text
stringlengths
3
198k
metadata
dict
Tepecik ya da stigma, pistilin çiçek tozlarının ulaşıp tutunduğu genişlemiş üst kısmı. Tanım. Stigma, yumurtalık ile birlikte, bir bitkinin jinekium veya dişi üreme organının bir parçası olan pistili içermektedir. Stigma, stilin veya stilodianın distal kısmını oluşturmaktadır. Stigma, polen alıcı hücreler olan stigmatik papilladan oluşmaktadır. Bunlar, çiçeğin zirvesiyle sınırlı olabilir veya özellikle rüzgarla tozlaşan türlerde geniş bir yüzey kaplayabilir. Stigma, poleni alır ve polen tanesinin filizlendiği bölüm stigma üzerindedir. Genellikle yapışkan olan stigma, çeşitli tüyler veya kanatçıklar ile poleni yakalamak ve hapsetmek için çeşitli şekillerde uyarlanmaktadır. Polen, havadan (rüzgar kaynaklı polen, anemofili), ziyaret eden böceklerden veya diğer hayvanlardan (biyotik tozlaşma) veya nadir durumlarda çevredeki sudan (hidrofili) yakalanabilir. Stigma, uzun, ince veya küre şeklinden tüylüye kadar değişik şekillerde olabilir. Polen, bir ercik başına geldiğinde tipik olarak yüksek oranda kurur. Stigmanın polenin dehidrasyonuna ve polen tüpünün çimlenmesini teşvik etmeye yardımcı olduğu gösterilmiştir. Stigma ayrıca doğru polen türlerinin uygun şekilde yapışmasını sağlar. Stigma, polen ayrımcılığında aktif bir rol oynayabilir. Aynı veya genetik olarak benzer bitkilerden gelen poleni reddeden bazı kendi kendine uyumsuzluk reaksiyonları, stigma ile polen tanesinin yüzeyi arasındaki etkileşimi içermektedir. Şekil. Stigma genellikle loblara bölünmektedir: üç parçalı (üç loblu), bir toplu iğnenin başı kadar olan kapitat ve bir nokta şeklinde (noktasal) olabilir. Stigmanın şekli önemli ölçüde değişebilir: Stil. Yapısı. Stil, yumurtalığın yukarı doğru dar bir uzantısıdır ve onu stigmatik papillaya bağlamaktadır. Stigmanın sapsız olarak adlandırılması durumunda bazı bitkilerde bulunmayabilir. Stiller genellikle tüpe benzemektedir, uzun veya kısa olabilirler. Stil, müsilaj ile doldurulabilen bir merkezi kanal ile açık olabilmektedir. Merkezi kısımda çok az hücre içerir veya hiç hücre içermez. Alternatif olarak, stil kapalı olabilir. Bu durumda, yoğun bir şekilde hücrelerle doludur. Çoğu senkarpöz monokotlar ve bazı eudicotlar açık stillere sahipken, birçok senkarpöz ödikotlar ve çimenler, stigmayı yumurtalığın merkezine bağlayan özel salgı ileten doku içeren kapalı (katı) stillere sahiptir. Bu, polen tüpünün büyümesi için besin açısından zengin bir yol oluşturmaktadır. Pistilde birden fazla karpel olduğunda, her birinin stil benzeri ayrı bir stili olabilir veya ortak bir stili paylaşabilmektedir. Süsenlerde ve Iridaceae familyasındaki diğer türlerde, stil, neredeyse stilin tabanına kadar üç petal benzeri (petaloid) dala (bazen 'stylodia' olarak da adlandırılır) ayrılır ve tribrachiate olarak adlandırılmaktadır. Bunlar, çanak yaprağın üzerindeki periant tüpünden uzanan doku kanatlarıdır. Stigma, dalın alt tarafında, uç lobların yakınında bir kenardır. Stil dalları ayrıca Dietes, Pardanthopsis ve çoğu Moraea türünde görülmektedir. Çiğdemlerde, bir tüp oluşturan üç bölünmüş stil dalı vardır. Hesperantha'nın yayılan bir stil bölümü de vardır. Alternatif olarak, stil dallanmak yerine loblu olabilmektedir. Gladiolus'un iki loblu bir dalı (bilobate) vardır. Frezya, Lapeirousia, Romulea, Savannosiphon ve Watsonia çatallı (iki dallı) ve kıvrımlı stil dallarına sahiptir. Yumurtalığa yapışma. Terminal (apikal) stil pozisyonu, yumurtalığın tepesindeki eki ifade eder ve en yaygın modeldir. Subapikal modelde stil, apeksin biraz altında olan tarafa doğru yükselmektedir. Yumurtalığın yanından yanal bir stil ortaya çıkar ve Rosaceae'de bulunmaktadır. Jinobazik stil, yumurtalığın tabanından veya yumurtalık lobları arasından kaynaklanır ve Boraginaceae'nin karakteristiğidir. Subjinobazik stiller Allium'u karakterize etmektedir. Tozlaşma. Polen tüpleri, yumurtalara ulaşmak için stilin uzunluğunu uzatır ve bazı durumlarda stildeki kendi kendine uyumsuzluk reaksiyonları, polen tüplerinin tam büyümesini engellemektedir. En azından Gasteria dahil olmak üzere bazı türlerde polen tüpü, stile göre yumurtanın mikropiline yönlendirilmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11330", "len_data": 4085, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.56 }
Söğüt ("Salix"), söğütgiller (Salicaceae) familyasından "Salix" cinsini oluşturan boylu ağaç veya bodur çalı halinde, çoğunluğu kışın yaprak döken, ender olarak da her dem yeşil kalan odunsu bitkiler. Söğüt ağacının kabuğundan elde edilen salisin vücutta metabolize olarak Aspirin ilacının aktif maddesi olan salisilik asit'e dönüştürülür. Morfolojik özellikleri. Tek bir pul ile örtülmüş olan tomurcuklar çoğunlukla sürgüne yatmıştır. Sürgünler üzerindeki dizilişleri çok sıralı sarmal birkaç türünde almaşıktır ve tepe tomurcukları pseudoterminal dır. Yapraklar parçalanmamış, sadedir ve uzun şerit halinde veya eliptik yapıdadır; kenarları tam veya bezeli ve ince dişli, kaba dişli, dilimli dişlidir. Genel olarak kısa saplıdır; çoğunlukla kulakçıkları vardır. Yan durumlu çiçek kurulları başak halinde dik dururlar. Bazı türlerin çiçek açması yapraklanmadan önce, bazılarında ise aynı zamanda olur. Bir cinsli iki evcikli ve entomogamdırlar. Söğütler gayet kolay kök yapabildiğinden, tohumları da kısa zamanda çimlenme özelliğini kaybettiğinden, üretilmelleri hemen her yerde çelikle ve kök sürgünü ile olur. Tarihi ve ilaç olarak kullanımı. En eski arkeolojik kalıntıları Anadolu neolitik çağ yerleşimlerinde bulunmuştur. Anadolu'nun ilk yazılı metinlerinin sahibi olan Hititler, "şişiyamma" adını verdikleri söğüt ağacından ilaç elde etmişlerdir. Eski Sümer ve Mısır kayıtlarında söğüt ağacı kabuğunun ağrı ve ateş tedavisinde kullanıldığı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. MÖ 5. yüzyılda Yunan doktor Hipokrat söğüdün ilaç olarak kullanımından bahsetmiştir. Amerika yerlilerinin de söğüdü tedavi amacıyla sık sık kullandığı bilinmektedir. MÖ 8. ve 7. yüzyıl topluluklarından İskitlerin yere koydukları söğüt dallarıyla geleceği gördüğünü iddia eden kâhinleri vardı. İki bin yıl sonrasında Mevlânâ'nın Mesnevi eserinde "Parlak güneş benimle tutulsun. Söğüdün sırrı açıklansın." denmiştir. Kehanetten sorumlu Anadolu tanrısının Apollon'un aynı zamanda güneşi semolize etmesi, söğüt bağlantılı kehanet-güneş-Apollon kültüne işaret eder. Ayrıca Sepetçi söğüdü (Salix viminalis) ve Keçi söğüdü (Salix caprea) gibi söğüt türlerinin Anadolu'da antik dönemlerden beri sepet yapımında kullanılması, sepetin Antik Yunancasının mystica olması, söğüt ağaçları ile kehanet ve gizem kültleri arasındaki bağlantıyı gösterir. Nitekim kehanetin tanrısı Apollon ile ilgili ilahilerde söğütten söz edilir. Örneğin; Apollon, hırsızlığı saptanan Hermes'in ellerini, söğüt dallarından yapılan iplerle bağlamak ister. Ama ipler yere düşer, birbirine sarılır, çoğalır, yeniden söğüt ağaçlarına dönüşürler. Böylece Apollon, küçük kardeşinin tanrısal gücünü kabul eder. : ""Böyle konuştu Apollon ve ellerini bağladı Hermes'in Söğütten yapılmış sağlam iplerle Ama ipler düştü yere ve ayaklarının dibinde hızla büyüdüler Birbirine dolanarak yere kök salan söğütler Hızla sarıp sarmaladılar ve aldılar içlerine her şeyi."" Genellikle su kenarlarında bulunan salkım söğütlerin saklanmaya elverişli olmasının de gizem ve kehanetle ilişkilendirilmesinin nedeni olduğu ileri sürülür. Söğüt ağacı kabuğundaki ilaç için kullanılan aktif madde salisindir. Kristal formu ilk olarak 1828'de Fransız eczacı Henri Leroux tarafından ayrıştırılmıştır. Saf formu İtalyan kimyager Raffaale Piria tarafından elde edilmiştir. Suda çözündüğü zaman asit özelliği gösterdiğinden (ph 2.4) Salisilik asit olarak adlandırılmıştır. 1897'de Felix Hoffmann sentetik olarak salisin maddesinin değiştirilmiş bir formunu elde etmeyi başardı. Yeni bileşik salisilik asitten daha az mide problemlerine yol açıyordu. Bu yeni ilaç, yani Asetil Salisilik Asit Hoffman'ın işvereni olan Bayer firması tarafından Aspirin olarak adlandırıldı ve dünyanın en çok kullanılan ilacı haline geldi. Günümüz kültürüne etkisi. Arta (su) ve mis (kadın) kelimelerinden oluşan, vahşi doğa, avcılık, ay, su ve nemin tanrıçası Artemis'in doğum tarihi 6 Mayıs kabul edilir. Bu tarihte kutlanan Hıdırellez geleneklerinde de söğüt yer alır. Söğüdün ve arıların da tanrıçası olan Artemis adına yapılan Efes'teki Artemis Tapınağı'nın tasarımı arı kovanı biçimindedir. Tanrıça Artemis'in, Melissai (arılar) denilen rahibeleri, Essenes (erkek arılar) denilen hadım rahipleri vardır. Arılar söğüt ağacından "propolis" (Yunanca kent için veya savunma için anlamına gelir) denen sakızımsı bir madde alırlar ve kovanlarının inşasında kullanırlar. (Bu maddeye özellikle Ege'de prebolu veya diribal denir.) Artemis'in kenti koruyucu özelliği ile arıların söğütten elde ettikleri propolis ile kovanlarını koruma özellikleri özdeşleştirilmektedir. Orta Asya ve Anadolu Türk kültüründe de kutsal sayılan söğüt, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu merkeze de adını vermiştir.Bu açıdan söğütün Türk kültürü ve tarihindeki yeri büyüktür. Türkülerde sık sık başvurulan bir ağaçtır. ("Söğüt de efem yar sensin", "Söğüdün erenleri, koyverin gidenleri") Türkiye'de bulunan türler. Türkiye'de doğal olarak yetişen 27 söğüt türü bulunur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11334", "len_data": 4940, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.97 }
Solomon Adaları (), Okyanusya'da 6 büyük ve 900'den fazla küçük adadan oluşan bir ülkedir. Papua Yeni Gine'nin doğusunda ve Vanuatu'nun kuzeybatısındadır. Yüzölçümü 28.400 km² ve nüfusu 650.000 civarındadır. Başkent Honiara, Guadalcanal adasındadır. Ülke ismini üzerinde bulunduğu Solomon Takımadaları'ndan alır, Melanezya'ya dâhil olan bu takımadalar Solomon Adaları ülkesinin yanı sıra Kuzey Solomon Adaları olarak adlandırılan Papua Yeni Gine'ye bağlı Bougainville'i de içerir. Ancak Solomon Adaları'na bağlı olan Santa Cruz Adaları ile Rennell ve Bellona bu takımadalara dâhil değildir. Adalardaki insan yerleşiminin MÖ 30.000 ile 28.000 yılları arasında başladığı düşünülmektedir. Sonradan gelen göç dalgaları, en önemlisi Lapitalar olmak üzere, yerel halkla karışarak günümüz ada toplumunun oluşmasını sağlamıştır. İspanyol denizci Alvaro de Mendaña 1568 yılında adaları keşfetti ve onlara "Islas Salomón" adını verdi. Mendaña 1595'te adalara tekrar geldi, bunu Portekizli denizci Pedro Fernandes de Queirós'un 1606'daki ziyareti takip etti. Adaların güney bölümü 1893'te İngiliz Kaptan Gibson tarafından Britanya himayesine geçirildi. II. Dünya Savaşı'nda Solomon Adaları Seferi (1942-1945) Birleşik Devletler ve Britanya ile Japon İmparatorluğu arasında çetin savaşlara sahne oldu, bunların en önemlisi Guadalcanal Muharebesi'dir. Adalardaki Britanya yönetiminin resmi adı olan İngiliz Soloman Adaları Himayesi, 1975'te Solomon Adaları ismiyle değiştirildi. Ertesi yıl adalara kendini yönetme hakkı tanındı. 1978'de meşrutiyetle yönetilen bağımsız bir ülke ilan edildi. Solomon Adaları Kralı III. Charles bir genel valiyle temsil edilmektedir. Tarihçe. İlk yerleşimcilerin 30.000 M.Ö. gelmeye başladığı düşünülmektedir. Avrupalıların Gelişi (1568–1886). Adaları ziyaret eden ilk Avrupalı, 1568'de Peru'dan yola çıkan İspanyol denizci Álvaro de Mendaña de Neira'ydı. 7 Şubat'ta Santa Isabel'e inen Mendaña, Makira, Guadalcanal ve Malaita dahil olmak üzere diğer adalardan birkaçını keşfetti. Yerli Solomon Adalılarıyla ilişkiler başlangıçta samimiydi, ancak zaman geçtikçe bozuldu. Sonuçta Mendaña, Ağustos 1568'de Peru'ya döndü. 1595'te adaları kolonileştirmeyi amaçlayan ikinci bir yolculukla daha büyük bir mürettebatla Solomon Adaları'na döndü. Santa Cruz Adaları'ndaki Nendö'ye çıktılar ve Gracioso Körfezi'nde küçük bir yerleşim yeri kurdular. Ancak yerli halklarla zayıf ilişkiler ve İspanyollar arasında çok sayıda ölüme yol açan salgın hastalıklar nedeniyle yerleşim başarısız oldu ve Mendaña da Ekim ayında öldü. Yeni komutan Pedro Fernandes de Queirós yerleşimi terk etmeye karar verdi ve kuzeye, İspanya'nın Filipinler topraklarına doğru yelken açtı. Queirós daha sonra 1606'da bölgeye geri döndü ve burada Tikopia ve Taumako'yu gördü ancak bu yolculuk esasen Terra Australis'i aramak için Vanuatu'ya yapılmıştı. Abel Tasman'ın 1648'de uzaktaki Ontong Java Mercan Adası'nı görmesi dışında, İngiliz kaşif Philip Carteret'nin Santa Cruz Adaları, Malaita ve daha kuzeyde Bougainville ve Bismarck Adaları'na yelken açtığı 1767 yılına kadar hiçbir Avrupalı Solomon Adaları'na tekrar yelken açmadı. Fransız kaşifler de Solomon Adaları'na ulaştı; Louis Antoine de Bougainville 1768'de Choiseul'u adlandırdı ve Jean-François de Surville 1769'da adaları keşfetti. 1788'de Britanya'nın Botany Körfezi'ndeki yeni Avustralya kolonisi için tedarik gemi kaptanlığını yapan John Shortland, Hazine ve Shortland Adaları'nı gördü. Aynı yıl Fransız kaşif Jean-François de La Pérouse Vanikoro'da kazaya uğradı. Bruni d'Entrecasteaux liderliğindeki bir kurtarma ekibi Vanikoro'ya yelken açtı ancak La Pérouse'dan hiçbir iz bulamadı. La Pérouse'un kaderi, İngiliz tüccar Peter Dillon'ın Tikopia'yı ziyaret ettiği ve yerel halkın elindeki La Pérouse'a ait eşyaları keşfettiği 1826 yılına kadar doğrulanmadı. Bu, Jules Dumont d'Urville'in 1828'deki sonraki yolculuğuyla da doğrulandı. Adalara gelen ilk düzenli yabancı ziyaretçilerden bazıları Britanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya'dan gelen balina avcılığı gemileriydi. 18. yüzyılın sonlarından itibaren yiyecek, odun ve su için geldiler, Solomon Adalılarıyla bir ticari ilişki kurdular ve daha sonra adalıları gemilerinde mürettebat olarak hizmet etmek üzere gemiye aldılar. Adalılar ile onları ziyaret eden denizciler arasındaki ilişkiler her zaman iyi değildi ve bazen kan dökülüyordu. Avrupa ile daha fazla temasın zincirleme etkisi, yerel halkların bağışıklığı olmayan hastalıkların yayılması ve aynı zamanda Avrupa silahlarına ve teknolojisine erişimi olan kıyı grupları ile bunlara erişimi olmayan iç bölgelerdeki gruplar arasındaki güç dengesinde bir kayma oldu. 1800'lerin ikinci yarısında kaplumbağa kabukları, deniz hıyarı, kopra ve sandal ağacı arayan daha fazla tüccar geldi ve zaman zaman yarı kalıcı ticaret istasyonları kurdular. Ancak, Benjamin Boyd'un 1851'de Guadalcanal'da kurduğu koloni gibi daha uzun vadeli yerleşimlere yönelik ilk girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. 1840'larda başlayıp 1860'larda hızlanan bir şekilde, adalılar "kara kuşçuluk" olarak bilinen bir süreçle Avustralya, Fiji ve Samoa'daki koloniler için işçi olarak işe alınmaya (veya sıklıkla kaçırılmaya) başlandı. Ülke, 19. yüzyılda misyonerler tarafından ziyaret etmeye başlandı. Bu durum ülkede birtakım karışıklıklara, katliamlara neden oldu. Birleşik Krallık, Haziran 1893'te Güney Solomon üzerinde himaye kurduğunu açıkladı. Bu olay Britanya Solomon Adaları'nın temeli oldu. Misyonerler, nüfusun çoğunluğunu Hristiyana dönüştürdü ve adalara yerleşti. 20. yüzyılın başlarında bazı Birleşik Krallık ve Avustralya firmaları, ülkede hindistan cevizi ekimine başladı. Ülke ekonomisi böylece yavaş yavaş büyümeye başladı. II. Dünya Savaşı. II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle, Avustralya, adalardaki hindistan cevizi ekimini durdurdu ve tüccarlar, tahliye edildi. İkinci Dünya Savaşı'nın en yoğun mücadelelerinin bazıları bu ülke topraklarında yaşandı. Japon İmparatorluğu Kuvvetleri'ne karşı müttefik kuvvetlerin desteğiyle çatışmalar yaşandı. Solomon Adaları Güney Pasifik'teki önemli alanlardan biriydi. Guadalcanal Savaşı ile müttefikler, Japonlar’ı geri püskürttü. 2007 Yılındaki Deprem ve Tsunami. 2 Nisan 2007 tarihinde, Solomon Adaları'nda büyük bir deprem ve ardından büyük bir tsunami felaketi yaşandı. En az 52 kişinin öldüğü, 900'den fazla evin kullanılamayacak hale geldiği ve binlerce kişinin evsiz kaldığı açıklandı. İdarî yapı. Yerel yönetim açısından ülke, seçilmiş il meclisleri tarafından yönetilen dokuz il ve onuncusu Honiara Kent Konseyi tarafından yönetilen başkent Honiara olmak üzere on idari bölgeye ayrılmıştır. Coğrafya. Solomon Adaları, Papua Yeni Gine'nin doğusunda yer alan ve altı büyük ada ile 900'den fazla küçük adadan oluşan bir ada ülkesidir. Solomon Adaları ülkesinin büyük bir kısmı, Choiseul, Shortland Adaları, Yeni Georgia Adaları, Santa Isabel, Russell Adaları, Florida Adaları, Tulagi, Malaita, Maramasike, Ulawa, Owaraha (Santa Ana), Makira (San Cristobal) ve ana ada Guadalcanal'ı içeren Solomon Adaları takımadalarının dağlık volkanik adalarının çoğunu kapsar. Solomon Adaları ayrıca Sikaiana, Rennell Adası, Bellona Adası, Santa Cruz Adaları ve Tikopia, Anuta ve Fatutaka gibi küçük, izole edilmiş alçak atoller ve volkanik adalar ve minik aykırılıklar içerir. Bougainville, Solomon Adaları takımadalarındaki en büyük ada olmasına rağmen politik olarak Papua Yeni Gine'nin özerk bir bölgesidir ve Solomon Adaları ulusunun parçası değildir. Ülkenin adaları 5° ve 13°G enlemleri ile 155° ve 169°D boylamları arasındadıt. En batıdaki ve en doğudaki adalar arasındaki mesafe yaklaşık 1.500 kmdir. Santa Cruz Adaları (Tikopia'nın bir parçası olduğu) Vanuatu'nun kuzeyindedir ve diğer adalardan 200 kmden daha uzaktadır. Ekonomi. Solomon Adaları kişi başına düşen 600$'lık GSYİH'si ile en az gelişmiş ülkeler arasındadır ve iş gücünün %75'inden fazlası geçimlik tarım ve balıkçılıkla uğraşır. Üretilen malların ve petrol ürünlerinin çoğu ithal edilmek zorundadır. Adaların sadece %3,9'u tarım için kullanılır ve %78,1'i ormanlarla kaplı olduğundan Solomon Adaları dünyada ormanlarla kaplı 103. ülkedir. Az gelişmiş bir ülke olan Solomon Adaları'nda halkın en önemli geçim kaynağı balıkçılıktır. 1998 yılına kadar ülkede kereste, ana ihraç ürünüydü. Diğer önemli ihracat ürünleri hindistancevizi ve hurma yağıdır. Adalar ayrıca kurşun, çinko, nikel ve altın gibi maden kaynakları bakımından zengindir. Solomon Adaları Hükûmeti 2002'de iflas etmişti. 2003'teki RAMSI müdahalesinden bu yana hükûmet bütçesini yeniden düzenledi. İç borcunu konsolide etti ve yeniden müzakere etti ve Avustralya'nın desteğiyle şimdi dış yükümlülüklerini yeniden müzakere etmeye çalışıyor. Başlıca yardım bağışçıları Avustralya, Yeni Zelanda, Avrupa Birliği, Japonya ve Tayvan'dır. İhracat. 1998 yılında tropikal kerestenin dünya fiyatları hızla düşene kadar, kereste Solomon Adaları'nın başlıca ihracat ürünüydü ve son yıllarda Solomon Adalarının ormanları tehlikeli şekilde aşırı sömürüldü. Haziran 2000'deki etnik şiddetin ardından hurma yağı ve altın ihracatı dururken, kereste ihracatı düştü. Son zamanlarda, Solomon Adaları mahkemeleri canlı yunusların kar için ihracatını yeniden onayladı, en son Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri'ne ihracat yapıldı. Bu uygulama başlangıçta hükûmet tarafından Meksika'da 28 canlı yunus sevkiyatı üzerine uluslararası kargaşadan sonra durduruldu. Hareket, hem Avustralya hem de Yeni Zelanda'nın yanı sıra çeşitli koruma örgütlerinden gelen eleştirilerle son buldu. Tarım. Diğer önemli nakit ürünler ve ihracatlar arasında kopra, kakao ve palmiye yağı bulunur. 2017 yılında 317.682 ton hindistan cevizi hasat edildi ve ülke dünya çapında 18. sırada hindistan cevizi üreticisi oldu ve ihracatın % 24'üne karşılık geldi. Kakao çekirdekleri esas olarak Guadalcanal, Makira ve Malaita adalarında yetiştirilir. 2017'de 4.940 ton kakao çekirdeği hasat edildi ve Solomon Adaları dünya çapında 27. sırada kakao üreticisi oldu. Madencilik. 1998'de Guadalcanal'daki Gold Ridge'de altın madenciliği başladı. Diğer alanlarda mineral araştırmaları devam etti. Adalar kurşun, çinko, nikel ve altın gibi gelişmemiş mineral kaynakları bakımından zengindir. 2006 yılındaki isyanlardan sonra kapatılan Gold Ridge madeninin tekrar açılmasına yol açabilecek müzakereler devam ediyor. Balıkçılık. Ülkedeki tek balık konservesini işleten bir Japon ortak girişimi olan Solomon Taiyo Ltd., etnik rahatsızlıkların bir sonucu olarak 2000 yılının ortalarında kapandı. Tesis yerel yönetim altında yeniden açılmasına rağmen ton balığı ihracatı devam etmemiştir. Turizm. Özellikle dalış, Solomon Adaları için önemli bir hizmet sektörü haline gelebilir. Bununla birlikte, turizm büyümesi, altyapı ve ulaşım kısıtlamalarının eksikliği nedeniyle engellenmektedir. 2017 yılında Solomon Adaları, dünyanın en az ziyaret edilen ülkelerinden biridir ve ülke 26.000 turist tarafından ziyaret edildi. Hükûmet, turist sayısını 2025 yılı sonuna kadar yılda 60.000 turiste çıkarmayı umuyor. Altyapı. Uçuş bağlantıları. Solomon Havayolları, Honiara Uluslararası Havalimanı'nı Fiji'deki Nadi'ye, Vanuatu'daki Port Vila'ya ve Avustralya'daki Brisbane'e ve ülkenin her eyaletindeki 20'den fazla iç hat havalimanına bağlar. Solomon Havayolları, turizmi teşvik etmek için 2019 yılında Brisbane ile Munda arasında haftalık direkt uçuş bağlantısı başlattı. Virgin Australia, Honiara'yı haftada iki kez Brisbane'e bağlamaktadır. İç hat havalimanlarının çoğu, kısa, çim pistlere sahip oldukları için yalnızca küçük uçaklara açıktır. Yollar. Solomon Adaları'ndaki yol sistemi yetersizdir ve demiryolu yoktur. En önemli yollar Honiara'yı Guadalcanal'ın batı kesimindeki Lambi'ye (58 km; 36 mil) ve doğu kesimindeki Aola'ya (75 km; 47 mil) bağlar. Çok az otobüs vardır ve bunlar sabit bir zaman çizelgesine göre hareket etmez. Honiara'da otobüs terminali yoktur. En önemli otobüs durağı Merkez Pazarı'nın önündedir. Feribotlar. Adaların çoğuna Honiara'dan feribotla ulaşılabilir. Honiara'dan Auki'ye Tulagi üzerinden yüksek hızlı bir katamaranla günlük bağlantı vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11336", "len_data": 12026, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.5 }
Sakalar (, "Saka"; ; , "Sakai"; ; ,"Sāi"), Kuzeydoğu Avrasya stepleri ile Tarım havzasında yaşayan ve at yetiştirme, madencilik yapma kabiliyetleri geliştirmiş olan tarihi halk. Kaynakların genelde Sakaları Türkî ya da İrani bir halk olarak sayılmasının yanı sıra kimlikleri konusunda tartışmalar sürmektedir. Ancak Avrasya stepleri'deki kurganlarda bulunan kişilerin naaşları üzerinde son yapılan genom ve mitokondriyal DNA çalışmaları sonuçlarına göre, kurganlarda bulunan Saka naaşlarına genetik yakınlık gösteren kişilerin hepsinin günümüz Türki halklara mensup olan bireyler oldukları görülmektedir. Saka kelimesi Ahamenişler döneminden sonra Eski Farsçada kullanılmaya başlanmıştır. Grekçede Sakai olarak hitap edilen Sakalar ile İskitlerin çok yakın ve akraba bir halk olduğu ve ortak bir "İskit-Sibirya" kültürüne sahip oldukları kabul edilmekle beraber aynı halk olmadıkları düşünülmekte ve akademik çevrelerce İskit ve Sakalar genellikle akraba ama farklı halklar olarak sınıflandırılmaktadır. Tanrı Dağları ve Fergana Vadisi arasında yaşayan Sakaların Bir kısmı Ahamenişlere itaat ederek Yunan-Pers Savaşına da katılmışlardır. MÖ 2. yüzyılda Orta Asya'dan güneye inerek Baktriya'yı yendikten sonra Hint yarımadasına girmişlerdir. Bunun sonucunda Hint-İskit Krallığı doğmuştur. Kökenleri. Günümüzde, Sakaların kökenlerinin Türkî ve İrani ilişkili olduğu akademi içerisinde en yaygın görüşler arasındadır, Sakalar, bu açıdan Ön Türk halkı kökenli veya Doğu İran halkı kökenli veya ilişiği olduğu ya da Ön Türk toplumlarıyla ilişkili bir halk olduğuna dair görüşler ve iddialar bulunmaktadır. Yaşayışları. Savaşlarda kullandıkları en önemli silah, savaş baltası olmuştur. Ayrıca ok, yay ve kılıç da kullanılmıştır. Akraba olan İskit kalıntılarındaki at figürlerinin yoğunluğu da dikkati çekmektedir. Bu figürler göçmen bir kavim oldukları yönündeki tezleri bir hayli güçlendirmektedir. Sanat. İskit kurganlarında çıkan eserler, medeniyette ileri olduklarını göstermektedir. Herodotos'a göre, "İskitler, çok medeni bir milletti. Gümüş işçiliğinde, dişçilikte ve çıkıkları sarmakta ustaydılar. İskit sanatında, hayvan üslubu önemli yer tutmuş ve at, geyik, kuş motifleri ağırlık basmıştır. Herodotos'un yazdıklarına göre Yunanlar, elbise teferruatlarını, gümüş ve altın at takımlarını İskitlerden öğrenmişlerdir. Dil. Sakaca, genel olarak bir Doğu İran dili olarak ele alınır. Sakaca , ve Tomşuk gibi Tarım Havzasında hüküm sürmüş eski Budist krallıklar tarafından konuşulmuş ve dil bilimciler tarafından Kotanca ve Tomşukça da denen 2 adet şiveye ayrılmıştır. Dil hakkındaki neredeyse tüm kaynaklar Dunhuang el yazmalarından gelmektedir ve dilin kökenlerinin anlaşılması ve çözülebilmesi yaklaşık 2,300 metnin Harold Walter Bailey tarafından incelenmesi ve tercüme edilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu çalışmalar Hotan bölgesinde bulunan Sakaların dilinin Doğu İrani diller ile ilişkili olduğuna yönelik ihtimalleri arttırmıştır. Bu metinlerin yanı sıra Esik Kurganında bulunan gümüş bir çanağın Sakacanın ilk örneği olabileceği dilbilimciler tarafından düşünülmektedir. Harmatta isimli ve çeşitli Farsi dillerin çözülmesinde rol oynamış dilbilimci, bu yazının Kharosthi alfabesi kullanılarak Kotan Sakacısında yazıldığını öne sürmüş olup okunuşu ve çevirisi şu şekildedir: Sakacanın Ön Türkçe ile ilişikili olduğu iddiaları da, özellikle Türkî araştırmacılar tarafından desteklenen bir savdır. Esik Kurganı'nda bulunmuş tabaktaki yazının Ana Türkçe ile ilişiği olduğu iddiaları bulunmaktadır. Tabaktaki Türk araştırmacılar tarafından iddia edilen Proto-Türkçe okunuşu ise şöyledir: "Aγa, saηa očuq! Bez, cök! Boqun ičrä(r) azuq!" [Ağabey, sana (bu) ocak! Yabancıyı dize getir, yen! Halkta yiyecek (bol olsun)!]
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11337", "len_data": 3720, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.41 }
Cinsiyet simgeleri, Antik Roma'dan günümüze kadar gelen ve cinsiyetleri sembolize eden astrolojik simgelerdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11339", "len_data": 110, "topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT", "quality_score": 3.55 }
Londra Antlaşması veya Londra Konferansı aşağıdaki anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11348", "len_data": 71, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.22 }
Accipitridae veya Atmacagiller, Accipitriformes takımına bağlı yırtıcılardan oluşan bir kuş familyasıdır. Avladıkları orta boy memeliler ve çeşitli böcekler ile beslenirler. Bazıları leşle ve birkaçı meyvelerle de beslenebilir. Tüm kıtalara (Antarktika hariç) ve bazıları okyanus ada gruplarına yayılmıştır. Atmacalar, şahinler, kartal, çaylak, tuygun ve Eski Dünya akbabaları gibi birçok tanınan kuş Atmacagiller grubunda yer alır. Karyotip veri ile yapılan analizler Atmacagillerin farklı bir monofiletik grup olduğunu gösterir. Özellikler. Türleri şekil ve büyüklük bakımından çeşitlilik gösterirler. "Gampsonyx swainsonii" ve "Accipiter minullus" 23 cm uzunluğunda ve yaklaşık 85 g ağırlığındadır. "Aegypius monachus" 108 cm ve 10 kg ölçülmüştür. Hatta 14. yüzyıla kadar Yeni Zelanda'da soyu tükenen 14 kg olduğu tahmin edilen Hieraaetus moorei'na rastlanmıştır. Çoğu türünde dişilerin erkeklerden büyük olması ile eşeysel dimorfizm görülebilir. Bu cinsel farklılık boyutu yırtıcı kuş türlerinde daha belirgin, kemirgen avcılarda daha az belirgin, leş ya da salyangoz yiyenlerde neredeyse hiç yoktur. Gagaları güçlü ve kıvrımlıdır. Bazı türlerde üst çenede çentik ya da 'diş' bulunur. Tüyleri genellikle beyaz, gri, kahverengi ve siyah tonlardadır ve nadiren parlak renklidir. Taksonomi. Accipitridae familyasına bağlı cinsler (2023):
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11356", "len_data": 1338, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.64 }
Tuygun (Circinae), atmacagiller (Accipitridae) familyasının Circinae alt familyasından uzun bacaklı, uzun kuyruklu, küçük gagalı, ince ve uzun yapılı yırtıcı kuş türlerinin ortak adı. Bataklık ve çayırlık alanlar üzerinde alçaktan uçarak fareleri, yılanları, küçük kuşları ve böcekleri araştırırlar. Uzunlukları yaklaşık 50 cm'dir. Yüzlerindeki tüyler baykuşlarınkini andıracak biçimde peçeler oluşturur. Yuvaları bataklıklarda ya da uzun otlar arasında yer alır. Dişi yuvaya beyazımsı ya da mavimsi 4-6 yumurta bırakır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11359", "len_data": 520, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
Circus şu anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11360", "len_data": 30, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 1.33 }
Bayağı uzunkuyruk ("Aegithalos caudatus"), uzunkuyrukgiller (Aegithalidae) familyasından uzunkuyruklu, küçük gagalı ve yumuşak tüylü bir kuş türü. Çalılık ve ormanlık yerlerde yaşar, genellikle ağaçlarda avladıkları böceklerle beslenirler. Ağaç dallarında ve çalılara yaptıkları kalın duvarlı, kubbe biçimli yuvalarının yandan tek giriş deliği vardır. Başı tümüyle beyaz ya da siyah şeritli, gövdesinin üst bölümleri siyah şeritli, gövdesinin üst bölümleri siyah ve pembemsi tüylü olan bu türün toplam 16 cm'lik uzunluğunun yaklaşık yarısını kuyruk bölümü oluşturur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11363", "len_data": 566, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.52 }
Âdî serçe ya da bayağı serçe ("Passer domesticus"), serçegiller (Passeridae) familyasından coğrafi dağılımı çok geniş olan en yaygın ve en iyi tanınan serçe türü. Özellikleri. Uzunluğu 14 cm, rengi uzaktan bakıldığında grimsi kahverengidir. Ama erkekler yakından bakıldığında oldukça canlı renkleri ile dikkat çeker. Tepelerinde kızıl kahverengi tüylerle sınırlanmış gri bir bölge, gerdan ve göğüslerinde siyah bir leke vardır. Siyah leke büyüdükçe serçenin saygınlığı artar. Dişiler ve gençlerin tüyleri daha soluk renkli, alt bölümleri ise lekesizdir. Üreme. Bayağı serçe sıcak bölgelerde hemen hemen tüm yıl boyunca üreyebilir. Saçak altlarına, duvar çıkıntılarına, oyuklara, ağaç ve çalılara çırpıdan yaptıkları oldukça özensiz yuvalarını tüy ve yünle döşer, bu yuvaya 4-9 yumurta bırakırlar.Kuluçka dönemleri kümes hayvanlarından daha kısa zaman sürer. Genelde 1,5 hafta kuluçkada kalırlar yani 10 gün süreyle kuluçkada yatarlar. Dağılımı. Anavatanı Avrasya ve Kuzey Afrika olmakla birlikte Güney Amerika dışında yeryüzünün hemen her yerine götürülmüştür. Kuzey Amerika'da ilk kez 1852'de New York'un Brooklyn semtindeki bir mezarlığa getirilmiş, yüz yıl geçmeden tüm kıtaya yayılmıştır. Bayağı serçe insanlarla iç içe yaşayan, büyük küçük tüm yerleşim birimlerinde, tarlalarda ve bahçelerde görülebilen bir türdür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11367", "len_data": 1320, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.61 }
Passer, serçegiller (Passeridae) familyasından bir kuş cinsi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11370", "len_data": 61, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.35 }
Ağaç serçesi ("Passer montanus"), serçegiller (Passeridae) familyasından Avrasya ve Güneydoğu Asya'nın ılıman çoğu bölgesinde üreyen bir serçe türü. Orman serçesi ya da dağ serçesi de denir. Doğal olarak bulunduğu bölgenin dışında bulunan bazı bölgelere de sokulmuş bir kuş türüdür. Birbirine benzeyen erkek ve dişinin tepesi ve ensesi kızıl kahverengi, göğsündeki siyah leke küçüktür. Ayrıca beyaz yanaklarında da birer siyah benek bulunur. Alt türleri arasında farklılık çok azdır. Ağaç serçesi düzensiz yuvasını doğal bir ağaç kovuğuna, binalardaki deliklere ya da Avrupa saksağanı ile leyleklerin büyük yuvalarına yapar. Tek seferde beş ila altı yumurta yumurtlar ve yavru kuşlar iki haftada yumurtadan çıkar. Bu serçe türü asıl olarak tohumlarla beslenir ancak özellikle üreme dönemlerinde omurgasızlarla da beslendiği görülür. Diğer küçük kuş türlerinde olduğu gibi parazit kaynaklı enfeksiyonlar, hastalıklar ve gündüz ve gece yırtıcıları tarafından avlanma nedenleriyle ölmekte olan ağaç serçelerinin yaşam süresi üç yıl civarındadır. Asya'nın doğusunda kasaba ve şehirlerde yaygın olarak görülen bu serçe Avrupa'da daha çok hafif ağaçlıklı açık arazilerde görülür. Avrupa'da kasaba ve şehirlerde bayağı serçe daha yaygındır. Ağaç serçesinin geniş dağılımı ve büyük popülasyonu global olarak tehdit altında değildir ancak özellikle Avrupa'da tarım yöntemlerinin değişmesi popülasyonun azalmasına neden olmuştur. Asya'nın doğusunda ve Avustralya'da bu tür haşere olarak görülse de oryantal sanatta oldukça sık işlenen bir figürdür. Taksonomi. Eski Dünya serçe cinsi "Passer", Afrika'da çıktığı düşünülen ve tanımlayan kaynağa göre 15 ila 25 tür içeren küçük ötücü kuşlardan oluşan bir gruptur. Bu cinse mensup türler açık, az ağaçlı yerlerde bulunur ancak özellikle bayağı serçe ("P. domesticus") insanların yaşadığı ortamlarda yaşamaya uyum sağlamıştır. Türlerin çoğu tipik olarak 10 ila 20 cm boyundadır ve genel olarak kahverengi ile gri renkli, kısa kare kuyruklu ve küt konik gagalı kuşlardır. Asıl olarak yerde bulunan tohumlarla beslenen ancak özellikle üreme dönemlerinde omurgasızlarla da beslenen kuşlardır. Genetik araştırmalara göre ağaç serçesi kendi cinsinde bulunan diğer Avrasyalı üyelerden oldukça erken bir zamanda, bayağı serçe, "Passer flaveolus" ve söğüt serçesi farklılaşmasından önce ayrılmıştır. Ağaç serçesi Amerika ağaç serçesi ("Spizella arborea") ile yakın akraba değildir. Ağaç serçesinin bilimsel adı olan "Passer montanus", Latince "serçe" anlamına gelen "passer" ve "dağlarda bulunan" anlamına gelen "montanus" (Latince "mons", "dağ" demektir) sözcüklerinden oluşmuştur. İlk olarak Carl Linnaeus tarafından 1758 yılında "Systema Naturae" eserinde "Fringilla montana", olarak tanımlanmıştır. Ancak, bayağı serçe ile birlikte kısa sürede ispinozgiller (Fringillidae) familyasından çıkarılarak Fransız zoolog Mathurin Jacques Brisson tarafından 1760 yılında tanımlanan yeni "Passer" cinsinde sınıflandırılmıştır. Ağaç serçesi adı ağaç kovuklarında yuva yapmayı tercih etmesi nedeniyle verilmiştir. Ancak bu ad ya da bilimsel adı bu türün tercih ettiği yaşam alanlarını açıklamamaktadır. Buna en yakın gelen isim bu türe Almanca verilen "Feldsperling" ("tarla serçesi") adıdır. Alt türler. Geniş dağılımı olan bu tür çok az farklılık gösterir ve Clement tarafından tanınan sekiz alt türü arasında bulunan farklar çok küçüktür. En azından 15 alt tür daha önerilmiştir ancak bunların aşağıda belirtilen alt türler arasında geçiş ırklarını oluşturduğu düşünülmektedir. Fiziksel özellikleri. Ağaç serçesi 12,5 ila 14 cm. boyunda, 21 cm. kanat açıklığı olan ve 24 g. ağırlığında bir kuştur. Bayağı serçe'den ağırlık olarak %10 daha küçüktür. Erişkin kuşların tepesi ve ensesi kızıl kestane rengindedir ve saf beyaz yanaklarında küçük böbrek biçiminde kara birer kulak lekesi bulunur. Çene, boğaz ve gaga ile boğaz arasında bulunan bölge kara renklidir. Üst tüyleri açık kahverengidir ve kara çizgiler bulunur. Kahverengi olan kanatlarda iki belirgin beyaz kuşak görülür. Ayaklar soluk kahverengidir ve yazları kurşun mavisi olan gagaları kışın tamamen siyahlaşır. Erkek ile dişi arasında dış görünüş açısından fark olmaması nedeniyle kendi cinsinde bile dikkati çeker. Genç kuşlar da erişkinlere benzer ancak renkleri biraz daha soluk olabilir. Yüzünde bulunan renkler sayesinde kolaylıkla ayırt edilebilir. Bayağı serçeden ayırt edilmesini gri yerine kahverengi olan tepeleri ve daha küçük boyutları sağlar. Erişkin ve genç ağaç serçeleri sonbahar boyunca yavaş da olsa tüm tüylerini değiştirirler ve vücutlarında bulunan yağ azalsa da ağırlıklarında artış görülür. Ağırlıklarının artmasının ana nedeni aktif tüy büyümesini artırmak için kan hacminde görülen artıştır. Ağaç serçelerinin gerçek anlamda bir şakıma melodileri yoktur ama eşleşmemiş ve kur yapan erkeklerin çıkardığı heyecanlı bir dizi "çip" çağrısı bulunur. Diğer tek heceli şakımalar sosyal ilişkilerde kullanılır ve uçuş çağrısı sert bir "tik" sesidir. Missouri'ye yerleştirilen ağaç serçeleri ile Almanya'da yaşayanların seslerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, Missouri'de yerleştirilen kuşların daha az paylaşılan hece tipine sahip oldukları belirlenmiştir. Bunun sebebinin Kuzey Amerika'ya getirilen kuş popülasyonunun sayısının azlığı nedeniyle genetik çeşitliliğin kaybolması olduğu düşünülmektedir. Dağılımı ve yaşam alanı. Ağaç serçesinin doğal üreme alanı Avrupa ve Asya'da 68nci Kuzey paralelinin güneyinden güneydoğu Asya'da Cava ve Bali'ye kadar olan ılıman bölgedir. Önceleri Faroe Adaları, Malta ve Gozo'da da üremekteydiler Güney Asya'da ılıman bölgede bulunurlar. Dağılımının çoğu bölgesinde yerleşiktir ancak en kuzeyde yer alan nüfus kışları güneye doğru göç eder ve az sayıda kuş güney Avrupa'dan Kuzey Afrika ve Orta Doğu'ya geçer. Doğuda yaşayan alt tür "P. m. dilutus" kışları Pakistan kıyılarına ulaşır ve sonbaharda bu ırktan binlerce kuş Çin'e doğru geçer. Ağaç serçesi doğal olarak yaşadığı bölgenin dışındaki bölgelere sokulmuş ancak muhtemelen bayağı serçe ile olan rekabet nedeniyle her zaman tutunamamış bir türdür. Sardinya, Endonezya'nın doğusu, Filipinler ve Mikronezya'ya başarı ile sokulan tür Yeni Zelanda ve Bermuda'da da tutunamamıştır. Gemilerle taşınan kuşlar Borneo'da koloniler oluşturmuştur. Bu serçe türü Cebelitarık, Tunus, Cezayir, Mısır, İsrail ve Dubai'de rastlantısal konukturlar. Kuzey Amerika'da yaklaşık 15.000 kadar ağaç serçesi St. Louis, Illinois ve Iowa'nın güneydoğusunda yerleşmiştir. Bu serçeler Almanya'dan getirilen ve Kuzey Amerika kuş türlerinin zenginleştirilmesi için 1870 Nisan ayının sonlarında doğaya salıverilen 12 kuştan üremişlerdir. ABD'de sınırlı bir alanda yaşayan ağaç serçesi şehirsel alanlarda bayağı serçe ile rekâbet ettiği için daha çok parklarda, çiftlik arazilerinde ve ağaçlık bölgelerde yaşar. Amerika'da yaşayan popülasyona İngilizcede bazen "German Sparrow" (Alman serçesi) denmektedir. Ağaç serçesi Avustralya'da Melbourne, Victoria'nın orta ve kuzey kasabaları ile Yeni Güney Galler'de bulunur. Güneydoğu Asya'dan bazen gemilerle gelen ağaç serçesi Batı Avustralya'da yasaklanmış bir türdür. Bilimsel adına rağmen, "Passer montanus", ağaç serçesi dağlarda yaşayan bir tür değildir ve İsviçre'de yalnızca 700 m rakımda bulunur. Ancak Kafkasların kuzeyinde 1.700 m'de ve Nepal'de 4.270 m'de ürediği de görülmektedir. Avrupa'da sıklıkla kayalık sahillerde, boş binalarda, yavaş akan ırmakların kenarında bulunan söğütlüklerde ya da açık arazilerde bulunan ağaçlıklarda görülür. Ağaç serçesi daha çok sulak alanlara yakın yerlerde yuvalanmayı tercih eder ve yoğun tarım yapılan alanlardan uzak durur. Ağaç serçesi ile daha büyük olan bayağı serçe aynı bölgede bulunduklarında bayağı serçe kentsel alanlarda ağaç serçesi de kırsal alanlarda yaşar. Moğolistan gibi ağaçların az bulunduğu yerlerde her iki tür de insan yapısı yerlerde yuvalanır. Ağaç serçesi Avrupa'da kırsal bölgeye özgü bir kuş türü iken Asya'nın doğusunda kentsel alanlara özgü bir kuştur. Orta ve Güney Asya'da ise her iki serçe türü de kasabalarda ve köylerde görülür. Akdeniz'in İtalya gibi bazı bölgelerinde hem ağaç hem de söğüt serçesi yerleşim alanlarında birlikte görülebilir. Avustralya'da ise ağaç serçesi kentlerde yaşayan bir tür iken kırsal alanlarda bayağı serçe bulunur. Davranış. Üreme. Ağaç serçesi yumurtadan çıktıktan bir yıl sonra üreyebilecek duruma gelir. Tipik olarak ağaç kovuğuna ya da kayalarda yer alan doğal oyuklara yuvalanır. Bazı yuvalar oyuk ya da kovuklarda değil ama bazı tür çalıların dışarıda kalan kökleri arasında da yapılabilir. Evlerin çatılarındaki boşluklar ya da tropiklerde bir palmiye ağacının tepesi ile verandaların çatısın da yuva yapmak için kullanılabilir. Ağaç serçeleri Avrupa saksağanının kullanılmayan kubbeli yuvasında ya da leylek bayağı deniz kartalı, balık kartalı, kara çaylak ya da gri balıkçıl yuvalarında da üreyebilirler. Bazen oyuk ya da kapalı alanlarda yuvalanan kır kırlangıcı, ev kırlangıcı, kum kırlangıcı ve Avrupa arı kuşu gibi kuşların yuvalarını ele geçirmeye de çalışır. Çift kuşlar yalnız başlarına ya da koloniler hâlinde üreyebilirler ve kuşlar için yapılmış kuş yuvalarını kullanabilirler. İspanya'da yapılan bir araştırmaya göre ahşap ve çimento karışımından yapılmış yuvaların yalnızca ahşaptan yuvalara göre daha sık kullanıldığı (kullanma oranları sırasıyla %76,5 ve %33,5'tur) ve ahşap çimento karışımı yuvalarda kuşların daha erken yumurtladığı, kuluçka süresinin daha az sürdüğü ve üreme dönemi boyunca daha çok sayıda yumurta yumurtlanıp kuluçkaya yatıldığı gösterilmiştir. Yumurta adedi ve yavruların durumu iki tip yuva arasında farklılık göstermese de sentetik olan yuvaların ahşap olanlara göre 1,5 °C daha sıcak olması nedeniyle üreme başarısının sentetik yuvalarda daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Baharda erkek kuş yuvanın yakınlarında yaptığı çağrı ötüşüyle hem yuvayı sahiplenir hem de çiftleşmek için bir eş çağırır. Aynı zamanda yuva için yeni malzeme de taşıyabilir. Nümayiş ve yuva yapma sonbaharda da tekrarlanır. Sonbaharda yapılan nümayiş için daha önceden içinde yumurtadan yavru çıkmış eski ağaç serçesi yuvaları tercih edilir. Boş hazır yuvalar ve daha önceden bayağı serçe, baştankara, kara sinekkapan ve bayağı kızılkuyruk türleri tarafından kullanılan yuvalar sonbahar nümayişi için nadiren kullanılır. Düzenli bir yapıya sahip olmayan yuva saman, ot, yün ve diğer malzemelerden oluşur ve ısı yalıtımını iyileştiren tüylerle içi kaplanır. Tamamlanmış bir yuvada üç bölüm bulunur; taban, iç kaplama ve kubbe. Ağaç serçesi bir kerede beş ya da altı yumurta yumurtlar. Yumurtalar beyaz ya da soluk gridir ve üzerinde çok sayıda küçük benek ya da leke bulunur. Yumurtalar 20x14 mm boyutlarında ve 2,1 g ağırlığındadır. Ağırlığının %7'si kabuktan ibarettir. Hem erkek hem dişi kuş 12 ila 13 gün kuluçkaya yattıktan sonra beslenmeye ihtiyaç duyan yavrular yumurtadan çıkar ve 15 ila 18 gün içinde yavrular palazlanır. Yıl içinde iki ila üç kere kuluçkaya yatılabilir. Koloni hâlinde üreyen kuşlar ilk seferinde tek çift olarak üreyen kuşlardan daha fazla sayıda yumurta yumurtlar ancak ikinci ve üçüncü kuluçkalama da bu tersine döner. Daha çok çiftleşen dişiler daha çok yumurta yumurtlar ve kuluçka süreleri daha kısa sürer. Önemli ölçüde çift dışı çiftleşme görülür. Macaristan'da yapılan bir araştırmada yavruların %9'unun çift dışı erkeklerden ürediği ve kuluçkaya yatılan yuvaların %20'sinde en azından bir çift dışı çiftleşmeden gelen yavru olduğu bulunmuştur. Ağaç serçesi ile bayağı serçe arasında melezleşme birçok yerde görülmüştür. Melez erkekler ağaç serçesine dişiler ise bayağı serçeye benzerler. Beslenme. Ağaç serçesi tohumla beslenen ve yerde bayağı serçe, ispinoz gibi kuşlarla birlikte sürüler hâlinde besin aramak için dolaşan bir türdür. Karanfilgiller ve Chenopodioideae gibi otların tohumları ile beslenirler. Ayrıca kuşlar için hazırlanmış özel besin dağıtım yerlerinden de yararlanırlar. Özellikle üreme döneminde yavrular temel olarak hayvani besin ile beslendiği dönemlerde omurgasızlarla da beslenirler. Tahtakurusu, kırkayak, çıyan, örümcek ve Opiliones türü omurgasızları yakalar. Yeni yumurtadan çıkmış yavruları beslemek için erişkinler çeşitli sulak alanlarda omurgasızları avlamaya çalışır. Sulak alanlar, uzun bir üreme dönemine sahip olan bu türün yavrularını büyütme şansının artması için yeterli çeşitlilikte ve uygun omurgasızların avlanabilmesi için önemlidir. Önceleri iyi bir besin kaynağı olan işlenmiş tarım alanları, tarım yöntemlerinin değişmesi sonucunda artık yeterli besini sağlayamamaktadır. Kış aylarında tohum kaynakları önemli bir sınırlayıcı faktör olmaktadır. Bu dönemlerde sürü içindeki bireyler arasında doğrusal bir hiyerarşi kurulur ancak boğazdaki beneğin boyu ile bu hiyerarşi arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Halbuki bayağı serçelerde üstünlük sağlamak için yapılan dövüşler boğaz beneğinin gösterilmesiyle azalabilmektedir çünkü boğaz beneğinin büyüklüğü seçilim değerinin bir göstergesidir. Avlanma riski beslenme stratejilerini etkilemektedir. Yapılan bir araştırma besin kaynağı barınaklarından ne kadar uzak olursa serçelerin daha küçük sürüler hâlinde besin kaynağına geldiğini, burada daha az zaman geçirdiklerini ve daha tetikte olduklarını göstermiştir. Serçeler ya doğrudan besin arayarak ya da daha önceden besin kaynağı bulmuş sürü üyelerine katılarak beslenirler. Açık alanda bulunan besin kaynaklarında sürü üyelerini takip ederek beslenme olasılığı %30 daha fazladır. Bunun nedeninin yırtıcılara karşı dikkatli olmak ile ilgili olmadığı ancak daha riskli besin kaynaklarının düşük yağ rezervine sahip bireyler tarafından kullanılması olduğu düşünülmektedir. Sağlık ve hayatta kalma. Ağaç serçeleri bayağı atmaca, bayağı kerkenez, ve kukumav gibi çeşitli atmaca, doğan ve baykuşlar tarafından avlanırlar. Bazen de kulaklı orman baykuşu ve leylekler tarafından da avlanabilmektedirler. Sonbahar tüylerine sahipken, daha az uçuş tüyü olmasına rağmen, avlanma açısından daha büyük bir risk içinde değildir. Yuvaları saksağanlar, alakargalar, gelincikler, kemeler, kediler ve yılanlar tarafından yağmalanabilmektedir. Birçok kuş biti türü hem kuşlarda hem de yuvalarında görülür. "Knemidocoptes" cinsi akarların popülasyonlarda ayak ve parmaklarda lezyonlara bırakacak salgınlara neden olduğu bilinmektedir. Yeni yumurtadan çıkmış yavruların göksinek larvalarıyla parazitlenmesi yavru ölümlerinde önemli bir faktördür. Yumurta büyüklüğü yavru ölümünü etkilemez ancak büyük yumurtalardan çıkan yavrular daha hızlı büyür. Ağaç serçeleri aynı zamanda bakteri ve virüs enfeksiyonlarına da maruz kalmaktadırlar. Bakterilerin yumurtadan yavru çıkmamasında ya da yumurtadan yeni çıkan yavruların ölme oranlarında önemli bir faktör olduğu ortaya konmuştur. Japonya'da "Salmonella" enfeksiyonu nedeniyle toplu ölüm vakaları kaydedilmiştir. Birçok popülasyonun kanında kuş sıtması parazitleri bulunmuştur. Çin'de kuş gribi virüsü taşıyan kuşlar olduğu kaydedilmiştir. Ağaç serçelerinin bağışıklık sisteminin bayağı serçelere oranla daha az dayanıklı olmasının bayağı serçelerin daha çok yayılma poyansiyeline sahip olmasını getirdiği öne sürülmüştür. Avrupa'da yollarda kaza ile öldürülen hayvanlar arasında ağaç serçeleri ön sıralarda gelmektedir. Kaydedilen en uzun yaşam süresi 13,1 yıldır, ancak tipik yaşam süresi üç yıl civarındadır. Korunma durumu. Ağaç serçesinin doğal olarak yaşadığı alan çok geniştir ve günümüzde tam olarak belirlenmemiştir. Dünya popülasyonu da tam olarak bilinememektedir ancak Avrupa'da 52 ila 96 milyon birey olduğu tahmin edilmektedir. Popülasyon eğilimleri analiz edilmemiş de olsa türün IUCN Kırmızı Listesine girme kriteri olan 10 yılda ya da son üç kuşakta %30'dan fazla popülasyonda azalma kriterini sağlamadığı düşünülmektedir. Bu nedenlerden ötürü türün korunma durumu "asgari endişe" olarak değerlendirilmiştir. Avrupa'nın kuzeyi ve doğusunda ağaç serçesi yaşadığı alanları artırsa da, Avrupa'nın batısında tarla kuşu, tarla kiraz kuşu ve bayağı kız kuşu gibi tarlalardan beslenen diğer türlerde görüldüğü üzere ağaç serçesinin de popülasyonlarında azalmalar görülmektedir. 1980 ile 2003 yılları arasında tarlalardan beslenen kuşların sayısında %28'lik bir düşüş olmuştur. Özellikle Büyük Britanya'da 1970 ile 1998 arasında %95'lik azalma ile durum ciddi boyutlar almıştır. İrlanda'da 1990'ların sonunda yalnızca 1.000 ila 1.500 çift ağaç serçesi kalmıştır. Britanya Adalarında bu dalgalanmaların nedeni doğal sebepler olabilmektedir. Popülasyon azaldıkça üreme performansı görece artmıştır. Bu da azalmaların nedeninin üreme performansı olmadığını göstermektedir. Ağaç serçelerinin sayısında görülen bu büyük azalmanın nedeni özellikle zararlı bitkileri yok etmek için kullanılan ilaçların yaygınlaşması, tarım uygulamalarının yoğunlaşması ve ilkbahar yerine sonbaharda tarlaların sürülmesiyle tarlada kışın besin kaynağı olan anızların artık kalmaması görülmektedir. Özellikle zararlı böceklerin ilaçlanmasıyla yavrular için gerekli olan böcek besin kaynağının azalması da etkili olmuştur. İnsanlarla ilişkileri. Ağaç serçesi bazı bölgelerde haşere olarak görülmektedir. Avustralya'da birçok tarım ürününe zarar vermektedir. Karantina kuralları çerçevesinde Batı Avustralya'ya bu türün sokulması yasaktır. Çin'de Mao Zedong 1958 Nisan'ında üç milyon insanı harekete geçirerek, korkuluklar yardımıyla da kuşların yorgunluktan bitkin düşüp ölmelerini sağlayarak kuş başına yılda 4,5 kg tahıl olarak tahmin edilen ürün zararını azaltmaya çalıştı. Başlarda başarılı olan bu "Büyük Serçe Kampanyası" kuşların yediği çekirge ve zararlı böcek sayısını göz ardı ettiği için sonuçta ürünlerin daha da azalmasına yol açtı ve 1959 ile 1961 yılları arasında ortaya çıkan kıtlığın daha da şiddetli geçmesine sağlayarak 30 milyon insanın ölümüne neden oldu. Ağaç serçesinin böcekleri yemesi bu kuşun meyve ağacı haşerelerinden ve kuşkonmaz zararlısından ("Crioceris aspergi") kurtulmak için tarımda kullanılmasına yol açmıştır. Ağaç serçesi, özellikle bahar dalı üzerinde ya da uçan sürüler hâlinde olmak üzere Çin ve Japon sanatında çok uzun süredir resmedilmektedir. Hiroşige gibi sanatçıların desenleri Antigua ve Barbuda, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çin ve Gambiya'nın posta pullarında kullanılmıştır. Ayrıca Belarus, Belçika, Kamboçya, Estonya ve Tayvan posta pullarında da daha basit desenler kullanılmıştır. Ağaç serçesinin kanat çırpmasından kaynaklanan geleneksel Japon dansı "Suzume Odori" Hokusai gibi sanatçılar tarafından resmedilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11371", "len_data": 18400, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.6 }
