer yollarına taşır dururdu. İpsala yüzyıllarca Osmanlı Süvari Ordusu'na at yetiştirilen bir kaynak olmuştur. İpsala ilçesi önce Sofulu'ya Balkan Savaşı'ndan sonra da İbriktepe'ye bağlı nahiye idi. 1928 yılında kaza olmuştur. Tarım. Aşağı Meriç Havzası'nın önemli bir bölümü İpsala ovasıdır. Yunanistan sınırı ile İpsala ilçe merkezinden Enez'e kadar olan bölümde genellikle çeltik üretimi yapılmaktadır. Ülke Çeltik Üretiminin yüzde otuz beşi İpsala ovasında yapılmaktadır. Ekilebilir arazi miktarı 2000 yılı verilerine göre 561.360 dekar olup bunun 159.580 dekarında sulu tarım, 401.780 dekarında ise kuru tarım yapılmaktadır. İlçede aile ziraatının yanı sıra tarımsal amaçlı sulama kooperatiflerinin sayılarında da artış olmaktadır. İpsala ilçesinde çiftçi ailelerinin işledikleri arazi toplamı 9.021 dekardır. İlçede yetiştirilen diğer başlıca ürünler ayçiçeği, buğday, şeker pancarı, domates bunun yanı sıra fasulye, susam, mısır ve arpa ekimi de yapılmaktadır. İpsala'da yetiştirilen Baldo pirinci ortalama 750 kg/da ürün vermekte olup kendine özgü tadı ile Türk mutfağında en çok tercih edilen pirinç çeşididir. Ayrıca İpsala Ovası'nda Yine Baldo gibi uzun taneli pirinç çeşitleri içerisinde Rocca da önemli ölçüde yer almaktadır. Veneria, Krasnovski, Plovdiv gibi çeşitlerin yanı sıra melezleme türleri olan Osmancık, Ergene, Serhat ve İpsala tohumluklarında son yıllarda üretimi artmıştır. Türk Patent ve Marka Kurumundan İpsala pirinci için coğrafi işaret tescili alındı. Ayrıca İpsala pirinci için AB coğrafi işaret başvurusu yapıldı. Spor. İpsalaspor 1940 yılında Kemal Özer tarafından kurulmuştur. 1957 yılında kulüp fesih edilmiştir. 1970 yılında Halil Samakoflu başkanlığında tekrar açılmıştır. 1982 yılında İpsalasporun ilk basketbol takımı kurulmuştur. İpsalaspor futbol takımı 2024/25 sezonunda Edirne Süper Amatör Ligi'nde mücadele etmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10039", "len_data": 5076, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.43 }
Kadıköy, İstanbul ilinin Anadolu Yakası'nda yer alan ilçelerinden birisidir. Kocaeli Yarımadası'nın güneybatı kesiminde bulunan Kadıköy, batı ve güneyde Marmara Denizi, kuzeybatıda Üsküdar, kuzeydoğuda Ataşehir ve doğuda Maltepe ilçeleriyle çevrilidir. Marmara sahilleri boyunca Haydarpaşa'dan Bostancı'ya dek kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda oldukça uzun bir sahil şeridine (yaklaşık 21 km) sahip olan Kadıköy'de kıyı şeridi ve buna paralel uzanan ana ulaşım güzergahları yerleşme yapısını belirlerken, daha geride yer alan D-100 Karayolu ilçenin kuzey sınırını oluşturur. Kadıköy'deki yerleşmenin başlangıcını oluşturan tarihsel çekirdek, Haydarpaşa Koyu ile Moda Burnu'nun oluşturduğu alanda yer almaktadır. İlçeye adını veren yerleşme merkezi ve asıl Kadıköy semti kabaca kuzey ve kuzeydoğuda demiryolu, doğuda Kurbağalıdere ve Kalamış Koyu, batıda ise Marmara Denizi ve Haydarpaşa Koyu'nun sınırladığı bir alan olarak düşünülebilir. Bugün bu alan Kadıköy Çarşısı, Yeldeğirmeni ve Moda gibi tarihi yerleşme alanlarını da içeren Rasimpaşa, Osmanağa ve Caferağa mahallerinden oluşmaktadır. Kadıköy, ancak 19. yüzyılda sürekli iskan sahası haline gelip İstanbul kentiyle bütünleştiğinden, İstanbul'un diğer tarihi semtlerine nazaran şehir tarihi içinde oldukça genç bir yerleşme olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte Anadolu Yakası'nın en eski yerleşim birimlerinden olan Kadıköy, bugün de yakanın en işlek noktası durumundadır. Kadıköy'de Osmanlı döneminden kalma yapılara da rastlanır. Kadıköy ilçesi kent ulaşımı açısından önemli bir konuma sahiptir. İstanbul'un çeşitli semtlerini birbirine bağlayan bazı ana ulaşım yolları Kadıköy ilçesinden geçmektedir. 2015 yılında gerçekleştirilen "İstanbul'da Yaşam Kalitesi Araştırması"nda tüm ilçeler arasında 2. sırayı almıştır. Etimoloji. İlçenin Antik Çağ'daki adı olan "Kalkedon" Yunanca “bakır” anlamına gelen Halkis (Χαλκίς) kelimesiyle ilişkili olup, Özhan Öztürk'e göre aynı dönemde Yunanistan'da Euboea'da bakır madenlerine yakın konumlanmış olan Halkis, Aetolia'da Halkia (Χάλκεια), Epirus'da Haliki gibi benzer isimli kentler bulunduğunu iddia etmiştir. Yunan tarihçi Herodot, adlı Pers yazarın kenti kuranların kör olması gerekir dediğini aktarmış bu sözü zamanla folklorik bir anlatıya dönüşmüştür. Yer değiştiren bir kavim yeni yerleşimlerine nasıl ulaşacaklarını öğrenmek için bir kahine danışır. Kahin kavimdekilere körlerin ülkesinin karşısına yerleşmelerini söyler. Bugünkü İstanbul'a ulaşan kavim bulundukları taraf boş iken karşı kıyıda bir yerleşim olduğunu fark eder. Bulundukları yerin avantaj ve güzelliklerini fark edemeyen karşı kıyıdaki insanların ancak kör olabileceklerini iddia edip İstanbul'a yerleşirler. Böylece bugünkü Kadıköy yöresindeki yerleşim körlerin yeri anlamındaki Kalkedon adını alır. İstanbul'un fethinden sonra Kalkedonya'nın yönetimi, II. Mehmed tarafından İstanbul kadısı Hızır Bey'e verildiği için, yerleşmenin "Kadıköyü" adını aldığı sanılmaktadır. Tarihçe. Fetih öncesi devir. Kadıköy'ün kuruluşu İstanbul'un kuruluşundan çok daha eski yıllara dayanır. Fikirtepe'de 1942 ile 1952 yılları arasında yapılan kazılarda MÖ 3000 yıllarına ait aletler ve insan iskeletleri bulunmuştur. Ayrıca balık, köpek, koyun, keçi kemiklerine rastlanmıştır. Bulunan araçlar arasında taştan çekiç, kemik, keramik, taş ağırşakları, bronz eserler, inci taneleri, firuze taşından eserler de vardır. Moda Burnu'nda Kalkedon kentinde Fenikelilerden kalma kandiller, vazo kırıkları, öküz heykeli, pişirilmiş balçıktan sakallı erkek başı, Kalkedonya Kitabesi'nin yazıldığı bronz levha bulunmuştur. Fikirtepe'deki Karhadon, Moda Burnu'ndaki Kalkedon kentleri, Fenikelilerin Karadeniz kıyılarında kurdukları kentlere hareket ermek için durma, gereksinimlerini tamamlama merkeziydi. Antik Yunan halklarından (Megaris merkezli) Megaralıların, bugünkü Moda, Bahariye semtleri ve Mühürdar Caddesi'nin bulunduğu bölgede Kalkedon'u kurduklarını, Antik Çağ yazarlarından Thukididis ile Plinius [N.H. V, 42], Herodot [IV, 85, 144; V, 25; VI, 33] ve Ksenofon da [Anabasis, VI, 6, 38; VII, 1, 20; VII, 2, 23] yazmışlardır. İyonya'dan (Anadolu'nun Ege Denizi kıyılarından) gelen ve Yunanistan'a inen Akaların bir kolu, MÖ 675 yıllarında Fikirtepe ve Moda'daki iki Fenike kentini aldılar. Bugün Bahariye, Mühürdar ve Moda semtlerinin bulunduğu yerlere yerleştiler. Kalkedon şehrini genişlettiler. Kısa süre içinde İzmit'e kadar olan bölgeyi el geçirdiler. Buralarda Kalkedon Devleti'ni kurdular. Anadolu'nun içlerinden gelenleri bu topraklara yerleştirdiler. Başkent Kalkedon (Kadıköy) oldu. Ülkenin adına Kalkedonya deniyordu. Kalkedonyalılar savaşçı ve uygarlıkta ileriydiler. Kalkedonyalılar bugünkü Haliç'in Unkapanı'yla Eyüpsultan arasında oturan Traklarla, Fenike kentleriyle, İzmit'teki Bitinyalılarla, Bergama Devleti'yle ticaret yaparlardı. Haydarpaşa Deresi'nin düzlüklerinde hipodromları, tapınakları vardı. MÖ 5. yüzyılda Kral Periyut, "talen" adı verilen madeni paralar çıkardı. Kalkedonyalılar şehrin savunmasını da düşünmüşlerdi. Perslerden, Bitinyalılardan, Gotlardan korunmak için Haydarpaşa Çayırıyla Kuşdili Çayırı arasında bir hisar yapmışlardı. Sonradan doğudan ve batıdan gelenler buradaki surları ve eserleri yıktılar. Kalkedonyalılar cam eşya, altından küpe, yüzük gibi süs eşyası yapmasını ve mermeri işlemesini iyi biliyorlardı. Kentlerinin kapısına "Khalkedon" yazılı kitabeler asarlardı. MÖ 658 yıllarında Yunanistan'ın Korint Kanalı dolaylarından kurtulmak, daha verimli topraklarda yaşamak için kendilerine yeni bir yurt aradılar. Delf Tapınağı'nın kâhini, Megara Kralı Vizas'a "Körler ülkesinin karşısındaki yerler size yurt olacak" dedi. Kral Vizas halkıyla birlikte yurt aramaya çıktı. MÖ 650 yılında Sarayburnu'na geldi. Sarayburnu'ndan etrafına bakınca buranın güzelliğine şaştı. Kalkedonyalıların bu kadar güzel, bu kadar yaşamaya elverişli yeri göremeyip boş bıraktıklarına göre kör olması gerektiğini düşündü ve kâhinin dediği, körler ülkesinin karşısındaki yer burasıdır diye Sarayburnu'nda konakladı. MÖ 608'le 600 yılları arasında Sarayburnu'nda kendi adını verdiği "Bizans" şehrini kurdu. Pers Kralı I. Darius İskitlerle savaşa giderken Kalkedonya'yı da aldı. Bunun üzerine Kalkedonyalılar Bizanslılarla birlik olarak Darius'a karşı savaştılar. Darius, Kalkedonyalıların evlerini, tapınaklarını, kentlerini yakıp yıktı. Darius, Fenikelilerle birlik oldu. Kalkedonyalılar önce İyonlarla, sonra Bizanslılarla birleşip yeniden savaşa tutuştular. Kalkedonyalılar savaş alanını bırakıp kaçtı. Fenikeliler donanmalarıyla Bizanslılara saldırdı, Kalkedonya'yı yakıp yıkarak ele geçirdiler. Kalkedonya Perslerin eline geçmişti. Makedonya Kralı İskender, Persleri yenip Pers kentleriyle birlikte Kalkedonya'yı da aldı. MÖ 281 yılında Bitinyalılar Marmara kıyılarındaki kentlerin çoğunu ellerine geçirdiler. Kalkedonya'yı da aldılar. Kalkedonya bir ara özgür kalmışsa da çok geçmeden Romalıların yönetimine girdi. Makedonya Savaşı sırasında Kalkedonyalılarla Romalılar anlaştılar. Romalılar Kalkedonyalılara savaş gemileri göndererek askeri yardım yaptılar. Kalkedonya 561 yılının 21 Mart'ında Arapların saldırısına uğradı, 667 yılında Araplar yeniden İstanbul kıyılarında görüldüler. Kıyı kentlerinden birçok tutsak alıp ülkelerine döndüler. Haçlı savaşlarında da Haçlı orduları birkaç kez Kalkedonya'yı çiğnediler. 781 yılında Abbasi Devleti Halifesi Harun Reşit'in komutanlarından Malatyalı Battal Gazi Kalkedonya'yı aldı. Bu tarihten sonra Kalkedonya adı yerine Gaziköy adı kullanılmaya başlandı. Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1080 yılında Kalkedonya'yı Anadolu Selçuklu Devleti'ne kattı. Fakat bir süre sonra son kez Bizanslıların eline geçti. 1096 yılında Haçlı orduları Kalkedonya'dan Asya'ya geçtiler. Daha sonra Haçlı orduları 1204'te Kalkedonya'yı İstanbul'la birlikte işgal ettiler. Yakıp yıktılar, yağmaladılar, anıtlardaki değerli madenleri söktüler. Kalkedon Kentinin Yapıları ve Tarihi. Antik kaynaklara göre Khalkedon şehrinin dört limanı vardı. Biri bugünkü Kadıköy Meydanı'ndaki, ikincisi Fenerbahçe Burnu'ndaki Hiera Limanı, üçüncüsü Fenerbahçe burnunun kuzey tarafındaki Eutropo, dördüncüsü Kurbağalıdere çevresinden Kalamış Koyu'na doğru olan kısımda yer alır. Ayrıca şehre ait tiyatro, hipodrom, Constanius Sarayı, Ayai Eufemiave, Ayaios Yeoryios kiliseleri ile çeşitli yapıların varlığı bilinse de bugüne yerüstünde herhangi bir kalıntıya ulaşmamıştı. Ancak Altıyol civarı ile 1970'li yıllarda Osmanağa Camii yakınlarında yapılan çeşitli inşaat kazılarında pişmiş toprak ve mermerden su künkleri ile sur duvarlarına rastlanmıştı. Bazı altyapı ve inşaat çalışmaları sırasında rastlanan arkeolojik kalıntılar nedeni ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri az sayıda kurtarma kazısı yaptı. Bu kazılardan M.Ö. 6. yüzyıl (Arkaik Dönem) ile Roma Dönemi'ne (M.Ö 1-M.S.4. yüzyıl) tarihlenen birçok eser ortaya çıkartılmıştı ve bunlardan bir bölümü hâlen müzenin ‘Çağlar Boyu İstanbul’ sergi salonunda sergileniyor. 