text
stringlengths 3
198k
| metadata
dict |
---|---|
Derinkuyu, Nevşehir ilinin bir ilçesidir.
Tarihçe.
Tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilçenin eski bir yerleşim birimi olduğu, tarihinin M.Ö 3000 yıllarına kadar ulaştığı tahmin edilmektedir. İlçenin eski adı Malakopi'dir. Derinkuyu'nun ilk yerlileri Asur kolonilerine kadar uzanır. İlçede Roma ve Bizans döneminden kalma kalıntılar vardır. İlçe Kapadokya bölgesinde yeralmaktadır.
Türkler 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra gelmeye başlamışlar, ilçenin doğusundaki Çekmi, Kızılören, Şemşili, Bölören, Topaleyüp ve Melizlik yaylalarına yerleşerek hayvancılıkla geçimlerini sağlamaya çalışmışlardır. İlçenin bugünkü adı olan "Derinkuyu" halkın içme suyunu 60-70 metre derinliğindeki kuyulardan temin etmesinden dolayı verilmiştir. Derinkuyu ilçesi, 27 Haziran 1957 tarih ve 9644 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve 01 Nisan 1960 tarihinde yürürlüğe giren kanun ile ilçe olmuştur.Kapadokya'nın 36 yeraltı şehrinin en büyük yeraltı şehri olan Derinkuyu yeraltı şehri 1967 yılında turizme açılmış olup, 8 katlıdır. Derinkuyu İlçesinde Bizans döneminden kalma Aya Maryeros Yeraltı Manastırı'nın dünyada akıl hastanesi olarak kullanılan ilk yer olduğu bilinmektedir. İlçede Osmanlı döneminden kalma Aziz Theodoros Trion Kilisesi (Üzümlü Kilise) ve Baş Melekler Kilisesi bulunmaktadır. Baş Melekler Kilisesi daha sonra 1924 yılında ibadete kapatılmış 1949 yılında Derinkuyulu Tahsin Ertaş tarafından satın alınarak Diyanet İşleri Başkanlığına bağışlanıp camiye dönüştürülmüştür. Günümüzde Derinkuyu Cumhuriyet Camii olarak kullanılmaktadır.
Coğrafya.
Nevşehir ilinin güneyinde yer alan Derinkuyu ilçesinin güneyinde Niğde; doğusunda Kayseri, Yeşilhisar; kuzeydoğusunda Ürgüp; kuzeybatısında Acıgöl; kuzeyinde Nevşehir; batısında Aksaray ili bulunmaktadır.
Niğde-Nevşehir karayolu üzerinde bulunan ilçe Nevşehir'e 30 km, Niğde'ye 50 km, Kayseri'ye 110 km, Aksaray'a 80 km uzaklıkta olup bu illerin tümüne ilçenin direkt karayolu bağlantısı bulunmaktadır.
İlçenin yüzölçümü 445 km², rakımı 1.300 metredir.
İlçe; Erciyes, Hasan Dağı ve Melendiz Dağları arasında volkanik çanak şeklinde bulunan Misli Ovasının içinde yer alır. Toprak kumlu olup, volkanik faaliyetlerin sona ermesi, yağmur ve rüzgâr ile erozyon etkisi oldukça kuvvetlidir. Arazi genellikle düz olup, ormanlık alan bulunmamaktadır.
Akarsu ve gölü olmayan ilçede geniş yeraltı su kaynakları mevcuttur.
Bitki örtüsü, ilkbahar yağışları ile yeşeren yaz ortalarında kuruyan, cılız otlardan oluşan bozkırdır.
Türkiye'nin en ilginç koruluk ve sanatsal parklarından biri olan Hakkı Atamulu Kültür Parkı da buradadır. Devasa bir Atatürk heykeli bulunmaktadır. Turizm gelişmektedir, tarım ve hayvancılık en önemli geçim kaynağıdır.
Nüfus.
2023 Yılı Derinkuyu İlçesi, köy ve belde nüfusları
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11992",
"len_data": 2751,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.31
}
|
video oyun tasarımcısı Shigeru Miyamoto tarafından yaratılan ve Nintendo'nun çıkardığı Mario oyun serisinin ana karakteri olan hayali karakterdir. Donkey Kong'dan günümüze kadar 200'den fazla video oyununda yer almıştır. Super Mario Japon video oyun tasarımcısı Shigeru Miyamoto tarafından üretilen, İngilizce konuşabilen, dış görünüşüyle Meksikalı'ya benzeyen İtalyan tesisatçıdır.
Mario, kardeşi Luigi ile tesisatçıdır. Prenses Peach'i kaçırmaya çalışan kaplumbağa benzeri bir karakter olan Bowser'ı durdurmaya çalışmaktadır. Mario'nun Donkey Kong ve Wario da dahil olmak üzere birçok düşmanı bulunmaktadır. 1995 yılından beri karakteri Charles Martinet seslendirmektedir.
Nintendo'nun maskotu olarak Mario'nun dünyanın en ünlü video oyunu karakteri olduğu söylenebilir. 210 milyondan fazla satış rakamına sahip olan Mario, en çok satan video oyunudur. Super Mario serisi dışında Mario Kart yarış serisi, Mario Tennis ve Mario Golf spor serisi, Paper Mario, ile birlikte öğretici oyun serisi olan Mario is Missing! ve Mario's Time Machine oyun serilerinde de rol almıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11995",
"len_data": 1075,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 3.38
}
|
Yeraltı şehri, Kapadokya bölgesinin en ilginç kültürel zenginliklerinden biri olan çeşitli büyüklükteki yeraltı yerleşimleri 150-200 civarındadır. Ancak 25.000 km² bir alanı kaplayan Kapadokya bölgesinin bütün kasaba ve köylerinde büyüklü ve küçüklü kaya yerleşimi bulunduğundan bu sayı daha da artabilir. Bu kaya yerleşimlerinin büyük bir kısmı yumuşak volkanik tüfün aşağıya doğru derinlemesine oyulmasıyla inşa edilmişlerdir. Oyma esnasında oluşan alet izlerinden yapım teknikleri hakkında henüz yeterli bir bilgiye sahip değiliz.
Yeraltı şehirleri kavramı oldukça yaygın olarak kullanıldığından ve bazılarının 30.000 kişiyi barındırabilecek büyüklükte olmasından dolayı bir kısmını 'Yeraltı Şehri' olarak daha küçüklerini ise 'Yeraltı Köyü' olarak adlandırmak mümkündür.
Kapadokya Bölgesi, geçmişte sık sık çeşitli saldırılara maruz kaldığından, bu şehirlerin yapılış amacı, daha çok tehlike anında halkın geçici olarak sığınmasını sağlamaktır.
Yeraltı şehirleri aynı zamanda yörede bulunan hemen hemen her evle gizli geçitlerle bağlantılıdır. Yörede yaşamış olan insanlar kendilerini daha fazla emniyete almak için yaşadıkları kayadan evleri çeşitli yerlerine geçilmesi zor odalar, tuzaklar hazırlamış, ihtiyaç karşısında kayaların dibine doğru yeni odalar açmışlardır. Böylece koridorlar ve galeriler çoğalarak yeraltı şehirlerini meydana getirmiştir.
Kapadokya bölgesinde en bilinen yeraltı şehirleri; Mazı Yeraltı Şehri ve Kaymaklı Yeraltı Şehri'dir.
Tarihçe.
Kapadokya Bölgesi'nde Prehistorik Döneme ait yerleşimler bulunmasına karşın bunların yeraltı şehirleri ile ilişkili henüz tam olarak saptanamamıştır. Ancak Prehistorik Dönem insanlarının hiç olmazsa birkaç odadan ibaret yapay kaya sığınaklarında barınmış olmaları gerekmektedir.
Orta ve Geç Tunç Çağı'na ait kaya kabartmalarının ve yazılı anıtların bölgede sıkça bulunması, ayrıca Hitit şehirlerindeki savunma sisteminde "Potern" adı verilen yeraltı geçitlerine sıkça rastlanması ve ustaca yapılması nedeniyle yeraltı şehirlerinin yapımında ya da genişletilmesinde Hititlerin de katkısı olduğu kanısı güçlenmektedir.
Hitit şehirlerinde bulunan gizli tüneller genellikle şehre yapılacak saldırılarda düşmanı pusuya düşürmek ve onları arkadan çevirmek için kullanılırdı. Bu yerleşim yerlerinin bir kısmını Hititler oymuşsa askeri amaçlı olarak oymuşlardır. Bundan dolayı herhangi bir arkeolojik buluntu ele geçmemesi normaldir. Ayrıca Hititlerden sonra gelen kavimlerin de bu izleri yok etmesi söz konusudur.
Kapadokya Bölgesi'nde kuvvetli bir Hitit yerleşimi olmamasına karşın bölgedeki tüm antik yerleşimlerde Hititlerin kalıntılarına rastlamak mümkündür. Bölgede yaşayan Hititlerin yerleşim amacıyla yumuşak tüfü oyup yaşamaması için hiçbir neden yoktur.
Ayrıca Topada (Ağıllı) ve Sivasa yazılı anıtlarının hemen yanında yeraltı şehirlerinin bulunması bu görüşü desteklemektedir. Özellikle Nevşehir civarında Roma Dönemi'ne ait kaya mezarları da yeraltı yerleşiminin hemen yakınında olup onlar gibi geniş alanlara yayılmıştır. Hatta kaya mezar odalarında yer alan nişli klineler yeraltı şehirlerinde de bulunmaktadır. Bu, Roma Dönemi halkının da yeraltı şehirlerinin yapımında bir rolü olduğunu göstermektedir. Yeraltı şehirlerine ait bütün bulgular MS 5-10. yüzyıllar arasına yani Bizans Dönemi'ne aittir. Genellikle dini ve sığınma amaçlı olarak kullanılan yeraltı şehirlerinin sayısı bu dönemde artmıştır. Bizans Dönemi'nde 7. yüzyılda başlayan Arap-Sasani akınları karşısında Kapadokya'da yaşayan Hristiyan topluluklar sürgü taşlarını kapatarak kendilerini savunuyorlardı. Düşman ise içeride kendini pek çok tehlike ile karşı karşıya kalacağını bildiğinden daha çok su kuyularını zehirleyerek yerli halkı dışarı çıkartmak için çalışıyordu.
Selçukluların da bu yeraltı şehirlerinden yararlandıkları ve askeri amaçlı kullandıkları sanılmaktadır. Çünkü Kapadokya Bölgesindeki Selçuklu Kervansarayları bu yeraltı şehirlerinin 5–10 km uzağında bulunmaktadır. Örneğin Dolayhan Kervansarayı - Tilköy yeraltı şehri, Sarıhan Kervansarayı - Özkonak yeraltı şehri, Ağzıkarahan Kervansarayı - Pınarbaşı (Geyral) yeraltı şehri.
Yeraltı şehirleri hakkında en eski yazılı kaynak Ksenophon'un "Anabasis" adlı kitabıdır. Ksenophon, Anadolu'da ve Kafkaslarda yaşayan insanların evlerini yerin altına oydukları ve evlerin birbirlerine dehlizlerle bağlı olduğundan bahsetmektedir. Ksenophon MÖ 4. yüzyılda yaşadığına göre yeraltı yerleşimlerini en kesin bir şekilde bu döneme tarihlemek mümkündür.
Bölgedeki en eski ciddi çalışmayı 1960-1970 yılları arasında yapan Alman Martin Urban ise yeraltı yerleşimlerini MÖ 7.-8. yüzyıllara tarihlemektedir.
Sonuçta, elimizdeki mevcut bilgiler ışığında yeraltı yerleşimlerini bölgedeki ilk medeniyetlerle aynı zamana yani Prehistorik Döneme tarihlemek pek yanlış olmayacaktır. Çünkü taş endüstrisini oldukça iyi bilen Prehistorik Dönem insanlarının basit aletlerle yumuşak tüfü oyması zor değildir. Bu dönemde birkaç odadan ibaret olan, Kapadokya'ya gelen değişik topluluklar tarafından devamlı olarak genişletilen yeraltı yerleşimleri, bir önceki kültürün tüm arkeolojik izleri yok edilerek bugünkü halini almıştır. Ancak unutmamak gerekir ki yeraltı şehirlerinin en yaygın kullanımı Bizans Döneminde olmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=11996",
"len_data": 5204,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
Glokom, göziçi sıvısının iyi boşalmaması yüzünden göz tansiyonunun artmasıdır.
Halk arasında "göz tansiyonu" ve "karasu" adlarıyla bilinen glokom, milyonlarca insanı etkileyen yaygın bir
göz hastalığıdır.
Tedavi edilmezse görme kaybına neden olabilir. Glokomda, göz içindeki sıvı basıncı, görme yeteneği için gerekli olan göz sinirine zarar verecek düzeyde yüksektir. Glokom tüm dünyada en sık kalıcı görme kaybı nedenidir. Kırk yaşın üzerinde yaklaşık olarak her 40 kişiden 1'inde görülür ve hastalığın ortaya çıktığı 20 kişiden 1'inde her iki gözde kalıcı görme kaybına, yani total körlüğe neden olur. Bu hastalık iki türlü gerçekleşir: kalıcı glokom ve süreksiz glokom. Kalıcı glokom ömür boyu devam eder ama süreksiz glokom yorgun anlarda belirmeye başlar.
Belirtiler.
Normalde göz içi oluşumların beslenmesi için göz içerisinde sürekli olarak bir sıvı mevcuttur. Bu göz içi sıvı, aynı zamanda sürekli olarak bazı kanallarla göz dışına atılır. Glokom, göziçi sıvısını dışarı boşaltan bu kanallarda yapısal olarak tıkanıklık oluşması veya sonradan bazı hastalıklar nedeniyle ortaya çıkar. Göziçi sıvısının yeterli boşalamamasına bağlı olarak göz içinde basınç yükselir ve yükselen göziçi basıncı da görmeyi sağlayan göz siniri hücrelerinin beslenmesini engeller. Göz siniri hücreleri yükselen göziçi basıncı nedeniyle hasar görerek yavaş yavaş öldükçe çevreden merkeze doğru görme kaybı ortaya çıkar. Hücrelerin tümü öldüğü zaman kalıcı total görme kaybı oluşur.
Kimler glokoma eğilimlidir?
Glokom dünyada milyonlarca kişide görülen ve her insanda ortaya çıkabilecek bir hastalıktır.
Bununla birlikte bazı faktörler hastalığın ortaya çıkma riskini arttırabilir. Toplumda 40 yaş
üzerinde %2, 60 yaş üzerinde %10 oranında görülür. Glokom herkeste ve her yaşta görülebilir. Ancak 40 yaşın üzerinde olanlar, ailesinde glokom bulunan kişiler, şeker hastalığı, hipertansiyonu, yüksek miyopisi ve damar hastalığı bulunanlar glokomun daha sık görüldüğü grupta yer alırlar. Özellikle glokom hastalığının ailesel geçişinin önemli olduğu ve ailesinde göz tansiyonu bulunan kişilerin bu hastalığın görülmesi açısından normale göre 8 kat daha fazla risk altında olduğu göz önünde tutulmalıdır.
Glokom riskini artıran faktörler.
- İlerleyen yaş, ailede glokom geçmişi (genetik yatkınlık)
- Sigara, şeker hastalığı, migren
- Miyopi, yüksek düşük kan basıncı
- Uzun süreli kortizon tedavisi
- Göz yaralanmaları
Bu özelliklere sahip kişilerin glokom yönünden göz muayenelerini yaptırmaları uygun olur.
Teşhis.
Hastalık herhangi bir belirti vermediğinden ve oluşan görme kaybı geri döndürülemediğinden glokomda erken tanı çok önemlidir. Hastalık ne kadar erken tespit edilirse, görme kaybı da o derece az olacaktır. Glokom tanısında konunun uzmanı göz hekimi tarafından yapılan detaylı bir göz muayenesi çok önemlidir. Bu muayenede görme keskinliğinin belirlenmesinin ve rutin göz kontrollerinin yanı sıra göziçi basıncının yani göz tansiyonunun ölçümü, göziçi sıvısının dışa boşaldığı kanalların yer aldığı bölgenin kontrolü ve göz sinirinin durumunun değerlendirilmesi yapılır. Gerektiği takdirde bilgisayarlı görme alanı ve göz siniri analiz yöntemleri tanıda önemli rol oynar. Göz tansiyonu 21 mmhg'ya kadar normal kabul edilir ve bunun üzerindeki değerler yüksek göz tansiyonu olarak değerlendirilir. Buna karşın göz tansiyonu tek kriter değildir ve göz tansiyonu normal ölçülen ve göz siniri hassas olan kişilerde de glokom hastalığı görülebilir. Göz tansiyonunun normalden yüksek olduğu veya normal olduğu halde göz sinirinin hasar gördüğünden şüphelenilen olgularda bilgisayarlı görme alanı ve göz siniri analiz tetkikleri göz sinirinin hasarının varlığının ve derecesinin belirlenmesinde, zaman içindeki değişimin saptanmasında önemlidir.
Tedavi.
Glokom hastalığının tanısı konulduktan sonra bugün için tedavide amaç göz tansiyonunu düşürerek göz sinirinin hasarını durdurmak ve görme kaybının ilerlemesini engellemektir. Bu amaçla uygulanabilecek yöntemler ilaç tedavisi, laser tedavisi ve cerrahi tedavi olarak üçe ayrılabilir. Bugün için genelde tanı sonrası ilk seçilen yöntemin ilaç tedavisi olmasına, ilaç tedavisine yeterli derecede yanıt vermeyen hastalarda laser tedavisinin ya da cerrahi tedavi yöntemlerinin uygulanmasına karşın, özellikle geç dönemde tanı konulan ya da sürekli ilaç kullanımının uygun olmadığı olgularda doğrudan laser girişimleri ya da cerrahi yöntemler de kullanılabilir. Glokomda ilaç tedavisinde son yıllarda önemli gelişmeler sağlanmış, etkili yeni ilaçlar tedavinin başarısını büyük ölçüde artırmıştır. İlaç tedavisinde önemli olan hastanın ilaçları sürekli olarak düzenli kullanmasıdır. İlaç kullandırılmayan veya ilaç tedavisine yanıt vermeyen olgularda kullanılan cerrahi yöntemler de son yıllarda giderek artan oranda başarılı olmakta, sürekli ilaç kullanım zorunluluğunu da ortadan kaldırarak etkili tedavi sağlayabilmektedir.
Glokom hastalığına karşı geliştirilen yeni bir ilacın “yan etki” olarak kirpikleri uzattığı saptandı. Miami Üniversitesi'nde yapılan bir deneyde de söz konusu ilaç bir jelle karıştırıldı. Araştırmaya katılanlardan bir gruba ilacın etken maddesinin bulunduğu jel verilirken diğer gruba bu maddenin bulunmadığı bir jel verildi. Deneklerden jeli her iki göze de düzenli olarak uygulamaları istendi.
İlacın bulunduğu jeli tatbik edenlerin kirpikleri 6 haftada 2 milimetre uzadı. Bu kişilerin kirpiklerinin, içinde ilacın bulunmadığı jel sürenlerinkinden iki kat hızlı uzadığı tespit edildi. Ancak ilacın kirpikleri nasıl uzattığı henüz bilinmiyor.
Glokom iğnesi, aslında glokom tedavisi için kullanılan bir ilaç enjeksiyonudur. Bu tedavi yöntemi, özellikle göz içi basıncını düşürmeye yönelik ilaçların yeterli etki göstermediği veya hasta tarafından düzenli kullanılmasının zor olduğu durumlarda uygulanabilir. İğne ile uygulanan ilaçlar, göz içi basıncını düşürerek optik sinire zarar verme riskini azaltmaya yardımcı olur.
Glokom iğnesi, genellikle göz doktoru tarafından steril bir ortamda uygulanır. İğne uygulamasından önce göz, lokal anestezi ile uyuşturulur ve ardından ilaç gözün ön veya arka kısmına enjekte edilir. İşlem sırasında hasta genellikle çok az ağrı veya rahatsızlık hisseder.
Glokom iğnesi tedavisi, başka glokom tedavi yöntemlerine ek olarak veya onların yerine kullanılabilir. Bu tedavi yöntemi, göz içi basıncını etkili bir şekilde düşürmeye yardımcı olabilir, ancak her hastanın bireysel durumuna ve tedaviye verdiği yanıta bağlı olarak sonuçlar değişebilir. İğne uygulamasının ne sıklıkla yapılması gerektiği, hastanın durumuna ve göz doktorunun önerilerine bağlıdır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12000",
"len_data": 6551,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.63
}
|
Ortahisar, Nevşehir ilinin Ürgüp ilçesine bağlı bir beldesidir.
En belirgin yapısı Etiler zamanında oyulmuş, 1200 m rakımlı 86 m yükseklikteki Ortahisar Kalesi'dir. Kale hem stratejik hem de yerleşim amacıyla kullanılmıştır. Kalenin eteklerinde Kapadokya'nın karakteristik sivil mimari örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca hemen hemen tüm vadilerin yamaçlarına oyulan kaya depolarında yörede yetişen patates ve elma, Akdeniz Bölgesi'nden getirilen portakal ve limon saklanmaktadır.
Ürgüp'ün 5 km batısında ve Nevşehir yolu yakınındadır. 1916 yılında kasaba olmuştur. Doğal güzellikleri ve tarihsel özellikleriyle ilgi çekici bir kasabadır. Kavak, İbrahim Paşa ve Ortahisar'ın içinde yer aldığı vadi Damsa çayı vadisine ulaşır. Bu vadinin Damsa çayı yakınları Üzengi deresi adını alır. Doğal özellikleri içme suyu, maden suları olan bir yerdir. Ortahisar'ın ortasında dev bir peri bacası olan bir kale vardır. Bu kaleye yabancılar şato da derler. İçi oyuktur. Oda ve salonlar vardır.
Ayrıca kasabanın çevresinde de pek çok kilise vardır. Talaş deresi bu bakımdan çok ilgi çeker. Ortahisar'da evler kaleye doğru basmak basamak yükselir. Son yıllarda Nevşehir yoluna doğru düzlükte yeni doğal karakteristik yapıya uygun renkli kesme taşan evler yapmışlardır. Bölgedeki kayalar sit alanı olarak belirlenmiştir. Atik ve Cedit adlarında iki mahalleden oluşur. Doğal güzellikleri, eski tarihsel yapıları, narenciye ambarları ve Göreme kaya kiliselerine yakın oluşu turistlerin rağbet göstermelerini sağlar. Ortahisar vadilerindeki manastır ve kiliseler Sarıca Kilise, Cambazlı Kilise, Tavşanlı Kilise, Balkan Deresi Kiliseleri ve Hallaç Dere Manastırı'dır.
Ekonomi.
Ortahisar halkı geçimini bağcılıktan sağlar. Ayrıca büyükbaş hayvancılık da yapılır. Ortahisar Kalesi hem strateji hem de yerleşim amacıyla kullanılmıştır. Kalenin eteklerinde Kapadokya'nın karakteristik sivil mimari örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca hemen hemen tüm vadilerin yamaçlarına oyulan soğuk hava depolarında yörede yetişen patates ve elma, Akdeniz Bölgesi'nden getirilen portakal ve limon saklanmaktadır.
Ayrıca 2004 yılında tüm Kapadokya'nın yaşantısının anlatıldığı Kapadokya'nın ilk ve tek etnografya müzesi Ortahisar'da açılmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12006",
"len_data": 2198,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.44
}
|
Tüketerek tanıtlama veya kaba kuvvet yöntemi ya da durum çözümlemesi olarak bilinen yöntem, tanıtlanacak önermenin sonlu sayıda duruma bölünerek her durumun ayrı ayrı tanıtlandığı bir matematiksel tanıt yoludur. Tüketerek tanıtlama iki aşamada gerçekleştirilir:
Bunun aksine Eski Yunan bilginlerinden Eudoxus of Cnidus'un tüketme yöntemi (tanıtlama) yöntemi matematiksel limitleri geometrik ve esas olarak özenli bir şekilde hesaplama yöntemiydi.
Örnek.
Her küp sayısı 9'un katı ya da 9'un katının 1 eksiği ya da 1 fazlasıdır.
"Tanıt"
Her küp sayısı bir tam sayısının küpüdür. Bu tam sayı ya 3'ün katıdır ya da 3'ün katının 1 eksiği ya da bir fazlasıdır. Bu nedenle aşağıdaki üç durum tüm durumları kapsar:
[Tanıtı tamamlamak için, 2 ve 3 durumlarındaki önermeler basit cebir kullanılarak tanıtlanabilir.]
Kaç durum vardır?
Tüketerek tanıtlama yönteminde, izin verilen durum sayısı için bir üst sınır yoktur. Bazı hallerde yalnızca iki ya da üç durum bulunur. Diğer hallerde ise birkaç düzine durum olabilir. Örneğin, satrançta bir oyun sonu problemini çözmek bazen bir düzine ya da daha fazla hamle dizisinin incelenmesini gerektirebilir. Bazı durumlarda ise yüzlerce hamle (durum) incelenmek zorundadır.
Dört Renk Teoreminin ilk tanıtı 1.936 durumu olan bir tüketerek tanıtlama tanıtıydı. Verilen tanıt tartışma konusu olmuştu çünkü durumların çoğu matematikçi eliyle değil de bir bilgisayar programı tarafından denetlenmişti. Dört renk teoreminin günümüzde bilinen en kısa tanıtı dahi 600'ü aşkın duruma sahiptir.
Matematikçiler çok sayıda durumu olan tanıtlamalardan kaçınmayı yeğlerler; çünkü bu tanıtlar zarafetten yoksun görünürler, teoremin yalnızca şans eseri doğru olduğu ve temelinde bir ilke ya da bağlantının bulunmadığı izlenimini bırakırlar. Bununla birlikte, tüketerek tanıtlama dışında hiçbir yöntemle tanıtı bulunamayan teoremler mevcuttur. Dört renk teoremine ek olarak, tüketerek tanıtlamanın yapıldığı büyük tanıtlar için şu örnekler verilebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12007",
"len_data": 1967,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.05
}
|
Tüketme yöntemi, geleneksel şekiller yoluyla kolaylıkla tanımlanamayan bir şeklin alanını ya da hacmini bulma yoludur.
Eudoxus'a atfedilen bu yöntem, bilinen şekillerin birleştirilmesiyle bir alanın ya da hacmin makul bir tahmini değerinin elde edilmesine dayanır. Şekillerin sayısı ve küçüklüğü arttırılarak bu tahmini değer iyileştirilebilir.
Arşimet bu yöntemi kullanarak, bir 96-gen yardımıyla Pi sayısı için bilinen yaklaşık 22/7 değerini bulmuştur.
Sonsuz sayıda böylesi şekil kullanılarak alanın ya da hacmin kesin büyüklüğünü bulmak kalkülüsün görevidir ve dolayısıyla bu yöntemi gereksiz kılmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12011",
"len_data": 609,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.18
}
|
Matematikte oluşturarak tanıtlama istenen özelliğe sahip somut bir örnek oluşturularak ya da böyle bir nesneyi oluşturma yöntemi verilerek, istenen özellikte bir matematiksel nesnenin var olduğunun tanıtlandığı bir yöntemdir. Bu yöntem, belirli özelliklere sahip olan matematiksel bir nesnenin var olduğunu tanıtlayan fakat bu nesnenin bir örneğini oluşturmak için yol göstermeyen oluşturmacı olmayan tanıtlama yöntemine karşıttır.
Oluşturmacılık, matematikte oluşturmacı tanıtlar dışındaki tüm tanıtları reddeden bir felsefedir.
Örnek.
Oluşturmacı bir tanıt ile oluşturmacı olmayan bir tanıt arasındaki karşıtlık, cebirsel sayılar olmayan aşkın sayılar (transandantal sayılar) ya da kompleks sayılar kavramlarıyla gösterilebilir. Hardy & Wright (1979) eserlerinde yazdığı gibi:-
"Aşkın sayılar gibi bir kavramın olabileceği ilk bakışta gözükmez ... Üç farklı sorunu ayırt etmemiz gerekir. İlki, aşkın sayıların var olduğunu tanıtlamak (herhangi bir somut örnek verme zorunluluğunu hissetmeden). İkincisi, özellikle tasarlanmış bir yöntemle somut bir aşkın sayı örneği vermek. Üçüncüsü ise -ki bu en zor sorundur-, verilen herhangi bir sayının ... aşkın olduğunu tanıtlamak."
Aşkın sayıların var olduğunu tanıtlamak aşağıdaki argümanla tanıtlanabilir. Cebirsel sayıların kümesi sayılabilir bir kümedir. Buna karşın reel sayıların kümesi sayılamaz bir kümedir. Dolayısıyla cebirsel sayı olmayan bazı reeel sayılar olmak zorundadır. Bu sayılar, tanım itibarıyla aşkın sayılardır. Bu tanıt, oluşturmacı olmayan bir tanıttır.
Aşkın sayıların olşturmacı bir tanıtı için, bu sayıları oluşturma yöntemine sahip olmalıyız. Bu işlem, var olduklarını tanıtlamaktan daha zordur. Matematiksel sabitelerden "e" ve π aşkın sayılar için göze çarpan ilk adaylardır fakat bunların "gerçekten" aşkın olduğunu tanıtlamak çok zor bir görevdir. Aşkın oldukları tanıtlanabilen ilk sayılar Joseph Liouville tarafından betimlenmiştir ve kendisi, Liouville sayıları adı verilen sonsuz bir aşkın sayı sınıfını oluşturma yöntemini bulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12013",
"len_data": 2018,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.07
}
|
Reductio ad absurdum (Latincede "saçma olana indirgeme"), aynı zamanda "argumentum ad absurdum", Osmanlıcayla "abese irca" ve Türkçesiyle olmayana ergi, bir iddiayı doğru kabul ederek saçma bir sonuca varıp iddianın yanlış olduğu sonucuna ulaşıldığı bir mantıksal tartışma yöntemidir. Bu yöntemde, yanlış olamayacak bir önermenin zorunlu olarak doğru olduğunu kabul eden üçüncü olanağın dışlanması kanunu kullanılır.
Bu argüman biçimi, Antik Yunan felsefesine kadar uzanır ve tarih boyunca hem matematiksel hem de felsefi düşüncelerde ve tartışmalarda yaygın şekilde kullanılmıştır. Bu yöntem, resmi olarak, genellikle "Reductio ad Absurdum" için kullanılan RAA kısaltmasıyla ifade edilen bir aksiyomla tanımlanır. Bu aksiyom, önermeler mantığında "tümleyici olumsuzlama kuralı" ile ifade edilebilir (bkz. tümleyici olumsuzlama) ve bu bağlantıyı açıkça göstermek için bazen özel bir isimle anılır. Ayrıca, bu yöntem, matematiksel bir ispat tekniği olan çelişki yöntemiyle ispat ("proof by contradiction") tekniğinin bir sonucudur.
Antik Yunan felsefesinde.
"Reductio ad absurdum" yöntemi, Grek felsefesi boyunca sıkça kullanılmıştır. Bu yöntemin en erken örneği, Kolofonlu Ksenophanes’e (y. MÖ 570 – MÖ 475) atfedilen bir hiciv şiirinde görülür. Ksenophanes, Homeros’un insanda bulunan kusurları tanrılara atfetmesini eleştiriye tabi tutar ve insanların, tanrıların bedenlerini de insan biçiminde hayal ettiğini ifade eder. Ksenophanes, eğer atlar ve öküzler insanlarda olduğu gibi çizme yeteneğine sahip olsalardı, tanrıları, kendileri gibi at ve öküz bedenlerinde çizeceklerini ileri sürer. Bu durumda, tanrıların her iki biçime birden sahip olamayacağına göre bu bir çelişki yaratır. Dolayısıyla, tanrılara insan kusurları gibi başka insani özellikler atfetmek yanlıştır.
Yunan matematikçileri de temel önermeleri kanıtlamak için "Reductio ad absurdum" yöntemini kullanmışlardır. İskenderiyeli Öklid (M.Ö. 4. yüzyıl ortaları – M.Ö. 3. yüzyıl ortaları) ve Siraküzalı Arşimet (y. MÖ 287 – y. MÖ 212 ) bu tekniğin erken örneklerinden bazılarını teşkil etmektedirler.
Platon’un (MÖ 424–348) erken dönem diyaloglarında Sokrates’in tartışmaları, "reductio ad absurdum" yöntemini sıklıkla Sokratik yöntem olarak anılan "elenchos" adlı biçimsel bir diyalektik yönteme dönüştürmüştür. Bu yöntemde genellikle Sokrates’in karşısındaki kişi, başlangıçta zararsız gibi görünen bir iddiada bulunur. Sokrates ise adım adım, diğer varsayımları da içeren bir akıl yürütme süreciyle, bu iddianın saçma veya çelişkili bir sonuca vardığını karşısındaki kişiye kabul ettirir. Sonuç olarak, kişi iddiasından vazgeçip bir tür "aporia" (çıkmaz) durumuna geçer.
Yöntem, Aristoteles’in (MÖ.384–322) eserlerinde, özellikle "Önermeler" adlı çalışmasında önemli bir yer tutar. Aristoteles bu yönteme, “imkânsıza götüren kanıt” (Antik Yunanca: ἡ εἰς τὸ ἀδύνατον ἀπόδειξις, "demonstration to the impossible") adını vermiştir (62b).
Bu yöntemin bir başka örneği ise sorites paradoksunda bulunur. Paradoks, 1.000.000 kum tanesinin bir yığın oluşturduğu varsayımından başlar ve bir yığından bir kum tanesinin çıkarılmasının hâlâ bir yığın bırakacağını ileri sürer. Bu mantıkla tek bir kum tanesi (hatta hiç kadarı) bile bir yığın oluşturabilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12014",
"len_data": 3213,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.99
}
|
Mantık tarihi, mantığın tarihteki çeşitli kültürler ve geleneklerde ortaya çıktığı biçimlerini karşılaştırmalı olarak inceler.
Birçok kültür, ayrıntılı uslamlama sistemleri uygulamasına karşın, uslamlamanın doğrudan çözümlenmesi uğraşısı olarak mantık, başlangıçta yalnızca üç gelenekte geliştirilmiştir: Çin, Hindistan ve Yunanistan. Kesin tarihler bilinmemekle birlikte - özellikle Hindistan için -, mantığın her üç toplumda MÖ 4. yüzyılda ortaya çıkmış olma ihtimali var. Mondern mantığın biçimsel olarak gelişkin ele alınışı Yunan geleneğinden gelmektedir. Aristo mantığının ve yorumlarının İslam felsefecileri üzerinden Orta Çağ Avrupası mantıkçıklarına ulaşmasıyla gelişmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12020",
"len_data": 683,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.95
}
|
Hiper metin (İngilizce hypertext), bilgisayar ekranı ya da diğer elektronik cihazlarda gösterilen ve sadece yazıdan ibaret olmayan gelişmiş özelliklere sahip belgelerdir. Hipermetinler diğer metin ve kaynaklara hiperbağlantılar ile referans gösterebilir, standart metinlerden (İngilizce "text") farklı olarak imaj, fotoğraf, video, tablo, matematik formülleri vs. içerik sunabilirler. Hiper metin, World Wide Web'in temel konseptlerinden olup günümüz Web sitelerinin çok büyük çoğunluğu Hiper Metin İşaretleme Dili (HTML) kullanmaktadır.
Kelime kökeni.
"Hiper" kelimesinin kökeni Yunancadaki "ὑπερ-" kelimesidir ve "ötesinde" ya da "üzerinde" gibi bir anlamı vardır. Hiper metnin standart metnin ötesinde özelliklere sahip olduğunu ifade eder.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12031",
"len_data": 743,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.76
}
|
Ursula Kroeber Le Guin (21 Ekim 1929 - 22 Ocak 2018), aralarında kendi yarattığı "Hain" ve "Yerdeniz" kurgusal evrenlerinde geçen bilimkurgu ve fantezi eserlerinin de bulunduğu spekülatif kurgu çalışmaları ile tanınmış Amerikalı yazardır. İlk eseri 1959 yılında yayımlanan Le Guin'in edebiyat kariyeri neredeyse altmış yıl sürmüş ve bu süre zarfında yirmi roman ve yüzden fazla kısa öykünün yanı sıra çeviri, eleştiri, şiir, tiyatro, çocuk ve genç edebiyatı ürünleri de ortaya koymuştur. Genellikle bir bilimkurgu ve fantezi yazarı olarak tanımlanan Le Guin aynı zamanda "Amerikan Edebiyatının önemli bir sesi" olarak anılmıştır. Kendisi ise daha çok bir "Amerikan romancısı" olarak bilinmeyi tercih ettiğini söylemiştir.
Le Guin, Kaliforniya'nın Berkeley şehrinde, yazar Theodora Kroeber ve antropolog Alfred Louis Kroeber'in çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Fransızca üzerine master derecesini tamamladıktan sonra doktora çalışmalarına başlamış ancak 1953 yılında tarihçi Charles Le Guin ile evlendikten sonra bu çalışmaları bırakmıştır. Tam zamanlı olarak yazmaya 1950'lerin sonunda başlamış; Harold Bloom tarafından şaheserleri olarak tanımlanan "Yerdeniz Büyücüsü" (1968) ve "Karanlığın Sol Eli" (1969) romanlarıyla önemli eleştirel ve ticari başarı kazanmıştır. "Karanlığın Sol Eli" adlı eseriyle en iyi roman kategorisinde hem Hugo hem de Nebula Ödülü kazanarak, bunu başaran ilk kadın olmuştur. Bunları, Yerdeniz ve Hain Evrenlerinde geçen çeşitli eserleri takip etmiştir.
Kültürel antropoloji, Taoizm, feminizm ve Carl Jung'un yazılarının etkileri eserlerinde güçlü bir şekilde görülmektedir. Öykülerinde çok sayıda antropolog ya da kültürel gözlemci kahramanlar yer almış ve birçok yazısında denge ve denklik üzerine Taoist düşünceler tespit edilmiştir. Le Guin tipik spekülatif kurgu metaforlarını, "Yerdeniz"'de olduğu gibi koyu derili kahramanlar yaratarak defalarca yıkmıştır ve yine 1985 yılında yayımlanmış deneysel eseri "Hep Yuvaya Dönmek" gibi kitaplarda sıra dışı biçemsel ve yapısal araçlar kullanmıştır. Yazılarında cinsiyet, cinsellik ve reşit olma gibi sosyal ve siyasi konular öne çıkar. "Omelas'ı Bırakıp Gidenler" (1973) adlı alegorisinde ve "Mülksüzler" (1974) ütopik romanında yaptığı gibi alternatif siyasi yapıları çok sayıda öyküsünde açımlamıştır.
Le Guin'in yazıları spekülatif kurgu alanında ses getirmiş ve eleştirmenlerin yoğun ilgisine konu olmuştur. Aralarında 8 Hugo, 6 Nebula ve 24 Locus Ödülü olmak üzere sayısız ödül almış ve 2003 yılında Amerika Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Derneği (SFWA) tarafından "Grand Master" (Büyük Usta) olmaya layık görülen ikinci kadın olmuştur. ABD Kongre Kütüphanesi 2000 yılında ona "Living Legend" (Yaşayan Efsane) unvanını vermiştir. Le Guin aralarında Man Booker Ödülü sahibi Salman Rüşdi, David Mitchell, Neil Gaiman ve Iain Banks'ın da bulunduğu birçok yazarı etkilemiştir. 2018 yılında ölümünden sonra eleştirmen John Clute Le Guin'in "Amerika bilimkurgusuna yaklaşık yarım yüzyıldır başkanlık ettiği"ni yazmıştır. Yazar Michael Chabon ise ondan "neslinin en büyük Amerikan yazarı" olarak bahsetmiştir. Yazar anısına "The Ursula K. Le Guin Prize for Fiction" adını taşıyan bir edebiyat ödülü düzenlenmektedir.
Yaşamı.
Çocukluğu ve eğitimi.
Ursula Kroeber, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde 21 Ekim 1929 tarihinde dünyaya geldi. İsmini doğum tarihi olan Azize Ursula Günü'nden aldı. Babası Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de antropolog olan Alfred Kroeber'di. Le Guin'in annesi Theodora Kroeber) psikoloji mezunudur. Yazarlığa ancak 60'lı yaşlarında başlamıştır ve 1961 yılında yayımlanan biyografi kitabı "İshi in Two Worlds"ü yazarak başarılı bir yazarlık kariyerine sahip olmuştur. Bu kitapta, tamamı beyaz yerleşimciler tarafından öldürülen Yahi yerlilerinin son yaşayan bireyi İşi'nin hayatını anlatmıştır.
Ursula'nın 3 abisi vardı: edebiyat bilimci olan Karl, Theodore ve Clifton. Ailenin geniş bir kütüphanesi vardı ve tüm çocukları küçük yaştan okumaya merak salmışlardı. Ebeveynleri tarafından 3 erkek kardeşi ile beraber kültürel çeşitliliğe değer verilen bir ev ortamında yetiştirildiler. Kroeber Ailesinin, aralarında tanınmış akademisyen Robert Oppenheimer da dahil olmak üzere sayısız ziyaretçisi olmuştur; Le Guin, daha sonra "Mülksüzler" romanının fizikçi kahramanı Shevek için Oppenheimer'ı model olarak kullanacaktır. Aile akademik yıl boyunca Berkeley'deki evlerinde kalıyor, yazlarıysa Napa Vadisindeki yazlık evlerinde geçiriyordu.
Le Guin'in okuduğu kitaplar arasında bilimkurgu ve fantezi edebiyatı da vardı. Abileriyle birlikte "Thrilling Wonder Stories" ve "Astounding Science Fiction" dergilerini takip ederlerdi. Mitlere ve efsanelere, özellikle de İskandinav mitolojisine ve babasının anlattığı Amerika yerlilerinin efsanelerine düşkündü. Diğer sevdiği yazarlar arasında Lord Dunsany ve Lewis Padgett vardı. Le Guin çok küçük yaşta yazmaya ilgi duydu; 9 yaşındayken bir kısa öykü yazdı ve 11 yaşındayken ilk kısa öyküsünü "Astounding Science Fiction" dergisine gönderdi. Öykü reddedildi ve 10 yıl boyunca başka bir yazı göndermedi.
Le Guin Berkeley Lisesi'ne devam etti. Rönesans Fransızcası ve İtalyan edebiyatı üzerinde Bachelor of Arts derecesini 1951 yılında Radcliffe College'tan aldı. Çocukken hem biyolojiye hem şiire ilgi duymuştu ancak matematikte zorlanması kariyer seçeneklerini sınırlamıştı. Le Guin Columbia Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı ve 1952'de “"Fransa ve İtalya’da Orta Çağ ve Rönesans Dönemi Edebiyatı"” konulu teziyle Fransızca Master of Arts derecesi aldı. Hemen ardından doktora çalışmalarına başladı ve bu çalışmalara 1953-1954 yılları arasında Fransa'da devam etmek üzere Fulbright bursu kazandı.
Evliliği ve ölümü.
Le Guin, 1953 yılında "Queen Mary" gemisi ile Fransa'ya yolculuk ederken tarihçi Charles Le Guin ile tanıştı. Paris'te 1953 yılının Aralık ayında evlendiler. Le Guin'e göre evlilik ona doktoranın sonunun geldiğinin habercisi olmuştu. Kocası önce Georgia'da Emory Üniversitesi'nde sonra da İdaho Üniversitesi'nde doktorasını tamamlarken Le Guin kızları Elisabeth'in 1957 yılında doğmasına kadar Fransızca öğretti ve sekreter olarak çalıştı. İkinci kızları Caroline 1959'da doğdu. Aynı yıl Charles Portland Eyalet Üniversitesi'nde tarih okutmanı oldu ve çift Portland, Oregon'a taşındı; oğulları Theodore da 1964 yılında burada doğdu. Her ne kadar Le Guin 1968 ve 1975 yılları arasında Londra'ya gitmek için başk Fulbright bursları almış olsa da hayatlarının geri kalanını Portland'da geçirdiler.
Le Guin'in yazarlık kariyeri 1950'lerin sonlarına doğru başladı ancak çocuklarını büyütmek için geçirdiği zaman yazım planlamasını sınırladı. Yazmaya ve eserlerini yayımlamaya 60 yıl boyunca devam edecekti. Aynı zamanda editör olarak da çalıştı ve lisans öğrencilerine dersler verdi. Edebiyat eleştirisi yazmasının yanı sıra "Paradoxa" ve "Science Fiction Studies" dergilerinin yazı işleri heyetinde çalıştı. Tulane Üniversitesi, Bennington College ve Stanford Üniversitesi ile diğer okullarda dersler verdi. Mayıs 1983'te Oakland, Kaliforniya'da Mills Koleji'nde mezuniyet töreninde "Solak Mezuniyet Konuşması" başlıklı bir konuşma yaptı. "American Rhetoric"in 20. yüzyılın 100 Konuşması listesinde 82. sıradadır ve "Dünyanın Kıyısında Dans" adlı kurgudışı yazılarının toplandığı koleksiyonda da basılmıştır.
Le Guin 22 Ocak 2018'de Portland'daki evinde 88 yaşında öldü. Oğlu birkaç aydır sağlık durumunun kötü olduğunu ve muhtemelen kalp krizi geçirmiş olabileceğini açıkladı. Aileye özel cenaze töreni Portland'da yapıldı. Margaret Atwood, Molly Gloss ve Walidah Imarisha gibi yazarların da konuşma yaptığı halka açık bir cenaze töreni de Haziran 2018'de Portland'da yapıldı.
Görüşleri ve savundukları.
Le Guin Amerika Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Derneği'nin (SFWA) Stanisław Lem'i üyelikten çıkarmasını protesto etmek amacıyla 1977 yılında "The Diary of the Rose" adlı öyküsü için verilecek olan Nebula Ödülü'nü reddetti. Le Guin, üyeliğin düşürülmesini Lem'in Amerikan bilmkurgusunu eleştirmesi ve Doğu Blokunda yaşamaya devam etmesi nedenlerinden olduğunu belirterek "bir grubun siyasi hoşgörüsüzlüğü üzerine bir öykü için aynı siyasi hoşgörüsüzlüğü gösteren bir gruptan" ödül almaya gönülsüz olduğunu söyledi.
Le Guin "bir tavşan kadar dinsiz" yetiştirildiğini söylemiştir. Taoizm ve Budizm üzerine büyük bir ilgi göstermiştir ve ergenlik yıllarında Taoizm'in ona "hayata nasıl bakılacağına bir çıkar yol" gösterdiğini belirtmiştir. Taoist düşünceye olan sempatisi nedeniyle 1997 yılında Tao Te Ching'in bir çevirisini yayımlamıştır.
Aralık 2009'da, Authors Guild'in Google'in kitap dijitalleştirme projesine olan desteği nedeniyle bu örgütten istifa etmiştir. "Şeytanla pazarlık etmeye karar verdiniz." diye yazmıştır istifa mektubunda: "Tüm telif hakları kavramının üzerinde prensipler vardır; ve siz mücadele bile etmeden, koydukları şartlarla, bir şirket için bu prensiplerden vazgeçtiniz." 2014 National Book Ödülleri sırasında yaptığı konuşmasında Amazon'u ve yayıncılık sektörü üzerindeki kontrolünü eleştirmiş, özellikle e-kitap yayımı üzerine olan bir anlaşmazlıkta Amazon'un Hachette Book Group'a karşı yaklaşımını örnek olarak göstermiştir. Konuşması dünya çapında medyada yer almış ve National Public Radio tarafından 2 kez yayınlanmıştır.
Edebiyat yaşamı.
İlk çalışmaları.
Le Guin'in ilk yayımlanmış çalışması 1959 yılından yayımlanmış olan "Folksong from the Montayna Province" adlı şiiridir. İlk yayımlanmış kısa öyküsü ise 1961'de yayımlanan "An die Musik" adlı öyküdür. Her iki eseri de hayalî ülkesi Orsinya'da geçer. 1951 ila 1961 yılları arasında hepsi Orsinya'da geçen beş roman yazdığı ama bunlar yayımcılar tarafından ulaşılamaz oldukları gerekçesiyle reddedildi. Bu dönemde yazdığı şiirlerin bir kısmı 1975'te yayımlanan "Wild Angels" içinde yer aldı. Yayıncılardan uzun süre red cevabı almaya devam eden Le Guin yazdıklarının bilimkurgu olarak sınıflandırılması hâlinde bir pazarı olabileceğini bilerek bu alana doğru yöneldi. İlk profesyonel yayımlanan eseri "Fantastic Science Fiction"da 1962'de çıkan "April in Paris" öyküsüdür ve yedi başka öykü sonraki birkaç yıl içinde "Fantastic" ya da "Amazing Stories"te yayımlanarak bu öyküyü takip etmiştir. Bunların arasında kurgusal Hain Evreni'ni tanıtan "The Dowry of the Angyar" ve Yerdeniz dünyasını tanıtan "The Rule of Names" ile "The Word of Unbinding" öyküleri de vardır. Bu öyküler genel olarak eleştirmenler tarafından ihmal edilmiştir.
Ace Books Le Guin'in ilk basılan romanı "Rocannon'un Dünyası"nı 1966'da yayımladı. Hain Evreni'nde geçen iki roman daha, "Sürgün Gezegeni" ve "Hayaller Şehri" 1966 ve 1967'de yayımlandılar ve bu üç roman daha sonra Hain üçlemesi olarak bilindi. İlk ikisi "Ace Double" olarak bilinen ve iki romanın bir arada yayımlandığı düşük fiyatlı bir kitapların bir parçası olarak yayımlandı. "Hayaller Şehri" ise Le Guin'in isminin tanınması üzerine tek başına yayımlandı. Bu kitaplar, Le Guin'in kısa öykülerinden daha fazla eleştirmen ilgisi çekti ve çeşitli bilimkurgu dergilerinde değerlendirme yazıları çıktı ancak eleştirel tepki hâlâ suskundu. Bu kitaplarda, Le Guin'in daha sonraki eserlerinde bulunan temaların ve fikirlerin çoğu mevcuttu: Bir kahramanın hem fiziksel hem de içsel yolculuğunu anlatan "arketipik yolculuk", kültürel temas ve iletişim, kimlik arayışı ve tezat güçlerin uzlaşması.
"Nine Lives" adlı öyküsünü 1968 yılında yayımlamadan önce "Playboy" dergisi Le Guin'e öyküyü tam adını kullanmadan yayımlayıp yayımlayamayacaklarını sordu ve Le Guin'de bunu kabul etti. Öykü "U. K. Le Guin" adıyla basıldı. Daha sonraları bu olayda bir editör ya da yayımcı tarafından kadın yazar olması nedeniyle ilk ve son olarak önyargıılı davranıldığını yazdı ve "öyle saçma, öyle anlamsız görünmüştü ki aynı zamanda önemli olduğunu da farkedemedim," diye belirtti. Öykünün daha sonraki baskılarında tam adı kullanıldı.
Eleştirel ilgi.
Le Guin'in sonraki iki kitabı ona birdenbire geniş çapta bir eleştirel övgü getirdi. 1968 yılında yayımlanan "Yerdeniz Büyücüsü" başlangıçta genç ergenler için yazılmış bir fantezi romanıydı. Le Guin aslında genç ergenler için yazmayı planlamamıştı ama bu alanda pazarda büyük potansiyel olduğunu gören Parnassus Press'in editörü tarafından bu grup okuyucuyu hedefleyen bir roman yazması istenmiştir. Kurgusal Yerdeniz takımadalarında geçen bir reşit olma öyküsünü anlatan kitap hem ABD'de hem de Büyük Britanya'da olumlu bir tepki gördü.
Sonraki romanı "Karanlığın Sol Eli", insanların belirli bir cinsiyeti olmadığı kurgusal bir gezegende geçen ve cinsiyet ile cinsellik temalarını irdeleyen bir Hain Evreni öyküsüydü. Kitap Le Guin'in feminist konular üzerine yazdığı ilk kitaptı ve akademisyen Donna White'a göre "bilm kurgu eleştirmenlerini serseme döndürmüştü"; başka takdirlerin yanı sıra bu roman, en iyi roman dalında hem Hugo hem de Nebula Ödülünü kazanarak Le Guin'i bu ödülleri kazanan ilk kadın yapmıştır. "Yerdeniz Büyücüsü" ve "Karanlığın Sol Eli" eleştirmen Harold Bloom tarafından Le Guin'in şaheserleri olarak tanımlanmıştır. 1973'te Hugo Ödülü'nü "Dünyaya Orman Denir" ile yeniden kazandı. Kitap Le Guin'in Vietnam Savaşı'na karşı duyduğu kızgınlığın etkisiyle yazılmıştır ve sömürgecilik ile militarizm temalarını irdeler. Le Guin daha sonradan bu kitabını herhangi bir kurgusal eserinde yaptığı "en açık politik ifade" olarak niteler.
Le Guin "Yerdeniz" serisinin 1971 ve 1973'te basılan sonraki iki kitabı "Atuan Mezarları" ve "En Uzak Sahil"de denge ve reşit olma temalarını işlemeye devam eder. Her iki kitapta yazılışları için beğeni alırken "En Uzak Sahil"de ölüm temasının araştırılması ayrıca övgü toplar. 1974 yılında yayımlanan "Mülksüzler" kitabı gene hem Hugo hem de Nebula Ödülü'nü kazandı ve böylece iki kitabı içinde bu iki ödülü kazanan ilk kişi oldu. Yine Hain Evren'inde geçen öykü anarşizm ve ütopyacılık temalarını irdeler. Akademisyen Charlotte Spivack bu kitabın Le Guin'in bilimkurgu anlayışında siyasal fikirlerin tartışılmasına doğru bir değişiklik noktaası olarak tanımlar. İlk basılan kısa öyküsü de dahil olmak üzere, o dönemde yazmış olduğu bazı spekülatif kurgu kısa öyküleri 1975 yılında "The Wind's Twelve Quarters" adlı derlemede toplanmıştır. Aralarında "Rüyanın Öte Yakası", Hugo Ödüllü "The Ones Who Walk Away From Omelas" ve Nebula Ödüllü "Devrimden Önceki Gün"ün da bulunduğu 1966 ila 1974 dönemi kurgu eserleri Le Guin'in en çok bilinen eserlerini oluşturmaktadır.
Genişleyen araştırma.
Le Guin 1970'lerin ikinci yarısında çeşitli eserler verdi. Bunların arasında, Le Guin'e göre Hain Evreni'nin bir parçası sayılabilecek spekülatif kurgu dalında "Balıkçılın Gözü" romanı bulunur. Ayrıca genç ergenler için gerçekçi bir roman "Her Yerden Çok Uzakta" ile 1976 ve 1979'da yayımlanan "Orsinya Öyküleri" derlemesi ve "Malafrena" romanı da sayılabilir. Son ikisi her ne kadar kurgusal Orsinya ülkesinde geçse de bilimkurgu ya da fanteziden çok realistik kurgu dalında öykülerdir. Denemelerinin derlemesi "The Language of the Night" 1979'da basıldı ve Le Guin "Wild Angels" adlı şiir kitabını da 1975'te yayımladı.
1979 yılında basılan "Malafrena" ile 1994 yılında basılan "İçdeniz Balıkçısı" derlemesi arasında Le Guin asıl olarak daha genç bir okuyucu kitlesi için yazmaya devam etti. 1985 yılında deneysel eseri "Hep Yuvaya Dönmek" yayımlandı. 1979 ila 1994 yılları aralığında "Kanatlı Kediler Masalı" serisi de dahil olmak üzere on bir resimli çocuk kitabı ve 1980'de çıkan "Başlama Yeri" adlı genç ergen fantezi romanını yayımladı. Aynı dönemde hepsi olumlu tepki alan dört şiir derlemesi daha basıldı. Ayrıca "Yerdeniz"e tekrar geri dönerek "En Uzak Sahil"den 18 yıl sonra 1992'de "Tehanu"yu yayımladı. Bu geçen süre zarfında Le Guin'in görüşleri hayli değişmiş ve Tehanu serinin önceki kitaplarına göre daha acımasız bir tonla yazılmış ve önceki eserlerde sunduğu fikirlere meydan okumuştur. Eleştirel övgü alan kitap serinin artık yetişkin edebiyatı içinde tanınmasına önayak olmuştur.
Sonraki yazıları.
Le Guin uzun süren bir aradan sonra 1990'larda kısa öykülerle, 1990'da yayımlanan "The Shobies' Story" ile Hain Evreni'ne geri döndü. Bu öykülerin arasında "Karanlığın Sol Eli" ile aynı gezegende geçen ve yetişkinliğe geçiş konusunu irdeleyen "Coming of Age in Karhide" (1995) öyküsü de bulunuyordu. Bu öykü akademisyen Sandra Lindow tarafından "sınırları aşan derecede cinsel ve ahlâki anlamda cesur" olarak tanımlanmış ve Le Guin'in bunu "60'larda yazamayacağını" belirtmiştir. Aynı yıl "Bağışlanmanın Dört Yolu" öykü serisini yayımladı ve bunları bağlantılı beşinci bir öykü olan "Old Music and the Slave Women" 1999'da takip etti. Beş öykünün tamamı da bir köle toplumunda özgürlük ve devrim kavramlarını irdeliyordu. 2000 yılında son Hain Evreni romanı olacak "Anlatış" basıldı ve sonraki yıl da son iki "Yerdeniz" kitapları "Öteki Rüzgâr" ve "Yerdeniz Öyküleri" yayımlandı.
2002 yılından itibaren Le Guin'in eserlerinin çeşitli derlemeleri ve antolojileri basıldı. 1994-2002 döneminden öykülerinden oluşan bir seri "Dünyanın Doğum Günü" derlemesinde "Paradises Lost" kısa romanıyla birlikte yayımlandı. Bu kitapta cinsiyet üzerinde geleneksel olmayan fikirlerin yanı sıra anarşişt temalar da irdelenmektedir. Diğer derlemeler arasında 2002'de basılan "Uçuştan Uçuşa" sayılabilir. Antolojileri ise "The Unreal and the Real" (2012), ve Library of America tarafından yayımlanan iki ciltlik Hain Evreni eserlerinden oluşan "The Hainish Novels and Stories"dir.
Bu dönemden diğer eserleri arasında Vergilius'un "Aeneis" epik destanındaki bir karakterden esinlenilen "Lavinia" (2008) adlı roman ile "Marifetler" (2004), "Sesler" (2006) ve "Güçler" (2007) romanlarından oluşan "Batı Sahili Yıllıkları" üçlemesi sayılabilir. Her ne kadar "Batı Sahili Yıllıkları" genç ergen okuyucu kitlesi için yazılmış olsa da üçlemenin üçüncü kitabı "Güçler" 2009'da en iyi roman dalında Nebula Ödülü kazandı. Le Guin son yıllarından hemen hemen kurgudan vazgeçti ve denemeler, şiirler ile bazı çeviriler üzerine yoğunlaştı. Son yayımlanan eserleri arasında kurgu dışı derlemeler "Dreams Must Explain Themselves" ve "Ursula K Le Guin: Conversations on Writing" ile "So Far So Good: Final Poems 2014–2018" adlı şiir kitabı sayılabilir ve bunların hepsi ölümünden sonra yayımlanmıştır.
Tarzı ve etkilendikleri.
Etkilendikleri.
Le Guin gençliğinde hem klasik eserleri hem de spekülatif kurgu eserleri okumuştur. Daha sonraları, Theodore Sturgeon ve Cordwainer Smith'in eserlerini okuyana kadar bilimkurgunun üzerinde bir etki bırakmadığını ve çocukken bu tarzı küçümsediğini söylemiştir. Le Guin'in etkilendiğini söylediği yazarlar arasında Victor Hugo, William Wordsworth, Charles Dickens, Boris Pasternak ve Philip K. Dick bulunur. Le Guin ile Dick aynı liseye devam etmişlerdi ama birbirlerini tanımıyorlardı; Le Guin daha sonradan "Rüyanın Öte Yakası" romanını ona atıfta bulunmak için yazdığını söylemiştir. Ayrıca J. R. R. Tolkien ve Leo Tolstoy'un biçemsel etkileri olduğunu ve eserlerini "beyaz adam evrene hükmediyor" geleneğinden diye tanımladığı Robert Heinlein gibi tanınmış bilimkurgu yazarlarını okumak yerine Virginia Woolf ve Jorge Luis Borges'i okumayı tercih ettiğini söylemiştir. Çeşitli akademisyenler, Le Guin'in çocukken okumayı sevdiği mitolojinin etkisinin eserlerinin çoğunda görüldüğünü belirtir; örneğin "The Dowry of the Angyar" adlı kısa öykü bir İskandinav mitinin yeniden anlatılışı olarak gösterilir.
Kültürel antropoloji bilim dalı Le Guin'in yazılarında önemli bir etki göstermiştir. Babası Alfred Kroeber bu alanda bir öncü olarak gösterilir ve Kaliforniya Üniversitesi Antropoloji Müzesi'nin de müdürüydü: Onun çalışmalarının sonucunda Le Guin çocukken antropolojinin ve kültürel araştırmaların etkisi altında kalmıştır. Mitler ve efsanelerin yanı sıra, James Frazer'ın mitler ve din üzerine bir çalışması olan "Altın Dal"dan eşi Elizabeth Grove Frazer tarafından uyarlanmış "Altın Dal'ın Yaprakları" gibi çocuk kitaplarını da okumuştur. Babasının arkadaşları ve tanıdıkları ile birlikte yaşamanın ona öteki deneyimini kazandırdığını anlatır. Özellikle İşi'nin yaşadıkları Le Guin'in üzerinde etkili olmuştur ve "Sürgün Gezegeni", "Hayaller Şehri", "Dünyaya Orman Denir" ve "Mülksüzler" gibi eserlerinde İşi'nin öyküsüne ait ögeler tanımlanmıştır.
Birkaç akademisyen Le Guin'in yazılarında Carl Jung'un ve özel olarak da Jung arketiplerinin etkisinin görüldüğünü belirtmiştir. Özellikle "Yerdeniz Büyücüsü"ndeki gölge, Ged'in gururunu, korkusunu ve güç arzusunu temsil eden Jung psikolojisindeki Gölge arketipi olarak görülür. Le Guin 1974 yılında verdiği bir konferansta bu arketipi üzerine ve psişenin karanlık ve bastırılmış yanlarını yorumlamıştır. Bir başka yerde de ilk "Yerdeniz" romanını yazmadan önce hiç Jung okumadığını belirtmiştir. Aralarında Anne, Anima ve Animus'un da bulunduğu diğer arketipler de Le Guin'in eserlerinde tanımlanmıştır.
Felsefi Taoizm'in Le Guin'in dünya görüşü üzerinde büyük bir rolü olmuştur ve Taoist düşüncenin etkisi birçok öyküsünde görülmektedir. "Rüyanın Öte Yakası" da dahil olmak üzere Le Guin'İn kahramanlarının çoğu şeyleri kendi başına bırakma olan Taoist ülküye sahiptirler. Hain Evreni'nin antropologları karşılaştıkları kültürlerin işine karışmayı denemezler; Ged'in "Yerdeniz Büyücüsü"nde öğrendiği ilk derslerden biri kesinlikle gerekmedikçe büyü kullanmamaktır. Le Guin'in Yerdeniz dünyasının dengesini tasvirinde Taoist etki açıkça görülmektedir: Takımada hassas bir denge üzerine kurulu olarak tasvir edilmiştir ve ilk üç romanda bu denge hep birisi tarafından bozulur. Bu kara ile deniz arasındaki dengeyi de içerir, öyle ki "Yerdeniz" adının kendisinde, yaşayan halk ve doğal çevrelerinde ve büyücülerin korumak ile görevlendirildikleri daha büyük kozmik dengede bu görülür. Bir başka öne çıkan Taoist fikir de işık ile karanlık ya da iyi ile kötü gibi zıtlıkların uzlaşmasıdır. Aralarında "Mülksüzler"in öne çıktığı birkaç Hain romanında bu uzlaşma süreci irdelenir. Yerdeniz Evrenin'nde, geleneksel Batı Kültürü öykülerinde iyi ile kötünün sürekli bir çekişme içinde olmasının aksine karanlık güçler değil ama karakterlerin yaşamın dengesini yanlış anlamaları kötü olarak tasvir edilir.
Tarzı ve kullandığı biçem.
Her ne kadar Le Guin daha çok spekülatif kurgu alanındaki eserleri ile tanınıyor olsa da aynı zamanda gerçekçi kurgu, kurgu dışı, şiir ve çeşitli diğer edebi biçimlerde de eser vermiştir ve bunun sonucunda eserlerini sınıflandırmak kolay değildir. Eserleri ana akım, çocuk edebiyatı ve spekülatif kurgu eleştirmenlerince değerlendirilmiştir. Le Guin'in kendisi de daha çok "Amerikan romancısı" olarak tanınmak istediğini söylemiştir. Le Guin'in tarzların geleneksel sınırlarını aşması da özellikle çocuk edebiyatı ve spekülatif kurgu akademisyenleri arasında Le Guin'in eleştirel değerlendirmesini Balkanlaşmasına neden olmuştur. Yorumcular "Yerdeniz" romanlarının çocuk kitabı olarak değerlendirildiği için özellikle daha az eleştiriye konu olduğunu belirtirler. Le Guin çocuk edebiyatının bu şekilde değerlendirilmesini "yetişkin şövenist domuzluk" olarak tanımlamıştır. 1976 yılında edebiyat akademisyeni George Slusser "orijinal seriyi 'çocuk edebiyatı' olarak belirten saçma yayın sınıflandırması"nı eleştirirken Barbara Bucknall'a göre Le Guin'i "Tolkien gibi, on yaşındakilerde yetişkinler de okuyabilir.Bu öykülerin yaşı yoktur çünkü her yaşta karşımıza çıkacabilecek sorunlarla uğraşır."
Birçok eserinin temel dayanağı sosyoloji, psikoloji ya da felsefeden gelmektedir. Bunun sonucunda Le Guin'in eserleri genellikle sosyal bilimkurgu olarak tanımlanır ve bu alt türün "koruyucu azizesi" olarak adlandırılır. Sosyal bilimkurguya, İngilizce verilen "soft science fiction" (yumuşak bilimkurgu) adlandırmasına, bazı bilimkurgu yazarları, fizik, astronomi ya da mühendislik sorunları üzerine kurulmamış öykülerin ciddiye alınmamasına neden olabilecek potansiyel bir aşağılayıcı terim olması ve ayrıca bu tür içinde sayıları çok olmayan kadın ve diğer grup yazarları hedeflediği için karşı çıkmışlardır. Le Guin bazı eserleri için "sosyal bilimkurgu" terimini önermiş ve aslında öykülerinin çoğunun da bilimkurgu bile olmadığına dikkati çekmiştir. "Yumuşak bilimkurgu" teriminin bölünmeye neden olan bir terim olduğunu ve geçerli bilimkurgunun neden oluştuğunun çok dar bir görüşü olduğunu ileri sürmüştür.
Antropolojinin etkisi Le Guin'in çeşitli eserleri için seçtiği ortamlarda görülebilir. Kahramanlarının bazıları kendilerine yabancı bir dünyayı araştıran antropologlar ya da etnologlardır. Bu özellikle, insanoğlunun Dünya'da değil de Hain gezegeninde evrimleştiği bir alternatif gerçeklik olan Hain Evreni'nde geçen öykülerde görülür. Hain gezegenindeki insanlar çok sayıda gezegeni kolonileştirmiş ancak daha sonra bu gezegenlerle bağlantıları kesilmiş ve bu şekilde bağlantılı ama farklı biyolojik ve sosyal yapılar ortaya çıkmıştır. Örnekler arasında "Rocannon'un Dünyası"nda Rocannon ve "Karanlığın Sol Eli"nde Genly Ai sayılabilir. "Mülksüzler"deli Shevek gibi diğer karakterler diğer gezegenlere yaptıkları yolculuk sırasında kültür gözlemcileri hâline gelmişlerdir. Le Guin'in yazıları genellikle dünya dışı kültürleri, özellikle de Hain Evreni'ndeki diğer gezegenlerdeki insan kültürlerini inceler. Bu "yabancı" dünyaları keşfeden Le Guin'in kahramanları ve dolayısıyla da okuyucular, aynı zamanda kendi içlerine doğru da bir yolculuğa çıkar ve neyi "yabancı" neyi "yerli" olarak kabul ettiklerinin doğasının doğruluğunu sorgularlar.
Le Guin'in eserlerinin bazıları alışılmadık ve yıkıcı biçemsel ya da yapısal özellikler gösterir. "Karanlığın Sol Eli"nin "belirgin bir biçimde post-modern" olarak tanımlanan heterojen yapısı yayınlandığı dönem için alışılmadık bir yapıdır. Bu yapı geleneksel bilimkurgunun (çoğunluk olarak erkek yazarların bulunduğu) dosdoğru ve lineer yapısı ile bariz bir tezat oluşturuyordu. Roman, kahramanı Genly Ai'nin Gethen gezegeninde geçirdiği zamandan sonra Ekumen'e gönderdiği bir raporun parçası olarak şekillendirilmişti, dolayısıyla kişisel anlatımlar, günlük alıntıları, Gethen mitleri ve etnolojik raporlar gibi çeşitli malzemenin Ai tarafından seçilip düzenlendiğini sezdiriyordu. "Yerdeniz"
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12032",
"len_data": 26016,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.61
}
|
Mihrî Hatun (d. 1460/1461, Amasya – 1506, Amasya), Zeynep Hatun'la birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. 1985'te ismi Venüs'te bir kratere verilmiştir.
Hayatı.
1460 ya da 1461'de Amasya'da doğdu ve 1506'da yine burada öldü. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa'dır. "Mihrî" mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya'dan (Belâyî) aldı. Hiç evlenmedi.
15. yüzyılda yaşamış olan Mihri Hatun, kendisi de "Belayi" mahlasıyla şiir yazan bir Osmanlı kadısının kızıdır. Kültür düzeyi yüksek bir ailede yetişen Mihri Hatun yaşadığı dönemde saygı duyulan edilen bir şair olmayı başarmıştır.
Sultan II. Bayezid ve oğlu Şehzade Ahmed'in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı.
Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihrî Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Şairi Necati Bey'i kendisine örnek aldığı, şiirlerini Necati Bey'e gönderip fikrini öğrenmeye çalıştığı iddiaları da vardır. Söylentilere göre Necati Bey ile aralarında duygusal yakınlaşma vardı. Ayrıca şiirlerinde, Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi'ye duyduğu aşka dair ipuçlarına da rastlanır.
Yetiştirdiği şairler arasında Ani Hatun da vardır.
Divanı, 1967'de Moskova'da basıldı. Türkiye'de 2007'de basıldı ("Mihri Divanı", Mehmet Aslan, Amasya Valiliği Kültür Yayınları).
Eserlerinden örnekler.
Gazel
Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın
Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın
Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın
Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın
Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim
Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın
Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin
Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın
Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin
Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın
Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda'dan dilerim
Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın
Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına
Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12036",
"len_data": 2112,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.43
}
|
"Akrostiş ya da Türkçe söylemiyle ilkleme"', bir şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralandığında anlamlı bir sözcük meydana getirmesidir.
Divan edebiyatında akrostişe muvaşşah ya da istihrac denir.
Eski Yunan ve Latin dillerinde "akro-" ön eki "uç taraf" veya "sivri taraf" anlamına gelir. Ör. "akromegali" uçların (ellerin ve burun ucunun) irileştiği hastalık anlamındadır. "akrostiş" de "uç taraftaki dize" anlamındadır.
Örnek:
Elimde Değil Yapamıyorum
Gelip söyleyebilsem yanına
Ölümüne sevdiğimi seni aslında
Kızar mıydın acaba bana
Çabaladım her gün unutmaya
Elimde değil yapamıyorum
Gerçekleşmeyecek bir şey olsa da
Özrümü kabul etmek bir yana
Kaybettim seni biliyorum ama
Çabalıyorum senin için hala
Elimde değil yapamıyorum
Geri gidebilsem keşke zamanda
Özlemin kalbimde ölümcül yara
Kalbine girmek mümkün olsa
Çıkabilecek cesaret olsa karşına
Elimde değil yapamıyorum
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12042",
"len_data": 900,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.04
}
|
Aks-i müfred, bir sözcükteki harflerin sondan başa doğru alınması halinde yine anlamlı bir sözcüğün meydana gelmesini ifade eden edebiyat terimidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12043",
"len_data": 148,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 3.51
}
|
Biladiye, beldeleri konu edinen edebi eserlerdir. Sanatçılar gördükleri, gezdikleri, sevdikleri ya da görmek istedikleri beldeleri nazım ya da nesir şeklinde anlatır.
Divan edebiyatında Ferdi, Derviş Ömer Efendi gibi şairlerin biladiyeleri vardır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12053",
"len_data": 247,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.58
}
|
Gülseren Engin (1946-...), Türk yazar, ressam.
1946'da İstanbul’da doğdu. Çocukluğu ve gençlik yılları Ankara’da geçti. 1971'de hekim oldu. Ülkenin pek çok yöresinde ve Almanya’da çalıştı. İlk şiiri 1963'te Gözgü Dergisi’nde, ilk öyküsü 1965'te Ankara Sanat adlı dergide yayımlandı. Şiir, öykü, roman, deneme, makale, gezi yazıları, tiyatro oyunları, senaryolar yazdı/yazıyor. Hâlen pek çok dergi ve gazetede yazılar ve eleştiriler yazmakta.
Ayrıca resim yapan sanatçı pek çok karma ve kişisel resim sergisine katılmıştır.
Eserleri.
Öyküler, Masal ve Gezi Yazıları
Oyunlar.
Senaryolar
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12054",
"len_data": 585,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 2.34
}
|
Hacıbektaş, Nevşehir ilinin bir ilçesidir. Kapadokya'nın önemli merkezlerinden biridir. Doğuda Avanos, batıda Mucur, güneyde Gülşehir, kuzeyde Kozaklı ilçeleriyle çevrilidir.
13. yüzyılda Türk düşünürü Hacı Bektaş-i Veli'nin Horasan'ın Nişabur kentinden Anadolu'ya gelmesi ve Suluca Karahöyük'e yerleşmesinden sonra yedi hanelik Hacım Köyü'nün çehresi değişti. Hacı Bektaş-i Velî, burada bir ilim yuvası kurarak düşüncelerini yaymış; ölümünden sonra da köyün adı, adına ve anısına saygı için Hacıbektaş olarak değiştirilmiştir.
Tarihçe.
Hacıbektaş, 1541 yılında Niğde'ye bağlı bir bucak merkezi durumuna gelmiş, 1854 yılında belediye örgütü kurularak kasaba olmuştur. Daha sonra 1.1.1948 tarihinde, Kırşehir iline bağlı ilçe haline geldi. Nevşehir'in, 24.7.1954 tarihinde il olması ile Hacıbektaş ilçesi Nevşehir'e bağlandı. İlçenin bugün bile ayakta kalan tarihi yapılarından Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi, Kadıncık Ana Evi, Bektaş Efendi Türbesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde olup Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce müze olarak kullanılmaktadır. Karahöyük kazılarından çıkan eski çağlara ilişkin eserler Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergilenmektedir.
Eğitim ve kültür.
İlçede "Kadınlarınızı okutunuz", "İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır", "Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu" diyen Hacı Bektaş Veli'den kaynaklanan eğitime düşkünlük ve kültürel yapıda gelişmişlik ilk anda göze çarpmaktadır. Atatürk'ün doğumunun 100. yılı nedeni ile başlatılan okuma yazma seferberliği sonunda, okur yazar oranı %100'e ulaştı. İlçe Merkezine çok amaçlı olarak yapılan Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi bu alanda büyük bir açığı kapattı.
İlçe merkezinde Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi ile Arkeoloji ve Etnografya Müzesi var olup yerli ve yabancı turistlerce ziyaret edilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12056",
"len_data": 1808,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.59
}
|
Bigadiç, Türkiye'nin Balıkesir ilinin güneydoğusunda kalan bir ilçesidir. Türkiye'nin ve dünyanın en önemli Bor mineralleri madenlerinden birine sahiptir. Ayrıca, Selenyum ve Kükürt bulunan kaplıcalarıyla da öne çıkan ilçe, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır.
Köken bilimi.
Bigadiç'in bilinen en eski adı, "Şans Tanrıçasının İkizi" anlamına gelen Didi-Moti-He'dir. Ayrıca, Bigadiç gibi isimlerin ise "Suyu bol olan yer", "Kuyusu bol olan yer", "Sulak yer", "Sulu ova, sulu yer" anlamına geldiği bilinmektedir. Bunun yanı sıra, değişik efsanelere göre Bigadiç adının Romalı bir generalden veya Bergama Kralı'nın oğlunun adından geldiği rivayet edilmektedir.
Diğer bir bakış açısına göre ise, Bigadiç'te çok boğa yetiştirilmesi nedeniyle Boğadıç denildiği ileri sürülmektedir. Halk arasında da çok yaygın olan bu söyleniş tarzının Bigadiç'te dericiliğin çok gelişmesi ile de izahı yapılmak istenmektedir.
Buna ek olarak, Bigadiç tarihi gelişimi içerisinde Achyraos, Begadia, Bigados, Bugadıç ve nihayet "Bigadiç" isimlerini almıştır.
Tarih.
Tarih Öncesi Dönem.
Bigadiç ve çevresinde tarih öncesi dönemlere ışık tutan en dikkat çekici yerleşim Babaköy civarındadır. Bahsi geçen yerleşimin 20. yüzyıl başlarında Fransız mühendis Paul Gaudin tarafından keşfedilen Kırkağaç-Gelenbe yakınındaki Yortan Mezar Kültürü'nün bir uzantısı olduğu kabul edilmektedir.
MÖ 4000-2150 arasında var olan Yortan Kültürü kendine özgü nitelikleri olan bir kültürdür. Mezar armağanları bakımından da Thermi, Troya ve Beyce Sultan keramik ve diğer buluntularla karşılaştırılabilir. Bu bakımdan Yortan Kültürü'nün çevre kültürler ile ilişki içerisinde olduğu söylenebilir.
Anadolu Uygarlıkları ve Helenistik Dönem.
Bigadiç, eski çağlarda Misya olarak anılan bölgedeki önemli şehirlerden biri olduğu bilinmektedir. Lidyalılar "Kayın Ağacı" anlamına gelen Misya, Anadolu'nun kuzey-batısında yer alıp, kuzeyden Marmara Denizi (Peropontit), batıdan Çanakkale Boğazı (Hellespon) ve Ege Denizi, güneyden Lidya ve doğudan Rindakoz (Adernaz) Çayı ile çevrilidir.
Misyalılar, MÖ 1200 yılında gerçekleşen Truva Savaşı esnasında Truva'lıların yanında Akhalar'a karşı savaşmışlar ve savaş sonunda Truva hakimiyetinin yıkılması üzerine Lidya egemenliğine girmişlerdir. MÖ 546 yılında Persler ile yaptığı savaşı kaybeden Lidyalılar devleti yıkılmış ve Bigadiç'in içinde bulunduğu Misya ve diğer batı Anadolu şehirleri MÖ 334 yılına kadar Pers İmparatorluğu hakimiyetine girmiştir.
MÖ 334 yılında Granikos (Biga Çayı) kenarında Pers kralı Darius III'ü yenilgiye uğratan Büyük İskender, MÖ 333'te İssus ve MÖ 331'de Gaugamela (Erbil) ovasında Pers ordularını iki defa daha yenerek Anadolu'yu tamamen ele geçirmiştir.
Böylece Büyük İskender'in İran seferi hattı dışında kalarak Persler ve Makedonyalılar arasındaki savaşa sahne olmaktan kurtulan Misya Bölgesi ve Bigadiç, Büyük İskender'in egemenliğine girmiş oldu.
Büyük İskender'in ölümünden sonra sırasıyla Antigonos, Lysimachos ve Selevkos hakimiyetine giren Misyalılar, Selevkosların zayıflaması ve Romalılar ile MÖ 188'de yapılan Apameia (Dinar) Barışı sonrasında Bergama Krallığı'nın bir parçası haline gelir.
Roma ve Bizans Dönemi.
Roma, önce himaye, sonra da fetih siyasetinin başlangıcı olarak batı Anadolu'daki krallıkları Selevkoslara karşı korumuştur. Bergama kralı Attalos III'ün MÖ 133'teki ölümü sonrasında vasiyetnamesi gereği krallığı Romalılar'ın eline geçti. Roma egemenliğine karşı ayaklanan Misyalılar başarılı olamayınca MÖ 129 yılında Bergama Krallığı resmen sona erdi.
395'te imparator Büyük Theodosius tarafından Doğu ve Batı Roma olarak ikiye bölünen Roma İmparatorluğu'nda, Misya'nın büyük bir kısmı Doğu Roma (Bizans)'ın Opsekium Eyaleti'ne bağlanmıştır.
Selçuklular ve Beylikler Dönemi.
1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesi ile başlayan Anadolu'daki Türk hakimiyeti, Alparslan'ın ölümü ile tahta çıkan oğlu Melikşah'ın emriyle yapılan fetihlerle devam etti. Bizans'ın içinde bulunduğu karmaşadan faydalanan Melikşah'ın komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah, devletin sınırlarını Misya dahil olmak üzere Marmara, Karadeniz ve Akdeniz yönlerine doğru genişletti.
1097 yılında Anadolu Selçukluları ve Haçlı Ordusu arasında gerçekleşen Dorileon Savaşı sonucunda Selçuklular'ın İç Anadolu'ya çekilmesi ile Misya bölgesi yeniden Bizans hakimiyetine girdi. 1113 yılında yapılan akınlarla Apollonia (Gölyazı) yeniden Türk hakimiyetine girdi. Ardından Türk birlikleri Adramitium (Edremit) ve Poimanon (Manyas)'a kadar ilerlediler.
III. Haçlı Seferi'nde kara ordusuna komuta eden Kutsal Roma-Germen İmparatoru Friedrich Barbarossa, ilkçağdan beri kullanılan Balıkesir-Bigadiç-Sındırgı-Akhisar yolunu izlemiştir.
1243 yılındaki Kösedağ Savaşı ile Moğol İstilası altında kalan Anadolu'da Beylikler Dönemi başlamış, Danişmend ailesine mensup olan uç beylerinden Kalem Bey ile oğlu Karesi Bey, 13. yüzyıl sonlarında Misya'ya girdiler. Bigadiç'in Karesi Bey ya da Oğul Paşa tarafından 1300 başlarında fethedildiği düşünülmektedir.
Osmanlı Devleti Dönemi.
Orhan Gazi döneminde, Karesi Beyliği'nin Osmanlı Devleti'ne bağlanması ile Bigadiç'te Osmanlı hakimiyeti başlamıştır. 1890 yılında yayınlanan Hüdavendigar Vilayeti salnamesinde Bigadiç hakkında şu bilgilere rastlanmıştır:
"“Bigadiç kazası Karesi sancağı merbudatından olup, şimalen ve şarkan Balıkesri kazası, Garben Kütahya Sancağı ve cenuben Sındırgı kazası ile mahdudtur. Kaza-i mezküre merbud nevahi olmayıp ancak 52 karyeyi (köy) şamildir. Kazanın nüfusu umumisi 12805 raddesindedir. Dahili kazada 2579 hane bulunur.”"
1877-78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında Bigadiç, Rumeli'den kaçan pek çok göçmen aileye ev sahipliği yapmıştır. Bu göçmen aileler deve yatağı (bugünkü Fethibey mahallesi) yerleştirilmişlerdir. Sonraki dönemde, özellikle Balkan Savaşları sonrasında Bigadiç göç almaya devam etmiştir.
Kurtuluş Savaşı ve Millî Mücadele Dönemi.