Söğüt serçesi ("Passer hispaniolensis"), serçegiller (Passeridae) familyasından bir serçe türü. Palearktik, Etiyopyen ve Oryantal bölgelerde yaşar. Ama Avrupa'da yalnız İber Yarımadasında ve Balkalar'da görülür. Türkiye'de ise akarsu vadilerinde, çalılıklarda ve açık alanlarda yaşar. Erkeklerin göğsündeki siyah leke bayağı serçeninkinden daha geniştir. Ayrıca yanlarında kalın siyah çizgiler bulunur. Tepesi orman serçesinin ki gibi kızıl kahverengidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11373", "len_data": 455, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.62 }
Çalı serçesi ("Passer moabiticus"), serçegiller (Passeridae) familyasından Türkiye'nin yalnız Adana, Hatay ve Gaziantep illerinin sınırları içinde kalan küçük bir bölgede üreyen serçe türü. Türkiye'de yaşayan öbür serçelerden daha küçük yapılı olan bu türün uzunluğu 12 cm'dir. Erkeklerin tepesi, ensesi, boyun yanları mavimsi gri rengi ile dikkat çeker.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11375", "len_data": 356, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.53 }
Çöl serçesi ("Carpospiza brachydactyla"), serçegiller (Passeridae) familyasından bir serçe türü. Yazın Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kuluçkaya yatan göçmen kuşlar arasında yer alır. Bayağı serçenin dişisine benzerler. Kuyruklarının ucunda beyaz benekler bulunur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11377", "len_data": 283, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.54 }
Bayağı kar serçesi ("Montifringilla nivalis"), serçegiller (Passeridae) familyasından Avrupa ve Asya'nın güneyindeki yüksek dağların ağaç sınırını aşan kesimlerinde yaşayan serçe türü. Kışın genellikle daha alçak kesimlere doğru göç eder. Türkiye'de yaşayan öbür serçelerden daha iri olan bu türün uzunluğu 18 cm'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11379", "len_data": 317, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.51 }
Kaya serçesi ("Petronia petronia"), serçegiller (Passeridae) familyasından bir serçe türü. Avrupa ve Asya'nın güney kesimleri ile Kuzey Afrika'da yaşar. Türkiye'nin hemen her yerinde görülür. Yaşama ortamı genellikle kayalık yerlerdir. Bazen yuvası yıkıntılar arasında, küçük yerleşim birimlerinde ve ekili alanlardaki ağaç kovuklarında bulunur. Bu türün erkek ve dişisi bayağı serçenin dişisine benzer. Ama tepelerinde grimsi kahverengi, bunun yanlarında daha koyu renkli birer bant vardır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11381", "len_data": 491, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.59 }
Borland, çeşitli programlama dillerinde yazılan kodları derleyerek çalıştırılabilir hale getiren derleyicileri ve bu derleyicileri kullanan Tümleşik Geliştirme Ortamları'nı üreten ABD merkezli yazılım şirketidir. 1991'de dBase'nin yaratıcısı olan Ashton Tate satın almıştır. En ünlü ürünü Delphi programlama dilidir. Delphi 7 ile .NET desteği vermeye başladı. Delphi 2005'te tamamen .NET platformunda Delphi diliyle yazılım geliştirmeye olanak sağladı. Son sürümü Delphi 2006 Developer Studio ile Delphi, C# ve C++ dillerinde yazılım geliştirecek ortamı programcılara sundu. Borland firmasının ayrıca Interbase veritabanı ürünü bulunmaktadır. Interbase 6.0 versiyonu açık kaynak haline getirildi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11383", "len_data": 696, "topic": "CODING", "quality_score": 3.56 }
Muhabbet kuşu ("Melopsittacus undulatus"), papağan türleri içerisinde yer alan, evcil bir kuş türü. Avustralya kıtasına özgü "Melopsittacus" cinsinin içinde yer alan tek türdür. Küçük, uzun kuyruklu bu kuşlar yabani ortamda genel olarak yeşil veya sarı tüy rengine ve kanatlarında siyah taralı çizgilere sahiptir. Bu alımlı dış görünüşlerinden ötürü, muhabbet kuşları, dünya genelinde yoğun olarak evcil olarak beslenmektedir. Evlerde beslenen muhabbet kuşları mavi, beyaz, tamamen sarı veya tamamen beyaz renge sahip olabildikleri gibi, çok farklı kombinasyonlarda olabilirler. Öyle ki bazı muhabbet kuşlarının ibikleri bile bulunabilmektedir. Doğal ortamlarında ağırlıklı olarak tohumla beslenen bu tür, Avustralya'nın kurak bölgelerindeki zorlu koşullarda beş milyon yıldan beri varlıklarını sürdürmektedir. Ömürleri 15 yıl kadardır. Dünyanın en yaşlı muhabbet kuşu İngiltere'de yaşamış ve 29 yaşında ölmüş erkek muhabbet kuşu Charlie'dir. Muhabbet kuşları, kırmızı papağanlar ve incir papağanlarıyla yakın akrabadırlar. Klasik muhabbet kuşlarından, cüsse olarak daha büyük olan türe ise jumbo muhabbet kuşu adı veriliyor. Evrim. Geleneksel olarak çizgili tüyleri nedeniyle muhabbet kuşunun "Neophema" ve "Pezoporus" arasındaki geçiş türü olduğu düşünülmekteydi. Ancak DNA dizileri esas alınarak yapılan son filogenetik çalışmalar, bu kuşların kırmızı papağan (alt familya: Loriinae) ve incir papağanı (oymak: Cyclopsittacini) ile yakın akraba olduğunu ortaya çıkardılar. Anatomi ve fizyoloji. Doğal ortamlarında muhabbet kuşları, 18 cm uzunluğunda, 30-40 gram ağırlığındadır. Karın ve but bölgeleri açık yeşilken, arka ve kanat yüzeyleri siyah-sarı çizgi ve desenlerle örülüdür. Alın ve surat bölgesi yetişkinlerde sarıdır. Ancak genç bireyler, 3-4 aylıkken yetişkin tüylerine ulaşmaya başlamalarına değin, gagalarının üstündeki zara kadar uzanan siyah çizgiler barındırır. Gırtlaklarının iki yakasında mor bir bölge ve siyah benekler bulunduran bu kuşlar, koyu mavi kuyruğa ve kuyruk tüylerinin dışında açık sarı bölgelere sahiptir. Kanatlarında yeşilli-siyahlı uçuş tüyü barındırırlar. Gagaları zeytin yeşili ve iki parmaklı bacakları mavimsi gri renge sahiptir. Avustralya'da doğal ortamlarında yaşayan muhabbet kuşları, evcil olanlarına göre daha küçüktür. Bunun yanında evcilleşmiş olan kuşlarda mavi, gri, alaca, menekşe gibi renkler hakim olabilir. Ancak evcil hayvan dükkânlarında en çok mavi, yeşil, sarı ve beyaz olanlarına rastlanır. Birçok diğer papağanda olduğu gibi, bu kuş türünün de kanatları morötesi ışık altında floresan özellik gösterir. Bu durumun cinsel seçilim ve kur yapma ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Burun bölgesinin rengi, cinsiyetler arasında farklılıklar gösterir. Erkek bireylerin burunları mor ve koyu pembeyken, dişilerin burunları beyaza yakın renklere sahiptir. Bazı dişilerin burunları yavrulama dönemlerinde kahverengiye döner. Ancak albinoluk veya bazı diğer genetik bozuklukluğa sahip olan erkeklerin burunları daima açık pembe kalır. Altı aylıktan daha büyük muhabbet kuşlarının cinsiyetleri, gerek burun renkleri, gerek davranışları, gerekse kafatası şekilleri nedeniyle rahatça anlaşılabilir. Erkekler genelde mutlu, dışa dönük, kura yatkın, barışçıl ve ötücüdürler. Ele ve omuza gelmeyi severler. Cinsel organları bulunmaz. Dişiler genelde baskın ve sosyal açıdan hoşgörüsüzdür. Görüş. Birçok kuş gibi, muhabbet kuşlarının da tetrakromatik renk görüşleri bulunur. Buna ek olarak bu kuşlar, morötesi spektrumunda ışıkları da algılayabilmekte ve böylece morötesi ışıkla parlayan tüyleri sayesinde kur yapmaktadır. Gırtlak noktaları morötesi ışıkları yansıtabildiği gibi, bir kuşu diğerinden ayırmada kullanılmaktadır. Ekoloji. Muhabbet kuşları göçmen kuşlar olup, genel olarak Avustralya'daki çalılık, çimenlik ve açık ormanlık alanlarda bulunurlar. Genel olarak küçük sürüler halinde gezinen bu kuşlar, bazı durumlarda büyük sürüler de oluşturabilirler. Sürekli yer değiştirme eğiliminde olan muhabbet kuşları, besin ve suyun durumuna göre sürekli göç ederler. Kuraklık sonucunda toplu halde ormanlık veya kıyısal alanlara giderler. Besinlerini genel olarak tohumlar, spinifeksler, çimenler, otlar ve bazen de olgunlaşmış buğdaylar oluşturur. St. Petersburg, Florida, ABD'de doğaya bırakılmış yabani muhabbet kuşu sürüleri 1940'lardan beri gözlenmektedir. Ancak günümüzde 1980'lerin başında oldukları kadar bol değildirler. Bunun nedeni olarak bu kuşların bayağı sığırcık ve serçelerle rekabete girerek bu rekabette yenik düşmesi gösterilmektedir. Evcilleştirme. Muhabbet kuşu, cennet papağanı ("Agapornis roseicollis") ile beraber dünya çapında yoğun olarak evcilleştirilen iki papağan türünden biridir. Geniş kitlelerce bu kuş türü en bilindik evcil papağan ve kafes kuşu olarak bilinmektedir. Bilinen ilk muhabbet kuşu evcilleştirme girişimleri 1850'lere kadar uzanmaktadır. Yetiştiriciler uzun yıllar boyunca bu kuş türünün farklı renk, şekil ve tüy mutasyonlarına sahip bireylerini elde etmek için uğraştı. Elde edilen yeni bireyler arasında albino, mavi renkli, tarçın renkli, düz kanatlı, ibikli, siyah, gri kanatlı, opal, alaca, pullu ve mor renkli bireyler bulunmaktadır. Standart-tip (ya da "İngiliz") muhabbet kuşlarının boyutları, yabani bireylerin yaklaşık iki katı kadardır. Şişkin tüyleri nedeniyle gaga ve gözleri neredeyse görünmez olabilir. Bu İngiliz muhabbet kuşlarının fiyatları daha pahalı; ancak 7–9 yıllık olan ortalama yaşam süreleri diğer türlere göre daha kısadır. Birçok İngiliz muhabbet kuşu sahibi, kuşlarını gösterilerde görücüye çıkartır ve federasyon koşullarına uygun kuşlar derecelendirilir. Muhabbet kuşları zeki ve sosyal hayvanlar olup, oyuncaklara, insanlara ve diğer kuşlara ilgi ve yakınlık duyabilirler. İlgi isteyen hayvanlardır, ilgi görmeyince bunalıma girebilirler. Kendini yolmak, sürekli uyuklamak gibi belirtiler gösterebilirler. Eğer ilgi eksikliği mevcut ise mutlaka yanına kendi türünden bir ya da birden çok kuş alınmalıdır. Sürü kuşları yalnız yaşamaktan hoşlanmamaktadır. Bunun yanında özellikle dişi bireyler odun gibi materyalleri çiğneme eğilimi gösterir. Korktukları zaman kendilerini yerden olabildiğince yükseğe çıkarıp tüylerini derilerine yapıştırarak vücutlarını ince gösterirler. Son derece korkak ve hassas hayvanlardır. Korkudan öldükleri gözlemlenmiştir. Bunun dışında sıcak çöllere adapte oldukları için soğuk havada yaşayamazlar. Temas ettiklerinde ishal başlar ve çok soğuk hava gördüklerinde ya da ceyeran gibi uzun süre soğuk havaya maruz kaldıklarında ölürler. Evcil muhabbet kuşları konuşmayı öğrenebilir, yeni tür ıslıklar çalabilir ve insanlarla oyun oynayabilir. Dişi ve erkek bireyler mimik sesler öğrenme ve bunları taklit etme eğilimi içindedir. Ancak bu yetenek erkek bireylerde daha gelişmiş durumdadır. Dişi bireyler genelde konuşmayı öğrendiklerinde bir düzineden daha fazla kelime öğrenemez. Erkeklerin öğrendiği kelime sayısı ise yüzlere ulaşabilir. Evcil muhabbet kuşlarının yaşam süreleri beş ile sekiz yıl arasında değişir. Ancak 15-20 yıla ulaşan kuşlar bilinmektedir. Yaşam süreleri, egzersiz, beslenme ve yaşam koşullarının iyiliğiyle paralellik gösterir. İngiliz muhabbet kuşlarının ortalama ömrü, klasik muhabbet kuşlarından daha kısadır. Özellikle dişilerin içgüdüsel olarak sahip olduğu çiğneme isteği, çeşitli yardımcı aletlerle beraber doyrulmalıdır. Bu sayede kuşların gagalarının törpülenme gereksinimi de sağlanmış olur. Bunun yanında her bir muhabbet kuşunun ayrı bir kişiliği olduğu bilinmektedir. Bu nedenle elde tutulma isteği ve beğendiği oyuncaklar gibi tercihleri, bireyden bireye değişmektedir. Bazı muhabbet kuşları ilk günden sahibine alışırken, bazıları 1 sene süre zarfında alışamazlar. Kimi hassas insanlarda, muhabbet kuşlarının bir çeşit hipersensitivite pnömonisi olan "kuş besleyicisi hastalığı"na yol açtığı bilinmektedir. Bu durum genelde bir odada birden fazla muhabbet kuşu besleyen insanlarda görülmektedir. Kafes gereksinimleri. Muhabbet kuşları küçük, fakat aktif, enerjik ve canlı kuşlardır. Bir ya da iki muhabbet kuşu için en küçük kafesin en ve boyu 46 cm kadar olmalıdır. Ancak daha büyük kafesler bu küçük evcil kuşlar için daha da avantajlıdır. Bunun yanında kafes seçiminde boy değil, ene bakılarak karar verilmelidir. Muhabbet kuşları helikopterden ziyade uçaklar gibi yatay olarak uçtuklarından dolayı, yatay olarak geniş kafesler her zaman tercih edilmelidir. Ayrıca kafes telleri arası boşluk 1,25 cm değerinin üzerine çıkmamalıdır. Bunun yanında birden fazla dişiyi aynı kafese koyarken önlem alınması gerekir. Çünkü anlaşamayan dişi kuşlar birbirlerine önemli zararlar verebilirler. Beslenme. Avustralya'daki doğal ortamlarında ot tohumlarıyla beslenen muhabbet kuşları, kuru, filizlenmiş veya ıslak tohumlarla beslenebilirler. Bu kuşlar için kuru tohum ağırlıklı beslenmek sağlıklı değildir. Veterinerler, doğal ortamlarında yaşayan kuşlar için şu yiyecekleri önermektedir: Bu besinleri sağlamak, kuşların obezite ve lipomadan korunmasına yardımcı olur. Yetişkin muhabbet kuşları, çoğu zamanlarda yeni diyetsel eklentilere hızla uyum sağlayamazlar. Bu nedenle sağlıklı besin verilmesine genç kuşlardan başlanmalıdır. Papağanlar ve muhabbet kuşları taklit yoluyla öğrenirler. Bu nedenle yeni yiyecekleri deneyen bir başka kuş gören diğer kuşlar, bu yeni yiyecekleri denerler. Bu yol dışında, oyuncak aynanın önüne yeni besin konularak alışma sağlanabilir. Muhabbet kuşları da dahil, Nestor notabilis hariç olmak üzere tüm papağanlar otçuldur. Ancak tam haşlanmış yumurta gibi hayvansal bazı besinler de, ara sıra kullanılmak koşuluyla ve kuşların hızlı büyümesi, üremesi, hızlı tüy dökmesi veya iyileşmesi için gereken Protein'İ sağlamak amacıyla kullanılabilir. Ancak gereğinden fazla hayvansal proteinle beslenmek, muhabbet kuşlarının sağlığını olumsuz etkileyebilir. Alkol, avokado, çikolata, kafein, laktoz içerikli besinler, sarımsak ve soğan, muhabbet kuşları için oldukça toksik olup, kesinlikle bu kuşlara verilmemelidir. Yumurtlama. Doğal ortamlarında, muhabbet kuşlarının Kuzey Avustralya'daki üreme mevsimleri Haziran ile Eylül arası, Güney Avustralya'daki üreme mevsimleri Ağustos ile Ocak arasıdır. Yine de bu kuşlar bol besin bulunduğu sürece, her zaman çiftleşebilirler. Eşlerinin tüylerini gagalarıyla düzelten ve onları bizzat besleyen muhabbet kuşları, genelde kendi yedikleri tohumları eşlerinin ağzına kusarlar. Avustralya çapında bazı bölgelerde tarım suyuna erişebilirliğin artmasıyla beraber bu kuşların nüfusu hızlı bir artış göstermiştir. Yuvalarını ağaç kovuklarına, çitlere, yerdeki kütüklere yapan muhabbet kuşları, 18 ilâ 21 gün süren kuluçka sürelerinin sonunda 4-6 yavru dünyaya getirir. Yumurtadan çıktıktan 30 gün sonra bu yavrular yuvayı terk etmeye başlar. Doğal ortamda, tüm papağan türlerinin delikli ağaç veya kütüklere gereksinimleri vardır. Bu özellik dolayısıyla, yapay ortamda üretilen yuvalar sayesinde bu kuşların barınma ihtiyacı rahatlıkla sağlanabilir. Yumurtalar 1 ilâ 2 cm uzunluğunda düz beyaz renge sahiptir. Dişiler erkek olmaksızın yumurtlayabilir; ancak bu yumurtalar döllenmediğinden dolayı çatlamazlar. Dişi muhabbet kuşlarının burun renkleri yumurtlama dönemlerinde kahverengiye yaklaşır. İlk yumurtlamanın ardından, bir sonraki yumurtlamaya kadar iki gün geçmesi gerekir. Dişiler kuluçka dönemlerinde sadece çok kısa sürelere mahsus yuvalarını terk ederler. Bu süreçte genellikle eşleri olan erkek kuşlar tarafından yuva ağzında beslenirler. Yumurtadan çıkan ilk ve son yavru arasındaki yumurtadan çıkma süresi 9 ilâ 16 günü bulabilir. Emniyetsizlik durumunda dişiler nadiren yumurtalarını yiyebilir. Yavrulama sorunları. Bazı durumlarda yavrulama sürecinde pürüzler belirebilir. Bunun temel nedenleri arasında hastalıklar ve yetişkinlerin yavrulara saldırması gibi durumlar yer almaktadır. Çoğunlukla dişiler olmak üzere diğer kuşlar yuvaların içinde birbirleriyle veya yavrularla kavga edebilir. Bazı durumlarda çoğunlukla erkekler olmak üzere bazı bireyler karşı cinse ilgi duymayabilir ve üreme gerçekleşmeyebilir. Bunun yanında bazı bireylerin gagalarının üst üste binmesi sonucunda üreme gerçekleşmeyebilir. Muhabbet kuşlarında gözlemlenen birçok sağlık sorunu ve fiziksel anormallikler genetiktir. Yavrulama yaptırılacak kuşların aktif ve sağlıklı oldukları belirlenmelidir. Parazitler ve patojenlere karşı kafes ve yuvalar sıklıkla temizlenmelidir. Aksi takdirde bulaşıcı hastalıklar baş gösterebilir. Yavru kuşlarda görülen ters, çarpık ayak sorunları yüzünden bazı kuşlar düzgün duramaz ve tedavi edilmediğinde hayatı boyunca sakat yaşarlar. Bu duruma yuva zemininin düz oluşu, deneyimsiz dişi kuşların yavruların üzerine aşırı yüklenmesi sebep olabilmektedir. Folluklu yuvalıklar kullanmak, yastık görevi görecek yapay yumurta koymak ve yuva içerisine çam talaşı veya kuş kumu ekleyerek bu sorunlar azaltılabilir. Gelişim. Yumurtalar çatlayana kadar 18–20 günlük bir süre geçer. Doğan yavrular kör, çıplak ve tamamen yardıma muhtaçtır. Yavrular anne tarafından sıcak tutulup beslenir. Yaklaşık 7 günlük yavruların gözleri açılmaya başlar. Bu süreci tüy çıkışı izler. Muhabbet kuşu yavruları 2. haftalarında tüy çıkarmaya başlar. Bu süreçte baba kuşlar yuvaya sıkça uğrayarak dişi ile yavrulara korunma ve beslenme konusunda yardımcı olur. Ancak yine de bazı dişiler, erkeğin yuvaya girmesini önleyerek tüm sorumluluğu kendileri üstlenirler. Ayak büyüklüğüne bağlı olarak, genelde yalnız kalmış anneler, yavrularını veya yumurtalarını başka bir çifte verebilirler. Bu evlatlık verilen çiftin de üreme dönemi içinde olması gerekir. Evlatlık verilen yavruların bakımı bu yeni aile tarafından üstlenilir. Yavrular büyümeye devam ettikçe, daha uzun süre yalnız kalabilir hale gelmeye başlar. Dördüncü haftadan sonra ebeveyn kuşlar rahatlıkla uzun süreli olarak yuvayı terk edebilirler. Bu süreç içerisinde yavru kuş, sürekli olarak kanatlarını gererek ilk uçuşuna hazırlanır. Bunun yanında gürültü yaparak düşmanları yuvadan uzak tutar. Yavrular dördüncü haftadan sonra yuvayı terk etmeye başlarlar. İlk terk edişi izleyen bir hafta içinde de tamamen yuvayı terk ederler. Ancak her zaman aynı süreç söz konusu olmayabilir. Genel olarak en yaşlı olan yavru ilk olarak yuvayı terk eder. Ancak bazı durumlarda en küçük yavru, daha erken haftalarda diğer kardeşlerinden önce yuvadan ayrılabilir. Bu durum küçük yavruların, büyük kardeşlerini taklit etmesi sonucu gerçekleşir. Renk mutasyonları. Tüm evcil muhabbet kuşları iki farklı taban rengine sahiptir. Bunlardan ilki beyaz-bazlı renkler (mavi, leylak, mor, gri, gri & beyaz), ikincisi ise sarı-bazlı (yeşil, zeytin yeşili, gri yeşil, sarı) renklerden oluşur. Günümüzde bilinen otuz iki farklı muhabbet kuşu renk mutasyonu mevcuttur. Bu sayede yüzlerce farklı kombinasyonda ve renkte yeni muhabbet kuşu üretimi yapılabilmektedir. Konuşma özelliği. Erkek muhabbet kuşları, konuşma özellikleriyle en bilindik papağan türlerinden biridir. Dişi muhabbet kuşları da konuşma yetisine sahiptirler fakat erkek kuşlar biraz daha yatkındır. Amerikalı Camille Jordan'ın sahibi olduğu, 1994 yılında ölen Puck adlı bir muhabbet kuşu, ezberlediği 1.728 kelime ile herhangi bir diğer kuştan daha çok kelime bilgisine sahipti. Puck'ın bu başarısı, onu 1995 Guinness Rekorlar Kitabı'na geçirdi. 2001 yılında yine Victor adında bir muhabbet kuşunun bazı kayda değer başarıları ilgi uyandırdı. Victor'un sahibi olan Kanadalı Ryan B. Reynolds, kuşunun karşılıklı diyalog içine girebildiğini ve ileri görüşlülük özelliğine sahip olduğunu belirtti. Kuşun kendi ölüm zamanını tahmin ettiğine inanan kesime karşılık, araştırmacılar bu iddianın kuşun kendisi olmaksızın sınanamayacağını belirtti.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11384", "len_data": 15585, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.64 }
Motmot, motmotgiller (Motmotidae) familyasından "Momotus" cinsinden Orta ve Güney Amerika'nın ormanlık kesimlerinde yaşayan uzun kuyruklu kuş türlerinin genel adı. Uzunlukları 17–50 cm, tüyleri genellikle kahverengimsi yeşil, başları ya da kanatları parlak mavi kırçıllıdır. Uçan böcekleri, dallardan topladıkları küçük hayvanları yiyerek beslenir, aşağı kıvrık gagalarıyla toprağı ya da kumları kazarak yuva hazırlarlar. Altı türünde kuyruğun ortasından çıkan iki telek öbürlerine göre daha uzundur. Bu teleklerin ekseni boyunca sıralanmış dallar çok kırılgan olduğundan, kuşun tüy temizliği yapması sırasında kopar ve dallanmış yapısını yalnız uç bölümünde koruyan telekler uzun saplı yelpazelere benzer.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11386", "len_data": 706, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.71 }
Âdî ispinoz ya da bayağı ispinoz ("Fringilla coelebs"), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından ötücü bir kuş türü. Özellikleri. Uzunlukları yaklaşık 15 cm, erkeklerin gaga üstü siyah, tepesi, ense ve boyun yanları mavimsi bozdur. Sırtı pas renginde, kuyruksokumu yeşil, kuyruğunun kenar tüyleri beyaz, kanatları siyah ve beyaz çizgilidir. Dişiler ve yavrular daha soluk, kahverengimsi boz renkleri ile ayırt edilir. Yaşam şekli. Şakrak ve yüksek perdeden ötüşleriyle tanınan bu kuşlar ormanlarda, bahçe ve parklarda yaşar. Genellikle ağaç çatallarında kurdukları özenli yuvaları yosun likenle gizlenmiştir. Dağılımı. Avrupa'da en yaygın görülen kuşlardan biridir. Afrika'nın kuzeyine ve Asya'nın orta kesimlerine kadar yayılmış olan bu tür, Türkiye'nin hemen her yerinde rastlanan yerli kuşlar arasındadır. Ötüşü. Erkeklerin genellikle iki veya üç farklı tür ötüşleri vardır. Ötüşler bölgeden bölgeye farklılık gösterebilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11390", "len_data": 928, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.46 }
Fringilla, Fringillidae familyasına bağlı bir hayvan cinsidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11392", "len_data": 62, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.02 }
Dağ ispinozu ("Fringilla montifringilla"), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından bir ispinoz türü. Özellikleri. Bayağı ispinoz büyüklüğünde bir kuştur. Soluk butlu olup dıştaki kuyruk tüyleri beyazdır. Göğsü turuncu ve karnı beyazımsıdır. Kanatlar beyaz ve turuncu çizgilidir. Erkeklerin dişilerden farklı olarak baş ve sırt kısmı koyu siyahtır. Dişilerde bu bölümler soluk gridir. Yaşam şekli. Türkiye'de göç sırasında bazı yıllar göç ederken milyonlarcası bir araya gelebilir. İğne yapraklı ve huş ormanlarında ürer. Bir ağaç çatalına kurulan yuva, yosun ve likenlerle süslenir. 4-9 arasında yumurta bırakır. Üreme mevisimi dışında bayağı ispinozla birlikte karışık sürüler oluştururlar. Tohumla beslenirler fakat genç bireyler yaygın bir şekilde böcekle beslenir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11393", "len_data": 771, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.53 }
Mavi ispinoz ("Fringilla teydea"), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından ötücü bir kuş türü. Bu Tenerife adasının hayvan sembolüdür. Özellikleri. Kanarya Adalarında yaşayan mavi ispinozun erkeği parlak mavi renkle bezeli, dişisi genel olarak kahverengimsi yeşil sırtlı ve boz karınlıdır. Yaşam şekli. 1100–2000 m yüksekliklerde yaşar, ancak kötü hava şartlarında alçak bölgelere inerler. Dişi bir ağaç çatalına yapmış olduğu yuvasına iki adet yumurta bırakır. Bu kuşlar göç etmez. Temel besinleri tohumdur, ancak genç kuşların birçoğu böceklerle beslenmektedir. Ötüşü kısa olup bayağı ispinozdan zayıftır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11394", "len_data": 610, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.63 }
Jabiru ("Jabiru mycteria"), leylekgiller (Ciconiidae) familyasından And Dağlarının batısı hariç, Meksika'dan Arjantin'e kadar uzanan bölgelerde görülen kuş türü. Özellikler. Tüyleri hemen hemen beyaz, çıplak olan başı ve boynunun üst bölümü siyah ve kırmızıdır. Alışılmadık biçimde kalın olan gagası hafifçe yukarı kıvrılır, yaklaşık 30 cm uzunluğunda, siyah, geniş ve sivridir. Jabiru 140 cm'ye ulaşan uzunluğuyla Amerika'nın en iri uçucu kuşlarından biridir. Kanat açıklığı 2.8 m. ve ağırlıkları en az 8 kg. kadardır. Eşeyler benzerdir ama dişi genellikle erkekten daha küçüktür. Büyük sürüler ya da koloniler oluşturdukları pek görülmez. Beslenme ve yuva. Nehirler ve gölcüklerin yakınında büyük gruplar halinde yaşarlar ve çok fazla miktarda balık, yumuşakça ve amfibileri yer. Bazen sürüngenler ve küçük memelileri de yerler. Yuva ağustos-eylül aylarında uzun ağaçlarda her iki ebeveyn tarafından inşa edilir. Yuvanın çapı birkaç metreye kadar artabilir. Yarım düzine yuva, birbirine yakın inşa edilebilir, yuvalar bazen balıkçıllar ve diğer kuşların yuvalarının arasında bulunur. Yuvaya 2-5 yumurta bırakılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11396", "len_data": 1115, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.67 }
Paskuyruk jakamar, ("Galbula ruficauda") Galbulidae familyasından bir kuş türüdür. Paskuyruk jakamar, en iyi bilinen türlerden biridir. Yaklaşık 25 cm uzunluğundadır. Meksika'nın güneyinden Arjantin'e kadar uzanan bölgelerde yaşar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11401", "len_data": 233, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.43 }
Galbula, Galbulidae familyasına bağlı bir hayvan cinsidir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11402", "len_data": 58, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 2.96 }
Volvox, Volvocaceae familyasına bağlı polifiletik bir yeşil algae cinsidir. Tek hücreli bir algin bölünmesi ile oluşur. Yaklaşık 200 milyon yıl önce oluştuğu tahmin edilmektedir. Sınıflandırma. Tarihi. İlk olarak 1700'lü yıllarda, Antonie van Leeuwenhoek tarafından gözlenip rapor edilmiştir. Henry Baker'ın (1753) tasvirlerinden sonra, Linnaeus (1758) "Volvox globator" ve "Volvox chaos" türleriyle Volvox cinsini tanımladı. Taksonomi. Volvox cinsine bağlı türler (2024): Dağılım ve habitat. Havuz, kuyu, sığ göl gibi, tatlı sularda bulunur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11408", "len_data": 542, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.47 }
İntranet, sadece belirli bir kuruluş içindeki bilgisayarları, yerel ağları (LAN) ve geniş alan ağlarını (WAN) birbirine bağlayan, çoğunlukla TCP/IP tabanlı bir ağdır. İntranet'ler Ağ geçitleri (İng: "gateways") ile diğer ağlara bağlanabilir. Temel oluşturulma amaçları, kuruluş bünyesinde bilgileri ve bilgi işlem kapasitesini paylaşmaktır.İntranet'ler, şirket(ler) içi tele-konferans uygulamalarında ve farklı birimlerdeki kişilerin bir araya gelebildiği iş gruplarının oluşturulmasında da kullanılırlar. İntranet'ler üzerinden HTTP, FTP gibi pek çok protokol uygulamaları çalıştırılabilir. Günümüzde, İntranet'ler içinde, Web erişimi ile kaynakların kullanımı oldukça yaygındır. Bazı şirketlerdeki intranet'lerden, ateş duvarı (İng: "Firewall") sistemleri üzerinden (bazı emniyet tedbirleri ile), İnternet çıkışı da yapılmaktadır. Bu sayede, her iki yönde de ileti trafiği kontrol edilebilmekte ve güvenlik sağlanmaktadır. İntranet üzerinde; muhasebe, insan kaynakları, üretim otomasyon yazılımları çalıştırmak mümkün olduğu gibi çeşitli veri tabanlarını tutmak ve belge dağıtımı gibi işleri gerçekleştirmek mümkündür. Özünde İnternet teknolojisinin şirket içinde kullanılmasıdır. İntranet dağıtık bilişim stratejilerini destekler. İntranetin üzerinde kuruluşun bütün faaliyetleriyle ilgili modüller çalıştırılıyorsa ve uygun bir modelleme yapılmışsa kuruluş içinde her şeyin bütünleşik çalıştığı, sistemde kendini denetleme mekanizmaları bulunur. Küresel erişim, multimedya olanakları ve düşük maliyet sağlanmış ve bütün bunların bir araya gelmesi İntranet'i güçlü kılmıştır. Türkiye'deki en büyük intranet ağı "Polnet" ile Emniyet Genel Müdürlüğü'ne aittir. Kullanım alanları. Belge Dağıtımı, insan kaynakları, eğitim ve oryantasyon, çalışma grupları, ortak iş programlarının kullanılması, üretim, yeni belgeleme sistemlerinin oluşturulması, tedarikçiler ile ilişkiler, sanal alış-veriş, servis ve destek vb.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11410", "len_data": 1912, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Kâğıthane, İstanbul iline bağlı bir ilçedir. Kuzeyde Sarıyer, kuzeydoğuda Beşiktaş, doğu ve güneyde Şişli, güneybatıda Beyoğlu ve batıda Eyüpsultan ile çevrilidir. İlçenin, Kâğıthane Deresi'nin sona erdiği kısmında Haliç'e kısa bir kıyısı vardır. Etimoloji. Bizans döneminde Kâğıthane deresi'nin adı Barbisos'tu. Kesin bilgiler olmamakla birlikte İstanbul'un fethi sırasında burada bir kâğıt değirmeni bulunduğu ve bu imalathanenin II. Bayezid dönemine (1481-1512) kadar çalıştığı düşünülmektedir. Evliya Çelebi 17. yüzyılda Kağıthane çevresini anlatırken burada harap durumda bir kâğıthane bulunduğunu anlatır. Coğrafya. Arazi yapısı engebeli olup, derelerden ve vadilerden oluşmuştur. Bu bölgeler yerleşim alanı olarak kullanılmaktadır. Tarihçe. Kâğıthane, İstanbul'da Haliç'e dökülen bir dereyle, bunun vadisinde eski kâğıt imalathanelerinin bulunması nedeni ile bu adı almıştır. Zamanında bu imalathaneler dışında; un değirmenleri ve baruthanelerin bulunduğu, düzlük kesimlerde ise cirit oyunları ve ok atışı için talim sahaları bulunduğu bilinmektedir. 28. Çelebi Mehmet Efendi'nin Paris'ten getirdiği Versay bahçe ve köşklerinin planlarına göre, Kâğıthane deresi etrafında padişaha ile vezirlere özgü 60 kadar kasır ve köşk yapılmış ve kıyılar, zamanın aydınlarının devam ettiği büyük bir Bektaşi Tekkesi ve mezarlığının bulunduğu Karaağaç düzenlenmiştir. Dere kenarları kavak ve çınar ağaçları ile süslenmiştir. En meşhur Kasır, "Sadabad" olarak anılmaktadır. Derede çağlayanlar yapılmış, geceleri kaplumbağalar üzerine mumluk dikilerek lale bahçeleri arasında çırağanlar düzenlenmeye başlanmıştır. Yine Sütlüce mevkiinde Giresunlu ve Karaağaç Tekkesi isimli Osmanlı aydınlarının devam ettiği Bektaşi tekkeleri mevcut idi. 1481-1512 yılları arasında Osmanlı padişahlarından II. Beyazıt devrinde Candereci Muhittinzade Vakfı ile kurulan ve açıklandığı şekilde devreler geçiren Kağıthane köyü'nün ilk nüvesi, Merkez mahallesindeki yerleşmelerle başlamıştır. Hâlen Belediye Meydanına bakan "Daye Hatun Camii" bu devirden kalmadır. Eski tarihsel yapıyı taşıyan ahşap evlerden birçok örnek hâlen göze çarpmaktadır. Bugün İstihkam Okulunun yapıldığı yerde eski kasır yanında günümüze gelmiş olan "Sadabad Camii" bulunmaktadır. Doğal özellikleri, nedeniyle Kâğıthane daha Sadabad bahçeleri gelişmeden de İstanbulluların ve hükümdarların doğa ile bir araya geldikleri yerlerin önde gelenlerindendir. III. Ahmet devrinde yaptırılan Sadabad Kasrı ile bayındırlaştırılmaya başladı. Patrona (Albay) Halil isyanı ile bir enkaz haline gelen Sadabad Kasırları ve bahçelerinin küçük bir bölümü III. Ahmet'ten sonraki hükümdarlar ve özellikle I. Mahmut, III. Selim ve II. Mahmut zamanında onarılmıştır. Fakat hiçbir zaman Lale Devri'ndeki yapı ve ruh olgunluğuna erişememiştir. II. Mahmut tarafından onarılarak "Çağlayan Kasrı" olarak adlandırılan Sadabad, 1940'larda yıkılarak yerine askerî okul inşa edilmiştir. Kâğıthane'deki Baruthane ise çok daha eski dönemlerde II. Bayezid döneminde kurulmuş; Kanuni Sultan Süleyman döneminde kâgire çevrilmiş ve üzeri kurşunla kaplanmıştır. Baruthane, I. İbrahim dönemine kadar üretimini sürdürmüştür. Cumhuriyet Dönemi. 1953'te bir dernek kararıyla Çağlayan ve Hürriyet mahalleleri kurularak, bu mahallede yapılan evler 1934 yılında meydana gelen yangında evi yananlara dağıtılmıştır. İlkin 45 haneyle başlayan yerleşme zamanla genişlemiş ve 1960 yılından önce İstanbul'da girişilen geniş çaptaki, imar hareketlerinden çeşitli yol kamulaştırılmaları sonucunda Gültepe, Harmantepe, Çeliktepe ve Ortabayır semtlerinde İstanbul Mesken ve Planlama Genel Müdürlüğü tarafından halka yer verilmiş ve böylece bu mahallelerin nüvesi atılmıştır. Nüfus. 1955 nüfus sayımında nüfusu 3.084 olarak tespit edilen Kâğıthane nüfusundaki büyük gelişme 1955 yılından sonra başlamıştır. Kâğıthane sınırları içinde yerleşme merkezde başlamışsa da burada fazla gelişme göstermeden Çağlayan, Çeliktepe ve devamı olan Sultan Selim sırtlarında yoğun bir şekilde yerleşmeler başlamıştır. İlçe nüfusunun büyük bir kısmını Anadolu'dan İstanbul'a çalışmaya göç eden insanlardan oluşmaktadır. İlçede hızlı bir yapılaşma görülmekle beraber, inşaata açık arazilerin sınır seviyesine yaklaşması nedeniyle 1960'lardan 2000'li yıllara kadar gözlenen büyük nüfus artış hızı 2000'lerden beri gerilemektedir. İdari durum. 1 Mart 1963 tarihine kadar köy muhtarlığı ile yönetilmiş, mezbahanın kuzeybatısındaki Pırnala semtinde (Kemerburgaz yolu) üzerinde gelişmeler başlamıştır. Kâğıthane ilçesi İstanbul'un Şişli ilçesinin Merkez Bucağı'na bağlı köy statüsündeyken, 8 Temmuz 1987 Tarih ve 19507 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3392 sayılı Kanunla Şişli ilçesinden ayrılarak müstakil bir ilçe olarak kurulmuştur. 8 Ağustos 1988 tarihinde kaymakamlığın ve diğer resmî dairelerin kurulması ile hizmet vermeye başlamıştır. 26 Mart 1989 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimleri ile belediye başkanlığı oluşturulmuştur. Mahalleler. 19 mahalleden oluşan ilçenin en büyük mahalleleri Seyrantepe, Hamidiye, Merkez ve Talatpaşa'dır. Kâğıthane, 19 mahalleden oluşmaktadır: Eğitim ve kültür. Kağıthane ilçesinde 15 yaşın üzerindeki nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 88,35'tir. İlçe sınırları içinde 6 okulöncesi eğitim kurumu, 49 ilköğretim okulu ve 15 ortaöğretim kurumu vardır. Kağıthane'nin merkezinde Küçük Kemal Çocuk Sahnesi ile İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bünyesinde bulunan Şehir Tiyatroları Sadabad Sahnesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra ilçe belediyesine ait kültür merkezleri de mevcuttur. Sağlık. Kağıthane Devlet Hastanesi dışında ilçe sınırları içinde üç tane özel hastane vardır. Bunun dışında 22 sağlık ocağı ve 40 eczane bulunur. Ulaşım. İstanbul Boğazı'nı Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleriyle aşan otoyollar, Kağıthane ilçesinden geçer. Bunlardan O-1 Otoyolu güneyde Şişli İlçesi'yle sınır oluşturur. O-2 Otoyolu ise Kağıthane ilçesinin kuzey kesiminde doğu-batı doğrultusunda izler. Okmeydanı ve Hasdal kavşakları arasında uzanan bir başka otoyol da O-1 ve O-2 otoyollarını birbirine bağlar. Yeni havalimanını merkeze bağlayan iki otoyoldan biri Kemerburgaz ve Göktürk üzerinden Hasdal mevkiinde O-2'ye (TEM) entegre olmaktadır. M7 Kabataş-Mahmutbey metrosu ilçenin güneyinde, Merkez mahallesinden Kağıthane Deresi üzerinden geçmektedir. Bu hattın Çağlayan, Kağıthane ve Nurtepe istasyonları ilçe sınırları içindedir. İlerleyen yıllarda yapılması planlanan Büyük İstanbul Tüneli (üç katlı tüp geçit), Ümraniye Çamlık'tan gelerek Avrupa yakasında Kağıthane Hasdal Kavşağı'na bağlanacaktır. İTÜ/Ayazağa-Kağıthane metro projesi ile M11 Gayrettepe-İstanbul Havalimanı metroları, yine ilçenin Merkez Mahallesinde cendere hattından geçmektedir. Proje aşamasındaki M34 (HızRay) hattı için ilçenin Merkez Mahallesi'nde bir istasyon yapılması planlanarak M11, M7 ve İTÜ/Ayazağa-Kağıthane metro hattına entegrasyon sağlanması planlanmaktadır. M2 hattı, Büyükdere Caddesi boyunca ilçenin doğu sınırından geçmektedir. Hattın 4. Levent istasyonu ilçeye bağlı Emniyet Evleri mahallesiyle Şişli'nin Esentepe mahallesi arasında bulunur. Ayrıca Sarıyer'e bağlı Huzur mahallesi sınırları dahilinde olan Sanayi Mahallesi istasyonu da istasyon yakınında bulunan, Kağıthane'ye bağlı Yeşilce ve eski adıyla istasyona ismini vermiş olan Sultan Selim mahallelerine ulaşım imkanı sağlamaktadır. Aynı hattın Seyrantepe Mahallesinde deposu ve şube hattı için Seyrantepe istasyonu bulunmaktadır. İlerleyen yıllarda şube hattı Hamidiye Mahallesi'nden istasyon olacak şekilde geçip Alibeyköy Cep Otogarı'na uzatılması planlanmaktadır. Avrupa Yakası'nın gelişmiş bölgelerine halihazırda komşu olan Kağıthane, kuzeyde Cendere aksı-Seyrantepe üzerinden Ayazağa-Maslak ile; doğuda Levent ve Şişli ile; batıda Eyüp ve güneyde Beyoğlu-Taksim ile entegre olmaktadır. T5 tramvayına entegrasyon sağlamak için Alibeyköy Aktarma Merkezi'ne giden TM1 ("Nurtepe"), TM2 ("Nurtepe ve Hamidiye") ve TM3 ("Merkez ve Hamidiye") kodlu besleme otobüs hatları ilçeden geçmektedir. Spor. Kağıthane'de Merkez'de bulunan Hasbahçe Spor Kompleksi'nin içerisinde futbol sahası, basketbol, voleybol sahaları ile güreş ve cirit sahaları vardır. Ayrıca ilçenin 6 ayrı noktasında açık alan spor sahaları mevcuttur. İlçe sınırları içerisinde 2 adet yüzme havuzu ve spor salonu vardır. İlçede 30'a yakın spor kulübü mevcuttur. Önemli ve tarihî yapılar. Başta Sadabad Kasrı olmak üzere eski kasırlara ait bazı kalıntılar ilçedeki başlıca tarihsel yapılardır. Bunun dışında kalan diğer yapılar da; Kasr-ı Neşat & Kasr-ı Cenan, Çeşme-i Nûr (III. Ahmed Çeşmesi), Atiye Sultan Sarayı (Kağıthane Kasrı Hümayunu - Küçük Zabit Mektebi), Yeni Çeşme ya da II. Abdülhamid Çeşmesi, Koşu Köşkü, Aziziye Camii (Sadabad Camii - Çağlayan Camii), Mir-i Ahur (İmrahor) Kasrı, İmrahor Çeşmesi (III. Murad Çeşmesi), Poligon Çeşmesi, Poligon Sarayı, II. Mahmud Nişantaşı, Kağıthane Köyü, Karakolhane Koğuşu, Kağıthane Cendere Su Terfi İstasyonu, Su Terazisi, Daye Hatun Sıbyan Mektebi'dir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11412", "len_data": 8935, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.43 }
Bezgin Bekir, karikatürist Tuncay Akgün tarafından yaratılmış bir çizgi karakter. Gözleri her zaman yarı açıktır ve genellikle koltuğunda otururken ya da yatarken, bolca yastığın ve kedinin olduğu bir ortamda görülür. Bekir, üşengeç bir karakterdir. Karakter bazı toplumsal olaylara tepkiler verir. Limon dergisinin ilk sayısında çizerin 'Kısırdöngü' köşesindeki karakterlerden biriydi. Dikkat çekerek diğerlerinden ayrıldı ve yoluna bağımsız devam etti. Akgün karakterini şöyle tanımlıyor: "Bekir'in yavaşlığında bir tavır var, bu tavır zamanı algılamayla ilgili. Buradaki zamanın algılanması ise daha çok doğu kültürüyle bağlantılı. Yavaşlığın içinde bir hal vardır, bir olma hali, bir mertebe... Bezgin Bekir bizdeki o duyguyu çıkartmış olduğu için de kabul görmüş olabilir. Ama yavaşlığın parçası olan tembelliği de çok ciddiye alıyorum." Üşengeç ve tembel kişilerin tanımlanmasında kullanılır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11420", "len_data": 899, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.48 }