1987 yılında Altıyol'da Arkeoloji Müzeleri'nin yapmış olduğu kurtarma kazısı sırasında 6 adet lahit ile birlikte bir podyum ile çok sayıda depo ve mutfak kapları da bulunmuştu. Arkeologlar Derneği'nin 2013 yılında hazırladığı raporda Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun bulunduğu alan SİT Alanı ilân edilerek kurtarma kazıları yapılması isteniyor. Raporda, "Tarih sahnesinde önemli bir yeri olan Khalkedon antik kentinde sistemli hiçbir araştırma yapılmamıştır. Antik kent içerisinde yapılan hiçbir inşa faaliyet denetim altında yapılmamıştır. Çok az sayıda ihbarın sonucunda yapılan kazılar dışında herhangi bir kazı çalışması gerçekleştirilmemiştir. Çok büyük bir kısmı tahrip olan kentte en azından bugünden itibaren denetimli inşaat faaliyetleri yürütülmesi sağlanıp kent ile ilgili bilgiler toplanmalıdır. Antik Khalkedon'un sınırları tam olarak belirlenip III. derece arkeolojik sit ilan edilerek inşaai faaliyetlerin denetim altında yapılması sağlanmalıdır." deniyor. Stat, eski haritalara göre antik Khalkedon kentinin tam kalbinde yer alıyordu. Antik kente ait saray, tapınak ve hipodrom kalıntıları da bu bölgedeydi. MÖ 1000 yılları civarında Fenikeliler tarafından Fikirtepe'de çeşitli kaynaklardan ‘Harhadon’ adı ile anılan bir ticaret kolonisi oluşturulduğu da biliniyor. Arkeologlar Derneği raporunda bölge şöyle tarif ediliyor: "Bu dönemde Kuşdili Deresi bir haliç şeklindedir ve kıyı çizgisi de bugüne göre içeride kalan Fikirtepe - Hasanpaşa arasına kadar uzanır. Daha sonra bu yerleşmenin karşısında Moda Burnu ile Yoğurtçu arasında ‘Khalkedon’ (Bakır Ülkesi) adıyla ikinci bir yerleşme daha oluşur. Bilicilik merkezi Apollon Tapınağı ile ün salan Khalkedon'un merkezini oluşturan yer, bugün Kalamış ve Haydarpaşa koylarının arasındaki tepelik burun üzerinde yer alır, yerleşmenin surları bugün Altıyol, Sakızağacı, Mühürdar, Söğütlüçeşme arasında, kabaca dikdörtgen oluşturacak şekilde uzandığı düşünülmektedir. Muhtemelen Altıyol civarında bir kapı vardı ve şehrin Kalamış Koyu'na bakan kesiminde de mezarlıklar bulunmaktadır." Osmanlı Devrinde Kadıköy. Kadıköy 1353 yılında Orhan Bey zamanında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı. Fatih Sultan Mehmet 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u aldığı sırada Kadıköy'ün yönetimini İstanbul Kadısı Hızır Bey Çelebi'ye verdi. Bu tarihten sonra da ilçe Kadıköy adıyla anıldı. Kadı Hızır Bey zamanında ilçede sekiz yüz ev vardı. Evliya Çelebi Seyahatname'sinde, onun yaşamış olduğu on yedinci yüzyılda Kadıköy'ün bir Müslüman mahallesi, yedi Rum mahallesi, altı yüz bağı bulunduğu, yeldeğirmenlerinin işlemekte olduğu yazılıdır. Merdiven Köyünde Şahkulu ve Göztepe'de Gözcübaba isimli Bektaşi Tekkeleri bulunmaktadır. 18. yüzyıldan itibaren kent genişledi, yazlık semtler oluştu. Tanzimat devrinde Kızıltoprak, II. Abdülhamit zamanında Fenerbahçe semtleri yerleşme alanı oldu, yeni köşklerle, binalarla süslendi.Tanzimat Devrinde belediye işleri İstanbul Şehir Emaneti'ne bağlıydı. 1869'da Kadıköy, Üsküdar Sancağı'na bağlandı. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti yenilince 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca 13 Kasım 1918'de İstanbul ve Kadıköy'e İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan askerleri girdi. İlçenin çeşitli yerlerine kendi askeri karakollarını kurdular. Yabancılar yönetimi ellerine aldılar. Türk Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanması ve Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması üzerine beş yıl kadar süren işgal günleri sona erdi. İstanbul'la birlikte Kadıköy de 6 Ekim 1923'te Kurtuluş Gününün sevincini yaşadı. Cumhuriyet Devri. 1869'dan 1930'a kadar Üsküdar Sancağı'na bağlı olan Kadıköy, 21 Mayıs 1930 tarih ve 1499 sayı ile resmi gazetede yayımlanarak 1 Eylül 1930 tarih 1612 sayılı kanun ile ilçe oldu. Kadıköy ilçesi'nin eskiden iki bucağı vardı. Erenköy ve Kızıltoprak bucaklarına daha sonra Merkez Bucağı da eklendi. Daha önce İstanbul Belediyesi'ne bağlı bir şube olan Kadıköy Belediyesi, 1984'te yapılan bir düzenlemeyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde bir ilçe belediyesi durumuna getirilmiştir. İlçe sınırları içindeki Bahariye, Mühürdar, Moda, Göztepe, Erenköy ve Bostancı'da 1950'lere değin zenginlerin oturduğu bahçeli köşkler çoğunluktaydı. Ancak bunlar çok seyrek bir yerleşim dokusu oluşturuyordu. 1930'larda Kadıköy'le Bostancı arasında yeni yapılar belirdi. Eskiden yoğun bir bitki örtüsüyle kaplı olan bu kesimdeki Bağdat Caddesi ile demiryolu boyunca bahçe içinde iki katlı villalar inşa edilmeye başladı. 1950'lerden itibaren Kadıköy yıldan yıla büyük gelişmeler gösterdi, nüfusu arttı. Artan nüfus, merkezden yazlıklara doğru yayılmaya başladı. Böylece 1960'ların sonlarından itibaren Göztepe, Erenköy, Caddebostan, Fenerbahçe, Suadiye ve Bostancı gibi semtler gün geçtikçe yazlık niteliğini yitirmeye ve kentleşmeye başladı. 1950'lerde iki yanında sanayi tesislerinin kurulmaya başladığı Ankara Asfaltı'nın (D 100 Karayolu) çevresinde gecekondu mahalleleri oluştu. Kurtköy-Pendik-Kartal yöresinin sanayi alanı olarak belirlenmesi, ülkenin çeşitli kesimlerinden İstanbul'a göç edenler için Kadıköy ile çevresini çekici bir yerleşme yeri durumuna getirdi. 1965'te Kat Mülkiyeti Kanunu'nun çıkarılması, 1972'de de imar planının yapılması bu kesimde yoğun bir apartmanlaşma faaliyetine yol açtı. Bağdat Caddesi ve demiryolunun iki tarafındaki köşk ve villaların yemyeşil birer park görünümündeki bahçeleri parselasyona uğrayarak apartman arsalarına dönüştü. 1973'te Boğaziçi Köprüsü'nün açılması, kentin iki yakası arasındaki ilişkiyi güçlendirerek nüfus dengesinde Kadıköy'ün ağırlık kazanmasına yol açtı. İstanbul kentinin iki yakası arasındaki ulaşımı kolaylaştırınca Kadıköy İlçesi'nde yeni yerleşime açılan alanlarda yapılan seyrek düzenli apartmanlarda oturmak çekici hale geldi. 1984'ten sonra Kadıköy-Pendik arasında açılan sahilyolu, kıyı kesimindeki son boş alanlarında tükenmesine yol açtı. İlçenin kuzeyindeki Küçükbakkalköy 1980'lere kadar kırsal nüfus yapısını korudu. 1980'li yıllarda Haydarpaşa Koyu'nun doldurularak meydanın genişletilmesi, Dalyan-Bostancı arasında denizin doldurularak kıyı düzenlemesi yapılması ve sahil yolu açılması (1984-1987), Kalamış Koyu ve Fenerbahçe'de yat limanı inşası (1985-1988), yapımı 1993'te tamamlanan İskele-Mühürdar arasında deniz doldurularak meydanın büyütülmesi ile kıyı şeridi hemen hemen bugünkü görünümünü almıştır. 1990'lı yıllarda II. Çevre Yolu'nun tamamlanarak Kozyatağı bağlantılarının hizmete girmesi, Kozyatağı çevresi ve Söğütlüçeşme'de ofis kullanımlarının oluşturduğu alt merkezlerin belirmesi, Bostancı'dan öteye sahil yolu dolgusu ve yolunun devam ettirilmesi, Moda Burnu'nda yeni bir dolgu alanı oluşturulması ve Bahariye yaya yolu düzenlemesi (1993) bu dönemde Kadıköy fizyolojisini etkileyen ya da etkileyebilecek önemli kentsel projeler ve dinamikler olarak ortaya çıktı. D 100 Karayolu'nun kuzeyinde yer alan Küçükbakkalköy, İçerenköy gibi yerleşmeler her ne kadar gerek idari, gerek ekonomik anlamda Kadıköy İlçesi'nin bir parçasını oluşturmuşlarsa da Kadıköy geniş anlamda kuzeyde D-100 Karayolu'na, güneyde Marmara Denizi'ne kadar kıyıda ise Haydarpaşa Koyu ile Bostancı arasında kalan bir alan olarak düşünülmüştür. 1990'lı yıllardan itibaren ilçenin D 100 Karayolu'nun kuzeyindeki alanlarında Emlak Bankası'nın iştirakiyle ortaya çıkan Ataşehir yerleşimi zamanla genişleyerek çevresindeki yapılaşmayı da kapsayan bir bölgenin adı oldu. 6 Mart 2008 tarih ve 5747 kanun numarası ile TBMM'de kabul edilerek 22 Mart 2008 tarih ve 26824 sayı ile resmi gazetede yayımlanarak yapılan idari düzenlemeyle, aralarında Küçükbakkalköy ve İçerenköy'ün de olduğu, D 100 Karayolu'nun kuzeyindeki 7 mahalle Ataşehir adını alarak Kadıköy'den ayrıldı. 1 Mayıs 1996'da 3 kişinin hayatını kaybettiği 1 Mayıs olayları yaşanmıştır. Haydarpaşa ve Söğütlüçeşme tarafından Rıhtım'a gelen eylemciler ve polis arasında çatışmalar yaşanmıştır. Gezi Parkı eylemlerinin devamı niteliğindeki gösterilerde, 10 Eylül 2013'teki protesto eylemlerine dönük olarak polis müdahaleleri yaşanmıştır. İstanbul'da valilik izinli miting alanları Yenikapı, Kartal Meydanı ve Maltepe Sahili olarak belirlenene dek, Kadıköy Rıhtım'da pek çok miting düzenlenmiştir. Yönetim ve siyaset. 1855 yılında yönetimi İstanbul Şehremaneti'ne bırakılan Kadıköy, 1869 yılında Üsküdar Sancağı'na bağlandı. Bu yönetsel konumu Cumhuriyet'in ilk yıllarında da süren Kadıköy, 1 Eylül 1930 tarihinde ilçe yapıldı. Kadıköy 1984 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde bir ilçe belediyesi olarak yapılandırılmıştır. Coğrafya. Kadıköy İstanbul'un Anadolu yakasındadır. İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne açılan güney ağzının doğusuna düşer. Doğusunda Maltepe ilçesi, batısında İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi, kuzeyinde Üsküdar ve Ataşehir ilçeleri, güneyinde Marmara Denizi ile çevrilidir. Yüzölçümü, 25,20 km²dir. İlçe sınırları içinde Göztepe (235 m) gibi önemli yükseltiler olmasına karşın Kayış Dağı ve Çamlıca eteklerinden Marmara Denizi'ne doğru uzanan hafif dalgalı düzlükler ve taşlı eğimler tüm araziye hakimdir. Bu oldukça düz arazi üzerinde Fikirtepe, Acıbadem, Altıyol, Küçük Moda (Cevizlik) ve Koşuyolu öbür önemli tepe noktalarını oluşturmaktadır. Kuzeybatı - Güneydoğu doğrultusunda Haydarpaşa'dan Bostancı'ya yaklaşık 21 km uzunluğunda bir sahil şeridine sahiptir. Haydarpaşa ve Kalamış koyları ile Moda ve Fenerbahçe burunlarının yer aldığı hareketli bir kıyı çizgisi yer almaktadır. Fenerbahçe Burnu ile Bostancı arasında sahil şeridi fazla girintili çıkıntılı olmayan oldukça düz bir çizgiye sahiptir. Ancak sahil şeridi yapılan dolgularla doğal özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir. Kadıköy'ün başlıca akarsuları Kuşdili Deresi (Kurbağalıdere), Çamaşırcı Deresi (Bostancı Deresi), Turşucu Deresi ve Seyit Ahmet Deresi'dir. Kadıköy'de yaz ayları sıcak ve az yağışlı, kış ayları ılık ve yağmurlu geçer. İklim, Marmara Denizi'nin etkisi altındadır. Kıyılardan içerilere gidildikçe denizin etkisi azalmaya başlar. Ortalama sıcaklık en soğuk aylarda +3°, en sıcak aylarda +23°'dir. Yıllık yağış ortalaması 800 milimetredir. En yüksek sıcaklık 41 derece, en düşük sıcaklık -9 derece ölçülmüştür. Yıllık sıcaklık ortalaması 14 derecedir. İstanbul'un kıyıda olan diğer bütün ilçelerinde olduğu gibi Kadıköy'de de kıyıya yakınlık ve yer şekillerinin engel teşkil etmeyecek şekilde açık olması nedeniyle sıcaklık ve nem farkı hissedilmektedir. Ekonomi. Kadıköy ilçesinde egemen ekonomik etkinlik ticarettir. Kadıköy çarşısı, Altıyol ile Bahariye Caddesi ve Bağdat Caddesi çevrelerinde yoğunlaşır. Bağdat Caddesi üzerinde çok sayıda ünlü markanın şubesi vardır. Ayrıca bazı aramalarda bulunan hayvancılık ile ilgili araçlar balıkçılık aletleri halkın eski zamanlarda hayvancılık ve balıkçılık ile uğraştığını gösterir. Tarım ile ilgili hiçbir kalıntının olmaması da tarımın yaygın olmadığına bir göstergedir. Ulaşım. Kadıköy ilçesi ülke ve kent ulaşımı açısından önemli bir konuma sahiptir. Anadolu'daki çeşitli merkezleri İstanbul'a ve kent içindeki çeşitli semtleri de birbirine bağlayan bazı ana ulaşım yolları Kadıköy ilçesinden geçer. Bunlardan en önemlisi eskiden Ankara Asfaltı ve E-5 adlarıyla anılan D-100 Karayolu'dur. Bu kara yolu Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne giden O-2 Otoyolu'yla Kozyatağı'nda, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'ne giden O-1 Otoyolu'yla Uzunçayır'da kesişir. Anadolu'nun çeşitli merkezlerini İstanbul'a bağlayan demiryolu hattının ilk istasyonu Haydarpaşa Garı'dır. Haydarpaşa'daki gar binası ve öteki demiryolu tesisleri Kadıköy ilçesi sınırları içindedir. Bu istasyon aynı zamanda kentin Anadolu yakasında Gebze'ye kadar gerçekleştirilen banliyö ulaşımı açısından önem taşımıştır. Günümüzde ilçede banliyö taşımacılığı Marmaray ile gerçekleştirilmekte olup Ayrılık Çeşmesi-Bostancı arasındaki istasyonlar (Ayrılık Çeşmesi ve Bostancı istasyonları dâhil) Kadıköy ilçesi sınırları içindedir. Kadıköy ilçesinde yaşayanların önemli bir bölümü şehir hatları vapurlarını kullanırlar. İlçedeki vapur iskeleleri Haydarpaşa, Kadıköy ve Bostancı'dadır. Ayrıca Kadıköy ve Bostancı'daki deniz otobüsü iskelelerinden İstanbul'un çeşitli kıyı semtlerine düzenli seferler yapılmaktadır. Kalamış Koyu'nda da büyük bir yat limanı vardır. 