Yunan ordularının 15 Mayıs 1919'da İzmir ile başlayan ve kısa zamanda tüm batı Anadolu'ya yayılan işgaline karşı, 16 Mayıs 1919'da Balıkesir'de Redd-i İlhak kararı alınmasına müteakip Balıkesir Kongreleri düzenlenmiş, 28 Haziran 1919-10 Mart 1920 arasında düzenlenen bu kongrelere Bigadiç'ten de temsilciler katılmıştır. 9. Kafkas Fırkası'ndan dönen Mümtaz Bey önderliğinde Bigadiç Kuvâ-yi Milliye teşkilatı kurulmuştur.
Akhisar-Soma muharebelerinde başarısız olan Türk kuvvetlerinin Balıkesir-Susurluk hattı üzerinden Bursa'ya çekilmesi ile 30 Haziran 1920'de Yunan kuvvetleri Bigadiç'i işgal etmişlerdir.
26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz'un akabinde Türk ordusu 4 Eylül 1922'de Bigadiç'e girmiştir.
9. Kafkas Ordusu'nda yedek subay olarak görev yapmakta olan Mümtaz Bey, Bigadiç'in işgalinden sonra bölgeye gelmiş ve burada işgale karşı Kuvâ-yi Milliye birliklerini örgütlemiştir.
Coğrafya.
Konum.
Bigadiç, Marmara Bölgesi, Güneydoğu Marmara alt bölgesi içinde Balıkesir iline bağlıdır. Şehir eski Balıkesir-İzmir yolu üzerinde Balıkesir'e 38 km mesafede kurulmuştur. Balıkesir ilinin güneydoğusunda yer alan Bigadiç, kuzeyi Kepsut, güneyi Sındırgı, batısı Merkez, doğusu Dursunbey ile çevrilmiştir. Denizden yüksekliği 180 m'dir. İlçe merkezi 39-21 kuzey enlemi ile 28-08 doğu boylamı arasında yer almaktadır.
Bigadiç, Simav Çayı'nın geçtiği Bigadiç Ovası'nın doğu kenarında ve oldukça dik meyilli sırtların batıya bakan eteklerinde kurulmuştur. İlçe arazisi, Simav Çayı'nın açtığı derin ve yer yer genişleyerek küçük ovacık halini almış vadi ile bu vadinin doğusunda bulunan Alaçam Dağları'nın batıya bakan yamaçlarından ibarettir.
İklim.
İlçe, Marmara ile Ege Bölgesi geçiş iklimi şartlarının etkisi altındadır. Bigadiç'in iklimini, ilçenin konumu nedeniyle Marmara Bölgesi iklimi içinde incelemek gerekirse de belde ikliminde görülen bazı farklılıkları açıklamakta fayda vardır. Bigadiç, Marmara Bölgesi'nin Güney Marmara bölümünde yer aldığı için karasal iklim karakterleri göstermektedir. Burada hüküm süren iklim, civar bölgelere göre daha az şiddetlidir. Yağış bakımından Akdeniz, sıcaklık bakımından karasal iklim özellikleri taşır.
Genellikle yazları sıcak ve kurak, sonbahar devresi uzun ve ılık, kış devresi zaman zaman kar yağışlı, bazen kurak, ilkbahar kısa ve yağışlı geçmektedir. Yılın en düşük sıcaklığı -7, en yüksek sıcaklığı +38 derece, yıllık ortalama sıcaklık ise +14,8 derecedir. Rüzgâr ise genellikle kuzey ve kuzeydoğudan çok hızlı (8 şiddetinde) esmektedir.
Bitki örtüsü.
Bigadiç ilçesi orman yönünden zengindir. Toplam arazinin %61'ini kapsayan orman alanlarında iğne yapraklılar en büyük paya sahiptir. Merkez ve çevresindeki orman varlığı çok olmamakla birlikte, ilçenin güneydoğu bölümleri ve özellikle Ulus Dağı bahsi geçen çam ormanları ile kaplıdır. Ormanlar koru ve baltalıklardan oluşmuştur. İlçede orman ürünlerine dayalı kereste, mobilya ve doğrama sektörü gelişmiş düzeyde olup ilçe ekonomisinde önemli bir paya sahiptir.
Nüfus.
İlçenin nüfusu 2020 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre 25.141 erkek ve 24.345 kadın olmak üzere toplam 49.486 kişiden oluşmaktadır.
Ekonomi.
Tarım.
Simav Çayı üzerine kurulan Yörücekler Regülatörü ile sulama kanaletlerinin kılcal damarlar gibi sarıp sarmaladığı Bigadiç Ovası, yüksek tarım kabiliyetine sahiptir. Pamuk, tütün, buğday, mısır, susam, nohut, bakliyat, domates, şeker pancarı, ay çiçeği ve her türlü sebzenin yetiştiği yerdir Bigadiç. Sadece İlçe halkına değil civar ilçelere, Balıkesir'e, İstanbul haline tonlarca sebze gönderilir. Bilhassa dağ köylerinde yetiştirilen poyraz fasulyesi, ceviz, kiraz, elma, kestane, kızılcık, incir, armut, nar, dut ve bademin tadına doyum olmaz. Bu ürünler köy köy ayrışır, lezzetlenir. Alabarda köyü nar, Çayüstü (Kılle) köyü ceviz ağaçları ile yüklüdür. Kestane deyince Alan Köyü akla gelir. İncir Babaköyü çağrıştırır. Aşağıçamlı Köyü ise kirazı ile meşhurdur.
Hayvancılık.
Et, süt ve yumurta istihsaline dayalı hayvancılık çok gelişmiştir. Bilhassa köylerinde 30.000 Büyükbaş hayvanın beslendiği Bigadiç; Yumurta tavukçuluğu ve etlik tavukçuluğun yapıldığı yüzlerce tavukhanesi ile yüksek bir et, süt, yumurta üretimi bölgesidir. Bundan 20 yıl önce Türkiye'nin yumurta borsası Bigadiç merkezli idi. Bigadiç, şu yıllarda etlik tavuk üretimine yönelmektedir. İstanbul'un %45 et ihtiyacını karşılar.
Sanayi.
1990'lı yıllarda sanayileşme ivmesini yakalayan Bigadiç'te; 3 adet un fabrikası, mobilya imalathaneleri ve 2 adet yem fabrikası mevcuttur.
Termal tatil köyü inşaat çalışmaları bitirilmiş olup yerli ve yabancı turizme hizmet vermektedir. Hisarköy termal kaplıcaları tarihi çok eskiye dayanmakla bölgede arkeolojik araştırmalar yapılmadığından tarih yok olmakla karşı karşıya gelmiştir. Bigadiç yapılan çalışmalarla jeotermal su ile ısıtılmaktadır. Simav çayı boyunda yapılmakta olan devremülkler yerli ve yabancı turizme termal devremülk oluşundan büyük hizmet vermek amacıyla inşa edilmiştir.
Kültür.
Bigadiç, yüzyıllardır devam edegelen adetlerini ve geleneklerini çağın şartlarıyla da bezeyerek ama dejenere etmeden günümüze taşımasını bilmiştir.
Hemen her köy, yılın bir gününde hayır yapar. Hayvanlar kesilir, evlerden toplanan malzemeyle çorba kaynatılır. Pilav, helva pişirilir. Kuran okunup dualar yapılır. Civar köyler, ilçeler bu ziyafete davetlidir. Misafirler ağaç gölgesinde, Yörük kilimlerinde ağırlanır. Ziyafetten sonra, uzun yıllar görmediğiniz eş dostla görüşürsünüz. O güne kadar görmediğiniz insanlarla tanışır, "Niye daha önceleri tanışmadık" diye hayıflanırsınız. Köylü, şehirli, zengin, fakir, Alevi, Sünni herkes o hayırda bir ve eşittir.
Bir aşireti dünya devleti yapan dayanışmanın, cömertliğin, kardeşliğin dayanılmaz lezzetini tadarsınız o düğünlerde. Hele o mevlitten sonra yediğiniz, evde yapılmış ekmeğin üzerinde et suyu, sos ve tiftilmiş dana etinden mürekkep, "kapamanın" tadına doyum olmaz.
Bigadiç'e özgü değerler.
Yağcıbedir Halıları Yörük aşiretinin örf, adetleri ve geçmişlerini yansıtan bir sanat eseridir. Yağcıbedir halıları İlçe ve merkezi köylerde yaygın olarak dokunmaktadır. Yağcıbedir Halıları çok ince yün ipliklerden dokunur. Atkısı ve çözgüsünde yün ipliği kullanılır. Dm²sinde 1400-1600 düğüm bulunur. 1 cm'sinde 30-35 ilme bulunur. İlme düğümleri Türk Düğümü (Gördes) çok sağlam atıldığından halıların ömrü çok uzundur. Bu gün Sındırgı yöresinde 10.000- 10.500 civarında tezgâhta yılda 300.000 adet çeşitli ebatlarda Yağcıbedir Halısı dokunmaktadır.
Yağcıbedir Halılarının ipi kök boya larla boyanır, boyaları solmaz. Yağcıbedir Halılarında 4 ana renk hakimdir. Lacivert (gök), Kırmızı (Al), Koyu Kırmızı (Nariç), Beyaz (Ak) dır. Yağcıbedir halıları kullandıkça renkler daha güzelleşir ve değer kazanır. Halıların 150-200 yıl ömrü bulunmaktadır. Otantik özelliğe sahiptir. Yağcıbedir Yörük Halkı yaşantısını dokuduğu halısına yansıtmıştır. Halıdaki her motifin bir anlamı bulunmaktadır. Sevinç ve üzüntülerini motif dokuduğu halıya işlemiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12062",
"len_data": 12808,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.59
}
|
Harem (), kelime kökeni; Akadca “örtmek, gizlemek, başkalarından esirgemek; ayırmak, tecrit etmek” mânalarındaki haramu olan harem kelimesi, Arapçada “korunan, mukaddes ve muhterem olan şey veya yer” anlamına gelir. Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak şekilde planlanan, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri bölümlere harem adı verilir. Ayrıca saygısız davranışların menedildiği, daha çok ibadet amacıyla gidilen Mekke, Medine, Kudüs şehirleriyle, buralardaki kutsal mekânlara da harem denilir; bu kelime aynı zamanda “zevce” anlamını da taşımaktadır. Burada yaşayan kadınlara da harem deniyor olması, bazı yorumlara göre İslamiyet'in hicap anlayışının bu bölümlere, hane kadınlarıyla belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin (nâmahrem) girişini yasaklamasından kaynaklanır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12068",
"len_data": 844,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 3.7
}
|
Hakem bir karşılaşmayı, bir oyunu, belli bir kurallar bütününe uygun olarak, gerektiğinde kuralları da yorumlayarak yöneten kişi. Anlaşmazlık durumunda onun sözü geçerlidir.
Futbol.
Futbol maçları, oyun kurallarının uygulanması konusunda tam yetki sahibi olarak görevlendirilen bir hakem tarafından yönetilir (5. Kural). Maç hakemine 2 yardımcı hakem asistanlık eder. Bunun yanında dördüncü hakem de hakeme zaman zaman yardımcı olmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12085",
"len_data": 439,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.44
}
|
Domates ("Solanum lycopersicum"), patlıcangiller (Solanaceae) ailesinden, anavatanı Güney ve Orta Amerika olan, meyvesi yenebilen otsu bitki türü. Domatesin eş anlamlısı kızanak sözcüğüdür.
Morfolojik özellikleri.
10 veya 15 cm boya sahip olan domates bitkisinin hafif odunsu bir gövdesi vardır. 10–25 cm uzunluğunda olan yapraklarının üzerinde 5-9 yaprakçık bulunur. Yaprakları tüylüdür. 1–2 cm uzunluğunda ve genellikle sarı olan domates çiçekleri bir sap üzerinde 3-12 adettir. Genellikle kırmızı, yenilebilen meyvesi yabani bitkilerde 1–2 cm çapında iken, kültür bitkilerinde daha büyüktür. Çoğu vitamin bu meyvede bulunur ve kanseri önleyici yapısı vardır. Bu vitamin ve önleyici mineraller domatesin kabuğunda bulunur.
Tarihçe.
ABD'de 1893 yılında mahkeme sebzelerle birlikte saklanıp yenildiğinden onu sebze diye sınıflandırmıştır fakat gerçekte meyvedir. Domatesin ilginç bir tarihi vardır. Bolivya ve Peru'da yabani sarı renkli bir domates türü bulunmuş ve sonra Meksika'da yetiştirilip, Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinden sonra Avrupa'ya gemilerle gönderilmiştir. İtalyanlar sarı renginden ötürü onu altın elma olarak adlandırdı, ama çok geçmeden kırmızı türleri ortaya çıktı. Domates ABD'de ilk defa Thomas Jefferson tarafından yetiştirildi. Ama pek çok insan zehirli olduğuna inanarak yemeyi reddetti, ta ki 1900'e kadar. Uzun zaman önce, pek çok Avrupalı için aşk elmasıydı, çünkü insanları romantik yaptığına inanıyordu. Domates adı İspanyolca "tomate"den, gelmektedir, bu isim de Nahuatl dilinde "tomatotl"dan alınmıştır.
Halk dilinde domates manasında alaganta, azak, banadura (banader), cırtatan, cırtlavuk, domatiz, dongurak, eyrim, firek (fıreng), frenk elması, gafete (kafete), gırmuzu, gille, göğ baldırcan, hambalcan, herim, hülek, kalmi, kardoş, kavanez, kıldır, lalik (lolik), mamador (manator), mamya (maye, mamye, maniya), menize, misir, mülye, solik, şamik, tevris, tıkıl (tıhıl), tomat (tomati, domat), topalak ve topul gibi sözler de kullanılmaktadır.
Üretim.
Dünya domates ekim alanında 2021 yılında %22 ile Çin en büyük paya sahiptir. Çin'den sonra sırasıyla %16,4 ile Hindistan ve Nijerya, %3,3 ile Pakistan ve %3,2 ile Türkiye gelmektedir. Bu beş ülke dünya domates ekim alanının yaklaşık %61,2'sini oluşturmaktadır. 2021'de dünya domates ekim alanının bir önceki yıla göre %3,2 artmasında Çin, Hindistan ve Pakistan'da domates ekim alanlarının bir önceki yıla göre artması etkin rol oynamaktadır.
Dış bağlantılar.
</gallery>
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12087",
"len_data": 2468,
"topic": "FOOD_GASTRONOMY",
"quality_score": 3.44
}
|
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (kısaca SSGİ; İngilizceː selective serotonin reuptake inhibitor, kısaca SSRI) majör depresif bozukluk, anksiyete bozuklukları ve diğer psikolojik bozuklukların tedavisinde antidepresan olarak kullanılan bir ilaç grubudur. Yan etkilerinin az olması, etkinlikleri ve tolere edilebilirlikleri nedeniyle sıklıkla depresyon ve diğer birçok psikiyatrik bozukluk için birinci basamak ilaçlar olarak kullanılırlar.
Bu gruba dahil etken maddeler arasında sertralin, sitalopram, fluoksetin, paroksetin, fluvoksamin, essitalopram vb. yer alır.
Kullanım alanı.
Her ne kadar SSRI'ların asıl kullanım amacı majör depresyonun tedavisi olsa da, yaygın anksiyete bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, bipolar bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluk, premenstrüel disforik bozukluk ve travma sonrası stres bozukluğu tedavisi için kullanımları FDA tarafından onaylanmıştır.
Depresyon.
Antidepresanlar, İngiltere Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmellik Enstitüsü (NICE) tarafından şiddetli depresyonun birinci basamak tedavisi ve terapiye rağmen hala devam eden hafif ila orta dereceli depresyonun tedavisi için önerilmektedir. SSRI'lar depresyonun tedavisinde birinci olarak tercih edilen antidepresan sınıfıdır.
2018 yılında, 21 antidepresan ilacın etkinliğini karşılaştıran bir araştırmada, essitalopramın diğer antidepresanlara kıyasla depresyonun tedavisinde daha etkili olduğu tespit edilmiştir.
Yaygın anksiyete bozukluğu.
SSRI'lar, terapiye rağmen hala devam yaygın anksiyete bozukluğunun (YAB) tedavisi için İngiltere Ulusal Sağlık Ve Klinik Mükemmellik Enstitüsü (NICE) tarafından önerilmektedir.
Antidepresanlar, YAB'de kaygıda orta düzeyde bir azalma sağlar. Plaseboya göre daha etkililerdir. Farklı antidepresanların YAB tedavisinde etkenliği benzerdir.
Sosyal anksiyete bozukluğu.
Bazı SSRI'lar sosyal anksiyete bozukluğu (SAB) için etkilidir, ancak semptomlar üzerindeki etkileri her zaman belirgin değildir. Terapiye rağmen kaygı durumunun hala devam etmesi durumunda kullanılabilirler. Paroksetin, sosyal anksiyete bozukluğu için onaylanan ilk SSRI'dır. Paroksetinin ardından sertralin ve fluvoksamin de FDA tarafından SAB'nin tedavisi için onaylanmıştır. Esitalopram ve sitalopram onaylanmamış olmalarına rağmen SAB'nin tedavisinde başarıyla kullanılmaktadırlar. Fluoksetin, SAB'nın tedavisi için plasebo ile aynı etkiye sahip olduğundan kullanılmamaktadır.
Travma sonrası stres bozukluğu.
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tedavi edilmesi zor olan bir ruhsal bozukluktur. Genellikle tedavi çok etkili değildir. SSRI'larda diğer antidepresanlar gibi bu bozukluk için çok etkili değildirler. TSSB için FDA onaylı olan SSRI'lar paroksetin ve sertralindir.
Panik bozukluğu.
Panik bozukluğunun tedavisi için FDA tarafından onaylanan SSRI'lar fluoksetin, paroksetin ve sertralindir. Benzodiazepinlerle birlikte kullanılabilirler. İlaç tedavisi panik atakların sıklığını azaltmada etiki olsa da, panik atak durumunda kişinin kendini kontrol edebilmesi için piskoterapi gereklidir.
Obsesif-kompulsif bozukluk.
SSRI'lar, özellikle fluvoksamin, obsesif-kompulsif bozukluğun (OKB) tedavisinde etkilidirler. Fluoksetin, sertralin, paroksetin ve fluvoksamin OKB'nin tedavisi için FDA tarafından onaylanmış SSRI'lardır. Kanada'da, SSRI'lar yetişkin bireylerde OKB'nin birinci basamak tedavisinde kullanılırlar. İngiltere'de, yalnızca orta ila şiddetli derecede semptom görülmesi durumunda birinci basamak olarak kabul edilirler.
Çocuklarda, SSRI'lar yan etkilerin yakından izlenmesi şartıyla orta veya şiddetli düzeyde OKB tedavisinde kullanılabilir. Bununla birlikte, çocuklarda antidepresan kullanımından mümkünse sakınılmalıdır.
Yan etkileri.
SSRI'ların yan etkileri ilaçtan ilaca değişmektedir ve bunları içerebilir:
Cinsel işlev bozukluğu.
SSRI'lar, anorgazmi, erektil disfonksiyon (ED), libidonun azalması, genital uyuşukluk ve cinsel anhedoni (zevksiz orgazm) gibi çeşitli cinsel işlev bozukluklarına neden olabilir. SSRI'larda cinsel sorunlar yaygındır. Bazı durumlarda, SSRI'ların kullanımının durmasına rağmen cinsel işlev bozuklukları devam edebilir. Cinsel işlev bozuklukları, insanların ilacı bırakmasının en yaygın nedenlerinden biridir.
SSRI'ların meni kalitesini olumsuz etkileyebileceğini öne süren araştırmalar vardır.
Duygusal körelme.
Bazı antidepresanlar, hem olumlu hem de olumsuz duyguların şiddetinin azalmasının yanı sıra ilgisizlik, isteksizlik ve motivasyonsuzluk ile karakterize edilen duygusal körlüğe neden olabilir. Bu yan etki, özellikle SSRI'lar ve SNRI'lar gibi serotonerjik antidepresanlarda daha çok görülmektedir. Atipik antidepresanların kullanımı sonucunda, diğer antidepresanlara kıyasla duygusal körelme daha seyrek görülür.
Serotonin sendromu.
Serotonin sendromu genel olarak iki veya daha fazla serotonerjik ilacın birlikte kullanılmasından kaynaklansa da, bazen SSRI doz aşımı durumunda ortaya çıkabilir. Semptomların derecesi, ölüm potansiyeli dahil olmak üzere hafiften şiddetliye kadar değişebilir. Hafif veya orta dereceli vakalarda görülen semptomlar yüksek kalp hızı, ateş, titreme, terleme, midriyazis (büyük göz bebekleri), miyoklonus ve hiperrefleksidir. Monoamin oksidaz inhibitörlerinin (MAOI) SSRI'larla birlikte alınması ölümcül olabilir. MOAI'ler, monoamin nörotransmiterlerin parçalanması için gereken monoamin oksidaz enziminin çalışmasını engeller (inhibisyon). Monoamin oksidaz olmadan vücut gereksiz monoaminleri ortadan kaldıramaz, bunun sonucunda da monoamin seviyelerini arttıran başka bir ilaç ile birlikte kullanıldıklarında vücuttaki monoamin miktarı ölümcül seviyelere ulaşabilir. Serotonin sendromu eğer doğru bir şekilde tanımlanırsa hastane ortamında başarıyla tedavi edilebilir. Serotonin sendromunun bazı semptomlarını kontrol altına almak için benzodiazepinler kullanılabilir.
Antidepresan yoksunluk sendromu.
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri, uzun süreli tedaviden sonra aniden kesilmemelidir. Antidepresan yoksunluk sendromunda bulantı, baş ağrısı, baş dönmesi, titreme, karıncalanma ve yanma hissi, eklem ağrıları ve uykusuzluk gibi semptomlar görülebilir. Fluoksetin kullanan hastalarda görülen yoksunluk semptomları diğer SSRI'lara göre daha azdır. Yoksunluk semptomlarını en aza indirmek için hasta tekrar SSRI kullanımına başlatılıp, ardından dozu azaltarak ilacın kullamı tamamen kesilebilir.
Etki mekanizması.
SSRI'ların terapötik etkileri, araştırmacıların monoamin hipotezinde depresyonun nedeni olarak kabul ettiği yetersiz serotonini artırmaya dayanmaktadır, fakat günümüzde bu hipotez çoğu araştırmacı tarafından yetersiz kabul edilmektedir. SSRI'lar, nörotransmitter olan serotoninin presinaptik nörona geri alımını sağlayan 5-HTT proteinini inhibe ederek kullanilabilir serotonin seviysini arttırır. Diğer antidepresan sınıflarından farklı olarak, SSRI'ların dopamin veya norepinefrin gibi diğer nörotransmitterler üzerinde etkisi çok daha azdır. Ayrıca SSRI'ların adrenerjik, kolinerjik ve histaminerjik reseptörler üzerindeki etkilerinin daha az olması nedeniyle Trisiklik antidepresanlardan ve MAOI'lerinden daha az yan etkiye sahiptir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12088",
"len_data": 7079,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.43
}
|
Farsça ya da Persçe (; "Fârsi," , "Pârsi" veya ; "zabân-e Fârsi"), Hint-Avrupa dillerinin İran dilleri koluna ait bir batı İran dilidir. Başta İran olmak üzere, kuzeyde Rusya ve Azerbaycan, doğuda Afganistan ve Tacikistan, Orta Asya'da Özbekistan ve Basra Körfezi üzerinde Kuveyt, Irak ve Bahreyn gibi ülkelerde 100 milyonun üzerinde kişi tarafından konuşulmaktadır. Antik Pers halkının konuştuğu dilden türemiştir.
Farsça ve lehçeleri İran, Afganistan, Tacikistan ve Rusya'da (Dağıstan) resmî dil statüsündedir. İran, Afganistan, Tacikistan, Özbekistan, Rusya, Azerbaycan ve Kuveyt ve Irak gibi Basra Körfezi ülkelerinde 100 milyondan fazla kişinin anadili Farsçadır. Hindistan ve Pakistan başta olmak üzere diğer ülkelerde de bir o kadar daha kişinin bu dili konuştuğu tahmin edilmektedir. 2006 yılında UNESCO'ya Farsçayı da "Uluslararası Ana Dil" statüsündeki dillerden biri olarak seçmesi önerilmiştir.Farsça tarih boyunca Batı Asya, Orta Asya ve Güney Asya merkezli çeşitli imparatorluklar tarafından prestijli bir dil olarak kullanılmış ve kabul edilmiştir.
Modern Farsça ise Sasani İmparatorluğu'nun (MS 224-651) resmi dili olan Orta Farsça ve ondan önce Birinci Pers İmparatorluğu'nda (MÖ 550-330) kullanılan Eski Farsçanın devamıdır. Antik Pers halkının konuştuğu İran'ın güneybatısındaki Pars (Persia) bölgesinde ortaya çıkmış ve türemiştir. Dilbilgisi birçok Avrupa dilinin dil bilgisine benzerdir.
Farsça, yüzyıllar boyunca Orta Asya, Güney Asya ve Orta Doğu'da prestijli bir kültür dili olmuştur ve komşu ülkelerin dillerini, özellikle de Orta Asya, Kafkasya ve Anadolu'daki Türk dillerini etkilemiştir. Arapça ve Mezopotamya dilleri üzerindeki etkisi ise daha azdır. Farsça, İslam Dünyası'nın ikinci kültürel dilidir. İslam klasiklerinin özellikle tasavvufla ilgili olanları bu dilde yazılmıştır. Şiirsel ve melodik ağırlığı olan bir dildir. Batıda Osmanlı İmparatorluğu, Güney Asya'da Babür İmparatorluğu ve Afganistan'daki Peştunlar gibi anadili olmayanlar tarafından da resmi olarak bir bürokrasi dili olarak kullanılmıştır.
İngiliz sömürgeciliğinden beş yüz yıl önce Hindistan ve civarında ikinci dil olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Güney Asya'da kültür ve edebiyat dili kabul edilmişti. Moğol İmparatorluğu zamanında ise resmî dil oldu. Farsçanın bölgedeki tarihsel etkilerinin kanıtı Hindustânî, Keşmirce, Pencapça, Sindhî, Güceratça, Bengalce ve hatta Telugu dilleri üzerindeki süregelen etkisinden ve bölgede İran edebiyatının hâlâ sevilmesinden anlaşılabilir. Özellikle Urduca, Farsçanın Arapça, Türkçe ve Güney Asya'nın bölgesel dillerinin kombinasyonudur. Hindistan Moğol İmparatorluğu'nun Müslüman bölgelerinde yoğun bir şekilde kullanılmıştır.
Etimolojisi.
Farsça kelimesi, Orta Farsçadaki Pārsīg (𐭯𐭠𐭫𐭮𐭩𐭪) kelimesinden gelmektedir. Bu kelime, "Pārs" kelimesine -īg sıfat ekinin eklenmesi sonucu ortaya çıkmıştır ve "Pārs" [ça]" anlamına gelmektedir. Pārs, Farsçanın ortaya çıktığı İran'ın güneybatısındaki Fars eyaletidir. Eski Farsçada Parseh (𐎱𐎠𐎼𐎿) denmekteydi. İslam sonrası Arapçada "p" harfinin bulunmamasına bağlı olarak önceleri Pārsī olarak adlandırılan dil Fārsī olarak söylenmeye başlamıştır. Farsça, M.Ö. 550-330 yılları arasında İran'da hüküm süren Parsa halkının konuştuğu dilden gelmektedir. Osmanlı'da Fârisî, Farsî, Parsça, Parsî olarak adlandırılmıştır. Pers İmparatorluğunun resmî dili olduğu dönemde imparatorluk sınırları içerisinde çok geniş bir bölgede konuşulmaktaydı. 18. yüzyılda İngilizler yasaklayana kadar Hindistan'daki mahkemelerde resmî dildi. Delhi'deki Kızıl Kale'nin duvarlarında şu cümle yer alır:
"Agar ferdôs dar cahân ast hamîn ast o hamîn ast o hamîn ast"
Arapça'da "p" harfi olmadığından Farsî şeklinde telaffuz edilmeye başlanmıştır. Farsça büyük değişime uğrayarak günümüzdeki hâlini almıştır.
Tarihi.
İran dilleri genel olarak Eski (Antik), Orta ve Yeni (Modern) olmak üzere üç döneme ayrılmaktadır. Bu dönemler İran tarihinin üç dönemine denk gelmektedir. Antik dönem, kabaca milattan önceki döneme (kabaca Ahameniş İmparatorluğu dönemi), orta dönem ise Sasani İmparatorluğu döneminde denk gelmektedir. Yeni dönem, günümüze kadar olan dönemdir. Farsça İran dillerinin bu üç dönemine ait özellikleri taşıdığı belgelenen tek İran dilidir. Bu noktada Farsça şu şekilde kategorize edilebilir:
Farsça'nın doğuşu.
Farsça İran bölgesinde doğmuştur. İran'ın İslamlaşması sonucunda Arapçadan, Türkler'le olan siyasi ilişkiler ve bölgedeki Türk hakimiyeti sonucunda da Türkçeden etkilenmiştir. Farsça, Hint-Avrupa Dil Ailesinin Asya kolunda yer alır ve diğer Hint-Avrupa Dilleri ile önemli ölçüde benzerlik gösterir. Dil bilgisi ve dil yapıları başlıca sebepleridir. Dillerinin yarı çekimli bir dil olması ve Proto-Hint Avrupa dilinden gelmiş olması buna bir nedendir. Farsça, Hint-Avrupa dil ailesinde yer almasına rağmen Farsçada sözcük bükümlemeleri yalnızca eylemlerdeki geniş zaman ve emir kiplerinde görülür (bu durumlar İlk Çağ dönemi Farsçasından kalmadır); yani Arapça, İngilizce ve Almancada sık görülen sözcük bükümlemeleri Farsçada ender olarak görülür. Farsçada geniş zaman ve emir kipi dışındaki zaman çekimlemelerin hepsi ekler yoluyla yapılır. Ayrıca Farsçada sözcük türetimi sırasında da eklerden yararlanır; ancak Farsçada ekler sözcüğün başına, ortasına ve sonuna konur. Farsça, gramer yapısı açısından eklemeli bir dildir. Ayrıca Farsça, Hint-Avrupa Dilleri'ne ait olup eklemeli dillerin özelliğini gösteren dillerden birisidir. Ayrıca Farsçada Almanca, Fransızca ve İngilizce gibi Avrupa dillerinin gramerinde görülen sözcük cinsiyetlerine de rastlanmaz.(ancak Eski Farsçada var).
Eski Farsça.
Eski Farsçaya ait en eski kayıtlar M.Ö. 1000'li yıllara kadar dayanır. Bilinen Eski Farsça İran Platosu'nun güneybatısındaki topraklarda (bugünkü Fars Eyaleti) gelişmiştir. Eski Farsçaya dair bilinen en eski örnek ise M.Ö. 500'lerde Ahameniş İmparatorluğu döneminde yazılmış olan Behistun Yazıtları'dır. Eski Farsça, önceleri çivi yazısıyla yazılmış daha sonra da Pehlevi Alfabesi ile yazılmaya başlanmıştır. Antik İran'da konuşulmuş ve Ahameniş İmparatorluğu'nun resmî dillerinden biri olmuştur. Bugün sadece taş üzerine oyulmuş örnekleri kalmıştır. Farsçada fiilin genellikle cümle sonunda bulunması kuralının bu devirde de bulunduğu belirtilmektedir.
Eski Farsçaya ait kalıntılar İran, Romanya (Gherla), Ermenistan, Bahreyn, Irak, Türkiye ve Mısır'da bulunmaktadır. Eski Farsça, belgelenmiş en eski Hint-Avrupa dillerinden biridir.
Orta Farsça.
Sasaniler döneminde konuşulan ve "Pehlevice" olarak da bilinen Farsçadır. Zerdüştlükle ilgili birçok yazılı belge bu dildedir. Bundahish, Arda Virafname, Mainu Khared, Pandnameh Adorbad Mehresfand bu belgelerden bazılarıdır.
Orta Farsçadan Yeni Farsçaya geçiş, üç Orta Çağ İran hanedanı olan Tahiriler (820–872), Saffariler (860–903) ve Sâmânîler (874–999).döneminde tamamlanmıştır.
Yeni Farsça.
Yeni Farsça ya da Modern Farsça geleneksel olarak üç aşamaya ayrılmaktadır:
Farsçanın morfolojisi ve daha az ölçüde olmakla birlikle kelime hazinesi nispeten aynı kaldığı için, Erken Dönem Yeni Farsça, Çağdaş Farsça konuşanlar için büyük ölçüde anlaşılırdır.
Erken dönem Yeni Farsça.
Arap alfabesiyle yazılan erken dönem Yeni Farsça metinler ilk olarak 9. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Erken dönem Yeni Farsça doğrudan Sasani İmparatorluğu'nun (224-651) resmi, dini ve edebi dili olan Orta Farsçanın soyundan gelmektedir.
Klâsik Farsça.
Klasik Farsçanın kökeni çok belirgin değildir. Kelime kökleri ülkenin değişik kesimlerinde konuşulan dillerden alıntıdır; ama kelimelerin çoğunluğunun kökü "Eski Farsça", "Pahlavî" ve Avestadandır. Klasik yazımlarda ve şiirlerde kendini gösterir.
İran edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen Firdevsî, bu dili Arap istilacılardan korumak için 30 yıl acı çektiğini ve neredeyse dilin kaybolma noktasında olduğunu şöyle belirtir:
Daha sonraları Moğollar, İran'ı işgal ettiği zaman Fars kültürünü, dilini ve edebiyatını geniş bir alana yaydılar. Hindistan'da mahkeme dilini Farsça yaptılar.
Avrupa dillerinden gelen kelimelerin Farsçada tam karşılığı olmadığından bir durumu ya da ürünü tasvir etmek için aynen alınmıştır. Teknik olmayan bazı kelimeler de, örneğin; mersi (teşekkür) dile yerleşmiştir.
Çağdaş Farsça.
Çağdaş Farsça dönemi 19. yüzyıl ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bu yüzyılda Kaçar Hanedanı döneminde Farsçanın Tahran'da konuşulan ağzı ön plana çıkmıştır. Bu dönemde Farsçada halen önemli miktarda Arapça kelime mevcuttu, ancak bu kelimelerin çoğu Farsça fonolojisi ve grameriyle bütünleştirilmiş durumdaydı. Ayrıca Kaçar yönetimi altında, özellikle teknolojik olmak üzere, çok sayıda Rusça, Fransızca ve İngilizce terim Farsçaya girmiştir. Fars dilinin yabancı kelimelere karşı korunmasının gerekliliğine ve Farsça yazımın standartlaştırılmasına yönelik ilk çalışmalar, 1870'li yıllarda Kaçarlar döneminde Nasıreddin Şah döneminde başlamıştır. Nasıreddin Şah'tan sonra Muzaffereddin Şah tarafından 1903 yılında ilk Farsça kurumunun kurulmasına karar verilmiştir (Ferhengistan). Kurum, kelime türetmede kabul edilebilir kaynaklar olarak Farsça ve Arapçayı kullanmıştır. Kurumun kuruluşunun nihai amacı, kitapların yanlış kelime kullanımıyla basılmasını önlemekti. Kurum "demiryolu" için kullandığı rāh-āhan (Farsça: راهآهن) gibi kelimeyi Farsçaya kazandırmıştır.1911'de Farsçaya yönelik başka bir encümen kurulmuş ve Farsça sözcükler Bilimsel Encümen Lügatı (Lugat-e Encumen-e Elmi) adlı bir sözlükte derlenmiştir. Bu sözlük daha sonra tamamlanıp Katouzian Sözlüğü (Ferheng-e Katuziyan) olarak yeniden adlandırılmıştır. 1935 yılında Pehleviler döneminde Farsçanın resmi dil otoritesi olan ve Farsça ve diğer İran dilleri üzerine araştırmalar yapan Fars Dili ve Edebiyatı Akademisi (Ferhengistan-e Zebân o Edeb-e Fârsi")" kurulmuştur.
Farsçanın lehçeleri.
Standart Farsçanın üç çağdaş varyasyonu vardır:
Ayrıca İran, Afganistan ve Tacikistan'da standart Farsçadan biraz farklı olan yerel lehçeler de vardır. Lari (Îran), Hazaragi (Afganistan) ve Darwazi (Afghanistan ve Tacikistan) bunlardan bazılarıdır.
The Ethnologue, konuşulduğu yerlere göre şu sınıflandırmayı önermektedir:
Çağdaş İran'da veya sınıra yakın bazı yerlerde etnik grupların konuştuğu bağlantılı diller şunlardır:
Tacikler'in konuştuğu Farsça, Sovyet döneminde ayrı bir edebiyat dili hâline gelmiş olup geneliyle Farsçanın bir lehçesi olmasına karşın ayrı bir dil sayılır. İran'da ve Afganistan'da Arap kökenli Fars alfabesi kullanılırken Tacikistan'da Kiril alfabesi kökenli Tacik alfabesi kullanılır.
Üç lehçe karşılaştırılacak olursa birbirinden çok farklı olmadığı görülür. Afganistan Farsçası'nda kelimeler farklı söylense de İran Farsçası'nda yazıldıkları gibi yazılırlar. Tacik Farsçası'nda ise telaffuzdaki farklar yazıya da yansır.
Yazı sistemi.
Farsça İslamiyet'ten önce Pehlevi Alfabesi ile yazılmıştır. Bugün ise İran ve Afganistan'da Arap alfabesi asıllı Fars alfabesi ile, Tacikistan'da ise Kiril Alfabesi ile yazılmaktadır. 1967 yılında Farsçanın Birleşmiş Milletler'in resmî esaslarına dayanan Latin alfabesi ile yazılması İran tarafından kabul edildi. Ancak İslam devrimi ile beraber 2000 yılında bu sistemin sadece yer isimleri için kullanılacağı açıklandı. Farsçada 32 harf bulunur.
Farsça ve diğer İranî Diller.
Farsça Îrânî diller grubundaki diğer dillerle doğal olarak benzerlik gösterir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12098",
"len_data": 11278,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.7
}
|
Modem veya çevirge, tanım olarak "Modülator" ve "Demodülator" kelimelerinin birleşiminden üretilmiştir. Modem, bilgisayarların genel ağa bağlantısını sağlayan ve bir bilgisayarı uzak yerlerdeki bilgisayar(lara) bağlayan aygıttır. Modem, verileri ses sinyallerine ses sinyallerini verilere dönüştürerek verileri taşır. Geniş ağ kurmak için mutlaka bulunması gereken ağ elemanıdır.
Modemlere en bilinen örnek, ses bant modem (voice band modem)dir. Bu modem kişisel bir bilgisayardaki dijital veriyi telefon kanalının ses frekansı aralığında elektiriksel sinyallere dönüştürür. Bu sinyaller telefon hatları üzerinden taşınır ve bir başka alıcı modemde tekrar dijital veriye dönüştürülür.
Modemler genellikle birim zamanda gönderebildikleri veri (data) miktarı ile sınıflandırılırlar ve bu miktar genelde bit bölü saniye (bit/s) olarak ölçülür. Aynı zamanda modemler baud ile ölçülen simge hızlarına (symbol rate) göre de sınıflandırılabilirler.
Belgegeçer modemler.
Çevirgeler veri iletimi için yapılmış olmalarına karşın artık standart olarak belgegeçer iletişim özelliklerini de kendilerinde barındırmaktadırlar. Başka bir belgegeçer aygıtına gereksinim duymamaları yaygınlaşmalarını sağlamıştır. Bilgisayar ortamında yazılmış belgeler veya çizimler kolayca yazılımlar aracılığıyla istenen kişi veya kişilere belgegeçilebilir. Dış ortamlardan da bir yazı ve çizimler alınabilir. Dışarıdan gelen belgeler eğer istenirse doğrudan yazıcıya yönlendirilir ve baskı yapılabilir.
Modemlerin belgegeçer özelliğini içeren bazı terimler.
"CLASS L": Modemler standart Hayes-tipi AT yazılım komutlarıyla işleyişlerini yürütürler ve gelen
belgeleri otomatik olarak alamazlar.
"CLASS 2": Modemler donanım olarak faks kabiliyetine sahiptirler ve gelen sinyalin faks veya veri olduğunu kendileri tanırlar.
Belgegeçer modem türleri.
Belgegeçer modemler hızlarına ve teknolojik çeşitlerine göre 4 topluluğa ayrılırlar;
günde bir saatten fazla oynannmaz
Modemin terimler dizgesi, terminolojisi.
"Senkron": Veri gönderimi yapılırken, belirli zaman dilimine bağlı olarak veri paketlerinin başına veya sonuna veri bit'leri eklenmez.
"Asenkron": İletişim süreci. İletilem verihin boyutuına göre değişebilmektedir Karakterlerin transfer ediliş süreçleri değişken olduğundan dolanyı gönderici modem alıcı modeme karakterlerin başlangıç ve bitişini bildiren veri bitleri gönderir. Bu iletişime asenkron denir.
"Duplex": Modemlerde bulunan bu özellik her iki yöne veri iletebilirler anlamına gelir.
"Half Duplex": Veri iletişimi esnasında bir modem gönderir diğer modem alır. Aynı anda veri iletişimi
yapılmaz.
"Full Duplex": Modemler veri iletimini her iki yöne aynı anda yapabileceği anlamına gelir.
"Flash ROM": Software ile güncellenebilen ROM lardır.
"ISDN": (lmtegrated Services Digital NetvYork) Sayısal bir hat türüdür. Modem gerektirmez çünkü modülasyon işlemine savısal hatta gerek kalmaz. Modem yerine bir ISDN adaptörü kullanılır. ISDN hattında 3 kanal bulunur. 2 Ad B ve l Ad D B kanalı 64000 bps D kanalı ise 16000 bps veri iletebilir. D kanalı genelde kontrol içim kullanılır.
"Hayes ESP (Enhnamced Serial Port)": 16550 UART'ın sağlayacağı hız az gelirse bu kart kullanılır. Bu kart CPU üzerindeki tüm iletişim yükünü alacağından sistem daha yüksek performansa sahip oluyor.
"ASCII Transfer": Sadece text dosyaları için kullanılan veri aktarma metodu.
"X Modem": 128 byte paket kullanan hata kodu içeren sıkıştırilmış veri aktarım metodu. metodun mikrodenetleyicilerde kullanmı için örnek bir uygulama XModemTur.pdf belgesinde yer alıyor.
"Y Modem": 1024 byte paketler kullanıyor. Xmodem-l K da denilir.
"Y Modem-g": Hata düzeltmeli modemler içim tasarlanımnıştır.
"Z Modem": Daha büyük paket boyları ve kesilme durumunda kalınan yerden devam etmeyi destekleyen veri aktarım metodu.
"Kermit": Kolombia Üniversitesi'nde geliştirilen aktarım metodu değişik tipte bilgisayarlar arasında iletişimde kullanılır.
"Sealink": X Modem versiyonu aktarım gecikmelerini engellemek için paket anahtarlamalı ağlarda kullanılır.
"ASVD": (Analog Simultaneous Voice and Data) Aynı anda hem veri iıetişimi hem de karşı tarafla konuşma yapılabilir.
"MNP": (Mikrokom NetVYorkimg Protokol) Mikrofon firması tarafında geliştirilmiş hata kontrol protokolü Harici modemler Harici güç ünitesinden beslenirler.
Bilgisayarın seri çıkışından kablo ile bağlı olup sistemin veriyoluna ekstra yük getirmezler.
Herhangi kilitlenme esnasında kolayca reset edilebilirler.
Portatif oldukları için birden fazla terminale kolayca taşınabilirler.
Ön gösterge panelinden (LED veya LCD ekran) yaptığı işlemler takip edilebilir.
Herhangi bir sistem çakışmasına yol açmazlar.
Yazılım veya donanım tarafından kontrol edilebilir.
Modem türleri.
Dahili (internal) modemler.
Bilgisayarın ana veriyoluna direkt monte edilebildiklerinden daha aktif görev yaparlar. Cihazın Seri Portlarını meşgul etmeyip yazılımsal COM Port üzerinde de çalışabilirler. Sabit seri port kullanmadığı için üzerindeki Jumper' lar ile ayarlanması gerekmektedir (PnP ler hariç). Gücünü cihazın güç kaynağından dahili olarak temin eder. Ses ayarları yazılım kontrollüdür..
Harici (external) modemler.
Bilgisayara dışarıdan kabloyla bağlanan modemlerdir. Harici modemlerin üzerlerinde, telefon hattının ve modemin bilgisayarla bağlantısını sağlayan kablonun (Ethernet veya USB kablosu) takılacağı giriş-çıkış birimleri ile modemin güç besleme girişi bulunur. Bu modemler genellikle birer kutu görünümü şeklindedirler. Harici modemlerin ön yüzlerinde, kullanıcılara modemin o anki durumuyla ilgili bilgi vermek amacıyla ışıklar bulunur.
Harici modemlerin ön yüzünde görebileceğiniz ışıkların anlamları.
Aşağıda, harici modemlerin ön yüzünde görebileceğiniz ışıkların üzerindeki kısaltmalar ve bu kısaltmaların anlamları yer almaktadır.
"HS": (High Speed) Yüksek hız Modem 2400bps'ten daha hızlı bağlandığında yanar.
"AA": (Auto Answer) Otomatik cevaplama Otomatik cevaplamada bırakıldığında yanar.
"CD": (Carrier Detect) Bağlantı kuruldu Karşı modemle bağlantı kurulduğunda yanar.
"OH": (Off Hook) Hatta Modem telefon hattı aldığında yanar.
"SD": (Send Data) Veri gönderiyor Modem veri göndermeye başladığında yanar.
"RD": (Receive Data) Veri alıyor Modem veri almaya başladığında yanar.
"TR": (Terminal Ready) Modem hazır Modem programında terminal ekranına geçildiğinde yanar.
"MR": (Modem Ready) Modem açık Modem açıldığında yanar.
PCMCIA modemler.
PCMCIA ürünler portatif bilgisayarlar için özel dizayn edilmiş bir standarttır. Boyutu kredi kartı boyutlarında olup. Cihazların üzerindeki özel yuvalara monte edilmek üzere dizayn edilmişlerdir. Yeni üretilen PCMCIA modemlerin %80'i Windows 95 ortamında PnP özelliğini de desteklemektedir.
Ses modemleri.
Ses modemleri telefon hatları üzerinden ses oynatma ve kaydetme kapasitesine sahip düz modemlerdir. Telefon uygulamaları için kullanılır. Bu tür modemler özel değiş-tokuş(takas) şube sistemleri için yabancı takas ofislerinde kullanılabilir.
TDM kelimesi Time Division Multiplexing kelimelerinin baş harflerinin yan yana gelmesi ile yazılır. Birden fazla dijital sinyalin tek bir kanal içerisinden gönderilmesi işlemi olarak düşünülebilir. Örnek olarak bant genişliği 2048 Kbps olan fiziksel bir veri kanalı, 64 Kbps olan 32 adet zaman dilimlerine bölünebilir. Her bir 64 Kbps olan data kanalından da farklı veri veya ses taşınabilir. Fakat normalde fiziksel olarak sadece 1 adet veri iletim kanalınız mevcuttur. TDM teknolojisi SDH, SONET, PDH gibi yapılarda kullanılır. TDM devrelerinde veri iletimi senkrondur. Telekom santrallerinde PRI hatlar TDM teknolojisini destekleyen modemler ile taşınır, bu modemlerin kullanıcı arayüzü TDM teknolojisini kullanan G.703/G.704 standartlarını destekleyen E1 olarak da adlandırılan portlardır. Bu modemler uzak lokasyona data transmisyon işlemini simetrik DSL olan HDSL ya da SHDSL teknolojileri ile yapar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12099",
"len_data": 7819,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.25
}
|
Çarşamba, Karadeniz Bölgesi'nin Orta Karadeniz bölümünde bulunan Samsun iline bağlıdır. Nüfus açısından Samsun'un 4. büyük ilçesidir. Samsun ilinin doğusunda yer alır. Batıda Tekkeköy, doğuda Terme, güneyde Salıpazarı ve Ayvacık ilçeleriyle çevrilidir. İlçe merkezi Samsun'a 36 km uzaklıktadır. Yeşilırmak'ın Çarşamba Ovası'na çıktığı yer yakınında, ırmağın iki yakasında kurulmuş olan ilçe merkezinin adıdır.
Tarihçe.
Türk yerleşimi öncesi.
Çarşamba yöresi, MÖ 4000'lerden itibaren bir yerleşim merkezidir ve Hitit-Frig egemenlikleri altında kalmıştır. Grek kaynaklarına göre Bafra ve Terme ile birlikte, Çarşamba ovasında da MÖ VIII. yüzyılda kadın savaşçılar yaşamıştır.
MÖ 670 yılında Amisos (Samsun) ticaret kolonisi kuran Miletoslu denizciler Yeşilırmak kıyılarına kadar uzanarak buralara sömürge kurdular. Bu sömürgelerden birisi olan Yeşilırmak'a "İris" Çarşamba'nın güneyinde kurşunlu oymağı ile Ordu mahallesinden oluşan sömürgelerine "'Miskire"' dediler.
MÖ Vl. yüzyılda Persler'in egemenliğine girdi.
MÖ 63 yılında Roma İmparatorluğu'na bağlandı. Roma İmparatorluğu'nun MS 39 yılında ikiye ayrılmasından sonra Bizanslıların (Doğu Roma) egemenliğinde kalmıştır. Bu durum 1200'lere kadar devam etti.
Selçuklu dönemi.
Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ülkesini 1185 yılında 11 oğlu arasında taksim ettiğinde yöre Rüknettin Süleyman Şah'ın payına düştü.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasından sonra Samsun yöresinde "Canik Beyleri" adıyla yeni idari beylikler oluştu. Bunlar beş tanedir ve biri de Çarşamba havalisinde hüküm süren Taceddinoğulları'dır. Çarşamba Canik Beylerinin merkezi durumundaydı. Bu Beyliklerin en kuvvetlisi olan Taceddinoğulları ilçenin bugünkü batı yakasında bulunan Sarıcalı mahallesinde oturur ve hükmederlerdi.
1071 Malazgirt Meydan Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya göç eden Porsukoğulları Çarşamba'ya gelip yerleşmiş ve daha sonra bulundukları yere "Porsuk mahallesi" adı vermişlerdir.
Eskiden şimdiki ilçenin yerinde Sarıcalı mahallesi ile Kuşdoğanlı köyleri bulunurdu.
Burada 1370 yılında büyük bir panayır kurulmuştur. Bu panayır, çarşamba günleri kurulduğu için "Çarşamba Pazarı" denmiştir (Çarşamba ismi buradan gelmiştir). Sarıcalı ve Kuşdoğanlı'nın ilk yerleri Çepnioğulları idi. Sonradan buraya Horasan'dan Türk aileleri yerleştirilmiştir.
Osmanlı dönemi.
1428 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na katılan Çarşamba, Yörgüç Paşa, Hoca Ali Paşa ve Hazinedaroğulları tarafından yönetilmiştir.
Çarşamba'da 1700'lü yıllarda Yeşilırmak'ın batı yakasında Hristiyan mahallesi de oluşmuştur. Samsun ve çevresi 1847'deki yönetsel bölünmede Sivas eyaletinden alınarak Trabzon eyaletine verildi. 1847'de Trabzon eyaletinin Canik livasından başka merkez livası, Batum livası Gönye, Karahisar-ı şarki olmak üzere 4 livası daha vardı.
1870 tarihli Trabzon vilayet salnamesinde Çarşamba kaza olup 119 mahallesi 9200 hanesi ve 32153 erkek nüfusu vardı. Bu nüfusu ile Çarşamba Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının en büyük kazasıdır. Terme, Çarşamba'ya bağlı bir nahiyedir.
1870 Trabzon Vilayet Salnamesi'ne göre Çarşamba içesinde ilçe yönetimi üç meclis tarafından yürütülüyordu bunlar;
Bu idari yapılanma cumhuriyet dönemine kadar sürmüştür.
1882 Trabzon Vilayet Salnamesi'ne göre Çarşamba Kazasının taşınmaz malları:
Hükûmet Konağı, 151 cami ve mescit, 1 türbe, 2 tekke, 21 çeşme, 3 hamam, 4 han, 417 dükkân, 251 değirmen, 1812 fırın, 4 fabrika, 2 köprü, 38 kilise, 13 medrese, 147 Müslüman mektebi, 3 Hristiyan mektebi, 62 Müslüman mezarlığı ve 16 Hristiyan mezarlığı idi.
1892'deki yönetsel bölümde Canik sancağı, Trabzon vilayetine bağlıydı. Bu dönemde Trabzon vilayetini; Merkez sancağı, Canik, Lazistan ve Gümüşhane sancakları oluşturuyordu.
Canik sancağının toplam 6 kazası sırası ile şunlardı: Merkez, Bafra, Ünye, Fatsa, Terme ve Çarşamba. Ladik, Köprü ve Havza bu dönemde Sivas vilayeti sınırları içerisinde idi. Canik sancağı, 1896 ve 1903'teki yönetsel bölünmelerde de 1892'deki konumunu korudu.
Canik sancağı, II. Meşrutiyet'ten sonra Trabzon vilayetinden ayrılarak bağımsız sancak durumuna getirildi. Canik bağımsız sancağının bu dönemde; Merkez (Samsun), Ünye, Bafra, Terme, Çarşamba ve Fatsa olmak üzere toplam 6 kazası vardı. Ladik ile Köprü kazaları ise yine Sivas vilayetine bağlıydı. Canik bağımsız sancağının yönetsel konumu 1918'de de değişmedi.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra 1920 yılında Ankara Hükûmeti tarafından görevlendirilen Osman Ağa, türeyen Rumların ve Ermenilerin dağlarda teşkil ettiği çeteleri imha etmiş bölgede emniyet ve asayişi kısmen sağlamış, bundan sonra da Çarşamba'ya yerleşim için göçler başlamıştır.
Çarşamba ilçesi, Trabzon iline bağlı Canik (Samsun) sancağının ilçesi olarak kurulmuş, Samsun bağımsız il olunca Samsun iline bağlı ilçe olarak yönetilmiştir.
Ağız.
Çarşamba ilçesinde Doğu Karadeniz ve Orta Karadeniz Ağızlarının yanı sıra İstanbul Türkçesi de kullanılır.
Tarihî eserleri.
Camiler.
Çarşamba ilçesindeki tarihi camiler çoğunlukla ahşap şekilde inşa edilmiş olup; dendrokronoloji yöntemi ile sadece Göğceli ve Şeyh Habil camilerinin yapım tarihi 13. yüzyıl olarak tespit edilmiştir. Geri kalan camiler, kitabesinde yer alan yazılara ya da mimari ve sanatsal özelliklerine bakılarak tarihlendirilmiştir.
Anıt ağaçlar.
Anıtlar Kurulu tarafından tescillenip koruma altına alınan 9 adet ağaç bulunmaktadır.
Göğceli Camii.
Göğceli Mezarlığı içinde yer alan cami Anadolu ahşap mimarisinin örneklerinden birisidir. 1206 yılında yapılan caminin giriş revakları 1335 yılında onarım geçirmiştir. Göğceli Camii tek bir tane çivi kullanılmadan inşa edilmiştir. Bu yüzden halkı arasında Çivisiz Camii olarak da anılır.
Tarihi Çarşamba Köprüsü.
Tarihi Çarşamba Köprüsü 1890'lı yıllara kadar aktif olarak kullanılmıştır ve Yeşilırmak'ın üzerine kurulmuştur. Tahtadan yapılmış olan köprü, zayıf yapısı nedeniyle sık sık yıkılmaktaydı. 1914 yılında köprüden geçiş ücreti 45 kuruş olmuştur.
1930 yılında Samsun gezisinde Çarşamba'yı da gezen Atatürk, ilçeye daha modern bir köprünün yapılması amacıyla zemin etüdü çalışmalarının yapılmasını onaylamıştır. Köprü 1931 yılında tamamlanmıştır ve günümüzde trafiğe kapalı şekilde kullanılmaktadır.
Büyük Bedesten.
Orta Mahalle sınırları içerisinde yer alan bu yapı, 1826 yılında inşa edilmiştir. İki katlıdır. İnşasından sonra kuyumcular çarşısı olarak faaliyet göstermiştir. Güneybatı ve Kuzeydoğu cephesinde olmak üzere iki girişi vardır. Orta kısmı tonozlu bir koridordan oluşmaktadır. Çarşı bugün ticari işletmelerce kullanılmakta olup bakımsız haldedir.
Tarihi Hamam.
Diğer adıyla "Tarihi Gelin Hamamı". 17. veya 18. yüzyıl Osmanlı dönemine ait bu yapı bir camekan (soyunmalık) ve üç adet odadan oluşmakta olup odaların üstü delikli kubbelerle kaplıdır. Konumu itibarıyla merkezi bir alanda olup Yeşilırmak'ın kıyı kenarında bulunmaktadır.
Geleneksel mimari.
Çarşamba'da konut mimarisi köy ve şehirde farklılık göstermektedir. Köy tipi yerleşim yerlerinde ahşap çantı, hımış dolgu ve betonarme evlere rastlanmaktadır. Şehir içerisinde ise geleneksel konut mimarisi tek ya da iki katlı ahşap evler olarak görünmektedir. Varlıklı aileler tarafından yapılmış konak türü yapılar da mevcut olup bunların büyük kısmı taş işçiliğinin ön plana çıktığı iki katlı evlerden oluşmaktadır. Konak türü yapıların ana giriş kapısı ahşap olup; geniş merdiven ve balkona sahiptir. Çarşamba ilçe sınırları içerisinde koruma kararı olan 9 adet konut bulunmaktadır.
Atatürk'ün Çarşamba'ya gelişi.
Atatürk Çarşamba'yı iki defa ziyaret etmiştir. 16 Eylül 1924 tarihinde Samsun'a gelişinde Çarşamba'ya ilk ziyaretini yaptı. Bu esnada da 20 Eylül 1924 tarihinde Samsun-Çarşamba demir yolunun temelini attı. 24 Kasım 1930 tarihinde Çarşamba'ya ikinci kez gelen Atatürk, Türk Ocağında gençlerle bir sohbet toplantısı yapmıştır. Ayrılırken Çarşamba Türk Ocağı defterine "Çarşamba Türk Ocağı'nda tanıştığım gençlik, iftihara layıktır." düşüncelerini yazmıştır.
Doğal gaz hattı.
Rusya'dan denizin altından gelen Mavi Akım doğal gaz hattının karaya çıktığı yer olan Durusu Terminali Çarşamba'nın Demirli Mahallesi'ne bağlı Durusu mevkidir. İlçe 2005 yılının sonunda o zamanın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi tarafından da ziyaret edilmiştir.
Barajlar.
Yeşilırmak üzerinde kurulu bulunan 2 tane baraj vardır.
Bunlar:
1 adet sulama barajı ile 1 adet HES yapımı devam etmektedir.
Abdal Deresi üzerinde de Gökçe Çakmak Barajı vardır.
Kültür.
Yumurta topuk ayakkabı ve sekiz köşe kasket.
Sekiz köşe kasket ve yumurta topuk ayakkabı, yaklaşık bir asırdır bölgede yaşayan erkekler tarafından giyimlerinde tercih ediliyor. Özellikle yumurta topuk ayakkabı ise tek parça deriden dikişsiz olarak el yapımı şeklinde üretiliyor. Ayakkabının ön ve arka tarafının yumurtaya benzer şekilde olması nedeniyle dikkat çekiyor. Ayakkabını topuk kısmının diğer erkek ayakkabılarına göre daha yüksek olması nedeniyle özellikle kısa boylu erkekler tarafından da tercih ediliyor. Yumurta topuk ayakkabı ve sekiz köşe kasketin Çarşambalı ustalar tarafından üretildikten sonra talep üzerine yurt dışına da sıkça gönderiliyor.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12102",
"len_data": 9028,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.46
}
|
Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır. Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bu tanımlardan en yaygın kabul göreni sanatın edebiyat, resim, müzik, tiyatro, sinema, mimari ve heykel alt türlerinden oluştuğu görüşüdür. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur.
Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır. Sözcüğün bugünkü kullanımı, Batı kültürünün etkisiyle, İngilizcedeki "art" sözcüğüne yakın olsa da halk arasında biraz daha geniş anlamda kullanılır. Gerek İngilizcedeki "art" (artificial = yapay), gerek Almancadaki "Kunst" (künstlich = yapay), gerekse Türkçedeki Arapça kökenli "sanat" (suni = yapay) sözcükleri içlerinde yapaylığa dair bir anlam barındırır. Sanat, bu geniş anlamından Rönesans zamanında sıyrılmaya başlamış, ancak yakın zamana kadar zanaat ve sanat sözcükleri dönüşümlü olarak kullanılmaya devam etmiştir. Buna ek olarak Sanayi Devrimi sonrasında tasarım ve sanat arasında da bir ayrım doğmuş, 1950 ve 1960'larda popüler kültür ve sanat arasında tartışma kaldıran bir üçüncü çizgi çekilmiştir.
Sanatın tanımlanması.
Başat Biçim Görüşü.
Clive Bell, 1914 yılında Cezanne'dan etkilenerek yazdığı "Sanat" ('Art') isimli kitabında sanatın "başat biçim" (significant form) olduğunu savunmuştur. Bell'e göre her biçim bu sınıfa girmez, çünkü önemli olan çizgi, şekil ve renk ilişkilerinin kendi aralarındaki kombinasyonudur. Bu görüş, temsilin sanatsal beğeniye etki etmediğini söyler. Sanatı tamamen estetikle bağlantılı olarak tanımlayan bu görüş, 20. yüzyılda Marcel Duchamp, Andy Warhol, Joseph Beuys gibi bildiğimiz anlamda estetik nesneler üretmeyen, görünümden çok kavramlara önem veren sanatçıların eserlerini kapsamadığından, bugün zamanında olduğu kadar etkili değildir.
Sanatın Duyguların Dışavurumu Olduğu Görüşü.
R.G. Collingwood, 1938'de basılan "Sanatın İlkeleri" (The Principles of Art) isimli kitabında sanatın temel olarak duyguların yaratıcı ifadesi veya dışa vurumu olduğunu söylemiştir. Bunun yanında sanat ve zanaat arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre zanaat, malzemenin bir plan doğrultusunda daha önceden tasarlanmış bir son ürüne dönüştürülmesi iken sanatsal aktiviteler, araçlar ve amaçlar arasında, planlama ve uygulama arasında ayrım yapmayı gerektirmez. Bunun yanında bu görüşe göre, sanat herhangi bir duygunun da dışa vurumu değildir. Bu duygu, ifade edildiği ana kadar açıklık kazanmamış olup ifade edilişi onun keşfedilmesine neden olacak bir duygu olmalıdır. Bu aynı zamanda izleyiciyi de araştırmanın içine alır. Bu teori de sanat olarak kabul edilmeyen bazı aktiviteleri (örneğin bir psikoterapi seanslarını) sanattan ayırt edemediği gibi, sanat olarak kabul edilen bazı eserleri (örneğin Rönesans Döneminde, sanatçının duygularını açığa çıkarmak değil, dinsel duygular uyandırmak amacıyla yapılan resimler) kapsamadığı için, yerini değişik kuram aramalarına bırakmış, hatta tüm bu tanımlama çabalarının başarısız olması sanatın tanımının yapılmaya çalışılmasının ne kadar doğru olduğu tartışmalarını başlatmıştır.
Neo-Wittgenstein'cı Görüş.
Morris Weitz'ın 1956'da, Wittgenstein'ın görüşlerinden ve şeylerin özünü bulmaya karşı direncinden yola çıkarak ortaya attığı görüştür. Weitz'a göre Fry ve Bell, Tolstoy, Croce, Collingwood gibi kuramcılar, yaptıkları tanımlarda kendi kişisel sanat görüşlerini ifade etmekten öteye gidememişlerdir. Neo-Wittgenstein'cı görüşü özetlemek gerekirse, sanat açık bir kavramdır ve tanımlanamaz. Ancak bu, Weitz'a göre felsefi açıdan bir sorun yaratmamalıdır, çünkü aile benzerliği yöntemi kullanılarak neyin sanat olup olamayacağı konusunda hükümler getirmek olasıdır.
Kurumsal Sanat Görüşü.
Kurumsal sanat kuramı, Neo-Wittgenstein'cı görüşünü reddederek sanatın tanımlanabileceğini ileri sürer. Bu fikir George Dickie tarafından ilk olarak 1974'te geliştirilmiştir.
Dickie'nin ilk tanımı, Arthur Danto'nun da sanat dünyası fikirlerinden etkilenerek aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur:
Sanat eseri: Bilinçli olarak insan elinden veya fikrinden çıkmadır. Belli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına hareket eden kişi veya kişiler tarafından, bazı kısımları hakkında fikir birliğine varılmış olunmalı, beğeni kazanmaya aday olmalıdır.
Sanatın değerlendirilmesi.
Filozof Richard Wollheim sanatın estetik değerlendirilmesi için üç yaklaşım önerir:
Sanatların Sınıflandırılması.
Sanatlar geleneksel olarak söz sanatı, edebiyat (şiir, dram, hikâye, vs.), kitap sanatı, görsel sanatlar (resim, desen, heykel, vs.), grafik sanatlar (resim, desen, tasarım ve yüzey üzerine uygulanan diğer formlar), plastik sanatlar (heykel, modelleme), dekoratif sanatlar (bezeme, mobilya tasarımı, mozaik, etc.), gösteri sanatları (tiyatro, dans, müzik), güzel sanatlar, el sanatları, ses sanatı (beste olarak), grafik sanatı ve mimarlık (iç mimarlık dahil) gibi kategorilere ayrılır. Bu sınıflandırmalar tarih boyunca değişiklikler göstermiştir. Diğer yaygın sanat türlerine kinetik sanat, soyut sanat, postmodern sanat, bilgisayar sanatı, internet sanatı, etkileşimli sanat, enformasyon sanatı, uygulamalı sanat, erotik sanat, giyilebilir sanat, naif sanat, yeni medya sanatı, kamu sanatı, dînî sanat, sokak sanatı, sprey boya sanatı, halk sanatı, nakış sanatı, ticari sanat, psikedelik sanat, yazılım sanatı, askerî sanat, yeni sanat, gastronomi ve mutfak sanatları, arazi sanatı, kum sanatı, denizcilik sanatı, kağıt sanatı, vücut sanatı, cam sanatı, kaya sanatı, çini sanatı, minyatür sanatı, mezar sanatı, figüratif sanat, alev sanatı ve diğerleri aittir.
Antik Yunan'da sanat, bugünkü anlamından farklı olarak dokuz ilham perisi veya her biri ayrı bir techne'yi sembolize edip vücuda getiren musalara (müzlere) göre gruplandırılmıştır. Hiçbir Müz plastik sanatlarla (heykel, resim, çizim) ilişkili kılınmamıştır. Burada "techne" kabaca sanat olarak çevrilebildiği gibi zanaat anlamına da gelir ve ayrıca bilimsel disiplinleri de kapsayan bir terimdir. Buna göre dokuz sanat dalı şöyledir:
Sanatsal ve sanatsal olmayan beceriler arasındaki modern ayrım Rönesans'tan sonra yapılmaya başlanmıştır. Felsefede sanatın bugün kullanılan anlamına yakın bir şekilde ilk kullanımı Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in "Estetik Üzerine Dersler" eserinde görülür ve Hegel burada sanatları en maddesel olandan en ifadeye dayalı olana göre sıralar:
1. Mimarlık, 2. Heykel, 3. Resim, 4. Müzik, 5. Şiir
René Guénon, sanatları göçebe ve yerleşik düzene geçmiş insan topluluklarındaki yaşayış ve ritüel farklılıklarına göre görselliğe ve işitselliğe dayanan sanatlar olarak sınıflandırmıştır. Guénon'a göre yerleşik düzendeki insanlar uzam içindeki formlardan oluşan plastik sanatlar (mimari, heykel, resim), göçebeler ise zaman içinde yayılan fonetik sanatlar (müzik, şiir) üretmişlerdir.
Hegel'in "Estetik Üzerine Dersler" eserindeki listesi özellikle Fransa'da popüler olmuş ve zamanla üzerine yapılan eklemeler ve değişikliklerle geliştirilmiştir. Aşağıdaki on maddenin ilk yedisi 1923'te "Yedinci Sanat Manifestosu'nu" yazan film kuramcısı Ricciotto Canudo tarafından popülerleştirilmiştir:
1. Mimarlık, 2. Heykel, 3. Resim, 4. Müzik, 5. Edebiyat (şiir ve nesir), 6. Gösteri sanatları (dans ve tiyatro), 7. Sinema ve film, 8. Medya sanatları (radyo, televizyon ve fotoğraf), 9. Çizgi roman, 10. Video oyunları veya genel olarak elektronik sanat ve dijital sanat formları.
11. ve 12. sıra için multimedya ve performans sanatı gibi öneriler mevcutsa da bu konuda bir uzlaşma yoktur. Fransa Kültür Bakanlığı da "yeni" sanat sınıflandırmaları konusundaki tartışmalara dahil olmaktadır.
Sanatsal mecralara dayanan bu sınıflandırmalar 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyılın ilk yarısında sanata bakış ile bağlantılıdır. O dönemin modernist sanatçıları kullandıkları malzeme, araç, gereç ve teknikleri ön plana çıkarmışlar ve örneğin resimde temsil edilen içerik yerine fırça vuruşları veya tuvalin dokusu gibi maddesellikleri vurgulamışlardı. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise artık her nesne, malzeme veya yöntem ile sanat yapılabileceği görüşü yerleşince happening'ler, hazıryapımlar gibi klasik sınıflandırmalara uymayan sanatsal mecralar kullanılmaya başlanmış, o zamana kadar katışıksız oldukları kabul edilen ve sanatın sınıflandırılmasının dayandırıldığı yöntem ve malzemeler birbiri içine geçmeye başlamıştır. 1960 ve 70'lerde mecralar arasılık terimi ortaya atılmış ve klasik sınıflandırmalardan iyice uzaklaşılmıştır. Amerikalı eleştirmen Rosalind Krauss, 20. yüzyılın ilk bölümünde resim üzerine yazan Clement Greenberg'in "mecraya özgülük" kavramını modası geçmiş olarak nitelendirmiş ve "mecra sonrası" (İng. "post-medium") bir döneme girmiş olduğumuzu iddia etmiştir. Mecra veya ortam sonrasılık, kavramsal sanat, yerleştirme, performans sanatı, dijital sanat gibi üretim türlerine yeni bir anlam verir, malzeme ve tekniğe dayalı klasik sınıflandırmaların yerine sanatçıların önceden belirlenmiş mecraların dışına çıkıp kendi "teknik dayanaklarını" icat ettikleri sınırsız olanaklara sahip bir döneme işaret eder.
Tarihçe.
Yapıldıkları tarihler bundan 40.000 yıl öncesine giden heykeller, mağara ve kaya resimleri bulunduysa da bu eserlerin anlamı, içinde geliştirildikleri kültür hakkında az bilgimiz olması sebebiyle tam olarak bilinmemektedir. Bilinen en eski sanat nesnesinin - üzerleri delinmiş bir salyangoz kabuğu dizisi - 75.000 yıl önceye dayanırsa da 100.000 yıl yaşında, muhtemelen boya saklamak için yapılmış kaplar da bulunmuştur.
Eski Mısır, Mezopotamya, İran, Hindistan, Eski Yunan, Roma, İnka, Maya ve Olmek medeniyetlerinden günümüze birçok sanat eseri miras kalmıştır. Eski Yunan sanatı insan fiziğinin ideal oranlarda temsiline yoğunlaşmış, sonrasında Bizans ve Orta Çağ Avrupası'nda İncil ve dinî motifler ağırlık kazanmış, bunları yücelten tarzlar geliştirilmiştir. Rönesans, fiziksel dünyanın resmedilmesi ve perspektifin sistematik olarak uygulanıp resimde üç boyut algısının oluşması yönünde teknikler geliştirmiştir.
Doğuda, İslam Sanatı'nda ikonografinin yasak olması nedeniyle geometrik şekiller, hat sanatı ve mimariye yoğunlaşılmıştır. Uzak Doğu'da da bu dönemlerde din, sanatsal üretime yön vermiştir. Hindistan ve Tibet'te renkli heykeller ve dans ön plana çıkarken dinsel resimler de bu pratiklerden beslenmiştir. Çin'de de kuyumculuk, bronz işçiliği, çömlekçilik, şiir, kaligrafi, müzik, resim, tiyatro gelişmiş, sanatsal eğilimler baştaki sülaleye göre değişiklik göstermiştir.
Batı'da 18. yüzyılda Aydınlanma ile birlikte rasyonel, saat gibi işleyen evren anlayışı gelişmiş, bu da Blake'in Newton'u kutsal bir geometrici gibi portrelemesi veya David'in propagandacı resimlerine yansımıştır. Daha sonra bu da yerini tepki olarak duygu ve birey olmayı ön plana çıkaran, akademik sanat, Sembolizm, İzlenimcilik, Fovizm gibi 19. yüzyıl sanatsal akımlarına bırakmıştır.
20. yüzyıl sanat tarihi bitip tükenmeyen sanatsal arayışların yüzyılı olmuştur. Bu yüzden İzlenimcilik, Dışavurumculuk, Fovizm, Kübizm, Dadaizm, Gerçeküstücülük gibi akımların parametreleri, icat edildikleri yıllardan çok öteye gidemediyse de sonra gelen akımları etkiledi. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren modernizm kültüre hâkim olmuş ve Theodor W. Adorno'nun 1970 yılında yayımlanan Estetik Teorisi kitabının açılış cümlesinde yazdığı gibi, "artık sorgulamadan kabul edilen şey, sanat hakkında hiçbir şeyin, ne sanatın kendisinin, ne sanatın dünya ile olan ilişkisinin, ne de sanatın var olma hakkının, sorgulamadan kabul edilebileceği." Relativizm kaçınılmaz bir gerçeklik olarak kabul edilmiş, bu da çağdaş sanat ve postmodern eleştiri dönemini başlatmıştı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12106",
"len_data": 11815,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 4.22
}
|
Cüneyt Arkın, asıl adıyla Fahrettin Cüreklibatır (7 Eylül 1937, Eskişehir - 28 Haziran 2022, İstanbul), Türk doktor, oyuncu, senarist, yapımcı ve yönetmendir. Arkın, 1963-2021 yılları arasında 330 sinema filmi, dizi ve tiyatro oyununda rol aldı. Yeşilçam'ın dört yapraklı yoncası Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın ile çevirdiği birçok aşk filminde başrolü paylaştı ve yakışıklı esas jön rollerine hayat verdi. Arkın; "Malkoçoğlu", "Kara Murat" ve "Battal Gazi" gibi birçok tarihî filmde "yenilmez kahramanı" ve toplumsal filmlerin "iyi kalpli", "yiğit direnişçisi", "yardımsever" ve "adaletli" karakterlerini canlandırdı. Aralarında "Deli Şahin", "Dünyayı Kurtaran Adam", "Gırgır Ali" ve "Son Kahramanlar" gibi birçok filmin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Arkın; "Küskün Çiçek", "Vatandaş Rıza" ve "Kartal Murat" gibi filmlerin yapımcısı olarak yer aldı.
Medrano Sirki dahil birçok sirkte çalışan Arkın, binicilik ve karatede uzmanlaştı ve burada öğrendiği teknikleri sinemada kullandı. Dublör kullanmadığı için tehlikeli sahnelerde pek çok kez kemikleri kırıldı, omuriliği zedelendi ve sakatlandı. Şair ve yazar Cemal Süreya'ya göre Arkın, "İpekyolu'nun Superman'i" ve Fransız oyuncu Jean Marais'in "Fantoma" dizisindeki yansıması idi. Halit Refiğ için ise, "İlk filmlerinde Alain Delon, aksiyon filmlerde ise Avrupalılar ve kendi için Burt Lancaster'a benziyordu". İlk kez 1969 yılında "İnsanlar Yaşadıkça" filmi ile 6. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'ne layık görüldü. 1972 yılında "Yaralı Kurt" filmi ile Adana Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazandı. 2021 yılında sinema kategorisinde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne değer görülen Arkın, 28 Haziran 2022 tarihinde İstanbul'da 84 yaşında öldü ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
İlk yılları ve eğitimi.
Fahrettin Cüreklibatır, 7 Eylül 1937 tarihinde Eskişehir'in Karaçay köyünde doğdu. Babası Türk Kurtuluş Savaşı'na katılmış Hacı Yakup Cüreklibatır olan Fahrettin, yoksul bir ailede büyüdü. Lise öğrenimini Eskişehir Atatürk Lisesinde tamamladı. Buradaki sınıf arkadaşlarından birisi Yılmaz Büyükerşen'di. 1961 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldu.
Cüreklibatır soyadı birleşik bir kelime olarak C/Y dönüşümüyle, "Cürekli > Yürekli" ve ikinci olarak "Batur/Batır" (bahadır, yiğit) sözcüklerinin birleşmesinden oluşmaktadır. İlk kelime mecazi anlamıyla dikkate alındığında "korkusuz yiğit" manasına sahiptir. Ses dönüşümleri, memleketi olan Eskişehir'deki Kırım-Tatar kökenli toplulukların dillerinden kaynaklanmaktadır. Gazeteci Vecdi Benderli, Cüneyt Gökçer'den "Cüneyt"; Ramazan Arkın'dan "Arkın" isimlerini alıp "Cüneyt Arkın" ismini yarattı ve Fahrettin Cüreklibatır artık Türk sinemasında bu isimle anıldı.
Kariyer hayatı.
Sinema kariyeri.
Memleketi Eskişehir'de, yedek subay olarak askerliğini yaparken, Göksel Arsoy'un başrol oynadığı 1963 yapım "Şafak Bekçileri" filminin çekimleri sırasında yönetmen Halit Refiğ'in dikkatini çekti. Askerliğini bitirdikten sonra Adana ve civarında doktorluk yaptı. 1963 yılında "Artist" dergisinin yarışmasında birinci oldu. Doktorluk kadrosu alamayan ve ekonomik zorluklar çeken Cüneyt Arkın, 1963'te Halit Refiğ'in teklifiyle sinema oyunculuğuna başlayarak iki yıl içinde en az otuz filmde oynadı.
1964 yılında oynadığı "Gurbet Kuşları" filminin finalindeki kavga sahnesi, Arkın'ın kariyerinde bir kırılma noktası oldu. Bir süre daha duygusal-romantik jön karakterlerini canlandırdıktan sonra yine Halit Refiğ'in önerisiyle aksiyon filmlerine yöneldi. Bu dönemde İstanbul'a gelen Medrano Sirki'nde altı ay süreyle akrobasi eğitimi aldı. Burada öğrendiklerini "Malkoçoğlu" ve "Battalgazi" serilerinde beyaz perdeye aktararak Türk sinemasına daha önce hiç örneği olmayan bir tarz getirdi. Kısa sürede avantür filmlerin en aranan oyuncusu hâline geldi. Romantik filmlerle başladığı sinema yaşantısını hareketli filmlerle sürdürse de birçok farklı türde karaktere can verdi. Kariyeri boyunca westernden komediye, macera filmlerinden toplumsal filmlere kadar değişik türde filmler çekti. Özellikle "Maden" (1978) ve "Vatandaş Rıza" (1979) filmleri, Cüneyt Arkın'ın kariyerinde özel bir yer kaplar.
12 Mart dönemi sırasında, 4. Altın Koza Film Festivali'nde (1972) jürinin ilk oylamasında Yılmaz Güney'i "Baba" filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu seçilmesine rağmen daha sonra siyasi baskılarla Yılmaz Güney'in yerine, ilk oylamada "Yaralı Kurt" filmindeki performansıyla ikinci olan Cüneyt Arkın'ı en iyi erkek oyuncu seçti. Bu karara tepki gösteren Arkın ödülü reddetti. Cüneyt Arkın sinemasına ayrı bir renk getiren, yönetmenliğini Çetin İnanç'ın yaptığı 1982 tarihli "Dünyayı Kurtaran Adam" zamanla bir kült film hâline geldi. 1980'li yıllarda "Ölüm Savaşçısı", "Kavga", "Sürgündeki Adam" ve "İki Başlı Dev" gibi aksiyon filmlerinden sonra, 1990'lı yıllarda da polisiye dizilere yöneldi.
Cüneyt Arkın, binicilik ve karatede uzman sporcu unvanına sahiptir. Oyunculuğun yanı sıra televizyon izlenceleri sunmuş ve kısa bir süre gazetelerde sağlıkla ilgili köşe yazarlığı da yapmıştır. 2009 yılında omurgasındaki sinir sıkışmasından dolayı yaklaşık üç ay hastanede tedavi gördü.
Siyasi yaşamı.
Türk milliyetçisi kimliğiyle tanınan Cüneyt Arkın'a 2002 genel seçimlerinde Anavatan Partisi'nden Eskişehir milletvekili adayı olması için Mesut Yılmaz tarafından teklif götürüldü. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde Anavatan Partisi'nden Eskişehir'de dördüncü sıradan milletvekili adayı olmuş ancak seçilememiştir. Sonraki yıllarda ise İşçi Partisi adına düzenlenen ve bir grup bilim insanı, aydın ve sanatçının katıldığı "İşçi Partisi Hükümeti’nde Göreve Hazırız" kampanyasına katılarak yeniden siyaset sahnesinde adını duyurdu.
Kişisel hayatı.
Cüneyt Arkın ilk evliliğini 1964 yılında kendi gibi doktor olan sınıf arkadaşı Güler Mocan ile yaptı. 1966 yılında kızları Filiz doğdu. Cüreklibatır'ın yeni gelişen sinema oyuncusu kariyeri nedeniyle evlilikleri uzun sürmedi.
1968 yılında "Cüneyt Arkın" olarak sahne adını aldı ve bir çini fabrikası sahibi olan varlıklı bir ailenin kızı Betül Işıl ile tanıştı. İsviçre'de bir üniversite mezunu olan Işıl, o sırada uçuş görevlisi olarak çalışıyordu. Cüneyt Arkın, 1968 yılında boşandıktan bir yıl sonra 1969'da Betül (Işıl) Cüreklibatır ile nişanlandı, 1970'te evlendiler ve 1971'de boşandılar. Kısa süre sonra yeniden evlendiler ve bu evlilikten de Kaan ve Murat adlarında iki çocuğu oldu. Kızı bir şirkette genel müdürlük yapan Arkın'ın oğullarından Murat da dizilerde oyunculuk yapmaktadır. Arkın, 1960'ların sonu ve 1970'li yılların başında ciddi alkolizm sorunlarıyla boğuştu. Çokça alkolizm tedavisi gördü. Alkolizm problemi; 1960'lı yıllarda kişisel yaşamının dışında, kariyerine de önemli ölçüde zarar verdi. Arkın, alkolizmin pençesinden kurtulduktan sonra ileriki yıllarda; alkol, uyuşturucu ve gençliğin sorunları konulu sayısız konferans vermiş, bunlarla ilgili teşekkür beratları ve onur ödülleri almıştır.
Ölümü.
Cüneyt Arkın, 28 Haziran 2022 tarihinde geçirdiği kalp durması rahatsızlığı sonucu İstanbul, Beşiktaş ilçesi Ulus'ta bulunan Liv Hospital Hastanesi'nde 84 yaşında öldü. Ölümü üzerine 30 Haziran 2022 tarihinde Atatürk Kültür Merkezi'nde tören düzenlendi. Tören sonrası Arkın'ın cenazesi Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
Filmografi.
Cüneyt Arkın, 300 sinema ve film, 16 dizi ve 2 tiyatro oyunu olmak üzere toplam 318 yapımda rol almıştır. Usta aktör Cüneyt Arkın'ın yaptığı dizilerin en uzun ömürlüsü, 3 sezon 101 bölüm boyunca yayınlanan TGRT yapımı Bizim Ev dizisi olmuştur.