Ezan (), İslâm dininde namaz vaktinin geldiğini insanlara bildirmek için yapılan çağrıya verilen isimdir. "Ezân-ı Muhammedî" olarak da adlandırılır. Ezan okuyan kişiye müezzin denir. Arapçada "duyuru, ilan, çağrı" anlamlarına gelen ""ˀaḏān" أذان" sözcüğünden Türkçeye geçmiştir. Kökeni Türkçedeki "izin" sözcüğünün de kaynağı olan Arapça ""iḏn" إذن" "(kulak verme)" sözcüğüdür. Tarihçe. Ezana benzer çağrıların islam öncesinde tevhid kilisesine mensup Aksum kralı Ezana ve Adonai tapınması için kullanılan Yahudi dini çağrılarında da kullanıldığı ifade edilmektedir. İlk ezan 622 yılında okundu. Ezandan önce Müslümanları namaza çağırmak için çeşitli yöntemler kullanılmaktaydı. Sabit bir yöntemde karar vermek üzere Muhammed'in de katıldığı istişare toplantılarında ortak bir karara varılmamış olup daha sonraları sahâbeden bazı kimselerin (Abdullah bin Zeyd) gördükleri rüyalar sonuncunda mevcut ezan kullanılmaya başlanmıştır. Muhammed'in emriyle ilk ezan Bilâl-i Habeşî tarafından okunmuştur. Ezan ile ilgili Kur'an'ın Mâide, Tevbe, A‘râf ve Cum'a surelerinde çeşitli ayetler mevcuttur. Sözleri. Sünni mezheplerinde ezan. (*) Bu kısım sadece Sabah namazı için okunur. Şiî mezheplerinde ezan. Şiiler, ezanlara Sünni müslümanlarin okuduğuna ek olarak 2 cümle daha eklemişlerdir (Aliyyen veliyyullah). Ali Allah'ın dostudur ibaresi yukarıda adı geçen cümledir. Onikicilik i'tikadında ezan. (***) "Ali’nin Allah’ın dostu olduğuna şehâdet ederim" gibi ifadeler Şîa'nın meşhur ve sahih rivayetlerinde yer almaz ve ezanın sözlerinden sayılmaz. Bununla birlikte bu cümlelerin okunması Şiî âlimleri arasında fiilî bir tasvip görmüş ve yaygınlık kazanmıştır. Fâtımî-İsmâ‘ilî ezânı. Fâtımî/İsmâ‘îlî/Davudî Bohra'ya göre "Eş-hedu enne Mevlânâ Aliyen Veli ul-Lâh" ("Ali'nin Allâh-u Zülcelâl-i vel-İkrâm'ın Vekili olduğuna tanıklık ederim") cümlesi ezânda söylenir ama ikâmede yer almaz ve "Eşhedü enne Muhammeden resûlullah" şeklinde ikişer defa tekrarlanır. Ayrıca "Muhammedun -ve- Ali-un Khayr-ul-beşer ve itrât-u- humâ Khayr-ul-itâr" "(Muhammed ve Ali en yüce insanlar ve onların soyları da en yücelerdendir.)" denir. Yedinci kısımdaki "Hayye alâ hayri’l-amel" ifadesinden den sonra Eimmet Fatimiyyîn'den beri "İki" kez tekrarlanır. "(İkâmede ise bunun yerine yine İki defa "Kad kamatis Salât" denir)." Bundan başka, Muhammed'in ölümünden sonra ezandan çıkarılan "Hayye alâ hayri’l-amel" de yüksek sesle, onun sünnetine uygun şekilde iki kez söylenir. Okunuşu. İslam dininde genel kabule göre ezan okurken kıbleye yönelinir. Müezzin, "Hayya ales-salah" derken sağ tarafa, "hayya alel-felah" derken sol tarafa döner. Ezanda sesin yükselmesine yardımcı olsun diye iki parmağın uçları ile iki kulağın tıkandığı gözlenir. Ezanda, her cümle arasında bir bekleme yapılır. İkinci cümlelerde ses biraz daha yükseltilir. Buna teressül, irtisal denilir. Araplardan farklı olarak Türklerde ezan her vakit farklı bir makamda okunur. Buna göre; Sabah Ezanı: Sabâ makamında, Öğle Ezanı: Rast makamında, İkindi Ezanı: Hicaz makamında, Akşam Ezanı: Segah makamında, Yatsı Ezanı: Uşşak makamında okunur. Cuma akşamlan okunan salâ da Dilkeşhaveran makamından söylenir. Ülkelerine göre Ezan. Türkiye'de Ezan. Türkçe ezan. İlk Türkçe ezan 3 Şubat 1932'de Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii'nde okunmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesi ile de ezanın sadece Türkçe okunmasına karar verilmiştir. Uygulama 16 Haziran 1950 tarihinde kabul edilen kanuna kadar sürmüş olup bu kanun ile ezanın okunmasında kullanılacak dil serbest bırakılmıştır. İstiklâl Marşı. Türkiye millî marşının 8. kıtasında ezanın sürekliliği için dua yapılır. Bu kıta şu şekildedir: Rûhumun senden, ilâhi, şudur ancak emeli; Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli! Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli. Tartışmalar ve eleştiriler. Ezanın hoparlör kullanılarak okunması bazı dini yorumlarda uygunsuz karşılanır. Türkiye'de ise Diyanet İşleri Başkanlığı ezanın hoparlör ile okunmasının dinen sorun teşkil etmeyeceğini açıklamıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11421", "len_data": 4055, "topic": "RELIGION", "quality_score": 3.18 }
Edip Yüksel (d. 20 Aralık 1957; Güroymak, Bitlis), Kürt asıllı Türk-Amerikalı araştırmacı, yazar ve akademisyen. İngilizce ve Türkçe dillerinde birçok kitap kaleme aldı. 19'culuk akımının Türkiye'deki önderlerinden biridir. Hayatı. Edip Yüksel, 20 Aralık 1957 tarihinde Norşin, Bitlis'te Sadrettin Yüksel'in oğlu olarak doğdu. Metin, Müfid, Süreyya ve Nedim Yüksel'in kardeşidir. 12 Eylül Darbesi öncesi İstanbul Akıncılar Derneği bünyesinde etkinliklerde bulundu. Darbeden sonra yargılandı. O yıllarda İslamî camiada genç ve popüler bir yazar olan Edip Yüksel, 1 Temmuz 1986 tarihinden itibaren hadis, sünnet ve icmâyı, mezhepçi öğretiler ve Allah'ın hükmüne ortak koşmak olarak gören "reformist" düşüncelerini yaymaya başladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde makine mühendisliği eğitimi almıştır. Bu düşünceleri nedeniyle babasının da dahil olduğu İslâm ulemâsı tarafından İslâm dairesinin dışına çıktığı ilan edilince ABD'ye yerleşti ve Reşad Halife'nin öğrencisi oldu. Hadisleri reddettiği ve Reşad Halife'ye iman ettiği için babası Molla Sadrettin Yüksel tarafından mürted ilan edilmiştir. Edip Yüksel, Reşad Halife'nin "Allah'ın elçisi" olduğunu ve Reşad Halife tarafından ortaya atılan Kuran'ın 19 sayısı üzerine kurulu bir matematiksel sistemle şifrelendiği, söz konusu sisteme göre Kuran'ın Allah kelamı olduğunun ispatlandığı ve korunduğunu savunmaktadır. Daha sonra Tucson'a taşınan Yüksel, burada hukuk alanında doktor unvanı aldı ve United Submitters International'in tanınan üyelerinden biri oldu. 1993'te ABD vatandaşlığını elde etti. Düşüncelerini yaymak için bazı web siteleri oluşturdu ve kitaplar yazdı. Türkiye'de çeşitli tartışma programlarına katıldı. 1998 yılında Arizona Üniversitesi Hukuk Fakültesinden hukuk dalında doktora almıştır. Edip Yüksel, Arizona'da bir yükseköğrenim kurumunda yarı zamanlı olarak felsefe hocalığı yapmaktadır. Evli ve iki erkek çocuk babasıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11424", "len_data": 1898, "topic": "RELIGION", "quality_score": 3.63 }
"Sıfır ayarlama" anlamına gelen "Zero Configuration"ın kısaltması Zeroconf, ayarlama veya sunucu gerektirmeden, otomatik olarak kulanışlı IP ağı oluşturmayı sağlayan yöntemlere verilen addır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11427", "len_data": 191, "topic": "CODING", "quality_score": 3.53 }
Aile veya ocak, toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen sosyal bir yapı. En küçük, yani "çekirdek" olarak adlandırılan bir aile; baba, anne ve çocuklardan oluşur. Çekirdek ailedeki çocukların kendi aileleri dışındaki bireylerle evlenmesiyle yeni bir çekirdek aile ortaya çıkar. Ama aile sözcüğünün bundan daha geniş bir anlamı da vardır. Daha çok sayıda akrabadan oluşan bir birimi, hatta bir soyu ya da sülaleyi tanımlamak için de aile sözcüğü kullanılır. "Aile" sözcüğü günlük dilde çok değişik grupları tanımlamak için de kullanılır. Örneğin "Bu bir aile toplantısıdır." dendiğinde, o toplantıda yalnızca akrabaların bulunabileceği anlaşılır. Bunlar, amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, yeğenler ve evlilik bağıyla aileye katılmış kişiler olabilir. Bütün bunlar bize, "aile" kavramının her zaman evliliğe ya da ortak atalara dayalı ilişkileri kapsadığını göstermektedir. Toplumsal bir kurum olan aile yüzyıllar boyunca birçok evrim geçirmiş, aile yapısıyla birlikte akraba ilişkileri, evlilik anlayışı ve genel davranış şekillerinde de birçok değişiklikler görülmüştür. Geçmişten bugüne geniş aileden çekirdek aileye ve çekirdek aileden de tek ebeveynli aileye doğru bir evrim olduğu bilinmektedir. Köken bilgisi. Aile kelimesi Türkçeye, Arapça عائلة /‘ā'ile/ kelimesinden geçmiştir. Türkçede "aile" anlamında "bark, eş, ev, hanedan, karı, kodak, ocak, odbaşı, sülale" gibi sözcükler de bulunmaktadır. Anadolu ağızlarında "aile" anlamına gelen "ayol, ceme, cibi, çanfır, çıba, çoluk, genekop, hızan, mahluh, mavul, ocağ, oruk, şenlik, tayfa, tutun, uruk, üdegi" gibi sözcükler tespit edilmiştir. Aile ve evlilik. Birçok toplumda ailenin temelini evlilik oluşturur. Hemen hemen bütün ülkelerde ailenin kurulması ve aile birliğinin bozulması yasalarla düzenlenmiştir. Bugün birçok ülkede evlilikler tek eşlidir. Bu, evlilik bağının yalnızca bir erkek ile bir kadın arasında kurulabileceği anlamına gelir. Evlilik, bir erkek ve bir kadın ile kurulabileceği gibi, günümüzde eşcinsel evliliklerin yasal olduğu ülkelerde iki kadın ya da iki erkek arasında da kurulabilir. Bu tür evliliklere monogami denir. Oysa bazı ülkelerde bir erkek birden çok kadınla, bir kadın birden çok erkekle evlenebilir. Çok eşli bu tür evliliklere poligami denir. Bir erkeğin birden çok kadınla evliliğine polijini adı verilir. Bu tür evlilikte aynı evin içinde her kadının kendi çocuklarıyla birlikte oturduğu ayrı birimler oluşur. Bu geleneğe bazı Asya ve Afrika ülkelerinde, özellikle zenginler arasında yaygın olarak rastlanır. Buna karşılık bazı toplumlarda, örneğin Hindistan'daki Todalar ve Nayarlar arasında kadınların birden çok erkekle evlenmesi olağandır. Buna da poliandri denir. Evlilik türleri ve evliliğin tanınması toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Modern toplumda resmi nikâhla ve dini nikâhla evliliğin yapıldığı görülmektedir. Evliliğin düğün ve törenlerle yapılması evlenen kişilerin evliliğinin toplum tarafından onaylandığını ve kabul edildiğini göstermektedir. Aile yapısı zamana ve mekana göre değişiklik göstermektedir. Üyelerin sayıları ve aile içindeki rolleri de toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Kırsal bölgelerde kuşaklar arası etkileşimin fazla olduğu geniş aileler bulunmaktadır. Geniş aile anne, baba, çocuk, nine, dede, vb. aile bireylerinin bulunduğu kişilerden oluşmaktadır. Geleneksel ailede birden fazla kuşak bir arada yaşamlarını sürdürürler. Çekirdek aile ise anne, baba ve çocuktan oluşur. Günümüz de geleneksel aileden çıkıp çekirdek aileye geçen birçok insanın akrabalık ilişkilerinde zayıflama görülmektedir. Ayrıca, çekirdek aile sayısı arttıkça genç nüfusun endüstri merkezlerine göç etme oranı da artmıştır. Türkiye'de aile. Eski Türk toplumlarında aile büyük önem taşırdı. Tek eşli evlilik temeline dayanan ailelerde kadın ile erkek arasında eşitlik vardı. Türklerin İslam dinini benimsemesinden sonra, ailenin yapısı bu dinin etkisiyle değişti. Bu ailede erkek, mutlak egemenlik ve dört kadınla evlenebilme hakkı kazandı. Bu gelenek Cumhuriyet dönemine kadar sürdü. 1926'da kabul edilen Türk Medeni Kanunu, çok eşliliğe son verip tek eşli evliliğe dayanan aile yapısını yasalaştırdı. Türkiye'nin kırsal kesimlerinde geleneksel geniş aile tipi yaygındır. Bununla birlikte, özellikle iç göçler ve kentleşme nedeniyle geniş aileler parçalanarak yerlerini çekirdek ailelere bırakmaktadır. Ancak Türk aile yapısına ilişkin belgeler ve araştırma sonuçları bu çeşitliliğe rağmen Türk ailesinin temel karakteristiklerini koruduğunu ortaya koymaktadır. Bunlar; Çekirdek aile. Çağdaş toplumlarda, yeni evlenen çiftler genellikle baba evinden ayrılarak yeni bir evde yaşamaya başlarlar. Oysa bundan yüz, iki yüz yıl önce yeni evliler, damadın ya da gelinin ailesin yanında otururlardı. Anne, baba, kızlar, damatlar, oğullar, gelinler ve torunların aynı çatı altında yaşadığı böyle ailelere geniş aile deniyordu. Bu gelenek, tarıma dayalı geleneksel yapısını koruyan birçok toplumda bugün de sürmektedir. Sanayileşmiş çağdaş toplumlarda, özellikle kentlerde geniş aileler yerini giderek küçük ailelere bırakmıştır. Anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan bu küçük ailelere çekirdek aile denir. Çekirdek aile, yalnız birey sayısıyla değil yapısıyla da geniş aileden çok farklıdır. Çekirdek aile, kentlerdeki yaşam ve üretim koşullarına bağlı olarak doğmuştur. Kırsal kesimde aile, çoğu kez bütün bireylerin birlikte çalışıp birlikte ürettikleri ekonomik bir birimdir. Ama aile kentlerde bu özelliğini yitirir. Aile bireyleri, üretimin aile dışında yapılmasından dolayı, ev dışında çalışarak bağımsız hale gelirler. Bu durum, geniş ailedeki katı alt-üst ilişkilerini ortadan kaldırır ve ailede daha eşitlikçi ilişkilerin oluşmasını sağlar. Çocukların bilgi ve beceri edinmelerini, toplumla bütünleşmelerini sağlama işlevini üstlenen aile, bireyin geleceğinin bir parçasıdır. Aile ve boşanma. Çağdaş bir toplumun getirdiği sorunlar çoğu kez aile yaşamında gerilimlere yol açar. Bu gerilimler ana babaları boşanmaya kadar götürebilir. Gelişmiş ülkelerde boşanma oranının giderek artması, çağdaş ailenin başarılı olmadığı görüşünü yaygınlaştırmaktadır. Dünyanın birçok yerinde, ana babalarının ayrılmasından etkilenen çocukların sayısı sürekli artmaktadır. Boşanma sonucunda çocukların bakımı anneye ya da babaya kalmaktadır. Bunun sonucunda son yıllarda anne-çocuk ya da baba-çocuktan oluşan yeni bir aile tipi ortaya çıkmıştır. Bu beraberlik, boşanma anından başlayıp çocuğa bakan annenin ya da babanın yeniden evlenmesine kadar süren bir ilişkidir. Boşanmanın insanları evlenmekten caydırmadığı da bir gerçektir. Boşananların çoğu, genellikle kendileri gibi boşanmış kişilerle yeniden evlenmektedirler. Ne var ki kadının ve erkeğin ilk evliliklerinden olan çocuklarına, ikinci evlilikten "yeni" çocukların katılmasıyla aile içi ilişkiler daha sorunlu hale gelmektedir. Modern öncesi toplumlarda evliliklerin bozulmaz bir bağ içinde görülmesi nedeniyle evliliğin sonlanması, çok nadir olaylardan biri olarak görülüyordu. Bugün ise endüstrileşmeyle birlikte şiddetli geçimsizlikten dolayı boşanmaların arttığı görülmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11429", "len_data": 7067, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.8 }
Kara gözlü junko ("Junco hyemalis"), kiraz kuşugiller (Emberizidae) familyasından Kanada'dan Apalaş Dağlarına kadar uzanan bölgede yaşayan bir junko türü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11431", "len_data": 154, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.4 }
Meksika junkosu ("Junco phaeonotus"), kiraz kuşugiller (Emberizidae) familyasından göz renginin sarı olmasıyla dikkat çeken bir junko türü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11432", "len_data": 139, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Kagu ("Rhynochetos jubatus"), Rhynochetidae familyasına ait, Yeni Kaledonya'ya özgü, uçamayan bir kuş türüdür. Özellikleri. Soyu tükenmek üzere olan bu kuşun uzunluğu 55 cm dolayındadır. Vücudu tıknaz, seyrek tüyleri genel olarak boz, gaga, bacak ve gözleri kızıla yakın turuncu renktedir. Beslenme. Kagular ormanda salyangozları ve böcekleri yiyerek beslenir. Yeni Kalendonya'ya köpeklerin getirilmesi bu kuşların sayılarını azaltan temel etken olmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11436", "len_data": 455, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.49 }
Dış kaynak kullanımı (DKK) (), en basit haliyle daha önce şirket içinde üretilen bir mal ya da hizmetin dışarıdan tedarik edilmesidir. Tarihi. Dış kaynak kullanımı kavramı 1980'li yıllardan itibaren ilk olarak kullanılmaya başlansa da bir yönetim stratejisi ve iş modeli olarak 1990'lı yıllardan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. "Dış kaynak kullanmak" kelimesi Oxford English Dictionary'de ilk kez 1979 yılında "to outsource" ismiyle yer almıştır. "Dış kaynak kullanımı" ifadesi ise 1981 yılında Business Week’te çıkan bir makalede "Outsourcing" ismiyle ilk kez literatürde kullanılmıştır. Oxford English Dictionary DKK'nı "Bazı mal ya da hizmetleri, bir sözleşme kapsamında organizasyonun dışındaki bir kaynaktan sağlama" olarak tanımlamaktadır. Giriş. Günümüz iş dünyasında önde gelen eğilimlerden bir tanesi de firmaların önceliklerini belirlemeleri ve var olan kaynaklarını bu öncelikleri oluşturan aktivitelere ve süreçlere harcamalarıdır. Bu konuda Prahalad ve Hamel “Gelecekte çok az firma dünya çapında beş ya da daha fazla temel yeteneğe () sahip olacaktır” diyerek, firmaların kendi öz ya da temel yeteneklerine odaklanmak zorunda kalacaklarına vurgu yapmışlardır. Temel yeteneklere odaklanmak firmalar açısından makul bir gelişme olmakla birlikte burada dikkat edilmesi gereken firmaların hâlihazırda yapmayı sürdürdükleri onlarca aktivite ya da süreçlerden hangilerinin temel yetenek olduğuna doğru karar verilmesidir. Bu noktada Prahalad ve Hamel, temel yetenek alanlarını ortaya çıkarmak için üç kriter ortaya koymaktadırlar: Temel yetenekleri bu şekilde tanımlarsak temel olmayan yetenekleri () ise bunların dışında kalan, iş süreçlerinin düzgün işlemesi için önemli role sahip olan fakat ürünlerin oluşumunda kendi başına önemli bir role sahip olmayan aktiviteler olarak tanımlanabilir. İşletmelerin, sadece kendi sahip oldukları yetenek ve becerileri esas alan işlerin dışındaki; öz veya temel yeteneklerin kullanılmadığı işlerin, işletme dışından kendi alanında uzmanlaşmış başka işletmelerden almasına dış kaynak kullanımı (outsourcing) denir. Bu noktada dış kaynak kullanımının iki önemli ayağı vardır: Dış kaynak kullanım alanları. Dünyada yaygın dış kaynak kullanım alanları şunlardır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11445", "len_data": 2210, "topic": "FINANCE_ECONOMY", "quality_score": 3.74 }
Pembe üçgen (Almanca: "Rosa Winkel"), eşcinsel kültürün en sık rastlanan ve en popüler simgelerinden biridir. Kökeni II. Dünya Savaşı'na uzanan Pembe Üçgen, Naziler tarafından cinsel yönelimi nedeniyle toplama kamplarına konulmuş eşcinsel erkeklere (gey) verilmiştir. Yine cinsel yönelimi nedeniyle tutuklanmış eşcinsel kadınlar (lezbiyen) ise Siyah Üçgen takmak zorunda bırakılmıştır. Eşcinseller, Nazi rejiminin baskı ve soykırımına maruz kalan gruplardan biridir. Pembe Üçgen, Gökkuşağı Bayrağı ile birlikte eşcinsel yürüyüşlerinin ve eşcinsel haklarının başlıca sembollerinden biri olarak kullanılmaktadır. Tarihçe. Pembe üçgenin tarihi II. Dünya Savaşı'ndan önce, Adolf Hitler'in iktidara gelişiyle başlar. Dönemin Alman yasalarında eşcinsel ilişkiyi yasaklayan 175. madde, 1935 yılında elden geçirildi ve öpüşmek, sarılmak, eşcinsel fanteziler ve eşcinsel eylemleri kapsayacak şekilde genişletildi (bu madde 1969 yılına kadar Batı Almanya'da yürürlükte kalmıştır). Bu maddeden suçlu bulunan kişiler önce hapse ardından da toplama kamplarına gönderildiler (1937-39 yılları arasında yaklaşık 25 bin kişi). Cezaları kısırlaştırmaktı ve bu cezanın uygulama yöntemi de hadım etmekti. 1942 yılında bu ceza Hitler tarafından idama çevrildi. Toplama kampındaki mahkûmların tümü mahkûmiyetlerinin nedenini belirten belirli renkte ters bir üçgen takmak zorundaydı. Bu belirteçler, mahkûmlar arasındaki hiyerarşiyi de belirliyordu. Yeşil üçgen takan adi suçlu, kırmızı üçgen takan siyasi suçlu demekti. Davut'un Kalkanı'nı oluşturacak şekilde iki sarı üçgen, Yahudi mahkûmları tanımlıyordu. Pembe üçgen ise eşcinseller içindi. Birbirinin üzerinde bulunan bir pembe üçgen ve Davut'un yıldızı ise mahkûmların en düşüğüne işaret ediyordu: Eşcinsel bir Yahudi. Toplama kamplarında en ağır işlere koşulan eşcinsel mahkûmlar; gardiyan, nöbetçi ve diğer mahkûmların saldırı ve tacizlerine de maruz kalıyorlardı. Eşcinsel mahkûmların toplam sayıları bilinmese de 1940-1944 yıllarına ilişkin Nazilerin resmi kayıtları, gerçek sayıdan düşük olduğu tahmin edilen 10 bin mahkûmdan söz etmektedir. Eşcinsel mahkûmların topluca Auschwitz ölüm kampına yollanmadıkları iddia edilse de, bu kampta Yahudilerin yanı sıra birçok eşcinselin de katledildiği bilinmektedir. Nazi rejimi sırasında öldürülen eşcinsel erkek sayısının 50-100 bin, eşcinsel kadın sayısının ise 10-25 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Eşcinsel sembol hâline geliş. 1970'lerde eşcinsel özgürlükçü gruplar pembe üçgeni eşcinsel hakları hareketi kapsamında yeniden gündeme getirdiler. Bu simge baskıya ve haksız cezalandırmaya dikkat çekmenin yanı sıra kolay taşınabiliyordu. 1980'lerde ACT UP (AIDS Coalition to Unleash Power - Gücün Açığa Çıkması İçin AIDS Koalisyonu) pembe üçgeni kendi tanıtımlarında kullanmaya başladı. ACT UP simgeyi ters çevrilerek yukarıyı göstermesini, dolayısıyla, pasif bir şekilde kadere teslim olmaktansa aktif olarak mücadele etmeyi simgelemesini sağladılar. Pembe üçgen günümüzde, birçokları için eşcinsel bilinci, dayanışmayı ve ikinci bir soykırım yaşanmasına izin vermemeyi simgeler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11450", "len_data": 3072, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.48 }
Saz kamışçını ("Acrocephalus scirpaceus"), ötleğengiller (Sylviidae) familyasından uzunluğu 12 cm, tüyleri üst bölümlerinde kızıla çalan açık kahverengi, alt bölümlerinde uçuk sarı olan kuş türü. Bu tür, orta kuşak Palearktik bölgede ürer; kışın Palearktik bölgenin güneyinde ve Etiyopyen bölgede geçirir. Yazın Türkiye'nin hemen her bölgesindeki sazlık bataklıklarda görülebilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11451", "len_data": 380, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.62 }
Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay'ın ikinci romanıdır. 1973 yılında yayımlandı. Hakkında. 1970'te TRT’nin Roman Ödülü’nü kazanan Tutunamayanlar’dan sonra yazarla 16 Mart 1971 tarihinde yapılan söyleşide, yazar yeni bir romana başladığını ve 30-40 sayfa kadar yazdığını söylemektedir: Olaylar, karakter Hikmet Benol'un etrafında gelişir. Atay edebiyatının ayırıcı özelliklerinden biri olan oyun motifi, romanın bütününe hakimdir. Hikmet olanları, kafasında fanteziler şeklinde büyütür, rüyalar görür, bazı yerlerde gerçek ve fantezi karışır. Olayları bazen gerçeküstü ya da gerçek dışı anlatır. Ardından gerçek aktarılır. Bazen de önce gerçek aktarılır, ardından Hikmet'in olmasını istediği şekliyle olay tekrar aktarılır. Atay, romanının baş kahramanını olumsuz bir tip olarak çizmiştir: Baş kahraman Hikmet, hayatı yetersiz bulur. Halinden şikayetçidir ama işlerin düzelmesi konusunda hiç ümidi yoktur. Kendince bazı seyler düzeltmek için verdiği ufak çabaları da sonuçsuz kalır. Ruhsal bunalım yaşayan, uyum sağlamakta zorlanan Hikmet, yazarın da belirttiği gibi bir "tutunamayan" örneğidir. Yazar, Hikmet'i yaratırken birçok kaynaktan beslenmiş: William Shakespeare'in Hamlet'i ve İncil’deki kutsal üçlü (teslis) bunlardan ikisi. Hikmet, teslisteki İsa figürünü canlandırıyor. Tanrı ve Meryem Ana’yı çağrıştıran figürler de Hikmet’in aynı gecekonduda yaşadığı (ya da yaşadığını hayal ettiği) Albay ve Nurhayat Hanım karakterleri. Mekânın gecekondu olarak seçilmesi de tesadüf değildir. Kent kökenli olan Hikmet için gecekondu aykırı bir mekândır ve bunun yarattığı yabancılaştırıcı etkiyi, soyut iç dünya atmosferi yaratmak için kullanılır. Romanda yine Tutunamayanlar gibi iç konuşmalara oldukça sık rastlanır ve okuyucuya aktarılan Hikmet’in yaşamının düş mü gerçek mi olduğu netleştirilmez. Düşle gerçeğin birbirine karışması, üstkurmacanın kurgunun ana ilkesi olması Tehlikeli Oyunlar’ı postmodernist roman kategorisine dahil ediyor. Aynı zamanda Tehlikeli Oyunlar postmodernizmin Türk edebiyatındaki ilk örneği kabul ediliyor. Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar‘ı oluştururken birçok kitaptan ve kaynaktan etkilendiği söyleniyor. Bunların başında James Joyce’un Ulysses’i ve Vladimir Nabokov’un Solgun Ateş’i geliyor. Solgun Ateş’in Tutunamayanlar üzerinde de etkili olduğu söyleniyor. Bu romanın bir bölümünde Oğuz Atay’ın kullandığı yöntem Nabokov’un romanının esasını oluşturuyor. İki roman da ölen birinin ardından yakın bir dostunun yazdığı bir önsözle başlıyor; üstkurmaca, oyunlar, şiirler iki romanda da kullanılıyor. Yıldız Ecevit,"Türk Romanında Postmodernist Açılımlar" adlı eserinde romanın yapısalcı bir çözümlemesini de yapmıştır. 2009 yılında Seyyar Sahne adlı tiyatro topluluğu tarafından tiyatro oyunu olarak uyarlanarak sahnelendi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11452", "len_data": 2749, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.82 }
Büyük kamışçın ("Acrocephalus arundinaceus"), ötleğengiller (Sylviidae) familyasından 19 cm uzunluğunda bir kamışçın türü. Vücut yapısı ve rengi ile bayağı kamışçını andırır. Geniş sazlıklarda yaşar. Yazın Türkiye'nin her bölgesindeki sulak alanlarda seyrek olarak görülebilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11459", "len_data": 277, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.44 }
İhtiyoloji ya da balık bilimi, zoolojinin balıklarla ilgilenen alt dalıdır. Kemikli balıklar (Osteichthyes), köpek balığı gibi kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes) ve çenesiz balıklar (Agnatha) ilgi alanıdır. Tüm diğer omurgalı türlerinin sayısı kadar balık türü bulunduğu ve balıklar çok uzun zamandır evrimleştiği için, balık sınıflandırması ve biliminde hâlen bilinmeyenle karşı karşıya kalınmaktadır. Balık biyolojisi ve davranışları hâlen tam olarak çözülmüş değildir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11461", "len_data": 473, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.98 }
Entomoloji (Antik Yunanca "ἔντομον" (entomon) 'böcek' ve -"λογία" (-logia) 'çalışma' kelimelerinden) böceklerin bilimsel çalışmasıdır ve zoolojinin bir dalıdır. Geçmişte böcek terimi daha az spesifikti ve tarihsel olarak entomolojinin tanımı, örümceğimsiler, çok bacaklılar ve kabuklular gibi diğer eklembacaklı gruplarındaki hayvanların incelenmesini de içerirdi. Bu daha geniş anlam, gayriresmi kullanımda hala karşılaşılabilir. Zooloji içerisinde sınıflandırılan diğer birçok alan gibi, entomoloji de takson temelli bir kategoridir. Böceklerle ilgili araştırmalara odaklanan her türlü bilimsel çalışma, tanımı gereği entomolojidir. Bu nedenle entomoloji, moleküler genetik, çevresel arkeoloji, davranış, nörobilim, biyomekanik, biyokimya, sistematik, fizyoloji, gelişim biyolojisi, ekoloji, morfoloji ve paleontoloji gibi çok çeşitli konuların bir kesitiyle örtüşmektedir. Bilinen tüm türlerin üçte ikisinden fazlası yani 1,3 milyondan fazla böcek türü tanımlanmıştır. Bazı böcek türleri yaklaşık 400milyon yıl öncesine dayanır. İnsanlar ve Dünya'daki diğer yaşam şekilleriyle birçok türde etkileşimleri vardır. Örneğin, "Photinus pyralis" gibi türler, özellikle son yıllarda çok sayıda araştırmanın konusu olan ışık yayan organlarında biyolüminesans reaksiyonları gerçekleştirir. Uzmanlarına entomolog ya da böcek bilimci adı verilir. Hayvanlar âleminin en kalabalık sınıfı olan böcek (), 700.000'i aşkın bilinen türün yanı sıra en az o kadar tanımlanmamış böcek türünü kapsar. Böylesine zengin bir tür çeşitliliği gösteren böcekler, doğal olarak insan yaşamında öbür hayvanlardan çok daha büyük bir önem taşır. Biyolojinin diğer alanları gibi entomoloji de birçok alt dala (ekoloji, etoloji, fizyoloji, sistematik entomoloji vs.) ayrılmıştır. Bu alt dalların çoğunda hem uygulamalı, hem de sırf araştırmaya yönelik çalışmalar yapılır. Uygulamalı entomoloji çalışmaları böcekleri zararları ve yararları açısından incelerken kuramsal araştırmaların amacı, bütün böceklere ilişkin temel bilgileri toplamaktadır. Uygulamalı entomoloji, tarla ve bahçe bitkileri yetiştiriciliği ile ormancılık gibi alanlarla yakından ilişkilidir. Bugün çağdaş entomoloji çalışmalarının odak noktası hâlâ taksonominin tanımlama evresindedir ve Pulkanatlılar () takımından kelebekler ve güveler gibi en iyi incelenmiş gruplarda bile sürekli yeni türler tanımlanmaktadır. Larva ve erişkin biçimleri birbirinden çok farklı olan bütün başkalaşmalı böceklerin erişkinleri dışında böceklerin hayat evrelerini tanımlamak genellikle son derece güçtür. Tarihçe. Entomoloji, tarih öncesi zamanlardan neredeyse tüm insan kültürlerine, özellikle tarım (özellikle biyolojik kontrol ve arıcılık) bağlamında kök salmıştır. Doğal Roma filozofu Yaşlı Plinius (MS 23-79) böcek çeşitleri hakkında bir kitap yazarken, bilim adamı Kufe'li İbn el-A'rābī (MS 760-845) sinekler hakkında () adlı bir kitap yazdı. Ancak modern anlamda bilimsel çalışma nispeten yakın bir zamanda, 16. yüzyılda başladı. Ulisse Aldrovandi'nin (Böcek Hayvanları Hakkında) adlı eseri 1602'de yayımlandı. Mikroskopist Jan Swammerdam böceklerin üreme organlarını ve başkalaşım'ı doğru bir şekilde anlatan "Böceklerin Tarihi’"ni yayımladı. 1705'te, Maria Sibylla Merian Hollanda Surinam'ın tropikal böcekleri hakkında adlı kitabı yayımladı. Türlerin isimlendirilmesi ve sınıflandırılmasıyla ilişkili erken dönem entomolojik çalışmalar, ağırlıklı olarak Avrupa'da merak kabinleri tutma uygulamasını izledi. Bu koleksiyonculuk modası, doğa tarihi topluluklarının, özel koleksiyon sergilerinin ve iletişimleri ve yeni türlerin dokümantasyonunu kaydetmek için günlüklerin oluşumuna yol açtı. Koleksiyoncuların çoğu aristokrasiden geliyordu ve orada dünya çapında koleksiyoncular ve tüccarları içeren bir ticaret gelişti. Bu, "kahraman entomoloji çağı" olarak adlandırılmıştır. William Kirby, İngiltere'de entomolojinin babası olarak kabul edilir. William Spence ile işbirliği yaparak, konunun temel metni olarak kabul edilen kesin bir entomoloji ansiklopedisi olan "Entomolojiye Giriş" 'i yayınladı. Ayrıca, 1833'te Londra'da, dünyadaki en eski bu tür topluluklardan biri olan Kraliyet Entomoloji Derneği'nin kurulmasına yardımcı oldu; Aurelian Derneği gibi daha önceki öncüller 1740'lara kadar uzanmaktadır. 19. yüzyılın sonlarında, tarımın ve sömürge ticaretinin büyümesi, üniversitenin yükselişi ve biyoloji alanında eğitimle ilişkilendirilen profesyonel entomologu yaratan "ekonomik entomoloji çağı"nı doğurdu. Entomoloji 19. ve 20. yüzyıllarda hızla gelişti ve Charles Darwin, Jean-Henri Fabre, Vladimir Nabokov, Karl von Frisch (1973 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü sahibi) ve iki kez Pulitzer Ödülü kazanan E. O. Wilson gibi önemli şahsiyetler de dahil olmak üzere çok sayıda kişi tarafından incelendi. Ayrıca, Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi'ndeki Sophie Lutterlough gibi müze küratörlüğü ve araştırma yardımı yoluyla entomolog olan kişilerin de bir geçmişi vardır. Böcek tanımlama, kelebekler ve (daha az ölçüde) yusufçuklar en popüler olanlar olmak üzere giderek yaygınlaşan bir hobidir. Çoğu böcek, Hymenoptera (arılar, eşek arıları ve karıncalar) veya Coleoptera (böcekler) gibi takımlara kolayca tahsis edilebilir. Ancak, cins veya tür tanımlama genellikle yalnızca tanımlama anahtarları ve monografiler kullanılarak mümkündür. Böcek sınıfı çok sayıda tür içerdiğinden (sadece 330.000'den fazla böcek türü) ve bunları ayıran özellikler alışılmadık ve genellikle belirsiz (veya mikroskop olmadan görünmez) olduğundan, bu genellikle bir uzman için bile çok zordur. Bu, örneğin Daisy, ABIS, SPIDA ve Draw-wing gibi böcekleri hedef alan otomatik tür tanımlama sistemlerinin geliştirilmesine yol açmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11462", "len_data": 5647, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.07 }
İstavrit, Carangidae familyasından "Trachurus" cinsini oluşturan balık türlerine verilen ad. Birbirine çok benzeyen bu balıkların vücudu yanlardan biraz basık ve iğ biçimindedir. Ağzı öne doğru uzayabilme yeteneğinde, dişleri ince, gözleri iri, kuyruğu derin çatallıdır. Birinci sırt yüzgeci kısa ve ikinci sırt yüzgecinden yüksektir. İkinci sırt yüzgeci ve anüs yüzgeci kuyruğa doğru alçalarak uzar. Alt bölümü gümüş renginde, sırtı lacivert ya da yeşilimsidir. Gövdesinin orta bölümünde bir kıvrım yapan ve kalkan pul denen iri pulların örttüğü yanal çizgisi çok belirgindir. Sırt yüzgecine koşut uzanan ve yanal çizgi ile aynı işlevi gören yalancı yanal çizgi yalnız bu cins üyelerinde görülür. Yalancı yanal çizgi aynı zamanda istavrit türlerinin kolayca ayırt edilmesine de yarar. İstavritlerin yavruları yaygın olarak kıraça adıyla tanınır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11463", "len_data": 846, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.58 }
Marsias, Yunan mitolojisinde, Frigyalı ünlü bir satyrdir. Armoniyi icat ettiği söylenen Hyagnis'in oğludur. Efsaneye göre, MÖ 4000 yıllarında, Tanrıça Athena geyik kemiği (ya da bir başka söylenceye göre Büyük Menderes Çayı'nın kaynağındaki bir gölde yetişen uzun sazlar) üzerine delikler açarak ilk flütü icat eder. Buluşu ile gurur duyan Athena, tanrılar önünde çalmak için tanrıların ziyafetine katılır. Şölende Aphrodite ve Hera, flüt çalarken yüzünün aldığı şekille alay edince Athena sinirlenir ve toplantıyı terk eder. Ida Dağı eteklerinde bir su kaynağına gidip yansımasında, çalarken yanaklarının şiştiğini ve çirkinleştiğini görünce, flütü lanetleyip atar ve onu tekrar kullananın çok büyük cezalara çarptırılmasını diler. Bundan haberi olmayan çoban Marsias kırlarda dolaşırken flütü bulur, çalmaya başlar ve sesine hayran kalır. Bir Tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü büyük bir beceriyle çalan çoban Marsias, çok güzel ezgiler çıkarmaya başlar. Ünü kısa sürede çevreye yayılır, güzel sanatların ve müziğin tanrısı Apollon'a kadar ulaşır. Apollon da müziğe düşkündür ve lir çalmakta çok ustadır. Kimse onunla yarışmaya cesaret edemez. Tanrı Apollon, Marsias'in müzikteki şöhretini kıskanır ve onu herkesin önünde yarışmaya davet eder. Yenenin yenilene istediği cezayı verebileceğini belirtir. Yarışma, Tanrı Timolos'un dağı olan Bozdağ'ın eteklerinde, Frigya Kralı Midas'ın başkanlığındaki üç kişilik bir jüri heyeti ve halkın önünde yapılır. Apollon liriyle tanrısal ezgiler çalarken sanat ve su perileri olan müzler, koro halinde eşlik ederler. Marsias flüt çalmaya başlayınca Tanrı Apollon'dan aşağı kalmaz, o da çok güzel ezgiler çalar. Halk Marsias'ı alkışlayıp tempo tutar. Apollon'un cezalandırmasından korkan jüri kararını açıkladığında, Kral Midas adil davranarak iki puan sayılan oyunu Marsias'a verir ve berabere kalırlar. Hikâyenin bu noktasında, Apollon'un nasıl meydan okuduğu ile ilgili iki farklı inanış vardır: Birincisine göre Marsias, beraberlikten hoşnut, ayrılmak üzere iken Apollon lirini baş aşağı çevirip aynı melodiyi çalar, Marsias'tan aynısını yapmasını ister. Jüri, bu meydan okumanın adil olduğuna karar verir. Flütün tersten ses çıkarmaması yüzünden Marsias yenilir. Diğer inanışa göre ise berabere kaldıklarını gören Apollon, lirini çalarken şarkı söylemeye başlar. "İşte" der şarkısında, "Sen de aynısını yap! Kavalını çalarken şarkı söylemeni istiyorum!". Marsias itiraz eder, karşılaştırılması gereken aletin kullanımındaki ustalıktır, sesin değerlendirme dışı kalması gerekir. Apollon, buna karşılık olarak Marsias'ın da, flütünü üflerken temelde aynı şeyi yaptığını, enstrümanının sesine kendi sesini kattığını iddia eder. Jüri, Apollon'un iddiasını kabul eder. Marsias, deneyip yapamadığını görünce Apollon'un oyununa geldiğini fark eder. Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kalır ve yarışmayı kaybeder. Apollon, Midas'ın oyunu Marsias'tan yana kullanmasına çok kızar. Kulaklarının iyi işitmediğini ve insana özgü kulakları hak etmediğini söyleyerek Midas'ın kulaklarını uzatıp eşek kulaklarına çevirir. Marsias'ı da kayalıkta bir zeytin ağacına astırıp diri diri derisini yüzdürür ve çeşitli işkencelerle öldürtür. Marsias'ın ölümüne üzülen kayaların ağlayarak Suçıkan kayalıklarını oluşturduğu söylenir. Bir başka söylenceye göre flüt ustasına üzülen sanat perileri müzler (müza da denir) öylesine ağlamışlardır ki gözyaşları dağların arasından akıp Marsias ırmağını oluşturmuştur. Yine bir başka söylence de Apollon'un daha sonradan yaptığına pişman olduğu, lirini kırıp bir daha hiç çalmadığı ve Marsias'ı bir ırmak haline getirdiği yolundadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11484", "len_data": 3634, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.74 }
Satir, Antik Yunan mitolojisinde yer alan yarı keçi yarı insan kır ve orman iyesi. Roma mitolojisindeki karşılığı faundur. Çoğunlukla gövdelerinin belden üstü insan, belden aşağısı ise teke biçimindedir. Satirleri tasvir eden eserlerde ortak özellik, keçi boynuzlu, sivri ve uzun kulaklı, atınkine benzeyen uzun kuyruklu yaratıklardır. Satirler çoğunlukla da ellerindeki flüt ve ardından koştukları nemfler ve mainadlar ile birlikte tasvir edilir. Şarap tanrısı Dionysos ile birlikte şarap içerler, kırlarda dans ederler. Yaşlanan satirlere silenos denir. Özel olarak Dionysos'u yetiştiren yaratığın adı da Silenos'tur. Yunan heykel ustası Praksiteles, satirleri bedenlerindeki hayvan özelliklerini en aza indirerek yakışıklı ve genç bir erkek olarak göstererek yeni bir satir tipi yaratmıştır. Aynı zamanda çoğu filme konu olmuşlardır. Örneğin adlı filmde Satir adlı yaratığa yer verilmiştir. Ayrıca Percy Jackson ve Olimposlular serisinde ise bir satir-çocuk olan ana karakterlerden Kıvırcık'a rastlanılmaktadır. Satires. Dişi satirlere ise satires (Satyresses) denilmektedir. İnsan başı ve gövdesine sahip, genellikle çıplak göğüslü, belinden aşağı tarafı ise keçi şeklinde tasvir edilir. Terminolojide nadiren faunes (fauness) olarak rastlanır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11485", "len_data": 1248, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.66 }
Barodentalji, genellikle dalgıçlar, uçak yolcuları, havacılık personelinde basınç değişimi ile görülen diş ağrısıdır. Boyle yasasına göre, bir gazın hacmi, basıncı ve sıcaklığına bağlıdır. Havada 3000 m'den yukarıda ve suda 10 metreden aşağıda gaz basınç değişimi hissedilir hale gelir. Bu durumdan dolayı bazı insanlarda diş ağrısı görülebilir. Kaynakça.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11487", "len_data": 357, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.36 }
Dalgıçlık veya dalıcılık, su altında kalmak üzere suya dalma sporu. Bu sporda nefes alma aygıtları kullanıldığı gibi, bu aygıtlar olmadan da bu spor yapılabilmektedir. Tarihi. İnsanlar çok eski çağlardan beri değişik aparatlar kullanarak su altında daha uzun süreler kalmayı denemiştir. MÖ 500 yıllarına ait resimlerde su altında, hayvan derilerinden yapılmış tulumlar içindeki havayı soluyarak avlanan Eski Yunan dalgıçlar betimlenmiştir. Özellikle Amerika'daki kolonilerden Avrupa'ya değerli eşyalar taşıyan gemilerin, korsanların ilgi odağı haline gelip birçok geminin batırılmasıyla, bu batan gemilerdeki yüklerin çıkartılması ihtiyacı insanoğlunu daha derine inmek ve orada daha uzun süre kalabilmek için yeni icatlar yapmaya itmiştir. Dalış Çanları'nın kullanılmaya başlanması bu yıllara dayanır. Bir sonraki gelişme yüzey destekli su altı soluma aparatlarıdır ki, Jules Verne'in Denizler Altında Yirmi Bin Fersah kitabı yayınlandığında bunlar 20 yıla yakın bir zamandır kullanılmaktaydı. Ancak dalışta en büyük devrim 1943'te Fransız kâşif Jacques-Yves Cousteau'nun geliştirdiği regülatör sayesinde olmuştur. Cousteau'nun "su ciğeri" adını verdiği yüksek basınçlı bir tüp ve tek kademeli regülatörden oluşan aparat, insanın yüzeye hiçbir bağımlılık duymadan hayal bile edemeyeceği derinliklere inip uzun süreler kalabilmesine olanak sağlamıştır. Nefes alma aygıtı olmadan dalış. Serbest dalış. Su altında nefes tutarak yapılan dalıştır. Nefes alma aygıtlarını kapsayan dalışlar (SCUBA). Tüplü dalış (Scuba). Yüksek basınçlı hava ile doldurulmuş tüpteki gazı soluyarak, yüzeye bağımlı olmaksızın yapılan aletli dalıştır. "Self Contained Underwater Breathing Apparatus" kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur. Dalgıçlığın tehlikeleri. DANın (Diver Alert Network) açıklamasına göre bir dalış kazasında ölme ihtimali 100.000'de 0.48'dir. Ancak mutlaka özel bir eğitimden geçilerek yapılmalıdır. Eğitimsiz dalış çok tehlikeli olabilir. Dünyanın her yerinde ve Türkiye ile KKTC`de bu eğitimleri yetkili kuruluşlardan almak mümkündür. Bu sporla ilgilenenlerde görülebilecek bazı sağlık problemleri; Rekreasyonel dalışta eğitim seviyeleri. Bu seviyeler dalış eğitiminin alındığı kuruluşlara göre farklılık gösterir. Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu (TSSF)/CMAS eğitimi almak Türkiye'de dalış yapmak için yeterlidir. Bu sisteme göre seviyeler: Dünya çapında dalış yapmak için çeşitli uluslararası anlaşmalı dalış organizasyonlarından birisi olan PADI (Professional Association of Diving Instructors) sisteminde dalgıç seviyeleri:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11489", "len_data": 2533, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.23 }
Wolfram Mathematica, makine öğrenimi, istatistik, sembolik hesaplama, veri manipülasyonu, ağ analizi, zaman serisi analizine, NLP, optimizasyon, fonksiyonlar ve çeşitli veri türlerinin çizimi, algoritmaların uygulanması, kullanıcı arayüzülerin oluşturulması ve diğer programlama dilinde yazılmış programlarla arayüz oluşturmaya izin veren çeşitli teknik hesaplama alanları için yerleşik kütüphanelere sahip bir yazılım sistemidir. Stephen Wolfram tarafından tasarlanmış ve Champaign, Illinois'deki Wolfram Research tarafından geliştirilmiştir. Wolfram Language, "Mathematica"da kullanılan programlama dilidir. Mathematica 1.0, 23 Haziran 1988'de Champaign, Illinois ve Santa Clara, Kaliforniya'da yayınlandı. Mathematica, "Kernel-front end" mantığında çalışır. Çizeysel arayüzlüdür ve denklem girmesi kolaydır. Matematiksel her türlü hesaplamalar yapan genel bir sistem olan mathematica sayısal işlemler yapan bir hesap makinesi gibi de algılanabilir. Bunun yanında sembolik hesaplamalar ve grafik nesneler ile de çalışır. Basic, Fortran, Pascal ve C programlama dilleriyle de temelde benzerlik taşımaktadır. Mathematica yoğun hesaplamalar gerektiren işlemler için zaman kayıbını ortadan kaldırmaktadır. Veri analizi, fonsiyonların grafiklerine dair animasyonlar, olasılık işlemlerindeki zenginlik, fizik, kimya, biyoloji ve mühendislikteki çeşitli uygulamalar, görüntü işleme vb. alanlarda Mathematica güçlü bir yazılımdır (Ufuktepe, Kutucu ve Bingül, 2008). Mathematica, yüksek boyutlarda veriyi şaşırtıcı bir şekilde hızlı ve kolay işleyebilen, laplas, fourier dönüşümlerini ve analizlerini yapabilen ve bunlar gibi çok çeşitli fonksiyonları kolayca gerçekleştirebilen hazır araçlara sahiptir. Nümerik özelliklerinin yanında, Mathematica cebrik işlemleri yapmayı kolaylaştıran geniş bir araç kutusuna güçlü bir sembolik işlem yapabilme yeteneğine sahiptir. Mathematica notebookları mühendislere hazırladıkları projeleri düzenli ve etkileyici bir formatta sunmaları için uygun yaratılmıştır. Mathematica notebookları, hazırlanan hesaplamaların, analizlerin, formüllerin ve çizilen grafiklerin otomatik olarak yerleştirildiği interaktif dokümanlardır. Hesaplamaları, analizleri yaptıktan, grafikleri çizdikten sonra, notebook'a kısaca açıklamalar, başlıklar ve görseller ekleyerek, çalışma dokümanları bir sunum haline getirilebilir. Sonuçta Mathematica her türlü hesaplama işlemine uygundur ve bu yüzden web ortamındaki işlemlere çok geniş açılımlar sağlar. Notebook arayüzü. Mathematica, iki bölüme ayrılmıştır: çekirdek ve ön yüz. Çekirdek, ifadeleri (Wolfram Language kodu) yorumlar ve sonuç ifadelerini döndürür, bunlar daha sonra ön yüz tarafından görüntülenebilir. 1988'de Theodore Gray tarafından tasarlanan orijinal ön yüz, bir notebook arayüzü'nden oluşur ve kod, düz metin, resim ve grafik içerebilen notebook belgelerinin oluşturulmasına ve düzenlenmesine izin verir. Mathematica ön yüzüne alternatifler arasında 2006 yılında tanıtılan Eclipse-tabanlı tümleşik geliştirme ortamı (IDE) Wolfram Workbench bulunmaktadır. Mathematica için revizyon yönetimi, hata ayıklama, profil oluşturma ve test etme dahil olmak üzere proje tabanlı kod geliştirme araçları sağlar. Ayrıca IntelliJ IDEA tabanlı IDE'ler için Wolfram Language koduyla çalışmak üzere sözdizimi vurgulama'ya ek olarak yerel değişkenleri ve tanımlı işlevleri analiz edip otomatik olarak tamamlayabilen bir eklenti de bulunmaktadır. Mathematica Kernel, ayrıca bir komut satırı ön yüzü içerir. Diğer arayüzler arasında GNU Readline tabanlı JMath ve UNIX komut satırından bağımsız Mathematica programlarını (argümanlarla birlikte) çalıştıran WolframScript bulunmaktadır. Mathematica dosyaları için dosya uzantısı .nb ve yapılandırma dosyaları için .mdir. Mathematica tamamen kararlı ve önceki sürümlerle geriye dönük olarak uyumlu olacak şekilde tasarlanmıştır. Yüksek performanslı hesaplama. Yüksek performanslı hesaplama için yetenekler, sürüm 4 (1999) ve seyrek matrisler (sürüm 5, 2003) ile paketlenmiş dizi'lerin tanıtılması ve yüksek hassasiyetli aritmetiği değerlendirmek için GNU Çoklu Hassas Aritmetik Kütüphanesi'nin benimsenmesiyle genişletildi. Sürüm 5.2 (2005), çok çekirdekli bilgisayarlarda hesaplama yapıldığında otomatik multi-threading özelliğini ekledi. Bu sürüm CPU'ya özel optimize edilmiş kütüphaneler içermektedir. Buna ek olarak Mathematica, ClearSpeed gibi üçüncü taraf uzman hızlandırma donanımları tarafından da desteklenmektedir. 2002 yılında, gridMathematica heterojen kümeler ve çok işlemcili sistemlerde kullanıcı düzeyinde paralel programlama yapılmasına izin vermek için tanıtıldı ve 2008 yılında paralel hesaplama teknolojisi Windows HPC Server 2008, Microsoft Compute Cluster Server ve Sun Grid gibi grid teknolojisi desteği de dahil olmak üzere tüm Mathematica lisanslarına dahil edildi. CUDA ve OpenCL GPU donanımları için destek 2010 yılında eklenmiştir. Eklentiler. Sürüm 13 itibarıyla Wolfram Language'de 6.051 yerleşik işlev ve sembol bulunmaktadır. Stephen Wolfram, halka açık Wolfram topluluğunun Wolfram Language'e işlevsellik katmasının bir yolu olarak Haziran 2019'da Wolfram İşlev Deposu'nun (Wolfram Function Repository) başlatıldığını duyurdu. Stephen Wolfram'ın Mathematica 13 için yayın duyurusu yaptığı sırada, Kaynak İşlevleri (Resource Functions) olarak katkıda bulunulan 2.259 işlev vardı. Wolfram İşlev Deposu'na ek olarak, hesaplanabilir veriler içeren bir Wolfram Veri Deposu (Wolfram Data Repository) ve makine öğrenimi için Wolfram Sinir Ağı Deposu (Wolfram Neural Net Repository) bulunmaktadır. Wolfram Mathematica, programa kombinatorik ve grafik teorisinde ayrık matematik işlevselliği ekleyen Combinatorica paketinin temelidir. Diğer uygulamalara, programlama dillerine ve hizmetlere bağlantılar. Diğer uygulamalarla iletişim, Wolfram Sembolik Aktarım Protokolü (WSTP-Wolfram Symbolic Transfer Protocol) adı verilen bir protokol kullanılarak yapılabilir. Wolfram Mathematica çekirdeği ile ön uç arasında iletişime izin verir ve çekirdek ile diğer uygulamalar arasında genel bir arayüz sağlar. Wolfram Research, C programlama dilinde yazılmış uygulamaları, Mathematica'dan hesaplamalar yapmasını isteyebilen bir Java programı olan J/Link kullanarak WSTP aracılığıyla Mathematica çekirdeğine bağlamak için bir geliştirici kitini ücretsiz olarak dağıtmaktadır. Benzer işlevsellik .NET/Link ile, ancak Java programları yerine .NET programları ile elde edilir. Mathematica'ya bağlanan diğer diller arasında Haskell, AppleScript, Racket, Visual Basic, Python, ve Clojure bulunmaktadır. Mathematica, sistem modelleme için Modelica modellerinin oluşturulmasını ve yürütülmesini destekler ve Wolfram System Modeler ile bağlantı kurar. Birçok üçüncü taraf yazılım paketine ve API'lere de bağlantılar mevcuttur. Mathematica, ayrıca çeşitli kaynaklardan gerçek zamanlı veri yakalayabilir ve halka açık blok zincirlerini (Bitcoin, Ethereum ve ARK) okuyabilir ve yazabilir. 220'den fazla veri, görüntü, video, ses, bilgisayar destekli tasarım (CAD), coğrafi bilgi sistemi (GIS), belge ve biyomedikal formatın içe ve dışa aktarılmasını destekler. 2019'da Wolfram Language kodunu LLVM'ye derlemek için destek eklendi. Wolfram Language'in 12.3 sürümü ile Arduino için destek eklendi. Hesaplanabilir veri. Mathematica ayrıca, Mathematica'yı internet bağlantısı ile kullanan kullanıcılar için bazıları gerçek zamanlı olarak güncellenen ek veriler sağlayan çevrimiçi bir cevap motoru olan Wolfram Alpha ile de entegre edilmiştir. Veri setlerinden bazıları matematiksel verilere (düğümler ve çokyüzlüler gibi) ek olarak astronomik, kimyasal, jeopolitik, dil, biyomedikal, uçak ve hava durumu verilerini içerir. Kabul. "BYTE" 1989'da Mathematica'yı BYTE Ödüllerinin "Distinction (Seçkinlik)" kazananları arasında listeledi ve "çığır açan bir başka Macintosh uygulaması... bir ders kitabından anlaşılması imkansız görünen cebir ve kalkülüsü özümsemenizi sağlayabilir" dedi. Mathematica kapalı kaynak olduğu için eleştirilmiştir. Wolfram Research, Mathematica'yı kapalı kaynak olarak tutmanın iş modelinin ve yazılımın sürekliliğinin merkezinde yer aldığını iddia ediyor.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11499", "len_data": 8080, "topic": "CODING", "quality_score": 3.55 }