1934-1966 yılları arasında, Kadıköy-Moda, Kadıköy-Fenerbahçe ve Kadıköy-Bostancı tramvay hatları hizmet vermiştir. 2003 yılında Kadıköy-Moda hattı nostaljik tramvay adıyla yeniden hizmete girmiştir. İlçenin kuzeyinden, D-100 Karayolu boyunca Kadıköy - Sabiha Gökçen Havalimanı metrosu (M4 hattı) geçmektedir. Bu metronun ilk istasyonu olan "Kadıköy" de ilçe merkezinde bulunmaktadır. Kadıköy'ün en doğusundan da Bostancı-Parseller metrosu (M8 hattı) geçmekte olup Emin Ali Paşa ve Ayşekadın istasyonları ilçe sınırları içindedir. Hattın güneydeki ilk istasyonu olan Bostancı istasyonu ise Kadıköy-Maltepe sınırında yer almakta olup Maltepe ilçesi sınırları dahilindedir. Nüfus. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nin 2023 verilerine göre Kadıköy İlçesi'nin nüfusu 467.919'dur. 2007 yılındaki adrese dayalı nüfus sayımına göre Kadıköy ilçesinin nüfusu 744.670 idi. 2008 yılında, D 100 Karayolu'nun kuzeyindeki 7 mahalle Ataşehir adıyla ilçe yapılıp Kadıköy'den ayrılmasından sonra, ilçenin geri kalan sınırları içindeki nüfus 533.452 oldu. Kadıköy ilçesinin nüfusu kuruluşundan itibaren hızlı bir artış göstermiş, 1970'lerde yıllık nüfus artış hızı yüzde 10'a kadar yükselerek zirve yapmıştır. 1980'lerden itibaren nüfus artış hızı yavaşlamasına rağmen ilçenin nüfusu, bugünkü sınırlarına ulaştığı 2008 yılına kadar sürekli artış göstermiştir. 2010'lu yıllarda yaşanan hızlı kentsel dönüşüm, bu kapsamda inşaat faaliyetleri ve şantiyelerin yoğunlaşması, inşaatların çevreye olumsuz etkileri ve gürültü, binasını yenileyenlerin, arsa veya evini satanların başka ilçelere taşınması ve trafik yoğunluğu nedeniyle ilçe nüfusu yıldan yıla 450 bin ile 500 bin arasında değişmektedir. Eğitim. 2020 verilerine göre Kadıköy'de 99 anaokulu, 48 ilkokul, 45 ortaokul, 67 lise, 5 halk eğitim merkezi ve 23 özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi bulunur. Yükseköğrenim kurumları olarak Marmara Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi ve Okan Üniversitesi sayılabilir. Sağlık. İlçe sınırları içinde 3'ü devlet (Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Göztepe Prof. Dr. Süleyman Yalçın Şehir Hastanesi), 9'u özel olmak üzere toplam 12 hastane ve 36 aile sağlığı merkezi vardır. Kültür. Kadıköy bölgesinde ilk sinema ve tiyatro gösterileri, 1900'lü yılların başında Halitağa ve Söğütlüçeşme Caddesi arası ile Yavuztürk Sokak-Bayramyeri Sokak ve Altıyol arasında kalan Mısırlıoğlu ve Zamboğlu bahçelerinde yapılmıştır. İlk sinema binası Apollon Tiyatrosu adıyla aynı yıllarda inşa edilmiştir. Günümüzde, Kadıköy'deki sinema ve tiyatroların bir kısmı, 1992 yılında yaya yolu haline getirilen Bahariye Caddesi'ndedir. Süreyya Operası, Reks Sineması, Barış Manço Kültür Merkezi, Caddebostan Kültür Merkezi, Haldun Taner Sahnesi, Halis Kurtça Kültür Merkezi, Müjdat Gezen Sanat Merkezi, Çağdaş Sahne, Enver Demirkan Tiyatrosu, Bostancı Gösteri Merkezi başlıca gösteri ve performans alanlarından bazılarıdır. 1970'lere kadar ayakta duran Opera Sinema ve tiyatro salonu, günümüzde pasaj halindedir. İlçede 20'ye yakın sinema salonu vardır. 2005 yılında Sunay Akın tarafından kurulan İstanbul Oyuncak Müzesi ise Göztepe'dedir. Kadıköy'ün sembollerinden biri sayılan Kadıköy Boğa Heykeli ilçeye 1969 yılında taşınmış, şu anda bulunduğu Altıyol'a ise 1990'larda nakledilmiştir. Spor. İlçedeki en büyük spor kulübü, 1907 yılında kurulan Fenerbahçe SK'dir. Fenerbahçe dışında ilçede; futbol, basketbol, yüzme, yelken, kürek, motor sporları, aikido, atıcılık, bilardo, briç, hentbol, jimnastik, karate, su topu, tekvando ve binicilik dallarında faaliyet gösteren 100'ün üzerinde spor kulübü ve derneği vardır. İlçedeki spor tesisleri arasında en ünlü olanı, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'dur. İstanbul'da, futbol sahası olarak inşa edilen ilk nizami stadyum olan Fenerbahçe Stadyumu, Kurbağalıdere'nin Kalamış Koyu'na döküldüğü yerin hemen doğu yakasındaki alan üzerinde kuruludur. Fenerbahçe'nin maçlarını oynadığı 50.509 seyirci kapasiteli stadyum. Türkiye'nin en büyük 4. stadyumudur. 1999 ile 2006 yılları arasında parça parça yıkılıp yenilenerek bugünkü görünümünü kazanmıştır. 20 Mayıs 2009 tarihinde Shakhtar Donetsk ile SV Werder Bremen takımları arasında oynanan 2009 UEFA Kupası finaline evsahipliği yapmıştır. Diğer başlıca spor tesisleri Fenerbahçe Burnu'ndaki İstanbul Yelken Kulübü, Galatasaray Yelken Kulübü, Fenerbahçe Faruk Ilgaz Tesisleri, Kalamış Yelken Kulübü ile Kadıköy'ün merkezinde yer alan Caferağa Spor Salonu'dur. Kadıköy ilçesindeki en önemli dinlenme alanları Kalamış, Göztepe, Sahil (Feneryolu-Bostancı) ve Mazharbey'deki parklarıdır. Kardeş şehirler. Kadıköy'ün kardeş şehirleri;
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10042", "len_data": 25684, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.72 }
Serpil Örümcer (d. 8 Aralık 1952), Türk oyuncu ve şarkıcı. Hayatı ve kariyeri. Örümcer, bir dönemin ünlü pop sanatçısı Berkant "(Bay Samanyolu)" ile evlenmiştir. Beşiktaş'ta bir çay bahçesinde başlayan aşkları nikâh masasında sonlanmıştır. Bu arada, Berkant'ın çalıştığı gece kulübünde sahne almaya başlayan Örümcer, zaman içerisinde şöhret olmuştur. Aşkları sadece 1 yıl sürmüş ve Örümcer, kızı Fulya'ya hamileyken, eşi Berkant'tan, çok içki içtiği gerekçesiyle ayrılmıştır. Serpil Örümcer daha sonra müziğe başlamış ve 5 albüm ve 7 tane 45'lik çıkartmıştır. Örümcer, daha sonra, 4 eşi daha bulunan Batmanlı iş insanı Hasan Ölük'le evlenmiştir. İzmir Fuarı'nda 1969'da en büyük parayı alan sanatçıdır. 1990'larda cilt kanserine yakalanan ve büyük maddi sıkıntılar içinde olan Örümcer, yaşam mücadelesi vermektedir. 2010 yılında kötü durumda olan evi Dekodizayn programı tarafından yenilenmiş ve iyi hale getirilmiştir. 2024 yılında faturalarını ödeyebilmek için koleksiyonunu sattığını söyledi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10046", "len_data": 995, "topic": "ENTERTAINMENT", "quality_score": 2.64 }
Cenevre (Fransızca: "Genève", Arpitanca: "Genèva", Almanca: "Genf", Romanşça: "Genevra"; İtalyanca: "Ginevra", dil devriminde "Jönev"), İsviçre'de Cenevre Gölü kıyısında yer alan, İsviçre'nin Zürih şehrinden sonra en yüksek nüfuslu ikinci şehridir. Fransızca konuşulan İsviçre bölgesi olan "Suisse Romande" bölgesinin en büyük şehridir. Aynı ada sahip Cenevre kantonu'nun başkentidir. Rhône Nehri'nin Cenevre Gölü'nden çıkışında konumlanmıştır. Belediye sınırları içinde şehir "(ville de Geneve)" (Mart 2013 tahmini itibarıyla) nüfusu 194,245 kişi olup Belediye'yi de içine alan Cenevre Kantonu "(République et Canton de Genève)" içinde nüfus 472,530 İsviçreli ikametgâhlı kişidir. 2011 yılı tahminlerine göre ise şehir merkezine <30 dakikalık yolu içine alan alanda (bir kısmı Fransa sınırları içinde) "(agglomération franco-valdo-genevoise (Grand Genève)" da oturan İsviçre ikametgâhlı nüfus 915,000 kişidir. Şehre çalışmaya gelenler bölgesinin İsviçre sınırları içinde kalan kısmi yani "(Métropole lémanique" bölgesinde ikamet eden nüfusun 1,5 milyon kişiyi aştığı tahmin edilmektedir. Bu bölge Cenevre Gölü sahillerinde doğuya doğru olan Vevey ve Montreux kentlerini ve kuzey-batıya Yverdon-les-Bains kentine doğru Vaud kantonu içinde <60 dakikalık yolculuk yapanları içine almaktadır. Cenevre bir "küresel şehir" niteliği arz etmektedir ve İsviçre'nin en kozmopolit şehri olan Cenevre'de halkın %44.3'unu yabancılar oluşturmaktadır. Şehir bir küresel finansal merkezdir. Cenevre CERN yüksek enerji fiziği laboratuvarına, Birleşmiş Milletler'in Avrupa'daki merkezine ve bu kuruluşun birçok alt kuruluşuna ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nin merkezi buradadır. Cenevre dünyada bulunan diğer uluslararası kurumların epey çoğuna merkezlik yapmaktadır. Harp sahalarında asker olmayanlara karşı ve harp esirlerine karşı yapılacak muamele ve tutumları ele alan "Cenevre Konvansiyonları" bu şehirde imzalanmıştır. 2008 yılında yapılan araştırmalara dayanan "Küresel Finansal Merkezleri Endeksi"nin finansal merkezler rekabeti ölçümlerinde Cenevre Avrupa'da Londra ve Zürih'ten sonra 3. sırayı ve uluslararası olarak 9. sırayı aldığı açıklanmıştır. 2009'da yapılan anketlere dayanan çalışmaya göre hesaplanan "yaşama kalitesi" endeksi Cenevre'nin Viyana ve Zürih'ten sonra üçüncü sırada olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan "Mercer Araştırma Şirketi" tarafından yapılan anket araştırmalarına göre yabancı tebaalı uluslararası memur ve menajer çalışanlar için dünyada en pahalı şehirler arasında Cenevre 2009'da 4. ve 2011'de 5. sırada gelmektedir. Ayrıca ünlü Cenevre otomobil fuarına ev sahipliği yapmaktadır. Saatçilik gelişmiştir. Şehir, zengin sosyetenin de uğrak yerlerindendir. Tarihçe. Cenevre hakkında ilk yazılı belge bu yerleşkenin Roma İmparatorluğu tarafından sınırlarını Galler ırkından olan Helvetii kabilesine karşı korumak için sınır kalesi olarak kurulması hakkındadır. Romalılar bu yerleşkeyi MÖ 120'de ellerine geçirmişlerdi. 443'te güneye inen Germen kavimlerden olan Burgundililer bu Roma kalesini ellerine geçirdiler ve 534'te ise bu kale Franklar eline geçti. 888'de bu yerleşke yeni kurulan Burgundi Krallığı'nın bir parçası oldu. 1033'te Alman Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu tarafından fethedildi. 1154'ten itibaren Cenevre Piskoposları Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu prensi olarak bu şehri yönettiler. Sonra şehir koruyucusu olarak Cenevre Kontları ve daha sonra Savoya kontları kabul edildi. Bunlar şehrin gerçek yönetici olan Cenevre Piskoposu'nun en ufak hatası olursa şehir yönetime el koymayı huy edindiler. 1290'da Savoya Kontları şehri idare eden kilise hiyerarşisi içinde seçtikleri bir kişiye "vice dominu" adı ile yardımcı şehir yöneticilik yapma imtiyazını kazandılar. 1290'da Savoya Kontu olan Chambéry'li François de Candie kendisine ve kendini irsen takip edecekler için "Cenevre Vidamesi" unvanı aldı. Vidame'ler şehir idaresinde imtiyazlı rol oynadılar. 1387'de Cenevre Piskoposu Adhemar Fabry Cenevre şehrine yönetimde özgürlük bağışlayan bir büyük berat verdi ve bu özgür şehir beratı kendisinden sonra gelen piskoposlar tarafından da yenilenmesi beklenmekteydi. 1394'te son Cenevre Kontu direkt varis bırakmadan öldü. Bu kontluk toprakları Savoya Sülalesi eline geçti. Savoya Kontları 1416'dan sonra Savoya Dükü oldular. Cenevre şehri yönetimini ellerinden bırakmamak için çok kere ailelerinden birini Cenevre Piskoposu olarak tayin edip şehri idareye devam ettiler. Bağımsız bir şehir olmayı tercih eden Cenevre halkı 1418'da bağımsız Bern ve bağımsız Fribourg şehirleri ile birlikte bir İsviçre Federasyonu ("Eidgenossenschaft") kurdular. Protestan Reformasyon döneminde Bern şehri yeni Protestan mezhebini tercih edip bu mezhebi yaymak isteyen reformcu papazlar olan Guillaume Farel ve Antoine Froment'e şehirlerinde destek sağladılar. Cenevre'de düşünür, papaz John Calvin daha sıkı disiplinli bir Protestan mezhebi olarak Kalvinist mezhebini Cenvre'den yaymaya başladı. 