Dış bağlantılar.
! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Altın Portakal
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12107",
"len_data": 7714,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.26
}
|
Paspartu (Fransızca: "passe-partout:" her şeyde geçer), bir fotoğraf veya benzer bir çalışmanın etrafında fon kağıdı ile oluşturulan, çerçeve ile orijinal eser arasındaki ön çerçevedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12108",
"len_data": 185,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.28
}
|
Darayak, aşık edebiyatında kafiye olma olasılığı düşük sözcükleri belirtmek için kullanılan terimdir. Darkapı olarak da adlandırılır.
Âşığın karşılaşma ya da atışma sırasında en azından dört ayak kafiye bulması gerekir. Diğer âşık da aynı ayakta dört sözcük söylemek zorundadır. Darayak bu durumda işe yarar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12122",
"len_data": 308,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.55
}
|
Lipstick lezbiyen, Türkçeye "rujlu lezbiyen" olarak çevrilebilecek, cinsel kimlikle ilgili bir terimidir. Tüm dünyada "lipstick lesbian" olarak kullanılan bu terim, Türkçede "lipstick" veya "lipstick lezbiyen" şeklinde kullanılmakta olup terim, lezbiyen bir kadının bakımlı olduğunu ifade eder. Ağırlıklı olarak kadınsı özellikler taşıyan lezbiyenlerdir.
Lipstick lezbiyen, yalnızca kişinin dışarıya yansıttığı görüntü ile ilgilidir. Kişinin eşcinsel ilişki içerisinde üstlendiği cinsiyet rolünü (veya herhangi bir rol üstlenip üstlenmediğini) ortaya koymaz.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12127",
"len_data": 558,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 3.6
}
|
Çin, resmî adıyla Çin Halk Cumhuriyeti (Çince: , Hanyu Pinyin: "Zhōnghuá Rénmín Gònghéguó"), Doğu Asya'da Çin Komünist Partisi tarafından tek parti rejimiyle yönetilen üniter egemen devlet. Yaklaşık 1,4 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ikinci, 9,6 milyon km² ile kara alanı bakımından 3. en büyük, toplam alan açısındansa 3. veya 4. en büyük ülkesidir. 22 eyalet, 5 özerk bölge, 4 doğrudan yönetilen şehir ve Hong Kong ile Makao özel idari bölgesine egemendir ve Tayvan üzerinde egemenlik talebinde bulunmaktadır.
Çin; Kuzey Çin Ovası'ndaki verimli Sarı Irmak havzasında Dünya'nın ilk uygarlıklarından biri olarak ortaya çıktı. Çin'deki siyasi sistem, binlerce sene boyunca ilki yarı efsanevî Şia Hanedanı olan ırsî monarşiler veya hanedanlıklara dayalıydı. İlk hanedanlıklardan beri Çin defalarca genişledi, bölündü ve tekrar birleşti. 1912'de Çin Cumhuriyeti (ÇC), son hanedan olan Çing Hanedanı'nı devirerek Çin'in yönetimini üstlendi ve 1949'da Çin İç Savaşı'nda Halk Kurtuluş Ordusu tarafından yenilene dek Çin anakarasını yönetti. 21 Eylül 1949'da Komünist Parti, Pekin'de Çin Halk Cumhuriyeti'ni kurdu; ÇC hükûmetiyse Tayvan'a çekilip Taipei'yi "de facto" başkent yaptı. Hem ÇC hem de ÇHC, tüm Çin'in tek meşru hükûmeti olduğunu savunmaktadır ancak ÇHC dünya çapında daha çok tanınmakta olup çok daha fazla toprak ve insana egemendir.
Çin Halk Cumhuriyeti, Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından yönetilen üniter ve tek parti rejimine sahip sosyalist cumhuriyettir. ÇHC, 1971'de ÇC'nin BM'deki yerini alarak Güvenlik Konseyi'nde daimî üye olmuştur. Asya Altyapı Yatırım Bankası, İpek Yolu Fonu, Yeni Kalkınma Bankası ve Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık gibi çeşitli çok taraflı ve bölgesel kuruluşların kurucu üyelerindendir. Aynı zamanda DTÖ, APEC, BRICS, ŞİÖ, BCIM, G20 ve birçok diğer resmî ve gayriresmî çok yönlü örgütün üyesidir. Çin, demokrasi, şeffaflık ve insan hakları alanında, basın özgürlüğü, din özgürlüğü ve etnik eşitlik gibi alanlarda düşük sıralamalara sahiptir. Dünya ekonomisinin yaklaşık beşte birini oluşturan Çin, 2021 yılı itibarıyla nominal GSYİH açısından dünyanın ikinci en büyük, satın alma gücü paritesi (SAGP) açısındansa en büyük ekonomisi ve ayrıca dünyanın en büyük mal ihracatçısı ve en büyük ikinci mal ithalatçısıdır. 1978'de ekonomik reformların uygulanmasından beri Çin ekonomisi, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmuştur. Nükleer silahlı bir devlet olan Çin, Dünyanın en büyük aktif asker sayısına ve en büyük ikinci savunma bütçesine sahiptir.
Etimoloji.
Sevan Nişanyan Etimolojik Sözlüğü'ne göre Türkçedeki "Çin" sözcüğü, Farsça "Çīn" (چین) kelimesinden Türkçeye girmiştir; bunun kökeniyse Soğdcada aynı anlama gelen "Çīn" sözcüğüdür. Eski Türkçede ise Tabgaç denmiştir. Bazı diğer kaynaklarsa Farsça kelimenin kökeninin Sanskrit "Cīna" (चीन) kelimesine kadar dayandığını ileri sürmektedir. Sanskrit "Cīna" kelimesinin Çin'e atfen kullanımı MS 150'ye dayanır. Hint yazarların MÖ 1. yüzyıldan önce Çin'in varoluşundan hiç haberdar olmama olasılığına rağmen "Cīna" kelimesi, "Mahabharata" ve "Manusmriti" metinlerinde de mevcuttur. 1655'te Martino Martini, Çin adının Qin ("Çin") Hanedanı (MÖ 221-206)'nın isminden türetildiğini ileri sürdü. Bu öneri, birçok araştırmacıdan kabul görmüştür, ancak birçok alternatif fikir de mevcuttur.
Modern devletin resmî adı "Çin Halk Cumhuriyeti" (), daha sık kullanılan kısa adıysa "Çin" "Zhōngguó" (中国); bu, "zhōng" ("orta" veya "merkez") ve "guó" ("devlet", "ulus-devlet") sözcüklerinden oluşur. Çince "Zhōngguó" terimi, Zhou Hanedanı altında kendi krallık demesnesine atfen kullanılan bir terim olarak gelişti. Sonradan Doğu Zhou dönemi sırasında Luoyi (günümüz Luoyang) civarındaki alanını, sonradan da Çin Merkez Ovası'nı, sonradan da Çing Hanedanı yönetimi altındaki devleti tanımlamak için kullanıldı. Huaxia kabilelerini "barbar" olarak algılanan halklardan ayırt etmek için sık kullanılan kültürel bir kavram olarak işlev gösterdi, ve Çin hakkındaki yabancı dil kaynaklarındaki eş anlamlı "Orta Krallık" teriminin kökenidir. "Zhōnghuá" (中华) terimiyse, "Çin uygarlığının toprakları" imasını taşıyan daha edebi veya kapsayıcı bir addır. Wei ile Jin hanedanları sırasında "Huaxia'nın merkez devleti" ifadesinin kısaltması olarak ortaya çıktı. Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşu öncesinde 15 Haziran 1949 tarihinde düzenlenen ilk Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı'nda ülkenin önerilen ismi "Çin Demokratik Halk Cumhuriyeti" () idi. 1950'lerde ve 1960'larda Kuomintang'ın Çin İç Savaşı'nı kaybetmesinin ardından, "Milliyetçi Çin" veya "Özgür Çin"den farklı olarak "Komünist Çin" veya "Kızıl Çin" olarak da nitelendirilirdi.
Tarihçe.
Tarih öncesi.
Çin, dünyanın en eski uygarlıklarından biri olarak kabul edilir.
Arkeolojik kanıtlar; erken hominitlerin 2,25 milyon ile 250.000 yıl önce arasında Çin'de yaşadıklarını gösterir. Ateş kullanmasını öğrenmiş bir "Homo erectus" olan Pekin Adamı'nın hominit fosilleri, Pekin'e yakın Zhoukoudian mağarasında bulundu; fosiller, 680.000 ile 780.000 yıl önce arasına tarihlendirilmiştir. 125.000-80.000 yıl öncesine tarihlendirilen bir "Homo sapiens"in fosilleşmiş dişleri, Hunan-Dao İlçesi'ndeki Fuyan Mağarası'nda bulundu. Çin proto-yazısı; MÖ 7000 civarında Jiahu'da, MÖ 6000 civarında Damaidi'de, MÖ 5800-5400'de Dadiwan'da ve 5. binyılda Banpo'da vardı. Bazı araştırmacılar, MÖ 7. binyıla dayanan Jiahu yazılarının en erken Çin yazı sistemini oluşturduğunu ileri sürmektedir.
İlk hanedanlık yönetimi.
Çin geleneğine göre ilk hanedanlık, MÖ 2.100 civarında ortaya çıkmış Xia Hanedanı idi. 1959'da yapılan bilimsel kazılar kapsamında Hunan-Erlitou'da Tunç Çağı sitelerinin bulunmasına kadar bu hanedanlığın tarihçiler tarafından mitolojik olduğu varsayılırdı. Bu sitelerin Xia Hanedanı'na veya aynı dönemden diğer bir kültüre ait olup olmadığı hala kesinleştirilmemiştir. Bunun ardından gelen Shang Hanedanı, kendi çağına ait kayıtlarla var olduğu kanıtlanmış en eski hanedanlıktır. Shanglar; MÖ 17. ile 11. yüzyılları arasında doğu Çin'deki Sarı Irmak'ın ovasında kendi egemenliklerini sürdürdü. MÖ 1500'e kadar dayanan ve Shanglara ait fal yazıtları, yazılı çincenin bu zamana kadar bulunmuş en eski türünü oluşturur ve çağdaş Çince karakterlerinin atasıdır.
Shang Hanedanı, MÖ 11. ile 5. yüzyılları arasında kendi egemenliğini sürdüren Zhou Hanedanı tarafından fethedildi, ancak bu dönem boyunca merkezi otorite, feodal savaş ağaları tarafından yavaş yavaş bozuldu. Sonunda zayıflatılan Zhou devletinden birçok bağımsız devlet ortaya çıktı. Bunlar, 300 senelik İlkbahar ve Sonbahar Dönemi boyunca sürekli birbirleriyle savaştılar ve sadece ara sıra Zhou kralına hürmet gösterdiler. MÖ 5.-3. yüzyılları arasındaki Savaşan Devletler Çağı'nda günümüz Çin'i olarak bilinen topraklarda her biri kendi kralı, bakanlığı ve askeriyesiyle yedi farklı ve güçlü egemen devlet vardı.
İmparatorluk Dönemi.
Çin ve Han.
Savaşan Devletler Çağı, Çin devletinin diğer altı krallığı fethedip ilk birleşik Çin devletini kurmasıyla MÖ 221'de sona erdi. Kral Çin Şi Huang, kendisini Çin Hanedanı'nın "İlk İmparator"u ("Çín Shǐhuáng" ya da "Shǐ Huángdì") olarak ilan etti. Başta Çince karakterlerin, ölçü birimlerinin, yol genişliğinin (araba aksı uzunluğu kadar) ve para biriminin zorla standartlaştırılması olmak üzere Çin devletine ait legalist reformlar tüm Çin'de uygulandı. Hanedan ayrıca Guangksi, Guangdong ve Vietnam'daki Yue kabilelerini fethetti.
Çin Hanedanı sadece 15 yıl sürdü; İlk İmparator'un sert, otoriter politikalarının isyanlara yol açması nedeniyle onun ölümünden kısa süre sonra Hanedan iktidarı kaybetti.
Xianyang'daki imparatorluk kütüphanesinin yakıldığı
Genel iç savaş sonrasında Han Hanedanı, tüm Çin'i yöneten güç olarak ortaya çıktı. MÖ 206 - MS 220 arasında Çin'i yöneterek, kendi nüfusu arasında günümüzde yine Han Çinlisi etnik grubunun adlandırılmasıyla hatırlattırılan kültürel bir kimlik oluşturdu. Hanlar; Orta Asya, Moğolistan, Güney Kore ve Yünnan'e kadar ulaşan askeri seferlerle ve Nanyue'den Guangdong ile kuzey Vietnam'ın geri kazanılmasıyla imparatorluğun topraklarını büyük oranda genişletti.
Hanların Orta Asya ile Soğdiana'daki müdahaleleri, İpek Yolu kara yolunun oluşmasına yardım etti (ipek yolu, önceden Hindistan'a gitmek için Himalaya Dağları'ndan geçen yolunun yerini aldı).
Han Hanedanı zamanla giderek Antik Dünya'nın en büyük ekonomisi oldu.
Hanların ilk baştaki ademi merkeziyetçiliği ve Konfüçyüsçülüğün lehine Çin legalist felsefesinin uygulanmasına resmî olarak son verilmesine rağmen, Çin'in legalist kuruluşları ve politikaları Han hükûmeti ve bunun ardılları tarafından kullanılmaya devam etti.
Üç Krallık, Jin, Kuzey ve Güney hanedanları.
Han Hanedanı'nın sonunun ardından Üç İmparatorluk olarak bilinen, çekişmelerle dolu bir dönem başladı. Bu dönemin merkezindeki şahıslar, Çin edebiyatının Dört Büyük Klasik Romanı'nın birinde ölümsüzleştirildi. Dönemin sonunda Wei, Jin Hanedanı tarafından devrildi.
Jin de gelişimsel engelli İmparator Hui'nin tahta çıkmasıyla çıkan Sekiz Prens Savaşı'nda çöktü. Sonradan Beş Barbar, Çin'in kuzeyini ele geçirip bu toprakları 16 Krallık idaresi altında yönetti. Siyenpiler, bu krallıkları Kuzey Vey olarak birleştirdi. Bunun imparatoru Xiaowen, kendi öncelinin uyguladığı aparthayd politikalarını geri çevirdi ve kendi vatandaşları üzerine köklü bir Çinleştirme uygulayarak, bunları büyük oranda Çin kültürüne entegre ettirdi.
Güneyde general Liu Yu, Liu Song lehine Jin'in tahttan çekilmesini sağladı. Bu devletlerin çeşitli ardılları Kuzey ve Güney hanedanları olarak bilinmeye başlandı ve iki bölge en sonunda 581 yılında Sui tarafından yeniden birleştirildi.
Sui, Tang ve Song.
Suiler, Han'ın Çin üzerindeki egemenliğini geri getirmenin yanı sıra Çin'in tarımını ve ekonomisini düzenledi, Büyük Çin Kanalı'nı inşa ettirdi ve Budizme mensup oldu. Buna rağmen Sui Hanedanı, hem kamu işlerin mecburi görev olarak yapılmasının hem de Kore'ye karşı savaş kaybetmenin patlak verdiği huzursuzluklar nedeniyle hızlı şekilde çöktü.
Sonraki Tang ile Song hanedanlıkları altında Çin; ekonomisi, teknolojisi ve kültüründe bir altın çağa girdi.
Tang İmparatorluğu, Batı Bölgeleri ve İpek Yolu üzerindeki kontrolü geri kazandı ve başkenti Çangan'ı kozmopolit bir merkez hâline getirdi. Bunlara rağmen, 8. yüzyılda yer alan An Luşan İsyanı nedeniyle büyük oranda harap edildi ve güçsüz hale getirildi. 907'de yerel askeri valiler kontrol edilemez hale gelince Tang tümüyle çöktü.
Song Hanedanı, 960'ta Çin'deki ayrılıkçı duruma son vermesiyle Song ile Kidan Liao arasında güç dengesine yol verdi. Song, kâğıt para dağıtan Dünya tarihindeki ilk hükûmet ve kalıcı bir donanma kuran ilk Çin devletiydi; donanmanın kuruluşu, gelişmiş gemi inşa endüstrisi ve deniz ticaretiyle sağlandı. 10. ile 11. yüzyılları arasında, çoğunlukla merkez ve güney Çin'de pirinç ekiminin yaygınlaşması ve bol miktarda gıda fazlasının üretimi sayesinde Çin'in nüfusu 100 milyona ulaşarak iki katında büyüdü. Tang Hanedanı'nda Budizmin çoğalmasına tepki olarak Song Hanedanı ayrıca Konfüçyüsçülüğün yeniden canlandırılmasına şahit oldu; peyzaj sanatı ve porselenin yeni olgunluk ve karmaşıklık seviyelerine ulaşmasıyla sanat ve felsefede de önemli gelişmeler yer aldı. Ancak Song ordusunun askeri zayıflığı, Curçen Kin Hanedanı tarafından gözlemlendi.
1127'de İmparator Huizong ve başkent Bianjing, Jin-Song Savaşları sırasında ele geçirildi. Geri kalan Songlar güney Çin'e çekildi.
Yuan.
13. yüzyılda Çin, Moğollar tarafından fethedildi. 1271'de Moğol hanı Kubilay Han, Yuan Hanedanı'nı kurdu; Yuanlar, 1279'da Song Hanedanı'nın son kalıntılarını fethetti. Moğollar tarafından ele geçirilmesinden önce Song Çini'nin nüfusu 120 milyon vatandaştan oluştu; 1300'deki nüfus sayımına göreyse bu sayı 60 milyona düştü. Zhu Yuanzhang isimli bir köylü, 1368'de Yuan Hanedanı'nı devirdi, sonra Ming Hanedanı'nı kurup kendini Hongwu İmparatoru olarak atadı. Ming Hanedanı idaresinde Çin, yine bir altın çağı yaşadı; Dünya'nın en güçlü donanmalarından birini ve zengin ve müreffeh bir ekonomi kurdu; üstelik sanat ve kültür aleminde büyük gelişimler yer aldı. Bu dönem sırasında Zheng He, dünyanın çeşitli yerlerinde, Afrika'ya kadar ulaşan hazine seferleri yürüttü.
Ming.
Ming Hanedanı'nın ilk yıllarında Çin'in başkenti Nankin'den Pekin'e alındı. Kapitalizmin ilk tomurcuklarının dikilmesiyle Wang Yangming gibi filozoflar, bireycilik ve dört mesleğin eşitliği gibi kavramlarla Neokonfüçyüsçülüğü eleştirel şekilde daha fazla geliştirdi. Alim-memur tabakası, vergi boykotu hareketleri kapsamında sanayi ve ticaretten destekleyici bir kuvvet oluşturdu; bu dönem boyunca yer alan kıtlıkların yanı sıra hem Japonya'nın Kore'ye ele geçirmesi (1592-98) hem de Mançu işgallerine karşı savunma zorunluluğuyla beraber bunlar, tükenmiş bir hazineye yol verdi.
1644'te Pekin, Li Zicheng önderliğindeki köylü isyancı güçlerden oluşan bir koalisyon tarafından fethedildi. Şehrin düşüşüyle Chongzhen İmparatoru intihar etti. O dönemde Ming Hanedanı generali Wu Sangui ile ittifakta bulunan Mançu Çing Hanedanı, Li'nin kurduğu kısa ömürlü Shun Hanedanı'nı devirdi, sonra da Çing Hanedanı'nın yeni başkenti olarak atanan Pekin şehri üzerindeki kontrolü ele geçirdi.
Hanedan yönetiminin sonu.
Çing.
1644'ten 1912'ye kadar süren Çing Hanedanı, Çin'in en son imparatorluk hanedanlığıydı. Ming'in fethi (1618–1683) 25 milyon insanın hayatına mal oldu, Çin ekonomisi de büyük ölçüde küçüldü.
Güney Ming'in sonunun ardından Çungar Hanlığı'nın fethiyle Moğolistan, Tibet ve Şincan da imparatorluğun topraklarına eklendi. Çing karşıtlığına karşı sıkı önlem olarak tarıma değer veren ve ticareti kısıtlayan bir politikanın uygulanmasıyla merkezi otokrasi güçlendirildi; ayrıca "Haijin" ("deniz yasağı") ve Edebi Engizisyon'la temsil edilen ideolojik kontroller de uygulandı; bunlar, sosyal ve teknolojik durgunluğa neden oldu.
19. yüzyılın ortasında Çing Hanedanı, Britanya ve Fransa ile girilen Afyon Savaşları'nda Batı emperyalizmine maruz kaldı. Çin, Eşitsiz Antlaşmaların ilki olan 1842 Nanking Antlaşması çerçevesinde tazminat ödemeye, antlaşma limanlarını açmaya, yabancı uyruklu bireylere dış dokunulmazlık vermeye ve Hong Kong'u Britanya'ya devretmeye zorunda kaldı. Birinci Çin-Japon Savaşı'ysa (1894–95) Çing Çini'nin Kore Yarımadası üzerindeki etkisini kaybetmesiyle ve Tayvan'ın Japonya'ya devredilmesiyle sonuçlandı.
Özellikle 1850'lerda ve 1860'larda güney Çin'i harap eden başarısız Taiping Ayaklanması'yla ve kuzeybatıdaki Dungan İsyanı (1862–77)'yla Çing Hanedanı, on milyonlarca insanın öldüğü iç huzursuzluklar yaşamayı başladı. 1860'lardaki Kendini Güçlendirme Hareketi, ilk başta başarılı olsa da, 1880'ler ve 1890'larda bir dizi askeri yenilgiden dolayı birçok aksiliğe uğradı.
19. yüzyılda büyük Çin diasporası başladı. Dış göçün oluşturduğu nüfus kayıplarına ek olarak çeşitli çatışmalar ve afetlerden dolayı Çin nüfusu büyük oranda düştü; ör. 9 ile 13 milyon arasında kişinin öldüğü 1876–79 Kuzey Çin Kıtlığı.
1898'de Guangxu İmparatoru, modern bir meşrutî monarşinin kurulması yönünde bir reform planı tasarladı. Bu planlar ancak İmparatoriçe Cixi tarafından engellendi. 1899–1901'deki talihsiz yabancı karşıtı Boxer Ayaklanması, Hanedan'ı daha fazla zayıflaştırdı.
Cixi'nin reform programına destek vermesine rağmen 1911–1912 Xinhai Devrimi, Çing Hanedanı'nın sonunu getirdi ve Çin Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sonuçlandı.
Çin Cumhuriyeti (1912–1949).
1 Ocak 1912 tarihinde Çin Cumhuriyeti kuruldu, Kuomintang (KMT veya Milliyetçi Parti)'dan Sun Yat-sen de geçici devlet başkanı olarak atandı. Ancak başkanlık sonradan eski Çing Generali Yuan Shikai'ye verildi ve bu 1915'te kendisini Çin İmparatoru ilan etti. Toplum tarafından yaygın kınama görmenin yanı sıra kendi Beiyang Ordusu'ndan karşıtlıkla karşı karşıya gelince görevden çekilip cumhuriyeti yeniden kurmak zorunda kaldı.
Yuan Shikai'nın 1916'daki ölümünün ardından Çin politik olarak parçalanmıştı. Pekin'deki hükûmeti uluslararası olarak tanınsa da neredeyse güçsüzdü, zira kendi topraklarının çoğu bölgesel savaş ağalarının hakimiyetindeydi.
1920'lerin sonlarında Kuomintang, o zamanlar Çin Cumhuriyeti Harp Akademisi müdürü olan Çan Kay Şek önderliği altında "Kuzey Seferi" olarak bilinen bir dizi askeri ve politik manevra vasıtasıyla ülkeyi kendi kontrolü altında birleştirmeyi başardı. Kuomintang, ülke başkentini Nankin yaptı; ayrıca Sun Yat-sen'in Çin'i modern, demokratik bir devlete dönüştürmeye yönelik San-min programında özetlenen orta düzey siyasi kalkınma aşaması olarak "siyasi vesayet"i uyguladı.
Çin'deki siyasi bölünmeler; 1927'den beri Kuomintang'ın Komünist Halk Kurtuluş Ordusu'yla (HKO) çatıştığı Çin İç Savaşı'nda Çan Kay Şek'in mücadelelerini zorlaştırdı. Kuomintang, özellikle HKO'nun Uzun Yürüyüşünde geri çekilmesiyle İç Savaş'a başta başarılı şekilde devam etti. Ancak Japonya'nın saldırılarından ve 1936 Xi'an Olayı'ndan dolayı Çan Kay Şek, Japon İmparatorluğu'yla yüzleşmek zorunda kaldı.
II. Dünya Savaşı'nın savaş alanlarından birini oluşturan İkinci Çin-Japon Savaşı (1937-1945) kapsamında Kuomintang, HKO ile tedirgin bir ittifak yapmaya mecbur kaldı. Japon güçleri, sivillere karşı çok sayıda savaş zulmü işledi ve 20 milyona kadar sivil Çinli öldü. Kaldı ki Nankin şehrinde Japon işgalinde 200.000 Çinlinin katledildiği tahmin edilmektedir. Savaş boyunca Çin; Britanya, ABD ve Sovyetler Birliği'yle beraber ortak vesayette ("güçlülerin vesayeti") bulundu ve bunlar, Birleşmiş Milletler Beyannamesi'nde "Dört Büyük" unvanıyla tanındılar. Çin, üç diğer büyük güçle beraber II. Dünya Savaşı'nda Müttefik Devletler'indendi ve Savaş'ın ana galiplerinden biri sayılır.
1945'te Japonya'nın teslim olmasının ardından Pescadores Adaları dahil olmak üzere Tayvan, Çin yönetimine geri devredildi.
Çin savaştan zaferle çıktı ancak savaştan harap olmuş ve mali olarak tükenmişti. Kuomintang ile Komünistler arasındaki devam eden güvensizlik iç savaşın yeniden başlamasına yol açtı.
1947'de anayasal yönetim kuruldu, ancak devam eden huzursuzluklar nedeniyle Çin Cumhuriyeti Anayasası'nın birçok kanuni hükmü Çin anakarasında hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Daha sonra ÇKP anakara Çin'in çoğunu kontrol altına aldı ve ROC hükûmeti kıyıdan uzakta Tayvan'a çekildi.
1 Ekim 1949'da ÇKP Başkanı Mao Zedong, Pekin'deki Tiananmen Meydanı'nda Çin Halk Cumhuriyeti'ni resmen ilan etti.
Çin Halk Cumhuriyeti (1949–günümüz).
Çin İç Savaşı kapsamındaki esas çatışmalar 1949'da bitti. Çin Komünist Partisi, Çin anakarasının çoğunda egemenlik kazanırken Kuomintang'ın Anakara'dan geri çekilmesiyle bir tek Tayvan, Hainan ve bunların etrafındaki adalar, Çin Cumhuriyeti'nin yönetimi altında kaldı. 21 Eylül 1949 tarihinde Komünist Parti Genel Sekreteri Mao Zedong, Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan etti. Bunun ardından 1 Ekim'de Tiananmen Meydanı'nda kitlesel bir kutlama yer aldı; 1 Ekim böylece yeni ülkenin ilk Milli Günü olarak kabul edildi.
1950'de Halk Kurtuluş Ordusu, Hainan'ı Çin Cumhuriyeti'nden almayı ve Tibet'i kendi topraklarına dahil etmeyi başardı. Buna rağmen, 1950'ler boyunca geride kalmış Kuomintang kuvvetleri Batı Çin'de isyan yürüttü. ABD kaynaklarında Çin HC'nin kuruluşu, o dönemdeki ABD devlet politika belgelerinde yansıtıldığı gibi sıkça "Çin'in kaybı" olarak nitelendirilir. Chomsky gibi düşünürler, bunun McCarthyciliğin başlangıcı olduğunu ileri sürer.
Rejim, 1 ile 2 milyon arasında özel mülk sahibinin idam edilmesine sebep olan toprak reformuyla köylü sınıfta popülerliğini pekiştirdi. Onun liderliği altında Çin, bağımsız bir sanayi sistemini ve kendi nükleer silahlarını geliştirdi. Çin nüfusu 550 milyondan 900 milyondan fazlaya yükselerek neredeyse iki katına çıktı. Buna rağmen, büyük ölçekli ekonomik ve sosyal reform projesi olarak öngörülen Büyük İleri Atılım, 1958 - 1961 arasında çoğunun sebebi açlıktan ölme olan 45 milyon civarında insan hayatı kaybıyla sonuçlandı.
1966'da Mao, ittifaklarıyla beraber 1976'daki kendi ölümüne kadar süren on yıllık siyasi suçlama ve toplumsal karışıklığa patlak veren Kültür Devrimi'ni başlattı. Ekim 1971'de Çin HC, Çin Cumhuriyeti'nin Birleşmiş Milletler'deki yerini aldı; üstelik Çin Cumhuriyeti'nin Güvenlik Konseyi'ndeki yerini alıp daimi Güvenlik Konseyi üyesi oldu.
Mao'nun ölümünden kısa süre sonra Dörtlü Çete tutuklanıp Kültür Devrimi'nin aşırılıklarından sorumlu tutuldu.
1978'de Deng Şiaoping iktidara geldi ve köklü ekonomik reformları başlattı. Komünist Parti, vatandaşların kişisel hayatları üzerindeki hükûmet kontrolünü gevşetti. Komünlerse özel arazi kiralamanın lehine kademeli olarak yürürlükten kaldırıldı. Bu, Çin'in planlı ekonomiden pazarı giderek açılan bir ortama doğru geçişini işaret etti.
Çin, güncel anayasasını 4 Aralık 1982 tarihinde kabul etti. 1989'da Tiananmen Meydanı'nda düzenlenen öğrenci protestolarına karşı uygulanan şiddetli müdahaleler, Dünya'nın çeşitli ülkelerinden Çin hükûmetine yönelik kınama ve yaptırımlara yol açtı.
1990'larda Jiang Zemin, Li Peng ve Zhu Rongji ülkeye önderlik etti. Onların yönetimi altında Çin'in ekonomik performansı, tahminen 150 milyon köylünün yoksulluktan çıkmasını ve %11,2 oranında yıllık ortalama gayri safi yurt içi hasıla artışının sürdürülmesini sağladı.
Ülke 2001'de resmen Dünya Ticaret Örgütü üyesi oldu ve 2000'lerde Hu Cintao ile Vın Ciabao önderliği altında yüksek ekonomik büyüme oranını devam ettirmeyi başardı. Ancak bu hızlı büyüme ancak ülke doğal kaynaklarını ve çevresini de ciddi şekilde etkiledi ve büyük oranda sosyal yer değiştirmeye neden oldu. 2000'lerin sonlarında ekonomik krize rağmen yaşam standartları hızlı şekilde artmaya devam etti ama merkezi politik denetim sıkı kaldı.
2012 için planlanan on yıllık Komünist Parti liderliği değişimi hazırlıkları, hizipler arası anlaşmazlıklar ve siyasi skandallarla işaretlendi. Çin'in Kasım 2012'deki 18. Çin Komünist Partisi Ulusal Kongresinde Şi Cinping, Hu Cintao yerine Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak atandı. Şi'nin yönetiminde Çin hükûmeti, yapısal istikrarsızlıklara ve yavaşlayan büyümeye maruz kalan ekonomiyi reform etmeye yönelik büyük ölçekli girişimlerde bulunmaya başladı. Şi-Li Yönetimi üstelik tek çocuk politikasına ve cezaevi sistemine ilişkin köklü reformları ilan etti.
Coğrafya.
Çin, kuzeydeki kurak Gobi ve Taklamakan çölleri ile nemli güneydeki subtropikal ormanlar arasında değişen geniş ve çeşitli bir yeryüzüne sahiptir.
Himalaya, Karakurum, Pamir ve Tanrı dağ sıraları Çin'i, Güney ve Orta Asya'nın birçok yerinden ayırır.
Dünya'daki en büyük üçüncü ve altıncı nehirleri olan Yangtze (3.) ve Sarı (6.) nehirleri; Tibet Platosu'ndan yoğun nüfuslu doğu kıyısına kadar akar.
Çin'in Büyük Okyanus ile kıyı şeridi 14.500 kilometre uzunluktadır ve Bohai, Sarı, Doğu Çin ve Güney Çin denizleri tarafından çevrelenir.
Cilalı Taş Devri'nden beri Doğu ile Batı arası iletişim arteri olarak işlev göstermiş ve İpek Yolu'na ait kara yolunun temelini oluşturan Avrasya stepleri, Çin'i Kazakistan sınırına bağlayan toprakları oluşturur.
Çin Halk Cumhuriyeti, kara alanı açısından Rusya'dan sonra Dünya'nın en büyük ikinci ülkesidir. Toplam alan açısındansa "toplam alan"ın tanımına göre ya Rusya'yla Kanada'dan sonra en büyük üçüncü ya da bunlar ile Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra en büyük dördüncü ülkedir. Çin'in toplam alanı genellikle 9.600.000 km civarı olarak verilir. Spesifik yüzölçümü sayılarıysa 9.572.900 km ("Encyclopædia Britannica"), 9.596.961 km (BM Yıllık Demografik Raporu) ile 9.596.961 km ("CIA World Factbook") arasında birbirinden farklıdır.
Çin'in kara sınırı; 22.117 km uzunluğuyla Yalu Nehri ağzından Tonkin Körfezi'ne kadar uzanarak Dünya'nın en uzun toplam kara sınırını oluşturur. Çin; 14 farklı ülkeyle sınır paylaşıp aynı sayıda ülkeyle sınır paylaşan Rusya haricinde Dünya çapında en çok sayıda yabancı ülkeyle sınırı olan ülkedir. Çin, Doğu Asya'nın büyük kısmını kapsar ve sınırlarını Güneydoğu Asya'da Vietnam, Laos ve Myanmar (Birmanya); Güney Asya'da Hindistan, Bhutan, Nepal, Afganistan ve Pakistan; Orta Asya'da Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan; İç ve Kuzeydoğu Asya'da Rusya, Moğolistan ve Kuzey Kore ile paylaşır. Üstelik Çin'in Güney Kore, Japonya, Vietnam ve Filipinler ile deniz sınırı vardır.
Çin toprakları, 18° ile 54° K enlemleri ve 73° ile 135° D boylamları arasındadır.
Çin'in karaları büyük oranda farklıdır. Doğudaki Sarıdeniz ve Doğu Çin Denizi kıyılarında geniş ve yoğun nüfuslu alüvyonlu ovalar; kuzeydeki İç Moğolistan platosunun kenarlarındaysa büyük alanlar kapsayan çayırlar vardır. Güney Çin'de tepeler ve alçak dağ sıraları hakimken, merkez-doğuda ise Çin'in iki büyük nehrini oluşturan Sarı Nehir ile Yangtze Nehri'ne ait deltaları vardır. Xi, Mekong, Brahmaputra ve Amur; Çin'in içinden geçen diğer önemli nehirlerdir.
Batıda başta Himalaya Dağları olmak üzere büyük sıradağlar vardır. Taklamakan ve Gobi gibi kuzeydeki daha kurak yeryüzü şekillerinin arasında yüksek yaylalar bulunur. Dünya'nın en yüksek noktası olan Everest Dağı (8.848m), Çin-Nepal sınırındadır. Çin'in en alçak noktası ve Dünya'nın en alçak üçüncü noktasıysa Turfan Havzası'ndaki Ayding Gölü'nün tamamen kurumuş göl yatağıdır (-154m).
İklim.
Çin iklimi esasen kuru mevsimlerden ve nemli musonlardan oluşur; bu, kış ve yaz arasında belirgin sıcaklık farklılıklarına yol açar.
Kışın yüksek enlemli alanlardan esen kuzey rüzgârları soğuk ve kuru; yazın daha alçak enlemlerdeki kıyısal alanlardan esen güney rüzgârlarıysa ılık ve nemlidir. Ülkenin karmaşık topoğrafyası nedeniyle Çin'deki iklim bölgeden bölgeye farklıdır.
Başta Gobi Çölü olmak üzere çöllerin giderek daha çok artışı, Çin'deki başlıca çevre sorunlarından biridir. 1970'lerden beri dikilen bariyer ağaç hatlarının kum fırtınalarının sayısını düşürmüş olmasına rağmen, uzun süreli kuraklıklar ve zararlı tarım uygulamaları, kuzey Çin'in her ilkbahar toz fırtınalarına maruz kalmasına sebep olmuştur. Bu fırtınalar; Kore ve Japonya dahil olmak üzere Doğu Asya'nın diğer bölgelerine de yayılır. 2007'de Çin'in çevre gözlemcisi olan Çevre Koruma Bakanlığı, Çin'in her sene 4.000 km'lik bir alanı çölleşmeye kaybettiğini belirtti.
Su kalitesi, erozyon ve kirlilik kontrolü, Çin'in diğer ülkelerle bulunduğu ilişkilerinde önemli sorunlar oluşturur. Himalaya Dağları'ndaki buzulların erimesi, yüz milyonlarca insan için su sıkıntılarına yol açabilir.
Biyoçeşitlilik.
Çin; hem Palearktik hem de Hintmalay biyocoğrafik bölgelerinde bulunup, biyoçeşitlilik açısından dünyanın en zengin ülkelerindendir. Bir ölçüme göre, Çin'de 34.687'den fazla hayvan ve vasküler bitki türü vardır. Böylece biyoçeşitlilik açısından Brezilya ve Kolombiya'dan sonra Dünya'nın en zengin üçüncü ülkesidir. Ülke, 11 Haziran 1992 tarihinde Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ni imzaladı, sonra 5 Ocak 1993 tarihinde sözleşmeye taraf oldu. Daha sonra, 21 Eylül 2010'da sözleşmenin aldığı bir değişiklikle Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı'nı hazırladı.
Çin; en az 551 memeli türüne (Dünya'daki en yüksek üçüncü sayıdır), 1.221 kuş türüne (sekizinci), 424 sürüngen türüne (yedinci) ve 333 iki yaşamlı türüne (yedinci) ev sahipliği yapar. Dünya'daki tropik bölgelerin haricinde Çin, her kategoride en fazla biyolojik çeşitlilik gösteren ülkedir.
Çin'deki yaban hayatı, kendi yaşam alanını Dünya'nın en büyük "homo sapiens" nüfusuyla paylaşmakta ve bunlardan büyük oranda basınç görmektedir. Ağırlıklı olarak yaşam alanı tahribatı, çevre kirliliği ve yiyecek, kürk veya geleneksel Çin tıbbı malzemeleri için kaçak avcılık gibi insan faaliyetleri nedeniyle Çin'de en az 840 hayvan türü tehdit altında olup savunmasız veya yerel olarak yok olma tehlikesi altındadır. Nesli tükenmek üzere olan yaban hayatı yasayla korunmaktadır ve 2005 itibarıyla 149,95 milyon hektarlık bir toplam alan veya Çin'in toplam kara alanının %15'ini kapsayan 2.349 doğa rezervi vardır.
Çin'de 32.000'den fazla vasküler bitki türü ve çeşitli orman türleri vardır. Soğuk, iğne yapraklı ormanlar, ülkenin kuzeyinde egemen olup, sığın ve Asya kara ayısı gibi hayvan türlerini desteklemenin yanı sıra 120'den fazla kuş türünü destekler.
Nemli iğne yapraklı ormanların alt kısmında bambu çalılıklarını bulunabilir. Ardıç ve porsuğun var olduğu daha yüksek rakımlı alanlardaysa bambunun yerine ormangülü bulunabilir. Merkez ve güney Çin'de egemen olan subtropikal ormanlar, 146.000'e kadar flora türünü destekler.
Tropikal ve mevsimsel yağmur ormanları Yünnan ve Hainan Adası ile sınırlı olsa da, Çin'deki tüm hayvan ve bitki türlerinin dörtte birini barındırırlar. Çin'de 10.000'den fazla kayıtlı mantar türü bulunmaktadır.
Çevre sorunları.
Son onyıllarda Çin, ciddi oranda çevre bozukluğu ve kirliliğine maruz kalmıştır. 1979 Çevresel Koruma Kanunu çerçevesindeki düzenlemeler sıkı olsa da, bunlar oldukça zayıf şekilde uygulanmaktadır, zira ekonomik büyümenin lehine bunlar sürekli yerel topluluklar ve hükûmet memurları tarafından göz ardı edilmektedir.
Çin, Hindistan'dan sonra hava kirliliği nedeniyle en yüksek ölüm oranına sahip ikinci ülkedir. Çevresel hava kirliliğine maruz kalmanın neden olduğu yaklaşık 1 milyon ölüm vardır. Çin, dünyanın en yüksek CO2 yayan ülkesi olmasına rağmen, yalnızca 8 ton kişi başına düşen CO2 miktarı ile, Amerika Birleşik Devletleri (16,1), Avustralya (16,8) ve Güney Kore (13,6) gibi gelişmiş ülkelerden çok daha düşüktür.
Çin'in sera gazı emisyonları dünyadaki en büyük emisyondur. Ülkede önemli su kirliliği sorunları vardır. 2022'de Ekoloji ve Çevre Bakanlığı tarafından Çin'in ulusal yüzey suyunun yalnızca %87,9'u insan tüketimine uygun olarak sınıflandırıldı.
Çin, kirliliğin azaltılmasına öncelik vererek 2010'larda hava kirliliğinde önemli bir azalma sağladı. 2020 yılında Çin hükûmeti, Paris Anlaşması uyarınca ülkenin 2030'dan önce en yüksek emisyon seviyelerine ulaşma ve 2060 yılına kadar karbon nötrlüğü sağlama hedefini duyurdu. İklim Eylem Takipçisi'ne göre bu "İklim Eylem Takipçisi tarafından şimdiye kadar tahmin edilen en büyük tek düşüş" olup küresel sıcaklıkta beklenen artışı 0,2-0,3 derece azaltacaktır.
Bunlara rağmen Çin, dünyaki yenilenebilir enerji ve ticarileştirilmesinin en önde gelen yatırımcısıdır; sadece 2011'de yenilenebilir enerjiye 52 milyon Amerikan doları değerinde yatırım yapıldı. Yenilenebilir enerji teknolojilerinin önemli bir üreticisidir ve yerel ölçekli yenilenebilir enerji projelerine büyük yaptırımlar yapmaktadır. 2015'te Çin'deki enerjinin %24'ü yenilenebilir kaynaklardandı. Bu kaynakların arasındaki en yaygını hidroelektrik güç: 197 GW'lık toplam yüklenmiş kapasiteyle Çin, Dünya'nın en büyük hidroelektrik güç üreticisidir. Çin ayrıca Dünya'nın en büyük yüklenmiş fotovoltaik güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi sistemlerine sahiptir.
2011'de Çin hükûmeti, on yıllık bir süre zarfında su altyapısına ve desalinasyon projelerine dört trilyon yuan (619 milyar ABD$) değerinde yatırım yapma ve 2020'ye kadar bir taşkın önleme ve kuraklık önleme sistemin inşaatını tamamlamama planlarını açıkladı. 2013'te Çin, özellikle ülkenin kuzeyinde 277 milyar ABD$ değerinde bir hava kirliliği azaltma girişimi başlattı.
Siyaset.
Çin anayasasına göre Çin Halk Cumhuriyeti; "işçi sınıfının önderliği altında ve işçiler ile köylüler arasındaki ittifaka dayalı halkın demokratik diktatörlüğü altında sosyalist bir devlettir;" devlet organlarıysa "demokratik merkeziyetçiliğin prensiplerini uygular." Çin HC komünizmi açık şekilde destekleyen Dünyadaki sosyalist devletlerden biridir. Başta İnternet'e özgür erişim, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, çocuk sahibi olma hakkı, sosyal örgütlerin serbest oluşumu ve din özgürlüğü olmak üzere birçok alanda ağır kısıtlamaların mevcut olmasıyla beraber Çin hükûmeti, kimi zaman komünist ve sosyalist, kimi zaman da otoriter ve korporatist olarak nitelendirilmiştir. Mevcut siyasi, ideolojik ve ekonomik sistemleri; Çin'in liderleri tarafından "halkın demokratik diktatörlüğü", "Çin değerleri ile sosyalizm" (yani Marksizm'in Çin şartlarına uyarlanması) ve "sosyalist piyasa ekonomisi" olarak tanımlanmıştır.
Çin Komünist Partisi.
Çin anayasası; ülkenin "Çin Komünist Partisi (ÇKP) liderliği altında" yönetildiğini belirtir.
Çin, "de facto" olarak tek partili rejim olduğu için Genel Sekreter (parti lideri), devlet ve hükûmet üzerindeki nihai güce sahip olup ulu lider olarak işlev yapar.
Seçim sistemi piramit şeklindedir. Yerel Halk kongreleri doğrudan seçilir; Halk kongrelerinin Ulusal Halk Kongresi (UHK)'ne kadar daha yüksek seviyeleriyse, hemen alttaki seviyedeki Halk Kongresi üyeleri tarafından dolaylı olarak seçilir. Mevcut siyasi sistem ademi merkezlidir ve eyalet ve eyalet-altı seviyelerindeki liderler büyük oranda özerktir. Sekiz diğer siyasi partinin UHK'da ve Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı (ÇHSDK)'nda temsilcileri vardır.
Çin, Leninist "demokratik merkeziyetçilik" prensibini desteklemektedir, ancak Ulusal Halk Kongreleri sözde bir "süper noter" organı olmakla eleştirilmiştir.
ÇKP tüzüğüne göre en yüksek organı her beş yılda bir düzenlenen Ulusal Kongre'dir.
Ulusal Kongre, Merkez Komite'yi seçer; o da daha sonra partinin Politbüro'sunu, Politbüro Daimi Komitesi'ni ve ülkenin en üst düzey liderliği olan genel sekreteri (parti lideri) seçer. Genel sekreter, devlet ve hükûmet üzerinde nihai güç ve yetkiye sahiptir ve gayri resmi ulu lider olarak hizmet eder.
Mevcut genel sekreter, 15 Kasım 2012'de göreve başlayan Xi Jinping'dir. Yerel düzeyde, bir alt bölümün ÇKP komitesinin sekreteri yerel yönetim düzeyini geride bırakır; Bir il bölümünün ÇKP komite sekreteri valiyi geride bırakırken, bir şehrin ÇKP komite sekreteri belediye başkanını geride bırakır. ÇKP resmi olarak Çin koşullarına uyarlanmış Marksizm tarafından yönlendirilmektedir.
Hükûmet.
Çin Devlet Başkanı, devletin itibarı başı olup Ulusal Halk Kongresi uyarınca törensel figüran olarak görev yapar. Çin Başbakanı, hükûmet başkanı olup dört başbakan yardımcısından ve hem bakanlıkların hem de komisyonların başkanlarından oluşan Devlet Konseyi'ne başkanlık etmektedir. Halen devlet başkanı; aynı zamanda Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Merkezi Askeri Komisyonu Başkanı olarak görev yapan Şi Cinping'dir; Şi böylece Çin'in ulu lideridir. Şu anki başbakansa; aynı zamanda Çin'in "de facto" üst düzey karar verme organını oluşturan Çin Komünist Partisi Politbüro Yürütme Komitesi'nin üst düzey bir üyesi olan Li Çiang'dır.
Köy ve kasaba seviyesinde açık, çekişmeli seçimlerin düzenlenmesiyle siyasi liberalleşmeye doğru bazı adımlar atılmıştır. Parti ancak fiilen hükûmet görevlendirmeleri üzerindeki yetkiye sahiptir: etkili bir muhalefet var olmaksızın ÇKP çoğunlukla varsayılan olarak kazanır. Zenginlerle fakirler arasında büyüyen uçurum ve hükûmet yolsuzluğu, Çin'deki ana siyasi kaygıların arasındadır. Buna rağmen, hükûmet ve hükûmetin devlet yönetimi için kamu destek seviyesi yüksektir; 2011'de yapılan bir ankete göre Çin vatandaşlarının %80-95'i, merkezi hükûmetle memnun olduklarını ifade ettiler.
İdari yapılanma.
Çin Halk Cumhuriyeti, 22 eyalete; her biri bir azınlık grubuna atanmış beş özerk bölgeye; dört doğrudan yönetilen şehire; ve büyük oranda siyasi özerkliğe sahip iki Özel İdari Bölge (ÖİB)'ye bölünür. Hong Kong ve Makao ÖİB'leri haricinde tüm bu bölümler, kolektif olarak "Çin anakarası" olarak bilinir. Çin anakarasının idari bölümleri, altı farklı bölgeye gruplanabilir: Kuzey Çin, Kuzeydoğu Çin, Doğu Çin, Güney Merkez Çin, Güneybatı Çin ve Kuzeybatı Çin.
Çin, Tayvan'ı 23. eyaleti olarak varsaymaktadır; Tayvan ancak Çin Halk Cumhuriyeti'nin toprak taleplerini reddeden Çin Cumhuriyeti'nin yönetimi altındadır. Tüm Çin Halk Cumhuriyeti toprakları üzerinde talepte bulunan Çin Cumhuriyeti, Çin HC'ndeki idari bölünmelerinin hiçbirini tanımamaktadır.
Dış ilişkiler.
ÇHC'nin 175 ülkeyle diplomatik ilişkisi var ve 162 ülkede elçilik işletmektedir. Ülkenin meşruiyeti, Çin Cumhuriyeti ve bazı diğer ülkeler tarafından reddedilmektedir; böylece sınırlı şekilde tanınan devletlerin arasındaki en büyüğü ve en yüksek nüfusa sahip olanıdır. 1971'de ÇHC, Çin'in tek temsilci devleti olarak hem Birleşmiş Milletler'de hem de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin biri olarak Çin Cumhuriyeti'nin yerini aldı. Çin ayrıca Bağlantısızlar Hareketi'nin eski üyesi ve lideriydi ve kendini hala gelişmekte olan ülkelerin bir temsilcisi olduğunu varsaymaktadır. Çin; Brezilya, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika'yla beraber yükselen büyük ekonomilerin grubu BRICS'in bir üyesidir ve Nisan 2011'de Hainan-Sanya'da grubun üçüncü resmî zirvesine ev sahipliği yaptı.
Tek Çin politikasının kendi yorumlamasına göre Pekin, diğer ülkelerle diplomatik ilişki kurmanın ön koşulu olarak o ülkenin ÇHC'nin Tayvan üzerindeki toprak talebini tanımasını ve Çin Cumhuriyeti hükûmetiyle resmî bağlarını kesmesini beklemektedir. Özellikle silah satışı konusunda yabancı ülkeler Tayvan'a yönelik diplomatik jestte bulununca Çinli memurlar birçok zaman buna karşı itiraz etmiştir.
Araştırmacılara göre Çin'in mevcut dış politikasının birçok unsuru, Başbakan Zhou Enlai'nin geliştirdiği Barışçıl Birlikte Varolmanın Beş İlkesi'ne dayanmaktadır; ayrıca ideolojik farklılıklara rağmen devletler arası ilişkilerin sürdürülmesini savunan "tekdüzeliksiz uyum" kavramıyla şekillendirilir. Bu politika; Çin'in Zimbabve, Kuzey Kore ve İran gibi Batı devletlerinin tehlikeli ya da baskılayıcı olarak algıladığı devletleri desteklemesine yol vermiş olabilir. Çin'in Rusya'yla yakın ekonomik ve askeri ilişkileri var, ve her iki ülke BM Güvenlik Konseyi'nde sıklıkla birbiriyle aynı şekilde oy vermektedir.
Ticari ilişkiler.
Son on yıllarda Çin, kendi Asya-Pasifik komşularıyla serbest ticaret bölgeleri ve güvenlik paktlarının kurulması yönünde çağrılarda bulunmasında giderek daha büyük bir rol oynamıştır. Çin, 11 Aralık 2001 tarihinde Dünya Ticaret Örgütü üyesi oldu. 2004'te, bölgesel güvenlik sorunlarına ilişkin bir forum olarak yepyeni Doğu Asya Zirvesi (DAZ) çerçevesinin kuruluşunu önerdi. ASEAN Artı Üç, Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın dahil olduğu DAZ, açılış zirvesini 2005'te düzenledi. Çin ayrıca Rusya ve Orta Asya cumhuriyetleriyle beraber Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)'nün kurucu üyelerinden biridir.
2000'de Amerika Birleşik Devletleri Kongresi; Çin'le "kalıcı normal ticari ilişkiler" ("permanent normal trade relations")in kurulmasını kabul edip, Çin ihracatının çoğu diğer ülkelerden gelen mallarla aynı düşük tariflerle ülkeye girmesine izin verdi. Çin'in en önemli ihracat pazarı olan ABD'yle büyük oranda ticaret fazlası vardır. 2010'ların başlarında Amerikalı siyasetçiler, Çin yuanı değerinin oldukça düşük olması nedeniyle Çin'in haksız ticaret avantajına sahip olduğunu savundular. Son on yıllarda Çin, ticaret ve ikili işbirliği yönünde Afrika ülkeleriyle ilgilenme politikasını izlemektedir; 2012'de Çin-Afrika ticaretinin toplam değeri 160 milyar ABD$'ndan fazlaydı. Çin üstelik büyük Güney Amerika ekonomileriyle de ilişkilerini güçlendirmiştir; Brezilya'nın en büyük ticaret ortağı olmasının yanı sıra Arjantin'le de stratejik bağlar kurmuştur.
Toprak anlaşmazlıkları.
ÇHC; ikinci Çin İç Savaşı sonrasındaki kuruluşundan beri günümüz yaygın olarak Tayvan olarak bilinen ayrı siyasi varlık olan Çin Cumhuriyeti yönetimi altındaki toprakların ÇHC'ne ait olduğunu savunup bu topraklar üzerinde toprak talebinde bulunmaktadır. Tayvan Adası'nı Tayvan Eyaleti'ne; Kinmen'le Matsu'nun Fujian Eyaleti'ne; ve Güney Çin Denizi'nde Çin Cumhuriyeti yönetimi altındaki adaların Hainan ve Guangdong eyaletlerine ait olduğunu varsaymaktadır. Tek Çin politikasının ÇHC'nin en önemli diplomatik ilkelerin arasında olmasıyla beraber Çin-Tayvan ilişkilerinin karmaşıklığı nedeniyle bu toprak talepleri oldukça tartışmalıdır.
Çin'in Tayvan haricinde diğer toprak anlaşmazlıkları da mevcuttur. 1990'lardan beri Çin, Hindistan'la bulunduğu sınır anlaşmazlığı ve Bhutan'la sınırının kesinleşmemesi dahil olmak üzere çeşitli sınır anlaşmazlıklarını çözmek için müzakerelerde bulunmuştur. Çin'in ayrıca Senkaku Adaları ve Scarborough Kum Bankı gibi Doğu ve Güney Çin Denizi'ndeki çeşitli küçük adaların hangi ülkeye ait olduğu konusunda çok uluslu anlaşmazlıkları vardır. 21 Mayıs 2014 tarihinde Şi Cinping; Şanghay'da düzenlenen bir konferansta verdiği bir konuşmada Çin'in toprak anlaşmazlıklarını barışçıl şekilde çözmeyi taahhüt etti: "Çin, toprak egemenliği ve deniz hakları ve menfaatleri üzerinde diğer ülkelerle bulunduğu anlaşmazlıklarının barışçıl çözümünün arayışına kararlıdır."
2012'de Senkaku Adaları (Çince "Diaoyü") nedeniyle Japonya'yla aralarında ada krizi yaşandı.
Yükselen süper güç statüsü.
Çin, düzenli olarak potansiyel yeni süper güç olarak nitelendirilir; Çin'in hızlı ekonomik ilerlemesi, büyüyen askerî gücü, çok büyük nüfusu ve uluslararası alandaki büyüyen etkisi, bazı yorumcular tarafından Çin'in 21. yüzyılda önemli bir rol oynayacağı yönünde işaretler olarak algılanmaktadır. Ancak diğer yorumcularsa, yüzyılın geçişiyle Çin'in büyümesinin ekonomik balonlar ya da demografik dengesizlikler nedeniyle yavaşlayabileceği ya da tamamen durabileceği yönünde uyarılarda bulunmaktadır. Üstelik bazı yazarlar, "süper güç" teriminin tanımını sorgulayıp, Çin'in sırf büyük ekonomiye sahip olmasının süper güç olmak için yeterli olmadığını savunur ve Çin'in ABD'nin sahip olduğu seviyede askerî güce veya kültürel etkiye sahip olmadığını ileri sürerler.
Sosyopolitik sorunlar, insan hakları ve reform.
Çin, ülkede yaşayan insanların sosyal kontrolünün bir aracı olarak kameralardan, yüz tanıma yazılımlarından, sensörlerden ve kişisel teknolojinin gözetiminden oluşan devasa bir casusluk ağı kullanmaktadır. Çin demokrasi hareketi, sosyal aktivistler ve ÇKP'nin bazı üyeleri sosyal ve politik reform ihtiyacına inanmaktadır. Çin'de 1970'lerden bu yana ekonomik ve sosyal kontroller önemli ölçüde gevşetilmiş olsa da, siyasi özgürlük hala sıkı şekilde kısıtlanmaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası, vatandaşların "temel hakları" ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, din özgürlüğü, genel oy hakkı ve mülkiyet hakkını kapsar. Ancak uygulamada bu hükümler devletin cezai kovuşturmasına karşı önemli bir koruma sağlamamaktadır. Hükûmet politikalarına ve iktidardaki ÇKP'ye yönelik bazı eleştirilere müsamaha gösterilmesine rağmen, toplu eylemi önlemek için en başta İnternet olmak üzere siyasi konuşma ve bilgilere yönelik sansür düzenli olarak kullanılmaktadır.
Bazı yabancı hükûmetler, yabancı basın ajansları ve sivil toplum kuruluşları Çin'in insan hakları sicili'ni yargısız gözaltı, zorla kürtaj, zorla itiraf, işkence, temel hakların kısıtlanması, ve ölüm cezasının aşırı kullanımı gibi yaygın medeni hak ihlalleri iddiasıyla eleştirdiler. Hükûmet, 1989 Tiananmen Meydanı protestoları ve katliamı örneğinde olduğu gibi "sosyal istikrar" için potansiyel bir tehdit olarak gördüğü halk protestolarını ve gösterilerini bastırır.
Sınır Tanımayan Gazeteciler'in 2005'te yayımladığı Yıllık Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Çin, 167 devletin arasında 159. sırada yer aldı; bu, Çin'de çok düşük seviyede basın özgürlüğünün mevcut olduğunu gösterir. 2014'te Çin, 180 ülkenin arasında 175. sırada yer aldı.
Köylerden şehirlere göç edenler, devlet yardımlarına erişimi kontrol eden "hukou" ev kayıt sistemi nedeniyle kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi edildiğini görürler. Mülkiyet hakları genellikle kötü korunmaktadır; vergi sistemiyse yoksul vatandaşları orantısız şekilde etkiler. Buna rağmen, 2000'lerden beri kırsal alanlarda uygulanan birçok vergi uygulaması ya azaltılmış ya da tamamen kaldırılmış ve köylerde yaşayanlara ek sosyal hizmetler sunulmuştur.
Falun Gong, 1992'de ilk kez kamuya öğretildi. Falun Gong uygulayıcıları sayısının 70 milyona ulaştığı 1999'da, Falun Gong'a zulüm başladı; bu, toplu tutuklamalarla, hukukdışı gözaltına alınmalarla ve gözaltında işkence ve ölümlerin yer aldığını ileri süren raporlarla sonuçlanmıştır. Çin devleti, polis şiddeti ve din baskısı dahil olmak üzere Tibet ve Şincan'da büyük ölçekli baskıyla ve insan hakları ihlalleriyle sürekli suçlanır ör. Şincan'daki yeniden eğitim kampları.
Çin hükûmeti, geçim ve ekonomik kalkınma haklarının diğer insan hakları türleri için ön şart olduğunu ve insan hakları kavramının bir ülkenin mevcut ekonomik gelişme seviyesini dikkate alması gerektiğini savunarak yabancı eleştirilere yanıt verir. 1970'lerden beri yaşam standardının, okuryazarlık oranının ve beklenen ortalama yaşam süresinin yükseldiğini, işyeri güvenliğinin ilerlediğini ve Yangtze Nehri'nin sürekli oluşturduğu seller gibi doğal afetlerle mücadele teşebbüslerinde bulunduğunu vurgular. Demokrasiye dair yaygın muhafazakâr görüşlere rağmen bazı Çinli siyasetçiler, demokratikleşmeyi desteklediğini bildirmişlerdir. Bazı köklü reform çabaları yürütülmüştür, ör. Kasım 2013'te hükûmet, tek çocuk politikasının gevşetilmesi ve çok eleştiriye uğramış emek yoluyla yeniden eğitim programının kaldırılması yönünde planların gerçekleşeceğini ilan etti ama insan hakları grupları, bu ikinci konuda şu ana kadar yürütülen reformların çoğunlukla yüzeysel olduğunu savunmuştur. 2000'ler ve 2010'ların başı boyunca Çin hükûmeti, sosyal sorunlara pratik ve etkili çözümler sunan sivil toplum kuruluşlara giderek daha fazla hoşgörülü davrandı ama bu tür "üçüncü sektör" faaliyetler yine sıkı düzenlemelere tabidir.
Ordu.
Merkezi Askeri Komisyonu komutasındaki Halk Kurtuluş Ordusu (HKO), 2,3 milyon aktif birlikle Dünya'daki en büyük askeri kuvvete sahiptir. HKO; Kara Kuvvetleri (HKOKK), Deniz Kuvvetleri (HKODK), Hava Kuvvetleri (HKOHK), Roket Kuvvetleri (HKORK) ve Stratejik Destek Kuvvetleri (HKOSDK)'nden oluşur.
Çin hükûmet verilerine göre Çin'in 2014'teki askeri bütçesi toplam 132 milyar ABD$ değerinde olup, Dünya'nın en büyük ikinci askeri bütçesini teşkil eder, ancak gayri safi yurt içi hasıla yüzdesi olarak Çin'in askeri harcamaları Dünya ortalamasının altındadır. Buna rağmen, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü ve ABD Savunma Bakanı Ofisi dahil olmak üzere birçok otorite, Çin'in gerçek askeri harcamalarını yayımlamadığını savunup gerçek sayının resmî bütçe rakamlarından çok daha yüksek olduğunu iddia etmektedir.
Çin, tanınmış bir nükleer silah devleti olup hem büyük bölgesel askerî güç hem de potansiyel askeri süper güç olarak sayılır. ABD Savunma Bakanlığı'nın 2013'te yayımladığı bir rapora göre Çin, 50-75 arasında KABF ve çok sayıda KMBF barındırmaktadır. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin dört diğer üyesinden ziyade Çin'in askeri güç projeksiyonu yetenekleri oldukça kısıtlıdır. Bu durumu dengelemek için Çin, 2000'lerin başından beri birçok güç projeksiyonu varlığı geliştirmiştir: Çin'in ilk uçak gemisi 2012'de hizmete girdi, üstelik nükleer güçle çalışan saldırı ve balistik füze denizaltılarının dahil olduğu büyük bir denizaltı filosu vardır. Çin ayrıca kritik deniz şeritleri boyunca bir dış askeri ilişkiler ağını kurmuştur.
Çin, son on yıllarda kendi hava kuvvetlerini modernleştirmekte büyük ilerlemeler etmiştir; Suhoy Su-30 gibi Rus avcı uçakları satın almanın yanı sıra başta Chengdu J-10 ile J-20 ve Shenyang J-11, J-15, J-16 ve J-31 olmak üzere kendi modern avcılarını da üretmiştir. Çin ayrıca kendine özgü hayalet uçakların ve çok sayıda insansız hava aracının gelişiminde etkindir. Hava ve deniz inkarı silahlarında gelişimler, hem Japonya hem de Vaşington'ın bakış açısına göre bölgesel tehditleri arttırmıştır. Çin, yaşlanan Sovyet envanterini modern Type 99 tankının çeşitli türevleriyle değiştirerek ve ağ merkezli harp yeteneklerini geliştirmek için C3I ve C4I sistemlerini yükselterek yerli kuvvetlerini yenilemiştir. Buna ek olarak Çin, uydu karşıtı füzeler, seyir füzeleri ve denizaltıdan başlatılan nükleer KABF'ler dahil olmak üzere çok sayıda gelişmiş füze sistemini geliştirmiş veya elde etmiştir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü verilerine göre Çin, 2010-14 arasında Dünya'nın en büyük üçüncü büyük silah ihracatçısı oldu; bu, 2005-2009 arasındaki dönemden yüzde 143 oranında bir artış teşkil etmektedir.
Ekonomi.
Çin, nominal GSYİH‘ya göre dünyanın en büyük ikinci ekonomisi, ve satın alma gücü paritesine (SAGP) göreyse dünyanın en büyük ekonomisi'dir. 2021 itibarıyla Çin, nominal GSYİH'ye göre dünya ekonomisinin yaklaşık %18'idir. Çin, 1978'deki ekonomik reformların yapılmasından bu yana sürekli %6'nın üzerinde ekonomik büyümeyle dünyanın en hızlı büyüyen büyük ekonomilerindendir.
Dünya Bankası'na göre Çin'in GSYİH'sı 1978'de 150 milyar dolardan 2021'de 17,73 trilyon dolara yükseldi. Dünyanın 500 en büyük şirketi içinde 145'inin merkezi Çin'dedir.
Çin refah ve gerileme döngüleri gördüğü son iki bin yılın çoğu zamanlarında dünyanın büyük ekonomilerindendi.
1978'de ekonomik reformların başlamasından bu yana Çin oldukça çeşitlendirilmiş bir ekonomi haline gelip uluslararası ticaretin önemli oyuncularından oldu. Rekabet gücünün olduğu başlıca sektörler imalat, perakende, madencilik, çelik, tekstil, otomobil, enerji üretimi, yeşil enerji, bankacılık, elektronik, telekomünikasyon, emlak, e-ticaret ve turizmdir. Shanghai, Hong Kong ve Shenzhen hepsi birlikte Çin'de Ekim 2020 itibarıyla 15,9 trilyon doların üzerinde piyasa değeri olan dünyadaki en büyük on borsadan üçü vardır.
Çin, Şanghay, Hong Kong, Pekin ve Shenzhen ile dünyanın en rekabetçi on finans merkezinden dördüne sahiptir ve bu, 2020 Küresel Finans Merkezleri Endeksi'deki herhangi bir ülkeden daha fazladır. Oxford Economics tarafından hazırlanan bir rapora göre 2035 yılına kadar Çin'in Şanghay, Pekin, Guangzhou ve Shenzhen ile dört şehri, nominal GSYİH açısından dünyanın en büyük on şehri arasında olacağı tahmin edilmektedir.
Ekonomik tarih ve büyüme.
1949'daki kuruluşundan 1978'in sonuna kadar Çin Halk Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği tarzında merkezi bir planlı ekonomi idi. 1976'da Mao'nun ölümünün ve Kültür Devrimi'nin sonunun ardından Deng Şiaoping'le yeni Çin liderliği, ekonomiyi reform etmeye ve tek partili yönetim altında daha piyasa odaklı bir karma ekonomiye doğru geçmeye başladı. Tarımsal kolektifleştirme kaldırıldı ve tarım arazileri özelleştirildi; dış ticaretinse yeni, önemli bir odak noktası olması, Özel Ekonomik Bölgeler'in kuruluşuna yol verdi.
Verimsiz devlet şirketleri yeniden yapılandırıldı; kârsız olanlarsa çok sayıda iş kaybı sonucuyla tümüyle kapatıldı. Günümüzde Çin, esasen özel mülk sahipliğine dayalı pazar ekonomisi olarak nitelendirilir ve devlet kapitalizminin en önde gelen örneklerindendir.
Enerji üretimi ve ağır sanayi gibi stratejik "sütun" sektörlerin üzerinde devlet yine hakimdir ancak 2008 itibarıyla yaklaşık 30 milyon özel işletmenin kaydedilmesiyle özel girişimlerde muazzam bir artış olmuştur.
1978'de ekonomik liberalleşmenin başlamasından beri Çin, büyük ölçüde yatırım ve ihracat yönlü büyümeye dayanarak, Dünya'nın en hızlı büyüyen ekonomilerin arasında olmuştur. IMF'ye göre Çin'in 2001-2010 arasındaki yıllık ortalama GSYİH büyüme oranı %10,5. 2007-2011 arasında Çin'in ekonomik büyüme oranı, tüm G7 üye devletlerinin toplam büyüme oranlarıyla eşitti. Citigroup'un Şubat 2011'de hazırladığı Küresel Büyüme Jeneratörleri Endeksi'ne göre Çin, çok yüksek bir büyüme değerlendirmesine sahiptir.
Yüksek verimliliği, ucuz işçilik maliyetleri ve oldukça iyi altyapısı, hepsi Çin'in imalat sektöründe küresel lider olmasını sağlamıştır. Buna rağmen, Çin aynı zamanda enerji tüketimi açısından hem enerji yoğunluğu hem de enerji verimsizliği gösteren bir ekonomidir. 2010'da Çin, Dünya'nın en büyük enerji tüketicisi oldu, kendi enerji ihtiyaçlarının %70'ini kömür yakarak karşılar ve Eylül 2013'te ABD'nin önünden geçerek Dünya'nın en büyük petrol ithalatçısı oldu. 2010'ların başlarında Çin'in ekonomik büyüme oranı; yerli kredi sorunları, Çin ihracatına yönelik uluslararası talebin azalması ve küresel ekonominin kırılganlığı nedeniyle yavaşlamaya başladı.
Çevrimiçi alemde Çin'in e-ticaret endüstrisi, Avrupa Birliği ve ABD'dekilerden daha yavaş şekilde büyüdü, ancak 2009'dan beri bu konuda önemli adımlar atılmıştır. Credit Suisse'e göre, Çin'deki çevrimiçi işlemlerin toplam değeri, 2008'de önemsiz bir boyuttan 2012'de yaklaşık 4 trilyon RMB (660 milyar ABD$)'ye çıktı. Çin'deki çevrimiçi ödeme pazarındaki egemen firmalar Alipay, Tenpay ve China UnionPay'dır.
Küresel ekonomide Çin.
Çin, Dünya Ticaret Örgütü üyesi olup, 2012 itibarıyla 3,87 trilyon ABD$ değerinde toplam uluslararası ticaret değerine sahip olmasıyla Dünya'nın en büyük ticaret gücüdür.
2010 sonunda yabancı döviz rezervleri 2,85 trilyon ABD$'na ulaştı ki bu önceki seneden %18,7 oranında artıştı. Böylece açık arayla Dünya'nın en büyük rezervlerine sahiptir.
2012'de 253 milyar ABD$ değerinde içe doğrudan yabancı yatırım (DYY) alarak Dünya'nın en büyük içe DYY alıcısıydı. 2014'te Çin, 64 milyar ABD$ değerinde döviz havaleleri kazanarak Dünya'nın en büyük ikinci havale alıcısıydı.
Çin, yurt dışında da yatırımlarda bulunmaktadır; birçok büyük yabancı firmanın Çinli şirketler tarafından devralınmasının yanı sıra 2012'e Çin'in toplam dışa DYY'ı 62,4 milyar ABD$ değerinde idi. 2009'da Çin, 1,6 trilyon ABD$ değerinde ABD menkul kıymetlerine sahipti, üstelik 1,16 trilyon ABD$'ndan fazla ABD hazine tahvillerine sahip olup ABD ulusal borcunun en büyük sahibiydi.
Çin'in düşük değerli döviz kuru, diğer büyük ekonomilerle sürtüşmelere neden olmuştur, ayrıca büyük miktarda sahte ürün imalatı konusunda çok eleştirilmiştir. McKinsey danışmanlık firmasına göre, Çin'deki toplam ödenmemiş borç, 2007'de 7,4 trilyon ABD$'ndan 2014'te 28,2 trilyon ABD$'na çıktı; bu, Çin'in GSYİH'sının %228'ini yapar. 2017'de Uluslararası Finans Enstitüsü, Çin'deki borçların GSYİH'nın %304'ine çıktığını ileri sürdü.
Çin, 2009'daki Küresel Rekabet Endeksi'nde 29. sırada yer aldı ancak 2011 Ekonomik Özgürlük Endeksi'nde 179 ülkenin arasında sadece 136. sıradadır.
"Fortune" dergisinin 2020'de yayımladığı Global 500 büyük firmalar listesinde 124 tane Çin şirketidir. Bu Çin şirketlerinin toplam bileşik geliri 5,8 trilyon ABD $'dır. Aynı sene içerisinde "Forbes", Dünya'daki en büyük on halka açık şirketinin beş tanesinin Çinli olduğunu bildirdi; bunların arasında toplam aktiflerine göre Dünya'nın en büyük bankası olan Çin Endüstri ve Ticaret Bankası yer alır.
Sınıf ve gelir eşitsizliği.
"Orta sınıf" kapsamına, yıllık geliri 10.000-60.000 ABD$ arasında olan bireyler girerse Çin'deki orta sınıf nüfusu, 2012'de 300 milyondan fazlaya çıkmıştı. Hurun Raporu'na göre, Çin'deki ABD doları milyarderlerin sayısı, 2009'da 130'dan 2012'de 251'e çıktı; Çin böylece Dünya'nın en büyük ikinci milyarder sayısına sahiptir. Çin'deki yerel perakende pazarının değeri, 2012'de 20 trilyon yuan (3,2 trilyon ABD$)dan fazla idi, 2013 itibarıyla da her sene %12 oranında büyümektedir; ülkedeki lüks eşya pazarıysa büyük oranda gelişmiştir ve küresel payının %27,5'ini oluşturur. Ancak son senelerde Çin'deki hızlı ekonomik büyüme, ağır tüketici enflasyonunun oluşmasına katkıda bulunmuş, bu nedenle de daha fazla hükûmet düzenlemesine yol vermiştir. Çin'de büyük oranda gelir eşitsizliği mevcuttur; bu özellikle son on yıllarda artmıştır. 2012'de Çin'in resmî Gini katsayısı 0,474. Güneybatı Finans ve Ekonomi Üniversitesi'nin yaptığı bir çalışmaya göre, Çin'in Gini katsayısı 2012'de aslında 0,61'e ulaşmıştı; Çinlilerin en zengin %1'iyse Çin'deki zenginliğin %25'ten fazlasına sahipti.
Renminbi'nin uluslararasılaşması.
2008 küresel finans krizi sonrasında Çin, ABD dolarına bağımlılığını ve uluslararası para sisteminin zayıflığını fark etti. 2009'da dim sum tahvil pazarının kurulmasıyla ve denizaşırı RMB likidite havuzlarının kuruluşunu sağlayan Sınır Ötesi Ticaret RMB Uzlaşma Pilot Projesi'nin genişletilmesiyle RMB'nin uluslararasılaşma süreci hızlandırıldı. Kasım 2010'da Rusya, Çin'le ikili ticaretinde Çin renminbisi'ni kullanmaya başladı. Bunun sonrasında Japonya, Avustralya, Singapur, Birleşik Krallık ve Kanada'yla ikili ticarette de Renminbi kullanılmaya başladı. 2013'te Renminbi, hızlı uluslararasılaşmasından dolayı dünyanın en çok işlem gören sekizinci para birimi oldu.
Bilim ve teknoloji.
Tarihi.
Bir zamanlar Çin, Ming Hanedanı dönemine kadar bilim ve teknoloji dallarında Dünya lideriydi. Kâğıt, matbaacılık, pusula ve barut ("Dört Büyük Buluş") gibi antik Çin keşifleri ve icatları, ilk önce Asya'ya, sonra da Avrupa'ya yayıldı. Negatif sayı kullanan ilk matematikçiler Çinliydi. Ancak 17. yüzyıla gelince Batı Dünyası, bilimsel ve teknolojik gelişme açısından Çin'i aşmıştı. Bu Büyük Ayrışma'nın sebepleri hâlen tartışılmaktadır.
Batı ulusları tarafından 19. yüzyılda tekrarlanan askeri yenilgilerin ardından Çinli reformcular, Kendini Güçlendirme Hareketi kapsamında modern bilimi ve teknolojiyi terfi etmeye başladı. 1949'da Komünistler iktidara geldikten sonra; bilimsel araştırmanın merkezi planlamanın bir parçası olduğu Sovyetler Birliği modeline dayanarak bilim ve teknolojiyi düzenleme teşebbüsleri edildi. Mao'nun 1976'daki ölümünden sonra bilim ve teknoloji, Dört Modernizasyon'un biri olarak saptandı, Sovyet etkisi altındaki akademik sistemse zamanla reforme edildi.
Çağdaş dönem.
Kültür Devrimi'nin sonundan beri Çin, bilimsel araştırmalarda büyük yatırımlarda bulunmuştur.
Çin, 2020'de resmi olarak yaklaşık 377,8 milyar dolar değerinde GSYİH'sının yaklaşık %2,4'ünü Ar-Ge'ye harcadı.
Dünya Fikri Mülkiyet Göstergeleri'ne göre Çin, 2018 ve 2019'da ABD'den daha fazla başvuru aldı. Çin, 2021'de patent, faydalı model, ticari marka, endüstriyel tasarım ve yaratıcı ürünler ihracatında dünya çapında birinci oldu.
2022'de Küresel İnovasyon Endeksi'nde Çin, 11. sıradaydı ve böylece 2013'teki 35. sıradan önemli bir gelişme kaydetti.
Çin doğumlu bilimciler, Nobel Fizik Ödülü'nü dört kere, Nobel Kimya Ödülü'nü bir kere ve Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'nü bir kere kazanmıştır, ancak bu bilimcilerin çoğu, Nobel Ödülü'nü kazandıran araştırmalarını Batı devletlerinde yürüttüler.
Çin, eğitim sistemini bilim, matematik ve mühendislik üzerine yoğunlaştırarak geliştirmektedir.
2009'da Çin'de 10.000'den fazla doktora öğrencisi mühendis ve 500.000'e kadar BSc öğrenci mezun oldu. Bu dünyanın tüm diğer ülkelerinden daha yüksektir. Çin üstelik bilimsel makalelerin dünyadaki en büyük ikinci yayımlayıcısı; sırf 2010'da önde gelen uluslararası bilimsel dergilerinde 5.200 makalenin yayımlanması dahil olmak üzere yaklaşık 121.500 bilimsel makale yayımladı.
Huawei ve Lenovo gibi Çinli teknoloji şirketleri, telekomünikasyon ve kişisel bilgisayar dallarında dünya lideri oldular; Çin'de geliştirilen süper bilgisayarlar da sürekli dünyanın en güçlü bilgisayarlarının arasında sıralanır.
Çin ayrıca sanayi robotların kullanımını geliştirmektedir. 2008-2011 arasında Çin fabrikalarında çok amaçlı robotların kurulumu yüzde 136 oranında arttı.
Uzay programı.
Çin uzay programı, 1958'de Sovyetler Birliği'nden bazı teknoloji transferleriyle başladı.
Çin, Dünya'nın en etkin uzay programlarından birine sahiptir ve bu durum büyük bir ulusal gurur kaynağıdır. 1970'te Çin, "Dong Fang Hong I" isimli ilk uydusunu fırlattı. Böylece bağımsız olarak kendi uydusunu fırlatan beşinci ülke oldu.
2003 yılında Çin, Yang Liwei'nin Shenzhou 5 uzay uçuşuyla bağımsız olarak uzaya insan gönderen dünyadaki üçüncü ülke oldu.
2022 itibarıyla iki kadın dahil olmak üzere on altı Çin uyruklu birey uzay seferi tamamladı.
2020'lerin başlarına kadar büyük insanlı uzay istasyonu kurma projesinin ilk aşamasını olarak,
2011'de Çin, ilk uzay istasyonu test yatağı Tiangong 1'i fırlattı.
2013 yılında, Çin robot gezgini Yutu, Chang'e 3 görevinin parçası olarak ay yüzeyine başarılı şekilde indi.
2019'da Çin, Ayın uzak yüzüne, Chang'e 4 sondasını indiren ilk ülke oldu.
2020'de Chang'e 5, ay örneklerini Dünya'ya başarıyla geri göndererek Çin'i Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin ardından bunu bağımsız yapan üçüncü ülke oldu. 2021'de Çin, tarihte Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra bağımsız olarak Mars'a gezici (Zhurong) indiren ikinci ülke oldu. Çin kendi modüler uzay istasyonunu, "Tiangong"'u Alçak Dünya yörüngesi'nde 3 Kasım 2022'de tamamladı. 29 Kasım 2022'de Çin, Tiangong'da yörüngedeki ilk mürettebat devir teslimini yaptı.
Altyapı.
Telekomünikasyon.
Çin halihazırda Dünya'daki tüm ülkelerin arasında en fazla cep telefonu kullanıcısını barındırmaktadır; Şubat 2012 itibarıyla Çin'de 1 milyardan fazla cep telefonu kullanıcısı vardır. Dünya'daki en yüksek İnternet ve geniş bant kullanıcı sayılarına da sahiptir; 2016 itibarıyla Çin'de 688 milyon İnternet kullanıcısı, yani ülke nüfusunun yarısı, vardır. Ulusal ortalama geniş bant bağlantısı hızı 9,46 Mbit/saniye, yani İnternet hızı açısından Çin, Dünya'da 91. sıradadır. Temmuz 2013 itibarıyla Çin, Dünya'daki İnternet bağlantılı araçlarının %24'ünü barındırmaktadır. 2011'den beri Çin, en fazla kurulu telekomünikasyon bant genişliğine sahip ülkedir. Çin, kurulu telekomünikasyon bant genişliği açısından tarihsel lider olan ABD'ye kıyasla iki kat fazla ulusal bant genişliği potansiyeline ev sahipliği yapıyor (küresel toplam açısından Çin: 29%, ABD: %13).
Dünya'nın en büyük iki genişbant sağlayıcıları olan China Telecom ve China Unicom, Dünya'daki tüm geniş bant aboneliklerinin %20'sini oluşturur. China Telecom tek başına 50 milyondan fazla, China Unicom ise 40 milyondan fazla geniş bant abonesine hizmet verir. Başta Huawei ve ZTE olmak üzere birçok Çin telekomünikasyon şirketi, Çin askeriyesi adına casusluk etmekle suçlanmıştır.
Çin, "Beidou" adı altında kendi küresel uydu seyrüsefer sistemini geliştirmektedir; bu sistem, 2012'de Asya çapında ticari seyrüsefer hizmetleri sunmaya başladı, 2020'ye kadar küresel kapsamı olma planları mevcuttur.
Ulaşım.
1990'larından sonlarından beri Çin'in ulusal yol ağı, ulusal karayolları ve otoyollarından oluşan bir ağın kuruluşuyla büyük oranda genişletilmiştir. 2011'de Çin'deki karayollar, toplam 85.000 km bir uzunluktaydı, böylece Dünya'nın en uzun karayolu sistemi oldu. 1991'de ülkeyi kuzeyine ve güneyine bölen Yangtze Nehri'nin ana bandının üstünden geçen sadece altı tane köprü mevcuttu, fakat Ekim 2014'te bu tür köprü ve tünellerin sayısı 81'e çıkmıştı.
Çin, hem otomobil satışı hem de üretimi açısından Amerika Birleşik Devletleri'ni aşmış olup Dünya'nın en büyük otomobil pazarını oluşturur. 2009'daki otomobil satışları 13,6 milyonu aştı; bu sayının 2020'de 40 milyona kadar ulaşması beklenmektedir. Trafik kazalarında büyük bir artış, Çin'deki yol ağının hızlı büyümesinin bir yan etkisidir; trafik kanunlarının yetersizce uygulanması, bunun olası bir sebebi olarak ileri sürülmüştür - 2011'de aşağı yukarı 62.000 Çinli trafik kazalarında öldü. Otomobillerin artan yaygınlığına rağmen bisikletler kentsel alanlarda yine yaygın bir ulaşım modudur; 2012 itibarıyla Çin'de yaklaşık 470 milyon bisiklet vardır.