Carl Zuckmayer (d. 27 Aralık 1896 - ö. 18 Ocak 1977), Alman oyun yazarı ve romancı. En ünlü eseri, Türkçeye "Köpenickli Yüzbaşı" adıyla çevrilen tiyatro oyunudur. Eserde, hapisten çıktıktan sonra dürüstçe yaşamak isteyen bir vatandaşın, bürokrasi yüzünden devlete isyan edişini konu edinir. Yaşamı. 27 Aralık 1896 yılında Almanya’da Mainz şehri yakınlarındaki Nackenheim’ da doğdu. Kendisinden altı yaş büyük olan ağabeyi besteci Eduard Zuckmayer'in ile birlikte büyüdü. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra 18 yaşında iken I. Dünya Savaşı'nda gönüllü olarak katıldı. Savaştan sonra Frankfurt’ta ve Heidelberg’de hukuk, ekonomi, edebiyat ve sanat tarihi, sosyoloji, biyoloji alanlarında öğrenim gördü ve serbest yazarlık yaptı. 1924’ten itibaren Bertholt Brecht ile birlikte Max Rheinhardt’ın Berlin Alman Tiyatrosu’nda dramaturg olarak çalıştı. "“Der fröhliche Weinberg”" adlı oyunu ile 1925 yılında Heinrich von Kleist adına verilen “Kleist Ödülü”'ne değer görüldü. Aynı yıl oyuncu Alice Herdan ile evlendi. Bir süre Salzburg’ta ve Berlin’de serbest gazetecilik yaptı. 1930 yılında Heinrich Mann’ın “Professor Unrat” adlı romanını "Mavi Melek" ” adıyla filme uyarladı. Aynı yıl, en ünlü eseri "Köpenickli Yüzbaşı'yı yazdı." Gerek sosyalizme karşı oluşu gerekse annesinin Yahudi kökenli olması ebebiyle 1933 yılında eserlerine temsil yasağı geldi. Avusturya'ya geçerek 1938 yılına kadar Salzburg'da Henndorf adlı köyde yaşadı. Avusturya'nın Alman işgaline girmesinden sonra İsviçre'ye, oradan da Küba üzerinden ABD'ye göç etti. 1939-1941 arasında Hollywood'da yaşadı ve senaryo yazarlığı yaptı; 1941-1946 arasında ise ailesi ile Vermont eyaletinde Barnard kenti yakınında bir çiftlikte yaşadı. 1946 yılında ABD vatandaşı oldu. "Şeytanın Generali" adlı oyununu sahnelemek üzere Avrupa'ya döndü. Oyun, Zürih'te sahnelendi ve uluslararası bir başarı kazandı. Zuckmayer, Almanya ve Avusturya'daki savaş sonrası kültürel koşulları araştıran ABD hükûmetine danışmanlık yaptı. 1951-1958 arasında ABD'de yaşadıktan sonra 1958 yılında İsviçre'de Wallis'e yerleşti; yapıtları ile birçok ödüle değer görüldü. 1966'da İsveç vatandaşı oldu, anılarını yayımladı. 18 Ocak 1977 yılında Wallis'te öldü.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11502", "len_data": 2185, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.36 }
Zuckmayer:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11503", "len_data": 10, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 0.83 }
Kar kazı ("Anser caerulescens"), ördekgiller familyasında Kuzey Kutup Bölgesi ve yakınlarında üreyen bir kaz türü. Erişkinlerin genellikle bacakları ve gagası pembe, tüyleri yalnız kanat uçlarında siyah, öbür bölümlerinde beyazdır. Ama "Anser caerulescens caerulescens" alt türünde başı ve boynunun üst bölümleri beyaz, öbür bölümleri boz ve siyahımsı tüylerle kaplı olan bireylere rastlanır. Kar kazları kışın Japonya ve ABD'nin doğu kıyılarına göç eder.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11508", "len_data": 455, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.63 }
Karabaş ötleğen ("Sylvia atricapilla"), ötleğengiller (Sylviidae) familyasından Avrupa ve Afrika'nın kuzeybatısından Asya'nın orta kesimlerine kadar dağılım gösteren ötleğen türü. Özellikleri. Uzunluğu 14 cm, tüyleri üst bölümlerinde kahverengimsi, alt bölümlerinde ve yüzünde bozdur. Erkeğin tepesinde siyah, dişinin tepesinde kızılımsı kahengi geniş bir leke bulunur. Yaşam alanı ve dağılımı. Ormanlık ve çalılık yerlerde, park ve bahçelerde görülen güzel ötüşlü kuşlardır. Türkiye'de Akdeniz Bölgesi'nin güney ve güneybatı kesimlerinde kışın çok az sayıda görülen bu kuşlar yazın Karadeniz ve Marmara bölgelerinin geniş yapraklı ormanlarında, göç sırasında hemen hemen her yerde görülür.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11509", "len_data": 690, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.47 }
Kırmızı kardinal ("Cardinalis cardinalis"), kardinalgiller (Cardinalidae) familyasından ötücü bir kuş türü. Kuzey Amerika'da Kayalık Dağların doğusunda bulunur. 20 cm uzunluğunda olan bu kuşların sivri bir tepeliği vardır. Erkeği parlak kırmızı, dişisi ise çoğunlukla kahverengidir. Çiftler yıl boyunca bahçelerde ve açık ormanlarda öterler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11511", "len_data": 341, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.59 }
Marmara Adası ( "Proikonesos", Latince: "Proconnesus"), Marmara Denizi'nin güneybatısında bulunan Marmara Adaları'nın en büyüğü ve Balıkesir'e bağlı olan bir adadır. Gökçeada'dan sonra Türkiye'nin ikinci büyük adasıdır. Nüfus yazın artar ve birçok otel, hotel, pansiyona ev sahipliği yapmaktadır. Adanın merkezinden başka, köyleri de turizm amaçlı hizmet verir. 2014 yılında Balıkesir'in büyükşehir olması ile birlikte Marmara Adası'na bağlanan diğer ada ve köyler; Avşa Adası, Ekinlik Adası ve Yiğitler Köyü'dür. Marmara Adası'na yaz sezonunda İstanbul'dan her gün 2 ya da 3 İDO'ya ait deniz otobusü ve roro gemileri tarifeli sefer yapmaktadır, haftasonları ek seferler de konulmaktadır. "Marmara" kasabası, adanın, denizin ve tüm bölgenin adını aldığı ünlü mermerden (marmaron) adını almıştır. Marmara Adası, çeşitli doğal ve kültürel özellikleriyle tanınmaktadır. İstanbul'un yakınında bulunan ada, temiz suları, çakıl ve kumlu plajları ve ideal trekking yollarıyla dikkat çeker. Ada, iki farklı iklim rejimi yaşamaktadır: güneyde Akdeniz iklimi ve kuzeyde Karadeniz iklimi. Marmara Denizi'ndeki en yüksek dağ zirvesine sahip olması ve kara büyüklüğüne göre Türkiye'nin en zengin florasına ev sahipliği yapmasıyla ünlüdür. Marmara Adası ayrıca, "mermer" teriminin türediği antik mermer ocaklarıyla ve vahşi at popülasyonlarına verdiği destekle benzersizdir. Ayrıca, esrarengiz antik şair 'ın doğum yeri olarak bilinir ve Türkiye'nin en lezzetli adaçayı ile tanınır. Ada, yüksek dağlar, tarım için uygun alçak araziler, akarsular, şelaleler, zeytin yetiştiriciliği, turizm ve madencilik kombinasyonunu sunan tek adadır. Tarihçe. Adadaki ilk yerleşme Antik Çağda Miletoslularca kuruldu. Bir deniz ticaret kolonisi olarak kurulan Prokonnesos ("Προκόννησος") kenti, adaya da adını verdi. Birçok kez yağmalanan Prokonnesos, Roma Döneminde Hristiyanların sürgün yeriydi. Bizans Döneminde keşişlerin yerleştiği adaya, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra 15. yüzyıldan başlayarak Türkler de yerleştirildi. Ada halkının çoğunluğunu oluşturan Rumlar yüzyıllarca Türklerle yan yana yaşadı. Günümüzde Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemi tarihî eserleri adada kısmen mevcuttur. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen birçok mermer eser Roma ve Bizans Dönemlerinde adanın mermerleri ile yapılmıştır. 4. yüzyılda Büyük Konstantinos'un hükümdarlığı sırasında, Konstantinopolis'ten önemli aristokratlar adaya ilk kez yerleşti. 569 yılı itibarıyla, birçok Bizans aristokratı adada ev olarak kabul ettikleri saraylar inşa etmişti. Bu dönemin en büyük sarayı, İmparator I. Justinianus tarafından inşa edilmiştir. İmparator ile birlikte geniş bir soylu, saray muhafızları, esnaflar ve hizmetçiler topluluğu adaya gelmiştir. Justinianus ayrıca, tarih kayıtlarında bilinen en eski büyük manastırını Marmara Adası'na inşa etmiştir. Bizans kraliyet varlığı adada, Konstantinopolis Patrikhanesi ile güçlü bağlarla güçlü bir şekilde hissedilmiştir. Tarihinin çoğu boyunca ada "Proikonnesos" (kraliyet armağanı adası) ve "Prinkipo" (aristokrasi adası) olarak adlandırılmıştır. Lozan Antlaşması'nın mübadele maddesi hükümleri uyarınca Rumlar Yunanistan'a gitmek zorunda kalınca, adaya özellikle Karadeniz Bölgesi'nden gelenler yerleştirildi. Rum nüfus Yunanistan'a göçerek Halkidiki yarımadasında Neos Marmaras (Νέος Μαρμαράς, Yeni Marmara) yerleşimini kurdu. 4 Ocak 1935'teki Erdek Depremi adada büyük bir yıkıma yol açtı. 20. yüzyılın başlarında adaya Girit göçmenleri iskan edildi. Günümüzde ada sakinlerinin büyük çoğunluğunu Romeika konuşan Of ve Trabzon göçmenleri oluşturmaktadır. Ada üzerindeki az da olsa tarihsel kalıntılar ve çeşitli arşiv belgeleri bu adanın geçen yüzyıllar boyunca çeşitli ulus ve kültürleri bağrında barındırdığını ortaya koymaktadır. Sadece adanın ismi üzerinde yapılan çok küçük bir araştırma ada üzerinden gelmiş geçmiş ulus ve kültürler hakkında geniş bilgiler vermektedir. Erdek İlçesi eski Kaymakamı Reşit Mazhar Ertüzün'ün “Kapıdağ Yarımadası ve çevresindeki adalar” adlı yöre hakkındaki tarihi ve arkeolojik araştırmaları içeren kitabına bir göz gezdirdiğimizde şunlar dikkatimizi çeker: “Adanın ilk adı Yunanca 'Geyik Adası' demek olan Elafonesos’tur. MÖ 6. yüzyıl sonuna doğru ada “Prokonnesos” adını alır. Bizanslılar daha sonra buraya Proikos/Deyiz kökünden türeyen Proikonnisos adını vereceklerdir. 13. yüzyıl başlarında ada Marmara olarak anılmaya başlanmıştır. 15. yüzyıl içinde Ada yönetimini ellerine geçiren Türkler dile kolay geldiği için Marmara adını kullanmışlar ve bu isim zamanımıza dek süregelmiştir. Marmara Adasında Türklük ve İslamlığın eski dönemlere kadar uzandığını belgeleyen mezar taşlarına rastlanmaktadır. Osmanlı yönetimi esnasında Marmara Adası uzun süre çevrenin en önemli ilçesi durumundaydı. 1843 senesinin ilk yarısında yapılan idari bir değişiklikle Kapıdağ, Erdek ve Bandırma Marmara’ya bağlanmışken, aynı seneni sonlarında idare merkezi (kaymakamlık) Erdek’e taşınmış ve Marmara’da bir bucak olarak buraya bağlanmıştır. Marmara Adasını ilk ve son ziyaret eden son Osmanlı Sultanı Aziz’dir. R. Mazhar Ertüzün’ün bahsi geçen araştırma kitabında bahsedilen 1889 tarihli “Salname”sinde Marmara’nın nüfus ve sosyo-ekonomik yapısı üzerinde Marmara Bucağının 5 köyüyle toplam nüfusunun 8555 olduğu ve bu nüfusun 340’nın Müslüman, geri kalanın Rum olduğu; bucakta 1693 ev, 2 cami, 14 kilise, 1 havra, 1 hamam, 6 su değirmeni, 2 yel değirmeninin bulunduğu; 515’i erkek ve 183’ü kız olmak üzere 698 öğrencisi bulunan 9 okulunun olduğunu içeren bilgilere rastlıyoruz." Başta Marmara Adası'nda olmak üzere adalardaki Rumlardan kalan evlere ve diğer mülklere Girit göçmenleri ve Karadeniz Bölgesinden gelen aileler yerleştirilmiştir. Marmara Adası'nın doğusunda yer alan Topağaç Ovası o tarihlerde bir sıtma yuvası olduğundan, buradan arazi alanlar geçici bir süre daha kuzeyde bulunan Asmalı Köyüne yerleştirilmiştir. Topağaç Köyüne devamlı yerleşme 1928 yılında Yunanistan'dan gelen göçmenlerle başlamış, ayrıca 1930'da Karabiga'dan gelen işçi ailelerine de bu köyde yer verilmiştir. Rize ve Çayeli'nden gelen aileler 1927 yılında adanın batısındaki Çınarlı Köyü'ne yerleştirilmiştir. Bunları daha sonraki yıllarda Ordu- Trabzon ve Giresun'dan gelenler izlemişlerdir. Prokonnesos mermeri MÖ 4. yüzyılda Ephesos'un ünlü Artemis Tapınağı'da, Hlikarnessosos Satrapı'nda, Ayasofya'da, Sultanahmet Camii'de, Mausolos'un sarayında kullanılmıştır. Ayrıca Roma İmparatorunun mermer ihtiyacını karşılamada Prokonnesos önemli bir rol oynamıştır. Coğrafya. Yüzölçümü 117,18 kilometre karedir. Kabaca bir elipsi andıran adanın orta kesimleri dağlık, kuzeyi ve güneyi ise genellikle tepeliktir. Kuzeyde şerit biçiminde yayılan tepelik alan batıya doğru daralır. Badalan Körfezi'nin doğusunda genişleyen bu tepelerin yüksekliği doğuda 337 m'yi bulur. Adanın kuzey kesimindeki bu tepelik alanın güneyinde yer alan Karabanlar Tepesi 346 m'ye, Yavuzaki sırtı ise 359 m'ye kadar ulaşır. Orta kesimdeki dağlık alan, batıda Keltepe'de 516 m'ye, doğudaki Viranköy Tepesi'nde 598 m'ye yükselir. Bu dağlık alanın ve adanın en yüksek noktası ortabatı kesiminde 699 m'ye kadar uzanan Büyükçayır Doruğudur. Adanın güney kıyılarına doğru, kuzey kesimdekini andıran, ama yüksekliği 300 m'yi aşmayan tepelik bir alana geçilir. Güneydoğu'da tepelerin arasında önemli bir tarım alanı olan Topağaç Ovası yer alır. Ovanın ortalama taban genişliği 1 km kadardır. Marmara Adaları'nın en yükseği olan Marmara Adası doğal bitki örtüsü açısından öbür adalardan ayrılır. Takım adanın geri kalan bölümünde step görünümü egemen iken, Marmara Adası'nda yer yer Kızılçam ormanlarına rastlanır. Daha kurakçıl olan güney kesimde makiler yaygındır. Orman örtüsünün bulunduğu kuzey kesim ise bitki örtüsü bakımından daha zengindir. Ayrıca Marmara Adası zeytin ağaçları bakımından zengin bir yöredir. İklim. Marmara Adası'nda yer yer Kızılçam ormanlarına rastlanır. Daha kurak olan güney kesiminde makiler yaygındır. Marmara'nın orta bölümünde bulunduğu için bölge iklimi gibi bazı özellikler taşır. Akdeniz ikliminin birçok özelliğini yansıttığı gibi Karadeniz'in etkisi de kendini gösterir. Kış döneminde bu bölgenin güneyinde ve Akdeniz üzerinde oluşan hava akımları alanı orta ve doğu Avrupa üzerinde bulunan kuzey cephenin güneye doğru kayması sonucu batıdan gelen kar ve yağmur getiren siklonların ve bunların cephesel faaliyetlerinin etkisinde kalır. Yaz dönemleri ise bu faaliyetler ortadan kalkar. Bunun yerini farklı bir sistem alır. Bu değişim güneşin görünürdeki hareketi ile Büyük Sahra üzerindeki yüksek basınç kuşağının Akdeniz üzerine yerleşmesi ve bu iklim bölgesinin Marmara'yı etkisel altına almasında ileri gelir. Ortalama sıcaklık ile en soğuk ay Ocak'tır. Yaz döneminde bir tarafta Basra Körfezi'nde oluşan alçak basınç, diğer taraftan Avrupa üzerindeki yüksek basıncın sonucu ada kuzey, kuzeybatı yönlü rüzgarların etkisinde kalır. İki farklı iklim bölgesi ortasında yer aldığı için ada yazın kuzeydeki soğuk cephenin dalgalanışına bağlı olarak bazen kısa süreli fırtınaların etkisinde kalır. En sıcak ay 24.6 ortalama sıcaklık ile Temmuz'dur. Yağmurlar en çok Aralık ayında görülür. Nadir olarak yağan kar Ocak ve Şubat aylarında düşer. Yıllık ortalama yağış miktarı: 700.2 mm'dir. Marmara Adası'nın sahip olduğu mermer yatakları nemi emdiğinden, diğer adalar gibi rutubetli bir iklime sahip değildir. Ekonomi. Başlıca ekonomik etkinlikler, eskiden beri sürdürülen zeytincilik, bağcılık, şarapçılık, balıkçılık ve mermer madenciliğidir. Yaz aylarında gelen turistler ile otelcilik de önem kazanır. Ada halkı geçimini büyük oranla zeytincilik ve balıkçılıktan sağlar. 1960'lı yıllarda gelişkin olan balıkçılık, adada balık konserveciliğinin yapılmasında etkili olmuştur ancak günümüzde balıkçılığın eski etkisini kaybetmesi yüzünden konservecilik etkisini kaybetmiştir. Eskiden kılıçbalığı avlamak için ideal bir yer olan Marmara Adası günümüzde düzensiz avlanma sonucu balıkların azalması ile bu önemini de yavaşça yitirmektedir. Saraylar Beldesi'nde yapılan mermer çıkarma işlemleri bu beldenin son yıllarda gelişmesini sağlamıştır. Buradan çıkan mermerlerin çevre illere taşınma ihtiyacı Saraylar mahallesinde deniz taşımacılığını geliştirmekle beraber, çevre iller ile adanın iletişimini daha güçlü bir hale getirmiştir. Mermer çıkarma işlemleri yüzünden adanın kuzey bölümünün bir kısmına büyük oyuklar hakimdir. Ada halkının en önemli geçim kaynaklarından biri ise zeytinciliktir. Ufak çaplı girişimciler topladıkları zeytinleri kendi yağhanelerinde zeytinyağına çevirirler. Diğer zeytin üreticileri ise topladıkları zeytinlerin büyük bir kısmını Marmarabirlik kurumuna satarlar. Marmarabirlik kurumu ada zeytincilerinin büyük bir kesimi ile anlaşmalı olarak çalışmaktadır. Bağcılıktan elde edilen üzümler ile çeşitli meşrubatlar yapılır ya da bu üzümler şarap yapımında kullanılır. Büyük bir ihracat ve kar payı olmasa bile, bağcılık ada halkı için bir gelir kaynağıdır. Kültür ve Mutfak. Marmara Adası'nda her yıl 1 Temmuz Kabotaj ve Denizcilik Bayramı kapsamında çeşitli şenlikler düzenlenir. Bu şenliklerde şarap ve sardalya ikramları yapılır, bazen sanatçılar davet edilerek konserler verilir ve gençler için geleneksel yarışmalar düzenlenir. Şenliklerde yerel halk ve ziyaretçiler bir araya gelerek, bu özel günü coşku ile kutlarlar. Adaya özgü bazı lezzetler ise şunlardır; Peynirli Patlıcan: Peynirli patlıcan yemeği Marmara'ya özgü bir yemektir. Kuru Mihaliç peyniri, Kuru nane, yumurta akı, un ve patlıcan ile yapılır. Garoz: Mayıs ayından itibaren ağustos sonuna kadar avlanan kolyoz ve uskumru balıklarının karaciğerinden yapılan bir meze türüdür. Unez: Unez uskumru ve kolyoz balıklarından yapılan, bir çeşit salamuradır. Peynir Helvası: Taze koyun ve keçi peynirleri, un ve şekerin kavrulmasıyla elde edilen bir tatlıdır. Plajlar. Adanın etrafı boyunca irili ufaklı birçok plaj bulunur; Ulaşım. Adaya Tekirdağ, İstanbul illerinden ve Balıkesir'e bağlı Erdek ilçesinden deniz taşımacılığı vardır. Tekirdağ'dan ve Erdek'ten arabalı vapur ve yolcu vapurları ulaşımı sağlarken, İstanbul'dan İDO'ya bağlı deniz otobüsü çalışmaktadır. Tekirdağ'dan ve Erdek'ten kalkan roro gemileri ile seferler 2 saat sürerken İstanbul'dan 2,5 saat sürmektedir. Kaynakça. Tarih, Deniz, Doğa İşte Marmara (Marmara Belediyesi Yayınları 2005)
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11517", "len_data": 12250, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.5 }
Amanita, Amanitaceae familyasına bağlı hem zehirli hem yenilebilir türleri bulunan bir mantar cinsidir. Taksonomi. Amanita cinsine bağlı türler (2024):
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11519", "len_data": 151, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.01 }
Biyolojik sınıflandırmada alt tür, bir türün dağılım alanı içinde farklı bölümlenmelerde yaşayan ve birbirlerinden morfolojik özelliklerinin farklılıkları ile ayrılan iki ya da daha fazla popülasyondan her biri için kullanılan terimdir. Tek bir alt tür kendi başına tanınamaz: Bir türün ya hiç alt türü yoktur ya da soyu tükenmiş dahi olsa en az iki alt türü olabilir. Bilimsel literatürde alt tür için subsp. ya da ssp. kısaltması kullanılır. Zoolojide, "Uluslararası Zoolojik Adlandırma Kodu"na göre alt tür, türün altında yer alan ve bilimsel ad alabilen tek taksondur. Botanikte ve mikolojide, "Uluslararası Alg, Mantar ve Bitki Adlandırma Yasası"na göre türün altındaki taksonlar için varyete gibi başka infraspesifik taksonlara bilimsel ad verilebilir. Bakteriyolojide ve virolojide, bakteri adlandırması ve virüs adlandırmasına göre tür altındaki taksonların tanımlanmasına yönelik bazı öneriler bulunmakla birlikte sıkı kurallar yoktur. Bir alt türün tanınmasına taksonomist karar verir. İki ayrı popülasyonun ayrı birer tür olarak değil de iki alt tür olarak tanınmasında kullanılan yaygın kıstaslardan biri seçilim değerine zafiyet vermeden kendi aralarında üreyip melezleşebilmeleridir. Alt türler, doğal yaşam ortamlarında coğrafi tecrit ya da cinsel seçilim nedeniyle melezleşmezler. Alt türler arasındaki farklar genellikle türler arasındaki farklardan daha az belirgindir. Adlandırma. Bir türün bilimsel adı iki Latince kelimeden oluşur. İlk kelime cinsi ikinci kelime türü belirtir. Bir alt türün bilimsel adı farklı adlandırma yasalarına göre biyolojinin farklı dallarında biraz farklı olarak oluşturulur. Zoolojide, "Uluslararası Zoolojik Adlandırma Kodu"na bir alt türün bilimsel adına trinomen denir ve üç kelimeden oluşur; iki kelimeli türün bilimsel adından sonra alt türün adı eklenir. Örneğin parsın bilimsel adı "Panthera pardus"tur. "Panthera pardus fusca" bilimsel adı ise Hint parsı alt türünü tanımlayan bilimsel addır. Botanikte alt tür, tür taksonun altında sınıflandırılan varyete, alt varyete, form ve alt form gibi diğer taksonlardan yalnızca biridir. Taksonomik seviyeyi belirtmek için alt tür adından önce "subsp." ya da "ssp." kısaltması kullanılmalıdır. Örneğin adi kızılağacın ("Alnus glutinosa") bir alt türü olan sakallı kızılağacın bilimsel adı "Alnus glutinosa subsp. barbata"dır. Bakteriyolojide adlandırma yasasıyla açık olarak kurala bağlanmış olarak tür taksonunun altında yalnızca "alt tür" bulunmaktadır ama infrasubspesifik taksonlar bakteriyolojide büyük önem taşımaktadır; adlandırma yasasının Ek 10'unda böyle taksonların tanımlanmasında eşbiçimliliği teşvik etmek için bazı tavsiyeler verilmiştir. 1992 yılından önce "varyete" taksonu olarak yayımlanmış bilimsel adlar alt tür olarak kabul edilmiştir. Botanikte olduğu gibi "subsp." kısaltması kullanılmaktadır: "Bacillus subtilis" subsp. "spizizenii". Nominotipik alt tür ve otonimler. Zoolojik adlandırmada bir tür alt türlere ayrıldığında, ilk olarak tanımlanmış olan popülasyon, ikili bilimsel adından sonra tür epitetini tekrar eden "nominotipik alt tür" ya da "nominat alt tür" olarak kabul edilir. Örneğin "Sturnus vulgaris vulgaris" (genellikle "S. v. vulgaris" olarak kısaltılır) sığırcığın ("Sturnus vulgaris") nominotipik alt türüdür. Botanik adlandırmada tür adını tekrarlayan alt türe "otonim alt tür" denir. Şüpheli vakalar. Zoologlar belirli bir popülasyonun alt tür mü yoksa tür mü olduğu konusunda anlaşamadıkları durumda tür adı ayraç içinde yazılabilir. Örneğin "Larus (argentatus) smithsonianus" şeklinde yazıldığında bu bazı zoologların bu kuşu "Larus argentatus" türünün alt türü olarak tanıdıklarını bazı zoologların ise "Larus smitsonianus" adıyla ayrı bir tür olarak kabul ettiklerini gösterir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11528", "len_data": 3723, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4 }
Varyete, en az bir morfolojik özellik bakımından türden ayrılan, türün yayılış alanı içerisinde küçük veya büyük gruplar halinde bulunan topluluktur. var. işareti ile gösterilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11530", "len_data": 178, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.25 }
Takım (İngilizce: "order"), biyolojide kullanılan bilimsel sınıflandırmada, birer ana (birincil) sınıflandırma basamağı olan sınıf ve familya arasında yer alan bir başka ana basamağı ya da o basamakta yer alan bir canlı grubunu (takson) tanımlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11532", "len_data": 246, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.68 }
Sınıf kavramı, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11533", "len_data": 45, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 2.97 }
Melez, hibrid olarak da bilinir, iki farklı hayvanın veya bitkinin birleşmesinden ortaya çıkan yeni tür. Farklı türler arasında gerçekleştirilen hibridler dölverimsiz, kısır hayvanlardır. Aynı türün farklı ırkları arasında gerçekleştirilen melezlemelerde ise dölverimi devam etmekle birlikte yavruların bir kısmında anne-babalarının değil daha uzak atalarının genetik özelliklerinde yavrular ortaya çıkabilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11537", "len_data": 409, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.01 }
Mantıksal kapı (ingl. "gate") Dijital teknikte belirli Boole cebiri mantıksal operatörleri girişlerine uygulandığı takdirde, uygun mantıksal sonuçlar üretirler. Sayısal elektronik sistemlerin en önemli elemanları, mantıksal (Lojik) kapılardır. Mantıksal kapıların temel elemanları VE vEYA ve DEĞİL kapılarıdır, bu kapılar özel devre sembolleri ile gösterilirler. Diğer tüm spesifik kapılar bu kapılardan türetilmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11552", "len_data": 418, "topic": "CODING", "quality_score": 3.63 }
VE kapısı, devredeki lambanın yanması için, seri bağlı A ve B anahtarlarının her ikisinin de kapalı (1 durumunda) olması gerekir. Doğruluk tablosunun son sütunu, A ve B değişkenlerinin çarpımı ile elde edilir. (Y=AXB) Bu işlemi yapan lojik devreye VE KAPISI (And Gate) denir. Birleşme mantık bağlacının dijital sistemlerdeki karşılığıdır. VE Kapısı, sadece tüm girişleri 1 ise 1 verir, diğer tüm hallerde 0 verir. VE Kapısı için doğruluk tablosu:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11553", "len_data": 446, "topic": "CODING", "quality_score": 3.34 }
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (Rusça: Фёдор Миха́йлович Достое́вский, ; 11 Kasım 1821, Moskova - 9 Şubat 1881, Sankt-Peterburg), Rus roman, kısa öykü ve deneme yazarı ve gazeteci. Pek çok edebiyat eleştirmeni tarafından, Dünya edebiyatının en mükemmel yazarlarından birisi olarak kabul edilmekte ve eserleri, olağanüstü tesir bırakmış şaheserler olarak nitelendirilmektedir. Çocukluğunu sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçiren Dostoyevski, annesinin ölümünden sonra Sankt-Peterburg'daki Mühendis Okulu'na girdi. Babasının ölüm haberini de burada aldı. Okulu başarıyla bitirdikten sonra istihkâm bölüğüne girdi. Bir yıl sonra istifa ederek buradan ayrıldı. Ordudan ayrıldıktan sonra edebiyata yönelen Dostoyevski, ilk kitabı "İnsancıklar"'ı 1846 yılında yayımladı. Bu eserinin ardından yazdığı kitaplarla beklediği başarıya ulaşamayan Dostoyevski'nin umudu kırıldı ve politikayla ilgilenmeye başladı. 1849 yılında devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiası ile tutuklandı. 4 ay hapishanede kalan Dostoyevski, kurşuna dizilmek üzereyken diğer sekiz tutuklu arkadaşı ile affedildi. Cezası dört yıl kürek, dört yıl da adî hapse dönüştürüldü. Cezasını çekmesi için Sibirya'da bulunan Omsk Cezaevi'ne gönderildi. Burada geçirdiği dört yılın ardından er rütbesi ile hizmete verildi. Subaylığa kadar yükseldi. 1857 yılında Mariya Dmitriyevna İsayeva ile evlendi. Beş yıl boyunca görev yapan Dostoyevski, 1859 yılında özgür bırakıldı ve Sankt-Peterburg'a yerleşti. Sankt-Peterburg'a döndükten sonra "Ezilenler" (1861) ve "Ölüler Evinden Anılar" (1862) adlı eserlerini yazdı. Kardeşiyle birlikte iki dergi çıkardı. 1862'de, arzuladığı Avrupa seyahatini gerçekleştirdi. Sara nöbetleri ve kumar bağımlılığı yüzünden maddi açıdan darlığa düştü. Bu dönemde "Yeraltından Notlar" (1864), "Suç ve Ceza" (1866), "Kumarbaz" (1866), "Budala" (1868), "Ebedi Koca" (1870) ve "Ecinniler" (1872) gibi eserleri yazdı. Eşinin ölümünden sonra sekreteriyle evlendi. Yeniden borçlandı ve kumarhanelerde gezmeye başladı. Kızının ölümünün ardından büyük bir sarsıntı geçirdi. "Delikanlı" (1875), "Bir Yazarın Günlüğü" (1876) ve "Karamazov Kardeşler" (1879) adlı eserlerinde yazarlık hayatı boyunca konu edindiği temaları yeniden ele aldı. "Karamazov Kardeşler" adlı yapıtını üç yılda bitiren Dostoyevski, bir ciğer kanamasıyla yatağa düştü ve 28 Ocak 1881 tarihinde öldü. Dostoyevski için 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze töreninde yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasından yürüdü. Dünya edebiyatını en çok etkileyen ve en çok okunan yazarlardan biri olan Dostoyevski'nin eserleri birçok 20. yüzyıl düşünürünün fikirlerini derinden etkiledi. Yaşamı. Çocukluğu ve gençliği. Dostoyevski, Mihail ve Mariya Dostoyevski'nin oğlu olarak 11 Kasım 1821 tarihinde Moskova'da doğdu. Altı çocuklu ailenin ikinci çocuğuydu. Babası Mihail, askeri cerrahlıktan emekli olduktan sonra Mariinskiy Hastanesi'nde yoksullara hizmet etmeye başladı. Hastane, Moskova'nın en kötü yerlerinden birinde bulunuyordu. Dostoyevski de bu hastanede doğdu. Mihail, alkole bağımlıydı ve evini sıkı disiplin ile yönetiyordu. Çok kolay sinirlenebiliyordu. Dostoyevski'nin annesi Mariya ise bir tüccar kızıydı. Dostoyevski, çocukluğunu çoğu zaman sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçirdi. Babasının çalıştığı huzurevi hastanelerinde bulunan hastalar ile vakit geçirmeyi ve onların hikâyelerini dinlemeyi çok seven Dostoyevski, ilköğrenimini Moskova'da yaptı. Annesi tüberküloz hastalığı yüzünden öldüğü zaman, sert disipliniyle tanınan Sankt-Peterburg Mühendis Okulu'na gönderildi. Arkadaşlarının, sinirli ve aşırı duyarlı bir yapıya sahip olduğu için "Ateş Fedya" lakabını verdikleri Dostoyevski, Sankt-Peterburg'da zamanını kitap okuyarak, düşüncelere dalarak ya da kardeşi Mihail ile söyleşerek geçirdi. Babasının 1839'daki ani ölümünü burada öğrendi. Eşinin ölümünden sonra kendisini içkiye daha çok veren babası Mihail bu olayın ardından sahibi olduğu toprağa çekilmişti. Mihail'in ölümünün sebebi tam olarak bilinmiyor. İddialardan biri, eşinin ölümünden sonra toprağına çekilen Mihail'in buradaki köylülere çok kötü davrandığı ve onun kötülüklerine katlanamayan köy halkının en sonunda onu öldürdüğüdür. Bir başka iddia da Mihail'in tamamen doğal sebeplerden öldüğüdür. Babasının ölümünü Sankt-Peterburg'da haber alan Dostoyevski, onun ölümünü istediği düşüncesi yüzünden depresyona girdi. Sara nöbetlerinin ilkini hayatının bu evresinde geçirmeye başladı. Sankt-Peterburg Mühendis Okulu'ndaki öğrenimini başarıyla bitirerek, asteğmen rütbesiyle Sankt-Peterburg'daki İstihkâm Müdürlüğü'nde göreve verildi. Ancak bu görevi bir yıl sürdürebildi. Askerlikten nefret eden Dostoyevski görevinden istifa ederek yazarlığa başladı. İlk yazarlık dönemi. Ordudan ayrıldıktan sonra kurgusal roman yazmaya başladı. Dostoyevski'nin ilk kitabı olan "İnsancıklar" ("Bednye Lyudi") ilk olarak 1846 yılında yayımlandı. Dostoyevski, toplumunu acımasız kurallarında yaşlı bir adamın öksüz bir kıza duyduğu sevdayı iç dünyasındaki derin çatışmalarla işledi. Halkın sıcak ilgisiyle karşılanan bu kitap, eleştirmenlerden de övgüler aldı. Ünlü eleştirmen Belinski, romanı okuduktan sonra Dostoyevski'ye gelecekte büyük bir yazar olacağına dair övgü dolu sözler söyledi. Şair Nikolay Neksarov, Dostoyevski hakkında "Yeni bir Gogol doğdu" diye konuştu. Yazarlıkta ün sağladıktan sonra 1846 yılında Gogol esintileri bulunan kitabı "Öteki" ("Dvoynik") yayımlandı. Yazar, bu romanda kendini ortadan kaldırmaya çalışan benzeriyle sürekli çatışma hâlinde bulunan bir memurun hikâyesini anlattı. Bu romanda ele aldığı çift kişilik temasını daha sonra bazı romanlarında kullansa da roman, Belinsky dahil hiçbir eleştirmence beğenilmedi. Eleştirmenler romanı sıkıcı buldu ve alay etti. 1847 yılında ise "Ev Sahibesi" ("Hozyayka") isimli romanı yayımlandı. Dostoyevski bu eseri ile de beklediği övgülerin aksine olumsuz eleştiriler aldı. Dostoyevski, ruhsal çöküntüye düştü ve üzüntüden hasta oldu. Ancak yazarlığı bırakmayan Dostoyevski, 1848 senesinde "Beyaz Geceler" ("Belıye Noçi") ve "Bir Yufka Yürekli" ("Slaboye Serdtse") adlı kitapları yayımlattı. "Bir Yufka Yürekli", yazara itibarını yeniden kazandırsa da beklediği başarıyı elde edemeyen Dostoyevski'nin umudu kırıldı. Yazarlıkta umudu kırılan Dostoyevski, politikayla ilgilenmeye başladı ve genç liberallerin (Tetrashevski) grubuna girdi. Sibirya'ya sürgün. Dostoyevski, 23 Nisan 1849 tarihinde devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiasıyla sekiz arkadaşı ve ağabeyi ile birlikte tutuklandı. Ölüm cezasına çarptırılan Dostoyevski, sekiz ay hapishanede yattıktan sonra diğer dokuz komplocu ile idam edilecekleri yere götürüldü. Tam kurşuna dizilmek üzerelerken af kararı çıktı. İdam cezası, dört yıl kürek ve altı yıl adî hapis cezasına dönüştürüldü. Sibirya'daki Omsk Kalesi'ne sürüldü. Suç ve ceza kavramları ile en yoğun şekilde burada tanıştı. Kürek mahkûmu olduğu süre içinde, kolları damgalandı, kafası tıraş edildi ve taş kırdı. Sara nöbetleri yüzünden birçok kez hastaneye kaldırıldı. Burada geçirdiği yıllar İncil'i ve mahkûmlardaki gönül zenginliğini keşfetmesine olanak sağladı. Sürgünde geçirdiği dört senenin ardından 1854 yılında kürek cezasından kurtularak er rütbesi ile kışla hizmetine verildi. Semipalatinsk'te zorunlu ikamete mahkûm edildi. Burada bulunan alayın Yedinci Hat Taburu'nda beş yıl görev yaptı. Bu süreçte subaylığa kadar yükseldi. 1857 yılının Şubat ayında, veremli ve dul Mariya Dmitriyevna İsayeva ile, subay kocasının ölümünden sonra evlendi. İkinci yazarlık dönemi. 1859'da ordudan terhis edilerek Moskova dışında küçük bir yerde kalmaya zorlanan Dostoyevski, özgürlüğüne kavuştuktan sonra Sankt-Peterburg'a döndü. Kardeşi Mihail ve arkadaşı N.N. Strahov ile birlikte "Vremya" ("Zaman") ve sonra da "Epoha" ("Dönem") adlı dergileri hazırladı. Bu dergilerde Slavcı düşünceyi savunduğunu belirten yazılar yazdı. "Ezilenler" ("Unijenniye i Oskorblyonniye") ve "Ölüler Evinden Anılar" ("Zapiski iz Mertvogo Doma") ile kendinden söz ettirdi. 1863 yılında arzuladığı Avrupa seyahatini gerçekleştirdi. Sara nöbetleri ve kumar borçları yüzünden sıkıntıya düşen ve yayımcılardan yazmadığı romanların avanslarını alarak yaşayan Dostoyevski, "Yeraltından Notlar" adlı yapıtı 1864 yılında yayımlandı. Romanda bir zihnin derinliklerine indi. "Suç ve Ceza" ("Prestuplenie i Nakazanie") ve "Kumarbaz" ("İgrok") adlı yapıtları 1866 yılında yayımlandı. Dostoyevski, "Suç ve Ceza"'yı 1868 yılında Semipalatinsk'te bulunduğu zaman Roussky Slovo dergisi için uzun bir hikâye olarak tasarlamıştı. Bunun nedeni, Sibirya'dan ayrılana dek roman yazmama kararı almasıydı. Dostoyevski, kardeşi Mihail'e gönderdiği bir mektupta kitap hakkında diye yazdı. Dostoyevski, bu eserinde bir Rus aydını olan Raskolnikov'un kendi doğrusu adına işlediği cinayetleri ve vicdanıyla hesaplaşmasını konu edindi. Yazar, küçük bir otel odasında ve kötü bir ekonomik durumla yazdığı "Suç ve Ceza"'yı 1866 yılında tamamlamıştı. Dostoyevski'nin yazdığı "Budala" ("Idiot") eseri 1866, "Ebedi Koca" ("Veçnıy Muj") 1870, "Ecinniler" ("Besı") 1872 yılında yayımlandı. Bütün bu başyapıtlar birbirinin izledi. Karısı öldükten sonra sekreteri Anna Grigoriyevna Snitkina ile evlendi. Yeniden borçlanan ve kumaranelerde dolaşmaya başlayan Dostoyevski, bir kız çocuk sahibi oldu. Ancak kızı fazla yaşayamadı ve doğduktan kısa süre sonra öldü. Dostoyevski de bu yüzden büyük bir sarsıntı geçirdi. 1875'te "Delikanlı" ("Podrostok"), 1876'da "Bir Yazarın Günlüğü" ("Dnevnik Pisatelya") ve 1879'da "Karamazov Kardeşler" ("Bratya Karamazovi") adlı romanları yayımlandı. Hayatı boyunca eserlerinde işlediği temaları yeniden ele aldığı, insan duygularının derinliğine inen eserler yazan Dostoyevski, "Karamazov Kardeşler"'de Ivan ve Alyosha Karamazov adlı karakterler için filozof Vladimir Sergeyeviç Solovyov'dan ilham aldı. Zosima ve Alyosha'nın öne çıkacağı "Bir Büyük Günahkarın Yaşamı" adlı eseri tamamlayamadı. 1881 yılının Ocak ayında bir ciğer kanaması geçirerek yatağa düştü ve 28 Ocak 1881 tarihinde öldü. Dostoyevski için 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze töreninde yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasında yürüdü. Temalar. Fyodor Dostoyevski, beğeniyle karşılanan ilk romanı "İnsancıklar"'dan sonra yazdığı "Öteki" ve "Ev Sahibesi" ile olumsuz yorumlar aldı ve depresyona girdi. Ancak yazar, kendisini ruhsal çöküntüye götüren düşüncelerden uzaklaşmayı bildi. Dış dünyadan kopan zihninin parçalanışını kendi çözen yazarın eserlerindeki ruhbilimsel açıdan en zengin tema da çift kişilik temasıdır. Kendini ortadan kaldırmaya çalışan benzeriyle sürekli çatışma hali içerisinde bulunan bir memuru anlattığı "Öteki" adlı yapıtında daha sonra da işleyeceği bir tema olan çift kişilik temasını işlemişti. Ellili yaşlarında içine bazen bir karamsarlık ve ağırlık çöken Dostoyevski, bu durumu ikinci eşi Anna Grigoriyevna Snitkina'ya "Sanki bir suç işlemişim gibi bir çeşit sebepsiz hüzün ve keder içindeyim" diye açıklamıştı. "Ecinniler"'de Stavrogin'i bir çocuğa tecavüz ettirmiş olması yüzünden de kendini hep suçlamıştı. Dostoyevski kendi çocukluğunda, annesine acı çektirmesinden, sürekli sarhoş olmasından ve hizmetkârlara kötü davranmasından dolayı babasından nefret ediyordu. Eserlerinde kullandığı, kaderine boyun eğen ve uysal kadın örneğini kendi evinde; annesinde gördü. Kadının alttan alması, erkeği daha da kızdırmaktan başka bir işe yaramayacağını görmüştü. Çok duyarlı biri olan Dostoyevski, bu yüzden babasına kin besliyordu. Babasının ölümünü haber aldığında, "Babamın ölümünde benim hiçbir suçum yok, ama bu öldürmenin kefaretini ödemeye hazırım; çünkü içimden onu öldürmek geçiyordu" diyerek "Karamazov Kardeşler" adlı romanında yer alan Dimitri Karamazov'un tepkisinin benzerini gösterdi. Dostoyevski, babasının ölümünü istediğini düşünerek depresyona girdi. Bazı yazarlara göre de ilk sara nöbetlerine de bu düşünce sebep oldu. Sigmund Freud ve birçok psikanalizci, babaya duyulan bu nefrete ve bunu izleyen suçluluk düşüncesine dayanarak Dostoyevski'nin hastalığının sinirsel kökenli olduğunun ortaya çıkardı. Andre Gide, "Ezilenler" adlı romanın, aşağılanışın insanı cehennemlik ettiği, alçakgönüllüğünse kutsallaştırdığı fikriyle dolu olduğunu söylemişti. George Steiner ise Charles Dickensvari bir havanın olduğunu söylediği "Ezilenler"'de bulunan temanın "Ebedi Koca"'da, "Ecinniler"'de ve "Karamozov Kardeşler"'de de yer aldığını söyledi. Nicholas Berdyaev, Dostoyevski'nin bütün yaratıcı gücünü insana ve insanın kaderi temasına adadığını, bunun da onu ölümsüz kılmaya yettiğini belirtti. Devlet aleyhinde bir komploya katıldığı iddiası ile tutuklandıktan sonra sekiz ay hapishanede kalan Dostoyevski, suç ve ceza kavramlarıyla en yoğun şekilde burada karşılaştı. İdam edilmek üzereyken affedildi. Cezası dört yıl kürek ve altı yıl adî hapse dönüştürüldü. Dört yılın sonunda er rütbesi ile kışlaya verildi ve 1859 yılında terhis edildi. "Suç ve Ceza" adlı eserini 1858 yılında oluşturmaya başladı. Bu eserinde ahlak kavramını ve siyaseti harmanladı. Dostoyevski, bu romanda sadece Rus halkını değil, tüm insanlığı tehdit eden bir kısır döngüden kurtulmanın gerçekleşebileceğini vurguladı. Yazar, John Stuart Mill'in ekonomik refah için bireysel bencilleşmeyi öneren kuramını Semyon Zaharoviç Marmeladov'un ağzından eleştirdi. Dostoyevski, düşünce ve sanat deneyimini sürekli olarak artırdı. Tanrı'dan, ateizmden, kötülükten, özgürlükten söz eden roman karakterleri, gerçekte aynı bilincin farklı anları gibidir. Bu karakterler aracılığıyla Dostoyevski, cinleri ruhundan uzaklaştırır. Bakış açısı değişmekle beraber eserleri, gerçeğin hep aynı coşkulu ve acı veren arayışı içerisindedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11556", "len_data": 13607, "topic": "LITERATURE_POETRY", "quality_score": 3.5 }
Darevskia derjugini, Darevskia cinsine bağlı bir kertenkele türüdür. Özellikler. Sırt bölgesinin rengi genel olarak açık yeşilimsi griden kahverengiye kadar değişir. Erkeklerin vücudunun yan taraflarında koyu kahverengi, dişilerdeyse kırmızımsı kahverengi bir şerit bulunur. Karın bölgesi yeşilimsi, grimsi, kırmızımsı, sarımsı ya da beyazımsı gibi değişik renkler gösterebilir. Taksonomi. "Darevskia derjugini" türüne bağlı alttürler: Dağılım ve habitat. Türkiye, Rusya ve Gürcistan'da bulunur. Yüksekliği 1700 metre kadar olan yerlerde bulunurlar. Doğu Karadeniz bölgesinde Ardahan, Artvin, Trabzon ve Rize'de habitatın uygun olduğu yerlerde dağılım gösterirler. Ekoloji. Yaşam döngüsü. Çiftleşme zamanları Mayıs'ın sonlarına doğru, yumurta bırakma zamanlarıysa Haziran sonu ve Temmuz ortasıdır. Dişiler bir defada 4-8 kadar yumurta bırakabilirler. Yumurtalar kovuklara, kayalardaki çatlaklara bırakılır. Yumurtadan çıkan yavrular 4-6 ay içinde ergileşirler. Besin kaynağı. Genel olarak böcek ve böcek larvalarıyla beslenirler. Kış uykusuna yatarlar. Boyları 15 cm kadar olur. Dağlık ve ormanlık alanların taşlık ve nemli olan çayırlarında, duvarların üzerinde yaşarlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11566", "len_data": 1172, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.48 }
Karagöl-Sahara Millî Parkı, Türkiye'deki millî park alanlarından birisidir. Artvin'in Şavşat ilçesi sınırları içerisinde yer alan park, Karagöl ve Sahara Yaylası olmak üzere iki ayrı sahadan oluşur. Meşeli Peribacaları bu parkın sınırları içinde yer alır. Karagöl, Şavşat ilçe merkezinin 45 km. kuzeyinde yer almaktadır. Sahara yaylası ise ilçe merkezine 17 km. uzaklıktadır. Karagöl ve çevresinde genel olarak paleojen ve neojen arazileri yer alır. Kayaçlar genellikle sedimenter kökenlidir. Karagöl ve çevresi yer yer vadilerle yarılmıştır. Bu yarılmalar yörede heyelan ve kütle hareketlerinin aktif olmasına neden olmaktadır. Karagöl, rotasyonel olarak kayan kütlenin gerisindeki çanakta biriken suların meydana getirdiği bir heyelan gölüdür. Göl çevresi ladin ve çamların meydana getirdiği yoğun ormanlarla kaplıdır. Ormanlarla çevrili olan Karagöl, ender manzara güzelliklerine sahiptir. Ayrıca gölün kuzeydoğusundaki Bagat mevkii ve çevresinde çim kayağı pisti niteliğine sahip alanlar vardır. Sahara yaylasının, yörenin genel olarak örtü bazaltlarından meydana gelen bir jeolojik yapısı vardır. Örtü bazaltlarının sıyrıldığı yerlerde tersiyer arazisi ortaya çıkar. Yer yer derin vadilerle parçalanan yörede eğim değerleri oldukça yüksektir. Sahara, bu eğimli arazide 1700–1800 m.lerde yer alan sınırlı düzlüklerdendir. Orman örtüsü, ladin ve göknarlardan meydana gelmiş olup alt zonlarda sarıçam da bulunur. Yörede antropojen step karakterinde sahalar geniş alanlar kaplar. Kocabey Yaylası ve çevresinde alpin zona ait bitki türleri yer alır. Laşet deresi kenarında 1700-1800 metrelerde kademeli olarak yer alan düzlükler aynı zamanda "Sahara Pancarcı Şenlikleri"nin yapıldığı sahadır. Bu şenliklere ilçe dışında oturan yöre insanları da katılarak bölgeye iç turizm açısından ekonomik katkı sağlamaktadır. Sahanın sahip olduğu bu rekreasyonel potansiyelin ve doğal güzelliklerinin korunması amacıyla 3766 hektarlık kısmı 1994 yılında Millî Park kapsamına alındı. Millî Parkın Karagöl kesiminde kır gazinosu olarak kullanılan ve 12 yataklı konaklama hizmeti veren bir de tesis bulunmaktadır. Flora (Bitki Örtüsü) Konaklama ve Ulaşım. Karagöl bölgesinde özel sektör tarafından işletilen 20 kişilik konaklama tesisi bulunmaktadır. Park, Artvin'in Şavşat ilçesine bağlıdır. Karagöl, ilçe merkezine 45 km, Sahara Yaylası ise 17 km uzaklıktadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11567", "len_data": 2346, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.65 }
Skuamöz hücreli karsinom (SCC) ya da yassı hücreli karsinom bir kanser çeşidi olan karsinomun alttiplerinden olup birçok organdan köken alabilir. Bu organlardan birkaçı; cilt, akciğer, dudak, ağız, mesane, vajina, serviks (rahim ağzı) olup örnekler artırılabilir. Cilt kanserleri içerisinde bazal hücreli karsinomdan sonra 2. en yaygın cilt kanserlerinden biridir. Epidermiste cildin en üst tabakasını oluşturan skuamöz hücrelerden kaynaklanır. Skuamöz kanserler muköz membranları da kapsayacak tarzda vücudun her tarafında görülmekle birlikte, en yaygın güneşe maruz kalan bölümlerde meydana gelir. Skuamöz hücreli karsinoma genellikle bir süre epidermiste kalsa da tedavi edilmediğinde zaman içerisinde daha alttaki doku katmanlarına nüfuz eder. Vakaların küçük bir kısmında uzak doku ve organlara metastaz yapar. Bu durum gerçekleştiğinde skuamöz hücreli karsinomalar ölümcül olabilirler. En yaygın olarak muköz membranlarda, dudakta ve kronik deri enfeksiyonu görülen yerlerde gelişen skuamöz hücreli karsinomalar metastaz yaparlar. Nedenleri. Kronik olarak güneş ışınlarına maruz kalma birçok vakanın sebebini teşkil eder. Hastalık bu yüzden sık olarak vücudun yüz, boyun, saçsız baş derisi, eller, omuzlar, kollar ve sırt gibi güneş gören kısımlarında gelişir. Kulak kepçesi kenarı ve alt dudak bu tür kanserlere karşı en savunmasiz vücut bölümlerini teşkil ederler. Skuamöz hücreli karsinomalar, cildin daha önceden yandığı ve nedbe dokusu geliştirdiği bölümlerinde, uzun süreli iyileşmeyen yaralar söz kunusu olan kısımlarında; daha önceden röntgen ışınlarına ya da arsenik ve petrol türevi gibi kimyasal maddelere maruz kalan bölümlerinde gelişebilir. Ayrıca bunlara ek olarak, kronik deri enfeksiyonları ve bağışıklık sisteminin uzun süre baskılandığı hastalıklar da skuamöz hücreli karsinomaların oluşma sebepleri arasında sayılabilirler. Çoğu durumda skuamöz hücreli karsinomalar, sağlıklı görünen deride birden ortaya çıkarlar. Bazı araştırmacılar bu kanser türünü geliştirmeye yatkınlığın kalıtsal olabileceğine inanmaktadırlar. Risk grubu. Uzun periyodlarla güneşe maruz kalan herkes bu hastalık yönünden risk altındadır. Fakat açık tenli, açık renk saçlı mavi, yeşil ya da gri renk göze sahip kişiler en yüksek risk grubunu oluşturmaktadır. Meslekleri uzun saatler boyunca açık havada çalışmayı gerektiren ya da zevk için uzun süre güneş ışınlarına maruz kalan insanlar özellikle tehlike altındadır. Skuamöz hücreli karsinomaların üçte ikisinden çoğu daha önceden mevcut olan deri enflamasyonu bölümlerinden ya da eski yanık yaralanmalarından gelişmektedir. Prekanseröz lezyonlar. Bazısı uzun süre güneşe maruz kalmakla gelişen, kanser habercisi denilbilecek birtakım lezyonlar aşağıda aktarılmıştır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11569", "len_data": 2716, "topic": "HEALTH", "quality_score": 3.42 }