1536'dan 1564'te ölmesine kadar John Calvin Cenevre şehrini çok sıkı Protestan olarak resmen idare etti. Fakat Fribourg şehri Katolik olmayı tercih etti ve 1511'de Cenevre ile olan birlik anlaşmasından ayrıldı. 19. yüzyıl başında Napolyon harplerinden sonra barışı ortaya çıkartmak için toplanan 1814-1815 Viyana Kongresi Cenevre Kantonu'na 15 tane eskiden Savoya Kontluğuna bağlı ve 5 tane Fransa'ya bağlı olan Katolik köy/mahalle (parish) verildi. Böylece koyu Protestan olan Cenevre kantonuna 16.000 kadar Katolik katıldı. Aynı zamanda İsviçre kantonaları birleştirilip İsviçre Konfederasyonu kuruldu. İsviçre Konfederasyonu içindeki Roma Katolik mezhebi mensuplarının dini özgürlükleri korundu ve Konfederasyon'un Katoliklerin dinlerine herhangi bir değişme yapabilmesi için Roma'daki Papalık'dan izin alınması ve bu izin verilmezse değişmenin yapılmaması şartı konuldu. Sonra Papa VIII. Pius Cenevre'deki Katolik kilisesi hiyerarşisini değiştirdi. Cenevre ve Lozan İsviçre şehirleri için bir yeni piskoposluk kuruldu. Eskiden Cenevre piskoposluğuna dahil olan ama Fransa'da kalan Katolikler Annecy piskoposluğuna bağlandı. Cenevre şehrinde Protestanlar ve eski Katolikler kiliselerini idame ettirmek için şehrin topladığı yıllık vergilerden bir kısmını sübvansiyon olarak almaktaydılar. Fakat Roma Katoliklerine kiliseleri için Cenevre şehri hiç sübvansiyon vermemekteydi. Halktan daha liberal olanlar devlet yönetimi ile din yönetiminin birbirinden ayrılmasını prensip olarak istemekteydiler. 1907'de bunlar ve bunlara katılan Cenevre şehri Katolikleri bir referandum yapılmasını ve bu referandumda çoğunluğu sağladılar. 30 Haziran 1907'den itibaren Cenevre şehrinde de kilise ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Coğrafya. Cenevre şehri konumunun koordinatları 46°12' Kuzey, 6°09' Doğu olup şehir Cenevre Golü'nün güneybatısında Rhone Nehri'nin bu golden çıkışında konumlanmıştır. Alpler ve Jura Dağları sıradağları ile çevrilidir. Cenevre şehrinin belediye sınırları içindeki yüzölçümü 15.86 km olup başkenti olduğu Cenevre Kantonu yüzölçümü 282 km'dir. Cenevre şehrinin rakımı deniz yüzeyinden 373.6 m'dir. İsviçre'de rakım tespit edilirken referans noktası olarak Cenevre Golü üzerinden bulunan "Pierres du Niton" adı verilen iki büyük kayadan büyüğü kullanılmaktadır ve Cenevre'nin rakımı referans noktası olan bu kayalardan büyüğünün rakımıdır. Cenevre'deki ikinci önemli akarsu Cenevre şehir merkezinin hemen batısında Rhone Nehri'ne katılan Arve Nehri'dir. Cenevre iklimi tipik kara iklimidir. Kışlar soğuk ve genellikle biraz bulutlu geçer. Kış mevsiminde ısı bazen birkaç gün 0 °C üstüne çıkmadığı ve donun devam ettiği dönemler görülebilir. Kışın birkaç gün çok şiddetli soğuk yapıp ısı derecesi -10 °C olabilmektedir. Kış aylarından, eğer antisiklon şartları istikrarla devam etmekteyse, hava birkaç gün devamlı bulutlu kalabilir. Mart ayından itibaren şiş devamlı artamaya başlar. Mayıs sonlarında işi sıcak yaz havasına dönüşür. Fakat bu dönemde yağışlarda giderek artırmaya başlar ve Mayıs ayı içinde çok kere yağmurlu fırtınalar ortaya çıkar. Bu fırtınalı yağış fazla uzun sürmez ama şiddetli fırtına birkaç dakika içinde birkaç santimetre yağış ortaya çıkartabilir. Yazlar çok kere sıcak ve nispeten nemli geçer. Fakat değişik yıllarda yaz havası değişik olabilir. Yazları sabahları güneş etrafı ısıtmadan soğuk hissedilebilir. Yaz döneminde yağışlar daha sık olurlar ama yağan yağmur nispeten çok şiddetli olur. Bu mevsimde yıldırım ve gök gürültülü yağmurlar ve hatta dolu yağışı muhtemeldir. Eylül başında hava sıcak olabilir ama hava devamlı olarak soğumaya başlamıştır. Kasım ayı gerçekten soğuk geçer. Bu aylarda geç gece ve sabah erkenden don yapmaya başlar. Sonbahara ayları şişli geçer ve Ekim ayı yılın en şişli ayıdır., Ekim sisleri çok köyü olup şehir dışında kırsal arazilerde şişli havada görüş sınırı 100 m'den aşağıda kalır. Demografi. Belediye sınırları içinde Cenevre şehrinin nüfus gelişmesini gösteren grafik: Ulusal öneme haiz şehir mirasları. İsviçre otoritelerinin hazırladığı listeye göre Cenevre şehrinde 82 bina, özel olarak ulusal öneme haiz şehir mirası envanterine uygun olarak kabul edilmiştir. Cenevre eski şehrinin tümü bu listeye girmiştir. Ekonomi. Cenevre'nin ekonomisi büyük ölçüde hizmet odaklıdır ve kantonun geri kalanıyla yakından bağlantılıdır. Şehir, finans merkezlerinde dünya liderlerinden biridir. Finans sektörüne üç ana sektör hakimdir: emtia ticareti; ticaret finansmanı ve varlık yönetimi. Dünyanın serbest ticareti yapılan petrol, şeker, tahıl ve yağlı tohumların yaklaşık üçte biri Cenevre'de alınıp satılır. Dünya pamuğunun yaklaşık %22'si Cenevre Gölü bölgesinde işlem görür. Kantonda ticareti yapılan diğer önemli emtialar arasında çelik, elektrik veya kahve vardır. Bunge Limited, Cargill, Vitol, Gunvor, BNP Paribas, Trafigura veya Mercuria Energy Group ayrıca dünyanın en büyük nakliye şirketi Mediterranean Shipping Company gibi büyük ticaret şirketlerinin bölgesel veya küresel merkezleri kantonda bulunur. Emtia ticareti Banque cantonale de Genève(BCGE), BCP, BNP Paribas, Banque cantonale vaudoise (BCV), Crédit Agricole, Credit Suisse, ING, Société Générale ve UBS, gibi tümü bu iş için bölgede merkezleri olan büyük bankalarla güçlü bir ticaret finansmanı sektörü tarafından sürdürülür. Bir finans merkezi olarak Cenevre. Cenevre Şehir Cumhuriyeti, 1850'ye kadar kendi paralarını bastı. Belli bir süre, Fransa'da uzun süredir yaygın olduğu gibi, bunlar meteliğe (Sou) bölündü ve ardından frangı basıldı. Endüstri. Rolex (genel merkez), Omega, Patek Philippe, Vacheron Constantin, Frédérique Constant veya Baume & Mercier gibi lüks saat üreticilerinin evi olarak Cenevre, dünyanın en önemli saatçilik şehirlerinden biridir. Cenevre damgası (Poinçon de Genève) ve Cenevre kesimleri (Côtes de Genève, Filets) gibi yerel zanaatların sunduğu kalite özellikleri iyi bilinmektedir. Ayrıca, Procter & Gamble ve Polo Ralph Lauren gibi çok sayıda çok uluslu şirketin (Avrupa) genel merkezleri Cenevre'dedir. 28.000'den fazla kişi doğrudan Cenevre merkezli 30 uluslararası kuruluş ve 172 akredite görev için çalışır; kantonun ekonomik çıktısına katkısı yüzde 9,2'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10049", "len_data": 11142, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.37 }
Reykjavik, İzlanda'nın başkenti. Yeryüzünde kutup bölgesine en yakın başkenttir. Önemli bir balıkçılık bölgesidir. İzlanda nüfusunun yarısı bu şehirde yaşar. Coğrafya. Reykjavik, İzlanda'nın güney batısında Faxaflöî körfezi sahilinde yer alır. Reykjavik sahil alanı, yarım adalar, koylar, boğazlar ve adalar ile karakterize edilir. Buzul çağı süresinde (10.000 yıl öncesine kadar) şehir alanını büyük bir buzul kaplıyordu. Şehrin diğer kısımları deniz suyu ile çevriliydi. İklim. Reykjavik kuzeydeki konumuna rağmen New York seviyesinde kış sıcaklıklarına ev sahipliği yapar. Gulf Stream'in sıcak su akıntısından dolayı İzlanda kıyı iklimi ılımanlaşır. En soğuk aylar olan aralık ve ocakta ortalama sıcaklık sırasıyla -0,2 ve -0,6; en sıcak aylar olan temmuz ve ağustosta ortalama sıcaklıklar sırasıyla 10,6 ve 10,3 derecedir. Rusya'nın Arhangelsk limanı ile aynı enlem üzerinde olmasına rağmen birçok aylar buzla kapanan Arhangelsk'in yanında Reykjavik limanına yılın her ayı gemiler girebilir. Reykjavik'te yıl içinde 148 günlük yağmur ortalaması vardır. Demografi. Reykjavik'in toplam nüfusu 2023 yılı verilerine göre 139.875'dir. Reykjavik bölgesinde altı belediye daha bulunur; bunların 2007 nüfusları aşağıdaki gibidir: Ekonomi. Borgartún caddesi İzlanda'nın geçirdiği ekonomik krize dek ülkenin finans sektörünün merkeziydi. 2000'li yıllarda patlama yapan sektöre ev sahipliği yapan caddede çok sayıda ofis inşa edildi. Aşağıdaki firmaların merkezleri Reykjavik'te bulunur: Altyapı. Reykjavik'teki evlerin %89'u sadece jeotermal enerjiyle, %9'u kısmen jeotermal enerji veya su gücü dahil olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarından ısıtılır. Yenilenebilir olmayan enerji kaynakları sadece evlerin %1'inde kullanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10051", "len_data": 1727, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.54 }
Oslo (1624 - 1878 arasında Christiania, 1878 - 1924 arasında Kristiania), Norveç'in başkenti ve en büyük şehridir. Oslo aynı zamanda şehrin bulunduğu eyaletin adıdır. Kopenhag ve Stockholm'ün ardından İskandinavya'nın dördüncü büyük şehridir. Dünyanın en pahalı şehirleri arasındadır. 673.469 nüfusa sahip şehrin yüzölçümü 454 km²'dir. Tarih. Oslo, Norveç destanlarına göre, 1049'da Harald Hardråde (III. Harald) tarafından açık denizden 120 km içeride Oslo fiyordu'nun en iç noktasında kurulmuş ise de taş devrinden beri kullanılan bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Son dönemlerdeki arkeolojik çalışmalar, Lo deresinin denize karıştığı yerde (Oslo ismi bir teoriye göre "Lo deresi ağzı", daha çok kabul gören başka bir teoriye göre de sırtını dayadığı Ekeberg adlı "tepenin yamacı" anlamındaki sözcüklerden oluşmuş) 1000 yılı öncesine ait Hristiyan gömüleri ortaya çıkarıldığından, 2000 senesinde Oslo'nun kuruluşunun 1000. yılı şerefine kutlamalar yapılmıştır. Oslo, kentte kalıcı olarak ikâmet eden ilk kral olan Håkon V'in (1299-1319) hanedanlığı itibarıyla başkent olarak kabul edilmişti. Håkon V bu dönemde, günümüzde de Oslo limanında yer alan ünlü Akershus Kalesi'nin yapımını başlatmıştı. Bundan bir yüzyıl kadar sonra Norveç, Danimarka ile olan birliğinde kuvvetten düşünce kralların ikametgâhı da Kopenhag'a kaydı. Böylece önemini yitiren Oslo, uzunca bir süre sıradan bir idari yönetim birimi duruma indirgendi. Oslo, tarih boyunca yangınlarda büyük zarar görmüş bir kenttir. 1567'de İsveç ordusu işgali, 1611'de 13. ve 1624'te 14. büyük yangın felaketinin ardından, o dönemdeki Danimarka ve Norveç kralı Christian IV, 1624'te Akershus kalesi yanındaki koyda yani 2 km daha batıda kentin tümünün yanmaz duvarlarla ve şehir sınırlarının rönesans usulü dışı çukurlu, üzeri top bataryalı burçlarla çevrili duvarlar ile yeniden kurulmasını emretmiş ve kente Christiania adını vermişti. Kentin 1624 yılı sonrasında inşa edilen kısmı kaleden cadde boyu top atışına uygun dik kesişen caddeleri yüzünden "Kvadraturen" olarak adlandırıldı. Christiania böylece, ticaret için daha güvenli, askeri ve idari kurumlar için (garnizon, meclis, saray, darphane, mahkeme) daha uygun konumu ile daha önce elinden kaçırdığı önemi yeniden kazanmış ve Norveç'te önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir. 1814 yılında Danimarka ile kurulan birliğin sonuna gelindiğinde, kent bir kez daha gerçek bir başkent olacaktı. Kentteki Kraliyet Sarayı (1825-1848), Stortinget (Parlamento binası) (1861-1866), Oslo Üniversitesi, Ulusal Tiyatro, Oslo Borsası gibi göze çarpan önemli binaların çoğu bu dönemde inşa edildi. Ayrıca, Christiana bu dönem boyunca Henrik Ibsen ve Knut Hamsun gibi yazarlara da ev sahipliği yapıyordu. Kent, Norveç'in diğer bir önemli kenti olan Bergen karşısında da güçlenince, Norveç'in en popüler kenti haline gelmişti. 1878'de yeni bir isim değişikliği ile Kristiania olarak adlandırılan kent, bugünkü adı olan Oslo ismini 1925 yılında yani 300 yıl sonra yeniden aldı. İklim. Ülke Kuzeyde yer almasına rağmen nemli ve oldukça ılık olan okyanussal iklim hüküm sürer. Atlas okyanusundan batı rüzgarları ile gelen Körfez Akıntısı sıcak su akıntısı kıyı kesimlerde kışın sıcaklığın düşmesini engeller. Nitekim Bergen de ocak ayı ortalarında sıcaklık 5 C üzerindedir. Buna karşılık iç kısımlarda yer alan Oslo -5 C yakındır. Kışları ülkenin genelinde karlı bir hava hüküm sürmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10052", "len_data": 3406, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.66 }