Çin'deki demir yolları, devlete aittir. Dünya'daki demiryolu raylarının sadece %6'sını oluşturmasına rağmen, bu rayların üzerinden Dünya'daki demiryolu trafik hacminin dörtte biri geçmektedir, böylece Dünya'nın en işlek demiryolu sistemlerinden biridir.
Ülke, 2023 yılı itibarıyla 159000 km demir yolu ağıyla dünyanın en uzun ikinci ağına sahiptir.
Demiryolu ağı, Makao haricinde Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi altındaki tüm eyaletler ve bölgelerin içinden geçer. Özellikle Dünya'nın en büyük yıllık insan göçünün yer aldığı Çin Yeni Yılı tatili boyunca demiryolu sistemi ekstrem oranda talebin oluşturduğu insan yoğunluğuna uğramaktadır. 2013'te Çin demiryolları 2,106 milyar yolcu seferi tamamlayarak 1.059,56 yolcu kilometresi üretti, 3,967 milyar ton kargo yükü de taşıyarak 2.917,4 milyar kargo ton kilometresi üretti.
2000'lerin başlarında Çin'deki yüksek hızlı demiryolu hatlarının inşaatına başlandı ve günümüzde Çin'de 19.000 kilometreden daha fazla uzunlukta yüksek hızlı demiryolu hattı vardır, yani diğer ülkelerdeki yüksek hızlı demiryolu rayların toplam uzunlukları bile Çin'deki yüksek hızlı demiryolu raylarının uzunluğundan azdır. böylece Dünya'daki en uzun yüksek hızlı demiryolu ağına sahiptir. Ayrıca senede 1,1 milyar yolculuğunun seferlerini tamamlayarak aynı zamanda Dünya'nın en işlek yüksek hızlı demiryolu sistemidir.
Dünya'daki en uzun yüksek hızlı demiryolu hattı olan Pekin-Guanco-Shenzhen yüksek hızlı demiryolu ve Dünya'nın en uzun köprülerinden üçünün üstünden geçen Pekin - Şanghay yüksek hızlı demiryolu, yüksek hızlı demiryolu ağının kapsamına girmektedir.
Yüksek hızlı demiryolu ağı uzunluğunun 2020'ye kadar yaklaşık 16.000 km'ye ulaşması beklenmektedir. Saatte 431 km hızına ulaşan Şanghay Maglev Treni, Dünya'nın en hızlı ticari tren hizmetidir.
2000'den beri Çin'in şehirlerinde zamanla giderek daha fazla metro ağı kurulmaktadır. Ocak 2016 itibarıyla Çin'in 26 şehrinde faal durumda olan metro sistemleri mevcuttur, 39 diğer şehirdeyse metro sistemlerinin kurulması yönünde planlar kabul edilmiştir; bunların birçoğunun 2020'de hizmete hazır olması planlanmaktadır. Şanghay Metrosu, Pekin Metrosu, Guangzhou Metrosu, Hong Kong MTR'ı ve Shenzhen Metrosu; hepsi Dünya'nın en uzun ve en işlek metro sistemlerinin arasındadır.
Çin'deki sivil havacılık endüstrisi çoğunlukla devletin hakimiyetindedir ve Çin hükûmeti, Çin havayollarının çoğunluğunun çoğunluk hissesini elinde tutmaktadır. 2018 yılında toplu olarak pazarın %71'ini oluşturan Çin'deki ilk üç havayolunun tamamı devlete aittir. Hava yolculuğu son yıllarda hızla büyüdü ve yolcu sayısı 1990'da 16,6 milyondan 2017'de 551,2 milyona yükseldi. Çin 2024'te yaklaşık 259 havalimanına sahipti.
Boeing şirketi, Çin'deki aktif ticari uçak filosunun 2011'de 1.910'dan 2031'de 5.980'e büyümesini beklemektedir.
Çin'de 2.000'den fazla nehir ve liman vardır ve bunların yaklaşık 130'u yabancı gemi taşımacılığına açıktır. Elli en yoğun konteyner limanından, 15'i Çin'dedir ve bunların en yoğunu, aynı zamanda dünyanın en yoğun limanı olan Şanghay Limanı'dır. Ülkenin iç su yolları dünyanın altıncı en uzun su yoludur ve toplam 27700 kmdir.
Çin hava sahasının yaklaşık %80'i askeri kullanım için kısıtlanmış durumda ve Asya'da uçuş ertelemeleri açısından en kötü performans gösteren 10 havayolu şirketinin sekiz tanesi Çin havayolu şirketleridir.
Su temini ve temizliği.
Çin'deki su temini ve temizliği altyapısı; hızlı kentleşmenin yanı sıra su kıtlıkları ve kirliliği gibi zorluklarla yüzleşmektedir. 2015'te Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF'e bağlı Su Temini ve Sanitasyonu Ortak İzleme Programı'nın sunduğu verilere göre, Çin'deki kırsal nüfusunun %36'sının hala gelişmiş sanitasyona erişimi yoktu. Haziran 2010'da Çin'de 1.519 su arıtma tesisi mevcuttu ve her hafta 18 yeni tesis açılıyordu. Henüz devam eden Güney-Kuzey Su Aktarma Projesi, ülkenin kuzeyindeki su sıkıntılarını azaltmayı amaçlamaktadır.
Demografi.
2010 ulusal nüfus sayımı, Çin Halk Cumhuriyeti nüfusunu yaklaşık 1.370.536.875 kişi olarak kaydetti. Nüfusun yaklaşık %16,60'ı 14 yaşında veya daha küçüktü, %70,14'ü 15-59 yaşlarındaydı, %13,26'sıysa 60 yaşında veya daha yaşlıydı. 2013 nüfus büyüme oranı %0,46 olarak tahmin edildi.
Batı standartlarına göre orta gelirli bir ülke olmasına rağmen, Çin'in hızlı büyümesi, 1978'den beri yüz milyonlarca insanı yoksulluktan kurtarmıştır. Günümüzde Çin nüfusunun yaklaşık %10'u, günde 1 ABD$'lık yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır; bu, aynı yoksulluk sınırının altında yaşayanların nüfusun %64'ünü oluşturduğu 1978'den büyük bir azalmadır. 2014'te Çin'deki kentsel işsizlik oranı yaklaşık %4,1 idi.
1,4 milyar kişilik nüfusuyla ve doğal kaynakların azalmasıyla Çin hükûmetinin nüfus büyüme oranı konusunda büyük kaygıları mevcut; bu nedenle 1979'dan beri karışık sonuçlarla "tek çocuk politikası" olarak bilinen sıkı bir aile planlama politikasını uygulamıştır. 2013 öncesinde bu politika, etnik azınlıklar ve kırsal alanlarda yaşayanlar haricinde tüm aileleri sadece bir çocuk doğurmayı kısıtlamaya çabaladı. Aralık 2013'te ebeveyn üyelerinin bir tanesi kendi ailesinin tek çocuğu olarak büyüdüğü durumda ailelerin iki çocuğa sahip olmasını izin verilmesiyle bu politika büyük oranda gevşetildi.
Tek çocuk politikası 2016'da iki çocuk politikası, 2021'de ise üç çocuk politikası olarak değiştirildi. 2010 nüfus sayımı verileri, toplam doğurganlık hızının 1,4 değerinde olduğunu göstermektedir.
Geleneksel olarak erkek çocuklarının tercih edilmesiyle beraber bu politikanın doğumda cinsiyet oranındaki dengesizliğe katkıda bulunduğu ileri sürülmüştür. 2010 nüfus sayımına göre doğumda cinsiyet oranı, her 100 kız çocuk başına 118,06 erkek çocuk idi. Bu, Dünya genelindeki her 100 kız çocuk başına 105 erkek çocuk oranından çok daha yüksektir. 2010 nüfus sayımına göre erkekler, toplam nüfusunun %51,27'sini oluşturmaktadır. Ancak günümüz Çin'in cinsiyet oranı 1953'te nüfusun %51,82'sinin erkeklerden oluştuğu dönemden daha dengelidir.
Etnik gruplar.
Çin, resmî olarak 56 farklı etnik grubu tanımaktadır; bunların en büyüğü, toplam nüfusunun %91,51'ini teşkil eden Han Çinlileridir. Dünya'nın en büyük tek etnik grubunu oluşturan Han Çinlileri; Şincan ve Tibet özerk bölgeleri haricinde Çin'in tüm idari bölümlerindeki en yüksek nüfuslu etnik grubunu teşkil ederler. 2010 nüfus sayımına göre Çin nüfusunun %8,49'u etnik azınlıklardan oluşur. 2000 nüfus sayımıyla karşılaştırıldığında Han nüfusu 66.537.177 kişi veya %5,74 oranında, tüm 55 etnik azınlığın toplam nüfusuysa 7.362.627 kişi veya %6,92 oranında arttı. 2010 nüfus sayımı, Çin'de yaşayan yabancı vatandaşların sayısını 593.832 olarak kaydetti. En büyük yabancı vatandaş grupları Güney Kore (120.750), Amerika Birleşik Devletleri (71.493) ve Japonya (66.159) vatandaşları idi.
Diller.
Çin'de 292'ye kadar yaşayan dil konuşulur. En çok konuşulan diller, Çin-Tibet dil ailesine ait Sinitik dillerdir. Bu dalın kapsamına, nüfusun %70'i tarafından konuşulan Mandarin'in yanı sıra Çincenin diğer çeşitleri de girer: Yue (Kantonca ve Taishanca dahil olmak üzere), Wu (Şanghayca ve Suzhouca dahil olmak üzere), Min (Fuzhouca, Hokkien ve Teochew dahil olmak üzere), Xiang, Gan ve Hakka. Tibetçe, Çiangca, Naşice ve Nuosu dili gibi Tibet-Birman dalına giren diller, Tibet ve Yünnan-Guizhou platolarında konuşulur.
Tay-Kaday dilleri olan Zhuangca, Tayca, Kamca ve Şuyca; Hmong-Mien dilleri olan Miao ve Yao dilleri ve Avustroasya dili olan Vaca; güneybatı Çin'de konuşulan diğer azınlık dilleridir. Kuzeybatı ve kuzeydoğu Çin genelinde yaşayan etnik azınlıklar Altay dilleri konuşur; Mançuca ve Moğolcanın yanı sıra başta Uygurca, Kazakça, Kırgızca, Salarca ve Batı Yugurca olmak üzere çeşitli Türk dilleri de konuşulur. Korece, Kuzey Kore sınırı civarında yaşayan yerli Koreliler tarafından anadil olarak konuşulur. Batı Şincan'daki Tacikler, Hint-Avrupa dili olan Sarıkolca dilini konuşur. Anakara'da yaşayan nüfus dahil olmak üzere Tayvan aborjinleri, Avustronezya dilleri konuşur.
Mandarin'in Pekin lehçesine dayanan Standart Çince, Çin'in resmî ulusal dilidir ve birbirinden farklı anadili konuşan halklar arasındaki iletişimde lingua franca olarak işlev gösterir.
Çin yazı karakterleri, binlerce yıldır Sinitik dillerinin yazı sistemi olarak kullanılır. Karşılıklı anlaşılabilirlik göstermeyen Çin dillerini konuşanların yazılı olarak birbiriyle iletişimde bulunmasını sağlar. Hong Kong ve Makao'da geleneksel Çin yazı karakterleri hâlen kullanılırken, Çin anakarasındaysa 1956'da hükûmet, basitleştirilmiş karakterlerin kullanımını resmen uyguladı.
Tibetçe, Hint yazı sistemine dayanan alfabe kullanır. Uygurca, en yaygın haliyle Fars alfabesine dayanan Uygur Arap Yazısı'yla yazılır.
Çin'de kullanılan Moğol yazı sistemi ve Mançu yazısı, ikisi de Eski Uygur alfabesinden türemiştir. Zhuangca'ysa hem resmî bir Latin alfabe yazısı hem de geleneksel bir Çin karakter yazısıyla yazılır.
Kentleşme.
Çin, son on yıllarda büyük oranda kentleşmiştir.
Ülke nüfusunun kentsel alanlarda yaşayan yüzdesi 1980'de %20'den 2023'te %66'nın üzerine çıktı. Çin'in kentsel nüfusunun 2030'da bir milyara yani Dünya nüfusunun sekizde birine çıkması beklenmektedir.
Çin'de nüfusu bir milyon kişiden fazla olan 160 kent vardır ki bunların arasında onyedi tane megakent vardır: 2021 yılı itibarıyla nüfusu 10 milyondan fazla olan kentler şunlardır: Çongçing, Şanghay, Pekin, Çengdu, Guangzhou, Shenzhen, Tientsin, Şi'an, Suzhou, Zhengzhou, Wuhan, Hangzhou, Linyi, Shijiazhuang, Dongguan, Qingdao and Çangşa. 2025'te Çin'de nüfusu bir milyon kişiden fazla olan 221 kentin var olacağı tahmin edilmektedir.
Aşağıdaki tablodaki veriler 2010 nüfus sayımındandır ve sadece kentin idari sınırları içerisindeki kentsel nüfusun tahminlerini teşkil ederler; banliyö ve köy nüfuslarının dahil olduğu toplam belediye nüfuslarının sayıldığı durumda farklı bir sıralama mevcuttur. Göçmen işçilerin sabit olarak kentsel alanlarda kalmaması, özellikle bu alanlarda nüfus sayımlarının yürütülmesinde zorluklar oluşturur; aşağıdaki veriler sadece uzun süreli olarak bu yerleşimlerde ikamet edenleri içerir.
Eğitim.
1986'dan beri Çin'deki zorunlu eğitim, toplam dokuz sene süren ilkokul () ve ortaokul () eğitiminden ibaret. 2010'da öğrencilerin %82,5'i, üç senelik lise () eğitimine devam etti. Çin'in "Gaokao" () olarak bilinen ulusal üniversite giriş sınavı, çoğu yükseköğretim kuruluşuna girmenin ön koşuludur. 2010 itibarıyla lise mezunlarının %27'si yükseköğretim kuruluşu öğrencisi olarak kayıtlıdır. Hem orta hem de yüksek öğretim seviyelerinde mesleki eğitim mevcuttur.
Şubat 2006'da Çin hükûmeti, ders kitapları ve öğretim ücretleri dahil olmak üzere tamamen ücretsiz dokuz senelik eğitim sağlamayı taahhüt etti. Yıllık eğitim yatırımı, 2003'te 50 milyar ABD$'ndan 2011'de 250 milyardan fazla ABD$'na çıktı. Ancak eğitim harcamaları konusunda yine eşitsizlikler mevcuttur. 2010'da Pekin'de her ortaokul veya lise öğrencisi başına yıllık eğitim harcaması toplam ¥20.023 değerindeydi; Çin'in en fakir eyaletlerinden biri olan Guizhou eyaletindeyse sadece ¥3.204. Çin'deki ücretsiz zorunlu eğitim, 6-15 yaşlarında ilkokul ve ortaokul eğitiminden oluşur. 2011'de Çinlilerin %81,4'ü orta öğretimi görmüştür. 2007 itibarıyla Çin'de 396.567 ilkokul, 94.116 orta öğretim kuruluşu ve 2.236 yükseköğretim kuruluşu vardır.
2010 itibarıyla 15 yaşı üzerindeki nüfusun %94'ü okuryazar. 1949'da nüfusun sadece %20'si okumayı biliyordu; otuz sene sonra bu %65,5'e çıktı. 2009'da; Dünya çapında 15 yaşındaki okul öğrencilerinin akademik performansını değerlendiren Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) kapsamında düzenlenen testlerde Şanghaylı öğrenciler matematik, fen ve okur yazarlık dallarında Dünya'nın en iyi sonuçlarını kazandı. Bu yüksek sonuçlara rağmen Çin eğitim sistemi, alışılmış ezbere odaklanması ve kırsal ve kentsel alanların arasındaki kalite farkı nedeniyle hem yerel hem de yabancı gözlemciler tarafından eleştirilmiştir.
Sağlık.
Ulusal Sağlık Komisyonu, yerel komisyonlardaki muadilleriyle birlikte Çin nüfusunun sağlık ihtiyaçlarını denetler. 1950'lerin başından beri Çin sağlık politikası, halk sağlığı ve koruyucu tıp üzerindeki vurgusuyla şekillendirilmiştir. O dönemde Çin Komünist Partisi, sanitasyonu ve hijyeni iyileştirmenin yanı sıra birçok hastalığın tedavi edilmesini ve önlenmesini amaçlayan "Vatansever Sağlık Kampanyası"nı başlattı. Çin'de kolera, tifo ve kızıl gibi hastalıklar eskiden yaygındı, ancak bu kampanya kapsamında neredeyse ortadan kaldırıldılar. Deng Şiaoping'in 1978'de ekonomik reformlar uygulamaya başlamasıyla Çin kamuoyunun sağlığı daha iyi beslenme nedeniyle hızlı şekilde iyileşti, ancak Halk Komünleri'nin kaldırılmasıyla kırsal bölgelerdeki ücretsiz kamu sağlık hizmetlerinin birçoğu da kaldırıldı. Çin'deki sağlık sistemi büyük oranda özelleştirildi ve sağlık hizmetlerinin kalitesi arttı. 2009'da hükûmet, 124 milyar ABD$ değerinde üç senelik büyük ölçekli sağlık hizmeti temini girişimi başlattı. Bu kampanyanın sonucu olarak, 2011'de Çin nüfusunun %95'i, temel sağlık sigortasının kapsamındaydı. 2011'de Çin'in dünyanın en büyük üçüncü ilaç tedarikçisi olduğu tahmin edilmektedir, ancak Çin nüfusu, sahte ilaçların geliştirilmesinden ve dağıtımından zarar da görmüştür.
2012 itibarıyla Çin'deki ortalama beklenen yaşam süresi 75 yıldır, bebek ölüm oranıysa her bin bebek başına 12 ölüm. Bunların ikisi de 1950'lerden beri büyük oranda iyileşmiştir. Malnütrisyondan oluşan bodur büyüme, 1990'da %33,1'den 2010'da %9,9'a azaldı. Sağlıkta büyük ilerlemelere ve gelişmiş tıbbi tesislerinin kurulmasına rağmen, Çin'de yine birçok artan halk sağlığı sorunu mevcuttur, ör. yaygın hava kirliliğinden oluşan solunum yolu hastalıkları, yüz milyonlarca insanın sigara içmesi, ve kentlerde yaşayan genç insanlardaki obezite artışı. Çin'in büyük nüfusu ve yoğun nüfuslu şehirleri, son senelerde ciddi hastalık salgınlarına yol vermiştir, ör. 2003 SARS salgını, ancak o dönemden beri bu çoğunlukla kontrol altına alınmıştır. 2010'da hava kirliliği 1,2 milyon insanın erken ölümüne sebep oldu. 17 Kasım 2019 tarihinde Çin'in Wuhan kentindeki bir balık pazarında ortaya çıkan COVID-19 virüsü 2022 itibarıyla Dünya'daki neredeyse bütün ülkelere yayıldı ve Dünya çapında yaklaşık 590 milyon insana bulaştı ve yaklaşık 6.5 milyon insanın da ölümüne sebep oldu.
Din.
Çin Anayasası, din özgürlüğünü garanti etmektedir, ancak resmî olarak onaylanmamış dini kuruluşlar devlet baskılarına tabi olabilir. Çin Halk Cumhuriyeti hükûmeti resmî olarak ateisttir. Devlet Din İşleri İdaresi, ülke içerisindeki dini işler ve meseleleri denetlemek için sorumludur.
Çin medeniyeti, binlerce yıldır çeşitli dini hareketlerden etkilenmiştir. Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm (Çin Budizmi)'den oluşan "üç öğreti", tarihi olarak Çin kültürünün şekillendirilesinde önemli bir rol oynamıştır.
Üç öğretiden unsurlar içeren Çin halk dininin merkezinde "shen" (神)e sadaka sözünün verilmesi vardır. Bu karakter, "üretim enerjileri"ni simgeleştirir ki bunlar doğal çevreden ilahlar, insan gruplarının atalarının ilkeleri, nezaket kavramları veya kültür kahramanları olabilir ve birçoğu Çin mitolojisi ve tarihinde rol oynamıştır. Mazu (denizler tanrıçası), Huangdi (Çin ırkının iki kutsal patriğinin biridir), Guandi (savaş ve ticaret tanrısı), Caishen (refah ve zenginlik tanrısı) ve Pangu, en popüler halk kültlerinin arasındadır.
Dünya'nın en yüksek dini heykellerin birçoğu Çin'dedir ki bu heykellerin en yükseği Henan'daki Buda İlkbahar Tapınağı'dır.
"Din" kavramının farklı tanımları ve Çin dini geleneklerinin örgütsüz doğası nedeniyle Çin'de dini eğilimlere ilişkin net veriler toplamak zordur. Uzmanlara göre, Çin'de üç öğreti dinleri, Budizm, Taoizm ve yerel halk din uygulamaları arasında net sınırlar yoktur. Gallup International'ın yürüttüğü bir anket kapsamında Çinlilerin %61'i kendilerini "ikna olmuş ateist" olarak tanımladı. 2014'te yürütülen bir çalışmada katılımcıların %74'ü ya dinsiz ya da Çin halk inançlarını izler, %16'sı Budist, %2'si Hristiyan ve %1'i Müslüman. Han halkının yerel dini uygulamalarına ek olarak, Çin'deki etnik azınlıklar da kendilerine özgü geleneksel halk dinlerini izlerler. Çeşitli yerli kökenli mezhepler, nüfusun %2'si-3'ünü kapsar; Konfüçyüsçülük, dini kimlik olarak entelektüellerin arasında yaygındır. Belirli etnik gruplarla bağdaşlaştırılmış büyük dinlerin arasında Tibet Budizmi'nin yanı sıra Huiler, Uygurlar, Kazaklar ve Kırgızların mensup olduğu İslam dini yer almaktadır.
Kültür.
Antik zamanlardan beri Çin kültürü, büyük ölçüde Konfüçyüsçülüğün ve muhafazakâr felsefelerin etkisi altında olmuştur. Ülkedeki hanedanlık döneminin büyük kısmı boyunca, kökenleri Han Hanedanı'na dayanan prestijli imparatorluk sınavlarında yüksek performans göstermekle toplumsal ilerleme olanakları sunuldu. Sınavların edebi vurgusu, ör. kaligrafi, şiir ve resim yapma gibi sanat formlarının dans veya dramdan daha yüksek olduğu inancıyla Çin'de kültürel zariflik hakkındaki genel algıları etkiledi.
Çin kültüründe uzun zamandır derin bir tarih anlayışı ve büyük ölçüde içe dönük bir ulusal perspektif vurgulanır. Sınavlar ve liyakat kültürü, günümüz Çin'de yine büyük önem taşır.
Çin Halk Cumhuriyeti'nin ilk liderlerinin geleneksel imparatorluk düzeninde doğmalarına rağmen, 4 Mayıs Hareketi ve reformist ideallerin etkisi altında idiler. Kırsal arazi mülkiyeti, cinsiyetçilik ve Konfüçyüsçü eğitim sistemi gibi Çin kültürünün bazı geleneksel yönlerini değiştirmeyi çalışmakla beraber, aile yapısı ve devlete itaat kültürü gibi diğer yönlerini muhafaza ettiler. Bazı gözlemciler, ÇHC'nin 1949'daki kuruluşundan sonraki dönemi geleneksel Çin hanedanlık tarihinin devamı olarak algılar; ancak diğerleriyse, özellikle 1960'lardaki Kültür Devrimi siyasi hareketi kapsamında geleneksel kültürünün birçok unsurunun "gerici ve zararlı" veya "feodalizm kalıntıları" olarak ilan edilip yıkılmasıyla, Komünist Parti iktidarının Çin kültürünün temellerine zarar verdiğini ileri sürmektedir. Başta Konfüçyüsçülük, sanat, edebiyat ve performans sanatları (ör. Pekin operası) olmak üzere, geleneksel Çin kültürü ve ahlakının birçok unsuru, dönemdeki hükûmet politikalarına ve propagandasına uymak için değiştirildi. Yabancı medyalara erişim hâlen sıkı ölçüde kısıtlanmaktadır.
Günümüz Çin hükûmeti, geleneksel Çin kültürünün birçok unsurunun Çin toplumunun ayrılmaz parçası olarak kabul etmiştir. Çin milliyetçiliğinin artışıyla ve Kültür Devrimi'nin sona ermesiyle geleneksel Çin sanatı, edebiyatı, müziği, filmi, modası ve mimarisinde büyük bir rönesans olmuştur; özellikle halk ve varyete sanatları, hem yurt içinden hem de yurt dışından büyük ilgi çekmiştir.
Turizm.
Çin, 2019'da 65,7 milyon uluslararası ziyaretçi aldı ve 2018'de dünyanın dünyanın en çok ziyaret edilen dördüncü ülkesi oldu. Aynı zamanda muazzam bir iç turizm hacmine de sahiptir; Çinli turistler 2019 yılında ülke içinde tahminen 6 milyar seyahat gerçekleştirdi. Çin, İtalya'dan sonra dünyanın ikinci en büyük Dünya Mirası Alanını (56) bulunduran ülkedir ve en popüler turistik destinasyonlardan biridir (Asya-Pasifik'te birincidir).
Edebiyat.
Çin edebiyatı, Zhou Hanedanı edebiyatına dayanır. Çin klasik metinlerinde geniş bir düşünce çeşidi sunulur; takvim, askeriye, astroloji, herboloji, coğrafya ve birçok diğer konuya da değinir. Hanedanlık çağındaki devlet destekli müfredatta öğretilen Konfüçyüsçü Dört Kitap ve Beş Klasik metinleri kapsamındaki "Yi Çing" ve "Shujing", erken Çin edebiyatındaki en önemli metinlerin arasındadır. "Şiir Klasiği"ne kadar dayanan klasik Çin şiiri, Tang Hanedanı döneminde kendi parlaklığın zirvesine ulaştı. Li Bai'nın romantizmi ve Du Fu'nun gerçekçiliğiyle şiirsel çevrelerin çatal yolları açıldı. Çin tarih yazımıysa "Shiji"'yle başladı; Çin'deki tarihyazımı geleneğinin genel kapsamı Yirmi Dört Tarih olarak nitelendirilir ve bu, Çin kurgularının yanı sıra Çin mitolojisiyle folklorunun temelini oluşturdu. Ming Hanedanı döneminde vatandaş sınıfının filizlenmesiyle Çin klasik kurgusu; "Su Kenarı", "Üç Krallığın Hikâyesi", "Batı'ya Yolculuk" ve "Kızıl Köşkün Rüyası" metinlerinin dahil olduğu Dört Büyük Klasik Roman'la örneklendiği gibi tarih, şehir ve tanrılar ve şeytanlar kurgularının artışıyla yükseldi. Jin Yong ve Liang Yusheng'ın yazdığı wuxia kurgularıyla beraber Doğu Asya kültürel alanında kalıcı bir popüler kültür kaynağı olarak işlev göstermeye devam etmektedir.
Çing Hanedanı sonrasındaki Yeni Kültür Hareketi kapsamında Çin edebiyatında; metinlerin sıradan vatandaşlarının erişebildiği şekilde günlük konuşma diliyle yazılmasıyla yeni bir çağ başladı. Hu Shih ve Lu Sin, modern Çin edebiyatının öncüleri idi. Kültür Devrimi sonrasındaysa karanlık şiir, yara izi edebiyatı, genç yetişkin kurgusu ve (büyülü gerçekçilikten etkilenen) xungen edebiyatı gibi çeşitli edebiyat türleri ortaya çıktı. Xungen edebiyatı yazarı olan Mo Yan, 2012'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü.
Mutfak.
Çin mutfağı, binlerce senelik tarihi ve muazzam coğrafi kapsamıyla çok çeşitli bir mutfaktır. Çin mutfağındaki en nüfuzlu yöreler "Sekiz Büyük Mutfak" olarak bilinir; bunlar Siçuan, Kanton, Jiangsu, Şantung, Fujian, Hunan, Anhui ve Zhejiang mutfaklarıdır. Bunların her biri gerektirdiği şekil verme, ısıtma ve renk ve lezzet verme becerilerinden dolayı bu kategoriye seçilmiştir. Çin mutfağı, pişirme yöntemlerinin ve kullanılan malzemelerinin çeşitliliğiyle de bilinir. Ayrıca geleneksel Çin tıbbı kapsamında vurgulanan gıda terapisiyle de bilinir. Genel olarak Çin'in temel gıdaları, güneyde pirinç, kuzeydeyse buğday esaslı ekmekler ve eriştelerdir. Modernite öncesinde halkın geneli çoğunlukla tahıl ve basit sebzelerle beslenirdi; etse özel günlere ayrılırdı. Tofu ve soya sütü gibi fasulye esaslı ürünler günümüzde yine popüler protein kaynaklarıdır. Ülkedeki toplam et tüketiminin dörtte üçünü oluşturmasıyla domuz eti, Çin'de en çok tüketilen hayvan etidir. Ancak, Çin'de Budist mutfağı ve İslam mutfağı da vardır. Güneyin denize yakınlığından ve daha ılıman ikliminden dolayı güney mutfaklarında birçok farklı deniz mahsulü ve sebze kullanılır; daha çok buğday esaslı yemeklerle beslenen kurak kuzeydeki mutfaklardan birçok açıdan farklıdır. Çin diasporasına ait topluluklara ev sahipliği yapan uluslarda Hong Kong mutfağı veya Amerikan Çinli mutfağı gibi Çin mutfak soyundan gelen birçok farklı mutfak ortaya çıkmıştır.
Spor.
Çin, Dünya çapında birincil bir spor hedefi hâline gelmiştir. Çin, 2008 Yaz Olimpiyatları, 2015 Dünya Atletizm Şampiyonası ve 2019 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nı düzenlemiş olmanın yanı sıra önümüzdeki 2022 Kış Olimpiyatları'na ev sahipliği yapma hakkını kazanmıştır; böylece özellikle 21. yüzyılda birçok küresel spor turnuvasının yer aldığı bir ülke olmuştur.
Çin, dünyanın en eski spor kültürlerinden birine sahiptir. Batı Zhou Hanedanı döneminde okçuluk (shèjiàn)'un uygulandığına dair kanıtlar mevcuttur. Kılıç oyunlarının ve futbolla gevşekçe ilgisi olan "cuju" sporunun uygulanması, Çin'in ilk hanedanlıklarına kadar tarihlendirilir.
Çin kültüründe fiziksel uygunluk çokça vurgulanmaktadır; çigong ve taiciçüen gibi sabah egzersizleri yaygın olarak uygulanır, üstelik ülke çapında ticari fitness salonlarının ve spor kulüplerinin popülerliği gittikçe artmaktadır.
Basketbol halihazırda Çin'deki en popüler seyirci sporudur. Çin Basketbol Birliği olan Zhongguo Nanzi Lanqiu Zhiye Liansai ve Amerikan NBA, Çin halkının büyük kısmı tarafından takip edilir ve Yao Ming ve Yi Jianlian gibi Çinli basketbolculara büyük saygı gösterilir.
1994'te kurulan "Çin Süper Ligi," Çin'de profesyonel futbol dalının en yüksek seviyesidir ve Asya'nın en büyük futbol pazarıdır. Dövüş sanatları, masa tenisi, badminton, yüzme ve snooker da ülkedeki diğer popüler sporların arasındadır. Go (Çincede "wéiqí" olarak bilinir), xiangqi, mahjong ve son zamanlarda satranç gibi masa oyunları da profesyonel düzeyde oynanır. Buna ek olarak, 2012'de Çin'de 470 milyon bisikletin bulunmasıyla ülke yüksek sayıda bisiklet kullanıcısı vardır.
Dragon tekne yarışı, Moğol güreşi ve at yarışı gibi birçok diğer geleneksel sporun popülerliği de vardır.
Çin, 1932'den beri Olimpiyat Oyunları'na katılmıştır, ancak ÇHC ismi altında sadece 1952'den beri katılmıştır. Çin, Pekin'de 2008 Yaz Olimpiyatları'na ev sahipliği yaptı ve o sene kendi sporcularının 51 altın madalya kazanmasıyla o sene Olimpiyatlar'a katılan tüm ülkelerin arasında en fazla altın madalya kazanan ülke oldu. Çin üstelik 2012 Yaz Paralimpik Oyunları'nda 95 altın madalya dahil olmak üzere toplam 231 madalya kazanarak bu oyunlara katılan tüm ülkelerin arasında en fazla madalya kazanan ülke oldu. 2011'de Guangdong-Shenzhen kenti, 2011 Dünya Üniversite Yaz Oyunları'na ev sahipliği yaptı. Çin ayrıca Tientsin şehrinde 2013 Doğu Asya Oyunları'na ve Nankin'de 2014 Yaz Gençlik Olimpiyatları'na ev sahipliği yaptı.
Geleneksel Çin tıbbı.
Geleneksel Çin tıbbının kökenleri 2.500 yıl öncesine kadar dayanır. Tıp uygulamasında iç uyum oluşturulması yönünde yin ile yangın dengelemesine odaklanır. Farklı Çin tıbbı çeşitleri mevcuttur ve kullanılan yöntemler, yerel kültür ve inançlar tarafından etkilenebilir.
Çin hükûmeti de geleneksel Çin tıbbının önemini ve bunun mirasının korunması gerektiğini tanımaktadır. Dingkun Dan, GuilingJi, and Angong Niuhuang Wan; hepsi Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi tarafından Çin'in resmî "Somut Olmayan Kültürel Mirasları" olarak ilan edildi. Hem GuangYuYuan hem de Tong Ren Tang, Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı tarafından eski ve ünlü Çin markalarının arasında olduğu "Zhonghua Laozihao" sertifikalı markalar olarak tanındılar.
Dış bağlantılar.
Genel bakış
Belgeler
Hükûmet
Çalışmalar
Haritalar
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12137",
"len_data": 87890,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.6
}
|
Makyaj yapmayan ve/veya kadın güzellik ve stilinin sterotiplerini uygulamayan, hatta bu sterotipleri reddeden lezbiyenleri tanımlamak için kullanılan bir terimdir.
Chapstick, İngilizcede "dudak koruyucusu" anlamına gelir. Chapstick lezbiyen lipstick lezbiyenin (rujlu lezbiyen) tersidir. İngilizcesi "chapstick lesbian" olan terim, Türkçeye "chapstick" ve "chapstick lezbiyen" olarak geçmiştir.
Chapstick lezbiyen tanımlaması, Ellen DeGeneres'in "Ellen" isimli televizyon şovunun 1997 yılında yayınlanan bir bölümünde de kullanıldı ve bunu takiben kullanımı yaygınlık kazandı. Bahse konu şovda Ellen DeGeneres'in canlandırdığı karaktere ailesi "dipstick lezbiyen"in anlamını sorar. Ellen, kelimenin doğrusunun "lipstick lezbiyen" olduğunu söyler ve kendisini "chapstick lezbiyen" olarak tanımlar.
Lezbiyen terminolojide kullanılan "butch" kelimesinin karşılığı olarak da bu terimin kullanıldığı görülmüş olmakla birlikte, bu anlamıyla yaygınlık kazanmamıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12138",
"len_data": 959,
"topic": "FASHION",
"quality_score": 3.08
}
|
Çin (Geleneksel Çin yazısı: 中國; Basitleştirilmiş Çince: ; Hanyu Pinyin: "Zhōngguó"; Tongyong Pinyin: Jhongguó; Wade-Giles (Mandarin): Chung¹kuo²), ortak kültüre sahip bir bölge. Çin, binlerce yıllık tarihi ile dünyanın en eski medeniyet noktalarından biri ve uygarlığın beşiği olarak kabul edilmektedir. Çin tarihi yazılı kaynaklara göre 3500 yıldan fazla geriye uzanmaktadır. Yazılı Çin tarihi ise MÖ 1500'lerde Shang Hanedanı döneminden başlamaktadır.
Çin, aynı zamanda dünyanın en eski "süreklilik arz eden" medeniyet noktalarındandır. Bölgede hakim dil olan Çince dünyanın en eski "sürekli kullanılan" yazılı dillerindendir. İnsanlık tarihinin en önemli buluşlarından kâğıt, pusula, barut ve matbaa Antik Çin medeniyetine aittir.
Çin İç Savaşı'nın ardından "Çin" ismini kullanan iki devletin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır: Çin Halk Cumhuriyeti ve Çin Cumhuriyeti.
Çin İmparatorluğu.
Çin İmparatorluğu, birçok hanedanlıktan oluşmuş ve imparatorluk idaresi 2100 sene sürmüştür. Lâkin Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) gibi farklı hanedanlar tarafından idare edildiği için Devlet-i Âliyye-i Osmâniyye gibi en uzun süre hükümranlık sürmüş bir devlet sayılmaz.
Günümüz.
Çin Halk Cumhuriyeti.
Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), çoğunlukla sadece Çin olarak anılır ve Çin Komünist Partisi tarafından tek parti rejimiyle yönetilmektedir. Başkenti Pekin'dir. Doğu Asya'daki anakara Çin topraklarını, Hong Kong ve Makao'yu kapsar. Dünyanın en kalabalık ülkesi ve en büyük ekonomilerinden biridir.
Çin Cumhuriyeti.
Çin Cumhuriyeti, çoğunlukla sadece Tayvan olarak anılır ve tüm Çin'de hak iddia etmesine rağmen sadece Tayvan Adası ile çevreleyen adacıkları kontrol eder. 23 ülke tarafından tanınmaktadır. Başkenti Taipei'dir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12142",
"len_data": 1714,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.45
}
|
Sid Vicious, gerçek ismiyle John Simon Ritchie (10 Mayıs 1957, Londra - 2 Şubat 1979, New York), Büyük Britanyalı bir müzisyendir. Sex Pistols grubunun bir dönem bas gitaristliğini yapmıştır, Punk kültürünün en önemli ikonlarından biridir. 21 yaşında girdiği eroin koması sonucu New York'taki Greenwich Village otelinde ölmüştür.
Hayatı.
John Simon Ritchie 1957 yılında Londra'da doğdu. Babası John Ritchie ve annesi Ann Randall o küçük yaştayken ayrıldılar. Ayrılığın ardından Ann oğluna tek başına bakmak zorunda kaldı. Arkadaşlarının yanına yerleşmek için Londra'yı terk etti ve İbiza adasına yerleşti. Burada uyuşturucu satarak geçimini sağlamaya başladı. 1965'te Londra'ya döndüğünde John 8 yaşındaydı. Bir süre sonra Ann oğlunu sokağa terk etti. Ergenlik çağına geldiğinde John saldırgan ve önceden kestirilmez karakterli bir çocuk olarak tanınıyordu. Bir The Ramones fanatiği olmadan önce David Bowie ve T-Rex gibi müzisyenleri dinledi. "The Johns" adında bir çeteye üye oldu. Bu dönemde arkadaşı Johnny Rotten ona saldırgan karakterinden ötürü "Sid Vicious" adını taktı. Johnny 1976 yılında solistliğini üstleneceği Sex Pistols grubunu kurdu, Sid henüz 19 yaşındaydı.
Sex Pistols'un kışkırtıcı stili onun ilk zamanlarında fazla sevilmemesine neden oldu. Bu durum grupta bas gitar çalan Glen Matlock'un ayrılmasına neden oldu (kendi deyişiyle "çok fazla" Beatles dinliyordu). Bu olayın ardından Johnny boşalan yeri Sid ile doldurmayı düşündü. Sid, Sex Pistols'da yedek baterist olarak görev yapmıştı fakat daha önce hiç bas gitar çalmamıştı. Mart 1977'de bas gitar çalmayı öğrenmeye başladı. Bu dönemden sonra Sex Pistols daha kaotik ve cürretkar bir havaya büründü. Fanatikleri kendilerini "Punk" olarak adlandırmaya başladılar. Sid, grubun kışkırtıcı karakterini en üst noktaya taşıdı. Konserlerinde üzerinde gamalı haç bulunan tişörtler giydi. Slogan olarak seçtikleri "No Future" (Gelecek yok), artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan bir nesle gönderme yapıyordu. Şiddet ve uyuşturucu kullanımı Sex Pistols'un konserlerinde sıkça görülüyordu (Pogo kültüru bu şekilde doğdu). Johnny Rotten'ın Linda adli bir arkadaşına yaptığı ziyaret esnasında Sid Vicious, Nancy Spungen ile tanıştı. Bu olay ikilinin ölümlerine dek uzanacak ilişkilerinin temellerini atmış oldu.
10 Ekim 1978 Sid'in hayatı için bir dönüm noktası oldu. Nancy Spungen'in bıçaklanmış cesedi kaldıkları otel odasında (Chelsea Hotel) bulundu. 100 numaralı odada Sid yakalandı, 2. dereceden cinayetle suçlandı ve hemen ardından kefaletle serbest bırakıldı. Soruşturmanın ardından polis, cinayetin uyuşturucu satıcıları arasındaki bir anlaşmazlık sonucu işlendiğine karar verdi. Duruşma zamanını beklerken Sid'in firar ettiği haberi geldi ve 2 Şubat 1979'da cesedi bir otel odasında bulundu. Yüksek dozda eroinden ölen Sid, 21 yaşındaydı.
Albümleri.
Sid and Nancy.
Nancy bir otel odasında uyusturucu satıcısı tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Bunun nedeni uyuşturucu satıcısının parayı almasına rağmen tartışma çıkarmasıdır. Nancy'i otel odasında Sid bulmuştur ve bunun üzerine şoka girmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12145",
"len_data": 3068,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.2
}
|
Şenes Erzik, (d. 18 Eylül 1942, Giresun), UEFA 1. Asbaşkanlığı ve FIFA İcra komitesi üyeliği yapan Türk spor adamıdır. Liseyi 1956-1961 yılları arasında Robert Kolej'de, üniversiteyi 1961-1964 yılları arasında bugünkü adıyla Boğaziçi Üniversitesi olan Robert Koleji İş İdaresi ve İktisat Yüksek Okulu'nda tamamladıktan sonra, yüksek lisansını 1965-1966 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi'nde Pazarlama alanında tamamladı. Evli ve bir çocuk babasıdır.
Sırasıyla; Sınai Yatırım ve Kredi Bankası, Roche, Sandoz, Pimaş, Enka, gibi ülkenin önde gelen kurumlarında aktif profesyonel yöneticilik yapmış ve Birleşmiş Milletler'in FAO / UNICEF Projelerinin liderliği ile Kore Cumhuriyeti Sandoz şirketinin murahhas (delege) üyeliği görevlerinde bulundu. Fenerbahçe SK 1332 sicil numaralı Yüksek Divan Kurulu üyesidir
Türkiye Futbol Federasyonu.
1977'den itibaren sırasıyla, Dış İlişkiler Komitesi, Yönetim Kurulu üyeliği, Başkan Vekilliği ile 1989-1997 yılları arasında Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı görevini yürüttü. 1989-1992 yılları arasında son atanan, 1992-1997 yılları arasında da ilk seçilen Başkan olarak görev yaptı. 1996 yılında TFF Genel Kurulu tarafından seçilen Türkiye Futbol Federasyonun ilk ve tek Onursal Başkanıdır.
UEFA.
1982-1990 yılları arasında UEFA Gençler Komitesi Üyeliği yaptıktan sonra, 1990 yılında Malta'da yapılan seçimlerde UEFA İcra Kurulu üyeliğine seçildi. 1994 yılından bu yana UEFA Başkan Yardımcısı, 2000 yılından itibaren de UEFA 1. Başkan Yardımcısı olarak UEFA Yürütme Komitesi'nde görev yapmaktadır. Hâlen UEFA Ulusal Futbol Federasyonları Komitesi Başkanı, UEFA Strateji Konseyi Başkan Vekili ve UEFA Hakem Komitesi Başkan Vekili olarak görev yapmaktadır.
22 Mart 2011 tarihinde yapılan Genel Kurul'da hâlen mevcut olan görevine 6. kez seçilerek UEFA tarihinde bir rekor kırdı. Bu görevler sırasında Kulüp Müsabakaları Organizasyon Komitesi, Kulüp Lisans Sistemi Komitesi, Fair Play ve Sosyal Sorumluluk Komitesi gibi çeşitli komitelerin başkanlığını yapmış ve yapmaya devam etmektedir.
FIFA.
1996 yılından beri FIFA İcra Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadır. 2013 Mayıs ayında Londra'da yapılan UEFA Genel Kurulunda, FIFA İcra Kurulu üyeliğine 5. Kez seçildi. FIFA Olimpiyat Komitesi üyeliği ve Hakem Komitesi Başkanlığı (1998-2002) yaptı. Hâlen, FIFA Dünya Kupası Organizasyon Komitesi Üyeliği, Fair Play & Sosyal Sorumluluk Komitesi Başkan yardımcılığı ve FIFA Stadyum ve Güvenlik Komitesi Başkanlığı görevlerini yürütmektedir.
Ödülleri.
Profesyonel yaşamı süresince Olimpiyat Meşalesi Ödülü, 1996, 1999 ve 2000 yıllarında Milliyet Gazetesi Yılın Spor Adamı Ödülü, ayrıca 2000 yılında yine Milliyet Gazetesi tarafından sadece 3 yıl ödül kazananlara verilen 46. Yıl Özel Ödülü, Avrupa Fair Play Ödülü gibi birçok ödüle layık görüldü. İstanbul Üniversitesi ve Azerbaycan Devlet Spor Akademisi tarafından verilen Fahri Doktora unvanlarına da sahiptir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12167",
"len_data": 2901,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 2.16
}
|
Birleşmiş Milletler (BM) (İngilizce: "United Nations"), 24 Ekim 1945'te kurulmuş; dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüttür. Birleşmiş Milletler kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş" olarak tanımlamaktadır. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını evrensel düzeyde yasaklayan ilk antlaşma 26 Haziran 1945'te 50 ülke tarafından imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması'dır.
Örgütün, kurulduğu yıllarda 51 olan üye sayısı şu an itibarıyla üyeliği kaldırılan Vatikan ve değiştirilen Çin son katılan üye Güney Sudan dahil 193'e ulaşmıştır. Örgütün yönetimi New York'ta bulunan genel merkezinden yürütülür ve üye ülkelerle her yıl düzenli olarak yapılan toplantılar yine bu genel merkezde gerçekleştirilir.
Örgüt yapısal olarak idari bölümlere ayrılmıştır; Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı. Örgütün en göz önündeki merci Genel Sekreterdir.
Birleşmiş Milletler fikri ilk olarak, II. Dünya Savaşı'nın bitiminde savaşın galibi ülkeler tarafından, ülkeler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırarak ileride meydana gelebilecek ve kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla ortaya atılmıştır. Örgüt yapısının hâlen bu amacı koruduğunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin varlığı ve çalışmalarıyla ortaya koymuştur. Güvenlik Konseyi on beş ülkeden oluşmakta olup, bu üyelerden beşi daimi üye statüsündedir ve mutlak veto yetkisine sahiptir. Bu ülkeler ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa'dır. Güvenlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup, daimi üyelerden herhangi birisinin aksi yönde oy kullanmaması gereklidir. BM içtihatlarına göre Güvenlik Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip üyelerden biri veya birkaçının oylamaya katılmaması bu üyelerin kararı veto ettiği anlamına gelmemektedir. Ayrıca daimi üyelerin çekimser kalmaları da aynı sonucu vermektedir.
Kuruluşu.
Birleşmiş Milletler ("United Nations") tabiri ilk olarak Franklin D. Roosevelt tarafından II. Dünya Savaşı sırasında müttefik ülkeler için kullanılmıştır.
İlk resmî kullanımı ise 1 Ocak 1942 yılında Birleşmiş Milletler'in beyannamesinde ve Atlantik Bildirisi'ndedir. Bu tarihten sonra müttefik devletleri kendilerini "United Nations Fighting Forces" olarak adlandırmışlardır. Birleşmiş Milletler fikri 1943 yılında Moskova, Tahran ve Kahire'de müttefiklerin toplantıları sırasında çıkmış olup Fransa, Çin, Birleşik Krallık, ABD, SSCB'nin temsilciliğiyle oluşmuştur.
25 Nisan 1945'te 50 ülkenin temsilcileri, San Francisco Konferansı'nda bir araya gelerek 111 maddeden oluşan Antlaşma'ya son şeklini verdiler. Antlaşma, 25 Haziran 1945'te oy birliği ile kabul edildi ve ertesi gün imzalandı. 24 Ekim 1945'te Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin yanı sıra imza sahibi öteki devletlerin çoğunluğunun da onaylamasıyla Antlaşma yürürlüğe girdi ve Birleşmiş Milletler kuruldu.
Örgüt yapısı.
Genel Kurul.
Genel Kurul, üye devletlerden oluşur. Her üyenin Genel Kuruldaki temsilcileri 5 kişiden çok olamaz. Genel Kurul'un görevleri şunlardır:
Güvenlik Konseyi.
Siyasal alanda bir yürütme organıdır. Konseyin 5 daimi üyesi olan ABD, Çin, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın veto hakkı bulunmaktadır. 10 geçici üye ise iki yıllık bir süreç için seçilirler ve geçici üyelerden 5'i her yıl yenilenir. Geçici üyelik 1 Ocak'ta başlar ve takip eden yılın 31 Aralığında sona erer. Seçimlerinde coğrafi denge esas alınır. 15 üyesi olan Konsey'in görevleri şunlardır:
Güvenlik Konseyi'nin karar alma süreci.
Güvenlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup daimi üyelerden birisi aksi yönde oy kullanmaması gereklidir. BM içtihatlarına göre Güvenlik Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip üyelerden biri veya birkaçının oylamaya katılmaması bu üyelerin kararı veto ettiği anlamına gelmemektedir. Ayrıca daimi üyelerin çekimser kalmaları da aynı sonucu vermektedir.
Birleşmiş Milletler'e bağlı kuruluşlar.
Ekonomik ve Sosyal Konsey.
Genel Kurulca seçilen 54 üyeden oluşur. Üyelikleri sona erenler yeniden seçilebilirler. Başlıca görevleri şunlardır:
54 üyeden oluşan bu konsey, BM'in ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele edebilmesi amacıyla kurulan bir organdır. Ekonomik ve sosyal konsey herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere etkin bir şekilde saygı göstermesini sağlamak üzere tavsiyelerde bulunabilir. Yetkisine giren konulara ilişkin olarak, genel kurula sunulmak üzere antlaşma tasarıları hazırlayabilir. Ekonomik ve sosyal konsey görevini daha etkin yapabilmek amacıyla kendi gözetimi altında çalışacak komisyon ve komiteler kurmuştur. Bunlar;
UNİCEF Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu
Uluslararası Adalet Divanı.
Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler'in yargı organıdır. Ülkeler, istedikleri davayı Adalet Divanı'na götürürler. Divan 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar, Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nce seçilirler. Görev süreleri dokuz yıldır. Divanda bir devletten iki yargıç bulunamaz. Uluslararası Adalet Divanı, Hollanda'nın bir kenti olan Lahey'dedir.
Resmî diller.
Arapça, Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rusça örgütün resmî dilleridir.
Genel Sekreterlik.
Genel Sekreterlik, Birleşmiş Milletler'in öbür organlarının çalışmaları için gerekli ortam ve koşulları sağlar. Ortaya konan program ve politikaları uygular. Uluslararası barış ve güvenliği bozucu olaylar konusunda raporlar hazırlayıp Güvenlik Konseyi'ne sunar. Genel Sekreterliği 1 Ocak 2017 tarihinden beri Portekizli António Guterres yapmaktadır. Milletlerarası adalet divanı hariç diğer organlar tarafından verilen görevleri yapar.
Üyelik.
Birleşmiş Milletler, Vatikan dışında sınırlı tanınan veya bağımsızlığını ilan etmiş ülkeleri üye olarak kabul etmektedir. 14 Temmuz 2011 tarihinde Güney Sudan, Birleşmiş Milletlerin son üyesi olup üye sayısını 193 ülkeye taşımıştır.
Birleşmiş Milletler için üyelik şartları şu şekildedir:
Ayrıca Birleşmiş Milletler üyesi olmak için Güvenlik Konseyi'nin önerisi sonrası Genel Kurul'un üye başvurusu yapan ülkeyi onaylaması gerekmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12171",
"len_data": 6225,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.5
}
|
Aydınspor, Aydın merkezli bir futbol kulübüdür. 1966'da kurulan kulübün renkleri siyah ve beyazdır. Bölgesel Amatör Lig'de mücadele etmektedir.
Tarihçe.
4 Mart 1966 tarihinde Akınspor, Esnafspor ve Hilalspor'un kendilerini feshederek Aydınspor adı altında birleşmeleriyle kuruldu. 12 Haziran 1966 tarihinde 4 kulübün birleşmesinden dolayı Aydınspor'un simgesi 4 yapraklı yonca olarak belirlendi. Logosundaki 4 yapraklı yonca; Aydın'daki 3 kulübün kendini feshederek Aydınspor'a katılmalarını, siyah renk zeytini, beyaz renk ise pamuğu ifade etmekteydi.
1966-1984 yılları arası TFF 2. Futbol Liginde (şu anki 1. Lig) mücadele etmiştir. 1983-1984 sezonu sonunda amatör lige düşecekken, 1984-1985 sezonu başında yeniden kurulmuş olan 3. Lig'e düştü. 1984-1985 sezonunda 3. Lig'de grubunda şampiyon olarak 2. Lig'e yükseldi.
1989-1990 sezonu sonunda 1. Lig'de Şampiyon olarak Süper Lig'e yükseldi. Süper Lig serüvenine tarihi Fenerbahçe zaferiyle başlayan Aydınspor ise 3 sezon bu ligde mücadele verdikten sonra, ekonomik sıkıntılar yüzünden çöküş sürecine girdi.
1992-1993 sezonunda ligi 15. sırada bitirerek 2. Lig'e düşen Aydınspor, 1993-94 sezonunda Yükselme Grubuna kalsa da Birinci Lig'e dönmeyi başaramayan Aydınspor, 1994-95'te Ekstra Play-Off maçlarına kalıp önce Orduspor, sonra Çanakkale Dardanelspor'u yendi. Fakat finalde Eskişehirspor'a 2-1 kaybedince 1. lige dönme şansından uzak kaldı. 2000-2001'de Yükselme Grubunda oynayan ve 2001'de 2. Lig A Kategorisine (bugün 1. lig) kabul edilen kulüp, 2001-2002 averajla ligi 20. yani son sırada bitirerek 2. Lig B kategorisine (bugün 2. Lig) düştü. Zamanla mali krize giren kulüp, 2005-2006'da 2. Lig 2. klasman grubunu 7. bitirerek 3. Lig'e düştü. Aydınspor, bir futbolcusunun transfer ücretini zamanında ödemediği için lige 2008-2009 sezonuna eksi 3 puanla başladı ve sezon sonunda bu ligden de düşerek Süper Amatör Küme'de mücadele etmeye 1992-1993 sezonu sonunda ise, 2. Lig'e düştü. 2000-2001 sezonu sonunda 2. Lig'de grubunda şampiyon olan Aydınspor, bu defa 2001-2002 sezonu için kurulmuş olan 2. Lig A Kategorisi'ne yükseldi. Ancak aynı sezon sonunda 2. Lig B Kategorisi'ne düştü. 4 sezon oynadığı bu ligden de 2005-2006 sezonu sonunda düştü. 2007-2008 sezonu sonunda 3. Lig'den UEFA kararıyla puanı silinerek düşmesi kesinleşmesine rağmen, TFF cezayı bir sonraki seneye erteleyince 3. Lig'de kalan Aydınspor'un 3 puanı silinmeyince yerine Kütahyaspor küme düştü.
2008-2009 sezonu sonunda ise, 3. Lig'den Aydın Süper Amatör Ligi'ne düştü. 2010-11 sezonunda mali sıkıntılar nedeniyle Aydın Süper Amatör Lig'den çekildi ve ancak 2013-14 sezonunda Aydın 2. Amatör 5. Grupta sahalara döndü. Bütün maçlarını kazanıp 1. Amatör Lig'e yükseldi. 2014-2015 sezonu ise Aydın 1. Amatör Ligi 4. Grupta mücadele etmiş ve grubu Süper Amatör'e yükselen şampiyon Karpuzlu Belediyespor ve ligi 2. bitiren Tuğlaspor'un ardından 3. bitirmiştir. Aydınspor 2018-2019 sezonunda 1. Amatör 3. Grupta şampiyon oldu ve Süper Amatör Lige yükseldi. 2019-2020 sezonunda Aydın Süper Amatör Lig B Grubunda yer alan Aydınspor ligi 5. sırada tamamlamıştır, Aydınspor 1923 ise fikstüre girmesine rağmen ligden çekilmiştir.
2010-2011 sezonunda Aydın Belediyespor'un adı Aydınspor 1923 yapılarak Aydınspor adı profesyonel liglerde kullanılmaya devam edildi.
Lig mücadeleleri.
1990-1993
1966-1984, 1985-1990, 1993-2002
2002-2006
1984-1985, 2006-2009
2025-
2009-2025
Başarıları.
Şampiyonluk (1) : 1989-1990
Şampiyonluk (1) : 1984-1985
Çeyrek final (2) : 1990-1991, 1991-1992
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12172",
"len_data": 3497,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.41
}
|
Aydınbey veya Kıpinovo (Bulgarca: Къпиново "Kapinovo"), Bulgaristan'ın kuzeydoğusundaki Dobruca bölgesinde, Dobriç ili'nin General Toşevo ilçesine bağlı bir Kırım Tatar köyüdür.
Coğrafya.
Aydınbey, Dobruca Ovası üzerinde, çevresi düzlük, güneye doğru hafif eğimli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Köy Kasımköy'ün (General Toşevo) 7 kilometre batısındadır. Köyün birkaç yüz metre batı tarafında Melekler adlı köy bulunmaktadır. Resmi olarak bu iki köy bir köy olarak sayılmaktadır.
Tarih.
Köyün nüfusunu Kırım Savaşı'ndan sonra Kırım'dan göç eden aileler oluşturmaktadır.
Ekonomi.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılık üzerine kurulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12174",
"len_data": 636,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.42
}
|
Animals, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12204",
"len_data": 39,
"topic": "EDUCATION_ACADEMIA",
"quality_score": 1.92
}
|
XML (Extensible Markup Language ya da Türkçesiyle Genişletilebilir İşaretleme Dili), hem insanlar hem bilgi işlem sistemleri tarafından kolayca okunabilecek dokümanlar oluşturmaya yarayan bir işaretleme dilidir. W3C tarafından tanımlanmış bir standarttır. Bu özelliği ile veri saklamanın yanında farklı sistemler arasında veri alışverişi yapmaya yarayan bir ara format görevi de görür. SGML'in basitleştirilmiş bir alt kümesidir.
Gelişimi.
XML'in tasarımcısı, HTML'i de tasarlamış olan Tim Berners Lee'dir. Dilin düzenlenmesi de W3C'nin sorumluluğundadır. Karmaşık kod yazımı şeklinde görünen dizin, aslında bir grafiktir.
Kullanımı.
Günümüzde birçok yazılım, diğer yazılımlarla veri alışverişini XML formatı üzerinden yapmaktadır. Ayrıca XML'i esas format olarak kullanan uygulamalara rastlamak mümkündür. Rastgele veri erişimine uygun olmadığından veritabanı amaçlı kullanılmamaktadır.
Microsoft'un geliştirdiği .NET teknolojisinde kullanılan DataSet nesneleri XML formatındadır. Ayrıca XML, ofis uygulamalarının altyapısı haline getirilmiştir.
İçeriğin, doküman yapısının ve şeklin birbirinden ayrı ele alınması XML'i İçerik yönetim sistemlerinin ideal formatı haline getirmiştir.
XML dosyalarını işleme.
SAX.
Olay tabanlı, sözcüksel işleme. Dosyada içerisindeki her düğüm bir geri-besleme ("callback") fonksiyonu aracılığı ile istemci koda yansıtılır. Bu yapısı nedeniyle oldukça hızlı ve etkilidir, ancak XML dosyasından rastgele düğüm ulaşımı oldukça zordur; Hedef düğüme ulaşmak için, her defasında dosyayı en başından işlemek zorundasınız.
DOM.
Bu teknik tamamen arayüz yönelimlidir. Her düğüm ve parçalarına arayüz aracılığıyla ulaşılır. Rastgele ulaşımda etkili olmasına rağmen, büyük boyutlu dosyalar söz konusu olduğunda oldukça hantaldır ve hafıza tüketiminde fazla talepkârdır.
Örnek.
XML dokumanları ağaç veri yapısında olurlar. Bağımsız imler yapıyı oluştururken, içerik ya imin özelliği olarak ya da iki im arasında gösterilir (bkz. örnek). Yapıyla ilgili ayrıntılar DTD (Document Type Definition) ya da XML Schema adı verilen harici dokümanlar ile tanımlanır. Aşağıdaki örnek bir XML dokümanında verinin nasıl belirtildiğini göstermektedir.
<kullanicilar>
<kullanici id="1">
<ad>A</ad>
<soyad>B</soyad>
</kullanici>
<kullanici id="2">
<ad>C</ad>
<soyad>D</soyad>
</kullanici>
<kullanici id="5">
<ad>E</ad>
<soyad>F</soyad>
</kullanici>
<kullanici id="8">
<ad>G</ad>
<soyad>H</soyad>
</kullanici>
</kullanicilar>
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12207",
"len_data": 2603,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.41
}
|
Yaşar Turna (1931; Arhavi - 1990), Laz kemençeci.
İlk ve ortaöğrenimini Arhavi'de tamamladı. Rizeli bir kemençeciye olan hayranlığı sonunda kemençeye merak saldı. Kemençe çalmaya çok küçük yaşta başlamasına rağmen kısa sürede ustalaştı. Kendi kendine bir kemençe yapıp çalmaya başlayan Yaşar Turna, 18 yaşına geldiğinde artık bir kemençe ustasıydı. “Kemençeci Yaşar” namıyla ünlendi ve bu namı onun asıl adını geride bıraktı. 1970'li yıllardan itibaren “Kemençeci Yaşar” ve “Arkaburi Yaşari (Arhavili Yaşar)” namlarıyla tanındı. Arhavi’de kurduğu Folklor Derneği bünyesinde gençleri halk oyunları konusunda yetiştirdi. Çeşitli halk oyunları ekiplerine Laz horonlarını çalıştırdı. Söylediği geleneksel Laz ezgileri Doğu Karadeniz bölgesinde popüler hale geldi. Türkiye’de “ilk Lazca plağı” çıkartarak (1968) Laz müziğinin tanınmasına büyük katkı sağladı. Derlediği Lazca türküleri, kendisine özgü tavrı ile yorumlayarak o ezgilerin bugüne kadar gelmesini sağladı. Türkiye ve dünyada çok sayıda festivalde horon ekiplerine kemençesi ile eşlik etti. Kemençeci Yaşar, aynı zamanda kemençe yapım ustası idi. Yapım tekniğinde kemençenin klavye kısmını uzun tutarak yaygın olanın aksine melodik yapısını genişletti ve horonun yanı sıra şarkı ve türkülere de eşlik edebilir hale getirdi. 1970'li yılların ortalarından itibaren dönemin Karadeniz müziği yaptığını iddia eden kişilere çok sayıda beste ve Laz müziği derlemelerini verdi. Ancak kayıtlarda hiçbir şekilde Yaşar Turna adı geçmedi. Yaptığı kemençelerle Amerikalı kimi sanatçıların ilgisini çekerek birçok sipariş aldı ve bu sayede kemençenin dünya çapında tanınmasına katkıda bulundu. Birçok ödül, onur belgesi, plaket sahibi olan Kemençeci Yaşar 12 Ekim 1990 tarihinde Arhavi'de öldü. Evli ve beş çocuk babası idi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12210",
"len_data": 1766,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.68
}
|
Erol Koyuncu, (d. 1966, Hopa, Artvin - 30 Ocak 2021) Milli Güreşçi.
Kâmil Türköz, Muharrem Atik ve Rus Sapunov gibi ünlü güreşçilerin antrenörlüğünde güreş çalıştı ve güreş eğitimi aldı. Avrupa dünya çapında birçok başarı ve şampiyonluklar kazandı.
Tek kol, çırpma, bele girme, kontra teknikler kendisine has, iyi uyguladığı güreş teknikleridir. Rize Çaykur Spor Kulübünde güreş çalışmalarına devam etmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12211",
"len_data": 408,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.33
}
|
Halide Nusret Zorlutuna (1901, İstanbul - 10 Haziran 1984, İstanbul), Türk şair, yazar, öğretmen.
"Kadın yazarların annesi" olarak anılır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Anadolu'nun birçok yerinde öğretmenlik yaptı. Öğretmenlik yıllarında öğrencileriyle edindiği tecrübeleri “"Benim Küçük Dostlarım" ” adını verdiği kitapla anlattı. Hece ölçüsünde hamasi şiirleri ve konuşulan Türkçe ile yazılmış romanları vardır. Romancı Emine Işınsu'nun annesi, yazar İsmet Kür'ün (1916–2013) ablası ve yazar Pınar Kür'ün teyzesidir.
Yaşamı.
1901 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Erzurumlu Zorluoğulları ailesinden gazeteci "Mehmet Selim" (daha sonraki adı ile "Avnullah Kâzımî" Bey), annesi Ayşe Nazlı Hanım'dır. Gazeteci Süleyman Tevfik Özzorluoğlu ise amcasıdır. Halide Nusret'in babası Avnullah Kazimi Bey, 1908 yılında ""Fedekeran-i Millet Cemiyeti" adlı bir siyasi parti kurup muhalefete başladığı için İttihat ve Terakki Partisi yönetimi tarafından yıllarca sürgün ve zindan hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştı; bu nedenle Halide Nusret çocukluğunda babasını çok az görebildi. Annesi, dedesi ve dayısı ile yaşadı. İlk eğitimini annesinden aldı.
Avnullah Bey bir süre siyasetten çekilmeyi kabul edip Kerkük'te mutasarrıf olarak görevlendirildiğinde ailecek Kerkük'e gittiler. Halide Nusret, bu dönemde özel hocalardan ders alarak Arap ve İran dillerindeki bilgisini geliştirdi. Kardeşi İsmet, birkaç ay Bağdat’ta misafir oldukları sırada dünyaya geldi. Kerkük'teki çocukluk yıllarını "Bir Devrin Romanı" adlı anı kitabında aktardı.
Aile, I. Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a döndükten sonra Halide Hanım Erenköy Kız Lisesine devam etti. Bu okulda orta tahsilini yapmakta iken babasını kaybetti. Babasının ölümü üzerine yazdığı "Ağlayan Kahkahalar"" adlı yazısı 1917 yılında Talebe Defteri adlı derginin yarışmasında birinci olup yayımlanınca edebiyat dünyasına adım atmış oldu.
Lise öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. Ekonomik koşullar nedeniyle çalışmak zorunluluğu doğunca Darülmuallimat sınavlarına girdi ve öğretmen olma hakkını elde etti. Öğretmenlik mesleğini çok sevdi ve kendisinin öğretmen olmak için yaratıldığı inancını her zaman ifade etti. 1919'da Özel Âşiyan İdadisi’ne İstanbul'da öğretmenlik yapmaya başladı; ardından kısa bir süre Posta-Telgraf Kalem-i Mahsusu'nda çalıştı. 1921'de İngilizce ve edebiyat dersleri verirken bir yandan İstanbul Darülfünun'da Tarih Bölümü'ne devam etti, özel olarak İngilizce öğrendi.
Öğretmenlik hayatı.
Halide Hanım, 1924'te "Edirne Muallim Mektebi"'nde başladığı öğretmenlik görevini Kırklareli, Kars, Ardahan, Urfa, Karaman, İstanbul ve Ankara gibi yurdun çeşitli yerlerindeki liselerde sürdürmüştür.
Edirne'de öğretmenlik yapmakta iken 1926 yılında Dördüncü Süvari Alayı binbaşısı "Aziz Vecihi Zorlutuna" ile evlendi. Evlilik hayatı, eşinin 45 yıl sonraki vefatına kadar sürmüş, çiftin 1930'da oğulları Ergün, 1938'de kızları Emine dünyaya gelmiştir.
Edirne'deki üç yıllık öğretmenliğinin ardından İstanbul Kız Lisesi’ne atanarak eşiyle beraber İstanbul’a taşındı. Şükûfe Nihal’le dostluğunun temelleri bu sırada atıldı. Yedi yıl İstanbul'da öğretmenlik yaptıktan sonra şark hizmeti isteyerek Kars'a atandı. Kars’taki memuriyetinden sonra eşinin ardı sıra Karaman’a, Urfa’ya gitti, dört yıl Urfa'da öğretmenlik yaptı. 1948 yılından itibaren Ankara'da öğretmenlik yaptı. 1957'de Ankara Kız Teknik Öğretmen Okulu'nda çalışmaktayken kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Öğretmenlikle ilgili anılarını "Benim Küçük Dostlarım" adlı kitabında topladı.
Edebî hayatı ve faaliyeti.
Halide Nusret, "Küller" adlı ilk romanını 19 yaşında iken kaleme almıştı. "Milli Mecmua", "Türk Kadını", "Kadınlar Dünyası", "Aydabir", "Salon Mecmuası", "Çınaraltı", "Çağrı", "Hilâl", "Defne", "Hisar", "Ayşe", "Töre", "Türk Edebiyatı" dergilerinde ve "Vakit", "Zafer", "Kudret," "Haber", "Yeni İstanbul", "Sabah", "Hürriyet" gazetelerinde yazılar yayımladı. 1923'te yayımladığı "Hanım Mektupları" adlı eseri ile edebiyat dünyasında ilgi uyandırdı.
Şiir zevkinin annesi Ayşe Nazlı Hanım sayesinde oluştuğunu ifade etmiş olan Halide Hanım, şiir yazmaya mütareke yıllarında başladı. Türk Kurtuluş Savaşı'nın etkisi ve heyacanıyla millî edebiyat akımına katıldı. Millî duygularla kaleme aldığı “Git Bahar" adlı şiiri tanınmasını sağladı. Millî edebiyat akımı içinde değerlendirilen şiirlerinde hececi anlayışa bağlı kaldı. Ünlü şair Yahya Kemal'in şiirlerini ezberlediği ender şairlerden birisi olarak bilinir.
Halide Nusret'in sahnelenmemiş ancak basılmış piyesleri de vardır. Bazılarının adları şunlardır: "Hatırsaymaz Kaymakam", "Peçe ve Kafes", "Rüzgârdaki Yaprak", "Suçlu Kim?", "Asıl Aşk", "Ali Ustanın Torunları", "Gecekondu Gülleri".
Sosyal Hayatı ve faaliyeti.
Halide Nusret, genç yaşlarından itibaren sosyal kuruluşlarda ve hayır cemiyetlerinde çalıştı. Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları, Halkevleri, Muallimler Birliği, Yardım Sevenler Derneği, Söroptomistler, Çocuk Haklarını Müdafaa Cemiyeti ve Çocuk Esirgeme Kurumu(Himaye-i Etfal Cemiyeti) yönetim kurullarında uzun yıllar hizmet verdi. 1959'da Türk Anneler Derneği'ni kuruluşuna öncülük etti.
1975 yılı Birleşmiş Milletler tarafından “kadın yılı” olarak ilan edildiğinde “Kadının Sosyal Hayatını İnceleme ve Araştırma Derneği” tarafından düzenlenen sergi ve toplantıda Halide Nusret'e “"Ümmü'l-Muharrirat"” (kadın yazarların annesi) unvanı verildi. 1976'da 75 yaşını doldurması nedeniyle onuruna jübile düzenlendi. Oturduğu sokağın adı “Şairler Sokağı” 1983 yılında ise Basın Yayın Genel Müdürlüğü ile Türk Basın Birliği tarafından “Basın Mesleği’nde 50 Yıl Şerefli Hizmet” belgesiyle plaket verildi.
Ölümü.
Halide Nusret Zorlutuna, 10 Haziran 1984 günü İstanbul'da öldü. Cenazesi Cebeci Mezarlığı'na defnedildi.
Halide Nusret Zorlutuna Özel Arşivi Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı'ndadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12223",
"len_data": 5887,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.51
}
|
Stefanos Yerasimos (1942, İstanbul - 20 Temmuz 2005, Paris), Rum asıllı Türk ve Fransız tarihçi.
Hayatı.
İstanbul'da 1942 yılında doğan Yerasimos, 1966 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin yüksek mimarlık bölümünden mezun oldu. Fransız Şehir Planlama Enstitüsü diploması alan Yerasimos, 1973 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde "Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye" konulu doktora tezi verdi. Yerasimos, 1986 yılında ise "Osmanlı İmparatorluğu'nda Gezginler" konulu ikinci bir doktora tezi yazdı. Paris Üniversitesi'nin şehircilik bölümüne 1972 yılında öğretim görevlisi olarak giren Yerasimos, 1989 yılında aynı üniversiteden profesör unvanı aldı. Fransa'da Yves Lacoste'un davetiyle jeopolitik ve coğrafya üzerine yayın yapan Herodote dergisinin yayın kuruluna katıldı. Türkiye'de 1994-1999 yıllarında İstanbul'daki Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünün yöneticiliğini yaptığı gibi Tarih Vakfının kuruluş ve gelişim aşamasına da katkıda bulunmuştur.
Coğrafyacı Yves Lacoste'a göre, Yerasimos kişiliğinde, jeopolitik alanında karşılıklı ya da çok taraflı anlaşmazlıkların neden olduğu güncel trajik sorunları açıklarken ciddi ve ihtiyatlı bir tutuma sahipti ve bunun nedeni Yerasimos'un kendi deyimiyle "imparatorluklar başkenti İstanbul'un" Rum ailelerinden birinden gelmiş olmakla kazandığı dünya görüşü ve kimlikti.
Stefanos Yerasimos, yakalandığı kanserden 20 Temmuz 2005'te Paris'te öldü. Ölümünün ardından Türkiye'de hâlen çeşitli yayın ve etkinliklerle anılmaktadır.
Tarih vakfı.
Orhan Siller, Tarih Vakfının kuruluş ve gelişme aşamasında Yerasimos'un katkılarına dair anılarını Toplumsal Tarih'in Aralık 2015'teki yayında bir yazı ile paylaşmıştır.
Yayınlar.
Stefanos Yerasimos'un çok sayıda Fransızca ve Türkçe araştırma ve makaleleri bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12225",
"len_data": 1764,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.63
}
|
Bilgisayar kasası, içine yerleştirilecek olan bilgisayar bileşenlerini dışarıdan gelebilecek fiziksel darbelere karşı korur, elektriksel olarak yalıtır, sahip olduğu fanlarla içerideki sıcak havayı dışarı atar. İçinde 1 anakart takma tepsisi, güç kaynağı yuvası, sabit disk ve CD-ROM sürücü gibi aygıtların yerleştirilebildiği 5,25 ve 3,5 inçlik yuvalar, arka tarafında soket boşlukları vardır.
1 tane yeniden başlatma, 1 açma düğmesi ve 1 tane de kilit düğmesine sahip olabilir. Yatay ("pizza kutusu") ve dikey ("kule") yerleştirilebilenleri, alüminyum veya çelikten yapılanları, farklı boylarda olanları vardır. Bilgisayar kasası bilgisayarın aynı zamanda sistem birimidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12232",
"len_data": 675,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.43
}
|
Stephen Appiah (d. 24 Aralık 1980, Akra), Ganalı eski futbolcudur.
Kulüp kariyeri.
Futbola Gana takımlarından "Hearts of Oak" kulübünde başlamıştır. Daha sonra Fatih Terim tarafından Galatasaray'ın alt yapısına transfer olmuştur. Tamer Güney'in verdiği rapor sonucu gönderilmiştir. 1999 yılında İtalya'nın Udinese takımına transfer olmuştur. 3 sezon oynadıktan sonra 2000-2001 sezonunda Parma'ya geçmiştir. 2 sezon ardından 1 yıllığına Brescia'ya kiralanmıştır. 1 yıl oynayıp sezon başında ise İtalyan kulübü Juventus'a transfer olmuştur. 2 sezon Juventus'ta oynadıktan sonra Appiah takımdan ayrılmış ve 2005-2006 sezonunda Fenerbahçe'ye 8 Milyon Euro bonservis bedeli karşılığında transfer olmuştur. 1 yılı opsiyonlu 5 yıllık şözleşme imzalamıştır.
Gana millî takımının kaptanlığını yapmıştır. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda takımının 2. tura çıkmasında başrolü oynamıştır.
Fenerbahçe'nin "100. yılında" şampiyon olduğu kadrodaki en önemli oyuncularından biri olmuştur. Damarlarındaki sorun nedeniyle 2006-2007 sezonunun bitişiyle ameliyat olmuş uzun bir süre sahalardan uzak kalmıştır. 2007-2008 sezonun ortalarına doğru sahalara geri dönmüş ancak çok geçmeden tekrar sakatlanmıştır. Sakat olduğu dönemlerde yönetimin ilgisizliğinden şikayet eden Appiah, tedavi sürecinde kulüp doktorlarının yanlış teşhis koyduğunu ve bu sebeple sakatlığı atlatamadığını ifade etmiştir. Fenerbahçe Appiah'ı İstanbul'da tedavi edebilmek için ikna etmeye çalışmış ancak Appiah Türkiye'ye geri dönmek istemediğini belirtince Fenerbahçe FIFA'ya başvurmuştur. Fenerbahçe'nin başvurusu ile yabancı kontenjanında yer açabilmek için 15 Ocak 2008 tarihinde lisansı dondurulmuştur. FIFA 2008 yılının Haziran ayında kararını açıklamış ve Appiah'ın Fenerbahçe'yle olan sözleşmesini feshetmiştir. Ocak 2009'da FIFA İhtilaf Çözüm Komitesi Appiah'ın Fenerbahçe'ye 2.2 Milyon Euro tazminat bedeli ödemesine karar vermiştir.
Appiah 2009-2010 sezonunun ortalarına doğru Bologna ile anlaşmıştır. 2010-2011 sezonunda Serie A ekiplerinden Cesena formasını giydikten sonra İtalyan kulübü ile sözleşmesi sona eren Stephen Appiah, Sırbistan'ın Sırbistan Süper Ligi 2010-11 sezonu 3.'sü Vojvodina takımına 3 yıllık imza attı.
1 Ağustos 2014'te futbol hayatını noktalamaya karar vermiştir.
Millî takım kariyeri.
1996 yılından beri millî takım formasını giymektedir. 2006 yılında ilk defa katıldığı Dünya Kupası'nda Gana'nın kaptanı ve 10 numarası olarak kadroda yer almıştır. Gana ilk iki maçında İtalya'ya 2-0 yenilmiş Çek Cumhuriyeti'ni aynı skorla mağlup etmiştir. Gana'nın gruptan çıkabilmesi için, E Grubu'ndaki son maçında mutlaka 3 puan alması, yani Amerika'yı yenmesi gerekmektedir. 22. dakikada Draman'ın golüyle öne geçen Gana, Amerikalı Dempsey'in 43. dakikadaki golüne engel olamamıştır. 45+2'de penaltı kazanan Gana, Appiah'ın kullandığı penaltıyla maçı 2-1 kazanmış ve gruplarda İtalya'nın ardından 2. olarak çıkmış ancak Son 16'da turnuvanın favorilerinden Brezilya'ya 3-0 yenilerek elenmiştir. 2010 Dünya Kupasına çağrılmasıyla birlikte takımda ağabey görevi de yapmıştır. 24 Ağustos 2010 Salı günü, millî takımı bıraktığını açıklamıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12233",
"len_data": 3110,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.27
}
|
Bilgisayarlarda kullanılan (manyetik veri depolama ortamları) disketler üzerinden okuma/yazma işlemi yapan aygıttır. İngilizce adı "Floppy Disk Drive" 'dır. Gelişen teknolojiyle birlikte kapasite ve hız olarak antika durumundadır. Fakat yine de en yeni bilgisayarlarda bile bulunur, çünkü bir bilgisayardan diğerine anlık dosya aktarımı veya az yer kaplayan dokümanların yedeğini alma veya Sistem Açılış/Kurtarma Disketi olarak kullanıldığında hala işe yararlıdır
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12235",
"len_data": 463,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.65
}
|
Joystick, oyun çubuğu, Kontrol Kolu, Yönetim Kolu veya İdare Çubuğu esasen kontrol çubuğu anlamında, video oyunlarında kontrol sistemini oluşturan, oyunu oynatan ve modeline göre giriş, çıkış ve algılama fonksiyonu olan kontrol aracıdır.
Son nesil Joystick.
Son nesil joysticklere en iyi örnek Japonya'da 14 Temmuz 2008'de çıkan Nintendo'nun Wii Motion Plus'ını örnek gösterebiliriz. Çıkış haftasında 65.000 kadar satışı olmuştur. Bu yeni nesil joystick daha karışık hareketleri yakalamayı mümkün kılmaktadır. Cihaz sadece kendi işlevselliklerinin kullanabileceği özel olarak geliştirilmiş oyunlarda (örneğin Guitar Hero) elverişlidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12237",
"len_data": 635,
"topic": "GAMING",
"quality_score": 3.57
}
|
Nicolas Sébastien Anelka (d. 14 Mart 1979, Le Chesnay), Fransız eski futbolcudur.
Kariyeri.
Altyapı eğitimini Clairefontaine futbol akademisinde aldıktan sonraki profesyonel futbolculuk kariyerine PSG'de başlamıştır. Çok geçmeden yeteneği Arsène Wenger tarafından fark edilip henüz 18 yaşında iken Arsenal'e transfer olmuştur. İlk başlarda forma şansı bulamasa da bir süre sonra 11`de sahaya çıkmaya başlayan Anelka Arsenal'ın o sene hem lig hem de federasyon kupasını kazanmasına katkıda bulunmuştur. 1998-1999 sezonunda başarısını sürdüren Anelka, yılın en iyi genç futbolcusu ödülünü almıştır. Arsenal'da oynadığı 2 sezonda 23 gol atarak dünya devlerinin dikkatini çekmiştir. 1999 yılına gelindiğinde Anelka, Arsenal ile sorunlar yaşamaya başlamış kısa bir süre sonra 22.3 milyon sterlin gibi bir rakama Real Madrid'e transfer olmuştur.
Real Madrid'de 20 yaşında gitmiş, takımının UEFA Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmasına yardımcı olmuş ancak takım arkadaşlarıyla ve basınla olan sorunları yüzünden bir sene sonra, PSG'ye 20 milyon sterline transfer olmuştur.
Anelka klasiği haline gelen uyumsuzluk ve mutsuzluk burada da kendini göstermiştir. PSG'den ayrılmak istemesi sonucu 2002`de Liverpool takımında kiralık oynamaya başlamış ama takımdaki yerinin tam olarak garantilenememesi ve Liverpool ile mukavelede anlaşma sağlanamaması yüzünden 13 milyon sterline Manchester City'ye transfer olmuştur.
Ayrıca Anelka, Fransa ile birlikte 2000 Avrupa Kupası şampiyonluğu yaşamış ve final maçında ilk 11'deki yerini almıştır. İlk 11'in vazgeçilmezi olan Anelka, zamanın Fransa millî futbol takımı hocası Jacques Santini ile sorunlar yaşamış ve uzun bir süre millî takım formasını giyememiştir.
Anelka, 2003-2004 sezonu Manchester City'nin en golcü oyuncusu olmuş fakat Manchester City'nin büyük hedeflerinin olmaması ve özellikle o sezon sonunda ligi 16. sırada bitirmesi, ertesi sezon ortası da orta sıralarda seyretmesi Anelka`nın takımdan ayrılma sürecini hızlandırmıştır.