Ekotopya 1975 yılında Ernest Callenbach tarafından yazılan, tüm sistemlerini ekoloji üzerine kurmuş bir ülkenin ve bu ülkenin halkının 1999'daki yaşamlarının anlatıldığı kitap. Ekolojik ütopya türünün ilk örneğidir. Türkçeye Osman Akınhay'ca kazandırılan kitabın ilk Türkçe baskısı Renk Basımevi'nce 1994'te yapılmıştır. Sonrasında 1994 yılında Ayrıntı Yayınları, 2011 yılında Agora Kitaplığı tarafından basılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11575", "len_data": 416, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.42 }
İnternet Mahir, asıl adı Mahir Çağrı olan, "I kiss you all" sloganı ile tanınmış ve yaptığı basit kişisel web sitesi ile ödül almış kişi. Planları. 15 Ekim 2005 tarihli "Vatan" gazetesi ekinde yapılan bir röportajda hâlâ dünyada tanındığını, çeşitli yardım faaliyetlerine katıldığını ve çok daha zengin bir içerikle sitesinin yenileceğini belirtmiştir. Borat ile ilgili telif durumu. Sacha Baron Cohen isimli aktör, 2006 yılı sonbaharında, Borat isimli komedi filmi karakteriyle dünyada büyük başarı yakalamıştır. Borat karakterinin kendisine benzerliği nedeniyle Mahir Çağrı, "kendisinden izinsiz taklidi yapıldığı" iddiasıyla dava açacağını duyurmuştur. Web sitesinden seçmeler. İnternet Mahir'in sitesi, "Türkçe düşünüş" olarak adlandırılan, Türkçeden İngilizceye bire bir çeviri hatalarıyla, önemli İngilizce dil bilgisi ve imla hatalarıyla dolu mesajlar içermektedir. Ancak bu hatalı mesajlar eleştiriden çok sempati toplamıştır. Örnekler:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11582", "len_data": 944, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 2.59 }
İlhan Kemâleddîn Mimaroğlu (11 Mart 1926, İstanbul - 17 Temmuz 2012, New York), Türk elektronik müzik bestecisi ve müzik eleştirmenidir. Hayatı. Cumhuriyet döneminin en önemli mimarlarından Mimar Kemaleddin Bey’in oğludur. Küçük yaşta babası ölen Mimaroğlu, mühendis olan üvey babasının evinde büyümüştür. 1945 yılında Galatasaray Lisesi’nden, 1949’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Ankara’da kısa bir süre Hayrullah Duygu’dan klarnet dersleri aldı bu dönemden sonra bütünüyle müzik ve müzikoloji ile ilgilenmeye başladı. Aynı dönemde radyo programları hazırladı ve müzik eleştirileri yazdı. 1955 yılında Rockfeller Vakfı'nın bursuyla iki yıl için New York’a giden Mimaroğlu, Columbia Üniversitesi’nde Paul Henry Lang’ın müzikoloji ve Douglas Moore’ın kompozisyon derslerini izledi. 1959 yılında yeniden ABD’ye giderek New York’daki "The Record Hunter" plak firmasında repertuvar uzmanlığı ve Amerika'nın Sesi radyosunda müzik eleştirmenliği yaptı. 1959 yılında New York'a yerleşen Mimaroğlu, Türkiye ile hep yakın ilişkiler içinde oldu. TRT İstanbul Radyosu ve Ankara Radyosu'nda başlattığı "Çağımızın Bestecileri" başlıklı programı, New York’tan sürdürmüş ve ayrıca caz programları hazırladı. 1961 yılında Türkiye’de ilk baskısı yapılan "Müzik Tarihi" kitabının baskıları yenilendi, bunu yeni kitapları izlemiştir. 1990’lı yıllardan başlayarak gazetelerde müzik yazıları ve denemeler de yazdı. 1963 yılından itibaren Columbia Üniversitesi’nde Vladimir Ussaçevski yönetiminde öğrenim gören besteci, elektronik müzikte sanat konusunda mastır derecesi aldı. Bu dönemde Edgard Varése ve Staphan Wolpe ile kompozisyon çalıştı. Daha sonra Columbia Üniversitesi’nde elektronik müzik hakkında ders veren Mimaroğlu, 1968 yılında Fransa radyosunun daveti üzerine çalışmalarını bir müddet Fransa'da sürdürdü. İlhan Mimaroğlu, "öncü müzik" anlayışındadır. Atonalitenin "çağrışımlara uygun düştüğü" görüşündedir. Elektronik yapıtlarını conventional stüdyo ortamına göre yazmakta, elektronsal gereçlerle kısıtlanmaktan kaçınmakta ve tını renklerini öne çıkarmayı yeğlemektedir. Yaratılarının yanı sıra, sayısı yüzleri bulan müzik yazılarıyla katkılar getiren sanatçı, Cumhuriyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Besteci, ASCAP üyesidir. Ödüller. 1971 yılında Guggenheim Vakfı tarafından ödüllendirildi. 2009 yılında İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen İstanbul Caz Festivali'nde "yaşam boyu başarı ödülü"'ne layık görüldü. Başlıca yapıtları. İlhan Mimaroğu'nun yapıtlarını "geleneksel çalgılar için" ve "elektronsal gereçler için" iki grupta ele almak olanaklıdır. Onun geleneksel çalgılar için yazdığı yapıtlar doğal olarak yine "öncü" niteliktedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11592", "len_data": 2691, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.36 }
Semiha Yankı (d. 15 Ocak 1958, İstanbul), Türk şarkıcı. Baba tarafı Selanik ana tarafı Trabzonlu'dur. Annesinin dayısının oğlu Bedri Rahmi Eyüboğlu'dur. 15 Ocak 1958 İstanbul doğumlu Semiha Yankı, sirk cambazlığı ile geçinen bir ailenin kızıdır. İp cambazı olan ağabeyi 23 yaşında trapezden düşüp ölünce Semiha müziğe yönelmiştir. Ablası manken Hamiyet Yankı yapımcı İrfan Atasoy ile evliydi. 14 yaşında annesinin desteğiyle sahnelerde şarkılar söylemeye başladı. Ülkü Aker tarafından keşfedildi ve ilk plağı Yaşar Kekeva tarafından yapıldı. Bu dönem menajerliğini Erkan Özerman yapmaktaydı. 1975 yılında Eurovision Türkiye seçmelerinde Kemal Ebcioğlu(Fecri Ebcioğlu'nun oğlu) bestesi "Seninle Bir Dakika" ile yarışmış, birinciliği Atilla Özdemiroğlu bestesi olan ve Cici Kızlar tarafından seslendirilen "Delisin" adlı parça ile birlikte kazanmıştır. O dönem Ali Rıza Binboğa ve Yeliz'de yarışanlar arasındaydı. Cici Kızlar grubundan Bilgen Bengü'nün çektiği kurada kazanan isim Semiha Yankı olmuş ve Stockholm'de yapılan Eurovision yarışmasında Türkiye'yi temsil etmeye hak kazanmıştır. Stockholm'deki yarışmada Semiha Yankı, yalnızca Monaco'dan 3 puan alarak sonuncu olmuştur. Alınan bu kötü sonuç politik nedenlere bağlanmaktadır (yarışmadan çok kısa süre önce Türkiye, Kıbrıs Barış Harekatı'nı gerçekleştirmiştir). Yankı, sonraki yıllarda sahnelerden hiç kopmamış ve adı hep Eurovision'la birlikte anılmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11594", "len_data": 1413, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.44 }
Maskülizm esas olarak erkeklerin deneyimleri üzerine kurulmuş toplumsal teori ve politik bir hareket tarzıdır. Maskülizmin çoğu sözcüsü bir yandan toplumsal ilişkilerin eleştirisini yaparken bir yandan da toplumsal cinsiyet (gender) eşitsizlik ve erkeklerin hakları ve sorunları gibi konular üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Maskülizmi savunan kişiye "maskülist" denir. Tarihte bu adlandırmaya uygun görüşleri (maskülizmi) ilk kez ortaya koyan kişi sosyalist bir teorisyen olan Ernest Belfort Bax idi. Bununla birlikte zaman içinde maskülist çevrelere muhafazakâr kesimler de dahil olmuştur. Maskülizmin tarihçesi. Feminizme karşı ilk seküler yanıt, sosyalizmin zirvede olduğu 20. yüzyılın başlarında Karl Marx ile yakınlığı olan sosyalist bir teorisyen Ernest Belfort Bax'dan geldi. Bax, 1913 yılında ilk maskülist metin olan "The Fraud of Feminism"i kaleme aldı. Bununla birlikte maskülizm (masculism) terimi 20. yüzyılın sonuna kadar kullanım kazanmadı ve bugün hâlâ "masculinism" şeklinde hatalı yazılmakta hatta misogyny (kadın düşmanlığı) ile karıştırılmaktadır. Bazı maskülistlere göre feministler, cinsiyetleri hemen hemen her alanda aynı kapasiteye sahip görmekte ve farklılaştırılmış cinsiyet (gender) rollerini baskıcı sun'i bir inşa olarak kınamaktadırlar. Söz konusu maskülistler, feministlerin bu tip görüşlerinin aksine derin cinsiyet (gender) farklılıklarının insan doğasında mevcut olduğuna inanmakta ve feministlerin bu farklılıkları kanunlar yoluyla yok etmeye teşebbüs ettiklerini ve diğer yollara başvuran insanları aldatıcı bir deneyimin içinde kabul ettiklerini iddia etmektedirler. Yine de bu görüş aynı zamanda maskülist olmayan pek çok kişi tarafından kabul görmekte. Ancak toplumsal cinsiyetten arınmış bir toplum ve akışkan toplumsal cinsiyet (genderfluid) rolleri fikrini öne çıkaran Warren Farrell gibi maskülistler de bulunmaktadır. Çoğu maskülist feminizmin kaynağını yüksek boşanma oranları (bk. marriage strike), cinsiyetlerin yabancılaşması, dişi şovenizmi, aşk-utangaçlığı, çözülen topluluklar, babasız çocuklar, lise terk, uyuşturucu müptelalığı, tüketimcilik, ergen (teenage) hamileliği, erkek intiharı, şiddet suçu (özellikle cinayet), öfke, dolu hapishanelere izafe ederler. Diğer başkaları tüm bu noktaların doğası gereği çok-cepheli nedenler ve kaynaklara sahip olduklarını ve feminizmin bunların tek sebebi olmadığını öne sürmektedirler. Maskülistlerin ilgilendiği alanlar. Maskülistler, tek taraflı mevzuata, kanunların erkekler aleyhine icra edilmesine ve erkeklerin (ve erkek çocuklara) yönelik ayrımcılığa karşı çıkmaktadırlar. Maskülistlerin karşı çıktığı diğer hususlar da aşağıda sıralanmaktadır: Bazı maskülistler üniversitelerde "Kadın Araştırmaları" şeklindeki yanlış yönlendirici bir başlık altında feminist ideolojinin öğretildiğini öne sürmektedirler. Bazı Kadın Araştırmaları kurslarında "Masküliniteler" tartışılmakla birlikte çoğu maskülist bu kurslarda erkeklere saldırıldığını ve feminist perspektiflerin ötesinde bir şey öğretilmediğini iddia etmektedirler. Maskülistler arasındaki en büyük anlaşmazlık noktası cinsiyet rollerine ilişkin dini yasaklarla ilgilidir. Bazı maskülistler erkeğin genel liderlik rolünü desteklemekteyken diğer bazı maskülistler cinsler arası izafi eşitlik öne sürmektedirler. Maskülizm terimi ve erkek hakları hareketi birbiri yerine kullanılabilen kavramlardır, ancak bu, erkek hakları hareketi içindeki çoğu cinsiyete karşı nötr olan ve hümanist grupların varlığını göz ardı etme sonucunu doğurabilmektedir. Erkek hakları hareketi içindeki liberaller maskülizm terimini hareketin içindeki muhafazakâr kolu tanımlamakta kullanmaktadır. Yine de liberal ve eski feminist yazar Warren Farrell de kendisini maskülist olarak tanımlamaktadır. Maskülistler arasında bir başka anlaşmazlık konusu sekülerizm ve dindir. Hareketin içindeki muhafazakâr kanat kadın konusuna dini bir perspektiften yaklaşırken liberal kanat cinsiyet konusunda daha nötr bir tutumu tercih etmektedir. Kimileri bu her iki kanadın arasında yalnızca dinamikleri arasında farklılık bulunduğunu ancak hareketin hedefleri konusunda genel bir uzlaşma olduğunu öne sürmektedirler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11595", "len_data": 4127, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.97 }
Feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareket. Sözcüğün köken olarak Latince ""femina" ve onun Fransızca türevi olan "féminisme" sözcüğünden geldiği ve Türkçe eş anlamlısının hatunculuk olduğu belirtilmektedir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır. Feminizmin temel amaçları; eğitim, iş, çocuk bakımı, yönetim gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır. Kadınların hakları ve ilgi alanlarını konu alan ayrışık anlayışın belirleyicisi kadındır. Kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesi, feminizmin amacının kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesi ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanması olmasına neden olmuştur. "Feminizm" kavramı altında sayısız hareket özetlenmiştir. Cinsiyet eşitliğinden ise cinsiyetlerin, tüm yaşam alanlarında gerçek bir eşitliğe sahip olmaları anlaşılır. "Kadının erkek egemenliğinden kurtulması"nın asıl amacı ekonomik, toplumsal, siyasal haklar; eşitlik ve daha da ayrıntılı anlatmak gerekirse: Yasadan önce eşitlik, inanç özgürlüğü, mal ve mülk sahibi olabilme özgürlüğüdür. Kadının erkek egemenliğinden kurtulması, cinsiyet yüzünden yapılan ayrıma karşıt bir düşünce yapısıdır. Asıl olarak kadın ve erkek eşitliği; bugün yalın olarak "cinsiyet" kavramının kullanılmasındansa, biyolojik ve toplumsal cinsiyetler arasındaki farklara daha ayrıntılı olarak girilmesini tercih eder. Feminizm, sosyoloji, politik akım ve etik alanlarından oluşur; temeli kadın özgürlüğüne dayanmaktadır. Bazı yorumları geçmiş ve şimdiki toplumsal ilişkilere karşı eleştireldir. Çoğunun toplumsal cinsiyet ve cinselliğe ilişkin toplumsal yapı olduğuna inandığı ögeleri çözümlemeye odaklanmıştır. Yine çoğu feminist, cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları, ilgileri ve kadın sorunlarını araştırmaya odaklanmıştır. Feminist teori toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlar ve toplumsal cinsiyet politikaları, iktidar ilişkileri ve cinsellik üzerine odaklaşır. Feminist hareket içinde kadın ve erkeğin eşitliğini savunan gruplar olduğu gibi kadının biyolojik ve duygusal olarak erkeğe üstün ve erkeğin "tamamlanmamış kadın" olduğunu savunan daha "köktenci" gruplar da yer almaktadır. Genel bakış. Feminizm, bir teori olduğu gibi aynı zamanda da "hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğü" amaçlarıyla, politik bir harekettir. Feminizm, kadınlara cinsiyet hiyerarşisi baskısının sona ermesi ve toplumsal cinsiyet tutumlarının aynı değerde olması için toplumun değişimini amaçlar. Haziran 1993 Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı, uluslararası kadın hareketi için oldukça önemli olmakla beraber kadınlar için insan hakları kavramı ilk olarak burada Birleşmiş Milletler sürecine dahil edilmiştir. Harekete geçen dünya kadınları, dünyanın her yerinden kadın kuruluşlarının ve bağımsız kadınların katıldığı büyük bir Kadının İnsan Hakları kampanyası düzenleyip sonucunda “kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının, evrensel insan haklarıyla ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez” olduğu tezini ilan etmiştir. Bu haliyle de resmi konferanslarda gündem oluşturucu bir konuma erişmişlerdir. Uluslararası kadın hareketi, insan hakları kapsamında kadın hakları bakımından köklü değişikliklere sebep oldu. Aile içi şiddet, toplu tecavüzler, kadının beden bütünlüğüne yönelik hak ihlalleri, cinsel hakların, doğurganlık haklarının ihlali böylelikle BM kararlarında ve uluslararası sözleşmelerde insan hakları olarak yer almaya başladı. Ancak, tutucu kesimler bu ihlalleri, insan hakları kapsamı dışında bırakmak için yoğun çabalar harcadılar. Bu kavram altında birçok hareket ve birbirine kısmen bağlı, ama aynı zamanda da farklı iz bırakan darbe geliştirmiştir. Bunların dikkat çeken önemli bir kısmını kadınların erkeklere karşı mağduriyeti, ihmal edilmiş kadınsı düşünceler, değerler ve projeler oluşturur. Feminist Bilimsel Eleştiri ve feminist araştırmalar, birçok alanda günümüze kadarki karartılmış kadın tarihini ve kadınların yeteneklerini günışığına çıkarmayı ve bu konularda çalışma yapmayı kendilerine amaç edinmişlerdir. Feminist Bilimsel Teori; feminizmi, bilimsel teori alanlarına cinsiyet tanımları bakımından faydalı hale getirmeyi amaçlar. Feminist Felsefe, bazen de Bilimsel Sosyoloji ve Bilim Tarihi'nin alt alanı olarak kabul edilir. Feminist Bilim Teorisi, insani bilimlere cinsiyet tanımları konusunda temel araştırma malzemesi olarak hizmet eder. Feminist hamleler, genel bilimsel teorik sorunları konu aldığı için, temel bilimsel sorunların içinde tartışılır. Feminizmin ilgilendiği konular. Feminizm üzerine yapılan temel tartışmalar günümüzde hâlâ değişim sürecindedir. 1960'lı yıllardan beri aşağıdaki konular ana başlıklar olarak benimsenmiştir: Feminizmin kökeni. Modern anlamda bir felsefe ve bir hareket olarak feminizmin kökeni kadının eğitimi hakkını savunan Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condorcet gibi özgür düşünürlerin de içinde yer aldığı Aydınlanma dönemine götürülmektedir. Kadınlar için ilk bilimsel topluluk Hollanda Cumhuriyetinin güneyinde yer alan bir şehir olan Middelburg'de 1785 tarihinde kurulmuştur. İngiliz kadın yazar Mary Wollstonecraft'ın feminist olarak adlandırılabilen "A Vindication of the Rights of Woman" (Kadın Haklarının Müdafaası) (1792) adlı eseri bu konuda ilk çalışmalardan biridir. Feminizm 19. yüzyılda kadınlarda adaletsiz davranıldığına ilişkin inanç arttıkça organize bir hareket hâline geldi. Feminist hareketin kökleri ilerlemeci hareket özellikle de 19. yüzyıldaki reform hareketi içinde yer almaktadır. Harekete féminisme adını veren kişi ütopyacı sosyalist Charles Fourier'dir (1837). Fourier, 1808 gibi erken bir tarihte kadın haklarının genişletilmesini tüm tüm toplumsal ilerlemenin genel prensibi olduğunu öne sürmüştür. İlk kadın hakları toplantısı New York, Seneca Falls'da 1848 yılında yapılmıştır. 1869 yılında John Stuart Mill "The Subjection of Women" (Kadınların Köleleştirilmesi) kitabını yayınlamıştır. Adı geçen kitabında Mill, "bir cinsin diğer bir cinse hakimiyeti yanlış... ve... insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir." demiştir. Pek çok ülke 20. yüzyılın ilk yıllarında özellikle de I. Dünya Savaşı'nın son yıllarında kadınlara oy hakkını tanımıştır. Feminizmin tarihi. Feminizm kavramı ilk olarak sosyal filozof Charles Fourier (1772-1837) tarafından ortaya atılmıştır. Fourier sosyal gelişmenin kadınlara verilecek daha fazla özgürlükle mümkün olduğunu savunmaktaydı. Bugün “Yeni Kadın Hareketleri” olarak da adlandırılmaktadır ve temelde kısmen birbiriyle iç içe kısmen de ayrı teorik yapılardan oluşmaktadır. Feminizmin ilk yılları. Feminizmle ilgili ilk yaklaşımlar 17. yüzyılda (insan haklarının da desteğiyle) Marie Le Jars de Gourney'ın yazılarında ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra Christine de Pizan, Olympe de Gouges, Mary Wollstonecraft ve Hedwig Dohm'un da eserleri feminizm filozofisinin ilkleri arasında sayılabilir. Teori olarak feminizm ilk olarak 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarına denk gelen zaman aralığında temel haklar kategorisinde dünya sahnesine çıkmıştır. Başlarda temel haklara sahip olanların sadece erkekler olduğu düşünülürdü; çünkü topluma ataerkil gelenekler hâkimdi; ancak 1793 yılında Fransa da Olympe de Gouges bu durumu protesto etti. Gouges İnsan Hakları olarak görünen “Erkek Hakları”nın on yedi maddesinin kadınlara uyarlanmasını önerdi. Bunu da şu ünlü sözüyle dile getirdi: “Eğer kadının idam sehpasına mahkûm olma hakkı varsa, tribünden izleme hakkına da sahip olmalıdır.” Fransa'da elde edilen bu haklar kadınlar için bir ilktir. Feminizmin ilk dalgası. 19. yüzyılın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya'da feminizm ve özellikle de kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası olan birinci dalga feminizm başladı. Bu hareketin başlamasına sebep olan şey sözcülerine göre erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışma isteğiydi. Bu akım 19. yüzyılın sonlarına kadar birçok ülkeyi etkiledi. Bundan önce üniversitelerde erkeklere oranla daha az kadın eğitim almaktaydı. Kadınlara seçme hakkı, ilk olarak 1893 yılında Yeni Zelanda'da tanındı, yaygınlaşması ise 20. yüzyılda oldu. Almanya ve Sovyetler Birliği'nde 1917-1918 yıllarında sosyalist devrimin sonucunda, Amerika ve Büyük Britanya'da aynı zamanlarda savaş döneminde kadınların ülkeye olan katkılarından dolayı ödül olarak verildi. Fransa ve İtalya gibi başka ülkeler ise kadınlara seçme hakkını II. Dünya Savaşı'nın sonunda vermeye başladılar. Proleter kadın hareketleri. Sivil kadın hareketlerine karşılık olarak proleter kadın hareketleri ortaya çıkmıştır. SPD ve SDAPR gibi sosyal demokrat partiler etrafında toplanmışlardır. 19. yüzyılın sonlarında düzenledikleri toplantılarla taleplerini dile getirmişlerdir. Öncelikle yapı ve tekstil sektöründe çalışan kadın işçilerle ilgili bir organizasyon düzenlediler. Düzenledikleri aktiviteler proleter kadınların yaşam standartlarını daha iyi hale getirme amacını taşımaktaydı (çalışma saatlerinin kısaltılması, sağlık sigortası, işsizlik gibi). Ayrıca kadınların hem ev kadını olmaları hem de iş yerinde çalışıyor olmaları da konulaştırıldı. Proleter kadın hareketlerinin önder teoricileri Clara Zetkin, Friedrich Engels, August Bebel ve Alexandra Kollentai idi. Friedrich Engels etnolojik çalışmalar yapmasından dolayı bunların sonucunda “Der Ursprung der Familie, des Privateigentums und des Staates” (“ailenin, özel mülkün ve devletin kökeni”) adlı yapıtını ortaya koydu. Ataerkilliğin insanlık tarihinin en başından beri var olduğu kanısı ortaya çıktı ve erkekler biyolojik miraslarıyla ilgilenmeye başladılar. Bu da sadece kadın cinselliği sınırlandırılıp kontrol edilebildiği takdirde mümkündü. Ataerkil, tek eşli evlilikler bu amaca hizmet ediyordu. Çünkü kadınlar bu şekilde baskı altında tutulabiliyordu. “Anaerkil” ve “Ataerkil” arasındaki çizgiler daralmaya başladı ve August Bebel bu değişim içindeki güçlü değişimlere ve karakterlere dikkat çekmeye başladı. Özellikle “Amazonensagen” adlı eserinde kadınların haklarından mahrum bırakılmasına karşı güçlü duruşlarını ele almıştı. Feminizmin ikinci dalgası. Feminizmin ilk dalgası 20. yüzyılın ilk 20 yılına kadar devam etti. Bu süreçte birçok ülkedeki kadınların taleplerinin büyük bir bölümü halihazırda yerine getiriliyordu. Buna karşılık birçok sebep, kadınların toplumdaki geleneksel yerlerine geri dönmelerine sebep oldu. 1929'daki dünya ekonomik krizinde iş sıkıntısı ortaya çıktı ve işten ilk çıkarılan grup kadınlardı. Alman faşizmi döneminde de kadınların üniversitede eğitim almalarına ve iş hayatlarına sınırlandırılmalar getirildi. İkinci dünya savaşında erkekleri savaşta olması nedeniyle sayısızca kadın, endüstrilerde çalışmaya başladı. Ancak savaş sonrasında tekrar “kadın ve anne olmak” görevlerine geri döndüler. Çeşitli formlara bürünen feminizm. Feminist teori içindeki cinsiyet, cinsiyet farklılıkları, cinsellik gibi terimler ve kadın gibi holistik terimler tartışma konusu olmuş hatta bazı feministler feminizmin herkesin kendisini %100 feminist olarak tanımladığı bir ideoloji olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple feminizmin alt türleri oluşmuştur. İlk dönem feministleri genellikle ilk-dalga feministleri 1960 sonrasındaki feministler ikinci-dalga feministleri olarak isimlendirilmiştir. Bazıları yeni kuşak feministleri üçüncü-dalga feminizmi içinde görmektedir. Farklı tür feminizmlerden bazıları: Feminizmin etkisi. 20. yüzyıl boyunca feminizm, özellikle de kadın hareketleri; ABD, Kanada; Avustralya, Asya'nın bazı bölümleri, Latin Amerika ve Afrika'da, cinsiyetlerin elde ettikleri hukuki, sosyal ve kültürel hak eşitlikleriyle gelişme göstermiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen kadınlarının yaşam kalitesinin 1970'li yıllardan beri ABD ve Avrupa Birliği'nde erkeklere oranla azalma gösterdiği kaydedilmiştir. Dünyanın diğer bölgelerinde, kadının yeri son yüzyılda kayda değer bir gelişme göstermemiştir. Buralarda da her iki cinsiyete mensup kişiler de seçme hakkını kullanabilmektedir. Kadınların politik yönleri güçsüz değildir; ancak kadınlar, Asya'nın bazı bölgelerinde, birçok Arap ve Afrika ülkelerinde erkeklerin gölgesinde kalmaktadır. Bazı ülkelerde bir erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesi bile yasaldır. Genellikle, kadınların yaptıkları işler daha az göz önünde ve daha az kazandıran işler. Bazı Müslüman ülkelerde mahkeme önünde, kadının erkeğe oranla daha az söz söyleme gücü vardır. Yine bazı Müslüman ülkelerde kadınların kıyafet konusunda sıkı yasaklar koymuşlardır ve bunlara uyulmaması durumunda ölüm cezası uygulamaktadırlar. Sivil haklar üzerindeki etkisi. Feminizmin batı toplumlarında kadınlara oy hakkı, daha eşit ücret, "hata aranmayan" boşanma hakkı, çocukları babalarından uzak tutma hakkı, güvenli kürtaj elde etme hakkı, kadınların kendilerini tecavüzle suçladıkları erkeklerden uzak tutma hakkı, Amerika'da herhangi bir üniversiteye kabul edilme hakkı gibi hakların yürürlüğü koyulmasında büyük etkisi olmuştur. Din üzerindeki etkisi. Feminizmin dinin çeşitli yönleri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Protestanlığın liberal kollarında kadınlar günümüzde din kadını olabilmektedir ve reform içindeki muhafazakâr ve yeniden yapılanmacı Yahudilikte kadın, rabbi ve cantor olabilmektedir. Bu Hristiyan ve Yahudi gruplarında kadın gittikçe daha fazla iktidar sahibi olup erkekle eşit duruma gelmekte, bakış açıları inanca ait yeni ifadelerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. İslam ülkelerinde de çoğu kadın alim her iki cins tarafından kendilerine yöneltilen İslamiyetle ilişkili soruları Arap televizyonlarında yanıtlamaktadırlar. İçinde bulunduğumuz günlerde İslam ülkelerinde kadınların imamlık sorunu tartışılmakta, müftü yardımcısı (Türkiye) olabilmektedir. Feminizm aynı zamanda yeni dini formların doğuşunda da önemli bir role sahiptir. Neopagan dinler özellikle Tanrıça ruhsallığının önemini vurgulamaya meyil göstermekte ve kadına ve kutsal dişiye yönelik geleneksel dinlerin düşmanca tutumlarını sorgulamaktadırlar. Dianik Cadılık (Dianic Wicca) kaynağı radikal feminizmde olan bir dindir. Feminist felsefe. Feminist felsefe, 20. yüzyıl felsefesi ve günümüz felsefesinde ağırlıklı olarak kadınlar tarafından temsil edilen yaklaşımları; tarihte ve günümüzde cinsiyetler arasındaki doğal ve sosyokültürel farklılıkları ve bunların felsefe, sanat, bilim alanındaki etkileri ile erkek egemen dünyada kadınların durumunu tanımlamaktadır. Bununla temel olarak “kadınlık” ve “erkeklik” arasındaki tarih-felsefi düzenin araştırması yapılmaktadır. Feminist felsefedeki ilk yaklaşımlar. 14. yüzyıldan beri cinsler arası ilişki hakkında yazılar bulunmaktadır. Ortaya Çıkışı. Uygulamaya yönelik ve politik olarak şekillenen ilk dalga kadın hareketleri genel seçim hakkının kısmi yürürlüğe girmesinden sonra durgunlaşmış ve yenilenen canlanma 1960’lı yılların sonunda ikinci dalga kadın hareketlerini başlatmıştır. Ataerkil ilişkiler üzerine artan kuramsallaştırma ve bilimselleştirme çalışmaları feminist felsefesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sorular. Feminist felsefesinin soruları sadece felsefede kadın bakış açısı ve deneyimlerin entegrasyonu ile felsefe tarihinde kadın düşmanlığının ve ayrımcılığın ortaya çıkarılması değil, aynı zamanda cinsiyet ayrımı olmadan, nesnel ve evrensel bir bilim olarak felsefeyi sorunsallaştırmaktır. Feminist politik felsefe. Feminist politik felsefe politika ile ilgi teorilerde mekânın evsel-ailesel ve açık-politik bir ortam şeklinde yapılandırılmasını ve bunun sonuçlarının politika kavramı ile birlikte erkeklerin hâkim olduğu ve bu bağlamda bu tür düşüncelerin “kadınlık” ve iktidar ile ilişkilendirilen konuları araştırır. Feminist etik. Feminist etik erkek ve kadın ahlakı arasındaki farklılıkları ve tipik olarak geleneksel etik düzende hangi oranda kadın davranış modellerinin daha fazla olduğunu araştırmaktadır. Temsilcileri. John Stuart Mill: John Stuart Mill, liberalizmin temsilcilerinden biri olarak sayılmaktadır ve toplumdaki kadın durumuna ilişkin görüşleri liberal feminizm olarak tanımlanabilir. Eşi Harriet Taylor Mill’den etkilenmiş ve 1865 yılından itibaren parlamentoda kadın seçim hakkını savunan topluluğun milletvekili olmuş ve parlamentoda kadın seçim hakkı ile boşanma hakkını talep etmiştir. İlk sosyal bilimsel olarak kadın baskısını araştırmıştır. Simone de Beauvoir: Günümüz feminist felsefesinin temellerini yazar, filozof ve modern feminizmin “annesi” olarak görülen Simone de Beauvoir (09.01.1908-14.4.1986) atmıştır. İkinci Cins (Le Deuxième Sexe, 1949) adlı çalışmasında varoluşçuluğun ve görüngübilimin temelinde toplum için cinsiyet kavramının anlamını araştırmış ve ataerkil toplumda kadına uygulanan baskıyı göstermiştir. Böylece feminizm teorisinin temel amacı olan cinsiyetler arsındaki eşitliği ve hak eşitliğini ortaya koymuştur. Judith Butler: Filozof Judith Butler (24 Şubat 1956) dekonstruktif (yapıbozumcu) feminizmin ana temsilcisidir. En etkili eserleri olan "Cinsiyet Belası- Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi" (Gender Trouble. Feminism and the Subversion of Identity, 1990) ve Maddeleşen/Dert Olan Bedenler (Bodies That Matter, 1993) kitaplarında bahsettiği Queer Teorisinin geliştirilmesinde rol almıştır. Butler'e göre cinsiyet edinçsel bir modele işaret etmektedir. Zira “eril” ve “dişil” sınıflandırmaları salt kurgu ve tasarımsaldır, ancak eylemsel ve edimsel bazda oluşmaya elverişlidir. Sadece toplumsal cinsiyet ("gender") değil, aynı zamanda biyolojik cinsiyet ("sex") de buna göre toplumsal, yani sosyokültürel olarak koşullanmışlığı ima eden kavramlardır ve doğa tarafından mutlak olarak verilen içerik veya durumlar değildir. Cinsiyet aidiyeti, her bir insanın bireyselliğinin parçalanarak ayrıştırılması uğruna bütünsellikten koparılıp bozulmaktadır. Bu bağlamda geleneksel çift cinsiyetlilik “çok cinsiyetlilik” ile yer değiştirmektedir. Julia Kristeva: Filozof Julia Kristeva (24.06.1941) 70'li yıllar öncesi ataerkil toplumdaki kadın kimliğini sorunsallaştırmış; fakat psikanalize yakınlığı dolayısıyla bazı feminist edebiyat bilimi çevrelerince eleştirilmiştir. Diğer Temsilciler: Helene Cixous, Bracha L. Ettinger, Patricia Hill Collins, Donna Haraway, Sandra Harding, Nancy Hartsock, Luce Irigaray, Lynn Hankinson Nelson, Dorothy Smith, Alison Wylie, Martha Nussbaum, Herta Nagl-Docekal, Emma Goldman Feminist kuruluşlar. National Organization for Women (NOW) (Ulusal Kadın Örgütü). National Organization for Women (NOW) (Ulusal Kadın Örgütü) en büyük İngiliz-Amerikan feminist örgütüdür. Üyeler. NOW'ın yapmış olduğu bildiriye göre bugün ABD'de 550.000 üye bulunmaktadır. Başlangıçta üyelik erkeklere de açıktı. Tarihi. NOW, 30 Haziran 1966'da Washington D.C.‘de kurulmuştur. Feminizmin yol gösterici klasiklerinden olan The Feminine Mystique (Kadınlığın Gizemi, 1963) adlı eserin yazarı Betty Friedan, örgütün 28 kurucuları arasında yer almaktadır ve örgütün ilk başkanlık görevini yapmıştır. Diğer bir kurucu üye ise Piskopos kilisesinin ilk Afroamerikan rahibesi olan Pauli Murray’dir. NOW’ın 1987’den 1991’e kadar başkanlığını ise Molly Yard yapmıştır. 35. yıl dönümde başkanlığa Kim Gandy seçilmiştir. Talepleri. NOW’ın ilk amacı Friedan’ın bir peçete üzerine yazmış olduğu: “Kadınlar şimdi (= now) Amerikan toplumunun popüler kültürüne tam katılım için önlemler almalıyız ve böylelikle bütün erkeklerle eşit derecede aynı sorumlulukları, ayrıcalıkları paylaşabilir ve üstlenebiliriz” içerikli taleplerin karşılanmasıydı. 1966 yılında hareketin temel taleplerini ve ideallerini “Statement of Purpose” (Amaçlar Bildirisi) ile ortaya koymuşlardır. NOW, 1970'li yıllarda kadın ve erkek arasındaki eşitliği garanti altına alan Eşit Haklar Tasarısı'nı (Equal Rights Amendment, ERA) ABD anayasasına sunmuştur. 23 Temmuz 1989'da Cincinnati, Ohio'da yapılan toplantıda ABD'nin çift partili sistemi tartışılmış ve sorgulanmıştır. Üçüncü bir partinin kurulması konusu ele alınmıştır. Tartışmanın sonucunda, kadınların politik bağımsızlığının bildirgesi (Declaration of Women's Political Independence) ortaya çıkmıştır. ABD anayasasının ek maddeleri için bir araştırma komisyonu oluşturulmuştur. Bu ek maddeler cinsiyet ayrımının kaldırılması, ölçülü hayat standartları hakkı, temiz hava, su ve çevre hakkı ile şiddet uygulamasının kaldırılması hakkını içermekteydi. Komisyonda, NOW'ın daha önceki başkanlarından olan Elanor Smeal başkanlık yapmıştır. Bundan bir ay sonra NOW, demokrasiden sorumlu komisyonu (Commission for Responsive Democracy) kurmuştur. Bugüne kadar örgüt, kadın hakları için yasama önlemleri ve medyada kadın temalarının ifade edilişi üzerinde çalışmıştır. NOW'ın günümüzde ağırlık verdiği noktalar ise hukuk sisteminde, okullarda, iş yerlerinde ve toplumundaki diğer alanlardaki baskıların ve ayrımcılığın ortadan kalkması, kürtaj, aile planlaması, çocuk doğurmada kendi kararını verebilme hakkı, kadınlara uygulanan şiddetin önlenmesi, cinsiyet, ırk ve homofobinin ortadan kalkması ile toplumda eşit hak ve özgürlüğün teşvik edilmesi olmuştur. Amerikan Ulusal Kadın Oy Hakkı Derneği (NAWSA). National American Woman Suffrage Association (Amerikan Ulusal Kadın Oy Hakkı Derneği - NAWSA) kadın hakları için çalışan Ameriakan kadın deneklerinden birisidir. Elizabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony tarafından 1890 Mayıs ayında kurulmuştur. NAWSA, 1869 yılında kurulmuş olan National Woman Suffrage Association (Kadınların Oy Hakkı Ulusal Derneği - NWSA) ve American Woman Suffrage Association'ın (Amerikan Kadın Oy Hakkı Derneği - AWSA) birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. AWSA ve NAWSA'nın ilk etkinlikleri. American Woman Suffrage Association Boston'da Lucy Stone, Julia Ward Howe ve Josephine Ruffin tarafından kurulmuştur. Üyelerini tutucu çevreler oluşturuyordu. Birçoğu öncelikli olarak zencilerin seçim hakkı için çalışan ve kölelik karşıtı olan American Equal Right Association‘da (Amerikan Eşit Haklar Derneği - AERA) de çalışmışlardır. Birlik NWSA kadar militan olmamış ve iş yerlerindeki kadın ayrımcılığı ve kadınlar için boşanma hakkı gibi konularla uğraşmamıştır. 1870 yılından itibaren Lucy Stone AWSA için Women's Journal'ı çıkarmıştır. Ayrıca AWSA'nın tutucu olarak savunulduğu diğer bir durum ise Elizabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony tarafından New York‘da başlangıçta radikal bir konuma sahip olan National Woman Suffrage Association'ın kurulması olmuştur. NWSA sadece kadın üyeleri kabul ediyordu ve ABD anayasasının 15. ek maddesine karşı bir karar çıkarmıştır. Bu karar ABD vatandaşı olan bütün erkeklerin ten ve etnik köken farklı olmaksızın eşit haklara sahip olmasını garanti altına almış; fakat kadınların seçim hakkı reddedilmiştir. Bu noktada NWSA politikası AERA'nın amaçlarına karşı çıkmış ve NWSA cinsiyet ve ırk ayrımı olmadan genel seçim hakkı için anayasa 16. ek maddesini talep etmiştir. AWSA'nın çalışmaları kadın haklarına yoğunlaşırken NAWSA'nın programı buna ek olarak kadın politik konuları da katmıştır. Birleşme. Zaman geçtikçe NWSA'nın politikasi tutuculaşmıştır. Susan B. Antony'nin derneğin başkanı seçilmesiyle kadınları seçim hakkı konusundaki çabalar artmıştır. NWSA'nın da bu zamana kadar temel konusu olan diğer kadın politik amaçlar ise önemsenmemiştir. Bu yön değişikliği ile hayal kırıklığına uğrayan radikal süfrajetler NWSA'dan ayrılmışlardır. 1890 yılında American Woman Suffrage Association tartışmasız olarak National Woman Suffrage Association ile birleşmiştir. Her iki dernek de Elizabeth Cady Stanton, Susan B. Anthony, Carrie Chapman Catt, Frances Willard, Mary Church Terrell, Matilda Joslyn Gage ve Anna Howard Shaw tarafından yürütülen American Woman Suffrage Association'a karşı Joslyn Gage, Olympia Brown ve Cady Stanton'ın oylarına karşı birleşmiştir. NAWSA birleşmeden sonra zamanla politik gücünü kaybetmiştir. ABD anayasası 19. ek maddesi ile ABD'de kadınların seçme hakkına kavuşması ile dernek önemini yitirmiş ve 1920 yılında da kapanmıştır. En son oturumda NAWSA‘dan Cary Ann Chapman bugün hala varlığını sürdüren katılımcı demokratik League of Women Voters kurmuştur. Eleştiriler. Varoluşundan beri feminizm birçok yönden eleştirilere maruz kalmıştır. Bunun nedeni feminizmin içinde birçok başka akımın da özetleniyor olması ve hayatın belli başlı bölümlerini günışığına çıkarıyor olmasıdır. Feminizmin kendi içindeki eleştiriler. Feminist hareketlerin içindeki eleştiriler, köktenci feministler ve aykırı feministlerin yarattığı tartışmalardan doğan "erkek" odaklı, ataerkil yapılı toplumların gelişmesine neden olmuştur. Birçok feminist, özellikle de Alice Schwarzer için pornografi, bu akım içinde tartışılması gereken konulardandır. Bu yüzden de karşıt bir akım olarak sekse olumlu bakan feministler ortaya çıktı. Bu akımda cinsellik ve pornografinin her iki cinsiyet için de açık olması gerektiği savunuldu. Feminist bilimine ret. Sydney'li David Stove, feminizmin üniversitelerde kadın araştırmaları başlığı altında bir bilim olarak kabul görülmesine yardımcı olmuştur; ancak nesnel ve gerçekçi olarak bu bilime bakmanın zorluğundan dolayı genel anlamda bilim olarak kabul görememiştir. Alman kriminolog ve üniversite profesörü Micheal Bock, feminist bilimini kabul etmeyenlerdendir. "Feminizm var, bilim de var ancak feminizm bilimi yok" demiştir. Antifeminizm. Antifeminizm ya da feminizm karşıtlığı altında, feminizme karşıt olarak düşünülen farklı düşünce tarzları ve akımlar genel olarak özetlenmiştir. Maskülizm temelde erkek deneyimi üzerine inşa edilmiş toplumsal kuram ve politik bir hareket tarzıdır. Maskülizmin temsilcileri, cinsiyet eşitsizlikleri ve erkek hakları gibi konular üzerine yoğunlaştıkları hâlde bir yandan toplumsal ilişki eleştirileri de yaparlar. Çoğu maskülizmi savunan kişiye "maskülist" denir. Tarihte bunu ilk kez ortaya koyan sosyalist kuramcı Ernest Belfort Bax idi. Maskülizm kadın ve erkek tüm toplumda eşitliği savunan ve anti-feminist nitelendirmeyi kabul etmeyen maskülinizmden erkeğin üstünlüğünü savunması ve anti-feminist tavrı itibarıyla ayrılmaktadır. Ernest Belfort Bax 23 Temmuz 1854'te doğan, 26 Kasım 1926'da ölen sosyalist bir gazeteci ve filozoftur. Dindar bir ailenin oğlu olarak Leamington'da doğan Bax, Almanya'da felsefe eğitimi sırasında Marksizm ile tanıştı. Marx'ın fikirleriyle Kant, Schopenhauer ve Hartmann'ınkileri bir araya getirdi. Sosyalizme de istekli ve bu konuda da keşfetmeye açıktı. Ayrıca da ateşli bir ateistti. Bax, bütün hayatı boyunca sosyalizmin olgunlaşması için ekonomik koşulları gerekli gördü ancak eğitim eksikliğinin buna engel olduğunu savundu. Başlangıçta aşırı bir milliyetçilik karşıtı olan Bax, I. Dünya Savaşı'nda İngiltere'yi desteklemeye başladı, fakat bu desteğe kadar mesleği avukatlığa yoğunlaşmış ve politikayla çok az ilgilenmişti. Feminizm ve erkekler. Feminizm'in kökeni 1700'lü yıllara kadar uzanır. Erkekler, 1996 yılındaki Quebec'te gerçekleştirilen Feminizm konferansında pro feminizm (ilkel feminizm) adıyla feminist hareketin içinde kabul gördüler. Bu yıla kadar erkekler feminizm içerisinde yer alamıyordu. Çünkü her şeyden önce feminizm kadın merkezli bir ideolojidir ve tüm düzenlerin belirleyicisi kadındır. Ayrıca bir diğer neden de kimi feministlerin erkekleri kadın olmanın ne olduğunu anlayamayacak basit canlılar olarak görüyor oluşları ve erkeklerin ne kadar iyi niyetli olsalar da erkek oldukları için ataerkilliğin devinimlerini tekrar edeceklerine inanmalarıdır. Ancak cinsiyet eşitliği için mücadele veren erkeklerin sayısının çok büyük bir artış göstermesi, kimi feministlere bu düşüncelerinde yanıldıklarını göstermiş ve erkekleri ilkel feminizm adı altında feminist ideolojiye almışlardır. Feminizm yine aynı nedenden dolayı çoğu zaman da kadınları birçok alanda merkeze yerleştirmiş ve daha geniş haklar istemiştir. Eşitsizlikleri kadınların sahip oldukları geniş haklarla getirebileceğini iddia etmiştir. Lezbiyen feminizm Lezbiyen feministler, erkeklerle cinsel ilişki kurmaya devam etmenin, ayrımcı yasaların kadınların erkek eşleri kadar kazanmalarına engel olmasına veya iyi nitelikleri için gereken yeterli ödemeyi alamamalarına, evli kadına baskı uygulamakta kullanılan ve onun kariyer yapmasını engelleyen tam gün bebek bakıcılığı yaptırılmalarına ve ev hanımlarını erkeğe ekonomik bakımdan bağımlı kılmaya sebep olan baskıcı düzcinsel modele yakalanmak anlamına geldiğini iddia etmektedirler. Hatta erkeklerle cinsel ilişkiye giren biseksüel kadınlar dahi erkek partnerlerini terk etmeleri için lezbiyen feminizm tarafından tamamen kadınlarla cinsel ilişki kurmaya özendirilmektedirler.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11596", "len_data": 28744, "topic": "POLITICS", "quality_score": 3.78 }
Ulus, Türkiye'nin Bartın ilinin bir ilçesidir. Batı Karadeniz Bölgesi'nde yer alır. İçeri kesimde yer alan ilçe, diğer Bartın ilçelerinden farklı olarak denize kıyısı bulunmayan tek ilçedir. İklimi sahil ikliminden farklı olarak daha kurudur ve nispeten karasal iklim içindedir. İlçe merkezi denizden yaklaşık 250 metre yüksekliğindedir. Küre dağlarına uzanan ilçede, bazı bölgelerde denizden yükseklik 1200 metreye kadar uzanır. Güneyde Karabük ilinin Safranbolu ilçesi, doğuda Kastamonu ilinin Pınarbaşı ve Azdavay ilçeleri, kuzeyde Kurucaşile, batıda ise merkez ilçe ile çevrilidir. Tarihçe. Ulus'un tarihinin MÖ 3000 yıllarına kadar dayandığı kabul edilmektedir. MÖ 800 ile MÖ 2000 yılları arasında bölgeye ilk önce doğudan, sonra batıdan akınlar, göçler olmuş, Hititlerle çağdaş Gasgolar uzun süre bu bölgede barınmışlardır. Anadolu Selçukluları zamanında Ulus Candaroğulları Beyliği'nin sınırları içinde kalmıştır. Osmanlılar zamanında ilçe küçük bir yerleşim merkezi olarak kalmış, herhangi bir ticari, siyasi ve askeri olaya sahne olmamıştır. Ulus, Safranbolu ilçesine bağlı nahiye durumunda iken, 8 Ağustos 1944 tarihinde Zonguldak iline bağlı ilçe yapılmıştır. 28 Ağustos 1991 gün ve 3760 sayılı kanunla Bartın'ın il olması üzerine Ulus, Bartın iline bağlanmıştır. Coğrafya. İlçe genelde engebeli araziye sahiptir. Bölgenin esas bitki örtüsü ormandır. Denizden ortalama yüksekliği 200 metre olup, yüzölçümü 713 km²dir. Şive. Ulus ilçesinde kullanılan Türk şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre şöyledir: Uluyayla Şenlikleri. Her yıl ağustos ayının ilk haftasında düzenlenir. Ulukaya köyü. Ulus ilçe merkezine 17 km uzaklıkta olan Ulukaya köyü, Ulukaya Kanyonu ve kanyonun içindeki şelalesi ile turizm potansiyeli yüksek bir yerdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11597", "len_data": 1886, "topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE", "quality_score": 3.51 }