Kopenhag (), Danimarka'nın başkenti ve en yüksek nüfuslu şehridir. 1 Ocak 2022 itibarıyla şehrin nüfusu 805.420'dir. Kopenhag, Zelanda adasının doğu kıyısında yer almaktadır; şehrin diğer kısmı Amager'de yer alır ve Øresund boğazı ile İsveç'in Malmö kentinden ayrılır. Öresund Köprüsü, iki şehri demiryolu ve karayolu ile birbirine bağlamaktadır. Aslen 10. yüzyılda, günümüzün Gammel Strand'ın (Türkçe: "Eski plaj") yakınında bir Viking balıkçı köyü olan kurulmuş olan Kopenhag, 15. yüzyılın başlarında Danimarka'nın başkenti oldu. 17. yüzyıldan başlayarak, devlet kurumları, savunmaları ve silahlı kuvvetlerinin bu şehre taşınmasıyla Kopenhag'ın bölgesel gücünü pekiştirdi. Rönesans döneminde şehir günümüzün İsveç ve Norveç'i de kapsayan Kalmar Birliği'nin fiili başkenti olarak hizmet etti. Şehir, 15. yüzyıldan başlayarak ve İsveç'in birlikten ayrıldığı 16. yüzyılın başına kadar 120 yıldan uzun bir süre Kalmar Birliği'nin başkenti olarak İskandinavya'nın kültürel ve ekonomik merkezi olarak gelişti. 18. yüzyıldaki veba salgınlarından sonra bir duraklama döneminden sonra şehir yeniden bir gelişme sürecinden geçti. Bu dönemde günümüzün prestijli Frederiksstaden semti inşa edildi ve Kraliyet Tiyatrosu ve Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi gibi kültür kurumları kuruldu. 19. yüzyılın başlarında Danimarka Altın Çağı sırasında yeniden yapılanan Kopenhag mimarisi Neoklasik bir görünüm kazandırdı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise devletin Parmak Planı () ile şehir merkezinden ülkenin diğer yerlerine uzanan beş kentsel demiryolu güzergahı boyunca konut ve işyerlerinin gelişimini teşvik edildi. 21. yüzyılın başından bu yana Kopenhag, kurumlarına ve altyapısına yapılan yatırımla kolaylaştırılan güçlü bir kentsel ve kültürel gelişme gördü. Şehir, günümüzde Danimarka'nın kültürel, ekonomik ve hükûmet merkezidir. Kuzey Avrupa'nın en önemli finans merkezlerinden biri olan Kopenhag Borsası'na ev sahipliği yapan şehir özellikle bilgi teknolojisi, ilaç sanayiindeki girişimler yoluyla hizmet sektöründe hızlı gelişmeler yaşadı. Øresund Köprüsü'nün tamamlanmasından bu yana Kopenhag, İsveç'in Scania eyaleti ve Øresund Bölgesini oluşturan en büyük şehri Malmö ile giderek daha fazla entegre hale geldi. Kopenhag'ın Tivoli Bahçeleri, Küçük Deniz Kızı heykeli, Amalienborg ve Christiansborg sarayları, Rosenborg Kalesi Bahçeleri, Frederik Kilisesi ve birçok müze, restoran ve gece kulübü gibi simge yapıları önemli turistik yerlerdir. Şehir aynı zamanda Kopenhag Üniversitesi, Danimarka Teknik Üniversitesi, Kopenhag İşletme Okulu ve Kopenhag BT Üniversitesi'ne ev sahipliği yapmaktadır. 1479'da kurulan Kopenhag Üniversitesi, Danimarka'daki en eski üniversitedir. Kopenhag, FC København. Her yıl düzenlenen Kopenhag Maratonu 1980'de kurulmuştur. Kopenhag, dünyanın en bisiklet dostu şehirlerinden biridir. 2002 yılında başlatılan Kopenhag metrosu, Kopenhag'ın merkezine hizmet vermektedir. Ek olarak, Kopenhag S-treni, Lokaltog (özel demiryolu) ve Sahil Hattı ağı, Kopenhag'ın merkezini uzaktaki ilçelere hizmet etmekte ve bağlamaktadır. Ayda yaklaşık iki milyon yolcuya hizmet veren Kastrup Kopenhag Havalimanı İskandinav ülkelerindeki en yoğun havalimanıdır. "København" Dancada "ticaret limanı" veya "tüccar limanı" anlamındadır. Koben tüccar ve "havn" Dancada "liman" demektir. Şehir merkezinin ana yolu, City Hall Square'dan Kongens Nytorv'ya akan yaya caddesi olan Strøget'tır. Şehir merkezi; Sortedam Gölü, Peblinge Gölü ve Skt Jørgens Gölü'nü içeren alandır ve hem şehrin orta kısımlarını hem de Christianshavn'ı içine alır. Burası ayrıca Copenhagen K. olarak da bilinir. Etimoloji. Kopenhag'ın adı limanı ve ticaret yeri olmasını yansıtmaktadır. Danimarkalıların geldiği Eski İskandinav dilinde orijinal ismi modern İzlandaca'da korunan "Kaupmannahǫfn" [ˈkaupmanːahɒvn] idi () ve "tüccar limanı" anlamına geliyordu. Şehrin Türkçe ismi, Aşağı Almanca adı olan Kopenhag'dan uyarlanmıştır. , , , , ve kelimelerinin hepsi nihayetinde "esnaf" anlamına gelen kelimesinden gelir. Kopenhag'ın İsveççe adı olan Köpenhamn da "tüccar limanı"nın doğrudan çevrilmiş halidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10053", "len_data": 4075, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.48 }
Bratislava ( ; ; ; ), Slovakya'nın başkenti ve en büyük şehridir. Resmî rakamlara göre şehrin nüfusu 475.000 civarındadır; ancak 660.000'den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bratislava, Slovakya'nın güneybatısında, Küçük Karpatlar'ın eteklerinde, Tuna Nehri'nin her iki kıyısında ve Morava Nehri'nin sol kıyısında yer almaktadır. Avusturya ve Macaristan ile sınır komşusu olan şehir, iki egemen devlete sınırı olan tek ulusal başkenttir. Şehrin tarihinde Avusturyalılar, Bulgarlar, Hırvatlar, Çekler, Almanlar, Macarlar, Yahudiler ve Slovaklar da dâhil olmak üzere birçok milletten ve dinden insanın etkisi vardır. 1563'ten 1783'e kadar Macaristan Krallığı'nın taç giyme yeri, yasama merkezi ve başkentiydi; on bir Macar kralı ve sekiz kraliçe, Aziz Martin Katedrali'nde taç giydi. Macar parlamentolarının çoğu 17. yüzyıldan Macar Reformu dönemine kadar burada toplandı ve şehir birçok Macar, Alman ve Slovak tarihi şahsiyete ev sahipliği yaptı. Günümüzde Bratislava, Slovakya'nın siyasi, kültürel ve ekonomik merkezidir. Slovakya cumhurbaşkanının, parlamentosunun ve Slovak Yürütme Kurulunun merkezidir. Birçok üniversitenin yanı sıra çok sayıda müze, tiyatro, galeri ve diğer kültür ve eğitim kurumlarına sahiptir. Slovakya'nın büyük işletmelerinin ve finans kuruluşlarının birçoğunun merkezi buradadır. Satın alma gücü paritesine göre GSYİH, diğer Slovak bölgelerinden yaklaşık üç kat daha yüksektir. Bratislava'ya her yıl çoğunluğu Çek Cumhuriyeti, Almanya ve Avusturya'dan olmak üzere yaklaşık bir milyon turist gelmektedir. Etimoloji. Şehir, bugünkü adını 16 Mart 1919'da aldı. O zamana kadar İngilizcede çoğunlukla "Pressburg" (Almanca adı Preßburg'dan) olarak biliniyordu, çünkü 1526'dan sonra çoğunlukla Habsburg monarşisinin hakimiyetindeydi ve şehir önemli bir etnik Alman nüfusa sahipti. Bu terim, 1919 öncesi Slovakça (Prešporok) ve Çekçe (Prešpurk) isimlerin türetildiği terimdir. Dilbilimci Ján Stanislav, şehrin Macarca adı olan Pozsony'nin, muhtemelen 950'den önce kalenin sahibi olan bir prensin Božan soyadına atfedildiğine inanıyordu. Latince isim de aynı soyadına dayansa da, sözlükbilimci Milan Majtán'ın araştırmasına göre Macarca versiyon, prensin yaşamış olabileceği döneme ait hiçbir resmi kayıtta bulunmamaktadır. Ancak her üç versiyon da Slovakça, Çekçe ve Almancada bulunanlarla ilişkilidir: Vratislaburgum (905), Braslavespurch ve Preslavasburc (her ikisi de 907). Orta Çağ yerleşimi Brezalauspurc (kelime anlamıyla Braslav'ın kalesi), bazen Bratislava'ya atfedilir, ancak Brezalauspurc'un gerçek konumu akademik tartışma altındadır. Şehrin modern adı, Pavol Jozef Šafárik'in Orta Çağ kaynaklarını analiz ederken Braslav'ı Bratislav olarak yanlış yorumlamasına ve daha sonra Bratislav olacak olan Břetislaw terimini icat etmesine atfedilir. 1918-1919 devrimi sırasında, ulusal kendi kaderini tayin hakkını desteklediği için Amerikalı Slovaklar tarafından 'Wilsonov' veya 'Wilsonstadt' (ABD Başkanı Woodrow Wilson'dan sonra) ismi önerildi. Sadece bazı Slovak vatanseverler tarafından kullanılan Bratislava ismi, Slavca bir ismin şehrin Çekoslovakya'nın bir parçası olması yönündeki talepleri destekleyebileceği düşüncesiyle Mart 1919'da resmiyet kazandı. Tarihi. Bölgede bilinen ilk kalıcı yerleşim, Neolitik çağda M.Ö. 5000 civarında Lineer Çanak Çömlek Kültürü ile başladı. M.Ö. 200 yıllarında Kelt Boii kabilesi, oppidum olarak bilinen müstahkem bir kasaba olan ilk önemli yerleşimi kurdular. Ayrıca bir darphane kurarak "biatecs" olarak bilinen altın ve gümüş sikkeler ürettiler. Bölge M.S. 1. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar Roma etkisi altında kaldı ve bir sınır savunma sistemi olan Donaulimes'in bir parçası haline getirildi. Romalılar bölgeye üzüm yetiştiriciliğini getirdi ve günümüze kadar gelen bir şarapçılık geleneği başlattı. Slavlar, 5. ve 6. yüzyıllar arasında Kavimler Göçü sırasında Doğu'dan geldiler. Avarların saldırılarına bir yanıt olarak yerel Slav kabileleri ayaklandı ve bilinen ilk Slav siyasi varlığı olan Samo İmparatorluğu'nu (623-658) kurdular. 9. yüzyılda Bratislava ve Devín kaleleri, Slav devletlerinin önemli merkezleriydi: Nitra Prensliği ve Büyük Moravya. Akademisyenler, dilbilimsel argümanlara dayanarak ve ikna edici arkeolojik kanıtların yokluğu nedeniyle Büyük Moravya'da inşa edilen iki kalenin kale olarak tanımlanmasını tartışmaktadır. "Brezalauspurc" adlı bir yerleşime yapılan ilk yazılı atıf 907 yılına aittir ve bir Bavyera ordusunun Macarlar tarafından yenilgiye uğratıldığı Pressburg Muharebesi ile ilgilidir. Bu savaş, kendi iç çöküşü ve Macarların saldırıları nedeniyle zaten zayıflamış olan Büyük Moravya'nın çöküşüyle bağlantılıdır. Savaşın tam yeri bilinmemektedir ve bazı yorumlara göre Balaton Gölü'nün batısında gerçekleşmiştir. 10. yüzyılda Pressburg bölgesi (daha sonra Pozsony ilçesi olacak olan bölge) Macaristan'ın (1000 yılından itibaren "Macaristan Krallığı" olarak anılmaktadır) bir parçası haline geldi. Krallığın sınırında önemli bir ekonomik ve idari merkez olarak gelişti. 1052 yılında Alman İmparatoru III. Heinrich, Macaristan Krallığı'na karşı beşinci seferine çıktı ve Pressburg'u kuşattı ancak Macarlar Tuna nehrindeki ikmal gemilerini batırdığı için başarılı olamadı. Bu stratejik konum, kentin sık sık saldırılara ve savaşlara sahne olmasına neden olurken, aynı zamanda kente ekonomik kalkınma ve yüksek siyasi statü de kazandırdı. Kardeş kentler. Bratislava'nın 17 tane kardeş kenti vardır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10055", "len_data": 5394, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.58 }
Baklagiller (Fabaceae), Fabales takımından çoğunu otsu bitkilerin oluşturduğu çalı ve ağaç türlerini de içeren büyük bir familya. 400 cins ve 10.000 dolayında tür içerir. Fasulye, bakla, nohut, soya, mercimek, bezelye gibi insan gıdası olarak kullanılan türler bu familyadandır. Baklagiller otsu bir yapıya sahip olabildikleri gibi odunsu bir yapıya da sahip olabilirler. Yalancı akasya, yabani keçiboynuzu, akasya, gülibrişim gibi türler odunsu yapıya sahiptir. Morfoloji. Yapraklar saplı, hemen hepsinde almaşık dizili; tüysü, elsi veya üç yapraklıdır. Çiçekler zigomorfik genellikle salkım durumlu, başakçık veya başlıdır. Periant (çiçek örtüsü) bir çanaktan oluşmuştur. Korallanın her biri 5 bölümlüdür. Familya üyelerinin hepsinde çiçekler 5 taç yapraklıdır. Taç yaprakların iki kenarında birer kanatçık bulunur. 10 Stamen (erkekorgan) ayrı ya da birleşik gruplar oluşturur. Pistil (dişi organ) basit, tek bir stigması (tepecik) vardır. Üst durumlu ovaryum bir gözlüdür. Meyve legümendir. Tohum sert kabuklu, genellikle böbrek şeklinde veya yuvarlak yapıya sahiptir. Kazık köklere sahiptirler. Ana kökün etrafında damarlanma gösteren ikinci kökler vardır. "Rhizobium" bakterileri tarafından havanın serbest azotunu bağlarlar. Baklagiller Mimosoidea, Papilionoidea ve Caesalpiniodeae olmak üzere 3 alt familyaya ayrılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10057", "len_data": 1324, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