27 Ocak 2005 tarihinde Fenerbahçe'ye transfer olmuştur. 31 Ocak'ta resmi sözleşmeye imza atmıştır. Türkiye'ye gelen en kariyerli futbolculardan biri olan Anelka, 2005-2006 sezonuyla birlikte kendini tam anlamıyla göstermeye başlamış ve yeniden millî takıma kadar yükselmiştir. Ancak, geçmiş dönemde yaşadığı sorunların bir benzerini Fenerbahçe'de de yaşayarak 2006-2007 sezonunda 12 milyon euro karşılığında Bolton'a transfer olmuştur.
2007-2008 sezonu devre arası transfer döneminde 21 Milyon Euro karşılığında Chelsea ile 4,5 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2008-2009 sezonunda Premier League'de kaydettiği 19 golle gol kralı olmuştur. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda Fransa-Meksika maçının devre arasında teknik direktör Raymond Domenech'e küfür ettiği üzere çıkan söylentiler sonucu millî takım kampından gönderilmiştir. Bu davranışı disiplinsizlik olarak değerlendiren Fransa Futbol Federasyonu, Anelka'ya 18 maçlık ceza vermiştir. Bunun ardından Chelsea, Anelka'ya konuşma yasağı getirmiştir. Sözleşmesi, 2012'ye kadar uzatılmıştır.
Shangahi Shenhua FC.
1 Ocak 2012 tarihinde Congguo Cuçio Şiehui Çaoci Liensai ekibi Shanghai Shenhua'yla sözleşme imzalamıştır. Anelka, burada 22 maça çıkarak 3 gol ve 7 asist yapmıştır
Juventus FC.
27 Ocak 2013 tarihinde İtalya Serie A ekibi Juventus'a 5 aylığına kiralanmıştır. Juventus'da sadece 2 maç görev almış ve kontratının bitişiyle ayrılmış ve West Bromwich Albion ile anlaşma sağlamıştır.
West Bromwich Albion.
Nicolas Anelka West Bromwich ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştır. Burada 1 ay top koşturduktan sonra 22 Ağustos 2013 günü futbol hayatını sonlandırma kararı almıştır. Bir açıklamasında ise, "Menajerim öldü sahalar artık bana göre değil" demiştir.
Mumbai City FC.
Kısa bir aranın ardından futbola yeniden dönen Anelka, Eylül 2014'te Hindistan Süper Ligi ekibi Mumbai City FC takımına transfer oldu. Burada bir sezon forma giymesinin ardından futbol kariyerine kesin olarak nokta koydu.
Emeklilik.
Bir oyuncu olarak futboldan emekli olduktan sonra, Anelka, Şubat 2017'de Hollanda Eredivisie takımı Roda JC'nin teknik personeline katıldı ve arkadaşına ve kulübün hissedarı Aleksey Korotaev'e yardım etmek istediğini iddia etti. Kasım 2018'de Lille'nin gençlik takımının antrenörü olarak göreve başladı. 3 Şubat 2021'de Mourad Boudjellal'in yeni mülkiyeti altındaki Fransa'nın 4. lig takımlarından Hyères FC'nin spor direktörü oldu. Üç ay sonra, 4 Mayıs 2021'de, Fransa'daki COVID-19 salgını nedeniyle görev yaptığı süre boyunca hiç maç ɡöremeden takımdan ayrıldı.
Özel hayatı.
Anelka, Barbara Tausia adlı Belçikalı bir koreograf ile evlidir. Birlikte 2010 doğumlu ve 2008 doğumlu iki oğlu bulunmaktadır. 2002 yılı yapımı film olan Le Boulet'te Nicolas isimli bir futbolcu olarak rol almıştır. Anelka, futboldan emekli olduktan sonra film endüstrisinde çalışmak istediğini belirtmiştir.
Nicolas Anelka bazı çocukluk arkadaşları ile din konusunu tartıştıktan sonra, 2004 yılında, Birleşik Arap Emirlikleri'nde İslam dinini kabul ederek "Abdul-Selam Bilal" olarak Müslüman ismini almıştır. Başlangıçta, Anelka BAE'nde oynamak için Avrupa'da futbol oynamayı bırakmayı kabul ederek: "Ben burada kalmak ve BAE'nde bir kulüp'de oynamak için hazırım ve İngiltere ya da Fransa'ya dönmek için istekli değilim" ifadesini kullanmıştır Ancak, bu isteği o dönem gerçekleşmemiş ve onun yerine Türkiye'ye taşınmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12238",
"len_data": 5327,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.42
}
|
Paul Graham (d. 13 Kasım 1964, Weymouth), İngiliz programcı, deneme yazarı ve risk sermayesi yatırımcısı. Özellikle Lisp üzerine çalışmalarıyla tanınan ve denemeler yazan Graham, teknoloji şirketleri kurmuş bir girişimci ve aynı zamanda teknoloji şirketlerine yatırım yapan risk sermayesi yatırımcısıdır.
Akademik çalışmaları.
"ON Lisp", "Hackers and Painters" ve "ANSI Common Lisp" gibi programcılığa dair kitapların yazarıdır.
Anlaşmazlık Hiyerarşisi.
Graham 2008'de kendi sitesinde yazdığı bir yazıda "karşıt görüşte olmak" temalı 7 basamaktan oluşan bir "anlaşmazlık hiyerarşisi" önermiştir. Piramit basamaklarının taradığı alan, ilgili basamağı kullanan kişi sayısı hakkında da kabaca bilgi veriyor sayılabilir. Piramitin üstüne doğru ilerledikçe ikna edicilik ve bilgi yoğunluğu açısından bir artış gözlemleyebiliriz.
DH0. Hakaret
Anlaşmazlığın en alt seviyesi ve muhtemelen en yaygın olanıdır. Herhangi bir kanıt veya argüman içermeyen kişinin doğrudan şahsını hedef alan hakaret etmeye yönelik sözlerdir.
Örneğin, "Sen bir zibidisin, seni ahmak!" veya "Bu yazar kendini beğenmiş bir amatörün ta kendisidir."
DH1. Ad Hominem
Anlaşmazlık hiyerarşisinin 2. basamağıdır ve çok yaygın görülen bir argümantasyon şeklidir. Tartışmanın konusundan ziyade iddiayı ortaya atan kişiye ve karakterine yönelik sözlerdir. Anlaşmazlığın çok zayıf bir şeklidir. Yazarın argümanını yalanlamaz ve tartışmaya bir değer katmaz.
Örneğin, bir milletvekili, milletvekili maaşlarının artmasını talep eden bir yazı yazdığında içeriğe ve nedenine bakmadan "Tabii ki artmasını isteyecek, o bir milletvekili" diyerek argümana herhangi bir delil olmadan, sırf kişinin mesleği sebebiyle karşı çıkılması buna anlaşmazlığa bir örnektir.
DH2. Yazım Tarzını Eleştirme
Yazarın ve argümanın kendisine yönelik değil de yazının üslubunu eleştiren sözlerdir. Yazarın kendisine saldırmaktan daha iyi olsa da zayıf bir argümandır.
Örneğin, "Yazarın akıllı tasarımı bu denli laubali bir şekilde reddettiğine inanamıyorum."
DH3. Yalanlama
Bu aşamada nasıl ve kim tarafından söylendiğinden ziyade nihayet argümanın kendisine yönelik eleştiriler görülmeye başlanır. Çok az ya da hiç destekleyici kanıt olmadan yapıldığı için zayıftır. Çoğunlukla "Yazım Tarzını Eleştirme" anlaşmazlığı ile beraber görülür.
Örneğin, "Yazarın akıllı tasarımı bu denli laubali bir şekilde reddettiğine inanamıyorum. Akıllı tasarım mantıklı bir bilimsel teoridir." Bu noktadan sonra bir açıklama gelmediği için bu sadece bir yalanlamadır.
DH4. Karşı Argüman
Bu seviye ikna edici anlaşmazlığın görüldüğü ilk seviyedir. Karşı argüman yalanlama argümanına (DH3) ek olarak bir nedensellik ve(ya) ek kanıtlar ortaya koyar. Karşı argüman bir şeyler ispatlayabilir. Ancak birçok durumda ispatlanan şey ilk argümanın yanlışlığı ya da tersi değildir. Bazen birbirlerinin fikrine bile katılıyor olabilirler. Karşı argümanın özelliği doğrudan hedefe yönelmektense hedefi destekleyen şeyleri hedef alıp onların yanlışlığını ispat ederek esas argümanı zayıflatmaktır.
Örneğin, "Yazarın akıllı tasarıma yönelttiği eleştiriler haklı değil ve temelsiz, çünkü..." şeklinde giden cümleler karşı argümana örnek gösterilebilir.
DH5. Çürütme / Aksini ispat etme
Anlaşmazlığın en ikna edici seviyesidir. Anlaşmazlığa düşülen kısmın neden hatalı olduğunu kanıtlarla göstermek ve konuyla ilgili alıntılar yapmak gerekir. Çürütme genellikle alıntı yapmayı gerektirse de, alıntılama mutlaka çürütme anlamına gelmez. Bazı yazarlar haklı çürütme görünümü vermek için katılmadıkları şeylerin bazı kısımlarını alıntılarlar ve bunu yaparken yalanlama argümanı (DH3) veya daha alt seviyelere düşebilirler.
DH6. Ana Fikri Çürütme
Anlaşmazlığın en güçlü ve en ikna edici seviyesidir. Doğrudan argümanın ana fikrini çürütmeye yöneliktir. Yazarı ufak rakamsal hatalarını, noktalama işaretlerini veya dilbilgisini düzeltme gibi itibarsızlaştırmaya yönelik hareketlerdense kanıt ve alıntılarla doğrudan ana fikri çürütmeye çalışmaktır.
Örneğin, "Yazarın ana noktası "..." gibi gözüküyor ve bu konuda şunu diyor "...". Oysa bu argüman aşağıdaki sebeplerden dolayı hatalıdır ..."
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12241",
"len_data": 4080,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.29
}
|
İnşaat mühendisliği, ve tekniği en iyi şekilde bir araya getiren, yapıların plan, proje, yapım ve denetlenmesiyle uğraşan temel mühendislik dalıdır. İnşaat mühendisleri her türlü bina, baraj, havaalanı, köprü, yol, su kemerleri, liman, kanalizasyon, su şebekesi, tünel, konvansiyonel ve yüksek hızlı demiryolu projeleri, metro vb. hizmet ve endüstri yapılarının planlanması, projelendirilmesi, yapımı ve denetimi konuları ile ilgili eğitim ve araştırma yapar. Mühendisliğin anası olarak da kabul edilen inşaat mühendisliği askerî mühendislikten sonra gelen en eski temel mühendislik dalıdır ve İngilizce kelime anlamı "civil engineering" ilk olarak 18.yy. da askerî olmayan mühendislik çalışmalarını askerî mühendislikten ayırabilmek için kullanılmıştır. İnşaat mühendisliği kurucu mühendislik alanlarının başında gelir. İnşaat mühendisliği geniş bir alanı kapsadığından çeşitli dallarda uzmanlaşma gereği duyulmaktadır. Bu alanların başlıcaları, çevre mühendisliği, geoteknik, belediye ya da kentsel mühendislik, kıyı mühendisliği, ölçme bilgisi, yapı mühendisliği, temel mühendisliği, su mühendisliği, malzeme bilimi, ulaştırma mühendisliği vb. konulardır.
İnşaat mühendislik mesleğinin tarihi.
İnşaat mühendisliği, insan varlığının başlangıcından beri hayatın bir unsuru olmuştur. İnşaat mühendislik biliminin ilk örnekleri, M. 4000 ve MÖ 2000 yılları arasında Antik Mısır ve Mezopotamya (Eski Irak) bölgelerinde, insanların göçebe hayatı terk ederek, barınak yapımı ihtiyacı doğduğu sıralarda başlamış olabilir. Bu süre zarfında, tekerlek ve yelken gelişimiyle birlikte ulaşım, önemi gitgide artan bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Modern zamanlara kadar inşaat mühendisliği ve mimarlık arasında net bir ayrım yoktu. Dönemin inşaat mühendisleri ve mimarları için genellikle aynı kişiye atıfta bulunularak birbirinin yerlerine kullanıldı. Mısır'daki piramitlerin yapımı (yaklaşık M. Ö.2700-2500) büyük yapı inşaatlarının ilk örneklerindendir. Diğer antik tarihi inşaat mühendisliği yapıları Antik Yunanistan'da yapılan Athena tapınağı Parthenon (MÖ 447-438), Roma mühendisleri tarafından yapılan Appian Yolu (MÖ 312), Çin İmparatoru Shih Huang Ti'nin emriyle General Meng t'ien tarafından yapılan Çin Seddi (MÖ 220) ve Sri Lanka'nın Anuradhapura şehrinde bulunan Jetavanaramaya buda anıtı (3. yy) olarak sayılır.
İnşaat mühendislik biliminin dünya üzerinde öncü okulu olarak Fransa'da Köprü ve Otoyol Kolordu'sundan ayrılarak 1747 yılında büyüyüp Köprü ve Karayolları Ulusal Okulu ismini alan okulu örnek verilebilir. Bu okulun öğretmenleri hidrolik, makine mekaniği ve malzeme biliminde ana standartlar hâline gelen kitaplar yayınladılar. İhtiyaçtan dolayı tasarım, hesaplama, amprik formüller gibi kavramları kendi kendini yetiştirerek kullanan sivil halkın içerisinden asker olmasalar da mühendislik yapan kişiler oluştu. İngiltere'de James Brindley bir değirmenci olarak başladı ve yüzyılın önde gelen kanal üreticisi hâline geldi, John Rennie değirmenci çırağı iken Yeni Londra Köprüsünü inşa etti. Bir taş ustası olan Thomas Telford, İngiltere'nin önde gelen karayolu üreticisi oldu.
İnşaat mühendisliği terimi ise dünyada ilk olarak "civil engineering" şeklinde 18. yüzyılda, askerî mühendislik eylemlerinden farklı olarak sivil halkın mühendislik hareketlerini betimleyebilmek için kullanıldı. Eddystone Fenerini inşa eden John Smeaton, kendi kendine inşaat mühendisi diyen ilk kişi olarak tarihe geçti. 1771 yılında Smeaton ve birkaç arkadaşı, mesleğin önde gelenlerinin akşam yemeklerinde buluşarak bir araya geldiği, "Smeatonian İnşaat Mühendisleri Derneğini" kurdular. Bazı teknik buluşmalar oluştuysa da bu grup küçük bir sosyal grup olmaktan öteye gidemedi.
1818 yılında inşaat mühendisleri kurumu Londra'da kuruldu ve 1820 yılında ünlü mühendis Thomas Telford ilk başkanı oldu. Kurum 1828 yılında, inşaat mühendisliğinin resmen bir meslek olarak tanınması ile kraliyet imtiyaz namesini kazandı. İnşaat mühendisliği ise aşağıdaki şekilde tanımlandı;
"(İnşaat mühendisliği) hem iç hem dış ticaret için; dahili etkileşim ve alışveriş için yol, köprü, kanal, ırmak taşıması ve iskelelerin inşasının uygulamasında; liman, rıhtım, dalgakıran, deniz fenerlerinin inşasında; ticaret amacıyla yapay güç ile dolaşım sanatında; ve makinelerin uygulama ve inşasında; ve şehir ve kasabaların drenajında (boşaltımında); ülkelerde üretim ve ulaşımın araçları olarak, doğanın büyük güç kaynaklarını insanın kullanımı ve faydasına yönlendirme sanatıdır."
ABD'de inşaat mühendislik eğitimi veren ilk özel üniversite Yüzbaşı Alden Partridge tarafından 1819 yılında kurulan Norwich Üniversitesi oldu. Amerika'da inşaat mühendisliğinde ilk derecelendirilen mühendis 1835 yılında Rensselaer Polytechnic Enstitüsü tarafından ödüllendirildi. Ödül alan ilk kadın mühendis ise 1905 yılında Cornell Üniversitesi tarafından ödüllendirilen Nora Stanton Blatch oldu.
İnşaat mühendislik biliminin tarihi.
İnşaat mühendisliği, fiziksel ve bilimsel ilkelerin uygulamasıdır ve (inşaat mühendisliğinin) geçmişi, karmaşık bir şekilde, tarih boyunca devam eden fiziksel ve matematiksel yaklaşımın gelişimiyle ilintilidir. İnşaat mühendisliği, birkaç ayrı uzmanlaşmış alt bilimler de dahil olmak üzere oldukça geniş çaplı bir meslek olduğu için, tarihi, malzeme bilimi, coğrafya, jeoloji, toprak, hidroloji, çevre, mekanik ve diğer birçok alanlardaki bilgi birikimiyle bağlantılıdır.
Eski ve Orta Çağ tarihi boyunca, en önemli mimari tasarım ve yapılar, zamanla yükselerek baş mimar haline gelen, taş ustaları ve marangozlar gibi zanaatkârlar tarafından yapılmıştır. Tecrübeler saklanır hale gelmiş ve nadiren kendi yerine geçecek çıraklara aktarılmıştır. Halihazırdaki yapılar, yollar ve altyapı uygulamaları tekrar edilerek katlanarak artan bir şekle gelmiştir.
Tarihte incelendiğinde İnşaat mühendisliğinin fizik, matematik vb. konulara ait kavramların uygulaması olduğu görülmektedir. Bu yüzden geçmişi de matematik ve fizik ile birlikte değerlendirilir. Fiziksel ve matematiksel problemlere, inşaat mühendisliği için uygulanabilir olan bilimsel yaklaşımın ilk örneklerinden biri, MÖ 3. yüzyılda Arşimetin yüzdürme anlayışımızın temelini oluşturan Arşimet Prensibi ve Arşimet Vidası gibi pratik çözüm eserleridir. Bir hint matematikçisi olan Brahmagupta ise M.S. 7. yüzyılda kazı hesaplamaları için Hindu-Arap rakamlarına dayalı aritmetiği kullanmıştır.
İnşaat mühendisi.
Eğitim ve lisans.
İnşaat mühendisleri, inşaat mühendisliği için önemli olan tipik bir akademik dereceye sahiptirler. Böyle bir derece için alınan eğitimin uzunluğu genellikle 3-5 yıldır. Bazı üniversitelerde Fen Bilimleri Lisansı olarak tayin edilirken, genellikle tamamlanan derece, Mühendislik Lisansı olarak geçmektedir. Verilen bu derece, fizik, matematik, proje yönetimi, tasarım ve inşaat mühendisliği spesifik konularını kapsayan üniteleri içerir. Başlangıçta bu tür konular inşaat mühendisliği alt mühendisliklerinin, hepsi değilse de, birçoğunu kapsamaktadır. Lisans eğitiminin sonlarına doğru ise, öğrenciler bir veya daha fazla alt mühendisliklerde uzmanlaşma seçerler. Lisans derecesi (ing: BEng/BSc) almış öğrenciler mühendislik hizmetleri verebilmek için resmen tanınmış olsa da, bazı üniversitelerde öğrencilerin kendi ilgilendikleri belli bir alanda uzmanlaşmaları için lisansüstü mühendislik eğitimi sunulur.
Çoğu ülkede, mühendislik dalında lisans derecesi, meslekte uzman olma yolunda ilk adımı oluşturur ve lisans programı daha önce uzmanlaşmış başka bir kuruluş tarafından onaylanmak zorundadır. Sertifikalı bir lisans programı tamamladıktan sonra mühendis sertifikası verilmeden önce iş tecrübesi ve sınav koşulları gibi gereksinimlerin karşılanması gerekir. Lisans sertifikası verildikten sonra ise Amerika, Kanada ve Güney Afrika'da "Uzman Mühendis", birçok Milletler Topluluğunda "İmtiyazlı Mühendis", Avustralya ve Yeni Zelanda'da "İmtiyazlı Uzman Mühendis", birçok Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerinde "Avrupa Mühendisi" unvanlarını alır. Mühendislerin uluslararası sınırlar arasında uygulamaya olanak sağlayacak şekilde birçok topluluğun ilgili meslek kuruluşları arasında uluslararası mühendislik anlaşmaları bulunmaktadır ve mühendislik sertifikaları geçerli sayılır.
Değişik ülkeler tarafından verilen değişik sertifikaların avantajları yine mühendislik sertifikasının verildiği ülkeye göre farklılık gösterebilir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da sadece lisanslı bir mühendis, imza ve mühür yetkisine sahiptir, kamuya onaylanması için mühendislik plan ve çizimleri sunabilir ve yine kamu veya özel sektörün faydalanması için mühendislik hizmetleri verebilir. Bu gereksinim Québec Mühendisleri Yasası gibi devlet ve il mevzuatı tarafından düzenlenir. Diğer ülkelerde ise, böyle bir mevzuat yoktur. Mesela Avustralya'da, mühendislerin lisansı Queensland eyaleti ile sınırlıdır. Hemen hemen tüm ülkelerde mühendislerin bağlı olduğu ve üyelerini risk ve etik dışı davranıştan koruyan sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır. Bu sayede, bu kuruluşlar meslek için etik standartların sağlanmasında önemli bir rol oynar. Mühendislik hizmetleri bu sivil kuruluşların çıkartmış olduğu yönetmelikler gibi birçok devlet kanunu ve çevre hukukuna uymak zorundadır. Aşırı ihmaller karşısında bu kanunların nazarında cezai yaptırımlar söz konusu olabilir.
Kariyer.
İnşaat mühendisleri için tipik bir kariyer yolu mevcut değildir. İnşaat mühendisi olmaya hak kazanmış birçok kişi düşük sorumluluk gerektiren işlerle başlarlar ve yetkilerini kanıtladıkça, daha yüksek sorumluluk düzeyi isteyen iş ve görevler için güven kazanırlar. Ancak inşaat mühendisliği mesleğinin her bir dalı değişik kariyer yolları izlemeyi gerektirmektedir. Bazı alan ve firmalarda giriş derecesindeki mühendisler üst düzey tasarım mühendislerinin "gözleri ve kulakları" olmak üzere inşaat izleme bölümünden işe başlarken, bazı alan ve firmalarda ise rutin analiz tasarım ve yorum konularında işe başlayabilirler. Deneyimli mühendisler ise genellikle kompleks analiz işleri, daha karmaşık tasarım projelerinin yönetimi, diğer mühendislerin yönetimi ya da özel danışmanlığı kapsayacak şekilde adlî mühendislik dallarındaki gibi daha karmaşık ve sorumluluk gerektiren iş ve görevlerde hizmet verirler.
Alt mühendislikleri.
Genel olarak, İnşaat Mühendisliği; büyüyen dünya ile birlikte, insan yapısı değişmez projelerin genel arayüzü ile ilgilenir. Genelde inşaat mühendisleri kendilerine verilen sınırlar içerisinde sabit projeler hazırlamak ve toplum, sınıflandırma, drenaj, kaldırım, su temini, kanalizasyon hizmetleri, iletişim kaynağı, elektrik ve arazi bölünmelerinde hizmet etmek için bilirkişi ve uzmanlaşmış inşaat mühendisleri ile yakın bir şekilde çalışır. Genel olarak mühendisler zamanlarının çoğunu proje sahalarını dolaşarak, toplumsal fikir birliklerini geliştirerek ve inşa planları hazırlayarak geçirirler. İnşaat mühendisliği alan mühendisliği olarak da düşünülebilir çünkü inşaat mühendisliğinin kolları genelde bir alanın kullanımının birisinden bir diğerine değişimi üzerinde çalışır. İnşaat mühendisleri, her boyut ve seviyede olan ticari, sanayi, konutsal ve toplumsal çalışma projelerin yapımında, geoteknik mühendisliği, yapısal mühendislik, çevre mühendisliği, ulaşım mühendisliğinin her türlü prensip ve kurallarını kabullenmiştir.
Çevre mühendisliği.
İnşaat mühendisliğinin en geniş alt bilim dallarından biri de çevre mühendisliğidir. Birçok üniversitede "Civil and Environmental Engineering" olarak beraber okutulmaktadır. Çevre mühendisliği, Türkiye'de gerek alanının genişliği, gerek konuda uzman mühendis ihtiyacı doğrultusunda, inşaat mühendisliği bünyesinden ayrılarak ayrı bir bölüm olarak okutulmaktadır. Hidrolik mühendisliği ve kimya mühendisliğinin yanı sıra makine mühendisliği prensiplerinin de yeni yeni katılmaya çalışıldığı, su ve atık su teknolojileri, hava kirliliği kontrolü, ses kontrolü (gürültü), katı atık geri dönüşüm teknolojileri ve yakma sistemleri, ayrıca yakıt pilleri ile atık sudan elektrik akımı üretmek, sulandırılmış atık su çamuru ile biyogaz üretilerek elektrik üretimi gibi enerji konularıyla da ilgilenmektedir.
Geoteknik mühendisliği.
İnşaat mühendisliği alt bilim dallarından biri de geoteknik mühendisliğidir. Geoteknik mühendisliği yapıların yer altında kalan kısımlarını inceler, zemin etüdü yapar, yapıların temellerinin sağlam zemine oturmasını sağlar. Bütün yapıların (binalar, köprüler, istinat duvarları, tüneller, karayolları, demir yolları, limanlar, barajlar vb.) ekonomik olarak zemin üstüne veya içine yerleştirilmesiyle ilgilenir.
Malzeme bilimi ve mühendisliği.
İnşaat mühendisliğine en önemli yardımcı dallardan birisi malzeme bilimi ve mühendisliğidir. Beton ve asfalt karışımı gibi Seramik, alüminyum ve çelik gibi Metal, polimetilmetakrilat (PMMA) ve karbonfiber gibi Polimer ve ayrıca Kompozit malzemelerin çalışıldığı disiplinlerarası bir bilim dalıdır. Malzeme mühendisliği aynı zamanda boya ve kaplama gibi koruma ve önleme işleriyle de ilgilenir. Alaşımlama (daha güçlü bir metal üretmek için metal iki tip metali birleştirme işlemi), malzeme mühendisliğin bir başka araştırma alanıdır. Son yıllarda özellikle medyanın odağı haline gelen nanoteknoloji ve nanobilim sayesinde malzeme bilimi bütün üniversitelerde ön plana çıkmaya başlamıştır. Adli Mühendislik ve Başarısızlık Analizi gibi konularda malzeme bilimi çok önemli bir faktördür. Malzeme mühendisliği ayrıca yapılarda kullanılacak olan malzemelerin mekanik ve dinamik özelliklerini de inceler. Avantaj ve dezavantajlarını ekonomiklik koşulunu da göz önüne alarak belirler. Malzemelerin dayanım ve dayanıklılık incelemelerini ve yeni malzeme araştırmalarını yapar. Yapıda kullanılan malzemelerin birbiri ile olan etkileşimlerini inceler.
Kıyı mühendisliği.
Kıyı mühendisliği kıyı alanları yönetimi ile ilgilidir. Bazı durumlarda deniz savunma ve kıyı koruma terimleri sırasıyla, sel ve erozyona karşı savunma anlamında kullanılır. Kıyı savunma terimi daha geleneksel bir terim olmasına karşın günümüzde toprağın genişleyebilmesi açısından kontrollü toprak kaymasına izin verilerek konu genişletilmiş ve kıyı yönetimi terimi daha popüler bir hal almıştır.
Yapı mühendisliği.
Yapı mühendisliği, ulaşım ve alan geliştirme konularında, hidrolik, çevresel, yapısal ve jeoteknik olarak tasarım, planlama ve yürütme konularını ele almaktadır. Yapı firmaları inşaat mühendislik dallarının diğer konularındaki firmalardan daha fazla ekonomik risk alma eğilimine girmesi ile birlikte birçok yapısal mühendis de, sözleşme hazırlama ve gözden geçirme, lojistik operasyonların değerlendirilmesi, gerekli malzeme fiyatlarının yakından incelenmesi gibi işlerde rol almaya başlamışlardır. Bu sayede yapısal mühendislik dalı diğer bilimlerle daha ilişkili bir hal almaya başlamıştır.
Yapı mühendisliğinin asıl amacı, insanlığın faydasına olacak yapıların belirli bir seviyesinde, yeterli bir rijitliğe sahip bir şekilde ve en ekonomik olarak boyutlandırmak ve bu yapıların işlemesini sağlamaktır. Yapı mühendisliğinin ilgi alanları yapıların statik modellemesini yapmak, statik analizini çıkarmaktır. Burada amaç oluşan kuvvet ve gerilmelerin en doğru şekilde hesaplanmasıdır.
Deprem mühendisliği.
Deprem mühendisliği değişik yapıların tehlikeli depremlere dayanma kabiliyetlerini ve yapılarındaki zayıf noktaları inceleyen bir mühendislik çeşididir. Jeofizik bilimiyle paralel çalışmalar yürütür. Yapı mühendisliğinin bir alt koludur ve kendi alanında yapı mühendisliğinden daha kapsamlı incelemeler yapar. Deprem mühendisliğinin ana hedefleri;
Hiçbir yapı sabit değildir ve depremde hareket edecek biçimde tasarlanırlar. Depreme karşı dayanıklı yapılar üretebilmek adına birçok ülkede özel yönetmelikler hazırlanmış ve yapıların inşaatlarında kontrol referansı olarak kullanılmaktadır.
Ulaştırma mühendisliği.
Ulaştırma (trafik) mühendisi, insan ve taşınacak malların ulaşımında, ulaşım yollarının güvenli dizaynını tasarlar. Trafik mühendisi; yolların, otobanların, tren yollarının, kavşakların projelendirmesini uygun standartlara göre yapar. İmalat aşmasında proje müdürü, şantiye şefi, arazi mühendisi pozisyonunda yolun projeye uygun bir şekilde imal edilmesini sağlar.
Hidrolik mühendisliği.
Su (hidrolik) mühendisi, su yollarının ve su yapılarının inşaatı ile ilgilenir. Savakların, barajların, su borularının, kanalların, galerilerin statik ve dinamik analizlerini yapar. Liman yapılarının dalga analizleri ve dalga kıran tasarımlarını yapar. Git gide azalan su miktarı ile bu bölüme verilen önem artmaktadır.
Trafik mühendisliği.
Ulaştırma, hidrolik ve geoteknik mühendisliği hesaplarının başlangıcını teşkil eder. Bir yol, kavşak veya üst geçit projelerine yıllık geçen araç sayısı gibi bilgilere ihtiyaç duyulur. Ulaştırma amaçlı yapılarda sanat (su kanalları, hendekler vb.) yapılarında yani hidrolik mühendisliğine giren kısımlarda da trafik ve nüfus bilgilerine ihtiyaç duyulur. Bir bakıma planlama mühendisliği ile beraber çalışmaktadır. Trafik bilgisi bölgenin nüfus (DEMOGRAFİ) gelişmesi ile yakından alakalıdır.
Yıkım mühendisliği.
Kullanım ömrünü tamamlamış, hasar görmüş veya çeşitli nedenlerle yıkılması kararlaştırılan yapıların güvenli bir şekilde yıkılması için gerekli hesaplamaların yapılması ve operasyonların yönetilmesi bu alt gruptadır. Bir yapıyı inşa etmek kadar uygun yıkım türü olan olduğu yere yıkmak profesyonel bir yaklaşım gerektirir. Bu konuda uzmanlaşmış inşaat mühendisleri yapının en güvenli şekilde yıkılması için gerekli metodunu, yıkım sürecini ve çevreye vereceği olası etkileri çeşitli bilgisayar programları ve tecrübeleriyle hesaplarlar. Hazırlanan yıkım süreci yine bu konuda uzmanlaşmış mühendisler tarafından uygulanır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12242",
"len_data": 17558,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.57
}
|
Tunguska olayı, 30 Haziran 1908 günü sabah saat yaklaşık 7:45 sularında Sibirya'nın orta kesimlerindeki Podkamennaya Tunguska Irmağı yakınlarında oluşan büyük gök patlamasının adıdır.
Patlama 10-15 megatonluk bir dinamit kütlesinin patlamasına eşdeğerdi. Kesin olmayan verilere göre patlamanın nedeninin, bir kuyruklu yıldız parçasının ya da asteroit'in havada patlaması olduğu sanılmaktadır. Cismin atmosfere yaklaşık 100.000 km/sa hızla girdiği ve ağırlığının 100.000 ile 1.000.000 ton arasında olduğu varsayılmaktadır.
Patlama bölgesi ilk olarak Rus bilim insanı Leonid Alekseyeviç Kulik tarafından 1927-1930 yılları arasında incelendi. Olayı uzaktan gözleyenler önce bir ateş topu gördüklerini ve ardından yer sarsıntısıyla birlikte, güçlü sıcak rüzgarların oluştuğunu söylediler. Avrupa'daki sismograflar, patlamanın neden olduğu sismik dalgaları saptadılar. Patlamanın alevleri yaklaşık 800 km uzaktan görülmüştü. Cisim atmosferde buharlaştığından çevreye çeşitli gazlar yayılmış ve olaydan belli bir süre sonra bile Sibirya ve Avrupa'da geceleri gökyüzünün parlak bir renk almasına neden olmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12243",
"len_data": 1104,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.71
}
|
Ahmet Şükrü Kanatlı (1893 - 15 Ocak 1954), Türk askerdir.
1912 yılında Piyade Teğmen rütbesi ile Kara Harp Okulu'nu bitirdi. 11. Tümen 31. Alay 4. Bölük Takım Komutanlığı'na atandı. Bu görevde iken 22 Şubat 1912 tarihinde esir düştü. 12 Ekim 1913 tarihine kadar Korfu Adası'nda esir kaldı. Esaret dönüşü Takım Komutanlığı, Yaverlik ve Bölük Komutanlığı yaptı. 1924 yılında girdiği Harp Akademisi'ni, 1926 yılında bitirerek kurmay oldu. 1939 yılında Hatay Sorunu'nun çözülmesiyle birlikte komutası altındaki birliklerle Hatay'a girdi. 1941 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı. 1941 yılında Tuğgeneral, 1943'te Tümgeneral, 1946'da Korgeneral ve 1950'de Orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 39. Tümen Komutan Vekilliği ve 3. Ordu Kurmay Başkan Vekilliği, Tümgeneral rütbesi ile 3. Ordu Kurmay Başkanlığı, 51. Tümen Komutanlığı ve Şark Hudut Komutanlığı, 3. Ordu Kurmay Başkanlığı, Korgeneral rütbesi ile 8. Kolordu Komutanlığı, 23 Ekim 1947 – 28 Mart 1949 tarihleri arasında Jandarma Genel Komutanlığı, Genelkurmay Harekât Yarbaşkanlığı ve Personel Başkanlığı, 15. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde 1. Ordu Komutanı iken 28 Aralık 1951 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına atandı.
İki çocuğu olan Kanatlı, Arnavutluk Harekâtı, Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşları ile Hatay'ın Kurtarılması Harekâtına katıldı. Kara Kuvvetleri Komutanı iken, 15 Ocak 1954 tarihinde öldü. İstanbul Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. Ağrı'da konuşlu bulunan 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı bünyesindeki bir kışlaya ve 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığındaki bir kışlaya da ismi verildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12250",
"len_data": 1653,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.19
}
|
Deniz Baykal (20 Temmuz 1938, Antalya - 11 Şubat 2023, Ankara), Türk avukat, siyaset bilimci, akademisyen ve siyasetçidir. Cumhuriyet Halk Partisinin 4. genel başkanıdır. 1995-1996 yılları arasında başbakan yardımcılığı görevini yürüttü. Birçok hükûmette yer alan Baykal, kısa aralıklar dışında 1992-2010 yılları arasında (toplamda 15 yıl 8 ay boyunca) Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanlığını yaptı. 2002-2010 yılları arasında CHP'yi ana muhalefet partisi olarak yönetti.
İlk defa 1973 Türkiye genel seçimlerinde Meclis'e giren Baykal, 37. Türkiye Hükûmetinde Maliye Bakanı ve Bülent Ecevit'in kurduğu 42. Türkiye Hükûmetinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak yer aldı. 12 Eylül döneminde kısa süre gözetim altında tutuldu. Cumhuriyet Halk Partisi kapatılınca 1987 yılında Sosyaldemokrat Halkçı Partiden (SHP) milletvekili olarak seçilmiş ve genel sekreterlik görevinde bulundu.
9 Eylül 1992 tarihinde tekrar kurulan CHP'nin Genel Başkanı seçildi. SHP'nin CHP ile birleşmesinden bir süre sonra CHP genel başkanlığına seçilen Baykal, CHP'nin Tansu Çiller'in genel başkanı olduğu Doğru Yol Partisi ile yaptığı Koalisyon Hükûmetini bozdu. 1995 Türkiye genel seçimlerinden önce kurulan DYP-CHP Koalisyon Hükûmetinde, 1995-1996 yılları arasında Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. 1999 Türkiye genel seçimlerinde partisi CHP %10'luk seçim barajını geçemeyince istifa etti. 30 Eylül 2000 tarihinde tekrar CHP genel başkanı seçildi ve 2002 Türkiye genel seçimlerinde partisi ana muhalefet oldu. 2010 yılında kendisi ve başka bir CHP milletvekilinin içinde bulunduğu ve kendisinin seks kaseti olduğu iddia edilen gizli kamera görüntülerinin yayımlanmasından sonra genel başkanlık görevinden istifa etti.
Baykal, Meclis'in en yaşlı üyesi sıfatıyla 2015 Türkiye genel seçimlerinden sonra bir süre Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak görev yaptı. Haziran-Temmuz 2015 TBMM Başkanlığı seçiminde CHP'nin Meclis başkanı adayı oldu, fakat Adalet ve Kalkınma Partisi adayı İsmet Yılmaz Meclis Başkanı seçildi. Ahmet Davutoğlu tarafından Baykal'a Seçim Hükûmeti bakanlığı teklif edildi fakat Baykal bu teklifi bir mektupla reddetti. Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinden sonra Meclis'teki en yaşlı milletvekili olduğu için 17 Kasım 2015'te bir süre TBMM Başkanı olarak görev yaptı. TBMM başkanlığı görevine Baykal yerine 22 Kasım 2015 tarihinde Meclis başkanı olarak seçilen AK Parti Milletvekili İsmail Kahraman geçti.
2002 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinden Antalya'dan milletvekili oldu ve milletvekilliğini ölümüne kadar sürdürdü.
İlk yılları ve eğitimi.
20 Temmuz 1938 tarihinde Antalya'da doğdu. Babası Çerkes kökenli Hüseyin Hilmi Bey, annesi ise Mısır göçmeni Feride Hanım'dır. 1952 yılında Antalya Atatürk Ortaokulundan, 1955 yılında Antalya Lisesi'nden mezun oldu. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne 1960 yılında asistan olarak girdi. 1963'te doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra iki yıl Rockefeller Foundation bursu ile ABD'de kaldı ve Columbia Üniversitesi ile Berkeley Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdürdü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyaset Bilimi doçenti olarak çalıştı. Siyaset Bilimi ile ilgili birçok kitap ve makale yazdı.
Siyasi kariyeri.
İlk yılları.
Siyasetle 1960'lı yıllara doğru Demokrat Parti iktidarına karşı gelişen öğrenci hareketlerine katılmakla tanışan Baykal, CHP'nin 1965 genel seçimlerindeki yenilgisini analiz ettiği ve daha sonra doçentlik tezine dayanak olacak olan raporla CHP yönetiminin dikkatini çekti. Doçent olduğu yıl olan 1968'de CHP'ye girerek siyasal yaşama atıldı. 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel seçimlerde 185 milletvekili kazanarak birinci olan Cumhuriyet Halk Partisi'nden Antalya milletvekili seçildi.
Seçimlerden sonra 1974'te Bülent Ecevit başbakanlığında kurulan ve kurulması için kendisinin de çok uğraştığı CHP-MSP koalisyon hükûmetinden Maliye Bakanı oldu. Kıbrıs Harekatı'nın seçim zaferine dönüşmesi için Ecevit'i zorlayanlardan biri oldu ve hükûmetin istifasından sonra erken seçime gidilememesi nedeniyle parti içinde zor durumda kaldı. Orhan Eyüboğlu'nun yeniden genel sekreterliğe seçildiği 22. Olağan kurultayda (14 Aralık 1974) Mustafa Üstündağ ile birlikte genel sekreter yardımcısı oldu. Baykal, yönetim anlayışı ve çalışma yöntemleri konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle 8 Mart 1976'da bu görevinden istifa etti. Merkez Yönetim Kurulunun 4 üyesi de Baykal ile hareket etti. CHP tarihinde bu olay "5'ler Hareketi" olarak yer aldı. 1976 yılındaki parti kurultayında Ecevit'e açıkça karşı çıktı, ancak listesi seçimi kaybetti.
5 Haziran 1977 tarihinde yeniden Antalya milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. 1978'de kurulan 3. Ecevit hükûmetinde ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptı. Bakanlığı sırasında ATAŞ Rafinerisi'nin kamulaştırılması için Başbakandan habersiz bir manevraya girişti. Deniz Baykal bu dönemde CHP parti meclisi ve merkez yürütme kurulu, genel sekreter yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1979 Ekim ara seçimlerinden sonra toplanan olağanüstü CHP kurultayında parti yönetimini ağır bir şekilde eleştirdi ve Ecevit'e rakip olarak genel başkan adaylığını açıklayan Erol Çevikçe'yi destekledi; fakat Ecevit seçimi büyük bir oy farkıyla kazanınca Baykal'ın parti içindeki itibarı azaldı. 1980 yılında MHP ile koalisyon arayışına girecek kadar Ecevit'ten uzaklaştı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi'nden sonra bir süre Ankara'da Ordu Dil Okulu'nda gözetim altında tutuldu.
1982 Anayasası'nın 5 yıl süreyle siyasi yasağı getirdiği politikacılar arasında yer aldı. 1983 yılında siyasal partilerin kurulmasına izin verilmesinden sonra "yasaklı olmalarına rağmen faaliyetlerini sürdürdüğü" gerekçesiyle bir grup önde gelen CHP'li ve AP'li politikacıyla birlikte Çanakkale Zincirbozan Askeri Tesisleri'nde ikinci kez gözetim altına alındı.
Siyasi yasaklı olmasına karşın 1984 yılında Sosyal Demokrasi Partisi'ne (SODEP) girdi; bu partinin Sosyaldemokrat Halkçı Parti'yle (SHP) birleşmesiyle SHP'li oldu. Eylül 1987'deki referandumla siyasi yasakların kaldırılmasından sonra Kasım 1987'deki genel seçimlerde SHP'den Antalya milletvekili seçildi. SHP'de önce grup başkanvekilliği ardında da genel sekreterlik görevlerinde bulunan Baykal, Haziran 1988'de göreve başladığı genel sekreterlik görevi sırasında demokratikleşme çabalarına ilişkin bir rapor hazırlattı (Temmuz 1990). Görüş ayrılıkları yüzünden 10 Eylül 1990'da genel sekreterlik görevinden istifa ettikten sonra SHP parti içi muhalefetinin önderi oldu. SHP'de bu dönemden başlayarak olağan ve olağanüstü kurultaylarda Genel Başkan Erdal İnönü'nün üç defa (Eylül 1990, Temmuz 1991 ve Ocak 1992) karşısına çıktı ancak hepsinde yenildi.
Deniz Baykal, Antalya milletvekili olarak Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamentolararası Komitesi eşbaşkanlığını yürüttü. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyeliğine seçildi. TBMM Dışişleri Komisyon üyeliğinde bulundu. Temmuz 1992'de kapatılan siyasi partilerin açılmasına izin veren yasanın sağladığı imkânla CHP'ye geçti ve 9 Eylül 1992 tarihinde toplanan CHP Kurultayında Genel Başkanlığa seçildi. Genel başkan olduğunda 54 yaşındaydı.
Koalisyon dönemi.
Sosyal demokrat partiler 1994 yerel seçimlerine üç parça halinde (SHP, DSP, CHP) katıldı. Üç partinin de seçimlerde düşük oy alması parti tabanlarında birleşme baskısını artırdı. DSP baştan olumsuz yanıt verirken, SHP bu talebe olumlu yaklaştı. Sürdürülen görüşmeler sonucu iki partinin genel başkanları Murat Karayalçın ve Baykal arasında "Birleşme Protokolü" imzalandı; bütünleşme kurultayının 28 Ocak 1995'te yapılması kararlaştırıldı. Ancak, Baykal ile Karayalçın'ın genel başkanlık ve birleşmenin hangi partinin tüzel kişiliği altında olacağı konusunda anlaşmazlık yaşaması üzerine kurultay gerçekleşmedi.
Daha sonraki süreçte Karayalçın ile Baykal, Hikmet Çetin'in genel başkanlığı üzerinde uzlaşmaya vardı.
18 Şubat 1995 tarihinde iki partinin kurultayı yapıldı ve SHP kendisini feshederek CHP'ye katıldı. Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP Genel Başkanı seçildi. Birleşmeden sonra, 9-10 Eylül 1995 tarihlerinde Ankara'da yapılan 27. CHP Olağan Kurultayı'nda Murat Karayalçın'ı yenerek genel başkanlığa seçildi; Parti Meclisi de Baykal'ın listesinden oluştu.
Kurultay'dan sonra DYP-SHP koalisyonunun yeni başbakan yardımcısı olan Baykal, ortağı Tansu Çiller'den İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir'in istifasını istedi; ancak Çiller bunu kabul etmedi. Bozulan ortaklık nedeniyle Çiller, hükûmetin istifasını Cumhurbaşkanı Demirel'e sundu. Çiller, azınlık hükûmeti kurdu; ancak güvenoyu alamadı. Bunun üzerine Çiller ve Baykal yine bir araya geldi. Baykal, genel seçim şartıyla koalisyon kurabileceğini söyledi ve 24 Aralık tarihinde seçim yapılması kararı çıktı. 30 Ekim 1995 tarihinde kurulan DYP-CHP koalisyon hükûmetinde Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini üslendi.
24 Aralık 1995 milletvekili genel seçimlerinde yeniden Antalya milletvekili oldu. Seçimleri takiben 53. Hükümetin (Anayol Hükûmeti) kurulmasıyla Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerinden ayrıldı.
1997'de kurulan Anasol-D Hükümetini dışarıdan destekledi. 23 Mayıs 1998 tarihinde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi 27. Olağan Kurultayında genel başkanlığa 3. kez seçildi. Baykal ile başbakan Mesut Yılmaz arasında 3 Haziran 1998'de erken seçim konusunda bir protokol imzalandı; seçimlerin 18 Nisan 1999 tarihinde yapılması kararlaştırıldı. Ancak 1998'in yaz aylarında patlak veren Türkbank Skandalı'ndan sonra hükûmetten desteğini çekti. Anasol-D Hükûmeti, yolsuzluk ve Türkbank ihalesi konusunda verilen gensorunun TBMM'de kabul edilmesi üzerine 25 Kasım 1998 tarihinde düştü.
18 Nisan 1999 seçimlerinde, yüzde 8,71 oy alan Deniz Baykal liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi tarihindeki en kötü seçim sonucunu alarak yüzde 10'luk seçim barajını aşamadı ve ilk kez TBMM dışında kaldı. Seçim yenilgisinin ardından istifa etmeyeceğini açıklayarak kendisine yöneltilen tepkileri artıran Baykal, sonunda tepkilere karşı duramayarak 22 Nisan 1999 tarihinde genel başkanlıktan istifa etti. İstifasından 17 ay sonra, 30 Eylül-1 Ekim 2000 tarihlerinde Ankara'da toplanan Cumhuriyet Halk Partisi 11. Olağanüstü Kurultayı'nda yeniden aday oldu ve dördüncü kez genel başkan seçildi.
Ana muhalefet partisi lideri.
3 Kasım 2002 Türkiye genel seçimleri'nde CHP yüzde 19,4 oyla 177 milletvekili kazanarak TBMM'ye giren tek muhalefet partisi oldu. Deniz Baykal da Antalya milletvekili seçildi. Baykal, 22. Dönem TBMM'de Ana muhalefet partisi Genel başkanı olarak görev yaptı.
2002 yılında Anayasa Mahkemesi, Recep Tayyip Erdoğan'ın TCK'nın 312. maddesinden mahkûm olduğu gerekçesiyle “milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığını” belirterek parti kurucusu olamayacağını hükme bağlamıştı. Yüksek Seçim Kurulu da (YSK) Anayasa'nın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76. maddesinde yer alan “ideolojik ve anarşik eylemlere katılma” hükmünü gerekçe göstererek Erdoğan'ın 2002 genel seçimlerindeki adaylığını kabul etmedi. Seçimden sonra, 5 Kasım 2002'de Erdoğan'ı ziyaret eden Baykal, “Kanaatim, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkum olmasının ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamalıdır” dedi. Baykal'ın ziyaretiyle CHP'nin anayasa değişikliğine destek vermesi ve YSK'nın Ak Parti'nin başvurusu üzerine 4 Aralık'ta, Siirt'in Doğanköy köyünde seçimde usulsüzlük olduğuna karar verilerek Siirt seçimlerinin tekrarlanmasına karar vermesi, Erdoğan'ı TBMM'ye ve başbakanlığa taşıyan süreci başlattı.
2003 Ekim ayında 30. Kurultayda tekrar genel başkanlığa seçildi. 29-30 Ocak 2005'te yapılan 13. CHP Olağanüstü Kurultayı'nda, rakibi Mustafa Sarıgül'ü yenerek genel başkanlık görevine devam etti. 19-20 Kasım 2005'te toplanan 31. Olağan Kurultayda 1158 oyun tamamını alarak tekrar genel başkanlığa seçildi. 2007 genel seçimlerinde CHP'nin de içinde bulunduğu sol ittifak yüzde 20,9 oy aldı. Deniz Baykal 26 Nisan 2008'de yapılan 32. CHP Olağan Kurultayı'nda 1231 delegeden 1021'inin oyunu alarak tekrar genel başkan seçildi.
6 Mayıs 2010 gecesi Metacafe adlı video paylaşım sitesinde kendisi ve CHP 23. dönem milletvekili Nesrin Baytok'un içinde bulunduğu öne sürülen ve bir gizli seks kaseti olduğu iddia edilen görüntüler yayımlandı. Görüntülerin yayımlanmasının ardından video medya tarafından haberleştirildi ve Türkiye gündeminde yer buldu. Baykal'ın avukatı görüntülerin montaj olduğunu öne sürdü ve Baykal olayı bir "komplo" olarak nitelendirdi. 10 Mayıs 2010 tarihinde Baykal yayımlanmış görüntülere "meydan okumak için" genel başkanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı.
Ana muhalefet partisi liderliği sonrası.
Baykal, 2011 ve Haziran 2015 genel seçimlerinde CHP'den Antalya milletvekili seçildi. 2015 genel seçimlerinden sonra meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla 23 Haziran 2015 günü 25. Dönemin ilk oturumunu açtı ve yeni TBMM Başkanı İsmet Yılmaz seçilene kadar Meclis Başkanlığına vekalet etti. 24 Haziran 2015 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi tarafından 30 Haziran 2015'te yapılan TBMM başkanlık seçimleri için başkan adayı olarak gösterildi. Seçimde 1. turda 125, 2. turda 128, 3. turda 129 ve 4. turda 182 oy alarak seçimi kaybetti. Son turdaki rakibi İsmet Yılmaz 258 oy ile 1. olup 26. TBMM Başkanı oldu.
1 Kasım 2015 tarihinde yapılan erken seçimlerde CHP'den Antalya milletvekili seçildi. Yine bu seçimlerden sonra meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla yeni başkan seçilene kadar oturumları yönetti.
16 Ekim 2017'de beynindeki ana damarın tıkalı olması nedeniyle Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi'nde yoğun bakım servisinde tedavi altına alındı. Buradaki 51 günlük tedavi sürecinin ardından, Almanya'da da yaklaşık 2,5 ay fizik tedavi gördü. 20 Mart 2018 tarihinde Türkiye'ye dönen Baykal'ın tedavisi devam etti. 2018 Genel Seçimleri öncesinde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, tedavisi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde süren Baykal'ı ziyaret ederek Antalya'dan birinci sıradan adaylık teklif etti. 24 Haziran 2018 seçiminde Antalya milletvekili olarak seçilen Baykal, sağlık sorunları nedeniyle ancak 21 Şubat 2019'da Meclis'te yemin edebildi. Deniz Baykal'ın en yaşlı üye olmasına rağmen sağlık sorunları gerekçesiyle özür beyan etmesi üzerine ikinci en yaşlı üye olarak Durmuş Yılmaz, meclisin geçici başkanı oldu.
Ölümü ve cenaze töreni.
Baykal, 11 Şubat 2023 tarihinde Ankara'daki evinde 84 yaşında hayatını kaybetti. Kızı Aslı Baykal babasının kalp krizi nedeni ile öldüğünü açıkladı. 14 Şubat 2023 tarihinde ilk olarak Çankaya'daki Cumhuriyet Halk Partisi genel merkezinde tören düzenlendi ve ardından naaşı Türkiye Büyük Millet Meclisine götürülerek burada resmi bir anma töreni düzenlendi. Ahmet Hamdi Akseki Camisi'nde kılınan cenaze namazı sonrası Devlet Mezarlığı'na defnedildi.
Kişisel hayatı.
1963 yılında Olcay Baykal ile yaptığı evlilikten 2 çocuk sahibi oldu. Çok iyi derecede İngilizce bilmekteydi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12255",
"len_data": 14863,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.3
}
|
Hizipçidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12256",
"len_data": 11,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 1.11
}
|
Kofi Atta Annan (d. 8 Nisan 1938, Kumasi - ö. 18 Ağustos 2018, Bern), yedinci Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri.
Hayatı.
8 Nisan 1938'de Gana'nın Kumasi şehrinde doğdu. Henry Reginald ve Victoria Annan'ın çocukları olarak, kardeşi Efua Atta ile beraber ikiz olarak dünyaya geldiler. Babası Lever Brothers'da ihracatçılık yapıyordu ve ailesinin durumu Gana'ya göre çok iyiydi. Bu durumları Kofi'yi 1870'lerde kurulan Mfantsipim yatılı okuluna gönderilmesine yardımcı oldu.
Üniversite eğitimini Gana, ABD ve İsviçre'de yaptıktan sonra BM'de çalışmaya başladı. Bütün iş hayatı boyunca, Birleşmiş Milletler'in değişik branşlarında çalıştı. Genel Sekreter seçilmeden önce, Genel Sekreter Müsteşarlığı yapmaktaydı. 13 Aralık 1996'da Boutros Boutros-Ghali'den sonra Birleşmiş Milletler'in yedinci Genel Sekreteri olarak seçildi. 2001 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazandı.
10 yıllık bir hizmetten sonra Annan 1 Ocak 2007'de görevini Güney Koreli Ban Ki-moon'a devretti.
İsveçli Nane Maria Annan ile evli olan Annan'in bir önceki evliliğinden üç çocuğu bulunmaktadır. Annan İngilizce, Fransızca, Fante ve bazı Afrika dillerini konuşabilmekteydi.
Annan, 18 Ağustos 2018 tarihinde öldü.
Birleşmiş Milletler kariyeri.
Kofi Annan'ın Birleşmiş Milletler'deki liderlik döneminde aldığı çeşitli kararlar ve takındığı tutumlar şiddetle eleştirilmesine neden olmuştur:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12259",
"len_data": 1353,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.42
}
|
Rauf Raif Denktaş (27 Ocak 1924, Baf - 13 Ocak 2012, Lefkoşa), Kıbrıs Türkü siyasetçi ve yazardır. Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. 1983'ten 2005'e kadar toplamda 21 yıl 5 ay 9 gün cumhurbaşkanlığı yapmıştır.
İlk yılları.
Rauf Denktaş, 27 Ocak 1924 günü Baf kasabasında doğdu. 1,5 yaşındayken annesi Emine Hanım'ı kaybetti. Babası hâkim Mehmet Raif Bey'di, Rauf ailenin dördüncü ve en küçük çocuğuydu. Altı yaşına kadar eğitiminde anneannesi ve babaannesinin yanında, yetiştirilmesinde Osmanlı döneminde zaptiyelik yapmış olan dedesi Şeherli Mehmed rol oynadı. Çocukluk yıllarında, özellikle tatillerde Aybifan'da ailesiyle vakit geçiren Denktaş, hatıratında bu köyü "köyüm" olarak niteler. Denktaş, 1930 yılında eğitim için İstanbul'a gönderildi. Arnavutköy'de ilkokuldan liseye kadar eğitim veren Fevzi Ati Lisesinde yatılı okumaya başladı. Ortaokuldan sonra Kıbrıs'a döndü ve 1941 yılında Lefkoşa İngiliz Okulundan mezun oldu. Mezun olmasının ardından Fazıl Küçük'ün "Halkın Sesi" gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Daha sonra bir süre Mağusa'da tercümanlık, mahkemelerde memurluk ve İngiliz Okulunda öğretmenlik yaptı. 1944 yılında hukuk eğitimi için Lincoln's Inn'de okumak üzere Birleşik Krallık'a gitti. 1947 yılında adaya döndü ve avukatlığa başladı. Sonraları savcılığa geçti ve 1956 yılında başsavcılığa yükseldi.
Siyasi yaşamı.
Mücadele yılları.
27 Kasım 1948 tarihinde Kıbrıs Türklerinin düzenlediği ilk mitingde Fazıl Küçük ile beraber hatiplik yaptı. Halka ilk hitabını bu vesileyle ve 24 yaşındayken yaptı. Türk cemaatinin iki önemli ismi Faiz Kaymak ve Fazıl Küçük arasında ara bulucu rolünü üstlenip, toplumun çıkarlarının takipçisi oldu. Faiz Kaymak'ın teklifi ve Fazıl Küçük'ün tasvibiyle Kıbrıs Türk Kurumlar Federasyonu Kongresi'nde başkanlığa seçildi. Savcılık görevinden emeklilik hakkını kazanmasına altı ay kala, Birleşik Krallık yönetimini zorlukla ikna ederek istifa etti ve cemaat sorunlarıyla uğraşmaya başladı. 1949 yılı yaz aylarında avukatlık yapmaya başladı. Yine aynı yıl Aydın Hanım'la evlendi. 1955 yılında Enosisle mücadelede ve EOKA karşısında Kıbrıs Türklerinin direnişine yön verdi. 1958 yılında hükûmetteki görevinden istifa etti. Arkadaşlarıyla 1 Ağustos 1958 tarihinde Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurdu.
1958 yılında iki toplum arasında başlayan çatışmalarda, Türkler protestolar gerçekleştirdi. Zürih-Londra antlaşmaları öncesinde Fazıl Küçük ile birlikte Ankara'ya Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile görüşmeye gitti. Bu görüşmede adaya Türk askerinin gönderilmesi teklifini dile getirdi. 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile, 1960 Antlaşmaları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın hazırlanmasında çaba gösterdi. Aynı yıl Türk Cemaat Meclisi üyeliği ve Türk Cemaati İcra Komitesi Başkanlığına seçildi. 16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alayı Mağusa Limanına ayak bastı. 1963 olaylarından sonra temaslarda bulunmak üzere Ankara'ya gitti. Temaslarını tamamlayarak bir sandalla Kıbrıs'a geçti ve Türk direnişini örgütlemeye başladı.
7 Ocak 1964'te Londra Konferansı'na katılmak üzere adadan ayrıldı. Görüşmelerin sonuca ulaşamaması üzerine 15 Ocak'ta Ankara'ya dönen Denktaş, 17 Şubat'ta New York'a gitti ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi görüşmelerine katıldı. 18 Mart tarihinde tekrar Ankara'ya dönene dek, Makarios başkanlığında ve tamamen Rum kontrolünde olan Kıbrıs Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, Denktaş hakkında devlete hakaret ve başka suçlar nedeniyle tutuklama ve yargılama kararı aldı. Bunun üzerine Denktaş mecburi olarak Ankara'da kaldı. Gizlice Erenköy'e çıkarak Erenköy Direnişi'ne katıldı, sonra tekrar Ankara'ya döndü. Türkiye'de kaldığı dönemde Ankara'daki siyasi çevrelerle Kıbrıs konusundaki vizyon farkının derinliğini gözlemledi. Kıbrıs konusundaki gelişmeleri ve düşüncelerini Türkiye kamuoyuna aktarmak için basın toplantıları ve konferanslar düzenledi. 29 Ekim 1966 tarihinde, Türkiye'nin Kıbrıs politikasının çok pasif kaldığı, taksim için yeterince çabalanmadığı görüşünü aktardığı "12'ye 5 Kala" kitapçığını yayımladı ve tüm milletvekillerine dağıttı. Türkiye'nin dış politikasına sert bir eleştiri teşkil eden bu kitapçık, Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından hoş karşılanmadı. 1967 yılında adaya gizlice girerken tutuklandı. Yoğun girişimler sonucu Türkiye'ye iade edildi. 1968 yılında adaya giriş yasağı kaldırılınca Kıbrıs'a döndü.
Siyaset dönemi.
1970 seçimlerinde Türk Cemaat Meclisi Başkanlığına seçildi. Fazıl Küçük'ün görevinden ayrılması üzerine 18 Şubat 1973 tarihinde Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçildi. Bu görevinden 28 Şubat 1973 tarihinde istifa etti ve aynı gün Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı seçildi. Kıbrıs Harekâtı'nın ardından 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ilanından sonra devlet ve meclis başkanı görevlerini de yürüttü ve anayasa uyarınca 1976 yılında yapılan ilk genel seçimlerde devlet başkanlığına seçildi. 1981 yılında ikinci kez devlet başkanı oldu. 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilanından sonra tekrar cumhurbaşkanlığına seçildi. 22 Nisan 1990 tarihinde yapılan erken seçimde ikinci kez cumhurbaşkanı seçildi. 1995'teki seçimlerde de cumhurbaşkanı seçildi. 2000 yılındaki seçimlerde %43,67 oranında oy aldı ve seçim ikinci tura kaldı; ama ikinci tura kalan diğer aday olan Derviş Eroğlu'nun çekilmesi üzerine seçimden galip olarak çıktı. 2004 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıs Sorunu'nun çözümü için hazırladığı Annan Planı'na karşı çıktı, buna rağmen plan Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edilse de Kıbrıslı Rumların reddetmesi üzerine hayata geçmedi. 17 Nisan 2005 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmadı ve 24 Nisan 2005 tarihinde görevi yeni seçilen cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'a devretti.
Sosyal yaşamı.
Politika hayatı yanı sıra, aynı zamanda yazar kimliğiyle de önemli bir şahsiyet olan Rauf Denktaş'ın, 1985 yılının son aylarından bugüne, Yeni Asya Yayınlarından çıkan kitapları bulunuyor. Ayrıca Denktaş, çok meraklı bir fotoğrafçı olma özelliği ile de bilinmekte, fotoğraf makinesini elinden bırakmamaktaydı. Rauf Denktaş, Halkın Sesi gazetesinde yazılar yazmakta ve ART isimli televizyon kanalında pazartesi günleri "Denktaş'ın Gündemi" adlı, görüşlerini anlattığı programı sunmaktaydı. Öte yandan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde ve Türkiye'de birçok demokratik kitle örgütünün düzenlediği etkinliklerde konuşmacı olarak yer alan Denktaş, yaşamının son döneminde birçok üniversitede konferanslarda konuşmacı olarak Kıbrıs Meselesi konusundaki görüşlerini anlatmaya devam etti.
Ölümü.
8 Ocak gecesi organ yetmezliği teşhisi ile Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesine kaldırılan Rauf Denktaş, tedavi gördüğü hastanede 13 Ocak 2012 tarihinde 88 yaşında öldü. Vefatının ardından Türkiye ve KKTC'de ulusal yas ilan edildi. 17 Ocak 2012 günü, yapılan devlet töreniyle Lefkoşa'daki Cumhuriyet Parkı'nda defnedildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12267",
"len_data": 6878,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.37
}
|
Süper Lig ya da sponsorluk anlaşması gereği Trendyol Süper Lig, Türkiye'deki en üst seviye futbol ligidir. Bir sezonda 19 takımın mücadele ettiği ligde, her takımın diğerleriyle ikişer maç yaptığı çift devreli lig usulü uygulanır. En üst sırada yer alan takım şampiyon olurken son dört sıradaki takım 1. Lig'e düşer, 1. Lig'deki üç takım ise ertesi sezon mücadele etmek üzere Süper Lig'e yükselir. Ağustos ve mayıs ayları da dâhil olmak üzere dokuz ay süren bir organizasyon olan Süper Lig'in 2023-24 sezonu, 38 hafta ve 380 maçtan oluşur. 2022-23 sezonunu lig, UEFA ülkeler sıralamasında 12. sırada tamamlamıştır ve 2023-24 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi'ne 1, UEFA Konferans Ligi'ne 2 takım yollar. Türkiye Kupası şampiyonu olup ilk 3'e giremeyen bir takım UEFA Avrupa Ligi 2. eleme turuna katılabilir.
İstanbul, Ankara ve İzmir bölgesel liglerinden toplam 16 takımın katılımıyla 1959 yılında "Millî Lig" adıyla ilk sezonu düzenlenen lig, o sezon iki gruba bölünmüş ve bu grupların birincileri arasında yapılan iki maç sonunda şampiyonunu bulmuştu. 1962-63 sezonunda "Türkiye 1. Futbol Ligi", 2001-02 sezonu başında "Süper Lig" adı kullanılmaya başlanırken bu dönemden sonra farklı sponsorların desteği sebebiyle lig adının başına sponsor adı eklenerek kullanıldı. Zaman içinde katılımcı sayısı ve format bakımından çeşitli değişikliklere uğradı.
Şimdiye dek 77 takımın mücadele ettiği Süper Lig'de Galatasaray, 25 şampiyonlukla en çok şampiyon olan takımdır. Fenerbahçe 19, Beşiktaş 16, Trabzonspor 7, Bursaspor ile İstanbul Başakşehir ise birer kez şampiyonluk yaşamıştır. En son tamamlanan 2024-25 sezonunda şampiyonluğa ulaşan takım Galatasaray'dır.
Tarihçe.
Temelleri.
Çeşitli şehirlerden takımların yer aldığı Türkiye'deki ilk ulusal futbol turnuvası 1924'ten 1951'e kadar Türkiye Futbol Şampiyonası adıyla düzenlendi. 1937 ile 1950 yılları arasında düzenlenen Millî Küme'ye; İstanbul, Ankara ve İzmir futbol liglerinde üst sıralarda yer alan takımlar katılıyordu. 1951 yılında ülkede profesyonel futbolun kabul edilmesiyle birlikte önce 1952'de İstanbul'da, 1955'te ise Ankara ve İzmir'de profesyonel ligler kuruldu. 1955-56 sezonuyla birlikte başlayan Şampiyon Kulüpler Kupası'nın 1956-57 ve 1957-58 sezonlarına Türkiye'den katılacak takımı belirlemek için, üç bölgesel profesyonel ligdeki takımların mücadele ettiği Federasyon Kupası organize edildi. İki sezon süren bu organizasyonun her iki sezonunda da şampiyon olan takım Beşiktaş'tı.
Kuruluşu ve 1960'lar.
Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığına Orhan Şeref Apak'ın gelmesi sonrasında, ulusal bir lig kurulması için çalışmalara başlandı. Önceleri 1960 yılında başlaması planlanan Millî Lig'in, federasyon tarafından Nisan 1958'de alınan kararla 1959 yılında başlaması ve Federasyon Kupası'nın yerini alması belirlendi. 1958-59 sezonunda profesyonel bölgesel liglerin son kez düzenlenmesinin ardından İstanbul Profesyonel Ligi'ni ilk 8 sırada tamamlayan Fenerbahçe, Galatasaray, Karagümrük (günümüzdeki adı Fatih Karagümrük), İstanbulspor, Beşiktaş, Beykoz (günümüzdeki adı Beykozspor 1908), Adalet (günümüzdeki adı Alibeyköyspor) ve Vefa, Ankara Profesyonel Ligi'ni ilk 4 sırada tamamlayan Ankara Demirspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği ve Hacettepe (günümüzdeki adı Keçiörengücü) ile İzmir Profesyonel Ligi'ni ilk 4 sırada tamamlayan Karşıyaka, Altay, İzmirspor ve Göztepe'nin katılımıyla Millî Lig'in ilk sezonu 1959'da gerçekleştirildi. 16 takımın mücadele ettiği sezonda takımlar, beyaz ve kırmızı olarak adlandırılan iki gruba ayrıldı ve gruplardaki her takım deplasmanlı olarak birbiriyle karşılaştı. Beyaz grubun lideri Fenerbahçe ile kırmızı grubun lideri Galatasaray'ın karşılaştığı iki ayaklı final sonrasında ligin ilk şampiyonu Fenerbahçe oldu.
1959-60 sezonu öncesinde ligdeki takım sayısının 20'ye çıkarılması kararlaştırıldı. Bu bağlamda İstanbul, Ankara ve İzmir'de gerçekleştirilen eleme grupları sonrasında oluşturulan 6 takımlık Federasyon Kupası'nın final grubunda ilk dört sırayı alan Kasımpaşa, Şeker Hilâl (günümüzdeki adı Turanspor), Feriköy ve Altınordu, 1959-60 sezonunda ligde oynamaya hak kazandı. Önceki sezonun aksine çift devreli lig usulüyle düzenlenen sezonu şampiyon olarak tamamlayan Beşiktaş, lig tarihindeki ilk şampiyonluğunu elde etti. Ligin son üç sırasındaki Adalet, Hacettepe ve Altınordu; İstanbul, Ankara ve İzmir liglerini ilk sırada tamamlayan Eyüp, PTT (günümüzdeki adı Türk Telekom) ve İzmir Demirspor ile Adana Demirspor'un oluşturduğu yedi takım arasında, sonraki sezon Millî Lig'de yer alacak takımları belirlemek amacıyla tek devreli baraj maçları yapıldı. Baraj maçları sonunda ilk üç sırayı alan Altınordu, Adana Demirspor ve PTT; ertesi sezon Millî Lig'de oynamaya hak kazandı. 1960-61 sezonunda ilk kez üç il dışındaki bir takım, Adana'nın Adana Demirspor takımı ligde mücadele etti. Fenerbahçe'nin şampiyonluğuna sahne olan sezonun sona ermesinin ardından, önceki sezonla benzer formata sahip baraj maçları gerçekleştirildi. Son üç sıradaki Altay, Altınordu ve Adana Demirspor ile üç bölgesel lig birincileri Yeşildirek, Toprakspor ve Kültürspor'un katıldığı baraj maçları sonucunda Altay ile Altınordu ligde kalırken Yeşildirek, Millî Lig'e yükseldi. Galatasaray'ın ilk şampiyonluğunu kazandığı 1961-62 sezonu sonundaki baraj maçlarında son üç sıradaki Vefa, Ankara Demirspor ve Şeker Hilâl ile bölgesel lig birincileri Beyoğlu, Hacettepe ve İzmir Demirspor yer aldı. Önceleri bu terfi maçları sonucunda gelecek sezon için bir takımın ligde mücadele etmeye hak kazanması planlanmışken daha sonra alınan kararla baraj maçlarını ilk beş sırada tamamlayan takımlar lige alınarak 1962-63 sezonu için ligdeki takım sayısı 22'ye çıkarıldı. "Kırmızı" ve "Beyaz" adlı gruplara ayrılan takımlar, çift devreli lig usulüne göre mücadele etti. Grupları ilk altı sırada tamamlayan takımlar Şampiyonluk Grubu'nda, 7. ile 9. arasında tamamlayan takımlar ise ligdeki sıralarını ortaya koyma amaçlı Klasman Grubu'nda mücadele ederken normal sezonu son iki sırada (10 ve 11.) tamamlayan dört takım ligden düştü. Şampiyonluk grubunu ilk sırada tamamlayarak üst üste ikinci şampiyonluğunu elde eden Galatasaray; kaydettiği 105 golle lig tarihinde "bir sezonda en çok gol atan takım" unvanının da sahibi oldu.
1963-64 sezonuyla birlikte 2. Lig kurulurken Millî Lig ise 1. Lig olarak anılmaya başlandı. Önceki sezondan yükselen takım olmaması sebebiyle, önceki sezon ligden düşen takımlarla birlikte ligde mücadele eden takım sayısı 18'e düştü. Önceki sezonun aksine tüm takımların bir arada yer aldığı sezonu Fenerbahçe şampiyon olarak tamamladı. Son üç sıradaki takım, ligden düşse de Türkiye Futbol Federasyonu tarafından son haftadaki Kasımpaşa karşılaşmasında şike yaptığına karar verilen Karşıyaka'nın iki puanı silindi ve Beykoz yerine ligden düşürüldü. 2. Lig'i şampiyon olarak tamamlayan Şekerspor'un da 1. Lig'de oynamaya hak kazanmasıyla birlikte 1964-65 sezonu 16 takımın mücadelesine sahne oldu. Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla sonuçlanan sezonu son sırada tamamlayan Altınordu, ligden düşerken 2. Lig şampiyonu Vefa, tekrar 1. Lig'e döndü. Beşiktaş'ın şampiyon olarak tamamladığı 1965-66 sezonunda ligin son iki sırasındaki takımlar küme düşerken Gençlerbirliği ligi üçüncü sırada tamamlamış ve ilk defa şampiyonluk yaşayan üç takım dışındaki bir takım, ilk üç sırada kendine yer bulmuştu. 1963-64 sezonunda şike yaptığı gerekçesiyle ligden düşürülen Karşıyaka'nın, Danıştay kararı sonrasında 1. Lig'e alınması sonrasında 1966-67 sezonu 17 takımın katılımıyla gerçekleşti. Öte yandan 2. Lig şampiyonu Eskişehirspor ilk kez 1. Lig'de oynamaya hak kazanmıştı. Beşiktaş'ın şampiyonluğuyla geçen 1966-67 sezonunu son üç sırada tamamlayan takımlar, ligden düşerken 2. Lig'deki gruplarını lider olarak tamamlayan Bursaspor ile Mersin İdman Yurdu; ilk defa 1. Lig'de oynamaya hak kazandı. Takip eden 1967-68 sezonunda, üç il dışındaki illerden ilk defa birden fazla katılımcı sağlandı. Öte yandan bir önceki sezon Beykoz ile oynadığı ve 1-0 galip devam ettiği maçın, çıkan olaylar sebebiyle ertelenen ve daha sonradan tekrar oynanarak 1-1 sona eren maçın, kendi lehine sonuçlanması gerektiği konusunda Danıştay'a yaptığı başvurusu kabul edilen Şekerspor da lige katılım hakkı kazanmıştı. Son katılımla birlikte 17 takıma ulaşan sezon, Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla sona ererken bir sonraki sezon 16 takımın kalması için son üç sıradaki takım ligden düşürülürken 2. Lig'deki gruplarını lider bitiren iki takım, 1. Lig'e yükseldi. 1968-69 sezonunda ligi Galatasaray şampiyon olarak tamamlarken ligi ikinci sırada tamamlayan Eskişehirspor; bu sıraya kadar yükselen ilk Anadolu takımı oldu. Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu ve Samsunspor'un ilk kez 1. Lig'de mücadele ettiği 1969-70 sezonunda ikinci ve üçüncü sırayı Eskişehirspor ve Altay'ın almasıyla ilk üçte ilk defa iki Anadolu takımı birden yer almıştı.
1970'ler ve 1980'ler.
1960'ların sonunda 1. Lig'e yükselmeye başlayan Anadolu kulüpleri, 1970'lerde de bu yükselişleri devam ettirdi. 1970-71 sezonunda Boluspor, 1971-72 sezonunda Adanaspor ve Giresunspor, 1973-74 sezonunda Kayserispor (günümüzdeki adı Kayseri Erciyesspor), 1974-75 sezonunda Trabzonspor ve Zonguldakspor (günümüzdeki adı Fenerspor), 1975-76 sezonunda Orduspor ve Balıkesirspor, 1977-78 sezonunda Diyarbakırspor, 1978-79 sezonunda Kırıkkalespor, 1979-80 sezonunda Gaziantepspor ve Rizespor (günümüzdeki adı Çaykur Rizespor), 1980-81 sezonunda Kocaelispor, 1981-82 sezonunda Sakaryaspor, 1982-83 sezonunda Sarıyer ve Antalyaspor, 1983-84 sezonunda Denizlispor, 1984-85 sezonunda Malatyaspor, 1988-89 sezonunda Konyaspor ve Kahramanmaraşspor, 1989-90 sezonunda ise Zeytinburnuspor ilk defa 1. Lig'de mücadele etmişti. 1970-71, 1971-72 ve 1972-73 sezonlarında üst üste üç şampiyonluk yaşayan Galatasaray, ligde üst üste üç şampiyonluk serisi yakalayan ilk takım oldu. Fenerbahçe'nin lider tamamladığı 1973-74 ve 1974-75 sezonlarının ardından gelen 1975-76 sezonunda ilk kez üç İstanbul takımı dışındaki bir takım, bir önceki sezon lige yükselmiş olan Trabzonspor şampiyonluğa ulaştı. Trabzonspor bu unvanını 1976-77 sezonunda da sürdürürken 1977-78 sezonu Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla tamamlanmıştı. Sonraki üç sezon ise Trabzonspor'un üst üste üç şampiyonluğuyla geçildi.
1980-81 sezonunun devam ettiği sırada, Türkiye Kupası'nda şampiyonluğa ulaşan takımın 1. Lig'e katılma hakkı veren bir kanun yürürlüğe girmişti. O sezon Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşayan 2. Lig takımlarından Ankaragücü, ligdeki pozisyonundan ötürü 1. Lig'e katılamasa da ilgili kanun gereğince ertesi sezon için 1. Lig'de mücadele etmeye hak kazanmış ve bu sebepten ötürü sezon 17 takımın mücadelesine sahne olmuştu. Beşiktaş'ın şampiyonluk yaşadığı 1981-82 sezonu öncesinde alınan karar doğrultusunda ertesi sezon ligdeki takım sayısı 18'e çıkarıldı. Bu sayıyı yakalamak için ligin son üç sırasındaki takım düşerken 2. Lig'den dört takım yükseldi. 1982-83 sezonunda Fenerbahçe, lig tarihindeki 10. şampiyonluğuna ulaştı ve 10 şampiyonluk elde eden ilk takım oldu. 1983-84 sezonunda Trabzonspor şampiyon olurken 1984-85 sezonunda Beşiktaş ile aynı puana sahip olan Fenerbahçe, gol averajı farkıyla elde edilen ilk lig şampiyonluğunu yaşadı. Aynı sezon, Denizlispor'un Orduspor maçında cezalı futbolcu oynattığı gerekçe gösterilerek bu maç Orduspor'un hükmen galibiyetiyle tescil edilmişti. Ancak bu maça yaptığı itirazın Danıştay tarafından kabul edilmesi üzerine Denizlispor ligden düşürülmedi ve Beşiktaş'ın averaj farkıyla Galatasaray'ı geride bırakarak şampiyon olduğu 1985-86 sezonu 19 takımın katılımıyla gerçekleştirildi. Sezon başında son dört sıradaki takımın küme düşürülmesi ve 2. Lig'deki üç grup birincilerinin 1. Lig'e yükselmesi planlansa da; ligi 16. sırada bitiren Bursaspor, Federasyon Kupası şampiyonluğunu kazanması sayesinde ligden düşürülmedi ve Galatasaray'ın şampiyon olduğu 1986-87 sezonunda da lig 19 takımda kaldı.
1986-87 sezonu sonunda ligin son dört sırasındaki takımın ligden düşürülmesi ve 2. Lig'den üç takımın lige dahil olmasıyla birlikte ertesi sezon mücadele edecek takım sayısı 18'e düştü. Ligin başlamasının ardından Kocaelispor'un, önceki sezon oynanan Zonguldakspor-Boluspor maçında şike yapıldığı iddiasıyla mahkemeye başvurması sonrasında alınan karar doğrultusunda lige bir süre ara verildi. Sezona 2. Lig'de başlayan Kocaelispor, mahkeme tarafından verilen kararla, ligin ikinci haftasında 1. Lig'e alındı. Aynı maçla ilgili olarak daha sonradan Bursaspor'un yaptığı başvuru da takım lehine sonuçlandı ve sezona 2. Lig'de başlayan Bursaspor da 1. Lig'de kaldı. 1987-88 sezonu öncesinde federasyon tarafından alınan kararla üç puanlı sisteme geçilerek önceki sezonların aksine galip gelen takıma iki yerine üç puan verilmesi kararlaştırıldı. 20 takımın katılımıyla gerçekleştirilen 1987-88 sezonu atılan 1032 golle lig tarihinin en gollü sezonu olurken şampiyonluğu Galatasaray kazandı. Sezon sonunda son dört sıradaki takım 2. Lig'e, 2. Lig'deki gruplarını lider tamamlayan üç takımın ise 1. Lig'e yükselmesi sebebiyle 1988-89 sezonunda 19 takım mücadele etti. 20 Ocak 1989 günü Malatyaspor deplasmanına giden Samsunspor otobüsü kaza yaparken kaza sonucunda takımın üç oyuncusu ile teknik direktörü öldü, iki futbolcusu ise kaza sebebiyle kariyerini sonlandırmak durumunda kaldı. Kazanın ardından lige devam edemeyen ve kalan maçlarından hükmen 3-0 mağlup ayrılan takım, ligi son sırada tamamlasa da federasyon tarafından sağlanan özel statü ile ligde kaldı. Samsunspor'un önünde, ligi son üç sırada tamamlayan takımların ligden düşmesi ve 2. Lig'den de üç takımın lige yükselmesi sonucunda 1989-90 sezonunda 19 takımın katılımıyla gerçekleştirilmesi planlansa da; 1. Lig'e yükselme hakkı kazanan Bursaspor'ın B takımı, bir kulübün iki farklı takımının aynı ligde yer alamaması sebebiyle lige alınmadı ve sezon 18 takımın mücadelesine sahne oldu.
1990'lar ve 2000'ler.
1989-90 sezonunu Beşiktaş şampiyon olarak tamamlarken sezon sonunda ligin son beş sırasındaki takım 2. Lig'e düşürüldü ve 2. Lig'den üç takım 1. Lig'e yükseltildi. Bu değişiklikle birlikte 1990-91 sezonunda takım sayısı 16'ya indirilmişti. Bakırköyspor ve Aydınspor'un 1. Lig'de ilk kez mücadele ettiği 1990-91 sezonunu lider tamamlayan Beşiktaş, üst üste ikinci şampiyonluğuna ulaştı. 1992'de Türkiye Futbol Federasyonunun özerkleşmesi sonrasında yapılan sponsorluk anlaşmaları ve 1996'da uygulamaya konan havuz sistemiyle birlikte 1. Lig takımlarının naklen yayınları gelire çevrilmesiyle bütçeleri arttı. 1992-93 sezonunda ligi Beşiktaş ile aynı puanda tamamlamasına rağmen averaj farkıyla şampiyon olan Galatasaray, 1993-94 sezonunda da bu unvanını sürdürdü. Diğer taraftan 1993-94 sezonunda Kardemir Karabükspor ilk kez 1. Lig'de yer almıştı. Aynı sezon üç takımın ligden düşüp 2. Lig'den beş takımın yükselmesiyle 1994-95 sezonunda takım sayısı 18'e çıkarıldı.
Petrol Ofisi ile Vanspor'un ilk defa 1. Lig'de mücadele ettiği 1994-95 sezonunu Beşiktaş, iki sezonluk aranın ardından şampiyon olarak tamamladı. Takip eden sezonda Fenerbahçe, 1990'lardaki tek şampiyonluğunu elde etti. 1996-97 sezonunda Çanakkale Dardanelspor, 1998-99 sezonunda ise Erzurumspor ilk 1. Lig deneyimini yaşadı. 1996-97 sezonundan 1999-00 sezonuna kadarki dört sezonluk süreçte Galatasaray, üst üste dört şampiyonluk yaşayarak lig tarihinin en uzun şampiyonluk serisini yakaladı. Öte yandan 1999-00 sezonu öncesinde Telsim ile Türkiye Futbol Federasyonu arasında imzalanan anlaşma neticesinde ligin adı Telsim Türkiye 1. Ligi olsa da, lige sponsor adı verilmesi kanunlara aykırı bulunarak sezon başlamadan önce sponsorsuz isme dönülmüştü. 2000-01 sezonu öncesinde getirilen uygulamayla takımlara, lig tarihinde yaşadığı her beş şampiyonluk için formalarındaki logosunun üstünde bir yıldız taşıma hakkı verildi. Yimpaş Yozgatspor ile Siirtspor'un ilk kez 1. Lig'de yer aldığı 2000-01 sezonunda Fenerbahçe şampiyonluğa ulaştı. 2001-02 sezonunda ligin adı Süper Lig olarak değiştirilirken Galatasaray şampiyon olan takım oldu.