Pro-feminizm ya da profeminizm, (Feminist Erkekler/Erkek Feministler) herhangi bir feminist hareketin bir üyesi olmayı ima etmeksizin feminizmin hedeflerini desteklemeyi işaret etmektedir. Tanım. Profeminizm terimi, ilk defa Eylül 1996'da Quebec'te gerçekleştirilen Feminizm konferansında kabul edilmiştir. Şu anda Profeminizm terimini kullanan gruplar, daha önce kendilerini "Anti-Seksistler", "Maskülenite Karşıtları", "Ataerkillik Karşıtları" gibi değişik biçimlerde tanımıyorlardı. Bu mücadelelere katılan erkeklerin sayılarının giderek arttığı göz önüne alınırsa, bütün bu tanımları içine alacak, profeminizm gibi daha kapsayıcı bir üst terimi kullanmak daha doğru olacaktır. Terim çoğunlukla feminizmi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak çabaları aktif bir şekilde destekleyen erkeklere atıfla kullanılmaktadır. Çok sayıda pro-feminist erkek politik aktivizm içinde, çoğu da kadın hakları ve kadına karşı şiddet alanlarında yer almaktadır. Bazı eleştirmenler (çoğunlukla kadın olanlar) söz konusu erkekleri, her ne kadar onlar kendilerini "feminist" olarak tanıtıyor olsalar da, feminist kategorisi içerisinde görmemekte ve "pro-feministler" şeklinde adlandırmaktadırlar. Terim aynı zamanda feminist inançları benimseyen veya feminist sebeplerin savunuculuğunu yapan fakat kendilerini feminist görmeyen kimseler için de kullanılmaktadır. Ayrıca terim, kendilerini veya başkalarını feminist hareketle özdeşleştirmeyen kimseler tarafından da kullanılmaktadır. Grup ve türleri. Batı dünyasında çoğu ülkede Pro-feminist erkek grupları bulunmaktadır. Pro-feminst erkeklerin aktiviteleri okullarda küçük çocuk ve gençlere şiddet uygulanmasına karşı çıkmak, işyerlerinde cinsel taciz atölyeleri kurmak, eğitim kamplarını işletmek ve kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığa destek vermek gibi uygulamaları da içermektedir. Pro-feministler laik ya da dini çevrelerde bulunabilmektedir ancak kadınların erkekle eşitliği konusundaki hedeflerinde ortaktırlar. Doğu ülkelerinde aktif, geniş Pro-feminist gruplar olmamasına karşın kadın haklarını savunan ve bu sebeple Pro-feminist kategorisi içerisine alınabilecek kişiler bulunmaktadır. Genellikle seküler, modern çevrelerde yer alan siyasi ve kültürel elit kesimler arasında daha yoğun bulunabilmelerine karşın az da olsa dini çevrelerde de kadın ile erkeğin tam eşitliğini savunan profeministlere rastlanabilmektedir. (Bkz. Ali Bardakoğlu/Zaman Gazetesi Röportaj 15.10.2005) Temel İnançlar. Pro-feminist erkekler topluma ilişkin feminist anlayışa sempati duymaktadırlar. Pro-feministler erkekler çeşitli biçimlerde güç ve imtiyaz yaşarlarken kadının toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizlikten eziyet çektiğine inanmaktadırlar. Pro-feminist erkekler pro-feministlerin kendi cinsiyetçi (seksist) davranışlarını diğer erkeklerin tavırlarını değiştirmeye çalışma sorumluluğu hissetmektedirler. Feminizmle karşılaştırıldığında Pro-feminizm. Buna karşı en basit yanıt erkeklerin kendilerini "feminist" olarak adlandırmalarının doğru olmayacağıdır. Bu argüman çeşitli biçimler alabilmektedir, şöyle ki; Feminizm kadınlar tarafından, kadınlar için ve kadınlar hakkında geliştirilen bir hareket ve fikirler kümesidir. Erkekler asla bir kadın gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemezler. Pro-feministler cinsiyetçilik karşıtıdırlar (anti-seksist) ancak erkek-karşıtı değildirler. Eşcinsellik. Pro-feminist erkekler arasında her türlü cinsel yönelimi olan erkek yer alabilmektedir. Pro-feministler arasında LGBT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel ve Transgender (cinsiyet değiştirmiş) kelimelerinin ilk harfinden oluşturulmuş terim) oranının toplumun genelinden daha fazla olup olmadığını söylemek zordur çünkü bu konuda bir araştırma yapılmamıştır. Diğer yandan erkekler sıkça kadınlarla seksüel ilişkilerinden ötürü feminizme sempati duyar hale gelmektedirler ve bu özellikle pro-feminizmde heteroseksüel bir yol olduğunu göstermektedir. Diğer yandan eşcinsel (gay) erkekler de bazen geleneksel erkeklikten uzak olma duygusu ve onun homophobia (heteroseksüel olmayanlardan korku ve nefret - homofobi) ile arasındaki bağlantıları fark etmekten ötürü pro-feminizme yakınlık duymaktadırlar. Çoğu pro-feminist erkek erkekliğin (maskülinite) güçlü biçimde homofobiklikle yoğrulduğuna inanmaktadırlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11601", "len_data": 4230, "topic": "POLITICS", "quality_score": 3.79 }
Ahmet Talât Aydemir (1917, Söğüt - 5 Temmuz 1964, Altındağ), Türk asker. 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963'te iki başarısız askerî darbe girişimine önderlik etmiştir. Yaşamı. 1939 yılında Harp Okulundan topçu asteğmen rütbesiyle mezun oldu. 1954 yılında Kara Harp Akademisini bitirerek kurmay subay oldu. 1956-1959 yılları arasında Demokrat Parti iktidarına karşı darbe yapmak için örgütlenen cuntada çalıştı. 1959 yılında Güney Kore'ye gitti. Haziran 1960'a kadar Güney Kore'de kaldığı için 27 Mayıs Darbesi'ne katılamadı. Yurda dönünce Millî Birlik Komitesine giremedi. Bu da MBK'ye kişisel kırgınlık duymasına neden oldu. Kore dönüşünde kurmay albay rütbesindeyken önemli bir görev olan Kara Harp Okulu komutanlığına atandı. 27 Mayısçıların, Ondörtler'i de içeren "radikal" kesimi içinde yer alıyordu. Bu kesimde oturmuş bir düşünce birliği olmamakla birlikte askerî yönetimin sürmesi, otoriter reformculuk, parlamentarizmi küçük görme gibi asgari müştereklerde birleşiliyordu. 1960'ın sonunda MBK'nin "ılımlı" kanadı "radikal" kanadı tasfiye etti ama MBK içinde olmayan Aydemir bu gelişmeden etkilenmedi. Kendisiyle beraber hareket edenlerin çoğu albay olduğu için Aydemir'e "Albaylar Cuntasının başı" deniyordu. 15 Ekim 1961'de seçimlerin yapılmasından sonra, ordu içindeki hoşnutsuzluklar arttı. Kendilerine Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) adını veren bir grup subay; 21 Ekim'de seçimler, siyasal partiler ve MBK'nin feshini öngören bir protokol imzaladı. 27 Mayıs'ın hedefine ulaşamadığı, koalisyon hükûmetlerinin gerekli reformları yapamayacağı, bu nedenle yeni bir müdahalenin gerekli olduğu düşüncesindeki Aydemir grubu ile SKB arasında belirli bir ilişki vardı. Protokolde sözü edilen müdahale çeşitli gelişmeler sonucu meydana gelmemekle birlikte ordu içindeki hoşnutsuzluk sürüyordu. İsmet İnönü başkanlığında kurulan hükûmet, bir darbe girişimini önlemek amacıyla aralarında Aydemir'in de bulunduğu bir grup subayı başka yerlere atadı. Bunun üzerine Aydemir, yapılan atama ve tutuklamalara karşı Ankara'daki askerî birliklerin bir bölümünün katılmasıyla 22 Şubat 1962'de bir darbe düzenledi. Ama ordu, İsmet İnönü'nün yanında yer alınca yalnız kalan Aydemir, Hükûmetle anlaşarak teslim oldu. Bu anlaşma uyarınca 22 Şubatçılar yargılanmadılar, yalnızca emekliye ayrıldılar. 9 Temmuz 1962'de "kanunun suç saydığı bir cürmü övdüğü" iddiasıyla tutuklandı. 18 Temmuz'da tahliye edildi. Aydemir bundan sonra da darbeci etkinliklerini sürdürdü. 20 Mayıs 1963'te, Anayasa'da öngörülen reformların yerine getirilmediği gerekçesiyle Kara Harp Okulunun katılmasıyla ikinci darbe girişiminde bulundu. Bu girişim de İnönü'nün direnişiyle bastırıldı. Bu ikinci girişimin sonunda başarısız olacağını anlayınca Aydemir, Hava Kuvvetleri jetlerince resmen kuşatılmış olan Kara Harp Okulundan yanında kendisine sadık bir grup öğrenciyle kaçmayı başardı. Ancak hemen kısa bir sonra bir arkadaşının evindeyken, güvenlik güçlerince yakalanıp ve karakola götürüldü. Tutuklu olarak karakolda beklerken bir polis ona "Kurtulursanız ne yapacaksınız?" diye sorduğunda, Aydemir "İlk fırsatta bir yenisini deneyeceğim" cevabını verdi. Yargılanması ve infazı. Aydemir; birçok subay, Kara Harp Okulu öğrencileri ve Ondörtler'den bazılarıyla birlikte yargılandı. Yapılan yargılamadan sonra 5 Eylül 1963'te Süvari Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte "anayasayı tadil ve tağyire teşebbüs" suçundan idama mahkûm edildi. TBMM'nin de kararı onaylaması üzerine idam cezası, 11 Mart 1964 tarihinde kesinlik kazandı. 27 Haziran 1964 günü sabaha karşı hücresinden alınarak infaz için cezaevi müdürünün odasına getirildi ise de avukatının yaptığı bir son dakika başvurusu ile infaz ertelendi. Ancak bu son hukuki girişimlerin de etkisiz kalmasının ardından 5 Temmuz 1964 günü Ankara Merkez Cezaevi'nde, yakasında Harbiye rozeti bulunan kazağının üstüne infaz gömleği giydirilerek idam sehpasına götürüldü. Kendisinin idamını gerçekleştirmek için görevlendirilen cellatı "Kendi işimi kendi görürüm!" diyip engelleyerek kendisi sehpaya çıktı ve "Memleket için hayırlı olsun!" diye bağırarak sandalyeyi tekmeledi. Kimilerine göre Aydemir'in infazının ertelenip Aydemir'in Binbaşı Gürcan'ın asılmasından bir hafta sonra asılmasının nedeni, Gürcan'ın infazına karşılık askerlerin nasıl tepki vereceklerini görmekti. Ölümünden uzun bir süre sonra açılan vasiyetnamesinde, bir zamanlar komutanı olduğu Kara Harp Okulu'na defnedilmeyi ve mezar taşına yalnızca iki kelimenin, "Harbiyeli Aldanmaz" sözünün yazılmasını istediği görülmüştür. Ancak bu isteği yerine getirilmedi. Kabri şu anda Cebeci Asri Mezarlığı'nda bulunmaktadır. Talat Aydemir'in asılmadan önce cezaevindeyken son okuduğu kitap Fransız devrimci yazar Gracchus Babeuf'un "Devrimci Yazılar" adlı kitabıdır. Asıldıktan sonra Aydemir'in hücresinde bulunan kitabın sonuna, Aydemir'in "Şu anda taşıdığım hisleri, kaç yüz sene evvel taşımış, hayret ediyorum. Ne kadar benzerlik var, şaşıyorum." yazdığı görülmüştür. Bu olaydan sonra kitap, Türkiye'de yasaklanmıştır. Kişişel yaşamı. Şadan Aydemir ile evli olan Talat Aydemir, Tülin ve Metin adı iki çocuk babası idi. Oğlu Metin Aydemir, babası yargılanıp idam edildiğinde Hava Harp Okulunda öğrenciydi. Babasının durumu sebebiyle okuldan atıldı, Danıştaya dava açıp davayı kazanarak okula geri döndü. Sonra kendi isteğiyle okuldan ayrılıp özel sektöre geçti. Yeni Türkiye Partisi genel başkanı Ekrem Alican'ın ağabeyi Hakkı Alican'ın eşi Fahriye Alican'ın baba bir anne ayrı kardeşidir. "Talat Aydemir'in Hatıraları". Talât Aydemir kendi el yazısıyla, anılarının bir kısmını 27 Mayıs öncesinde diğer kısmını ise Mamak Askeri Cezaevi'nde tutukluyken yazmıştır. Mamak Askeri Cezaevi'ndeyken kaleme geçirmiş olduğu anılarının büyük bir kısmını Binbaşı Gürcan'ın küçük kızının koynuna saklayarak dışarıya çıkarmayı başarabilmiştir. Çünkü ziyaretlerde, askerler sadece Gürcan'ın küçük kızının içeri girmesine izin veriyorlardı. Cezaevinde son günlerini dava arkadaşlarıyla beraber geçiren Aydemir, burada yazmış olduğu anılarının son kısımlarını arkadaşı Üsteğmen Erol Dinçer'e emanet etmiştir. Ancak Erol Dinçer bu sayfaları dışarı çıkarmayı başaramamıştır. Çünkü Dinçer, bu kendisine emenat edilen sayfaları aldıktan kısa bir süre sonra Mamak Cezaevi'nden Akşehir Cezaevi'ne nakledilmiştir. Ve yanında getirdiği bu sayfaları dışarıya çıkarmanın yollarını ararken, ihbar sonucu kendisine yönelik yapılan aramada askerler sayfaları bulmuştur. Askerler bulunan sayfaları hiçbir zabıt tutmadan gaspetmiş ve sonrasında yok etmiştir. Ayrıcana Aydemir, infazının gerçekleşeceği Ulucanlar Cezaevi'ne nakledildiğinde burada da idam edilmesinden hemen önce yaşanan son olayları ele alan, başka bir deyişle anılarının en son kısmını kaleme geçirmiştir. Ancak bu son yazmış olduğu 30 sayfalık kısım da infaz gecesi cezaevine gelen sıkıyönetim yetkilileri tarafından alınmıştır. Ve bu sayfalara ne olduğu halen bilinmemektedir. Talât Aydemir'in anılarının bir bölümü 1965 yılında "Akşam" gazetesinde yayımlanmış ve hemen sonra "Talât Aydemir'in Hatıraları" adıyla MAY Yayınları tarafından ilk cildi yayımlanmıştır. Kendi el yazısı ile kaleme aldığı bütün anıları, 2010 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından "Hatıratım" adıyla yayımlandı.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11603", "len_data": 7191, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.49 }
12 Mart Muhtırası, 12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta Kademesinin; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek 32. Türkiye Hükûmetini istifaya zorladığı askerî müdahaledir. Muhtıra öncesi. Millî Demokratik Devrim. Türkiye'de 1970'li yıllarda askerî bir müdahale ile sosyalist devrimin gerçekleşmesi gerektiğini savunan düşüncedir. Doğan Avcıoğlu'nun başı çektiği Yön ve Devrim dergileri Millî Demokratik Devrim'in savunucusuydu ve 12 Mart Süreci'nde önemli bir yere sahipti. Doğan Avcıoğlu'nun yazıları ve kitapları ordu içerisindeki bazı genç subaylar tarafından benimseniyordu. Çeşitli cunta planları yapılıyor ve lider olarak Muhsin Batur ve Faruk Gürler görülüyordu. Ancak Faruk Gürler ve Muhsin Batur bu planlara yaklaşmamıştı ve Millî Demokratik Devrim taraftarı sol görüşlü subayları 12 Mart Muhtırası sonrası tasfiye etmişlerdi. Kanlı Pazar. Kanlı Pazar, 16 Şubat 1969 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı'nda ABD'nin 6. Filo'sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada meydana gelen olaylardır. Gösteri için Valilikten izin alınmıştır. Gösteri yapılmadan önceki günlerde Komünizmle Mücadele Derneği uyarılarda bulunarak halkı tepkiye çağırdı. O gün, diğer bir grup da Beyazıt Meydanı'nda taşlı sopalı beklemeye koyuldu. İki grup meydanda karşılaştı. Olaylar sırasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı gençler bıçaklanarak öldürüldü. 20 Mayıs 1969. 1966'da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in hastalığı yüzünden TBMM tarafından görevinden alınmasından sonra cumhurbaşkanlığına Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi. Sunay'dan boşalan genelkurmay başkanlığı görevini 16 Mart 1966'da Cemal Tural devraldı. Tural'ın 3 yıllık genelkurmay başkanlığı görevinden sonra 16 Mart 1969'da yerine Memduh Tağmaç getirildi. Mayıs ayında Meclise 218 imzalı bir anayasa değişikliği teklifi verildi ve siyasi hakların iadesi öngörüldü. 14 Mayıs 1969 tarihinde, uzun yıllardır kavgalı olan iki lider, İsmet İnönü ve Celâl Bayar buluştular ve barıştılar. DP'lilere haklarının iadesini zaten CHP de öngörüyor hatta İnönü bu fikre öncülük ediyordu. Aynı günlerde Ankara'daki genelkurmay karargahındaysa çok farklı hazırlıklar yapılıyor ve ordu, Bayar ve arkadaşlarına siyasi haklarının iade edilmemesi için darbe yapmayı düşünüyordu. Amerikan Dışişleri Bakanlığının belgelerine göre, 19 Mayıs 1969 akşamı Ankara'daki Merkezî İstihbarat Teşkilatındaki bir CIA görevlisinin Washington'a gönderdiği mesajda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahaleye 16 Mayıs günü karar verdiği söyleniyordu. Aynı gün Cumhurbaşkanı Sunay, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarıyla bir hayli uzun bir görüşme yapmıştı. Bu görüşme sonrası ordunun anayasa değişikliğini istemediği saklanamaz bir gerçek hâlini almış, gazetelere de yansımıştı. 20 Mayıs'ta İnönü, Cumhurbaşkanı Sunay'a bir mektup yazdı. Mektupta, deniyordu. İnönü, darbe tehdidine karşı duruyordu. Süleyman Demirel de aynı gün partisinin grup toplantısında bir konuşma yaptı ve, "Asker muhtıra vermedi." dedi, sonra ekledi: Sonuç olarak birkaç gün sonra anayasa değişikliği teklifi Komisyona geri çekildi, sonra genel seçime gidildi. Süleyman Demirel önderliğinde Adalet Partisi, 1969 Türkiye genel seçimlerinde büyük başarı kazanarak yeniden tek başına iktidar oldu. Bayar ve arkadaşlarının 27 Mayıs Darbesi'yle kaybettikleri siyasi hakları 1970'lerin ortalarına kadar da iade edilmedi. 12 Ekim 1969 genel seçimleri. Bu genel seçim ile TBMM 14. dönem milletvekilleri seçilmiştir. Bu seçime göre Adalet Partisi aldığı %46,55'lik oyla Meclise 256 milletvekili gönderip iktidar partisi, Süleyman Demirel ise başbakan olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi ise Meclise gönderdiği 143 milletvekiliyle ana muhalefet partisi olmuştur. 15-16 Haziran Olayları. 1970'te, çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarı, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin iş birliğiyle önce Millet Meclisi, ardından Senatodan geçirildi. Yapılan değişiklik, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekteydi. Yasa taslağı 11 Haziran 1970'te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi. Kanunlaşan tasarı esas olarak TÜRK-İŞ'ten DİSK'e işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı. DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler. Türkiye İşçi Partisi ise söz konusu yasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesine götüreceğini açıkladı ve iptal davası açtı. DİSK'li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı İstanbul'un belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi. Gösterilere pek çok fabrikadan 75.000 dolaylarında işçi katıldı. Gösterilen tepki esas olarak DİSK üyesi işçilerden geldiği hâlde yürüyüşlere çok sayıda TÜRK-İŞ işçisi de toplu hâlde katıldı. Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilan etti. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar ve yargılandılar. Kadıköy'de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf öldü. 16 Haziran'da Ankara, Adana, Bursa ve İzmir'de de küçük çaplı olaylar yaşandı. Öğrenci olayları. Siyasi krizler ve işçi sendikaları tarafından gerçekleştirilen eylemlerin yanı sıra hükûmetin üstesinden gelmesi gereken bir başka durum da üniversitelerdeki öğrenci olaylarıydı. Solun bir nevi yükselişe geçtiği yıllardı. Üniversiteliler, hükûmeti politikaları nedeniyle ağır bir şekilde eleştiriyorlar ve "Türkiye’yi Amerikan bağımlılığından kurtaracaklarını" iddia ediyorlardı. Fakat bu durum üniversiteleri bir nevi çatışma merkezi hâline getiriyordu çünkü karşıt görüşlü gruplar pek çok zaman karşı karşıya geliyorlar ve olaylar çıkıyordu. İngiliz Büyükelçiliği de bu duruma dikkat çekmiş ve üniversitelerin içinde bulunduğu bu durumun askerlerin ülkeye müdahalesine zemin hazırladığı yönünde bir değerlendirmede bulunmuştu. Dört Amerikan askerinin kaçırılması da durumun ciddiyetini ortaya koyması açısından belirtilmiştir. Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından kaçırılan bu dört asker daha sonra serbest bırakılmışlarsa da önceki günlerde askerlerin ve onları kaçıranların bulunması için ODTÜ'ye girmek isteyen güvenlik güçleriyle öğrenciler arasında çıkan çatışma sonucu komando eri Mevlüt Meriç'in öldürülmesi Türk Silahlı Kuvvetlerinde büyük tepki yaratmıştır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, "Orta Doğu Teknik Üniversitesinde, Türk askerine, Türk oldukları iddiasında bulunanların ateş etmeleri Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde nefret uyandırmıştır." demiştir. 12 Mart Muhtırası'ndan kısa süre önce meydana gelen bu olay ülke gündemini oldukça meşgul etmiştir. 9 Mart 1971 darbe teşebbüsü. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir komuta zinciri içerisinde 12 Mart Muhtırası verilmemiş olsaydı TSK içinde kurulmuş olan ve içlerinde emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu askerî cunta harekete geçebilirdi. Cunta içine sızmış ve önemli görevler üstlenmiş olan Mahir Kaynak vasıtası ile darbe planları önceden haber alınmış ve darbeye adı karışan ve orgeneral rütbesinden daha kıdemsiz olanlar resen emekliye sevk edilmişlerdir. 12 Mart 1971 Darbesi'ne giden süreçte Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesi'ni yapan Millî Birlik Komitesinin gerçek lideri emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu "Millî Demokratik Devrimciler", o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek "ulusçu-devrimci yöntem" olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı. Devrim gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal, çok sonraları anılarını anlattığı Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim adlı kitabında, o zamanki maksatlarının, "ulusalcı subayları ikna ederek onlarla birlikte bir 'Millî Demokratik Devrim' darbesi yapmak" olduğunu yazdı. 9 Mart 1971 tarihinde planlanan darbe, içlerinde Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün de bulunduğu Millî İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün'e haber vermesiyle akamete uğratıldı. Muhtıra. Muhtıra, 12 Mart 1971 günü saat 13.00'te TRT radyolarından okunan bildiri ile ilan edilmiştir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra şöyleydi:"1. Parlamento ve Hükûmet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, ATATÜRK'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa'nın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür." "2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetlerinin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasa'nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir Hükûmetin demokratik kurallar içinde teşkili zarurî görülmektedir." "3. Bu husus sür'atle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almağa kararlıdır." "Bilgilerinize." Muhtıra sonrası. Muhtıra metninde geçen "Atatürk'ün bize verdiği hedef" gibi ifadeler nedeniyle Doğu Perinçek, Mihri Belli gibi isimlerin olduğu Millî Demokratik Devrimciler ve Mahir Çayan'ın etkisindeki DEV-GENÇ, TÖS, DİSK ve Hikmet Kıvılcımlı gibi sol görüşlü çevreler tarafından muhtıra sosyalist görüş lehine müdahale edildiği zannıyla ilk günlerinde desteklendi. TİP'in büyük çoğunluğu desteklemese de, milletvekili sıfatıyla Mehmet Ali Aybar da muhtıra sonrası kurulan I. Erim Hükûmetini destekledi. Reform Hükûmeti. Ordu, 12 Mart 1971'de bir muhtıra verdi. Parlamento feshedilmedi, partiler kapatılmadı, Anayasa askıya alınmadı. Ama koşullar çok değişmişti. Askerler bir teknokrat hükûmeti istiyorlardı. Eğer böyle bir tarafsız başbakan Meclis içinden çıkar da güvenoyu alırsa sorun kalmazdı. Bunun için tarafsız bir milletvekili aranmaya başlandı. CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim ismi üzerinde anlaşıldı. Erim CHP'den istifa etti. 26 Mart 1971'de hükûmeti kurdu. Böylece artık bağımsız başbakan olan Erim, "partiler üstü reform hükûmeti"ni kurdu. Erim, başbakan olduktan sonra CHP genel başkanı İsmet İnönü, Erim hükûmetine destek vereceğini açıklamıştır. Anayasa değişiklikleri. 1961 Anayasası gerek kendinden önceki 1924 Anayasası'ndan gerek günümüz 1982 Anayasası'ndan başta hak arama özgürlüğü grev hakkı ve sendikalar ile ilgili haklar olmak üzere temel hak ve hürriyetleri daha güçlü şekilde garanti eden hukuk profesörleri tarafından hazırlanmış bir anayasaydı. 1971 muhtırası döneminde 1421 Sayılı Kanun ve 1488 Sayılı Kanun ile 1961 Anayasası'nda birtakım değişiklikler yapılmıştır bu değişikliklerden en çok göze çarpanı temel hak ve özgürlükleri garanti eden hükümde değişiklik yapılmasıdır. Bu kapsamda, anayasanın 11. maddesi değiştirilerek bütün hak ve özgürlüklere ilişkin genel bir sınırlama prensibi getirilmiştir. Bu değişiklikle hak ve hürriyetlerin, cumhuriyet rejimine zarar verecek şekilde kullanılamayacağı ve kamu düzeni için özgürlüklerin sınırlanabileceği vurgulanmıştır. Aynı kanun ile hak arama özgürlüğüne dair bir yasama kısıntısı getirilmiş. Hakimler Kurulunun ve Savcılar Kurulunun kararlarına karşı yargı yolu kapatılmıştır. Bu yasama kısıntısı daha sonra anayasa mahkemesi tarafından hukuk devleti ilkesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Orduda tasfiye. Muhtırayı veren Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, orgeneral rütbesindekiler hariç 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları resen emekliye sevk etti. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün de bu teşebbüse adı karışan Devrim yazarlarını Ziverbey Köşkü'nde Millî İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla sorguya çekti. Bu sorgularda, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'un da 9 Mart hareketine önce destek verdikleri fakat sonra istihbarat bilgileri Genelkurmay Başkanı Tağmaç'a ulaşınca desteklerini geri çektikleri ortaya çıktı. Balyoz Harekâtı. İsrail Başkonsolosu'nun Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi militanları tarafından kaçırılıp öldürülmesinden sonra İstanbul'da sol görüşlü yasak yayınların toplanması için ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve tutuklamalar zinciridir. Sonucunda TİP ve DİSK kapatılmıştır. 14 Ekim 1973 genel seçimleri. 14 Ekim 1973 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde TBMM 15. dönem milletvekilleri seçilmiştir. Bunun sonucunda 185 milletvekiliyle CHP iktidar, Bülent Ecevit de başbakan olmuştur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11605", "len_data": 13193, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.47 }
Mistisizm, halk arasında Tanrı ya da Mutlak ile bir olmak olarak bilinir, ancak dini ya da manevi bir anlam verilen her türlü vecdi ya da değişmiş bilinç durumunu ifade edebilir. Gizemcilik ya da mistisizm, dinsel esrimelerle ilgili ülkülemlerin, erdemlerin, ayinlerin ve efsanelerin uygulanmasının birlikte yapıldığı fikir akımı. Mistisizmin anlamı önemli ölçüde daraltılmıştır: Aynı zamanda nihai veya gizli gerçeklerdeki içgörüye, çeşitli uygulamalar ve deneyimlerle desteklenen insan dönüşümüne de atıfta bulunabilir. Mistisizm, tarihin farklı aralıklarında farklı anlamlara sahip olmuştur ve Antik Yunanlara kadar uzanmaktadır. "Kapatmak" veya "gizlemek" anlamına gelen Yunanca μύω mú sözcüğünden türetilen "mistisizm", erken ve Orta Çağ Hristiyanlığının İncil, ayin, ruhanî ve tefekkür boyutlarına çokça atıfta bulunmuştur. Erken-modern dönem boyunca mistisizmin tanımı, "olağanüstü akıl ve deneyim durumları" ile ilgili geniş bir inanç ve ideoloji yelpazesini içerecek şekilde büyüdü. Mistisizmin felsefe ile ilişkisi. Mistisizm ve çağdaş çözümlemeli felsefe mistisizmin deneyimsel ve bütüncül olması ve mistik deneyimin genellikle ifade edilemezliği, çağdaş felsefenin ise çözümlemeli, sözel ve indirgemeci oluşu nedeniyle birbirleriyle karşıtlık oluşturur. Ancak mistisizm ile felsefe arasındaki bu ayrım çağdaş dünyaya özgüdür. Tarihin büyük bölümünde mistik ve felsefi düşünce birbirleriyle yakından ilişkili olmuştur. Platon ve Pisagor ve bir ölçüde de Sokrat'ın öğretilerinde açık mistik unsurlar bulunmaktadır; pek çok büyük Hristiyan mistik aynı zamanda döneminlerinin önde gelen filozoflarıdır ve Buda'nın sutraları ve Şankara'nın 'Ayrım Mücevheri'nde mistik fikirler yüksek bir çözümlemeli yaklaşımla değerlendirilmiştir. Mistisizm ve çağdaş felsefe arasındaki uçurum temelde çağdaş felsefedeki doğal bilimlerden etkilenen belirli bilimci okulların etkisinden kaynaklanmaktadır. Mistik düşünce ikiye ayrılır: panteizm ve panenteizm. İlki evreni tanrı olarak görür ya da tanrıyı evren olarak görür. İkincisi ise evreni tanrıda görür. İlkinde kişisel bir tanrıya yer yokken ikincisi evreni tanrının bir parçası olarak görür. İlki yaşamın akışına ve değişime özel bir önem vererek doğayla bütünleşmeyi savunurken ikincisi doğayı tanrının bir eseri olarak kavrar. Mistisizm ikisinde de farklı kavrayış ve algılamalar doğurur. İki sistemin birleşimi olarak görülebilecek süreç teolojisi ise evrenin tanrıyla beraber devindiğini savunmaktadır. Mistik deneyimin kaynağı. Mistisizmin kaynağı, dinlerin ve güzel sanatların ilham aldıkları kaynaktır. Yani, görünen dünyanın ötesindeki görünmeyenin bilincidir. Bu durumun temel rolü, insana eşyanın içine ait bilgisine ilahi bilgiyi de katarak insanı yeniden ezeliyete kavuşturmadır. Mistik, ezelî olanın içinde geçici olanı, geçici olanın içinde de ezelî olanı kavrar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11606", "len_data": 2825, "topic": "RELIGION", "quality_score": 4.09 }
Freddie Mercury (5 Eylül 1946, Zanzibar – 24 Kasım 1991, Londra), Britanyalı şarkıcı, şarkı yazarı ve müzik grubu Queen'in solistidir. Gerçek adı, Farrokh Bulsara'dır. Queen grubunun kurucusu ve vokalistidir. 'Rock müzik' ve 'Operanın' bir arada kullanımı başta olmak üzere, değişik müzik türlerini bir arada harmanlayan bir müzik anlayışına sahiptir. "Bohemian Rhapsody", "Somebody to Love", "We Are the Champions", "Don't Stop Me Now", "Killer Queen" ve "Crazy Little Thing Called Love" gibi pek çok uluslararası hit parçanın yazarıdır. Komplike bir özgüvene ve cesarete sahip olduğunu o yıllarda sahip olduğu dış görünüşü, müziği ve Queen ile tüm dünyaya hissettirmiştir. Yıllarca Queen grubundaki çalışmaları ile birlikte solo olarak da çalışmıştır. Ses aralığı 4 oktavdı, konuşma sesi bariton aralığında, şarkı söylerken sesi tenordu. Dişleri nedeniyle kendini özgüvensiz hissediyordu ancak sesinin etkilenebileceğinden endişelendi ve dişlerinde herhangi bir değişiklik yapmadı. Mercury ayrıca "İlk Asyalı Rock Star" olarak adlandırılır. 1991 senesinde AIDS'in getirdiği komplikasyonlar sonucu ölmüştür. Ölümünden sonra geriye kalan grup üyeleri, toplumun AIDS farkındalığının artması amacıyla The Freddie Mercury Tribute Concert adında bir konser düzenlemişlerdir. 2005 senesinde "Blender" dergisinin okuyucuları Mercury'yi gelmiş geçmiş en iyi erkek sanatçı seçtiler ve 2008 senesinde, "Rolling Stone" dergisi onu "Tüm Zamanların En İyi 100 Şarkıcısı" sıralamasında 18. sıraya yerleştirdi. 2009 senesinde Classic Rock dergisinin yaptığı ankette Mercury gelmiş geçmiş en iyi rock müzik sanatçısı seçildi. Vizelli tarafından tarihte en çok iz bırakmış sanatçılardan biri seçilen Mercury, 2009 yılının Ocak ayında Birleşik Krallık'ta istatistik konusunda bir otorite olarak kabul edilen OnePoll tarafından skiddle.com'un katkılarıyla ve oldukça geniş çaplı katılımla gerçekleştirilen bir ankete göre "Rock Tanrısı" adına layık görüldü. Mercury'nin vokalliği ile Queen, 300 milyon civarı bir satış başarısı elde etmiştir. Queen genel olarak The Beatles'den sonraki en önemli rock grubu olarak kabul görür. Bu güne kadar Celine Dion, George Michael, Lady Gaga, Katy Perry, Extreme, Michael Jackson, Foo Fighters, Kurt Cobain, Guns N' Roses, Metallica, Manic Street Preachers, The Killers, The Smashing Pumpkins, Radiohead, My Chemical Romance, Kansas, Iron Maiden, Ben Folds Five, Robbie Williams gibi birçok şarkıcının veya grubun üzerinde etki bırakmıştır. Çocukluk yılları. Parsi kökenli bir ailede zamanın İngiliz kolonisi olan Zanzibar adasında (şimdiki Tanzanya'nın bir parçası) doğmuştur. Kashmira adında bir kız kardeşi vardır. Mercury, Bombay'daki (Hindistan) St. Peter yatılı okuluna geri gönderildi. Bu okulda piyano çalmayı öğrendi ve ilk grubu The Hectics'e katıldı. Çocukluğunun büyük kısmını Hindistan'da büyükannesi ve teyzesi ile geçirdi. Zanzibar'a dönmeden önce St. Mary's Lisesi'nde eğitimini tamamladı. Zanzibar'daki 1964 devrimi nedeniyle, 17 yaşında iken ailesi ile birlikte Birleşik Krallık'a taşındılar. Ealing Art College'da Sanat ve Grafik Tasarım alanında diploma aldı. Şarkıcı ve yorumcu. Freddie Mercury, geniş kitlelerce rock müziğin en büyük vokalistlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Freddie Mercury çok özel bir sese sahipti. Normal konuşma sesi bariton aralığında olmasına karşın şarkı söylerkenki sesi tenor idi. Kaydedilmiş vokal aralığı yaklaşık 4 oktav idi (falsetto dahil). Vokal aralığına ilaveten Mercury teknik olarak zor şarkıları da çok güçlü bir sesle yorumlamıştır. Ancak, ses tellerindeki nodüllerden rahatsız olması nedeniyle (ameliyat olmayı reddetmiştir) pek çok konserinde yüksek notaları düşürmüştür. Mercury hiç formal vokal eğitimi almadığını söylemiştir. Şarkı yazımı. Freddie Mercury, Queen'in "Greatest Hits" albümündeki 17 şarkının 10'unun yazarıdır. Bunlar arasında: "Killer Queen", "Bohemian Rhapsody", "Somebody to Love", "We Are the Champions" ve "Don't Stop Me Now" sayılabilir. 1980'lerde grubun dört üyesi de şarkı yazıyordu. Ancak Mercury'nin şarkılarında dikkati çeken en büyük özellik, Rock, heavy metal ve disco gibi farklı tarzları kullanabilmesiydi. Bazı şarkılarının yapısı diğerlerine göre çok daha kompleks, bazılarınınki ise oldukça basitti. Örneğin, "Bohemian Rhapsody"nin çevrimsiz bir yapısı vardır ve yaklaşık 60 akor içerir. Buna karşın, "Crazy Little Thing Called Love" şarkısında sadece birkaç akor vardır. Mercury oldukça karmaşık harmoniler yazmış olmasına rağmen, çok az nota bilgisi olduğunu söylemiştir. Queen topluluğunun dört üyesi de şarkı yazarı olmasına rağmen, ilk albümlerinin yapımında Queen ile birlikte stüdyo çalışmalarına katılan yapımcı Gary Langan: "Freddie, diğerlerinin şarkı yazmalarına her zaman destek vermiştir. Oysa çalıştığım diğer gruplarda durum hiç de böyle değildi; belli bir kişi şarkı yazardı, başka yazan olursa da şarkısını kabul ettirmek için epeyce uğraşması gerekirdi." demiştir. Mercury şarkılarının çoğunu piyanoda yazmış ve genellikle grup arkadaşları ve gitarist Brian May için teknik olarak zor notalar seçmiştir. Gitar yeteneği oldukça düşük seviyede olmasına karşın, gitar için de Bohemian Rhapsody'de duyulanlar dahil olmak üzere pek çok melodi ve riff yazmıştır. "Crazy Little Thing Called Love" şarkısını da gitarda yazmıştır. Solo çalışmaları. Queen ile yaptıkları çalışmalara ilaveten Mercury iki de solo albüm çıkarmıştır: "Mr. Bad Guy" (1985) ve "Barcelona" (1988). İlki daha çok pop ağırlıklı olup disko ve dans müziği tarzındadır. "Barcelona" ise Mercury'nin hayranı olduğu opera sanatçısı Montserrat Caballé ile birlikte kaydedilmiştir. Britanya'da albüm listelerinde 23 hafta kalmasına rağmen, Queen'in diğer albümlerine göre "Mr. Bad Guy"ın ticari anlamda pek de başarılı olmadığı söylenir. Buna karşın, 1993'te "Living On My Own"'un bir remiksi (aynı albümden bir şarkı) Britanya listelerinde birinci sıraya yükselmiş, 13 hafta listede kalmış ve Mercury'ye ölümünden sonra Ivor Novello Ödülünü kazandırmıştır. Müzik eleştirmeni David Prato, "Mr. Bad Guy"ı "baştan sona seçkin" olarak nitelendirmiş ve Mercury'nin "bilinmeyen bir bölgeye uzanarak saygın bir iş yaptığını" söylemiştir. Albümde ağırlıklı olarak sentezleyici (Synthesizer) kullanılmıştı ve bu durum önceki Queen albümlerinin karakterinden çok farklıydı. "Barselona", opera şarkıcısı Montserrat Caballé ile kaydedilmiş olup pop müzik ile operanın elementlerini içeriyordu. Caballé, albümün, kendi kariyerindeki en büyük başarılarından biri olduğunu söylemiş ve Mercury için: "O sadece bir pop şarkıcısı değil, bir müzisyen idi, piyanonun başına geçer ve beste yapmaya başlardı. Farklı müzik stillerini bir araya getirmenin yeni bir yolunu keşfetmişti. O bu işi yapan ilk ve tek kişidir." şeklinde konuşmuştur. Eylül 2006'da, Birleşik Krallık'ta Freddie Mercury'nin 60. doğum günü şerefine, onun solo çalışmasını da içeren bir derleme albüm piyasaya çıkmıştır. Albüm Britanya listelerine ilk 10'dan giriş yapmıştır. Yıllar geçtikçe, Freddie Mercury'nin nadir bulunan solo albümleri daha da değer kazanmıştır. Örneğin, "Barcelona" albümündeki "Guide Me Home" şarkısının şu anki değeri yaklaşık £1,000 ($1,800) dır. Bir diğer değerli parça da, 1969'daki Beach Boys şarkısının 1973'teki tekrarı olan "I Can Hear Music" olup Larry Lurex sahne adı altında kaydedilmiştir. Yaygın bir şekilde korsanı yapılan bu eserin orijinali çok değerli bir koleksiyon parçasıdır. Mercury, Michael Jackson ile, "There Must Be More To Life Than This" ve "State of Shock" gibi resmen yayımlanmayan birkaç şarkıda birlikte çalışmıştır. Mercury'nin, Michael Jackson ile birlikte kaydettiği "Victory" adlı parça henüz piyasaya çıkmamıştır. İkinci şarkı, 1984'te yayımlanan "Victory" albümünde olup, sonunda Mick Jagger ve The Jacksons tarafından okunmuştur. Mercury, aslında "Thriller" albümünde de görünecekti. Kişisel yaşamı. Uzun yıllar boyunca Mary Austin adında çok yakın olduğu bir kız arkadaşı olmasına rağmen, Freddie Mercury seks yaşamı hakkında oldukça açıksözlü olmuştur. 70'li yılların sonunda verdiği bir röportajda gazeteciye: "Bir nergis kadar geyim canım" demiştir. 1970'lerin sonlarından itibaren Mercury'nin erkeklerle olan aşk maceraları başlamış ve Austin ile ilişkisi sonlanmıştır. Ancak ikili yine de yakın arkadaş olarak kalmış ve Mercury, Austin'i gerçek arkadaşı olarak tanımlamıştır. 1985'teki bir röportajda Mercury, Austin hakkında: "Bütün aşıklarım niye Austin'in yerini alamadıklarını soruyorlar. Çünkü bu imkânsız. Tek arkadaşım Mary ve ben başka birini istemiyorum. O benim yasal eşim. Bu benim için evlilik gibi. Birbirimize inanıyoruz ve bu bana yeter. Bir erkeğe, Mary'e aşık olduğum gibi olamazdım." demiştir. Mercury 1985'te Jim Hutton adında yeni bir aşık bulmuştur. Hutton, Mercury'nin yaşamının son altı yılında onunla birlikte olmuş, hastalığı sırasında ona bakmış ve öldüğünde de yatağının yanı başında olmuştur. Diskografi. Solo albümleri. Ölümünden sonra yayımlananlar: Solo seçilmiş şarkılar. Queen grubuyla yayınladığı albümler Queen albümlerinde bulunan şarkıları Dış bağlantılar. Beyazperde ' de Freddie Mercury
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11607", "len_data": 9043, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.42 }
Nuks (Nus olarak da bilinir) bir veya çok sayıda karpelden oluşan, perikarpı deri gibi sert veya odunlaşmış, içerisinde tek tohum taşıyan, açılmayan kuru meyve tipi.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11616", "len_data": 165, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 2.79 }
Kupula, meyveyı kısmen veya tamamen örten brahte, brahtecik veya çiçek tablasından gelişmiş muhafaza. Kayıngiller (Fagaceae) familyasının bazı cinslerinde meyvenin büyümesi ve olgunlaşması sırasında onu dış etkenlerden korumakla görevlidir. (Örneğin "Lithocarpus", "Quercus") Bazı cinslerde meyveyi tamamen kapatır ("Castanea", "Fagus") olgunlaşma ile birlikte kupula açılarak içerisindeki tohumlar etrafa dağılır. Fare ve sincap gibi kestane, kayın ve meşe tohumlarıyla beslenen hayvanlarda kupula sayesinde koruma sağlanır. Kupula "Castanea" cinsinde dikenli, "Quercus" cinsinde omurgalı, "Lithocarpus" cinsinde ise çok sert ve kemiksi yapıdadır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11618", "len_data": 648, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.7 }
Ziya Gökalp (doğum adı Mehmet Ziya, 23 Mart 1876, Çermik – 25 Ekim 1924, İstanbul), Türk yazar, sosyolog, şair ve siyasetçidir. Meclis-i Mebûsanda ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmıştır. "Türkçülüğün babası" olarak da anılır. Yaşamı. Ailesi. 23 Mart 1876'da Diyarbakır'da dünyaya gelmiştir. Babası Vilayet Evrak Memuru Tevfik Efendi'dir. (1851–1890) Baba tarafı 19. yüzyılın başlarında o dönem Elazığ'a bağlı olan Çermik'ten Diyarbakır'a göç etmiştir. Annesi Diyarbakır'ın köklü ailelerinden olan Pirinççizadelerden Zeliha Hanım'dır (1856–1923). Doğduğu ev bugün müze olarak kullanılmaktadır. Etnik kökenine ilişkin savlar. Gerek yaşarken gerek ölümünden sonra Ziya Gökalp'ın etnik kökeni hakkında birçok tartışma olmuştur. Bu tartışmayla ilgili ilk sav, Ziya Gökalp Malta'da sürgündeyken Osmanlı Dahiliye Vekili Ali Kemal tarafından atıldı. İddiası Gökalp'ın babasının Kürt olduğu yönündeydi. Gökalp ise Ali Kemal'in bu iddiasına Malta sürgününde yazdığı ve Kastamonu'nun Açıksöz gazetesinde yayımlattığı bir şiir ile yanıt vermiştir. Çermikli ve annesi de Pirinççizadelerden olduğundan dolayı Zaza olduğu savı da mevcuttur. Öğrencilik yılları. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. 1886’da Mektebi Rüştiye-i Askeriyye’ye (Askeri Ortaokul) girdi, özgürlük düşüncesini ilk defa bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail Hakkı Bey aşıladı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybetti. 1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den geleneksel İslâm ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır’da İdadi Mülkiye’nin (Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken beraberindekiler ile okul çıkışlarında mutat olan “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırmaları soruşturmaya uğradı. Bazı anlatımlarda bir grup yerine sadece Gökalp'in bağırdığı da belirtilmektedir. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894'te okuldan ayrıldı. Liseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak idadideki hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı yapan Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı. 1896'da, Erzincan Askerî Lisesi'nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbul'a giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “"Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak"” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Diyarbakır yılları. Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Yüksek öğrenimini tamamlayamayan Mehmet Ziya’nın Diyarbakır’daki amcası ölmüş ve kızı Vecihe ile evlenmesini vasiyet etmişti. Amcasının vasiyetini yerine getirmiş ve Vecihe Hanım ile evliliğinden bir oğlu (Sedat), 3 kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) olmuştur. 1908'e kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürürken el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında Kürt asıllı İbrahim Paşa'nın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütleyerek eyleme yöneltti. 3 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı. Doğu ile Batı arasındaki kilit bağlantı noktalarından olan Diyarbakır Telgrafhanesinin işgali işin içine Batılı devletlerin de karışmasına neden oldu. Onların da saraya yaptığı baskı neticesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için sinen İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk bu sefer 11 gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırılmıştır. 1904-1908 arasında Diyarbakır Gazetesi’nde şiir ve yazılarını yayımladı. İbrahim Paşa’nın halka yaptığı zulümleri "Şaki İbrahim Destanı" adlı yapıtında anlattı. II. Meşrutiyetten sonra. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. Mehmet Ziya, 1909'da Selânik'te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik'teki merkez yönetim kuruluna üye olarak seçildi. Selanik'te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. Lise programlarına sosyal bilimler dersi koydurtarak bu disiplinin okullarımıza girmesini sağladı. İttihat ve Terakki Selanik Şubesi'ni gençlik işleri ile uğraşan kolunun başına geçen Ziya Bey, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi takma adlar kullanarak Selanik'te yayımlanan bir felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı'nı 1911'de Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı. 1912'de Derneğin merkezi İstanbul'a taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbul'a geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebûsan'a seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi'nde öğretim görevlisi oldu. Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü; Darülfünun ve Eğitim Fakültesi'nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Maârif Nazırlığı (Millî Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915'te İstanbul Üniversitesi'nin Felsefe bölümünde İctimâiyyât müderrisi (Sosyoloji öğretim görevlisi) olarak atandı. İstanbul Üniversitesi'ndeki ilk sosyoloji profesörü idi; üniversitelerimize toplumbilim (sosyoloji), onun sayesinde girdi. Düşüncelerini Türkçülük etrafında şekillendiren Mehmet Ziya Bey (Gökalp), İstanbul'a gelir gelmez Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer almıştı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere "Halka Doğru", "İslâm Mecmuası", "Millî Tetebbûlar Mecmuası", "İktisadiyat Mecmuası", "İçtimaiyat Mecmuası", "Yeni Mecmua"'da yazılar yazdı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısına bir şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konular yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua'yı çıkardı. Ziya Gökalp, bir yandan da eser vermeyi sürdürüyordu. 1914'te "Kızıl Elma"; 1918'de ise Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eseri ile "Yeni Hayat" isimli şiir kitabını yayımladı. Son yıllarıda. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919'daüniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan sonra Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı. Mahkeme sürecinde soykırım iddialarını kesinlikle reddetmiş ve Mukatele (karşılıklı öldürme) tezini savunmuştur. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Malta sürgünlüğü döneminde ailesiyle yaptığı mektuplaşmalar daha sonra "Limni ve Malta Mektupları" adıyla kitaplaştırılmıştır; söz konusu kitap, Malta sürgünlerinin orada geçirdikleri hayat şartlarıyla ilgili elimizdeki tek eserdir. Ziya Gökalp, 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakır'a gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmua'yı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. 1923'te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü eserini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermedi; dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924'te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbul'da 25 Ekim 1924 günü hayatını kaybetti. Divanyolu'ndaki II. Mahmud Türbesi hazîresine defnedildi. Görüşleri. Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlâkî ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. Bu sebepten zaman zaman batı edebiyatı ve düşüncesinin tesirinde kalmıştır. "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlâkî öğesi de İslâmdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Émile Durkheim'in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizmin ve kapitalist toplumun sınıf mücadelesiyle yıkılarak sınıfsız toplumun kurulmasını hedefleyen Marksizm'e karşı; sınıfsal ayrımları değil mesleki ayrımları gören, mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden, meslek örgütlerinin dayanışmasıyla toplumsal huzurun kurulabileceğini savunan solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı. Ziya Gökalp önce Turancılık sonrasında Oğuzculuk daha sonra ise Türkiye Türkçülüğü fikirlerinin destekçisidir. Mustafa Kemal Atatürk kendisinden "Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir" diyerek söz etmiş, fikirlerini, milliyetçi düşüncesini benimsediğini belirtmiştir. Eski Türkler'in hem feminist hem de demokrat olduklarını belirterek, Türkçülük akımıyla feminizmin birlikte doğduğunu söyledi. Bunun doğal kökenlerini Şamanizm'e atıfta bulunarak temellendirdi. Savaş karşıtı tutumunu da Eski Türk dinindeki Türk tanrısının da barış ve huzur tanrısı olduğu gerekçesiyle tarif etti. 1922 - 1923 yılları arasında memleketi Diyarbakır'da otuz üç sayı çıkardığı Küçük Mecmua adlı dergisinin 25 Aralık 1922 tarihinde çıkan sayısında yer alan "Millet Nedir?" adlı yazısında kendi soyuyla ilgili şu demeci vermiştir:"... Ben gençliğimde tahsil için ilk defa İstanbul'a gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata başlamak mecburiyetinde kaldım. Çünkü orada eskiden kalmış fena bir itiyada (alışkanlığa) göre, bütün Karadeniz ahalisine Laz, bütün Suriyeliler ve Iraklılara Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi, bizim gibi doğu illeri ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini (yakıştırdıklarını) gördüm. O zamana kadar kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu zannım ilmî bir tahkikata (araştırmaya) müstenit (dayalı) değildi. Hakikati bulabilmek için bir taraftan Türklüğü, diğer cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvelemirde (öncelikle) lisandan başladım. Diyarbakır şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik iki suretten biriyle izah edilebilirdi (açıklanabilirdi): Ya Diyarbakır'ın Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi, yahut Diyarbakır'ın Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim gösterdi ki Diyarbakır'ın Türkçesi Bağdat'tan ta Adana'ya, Bakü'ye, Tebriz'e kadar imtidat eden (uzanan) tabiî bir lisandan yani Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus olan Azerî (Azerbaycan) lehçesinden ibarettir. Bu lisanda hiçbir sun'îlik (yapaylık) yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin tahrif ettiği (bozduğu) bir Türkçe değildir. (Diyarbakır lisanının Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı hükümetinin tesiriyle Türkçe konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu şehirlerde konuşulan lisanın Osmanlı lehçesi olması lazım gelirdi.) Diyarbakırlıların mahdut (sınırlı) kelimelerden mürekkep olarak söyledikleri Kürtçeye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan fasih (düzgün) Kürtçeden farklı olduğunu gördüm. Kürtçe, Farisî'nin akrabası olduğu halde, nahv (dilbilgisi) itibarıyla hiç ona benzemez. Çünkü Farisîde bulunmadığı halde, Kürtçede hem tezkir ve te'nis (erillik ve dişillik), hem de Arapça ve Latincede olduğu gibi "i'rab" vardır. Demek ki Kürtçe, Türk lisanına nispetle daha mürekkep, daha karışıktır. Türkler kendi lisanlarında tezkir, te'nis, i'rab gibi ahvale (durumlara) müsadif olduklarından (rastlamadıklarından), Kürtçenin bu gibi hususiyetlerine nüfuz edememeleri iktiza ederdi (gerekirdi). Filhakika, vakıalar bu suretle cereyan etmiş, Diyarbakırlılar Kürtçenin tezkir, te'nis, i'rab kaidelerini tamamıyla hazfedip (kaldırıp), Kürt nahvini (dilbilgisini) Türk sarfına (dilbilgisine) uydurarak sun'î (yapay) bir Kürtçe icat etmişlerdir. Bu Kürtçeye "Türk Kürtçesi" namını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat (dilbilimi) noktainazarından (açısından) gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbakırlıların Türk olduğuna en büyük delildir. Bundan başka Diyarbakırlılar bu lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbakırlıların güya bildikleri bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur (sınırlıdır). Bu sebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, birçoğunun bildiği Kürtçe kelimeler "gel, git" gibi birkaç tabire münhasırdır (sözle sınırlıdır). Diyarbakırlıların Türk olduğunu ispat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum. Diyarbakır'ın hakikî ahalisi umum Türkler gibi Hanefidirler. Kürtler ise umumiyetle Şafiidirler. Bu iki alâmet-i mümeyyize (ayırt edici im/işaret) yalnız Diyarbakır halkına mahsus değildir. Şark (doğu) ve cenup (güney) vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi, Kürtçeyi Diyarbakırlılar gibi tahrif ederek (bozarak) söylerler ve Hanefi olmak alametiyle Şafii Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya gibi harsa ve âdetlere taalluk eden hususlarda da derin farklar vardır. Bu alâmetler bana Diyarbakırlıların Türk olduğunu gösterdiği gibi, babamın iki dedesinin birkaç batın (kuşak, nesil) evvel Çermik'ten yani bir Türk muhitinden geldiklerine nazaran ırken de Türk neslinden olduğumu anladım. Mamafih dedelerimin biri Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyetin terbiyeye istinat ettiğini de (dayandığını da) içtimaî tetkiklerimle anlamıştım. Zannederim ki bu taharrilerimle (araştırmalarımla) yalnız kendim için değil, bütün vilâyât-ı şarkîye ve cenubîye (doğu ve güney illeri) şehirlileri ve şimdiye kadar Türk kalan köylüleri için, son derece mühim bir meseleyi halletmiş oldum."Gökalp'a göre, Alman Filozofu Friedrich Nietzsche'nin hayal ettiği "Üst İnsanlar" Türklerdir. Türkler her asrın "yeni insanları"dır. Bundan dolayıdır ki, "yeni hayat bütün gençliklerin anası olan Türklükten doğacaktır." Ölümünden sonra. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 1995 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin Güneydoğu Raporu'na alternatif olarak MHP tarafından hazırlanan rapora ilişkin verdiği demeçte Ziya Gökalp'ın Türkçülüğün Esasları kitabından örnek alındığını açıklarken "Gökalp, Diyarbakır'da Kürtçe konuşan bir ailenin çocuğudur." demesi, başta Ziya Gökalp'ın kızı Türkan Yurtcanlı olmak üzere Gökalp ailesi tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11624", "len_data": 16403, "topic": "HISTORY", "quality_score": 3.38 }