Urticales, çiçekli bitkilere ait bir takımdır. Üyelerin çiçekleri küçük yapıda ve yoğun olarak dizilmiştir. Süt boruları ve lifler bulnudurular. Bundan dolayı sanayi ve tekstilde kullanılırlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10059", "len_data": 193, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.16 }
Morus aşağıdaki anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10062", "len_data": 36, "topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT", "quality_score": 2.02 }
Dut (Morus spp.), Asya kökenli olup, dünya genelinde geniş bir iklim yelpazesinde yetiştirilen meyvedir Dut olarak yaygın olarak bilinen Moraceae familyasındaki çiçekli bitki'lerin bir cinsi olan "Morus" çeşitli yaprak döken ağaç türlerinden oluşur ve dünyanın birçok ılıman bölgesinde yabani olarak yetişir ve ekimi yapılır. Genel olarak cinsin 64 alt taksonu vardır; bunlardan üçü iyi bilinmektedir ve görünüşte en iyi bilinen çeşidin meyve rengine göre adlandırılmıştır: beyaz, kırmızı ve karadut (sırasıyla "Beyaz dut", "Mor dut" ve "Kara dut"), çok sayıda çeşit ve bazı taksonlar halen kontrol edilmemiştir ve taksonomik incelemeyi beklemektedir. "Beyaz dut" Güney Asya 'ya özgüdür, ancak Avrupa, Güney Afrika, Güney Amerika ve Kuzey Amerika'da yaygın olarak bulunur. "Beyaz dut" yaprağı aynı zamanda ipek böceğinin en çok sevdiği yiyeceklerdendir. Beyaz dut, Brezilya ile Amerika Birleşik Devletleri'nde istilacı tür olarak kabul edilmektedir. Taksonomide 200'den fazla tür tanımlanmıştır. "Beyaz dut" adı, Avrupalı taksonomistler tarafından isimlendirilen ilk örneklerin beyaz meyveleri için ödüllendirilmiş kültürlü bir mutasyon olması, ancak yabani ağaçların diğer dutlar gibi siyah meyve vermesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Vatanı Çin'dir. 15 m'ye kadar boylanır. Gövde silindirik, dik ve kalın; kabuk çatlaklı ve gri-kahve renklidir. Yaprakları saplı, iki sıra üzerine dizilmiş, tabanı yuvarlak veya kalp şeklinde, üst yüzü koyu, alt yüzü ise daha açık yeşil renklidir. Kenarları dişlidir. Çiçekler, bir evcikli olup yaprakların koltuğunda ve saplı durumlar halinde bulunur. Yetiştirilmesi. Dutlar genellikle tohumdan, fideden veya çelikle yetiştirilir. Tohumdan yetiştirme yöntemi daha uzun sürede meyve vermesine rağmen (yaklaşık 10 yıla kadar), genetik çeşitliliği artırması açısından tercih edilir. Fide ya da çelikle yetiştirilen ağaçlar ise daha kısa sürede meyve vermekle kalmaz, aynı zamanda daha homojen ve sağlıklı bir büyüme gösterir. Dut ağaçlarının yetiştirilmesi sırasında iklim ve toprak koşulları büyük bir rol oynar. Kurak bölgeler için S-13 ve S-34 gibi kuraklığa dayanıklı çeşitler önerilir. Bu ağaçlar, yağmurla beslenen bölgelerde başarılı bir şekilde yetiştirilebilir. Plantasyonlar genellikle blok formasyonunda ve 1,8 x 1,8 metre veya 2,4 x 2,4 metre aralıklarla düzenlenir. Ağaçların ideal taç yüksekliği genellikle 1,5 ila 1,8 metre civarındadır. Monsoon mevsiminde, dut ağaçları budanarak genç sürgünler oluşturulur ve yaprak hasadı yapılır. Yapraklar, ipekböcekçiliği gibi tarımsal faaliyetlerde önemli bir rol oynar ve yılda üç ila dört kez toplanır. Dut ağaçları meyvelerinin yanı sıra odun ve yapraklarıyla da fayda sağlar. Sonbaharda budanan ağaçlardan elde edilen dallar, geleneksel el sanatlarında ve tarımsal ekipman yapımında kullanılır. Dut ağaçlarının odunu dayanıklıdır ve farklı uygulamalar için idealdir. Ancak, Kuzey Amerika'da bazı şehirler dut ağacı dikimini polen üretimi nedeniyle yasaklamıştır. Erkek dut ağaçları yoğun miktarda polen üretir ve bu, polen alerjisi ve astımı olan bireyler için sağlık riski oluşturabilir. Buna karşın, dişi dut ağaçları polen üretmez; aksine, havadaki poleni emer ve alerjik reaksiyonlara neden olmaz. Bu nedenle dişi ağaçlar, düşük alerji potansiyeli taşıdığından, bazı şehirlerde erkek ağaçlara tercih edilir. Aşı tekniğiyle, erkek dut ağaçları dişi ağaçlara dönüştürülebilir. Ancak, aşılanan erkek ağaçlardan yeni sürgünler çıktığında, bunların budanarak erkek özelliklerinin korunması engellenmelidir. Dut ağacı, hem tarım hem de çevre dostu projelerde kullanılan değerli bir bitkidir. Özellikle yaprakları, ipekböcekçiliği ve hayvancılık için önemli bir yem kaynağıdır. Ayrıca, toprak koşullarına adaptasyonu ve kuraklığa dayanıklılığı nedeniyle birçok bölgede tercih edilen bir türdür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10063", "len_data": 3781, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.4 }
Akçaağaç ya da Acer, genellikle akçaağaç olarak bilinen ağaçların ve çalı'ların bir cinsidir. Cins, Sapindaceae familyasına yerleştirilir. Çoğu Asya'ya özgü olan yaklaşık 132 tür vardır, ayrıca Avrupa, kuzey Afrika ve Kuzey Amerika'da bir miktar vardır. Yalnızca bir tür, "Acer laurinum", Güney Yarımküre'ye kadar uzanır. Türkiye'de Ova akçaağacı, Çınar yapraklı akçaağaç, Dağ akçaağacı, Beşparmak akçaağaç, Toros akçaağacı, Doğu akçaağacı, Tatar akçaağacı, Kayın gövdeli akçaağaç, Gürgen yapraklı akçaağaç gibi türler doğal olarak yetişir. Kırmızı akçaağaç, Japon akçaağacı, Şeker Akçaağacı ve Dişbudak yapraklı akçaağaç gibi türler park ve bahçelerde peyzaj amaçlı kullanılır. Cinsin tip türü, Avrupa'daki en yaygın akçaağaç türü olan "Acer pseudoplatanus", çınar yapraklı akçaağacıdır. Akçaağaçların genellikle kolayca tanınabilir avuç içi (ing:palmate) yaprakları ("Acer negundo" bir istisnadır) ve ayırt edici kanatlı meyve’leri vardır. Akçaağaçların en yakın akrabaları at kestanesi'dir. Akçaağaç şurubu bazı akçaağaç türlerinin özsuyundan yapılır. Fosil kaydı. "Akçaağaç" cinsinin bilinen en eski kesin temsilcisi fosil, Kuzey Amerika/Asya Ayrımları için tanımlandı Morfolojik özellikleri. Çoğunlukla kışın yaprağını döken ağaç ve ağaççık halinde odunsu bitkilerdir. Sürgünlerde karşılıklı olarak yer alan tomurcuklar ya kiremitvari dizilen pullar veya dışarıdan görülen iki pul ile örtülmüştür. Uzun saplı yapraklar basit, loplu veya tüysüdür. Yapraklar bazılarında sapından koparılınca süt çıkar. Çiçekler erdişi veya bir evciklidir. Kısa sürgünlerde dik duran veya aşağı sarkan salkım, mürekkep salkım vaziyetinde yer alırlar. Çanak ve taç yapraklar çoğunlukla 5 parçalıdır. Bazen taç yaprak hiç yoktur. Stamen 4-8 kadar fakat genellikle 8 tanedir. Ovaryum iki gözlüdür. Genellikle 2 ender olarak da 3 nuks (kanatlı meyve) gelişir. Bir tür hariç (şeker akçaağacı - "Acer saccharum") diğerlerinde çimlenme epigeiktir. Gövdelerinin genç yaşlarda düzgün pürüzsüz, sonraları derin çatlaklı levhalar halinde parçalanmış kabukları vardır. Birçoğu yaz sürgünü yapar. Sonbaharda yedek madde olarak nişasta depo ederler. Sürgünlerin uçlarında nişasta, tanen, şekerli madde salan türler vardır. Odun yapısı ve kullanımı. Kerestesi sarı ya da pembe beyaz renkli, parlak ve dağınık gözenekli olan akçaağaçların odunları genellikle ağır, beyaz ve serttir. Yarıldığı zaman basit geçitli dağınık iletim boruları, en fazla 4 sıra halinde uzanan parlak özışınları göze çarpar. Bazılarında öz odun koyu renkte ve belirgin, bazılarında ise farksızdır. Başta tornacılık olmak üzere değişik amaçlar için kullanılan odunlarından başka bazı türlerin besi suyundan özel şuruplar yapılmaktadır. Ekolojik istekleri. Işık ihtiyaçları yüksektir. Ancak yarıgölge şartlarında da yetişebilmektedirler. Genellikle iyi drene edilebilen, organik maddece zengin ve killi topraklarda iyi yetişir. Akçaağaçlar tohumla, çelik, kalem ve göz aşılarıyla çoğatılabilmektedir. Tohumla çoğaltmada ekimden önce tohumun tabi olacağı işlemler çok değişiktir. Yalnızca dişbudak yapraklı akçaağaç ("Acer negundo") türünün tohumunda herhangi bir çimlenme engeli yoktur. Her mevsimde ayrı bir renk alan yaprakları, bazılarının göz alıcı çiçek ve meyvelerinden dolayı park ve bahçelerde yetiştirilirler. Dağılımı. Akçaağaçlar dünyanın tropik bölgeleri dışında kalan birçok yerinde Asya, Avrupa, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika' da doğal yayılış gösteren çok sayıda türe sahiptir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10066", "len_data": 3437, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Vajina, memelilerde dişi genital sisteminin esnek ve kaslı kısmıdır. Vajina, insanlarda vulvadan servikse kadar uzanır. Dış vajinal açıklık normalde kısmen himen adı verilen bir zarla örtülüdür. Dip ucunda serviks (rahim boynu) vajinaya doğru çıkıntı yapar. Vajina cinsel ilişki ve doğumun gerçekleşmesini sağlar. Aylık âdet döngüsünün bir parçası olarak insanlarda ve insanlara yakın akraba olan primatlarda meydana gelen âdet kanamasını da (veya kısaca regl) yönlendirir. Vajina üzerine yapılan araştırmalar özellikle farklı hayvanlar için eksik olmakla birlikte, vajinanın konumu, yapısı ve boyutunun türler arasında farklılık gösterdiği belgelenmiştir. Dişi memelilerde genellikle idrar yolu için üretral açıklık ve genital yol için vajinal açıklık olmak üzere iki dış açıklık bulunur. Bu özellik hem idrar çıkarma hem de üreme için genellikle tek bir üretral açıklığa sahip olan erkek memelilerden farklıdır. Vajinal açıklık, yakınında bulunan üretral açıklıktan çok daha büyüktür ve her ikisi de insanlarda labia tarafından korunmaktadır. Amfibiler, kuşlar, sürüngenler ve tek deliklilerde kloak, gastrointestinal kanal, idrar yolu ve üreme yolu için tek dış açıklıktır. Cinsel ilişki veya diğer cinsel aktiviteler esnasında vajinaya daha yumuşak bir penetrasyon sağlamak için insan dişileri ve diğer dişi memelilerde cinsel uyarılma sırasında vajinadaki ıslaklık artar. Islaklıktaki bu artış, vajinal ıslanmayı sağlayarak sürtünmeyi azaltır. Vajina duvarlarının dokusu, cinsel ilişki sırasında penis için sürtünme ortamı yaratarak penisin boşalana kadar uyarılmasını ve döllenmenin gerçekleşmesini sağlar. Zevk ve bağlanmanın yanı sıra, kadınların başkalarıyla gerçekleştirdikleri cinsel davranışlar (bu davranışlar arasında heteroseksüel cinsellik veya lezbiyen cinselliği sayılabilir), tavsiye edilen güvenli seks uygulamalarıyla riskleri azaltılabilecek cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara neden olabilir. Vajina ve vulva, tarih boyunca toplumlarda olumsuz algılar, olumsuz konuşma biçimleri, kültürel tabular ve bu tabuların kadın cinselliği, maneviyat ya da yaşamın yenilenmesi gibi kavramlar için birer sembol olarak kullanılması gibi güçlü tepkiler uyandırmıştır. Halk arasında vajina kelimesi genellikle vulva ya da genel olarak kadın cinsel organları için kullanılan bir sözcüktür. Ancak sözlük ve anatomi tanımlarında "vajina" sadece içeride bulunan özel yapıya karşılık gelir ve bu anlam ayrımını anlamak, kadın cinsel organı hakkındaki bilgileri geliştirerek sağlık hizmeti iletişiminde fayda sağlayabilir. Etimoloji ve anlam. "Vajina" terimi Latince'den gelir ve "kılıf" veya "kın" anlamını taşır. Vajina sözcüğünün çoğulu Latincede "vaginae" veya "vaginas", Türkçede "vajinalardır". Vajina, hamilelik ve çocuk doğurma bağlamında "doğum kanalı" olarak da adlandırılabilir. Sözlük ve anatomi tanımlarında vajina sözcüğü sadece içeride bulunan özel yapıya karşılık gelse de, halk ağzında vulva yahut hem vajina hem de vulva için kullanılır. "Vulva" için vajina terimini kullanmak tıbbî veya hukukî karışıklıklara sebep olabilir. Örneğin bir kişinin söz konusu organın bulunduğu bölgeye ilişkin yorumu bir başkasından farklı olabilir. Vajina tıbbî olarak, himen (veya himenin kalıntıları) ile serviks arasındaki kanaldır ancak hukukî olarak vulvadan (labia arasından) başlar. Vajina teriminin yanlış kullanılmasının nedeni, kadın cinsel organlarının anatomisi üzerine erkek cinsel organları konusunda yapılan çalışmalardaki kadar düşünülmemesi ve bu durumun hem halk hem de sağlık uzmanları arasında doğru bir kelime dağarcığının yokluğuna yol açmasından dolayı olabilir. Bu nedenden ve kadın cinsel organının daha iyi anlaşılmasının kadın gelişimine ilişkin cinsel ve psikolojik zararlarla mücadeleye yardımcı olabileceğinden ötürü araştırmacılar vulva için doğru terimin kullanılmasını desteklemektedir. Yapı. Makroskobik anatomi. İnsan vajinası, vulvadan rahim ağzına uzanan elastik, kaslı bir kanaldır. Vajina açıklığı ürogenital üçgende bulunur. Ürogenital üçgen, perinenin ön kısmında bulunan üçgendir ve üretral açıklık ile üreme organının dışında bulunan kısımlarından oluşur. Vajinal kanal, önünde bulunan üretra ile arkasında bulunan rektum arasında olup, vücudun içerisinde yukarıya doğru uzanır. Vajinanın daha üst bölgesinde, rahim ağzı yaklaşık 90 derecelik bir açıyla vajinanın ön yüzeyinde içine doğru çıkıntı yapar. Vajinal ve üretral açıklıklar, labia tarafından korunurlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10067", "len_data": 4409, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.63 }