2002-03 sezonunda Beşiktaş şampiyon olurken Akçaabat Sebatspor'un ilk kez Süper Lig'de mücadele ettiği 2003-04 sezonu ile Erciyesspor (günümüzdeki adı Kayserispor) ve Büyükşehir Belediye Ankaraspor'un (daha sonraki adı Ankaraspor) ilk katılımını gerçekleştirdiği 2004-05 sezonunda Fenerbahçe üst üste iki şampiyonluk yaşadı. Öte yandan 2004-05 sezonunda 1. Lig'de mücadele eden Erciyesspor, tarihinde ilk kez Süper Lig'e yükselme hakkı kazanmıştı. Aynı sezon 1. Lig'de mücadele eden Kayserispor'un Süper Lig'e yükselememesinin ardından iki kulübün karşılıklı olarak isim ve logo değişikliğine gitmesi sonucunda Kayserispor adını alan Erciyesspor, böylece ilk Süper Lig deneyimini yaşadı. Sivasspor ve Manisaspor'un Süper Lig'de ilk kez yer aldığı 2005-06 sezonunun son haftasına Fenerbahçe, ikili averaj avantajıyla kendiyle aynı puana sahip Galatasaray'ın önünde lider olarak girdi. Fenerbahçe'nin son haftadaki Denizlispor deplasmanında rakibiyle berabere kalması ve Galatasaray'ın evinde Kayserispor'u yenmesi sebebiyle Galatasaray sezon sonunda şampiyonluğa ulaşan taraf oldu. Sonraki iki sezon sırasıyla Fenerbahçe ve Galatasaray'ın şampiyonluklarıyla sona ererken 2007-08 sezonunda Gençlerbirliği OFTAŞ (günümüzdeki adı Hacettepe) ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor (günümüzdeki adı İstanbul Başakşehir) ilk kez Süper Lig deneyimi yaşamıştı. Beşiktaş'ın kazandığı 2008-09 sezonunu takip eden 2009-10 sezonunda Ankaraspor, Ankaragücü ile arasında ilişkinin "kamuoyunun ligin dürüstlüğüne ilişkin algısını zedeleyecek nitelikte olması" nedeniyle küme düşürüldü ve tüm maçlarından hükmen 3-0'lık mağlubiyetle ayrılmış olarak kabul edildi. Sezonun son haftasına lider giren Fenerbahçe, son maçta Trabzonspor ile berabere kalarak puan kaybı yaşadı. Eş zamanlı olarak oynanan maçta Beşiktaş'ı yenen ikinci sıradaki Bursaspor, bu galibiyetle birlikte birinci sıraya yükseldi ve lig tarihinde şampiyonluk yaşayan beşinci takım oldu.
2010'lar ve günümüz.
Bucaspor'un ilk Süper Lig deneyimini yaşadığı 2010-11 sezonunda ligi Trabzonspor ile eşit puanda tamamlayan Fenerbahçe, ikili averajda rakibine üstünlük sağladığından ligi şampiyon olarak tamamladı. Sezonun sona ermesinin ardından Temmuz 2011'de, bu sezon ile ilgili ligdeki bazı maçlarda şike yapıldığı gerekçesiyle dava açılmıştı. Bir sonraki sezon ligde "Süper Final" adı verilen play off sistemi uygulandı ve normal sezonu ilk dört sırada tamamlayan takımın kazandığı puanlar ikiye bölünerek çift devreli lig usulüne göre karşılaştıkları yeni bir grup oluşturdu. Yapılan karşılaşmalar sonunda Galatasaray sezonu şampiyon olarak tamamladı. Akhisar Belediyespor'un ilk kez Süper Lig'de yer aldığı 2012-13 sezonunda play off sistemi kaldırılarak eski düzene dönüldü. Galatasaray'ın üst üste ikinci şampiyonluğunu kazandığı sezonun ardından oynanan 2013-14 sezonunda şampiyonluğu elde eden takım Fenerbahçe oldu. Ligin son sezonu olan 2014-15 sezonunda 20. şampiyonluğuna ulaşan Galatasaray, armasının üstünde dördüncü yıldız taşıma hakkını alan ilk takım oldu. 2015-16 sezonu sonunda ligin 33. haftasında Osmanlıspor'u mağlup eden Beşiktaş, ligin bitimine bir hafta kala şampiyonluğunu ilan etti. 2016-17 sezonu başında Alanyaspor, tarihinde ilk kez Süper Lig'de mücadele etmeye hak kazandı. Sezon sonunda Beşiktaş, lig tarihindeki 15. şampiyonluğuna ulaştı ve armasının üzerinde üçüncü yıldızı taşımaya hak kazandı.
2017-18 sezonunda Yeni Malatyaspor, tarihinde ilk kez Süper Lig'de mücadele etti. Sezon, son haftaya kadar Galatasaray, Fenerbahçe ve İstanbul Başakşehir arasındaki şampiyonluk mücadelesine sahne oldu. Son haftaya lider giren Galatasaray, oynanan maçlar sonunda şampiyonluğunu elde etti. 2018-19 sezonunda BB Erzurumspor, tarihinde ilk kez Süper Lig'de yer almaya hak kazandı. 2018-19 sezonu sonunda ligin 33. haftasında İstanbul Başakşehir takımını mağlup eden Galatasaray, ligin bitimine bir hafta kala şampiyonluğunu ilan etti.
2019-20 sezonu devam ederken, COVID-19 pandemisi nedeniyle 12 Mart 2020 tarihi itibarıyla, sezon sonuna kadar maçların seyircisiz oynanmasına karar verildi. 18 Mart 2020'de ise pandemi nedeniyle ligin, henüz belirlenmemiş bir tarihe kadar ertelendiği açıklanırken 12 Haziran 2020'de lig maçlarına devam edildi. Sezon sonunda İstanbul Başakşehir, tarihinde ilk kez sezonu şampiyon olarak tamamladı. Ertesi sezon Hatayspor, tarihinde ilk kez Süper Lig'de yer aldı. 29 Temmuz 2020 tarihinde yapılan açıklamaya göre 2019-20 sezonunda küme düşme kaldırıldı ve ligde mücadele eden takım sayısı 21'e yükseltildi. 2020-21 sezonu sonunda ligin 42. haftasında Göztepe'yi mağlup eden Beşiktaş, lig tarihindeki 16. şampiyonluğuna ulaştı ve ligde mücadele eden takım sayısı 20'ye düştü. 2021-22 sezonunda Trabzonspor, 38 yıl aradan sonra ligi şampiyon olarak tamamladı. 2022-23 sezonunda Ümraniyespor, tarihinde ilk kez Süper Lig'de mücadele etme hakkı kazandı ve ligde mücadele eden takım sayısı 19'a indi.
2023 Kahramanmaraş depremlerinden dolayı Gaziantep FK ve Hatayspor ligden çekilmiştir. Ligden çekilen takımların gelecek sezon Süper Lig'de yer alacağı açıklandı. Galatasaray, ligin bitimine 2 hafta kala şampiyonluğunu ilan ederken ligden düşen takım sayısının ikiye indirilmesiyle birlikte 2023-24 sezonunda takım sayısı 20'ye çıktı. Pendikspor ise tarihinde ilk kez Süper Lig'de yer almaya hak kazanmıştır. 2023-2024 sezonunda ligin son haftasında Galatasaray, Konyaspor'u 3-1 mağlup ederek üst üste ikinci şampiyonluğunu kazandı. 2024-25 sezonunda Eyüpspor ve Bodrum FK, tarihinde ilk kez Süper Lig'de mücadele etme hakkı kazandı. Bu sezon, Galatasaray'ın üst üste üçüncü şampiyonluğuyla sona ererken takım aynı zamanda 25. şampiyonluğa ulaşarak armasında 5 yıldız taşıma hakkı kazandı.
Lig yapısı.
Lig düzeni.
19 takımdan oluşan Süper Lig'deki bir sezon Ağustos ayında başlar ve Mayıs ayında sona erer. Takımların her biri, sezon boyunca her bir rakibiyle ikişer kez karşılaşır. Bu maçların bir tanesini kendi sahasında, diğerini ise rakibinin sahasında oynar. Böylelikle bir sezon sonunda her bir takım 36 maç yaparken toplamda 342 maç gerçekleştirilir. Bir tarafın galibiyetiyle sona eren maçlarda kazanan takım üç puan alırken kaybeden takıma puan verilmez. Eğer maç beraberlikle sonuçlanmışsa iki takım da birer puan kazanır. Sezon sonunda takımlar aldıkları bu puanlara göre sıralanırlar. Puan eşitliği durumunda önce eşitliğin yaşandığı takımlar arasında oynanan maçlarda elde edilen puan üstünlüğüne bakılır. Eşitliğin devam etmesi hâlinde sırasıyla aralarında yapılan maçlardaki gol üstünlüğü, ligde elde ettikleri genel averaj, ligde attıkları gol sayısı ve hükmen mağlubiyet sayısı göz önünde bulundurulur. Tüm bu şartlara rağmen eşitlik bozulmuyorsa, ilgili takımlar arasında tek maçlı eleme usulüyle yapılacak bir müsabaka neticesinde kazanan takım üstün sayılarak nihai sonuç alınır. Maçlar sonunda ilk sırayı alan takım lig şampiyonu olur. Ligi son 4 sırada bitiren takım ertesi sezon mücadele etmek üzere 1. Lig'e düşerken 1. Lig'deki son sezonda mücadele eden 3 takım Süper Lig'e katılır.
Ligdeki maçlar Türkiye Futbol Federasyonunun belirlediği saatlerde başlar. Süper Lig müsabakaları bir orta, iki yardımcı ve bir dördüncü hakemle birlikte toplam dört hakem tarafından yönetilir. Her maç öncesi İstiklâl Marşı söylenir ve marşın okunmasının öncesinde -varsa- saygı duruşu yapılır.
2018-2019 sezonundan bu yana Spor Toto Süper Lig müsabakalarında, Futbol Oyun Kuralları ve bu kurallara dahil edilen VAR Protokolüne uygun olarak çevrimiçi Video Yardımcı Hakem Sistemi kullanılır. 2023-24 sezonunun 20. haftasından itibaren, yarı otomatik ofsayt sistemi de kullanılır.
Futbolcu uygunluğu.
2015-16 sezonundan itibaren kulüplerin istediği sayıda futbolcuyla profesyonel sözleşme imzalayabileceği ve tescil ettirebileceği; ancak en fazla 28 kişinin yer alabileceği A takım kadrosunda yer alacak en az 14 oyuncunun Türkiye millî futbol takımında oynama uygunluğuna sahip olması gerekecektir. 28 kişilik kadronun en fazla üç oyuncusunun kaleci olması ve bu kalecilerin en az birinin Türkiye millî futbol takımında oynama uygunluğuna sahip olması zorunlu olacaktır. Bu 14 futbolcudan en az 2'sinin 15. doğum gününe denk gelen sezon ile 21. doğum gününe denk gelen sezonlarda kesintili veya kesintisiz, en az 3 sezon veya 36 ay kendi kulübünde tescilli olması gerekecektir. 21 yaş altı takımında yerli statüsünde oynayan futbolcular ise sezon başında 28 kişilik kadroda olmasına gerek kalmadan A takımın maç kadrosuna alınabilecektir. Takımların 18 kişilik maç kadrosunda ise teki kaleci olmak kaydıyla Türkiye millî futbol takımında oynamaya uygun en az 7 futbolcu yer alacak ve takımlar yerli kaleciyi kadroya almadığı takdirde sahaya 17 kişilik kadroyla çıkacaktır. 2015-16 sezonuyla birlikte uygulanacak teşvik sistemiyle birlikte ise kadroda bulundurulma zorunluluğu olmayan her Türkiye millî futbol takımında oynama uygunluğuna sahip futbolcu için takımlara belli miktarlarda para ödenecektir.
2022-23 sezonu için TFF tarafından açıklanan yabancı sınırlandırmasına göre her takım müsabakalarda ilk 11'de en fazla 8 ve maç kadrosunda en fazla 14 yabancı oyuncu bulundurabilecektir. Bunun yanı sıra 21 yaş ve altında olup ülkesinin millî takımlarında en az 10 maça çıkmış yabancı uyruklu oyunculardan da en fazla 3 tanesi bu yabancı kısıtlamasından muaf tutularak müsabaka kadrolarında yer alabilecektir.
UEFA turnuvalarına katılabilme.
Sezon sonunda ligde belli sıraları alan takımlar, UEFA'nın organize ettiği UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi veya UEFA Konferans Ligi organizasyonlarından birine katılır. UEFA kurallarına göre, bir ülkenin belli bir sezonda kaç takım göndereceği ve bu takımların hangi aşamalardan kupa mücadelesine başlayacağı, o ülkenin önceki sezonlarda topladığı UEFA ülke puanlarına göre hesaplanır.
Türkiye, UEFA organizasyonlarına ilk defa 1956-57 sezonunda, lig kurulmadan önce takım gönderdi. Ligin kurulmasının ardından şampiyon olan takımlar Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'na (günümüzdeki adı UEFA Şampiyonlar Ligi) katılıyordu. 1962-63 sezonunda, uluslararası bir ticaret fuarına ev sahipliği yapan takımların katılıma açık olan Fuar Şehirleri Kupası'na Türkiye'den ilk katılım gerçekleşti. 1970-71 sezonuna kadar gerçekleştirilen organizasyona, ligde en iyi dereceyi elde eden fuar şehri takımı katılıyordu. 1971-72 sezonunda ilk kez düzenlenen UEFA Kupası'na (günümüzdeki adı UEFA Avrupa Ligi) aynı sezon ligden ilk katılım gerçekleşti. Türkiye Kupası şampiyonu veya ikincisi olarak UEFA Kupa Galipleri Kupası'na katılmayan hak kazanan takım aynı zamanda UEFA Kupası'na katılmaya da hak kazanmışsa, önceliği UEFA Kupa Galipleri Kupası alıyordu. Trabzonspor, bir önceki sezon mücadele ettiği Şampiyon Kulüpler Kupası'nda oynadığı bir maç sırasında sahada çıkan olaylar sebebiyle UEFA turnuvalarından üç yıl men edildiğinden (daha sonra bu karar bir yıla indirildi) 1978-79 sezonunda katılmaya hak kazandığı Şampiyon Kulüpler Kupası'na katılamadı ve UEFA etkinliklerinden men edilen ilk Türk takımı oldu.
1995-96 sezonunda kontrolü UEFA'ya geçen UEFA Intertoto Kupası'na aynı sezon ilk kez takım gönderildi. 1997-98 sezonunda ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'ne iki takım gönderildi. Kupa Galipleri Kupası'nın 1998-99 sezonuyla birlikte kaldırılması sonrasında, Türkiye Kupası şampiyonu ligdeki pozisyonundan bağımsız olarak UEFA Kupası'na katılım hakkı kazanmaya başladı. Türkiye Kupası şampiyonu ligdeki pozisyonu gereğince UEFA Şampiyonlar Ligi veya UEFA Kupası'na katılma hakkı kazanmışsa, kupa finalisti UEFA Kupası'na gidiyor; finalist de ligdeki pozisyonu gereğince bu organizasyonlara katılma şansı elde etmişse, UEFA turnuvalarına katılma hakkı alamayıp da ligi en üst sırada tamamlayan takım UEFA Kupası'na gönderiliyordu. 2002-03 sezonunda ilk kez UEFA Kupası'na dört takım birden gönderildi. 2011-12 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmeye hak kazanan Fenerbahçe, 2010-11 sezonundaki şike soruşturması sebebiyle Türkiye Futbol Federasyonu tarafından UEFA turnuvalarına gönderilmedi. 2013-14 sezonunda, aynı şike soruşturması sebebiyle UEFA tarafından alınan karar doğrultusunda Fenerbahçe iki, Beşiktaş ise bir sezon boyunca UEFA turnuvalarından men edildi. Bu sebepten ötürü Fenerbahçe, UEFA turnuvalarına katılmaya hak kazandığı 2013-14 ve 2014-15 sezonlarında, Beşiktaş ise katılmaya hak kazandığı 2013-14 sezonunda UEFA turnuvalarından men edildi.
Ligin 2024-25 sezonu sonundaki UEFA'daki konumu şu şekildedir:
Ödüller.
Ligi şampiyon olarak tamamlayan takıma, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından tasarlanan bir şampiyonluk kupası verilir. Şampiyon olan takımın futbolcuları, teknik heyeti ve yöneticilerine ise bu başarılarını simgeleyen toplam 75 adet madalya takdim edilir.
Sponsorluk.
Süper Lig'in isim sponsorluğuna dair ilk girişim 1999-00 sezonu öncesinde Telsim ile Türkiye Futbol Federasyonu arasında imzalanan anlaşma neticesinde gerçekleştirildi ve ligin adı Telsim Türkiye 1. Ligi oldu. Ancak lige sponsor adı verilmesi kanunlara aykırı bulunarak sezon başlamadan önce sponsorsuz isme dönüldü. Turkcell, ligin isim hakkının satışını elinde bulunduran ligin yayıncı kuruluşu Digiturk ile 2005 yılında yaptığı anlaşmayla ligin isim sponsoru oldu ve lig Turkcell Süper Lig olarak anılmaya başlandı. 2010-11 sezonuna kadar yapılan anlaşma için Turkcell, sezon başına Digiturk'e 10 milyon dolar ödüyordu. Öte yandan bu dönemde lig için ilk kez bir logo kullanılmıştı. 2010-11 sezonu öncesinde lig adı için yeni bir ihale isteyen Digiturk ile Turkcell arasındaki anlaşma iptal edilerek isim hakları 125 milyon dolar karşılığında beş sezonluğuna Spor Toto'ya verildi. Aralık 2015'te bu sözleşme, 1+1 yıllığına uzatıldı. 2016-17 sezonu için de sözleşme devam ettirildi. 2017-18 sezonunun ilk yarısında ligin isim sponsoru bulunmazken, ikinci yarısının başında Spor Toto ile imzalanan anlaşma gereğince sezonun geri kalanı ile 2018-19 sezonunun tamamında ligin isim sponsoru Spor Toto oldu. 2020-21 sezonu devam ederken, Şubat 2021 itibarıyla Spor Toto ile bir kez daha, sezon sonuna kadar sürecek bir isim sponsorluğu konusunda anlaşıldı. 2023-2024 sezonu öncesinde ise Türkiye Futbol Federasyonu ile Trendyol arasında Süper Lig ve 1. Lig'in ön adı için sponsorluk anlaşması imzalandı.
Lige isim sponsoru olan firmalar ve bu dönemlerde kullandığı isimler şu şekildedir:
Lig adı için sponsor olan Turkcell ile federasyon arasında yapılan anlaşma sonrasında 2008-09 ve 2009-10 sezonlarında Turkcell Fair Play Ligi adlı uygulama gerçekleştirildi. Uygulamaya göre her takım; aldığı sarı kart, kırmızı kart, saha kapatma, seyircisiz oynama ve hak mahrumiyeti cezaları karşılığında belirli ceza puanları aldı. Sezon sonunda en az puan toplayarak en üst sıraya yerleşen üç takım sırasıyla 500 bin dolar, 300 bin dolar ve 200 bin dolar ile ödüllendirilirdi. 2008-09 sezonunda ilk üç sırayı sırasıyla Gaziantepspor, Trabzonspor ve Denizlispor alırken 2009-10 sezonunda ilk üç sırada Bursaspor, Gençlerbirliği ve Gaziantepspor yer aldı.
Sponsor adlarının yanı sıra, 2014-15 sezonuyla birlikte Süper Lig sezonlarına Türkiye Futbol Federasyonu tarafından, Türk futbolunun ölmüş bazı kişilerinin isimleri verilmeye başlandı. Bu kapsamda verilen isimler şu şekildedir:
Sezonlara göre daha önceleri ligde oynanan maçlarda ev sahibi takımların belirlediği toplar kullanılıyordu. 2005 Mayıs'ında Nike ile Türkiye Futbol Federasyonu arasında imzalanan anlaşma sonrasında ligde kullanılan toplar Nike tarafından sağlanmaya başlandı. 2005-06 sezonunda Total 90 Aerow ile karlı havalar için tasarlanan Total 90 Aerow Hi-Vis, 2006-07 ve 2007-08 sezonlarında Total 90 Aerow II, 2008-09 Total 90 Omni (2009-10 sezonunda, kış maçları için tasarlanan Total 90 Omni Hi-Vis de kullanıldı), 2010-11 sezonunda Total 90 Tracer PL, 2011-12 sezonunda Total 90 Seitiro, 2012-13 sezonunda Maxim, 2013-14 sezonunda Incyte, 2014-15 sezonunda Incyte II, 2015-16 sezonunda Ordem 3, 2016-17 sezonunda Ordem 4, 2017-18 sezonunda Ordem 5, 2018-19 ve 2019-20 sezonlarında Merlin kullanıldı. 2020-21 sezonu öncesinde ise Türkiye Futbol Federasyonunun Adidas ile anlaşması sonucunda Uniforia, 2021-22 sezonunda Adidas Conext 21 Pro, 2022-23 sezonunda Puma Orbita 1 TB FQP kullanıldı. 2023-24 sezonunda ise yine Puma ile yapılan anlaşma sonucunda ülkedeki profesyonel futbol liglerine özel olarak tasarlanan Puma Orbita 5 kullanıldı.
Medya ilişkileri.
Televizyon yayınları.
Lig tarihinde canlı olarak yayımlanan ilk maç, 3 Ekim 1971 tarihinde İzmir'deki Alsancak Stadyumu'nda oynanan ve dönem itibarıyla ülkedeki tek televizyon kanalı olan TRT'de yayımlanan Karşıyaka-İstanbulspor maçıydı. Daha sonraki dönemlerde de her maç için ayrı ayrı kulüplerle yapılan anlaşmalar sonucunda bazı maçlar TRT tarafından canlı olarak yayımlanıyordu. 1990 yılında Almanya üzerinden Türkiye'ye yayın yapmaya başlayan Star 1 kanalı, 1. Lig'de yer alan 14 kulüp ile 27 Şubat 1990 tarihinde yaptığı anlaşmayla bu takımların 1990-91 sezonundan itibaren lig, kupa ve Avrupa kupası maçlarını canlı ve banttan yayımlama hakkına üç sezonluğuna sahip oldu. Yapılan bu anlaşmayla her bir kulübe yıllık telif hakkı olarak 85.000 dolar, yayımlanan her maç içinse dört büyük kulübe 80.000 dolar, kalan kulüplere ise 62.500 dolar verilmesi kararlaştırıldı. Gençlik ve Spor Müdürlüğü ile yapılan görüşme sonrasında Star 1 yayın ekibinin maçlar sırasında stadyuma girmesi için izin alındı ve maç başına ilgili kuruma %8'lik pay verilmesi konusunda anlaşıldı. Ancak bir süre sonra TRT, ligde mücadele eden dört büyükler dışındaki 12 kulüple maç yayını konusunda kesin anlaşmaya vardı. Yaşanan bu gelişmeler sonrasında 1990-91 ve 1991-92 sezonlarında Star 1'de yalnızca dört büyüklerin yer aldığı maçlar, TRT'de ise diğer kulüplerin bazı maçları ile dört büyüklerin oynadığı bazı maçlar yayımlandı.
1992-93 sezonu öncesinde farklı kulüpler, iç sahalarındaki maçları yayımlamak için farklı kanallarla anlaştı. Show TV, 15 milyar lira karşılığında üç yıllığına Galatasaray ve Fenerbahçe ile, İnterStar ise maç başına 85.000 dolar karşılığında beş yıllığına Beşiktaş ve 12 milyar lira karşılığında üç yıllığına Trabzonspor ile anlaştı. İnterStar, daha sonradan federasyon ile yaptığı üç yıllık anlaşmayla kalan 12 kulübün oynadığı maçların yayımlanma hakkını da satın aldı. Anlaşmaya göre İnterStar, ilk üç yıl için sırasıyla 1 milyar 800 milyon lira, 300 bin dolar ve 325 bin dolar ödeyecekti. 1993-94 sezonu öncesinde Fenerbahçe ile Show TV arasındaki anlaşma 1995 yılına kadar uzatılırken Galatasaray Show TV ile 3 milyon 900 bin dolar karşılığında bir yıllık anlaşma yaptı. Yayın hakları konusunda Beşiktaş Show TV ile; Trabzonspor, Bursaspor ve Kocaelispor atv ile, Ankaragücü ve Karşıyaka ise Kanal 6 ile anlaştı. 1994-95 sezonunda lig maçları atv ve Cine5, 1995-96 sezonunda ise atv, Kanal D ve Cine5 yayımlıyordu.
1996-97 sezonu öncesinde, ligdeki maçların yayın hakları için yapılan ihaleden elde edilen gelirin ligdeki kulüplerin belli oranlarda paylaştırılmasını öngören havuz sistemi devreye girdi. Yayın hakları konusunda yapılan ihaleye katılan tek kanal olan Cine5; 1996-97 sezonu için 40, 1997-98 sezonu için 45, 1998-99 sezonu için ise 55 milyon dolarlık teklif vererek ligdeki tüm takımların oynadığı maçların yayın hakkına üç sezon boyunca sahip oldu. Bu gelişme sonrasında lig maçları şifreli olarak yayımlanmaya başladı. 1999-00 sezonu öncesinde yapılan ihalede 120 milyon 500 bin dolarlık teklifle yayın hakları, iki sezon boyunca Teleon'a geçti. Kanalın ödemeye dair sorumluluklarını yerine getirememesi gerekçesiyle 2000-01 sezonunun devre arasında kanalın yayın sözleşmesi federasyon tarafından feshedildi. Devre arasında yapılan ihaleyi yıllık 165 milyon dolarlık teklifiyle kazanan Atlas Yayıncılık ve Dijital Platform AŞ, 3,5 sezon boyunca lig maçlarını yayımlama hakkını elde etti. İhale sonrasında maçlar Digiturk platformundaki Lig TV'de yayımlanmaya başladı. 2004-05 sezonu öncesindeki ihaleyi yıllık 135 trilyon 950 milyar lira vererek dört sezonluğuna alan Lig TV, daha sonradan yapılan eklemeler sonucunda yayın hakkını 2009-10 sezonu sonuna kadar uzattı. Öte yandan 2004-05 sezonunda TRT ile Digiturk arasında yapılan anlaşmayla söz konusu sezon boyunca Üç Büyükler'in maçları dışında haftada bir maçın TRT tarafından canlı olarak Digiturk'ün canlı olarak yayımladığı maçların ise bitiminden 48 saat sonra tekrarının yayımlanmasına izin verildi.
2010 Ocak'ında yayın hakları konusunda A, B ve C olmak üzere üç farklı sınıf için ihale yapıldı. A paketi ligin isim hakkını pazarlama, haftada en az dört lig maçı canlı olarak yayımlama, tüm maçların çekimini yapma ve bu yayınları uluslararası kuruluşlara pazarlama; B paketi lig maçlarının geniş özeti ile üç dakikalık haber amaçlı görüntülerini başka kuruluşlara satma; C paketi ise gol görüntülerinin cep telefonlarından izlenmesini içeren mobil yayın hakkını kapsıyordu. A paketini 321 milyon dolarla Digiturk, B paketini 40 milyon 210 bin dolarla TRT, C paketini ise 13 milyon 500 bin dolarla Türk Telekom aldı. Bu sonuçla ligdeki maçların yayın hakkı 2013-14 sezonu sonuna kadar Digiturk'te oldu. İhale sonrasında yapılan sözleşmedeki uzatma hakkını da kullanan kurum, 2014-15 sezonunda da lig maçlarını yayımladı.
2015-16 ve 2016-17 sezonlarının yayın hakkı, herhangi bir ihale açılmadan Türkiye Futbol Federasyonu ile yapılan anlaşma sonrasında Digiturk'te kaldı. Rekabet Kurumu ayrıca, Digiturk ile anlaşma yapmaları halinde diğer dijital platformlardan da lig maçlarının izlenebileceği yönünde karar verdi.
4 Haziran 2015 tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu ile Kulüpler Birliği Vakfı arasında imzalanan anlaşma ile Süper Lig AŞ'nin kurulmasının resmi imzası atılmış oldu. Bu anlaşma uyarınca 2017 yılında yayın ihalesi kanunda yapılacak değişiklikten sonra Kulüpler Birliği Vakfı tarafından gerçekleştirilecektir. Eylül 2015'te TRT ile Turkuvaz Medya Grubu arasında maç özetlerinin, TRT'de yayımlanmasından 15 dakika sonra a Haber ve a Spor'da yayımlanması konusunda anlaşma sağlandı. Ekim 2016'da, 2016-17 sezonu için ligin özet görüntülerinin yayın haklarını TRT satın aldı. Yine aynı ay içerisinde TRT ile NTV arasında yapılan anlaşmayla birlikte maç özetleri NTV ve NTV Spor'da da yayımlanmaya başladı. 21 Kasım 2016'da, 2017-18 sezonundan itibaren beş sezon boyunca Süper Lig ve 1. Lig yayın haklarının devri için ihale gerçekleştirildi. İhale sonucunda Digiturk; Süper Lig maçlarının tamamının canlı yayımlama, bu yayınları uluslararası kuruluşlara pazarlama, görüntülerin mobil yayın haklarına, verdiği $500 milyon+KDV'lik teklifiyle sahip oldu.
Radyo yayınları.
Ligdeki maçların canlı anlatımı TRT radyoları tarafından gerçekleştirilirken Star 1, 1990-91 sezonu başında ligdeki 11 kulüple yaptığı anlaşmayla takım maçlarının televizyon yayını haklarının yanında radyo yayını haklarını da almıştı. Bu dönemden sonra lig maçları farklı radyolar tarafından, ihale yapılmaksızın yayımlandı. İlk kez 2007-08 sezonu öncesinde yapılan radyolarda canlı maç yayını ihalesini, 3,5 milyon dolarlık teklifle Alem FM-Lig Radyo ortaklığı kazandı. 2009-10 sezonu başındaki ihaleyi 2,5 milyon dolarlık teklifle kazanan TRT, 2011-12 sezonu sonuna kadar ligdeki maçların radyo yayın hakkına sahip oldu. Öte yandan yayın hakkını elinde bulunduran TRT, üç sezon boyunca bazı maçların yayınını NTV Radyo'ya vermişti. 2012-13 sezonunda açılan ihaleye teklif gelmemesi sebebiyle ilk 9 hafta boyunca radyodan maç yayını yapılmazken daha sonradan federasyon ile TRT arasında yapılan anlaşma sonrasında TRT Radyo 1 üzerinden maç yayınlarına başlandı.
Takımlar.
Süper Lig'in 2025-26 sezonunda yer alan 18 takım şu şekildedir:
Lige katılımlar.
Ligin kuruluşundan bu yana 77 takımın mücadele ettiği ligin ilk sezonunda yer alan 16 takımdan altı tanesi; Beşiktaş, Fatih Karagümrük, Fenerbahçe, Galatasaray, Gençlerbirliği ve Göztepe günümüzde de Süper Lig'de mücadele eder. Üç Büyükler olarak adlandırılan Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray, ligin kuruluşundan bu yana hiç küme düşmedi ve 68 sezonun tamamında ligde yer aldı. 1974-75 sezonunda yükselen Trabzonspor, 2016-17 sezonunda yükselen Alanyaspor, 2019-20 sezonunda yükselen Gaziantep FK ve 2024-25 sezonunda Lige yükselen Eyüpspor da lige yükselmesi sonrasında sürekli olarak ligdeki varlığını sürdürdü.
Şampiyonluklar.
Lig tarihinde Galatasaray 25 şampiyonlukla bu alanda lider konumundayken, bu takımı sırasıyla 19 şampiyonlukla Fenerbahçe, 16 şampiyonlukla Beşiktaş, 7 şampiyonlukla Trabzonspor ve birer şampiyonlukla Bursaspor ile İstanbul Başakşehir takip eder.
2000-01 sezonundan itibaren takımlara lig tarihinde yaşadığı her beş şampiyonluk için formalarındaki amblemlerinin üstünde birer yıldız taşıma hakkı verildi. Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulunun 09.05.2002 tarih, 2002/52E ve 2002/68K sayılı kararı gereğince, 1956-57 ve 1957-58 sezonlarında Federasyon Kupası'nı kazanan Beşiktaş'ın lig şampiyonu olduğuna ve bu şampiyonlukların yıldız kriterine dahil edileceğine karar verildi Bu karar sebebiyle ligde elde edilen şampiyonluk sayısı, lig sezonu sayısından iki fazladır. 2001-02 sezonunda Galatasaray, 2003-04 sezonunda ise Fenerbahçe üçüncü yıldızı taşımaya hak kazandı. 2014-15 sezonunda lig tarihindeki 20. şampiyonluğuna ulaşan Galatasaray, dördüncü yıldızı taşımaya hak kazanan ilk takım oldu. 2016-17 sezonunda ise şampiyon olan Beşiktaş da üçüncü yıldızı elde etti. Galatasaray, 2024-25 sezonunda 25.şampiyonluğunu kazanarak 5 yıldız kullanmaya hak kazandı.
Oyuncular.
En çok maça çıkan oyuncular.
Lig tarihinde en fazla maça çıkan oyuncular 515 maçla Umut Bulut'tur. Beşiktaş formasıyla 494 lig maçına çıkan Rıza Çalımbay ise Süper Lig tarihinde tek bir kulüple en çok maça çıkan oyuncu konumundadır.
En çok gol atan oyuncular.
Lig tarihinin en golcü oyuncusu, kariyeri boyunca Süper Lig'de oynadığı maçlarda 249 gol kaydeden Hakan Şükür'dür. 33 oyuncu 100 gol, 5 oyuncu ise 200 gol barajını geçmeyi başarmıştır.
Lig tarihinde 17 farklı kulüpte forma giyen 41 farklı oyuncu gol krallığı yaşamıştır. Altı sezonda gol kralı olan Metin Oktay bu alanda birinci sıradayken, on beşer gol kralı çıkaran Fenerbahçe ve Galatasaray ise takımlar bazında lider konumdadır. 1987-88 sezonunda attığı 39 golle gol kralı olan Tanju Çolak, lig tarihinde bir sezonda en fazla gol atan oyuncu konumundadır. 1962-63 sezonunu gol kralı olarak tamamlayan Metin Oktay ise o sezon maç başına 1,46'lık gol ortalaması yakalayarak bu kulvardaki liderliğini korur.
Yabancı oyuncular.
Ligin ilk yıllarında yabancı oyuncularla ilgili herhangi bir kısıtlama bulunmamakla birlikte ligdeki ilk yabancı transferi 1962-63 sezonu sonlarında Fenerbahçe'nin Asim Ferhatović'i transfer etmesiyle gerçekleşti. Birkaç sezon boyunca ligde hiç yabancı oyuncu yer almazken 1966-67 sezonuyla birlikte çeşitli kulüpler yabancı oyuncuları kadrosuna katmaya başladı. Türkiye Futbol Federasyonu tarafından ligdeki yabancı oyunculara dair ilk kısıtlama 1971-72 sezonu öncesinde getirildi ve Türkiye'ye transfer olan yabancı oyuncuların 25 yaşını geçmemiş olması şartı konuldu. Eğer futbolcu son yılda millî takım formasını giymiş ise bu yaş sınırı dikkate alınmayacaktı. 1975-76 sezonu öncesinde yurt dışından yabancı futbolcu transferi yasaklanması sebebiyle 1976-77 sezonu sonuna kadar yurt dışından herhangi bir oyuncu ülkeye gelmedi. 1977-78 sezonuyla birlikte bu yasak kaldırıldı ve kulüplerin kadrolarında en fazla iki yabancı oyuncu olması kararlaştırıldı. Bu futbolcularda millî takımda oynama veya Şampiyon Kulüpler Kupası, Kupa Galipleri Kupası ve UEFA Kupası'na katılan kulüplerde son bir yıl içinde en az üç defa yer alma şartı aranıyordu. Dövize ihtiyaç duyulması ve döviz kaybının önüne geçilmesi gerekçesiyle 1979-80 sezonunda yurt dışından yabancı oyuncu transferi bir kez daha yasaklandı. 1980-81 sezonunda da aynı gerekçeyle devam eden yasak, aynı sezonun ortasında kaldırıldı. Kulüplerin transfer edeceği yabancı oyuncu sayısı ikide kaldı. Bu oyunculardan 29 yaşına girmemiş olanlar için son iki yıl içinde en az üç millî maça çıkma şartı getirilirken 25 yaşının altındakiler için herhangi bir şart konulmadı.
1986-87 sezonu öncesinde federasyon tarafından alınan kararla, ligdeki takımların kadrosunda bulundurduğu yabancı oyuncu sayısı bire düşürüldü. Transfer edilecek oyuncuların ise 26 yaşından büyük olmaması kararlaştırılırken önceki sezon takım kadrosunda iki yabancı oyuncuya sahip takımların ise, yalnızca bu oyuncuları kadrosunda tutmak kaydıyla iki yabancı oyuncuya yer vermesine izin verilmişti. Fakat bu karar, Merkez Danışma Kurulundan geçmemesi sebebiyle uygulamaya konulamadı ve iki yabancılı sisteme dönüldü. 1988-89 sezonu öncesinde takımlarda üç yabancı futbolcu bulundurulması; ancak maç kadrolarında en fazla iki yabancı oyuncunun yer alması kararlaştırıldı. 1989-90 sezonu öncesinde ise takımdaki üçüncü futbolcunun da kadroda yer alabilmesi yönünde değişiklik yapıldı.
1996-97 sezonuna girilirken federasyon, takımların bulundurabileceği yabancı sayısında artış sağladı. Değişiklikle birlikte takımlara dört yabancı hakkı tanınırken bunların üçü maç kadrosunda olabilecekti. Takımlara ayrıca, sonradan Türk vatandaşlığına geçen iki oyuncuyu da Türk statüsünde oynatabilme hakkı da korundu. Ertesi sezon, takımda bulunan dört yabancı oyuncunun da maç kadrosunda yer alabilmesinin önü açıldı. 1998-99 sezonunun devre arasında, ligin ikinci yarısından itibaren takımların kadrolarında beş yabancı oyuncu bulundurabilmesi kararı alınsa da bu karar, transfer dönemi devam ederken Tahkim Kurulu tarafından durduruldu. Aradaki bu dönem içerisinde beşinci yabancı oyuncusunu transfer etmiş olan Altay, Bursaspor ve Gençlerbirliği'ne istisna tanınarak bu oyuncuları oynatabilme hakkı verildi. 1999-00 sezonu öncesinde ise kadrolarda bulunabilecek yabancı futbolcu sayısı beşe çıkarılırken aynı kulübün Ümitler Ligi'nde mücadele eden altyapı takımına da ikisi yaş sınırlı ikisi ise yaş sınırsız olmak üzere dört yabancı olabilme hakkı tanıdı. 2001-02 sezonuyla birlikte Ümitler Ligi'ndeki yabancı oyuncu varlığı kaldırılırken ligdeki takımların kadrolarında bulunabilecek yabancı oyuncu sayısı altıya yükseltildi. Herhangi bir lig maçında bu oyuncuların beş tanesi maç kadrosunda yer alabiliyordu. 2002-03 sezonunda toplam yabancı sayısı sekize yükseltildi; ancak bu oyuncuların altı tanesi maç kadrosunda yer alabilirken beş tanesi aynı anda sahada bulunabilecekti. 2004-05 sezonunda toplam yabancı sayısı altıya düşürüldü ve maç kadrolarıyla ilgili kısıtlamalar kaldırıldı.
Üç sezon boyunca korunan yabancı oyuncu kuralı 2007-08 sezonunda değiştirildi ve takımların buldurabileceği yabancı oyuncu sayısı yediye yükseltildi. Bu oyuncuların tamamı maç kadrosunda bulunabilirken aynı anda altı tanesi sahada yer alabilecekti. Sezonun ikinci yarısında yedek kulübesinde yer alabilecek yabancı oyuncu sayısı ikiye yükseltilerek toplam sayı sekiz olarak belirlendi. 2010-11 sezonunda maç kadrosundaki yabancı oyuncu sistemi korunurken kulüplere iki yabancı oyuncuyla daha sözleşme imzalama hakkı tanınarak kadrolarda bulunabilecek toplam yabancı sayısı ona ulaştı. 2011-12 sezonunda alınan kararla maç kadrosundaki yabancı oyuncu sistemi bir kez daha korunurken takımlarda bulunabilecek toplam yabancı sayısı sınırlandırılmadı. 2013-14 sezonu öncesinde yabancı sayısı bir kez daha kısıtlanarak takımların, altısı maç kadrosunda olmak üzere toplam sekiz yabancı oyuncuya sahip olması yönünde karar çıktı. Aynı dönemde alınan kararla birlikte, 2014-15 sezonu için de toplam yabancı oyuncu sayısı korunsa da maç kadrosunda en fazla beş yabancı olabilmesi sağlanmıştı.
5 Ocak 2015 tarihinde alınan kararla 2015-16 sezonundan itibaren kulüplere, 28 kişilik takım kadrolarında 14, 21 kişilik maç kadrolarında ise 11 yabancı oyuncu bulundurabileceğini açıklandı.
Teknik direktörler.
Lig tarihinde günümüze kadar 33 farklı teknik direktör şampiyonluk yaşamıştır. Tamamı Galatasaray ile olmak üzere 8 şampiyonluk yaşayan Fatih Terim bu alanda bireysel olarak lider konumdadır. Fatih Terim aynı zamanda dört sezon üst üste şampiyonluk yaşayarak bu alanda tek isim olurken üç farklı takımla şampiyonluk yaşayan Mustafa Denizli de ikiden fazla takımla şampiyon olan tek teknik direktördür.
Lig tarihinde en çok maça çıkan teknik direktör 626 maçla Rıza Çalımbay olurken çalıştırdığı takımlarla toplamda 328 galibiyet elde eden Şenol Güneş bu alanda lider konumundadır. Yılmaz Vural ise 26 farklı sezonda 23 farklı takımı çalıştırarak lig tarihinde en çok takım çalıştıran ve en çok sezonda görev alan teknik direktördür.
Günümüzde, Süper Lig'de mücadele eden takımlarda görev yapan teknik direktörler şu şekildedir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12275",
"len_data": 48367,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.45
}
|
Erol Taş (28 Şubat 1928, Erzurum - 8 Kasım 1998, İstanbul), Türk oyuncu ve eski boksör.
Hayatı.
Kızının aktarımına göre Erol Taş aslen Patnos'ludur. Çocukluğunun bir kısmı Konya'da geçmiştir. 7 çocuklu bir ailede doğmuştur. İki yaşında iken babası Hamza Bey'in ölümü üzerine annesi Nefise Hanım ile birlikte İstanbul'a taşındı. Ailesine yardım etmek için okuldan ayrıldı ve çeşitli işlerde çalıştı. Bunların arasında hamallık, tezgâhtarlık sayılabilir. O dönem aynı zamanda boksörlük de yapan Taş, 1947 yılında İstanbul ve Türkiye ikinciliğini kazandı. 1957 yılında boksu bıraktı ve askere gitti ve üç yıl askerlik görevini yaptı. Askerden dönünce Cankurtaran’da bir iplik fabrikasında çalışmaya başladı.
Sinemaya giriş öyküsü.
Sinemaya tesadüfi girişini şöyle anlatır sanatçı: "Lütfi Akad o bölgede bir film çekiyordu. Biz de işten kaytarıp çekimleri izliyorduk arkadaşlarla. Günlerce süren çekimlerden birinde mahallede oturan birkaç serseri, film ekibine musallat olup onları rahatsız etmeye başladı. Film ekibini korumak için birkaç arkadaşımla birlikte, serserilerle kavgaya giriştik ve Lütfi Bey'in yanında onlara bir güzel dayak çektik. Serseriler toz oldu tabi. Lütfi Akad daha sonra haber göndermiş bana, 'Bir kavga sahnesi var, gelsin oynasın' diye. Böylece sinema hayatım başladı. Filmdeki rolümü diğer yönetmenler de beğendi ve ardı ardına teklifler gelmeye başladı."
Oyunculuk yılları.
Sinemaya ilk 1957 yılında Mümtaz Alpaslan’ın çektiği “Acı Günler” filmiyle girdi. Başlangıçta filmlerde figüranlık ve küçük roller ile görüldü fakat kısa zamanda yıldızı parladı. Bir yıl sonra "Dokuz Dağın Efesi" (1958 - Metin Erksan) filmde bir çobanı canlandırdı. Bu filmi takip eden yıllarda ise, "Dikenli Yollar" (1958 - Nişan Hançer), "Peçeli Efe" (1959 - Faruk Kenç), "Şoför Nebahat" (1960 - Metin Erksan), "Köyde Bir Kız Sevdim" (1960 - Türker İnanoğlu), "Dişi Kurt" (1960 - Lütfi Akad) ve "Gecelerin Ötesi" (1960 - Metin Erksan) gibi pek çok filmde değişik karakterleri canlandırdı. Filmlerde canlandırdığı kötü karakterleri nedeniyle zaman zaman saldırıya uğradı. Uzun yıllar Cankurtaran'da kahvehane çalıştırdı. Günümüzde o kahvehane yıkık harabe vaziyettedir.
Özel hayatı ve ölümü.
İlk eşi Hafize Taş'tan Metin Tanju ile Güler ve Gönül adlarında ikizleri olan Erol Taş, eşinin 1965 yılında vefatından sonra Konya'nın ünlü yün tüccarlarından Süleyman Erşan'ın kızı ve aynı zamanda teyzesinin kızı olan Elmas Erşan ile evlendi. Bu evliliğinden 1968 yılında Müjgan adında bir kızı oldu. Şeker hastalığı nedeniyle Aralık 1996 yılında sol bacağı kesildi. Erol Taş, 8 Kasım 1998 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu 70 yaşında kaldırıldığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'da öldü. Cenazesi Topkapı Mezarlığı'na defnedildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12277",
"len_data": 2738,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.28
}
|
Tuncay Şanlı (d. 16 Ocak 1982, Sakarya), Türk eski millî futbolcu ve teknik direktördür.
Kulüp kariyeri.
Sakaryaspor.
Futbol hayatına Sakarya'daki Sakaryatekspor kulübünde başlayıp Sakaryaspor'a transfer olmuştur. Orta saha veya forvet mevkiinde başlamıştır.
Fenerbahçe.
2002-03 sezonunda Sakaryaspor’dan Fenerbahçe'ye transfer olmuştur. Fenerbahçe’deki ilk resmi maçı, 11 Eylül 2002′de Gaziantepspor-Fenerbahçe karşılaşmasıdır ve aynı sezon içerisinde 6 Kasım 2002'de Galatasaray ile oynanan 6-0'lık karşılaşmada ilk golü attı. 2004-2005 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde Manchester United maçında 3 gol atarak avrupa kupalarında bir maçta en çok gol atan Türk futbolcu unvanını elde etmiştir. Fenerbahçe'nin 100. yılındaki şampiyonluğunda Alex de Souza ile katkısı çok büyük olmuştur ve bu sezonun sonunda bedelsiz olarak Middlesbrough FC takımına transfer olmuştur.
Middlesbrough.
Fenerbahçe ile sözleşmesi sona eren millî futbolcu Tuncay Şanlı, 2007 yılında İngiltere'nin Middlesbrough takımıyla anlaştı ve 4 yıllık sözleşmeye imza attı. Bu takımda 70 maçta 17 gol kaydetti.
Stoke City.
2009 yılında Middlesbrough ikinci lige düşmesi sonucu Stoke City takımına transfer oldu. Teknik direktör Tony Pulis ile yaşadığı sorunlardan dolayı Stoke City'de mutlu olmadığını belirten Tuncay, Almanya'nın VfL Wolfsburg takımıyla anlaştı.
Wolfsburg.
31 Ocak 2011'de Almanya'nın Wolfsburg takımı ile 3.5 yıllık sözleşme imzaladı. Wolfsburg takımında 6 numaralı formayı taşıdı. Felix Magath'ın kadroda düşünmediği Tuncay, pek forma şansı bulmayarak takımdan ayrıldı.
Bolton Wanderers.
Şanlı 12 Ağustos 2011'de yaptığı anlaşmayla İngiltere'ye döndü; bir yıllığına kiralık olarak, Premier League ekiplerinden Bolton'a imza attı.
Bu takımdaki ilk lig maçına 27 Ağustos 2011 tarihinde oynanan Liverpool maçının 57. dakikasında Chris Eagles'ın yerine oyuna girerek çıkmıştır.
Bursaspor.
Tuncay Şanlı, 2012-13 sezonunda Süper Lig ekiplerinden Bursaspor ile 3 yıllık anlaşmaya imza atmıştır. Kendisi için önemli olan forma numaraları giyildiğinden, 4 numaralı formayı seçmiştir ancak daha sonra tekrar "17" numaralı formanın boşalmasıyla o numaraya geçmiştir. Bursaspor formasıyla ilk maçına 15 Eylül 2012'de Süper Lig'in 4. haftasında Kardemir Karabükspor karşısında 61. dakikada çıktı ve sol kanat'ta forma giydi. Bu maçla birlikte Ertuğrul Sağlam'ın vazgeçilmezi olan Tuncay, ilk golünü ise 9 Şubat 2013'te Kardemir Karabükspor'a attı. İlk sezonunda 27 lig maçına çıkan Tuncay 1 gol attı. Kupada ise 4 maça çıktı. Sonraki sezon ise ligin ilk yarısında Christoph Daum'un da değişilmezi olan Tuncay, UEFA Avrupa Ligi'nde iki Türkiye Kupası'nda 2 ve Süper Lig'de ise 12 maça çıktı ve 1 gol attı. Katar 'dan ve Elazığspor ve Balıkesirspor'dan devre arasında teklif alan oyuncu kulübünde kaldı ve en son olarak 2 Şubat 2014 günü Galatasaray maçının kadrosunda olan Tuncay ile kulüp arasındaki sözleşme 5 Şubat 2014 tarihinde feshedildi.
Umm-Salal SC.
2014-15 sezonu başında Katar'ın Umm Selâl takımına bonservis bedelsiz olarak transfer olmuştur. 26 maçta 11 gol atmıştır.
FC Pune City.
Tuncay Şanlı 600.000€ karşılığında Hindistan Süper Ligi takımlarından Pune City takımına transfer olmuştur. 5 Ekim 2015 tarihinde Pune ile çıktığı ilk maçta 2 gol atarak maçın adamı oldu.
1 Ocak 2016'da futbolu bırakmıştır.
Teknik direktör kariyeri.
26 Ekim 2016 tarihinde Sakaryaspor teknik direktörlüğüne getirilmiştir. Ligde alınan kötü sonuçların ardından 7 Şubat 2017'de sözleşmesi karşılıklı olarak feshedilmiştir.
Millî takım kariyeri.
2 kez Türkiye U-17 millî takım formasını giymiştir.
11 kez Türkiye U-18 millî takım formasını giyen Şanlı, bu maçlarda 6 gol atmayı başarmıştır.
6 kez Türkiye U-20 millî takım formasını giymiş toplam 3 gol kaydetmiştir.
14 kez Türkiye U-21 ümit millî olmuş, 9 kez de rakip fileleri havalandırmıştır.
19 Kasım 2002 tarihinde İtalya ümit millî futbol takımı ile deplasmanda oynanan ve 3-0 kazanılan maçta 2 gol atıp, hemen bir gün sonra 20 Kasım 2002'de yine deplasmanda İtalya ile yapılan maçta A millî takım formasını, Teknik Direktör Şenol Güneş'in isteğiyle son üç dakikada giyerek ilk A millî maçını oynamış ve bir gün arayla önce ümit millî sonra A millî takımı forması giyen ikinci futbolcu olmuştur.
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda oynanan ve Türkiye'nin Çek Cumhuriyeti'ni 2-0'dan 3-2 yendiği karşılaşmanın 90. dakikasında Jan Koller'e yaptığı hareketten dolayı kırmızı kart gören Volkan Demirel'in yerine kaleye, 3 oyuncu değişiklik hakkının dolmuş olması üzerine, geçen Tuncay, takımın maçı kazanmasına katkı sağladı. Aynı karşılaşmanın sonunda dönemin Teknik Direktörü Fatih Terim basın mensuplarına "Tuncay'ı nereye koysam oynuyor. Bir tek kalede oynayamaz diyordum, onu da yaptı." demiştir.
Dış bağlantılar.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12279",
"len_data": 4735,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.03
}
|
Şenol Güneş (d. 1 Haziran 1952, Çaykara, Trabzon), Türk teknik direktör ve eski millî futbolcudur. Son olarak Süper Lig ekiplerinden Trabzonspor'u çalıştırdı.
Futbol kariyerine Erdoğduspor'da başlayan Güneş, Akçaabat Sebatspor ile profesyonel oldu ve 1972'de Trabzonspor'a katıldı. 1974'te Türkiye 2. Futbol Ligi şampiyonu olarak Trabzonspor'u en üst lige çıkardı. Trabzonspor ile 1976, 1977, 1979, 1980, 1981, 1984 yıllarında olmak üzere 6 kez Türkiye 1. Futbol Ligi şampiyonu oldu. Ayrıca 4 kez Türkiye Kupası'nı ve 6 kez Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazandı. 1978-79 sezonunda 1110 dakika boyunca gol yemeyen Güneş, aynı yıl ligde sadece 6 gol yedi ve bu alanlarda Türkiye rekorunu kırdı. 1987'de efsanesi olduğu Trabzonspor'da futbolu bıraktı. Şenol Güneş aynı zaman da Trabzonspor tarihinde tüm zamanlarda resmi maçlarda 611 maçla en fazla forma giyen oyuncudur.
Antrenörlük kariyerine 1988 yılında, Trabzonspor teknik direktörü Metin Türel'in yanında yardımcı antrenör olarak başladı. Aynı yıl içinde Trabzonspor'un teknik direktörü oldu ve ligi beşinci sırada tamamladı. Daha sonra sırasıyla Boluspor ve İstanbulspor'da çalışan Güneş, 1993'te Trabzonspor'a geri döndü ve 150 maçta 2,14 puan ortalaması yakaladı. 1995'te Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazandı. 1997'de Trabzonspor'dan ayrıldı ve Antalyaspor ile Sakaryaspor'u çalıştırdıktan sonra, 2000 yılında Türkiye millî takımının teknik direktörü oldu. 2002 yılında Türkiye'yi 1954'ten sonra ilk kez FIFA Dünya Kupası'na götürdü ve 2002 FIFA Dünya Kupası'nda üçüncü olarak Türkiye'ye tarihinin en büyük başarısını yaşattı. Aynı başarıyı, 2003 Konfederasyon Kupası'nda üçüncü olarak tekrarladı ve kendisine Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi.
Güneş, 2005'te Trabzonspor'a geri döndü ve kısa bir dönem çalıştırdı. Daha sonra Güney Kore ekibi FC Seoul'un teknik direktörü oldu ve 125 maçta 1,73 puan ortalaması yakaladı. Aralık 2009'da Trabzonspor'a üçüncü kez geri döndü; 2010 Türkiye Kupası ve 2010 Türkiye Süper Kupası şampiyonu oldu. Ayrıca 2010-11 sezonunda tartışmalı bir şekilde lig ikincisi oldu. Güneş, 2014'te Bursaspor ile anlaştı ve ertesi sezon Beşiktaş'ın teknik direktörü oldu. Güneş, 2015-16 ve 2016-17 sezonlarında Beşiktaş ile Süper Lig şampiyonu oldu. 2016-17 UEFA Avrupa Ligi'nde çeyrek finale kaldı, 2017-18 UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamasında 14 puan toplayarak, namağlup grup lideri olarak son 16 turuna yükseldi ve bunları başaran tek Türk teknik direktör oldu. Mart 2019'da ikinci kez Türkiye millî takımının teknik direktörü oldu. 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndaki başarısız sonuçların ardından görevinden ayrıldı. Ekim 2022'de yeniden Beşiktaş'ın teknik direktörü oldu ve 13 maç yenilmezlik serisi yakaladı, sezonu 2,30 puan ortalaması ile tamamladı. 6 Ekim 2023'te Beşiktaş'tan istifa etti. 3 Eylül 2024'te beşinci kez Trabzonspor'un teknik direktörü oldu.
Kulüp kariyeri.
İlk yılları.
Güneş, 1 Haziran 1952'de Trabzon'un Çaykara ilçesinde doğdu. Babası bekçilik yaparken, annesi köy yaşamı ve tarım işleriyle uğraşırdı. Çocukluk yıllarında Güneş, basketbol ile ilgileniyordu ancak basketbol oynayacak arkadaş bulamıyordu. Güneş'in çocukluk yılları, mahalle aralarında limon kabuğuyla futbol oynayarak geçti. Güneş, Trabzonspor'un ilk kurulduğu yıllarda, kendi mahalle takımıyla aynı renklere sahip Vefaspor'u destekliyordu. Mahalle maçlarında santrfor olarak oynardı, bazen kalecilik yapardı ancak bu durumdan hoşnut değildi. Bir süre sonra kaleci olmayı benimsedi ve futbol kariyerine 1967'de Erdoğdu Gençlik'te kaleci olarak başladı.
17 yaşındayken Trabzonspor'un amatör takımına geçtikten sonra, buradan da Sebat Gençlik’e transfer olarak profesyonel futbolculuğa ilk adımını atıp, burada ilk büyük çıkışını yaptı. Bu süreler içinde öğrenimine devam etti. 1972 yılında Trabzonspor'a geri transfer oldu. 20 yaşındaydı ve bir yandan da Eğitim Enstitüsüne devam etti. Öğle aralarında Turgay Semercioğlu ile yemek yemeyerek ya da hemen yiyerek öğle aralarında koşu antrenmanları yapardı. Gençlik yıllarında radyolarda büyük futbolcuları dinlerken hayalleri şekillendi. Kendi sözleriyle "...Bende onlar gibi ve daha iyisi olmak isterdim. Örneğin bir kaleci top kurtarmışsa, gol yemişse. Hiç gol yemeyen bir kaleci olma hayalim vardı." Kaleciliği sevmediniz mi soruna cevaben şöyle der; "severek oynamadım ama oynarken gereğini yaptım. Yani başlangıcım severek, isteyerek, planlanmış bir şey değildi. Ama oynadığım zaman işimin gereğini çok iyi profesyonel olarak yaptım."
Trabzonspor.
2. Lig'den 1. Lig'e.
1972-73 sezonuna kaleci İlhan İkican'ın yedeği olarak başladı. 23 Eylül 1972'de İstanbulspor ile oynanan maçta 22. dakikada İkican'ın yerine oyuna dahil olarak ilk kez Trabzonspor forması giydi. 4 Mart 1973'te Bandırmaspor ile oynanan maçta ilk kez 11'de sahaya çıktı ve 90 dakika forma giydi. Maçı gol yemeden tamamladı. İlk sezonunda 10 maçta forma giyen kaleci, bunların yedisinde gol yememe başarısı gösterdi. Trabzonspor, birinci Kayserispor'un averajla gerisine düşüp, 1. Lig'e çıkamadı. Bir sonraki sezon ise 18 maçta forma giydi ve Trabzonspor'un grup birincisi olarak 1. Lig'e çıkmasına büyük katkıda bulundu. Güneş, 18 maçta sadece dört gol yedi. Türkiye Kupası'nda da çeyrek finale çıkma başarısı gösterdiler ancak Fenerbahçe'ye elendiler.
8 Eylül 1974'te Fenerbahçe ile oynanan maçta 90 dakika kaleyi koruyarak ilk Süper Lig maçına çıktı. İlk sezonunda 26 maça çıktı. Trabzonspor, ligi dokuzuncu bitirirken yediği 17 golle ligin en az gol yiyen takımı oldu. Türkiye Kupası'nı finalde Beşiktaş'a, Başbakanlık Kupası'nı ise Galatasaray'a kaybetti.
Şampiyonluk dönemi.
1975-76 sezonunda bir önceki sezon olduğu gibi takımının birinci kaleciliğini sürdürdü. Çok başarılı bir performans gösteren Trabzonspor, sezonu birinci olarak bitirerek İstanbul dışından çıkan ilk Türkiye şampiyonu oldu. Ligde en az gol yiyen takım Trabzonspor olurken, Güneş de oynadığı 24 maçta sadece 10 gol yiyerek çok iyi bir performans gösterdi. Güneş, ayrıca Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası finallerinin hepsinde takımının kalesini korudu ve penaltılarla kaybedilen Türkiye Kupası dışındakileri kazandılar.
1976-77 sezonunda Güneş, ilk kez Avrupa sahnesine çıktı ve Şampiyon Kulüpler Kupası 1. turunda İzlanda ekibi ÍB Akraness karşısında takımının kalesini korudu. Rakibini eleyen Trabzonspor, 2. turda İngiltere şampiyonu Liverpool ile karşılaştılar. 20 Ekim 1976'da Trabzon'da oynanan maçta Güneş, Liverpool karşısında da kalesini gole kapadı ve Trabzonspor maçı 1-0 kazandı. Deplasmanda ise 3-0 galip gelen Liverpool, o sene kupayı kazanan takım oldu. Türkiye'de de muhteşem performansına devam eden takım, üç büyük kupanın da sahibi oldu. Ligin yine en az gol yiyen takımı Trabzonspor'un kalecisi Güneş, 28 maçta 10 gol yiyerek kişisel rekorunu bir kez daha kırdı.
1977-78 sezonunda Trabzonspor, son haftalara kadar Fenerbahçe ile çekişti ancak ligi ikinci olarak tamamladılar. Güneş ise Trabzonspor'un bir kez daha en az gol yiyen takım olmasını sağlayan en önemli etkenlerden oldu. Lig dışındaki bütün kupaların ise sahibi oldular. 1978-79 sezonunda ise Trabzonspor üçüncü şampiyonluğunu yaşadı. Güneş ise hem maç sayısı hem yediği gol sayısı bakımından kişisel rekorunu kırdı. 30 maçın hepsinde 90 dakika forma giyen futbolcu, kalesinde ise sadece 7 gol gördü. Bu sırada Türk spor tarihinde birinci ligde 1112 dakika süreyle kalesinde gol görmeyerek en uzun süre gol yememe rekorunu kendi adına yazdırdı. 17 Eylül 1978'de Fenerbahçe'den 80. dakikada gol yedikten sonra 18 Şubat 1979'da Adana Demirspor maçının 20. dakikasına kadar gol yemedi. Takım, Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da o sezon müzesine götürdü. Trabzonspor, 1980 ve 1981 yıllarında da şampiyon olarak üst üstüne üç şampiyonluk elde etti.
1981-82 sezonu Trabzonspor'un uzun bir aradan sonra kupasız geçirdiği ilk sezon oldu. Güneş, 31 maçta sadece 8 gol yiyerek yine çok başarılı bir performans gösterdi. 1983-84 sezonunda Trabzonspor ve Güneş, altıncı şampiyonluklarına erişti. 14 Eylül 1983'te İtalya şampiyonu Inter'e kalesini kapattığı ve Trabzonspor'un 1-0 galibiyeti ile biten maç Güneş'in futbolculuk kariyerinin unutulmazları arasına girdi.
Son yılları.
1984-85 sezonunda Dnipro karşısında son kez Avrupa maçlarına çıktı. Türkiye Kupası'nı Galatasaray'a kaptırırlarken, Güneş cezalı olduğu için Trabzonspor'un yenildiği ilk maçta forma giyemedi. Sezonun tesellisi Başbakanlık Kupası oldu. Bu kupa Şenol Güneş'in futbolculuk kariyerinin son kupası oldu. 1986-87 sezonu Güneş'in son sezonuydu. Trabzonspor ligi dördüncü bitirirken bir kez daha ligin en az gol yiyen takımı oldu. 16 Mayıs 1987'de Antalyaspor'u 1-0 yendikleri maçta Güneş son kez Trabzonspor forması giydi.
Jübilesi.
1986-87 sezonu sonunda Güneş, futbolu bırakma kararı aldı. Güneş'in jübilesi için iki maç düzenlendi. Önce 1 Ağustos 1987'de Fenerbahçe Stadı'nda Trabzonspor ile Beşiktaş arasında oynanan bir maç oynandı. Bu maçı Beşiktaş 4-1 kazandı. 9 Ağustos 1987'de ise bu sefer Hüseyin Avni Aker Stadı'nda taraftarının karşısına son kez çıktı ve beşinci dakikada oyundan alındı. Trabzonspor, bu maçta Samsunspor'u 2-0 yendi.
Millî takım kariyeri.
Türk millî takımının formasını ilk kez 31 Ekim 1976 tarihinde Malta'ya karşı giyen Güneş, toplam 31 kez (beşini kaptan olarak) forma giydi. FIFA Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası elemelerinde forma şansı bulsa da hiçbir önemli turnuvaya katılamadılar. 25 Mart 1987'de Türkiye'nin Doğu Almanya'yı 3-1 yendiği maç da Güneş'in millî formayı giydiği son maç oldu.
Teknik direktörlük kariyeri.
İki dil bilen Şenol Güneş, futbol hayatındaki başarısını teknik direktörlük kariyerinde de sürdürmüştür. Özellikle Trabzonspor'un başında bulunduğu yıllar içerisinde lig sıralamasında uzun yıllardan sonra Trabzonsporu ikincilikle tanıştırmıştır. A millî takımın başında bulunduğu yıllar içerisinde büyük başarılar kazanan Şenol Güneş, 2002 FIFA Dünya Kupası üçüncülüğüyle Türk millî takımının aldığı en büyük başarıya imza atmıştır. Bu başarıyla UEFA tarafından 2002 senesinin en iyi teknik direktörü seçildi.
Trabzonspor (1. dönem).
1985-86 sezonu sürerken Trabzonspor teknik direktörü Jürgen Sundermann, Denizlispor mağlubiyetinden sonra izinsiz olarak kafileyi terk edince görevine son verildi. 11 Mart 1986'da ise takımı bir sonraki maça Trabzonspor'da kalecilik yapan Şenol Güneş'in çalıştıracağı açıklandı. 16 Mart 1986'da Kayserispor ile oynanan maçı Trabzonspor, 4-2 kazandı. Bir gün sonra ise Trabzonspor'un başına efsane hocası Ahmet Suat Özyazıcı geçti, Güneş de kaleciliğe devam etti.
Ocak 1988'de Şenol Güneş, Trabzonspor teknik direktörü Metin Türel'in yardımcılığına getirilerek antrenörlük hayatına başladı. Eylül 1988'de Alman teknik adam Werner Biskup'un istifasından sonra Şenol Güneş, Trabzonspor'un başına geçerek teknik direktörlük kariyerine adımını attı. 18 Eylül 1988'de çıktığı ilk maçında Boluspor'u 3-0 mağlup etti. Trabzonspor, o sezon ligi beşinci sırada tamamladı. Bir sonraki sezona da Güneş ile devam etme kararı verildi. Ancak takımın Hollanda kampında Güneş ile Trabzonspor'un yeni transferi Belçikalı kaleci Jean-Marie Pfaff arasında çıkan anlaşma çözümlenemeyince, Güneş ve yardımcısı Sadi Tekelioğlu 17 Ağustos 1989'da görevlerinden istifa ettiler. Trabzonspor ise yola bir başka Belçikalı Urbain Braems ile devam etme kararı aldı.
Boluspor.
Güneş, 1989-1990 sezonunun yedinci haftasında Boluspor'u çalıştırmaya başladı. 29 Ekim 1989'da çıktığı ilk maçında Sakaryaspor'u 3-2 yenerek takımına sezonun ilk galibiyetini kazandırdı ve daha sonrasında yedi maç üst üste yenilmedi. Galatasaray ve Fenerbahçe'yi birer kez mağlup ettiği sezonda takımını ligde tutmayı başardı. Sezon sonunda yönetimle anlaşamayarak takımdan ayrılsa da Boluspor'un aldığı kötü sonuçlar nedeniyle 1990-1991 sezonunun sekizinci haftası itibarıyla takımın tekrar başına geçti. Güneş, 1991-1992 sezonu sonuna kadar Boluspor'u çalıştırmaya devam etti. Ancak o sezonun sonunda Boluspor'un küme düşünce, Şenol Güneş takımdan ayrıldı.
İstanbulspor.
1992-1993 sezonunun onuncu haftasında 2. Lig'de mücadele eden İstanbulspor'un başına geçti. Takımı bir üst lige çıkarmayı başaramayınca sezon sonunda görevinden ayrıldı.
Trabzonspor (2. dönem).
1993-1994 sezonuna iyi başlayamayan Trabzonspor, dördüncü haftanın sonunda Georges Leekens'i gönderip, Güneş'i tekrar takımın başına getirdi. İyi bir sezon geçiren Güneş, Trabzonspor'la ligi üçüncü olarak bitirirlerken, Türkiye Kupası'nda ise yarı finale çıktı. Sezon sonunda Fenerbahçe ile Başbakanlık Kupası finaline çıkıp, rakibini 4-3 yenerek Trabzonspor'da ilk kupasını kazandı. Bir sonraki sezonda da Güneş başarılı performansını sürdürdü. UEFA Kupası'nda Dinamo Bükreş ve Aston Villa'yı eleyip üçüncü tura çıktılar ancak Lazio'ya iki maçta da 2-1 yenilerek elendiler. Ligde ise son haftalara kadar Beşiktaş ile şampiyonluk mücadelesi verdiler. Ligin son 12 maçında mağlubiyet görmeseler de ligin 32. haftasında Galatasaray ile 2-2 berabere kalan Trabzonspor, şampiyonluğu kaybetti ve ligi ikinci olarak bitirdiler. Türkiye Kupası'nda ise finale çıkan takım Galatasaray'ı 3-2 ve 1-0 yenerek kupayı müzelerine götürdü. Sezon sonunda Beşiktaş ile Cumhurbaşkanlığı Kupası finaline çıkan Trabzonspor, bu maçı 2-0 kazanarak kupayı kazandı. Böylece Güneş, Trabzonspor'daki ikinci sezonunun sonunda Türkiye'de kazanabilecek dört resmi kupanın üçünü kazanmış oldu.
1995-96 sezonunda da Güneşli Trabzonspor ligde şampiyonluk mücadelesi verdi. Takım, sezonun ilk 14 haftasında sadece iki beraberlik aldı. Bu seri Fenerbahçe karşısında alınan 3-1'lik yenilgi ile bozulsa da, takım ligin ilk yarısını sadece bir yenilgi ile, Fenerbahçe'nin 2 puan önünde bitirdi. 22. hafta Beşiktaş yenilgisi ile ikinci duruma düşen Trabzonspor, dört hafta sonra liderliği averajla geri aldı. Ligin 32. haftasına girilirken Trabzonspor, ikinci Fenerbahçe'nin bir puan önündeydi ve rakibini kendi sahasında ağırlıyordu. Maçın ilk yarısını 1-0 önde bitiren Trabzonspor, ikinci yarıda yediği iki golle maçı 2-1 kaybetti. Son iki hafta rakibinin puan kaybetmesini bekleyen Trabzonspor, Fenerbahçe'nin iki maçını da kazanmasıyla şampiyonluk özlemine son veremedi ve ligi ikinci bitirdi. Beklentilerin yükseldiği sonraki sezonun 20. haftasında alınan Beşiktaş mağlubiyeti ve takımın dördüncü sıraya düşmesi nedeniyle Trabzonspor'dan ayrıldı.
Antalyaspor.
1997-1998 sezonu başında Antalyaspor'un başına geçti. Sezonun ilk 14 haftasını deplasmanda geçiren takım küme düşmeme mücadelesi veriyordu. Ancak takımın kendi sahasına dönmesiyle sonuçlar nispeten düzeldi ve takım ligi 12. bitirdi. Ancak sezon sonunda yönetim ile anlaşamayan Güneş göreve devam etmedi.
Sakaryaspor.
Eylül 1998'de Güneş, ilk dört hafta galibiyet yüzü göremeyen Sakaryaspor'un başına geçti. Ancak o da çıktığı ilk dört maçta galibiyet alamadı. 10 maçta sonunda Sakaryaspor sadece 2 galibiyet alınca, Güneş 16. sıradaki Sakaryaspor'dan istifa etti. Sakaryaspor, sezon sonunda küme düştü. Öte yandan Türkiye Kupası'naki üç maçını da kazanan takımı çeyrek finale çıkarmıştı.
Türkiye.
16 Ağustos 2000 tarihinde Türkiye millî futbol takımının başına getirildi. İlk maçı, 16 Ağustos 2000'de Bosna Hersek ile oynanan ve 2-0 kaybedilen hazırlık maçıydı. Eylül ayında 2002 FIFA Dünya Kupası elemeleri başladı. Güneşli millî takım, 10 maçta sadece son dakikalarda yediği gollerle grup birincisi İsveç'e yenildi. Grup ikincisi olarak play-off'lara kalan Türkiye, Avusturya'yı 1-0 ve 5-0'lık galibiyetlerle geçerek, 48 yıl aradan sonra ilk kez bir FIFA Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandı. Japonya ve Güney Kore'de düzenlenen turnuvada sadece dünya şampiyonu olan Brezilya'ya iki kez yenilen Türkiye, tarihinin en iyi derecesi olan dünya üçüncülüğünü kazandı. Güneş, UEFA'nın resmî internet sitesinde düzenlenen ankette 2002 yılının en iyi teknik adamı seçildi. 2003'ün Haziran ayında Fransa'da yapılan 2003 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda da Türkiye'yi üçüncülüğe taşıdı. Türkiye, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde de sadece bir kez (grubunun birincisi olan İngiltere'ye) yenilerek, İngiltere'nin bir puan arkasında grup ikincisi oldu. Play-off'larda pek şans verilmeyen Letonya ile eşleşen Türkiye, sürpriz bir şekilde rakibine elendi. Güneş, bu mağlubiyetin ardından 6 Mart 2004'te görevinden ayrıldı. Güneş, millî takım performansı ile UEFA Yılın Takımına teknik direktör olarak seçilen ilk Türk ve dünya klasmanında millî takımı en yüksek sıralamasına (7. sıra) ulaştıran isim olarak Türk futbol tarihine geçti.
Trabzonspor (3. dönem).
Trabzonspor, 2005'in Ocak ayında Şenol Güneş'i üç buçuk yıllık bir anlaşmayla teknik direktörlüğe geri getirdi. Lider Fenerbahçe'nin 6 puan gerisinde olan takıma beş hafta üst üste galibiyet kazandırdı ve takımını ikinciliğe yükseltti. Takımını son haftalara kadar şampiyonluk yarışında tutan Güneş'in Trabzonspor'u ligi şampiyon Fenerbahçe'nin üç puan gerisinde ikinci olarak bitirdi. Trabzonspor, ayrıca Türkiye Kupası'nda yarı finale çıktı ancak Galatasaray'a penaltılarla kaybettiler.
2005-06 sezonuna UEFA Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Anorthosis'e elenerek start verdiler. Bu çalkantı sezonun devamında da devam etti. Sadece yedinci hafta sonunda üst üste alınan iki mağlubiyetten sonra Güneş, görevinden istifa etti.
Seoul.
Güney Kore'deki FIFA Dünya Kupası performansı ile tanınan Güneş, 8 Aralık 2006'da bu ülke takımlarından FC Seoul'da kariyerine devam etti. 2007 sezonuna üç galibiyet ile başlayarak dikkat çeken takım, 26 maçta sadece 5 maç kaybetse de 13 beraberlik alması ile normal sezonu averaj ile yedinci bitirip, play-off'ları az farkla kaçırdı. Lig Kupası'nda finale çıkan takım Ulsan Hyundai FC'ye 2-1 kaybederek kupayı kazanamadı.
Bir sonraki sezon ise Güneş, FC Seoul'ü 2. yaparak play-off'lara çıkardı. Takım normal sezonda sadece iki kez yenilse de yine fazla beraberlik sayısı yüzünden birinci Suwon Samsung Bluewings'ten üç eksik averajda kalarak ikinci olmuştu. Finale çıkan FC Seoul, Suwon Samsung ile ilk maçta berabere kalsa da rövanş maçını deplasmanda 2-1 kaybederek sezonu da ikinci olarak bitirdi. Ancak takım 2009 AFC Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkı kazandı.
2009 sezonunda Seoul averaj ile ikinciliği kaçırsa da bir kez daha play-off'lara kalmayı başardı. Ancak ilk turda Chunnam Dragons'a penaltılarla elendiler. Yeni formatında ilk kez mücadele ettikleri Şampiyonlar Ligi'nde ise çeyrek finale kadar çıkan takım Katar ekibi Umm Selâl'a elendiler. Sezon sonunda Güneş, Türkiye'ye dönmeye karar verdi. Birden fazla final oynayarak ve kıtanın en iyi turnuvasında mücadele ederek iyi bir performans gösteren Güneş, Kore kariyerini kupasız kapamak zorunda kaldı.
Trabzonspor (4. dönem).
Trabzonspor yönetimi, Hugo Broos'tan boşalan teknik direktörlük koltuğu için Şenol Güneş'le görüşmelere başlamış, prensipte anlaşma sağladı. 1 Aralık 2009'da Trabzon'a gelip tekrar imza attı. Yarım sezonun sonunda gruplardan aldığı Trabzonspor'u Türkiye Kupası finaline çıkardı. 5 Mayıs 2010'da Fenerbahçe'yi 3-1 yenen Trabzonspor, kupayı müzesine götürdü. Ligde ise takımı sekizinci sıradan beşinci sıraya çıkararak takımına Avrupa Ligi bileti kazandırdı.
2010-11 sezonuna Bursaspor'u 3-0 yenip Süper Kupa'yı müzelerine götürerek başladılar. Lige de Ankaragücü ve Fenerbahçe galibiyetleri ile başladılar. UEFA Avrupa Ligi'nde de güçlü rakipleri Liverpool ile mücadele verdiler. İlk maçı İngiltere'de 0-1 kaybeden takım, Trabzon'da maçı dördüncü dakikadan itibaren 1-0 götürseler de 83. ve 88. dakikada yedikleri goller nedeniyle 1-2 kaybedip elendiler. Trabzonspor, ligin ilk yarısını Bursaspor'un 5, Fenerbahçe'nin ise 9 puan önünde lider bitirdi. Ancak ikinci yarının ilk üç maçında sadece iki puan alan takım, hem puan farkını koruyamadı hem de ikili averajı rakipleri Fenerbahçe'ye kaptırdılar. Geri kalan 14 maçta 12 galibiyet 2 beraberlik alsalar da Fenerbahçe aynı periyotta 13 galibiyet 1 beraberlik aldı ve puanları eşitledi. Trabzonspor, sezonu 82 puanla tamamlasa da ikili averaj nedeniyle sezonu ikinci bitirdi.
2011-12 sezonuna iyi bir başlangıç yapamadılar ve ilk üç hafta sadece iki puan aldılar. Bu dönemde UEFA Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Benfica'ya elendiler. UEFA Avrupa Ligi için Athletic Bilbao ile mücadele ederken ikinci maç oynanamadan 2011 Türk futbolu şike davası nedeniyle Fenerbahçe'nin adı UEFA'ya bildirilmeyince otomatikman UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına kaldılar. Güneş'li Trabzonspor, Internazionale'yu Milano'da 1-0 yenerek tarihindeki ilk Şampiyonlar Ligi macerasına etkileyici bir başlangıç yaptı. 7 puan toplayan takım üçüncü olarak Avrupa Ligi'ne devam etme hakkı kazandı ancak PSV'ye iki maçta da yenilerek elendiler. Normal ligi üçüncü bitiren Trabzonspor, sadece o sezon uygulanan Süper Final'e kaldı ve burada da üçüncülüğünü korudu.
2012-2013 sezonu başında en önemli silahı Burak Yılmaz'ı Galatasaray'a kaptıran Trabzonspor, lige iyi bir başlangıç yapamazken Avrupa'da da Videoton FC'ye penaltılarla sürpriz bir biçimde elendi. Ligde de 14. ve 19. haftalarda beş maç üst üste galibiyet yüzü görmeyip yarıştan koptular. Şenol Güneş, Süper Lig'in 19. haftanın sonunda Elazığspor karşısında alınan mağlubiyetin ardından 27 Ocak 2013'te istifa etti.
Bursaspor.
29 Mayıs 2014 tarihinde Bursaspor ile 1 yıllık sözleşme imzaladı ve 2014-2015 sezonu için Bursaspor'un başında göreve başladı. Sezona UEFA Avrupa Ligi ön elemelerinde Chikhura Sachkhere'ye penaltılarla elenerek kötü bir başlangıç yaptılar. Ligdeki 34 maçta 16 galibiyet alarak ligi altıncı bitirdiler. Güneş'in Bursaspor'u 69 gol atarak ligin en golcü takımıydı. Bursaspor, yarı finalde Fenerbahçe'yi eleyerek Türkiye Kupası finaline çıktı. Ancak finalde Galatasaray'a 3-2 mağlup oldular. Bir yıllık görev süresinin dolması ile birlikte sözleşme yenilemeyen Şenol Hoca, Türkiye Kupası maçı ertesi gün, kulübe ve taraftarlara veda ederek Bursa'dan ayrıldı.
Beşiktaş (1. dönem).
11 Haziran 2015 tarihinde Beşiktaş ile 2+1 yıllık sözleşme imzalayarak Beşiktaş'ın teknik direktörü oldu. 16 Ağustos 2015'te Mersin İdman Yurdu'nu 5-2 yenerek Beşiktaş ile iyi bir başlangıç yaptı. 11 Nisan 2016'da Beşiktaş'ın Vodafone Arena'da çıktığı ilk maçta takımı yöneterek adını tarihe yazdırdı. O maçta eski takımı Bursaspor'u 3-2 yendileri. Beşiktaş, 33. hafta kendi evinde Osmanlıspor'u 3-1 mağlup ederek şampiyonluğunu ilan etti. Böylece Güneş, başarılı kariyerine Türkiye Lig Şampiyonluğu'nu eklemiş oldu. O sezon Türkiye Kupası'nda çeyrek final oynadılar, UEFA Avrupa Ligi'nde ise son maçta gruplardan çıkamadılar.