Veri sıkıştırma, bilgisayardaki veya belleği olan herhangi bir elektronik cihazdaki verilerin daha az yer kaplaması amacıyla sıkıştırılması anlamına gelir. Bilgisayarda, Windows işletim sistemi altında en yaygın olan veri (dosya) sıkıştırma programları WinZip ve WinRAR iken Linux sisteminde ise Gzip, Bzip2'dır. Veri sıkıştırma işlemi kayıplı ve kayıpsız olarak gerçekleşebilir. Kayıpsız sıkıştırma işleminde verideki kaba fazlalık daha kısa ifadelere çevrilerek kaydedilir. Veri yeniden orijinal haline getirilirken kısa ifadelerin yeniden eski haline dönüştürülebilir olması önemlidir. Örneğin bir resim dosyasında "kırmızı piksel - kırmızı piksel - kırmızı piksel..." şeklindeki bilgi 273 kırmızı piksel şeklinde ifade edilebilir. Kayıplı sıkıştırma ise verinin önemsiz kısımları kesilerek yapılan sıkıştırma biçimidir. Örneğin ses ve resim dosyalarında insan gözünün göremediği veya insan kulağının fark edemediği varyasyonlar bu yöntemle yok edilebilir. Ses verisi sıkıştırma. Ses verisi sıkıştırma, sayısal olarak kaydedilmiş ses sinyallerinin kayıplı ya da kayıpsız olarak daha düşük boyutta kaydedilmesi işlemidir. Ses verisi sıkıştırma matematiksel algoritmalarla gerçekleştirilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11627", "len_data": 1191, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.74 }
Gök mekaniğinde yörünge veya yörünge hareketi, bir gezegenin yıldız etrafındaki veya bir doğal uydunun gezegen etrafındaki veya bir gezegen, doğal uydu, asteroit veya lagrange noktası gibi uzaydaki bir nesne veya konum etrafındaki yapay uydunun izlediği kavisli bir yoldur. Yörünge, düzenli olarak tekrar eden bir yolu tanımlamakla birlikte, tekrar etmeyen bir yolu da ifade edebilir. Gezegenler ve uydular Kepler'in gezegensel hareket yasalarında tanımlandığı gibi, kütle merkezi elips biçiminde izledikleri yolun odak noktasında olacak şekilde yaklaşık olarak eliptik yörüngeleri takip ederler. Çoğu durum için yörünge hareketi, kütleçekimini ters-kare yasasına uyan bir kuvvet olarak açıklayan Newton mekaniği tarafından yeterince tahmin edilebilir. Bununla birlikte, Albert Einstein'ın kütleçekimini uzay zamanın bükülmesi olarak açıkladığı ve yörüngelerin jeodezikleri takip ettiği genel görelilik teorisi, yörünge hareketinin tam mekaniğinin daha doğru bir şekilde hesaplanmasını ve anlaşılmasını sağlar. Tarihi. Tarihsel olarak, gezegenlerin görünür hareketleri Avrupalı ve Arap filozoflar ve astronomlar tarafından göksel küreler yaklaşımı kullanılarak tanımlanmıştır. Bu model yıldızların ve gezegenlerin bağlı olduğu hareket eden kusursuz kürelerin veya halkaların varlığını öne sürüyordu. Bu bakış açısı göklerin kürenin hareketinden ayrı olarak sabit bir biçimde kaldığını varsayıyor ve herhangi bir kütleçekim anlayışı geliştirmiyordu. Gezegenlerin hareketlerinin daha doğru bir şekilde hesaplanabilmesiyle deferent ve episikl gibi teorik mekanizmalar bu anlayışa eklenmiştir. Gökyüzündeki gezegen konumlarının doğru bir şekilde tahmin edilebilmesine imkan verse de bu model hesaplamaların tutarlılığı açısından çok daha fazla sayıda episikllere ihtiyaç duymaktaydı. Bu nedenle model zamanla geçerliliğini ve kullanışlılığını geniş oranda yitirmeye başladı. Başlangıçta yermerkezli yani jeosentrik olan bu model, modeli basitleştirmeye yardımcı olmak amacıyla Kopernik tarafından Güneş'i merkeze yerleştirecek şekilde değiştirildi. 16. yüzyılda gökküreden geçmekte olan kuyruklu yıldızların gözlemlenmesiyle birlikte modelin tutarlılığı daha da tartışmalı hale geldi. Modern yörünge anlayışının temelleri gezegen hareketlerini üç adet yasa ile özetleyen Johannes Kepler tarafından oluşturulmuştur. Bunlardan ilkinde, Kepler daha önceki dönemlerde varsayılandan farklı olarak Güneş'in gezegen yörüngelerinin tam merkezinde olmadığını fakat odağında olduğunu, bu nedenle Güneş Sistemi'ndeki gezegen yörüngelerinin dairesel veya episikl değil eliptik olduğunu bulmuştur. İkincisinde, Kepler her gezegenin yörünge hızının önceden düşünüldüğü gibi sabit olmadığını, hızın gezegenin Güneş'e olan uzaklığına bağlı olduğunu keşfetmiştir. Üçüncüsünde ise, Kepler Güneş'in etrafında dönen tüm gezegenlerin yörünge özellikleri arasında evrensel bir ilişkiyi formüle etmiştir. Buna göre, gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıklarının karesi yörünge periyotlarının karesi ile orantılıdır. Örneğin, Jüpiter ve Venüs sırasıyla Güneş'ten yaklaşık olarak 5,2 ve 0,723 AU uzaklıkta bulunmaktadırlar. Bu gezegenlerin yörünge periyotları ise yine sırasıyla yaklaşık 11,86 ve 0,615 yıldır. Jüpiter'in 5,23/11,862 oranı ile Venüs'ün 0,7233/0,6152 oranı pratikte birbirine eşit olup, Kepler'in ortaya attığı yasa ile uyumludur. Bu kuralları karşılayan idealleştirilmiş yörüngeler Kepler yörüngeleri olarak bilinir. Isaac Newton, Kepler'in yasalarının yerçekimi teorisinden türetilebileceğini ve genel olarak yerçekimine maruz kalan cisimlerin yörüngelerinin birer konik kesit olduğunu göstermiştir (burada yerçekimi kuvvetinin anlık olarak yayıldığı varsayılmaktadır). Newton, bir çift cisim için yörüngelerin boyutlarının kütleleriyle ters orantılı olduğunu ve bu cisimlerin ortak kütle merkezlerinin etrafında döndüklerini kanıtlamıştır. Cisimlerden birinin diğerinden çok daha kütleli olduğu durumlarda (bir gezegenin etrafında dönen yapay bir uydu örneğinde olduğu gibi), kütle merkezini daha kütleli olan cismin merkeziyle çakışıyor kabul etmek uygun bir yaklaşımdır. Newton mekaniğindeki ilerlemeler Kepler yörüngelerinin arkasındaki basit varsayımları, örneğin diğer cisimlerden kaynaklanan pertürbasyonları ya da küresel cisimlerden ziyade küre benzeri cisimlerin etkisini keşfetmek için kullanıldı. Joseph-Louis Lagrange, Newton mekaniğine kuvvetten çok enerjiyi vurgulayan yeni bir yaklaşım geliştirdi ve Lagrange noktalarını keşfederek üç cisim probleminde ilerleme kaydetti. Urbain Le Verrier, 1846'da klasik mekaniğin dramatik bir şekilde doğrulanmasıyla, Uranüs'ün yörüngesindeki açıklanamayan bozulmalara dayanarak Neptün'ün konumunu tahmin edebildi. Albert Einstein 1916 tarihli "Genel Görelilik Teorisinin Temeli" adlı makalesinde yerçekiminin uzay-zamanın eğriliğinden kaynaklandığını açıklamış ve Newton'un değişimlerin anlık olarak yayıldığı varsayımını ortadan kaldırmıştır. Bu durum astronomların Newton mekaniğinin yörüngeleri anlamada en yüksek doğruluğu sağlamadığını fark etmelerine yol açmıştır. Görelilik teorisinde yörüngeler jeodezik yörüngeleri takip eder ve bu yörüngeler genellikle Newton tahminlerine oldukça iyi oranda yaklaşır (çok güçlü yerçekimi alanlarının ve çok yüksek hızların olduğu durumlar hariç) ancak aradaki farklar ölçülebilirdir. Esasen, teoriler arasında ayrım yapabilen tüm deneysel kanıtlar, deneysel ölçüm doğruluğu dahilinde görelilik teorisini kabul etmektedir. Genel göreliliğin asıl haklılığı, ilk olarak Le Verrier tarafından kaydedilen Merkür'ün günberi presesyonundaki açıklanamayan miktarı açıklayabilmesidir. Bununla birlikte, Newton'un çözümü, kullanımı önemli ölçüde daha kolay ve yeterince doğru olduğu için çoğu kısa vadeli amaç için hala kullanılmaktadır. Gezegen yörüngeleri. İçerisinde gezegenler, cüce gezegenler, asteroitler ve diğer küçük gezegenler, kuyruklu yıldızlar ile uzay enkazlarını barındırmakta olan bir gezegen sisteminin elemanları, sistemin merkezinde bulunan bir yıldız etrafında eliptik yörüngeler üzerinde hareket etmektedir. Ancak bu cisimler, sistemin merkezinde yer alan yıldızın tam orta noktası merkezli olarak çizilen elipsler üzerinde değil, iki cisim probleminde de anlatıldığı üzere kütlelerine göre yıldız bünyesinde veya yıldızın dış noktalarından birinde bulunan bir çift merkezi çevresinde dönmektedir. Yörüngesi boyunca herhangi bir noktada, herhangi bir gezegen, çift merkezine göre belirli bir kinetik ve potansiyel enerji değerine sahip olacaktır ve bu iki enerjinin toplamı, yörüngesi boyunca her noktada sabit bir değerdir. Sonuç olarak, bir gezegen enberi konumuna yaklaşırken, potansiyel enerjisi azaldıkça gezegenin hızı artacaktır; tersi durumda enöte konumuna yaklaşıldığında ise potansiyel enerjisi arttıkça hızı azalacaktır. Karşılıklı kütleçekimsel tedirginlikler dolayısıyla, gezegensel yörüngelerin dışmerkezlikleri zamanla değişmektedir. Güneş Sisteminin en küçük gezegeni olan Merkür en yüksek dışmerkezlikli yörüngeye sahiptir. Halihazırdaki devirde, Mars, Merkür'ün ardından dışmerkezlik büyüklüğünde ikinci sırada yer almakta olup, Venüs ve Neptün sistem içindeki en düşük dışmerkezliğe sahip gezegenlerdir. Kanunlar. Yörüngelerin anlaşılabilmesi için birkaç temel kural bulunmaktadır: Hareket eden iki cismin kütleleriyle birlikte var olan bir hız ilişkisi pratikte dört adet alt türe ayrılabilir. Bunlar: Yörünge roketlerinin, roketi atmosferin üzerine çıkarmak için önce dikey olarak fırlatıldığını (bu da sürtünme direncine neden olur) ve daha sonra yavaşça eğildiğini ve yörünge hızına ulaşmak için roket motorunu atmosfere paralel olarak ateşlemeyi bitirdiğini belirtmek gerekir. Yörüngeye girdikten sonra hızları onları atmosferin üzerinde yörüngede tutar. Örneğin, eliptik bir yörünge yoğun havaya dalarsa, nesne hızını kaybedecek ve yeniden atmosfere girecektir (yani düşecektir). Bazen bir uzay aracı, genellikle aerobraking manevrası olarak adlandırılan bir hareketle atmosferi kasıtlı olarak keser. Örnekleme. Bir gezegen çevresindeki yörüngenin çiziminde gösterildiği üzere, Newton'un top güllesi modeli bu duruma uygun bir örnek teşkil etmektedir. Bu örnek, top üzerindeki hava sürtünmesi etkisi göz ardı edilmesi veya atmosfer etkisini aşacak oranda yüksek bir dağın varlığı kabul edildiğinde bu dağın tepesindeki bir topun, seçilen herhangi bir namlu çıkış hızında bir gülleyi yatay olarak ateşleyebildiği bir 'düşünce deneyidir'. Eğer top düşük bir başlangıç hızıyla ateşlenirse, topun aldığı yol aşağıya doğru kıvrılır ve yere çarpar (A). Ateşleme hızı arttıkça, gülle toptan daha uzaktaki bir noktada (B) yere çarpar, çünkü top hala yere doğru düşerken, yer giderek ondan uzaklaşmaktadır. Tüm bu hareketler aslında teknik anlamda "yörüngelerdir" - ağırlık merkezi etrafındaki eliptik bir yolun bir kısmını tanımlarlar - ancak bu iki durumda yörünge Dünya'ya çarparak kesintiye uğrar. Eğer gülle yeterli bir hızla ateşlenirse, yer de en az güllenin düştüğü mesefe kadar eğilerek gülleden uzaklaşır, yani gülle asla yere çarpmaz. Artık kesintisiz ya da dairesel yörünge olarak adlandırılabilecek bir yörünge oluşmuş olur. Gezegenin ağırlık merkezi ve kütlesinin üzerindeki herhangi bir yükseklik kombinasyonu için, (C)'de gösterildiği gibi dairesel bir yörünge üreten ve Dünyanın kütlesine göre çok küçük olduğu varsayılan topun kütlesinden etkilenmeyen belirli bir ateşleme hızı vardır. Ateşleme hızı arttırıldıkça kesintisiz eliptik yörüngeler oluşur; bunlardan biri (D)'de gösterilmiştir. İlk ateşleme şekildeki gibi Dünya yüzeyinin üzerindeyse, daha yavaş ateşleme hızında da kesintiye uğramayan eliptik yörüngeler oluşacaktır; bunlar Dünya'ya en çok yarım yörünge ötesinde ve ateşleme noktasının tam karşısında, dairesel yörüngenin altındaki noktada yaklaşacaktır. Kaçış hızı adı verilen ve gezegenin kütlesine ve cismin sınır merkezinden uzaklığına bağlı olan belirli bir yatay ateşleme hızında, parabolik bir yola sahip açık bir yörünge (E) elde edilir. Daha da yüksek hızlarda nesne bir dizi hiperbolik yörünge izleyecektir. Pratik anlamda, bu yörünge türlerinin her ikisi de nesnenin gezegenin çekiminden "kurtulduğu" ve bir daha geri dönmemek üzere "uzaya gittiği" anlamına gelir. Newton hareket yasaları. Newton kütleçekim kanunu ve iki cisim problemi için hareket yasaları. Çoğu durumda rölativistik etkiler ihmal edilebilir ve Newton yasaları hareketin yeterince doğru bir tanımını verir. Bir cismin ivmesi, üzerine etki eden kuvvetlerin toplamının kütlesine bölünmesine eşittir ve bir cisme etki eden yerçekimi kuvveti, çeken iki cismin kütlelerinin çarpımıyla orantılıdır ve aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olarak azalır. Bu Newtoncu yaklaşıma göre, iki noktalı kütlelerden ya da küresel cisimlerden oluşan bir sistem için, sadece karşılıklı kütleçekimden etkilenen yörüngeleri tam olarak hesaplanabilir. Eğer ağır cisim küçük cisimden çok daha büyükse, bir gezegenin yörüngesinde dönen bir uydu ya da küçük bir ay ya da Güneş'in yörüngesinde dönen Dünya örneğinde olduğu gibi, hareketi ağır cismi merkez alan bir koordinat sistemi cinsinden tanımlamak yeterince doğru ve uygundur. İki cismin kütlelerinin karşılaştırılabilir olduğu durumda da tam bir Newton çözümü hala yeterlidir ve koordinat sistemini sistemin kütlesinin merkezine yerleştirerek elde edilebilir. Kütleçekimsel potansiyel enerji tanımı. Enerji yerçekimi alanları ile ilişkilidir. Diğer bir cisimden uzaktaki sabit bir cisim, kendisine doğru çekilirse harici bir etki yapabilir ve bu nedenle yerçekimsel potansiyel enerjiye sahiptir. İki cismi yerçekiminin çekimine karşı ayırmak için güç gerektiğinden, cisimler ayrıldıkça yerçekimi potansiyel enerjileri artar ve birbirlerine yaklaştıkça azalır. Noktasal kütleler için, ayrılma sıfıra yaklaştıkça çekim enerjisi sıfıra düşer. Birbirlerinden sonsuz uzaklıkta olduklarında potansiyel enerjinin sıfır değerine sahip olduğunu ve dolayısıyla daha küçük sonlu mesafeler için negatif bir değere (sıfırdan azaldığı için) sahip olduğunu varsaymak uygun ve gelenekseldir. Yörüngesel enerjiler ve yörünge şekilleri. Sadece iki yerçekimsel cisim etkileşime girdiğinde, yörüngeleri konik bir kesiti takip eder. Yörünge açık (cismin asla geri dönmeyeceği anlamına gelir) ya da kapalı (geri dönen) olabilir. Hangisi olduğu sistemin toplam enerjisine (kinetik + potansiyel enerji) bağlıdır. Açık bir yörünge durumunda, yörüngenin herhangi bir konumundaki hız en azından o konum için kaçış hızıdır, kapalı bir yörünge durumunda ise hız her zaman kaçış hızından azdır. Kinetik enerji hiçbir zaman negatif olmadığından, sonsuz ayrılıkta potansiyel enerjiyi sıfır olarak kabul eden genel kural benimsenirse, bağlı yörüngeler negatif toplam enerjiye, parabolik yörüngeler sıfır toplam enerjiye ve hiperbolik yörüngeler pozitif toplam enerjiye sahip olacaktır. Açık bir yörünge, yörüngesinin o noktasında tam olarak kaçış hızına sahipse parabolik bir şekle sahip olacak ve hızı kaçış hızından büyük olduğunda bir hiperbol şekline sahip olacaktır. Kaçış hızı ya da daha büyük olan cisimler birbirlerine yaklaştıklarında, en yakın oldukları anda birbirlerinin etrafında kısa bir süre dönerler ve sonra sonsuza kadar ayrılırlar. Tüm kapalı yörüngeler bir elips şeklindedir. Dairesel yörünge, elipsin odaklarının çakıştığı özel bir durumdur. Yörüngedeki cismin Dünya'ya en yakın olduğu noktaya yerberi denir ve yörünge Dünya'dan başka bir cisimle ilgili olduğunda enberi (daha nadir olarak " perifokus" ya da " perisentron") olarak adlandırılır. Uydunun Dünya'dan en uzak olduğu noktaya yeröte, enöte ya da bazen apifokus veya aposantron denir. Enberiden enöteye çizilen bir çizgi apsis çizgisidir. Bu, elipsin ana eksenidir ve iki nokta arasındaki en uzun kısmından geçen çizgidir. Kepler kanunları. Kapalı yörüngeleri izleyen cisimler yollarını periyot adı verilen belirli bir sürede tekrarlarlar. Bu hareket, Newton'un yasalarından matematiksel olarak türetilebilen Kepler'in deneysel yasaları ile tanımlanır. Bunlar aşağıdaki gibi formüle edilebilir: Newton kütleçekim yasasının sınırları. Noktasal bir kütlenin ya da Newtoncu çekim alanına sahip küresel bir cismin bağlı yörüngeleri kapalı elipsler olup, aynı yolu tam olarak ve sonsuza kadar tekrarlarken, küresel olmayan ya da Newton'vari olmayan herhangi bir etki (örneğin Dünya'nın hafif basıklığı ya da rölativistik etkiler, dolayısıyla çekim alanının davranışının mesafeyle değişmesi) yörüngenin şeklinin kapalı elipslerin karakteristik Newton iki cisim hareketinden sapmasına neden olacaktır. İki cisim çözümleri Newton tarafından 1687 yılında "Principia"'da yayınlanmıştır. 1912'de Karl Fritiof Sundman üç cisim problemini çözebilecek yakınsak bir sonsuz seri geliştirmiştir; ancak bu seri çok yavaş yakınsamakta ve pek kullanışlı bulunmamaktadır. Lagrange noktaları gibi özel durumlar dışında, dört ya da daha fazla cisim içeren bir sistemin hareket denklemlerini çözecek bir yöntem henüz bilinmemektedir. Çoklu cisim problemleri yaklaşımları. Kesin bir kapalı form çözümü yerine, çok sayıda cisim içeren yörüngeler keyfi olarak yüksek doğrulukla tahmin edilebilir. Bu yaklaşımlar iki şekilde olabilir: Çok sayıda nesne içeren diferansiyel simülasyonlar, kütle merkezleri arasında hiyerarşik çiftler halinde hesaplamalar yapar. Bu şema kullanılarak galaksiler, yıldız kümeleri ve diğer büyük nesne toplulukları simüle edilebilmiştir. Newtoncu yörüngesel hareket analizi. Aşağıdaki formül bu tür bir eliptik yörünge için geçerlidir. Sadece merkezi cisme doğru olan yerçekimi ivmesinin aralarındaki mesafenin karesinin tersi ile ilişkili olduğunu belirten Newton yerçekimi yasası ile başlanırsa: Burada "F"2, "m"1 kütlesinin "m2" kütlesine uyguladığı çekim kuvvetinin "m2" kütlesine uyguladığı kuvvet, "G" evrensel çekim sabiti ve "r" iki kütle merkezi arasındaki mesafedir. Newton'un İkinci Yasası'na göre, "m2"'ye etki eden kuvvetlerin toplamı o cismin ivmesiyle ilişkilidir: Burada "A"2, "m"2'ye etki eden "m"1'in çekim kuvveti "F"2'nin neden olduğu "m"2'nin ivmesidir. where is the acceleration of caused by the force of gravitational attraction "F"2 of "m"1 acting on "m"2. 1. ve 2. denklemlerin birleştirilmesi: İvme için çözüm, "A"2: burada formula_5 standart yerçekimi parametresidir ki bu durumda formula_6 olarak gösterilir. Tanımlanan sistemin "m"2 olduğu anlaşılmaktadır, bu nedenle alt simgeler atılabilir. Merkezi cismin durağan olarak kabul edilebilecek kadar büyük olduğu varsayılmakta ve genel göreliliğin daha ince etkileri göz ardı edilmektedir. Bir sarkaç veya yaya bağlı bir cisim elips içinde sallanırken, formula_7 formülünde gösterildiği gibi içe doğru ivme/kuvvet mesafesi ile orantılıdır. Vektörlerin toplanma şekli nedeniyle, kuvvetin formula_8 veya formula_9 yönlerindeki bileşenleri de mesafelerin ilgili bileşenleriyle orantılıdır, formula_10. Dolayısıyla, tüm analiz bu boyutlarda ayrı ayrı yapılabilir. Bu, elipsin formula_11 ve formula_12 harmonik parabolik denklemleri ile sonuçlanır. Yörüngedeki nesnenin 𝑡 anındaki konumu, kutupsal koordinatlarda vektör hesabı kullanılarak hem standart Öklid temelinde hem de orijini kuvvet merkeziyle çakışan kutupsal temelde düzlem üzerinde bulunur. formula_13 cisim ile merkez arasındaki mesafe ve formula_14 cismin döndüğü açı olsun. formula_8 ve formula_9 standart Öklid tabanları olsun ve formula_17 ve formula_18 radyal ve enine kutupsal taban olsun; bu durumda ilki merkezi cisimden yörüngedeki nesnenin mevcut konumuna işaret eden birim vektör ve ikincisi yörüngedeki nesnenin saat yönünün tersine bir daire çizmesi halinde gideceği yöne işaret eden ortogonal birim vektördür. O zaman yörüngedeki nesneye giden vektör: Bu mesafe ve açının zaman içinde nasıl değiştiğinin standart türevlerini belirtmek için formula_20 ve formula_21 kullanılır. Bir vektörün zaman içinde nasıl değiştiğini görmek için formula_22 zamanındaki konumunu formula_23 zamanındakinden çıkarıp formula_24'ye bölerek türevi alınır. Elde edilen sonuç da bir vektör olacaktır. Temel vektör formula_25 nesne yörüngede döndükçe hareket ettiğinden, onu farklılaştırarak başlanır. formula_22 zamanından formula_23, formula_25 vektörü başlangıcını orijinde tutar ve formula_29 açısıyla dönerek başını formula_30 dik yönünde formula_14 mesafesi kadar hareket ettirir ve formula_32, formula_33 'nin bir türevini verir. Artık yörüngede dönen cismin hızı ve ivmesi bulunabilir. formula_25 ve formula_33 katsayıları radyal ve enine yönlerdeki ivmeleri verir. Belirtildiği gibi, yerçekimi nedeniyle bu ilkini Newton formula_38 olarak verir ikincisi ise sıfırdır.Denklem (2), parçalara göre entegrasyon kullanılarak yeniden düzenlenebilir. Yörüngedeki nesne çakılmadığı sürece sıfır olmadığı için bu değer formula_13 ile çarpılabilir. Bu durumda türevin sıfır olması fonksiyonun sabit olduğunu gösterir.Bu aslında Kepler'in ikinci yasasının teorik kanıtıdır (Bir gezegen ile Güneş'i birleştiren bir çizgi, eşit zaman aralıklarında eşit alanları süpürür). Bütünleşme sabiti olan "h", birim kütle başına düşen açısal momentumdur. Denklem (1)'den bir yörünge denklemi elde edilebilmesi için zamanın elimine edilmesi gerekmektedir. (Ayrıca Binet denklemine bakınız.) Kutupsal koordinatlarda bu, yörüngedeki nesnenin merkeze olan uzaklığını formula_41 açısının bir fonksiyonu olarak ifade edecektir formula_14 . Ancak, formula_43 yardımcı değişkenini tanıtmak ve formula_44'yi formula_14'nın bir fonksiyonu olarak ifade etmek daha kolaydır. formula_13'nin zamana göre türevleri, formula_47'nin açıya göre türevleri olarak yeniden yazılabilir. Bunları (1)'e eklemek şunu sağlar: Dolayısıyla, yerçekimi kuvveti için - ya da daha genel olarak, "herhangi bir" ters kare kuvvet yasası için - denklemin sağ tarafı bir sabit haline gelir ve denklemin harmonik denklem olduğu görülür (bağımlı değişkenin orijininin kaymasına kadar). Çözüm şudur: Burada "A" ve "θ"0 rassal sabitlerdir. Cismin yörüngesinin bu sonuç denklemi, odak noktalarından birine göre Kutupsal formdaki bir elipsin denklemidir. Bu,formula_53 dış merkezlik, formula_54 yarı büyük eksen olmak üzere daha standart bir forma sokulur. Son olarak formula_55 olarak alındığında elipsin uzun ekseni pozitif "x" koordinatı boyunca uzanır. İki cisimli sistem torkun etkisi altında olduğunda, açısal momentum "h" sabit değildir. Aşağıdaki hesaplamadan sonra: iki cisimli sistemin Sturm-Liouville denklemi elde edilir. Göreli yörüngesel hareket. Yörünge mekaniğinin yukarıdaki klasik (Newtoncu) analizi, genel göreliliğin çerçeve sürüklenmesi ve yerçekimsel zaman genişlemesi gibi daha ince etkilerinin ihmal edilebilir olduğunu varsayar. Çok büyük kütleli cisimlerin yakınında (Merkür'ün Güneş etrafındaki yörüngesinin presesyonunda olduğu gibi) veya aşırı hassasiyet gerektiğinde (GPS uyduları için yörünge elemanlarının ve zaman sinyali referanslarının hesaplanmasında olduğu gibi) göreceli etkiler ihmal edilebilir olmaktan çıkar. Yörünge düzlemleri. Buraya kadar yapılan analiz iki boyutludur; uzayda sabitlenmiş bir düzlemde bozulmamış bir yörüngenin iki boyutlu olduğu ortaya çıkmıştır ve bu nedenle üç boyuta genişletme, iki boyutlu düzlemin ilgili gezegensel cismin kutuplarına göre gerekli açıya döndürülmesini gerektirir. Bunu üç boyutta yapmak için rotasyon, benzersiz bir şekilde belirlemek için üç sayı gerektirir; geleneksel olarak bunlar üç açı olarak ifade edilir. Yörünge periyodu. Yörünge periyodu, yörüngedeki bir cismin bir yörüngeyi tamamlamak için ne kadar zaman harcadığıdır. Yörüngeleri tespit etmek. Bir cisim etrafındaki Kepler yörüngesini belirlemek için altı parametre gerekir. Örneğin, cismin başlangıç konumunu belirleyen üç sayı ile hızını belirleyen üç değer, zaman içinde ileriye (veya geriye) doğru hesaplanabilen benzersiz bir yörünge tanımlayacaktır. Ancak, geleneksel olarak kullanılan parametreler biraz farklıdır. Geleneksel olarak kullanılan yörünge elemanları kümesi, Johannes Kepler ve yasalarından sonra Kepleryan elemanlar kümesi olarak adlandırılır. Kepleryan elemanlar altı tanedir: Temelde, bir cismin yörünge elemanları bilindiğinde, konumu zaman içinde sonsuza kadar ileriye ve geriye doğru hesaplanabilir. Ancak pratikte, yörüngeler varsayılan bir noktasal kaynaktan gelen basit yerçekiminden başka kuvvetler tarafından etkilenir veya tedirgin edilir (bir sonraki bölüme bakınız) ve dolayısıyla yörünge elemanları zamanla değişir. Tedirginlik. Yörünge tedirginliği, ana kütleçekim cisminin genel kuvvetinden veya ortalama itkisinden çok daha küçük olan ve yörüngedeki iki cismin dışında bulunan bir kuvvet veya itkinin, yörüngenin parametrelerini zaman içinde değiştiren bir ivmeye neden olmasıdır. Radyal, ters yönlü veya enine tedirginlikler. Yörüngedeki bir cisme verilen küçük bir radyal itki eksantrikliği değiştirir, ancak yörünge periyodunu değiştirmez (birinci dereceden). İleriye veya geriye doğru bir itme (yani yörünge hareketi boyunca uygulanan bir itme) hem eksantrikliği hem de yörünge periyodunu değiştirir. Özellikle, enberideki ters yönlü bir itki enötedeki irtifayı yükseltirken, ters yönlü bir itki bunun tam tersini yapar. Enine bir itme (yörünge düzleminin dışında) periyodu veya dış merkezliği değiştirmeden yörünge düzleminin dönmesine neden olur. Her durumda, kapalı bir yörünge yine de tedirginlik noktasıyla kesişecektir. Yörünge bozunumu. Eğer bir yörünge belirgin bir atmosfere sahip bir gezegensel cisim etrafında ise, sürüklenme nedeniyle bozulabilir. Özellikle her enberi noktasında, cisim atmosferik sürüklenmeye maruz kalır ve enerji kaybeder. Her seferinde yörünge daha az eksantrik (daha dairesel) hale gelir çünkü cisim tam da enerjinin maksimum olduğu anda kinetik enerji kaybeder. Bu, bir sarkacın en düşük noktasında yavaşlatılmasının etkisine benzer; sarkacın salınımının en yüksek noktası daha alçak olur. Birbirini izleyen her yavaşlama ile yörünge yolunun daha büyük bir kısmı atmosferden etkilenir ve etki daha belirgin hale gelir. Sonunda etki o kadar büyük hale gelir ki, maksimum kinetik enerji yörüngeyi atmosferik sürükleme etkisinin sınırlarının üzerine çıkarmaya yetmez. Bu gerçekleştiğinde cisim hızla aşağıya doğru spiral çizecek ve merkezi cisimle kesişecektir. Bir atmosferin sınırları oldukça değişkendir. Maksimum güneş enerjisi sırasında Dünya'nın atmosferi minimum güneş enerjisi sırasında olduğundan yüz kilometre daha fazla sürüklenmeye neden olur. Uzun iletken bağlara sahip bazı uydular da Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan elektromanyetik sürüklenme nedeniyle yörünge bozulması yaşayabilir. Tel manyetik alanı kestiğinde bir jeneratör gibi davranarak elektronları bir uçtan diğerine taşır. Yörünge enerjisi telin içinde ısıya dönüştürülür. Yörüngeler, yolunun bir noktasında cismin kinetik enerjisini değiştiren roket motorları kullanılarak yapay olarak etkilenebilir. Bu, kimyasal ya da elektrik enerjisinin kinetik enerjiye dönüştürülmesidir. Bu şekilde yörünge şekli ya da yönündeki değişiklikler kolaylaştırılabilir. Bir yörüngeyi yapay olarak etkilemenin bir başka yöntemi de güneş yelkenleri ya da manyetik yelkenler kullanmaktır. Bu itici güç biçimleri Güneş'ten başka hiçbir itici yakıt ya da enerji girdisi gerektirmez ve bu nedenle süresiz olarak kullanılabilir. Yörünge bozulması, yörüngesinde döndükleri cismin eşzamanlı yörüngesinin altındaki cisimler için gelgit kuvvetleri sonucunda oluşabilir. Yörüngedeki cismin yerçekimi ana cisimde gelgit şişkinlikleri yaratır ve eşzamanlı yörüngenin altında kalan yörüngedeki nesne ana cismin yüzeyinden daha hızlı hareket ettiğinden şişkinlikler kısa bir açıyla ana cismin gerisinde kalır. Çıkıntıların yerçekimi ana-uydu ekseninin biraz dışındadır ve dolayısıyla uydunun hareketiyle birlikte bir bileşene sahiptir. Yakın şişkinlik cismi, uzak şişkinliğin hızlandırdığından daha fazla yavaşlatır ve sonuç olarak yörünge bozulur. Tersine, uydunun çıkıntılar üzerindeki yerçekimi ana cisme tork uygular ve dönüşünü hızlandırır. Yapay uydular yörüngelerinde döndükleri gezegenler üzerinde kayda değer bir gelgit etkisi yaratamayacak kadar küçüktür, ancak Güneş Sistemi'ndeki birkaç uydu bu mekanizma ile yörünge bozunumuna uğramaktadır. Mars'ın en içteki uydusu Phobos bunun en iyi örneğidir ve 50 milyon yıl içinde ya Mars'ın yüzeyine çarpması ya da bir halka şeklinde parçalanması beklenmektedir. Yörüngeler kütleçekim dalgalarının yayılması yoluyla bozulabilir. Bu mekanizma çoğu yıldız nesnesi için son derece zayıftır, yalnızca birbirlerinin etrafında dönen kara delikler veya nötron yıldızları gibi aşırı kütle ve aşırı ivmenin bir arada olduğu durumlarda önemli hale gelir. Basıklık. Yörüngede dönen cisimlerin standart analizi, tüm cisimlerin tekdüze kürelerden ya da daha genel olarak her biri tekdüze yoğunlukta eş merkezli kabuklardan oluştuğunu varsayar. Bu tür cisimlerin kütleçekimsel olarak noktasal kaynaklara eşdeğer olduğu gösterilebilir. Ancak gerçek hayatta birçok cisim kendi etrafında dönmekte ve bu da kütleçekim alanını basıklaştırarak bozmakta ve kütleçekim alanına, cismin yarıçapı ile kıyaslanabilecek mesafelerde önemli olan bir dört kutuplu momenti kazandırmaktadır. Genel durumda, örneğin bir gezegen gibi dönen bir cismin yerçekimi potansiyeli genellikle küresel simetriden sapmaları hesaba katan çok kutuplu olarak genişletilir. Uydu dinamiği açısından, yörünge periyodundan daha uzun zaman aralıklarında kümülatif olan seküler yörünge tedirginlikleri yarattıklarından, çift bölgeli harmonik katsayılar veya çift bölgeli katsayılar özel bir öneme sahiptir. Bunlar cismin uzaydaki simetri ekseninin yönelimine bağlıdır ve yarı büyük eksen haricinde genel olarak tüm yörüngeyi etkiler. Çoklu kütleçekimsel nesneler. Diğer yerçekimi cisimlerinin etkileri de önemli olabilir. Örneğin, Ay'ın yörüngesi, Dünya'nın yanı sıra Güneş'in yerçekiminin etkisine imkan vermeden doğru bir şekilde tanımlanamaz. Yaklaşık bir sonuç, cisimlerin daha ağır bir gezegen ya da ayın etrafında, bu tedirginliklere rağmen, daha ağır cismin Hill küresi içinde dengeli bir yörüngede dönüyor olmaları koşuluyla, genellikle makul ölçüde istikrarlı yörüngelere sahip olacaklarıdır. İkiden fazla kütleçekimi etkisine sahip cisimler söz konusu olduğunda bu durum n-cisim problemi olarak adlandırılır. Bazı özel durumlar formüle edilmiş olsa da çoğu n-cisim probleminin kapalı formda çözümü yoktur. Işık radyasyonu ve yıldızlararası rüzgar. Özellikle küçük cisimler için, ışık ve yıldız rüzgarı cismin duruşunda ve hareket yönünde önemli bozulmalara neden olabilir ve zaman içinde kayda değer olabilir. Gezegensel cisimler arasında asteroitlerin hareketi özellikle asteroitler Güneş'e bağlı olarak dönerken büyük zaman aralıklarında etkilenir. Olağandışı yörüngeler. Matematikçiler periyodik olarak tekrar eden eliptik olmayan yörüngelerde birden fazla cismin bulunmasının prensipte mümkün olduğunu keşfetmişlerdir, ancak bu tür yörüngelerin çoğu kütle, konum veya hızdaki küçük tedirginlikler açısından kararlı değildir. Bununla birlikte, üç hareketli cisim tarafından doldurulan düzlemsel bir sekiz rakamı yörüngesi de dahil olmak üzere bazı özel kararlı durumlar tanımlanmıştır. Daha ileri çalışmalar, düzlemsel olmayan yörüngelerin de mümkün olduğunu keşfetmiştir; bunlardan biri, topolojik olarak bir küboktahedronun kenarlarına eşdeğer 4 kabaca dairesel, birbirine kenetlenmiş yörüngede hareket eden 12 kütleyi içermektedir. Bu tür yörüngelerin evrende doğal olarak bulunmasının, gerekli koşulların tesadüfen oluşma ihtimalinin düşük olması nedeniyle son derece düşük bir olasılık olduğu düşünülmektedir. Astrodinamik. Yörünge mekaniği veya astrodinamik, balistik ve gök mekaniğinin roketlerin ve diğer uzay araçlarının hareketiyle ilgili pratik sorunlara uygulanmasıdır. Bu nesnelerin hareketi genellikle Newton'un hareket yasalarından ve Newton'un evrensel çekim yasasından hesaplanır. Uzay görevi tasarımı ve kontrolünde temel bir disiplindir. Gök mekaniği, uzay araçları ve yıldız sistemleri, gezegenler, uydular ve kuyruklu yıldızlar gibi doğal astronomik cisimler de dahil olmak üzere yerçekimi etkisi altındaki sistemlerin yörünge dinamiklerini daha geniş bir şekilde ele alır. Yörünge mekaniği, yörünge manevraları, yörünge düzlemi değişiklikleri ve gezegenler arası transferler dahil olmak üzere uzay aracı yörüngelerine odaklanır ve görev planlayıcıları tarafından itici manevraların sonuçlarını tahmin etmek için kullanılır. Genel görelilik, yörüngeleri hesaplamak için Newton yasalarından daha kesin bir teoridir ve bazen daha fazla doğruluk için veya yüksek yerçekimi durumlarında (Güneş'e yakın yörüngeler gibi) gereklidir. Kütleçekim ölçeği. Kütleçekim sabiti G şu şekilde hesaplanmıştır: Böylece sabit, yoğunluk−1 zaman−2 boyutuna sahiptir. Bu, aşağıdaki özelliklere karşılık gelir. Mesafelerin ölçeklendirilmesi (yoğunlukları aynı tutarken cisimlerin boyutları da dahil olmak üzere) zamanı ölçeklendirmeye gerek kalmadan benzer yörüngeler verir: örneğin mesafeler yarıya indirilirse, kütleler 8'e, yerçekimi kuvvetleri 16'ya ve yerçekimi ivmeleri 2'ye bölünür. Dolayısıyla hızlar yarıya iner ve yörünge süreleri ve yerçekimiyle ilgili diğer seyahat süreleri aynı kalır. Örneğin, bir nesne bir kuleden bırakıldığında, yere düşmesi için geçen süre, Dünya'nın ölçekli bir modeli üzerinde kulenin ölçekli bir modeli ile aynı kalır. Kütleleri aynı tutarak mesafeleri ölçeklendirmek (noktasal kütleler söz konusu olduğunda veya yoğunlukları ayarlayarak) benzer yörüngeler verir; mesafeler 4 ile çarpılırsa, çekim kuvvetleri ve ivmeler 16'ya bölünür, hızlar yarıya iner ve yörünge periyotları 8 ile çarpılır. Tüm yoğunluklar 4 ile çarpıldığında, yörüngeler aynıdır; yerçekimi kuvvetleri 16 ile ve ivmeler 4 ile çarpılır, hızlar iki katına çıkar ve yörünge periyotları yarıya iner. Tüm yoğunluklar 4 ile çarpıldığında ve tüm boyutlar yarıya indirildiğinde, yörüngeler benzerdir; kütleler 2'ye bölünür, yerçekimi kuvvetleri aynıdır, yerçekimi ivmeleri iki katına çıkar. Dolayısıyla hızlar aynıdır ve yörünge periyotları yarıya iner. Tüm bu ölçeklendirme durumlarında, yoğunluklar 4 ile çarpılırsa, süreler yarıya iner; hızlar iki katına çıkarılırsa, kuvvetler 16 ile çarpılır. Bu özellikler aşağıdaki formülde gösterilmiştir (yörünge periyodu formülünden türetilmiştir) Yarıçapı "r" ve ortalama yoğunluğu "ρ" olan küresel bir cismin etrafındaki küçük bir cismin yarı büyük ekseni "a" olan eliptik bir yörüngesi için, burada "T" yörünge periyodudur. Patentler. Belirli yörüngelerin veya yörünge manevralarının belirli faydalı amaçlara uygulanması patentlere konu olmuştur. Kütleçekim kilidi. Bazı cisimler diğer cisimlerle gelgitsel olarak kilitlenmiştir, yani gök cisminin bir tarafı sürekli olarak ev sahibi cisme dönüktür. Dünya-Ay ve Pluto-Charon sistemi için durum böyledir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11633", "len_data": 32458, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.31 }
Dış merkezlik kavramı ili ilgili olarak birden fazla madde bulunmaktadır:
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11634", "len_data": 73, "topic": "EDUCATION_ACADEMIA", "quality_score": 2.13 }
Gökbilimde, bir yörüngenin eğikliği, o yörüngenin içinde bulunduğu düzlemin referans olarak alınan bir düzlemle yaptığı açıya verilen addır ve derece cinsinden ifade edilir. Referans düzlemi olarak genellikle etrafında dolanılan 'merkezi cisim'in ekvator düzlemi alınır. Örneğin Satürn'in uydusu Phoebe'nin yörünge eğikliği, Phoebe'nin yörünge düzlemi ile Satürn'ün ekvator düzlemi arasındaki açıya eşittir. 90 derecenin üzerindeki eğiklikler 'dolanan cisim'in 'ters yönde hareketli bir yörünge'ye sahip olduğu, yani yörüngesi boyunca 'merkezi cisim'in kendi etrafında döndüğü yönün aksi istikamette ilerlediği anlamına gelir. "Phoebe'nin yörünge eğikliği 174,8 derecedir" dendiğinde, bu Phoebe'nin Satürn'ün ekvator düzlemine (180-174,8) 5,2 derece açı yapan bir düzlemde ve Satürn'ün dönüş yönünün tersine doğru hareket ettiği anlaşılır. Güneş Sistemi'ndeki gezegenlerin ve doğrudan Güneş'in uydusu olan gökcisimlerinin Güneş çevresindeki yörüngelerinin eğiklikleri hesaplanırken bu kurala uyulmaz, merkezi cisim olan Güneş'in ekvator düzlemi yerine Yer'in Güneş etrafındaki yörüngesinin düzlemi olan tutulum düzlemi referans olarak alınır. Bu, söz konusu cisimlerin hareketlerini daha kolay değerlendirebilmek için yapılmış bir seçimdir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11635", "len_data": 1240, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.28 }