Açık tohumlular (Gymnospermae), çoğunlukla ağaç ya da ağaççık, seyrek de olsa çalı biçiminde olan bitkileri kapsayan taksonomik grup. Bütünüyle odunsu olan bu bitkiler, genellikle yapraklarının tamamını birden dökmediği için dört mevsim yeşil kalabilirler. Yaprakları çoğunlukla iğnemsidir. Bununla birlikte pulsu, yelpaze, şeritsi ya da tüysü tipte yapraklı olanları da vardır. Odun boruları ("ksilem") ve soymuk boruları ("floem") yapılarından oluşan vasküler sisteme sahiptirler. Odun yapıları gövdede bir daire üzerine dizilmiş açık koleteral iletim demetleri içerir. Bu nedenle de ikincil kalınlaşma gösterirler. Bir ya da iki evcikli bitkilerdir. Genel olarak erkek kozalaklar bir eksen üzerinde üst üste binmiş yapıda mikrosporofillerden oluşmuştur. Pul ya da kalkan biçiminde olan mikrosporofillerin karın kısmında çoğunlukla 2, bazen 4 polen kesesi (mikrosporangiyum) gelişir. Bu keselerde bulunan mikrospor ana hücresi, mayoz bölünme geçirerek mikrosporları, bunlar da polenleri verir. Açık tohumlularda polen üretimi oldukça fazla olup her bir erkek kozalak birkaç milyon polen üretebilir. Bazı üyelerinin polenlerinde, polenin rüzgarla uçmasını sağlayan 2-3 hava keseciği bulunabilir. Dişi kozalak genelde erkek kozalağa benzer. Bir eksen üzerinde sarmal dizilmiş makrosporofillerden oluşmuştur. Her bir makrosporofilin üst kısmında iki tohum taslağı bulunur. Tohum taslaklarında da makrosporangiyumlar yer alır. Bu gruptaki bitkilere "açık tohumlular" denilmesinin nedeni, tohumun bir yapıyla kapanmamış olarak açıkta bulunmasıdır. Tozlaşmaları genelde rüzgarla olur. Doğrudan doğruya mikrofil üzerine gelen polenler, polen odacığında çimlenirler ve polen tüpü oluşur. Bu sırada generatif hücrenin çekirdeği bölünerek iki sperma çekirdeği verir. Polen hortumuyla arkegonyumlar içine sokulan bu sperm çekirdekleri yumurta hücresini döller. Embriyonun etrafında tohum kabuğu ("testa") bulunur. Döllenmeden sonra tohum taslağı örtüsü genellikle odunsu bir yapı kazanır; ancak bazı gruplarda meyveyi andıran bir yapı da ortaya çıkabilir. Tohumların olgunlaşma süreleri 1-3 yıl arasındadır. Günümüzde 600 ile 1000 türle temsil edilmektedirler. <br> <br>
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10068", "len_data": 2173, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
Huş ("Betula"), huşgiller (Betulaceae) familyasının "Betula" cinsinden ağaç veya ağaççıklara verilen ad. Kabuğu Kuzey Avrasya ve Kuzey Amerika halklarınca kap kacak ya da kano yapımında kullanılır.80-140 yıl arası yaşarlar. Ekolojik gereksinimleri. Işık ihtiyaçları fazladır, huş bir güneş ağacıdır. Derin, iyi, süzek topraklarda iyi gelişme gösterirler. Kökleri fazla derine gitmez. Soğuk yerleri tercih ederler. Dağılımı. Kuzey Amerika'da, Asya, Avrupa ve Türkiye'de de doğal olarak bulunur. Altcins ve türler. Altcins "Betulenta". Dalların kabukları dışındakiler metil salisilat içerir. Dişi kedicikler dik durur. Altcins "Betulaster". Dalların kabukları dışındakiler metil salisilat içerir. Dişi kedicikler sarkıktır. Altcins "Neurobetula". Dalların kabukları dışındakiler metil salisilat içerir. Dişi kedicikler dik durur. Altcins "Betula". Dalların kabukları dışındakiler metil salisilat içerir. Dişi kedicikler sarkık. Altcins "Chamaebetula". Küçük yuvarlak yapraklı çalılardır. Dişi kedicikler sarkıktır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10073", "len_data": 1012, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 2.62 }
Gürgen ("Carpinus"), Betulaceae (huşgiller) familyasından "Carpinus" cinsini oluşturan girintili grimsi kabuklu gövdelere sahip ağaç ya da ağaççıklara verilen ad. Morfolojik özellikler. Ağaç veya bazen çalı formunda yaprak döken bitkilerdir. Kabuğu çatlaklı veya pürüzsüzdür. Kulakçıklar dökülür. Yapraklar almaşık dizilişli, kenarı düzensiz ve çift veya basit testere dişli ilerler. Erkek çiçek kümesi sarkık, başak-talkımlı, silindirik, kış aylarında tomurcuklarla çevrili, çok sayıda üst üste binen brakteler bulunur; braktesiz veya çiçek örtüsüz çiçekli; erkek organlar 3-12 adet, brakteler tabanında yerleştirilmiş; iplikçikler tepede çatallı; başçıklar 2 bölümlüdür, teka ayrık, ucu havlıdır. Dişi çiçek kümeleri uçta veya bodur sürgünlerin koltuğundan çıkar, salkımlı; çiçekler çiftli; brakteler yapraksı, düz, üst üste binmiş, tabanda 2 veya 3 lobludur. Fındıkçık damarlı, brakte lobları ile çevrili veya değildir. Ostrya-Carpinus farklılığı. "Ostrya" ile yakından ilişkili olan "Carpinus", pürüzsüz, gri, genellikle yivli gövdeleri ve her biri küçük üçgen bir fındıkçıktan oluşan kalabalık olmayan, yapraklı, 3 loblu brakte çiftlerinden oluşan salkımlı meyve durumlarıyla kolayca tanınır. Staminat (ama pistillat değil) kedicikler sonbaharda gelişir ve çiçeklenmeden önce kış boyunca tomurcukların içinde kalırlar ("Ostrya"'da bunlar kış boyunca açığa çıkar). Pistillate kedicikler, ilkbahardaki ilk yeni büyümede üretilir. Kullanımı. Nispeten küçük ekonomik öneme sahip olan "Carpinus", özellikle tokmak kafaları, alet kulpları, kaldıraçlar ve diğer küçük, sert ahşap nesnelerin yapımında kullanıldığı çok sert ahşabı için sınırlı bir kullanıma sahiptir. Türler. 43 tür tanımlanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10075", "len_data": 1695, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.64 }
Sarıçam ("Pinus sylvestris"), çamgiller (Pinaceae) familyasından Kuzey Avrupa, Kuzey Asya, İspanya ve Anadolu'da yayılış gösteren çam türü. Avrupadan getirilen fidanlar Kuzey Amerika'daki eyaletlerde dikilmiştir. Morfolojik özellikleri. Adını, levhalar halinde ayrılan gövde kabuğunun tilki sarısı renginden alır. Narin gövdeli, sivri tepeli ve ince dallı bir ağaçtır. Yetişkin bireylerinin boyu 40 metreyi aşar. İğne yaprakları ikili, mavi-yeşil, kıvrık, sık dizilmiş, genellikle 4–5 cm uzunlukta, uçları sivri, genellikle 100 yıl, nadir olarak da 120 yıl ömrü vardır. Kozalakları mat gri-kahverengi, konik, kısa veya uzun saplı uçları aşağıya doğru yönelmiş, tek veya 2-3'ü bir arada, 3–7 cm uzunluk ve 2–4 cm genişliktedir. Tohumları gri veya siyahımsı yumurta biçimindedir. Birçok bölgede sarıçam karaçam ile beraber bulunur. Karaçam ile sarıçamın farkı; karaçamın gövdesi daha boz koyu bir renkte dalları daha kalındır. Karaçam yaprakları sarıçama göre daha koyu yeşil ve daha uzundur. Ekolojik özellikleri. Uygun yerlerde hızlı gelişir. Soğuk iklim ve rüzgara karşı dayanıklı, bol güneş ister. Kumlu ve killi topraklarda gelişebilir. Nisbi nemi çok düşük olan iklimlerde ve kuru topraklarda gelişemez. Kazık kökleri sayesinde fırtınalara dayanıklıdır. Yayılışı. Kuzey Avrupa'ya özgü tek çamdır;  Batı Avrupa'dan Doğu Sibirya'ya, güneyden Kafkas Dağları'na ve Anadolu'ya ve kuzeyden Kuzey Kutup Dairesi'nin iç kısmına kadar uzanır. Menzilinin kuzeyinde, deniz seviyesinden 1.000 m'ye kadar yetişirken, menzilinin güneyinde 1.200-2.600 m yükseklikte yetişen bir dağ ağacıdır. Estonya'da yetişen 700 yaşında büyük örneği görülmüştür. Türkiye'de Batı ve Doğu karadeniz'de güneye bakan yamaçlarda, Doğu Anadolu Bölgesi'nde Sarıkamış'da, Güney Marmara, Yozgat, Sivas, Kırşehir ve güneydeki sınırını Kayseri Pınarbaşı'da yapar.Türkiye'de sarıçamların kapladığı alan 757.426 hektardır.Sakarya Karagöl yaylasında bulunan sarıçam 200 yaşından fazla olup anıt ağaç olarak tescillenmiştir. 19 metre uzunluğa 4 metre çapa sahiptir. Varyantları. "Pinus sylvestris" var. "sylvestris" :İskoçya ve İspanya'dan orta Sibirya'ya kadar olan aralıkta yetişir. "Pinus sylvestris" var. "hamata" :Balkanlar, Türkiye'nin kuzeyi, Kırım ve Kafkasya bölgelerinde yetişir. "Pinus sylvestris" var. "mongolica :" Moğolistan ve güney Sibirya ile kuzeybatı Çin'in bitişik bölgeleri. "Pinus sylvestris" var. "nevadensis :Güney İspanya'daki Sierra Nevada ve muhtemelen diğer İspanyol popülasyonları" "Pinus sylvestris" var. "cretacea :Rusya ve Ukrayna arasındaki sınır bölgelerinden"
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10078", "len_data": 2553, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.47 }
Fıstık çamı ("Pinus pinea"), çamgiller (Pinaceae) familyasından Ege, Akdeniz sahilleri, Portekiz, İspanya, İtalya, Girit ve Türkiye'de yayılış gösteren çam türü. Kozalakları ve tohumu diğer çam türlerine göre çok daha büyüktür. Kozalaklarından çıkan çam fıstığı besin olarak tüketilmektedir. İstanbul Fethipaşa Korusunda bulunan 363 yaşında olan Fıstık Çamı anıt ağaç olarak tescillenmiş olup bilinen en yaşlı fıstık çamıdır. Morfolojik özellikleri. Gençken yuvarlak, yaşlı halde dağınık şemsiye gibi bir yapıya sahiptir. Gençken kuvvetli büyür. 20–25 m. boy yapar. Düzgün bir gövdeye ve bu gövdeden dik olarak çıkan yatay duruşlu dallara sahiptir. İğne yaprakları parlak açık yeşil renkli, 10–20 cm uzunlukta ve uç kısmı sivridir. kozalakları kestane renginde, yumurtamsı veya yuvarlak 10–15 cm uzunluğunda, 6–10 cm genişlikte, çok kısa saplı ve genellikle reçinelidir. Tek veya iki tanesi karşılıklı dizilmiştir. Tohumları sert, soluk kırmızı, uzunca ters yumurta biçiminde, oldukça büyüktür ve 3. yılda olgunlaşır. Ekolojik istekleri. Toprak istekleri bakımından çok seçici olmasa da geçirgen kumlu, gevşek toprakları severler. Işık ağacı olup gençken hızlı büyür ve derine giden kazık kök sistemine sahiptir. Ağırlık olarak 0–900 m aralığında Başta Ege Bölgesi olmak üzere Marmara, Akdeniz bölgelerinde geniş yayılış gösterir. Rutubet isteği fazladır. Özellikle Temmuz-Ağustos aylarında su açığı olmamalıdır. Kısa süreli donlara karşı dayanıklı olmasına rağmen etkilenir. Atmosferik kirliliğe ve yer altı sularındaki tuzlulaşmaya karşı duyarlıdır. Yangın sonrası sürgün verme kapasitesi yüksektir. Türkiye'deki dağılımı. Türkiye, İspanya'dan sonra en fazla alana sahip ülkedir. Yaklaşık 100.000 hektar alanda saf ya da kızılçam ile karışık bulunur. Özel ağaçlandırmalarda da yaygın olarak kullanılan bir türdür. 8-10 yaşından sonra ekonomik olarak işletilmeye başlanmakta ve 80-100 yaşına kadar fıstık üretimine devam edilmektedir. En yoğun bulunduğu yöreler İzmir-Bergama (Kozak) ve Aydın-Koçarlı (Mazon) ilçeleridir. Yetiştirme. Çam fıstığı için üretimi yapılan bu ağaçta kozalak toplama zamanları yağış durumuna göre Ocak-Haziran ayları arasında değişmektedir. Zengin tohum yılları 3-4 yılda bir olan fıstık çamı 28 günde çimlenmektedir. Üç yıllık kozalaklar aynı anda ağacın üzerinde görülebilir. Ayrıca aşılama yoluyla Kızılçam ağaçlarından da Fıstık Çamı üretilebilir. Tohum bileşimi. 100 g çam fıstığında bol protein ve mineral vardır. 100 g içinde 45 g doymamış yağ asidi, 31 g protein, 5 g karbonhidrat, mineraller ve su bulunmaktadır. 100 g fıstığın kalori değeri 580 kaloridir. Bileşiminde linoleik asit ve oleik asit vardır. Ayrıca omega 3 ve 6, B ve C vitaminleri, karoten, demir, çinko, potasyum, manganez, fosfor bulunur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10079", "len_data": 2740, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.56 }