Şenol Güneş Yönetimindeki Beşiktaş, UEFA Şampiyonlar Ligi kura çekimi sonucunda B grubunda Benfica, Napoli ve Dinamo Kyiv ile eşleşti. Şampiyonlar Ligi ilk maçında, Benfica ile 13 Eylül 2016 tarihinde Estádio Da Luz stadyumunda karşılaştı. Beşiktaş ile SL Benfica 1-1 berabere kaldı. 29 Eylül 2016 tarihinde, FK Dinamo Kyiv ile Vodafone Arena stadyumunda karşılaştı.Beşiktaş JK ile FK Dinamo Kyiv 1-1 berabere kaldı. Vodafone Arena'daki ilk UEFA Şampiyonlar Ligi maçına çıkan teknik direktör olan Şenol Güneş tarihe geçti. UEFA Şampiyonlar Ligi 3.maçında, 20 Ekim 2016 tarihinde, Napoli ile San Paolo stadyumunda karşılaştı. Beşiktaş JK, Napoli'yi deplasmanda 3-2 mağlup etti. Beşiktaş, SSC Napoli takımının, 18 maçlık yenilmezlik serisine son verdi. 1 Kasım 2016 tarihinde, SSC Napoli ile rövanş maçında İstanbulda, Vodafone Arena stadyumunda karşılaştı. Beşiktaş ile Napoli 1-1 berabere kaldı. UEFA Şampiyonlar Ligi 5. maçında, 23 Kasım 2016 tarihinde, SL Benfica ile Vodafone Arena stadyumunda karşılaştı. Beşiktaş ile SL Benfica 3-3 berabere kaldı. Beşiktaş, Türk ekipleri arasında Şampiyonlar Ligi gruplarında ilk 5 maçta mağlubiyet yaşamayan ilk takım oldu. Beşiktaş - Benfica maçı %46 oy ile haftanın maçı seçildi. Beşiktaş 6 Aralık 2016 tarihinde, FK Dinamo Kyiv ile Kiev Olimpiyat stadyumunda karşılaştı. Beşiktaş'ın galibiyette grup lideri olarak tur atlaması mümkündü. Beşiktaş JK, FK Dinamo Kyiv takımına 6-0 mağlup oldu. UEFA Şampiyonlar Ligi'nden 7 puan ile grup 3.sü olarak elendi. UEFA Avrupa Ligi'ne, seri başı olarak gitmeye hak kazandı.
2017-18 sezonu başında TFF başkanı Yıldırım Demirören, 2018 FIFA Dünya Kupası elemelerinin son dört maçında millî takımı yönetmesi için Şenol Güneş ile görüştü. Ancak daha sonra Beşiktaş kulübü resmi sitesinden yaptığı açıklama ile Güneş'in takımın başında kalacağını açıkladı. Güneş, yeni sezona bir kez daha Türkiye Süper Kupa finali ile başladı. 13 Eylül 2017'de Porto ile oynanan maçta Beşiktaş ile ikinci Şampiyonlar Ligi macerasına başladı. Şenol Güneş Beşiktaş'ın başında 25 Avrupa maçına çıktı ve Güneş, daha önceden Mircea Lucescu'ya ait olan Beşiktaş'ı Avrupa kupalarında en fazla yöneten teknik direktör unvanına sahip oldu. Şenol Güneş Beşiktaş'ı bu sezonki Şampiyonlar Ligi performansı takım tarihinin en iyi performansı oldu. Şenol Güneş'li Beşiktaş, beşinci maçlar sonunda mağlubiyet yüzü görmeden grubunu birinci bitiren ilk Türk takımı oldu ve son 16'ya yükseldi. Şampiyonlar Ligi grup aşamasında 6 maç sonunda 11 gol atarak, 5 gol yiyerek, 4 galibiyetle ve 2 beraberlik aldı.
Türkiye.
18 Mart 2019'da Mircea Lucescu yerine Türkiye millî futbol takımının başına getirildi. 2020 Avrupa Şampiyonası Elemeleri H Grubu'nda yer alan millî takım, Fransa, İzlanda, Arnavutluk, Andorra ve Moldova'nın bulunduğu grupta 10 maçta 23 puan toplayarak, 2020 Avrupa Şampiyonası'na katılmaya hak kazandı.
2020-21 UEFA Uluslar B Ligi'nde mücadele eden Türkiye, Şenol Güneş yönetiminde; Rusya, Sırbistan, Macaristan'ın bulunduğu grupta 6 puan toplayarak averajla sonuncu oldu.
Türkiye, 2022 Dünya Kupası Elemeleri'nde grubun favorisi Hollanda'yı 4-2 yenerek başladı. Ardından Haaland'lı Norveç'i 3-0 yendiler ve muhteşem bir başlangıç yaptılar. Üç gün sonra, Güneş yönetimindeki Türkiye, Letonya ile 3-3 berabere kaldı.
Son olarak Hollanda ile deplasmanda oynadıkları karşılaşmadan 6-1'lik mağlubiyetle ayrılan Güneş, 10 Eylül 2021'de görevden alındı. Şenol Güneş yönetiminde, dostluk maçları dahil olmak üzere 32 maçta; 15 galibiyet, 10 beraberlik ve 7 yenilgi alındı. Türkiye 55 gol attı ve kalesinde 40 gol gördü.
Beşiktaş (2. dönem).
28 Ekim 2022 tarihinde Beşiktaş ile 1,5+1 yıllık sözleşme imzalayarak Beşiktaş'ın 2. kez teknik direktörü oldu. 6 Ekim 2023 tarihinde Şenol Güneş istifa etti.
Trabzonspor (5. dönem).
3 Eylül 2024 tarihinde Trabzonspor başkanı Ertuğrul Doğan, Abdullah Avcı'dan boşalan teknik direktörlük görevi için Şenol Güneş ile görüştü. Güneş, 10 Eylül'de Trabzonspor ile sözleşme imzalayarak Trabzonspor'un 5. kez teknik direktörü oldu. 10 Mart 2025 tarihinde teknik direktörlük görevinden ayrıldı.
İstatistikleri.
Detaylı Lig Karnesi.
Performans zaman çizelgesi.
Kulüp Takım Performansı.
C = Cezalı
Millî takım performansı.
C = Cezalı
Takım İstatistikleri.
Tüm Maçları.
119
Lig Maçları başarı sıralaması.
Şenol Güneş Maç performans verileri
Tüm Maçlar başarı sıralaması.
Şenol Güneç Tüm Maç Performans verileri
Kişisel hayatı.
Semra Güneş ile evli olan Şenol Güneş'ın Ayça ve Günçe adında 2 kızı vardır. Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler Öğretmenliği mezunudur ve 1978-1983 yıllarında Trabzon Merkez Karakaya Ortaokulunda öğretmenlik de yapmıştır.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Enstitüsü sosyal bilgiler öğretmenliği bitiren ve hayatının büyük bölümünü futbolun içinde geçiren Şenol Güneş, kısa bir süre köy okulunda öğretmenlik de yaptı. Şenol Güneş, Trabzonspor'da kalecilik yaptığı dönemde Karadeniz Teknik Üniversitesi'ni bitirdikten sonra, 1978-1983 yıllarında Trabzon Merkez Karakaya Ortaokulunda öğretmenlik görevinde bulundu.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12282",
"len_data": 27450,
"topic": "SPORTS",
"quality_score": 3.4
}
|
Gök ölçümü, gökölçüm veya astrometri, yıldızların ve diğer gökyüzü cisimlerinin konumlarının ve hareketlerinin yüksek hassasiyetle hesaplanmasını içine alan bir gök bilimi dalıdır. Astrometrik ölçümlerden elde edilen bilgiler kinematik, Güneş Sistemi'nin fiziksel kökeni ve galaksimiz Samanyolu ile ilgili bilgiler sunar.
Tarihçe.
Astrometrinin tarihi yıldız kataloglarının tarihine dayanır. Yıldız katalogları, gökyüzündeki nesneler için referans noktaları verir, böylece astronomlar cisimlerin konumlarındaki değişimi takip edebilirler. Bu, M.Ö. 190 yıllarında yaşamış olan Hipparkos'un zamanına kadar geriye gider. Hipparkos, öncülerinden Timocharis ve Dünya'nın devinmesini keşfeden Aristillus'un yıldız kataloglarını kullandı. Aynı zamanda bugün kullandığımız kadir ölçeğini de geliştirmiş oldu. Hipparkos, konumlarıyla birlikte en az 850 yıldızı bir katalogda topladı. Hipparkos'un varisi Batlamyus, "Almagest" adlı eserinde 1.022 yıldızın yerini, koordinatını ve kadrini vererek kataloglamıştı.
10. yüzyılda Abdurrahman es-Sufî, yıldızlar üzerinde gözlemler yaparak konumlarını kadirlerini ve renklerini belirtti. Ayrıca "Sabit Yıldızlar Kitabı" adlı kitabında bütün takımyıldızlar için de çizimler yaptı. İbn-i Yunus, yaklaşık 1,4 metre çapında büyük bir usturlab kullanarak Güneş'in konumu için yıllar boyunca 10.000'den fazla kayıt yaptı. Onun tutulmalardaki gözlemleri, Simon Newcomb'un Ay'ın hareketleri hakkında araştırmalar yaptığı zamana kadar yüzyıllarca kullanıldı. Araştırmaları "Ekliptik Eğimi" ve "Jüpiter Satürn Eşitsizlikleri"'nde Pierre-Simon Laplace'a ilham kaynağı oldu. 15. yüzyılda Timur'un astronomu Uluğ Bey, "Zij-i Sultan-i" adlı eserini derleyip burada 1.019 yıldızı katalogladı. Hipparkos ve Batlamyus'un önceki katalogları gibi Uluğ Bey'in kataloğu da yaklaşık olarak 20 açısal dakika doğrulukla tahmin edilerek hazırlanmıştır.
16. yüzyılda Tycho Brahe mural aleti (İng.: ) gibi gelişmiş aletler kullanarak yıldızların konumlarını eskiye göre çok daha yüksek hassasiyetle, 15-35 açısal dakika doğrulukla tespit etti. Takiyüddin, İstanbul'daki Takiyüddin’in Rasathanesi'nde yıldızların sağ açıklığını kendi icadı olan "gözlem saati”ni kullanarak ölçtü. Teleskoplar yaygınlaştıkça gök cisimlerinin gökyüzündeki konumlarını bulmaya yarayan ayarlama daireleri kullanılarak ölçümler hızlandı.
James Bradley, 1729 yılında ilk defa yıldızlar arası ölçekteki ıraklık açısını hesaplamayı deneyen kişidir. Gökyüzündeki yıldız gibi cisimlerin hareketi teleskobu için çok belirsizdi. O da Dünya'nın ekseninin nutasyonunu ve sapmayı keşfetti (İng.: ). 3.222 yıldızın kataloglandığı çalışması, modern astronominin babası sayılan Friedrich Bessel tarafından 1807 yılında tekrar hassaslaştırıldı. Yıldızlar arası ölçekteki ıraklık açısını ilk defa, bir çift yıldız olan 61 Cygni için 0,3 açısal dakika doğrulukla ölçtü.
Ölçmesi çok zor olduğu için 19. yüzyılın sonuna kadar sadece 60 tane yıldızlar arası ölçekteki cismin ıraklık açısı ölçülebildi. Ölçümler genellikle teleskoplarda kullanılan ve gök ölçümü için özelleştirilmiş filar mikrometre ile yapılmıştır. 20. yüzyılın başlarında, astronomik fotografik levhalarda astrograf kullanılması, süreci hızlandırdı. 1960'lı yıllardaki otomatik levha ve makine ölçümleri gibi üstün ve karmaşık teknoloji yıldız kataloglarının çok daha etkili ve hızlı bir şekilde tamamlanmasına izin vermiştir. 1980'lerde CCD kameraların fotografik levhaların yerine geçmesiyle optik belirsizlik açısal saniyenin milyarda birine kadar azaltılabildi. Bu teknoloji, gök ölçümünü pahalı olmaktan çıkardı ve böylece bu alan, amatör dünyaya da kapılarını açmış oldu.
1989 yılında Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) Hipparkos uydusu sayesinde gök ölçümü Dünya yörüngesine taşındı. Böylece atmosferin optik saptırmalarından ve Dünya’nın mekanik kuvvetlerinden daha az etkilenen bir platform meydana geldi. 1989 ve 1993 yılları arasında çalışan Hipparkos, yeryüzündeki diğer optik teleskoplara göre çok daha yüksek hassasiyetle gökyüzünde büyük ve küçük açılarda ölçümler yaptı. Dört yıl boyunca 118.218 yıldızın konumlarını, ıraklık açılarını, konumlarındaki açısal değişimleri (İng.: ) eşi görülmemiş hassasiyetle belirledi. Yeni "Tycho kataloğu", 1.058.332 yıldızı 20-30 açısal dakika doğrulukla yenilenmiş oldu. Aynı zamanda 23.882 çift yıldız ve 11.597 değişen yıldız Hipparkos görevi boyunca analiz edilip kataloglandı.
Bugün en sık kullanılan katalog USNO-B1.0'dir. Bütün gökyüzünde 1.000.000.000'dan fazla gökyüzü cisminin konumu, konumlarındaki açısal değişimleri, kadirleri ve diğer karakteristik özelliklerini içerir. Geçtiğimiz 50 yıl boyunca 7.435 Schmidt kamera levhası, çeşitli gökyüzü incelemesini tamamlamak ve USNO-B1.0 için 0,2 açısal dakika doğrulukla veri oluşturmak için kullanıldı.
Uygulamalar.
Astronomlara gözlemlerini kaydetmek için çalıştıkları gözlemci çerçevesinde temel bir işlevi olmasının dışında gök mekaniği, bir astrofizik dalı olan yıldız dinamiği (İng.: ) ve galaktik astronomi alanlarının da temelidir. Gözlemsel astronomide gök ölçümü teknikleri, kendilerine özgü hareketleriyle gök cisimlerini belirlemeye yarar. Aynı zamanda zaman belirleyici bir alettirler. UTC, temelde kesin gözlemlere dayanarak Dünya'nın dönüşüyle senkronize edilen bir atom saatidir. Gök ölçümü, kozmik merdiven mesafesinde önemli bir adımdır, çünkü Samanyolu içerisindeki yıldızların ıraklık açılarını saptamamızı sağlar.
Gök ölçümü, aynı zamanda ötegezegen algılama iddialarını desteklemek için kullanılır. Sistemin kütle merkezi etrafındaki etkileşimli yörüngeye bağlı olarak gezegenin sebep olduğu ve yıldızın gökyüzündeki görünen konum değişimini ölçer. 2009 yılına kadar yer tabanlı gök ölçümü ile ötegezegenlerden hiçbiri tespit edilememişken daha sonraki çalışmalarla ötegezegenler doğrulanmıştır. Dünya'nın atmosferi gibi bozucu etkilerden etkilenmeyecek olması dolayısıyla gök ölçümü çalışmalarının uzaya taşınmasıyla daha kesin sonuçların elde edilmesi umuluyor. NASA'nın planlanmış, ancak sonradan iptal edilmiş olan Uzay İnterferometri Misyonu (İng.: ) gök ölçümü tekniklerini kullanarak 200 veya daha fazla yer benzeri gezegeni ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Avrupa Uzay Ajansı'nın 2013'te gönderdiği Gaia adlı uzay aracı, gök ölçümü tekniklerini yıldızlar arası ortamda uyguluyor.
Astrometrik ölçümler, astrofizikçiler tarafından gök mekaniğini belirli modellerde sınırlamak için kullanılıyor. Pulsarların hızlarını ölçerek süpernova patlamalarının asimetrisine bir limit koymak mümkündür. Aynı zamanda gök ölçümü sonuçları, galaksideki karanlık maddenin dağılımını belirlemede kullanılıyor.
Astronomlar, gök ölçümü tekniklerini Dünya'ya yakın cisimleri izlemek için kullanıyorlar. Gök ölçümü, birçok Güneş Sistemi cisminin tespitinde rekor kırılmasının nedenidir. Astronomlar, bu cisimleri astrometri kullanarak bulmak için bütün gökyüzünü tarayan teleskoplar ve çeşitli aralıklarda fotoğraf çekmesi için büyük alan kameraları kullanıyor. Astronomlar, bu fotoğrafları işleyerek arka plandaki sabit görünen yıldızlara göre Güneş Sistemi cisimlerinin hareketlerini belirleyebiliyorlar. İlk olarak seçilen birim zamana göre gözlem yapılıyor. Astronomlar, bu süre boyunca Dünya'nın hareketinden kaynaklanan ıraklık açısını ve cismin hesaplanan Güneş merkezine olan mesafesini karşılaştırıyor. Bu mesafe ve diğer fotoğraflar kullanılarak cismin yörünge ögeleri de dahil birçok bilgi elde edilebilir.
50000 Quaoar ve 90377 Sedna, Michael E. Brown tarafından bu yöntemlerle keşfedilen iki Güneş Sistemi cismidir. Diğerleri, Palomar Gözlemevi'nin Samuel Oschin teleskobu ve yine Palomar'ın büyük alan CCD kamerası kullanılarak Caltech'te keşfedilmiştir. Astronomların gökyüzündeki cisimlerin konumlarını ve hareketlerini takip etme yeteneği, kendi Güneş Sistemi'mizin Evren'imizdeki diğer bütün cisimlerle birlikte geçmişini, şimdiki hâlini ve geleceğini anlamak için çok önemlidir.
İstatistik.
Gök ölçümünün temel taşı hata düzeltmedir. Atmosfer koşulları, kullanılan aletlerin kusursuz olmaması, gözlemciden kaynaklanan hatalar gibi birçok faktör, gök cisimlerinin konumlarını belirlerken çok sayıda hata üretir. Bu hatalar, gözlem aletlerinin geliştirilmesi ve alınan verilerin düzenlenmesi gibi çok sayıda teknikle azaltılabilir. Sonuçlar, daha sonra istatistiksel yöntemler kullanılarak analiz edilebilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12284",
"len_data": 8264,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.05
}
|
Fıkıh (), anlayış, anlayış tarzı veya derinliği anlamına gelen kelime, terim olarak İslami kanunların teorik ve pratik uygulama (fetva) çalışmalarına verilen ismi ifade etmektedir.
Müslümanlar Allah tarafından indirildiğine ve Kur'an ve sünnette ortaya konulduğuna inandıkları şeriatı ilmiye tarafından kendilerine iletilen sorunlara getirmeye çalıştıkları cevaplar (Fetva) ve yapılan yorum çabaları (İctihad) genişletmişler, bu amaçla kaynakları, kural ve prensipleri tespit etmeye çalışmışlardır.
Fıkıhla ilgilenen kişiye "fakih" denir.
Etimoloji ve kavramlar.
Fıkıh, Arapça kökenli bir sözcüktür. "Bir şeyin özünü ve inceliklerini kavramak" anlamındadır. Kur'an'da da bir bilimden çok "ince anlayış, keskin idrak ve konuşanın amacını anlamak" anlamlarında kullanılmıştır. "Fakih" ise "bir şeyi iyi bilen, iyi anlayan kimse" demektir. Çoğulu "fukaha"dır. Fakih kelimesinin İslam ilimlerindeki terim anlamı ise tarih içerisinde fıkıh kelimesinin değişen manası ile paralel olarak değişikliğe uğramıştır.
Fıkıhcılar insan davranışlarını kategorize ederek onlara Farz, vâcip, sünnet, mendup, mubah, mekruh, haram gibi etiketler vermişlerdir. Fıkıhta fetva dilinde sık kullanılan diğer terimler ise Zeyd (x kişisi), yecüzü (caizdir, uygundur), la yecüzü (caiz değildir, uygun değildir) gibi deyimlerdir.
Giriş.
İslam'da Muhammed sonrasında dini kuralların belirlenmesi ve şekillendirilmesi amacıyla yola çıkan ulemanın, günün şartları ve getirdiği yeni problemler karşısında Şeriat hükümlerinin ortaya çıkartılması veya bu konularda hüküm konulmamış ise yeni hükümlerin, konulmuş olan eski hükümlere kıyasla konulabilmesi gibi, ictihad (hüküm tesis etme) ve kurallar koyma çalışmaları yapılmıştır.
Tesis edilen hükümlerin delilleriyle birlikte bilinebilmesi ve aynı delillere yönelik eleştiri ve yeni yorumlar yapılabilmesi, farklı anlayışların ve fıkıh mezheplerinin oluşumuna yol açmıştır. Müslümanlar arasında Şeriat'ın aksine fıkıh kutsallık içermez ve farklı ve birbirini kıyasıya eleştiren mezhepler (İslam dini fıkıh mezhepleri) değişik coğrafya ve topluluklar arasında yaygınlaşır.
Fıkıh üç ana kısma ayrılır: 1. Muamelat (İşlemler) ve 2. Ukubat (Yaptırımlar / Cezalar) ve 3. İbadat (ibadetler). Giderek yaygınlaşan "İslam Hukuku" ifadesi ile de aslında Fıkıh içerisindeki Muamelat ve Ukubat alanları kastedilmektedir. Günümüzde laik eğilimlerin artması ile Fıkıh özellikle ibadetlerle ilgili bir alan görünümü oluşturmaktadır.
Hukuk dalları.
İbadat (ibadetler) alanı ayrı tutulduğunda İslam Hukuku iki ana dala ayrılır: Muamelat (İşlemler) ve Ukubat (Yaptırımlar / Cezalar).
İbadat (ibadetler) alanı Fıkıh içerisinde yer almakla birlikte hukukun ilgi alanı içerisine girmediği için ayrı bir kategori olarak değerlendirilir. Yani bu alanın hukuktan ayrılması eğilimi söz konusudur. Münakahat (nikah, aile hukuku) ise Osmanlı döneminde Mecelle ile birlikte eklenmiş ancak sınıflandırmada genel kabul görmemiştir.
Fıkıh usulü.
Fıkıh usulü İslami kural ve kanunların teorik çalışmalar kısmını oluşturur. Bu kapsamda bir konu ile ilgili kaynakların neler olduğu veya olabileceği ile ilgili görüşlerin ortaya konması, değerlendirilmesi, ayet ve hadislerin konu ile ilgili açık bir hüküm ifade edip etmediğinin tartışılması, ayet ve hadislerin bağlam, kapsam, istisna, mutlakiyet vb. açılarından değerlendirilmesi, birbiri ile çelişen kaynakların uyumlulaştırılması veya hangisinin tercih edileceği gibi konularla ilgilenir.
Fıkhın 4 asli kaynağı vardır: Kur'an, Hadis, İcmâ, Kıyas. Bunların dışında fer'i denilen kaynakları vardır ki onlardan bazıları şunlardır: istihsan, istislâh, İstishâb, örf, Şeriatü men kablena, maslahat Seddi zerai. Osmanlı İmparatorluğu'nda uygulandıktan ve bu imparatorluk dağıldıktan sonra oluşan İslam dinine mensup ülkelerde uygulanmaktadır.
İslam Hukuk Usulü (Yöntemi) ana kaynaklar (Kuran ve Sünnet) dışında özetle şu şekilde kullanılır:
1. İcma: İslam âlimlerinin dinî bir meselenin hükmü üzerinde fikir birliği etmelerini ve bütün Müslümanların ortaklaşa benimsedikleri dinî hükümleri ifade eden şer‘î delil, İslam fıkhının Kur'an ve Sünnet'ten sonra üçüncü kaynağı.
2. Kıyas: Bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmayı ifade eden mantık, fıkıh ve dil bilimi terimi.
Uygulamada İslam dünyasında özellikle ibadetler konusunda duruma özel birçok ifade genelleştirilerek yaygınlık ve devamlılık kazanmıştır. Bu durumun Kurban ibadeti ve tesettür uygulaması gibi örnekleri bulunmaktadır. Bir başka örnek ise fıkıh tanımlarına göre açık ve tartışmasız olması gereken farz ve haram gibi kavramların içeriğinin mezheplere göre farklılıklar göstermesidir.
Tarihçe.
İslam'ın ilk devirlerinde İslam dini ile ilgili bütün çalışma ve tartışmalar fıkıh disiplini altında yapılmaktaydı. Daha sonra fıkıh, Hicri 1. asırda (Miladi 7.- 8. yüzyıllar) sadece ameli yani eylemsel konulara has kılınan, "İslam hukuku" olarak ayrı bir ilim haline geldi. Fıkhın metodolojisi anlamına gelen "Usûl-i Fıkıh" müctehidin (yani dinde hüküm verebilecek şahsın) şer'î hükümleri tafsili (açıklayıcı) delillerinden çıkarmasına yarayan kurallar bütünüdür. Fıkıh usûlü açısından elimize ulaşan ilk eser hicri 2. yüzyılda Şâfiî'nin "Er-Risale fil-Usul" adlı eseridir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12286",
"len_data": 5165,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 4.1
}
|
Osman Zeki Üngör (1880, İstanbul - 28 Şubat 1958, İstanbul), şair, besteci, orkestra şefi, keman virtüözüdür.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşının bestecisi olarak tanınmış bir sanatçıdır. Osmanlı sarayında ilk Türk kemancısı olarak yetiştirilmiş olan müzisyen; birçok klasik Batı müziği bestecisinin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancıdır.
Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temelini oluşturan Osmanlı saray orkestrasını yönetmiş; orkestranın ilk defa İstanbul’da halka açık konserler vermesini ve cumhuriyetin ilanından sonra yeni başkent Ankara'daki ilk senfonik konserlerin gerçekleşmesini sağlamıştır.
Cumhuriyetin ilk önemli öğrenim kurumlarından Musiki Muallim Mektebinin kuruluşunda büyük emeği geçmiş bir eğitimcidir.
Besteci Ekrem Zeki Ün'ün babasıdır.
Hayatı.
1880 yılında Üsküdar'da dünyaya geldi. Dedesi, Osmanlı Devleti'nin saray orkestrası olan Mızıka-yı Hümayun bünyesinde "Fasl'ı Cedid"'i (Batı enstrümanlarını da içeren fasıl topluluğu) tertip eden Santuri Hilmi Bey, babası Şekerci Hacı Bekir ailesinden Hüseyin Bey'dir.
Öğrenim hayatı.
Beşiktaş Askerî Rüştiyesindeki askerî eğitimin ardından 1891'de Osmanlı saray bandosu olan Mızıka-yı Hümayun'a girerek müzik öğrenimi gördü. Yeteneğiyle II. Abdülhamid'in dikkatini çekince konser kemancısı olarak yetiştirildi. Kemancı Vondra Bey'den keman, Aranda Paşa'dan da müzik nazariyatı dersleri aldı.
Mızıka-yı Hümayun.
Mızıka-yı Hümayun bünyesinde Saffet Bey tarafından kurulmuş olan "Makam-ı Hilâfet Filarmoni Muzikası"'nda başkemancı olarak atandı. Yalnızca askerî marşlar çalan mızıkanın, bir senfoni orkestrasına dönüşmesi için emek verdi. Birçok ünlü bestecinin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancı oldu. Sultan Abdülhamit'e sık sık konserler verdi. Konserlerinin çok beğenilmesi nedeniyle ödüllendirilip rütbesi genç yaşta binbaşılığa kadar yükseltildi.
1908'de, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra rütbesi mülazımlığa (teğmenlik) indirildi; Saffet Bey'in yönetimindeki orkestrada başkemancılığa devam etti. Bir süre Mızıka-yı Hümayun'da yaylı sazlar bölümünde öğretmenlik de yaptı. Ek olarak Darülmuallimin'de (İstanbul Erkek Muallim Mektebi) müzik dersleri verdi.
I. Dünya Savaşı sırasında Mızıkay-ı Hümayun ile Avrupa şehirlerinde konserler verdi. 17 Aralık 1917 - 31 Ocak 1918 tarihleri arasında gerçekleşen ve Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Peşte, Sofya’yı kapsayan bu turne, bir Türk orkestrasının çıktığı ilk Avrupa turnesi idi.
Saffet Bey’in istifası üzerine 1917’de saray orkestrasının şefliğine atanan Osman Zeki Bey, Avrupa turnesi dönüşünde orkestrayı bağımsız bir kadroya kavuşturdu ve ilk defa saray dışında halka yönelik konserler verdi. Orkestra, haftalık halk konserlerini Tepebaşı'ndaki "Union Française Salonu"'nda vermekteydi.
İstiklâl Marşı’nın bestelenmesi.
Besteci asıl ününü Mehmet Âkif Ersoy'un İstiklâl Marşı'nı besteleyerek elde etti. Osman Zeki Bey, 1921 yılında Mehmet Âkif’in şiirinin ulusal marş güftesi olarak seçilmesinden sonra 1922’de Maarif Bakanlığı tarafından düzenlenen beste yarışmasına davet edilen 24 besteciden birisiydi. Kimi anekdotlara göre İstiklâl Marşı’nı, İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra bestelemişti. Yarışma seçici kurulu tarafından Osman Zeki Bey'in eseri beşinci seçilirken; Ali Rıfat Bey’in alaturka usuldeki bestesi birinci seçildi. Ancak 1930 yılında Maarif Bakanlığının resmî kurumlara gönderdiği bir genelge ile uygulamada değişiklik yapıldı ve o güne kadar Ali Rıfat Bey'in bestesi ile seslendirilen güfte; Osman Zeki Bey’in Batı tarzı bestesi ile seslendirilmeye başladı; devletin resmî marşı hâline geldi.
Ankara’ya taşınma.
Osman Zeki Bey, Cumhuriyet'in ilanından sonra orkestrası ile Ankara’ya gidip 11 Mart 1924 günü şehrin tarihindeki ilk senfonik konseri verdi. Orkestra, Ankara’daki ikinci konserinden sonra “"Riyaseticumhur Musiki Heyeti"” adı altında cumhurbaşkanlığına bağlandı. Osman Zeki Bey, sonradan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na dönüşen topluluğun orkestra şefliğini yaptı.
Musiki Muallim Mektebi.
Osman Zeki Bey, ülkenin müzik öğretmeni ihtiyacını karşılamak için Musiki Muallim Mektebinin kurulmasında önemli rol oynadı. Bu kurum, Ankara Konservatuvarının temelini oluşturmuştur. Kendisi, okulun ilk öğretim üyesi ve ilk müdürü idi. Okul müdürlüğünü 1924-1934 seneleri arasında 10 yıl boyunca sürdürdü.
Avrupa turnesi.
7 Haziran-5 Eylül 1926'da "Karadeniz" adlı gemide düzenlenen Yerli Malı Sergisi nedeniyle dört ay boyunca Güney ve Kuzey Avrupa limanlarını dolaştı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile konserler verdi. Bu, Cumhuriyet döneminde bir Türk orkestranın çıktığı ilk yurt dışı turne idi.
Son yılları.
1934 senesinde kolunda oluşan sağlık sorunları nedeniyle emekliliğe ayrılan Üngör; emeklilik günlerinde İstanbul’da yaşadı. Soyadı Kanunu çıktığında “"Üngör"” soyadını aldı (oğlu Ekrem Zeki Bey, “"Ün"" soyadını almıştır).
1958'de İstanbul'da Moda'daki evinde hayatını kaybetti. Cenaze töreninde askerî bir bando tarafından İstiklâl Marşı çalındı. Mehmet Âkif Ersoy'dan sonra cenazesinde İstiklâl Marşı çalınan ikinci kişidir. Cenazesi, Osmanağa Camii'nde ikindiden sonra kılınan cenaze namazının akabinde Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12287",
"len_data": 5188,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.53
}
|
Hüseyin Örmen (27 Ocak 1919, Şanlıurfa - 30 Temmuz 1990, İstanbul), Türk oyuncu, yönetmen, senarist ve yapımcı dır.
Peyda, 55 yıllık kariyerinde; rol aldığı Yeşilçam filmlerinde çoğunlukla ""ağa"" veya ""mafya babası"" karakterlerini canlandırdı. Yeşilçam'da kötü adam rollerinin vazgeçilmez bir oyuncusuydu. Birçok filmde Cüneyt Arkın ile beraber oynadı. İyi rol oynadığı ender filmlerden biri, ""İmam Hüseyin"" karakterini canlandırdığı, Cüneyt Arkın'ın başrolünü oynadığı 1975 yapımı Babanın Oğlu filmidir.
Hüseyin Peyda; film çevrelerinde, oynadığı filmlerden elde ettiği kazancını kendi yönettiği filmlere yatıran bir sinemacı olarak tanındı.
Hayatı.
1946 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe bölümüne girdi. Ancak 3. sınıfta bölümü bırakmış ve ticaret hayatına girmiş, ancak başarılı olamamıştır. Bir dönem Niyazi Ahmet Banoğlu ile birlikte Türkyolu isimli bir dergi çıkartmıştır. Derginin batmasıyla bu sektörden de çekilmiştir. Bir dönem kadın kuaförlüğüne de el atmıştır. Bir gün Sezer Sezin ile tanışır ve onun aracılığıyla Yeşilçam'a adım atar. Daha sonra bir film şirketi kurmuştur. Hüseyin Kazasfil adı ile senaryolar yazıp filmler çekmiştir. Önder Film ile çeşitli yapımlar ortaya çıkarır. Ancak zamanla Önder Film şirketi iflas eder.
Peyda verdiği bir demeçte ilk yıllarını şöyle açıklar: ""Sinemada kendime istikbal görüyordum. Fakat bir sorun vardı. Urfa'nın köklü ailelerinden birine mensuptum. Akrabalarım soyadımızı kullanmama izin vermediler. O zamanlar sinema toplumumuzun gözünde kötü bir işti. Eğer doğu insanıysanız da tamamen uzak durmanız gerekir.""
Sektörde iş güvencesinin olmamasından hayıflanan Peyda bu durumu şöyle açıklar: "73 yılında Hülya Koçyiğit ile Yedikule Zindanlarında film çekiyorduk. Kullanılan ark lambaları ultraviyole ışınları yayıyordu. Ancak önünde cam olduğu zaman ışınları kullanabiliyorduk. Bir cam kırılmış, ultraviyole ışınları direkt gözümüze geliyor. Hülya ile gözümüzü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Çekimlerden sonra üç gün hiçbir şey göremedim. İş kazası deyip geçtik."Hülya Koçyiğit iyileşir ama Peyda bu olaydan sonra bir gözünü kaybeder. 14. Antalya Film Şenliğinde Kara Çarşaflı Gelin'deki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülünü alır.
Ölümü.
30 Temmuz 1990'da akciğer kanseri hastalığına yakalanıp tedavi gördüğü Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12302",
"len_data": 2400,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.33
}
|
Alp Arslan (Farsça: آلپ ارسلان ; 1029-1030 - 24 Kasım 1072), Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun ikinci sultanı olan ve Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askeri komutan ve hükümdardır. 1071 yılında Bizans İmparatorluğu hükümdarı Romen Diyojen ile yaptığı Malazgirt Muharebesi'ndeki başarısından dolayı tanınmaktadır.
Doğum tarihi ve ilk yılları.
Alp Arslan'ın doğum tarihi için Zahîru’d-Dîn Nîşâbûrî, el-Hüseynî el-Yezdî, , Hândmîr ve Hasan-ı Yezdî 10 Ocak 1030 tarihini kaydederken; , İbn Hallikân, İbnü’l-Adîm ise 1032-33 tarihini kaydetmektedir. 12. yüzyıl tarihçisi Ali İbnü'l-Esîr ise yine 1032-1033 tarihini kaydetmekle birlikte, alternatif bir rivayet olarak 20 Ocak 1029 tarihinden de bahsetmektedir. Bu tarihler arasından 1032-1033 tarihinin Alp Arslan'ın hayatı hakkındaki bilgilere kronolojik olarak uymaması nedeniyle, genel olarak literatürde Ali İbnü'l-Esîr'in alternatif bir rivayet olarak aktardığı 20 Ocak 1029 tarihi kabul edilmektedir. Ancak Koç ve Şahin, Alp Arslan'ın doğum tarihi olarak pek çok kaynak tarafından kaydedilen 10 Ocak 1030 tarihini kullanmanın, sadece Ali İbnü'l-Esîr tarafından alternatif bir rivayet olarak aktarılan 20 Ocak 1029 tarihine göre çok daha uygun olacağını ileri sürmektedir.
Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Bey'in oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in yeğeni olan Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Alp Arslan, Dandanakan Savaşı'nın akabinde toplanan Merv Kurultayı'nda çocuk yaşta Tuğrul Bey'in hizmetine girmişti. Alp Arslan yaklaşık üç sene bulunmuş olduğu bu vazifede, önemli ve karışık devlet işlerinde dahi sözü dinlenen bir kişi olmayı başarmıştır.
Seferleri ve savaşları.
Tohoristan Savunması (1043-44).
Babası Horasan Hâkimi Çağrı Bey'in 1043 tarihinde ciddi bir şekilde hastalanması üzerine Horasan'a dönmüş ve veliaht ilan edilmiştir. Akabinde aynı yıl Gazneli Mevdud önderliğinde bulunan Gazneli ordusu Selçuklular'ın elinde bulunan Toharistan bölgesine saldırdı. O sırada Belh şehrinde bulunan Alp Arslan, Gaznelileri yenmiştir. Daha sonra yapılan bir Gazneli saldırısını da püskürtmüştür. Yenilen Gazneliler, ele geçirdikleri yerleri terk ederek geri çekilmiştir. Daha sonra Karahanlı Hükümdarı Arslan Han'ı yengiliye uğratmıştır. Bu başarılarının üzerine ise babası Çağrı Bey tarafından Selçuklu Devleti'nin doğu sınırının koruyucusu ilan edilmiştir.
Karahanlılar Seferi.
Gazneli Mevdud, Selçuklulara karşı Toharistan'da aldığı büyük yenilgiden birkaç yıl sonra Karahanlılar ve Büveyhilere, Selçuklulara karşı ittifak kurmak için çağrıda bulundu. Karahanlılar ve Büveyhiler, Mevdud'un ittifak teklifini kabul ettiler. Daha sonra ittifak güçleri ordularını birleştirmek için harekete geçti. Mevdud da Büveyhi ve Karahanlı orduları ile buluşacağı yere doğru ordusu ile yola çıktı. Ancak Mevdud buluşma yerine giderken, yolda hastalandı ve bunun üzerine Gazneli ordusu geri dönmek zorunda kaldı. Büveyhilerin ordusu da İsfahan'dan buluşma yerine doğru yola çıktı, ancak Tebes'i geçip çöle girdiğinde Büveyhi ordusunda bir salgın baş gösterdi. Bu salgında Büveyhi ordusunun komutanı da hastalandı ve ordusu çok büyük zarar gördü. Bunun üzerine Büveyhiler geri döndü. Karahanlı Hükümdarı Arslan Han'ın ise bu olanlardan habersizdi. Arslan Han Tirmiz'e saldırdı ve şehri yağmaladı. Daha sonra Arslan Han Belh'i ele geçirmek için harekete geçti. Bu olaylar karşısında Alparslan, Karahanlılar'ın üzerine sefere çıktı ve iki taraf arasında meydana gelen savaşta Arslan Han mağlup oldu. Yenilen Arslan Han geri çekilmek zorunda kaldı ve Ceyhun Nehri'nin kıyısına gitti. Daha sonra Selçuklulara barış teklifinde bulunmaya karar verdi. Çağrı Bey bu barış teklifini duyunca askerleri ile beraber Karahanlı Hükümdarı Arslan Han ile buluştu. Bu görüşme sonucunda Selçuklular ve Karahanlılar arasında barış sağlandı.
Besa'nın fethi.
Sultan Tuğrul Bey İsfahan Kuşatması (1050-51) ile meşgulken , Alparslan kimseye haber vermeden Horasan'dan ayrılarak ordusuyla Fars vilayetinde bulunan ve Büveyhiler'e ait olan Besa(Fasa) şehrine saldırmış ve şehri fethetmiştir. Daha sonra amcası Tuğrul Bey'den gelecek bir emir ile karşılaşmamak için Horasan'a dönmüştür.
Horasan Savunması (1056).
Gazneli Devleti'ndeki iç karışıklıktan yararlanan Selçuklular, Çağrı Bey önderliğinde Gazneliler üzerine sefer düzenlemiştir. Çağrı Bey komutasındaki Selçuklu ordusu Büst'e kadar ilerlemiştir. Gazneli İmparatorluğu'nda iç karışıklıklar Ferruhzâd'ın tahta çıkması ile son bulmuştur. Ferruhzâd, Hirhiz adlı komutanın başında bulunduğu bir orduyu, Çağrı Bey komutasındaki Selçuklu ordusunun üzerine göndermiştir. Hirhiz komutasındaki Çağrı Bey'in komutasındaki orduyu yenerek Horasan'a saldırdı ve üzerine gelen Atabeg Gülsarığ ile diğer Selçuklu komutanlarını yenerek esir aldı. Bunun üzerine Alparslan, babası Çağrı Bey'den ordusu ile Gaznelilere saldırmak için izin istemiştir ve Hirhiz komutasındaki Gazneli ordusuna saldırarak Gaznelileri yenmiştir. Alp Arslan bulunmuş olduğu bu mevkide özellikle Gazneliler ve Karahanlılarla çeşitli mücadelelere girerek, başarılı bir şehzadelik hayatı yaşamıştır.
Rey Muharebesi (1059).
İbrahim Yınal'ın isyanı sonucunda zor durumda kalan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, kardeşi Çağrı Bey'den yardım istedi. Çağrı Bey, bu yardım talebine oğulları Alparslan, Kavurd ve Emir Yakuti komutasında bir ordu göndererek cevap verdi. İbrahim Yınal, İbrahim Yınal'ın yeğenleri Mehmed ve Ahmed komutasındaki ordu ile Alparslan, Kavurd ve Emir Yakuti komutasındaki ordu Rey yakınlarında karşılaştı. Rey yakınlarında yapılan Rey Muharebesi'ni kaybeden İbrahim Yınal ve yeğenleri esir alındı.
Huttal Seferi (1063).
Alp Arslan, Huttal Emiri'nin isyan ettiği haberini aldıktan sonra Huttal'a karşı bir sefere çıktı. Alp Arslan komutasındaki Selçuklu ordusu Huttal'ın merkezi olan Hulbuk Kalesi'ni kuşattı . Hulbuk Kalesi bir dağın üzerine inşa edilmiş ve kale tahkim edilmişti, bu da ilk saldırıların sonuçsuz kalmasına neden oldu. Daha sonra Alp Arslan'ın da katıldığı bir saldırı sonucu Huttal Emiri öldürüldü. Daha sonra Hulbuk Kalesi, Selçuklular tarafından ele geçirildi. Alp Arslan kendi adamlarından birini Huttal'a emir olarak atadı.
Herat Muharebesi (1063).
Tuğrul Bey'in ölümünden sonra Musa Yabgu, Alp Arslan'ın yönetimi altındaki Herat'ı ele geçirdi ve isyan etti. Bu arada Huttal emirinin isyanıyla uğraşan Alp Arslan, bu isyanı bastırp, Huttal emirini yendikten sonra Musa Yabgu'ya karşı sefere çıktı. İki ordu Herat yakınlarında karşılaştı ve muharebe başladı. Herat yakınlarında yapılan muharebede Musa Yabgu yenildi. Alp Arslan, Herat'ın kontrolünü yeniden ele geçirdi ve esir alınan Musa Yabgu'nun hayatını bağışladı.
Çağaniyan Seferi.
Alp Arslan, Musa Yabgu'nun isyanını bastırdıktan sonra, Çağaniyan'da isyan eden Emir Musa'ya karşı yürüdü. Emir Musa, Çağaniyan yakınlarındaki savaşta yenildi ve esir alındı. Daha sonra Selçuklu ordusu Çağaniyan Kalesi'ni ele geçirdi. Alp Arslan, bu isyanı bastırdıktan sonra ordusuyla başkent Rey'e doğru ilerledi.
Damgan Muharebesi ve Alparslan'ın Büyük Selçuklu tahtına çıkması.
Tuğrul Bey 1063'te ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, vasiyetinde Çağrı Bey'in oğullarından Süleyman'ın tahta geçmesini vasiyet etmişti. Selçuklu veziri Amîdülmülk bu vasiyeti yerine getirdi ve Rey kentinde Süleyman'ı sultan olarak tahta çıkardı. Ancak Çağrı Bey'in öteki oğlu Alp Arslan ve Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış ile bazı emir ve şehzadeler Süleyman'ın sultanlığını tanımadılar. Kazvin şehrinde Alp Arslan adına hutbe okundu. Kutalmış'ın Rey önüne gelerek şehri kuşatması üzerine, vezir Amid-ül Mülk, Alp Arslan'dan yardım istediği gibi, hutbeyi de onun adına okuttu. Kutalmış ise, Alp Arslan ile Damgan yakınlarında yaptığı Damgan Muharebesi'nde ölmüştür. Alp Arslan Rey şehrinde Selçuklu Devleti tahtına çıktı. Daha sonra Amid ül-Mülk'ü azlederek, yerine Nizamülmülk'ü tayin etti.
Kafkasya Seferi (1064).
İlk seferini 1064 tarihinde Rum Gazası adıyla Gürcistan, Azerbaycan ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne yaptı. Bu seferde oğlu Melikşah, veziri Nizamülmülk ve Emir Tuğtegin de bulunuyordu. Alparslan önce Gürcistan'da ve Ermenistan'da fetihler yaptıktan sonra Bizans'ın elinde bulunan Kars ve Ani bölgesine kadar ilerleyerek buraları ve etrafında bulunan kaleleri ele geçirdi. Ani'nin fethi neticesinde Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Sultan'a "Ebu'-Feth" (Fetihlerin babası) lakabını vermiştir (1064).
Melik Kavurd İsyanı (1064).
Anadolu'da bulunan Alparslan 1064 yılında Kirman meliki olan kardeşi Kavurd'un isyan haberinin gelmesi üzerine Doğu Anadolu'da ki seferine son verdi ve önce başkenti Rey'e daha sonra da Hemedan'a gitti. Alparslan'ın Hemedan'a gelmesi üzerine Kavurd bir elçi gönderip affdilemiştir. Hatasına rağmen Kavurd'u affetmiştir ve Kirman Meliki olarak kalmasına izin vermiştir.
Üstyurt ve Mangışlak Seferi (1065).
1065 yılında Alp Arslan, 30.000 kişilik Selçuklu ordusuyla Üstyurt ve Mangışlak taraflarına sefere çıktı. Türkmen, Kıpçak ve Cazık kuvvetlerini yendi. Daha sonra Kafşud komutasındaki 30.000 kişilik Kıpçak ordusunu yendi. Alp Arslan, Maveraünnehir'de fetihler yaptı ve Harezm'i fethetti. Alp Arslan daha sonra atası Selçuk Gazi'nin Cend'de bulunan mezarını ziyaret etti ve burayı oğlu Melikşah'ın yönettimi altındaki topraklara bağladı. Alp Arslan'ın bu seferi sonucunda Hazar Denizi'nden Taşkent'e kadar olan topraklar Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yönetimi altına girdi.
Anadolu'da ise Tuğrul Bey tarafından başlatılan Türkmen akınları devam etmekteydi.
Kayseri Muharebesi (1067).
Emir Afşin ile birlikte 1067 yılında Anadolu'ya yöneldi ve Kayseri'ye kadar geldi. Sultan Alparslan Kayseri Muharebesi ile Kayseri'yi ele geçirdi ve yağmaladı. Kayseri'nin fethedilmesi üzerine Bizans İmparatoru Romen Diyojen Türkleri Anadolu'dan çıkartmak için 1068 yılında sefer çıktı ve Halep'e kadar ilerledi. Ancak bu hareket Türklerin akınlarının ilerlemesinde engel olmadı, hatta Amorium kenti ele geçirildi. İmparator Diyojen ikinci bir sefere çıktı ve bu sefer Fırat Nehri kenarına kadar ilerledi. Selçuklu akıncıları başka kollardan akınlara devam ederek Malatya'ya hücum ettiler. Afşin Bey komutasındaki Selçuklu Akıncıları, 1067 yılında Malatya yakınlarında Bizans ordusu ile karşılaştı ve yapılan muharebede Bizans ordusu mağlup oldu. Yapılan akınların neticesinde Selçuklular 1069 yılında ilk kez Konya'yı fethettiler.
Melik Kavurd İsyanı (1067).
Sultan Alparslan 1067 yılında tekrar isyan eden Kavurd'un üzerine tekrar sefere çıkmıştır. Kavurd gönderdiği ordunun Alparslan'ın öncü kuvvetleri karşısında yenilmesi üzerine tekrar affedilemiştir. Alparslan onu affederek Kirman Meliki olarak bırakmıştır.
Kafkasya Seferi (1068).
Sultan Alp Arslan 1068 yılında ikinci defa Kafkasya üzerine sefere çıkmak zorunda kaldı. Gürcü kralı IV. Bagrat; Alanlar ile birleşerek Müslüman devleti olan Şeddadiler arazisine girmiş Erran'ı istila ve yağma edip, Gence'ye kadar ilerlemişlerdi. Sultan Alp Arslan 1068 yılında Erran'a geldi Şeddâdî emiri Fazl ile Şîrvân emiri Ebu'l-Esvâr itaatlerini bildirdikten sonra Gürcistan'a girdi, Şekki bölgesini aldı. IV. Bagrat ise, Selçuklular ile savaşa cesaret edemeyerek kaçtı. Selçuklular bu seferde Tiflis , Kartli , Şirak , Vanand, Gugark , Arran , Gence ve Kars'ı ele geçirdi. Selçuklular bu seferde Gürcistan ve Azerbaycan'ı tekrar hakimiyeti altına aldı. Sonuç olarak Bagrat aman dileyerek Alp Arslan'a tâbi oldu.
Suriye ve Anadolu Seferi.
Mekke Şerifi Muhammed b. Ebî Hâşim 1070 yılında Alp Arslan'ın huzuruna gelerek, Mekke'de hutbenin Abbasi Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunduğunu bildirdi.
Sultan Alp Arslan, Fatımi devleti veziri Nâsır ed-Devle b. Hamdân'dan aldığı bir davet üzerine adı geçen devleti ortadan kaldırmak ve Mısır'ı ele geçirmek maksadıyla bir sefer düzenledi ve önce Bizans topraklarına girdi. Sultan ilk olarak Malazgirt ve Erciş'i ele geçirdi. Diyarbakır bölgesinde Süveyda (Siverek) ve Tulhum başta olmak üzere birçok kaleleri ele geçirdi. Daha sonra 1071 yılında Bizans hakimiyetindeki Urfa'yı iki ay boyunca kuşattı daha sonra Urfa'dan 50.000 dinarlık haraç aldı ve kuşatmayı kaldırdı. Urfa'dan Haleb'e hareket eden Sultan burayı kuşatarak Mirdasoğullarından Mahmûd tarafından şehrin anahtarlarını teslim aldı ve onu affederek makamını bağışladı. Şam'a yönelen Sultan; Bizans imparatoru Romen Diyojen'in büyük bir ordu toplayarak Müslüman topraklarına sefere çıktığını haber aldı ve süratle Anadolu'ya geri döndü.
Malazgirt Meydan Muharebesi (1071).
Sultan Alparslan Silvan'a vardığında Malazgirt'in Bizans ordusu tarafından alındığını ve halkının kılıçtan geçirildiği haberlerini almıştır. Bunun üzerine Sultan Alparslan yönünü Ahlat'a çevirmiştir. Sultan Alparslan Ahlat'a gelmiştir. Bir müddet burada kaldıktan sonra, ordusu ile Ahlat’tan ayrılarak Malazgirt yakınlarında bulunan Rahve ovasına gelerek burada karargâhını kurmuştur ve atlı askerlerinin bir bölümünü bölgede bulunan tepelere yerleştirmiştir. Muharebe 26 Ağustos cuma günü öğle saatlerinde Selçuklu hücumu ile başlamıştır. Sultan Alparslan komutasındaki merkez ordusu kendinden sayıca üstün olan Bizans ordusuna saldırmış ve bir süre sonra savaş taktiği gereği geri çekilmiştir. Bizans imparatoru Romen Diyojen'in önderliğinde bulunan merekz ordusu Selçuklu ordusunu takibe koyuldu ve pusu noktasına gelindiğinde ise Alparslan komutasındaki ordu yönünü Bizans ordusuna çevirdi ve diğer Selçuklu askerleri saklandığı tepelerden çıkarak Bizans ordusunu etrafını sarmıştır. Kurt Kapanı'na düşen Bizans ordusu bozguna uğramış ve tarihte ilk kez bir Bizans imparatoru Türk ve Müslüman olan bir komutan tarafından esir alınmıştır.
Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alp Arslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in canını bağışlamış, onu sadece yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mihail'in yeni bir Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda mağlup düşmüş; kaçtığı Kilikya'da küçük bir kalede yakalanarak gözlerine mil çekilmiş; İstanbul'a getirilmiş ve Proti Adasına (Kınalıada'da) sürgün edilmiştir. Gözlerinin kör edilmesinden dolayı oluşan yaranın enfeksiyonu sonucu ölmüştür. Bu nedenle Malazgirt Muharebesi sonunda esir düşen Romen Diyojen'in imzaladığı vergi ödeme vaadi geçersiz kalmıştır.
Türkistan seferi ve ölümü.
Sultan Alp Arslan, Karahanlılar arasındaki iç mücadele ve Selçuklu topraklarına yaptıkları baskınları önlemek üzere 1072 yılının Eylül ayı sonlarında 200.000 kişilik büyük bir orduyla Türkistan bölgesine sefere çıktı. Alparslan bu sefer sırasında ordusuyla birlikte Ceyhun Nehrini geçmek için gemiler inşa ettirdi. Alparslan ve ordusu gemiler yardımıyla Ceyhun Nehrini 24 günde geçti. Daha sonra Alparslan ve Ordusu Karahanlı topraklarında ilerleyişe geçtiler. Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu Barzam (Berzem) kalesi önlerine geldi ve kaleyi kuşattı. Alparslan bir süre kuşatma altında tuttuğu Barzam (Berzem) kalesini teslim aldı. Huzuruna çıkan kale kumandanı Yusuf Hârizmi tarafından, çizmesine sakladığı küçük bir hançerle ağır şekilde yaralanan Alp Arslan dört gün sonra da öldü.
Türkmen takviminde 2002 yılından Temmuz 2008'e kadar Ağustos ayı "Alp Arslan" olarak adlandırılmıştır.
Merv şehrinde olduğu düşünülen mezarın tam yeri bilinmemektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12305",
"len_data": 15344,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.54
}
|
Mide; kaslardan oluşan, genişleyebilen bir sindirim sistemi organıdır. Mide sözcüğü Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Mide anlamında Türkçede aşkazan sözcüğü de mevcuttur. Yemek borusu ile ince bağırsak arasında bulunur. Omurgalılar, derisidikenliler, haşaratlar ve yumuşakçalarda bulunur. Sindirimin ikinci fazında (çiğnemeyi takiben) görev yapar. Yiyeceklerin geçici olarak büyük miktarda depolandığı organdır. Rahatlıkla 1.5 litre sıvıyı içinde tutabildiği gibi, maksimum 4 litre sıvı tutma kapasitesi vardır.
Yapı.
Midenin kardia, fundus, korpus (gövde) ve pilor olmak üzere dört bölümü vardır. Midenin ilk bölümü olan kardia yemek borusunun mideye açıldığı bölgenin ismidir; başlangıcını epitel tabakanın çok katlı yassıdan prizmatiğe döndüğü nokta oluşturur. Midenin çok küçük bir kısmı olup altıncı kostal kıkırdak seviyesinde yer alır. Fundus kardianın üstündeki kısımıdır, diyaframın sol kubbesine komşuluk eder. Genişlemeye müsaittir ve gaz, sıvı veya yemek tarafından genişletilebilir. His açısı (incisura cardialis) fundusla yemek borusu arasında bulunur. Korpus fundusla pilor arasında yer alan, organın en büyük bölümüdür. Sağ sınırına küçük kürvatür, sol sınırına büyük kürvatür adı verilir. Pilor ise antrum ve pilor kanalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Antrumu korpustan ayıran, küçük kürvatürde incisura angularis adı verilen nokta, büyük kürvatürdeyse pilorla yemek borusu arasındaki mesafenin dörtte birine tekabül eden noktadır. Antrum pilorun daha geniş bölümü olup, antrumdan geçen sıvı pilor kanalına aktarılmaktadır. Bunun sonundaki pilorda, kalın bir sirküler kas tabakası oniki parmak bağırsağına geçişi kontrol eder. Bu kas normalde tonik olarak kasılır. Midedeki basınç pilorun direncini aşınca mideden boşalma meydana gelir; bu durum peristalsis tarafından gerçekleştirilebilir.
Midenin kas tabakası 3 kısımdan oluşmaktadır; bunun yanı sıra kas lifleri uzunlamasına, sirküler ve oblik seyirli olarak yerleşmiştir, bu diziliş midede peristaltik hareketlerin oluşmasında rol alır.
Kan temini.
İnsan midesinin küçük eğriliği altta sağ mide arteri ve üstte sol gastrik arteri tarafından beslenir ve bu aynı zamanda kardiyak bölgeyi de besler. Büyük eğrilik altta sağ gastroepiploik arter ve üstte sol gastroepiploik arter tarafından beslenir. Midenin fundusu ve büyük eğriliğin üst kısmı da splenik arterden kaynaklanan kısa gastrik arterler tarafından beslenir.
İşlev.
Sindirim.
Mide, içine giren yiyeceklerin kimyasal ve fiziksel olarak parçalandığı bir yerdir. Mide içini örten ve mukoza denilen örtü dokudan sindirim sıvıları salgılanır. Midenin iç yüzeyinde yer alan epitel hücrelerin salgıladığı mukus, bikarbonat bakımından zengindir. Bu özelliğiyle midenin iç yüzeyinin aşınmasını ve mide özsuyundaki asidin bu dokulara zarar vermesini engeller.
İnsan sindirim sisteminde, bolus (çiğnenmiş yiyeceklerin küçük ve yuvarlak kütlesi) alt özofageal sfinkter yoluyla yemek borusundan mideye girer. Mide, proteazlar (pepsin gibi protein sindiren enzimler) ve bakterileri öldüren veya engelleyen ve proteazların çalışması için asidik pH 2 sağlayan hidroklorik asit salgılar.
Midede yiyecek varsa, her 20 saniyede bir dalgalar meydana getirerek sıvı ile katıyı birbirine karıştırır. Yiyecekler, mide tarafından duvarın peristaltik kas kasılmaları yoluyla çalkalanır - bolusun hacmi azalır, boluslar mide gövdesi etrafında dönerken fundus ve boluslar kimusa (kısmen sindirilmiş yiyecek) dönüşür. Kimus ince bağırsaklar tarafından emilecek seviyeye geldiyse, azar azar miktarlarda, yavaşça pilor kanalını geçerek 12 parmak bağırsağına ("Duodenum") geçer.
Midedeki Gastrik sıvı ayrıca pepsinojen içerir. Hidroklorik asit bu inaktif enzim formunu aktif form olan pepsine dönüştürür. Pepsin proteinleri polipeptitlere ayırır.
Sıvıların mideyi terk etmesi katılardan daha hızlıdır ve mideyi boşaltması yaklaşık 20 dakikayı alır. Katı-sıvı karışımı materyalin mideyi terk etmesi ise yaklaşık 1.5 saati bulmaktadır.
Mide salgı yapan bir organdır. İç duvarlarında bulunan hücre ve bezler mukusun yanında birçok önemli salgılar üretir: sindirim enzimleri, hormonlar, hidroklorik asit, intrinsik faktör (B12 vitamininin ince bağırsak son kısmından emilmesi için bu faktörün varlığı şarttır).
Mekanik sindirim.
Yiyecek mideye girdikten birkaç dakika sonra, yaklaşık 20 saniyelik aralıklarla karıştırma dalgaları oluşmaya başlar. Karıştırma dalgası, yiyeceği mide sularıyla karıştırıp yumuşatarak kimüs oluşturan benzersiz bir peristalsis türüdür. İlk karıştırma dalgaları nispeten naziktir, ancak bunları mide gövdesinden başlayıp pilora ulaştıkça gücü artan daha yoğun dalgalar izler.
Yaklaşık 30 mL kimüs tutan pilor, bir filtre görevi görerek yalnızca sıvıların ve küçük yiyecek parçacıklarının çoğunlukla, ancak tamamen değil, kapalı pilor sfinkterinden geçmesine izin verir. Gastrik boşaltım denilen süreçte, ritmik karıştırma dalgaları, pilor sfinkterinden duodenuma bir seferde yaklaşık 3 mL kimüs zorlar. Bir seferde daha fazla miktarda kimüs salınması, ince bağırsağın bunu işleme kapasitesini aşacaktır. Kimüsün geri kalanı, karıştırmaya devam ettiği mide gövdesine geri itilir. Bu işlem, bir sonraki karıştırma dalgaları duodenuma daha fazla kimus zorladığında tekrarlanır.
Gastrik boşaltım hem mide hem de duodenum tarafından düzenlenir. Duodenumda kimusun varlığı, gastrik salgıyı engelleyen reseptörleri etkinleştirir. Bu, onikiparmak bağırsağı işlemeye hazır olmadan önce mide tarafından ek kimusun salınmasını önler.
Kimyasal sindirim.
Fundus, sindirilmemiş yiyecekleri ve kimyasal sindirim süreci sırasında açığa çıkan gazları depolar. Yiyecekler, kimusla karışmadan önce bir süre midenin fundusunda kalabilir. Yiyecekler fundustayken, tükürük amilazının sindirim faaliyetleri, yiyecek asidik kimusla karışmaya başlayana kadar devam eder. Sonuçta, karıştırma dalgaları bu yiyeceği kimusla birleştirir, asiditesi tükürük amilazını inaktif hale getirir ve lingual lipazı etkinleştirir. Lingual lipaz daha sonra trigliseritleri serbest yağ asitlerine ve mono- ve digliseritlere parçalamaya başlar.
Proteinin parçalanması midede hidroklorik asit ve pepsin enziminin etkileriyle başlar.
Midenin içeriği yemek yendikten sonra iki ila dört saat içinde tamamen duodenuma boşaltılır. Farklı yiyecek türlerinin işlenmesi farklı miktarda zaman alır. Karbonhidrat bakımından zengin yiyecekler en hızlı şekilde boşalır, ardından yüksek proteinli yiyecekler gelir. Yüksek trigliserit içerikli yemekler midede en uzun süre kalır. İnce bağırsaktaki enzimler yağları yavaşça sindirdiğinden, yiyecekler duodenum yağlı kimusu işlerken midede 6 saat veya daha uzun süre kalabilir. Ancak bu, tam sindirimin genellikle baştan sona sürdüğü 24 ila 72 saatin bir kısmıdır.
Emilim.
İnsan sindirim sistemindeki emilim esasen ince bağırsağın bir işlevi olmasına rağmen, yine de mide astarı aracılığıyla bazı küçük moleküllerin emilimi gerçekleşir. Bunlar şunları içerir:
İnsan midesinin paryetal hücreleri, B12 vitamini'nin emilimi için gerekli olan içsel faktörü üretmekten sorumludur. B12 hücresel metabolizmada kullanılır ve kırmızı kan hücrelerinin üretimi ve sinir sisteminin işleyişi için gereklidir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12316",
"len_data": 7105,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.25
}
|
Cuma, Perşembe (Pençşenbe) ile Cumartesi (Cumaertesi) arasında kalan, haftanın beşinci günüdür. Kelime, Kur'an yoluyla Arapçaya, oradan da Türkçeye gelmiştir.
Cuma gününe Eski Türkçede "altınç" (altıncı) denir.
"Cuma" sözcüğünün kökünün Arapça olduğu varsayımına göre Kur'an bugünü haftalık toplantı günü sayması ile de uyuşarak "جمعة cum'a" "toplanmak" kökünden gelir. Kur'an'dan önce bugün için Araplar "arûbe, yevm-ül-'arûbe يوم العروبة" ya da altıncı gün anlamında "yevm-üs-sâdis يوم السادس" derlerdi.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12317",
"len_data": 505,
"topic": "RELIGION",
"quality_score": 4.07
}
|
Anestezi bilimi ya da Anesteziyoloji (Fransızca: "anesthésiologie"), herhangi bir cerrahi girişim öncesinde, esnasında ve sonrasında, hastanın güvenliğini gözeten; ağrı duyusunun giderilmesi dâhil olmak üzere tüm bakımına yoğunlaşan tıp ile alakalı bir bilim dalıdır. Köken olarak Eski Yunancadan "an"- olumsuz ön eki, duymak, algılamak anlamına gelen "aisthánō" fiili ve söz anlamına gelen ancak günümüzde bilim anlamında son ek olarak kullanılan "logos" kelimesinin birleşimiyle oluşmuştur. Ağırlıklı olarak cerrahi girişimlerde büyük yer tutan anestezi, farmakolojik maddelerin insanın duyu yollarına etkisini inceler ve ona göre uygulamalar sunar. Bu bilim dalının uygulamasından sorumlu temel olarak tıp eğitimi almış anesteziyolog (anestezist ya da anestezi uzmanı), anestezi hemşiresi ve anestezi teknikeri vardır. Bu söylenen meslek grupları hastalara farmakolojik maddelerin verilmesi, etkilerinin araştırılması ve düzenlenmesi, fizyolojik değişikliklerin takibi ve bozukluklarında müdahale edilmesi, makinelerin kullanımı ve zaman zaman kalibrasyonundan sorumludur.
Tarihçe.
Dünyada.
İlk çağ ve Ortaçağda ağrıların dindirilmesi için çeşitli coğrafyalarda çeşitli bitkiler denemiş, hatta basit cerrahi işlemler için bile önceden uyuşturma amacıyla bu maddelerin sistematik olmasa da deneysel anestezik olarak kullanımı söz konusudur. Ancak modern dönemde anestezinin başlangıcı 1774'te Joseph Priestley'nin oksijeni tanımlaması kabul edilmiştir. Daha sonrasında nitröz oksitin keşfedilmesi, eterin kullanımı gibi uygulamalarda günümüzdeki anestezi rejimlerine geçen bir süreç söz konusu oldu.
Türkiye'de.
Türkiye'de anestezinin gelişimi için aslında öncelikle Osmanlı Döneminden bahsetmek gerekir. Çünkü modern anestezinin Türkiye'ye gelişi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanede 1847'de kloroformun kullanımıyla başlar. Cumhuriyet Döneminde yurtdışında ihtisas gören doktorların bireysel uygulamalarıyla gelişen anesteziyoloji 1953'te Ankara Numune Hastanesinde bir bölüm kurulmasıyla kurumsal bir kimlik kazanır, burada yurtdışından getirilen uzmanlarla eğitim başlar. Sonraki yıllarda başka üniversitelerde enstitülerin kurulmasıyla gelişim devam eder.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12321",
"len_data": 2153,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.93
}
|
Türklerin Anadolu'ya geldikten sonra edebiyatları iki gruba ayrılmıştır. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen aydınların oluşturduğu "Yüksek Zümre Edebiyatı" ve İslam öncesinden gelen sözlü bir" "Halk Edebiyatı"". Anadolu'ya göç eden Türkler arasında aynı ayrım devam etti. Medrese eğitimi gören aydın kesim Arap ve Fars edebiyatlarının tesirini devam ettirirken, halk yine saz şairleri aracılığıyla halk edebiyatını devam ettirdi. Dolayısı ile Anadolu Türk Edebiyatı iki grupta incelenmektedir. Bu gruplardan biri halk edebiyatıdır.
Oğuz Türkleri Anadolu'ya dilleriyle, gelenekleriyle, geleneksel halk edebiyatlarıyla gelmişlerdir. "Ozan" dedikleri saz şairleri, Anadolu'nun gittikçe Türkleşen bölgelerinde, gezici şair olarak sazlarıyla şiirler söylüyorlardı.
Anonim Halk edebiyatı.
Söyleyeni belli olmayan veya zamanla topluma mal olan, halkın ortak malı sayılan ürünlerden oluşur. Sözlü edebiyat geleneğinin devamıdır. Bu dönemdeki şiirler halkın konuştuğu dil ve dörtlükler halinde yazılmıştır. Şiirlerde tıpkı İslamiyet öncesi Türk edebiyatında olduğu gibi hece ölçüsü kullanılmıştır. Verilen eserlerde yabancı dil ve sözcük sayısı azdır. Bu dönem ürünlerinde genellikle aşk, doğa, sevgi, hasret, yiğitlik ve kahramanlık gibi konular işlenmiştir.
Anonim halk edebiyatı düzyazı türleri: Atasözü, Deyim, Tekerleme, Bilmece, Fıkra, Halk hikâyesi (Ayrıca: Meddah, Orta oyunu ve Karagöz ve Hacivat da bu ayrıma girmektedir.)
Anonim halk edebiyatı şiir biçimleri: Mâni, Ninni, Türkü, Ağıt
Aşık edebiyatı.
15. yüzyıldan sonra gelişen ve günümüze kadar gelen halk edebiyatı ayrımıdır. Aşık adı verilen halk şairleri tarafından ortaya konan şiirlerden oluşmaktadır. Bu sözlü ürünler cönk adı verilen el yazması kitaplarda toplanmıştır. Halk şairleri genellikle okur yazar değillerdir ve şiirlerini saz eşliğinde çalıp söylemektedirler. Şiirlerini kâğıt kalem kullanarak yazan aşıklara ise kalem şairi denmiştir. Kalem şairleri ise okuma yazma bilen, eğitim almış kişilerdir ve bazıları Divan şiirinden etkilenmiştir. Bu dönemin aşıkları köylerde, kasabalarda veya şehirlerde yetişmiştir. Aşıklar saz şairliği yapmayı başka bir aşığın (daha tecrübeli aşıkların) yanında öğrenirler ve ustalarından birer mahlas alarak çeşitli yerlerde şiirlerini saz eşliğinde söylerler. Aşık halk edebiyatı doğrultusunda eser veren şairler şiirlerin son dörtlüğünde mahlaslarını kullanmayı tercih etmişlerdir. Aşık edebiyatı şairlerinin bazıları Divan şiirinden etkilenirken bazıları ise hiç etkilenmeyerek klasik halk edebiyatını bağlı kalmıştır. Bu dönemde hece ile aruzu beraber kullanan şairler de olmuştur. Şiir birimi olarak ise anonim halk edebiyatından farklı olarak dörtlüğün yanı sıra beyit de kullanılmıştır. Şiirlerde kullanılan sade dil 18 ve 19. yüzyıllardan sonra zayıflamıştır. Bu dönem ürünlerinde genellikle aşk, doğa, sevgi, hasret, ayrılık, gurbet, kıskançlık gibi konular işlenmiştir.
Aşık edebiyatı şiir biçimleri: Koşma (Koşma türleri: Güzelleme, Taşlama, Koçaklama ve Ağıt), Semai, Varsağı, Destan
Aşık edebiyatı başlıca temsilcileri: Karacaoğlan, Köroğlu, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Gevheri, Dadaloğlu, Dertli, Bayburtlu Zihni, Âşık Seyrani, Erzurumlu Emrah
Âşık edebiyatında destan.
Halk edebiyatında destan, savaş, afet, salgın, güldürücü olaylar ve kahramanlık üzerine kurulabilir. Aynı zamanda eleştiri, dönemin sosyal olayları olağanüstü ögelerle harmanlanarak verilebilir. Kısacası destanlar oldukça geniş konuları ele alır. Âşık edebiyatında birçok halk ozanı gördükleri geçirdikleri zorluklar veya güzellikler neticesinde ya da anonim olarak bildikleri destanları derleyerek birçok eser meydana getirmişlerdir.
"Âşıklar Tarafından Ortaya Konulmuş Bazı Destanlar:"
Tekke ve tasavvuf edebiyatı.
Dini ve tasavvufi düşünce yapısı ile bu düşünce yapısının gerektirdiği yaşantıyı yaymak için ortaya çıkmış edebiyattır. Bu edebiyatın temeli Allah sevgisi ve Vahdetivücut düşüncesidir. Bu dönemdeki tekke şairlerinin çoğu tarikatlara bağlı olan dergahlarda ve diğer medreselerde yetişmiş kişilerdir. Bu kişiler hoşgörüyü, ilahi aşkı ve sevgiyi benimsemiş kişilerdir. Şairler bağlı bulundukları tarikatın inançlarını ve yaşayış biçimlerini yayma gayesi gütmüş ve onun için edebiyatı bir araç olarak görmüşlerdi. Şairler hem divan hem de halk şiirine ait biçimleri kullanmışlardır ve genellikle halkın anlayabileceği yalın bir dili kullanmışlardır.
Tekke ve tasavvuf edebiyatı nazım birimleri: İlahi, Nefes, Nutuk, Devriye, Şathiye
Tekke ve tasavvuf edebiyatı başlıca temsilcileri: Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Tapduk Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Abdullah Rûmî, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Niyâzî-i Mısrî, Erzurumlu İbrahim Hakkı
Türk Halk edebiyatında düzyazı.
Türk halk edebiyatı'nın düzyazı alanındaki öyküleri, Türk, Arap ve İran-Hint kaynaklı olmak üzere 3 grupta toplanır. Türk kaynaklı öyküler arasında Dede Korkut, Köroğlu, Danişmendname gibi serüven-kahramanlık öyküleri, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Karacaoğlan ile İsmigan Sultan, Emrah ile Selvihan Furkan ile Gülçin gibi âşıkların yaşam öyküleri çevresinde gelişen öyküler yer alır. Doğu Anadolu'da kaside adı verilen küçük öyküler, Güney Anadolu'da bozlaklar, meddah öyküleri v. b.
Yüzyıllara göre Halk edebiyatı.
Bu yüzyılda ele geçen eserler daha çok fetih ve savaşlara aittir. Bunların en önemlileri İslami Türk destanlarıdır. " Battal Gazi Destanı, Danişmentname" bunlardan en ünlüleridir. Dönemin en ünlü kişisi Nasreddin Hoca'dır. O, zekasıyla, keskin görüşleri ve zeki söyleyişleriyle, nükteleriyle dünyaca tanınmış biridir. 13. yüzyılda yaşadığı halde halka mal olarak kendinden sonra gelen Timurlenk ile karşılaştırılmıştır. Bu asrın en önemli şairi Yunus Emre'dir.
14. yüzyıl.
Bu yüzyılın en önemli eseri "Kitab-ı Dede Korkut"tur. Bu kitapta hikâyeler Oğuz Türkleri arasında yaşanmış ve yayılmıştır. Kitapta Oğuz Türkleri'nin Gürcüleri, Rumlar, Ermeniler ve diğer Türk boylarıyla yaptıkları barışlar anlatılır. Hikâyelerde nazım, nesir iç içedir. Dili destansı bir dildir. Bazı yönleriyle destana benzer. Bu yüzden destandan halk hikâyeciliğine geçiş ürünü olarak görülür.
Bu asırdaki en ünlü şair, Yunus tarzı söyleyişleriyle ün kazanan tekke şairi Kaygusuz Abdal'dır.
15. yüzyıl.
Bu yüzyılın tanınmış ismi Hacı Bayram Veli'dir. Ankara'da doğan Hacı Bayram Veli, çok güçlü bir medrese tahsili yapmıştır ve Bayramilik tarikatının kurucusudur. Aruzla da yazmakla birlikte daha çok hece ölçüsünü kullanmış ve dini şiirler yazmıştır. İlahileri tekkelerde, zaviyelerde dillerden dillere dolaşmıştır.
16. yüzyıl.
Bu yüzyılda sadece Tekke edebiyatının değil, din dışı konularda söylenen şiirlerin de metinleri ele geçmiştir. Ellerinde sazlarla diyar diyar dolaşan, nerede bir güzel görülürse ona âşık olan ve şiirler söyleyen şairler, ordularda, kışlalarda, hudut boylarında boy gösteren aşıklar eski halk geleneğini sürdürmüşler ve" "Aşık Edebiyatı" "denen edebiyatı yaşatmışlardır. Bunların en tanınmışı, yüzyılın sonlarında şöhret kazanan Köroğlu'dur. Ayrıca Kul Mehmet, Hayali, Bahşi adlı aşıklar da dönemin önemli şairleridir. Tekke Edebiyatının bu dönemdeki temsilcisi Pir Sultan Abdal'dır. Pir Sultan Abdal tekke şairleri arasında şiirlerini sazla söyleyen ender kişilerdendir. Daha çok nefesleriyle tanınır.
17. yüzyıl.
Bu dönem Türk edebiyatının altın çağıdır. Hem Aşık edebiyatı hem Tekke edebiyatı hem de Anonim Halk edebiyatı ürünlerden birçoğu ele geçmiştir. Tekke edebiyatının önde gelen şairleri Aziz Mahmut Hüdai ve Niyazi Mısri'dir. Her iki şair de derin ilim sahibidirler.
Bu asırda Aşık edebiyatında büyük gelişmeler olmuş, Divan şairlerine bile ilham verecek lirik şiirler söylenmiştir. Ayrıca aruzla şiir söyleyen saz şairleri, kendilerini Divan şairleri kadar başarılı saymışlardır. Bunların arasında Yeniçeri ordusunda bulunan ve Evliya Çelebi'nin de dikkatini çeken Kâtibi, denizci olan Kayıkçı Kul Mustafa ünlüdür.
Ancak günümüzde bile çok sevilen, şiirlerin çoğu halk türküsü haline gelen aşık Karacaoğlan'dır. Şiirlerinin tümünü hece ölçüsüyle söyleyen, halk anlayışını, yaşayışını şiirlerine en iyi şekilde yansıtan Karacaoğlan tabiat ve sevgili teması ile yazdığı koşmalarıyla tanınır.
Dönemin diğer büyük saz şairi Aşık Ömer'dir. Halk şairleri arasında en kültürlü, en yaratıcı olarak tanınır.
18. yüzyıl.
Bu yüzyılda halk edebiyatı şairleri, divan şairleriyle boy ölçüşme, aruzla şiir söyleme bu devirde biraz daha yaygınlaşmıştır. Tekke edebiyatı bu dönemde bir duraklama içindedir. Dönemin en büyük tekke şairi, aynı zamanda büyük bir alim olan Erzurumlu İbrahim Hakkı'dır. "İlahiname" adlı divanında genellikle tasavvufi kasideler, gazeller, ilahiler bulunur. Ayrıca şairin "Marifetname" adında nesir eseri de vardır.
19. yüzyıl.
Halk şiir geleneği bu asırda klasik söyleyişini sürdürmüştür. Özellikle Âşık edebiyatının çok yetenekli saz şairleri görülür. Bunlardan biri de Bayburtlu Zihni'dir. Hem Divan hem de âşık tarzı şiirleriyle tanınmıştır. Çok iyi medrese eğitimi görmüştür. Bu nedenle divan tarzında yazdığı şiirler, Divan şairlerini aratmaz. Ayrıca halk tarzında söylediği şiirlerde tam bir âşık söyleyişi vardır.
Dönemin diğer tanınmış şahsiyeti Erzurumlu Emrah'tır. Divan tarzı şiirleri pek başarılı değildir. Asıl lirik şiirleri, koşma tarzında söyledikleridir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12328",
"len_data": 9195,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.62
}
|
Pine, Washington Üniversitesi'nde UNIX sistemler için geliştirilmiş olan bir elektronik posta programıdır. İlk sürümü 1989 yılında yazılmış, ve 1992 yılında yayınlanmıştır. Kaynak kodu Washington Üniversitesi'ne ait bir lisansla Unix sistemi için açıktır. Pine'ın geliştirilmesi durdurulmuştur ve Apache Lisansına sahip Alpine yazılımı yerini almıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12329",
"len_data": 352,
"topic": "CODING",
"quality_score": 3.44
}
|
Duygu, bireyin ruh hâlinde biyokimyasal (içsel) ve çevresel tesirlerle etkileşiminden doğan kompleks psikofizyolojik bir değişimdir. Kişiye özgü sağlık duyusunu belirleyen temel faktör olup, insanın günlük yaşamında merkezi bir rol oynar. Bu yüzden pek çok bilim dalı ve sanat biçimi tarafından araştırılmıştır. Duyguların sayısı ve sınıflandırılması konusu tartışmalıdır.
Etnograflar, her dilde aynı olmayan kültürlere özgü duyguları tanımlamışlar ve bunlar kültüre özgü duygu kavramları olarak adlandırılmıştır. Duygular her dilde ve kültürde farklı ifade edilmektedir. Taşıdığı değer farklılaşmakta, ifade sayısı azalmakta ya da artmaktadır. Bazı dillerde sadece basit ayrımlar varken bazı dillerde duygu ifade ayrımları binlerle ifade edilmektedir. Duygusal ifade ayrımlarına hâkim olan kişilerin topluluk psikolojisinde etkinlikleri artmakta, anlaşılabilme yetilerindeki gelişimlerle daha hızlı ilerleme kaydedebilmekte ve buna bağlı olarak duygusal ayrımların eğitsel entegrasyonu yoğun olan ülkelerde ilerleme daha hızlı olmakta. Duygu ayrımında rekor kırabilecek diller Farsça, Arapça, Çince gibi diller olmasına karşın bu dillerin konuşulduğu ülkelerin eğitsel yoğunlukları az olduğu için başarılı olma oranları çok düşük olan ülkelerdir.
İşlevi.
Kişisel gelişimde önemli rol oynayan duygu dağarcığını geliştirmek için her dilde kullanılan farklı hislerin ifadesi, derecelendirmeler arasındaki doyum farklarının ve hatta karışımlarının bilinmesi için bu ifadeler ayrımlarıyla incelenmelidir. Duygu ve doyum hâllerinde bulunan kişilere takılan sıfatlar konusu da incelenerek duygu konusu kişilikte gelişir.
Kavram olarak duygu.
Duygu, bireyin iç dünyasında dış uyaranlara karşı oluşan psikolojik ve fizyolojik tepkidir. Psikoloji ve felsefe alanlarında, duygular insan davranışlarını ve düşünce sistemlerini şekillendiren ana faktörlerden biri olarak kabul edilir.
Psikolojide duygu.
Psikolojide duygu, bireyin ruhsal durumunu yansıtan ve davranışlarını etkileyen bir süreçtir. Sevinç, korku, üzüntü, öfke, şaşkınlık gibi temel duygular, insan biyolojisinin ve evrimsel süreçlerinin bir sonucudur.
Sanatta ve yazında duygu.
Sanat ve edebiyat alanında duygular, eserlerin duygusal derinliğini ve estetik etkisini belirler. Özellikle yazma terapisi (terapötik yazma) gibi uygulamalarda duygular, kişinin kendini ifade etme ve iyileşme sürecinde merkezi bir rol oynar.
Köken ve anlam.
"Duygu" ismi, "duy-" kökünden türetilmiştir. Bu kök, "duymak", "algılamak", "hissetmek" anlamlarına gelir. İsim olarak tercih edilmesinin altında Türk kültüründe "içsel bilgelik" ve "hassasiyet" gibi değerlerin etkisi bulunur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12331",
"len_data": 2616,
"topic": "PSYCHOLOGY_PERSONAL_DEVELOPMENT",
"quality_score": 3.56
}
|
Hormon, (Yunanca, , "harekete geçirmek,uyarmak, canlandırmak" fiilinden gelir), çok hücreli organizmalarda fizyoloji ve davranışı düzenlemek için karmaşık biyolojik süreçler yoluyla uzak organlara veya dokulara gönderilen sinyal molekül sınıfıdır.
Hormonlar hayvanların, bitkilerin ve mantarların doğru gelişimi için gereklidir. Hormonun geniş tanımı (üretim yerinden uzakta etkilerini gösteren bir sinyal molekülü) nedeniyle, çok sayıda molekül türü hormon olarak sınıflandırılabilir. Hormon olarak kabul edilebilecek maddeler arasında eikozanoidler (örn. prostaglandinler ve tromboksanlar), steroidler (örn. östrojen ve brassinosteroid), amino asit türevleri (örn. epinefrin ve oksin), protein veya peptitler (örn. insülin ve CLE peptitleri) ve gazlar (örn. etilen ve azot monoksit) bulunur.
İç salgı bezlerinden kana geçen ve organların işlemesini düzenleyen adrenalin, insülin, tiroksin vb. fizyolojik etkisi olan maddelerin genel adı olarak tanımlanmaktadır.
Hormonlar; klasik anlamda endokrin organlar diye bilinen hipofiz, böbrek üstü bezleri, tiroit, paratiroit, gonatlar gibi kanalsız iç salgı bezlerinde sentez edilen ve kanla taşınarak gittikleri belli hedef doku hücrelerinde etki gösteren organik bileşiklerdir. Fakat klasik hormon tanımına uymayan, ama hormon etkisi gösteren bileşikler de vardır. Hipotalamik düzenleyici hormonlar, antidiüretik hormon, oksitosin, prostaglandinler, gastrin, sekretin, somatostatin, anjiotensin örnek verilebilir.