Astrodinamikte, bir astronomik cismin yörünge eksantrikliği (dış merkezlilik), başka cisim etrafındaki yörüngesinin mükemmel bir daireden ne kadar saptığını belirleyen boyutsuz bir parametredir. 0 değeri dairesel yörünge olup 0 ile 1 arasındaki değerler eliptik bir yörünge çizer, 1 ise parabolik kaçış yörüngesi (veya yakalama yörüngesidir) ve 1'den büyük değerler hiperboldür. Her Kepler yörüngesi bir konik kesit olduğundan, terim adını konik kesitlerin parametrelerinden alır. Normalde izole edilmiş iki cisim problemi için kullanılır, ancak Galaksi boyunca bir rozet yörüngesini takip eden nesneler için uzantılar da vardır. Tanım. Ters-kare-yasa kuvvetine sahip iki cisim probleminde, her yörünge bir Kepler yörüngesidir. Bu Kepler yörüngesinin eksantrikliği, şeklini tanımlayan negatif olmayan bir sayıdır. Eksantriklik aşağıdaki değerleri alabilir: Dairesel yörünge: e = 0 Eliptik yörünge: 0 < e < 1 Parabolik yörünge: e = 1 Hiperbolik yörünge: e > 1 Eksantriklik (e) şu şekilde hesaplanır: Burada toplam yörünge enerjisi, açısal momentum, indirgenmiş kütle ve klasik fizikteki yerçekimi veya elektrostatik teorisinde olduğu gibi ters-kare yasası merkezi kuvvet katsayısıdır: veya yerçekimi kuvveti durumunda; burada özgül yörünge enerjisi (toplam enerjinin indirgenmiş kütleye bölümü), toplam kütleye dayalı standart yerçekimi parametresi ve özgül göreli açısal momentumdur (açısal momentumun indirgenmiş kütleye bölümü). 0'dan 1'e kadar olan e değerleri için yörüngenin şekli giderek uzayan (veya düzleşen) bir elipstir; 1'den sonsuza kadar olan e değerleri için yörünge, 180'den 0 dereceye azalan 2 arccsc(e) toplam dönüş yapan bir hiperbol dalıdır. Burada toplam dönüş, dönüş sayısına benzer ancak açık eğriler (hız vektörü tarafından kapsanan açıdır) içindir. Elips ve hiperbol arasındaki sınır durum, e=1 olduğundaki paraboldür. Radyal yörüngeler, eksantrikliğe göre değil yörüngenin enerjisine göre eliptik, parabolik veya hiperbolik olarak sınıflandırılır. Radyal yörüngelerin açısal momentumu sıfırdır dolayısıyla bire eşit eksantrikliği vardır. Enerji sabit tutulup açısal momentum azaltıldığında eliptik, parabolik ve hiperbolik yörüngelerin her biri karşılık gelen radyal yörünge tipine yönelirken e=1' e yönelir (veya parabolik durumda 1 olarak kalır). İtici bir kuvvet için, radyal versiyon da dahil olmak üzere sadece hiperbolik yörünge geçerlidir. Eliptik yörüngeler için basit bir kanıt; formula_5'nin mükemmel dairenin eksantrikliği "e" olan elips'e izdüşüm açısı verdiğini gösterir. Örneğin, Merkür gezegeninin eksantrikliğini ("e" = 0,2056) görmek üzere, 11,86 derece izdüşüm açısını bulmak için ters sinüsü hesaplamak yeterlidir. Sonra herhangi dairesel nesneyi bu açıyla eğildiğinde, izleyicinin gözüne yansıtılan bu nesnenin görünen elipsi aynı eksantrikliğe sahip olur. Örnekler. Dünya'nın yörünge eksantrikliği yaklaşık 'dir ve yörüngesi neredeyse daireseldir. Venüs ve Neptün'ün eksantriklikleri daha da azdır. Yüz binlerce yıl boyunca Dünya yörünge eksantrikliği, gezegenler arasındaki yerçekiminin sonucunda yaklaşık ile neredeyse 0,058 arasında değişmiştir. Tabloda tüm gezegenler ve cüce gezegenler ile seçilmiş asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve uydular için değerler listelenmektedir. Merkür'ün, Güneş Sistemi'ndeki herhangi bir gezegenden daha büyük yörünge eksantrikliği vardır ("e" = ). Bu eksantriklik, Merkür'ün perihelion'da aphelion'a kıyasla iki kat daha fazla güneş radyasyonu alması için yeterlidir. 2006'da gezegen statüsünden düşürülmeden önce, Plüton en eksantrik yörüngeli gezegen olarak kabul ediliyordu ("e" = 0,248). Diğer Neptün ötesi nesneler, özellikle cüce gezegen Eris (0,44) eksantrikliğ vardır. Daha da uzaktaki Sedna'nın tahmini 937 AU enöte ve yaklaşık 76 AU enberi nedeniyle gibi çok büyük eksantrikliği vardır. Güneş Sistemi'ndeki asteroitlerin çoğunun yörünge eksantriklikleri 0 ile 0,35 arasında olup ortalama değer 0,17'dir. Nispeten büyük eksantriklikleri muhtemelen Jüpiter'in etkisinden ve geçmişteki çarpışmalardan kaynaklanır. Ay'ın değeri olup, Güneş Sistemi'nin büyük uyduları arasında en eksantriklisidir. Dört Galilei uydusunun eksantrikliği 0,01'den daha azdır. Neptün'ün en büyük uydusu Triton'un eksantrikliği 'dir. (), Güneş Sistemi'ndeki bilinen uydular arasında en küçük eksantrikli olandır; yörüngesi mükemmel bir daire gibidir. Ancak, daha küçük uyduların, özellikle Neptün'ün üçüncü büyük uydusu Nereid (0,75) gibi düzensiz uyduların önemli eksantriklikleri olabilir. Kuyruklu yıldızlar çok farklı eksantrik değerlidir. Periyodik kuyruklu yıldızların eksantriklikleri çoğunlukla 0,2 ile 0,7 arasındadır ancak bazılarının eksantriklikleri 1'in biraz altında olup oldukça eksantrik eliptik yörüngelidir; örneğin Halley Kuyruklu Yıldızı 0,967 değerlidir. Periyodik olmayan kuyruklu yıldızlar neredeyse parabolik yörünge izler ve bu nedenle 1'e daha da yakın eksantriklikleri vardır. 0,995 değerli Hale-Bopp kuyruklu yıldızı ve değerli C/2006 P1 (McNaught) kuyruklu yıldızı bunun örekleridir. Hale–Bopp'un değeri 1'den küçük olduğunda yörüngesi eliptiktir ve sisteme geri dönecektir. McNaught gezegenlerin etkisi altındayken hiperbolik bir yörüngeliidir ancak yine de yaklaşık 105 yıllık bir yörünge periyoduyla Güneş'e bağlıdır. C/1980 E1 Kuyruklu Yıldızı 1,057 eksantriklik ile Güneş kökenli bilinen hiperbolik kuyruklu yıldızlar arasında en büyük eksantrikliğe sahiptir,<ref name="C/1980E1-jpl"></ref> ve sonunda Güneş Sistemi'ni terk edecektir. ʻOumuamua, Güneş sistemi'nden geçtiği tespit edilen ilk yıldızlararası nesne'dir. Yörünge dış merkezliliğinin 1,20 olması, ʻOumuamua'nın Güneş'e hiçbir zaman kütleçekimsel olarak bağlı olmadığını gösterir. Dünya'dan 0,2 AU ( km;  mi) uzaklıkta keşfedilmiştir ve yaklaşık 200 metre çapındadır. Yıldızlararası hızı (sonsuzdaki hızı) 26,33 km/s ( mph)'dir. Ortalama eksantriklik. Bir nesnenin ortalama eksantrikliği, belirli bir zaman aralığında pertürbasyonlar sonucu oluşan ortalama eksantrikliktir. Neptün'ün halen anlık (güncel devir) eksantrikliği vardır ancak 1800'den 2050'ye kadar ortalama eksantriklik 'dur. İklimsel etki. Yörünge mekaniği, mevsimlerin süresinin Dünya'nın yörüngesinin gündönümleri ve ekinokslar arasında taranan alanıyla orantılı olmasını gerektirir. Bu nedenle yörünge eksantrikliği aşırı olduğunda, yörüngenin uzak tarafında (enöte) meydana gelen mevsimlerin süresi çok daha uzun olabilir. Kuzey yarımkürede sonbahar ve kış, Dünya'nın maksimum hızda hareket ettiği en yakın yaklaşmada (enberi) meydana gelirken, güney yarımkürede bunun tam tersi olur. Sonuçta, kuzey yarımkürede sonbahar ve kış, ilkbahar ve yazdan biraz daha kısadır; ancak küresel anlamda bu durum ekvatorun altında daha uzun olmaları ile dengelenir. 2006 yılında Milankovitch döngüleri nedeniyle kuzey yarımkürede yaz, kıştan 4,66 gün, ilkbahar ise sonbahardan 2,9 gün daha uzundu. Kubbemsi yalpalanma da Dünya'nın yörüngesinde gündönümlerini ve ekinoksların oluştuğu yeri yavaşça değiştirir. Bu, yörüngesel salınım da denilen dönme ekseninde değil, Dünya'nın yörüngesindeki yavaş bir değişimdir. Önümüzdeki yıl boyunca, kuzey yarımkürede kışlar giderek uzayacak ve yazlar kısalacaktır. Ancak, bir yarımküredeki soğuma etkisi diğer yarımküredeki ısınma ile dengelenecek ve Dünya'nın yörüngesinin eksantrikliğinin neredeyse yarı yarıya azalacak olması nedeniyle genel değişikliklere karşı koyulacaktır. Bu durum ortalama yörünge yarıçapını azaltacak ve her iki yarımküredeki sıcaklıkları orta buzul zirvesine yaklaştıracaktır. Dış Gezegenler. Keşfedilen birçok ötegezegenin çoğu Güneş sistemi'ndeki gezegenlerden daha çok yörünge eksantriklikleri vardır. Az yörünge eksantrikliği olan (dairesele yakın yörüngeler) ötegezegenler yıldızlarına çok yakındır ve yıldıza kütleçekim kilidi durumdadır. Güneş Sistemi'ndeki sekiz gezegenin tümü dairesele yakın yörüngeliidir. Keşfedilen ötegezegenler, alışılmadık derecede az eksantriklikte Güneş Sistemi'nin nadir ve benzersiz olduğunu gösterir. Bir teori bu az eksantrikliği Güneş Sistemi'ndeki çok sayıda gezegene bağlarken; bir diğeri bunun benzersiz asteroit kuşakları nedeniyle ortaya çıktığını öne sürer. Başka çok gezegenli sistemler de bulunmuştur ancak hiçbiri Güneş Sistemi'ne benzemez. Güneş Sistemi, gezegenlerin neredeyse dairesel yörüngeli olmasına yol açan benzersiz planetesimal sistemlere sahiptir. Güneş sistemindeki gezegenimsi sistemler asteroid kuşağı, Hilda ailesi, Kuiper kuşağı, Hills bulutu ve Oort bulutu'nu içerir. Keşfedilen ötegezegen sistemlerinde ya hiç gezegenimsi sistem yoktur ya da çok büyük bir tane vardır. Yaşanabilirlik özellikle de gelişmiş yaşam için az eksantriklik gereklidir. Çok sayıda gezegen sistemlerinin yaşanabilir ötegezegenleri olma olasılığı daha çoktur. Güneş Sistemi'ne ilişkin Büyük göç hipotezi, dairesel yörüngelerini ve diğer benzersiz özelliklerini anlamaya da yardımcı olur.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11636", "len_data": 8826, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.22 }
Tutulum, ekliptik veya tutulum düzlemi ya da ekliptik düzlem, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörünge düzlemidir. Dünya'da bulunan bir gözlemcinin bakış açısından, Güneş'in bir yıl boyunca gök küre etrafındaki hareketi, yıldızların arka planına karşı ekliptik boyunca bir yol izler. Ekliptik önemli bir referans düzlemidir ve ekliptik koordinat sisteminin temelidir. Güneş'in görünür hareketi. Ekliptik, Güneş'in bir yıl boyunca izlediği görünür yoldur. Dünya'nın Güneş'in etrafında dönmesi bir yıl sürdüğü için, Güneş'in görünen konumunun ekliptik etrafında tam bir tur atması da bir yıl sürer. Bir yıl 365 günden biraz daha fazla olduğundan, Güneş her gün 1°'den biraz daha az bir açıyla doğuya doğru hareket eder. Güneş'in yıldızlara göre konumundaki bu küçük fark, Dünya üzerindeki herhangi bir noktanın Güneş'e her gün, Dünya'nın yörüngesinde dönmemesi durumunda olacağından yaklaşık dört dakika daha geç yetişmesine (ve doğrudan kuzeyinde veya güneyinde durmasına) neden olur; bu nedenle Dünya'da bir gün yaklaşık 23 saat 56 dakikalık güneş günü yerine 24 saat uzunluğundadır. Bu basitleştirme de yine Güneş etrafında aynı hızda dönen varsayımsal bir Dünya'ya dayanmaktadır. Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğü gerçek hız yıl içinde bir miktar değişir, dolayısıyla Güneş'in ekliptik boyunca hareket ediyormuş gibi göründüğü hız da değişkenlik gösterir. Örneğin, Güneş her bir yılın yaklaşık 185 gününde gök ekvatorunun kuzeyinde, yaklaşık 180 gününde ise güneyindedir. Yörünge hızının değişimi zaman eşitliğinin bir bölümünü oluşturur. Dünya'nın Dünya-Ay çift merkezi etrafındaki hareketi nedeniyle, Güneş'in görünen yolu yaklaşık bir aylık bir periyotla hafifçe yalpalar. Güneş Sistemi'nin diğer gezegenleri tarafından yaratılan diğer tedirginlikler nedeniyle, Dünya-Ay çiftmerkezi karmaşık bir şekilde ortalama bir konum etrafında hafifçe salınır. Gök ekvatoru ile olan ilişkisi. Dünya'nın eksen eğikliğinin kendi yörünge düzlemine dik açı yapmaması nedeniyle, ekvator düzlemi ekliptik düzlem ile eş düzlemsel değildir. Ekvator düzlemi bu yüzden ekliptiğe göre yaklaşık 23,4°'lik bir açıda eğimlidir. Eğer Dünya'nın ekvatorunun gök kürenin dışına doğru izdüşümü alınarak gök ekvatoru oluşturulursa, bu düzlemler gündönümü(en uzun gün/gece) ile ekinokslar(gece ve gündüzün eşitliği) adı verilen iki noktada kesişir. Güneş, ekliptik boyunca yaptığı görünür hareketinde, gök ekvatorunu biri güneyden kuzeye, diğeri kuzeyden güneye olmak üzere iki noktada keser. Güneyden kuzeye geçiş, Koç takımyıldızının ilk noktası ve gök ekvatoru üzerinde ekliptiğin yükselen düğümü (İng. "ascending node") olarak da bilinen Mart ekinoksu olarak adlandırılır. Kuzeyden güneye geçiş ise Eylül ekinoksu veya alçalan (İng. de"scending") düğümdür. Dünya'nın ekseninin ve ekvatorunun yönü uzayda sabit değildir, ancak ekliptiğin kutupları etrafında yaklaşık 26.000 yıllık bir periyotla döner, bu süreç Ay ve Güneş'in Dünya'nın ekvator şişkinliği üzerindeki çekim etkisinden kaynaklandığı için Ay-Güneş devinimi (İng. "lunisolar precession") olarak bilinir. Aynı şekilde, ekliptiğin kendisi de sabit değildir. Güneş Sistemi'nin diğer cisimlerinin oluşturduğu kütleçekimsel tedirginlikler, Dünya'nın yörünge düzleminde ve dolayısıyla ekliptikte, gezegensel devinim olarak bilinen çok daha küçük bir harekete neden olur. Bu iki hareketin birleşik etkisi genel biçimde devinim olarak adlandırılır ve ekinoksların konumunu yılda yaklaşık 50 yay saniyesi (yaklaşık 0,014°) değiştirir. Burada yine bir basitleştirme söz konusudur. Ay'ın periyodik hareketleri ve Güneş'in (gerçekte Dünya'nın kendi yörüngesindeki) görünür periyodik hareketleri, Dünya'nın ekseninde ve dolayısıyla gök ekvatorunda üğrüm olarak bilinen kısa süreli küçük genlikli periyodik salınımlara neden olur. Bu durum ekinoksların konumuna düzenli bir bileşen daha ekler; gök ekvatoru ve (Mart) ekinoksunun tam olarak güncellenmiş devinim ve üğrümlü konumları gerçek ekvator ve ekinoks olarak adlandırılır; üğrümsüz konumlar ise ortalama ekvator ve ekinoks olarak tanımlanır. Ekliptiğin eğikliği. Ekliptiğin eğikliği, astronomlar tarafından Dünya'nın ekvatorunun ekliptiğe göre eğimi veya Dünya'nın dönüş ekseninin ekliptiğe dik bir noktaya göre eğimi için kullanılan terimdir. Yaklaşık 23,4°'dir ve şu anda gezegensel tedirginlikler nedeniyle her yüz yılda 0,013 derece (47 arksaniye) küçülmektedir. Eğikliğin açısal değeri, Dünya'nın ve diğer gezegenlerin hareketlerinin uzun yıllar boyunca gözlemlenmesiyle elde edilir. Astronomlar, gözlemlerin doğruluğu ve dinamiklerin anlaşılması arttıkça yeni temel dönemler üretirler ve bu dönemlerden eğiklik de dahil olmak üzere çeşitli astronomik değerler türetilir. Güneş Sistemi'nin düzlemi. Güneş Sistemi'nin başlıca cisimlerinin çoğu Güneş'in etrafında neredeyse aynı düzlemde dönmektedir. Bunun nedeni büyük olasılıkla Güneş Sistemi'nin bir ön gezegen diskinden meydana gelmiş olmasıdır. Bu diskin günümüzdeki olası en yakın gösterimi Güneş Sistemi'nin değişmez düzlemi olarak bilinir. Dünya'nın yörüngesi ve dolayısıyla ekliptik, değişmez düzleme 1°'den biraz daha fazla eğimlidir, Jüpiter'in yörüngesi ½°'den biraz daha fazla eğimlidir ve diğer büyük gezegenlerin hepsi ise yaklaşık 6° eğimlidir. Bu nedenle, Güneş Sistemi cisimlerinin çoğu gökyüzünde ekliptiğe çok yakın görünür. Değişmez düzlem, tüm Güneş Sistemi'nin açısal momentumu ile tanımlanır, esasen sistemdeki tüm cisimlerin yörüngesel ve dönme açısal momentumlarının vektörel toplamıdır; bu toplamın %60'ından fazlası Jüpiter'in yörüngesinden kaynaklanmaktadır. Bu toplam, sistemdeki her cismin hassas bir şekilde bilinebilmesini gerektirdiğinden bir miktar değişken bir değer olarak kabul edilir. Değişmez düzlemin tam konumuna ilişkin belirsizlik nedeniyle ve ekliptik Güneş'in görünür hareketiyle yeterince belirgin olduğundan, ekliptik hem kesinlik hem de kolaylık açısından Güneş Sistemi'nin referans düzlemi olarak kullanılır. Değişmez düzlem yerine ekliptiği kullanmanın tek dezavantajı, jeolojik zaman ölçeklerinde, gökyüzünün uzak arka planındaki sabit referans noktalarına karşı hareket etmesidir. Göksel referans düzlemi. Ekliptik, gök küresindeki konumlar için referans olarak kullanılan iki temel düzlemden biridir, diğeri ise gök ekvatorudur. Ekliptiğe dik olan kutuplar ekliptik kutuplardır, kuzey ekliptik kutbu ekvatorun kuzeyindeki kutuptur. İki temel düzlemden ekliptik düzlem, arka plandaki yıldızlara karşı hareketsizliğe daha yakındır, gezegensel devinim nedeniyle ekliptik düzlemin bu hareketi gök ekvatorununkinin yaklaşık 1/100'ü kadardır. Ekliptik boylam ve enlem veya göksel boylam ve enlem olarak bilinen küresel koordinatlar, gök küresi üzerindeki cisimlerin ekliptiğe göre konumlarını belirtmek için kullanılır. Boylam, Mart ekinoksundan itibaren ekliptik boyunca pozitif olarak doğuya doğru 0° ila 360° arasında ölçülür, bu da Güneş'in hareket ettiği yönle aynıdır. Enlem ekliptiğe dik olarak, ekliptiğin kutuplarına doğru +90° kuzeye veya -90° güneye doğru ölçülür, ekliptiğin kendisi 0° enlemdedir. Tam bir küresel konum için bir mesafe parametresi de şarttır. Farklı nesneler için farklı mesafe birimleri kullanılır. Güneş Sistemi içinde astronomik birim kullanılırken, Dünya'ya yakın nesneler için Dünya yarıçapı veya kilometre kullanılır. Buna karşılık gelen bir sağ yönlü kartezyen koordinat sistemi de zaman zaman kullanılır; x ekseni Mart ekinoksuna, y ekseni 90° doğuya ve z ekseni kuzey ekliptik kutbuna doğru yönlendirilir; astronomik birim ise ölçü birimidir. Ekliptik koordinatlar için semboller bir ölçüde standartlaştırılmıştır; bkz. tablo. Ekliptik koordinatlar Güneş Sistemi nesnelerinin konumlarını belirlemek için elverişlidir, çünkü gezegenlerin çoğunun yörüngeleri ekliptiğe göre küçük eğimlere sahiptir ve bu nedenle gökyüzünde daima ekliptiğe göreli olarak yakın görünürler. Dünya'nın yörüngesi ve dolayısıyla da ekliptik çok az hareket ettiğinden, yıldızlara göre nispeten sabit bir referanstır. Ekinoksun devinimi nedeniyle, gök küre üzerindeki cisimlerin ekliptik koordinatları sürekli olarak değişir. Ekliptik koordinatlarda bir konum belirtmek için belirli bir ekinoksun, yani devir olarak bilinen belirli bir tarihteki ekinoksun belirtilmesi gerekir; koordinatlar o tarihteki ekinoksun yönüne atıfta bulunur. Örneğin, Astronomical Almanac 4 Ocak 2010, 0h Terrestrial Time'da Mars'ın heliosentrik konumunu şu şekilde listelemiştir: boylam 118°09′15.8″, enlem +1°43′16.7″, gerçek heliosentrik mesafe 1.6302454 AU, tarihin ortalama ekinoksu ve ekliptiği. Bu, yukarıdaki gibi, nutasyon eklenmeden 4 Ocak 2010 0h TT ortalama ekinoksunu belirtir. Tutulmalar. Ay'ın yörüngesi ekliptiğe göre sadece 5,145° eğimli olduğundan ve Güneş her zaman ekliptiğe çok yakın olduğundan, Güneş veya Ay tutulmaları her zaman ekliptik üzerinde veya yakınında meydana gelir. Ay'ın yörüngesinin eğimi nedeniyle tutulmalar Güneş ve Ay'ın her kavuşum ve karşıtlığında değil, yalnızca Ay kavuşum (yeni) ya da karşıtlık (dolunay) anında yükselen ya da alçalan bir düğüme yakın olduğunda meydana gelir. "Ekliptik" yani "tutulum" bu şekilde adlandırılmıştır, çünkü ilk insanlar tutulmaların yalnızca Ay'ın ekliptiği geçişinde meydana geldiğini keşfetmişlerdir. Ekinokslar ve gündönümleri. Ekinoksların ve gündönümlerinin kesin zamanları, Güneş'in görünen ekliptik boylamının (sapma ve nutasyon etkileri dahil) 0°, 90°, 180° ve 270° olduğu zamanlardır. Dünya'nın yörüngesindeki tedirginlikler ve takvimdeki anomaliler nedeniyle bunların tarihleri sabit değildir Takımyıldızlar. Ekliptik şu anda aşağıda sıralanmış takımyıldızlardan geçmektedir: Cetus, Orion ve Sextans takımyıldızları ekliptik üzerinde değildir, ancak Ay ve gezegenlerin zaman zaman içlerinde görünebileceği kadar yakındır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11637", "len_data": 9675, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.31 }
Geometride büyük eksen, bir elipsin en uzun çapıdır. Merkezden ve her iki odak noktasından geçen ve çevre uzunluğunun (perimetre) en uzak noktalarında sonlanan bir doğru parçasıdır. Yarı büyük eksen, en uzun yarıçap veya büyük eksenin yarısıdır ve bu nedenle merkezden bir odağa ve çevreye doğru uzanır. Bir elips veya hiperbolün yarı küçük ekseni, yarı büyük eksenle dik açı yapan ve bir ucu konik kesitin merkezinde olan bir doğru parçasıdır. Bir dairenin özel durumu için yarı eksen uzunluklarının her ikisi de dairenin yarıçapına eşittir. Bir elipsin yarı büyük ekseninin uzunluğu , yarı küçük eksenin uzunluğu ile dış merkezlik ve yarı özkiriş formula_1 (semi-latus rectum) arasında aşağıdaki gibi bir ilişki vardır: Bir hiperbolün yarı ana ekseni, kurala bağlı olarak artı veya eksi iki kol arasındaki mesafenin yarısıdır. Dolayısıyla merkezden hiperbolün herhangi bir tepe noktasına olan mesafedir. Bir odağın sabit tutulduğu, diğerinin bir yönde keyfi olarak uzağa hareket etmesine izin verildiği ve formula_1'nin sabit tutulduğu bir elips dizisinin sınırı olarak bir parabol elde edilebilir. Böylece ve sonsuza doğru yaklaşır; , 'den daha hızlıdır. Büyük ve küçük eksenler, eğrinin simetri eksenleridir . Bir elips içinde küçük eksen daha kısa olanıdır. Bir hiperbolde ise, hiperbolü kesmeyen eksen küçük eksendir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11638", "len_data": 1323, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.76 }
Enberi açısı (veya enberi argümanı), bir Kepler yörüngesinin yörünge düzlemi içindeki yönelimini belirleyen temel yörünge öğelerinden biridir ve "ω (omega)" sembolüyle gösterilir. Bu kavram için İngilizcede "Argument of Periapsis" ve alternatif olarak "argument of perifocus" ya da "argument of pericenter" ifadeleri kullanılır. Enberi açısı bir yörünge parametresi olarak cismin hareket ettiği yörünge düzlemi içinde tanımlanır. Bu düzlem üzerinde enberi açısı, çıkış düğümünden başlayarak cismin hareket yönünde enberi noktasına ulaşmak için yörüngede ne kadar ilerlenmesi gerektiğini gösteren açısal mesafedir. Gök cisimlerinin hareket ettiği yörüngenin türüne bağlı olarak bu genel kavram için farklı terimler de kullanılır. Örneğin, Güneş etrafındaki (günmerkezli) yörüngeler için günberi açısı, Dünya etrafındaki (yermerkezli) yörüngeler için yerberi açısı veya bir yıldız sistemi içindeki yörüngeler söz konusu olduğunda periastron açısı gibi daha spesifik kullanımlara rastlanır (daha fazla bilgi için apsis sayfasına bakınız). Enberi açısının 0° olması, yörüngedeki cismin referans düzlemini güneyden kuzeye doğru geçtiği anda merkezi cisme en yakın konumda (enberi noktasında) bulunacağı anlamına gelir. Eğer bu açı 90° ise, cisim referans düzlemine göre en kuzeydeki konumundayken yörüngesinin enberi noktasına ulaşacaktır. Enberi açısının çıkış düğümü boylamına eklenmesiyle, yörüngenin bir diğer önemli parametresi olan enberi boylamı elde edilir. Ancak astronomi literatüründe, özellikle çift yıldızlar ve ötegezegenler üzerine yapılan çalışmalarda, "enberi boylamı" veya "periastron boylamı" terimlerinin zaman zaman "enberi açısı" ile eş anlamlı olarak kullanıldığı görülür. Enberi açısının pratik uygulamalarından biri özellikle dış merkezli (eliptik) yörüngelerde bulunan uyduların görev planlamasında görülür. Yörüngenin enöte noktası, bir uydunun en yavaş hareket ettiği ve dolayısıyla belirli bir bölge üzerinde en uzun süre kalabildiği yerdir. Enberi açısı ayarlanarak hem enberi hem de enöte noktasının konumu kontrol edilebilir. Bu sayede, örneğin bir iletişim veya gözlem uydusunun Dünya üzerindeki hedef bir bölge üzerinde maksimum "görüş süresi" veya "kalış süresi" elde etmesi sağlanır. Hesaplama. Yörünge mekaniğinde enberi açısı "ω", aşağıdaki gibi hesaplanabilir: burada: Herhangi bir çıkış düğümüne sahip olmayan ekvatoral yörüngeler durumunda bu açı kesin olarak tanımsızdır. Ancak, çıkış düğümü boylamı Ω'nın 0 olarak belirlenmesi kuralına uyulursa, "ω" değeri iki boyutlu durumdan aşağıdaki gibi elde edilir: formula_2 burada: Dairesel yörüngeler söz konusu olduğunda durum biraz daha farklıdır. Mükemmel dairesel bir yörüngede dış merkezlik sıfır olduğu için, yörüngenin her noktası merkezi cisme eşit uzaklıktadır. Bu nedenle, belirgin bir enberi noktası olmadığından kesin bir enberi açısı da tanımlanamaz. Bununla birlikte, enberi noktasının çıkış düğümünde yer aldığı ve bu nedenle "ω" = 0 olduğu sıkça varsayılır. Ancak, ötegezegenler alanında çalışan uzmanlar arasında dairesel yörüngeler için "ω" = 90° kabul edilmesi daha yaygındır. Bu yaklaşımın avantajı, bir gezegenin alt kavuşum zamanının (geometri uygun olsaydı gezegenin geçiş yapacağı zaman) periastron zamanına eşit olmasıdır.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11639", "len_data": 3228, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 4.21 }
Kızılcık ("Cornus mas"), kızılcıkgiller (Cornaceae) familyasından bir ağaç türüdür. Etimoloji ve isimlendirme. Kızılcık kelimesi Eski Türkçe kökenli "kızıl" sözcüğünden Türkiye Türkçesinde yer alan +çuk ekiyle türetilmiştir. Türkçede kaydedilmiş ilk örneği Dede Korkut Kitabı'nda "kızılçuk" olarak geçmektedir. Kızılcığa Anadolu'nun bazı bölümlerinde "şeytan aldatan, zoğal, ergen, eğren, kiren" veya "kiran" ismi de verilir. Özellikleri. Boyu en fazla 5–8 m olur. Yaprakları koyu yeşil, her iki yüzü tüylü, damarları paralel, damarlar boyunca tüylüdür. Şubat-Mart ayında açan sarı renkli küçük çiçekleri vardır. Meyveleri kızıl veya siyah renkte, elips şeklinde, tadı ekşidir. Kızılcık ağacı kuru, balçıklı topraklarda yetişir, tohumlar yardımıyla çoğalır. Kızılcık bitkisi, boyu çok uzamadığı takdirde meyve verir. Kızılcık çok erken çiçek açan, ama çok geç meyve veren bir ağaçtır. Çok fazla su isteyen bir yapısı vardır. Kullanım alanları. İçeriğinde çeşitli vitaminler (özellikle C vitamini), mineraller, antioksidanlar ve lif barındırır. Taze ya da kurutulmuş olarak tüketildiği gibi, tarhana, hoşaf, reçel ve marmelat yapımında da kullanılmaktadır. Kızılcık meyvesi şeker ilave edilmiş suda kaynatılıp, kapalı kaplarda uzun süre saklanabilir ve yemek arasında içecek olarak tüketilebilir. Odunu lifli olup çok esnek ve dayanıklıdır, yoğunluğu fazla olduğundan suda batar. Baston ve sopa yapımında kullanılır. Kabuğundan boya, yapraklarından tanen elde edilir. Bahçe ve parklarda süs bitkisi olarak da yetiştirilir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11643", "len_data": 1521, "topic": "FOOD_GASTRONOMY", "quality_score": 3.69 }
Kayserispor veya sponsorluk anlaşması gereği Bellona Kayserispor, Kayseri merkezli Türk futbol kulübü. Sarı kırmızı renklere sahip kulüp Süper Lig'de mücadele etmektedir. Kulübün ayrıca Kadınlar 1. Ligi'nde mücadele eden kadın futbol takımı da mevcuttur. Tarihçe. Kayseri emniyet müdürü Kamuran Korkmaz ve meslektaşları kulübü 1975 yılında Emniyetspor adıyla kurdular. Kulübün kuruluş amacı şu şekilde açıklanıyor: "Dernek bütün spor dallarında amatör ruhlu sporcular yetiştirmek gençleri topluma yararlı bireyler haline getirmek, sevgi ve saygıyı yerleştirmek amacındadır". Kulüp 13 yıl Amatör Ligde mücadele ettikten sonra 1988 yılında şampiyon olarak 3. Lig'e yükseldi, Emniyet takımlarının ligden çekilmesi gerektiği yönünde Emniyet Genel Müdürlüğünce karar verilince Kayseri Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık'ın gayretleri ile sivil bir yönetim oluşturularak siyah-beyaz renkler ile Kayseri Erciyesspor ismi yeniden canlandırılmıştır. 3-4 sezon bu isim ve renklerde mücadele eden Kayseri Erciyesspor, Kayseri Büyükşehir Belediyespor ile birleşerek mavi-beyaz renkler ile Büyükşehir Belediye Erciyesspor ismi ile 3. Lig'de mücadelesine devam etmiştir. Bir süre sonra kulüp Melikgazi Belediyespor'a devredilmiş ve renkleri kırmızı-sarı olmuştur. İş insanı Hacı Boydak kulübü 1999 yılında devralmıştır. Forma rengini sarı-lacivert ve kulübün ismini Hacılar Erciyesspor olarak değiştirmiştir. İlk yılında Türkiye 2. Ligi'ne çıkmıştır. 2000-01 sezonunda grubunu lider olarak bitirip play-off oynama hakkı kazanmıştır. Play-off'ta başarılı bir sezon geçirmiş ve ligi 6. bitirmiştir. 1. Lig'de oynamayı hak kazanmıştır. Sezon sonunda Hacı Boydak, Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki ile görüşerek Kayserispor ve Hacılar Erciyesspor'u birleştirip güçlü bir ekip oluşturma kararı almıştır. Hacılar Erciyesspor'dan bazı futbolcular Kayserispor'a aktarılmıştır. Yönetimine 23 Haziran 2001 tarihinde Memduh Büyükkılıç getirilmiştir. Takımın ismi Erciyesspor, forma rengi ise Kırmızı-Sarı olarak değiştirilmiştir. 2001-02 sezonunda 2. Lig A Kategorisi'nden küme düşmüştür. 2002-03 sezonunda 2. Lig'e düştüğü sezon tekrar şampiyon olarak 1. Lig'e yükselmiştir. 2003-04 sezonunda 2. Lig A Kategorisi'nde şampiyon olarak Süper Lig'e çıkan Kayseri Erciyesspor, 9 Temmuz 2004 tarihinde yapılan genel kurul ile adını, logosunu, renklerini Kayserispor ile değiştirdi. Kurul sonrası takımın adı Kayserispor oldu. 2004-2014 arası 10 sezon Süper Ligde mücadele eden Kayserispor 2013-14 sezonunda ligde sonuncu olarak 1. Lig'e düştü. 2014-15 sezonunda Cüneyt Dumlupınar yönetiminde 1. Lig'de şampiyon olarak tekrar Süper Lig'e yükseldi. 2017 yılı Ocak ayında yapılan kongrede Erol Bedir kulübün yeni başkanı olarak seçildi. 2018-19 sezonu başında Ertuğrul Sağlam teknik direktörlük görevine getirildi. 2019-20 sezonu başında ilk 7 haftada alınan 3 beraberlik ve 4 mağlubiyet sonrası kulüp başkanı Erol Bedir ve teknik direktör Hikmet Karaman görevlerinden istifa ettiler. Bu gelişmelerin ardından kulüp yönetimi Kayseri Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı görevinde bulunan Hamdi Elcuman'ı kulüp başkanlığına getirdi. Yönetimde yapılan değişikliğin ardından yeni teknik direktörlük görevinde Samet Aybaba getirildi. 28 Ekim 2019 tarihinde görevinden istifa eden Aybaba'nın yerine 30 Ekim'de Bülent Uygun ile anlaşan kulüp 2 ay sonra (27.12.2019) Uygun ile de yollarını ayırmıştır. 30 Aralık 2019'da Robert Prosinečki ile 2. kez sözleşme imzalanmış, böylece Prosinecki 2012-2013 yılları arasında çalıştırdığı eski takımı Kayserispor'a yeniden dönmüştür. Kayserispor 2020-21 sezonuna Bayram Bektaş yönetiminde başladı. Bektaş 7. hafta sonunda takımın başından ayrıldı ve yerine Samet Aybaba geldi. Ligde 8 maçta takımın başında yer alan Aybaba ile karşılıklı anlaşılarak takımdan ayrıldı ve yerine Dan Petrescu getirildi. Sezonda üçüncü teknik direktör olarak görev yapan Petrescu 26. haftanın ardından karşılıklı anlaşarak takımdan ayrıldı ve takım sezon sonuna kadar Hamza Hamzaoğlu'na emanet edildi. Ligde oynanan 40 maç sonunda 9 galibiyet 14 beraberlik ve 17 mağlubiyetle 41 puan toplayarak ligi 17. olarak tamamladı ve 1 puan farkla BB Erzurumspor'un 1 puan üzerinde yer alarak ligde kaldı. 2020-21 Türkiye Kupası 4. turunda Hekimoğlu Trabzon'a penaltılarla 4-3 kaybederek kupadan elendi. 2024 yılı Ocak ayında FIFA'dan yapılan açıklamada kulübe 3 dönem transfer yasağı getirildi. 22 Aralık 2024 tarihinde Ali Çamlı başkanlık görevinden istifa edeceğini açıkladı. Kayserispor Çamlı başkanlığında göreve geldiği 2022-23 sezonunda Süper Lig'de 2'si hükmen olmak üzere 8 galibiyet alırken, 3 beraberlik ve 10'da mağlubiyet aldı. 2022-23 sezonunu 47 puanla 9. sırada tamamladı. 2023-24 sezonunu ise 14. sırada tamamladı. Çamlı'nın görevi bıraktığı 2024-25 sezonunda ise ligin ilk 17 haftasında oynanan 16 maç sonucunda 3 galibiyet, 6 beraberlik ve 7 mağlubiyet ile 16. sırada yer alıyordu. Böylelikle Kayserispor Çamlı'nın başkanlığı döneminde geçirilen 2 yıllık sürede ligde 2'si hükmen olmak üzere toplam 22 galibiyet, 21 beraberlik ve 32 mağlubiyet almış oldu. Türkiye Kupasında ise 2022-23 sezonunda çeyrek finalde, 2023-24 sezonunda 5. turda kupadan elendi. Çamlı'nın istifasının ardından yönetim kurulunun yaptığı toplantıda asbaşkan Nurettin Açıkalın Kayserispor'un yeni başkanı olarak açıklandı. Arma ve renkler. Kayserispor'un renkleri sarı ve kırmızı olup, bu renkler lav (ateş) tonlarından esinlenilerek seçilmiştir. Kulübün arması, Kayseri şehrinin de simgesi olan Erciyes Dağı model alınarak tasarlanmıştır. Erciyes Dağı üzerinde Kayserispor yazısı, altında iki bölüme ayrılmış K ve S harfleri yer alır. Altına da kulübün kuruluş tarihi olan 1966 yılı eklenerek tasarlanmıştır. Daha sonra modernize edilen logodan kulübün ismi kaldırılmıştır. Avrupa Kupaları'nda Kayserispor. Kayserispor, tarihinde ilk kez (2006-2007) sezonunda UEFA Intertoto Kupası ile Avrupa'da mücadele etme şansı bulmuştur. Intertoto Kupası'nda Macaristan'ın FC Sopron takımı ile eşleşen Kayserispor, deplasmanda oynadığı ilk maçta (3-3) berabere kalmış, sahasındaki ikinci maçı ise (1-0) kazanarak rakibini elemiştir. Intertoto Kupası'ndaki ikinci sınavında Arnavutluk şampiyonu KF Tirana takımı ile eşleşen Kayserispor deplasmandaki ilk maçta rakibini (0-2) lik skorla mağlup etmiştir. Rövanş maçında ise rakibini (3-1) yenen Kayserispor, adını UEFA Kupası'na yazdırmıştır. Kayserispor, UEFA Kupası 2. ön eleme turunda, Yunanistan'ın AE Larisa takımı ile eşleşmiştir. İlk maçını yine deplasmanda oynayan Kayserispor, rakibi ile golsüz berabere kalmıştır. Rövanşta ise rakibini (2-0)'lık skorla geçen Kayserispor UEFA Kupası'nda yoluna devam etmiştir. Kayserispor, Intertoto Kupası'nı kazanan İlk ve Tek Türk takımı olmayı başarmıştır. Kayserispor, UEFA Kupası 1. tur ilk maçında, Hollanda ekibi AZ'ye deplasmanda (3-2) yenilmiştir. Kendi sahasındaki rövanş maçında ise (1-1) berabere kalan Kayserispor, bu sonuçla Avrupa arenasına veda etmiştir. Kayserispor, 2007-2008 sezonunda Türkiye Kupası'nı kazanmış ve 2008-2009 sezonunda UEFA Kupası'nda mücadele etme hakkı kazanmıştır.UEFA Kupası 1. Tur'unda Fransa'nın Paris Saint-Germain takımı ile eşleşmiştir. Sahasındaki ilk maçı (1-2) lik skorla kaybetmiş ve Paris'te oynanan rövanş maçında ise rakibi ile golsüz berabere kalarak UEFA Kupası'na veda etmiştir. Avrupa Kupaları'nda 10 maçta mücadele eden Kayserispor takımı, oynadığı maçlarda 4 galibiyet, 4 beraberlik ve 2 yenilgi almıştır. Attığı 15 gole karşılık kalesinde 10 gol görmüştür. Tesisleri. Kayserispor Kadir Has Tesisleri. Kayserispor Kadir Has Tesisleri, Kayserispor takımının idari işlerinin yürütüldüğü ve futbol takımının antrenman faaliyetlerini gerçekleştirdiği tesislerdir. Bu tesis Karpuzatan Tesisleri olarak da bilinmektedir. 2020 yılında Karpuzatan Tesislerinin yanına yapılan yeni tesise ise "Recep Mamur Tesisleri" adı verildi. Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu. Kayserispor, maçlarını 1960 yılında faaliyete geçmiş olan 25.918 seyirci kapasiteli Kayseri Atatürk Stadyumu'nda oynamaktaydı. Ancak spor faaliyetlerinin daha modern bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için 32.864 seyirci kapasiteli (Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu) ve antrenman sahalarının ve spor tesislerinin bulunduğu Atatürk Spor Kompleksi projesi hazırlanmıştır. Toplam 40.458 seyirci kapasitesine sahip olan Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu, uluslararası maçlarda güvenlik nedeniyle 32.864 seyirciye ev sahipliği yapmaktadır. Erciyes Anadolu Holding'in yenilenebilir enerji alanındaki yatırımı "RHG Enertürk Enerji" Kayserispor stadyumuna isim sponsoru oldu. Altyapı. Kayserispor Kulübü'nde Altyapı bünyesini U19, U17, U16, U15, U14, U13, U12, U11, U10, U9, U8 ve U7 takımları oluşturmaktadır. Altyapıda Profesyonel Lisanslı oyuncuların yanı sıra Amatör Lisanslı olarak eğitim gören oyuncularda bulunmaktadır. Bu oyunculardan başarılı olan, gelişme sağlayan oyuncular ile Profesyonel sözleşme imzalanıp Kayserispor'a kazandırılmaktadır. Yazın sezon başında Altyapı seçmeleri yapılmakta ve başarılı olanlar takım bünyesine kazandırılmaktadır. Ayrıca yurtdışında da yetenekli gençler takip edilmektedir. Kayserispor Kayseri olmakla birlikte birçok ilde spor okulları açmıştır: Diyarbakır, Hatay, Konya, Nevşehir, Tokat, Şanlıurfa ve Yozgat. Kayserispor'da altyapıdan sorumlu yönetici Yusuf Hakan Özdemir'dir. Kayserispor Altyapı Koordinatörü Tayfun Türkmen'dir. Altyapı U19 Teknik Sorumlusu Mustafa Esmeray'dır. Kayserispor Store. Kayserispor'un orijinal ve lisanslı forma, tshirt, sweatshirt, ceket, eşofman ve kapri, pantalon ve short, bebek ürünleri, atkı, bere, rozet ve anahtarlık gibi birçok değişik ürünlerinin satışı Cumhuriyet Meydanı'nda yapılmaktadır. Ayrıca Kayserispor'un bazı orijinal ve lisanslı ürünleri KS Store internet mağazasında satışı gerçekleşmektedir. Taraftar grubu. Kapalı Kale, 2008 yılında tam bağımsız taraftar grubu sloganıyla kurulmuştur. Grubun liderliğini Ahmet Dirgenali yapmaktadır. Kapalı Kale sadece tribün ile değil yaptığı organizasyonlarla da adından söz ettirmektedir. Başarıları. Şampiyon (1):2014-15 İkincilik (1): 2003-04 Şampiyon (1): 2002-2003 Şampiyon (1): 2006 Şampiyon (1): 2007-08 İkincilik (1): 2021-22 Çeyrek final (6): 2004-05, 2005-06, 2011-12, 2014-15, 2016-17, 2017-18 Finalist (1): 2008 Lig mücadeleleri. 2004-2014, 2015- 2000-2002, 2003-2004, 2014-2015 2002-2003 1988-2000 1975-1988 Geçmiş Sezonlardaki Performansı. Ana madde: Kayserispor sezonları listesi
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11644", "len_data": 10390, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.26 }
Sakallı kızılağaç ("Alnus glutinosa "subsp. "barbata"), huşgiller (Betulaceae) familyasından adi kızalağacın Türkiye'de Doğu Karadeniz bölümünde yaygın görülen bir alt türü. Morfolojik özellikleri. Geniş yumurta veya elips biçimindeki yaprakları taze iken yapışkan değildir. 6-18 x 4–9 cm boyutlarındaki ayanın kenarı basit veya çift dişlidir; önceleri her iki yüzü de yumuşak tüylüdür, sonraları üst yüzündekiler dökülür, çıplaklaşır; alt yüzünde damarların birleştiği yerde kirli sarı kırmızı tüy demetleri vardır. Bu nedenle sakallı kızılağaç adı verilmiştir. Ayanın uç kısmı yuvarlakça veya sivridir, fakat kertikli değildir; yan damar sayısı 8-11 çifttir. Meyve kurulu 1-1,8 x 0,6-1,1 cm boyutlarındadır, nus yuvarlakça, ucu sivri, çok dar kanatlıdır. Yayvan köklüdür. Verimli derin topraklarda köklerini derine indirir. Ekolojik özellikleri. Nemli, derin, kumlu ve balçıklı topraklarda iyi gelişim gösterir. Kireçli topraklar ile rutubetli ve ıslak topraklarda da yetişebilir. Kanaatkar bir tür olup, durgun taban suyundan etkilenmez. Işık ağacıdır. Çiçeklenme zamanı Mart ve Nisan'dır. Dağılımı. 1000–1500 m rakımlara kadar çıkar. Saf meşçereler kurar veya kayın, ladin, meşe ve gürgen ile karışım yapar. Türkiye'de Artvin, Rize ve Trabzon'da büyük bir alanda yayılış gösterir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11645", "len_data": 1285, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.55 }
Kedi Kadın (Özgün adıyla Catwoman), DC Comics'in Kedi Kadın karakterini konu alan 2004 Amerikan süper kahraman filmi. Yönetmenliğini Pitof, senaristliğini John Rogers, John Brancato ve Michael Ferris, hikâye yazarlığını Theresa Rebeck, Brancato ve Ferris üstlenmiş ve müziği Klaus Badelt tarafından bestelenmiştir. Ana karakter Halle Berry tarafından oynanırken Benjamin Bratt, Lambert Wilson, Frances Conroy, Alex Borstein ve Sharon Stone yardımcı rollerde oynamıştır. Konusu. Grafik tasarımcı Patience Phillips, insanları memnun eden uysal bir kişidir. Esas desteği en iyi arkadaşı Sally'dir. Yaşlanmanın etkilerini tersine çevirebilen 'Beau-line' adlı yeni bir cilt kremini göndermeye hazır olan Hedare 'Beauty' adlı bir kozmetik şirketi için çalışmaktadır. Ancak Patience, yeniden yaptığı bir reklam tasarımını sunmak için firmanın Ar-Ge laboratuvar tesisini ziyaret ettiğinde, bilim insanı Dr. Ivan Slavicky ile şirket sahibi George Hedare'nin karısı Laurel Hedare arasında, ürünü sürekli kullanmanın tehlikeli yan etkileri hakkında bir tartışmaya kulak misafiri olmuştur. Laurel'in adamları, Patience'ı keşfeder ve derhal ondan kurtulmalarını ister. Patience, bir kanal borusu bularak o yoldan kaçmaya çalışır, ancak işçiler onu kıstırırlar ve onu içeride boğarlar, sonrasında yoldan çıkartarak bertaraf ederler. Kıyıya vuran Patience, daha önce dairesinde beliren Midnight adlı Eski Mısırlı bir Mau kedisi tarafından gizemli bir şekilde yeniden canlanır; o andan itibaren kedi benzeri yetenekler geliştirerek süper güçler elde eder. Eksantrik araştırmacı Ophelia Powers, Patience'e Mısırlı Mau kedilerinin, tanrıça Bast'ın habercileri olarak hizmet ettiğini söyleyerek bunu ona öğretmiştir. Patience, artık hem bir lütuf hem de bir lanet olan yetenekleri ile yeniden doğmuş bir "Kedikadın" olduğunu fark eder. Kimliğini gizlemek için kedikadın takma adı ile gizemli bir suçlu kılığına giren Patience, karanlığın kılıfı altında onu kimin ve neden öldürdüğüne dair cevaplar arar. Bununla birlikte, Patience, başka bir kadınla bir opera gösterisine katılan George'u, kedi kadın ile karşı karşıya getirip, kremin yan etkiler hakkında hiçbir şey bilmediğini ortaya koyar. Daha sonra Laurel, George'u sadakatsizliğinden dolayı öldürür ve Dr. Slavicky'yi de, ürünün çıkışını iptal etmek istediği için öldürttüğünü kabul eder. Kedi kadın ile temasa geçer ve onu oyuna getirerek cinayetle suçlar. Tom daha sonra kedi kadını gözaltına alır. Ancak Laurel ürünün yan etkilerini ortaya çıkarmadan sonra: kremi kullanmayı bırakmak cildi parçalamakta, kullanmaya devam etmek ise cildi mermer gibi sertleştirmektedir. Laurel, Ayrıca "Beau-line"'ı ertesi gün halka duyurmayı planlar.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11653", "len_data": 2673, "topic": "ENTERTAINMENT", "quality_score": 3.23 }
Protesto (La Haine) Mathieu Kassovitz'in 1995 yılında çektiği Fransız filmi. Film, Paris'in gettolarında yaşayan biri pied-noir (Said), biri yahudi (Vinz), biri ise siyahi (Hubert) üç arkadaşın hikâyesini konu alarak, Fransa'da gettolarda yaşayan gençlerin hayatından bir kesit sunmaktadır. Kassovitz'in filmi ırkçılığa ve sosyal sınıf farklılıklarına yaptığı göndermeler nedeniyle hem Fransa'da hem de dünyada oldukça ses getirmiştir. Film, siyah-beyaz çekilmiş olmasının yanı sıra müzikleri (örneğin, patronla derdini anlatan Jamaikalı'nın söylediği şarkı gibi) ve görece kısa olması gibi özellikleri nedeniyle vurucu bir atmosfer yaratıyor. Hikâye. Filmdeki olaylar bir Kuzey Afrikalı'nın (Abdel) polis tarafından öldüresiye dövülmesi sonrası Paris'in kenar mahallelerinde yaşanan çatışmalı bir gecede bir polisin Smith & Wesson kısa Namlulu krom tabancasını kaybetmesi ile başlar. Abdel'in öldüğünü öğrenmelerinden, Vinz'in öfkesini dizginleyip Smith&Wesson'ı Hubert'e teslim edişinden bir süre sonra, üç arkadaşın yaşadığı mahalleye gelen Fransız polisi silahıyla şov yaparken Vinz'i vurur. Karakterler. Filmin baş karakteri öfkesine hakim olamayan ve Abdel ölürse bir polis vuracağını film boyunca yineleyen Vinz (Vincent Cassel) olsa da konuşan adam Said, düşünen adam daha sakin bir mizaca sahip olan Hubert'tir: gökdelenden atlayan ünlü bir Fransız düşünürün de dediği gibi "Yere inmeme daha çok var!" Hubert'in de felsefesi budur. Zira Hubert'in akrabalarının yarısı hapistedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11654", "len_data": 1496, "topic": "CULTURE_ART", "quality_score": 3.58 }
Kenan Onuk (d. 1954 İzmir - ö. 11 Temmuz 2005 İstanbul), Türk spor yazarı ve spor programı sunucusu. Hayatı. 1976 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirmiştir. Gazetecilik mesleğine 1974 yılında TRT'de muhabir olarak başlamıştır ve bu kurumda uzun yıllar haber spikerliği yapmıştır. 1992 yılında Show TV'de, 1993 yılında atv'de, 1996 yılından 2005 yılındaki ölümüne kadar kuruluşunda yer aldığı NTV'de görev yapmıştır. NTV'de yaptığı '90 Dakika' programı da dahil olmak üzere, buz pateni ve atletizm konusunda yayınlar yapmıştır. Ayrıca, gazete yazıları ve NTV Radyo'daki caz programıyla da, müzik alanındaki bilgi birikimini okurları ve dinleyicileri ile paylaşmıştır. 2003 yılında Haşmet Babaoğlu ve Hıncal Uluç ile beraber 2 sene spor programı sunmuştur. Yıllarca mücadele ettiği kansere bağlı olarak 11 Temmuz 2005 Pazartesi günü ölmüştür. Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir. Spor branşları. Türkiye'de uzun bir süre tek popüler spor olan futboldan ziyade özellikle 90'lı yılların başlangıcıyla artan özel televizyonların da etkisiyle Türk spor dünyasını yeni branşlarla tanıştırmaya gayret etmiştir. Basketbol branşında Murat Murathanoğlu ile bu sporun Türkiye'de gelişmesinde önemli rol almış, atletizm, buz pateni ve birçok amatör spor branşını Türk insanına tanıtmıştır. Kenan Onuk Tenis Turnuvası. 2006-2009 yılları arasında Yeşilyurt Kulübü tarafından Kenan Onuk adına her yıl tenis turnuvası düzenlenmiştir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11660", "len_data": 1449, "topic": "SPORTS", "quality_score": 3.4 }
Anakart (İngilizce: "mainboard", "motherboard", "baseboard", "system board" veya "planar board"), modern bir bilgisayar gibi karmaşık bir elektronik sistemin birincil ve en merkezî baskılı devre kartıdır. Apple bilgisayarlardaki muadiline logic board (lojik kart) denir ve bazen mobo olarak kısaltılır. Fiziksel yapı olarak anakartlar özel alaşımlı bir blok üzerine yerleştirilmiş ve üzerinde RAM yuvaları genişleme kartı slotları devreler ve yongalar bulunan kare şeklinde bir plakadır. Bu plaka çalışma sistemini organize eder. Bu organizasyon anakart üzerindeki yonga setleri sayesinde olur. Anakart veriyolları. Kişisel bilgisayarlarda 486-PIII seri arasında veriyolularında çok büyük değişmeler olmuştur. 486'larda veriyolu olarak ISA VESA kullanılmıştır. Bu veriyolu artık kullanılmamaktadır. 486'ların son nesilleri Intel Pentium PCI veriyolu üzerinde çalıştılar. PCI veriyolu ISA-VESA veriyoluundan daha hızlıdır. Sistemin hızlı olması sayesinde grafik arabirimleri kontrol kartları ve genişletme karlarından çok daha performans sağlanmasına yol açmıştır. Bununla yetinmeyen insanoğlu artık hızına hız katarak AGP veri slotunu kullanmakta ve veri transferine hız katmıştır. PII serisinde yaklaşık bir tane ISA ortalama beş tane PCI ve birtane AGP slotu kullanılmıştır. Günümüzde üretilen anakartların çoğu, 2005 yılı itibarıyla kişisel bilgisayar pazarının %96'sından fazlasını elinde tutan IBM uyumlu diye tanımlanan bilgisayarlar içindir. Bir anakart, bir backplane gibi, sistem bileşenleri arasındaki haberleşmeyi sağlar, ancak bir backplane'den farklı olarak merkezi işlem birimi ve gerçek zamanlı saat ve bazı çevresel arabirimler gibi diğer alt sistemleri de içerir. Tipik bir masaüstü bilgisayar, anakartın bir arada tuttuğu mikroişlemci, bellek ve diğer gerekli bileşenlerden oluşur. Sabit disk, ekran ve ses kartları ve diğer çevresel aygıtlar ise anakarta bağdaştırıcı veya kablolarla takılır, ancak modern bilgisayarlarda bu çevresel aygıtların anakarta tümleşik olması giderek yaygınlaşmaktadır. Tarihi. 1980'lerin sonunda ve 1990'larda, artan sayıdaki periferik (çevre birimi) fonksiyonları anakarta taşımak ekonomik olmaya başladı.1980'lerin sonlarında, anakartlar; klavye, fare, disket sürücü, seri port ve paralel portlar gibi çevre birimlerini destekleyen süper I/O çiplerini içermeye başladı. 1990'ların sonlarından itibaren, birçok kişisel bilgisayar anakartı hiçbir geliştirme kartına ihtiyaç duymadan bir dizi ses, video, depolama ve ağ fonksiyonlarını destekledi. Sadece ekran kartı, basit veya orta düzey kullanımlar için onboard olarak sunulurken, üst düzey 3D oyun ve bilgisayar grafikleri için ayrı bir bileşen olarak da sunulmaya devam etti. Bileşenler ve özellikler. Tipik bir masaüstü bilgisayarın anakartı büyükçe bir baskılı devre kartından ibarettir. Elektronik bileşen ve bağlantıları üzerinde barındırmasının yanında, rahatlıkla gözle görülebilen ve diğer bilgisayar donanımlarının takılabileceği soket, slot ve başlıklar gibi yapıları da içerir. Anakartların çoğu asgarî şu bileşenleri içerir: Bunlara ek olarak, neredeyse tüm anakartlar, klavye ve farenin takılabileceği PS/2 konnektörleri gibi yaygın giriş aygıtlarını destekleyen mantık ve konnektör içerirler. Apple II ve IBM PC gibi ilk kişisel bilgisayarların anakartları yalnızca bu minimal çevresel desteğine sahipti. Bazen de anakarta, video arayüz donanımı da entegre ediliyordu; örneğin Apple II'de ve nadiren de IBM PC Jr gibi IBM uyumlu bilgisayarlarda disk denetleyicileri ve seri portlar gibi ek çevresel aygıtlar genişleme kartları olarak bulunuyordu. Günümüz bilgisayarlarının çoğu, yüksek hızlı işlemci ve diğer bileşenlerin soğutulması için gerekli soğutucu ve ısı emicilerin monte edilebilmesi için gerekli olabilecek vida yuvalarına sahiptir. CPU soketleri. CPU soketi, baskılı devre kartı üzerinde, CPU'ya ev sahipliği yapmak için tasarlanmış bir parçadır.Bu soket çok fazla sayıda pin içeren özel bir entegre devre soketidir. CPU soketi; CPU'yu üzerinde barındırmak, soğuk tutmak, yedeklemeyi kolaylaştırmak(aynı zamanda fiyatı düşürmesi) ve en önemlisi anakart ve CPU arasında elektrik iletişimini sağlamak gibi önemli görevleri yürütür. CPU soketleri tüm masaüstü ve server bilgisayarlarda bulunabilirler. Anakart soket ve chipset tipleri CPU seri ve hızını desteklemelilerdir. Şekil faktörü. Anakartlar, bilgisayar üreticilerinin özel istekleri doğrultusunda “bilgisayar biçim faktörleri” denilen çeşitli büyüklük ve şekillerde üretilirler. Ancak IBM uyumlu anakartlar farklı boyutlardadırlar. 2007 itibarıyla pek çok masaüstü bilgisayar anakartı standart üretilmeye başlandı. Mac ve Sun bilgisayarlar standart devre elemanları ile yapılmadığı için anakartları farklıdır. Günümüz masaüstü bilgisayarlarda kullanılan anakart ATX'tir. Daha küçük boyutlu anakartlar büyük kasaya uysa da anakart ve güç kaynağı tamamen eşleşmelidir. Örneğin, ATX kasa genellikle mikroATX anakart ile uyum sağlar. Laptop bilgisayarlarda genellikle entegre, minyatür özelleştirilmiş anakartlar kullanılır. Laptopları geliştirmesinin zor ve tamirinin pahalı olmasının nedeni budur. Laptop bilgisayarların en olmadık durumlardaki arızalarını fazla entegre bileşen içermesinden dolayı masaüstü bilgisayardan daha pahalı olarak anakart girişlerini değiştirme gerektirmektedir.
{ "url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11663", "len_data": 5270, "topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY", "quality_score": 3.72 }