Ladin ("Picea"), çamgiller (Pinaceae) familyasının "Picea" cinsinden Kuzey yarımkürenin ılıman ve soğuk bölgelerinde yayılış gösteren ağaç türlerinin ortak adı. Boyu 40–50 m'ye kadar ulaşabilir. İğne yaprakları kısa, sivri uçlu ve kesitli dört köşedir. Olgunlaşmış kozalağının pulları dağılmaz. "Picea," Piceoideae alt familyasındaki tek cinstir. Sınıflandırma. Seksiyon Picea Seksiyon Omorika Seksiyon Casicta Kullanımları. Kereste. Ladin, genellikle Kuzey Amerika kerestesi, SPF (ladin, çam, köknar) ve akağaç (ladin ağacının toplu adı) dahil olmak üzere birkaç farklı adla anılan yapı kerestesi olarak kullanışlıdır. Ladin ağacı, genel inşaat işleri ve sandıklardan ahşap uçaklarda son derece özel kullanımlara kadar birçok amaç için kullanılır. Wright kardeşler'in ilk uçağı olan "Flyer" ladin ağacından yapılmıştır. Bu türün tomrukçuluktan sonra böceklere veya çürümeye karşı dayanıklılık özelliği olmadığından, genellikle inşaat amaçlı olarak yalnızca iç mekan kullanımında (örneğin, iç mekan alçıpan çerçeveleme) tavsiye edilir. Ladin ağacının açıkta bırakıldığında maruz kaldığı iklim tipine bağlı olarak 12–18 aydan fazla dayanması beklenemez. Kağıt hamuru. Ladin, dayanıklı kağıt yapmak için birbirine bağlanan uzun ağaç lifleri olduğundan, kağıt yapımında en önemli ağaçlardan biridir. Lifleri ince duvarlıdır ve kuruduktan sonra ince bantlara çöker. Ladinler, kolayca ağartılır olduğundan mekanik hamurlaştırmada kullanılır. Kuzey çamlarıyla birlikte, Northern bleached softwood kraft (NBSK) kağıdı yapmak için kuzey ladinleri çok yaygın kullanılır. Ladin ağaçları ağaç hamuru için geniş alanlara ekilir. Gıda ve ilaç. Birçok ladin ağacının taze filizleri doğal C vitamini kaynağıdır. Kaptan Cook, mürettebatın iskorbüt hastalığına yakalanmaması için deniz yolculukları sırasında alkollü şeker esanslı ladin birası yapmıştı. Yapraklar ve dallar veya uçucu yağlar, ladin birası yapmak için kullanılır. Finlandiya'da genç ladin tomurcukları bazen baharat olarak kullanılır veya ladin tomurcuk şurubu yapmak için şekerle kaynatılır. Hayatta kalmaya çalışıldığı durumlarda ladin iğneleri doğrudan yutulabilir veya kaynatılarak çay haline getirilebilir. Bu, büyük miktarda C vitamininin yerini geçet. Ayrıca su, ladin iğnelerinde depolanarak alternatif bir hidrasyon yöntemi sağlar. Ladin, et tek gıda kaynağı olduğunda iskorbüt önleyici olarak kullanılabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10080", "len_data": 2368, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.36 }
Monitör, görüntü sergilemek için kullanılan elektronik ya da elektromekanik aygıtların genel adıdır. Monitör, başta televizyon ve bilgisayar olmak üzere birçok elektronik cihazın en önemli çıktı aygıtıdır. Monitör, plastik bir muhafaza içerisinde gerekli elektronik devreleri, güç transformatörünü ve resmi oluşturan birimleri içerir. Monitörden çıkan veri kablosu, bilgisayar kasasındaki ekran kartına bağlanır ve bilgisayarla iletişimi sağlanır. Monitörlerin boyutları genelde inç ölçü birimiyle ifade edilir. Bu boyut, monitör ekranının bir köşesinden karşı çaprazındaki diğer köşesine olan uzaklıktır. Ekran modları. Bilgisayar kullanılırken monitörlerde iki tür ekran moduyla karşılaşılır. Bu ekran modları Yazı ve Grafik modudur. Metin modu: Metin modunda, ekran 25 satır ve 80 sütundan oluşur. Her satıra en fazla 80 karakter yazılabilir. DOS işletim sistemi metin modunda çalışan bir işletim sistemidir. Grafik modu: Grafik modu, Microsoft Windows işletim sisteminin de çalıştığı ortamdır. Monitör ekranı piksellerden oluşur. Piksel sayısı ne kadar fazla ise netlik o kadar fazladır. Piksel yoğunluğuna çözünürlük denir. Çözünürlük azaldıkça netlik azalır ve görüntü bozulur. Monitör türleri. Monitörler çeşitli ekran teknolojilerini kullanarak metin veya görüntü yansıtır. Bunlara CRT, PDP, LCD, LED, OLED, AMOLED gibi ekran teknolojileri örnek verilebilir. Bunlara iki tiptedir. CRT ve daha modern olan LCD monitörler. CRT monitörlerin boyutları bir televizyon gibi, oldukça büyüktür. LCD monitörler ise çok daha incedir. CRT Monitörler. Bu monitörün en önemli parçası, havası boşaltılmış ve ön yüzeyi binlerce fosfor noktacığından (dot) oluşan CRT (Katot ışını tüpü) adı verilen koni şeklindeki tüptür. Bu tüpün geniş tarafı dikdörtgen şeklindedir. Diğer dar tarafında ise bir elektron tabancası bulunur. Tabanca içerisindeki katot levhaları, tel filaman (ısıtıcı) ile ısıtılır ve tüp içerisinde serbestçe dolaşan elektron bulutu oluşturulur. Negatif yüklenen katotlar ile pozitif yüklenen ekranın iç yüzeyi arasında büyük bir gerilim farkı uygulandığından, katotlarda oluşan elektronlar dış yüzeye doğru fırlar. Sabit olarak yerleştirilen odaklama elemanları bu elektronları bir araya getirerek bir ışın halinde ekran orta yüzeyine odaklar. Bu ışını ekranın istenilen taraflarına yönlendirmek için elektron tabancasının etrafında yatay ve dikey saptırma bobinleri bulunur. Odaklanan ışının ön yüzeyde gezdirilmesi yoluyla ortaya görüntüler çıkar. Ekran kartından sinyal geldiği sürece bu ışın, monitörün sol üst köşesinden başlayarak fosfor ile kaplı ön yüzeyi tarar. Burada verecek çinko oksit türevi kullanılır. İnsan gözü, algılama hızından dolayı hareketi gecikmeli algılar ve hareketli görüntü oluşmuş olur. Elektron demetinin ekranda saniyede kaç resim taradığı, ekran kartının belirlediği bir değerdir; yenileme hızı veya yenileme frekansı olarak isimlendirilir. Yenileme hızı, bu tür monitörlerde saniyede 50 ile 120 arasında değişebilir. Yenileme hızının yüksek olması görüntü kalitesini ciddi ölçüde arttırır. Yenileme hızı düştükçe monitörde gözü yorucu nitelikle kıpraşmalar algılanmaya başlar. Renkli monitörlerde renklerin oluşması için üç temel renk (kırmızı-yeşil-mavi) kullanılır. Her renk için elektron tabancası içerisinde bir ışın demeti oluşturan eleman vardır. Ayrıca ekran yüzeyi de üç ayrı renkten oluşan fosfor tabakasından oluşur. Bu tabakalar delikli bir maskenin arasından aydınlatılır. Hassas bir şekilde ayarlanan bu deliklerde her renge ait ışın demeti sadece o renge çarpar. Monitördeki her nokta üç ayrı renkteki fosfor damlacığından oluşur. Bu üç fosfor damlacığı da bir araya gelerek “pixel” leri oluşturur. Birbirine en yakın aynı renkteki iki noktanın merkezleri arasındaki uzaklığa “dot pitch” denir. Nokta aralığı anlamına gelen bu ifadenin bugünkü değerleri 0.24 mm ile 0.28 mm arasında değişmektedir. Bu değerlerin küçük olması görüntü kalitesinin artması anlamına gelir. 2000'lerden itibaren, CRT'ler büyük ölçüde yerlerini daha düşük üretim maliyetli, az enerji tüketen, daha hafif ve az yer kaplayan LCD, plazma ekran ve OLED ekranlar gibi yeni görüntü teknolojilerine bırakmıştır. LCD Monitörler. LCD (Liquid Cyristal Display) monitörlerde görüntü, sıvı kristal diyotlar yardımıyla sağlanmaktadır. Bu diyotlara gerilim uygulandığında, içlerindeki moleküllerin polarizasyonu değişmekte ve beraberinde de diyotun geçirgenliği değişmektedir. Bu duruma dijital saatlerde de rastlamaktayız. Normalde şeffaf olan bu diyotlara gerilim uygulandığında geçirgenliklerini kaybederler ve siyaha dönerler. Renkli LCD monitörlerde ise çok ufak ve birden fazla diyot kamanı kullanılarak görüntü alınmaktadır. LCD monitörler DSTN ve TFT olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ucuz olan ve “passive matrix” teknolojisini kullanan DSTN (Dual-Scan Twisted Nematic)’ler çözünürlükleri ve görüş açıları TFT’lerden düşük olan monitörlerdir. Bu monitörler genelde dizüstü bilgisayarlarda kullanılmaktadır. TFT (Thin Film Transistor)’ler ise “active matrix” adı verilen ve görüntüyü daha parlak ve keskin gösteren bir teknoloji kullanırlar. TFT'lerde her piksel bir ya da dört transistör tarafından kontrol edilir ve bu sayede flat panel ekranlar arasında en iyi çözünürlüğü sunarlar.. Interlaced ve Non-Interlaced monitör. Interlaced CRT monitörlerde önce tek satırların daha sonra da çift satırların tazelendiği bir tarama şekli kullanılmaktadır. Bu yöntem ekran çözünürlüğünü artırmak için uygun bir yöntemdir, fakat ekranda titreşime sebep olunmaktadır. Non-interlaced monitörlerde ekranın üstünden altına doğru bir döngüyle her satır tazelenir. Bu olay titreşimi azaltmaktadır ve günümüzde bu tip monitörler kullanılmaktadır. 256, Yüksek ve Gerçek Renkler Monitörde görüntülenen renk sayısı ekran kartının hafızası ile ilgilidir. 256, yüksek ve gerçek renk terimleri renk bilgisini depolamak için kullanılan bit sayısını ifade eder. Bit sayısının fazlalığı, renk sayısının ve aynı zamanda video RAM'in fazlalığı demektir. 256 renk 8 bit'i kullanır ve ekranda sadece 256 farklı renk görünür. Yüksek (high) renk 16 bit'i kullanır ve ekranda 65536 (64K) renk görüntülenir. Gerçek (true) renk 24 bit kullanır ve ekranda 16 milyon renk görüntülenir. 16 ve 24 bit arasındaki fark insan gözü tarafından algılanmaz. Ekran kartı için gereken video RAM miktarı şu şekilde formüle edilebilir: yatay çözünürlük x dikey çözünürlük x 1 pixel için gereken byte miktarı = ekran kartında bulunması gereken minimum ram miktarı (byte) 16 renkte: 1 pixel için 0,5 byte 256 renkte: 1 pixel için 1 byte 64K renkte: 1 pixel için 2 byte 16,7 milyon renkte: 1 pixel için 3 byte gerekir. Mesela: 16,7 milyon renk ve 1024 x 768 çözünürlük 1024 x 768 x 3 = 2,359,296 byte = 2,4 MB (yaklaşık) video RAM gerekmektedir. Dolayısıyla piyasada bu sınırın üzerinde 4 MB ekran kartı bulunduğundan en azından bunun kullanılması gerekmektedir Monitör boyutları. Aşağıda küçükten büyüğe olmak üzere monitör boyutları verilmiştir. Monitör seçimi. Monitör ekranının büyüklüğü yapılacak işe ve amaca göre seçilmelidir. Normal kullanım için en ideal ekran boyutu 19 inçtir (Düz kare ekran (4:3 ya da 5:4) ya da geniş ekran (16:9 ya da 16:10) tercih edilebilir). Eğer bilgisayarda daha çok şekil, grafik, plan, proje çizimleri veya programlama yapılacak, oyun oynanacak ise ekran boyutu büyük olan monitörler (21 inç, 23 inç vb.) tercih edilmelidir. Büyüklükle beraber monitör çözünürlüğüne (yüksek çözünürlüğe sahip monitörlerin görüntüleri daha kalitelidir) ve ekran kartının özelliklerine (bellek miktarı, işlemci hızı, desteklenen en yüksek çözünürlük vb.) de dikkat edilmelidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=10083", "len_data": 7571, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.62 }