Hormonların kimyasal yapıları heterojendir. Kimyasal yapılarına göre dörde ayrılırlar; peptid veya protein yapısındaki hormonlar, amino asit türevi hormonlar, steroid hormonlar, eikozanoidler.
Hormonların, biyolojik etkinlikleri için düşük konsantrasyonları yeterlidir; serumda nmol, pmol düzeylerinde bulunurlar; serum düzeyleri ancak çok hassas metotlarla ölçülebilir. Serum hormon düzeyini ölçmek için sık kullanılan bir metot RIA'dir. Hormonların hepsi uyarıcı değildir; bazıları inhibitör etkilidir. Örneğin somatostatin, diğer bazı hormonların sekresyonunu azaltır; adrenalin, bazen stimulatör bazen inhibitör etkilidir. Hormonların sekresyon hızı sabit değildir; hormona duyulan gereksinim ve hormonun inaktivasyon hızı ile düzenlenir.
Hormonların bazıları depolanma özelliği gösterir. Katekolaminler (adrenalin ve noradrenalin), adrenal medulla ve sinir uçlarında hormon-kromogranin a-ATP kompleksi şeklinde depolanırlar; tiroit hormonları, tiroit bezinde depolanırlar. Steroid hormonlar depolanma özelliği göstermezler. Hormonlar, dolaşımda serbest veya transport proteinlere bağlı olarak bulunurlar; peptit yapıda hormonlar ve katekolaminler serbest formdadırlar, steroidler ve tiroit hormonları transport proteinlere bağlı olarak taşınırlar. Hormonun sadece serbest formu biyolojik olayları regüle edebilir. Hormonların bazı etkileri, büyüme faktörleri, histamin, serotonin gibi bazı biyolojik aktif maddeler tarafından gösterilebilir ki endokrin organlardan salgılanmayan fakat hormon etkisi gösteren böyle maddeler doku hormonları olarak adlandırılırlar.
Hormonların başlattıkları yanıt uzun sürelidir; hormon ortadan kaybolduktan sonra da devam eder.
Hedef dokuların hormona fizyolojik yanıtı, yaş ve genetik yapıya bağlıdır.
Hormon tanımına uymadan hormon etkisi gösteren bileşikler.
Hipotalamik düzenleyici hormonlar, hipotalamusta sentez edilirler, hipofizer portal sistem vasıtasıyla taşınırlar ve kısa mesafedeki hipofizin sekretuvar hücrelerini etkilerler. Antidiüretik hormon (ADH) ve oksitosin; hipotalamusta sentez edilirler, nöronlarla hipofize taşınırlar ve gerektiğinde salgılanmak üzere burada depolanırlar. Prostaglandinler; hemen hemen tüm dokularda sentezlenirler, yakında veya uzakta etkili olurlar. Gastrin, sekretin, somatostatin gibi bazı hormonlar gastrointestinal sistemin spesial hücrelerinde sentezlenirler, lokal diffüzyonla parakrin etki gösterirler. Anjiotensin, karaciğer kökenli prekürsörden spesifik enzimatik etki ile oluşur.
Hormonların hekimlik yönünden önemi.
Hormonlar; metabolizmanın, su ve elektrolit alışverişinin, büyümenin, seksüel gelişimin ve seksüel fonksiyonların regülatörleri olarak hayati öneme sahiptirler. Hormonların yokluk, azlık ve fazlalıkları çeşitli hastalık belirtilerine yol açar; bazılarının yokluğu ölüme neden olur. Bu nedenle hekimlikte bir endokrin organın hipofonksiyonunu veya bir hormonun eksikliğini zamanında saptayarak eksik hormonu yerine koymak önemlidir.
Bir endokrin organın hiperfonksiyonu da hastalık belirtilerine neden olabilir. Hormon üretiminde patoloji, kandaki hormon miktarının veya karakteristik hormon yıkılım ürünlerinin kantitatif tayini ile saptanabilir. Ayrıca kan plazmasındaki inorganik veya organik maddelerin normal konsantrasyonlarında değişiklik de ilgili maddenin metabolizması üzerine etkili hormonun etkisindeki patolojileri tanımaya yardımcı olur.
Bir hormonun azlığında veya yokluğunda, buna karşı gelen hayvansal organdan saf halde hazırlanan hormonun verilmesi suretiyle tedavi mümkündür. Bu durumda genellikle hayat boyunca süren devamlı tedavi yapılması gerekir. Hormon tedavisinde, protein yapısındaki hormonların parenteral yani enjeksiyon gibi sindirim yolu dışı bir yoldan verilmesi zorunluluğu vardır; çünkü, protein yapısındaki hormonların ağız yoluyla alınması halinde, sindirim kanalında parçalanmaları ve emilmemeleri söz konusudur.
Evcil hayvanlarda verim kabiliyetinin ve büyüme hızının önemli ölçüde artması, endokrin sistem aktivitesinin yüksekliği ile paralel seyreder.
Hormonların salgılandıkları yere göre sınıflandırmaları.
Hormonların salgılandıkları yerler aynı olabilir.
Hormonların kimyasal yapılarına göre sınıflandırmaları.
Hormonların kimyasal yapıları heterojendir. Dörde ayrılırlar.
Hormon salgılanmasının düzenlenmesi.
Hormon salgılanmasının düzenlenmesi, feedback düzenlenme ve sinir sistemi ile olur. Hormon salgılanmasının sinir sistemi ile düzenlenmesi pek çok hormon için geçerlidir.
Hormon salgılanmasının feedback düzenlenmesi.
Hormon salgılanmasının feedback düzenlenmesi, kandaki kimyasal maddelerle ve tropik hormonlar ile olabilir. Hormon salgılanmasının kandaki kimyasal maddelerle feedback düzenlenmesinin iki güzel örneği, parathormon salgılanmasının plazma Ca2+ düzeyi ile düzenlenmesi ve insülin salgılanmasının plazma glukoz düzeyi ile düzenlenmesidir.
Plazma Ca2+ düzeyinin düşmesi durumunda paratiroit bezleri bunu algılar ve uyarılarak parathormon salgılamayı artırırlar; sonuçta plazma Ca2+ düzeyi normal değere yükseltilmeye çalışılır. Plazma Ca2+ düzeyinin düşmesi paratiroit bezlerinin uyarılmasına ve parathormon salgılanmasının artışına neden olur. Plazma Ca2+ düzeyinin yükselmesi de parathormon salgılanışını baskılar.
Plazma glukoz düzeyinin yükselmesi durumunda pankreasın Langerhans adacıklarının β hücreleri bunu algılar ve uyarılarak insülin salgılamayı artırırlar; sonuçta plazma glukoz düzeyi normal değere düşürülmeye çalışılır. Plazma glukoz düzeyinin düşmesiyle insülin salgılanması azalır ve bu defa pankreasın α-hücreleri uyarılarak glukagon salgılanışı artar.
Hormon salgılanmasının tropik hormonlar ile feedback düzenlenmesinin örnekleri, tiroit, sürrenal korteks ve gonat hormonlarının sentez ve salgılanışıdır. Bu hormonların plazmada azalışı, ilgili tropik hormonun salgılanmasını uyarır ve sonuçta hormonun kendisinin düzeyi de plazmada artar. Bu hormonların plazmada artışları ilgili tropik hormonun salgılanmasını baskılar ve sonuçta hormonun kendisinin düzeyi de plazmada azalır.
Hormonların sinyal transdüksiyonu.
Sinyal molekülleri (hormonlar) endokrin organ hücrelerince sentezlenirler. Sentezlendikleri yerin uzağında başka bir mikroçevredeki hedef hücrelere etki ederler.
Hayvanlarda Hormonlar.
Hayvanlardaki hormonal düzenleme gelişmiş bir endokrin sistem tarafından yapılır. Endokrin sistemin temel yapıları iç salgı bezleridir. İç salgı bezleri (Endokrin bezleri) salgıladıkları hormonları doğrudan kana veren kanalsız bezlerdir. Birbirinden ayrı ve özelleşmiş endokrin bezler sadece kan dolaşım sistemine sahip hayvanlarda bulunur.
Sölenterlerde ve halkalı solucanlarda hormon, yalnızca salgı yapan sinir hücreleri tarafından üretilir. Eklembacaklılar ve yumuşakçalar gibi omurgasızlarda özel endokrin organlar bulunur. Vücudumuzun düzenleyicileri: oksijen, vitamin, mineral, tuzlar, enzim ve hormonlardır. Bunlardan son ikisi vücutça sentezlenir. Hormonlar, organik yapılı olmakla beraber protein ve yağlar gibi belli bir gruba girmezler. Hormonlar kanda çok az miktarda bulunur ve vücudun herhangi bir bölümüne taşındığında hormon mesajlarını alabilen reseptörleri taşıyan belli hücre ve dokuları faaliyete geçirir. Yani her hormonun etkilediği hücre, doku ve organ farklıdır. Örneğin: FUH (folikul uyarıcı hormon) yumurtalıktaki folikülü etkilerken (TUH) tiroid uyarıcı hormon tiroid bezini uyarır. Bunun yanı sıra bazı hormonlarda birden fazla dokular üzerinde etkilidir. Östrojen hormonu hem uterusu hem de meme bezlerini uyarır. Hormonların çoğu iç salgı bezleri ya da bazı sinir hücreleri tarafından salgılanmakla beraber, bazı bez olmayan dokulardan salgılanan hormonlar vardır. Mideden salgılanan gastrin, 12 parmak bağırsağından salgılanan sekretin gibi. Bir iç salgı bezinin çıkarılması o bezin hormon salgısının azalması ya da hormon salgısının aşırı derecede artması organizmanın işleyişinde büyük aksaklıklar meydana getirebilir.
Hormonların sentezlenmesi ve parçalanması enzimlerin yardımıyla olur. Hormonlar kana geçtikten ve belli konsantrasyona ulaştıktan sonra ilgili hücre, doku ve organ işleyişinde düzenleyici görevini yapar. Hormonların salgılanması sinir sistemi tarafından kontrol edilebileceği gibi, çoğunlukla hormonlarda sinir sistemini etkiler. Böylece sinir sistemi ve endokrin sistem birbirine bağımlı ve etkileyerek çalışır. Ancak, sinir sistemi bir organda kısa zamanda düzenleyici etkisini gösterebildiği halde, hormonların düzenleyici etkisi çok daha yavaştır. Hormonların etkileri dört grupta incelenebilir: Vücudun büyümesini düzenlerler. Üremeyi düzenlerler. İkincil eş eysel karakterlerin gelişmesine yardımcı olurlar. Vücudun iç dengesinin düzenlenmesinde görev yaparlar. Sinir sistemiyle beraber organ ve sistemlerin koordinasyonunu ve organizmanın bütünlüğünü sağlar.
Organizmanın herhangi özel bir faaliyeti bir hormonla düzenlenebildiği gibi birden fazla hormonla da düzenlenebilir. Kan şekerinin düzenlenmesi gibi. Örneğin, kandaki şeker miktarının düzenlenmesinde pankreastan salgılanan insülin ve glukagon hormonlarıyla, böbrek üstü bezi tarafından salgılanan adrenalin hormonu etkilidirler. Kanda glikoz yükselince pankreastan insülin salgılanır. İnsülinin etkisi ile glikozun karaciğer ve diğer vücut hücreleri tarafından alınışı hızlanır, kandaki glikoz normal seviyeye düşer. Emilen glikoz karaciğer ve vücut hücrelerinde glikojen halinde depolanır. Kandaki glikoz miktarı normalin altına düşerse adrenalin hormonu hücrelerde depo edilmiş glikojenin glikoza dönüşmesini sağlar. Pankreastan salgılanan glukagon hormonu glikozun kana geçişini artırır. Böylece kandaki şeker miktarı normal seviyeye ulaşır.
Oksitosin.
Oksitosin, primer olarak beyinde nöromodülatör görevi olan bir memeli hormonudur. Beyinde hipotalamusta sentez edilir ve arka hipofizden salınır. Oksitosin en fazla üremedeki rolü ile bilinir. Özellikle doğum esnasındaki ve doğum sonrasındaki rolü önemlidir. Doğum esnasında serviks ve uterusun gerilmesi ile çok miktarlarda salınır, rahim kaslarının kasılmasını uyarır ve doğumu kolaylaştırır. Doğumdan sonra ise meme başı uyarısı ile sütün salınımını sağlayarak emzirmeye yardımcı olur.
Son zamanlardaki çalışmalar oksitosin hormonunun davranışlar üzerine etkisini de ortaya koymaktadır. Örneğin; orgazm, sosyal tanıma, eşler arasındaki bağ, anksiyete ve anne davranışları bu davranışlar arasında sayılabilir. Bu nedenle bu hormona bazen "aşk hormonu" da denmektedir. Oksitosin salgılanmasındaki yetersizlik sosyopati, psikopati, narsisizm ve genel manipülasyon eğilimi ile ilişkili bulunmuştur.
Oksitosin Yunanca ὼκυτοκίνη, "ōkytokínē", “hızlı doğum” kelimesinden gelmektedir. Büyük Britanyalı farmakolog Sir Henry Hallett Dale 1906 yılında bu hormonun uterus kasılmalarındaki etkilerini keşfinden sonra bu ismi kullanmıştır. Süt atılımındaki etkileri Ott ve Scott tarafından 1910 yılında, ve Schafer ve Mackenzie tarafından 1911 yılında tanımlanmıştır. Hormonun 9 aminoasitlik dizilimi Vincent du Vigneaud ve ark. ve Tuppy tarafından 1953'te tanımlanmıştır. Kimyasal sentezi Vigneaud ve arkadaşları tarafından 1953'te yapılmıştır.
Tiroksin.
Tiroksin veya T4; tiroid bezi tarafından salgılanan, tirozin aminoasitlerinden üretilen, iyot atomları içeren bir hormondur.
T4, iki adet tirozin aminoasitine toplam 4 tane iyot atomunun bağlanmasıyla oluşur. Bazal metabolizma hızını arttırır, protein sentezine etki eder ve vücudun katekolaminlere (adrenalin vs.) olan duyarlılığını arttırır. Bazal metabolizma hızının artması, hücre reaksiyonlarının hızlanması, böylece daha hızlı ve yüksek oranda enerji açığa çıkması nedeniyle vücut ısısı yükselir. Soğuk iklimli bölgelerde yaşayan insan topluluklarının daha sıcak iklimde yaşayanlara oranla daha fazla T4 salgıladığı bilinmektedir.
Büyüme hormonu.
Büyüme hormonu, Growth hormon (GH) veya Somatotropin; ön hipofizden salgılanan, peptit yapılı, insanlarda ve hayvanlarda büyüme, hücre üretimi ve yenilenmesini uyaran hormondur. Ön hipofizin somatotropik (asidofilik) hücrelerinde 191 aminoasitlik tek bir polipeptit zincir şeklinde üretilmektedir. GH sentez ve salınımı, hipotalamustan salgılanan büyüme hormonu salgılatıcı hormon (GHRH) tarafından kontrol altında tutulmaktadır.
Somatostatin, GH salınımını azaltır. Bunun yanında insülin, glukagon, TSH, FSH, ACTH gibi hormonlar da salınımını baskılamaktadır. GH, glikoz ve serbest yağ asitlerinin konsantrasyonunu artıran bir stres hormonudur. Egzersiz, stres ve uykunun derin döneminde artış gösterir. GH dokuları doğrudan etkilemez. Etkilerini somatomedin denilen peptitler aracılığı ile gösterir. GH kıkırdak yapımını artırmakta ve uzun kemiklerde büyümeyi sağlamaktadır. Bu yüzden çocukluk döneminde büyük önem arz etmektedir. Eksikliği büyümede yetersizliğe yol açar ve değişik tipte cücelikler görülür. Büyüme hormonu aşırı salınımı (genellikle hipofiz tümörüne bağlı) uzun kemik uçlarındaki epifiz plaklarının kapanmasından önce orantılı olarak aşırı büyümeye (gigantizm), epifiz plaklarının kapanmasından sonra ise akromegali hastalığına neden olur. Günümüzde GH, rekombinant DNA teknolojisi ile üretilebilmekte ve tedavide kullanılabilmektedir.
İnsülin.
İnsülin, moleküler ağırlığı 5,8 kilodalton (kDa) olan, polipeptit yapılı ve vücuttaki karbonhidrat özüştürmesinin düzenlenmesinde glukagon ile birlikte rol alan bir hormondur. Kan şekerini düşürücü etki yapar. Pankreasin hormonal salgı birimleri olan Langerhans adacıklarından tarafından salgılanan insülinin adı da Latincede "ada" anlamına gelen "insula" sözcüğünden türetilmiştir.
İnsülinin, karbonhidrat özüştürmesinin birincil dengeleyicisi olmanın yanında, karbonhidrat metabolizması ile ilişki içinde bulunan yağ ve protein metabolizmaları üzerinde de önemi vardır ve kandaki insülin derişimi değişikliklerinin tüm bedende yaygın etkileri bulunur. Bu hormonun tam yokluğu, şeker hastalığının yüksek şekerine; görece azlığı ya da insüline karşı direnç ya da her ikisinin birlikte olması ise düşük şekere yol açar. Bu doğrultuda, endüstriyel olarak üretilmiş olan insülin, tip-1 şeker hastalığında ve başka ilaçların yetersiz kaldığı tip-2 şeker hastalığı vakalarında ilaç olarak kullanılır.
İnsülin, hücrelerde glikoliz ve glukoneogenez yolaklarının kontrolünde rol alır. Fosfofruktokinaz-2/Fruktoz 2-6 bifosfataz enzimi üzerinde protein fosfataz aktivitesinin indüklenmesini sağlayarak hücredeki fruktoz 2-6 bifosfat miktarının artmasına neden olur. Fruktoz 2-6 bifosfat, fosfofruktokinaz-1 enziminin çalışmasını indükler ve böylece glikoliz hızlanır. Artan glikoliz ile kan glikozu düşürülmeye çalışılır.
İnsülinin yapısı hayvanlar arasında görece küçük farklara bağlı bir çeşitlilik gösterir ve insan insülinine en benzer yapıdaki insülin, arada tek bir aminoasit biriminin farklı oluşuyla, domuz insülinidir. İnsülinin karbonhidrat metabolizması üzerindeki düzenleyici işlevinin etkinliği de insandan insana değişkenlik gösterebilmektedir.
Glukagon.
Glukagon, pankreasın α-hücreleri tarafından sentez edilen bir polipeptit hormondur. Glukagon molekülü, 29 amino asitten kurulmuştur. Glukagon, bağırsak hormonları olan sekretin, vazoaktif intestinal polipeptit ve gastrik inhibitör polipeptit ile yapısal benzerlik gösterir. Glukogonun son zamanlarda memeli beyninde de bulunması, bir nörotransmitter olarak işlev görüyor olabileceğini düşündürmektedir.
Pankreastan glukagonun salıverilişi, açlık, insülin veya sülfanilüreler tarafından oluşturulan düşük kan glukoz düzeyi durumunda artar. Özellikle arjinin olmak üzere amino asitlerin büyük kısmı da pankreastan hızlı bir glukagon salıverilişine neden olurlar. Yüksek karbonhidratlı karışık beslenme sırasında insülin daha fazla olmak üzere hem insülin hem glukagon salıverilir; yüksek proteinli bir beslenme sırasında glukagon salıverilişi daha fazladır. Karbonhidrat metabolizmasının düzenlenmesinde glukagon ile insülinin salıverilişleri arasındaki denge önemlidir. Akut streste epinefrin, β-stimülasyonla glukagon salıverilişine neden olur ve α-stimülasyonla insülin salıverilişini inhibe eder.
Adrenalin.
Adrenalin (Epinefrin), böbreküstü bezlerinin iç kısımları tarafından öz bölgede salgılanan bir hormondur.
Doğada bu hormonun görevi, organizmayı acil harekete hazırlamaktır. Etkisini, nabzın atışı, kanın iç organlar ve deriden kaslara sevk edilmesi, karaciğerdeki glikojenin glikoza değişmesi ve böylelikle, acil bir enerji kaynağı sağlanması şeklinde gösterir. Heyecan ve korku durumunda adrenalin salgılanması artar. Kan damarlarını genişletir. Acı hissini azaltır. Göz bebeklerinin büyümesiyle göze alınan ışık artar, daha net ve hızlı görüş sağlanır.
Adrenalinin salgılanması sırasında iskelet kaslarına ait atardamarlarda genişleme, düz kas ve sindirim sistemine ait atardamarlarda daralma meydana getirir. Koroner arterler genişler, kan basıncı yükselir, kalp atış hızı artar, göz bebekleri (pupilla) büyür, kan şekeri (glisemi) yükselir.
Testosteron.
Testosteron androjen grubundan bir steroid hormondur. Memelilerde testosteron birincil olarak, erkeklerde testisler, dişilerde yumurtalıklarda üretilir. Çok az bir oranda da böbreküstü bezlerinden salgılanır. Erkek cinsiyet hormonudur.
Sağlık, enerji, libido, bağışıklık sistemi ile ve kemik erimesi ile yakından ilgilidir. İnsanlarda yetişkin bir erkeğin kanındaki derişimi yetişkin bir kadındakinin 40-60 katı kadar olabilir. Ancak kadınlar davranışsal açıdan (anatomik ya da biyolojik açı yerine) bu hormona karşı çok daha fazla hassasiyet gösterir.
Erkeklerde saçların dökülmesine neden olabildiği gibi saç dökülmesi, sadece testosterona bağlı bir olgu değildir.
Kadınlarda eritrosit sayısının erkeklere göre daha düşük olmasının nedenlerinden biri de kadınlardaki testosteron seviyesinin erkeklere göre daha düşük seviyede olmasıdır.
Östrojen.
Östrojen, kadınların adet döngüsünde ve diğer memeli hayvanların dişilerinde estrus döngüsünde önemli rol oynayan bir grup steroid hormondur.
Östrojenler hem erkek hem kadınlarda bulunmakla beraber, üreme yaşında kadınlarda seviyeleri çok daha yüksektir. Bu hormonlar kadınlarda göğüs gibi ikincil cinsiyet özelliklerinin gelişimini sağlarlar ve adet döngüsüyle ilişkili olan endometrium kalınlaşması ve diğer süreçleri düzenlerler. Folikül uyarıcı hormon ("follicle stimulating hormone", FSH) ve lüteinizan hormon (LH), yumurtalayan kadınlarda östrojen üretimini düzenlerler. Kan dolaşımında bulunan östrojen, FSH ve LH'nin seviyelerinin azalmasına neden olduğu için bazı oral kontraseptiflerde östrojenler bulunur.
Kadınlarda bulunan üç ana östrojen, östradiol, östriol ve östron'dur. Menarş ile menopoz arasında başlıca östrojen östradioldür. Vücutta bunlar enzim reaksiyonları sonucu androjenlerden sentezlenir. Östradiol testosterondan, östron da androstenediondan sentezlenir. Östron östradioldan daha zayıf etkilidir ve menopoz sonrası kadınlarda östradioldan çok östron bulunur.
Östrojen hormonu kadınların yüksek acıya dayanmasını sağlar. Östrojen hormonu saldırganlaştırır, saçların çıkmasını sağlar.
Bitkilerde Hormonlar.
Bitkilerde hormon denilen düzenleyiciler üretilmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12332",
"len_data": 20356,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 4.1
}
|
Tevhit ya da Tevhid, Türk ve İslam edebiyatında Allah'ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzum –mensur edebî tür.
İslâmiyet'in kabulüyle birlikte önce Arap ve Fars edebiyatında daha sonra da Türk edebiyatında sıklıkla işlenen bir nazım türdür. Tevhid'de Allah'ın büyüklüğü, isimleri, sıfatları, kuvvet ve kudretinin sonsuzluğu, zatının tasvir ve hayal edilebilen şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin O'na eş ve benzer olmayışı, kâinatta O'ndan başka müessir bulunmaması, bütün kudret ve ilimlerin O'na ait oluşu sanatlı bir üslupla anlatılır.
Manzum tevhidler çoğunlukla divan edebiyatı nazım biçimleri olan gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde ve aruz ölçüsü ile kaleme alınır. Ancak halk edebiyatında hece ölçüsüyle de tevhid yazılmıştır. Şairler, manzum tevhidlerde insanı hayretlere düşüren tabiat olayları başta olmak üzere çok çeşitli ve zengin bir malzemeden faydalanarak tevhid inancını şairane hayaller, ârifane duygu ve düşüncelerle anlatmışlardır. Bu tür manzumelerde bütün peygamberlerin tevhid mücadelelerine yer verilir. Hızır, tevhid sırlarının kavranmasında önemli bir isim olarak ayrıca öne çıkar. Türk edebiyatında manzum tevhidler on birinci yüzyılda Karahanlı edebiyatından yirminci yüzyılda Necip Fazıl'a kadar gelişip çeşitlenerek gelmiştir.
Mensur tevhidler genellikle ağır ve tumturaklı bir dille yazılmıştır. Mensur tevhid yazarları düşüncelerini Arapça sözler yanında Farsça zincirleme tamlamalarla uzun cümleler halinde anlatmıştır.
Tevhidlerin divanların başında yer alması bir gelenektir; bu durum, Klasik Türk Edebiyatının ilk mesnevisi sayılan Kutadgu Bilig'den beri vardır. Türk divan şairi Fuzûlî'nin Türkçe Dîvânı'nın başında
yazdığı tevhid, bu türün en güzel örneklerinden kabul edilir.
Klasik edebiyatta Sinan Paşa, Fuzulî, Şeyhi, Nâbi ve Niyâzî-i Mısrî bu türün en güzel örneklerini vermiş, Tevhid geleneği 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir. Tanzimat'tan sonra Avrupa bilhassa Fransız şiirinin tesirinde kalan yeni edebiyatçılar da bu tarz şiirlere ilgi göstermişlerdir. 19. yüzyılda Divan şiiri geleneğini devam ettiren Yenişehirli Avni ve Hersekli Arif Hikmet'in yanı sıra Ziya Paşa, Abdulhalim Memduh, Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem, Menemenlizâde Mehmet Tahir, Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Abdullah Cevdet, Tokadîzâde Şekip ve Adanalı Hakkı tevhid kaleme almıştır. Milli Edebiyat ve Cumhuriyet
dönemlerinde Mehmet Akif Ersoy, Ali Ekrem Bolayır, Halil Nihat Boztepe, Enis Behiç Koryürek ve Orhan Seyfi Orhon
tevhid tarzında şiirler yazmışlardır. Tevhidlerin ortak özellikleri belirgin olmasına rağmen şairlerin birikim ve meşreplerine göre bu şiirlerin renklilik ve çeşitlilik göstermiştir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12334",
"len_data": 2688,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.71
}
|
Türkü, Türkiye'nin sözlü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk şiirlerinin her çeşidine verilen ad. Türkü sözcüğü, Türk adının sonuna, ilgi eki olan "î" ekinin getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. "Türkî", Türk ile ilgili ve Türk'e özgü anlamında da kullanılır.
Türkü, kendine özgü ve belirli bir ezgi ile söylenen, hece ölçüsüyle yazılan ve zamanla anonimleşen bir nazım biçimidir. Türküler ana dörtlüklerle, onu izleyen nakaratlardan oluşur. Türkülerdeki dörtlüklere (üçlük veya ikilik de olabilir) "bent" adı verilir. Nakaratlar ise halk dilinde "bağlama" ve "kavuştak" olarak adlandırılır. Kavuştaklar her ezgiden sonra tekrar edilen ikilik (ya da daha çok) dizelerdir.
Türkünün belirli bir şekli yoktur. Bir koşma, bir semai, bir destan ya da herhangi bir halk şiiri türkü ezgisiyle söylendiğinde türkü olur. Bu yüzden türkü tipinin en belirgin özelliği melodisidir. Türküler hece ölçüsünün her kalıbıyla söylenir. Yani hece sayısı itibarıyla bir sınırlama olmaz.
Türkülerin büyük çoğunluğu anonimdir ya da ağızdan ağza söylenirken söyleyeni kaybolmuştur. Türküler bu şekilde halkın malı olurlar ve halkın her kesimine hitap eden sanatçılar tarafından albümlerde, konserlerde ve canlı performanslarda kullanılan yaygın bir müzik türüdür. Türküler çoğu kez, bir doğa olayı ya da bir kahramanlık karşısında doğar ve yayılırlar. Türküler, doğdukları bölgenin özelliklerini koruyamazlar. Taşındıkları bölgelerde kişilerin, yer adlarının, hatta konuların bile değiştiği görüldüğü için, nerede doğduklarını saptamak güçleşir.
Mahmut Ragıp Gazimihal, ezgilere göre usulsüz ve usullü türküler olarak iki ayrım yapar. Usulsüz olanlar; divan, bozlak, koşma, hoyrat ve Çukurova'yı içine alan uzun havalardır. Usullü olan türküler grubunda ise genellikle oyun havaları yer alır ki bunlara Konya'da oturak havası, Şanlıurfa'da kırık hava adı verilmektedir.
Türklerde işlenen konulara göre de sınıflama yapan yazarlar vardır. Konularına göre türküler:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12335",
"len_data": 1940,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.83
}
|
Dosya aktarım iletişim kuralı, (İngilizce: File Transfer Protocol; FTP), bir veri yığınının - ASCII, EBCDIC ve binary- bir uç aygıttan diğerine iletimi için kullanılmaktadır.
Bir dosyayı FTP kullanarak başka bir TCP/IP ağı üzerindeki kullanıcıya yollamak için o ağdaki bilgisayarda geçerli bir kullanıcı ismi ve şifresi gerekmektedir. Birçok FTP sunucusu, kullanıcı ismi ve parola olmadan erişim için "anonim FTP" (anonymous FTP) desteği verir, bu kullanım için kullanıcı adı olarak "anonymous" parola olarak ise bir e-mail adresi girilmesi gerekmektedir (Internet Explorer, e-mail olarak "IEuser@" girer).
FTP, dosya transferi ve komut transferi için değişik portlar kullanır. Varsayılan konfigürasyonda, komut transferi (yani sisteme giriş, klasör değiştirme, dosya adı değiştirme veya "dosya yolluyorum" komutları) için kullanılan port numarası 21'dir. Dosyalar indirilir veya gönderilirken ise o an boş olan bir port numarası kullanılır.
Tarih.
Dosya aktarım iletişim kuralı için orijinal tanımlama Abhay Bushan tarafından yazılmış ve 16 Nisan 1971'de RFC 114 olarak yayınlanmıştır. Daha sonra Haziran 1980'de RFC 765'e ve Ekim 1985'te RFC 959 olan bugünkü haline getirilmiştir. Teklif edilen son standartlar RFC 959'u geliştirmiştir, örneğin RFC 2228 (Haziran 1997) güvenlik geliştirmelerini önerir ve RFC 2428 (Eylül 1998) IPv6 için destek sağlar, yeni bir çeşit pasif mod tanımlar.
Çeşitleri.
Ağ açısından bakıldığı zaman FTP' ni iki türü vardır. Bu FTP çeşitlerinden hangisinin kullanılacağını istemci tarafı belirler.
Aktif FTP.
İstemci, sunucunun 21 numaralı portundan kontrol bağlantısı kurarak FTP sunucusuna bağlanır. Bu durumda istemci komut satırına düşer ve ls ve get komutlarını buradan gönderir. Tüm veri aktarım bağlantısı sunucu üzerinden 20 numaralı porttan gerçekleştirilir.
İstemci ls komutunu çalıştırdığında geri dönen cevap sunucunun 20 numaralı portundan değil, 21 numaralı portundan gerçekleşir. Daha sonra sunucu kaynak portunu 20 yapacak şekilde değiştirir ve dosya aktarımına devam eder.
Pasif FTP.
Pasif FTP, değişik sebeplerden dolayı sistemde meydana gelen ftp problemlerine sunucu tarafında çözüm bulmak amacıyla çıkarılmış ftp çeşididir.
İstemci, 21 numaralı porttan önce kontrol bağlantısı kurarak FTP sunucusuna bağlanır. Aktif bağlantıdaki gibi istemci ne zaman veri aktarımı gerçekleştirmeye başlarsa istemciden yeni bir port açılır. İstemci, sunucuya PASV komutu gönderir. Bu komut sonucunda sunucuda da yeni bir port açılır.
Böylece veri aktarımı istemcinin en son açtığı port ile sunucunun en son açtığı port arasında gerçekleşir.
Bu yöntem genelde bağlantı filtreleme ve güvenlik duvarı gibi problemleri ortadan kaldırmaya yönelik geliştirilmiştir.
Güvenlik.
FTP, güvenli bir protokol olarak dizayn edilmemişti -özellikle günümüz standartlarında- ve güvenlik açısından birçok zayıflığı vardı. Mayıs 1999'da RFC 2577'nin yazarları güvenlik zaaflarını listeledi. Bunlar;
Bounce saldırısı, Spoof saldırısı, Kaba kuvvet saldırı, Kullanıcı adı korunumu, Port hırsızlığı
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12337",
"len_data": 3008,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.61
}
|
"Ressamların soyadlarına göre alfabetik listesi için bakınız:Ressamlar Listesi (soyadlara göre alfabetik)"
Aşağıda ilk adlarına göre göre alfabetik olarak ressamların listesi yer almaktadır. Listeye ek yaparak Vikipedi'nin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12339",
"len_data": 259,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.12
}
|
Turgutlu (eski adı: Kasaba ve Yengi) Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Turgutlu; doğusunda Ahmetli, batısında Şehzadeler ve Kemalpaşa, kuzeyinde Saruhanlı, güneyinde Ödemiş ve Bayındır ilçeleri ile çevrilidir. Ege Denizi'nin 55 km doğusunda olup denizden yüksekliği 78 metredir. Yüzölçümü 530 kmdir. 2022 yılı verilerine göre nüfusu 175.401 kişidir.
Tarihi.
Turgutlu, Sultan II. Murat Dönemi'nde Dalbahçe Köyü çevresine yerleşen Turgud Aşireti tarafından kurulmuş ve zamanla ovaya inerek bugünkü yerini almıştır. Yunanların İzmir'i işgalinden 10 gün sonra da Turgutlu işgal edilmiştir. Bu tarihten, 7 Eylül 1922 yılına kadar ilçe işgal altında kalmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası Yunan askeri ilçeden çekilirken Bozkurt ve Küllük Mahalleleri hariç tüm mahallelerini yakmıştır.
İklim.
İlçe, Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Kar yağışı ve don olayları nadiren görülmektedir.
Turizm.
İlçenin en önemli turistik tesisi Urganlı Kaplıcaları'dır. Urganlı Kaplıcaları, suları karbondioksitli ve bikarbonatlıdır. Sıcaklığı 50 ile 78 santigrat derece arasında değişmektedir. Karaca Ali Kanyonu, Küp yar ve Ovacık Yaylası ilçenin diğer turistlik bölgeleridir. İlçe yakınındaki Bozdağlar da, doğa yürüyüşleri için tercih edilen yerlerdendir.
Eğitim.
Üniversite Eğitimi:
Ortaöğretim Eğitimi
Ulaşım.
Turgutlu'nun Manisa'ya uzaklığı 30 km, İzmir'e uzaklığı ise 50 km'dir. İlçe merkezinin güneyinden E–23 (İzmir-Ankara) karayolu, kuzeyinden ise İzmir-Uşak-Afyon demiryolu geçmektedir. Demiryolunun İzmir'den Turgutlu'ya kadar olan 32 km'lik ilk kısmı 1863–1865 tarihleri arasında yapılmış, 1866'da işletmeye açılmıştır. 1873–1875 yılları arasında da 76 km daha yapılarak Alaşehir'e kadar uzatılmıştır. E–93 karayolu 2 geliş–2 gidiş olarak bölünmüş yoldur. Bütün köylerin yolu mevcut olup köy yollarının tamamı asfalt kaplamadır. Yollar her mevsim ulaşıma açıktır.
Ekonomi.
İlçenin en önemli geçim kaynakları tarım ve sanayidir. Gediz Havzası'nda kurulu olan Turgutlu'da, çekirdeksiz üzüm, pamuk, tütün, domates, buğday, kiraz, şeftali, erik ve zeytin ziraatı yapılan başlıca ürünlerdir. Pamuk üretimi son dönemde yerini mısır üretimine bırakmıştır. Kapari, kekik gibi alternatif bitkilerin ekimi de son dönemde ziraati yapılan tarımsal faaliyet arasına girmiştir. Arpa üretimi, hayvanların yeşil ot ihtiyacını karşılamak için yapılmaktadır. İlçede konserve fabrikalarının etkisi ile domates, biber ve salatalık ekimi son dönemde artış göstermiştir. İlçedeki hayvancılık son zamanlarda gelişmeye başlamıştır. Hayvancılığın gelişmesine bağlı olarak silajlık mısır, fiğ, tritikale gibi bitkilerin ekimi de artmaktadır.
Spor.
İlçenin profesyonel futbol takımı 7 Eylül Turgutlu 1984 1984 yılında Toprakspor ve Tukaşspor'un birleşmesiyle kurulmuştur. Takım, 2022-2023 sezonu itibarı ile 3. Lig'de mücadele etmektedir. Turgutlu'da çeşitli amatör küme takımlarının yanı sıra Turgutlu Belediyesi'nin bünyesinde kurulu Turgutlu Belediyespor bulunmaktadır. Çeşitli branşlarda spor faaliyetlerinin bulunduğu Turgutlu Belediyespor'da başta voleybol, basketbol ve hentbol takımları da bulunmaktadır. Ayrıca Seramiksan SK (kadın voleybol takımı), Sultanlar Ligi'nde mücadele etmektedir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12352",
"len_data": 3197,
"topic": "TOURISM_TRAVEL_NATURE",
"quality_score": 3.36
}
|
Türk Kanunu Medenisi, Türkiye'de 17 Şubat 1926'da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak TBMM'de kabul edilen ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe konulan 743 sayılı kanundur. 1 Ocak 2002 kabul tarihli Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kalkmıştır.
Hakkında.
Medeni hukuk, şahıslar arasındaki ilişkileri düzenleyen, şahısların doğumdan (tüzel kişilerde kuruluşundan) ölümüne (tüzel kişilerde sona ermesine) ilişkilerini düzenleyen özel hukuk dalıdır. Kişiler hukuku, aile hukuku, eşya hukuku, miras hukuku medeni hukuk kapsamında yer alır ve medeni kanunla düzenlenirler. Borçlar hukuku ve ticaret hukuku da aslında medeni hukukun uzantısıdır. Medeni hukuk salt bir hukuk dalı olmaktan öte hukukun özüdür.
Türkiye'de Medeni Kanun, İsviçre Medeni Kanunundan iktibas edilmiştir. Kazuistik metoda sahip Prusya Kanunu ile devrimci bir felsefeye sahip katı Fransız Kanunu arasında kalarak ortalama bir yol izlemiştir. Kanuna öncelik tanımakla birlikte hakime takdir hakkı da tanımaktadır. 1 Ocak 2002 tarihinde tümüyle yenilenmiş Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesiyle yürürlüğü son buldu.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12354",
"len_data": 1105,
"topic": "LAW",
"quality_score": 3.62
}
|
İskenderun (Yunanca: Αλεξανδρέττα, "Aleksandretta", Türkçe karşılığı "Küçük İskenderiye"; Arapça: لواء اسكندرون, "Lue İskenderun", anlamı "İskenderun Tugayı"), Hatay'ın nüfus bakımından 2. büyük ilçesidir. Nüfusu 248.335 kişidir. İlçe Türkiye'nin en büyük limanlarından birine sahip olup bu bakımdan deniz ticaretinde önemli bir konumdadır.
MÖ 333 yılında, Büyük İskender'in İssos yakınlarında kazandığı zaferden sonra "Alexandreia" adıyla kurulmuştur. Bu kent kurulmadan önceleri ise burada Myriandos adında bir Fenike şehri bulunmaktaydı. Makedonya Kralı Büyük İskender'in, Pers İmparatoru III. Darius'a karşı İsos Vadisi'nde üstünlük sağlamasıyla temeli atılan bu şehir, sahip olduğu coğrafi önemin etkisiyle tarihinde birçok defa işgale uğramıştır.
Selevkoslar'dan Romalılara, ardından 395 yılında Doğu Roma'ya katılmış ve 7. yüzyıl ortalarında İslam Devleti'nden 1516 yılında Memlük İmparatorluğu'na geçmiş, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında yapılan Mercidabık Savaşı'yla da Osmanlı İmparatorluğu'na katılan İskenderun'a, I. Dünya Savaşında Birleşik Krallık ve ardından Fransa egemen olmuştur. 1938 yılına kadar Fransız himayesinde Suriye'nin bir sancağı olarak kalmıştır. 5 Temmuz 1939'da Türk Ordusu'nun İskenderun'a girmesiyle, kurtuluş hareketinin temelleri atılmıştır.
İskenderun, Türkiye'ye katıldığı zamandan 1974 yılına kadar olan dönemde oldukça küçük bir kasaba idi. 1974 yılında üretime geçen Türkiye'nin üçüncü Demir-Çelik Fabrikası, kent yaşamına büyük canlılık getirmiştir. Ayrıca, süperfosfat fabrikası, bitkisel yağ, yem, un, konserve, salça, çırçır, dokuma, çeltik, oto ve makine yedek parçaları vb. endüstri dalları vardır. Boru hattı ile Batman'dan gelen petrol, İskenderun Limanı'ndan deniz yoluyla Mersin'e gönderilir. Limanda Demir-Çelik ve Süperfosfat fabrikalarının iskeleleriyle NATO'ya bağlı bir iskele ve demiryolu istasyonu bulunur. Türkiye'nin dördüncü büyük limanı olan İskenderun Limanı'nın yıllık yük kapasitesi 8,7 milyon tondur.
İlçe çevresinde doğal plajlar ve yaylalarla çeşitli mesire yerleri vardır. İlçe merkezi, planlı bir biçimde çağdaş şehircilik anlayışına uygun olarak gelişmektedir. İlçenin ana caddeleri denize dik iner. Deniz kıyısındaki alan, Atatürk heykeli ve çevresiyle kıyıya paralel uzanan Atatürk Bulvarı, eğlence ve spor tesisleriyle yeniden düzenlenerek 1985'te hizmete açılmıştır.
Bugün, İskenderun Türkiye'nin önde gelen en büyük ilçelerinden biri olup, özellikle sanayi, deniz ticareti ve turizm alanında hızla gelişen bir şehirdir.
Köken bilimi.
MÖ 1500'lü yıllarda Fenikeliler, "Myriandrus" kentini bu bölgede kurmuşlardır. "Myriandrus" adı, Mura-Wanda; "Muralı, Mura'ya" (Yüce Ana'ya) tapan halk demektir. Herodot'un bir yazısında ""...güneyden alırsak aynı kıyı çemberi, Fenike'de Myriandrus Körfezi'nden Tripion Burnu'na kadar. Bu deniz kıyısı boyunca otuz insan soyu oturur..." geçmektedir. Bu bölgeyle ilgili Ksenophon, (MÖ 401-400) Anabasis'te, "...Kyros oradan Suriye içinde beş fersenk kadar ilerleyip Fenikeliler'in oturduğu kıyı şehri Myriandrus'a vardı. Burası birçok ticaret gemisinin demir atıp beklediği bir ticaret limanıydı..." demektedir. Strabon ise "...Küçük bir kasaba olan İsos'a ve Pinaros Irmağı'na gelinir. Büyük İskender ile Darius arasındaki mücadele burada olmuştur. Ve koy İsos Körfezi olarak adlandırılır. Bu körfezde Rhosos, Nicholopolis, Myriandrus, Nepsuestia ve Pylai gibi Kilikya ile Suriye arasında sınır olduğu söylenen kentler bulunur..."" demektedir.
MÖ 333 yılında Büyük İskender ile III. Darius ile yapılan savaşın ardından bölge Makedon hakimiyetine girmiştir. Bu tarihten sonra "Myriandrus" adı değiştirilerek, kente "Alexandreia" adı verilmiştir. "Alexandreia", Hellen diline göre Alexandros (İskender) Yurdu anlamına gelmektedir. Büyük İskender'in Mısır'da kurduğu kente de bu isim verilmiştir. İkisini birbirinden ayırmak için, Kilikya bölgesindeki bu kente "Alexandreia Minor" (Küçük İskenderiye), Haçlılar döneminde de "Alexandretta" denilmiştir.
Coğrafya.
Şehrin batı bölümünü Akdeniz çevreler, doğusu ise Nur Dağları'na dayamış bir haldedir. İskenderun Körfezi'nin güneybatıdan gelip kuzeye devam ettiği ovada yerleşmiştir. Nur Dağları'nın eteklerinde, genişliği 5 km2yi bulan alan üzerinde kurulmuş olan İskenderun'un yüzölçümü 247 km2dir. 37 derece kuzey enlemi ile 36-37 derece doğu meridyenleri üzerinde yer almaktadır.
Kara, deniz ve hava ulaşımına elverişli bir kenttir. Yörenin kuraklığı şehrin bu kıvrımlara paralel olarak serilişi, ayrı bir özellik kazandırır. İlçe topraklarının kuzeyinde Payas, doğusunda Amanos Dağları, güneydoğusunda Belen, güneyinde Arsuz ve batısında Akdeniz bulunur. İskenderun Körfezi ise Akdeniz'in Hatay ve Adana illeri arasına sokulmuş olan en doğu noktasıdır. Kara ve deniz ulaşımında hizmetlerin oldukça gelişmiş olduğu bölgede ticaret büyük öneme sahiptir. Adını aldığı İskenderun ilçesinde bulunan liman, Türkiye'nin Akdeniz kıyısında bulunan en büyük ikinci limanıdır. Geçmişte Orta Doğu'da yaşanmış olan bunalımlardan dolayı Beyrut'un eski önemini yitirmesi körfez ve çevresine değer kazandırmıştır. İskenderun Körfezi, Hatay'ın batısını Güvercinkaya'dan başlayarak Yeşilkent'e dek kuşatır. Körfez ilde yaklaşık 152 km'lik bir kıyı oluşturur. Akdeniz'in bu kesimlerinde tuzluluk oranı, binde 38-39, ortalama sıcaklık ise 22,2 °C'dir. Yöredeki doğal plajlar, ülke turizmi açısından son derece önemlidir.
Nüfus.
İskenderun, limanı ve sahip olduğu sanayisi ile Türkiye çapında büyük önem taşır. İskenderun'un nüfusu 1950-1980 yılları arasında %274 oranında artmıştır. Böylece ilde, Antakya merkez ilçesinden sonra en fazla nüfusu barındıran İskenderun, aynı zamanda nüfusu en hızlı büyüyen ilçe de olmuştur. Nüfus yoğunluğu ve endüstrisi açısından Hatay'ın ve özellikle Türkiye'nin en büyük ilçelerinden biridir. Türkiye İstatistik Kurumunun güncel adrese dayalı nüfus kayıt sistemi verilerine göre şehirdeki toplam nüfus yaklaşık 250.964 olarak tespit edilmiştir. Yapılan son nüfus sayımına göre ilçede 125.299 kadın ve 125.665 erkek yaşamaktadır. Nüfus miktarı alınan göçlerle hızla artmıştır. 1974 yılında Demir ve Çelik Fabrikası'nın üretime geçmesiyle İskenderun, yoğun göç almıştır. Bu göçlerin temel sebebi, sanayi alanındaki iş imkânlarıdır.
İklim.
İskenderun'da Akdeniz iklimi görülür. Yaz sıcaklığı güneş ışınlarının düşme açısına; kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır. En sıcak ay ortalaması 32-34 °C, en soğuk ay ortalaması 10-12 °C dir. Yıllık sıcaklık ortalaması 20 °C dir. Kar yağışı ve don olayı çok ender görülür. Yılda ortalama kar yağan gün sayısı 0,1, dolu yağan gün sayısı ise 1,8'dir. Açık gün sayısı 88,3, bulutlu gün sayısı 225,8'dir. Yılda 51,2 gün ise kapalı geçmektedir. En fazla yağış kışın, en az yazın düşer. Kışın görülen yağışlar cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu ikimde görülür. Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600–1000 mm arasındadır. Yağış rejimi düzensizdir.
Bitki örtüsü.
İskenderun'un doğal bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturur. Maki türleri, 4-5 metre boyunda, sert ve tüylü yapraklı bitkilerdir. Bunlar, 800 metre yükselti kuşağına dek yayılır. Mersin, defne, kekik ve lavanta yörede en çok rastlanan maki türleridir.
Nur Dağları'nın denize bakan yamaçlarında, makilik alanlardan sonra, 800 metreden 1200 metreye dek, ardıç gibi ibreli ağaçlarla, meşe, kayın, kızılcık, kavak, çınar ve tespih gibi yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar bulunur. 1200 metrenin üzerinde, ibreli ağaçlardan kızılçam, karaçam, sedir ve yer yer ardıçlardan oluşan geniş orman alanları vardır.
Jeolojik yapı.
İskenderun topraklarının ana çatısını Nur Dağları oluşturur. Bu dağ sırası ile körfez arasında İskenderun düzlüğü uzanır. Bu arazinin jeolojik yapısını peridotit, serpantin, gabro gibi yeşil kütleler oluşturur.
Dağlar.
Bölgedeki tek ve en önemli dağ sırası, Torosların güney kolunu oluşturan Nur Dağları'dır. Bu dağlar Gavur ya da Nur Dağları olarak da bilinir. Toros Dağları sisteminin en güneyindeki bölümünü oluşturan dağlardır.
Kuzeyden güneye doğru uzanarak Asi Nehri'nin Akdeniz'e döküldüğü Samandağ deltasında sona erer. Bittiği noktanın karşısında kıyıda ve Suriye sınırındaki Keldağ vardır. Sıradağların büyük bir kısmı Hatay'da olup Amik Ovası ile Akdeniz'i birbirinden ayırır. Sıradağların en yüksek noktası Hatay'ın Hassa ilçesindeki Mığır Tepesi'dir. Bu noktada yükseklik 2262 m'dir.
Yer altı zenginlikleri.
İskenderun'da yer alan 53 bin ton toplam rezervli krom yataklarında üretim yapılmaktadır. Demir boksitin toplam rezervinin 264 bin tonluk bölümü İskenderun'da toplanmıştır.
Hatay'da yer alan madenlerden biri de demirdir. 1 milyon 604 bin 400 ton toplam rezervli demir yatakları, Dörtyol, İskenderun, Kırıkhan ve Yayladağı ilçelerindedir. İskenderun'daki toplam demir rezervi 254 bin 400 tondur.
Hatay'daki mermer damarlarının rezervi bilinmemektedir. İskenderun'daki mermerler siyah renkli, ince beyaz kalsit damarlıdır.
İlin diğer madenleri arasında, İskenderun'daki 50 milyon ton toplam, 100 milyon ton jeolojik rezervli çimento hammaddesidir.
Tarih.
Kent; sırasıyla Selevkosların, Romalıların, Bizanslıların, Arapların ve Osmanlıların egemenliğine girmiştir.
Tarih öncesi devirler.
Şehrin kuruluşu tarih öncesi devirlere dayanmaktadır. Karaağaç yöresinde Telliköy adını taşıyan höyükte Arkeolog Mc. Evan'ın bulduğu bazı çanak çömlek parçaları buranın antik çağ öncesi yerleşime açıldığını göstermektedir. MÖ 2000'li yıllarda burada Hititler'e bağlı Kadu Beyliği'nin kurulduğu bilinmektedir (Kadu, Hititçe körfez anlamına gelmektedir.). MÖ 1200'lü yıllardan önce Fenikeliler burada "Myriandrus" adıyla bir koloni kurdular. Burası MÖ 1200'den sonra merkezi Reyhanlı olan Hattini krallığına bağlandı. MÖ 7. yüzyılda Hurriler'in eline geçen İskenderun ve çevresi MÖ 6. yüzyılda Perslerin eline geçmiştir.
Büyük İskender dönemi.
İskenderun gerçek anlamıyla; Perslerin bölgede hakimiyetini yitirmesiyle, MÖ 333 yılında, Asya seferine çıkmış olan Makedonya Kralı Büyük İskender’in, Pers İmparatoru III. Darius’u İsos Vadisi'nde yenilgiye uğratmasıyla kurulmuştur. Bu kenti İskender'in adının verildiği diğer kentlerden ayırmak için buraya, "Küçük İskenderiye" anlamına gelen Alexandretta denilmiştir.
Roma İmparatorluğu ve sonrası.
Roma hakimiyeti başladıktan sonra, İranlıların istilasına uğrayan kalesi tahrip edilip, yeniden inşa edilen şehrin adı Peutinger tabularında bu bölgede cüzzam hastalığı yayılmış olduğu söylentileriyle "Alexandreia Scabiasa" olarak gösterilmektedir. Yine düzeltme amacıyla 4. yüzyıldan itibaren "Küçük İskenderiye" de denilmiştir. Kalesi muhtemelen Abbasi halifesi tarafından yeniden inşa ettirildi. İslam kaynaklarında ismi İskenderiye-İskenderuna olarak geçen şehir Doğu Roma-İslam rekabeti sırasında defalarca el değiştirmiş Büyük Selçuklu Devletine sonra Eyyubiler'e geçmiş, Birinci Haçlı seferi sırasında Tancrede tarafından zapt edilmiştir (1097). Antakya Dukalığı'nın Mısır Memlük Devleti tarafından ortadan kaldırılması üzerine 14. ve 15. yüzyılda bu bölge Memlükler'in Halep Valiliği ve bazen de Dulkadiroğulları Beyliği'nin nüfus sahasında kalmıştır.
Osmanlı dönemi.
Osmanlı yönetiminde daha sakin bir hayat sürdüren İskenderun ve çevresi 1607 yılında Sadrazam Kuyucu Murat Paşa ile Celali Canbolatoğlu arasında Oruç ovasında meydana gelen savaş dolayısıyla hareketli olaylara şahit olmuştur. 17. yüzyılın başlarında ise Halep valisi Nasuh Paşa, bugünkü varyant yolu güzün deresi kanalının kesiştiği noktada hâlâ bazı duvar kalıntılarının görüldüğü kalenin inşaatını başlatmıştır. Aynı zamanda, İskenderun, Osmanlı İmparatorluğu zamanında ticari ve stratejik özelliğini giderek arttıran bir yoğunlukla sürdürdü. Özellikle Doğu Akdeniz ticaretinde önemli bir liman vazifesi gören şehir, Orta Doğu ile olan ithalat ve ihracatta yerini almıştır. Bu liman özellikle 19. yüzyıldan itibaren bazı Avrupalı devletlerin ilgi odağı haline gelmiş, Orta Doğu'da yerleşme planlarında önemli bir yer tutarak rekabet unsuru haline gelmiştir. 1832 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın kumandasındaki Mısır ordusu, Ağa Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu Belen geçidinde ağır bir yenilgiye uğratınca İskenderun kısa bir süre için Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın yönetimine girmiştir. 1839'da Tanzimat ile birlikte yapılan idari düzenlemeyle İskenderun, Payas ve Belen ile birlikte Osmanlı Devleti'nin Adana Eyaleti'ne bağlanmıştır. 1872 depremi İskenderun'da çok hasara neden olmuştur.
1881 yılında Maliye Müfettişi Mesut Bey İskenderun hakkında detaylı bir bayındırlık raporu hazırlayarak maliye nezaretine sunmuştur. Bu rapor üzerine demiryolunun İskenderun'a bağlanması kararlaştırılmış, liman genişletilmiş ve İskenderun Halep şosesinin yapımı hazırlanmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı topraklarında ilk petrol İskenderun'un Çengen köyünde bulunmuş, bölgede sondajlarda bazı sonuçlar alınmışsa da açılan kuyulardan verim sağlanamamış ve çalışmalar durdurulmuştur. 1912 yılında Bağdat demiryolunun tali bir hattı olarak Toprakkale-İskenderun demiryolu işletmeye açılmış ve şehrin Anadolu ile olan ulaşımı yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde İskenderun 4 mahalleden oluşan, 1 bucağı ve 24 mahallesi olan bir kazadır.
Fransız mandası altında Hatay-İskenderun sancağı.
Türkiye Hükümeti'nin, varlığını Ankara Antlaşması'yla birlikte kabul ettiği Suriye'deki Fransız mandası, aslında, 1919 Milletler Cemiyeti kararlarıyla başlatılmıştı. Fransızca bir sözcük olan "mandat", Milletler Cemiyeti'nin bazı büyük devletlere verdiği, başka ülke ve devletler üzerindeki "vesayet görevi"ni tanımlıyordu. Milletler Cemiyeti A,B ve C olmak üzere ayrı manda tipi öngörmüştü ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopan Arap toprakları A tipi manda içinde yer alıyordu. Mandater devlete verilen görev, "siyasal bakımdan yeterince olgunlaşmadığı" kabul edilen halkları "bağımsızlığa hazırlamak"tı. Fransa'nın, İskenderun Sancağı'nı da kapsayan Suriye üzerindeki nüfusu da bu biçimde dile getiriliyordu.
1920'de başlayan Fransız manda yönetimi, Fransız yüksek komiserleri eliyle yürütüldü. İskenderun Sancağı, Ankara Antlaşması'nın imzalandığı dönemde Halep Hükümeti'ne bağlıydı. 1922'de Suriye Devletleri Federasyonu kurulunca, bu kez, bu federasyonun Halep Devleti içinde yer aldı. Sancakta yönetsel yetkiler mutasarrıflarca kullanılıyor, yönetimde, yüksek komiserler kurulunun görevlendirdiği Fransız delegesi de söz sahibi bulunuyordu. Bu delege, mutasarrıfın yönetimini mandater devletin temsilcisi olarak denetliyordu. Halep Devleti'nce atanan İskenderun Sancağı mutasarrıfının kaza kaymakamlarını, nahiye müdürlerini atamak, yasa ve yönetmelikleri uygulatmak, vergi toplamak, sancak bütçesini hazırlamak gibi yetkileri vardı.
Görünüşteki bu özerk yapıya karşın, Fransa, Ankara Antlaşması'nda yer alan hükümleri yerine getirmekten sürekli olarak kaçındı. Örneğin, sancak mutasarrıfı, Fransız delegesinin onayını alması gerektiğinden, yetkilerini bir türlü kullanamıyordu. Fransızların müdahalesiyle, mutasarrıflar sürekli olarak Araplar arasından atanıyor, öbür yüksek düzeydeki görevlere de Hıristiyanlar getiriliyordu. Ankara Antlaşması sonrasında Güney Anadolu'dan İskenderun'a giden Ermeni taburları, her fırsatta bölgenin Müslüman halkına gözdağı veriyor, özellikle Sunni Türkleri sindirmeye çalışıyorlardı. Fransız Yüksek Komiserliği'nin, Türk kökenli yerli halkın etkinliğini hiçe indirmek için giriştiği uygulamalardan biri de, Suriye Millet Meclisinde yer alacak İskenderun Sancağı temsilcilerinin dinsel esaslara göre belirlenmesi ilkesini getirmesiydi. Bu yüzden, yerli halk, mecliste etnik yapısına göre temsil edilme olanağı bulamıyordu. Aynı tutum, eğitim konusunda da sürüyor, her gün yeni yeni Hristiyan okulları açılıyor, Türk okullarına bile Türk öğretmen verilmiyordu.
Yerli halk arasında açıkça ayrım gözeten uygulamaların en çarpıcıları ise ekonomik yatırımlar ve sağlık alanındaydı. Manda döneminde Toprakkale demiryolunun iyileştirilmesi, İskenderun, Antakya ve Kırıkhan'daki elektrifikasyon çalışmaları, İskenderun Limanı'nın yeterli bir duruma getirilmesi gibi bazı girişimlere karşın, yalnızca Türk nüfusun yaşadığı Amik Ovası ve Amik Gölü çevresine hiçbir yatırım yapılmamıştı. Sağlık alanında da, sancak sınırları içinde hayli yaygın olan sıtmaya karşı çeşitli önlemler alınırken, Amik Ovası bu tür önlemlerin dışında bırakılmıştı.
Türkiye'nin İskenderun Sancağı üzerinde hak isteğini önlemek için uygulanan bu ayrımcı siyaset, çok geçmeden, yöredeki huzursuzluğun başlıca kaynağı oldu.
Manda döneminde örgütlenme çalışmaları.
Fransa'nın Türklere karşı kimi zaman Hristiyan azınlıkları, kimi zaman da Müslüman Arapları kullanarak yürüttüğü baskı siyaseti, kısa sürede, mandacıların da hesaba katmadıkları olumsuz sonuçlar yarattı. Sancak sınırları içinde sürekli bir huzursuzluk ortamı doğdu; iç çatışmalar, kimi zaman Fransızlara da yönelen saldırılar aldı yürüdü. Bu gelişmeler üzerine, Fransız Yüksek Komiserliği yatıştırıcı bir siyaset izlemeyi, gelecekteki çıkarları açısından daha uygun buldu. Bu amaçla, Selamet-i Belde adı altında ve Türk, Arap, Rum ve Ermeni gençlerini bünyesinde barındıran bir örgüt kurulması düşüncesi ortaya atıldı. Ancak, bir süre sonra bu örgüt de merkezi yönetimin denetiminden çıktı ve "Anavatanla Birleşme" siyasetinin bir aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bunun üzerine, Fransızlar, daha fazla gelişmesine olanak vermeden örgütü kapattılar.
Selamet-i Belde örgütünün kapatılmasını, İskenderun Sancağı'ndaki Türk eşrafın önayak olmasıyla, "Antakya-İskenderun Yurdu" derneğinin kuruluşu izledi. Ancak, çalışmaların kesintiye uğramasını önlemek ve olası baskılardan korunmak amacıyla, örgüt merkezi olarak Adana seçildi. Başkanlığa Tayfur Sökmen getirildi ve dernek, Türkiye ile birleşme doğrultusunda propaganda yapmak için Altınözü gazetesini yayınlamaya başladı. Bir süre sonra Antakya Halk Fırkası adı altında bir de parti kurulduysa da, bunun ömrü Antakya-İskenderun Yurdu örgütüne oranla kısa oldu. Antakya-İskenderun Yurdu yöneticileri her fırsatta Milletler Cemiyeti'ne başvurarak, İskenderun sorununun, Türkiye ile birleşmekten başka bir çözümü olmadığı görüşünü savunuyor, huzursuzlukların ancak böyle bir çözümle giderilebileceğini belirtiyorlardı.
İskenderun hükûmeti denemesi.
Yöredeki huzursuzlukların giderek büyümesi ve Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti yöneticilerinin sürdürdüğü propagandaların Milletler Cemiyeti'nde yankı bulmaya başlaması üzerine, Fransız Yüksek Komiseri De Jouvenel, 1926'da bir kararname yayınlayarak, İskenderun Sancağı sınırları içinde, merkezi İskenderun olan bir hükûmet kurulacağını ve bu hükûmetin doğrudan doğruya Beyrut'taki yüksek komiserliğe bağlı olacağını duyurdu. Bu hükûmetin kendi anayasası, millet meclisi ve seçilmiş bir hükûmet başkanı olacaktı. Ayrıca, Şam'daki Suriye Millet Meclisine gönderilen milletvekili sayısı altıdan dokuza çıkarılacaktı.
Bu önerinin, Fransa'nın bir süredir uyguladığı yatıştırma siyasetinin bir parçası olduğu, kısa süre sonra ortaya çıktı: Seçimler yapıldı. Arapların çoğunlukta olduğu millet meclisi oluşturuldu ve anayasa yapılarak, Fransız mandası altında "Bağımsız İskenderun Hükûmeti"nin kurulduğu ilan edildi. Hükûmet başkanlığına da İskenderun'daki Fransız Delegesi H. Durieux getirildi. Ancak bu gelişme bile, Şam'da büyük tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine kurulduğu ilan edilen hükûmetin adı iki gün sonra değiştirilerek Kuzey Suriye Hükûmeti oldu. Dört gün sonra da, milletvekillerinin büyük çoğunluğu Şam Hükûmeti'ne bağlanma kararı aldı.
Hatay Sorununun Türkiye'de yeniden gündeme gelmesi.
Suriye'deki Fransız manda yönetiminin 1936'da sona ermesi ve Fransa'nın 9 Eylül 1936 Antlaşması'yla Suriye'nin egemenliğini tanımasından sonra İskenderun Sancağı'nın geleceğine ilişkin sorunlar yeniden Türkiye'nin gündemine girdi. Aslında, bu sorun Ankara Antlaşması'nın hemen sonrasında da vardı. Nitekim, Mustafa Kemal, 1923'te İskenderun Türkleri temsilcileriyle yaptığı bir görüşmede, sorunun şu ya da bu biçimde, ama kesinlikle Türklerin çıkarları doğrultusunda çözüleceğini belirtmişti. Ancak Suriye'nin, Fransa ile yaptığı antlaşmaya dayanarak sancağı resmen topraklarına katmaya kalkışması, konuyu yeniden alevlendirdi. Antlaşma metni açıklandıktan sonra, Türkiye Fransa'daki Leon Blum Hükûmeti'ne bir nota vererek, Fransa-Suriye Antlaşması'nın İskenderun Sancağı'na ilişkin hükümlerini tanımayacağını bildirdi. Atatürk de, aynı günlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, "Fransa ile Türkiye arasında yıllardır sürüp giden davanın sonuçlanması zamanının geldiğini" belirtti. Suriye Hükûmeti ise, 1925'te imzalanan ve "İskenderun Sancağı'nın özerklik statüsünün, Suriye'deki hiçbir siyasal gelişmeden etkilenmeyeceği" hükmünü içeren Dostluk Antlaşması'nı çiğnemekle suçlanıyordu. Nitekim, Haşim el-Attasi başkanlığındaki Suriye Hükûmeti'ne verilen notada, antlaşma hükümlerinin yerine getirilmemesi durumunda, ortaya çıkabilecek olumsuz gelişmelerden Türkiye'nin sorumlu tutulamayacağı bildirilmişti.
Hatay adının konması.
İskenderun Sancağı'na ilişkin sorunların böyle duyarlı bir noktaya varması üzerine, Atatürk, konuyu ele almış, Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti yöneticileriyle görüşmeler yapmaya başlamıştı. İskenderun-Antakya yöresinin adının Hatay olarak değiştirilmesi de yine bu görüşmelerden birinde ve Atatürk'ün buyruğu üzerine oldu. Cemiyet Başkanı Tayfur Sökmen'le yaptığı konuşmada örgütün adının değiştirilmesini de isteyen Atatürk, Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti'nin bundan böyle Hatay Egemenlik Cemiyeti olarak anılacağını belirtti. Cemiyet merkezinin İstanbul'da olmasını; ancak asıl ağırlığın, Hatay'a geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle Dörtyol'da yoğunlaştırılmasını öneren Atatürk, Hassa, Kilis ve Mersin'de de şube açılmasını istedi. Yine Atatürk'ün buyruğuyla, Hatay Egemenlik Cemiyeti Genel Başkanlığına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Genel Sekreterliği'ne de Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmen Süer getirildi. Örgütün Dörtyol Şubesi Başkanlığını önce Abdurrahman Melek, daha sonra da Tayfur Sökmen üstlendiler.
Hatay'da genel seçimlerin boykot edilmesi.
Ankara Hükûmeti'nin Fransa ve Suriye'ye yönelttiği protesto ve girişimler sürerken, Suriye Hükûmeti, 14-15 Kasım 1936'da genel seçimlerin yapılmasını karşılaştırdı. Ancak, Hatay Egemenlik Cemiyeti, Suriye'nin egemenliğini yasallaştıracağı gerekçesiyle seçimlerin yapılmasına kesin olarak karşı çıktı. Hatay'da kurulan halkevi ve spor kulübü, genel seçimlerin boykot edilmesini sağlamak amacıyla yoğun bir propaganda başlattı. Kısa bir süreye sığdırılan bu propaganda olumlu bir sonuç verdi ve İskenderun yöresinde seçimleri katılma oranı çok düşük oldu. Bundan sonra, sancağa tam bir kargaşa egemen oldu. Sancaktaki Türkler Suriye Hükûmeti'ne bağlı resmî görevlilerle ve henüz Suriye'de bulunan Fransız askerleriyle sık sık çatışmaya başladılar. Fransız Yüksek Komiserliği ise buna, baskıları arttırarak, Türklerin çıkardığı Yenigün gazetesini kapatarak ve yoğun tutuklamalara girişerek yanıt verdi.
Hatay Sorunu Milletler Cemiyeti'nde.
Hatay Sorunu'nun devletlerarası ikili görüşmeler yoluyla bir çözüme ulaştırılamaması, giderek daha da olumsuz noktalara yönelmesi üzerine, konu Milletler Cemiyeti gündemine getirildi. Uzun görüşmelerden sonra yöreye, bir Norveçli, bir Hollandalı ve bir İsviçreliden oluşan bir inceleme kurulu gönderilmesi kararlaştırıldı. Kurul, incelemelerinin yanı sıra, yöre halkının eğilimini belirleyecek bir halk oylamasının hazırlığını yapacaktı.
Hatay'ın geleceğini belirleyecek olan halk oylaması Mayıs 1937'de başladı. Ancak, sandık başındaki Milletler Cemiyeti gözlemcilerinin açıkça yan tutması üzerine, Türkiye, bu olayı Milletler Cemiyeti'ne yansıttı ve oylamanın durdurulmasını istedi. Milletler Cemiyeti gözlemcileri de oylamayı yarıda bırakarak Cenevre'ye döndüler. Ancak, bu sırada Fransa Hükümeti'nin tutumunda, uluslararası koşullara da bağlı olarak, önemli bir değişiklik görülüyordu. Bu değişiklik bir süre sonra, sorunun çözümü yönünde çok önemli bir etki yaratacaktı.
Fransa'nın uzlaşmaya yanaşması ve nedenleri.
Hatay Sorunu'nun Fransa ve Türkiye arasında görüşülmeye başlandığı dönemde, uluslararası plandaki en önemli sorun, Hitler Almanyası'nın Avrupa üzerinde artan tehdidiydi. Silahlanmayla etkisini arttıran bu tehdit, Avrupa'nın diğer ülkelerini birleşmeye ve Nazi yayılmasına karşı önlem almaya zorluyordu. Türkiye'nin Balkanlar ve Orta Doğu'daki konumu ise, bu bölgenin savunulmasında yaşamsal bir önem taşıyordu. Gerek Fransa, gerek görüşmelere arabulucu olarak katılan Birleşik Krallık, bu uluslararası koşullarda, Türkiye ile gerginlik ilişkileri içinde bulunmanın kendilerine hiçbir yarar sağlamayacağını, tersine Avrupa'nın güneydoğu kanadının savunmasız kalmasına yol açabileceğini görerek tutumlarını adım adım yumuşatmışlardı. Dış politikadaki bu gelişmeleri Türkiye Hükümeti de değerlendiriyor ve uzlaşma eğilimi gösteren Fransa'yı kesin ödünler vermeye zorluyordu. Gerçekten de, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle Çanakkale ve İstanbul boğazlarında denetim hakkını elde etmesi, öte yandan, bağımsızlık yönünde adım atan Ortadoğu'nun Müslüman devletleri üzerindeki küçümsenemeyecek manevi etkisi, Türkiye'yi Güney Avrupa'nın savunulması açısından vazgeçilmez kılıyordu.
Değişen koşullar, 1937'de Fransa-Türkiye görüşmelerini giderek olumlu bir temele oturttu.
Hatay Devleti.
Fransa'nın Suriye'ye bağımsızlık tanıması için yapılan çalışmalar üzerine Türk Hükûmeti'nin müdahalesi ile bağımsız Hatay devleti kurulmuş aynı gün Hatay Meclisi yasama çalışmalarına başlamıştır. Bir yıl sonra bu meclis Hatay'ın Türkiye'ye katılması kararını alınca 5 Temmuz 1938 Günü Türk Ordusu'nun Hatay'a girmesiyle İskenderun, Türkiye sınırlarına dahil olmuştur.
Ekonomi.
Şehrin ekonomisinin temelini sanayi oluşturur. Bunun yanında alt yapısız turizm ve tarım, endüstri kadar olmasa da ekonomiye katkı sağlar.
Sanayi.
İskenderun'da çok sayıda fabrika ve endüstri kuruluşu vardır. Ayrıca bir tane Organize Sanayi Bölgesi tam kapasite hizmet vermektedir. Organize Sanayi Bölgesi'nin dolmasıyla birlikte ikinci Organize Sanayi Bölgesi inşaatı için çalışmalar başlamıştır.
İskenderun Demir ve Çelik Fabrikası
İskenderun Demir ve Çelik A.Ş, (kısaca: İSDEMİR) Türkiye'nin güneyinde Hatay'ın Payas ilçesinde bulunan en büyük demir-çelik işletmesidir. Tesisler İskenderun'un 17 km. kuzeyinde bulunan Payas ilçesinde, sosyal tesisleri ile birlikte toplam 16.757.238 m2 alan üzerine kurulmuştur. İSDEMİR; Türkiye'nin kuruluş tarihi itibarıyla üçüncü, uzun mamul üretimi açısından ise en büyük entegre tesisidir.
Kuruluş çalışmalarına 1966 yılında başlanan İSDEMİR, 25 Mart 1967 tarihinde Sovyetler Birliği ile yapılan Teknik ve Ekonomik İşbirliği anlaşması kapsamında Tiajpromexprot firmasına projeler yaptırılmış, aynı firma ile 10 Ekim 1969 tarihinde fabrika kuruluş anlaşması gerçekleştirilmiştir. 1,1 milyon ton/yıl blum kapasitesinde kurulması planlanan tesisin temeli 3 Ekim 1970 tarihinde atılmıştır. İnşaat ve montaj faaliyetlerinin tamamlanmasını müteakiben üretim üniteleri 1975 yılından itibaren kademeli olarak işletmeye alınmıştır. Özelleştirme İdaresi tarafından 31 Ocak 2002 tarihinde düzenlenen ihaleyi OYAK kazanarak İSDEMİR'i satın almıştır. 2006 yılı itibarıyla de İSDEMİR hisselerinin %95,07'si ERDEMİR'e kalan %4,93'ü ise diğer sahiplere aittir.
Ticaret.
İskenderun Limanı
Akdeniz'in kuzeydoğusunda önemli bir stratejik noktada entegre olmuş; Orta Doğu'nun yanı sıra Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine de hizmet vermektedir. Genel olarak aktarma liman özelliğine sahiptir. Hinterlandının güçlü olması potansiyelini arttıran temel etkenlerdendir. 1400 m uzunlukta mendireğe sahiptir. Liman girişinde derinlik 12 m'dir. Kuzey ve güney rüzgarlarından korunaklı bir yapıya sahiptir.
90 ton kapasiteli bir yüzer vinç, bir kılavuz botu, 4 römorkör, 2 palamar ve bir servis botu hizmet vermektedir. 60.000 ton kapasiteli TMO'ya ait bir beton siloya sahiptir.
Limanın yükleme hızı saatte 350 ton, boşaltma hızı ise saatte 250 tondur.
Tarım ve hayvancılık.
Portakal ve zeytin tarım ürünlerinde ilk sırayı alır. Limon, mandalina gibi Turunçgillerin dışında buğday, arpa, yulaf, mercimek, nohut, pamuk, yerfıstığı, üzüm ve çeşitli sebzeler yetiştirilir. Yaylalarda geleneksel hayvan yetiştiriciliği sürdürülür.
Zirai Karantina Müdürlüğü.
1957'de kurulan bölge müdürlüğünün merkezi İskenderun'dur. Etkinlik alanı Hatay'ın Reyhanlı ilçesinden Şırnak'ın Silopi ilçesine dek uzanır. Bu sınırlar içinde Antakya, Yayladağı, Reyhanlı, Gaziantep, İslahiye, Kilis, Oğuzeli, Şanlıurfa, Akçakale, Viranşehir, Mardin, Nusaybin, Kızıltepe, Cizre ve Silopi olmak üzere 15 tarımsal karantina kapısı vardır.
Müdürlüğün görevleri, ülkeden dışarı çıkarılan tarımsal ürünlerin denetimini yapmak ve alıcı ülkelerin tarımsal karantina tüzüklerine uygun biçimde hastalık ve zararlılardan arınmış olmalarını sağlamak, aynı biçimde yurda getirilen tarımsal ürünleri de denetleyerek ülkede bulunmayan hastalık ve zararlıların yurda girmesini önlemektir.
Bahçe Kültürleri Üretme İstasyonu.
İskenderun'da 1948 yılında çalışmalarına başlamış olan bir devlet kuruluşudur. Temel amacı Mersin, Adana, Hatay illerini kapsayan Çukurova bölgesinde turunçgil tarımını geliştirmektir. Bu amaçla, her yıl 20-25 bin aşılı turunçgil fidanının halka dağıtımını sağlayarak, bahçe kurmak isteyenlere yardımcı olan kuruluşun 300 dekarlık bir alanı vardır. Bu alanın 168 dekarında damızlık fidan üretimi yapılmaktadır.
Kültür.
1970-1975 yılları arasında kentin göç alması ve aynı yıllarda Orta Doğu Savaşlarının etkin olması İskenderun'da kentleşmenin hızlanmasını sağlamıştır. Bu durum bölgenin kültürel özelliklerini etkilemiştir.
1970'li yıllarda terzilik, giyim evi gibi işyerleri artış göstermiştir. Eski dönemlerdeki geleneksel kadın kıyafeti zıbın, mavi yünlü ya da pamuklu kumaştan beli büzgülü entari, üzerine yelek, bel bölgesine kuşak, ince yün çorap, yemeni, çarık, baş için ak şal ve kefiyedir. Takı günümüzde olduğu gibi o dönemlerde de yaygındı. Altın küpe, bilezik, yüzük, sırma denilen altın diziler en çok kullanılan ziynet eşyalarıdır. Eski dönemlerdeki geleneksel erkek kıyafeti paçaları işlemeli şalvar, bel bölgesine enli kuşak, gömlek, aba denilen yelek, baş için takke denilen el örgüsü bir başlık, yün çorap ve yemenidir.
İskenderun'da yetiştirilen tarım ürünlerinin çeşitli olması bölgenin mutfağına yansımıştır. Beslenme büyük ölçüde buğday ve buğday ürünlerine dayanır. Üretimi yaygın olan sebze ve meyve tüketimi fazladır. Bölgede patlıcan, biber, kabak, bamya gibi sebzeler genelde kurutularak kışa saklanır. Nar ekşisi, biber, domates, şalgam turşusu en çok kullanılan katıklardır. Künefe, cezerye, güllaç, lokma ve halka tatlısı yaygın tüketilen tatlı türlerindendir. Turunç, ceviz reçeli ve kabak tatlısı ünlüdür. Genellikle ramazan bayramında kömbe adı verilen pastalar yapılır. Köylerde tandırda biberli ekmek pişirilmesi yaygındır. Sürk denilen çökelek salatası genelde kahvaltılarda çok tüketilir. Çiğ köfte, içli köfte, Belen tavası bölgede en çok tercih edilen et yemekleridir. Kış kabağından yapılan kabak boranisi bölgeye has yemeklerdendir. Yine, tuzlu yoğurt ve taze bakladan yapılan etli yemeğin adı bakla boranisidir. Pazı sapından yapılan zeytinyağlı, biberli ya da yoğurtlu yemeğe zılk denir.
Bölgede evlilik törenleri daha çok modern biçimde gerçekleştirilir. Geleneksel olarak düğünden bir gün önce kına gecesi yapılır. Bu geceye yalnızca kadınlar katılır. Önce gelinin arkadaşlarına, sonra annesine ve daha sonra geline kına yakılır. Gelin ortaya oturur, yedi kız oyunlar oynayarak kına tepsisini getirir. Gelinin çevresinde toplanarak, avucuna para ve kına koyarlar. Ertesi günde düğün yapılır.
Sanayileşmeden önce bölgede el sanatları yaygındı. Ağaç işçiliği en köklü sanatlardandır. Günümüzde el sanatları ve işlemecilik bölgede yok denilecek kadar azdır.
Çok uzun bir süre boyunca bir arada yaşamayı öğrenmiş etnik kökenleri, dinleri farklı birçok topluluğa ev sahipliği yapan Hatay, UNESCO tarafından barış kenti seçilmiştir. Çok kültürlü yapısını tarih boyunca korumuş olan bölgede aynı ulusa mensup birden fazla dini cemaat bulunmaktadır. Sünni Türkler ve Nusayriler'in yanında, az da olsa Sünni Araplar, Hristiyan Süryani Ortodoks ve Hristiyan Protestanlar, Maruniler ve Rum-Ortodoks etnik Süryaniler, Museviler, Ermeniler ve diğer küçük topluluklar, bu çok kültürlü yapının dinamiklerini oluştururlar.
Bölgede halk müziği ve geleneksel oyunlar, bölgeye göç eden insanlardan ve çevre illerden etkilenerek gelişmiştir. Uzun havalar, türküler ve halk oyunları Çukurova ve Gaziantep yörelerindekilere çok benzerdir. Halay en yaygın oynanan türdür.
Turizm.
Nur Dağları ile Akdeniz arasında pitoresk sahil bandında yer alan İskenderun; sahip olduğu körfezi, doğal yapısı, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle turizm alanında önemli kentlerden biridir.
Yöredeki bilinen en eski yerleşim MÖ 1500'lerde Fenikeliler tarafından kurulmuş "Myriandos" liman kentidir. Bu yerleşime ait günümüze kadar ulaşan herhangi bir yapı bulunmamaktadır. Antik kente ait yapıların birçoğu 1822 yılında meydana gelen depremde yıkılmıştır. MÖ 333 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender'in Pers Kralı III. Darius ile yaptığı savaşta üstünlük elde etmesiyle bugünkü İskenderun'un bulunduğu bölgede "Alexandreia" kentini kurdu. Kent Roma, Sasani, Arap, Bizans, Selçuklu, Haçlı, Memlük ve Osmanlı gibi devletlerin hakimiyeti altına girmiştir.
İskenderun yöresindeki tarihi kalıntılar; "Şalan Kalesi", "Bakras Kalesi", Yunus Sütunu (Sarıseki), "Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi", "Payas Kalesi", "Cin Kulesi", "İsos Harabeleri", "İn ve Hamam", "Mancınık Kilisesi" 'dir.
Bölgedeki gezi ve mesire alanları; "Soğukoluk (Güzelyayla)", "Gülcihan", "Delibekirli"; "Çataloluk", "Nergizlik", "Alan", "Atik" ve "Sarımazı Yaylaları"'dır.
Festivaller.
5 - 9 Temmuz Uluslararası İskenderun Turizm ve Kültür Festivali
Her yıl düzenlenen ve İskenderun'un düşman işgalinden kurtuluşunun ve Hatay'a Türk askerinin İskenderun üzerinden girişinin kutlamaları olan ve İskenderun Belediyesi Festival Komitesi tarafından düzenlenen bir etkinlikler bütünüdür.
Eğitim.
İskenderun'da 2011 yılının ilk çeyreğinde edinilen bilgilere göre 7 anaokulu, 94 ilköğretim okulu, 26 lise, 20 dershane, 11 rehabilitasyon merkezi, 10 motorlu taşıt sürücü kursu, 7 muhtelif kurs, 4 özel okul, 2 etüt merkezi, Öğretmen Evi Akşam Sanat Okulu, Rehberlik ve Araştırma Merkezi, Halk Eğitim Merkezi, Mesleki Eğitim Merkezi, Uluçınar Gençlik ve İzcilik Eğitim Tesisi ve İş Okulu olmak üzere toplam 187 eğitim birimi bulunmaktadır.
İskenderun Teknik Üniversitesi.
Şehir merkezine yaklaşık 3 km uzaklıkta bulunan havaalanı arazisinde Mustafa Kemal Üniversitesi'ne bağlı olan Mühendislik Fakültesi ve kampüs dışında şehrin farklı lokasyonlarında bulunan İskenderun Meslek Yüksekokulu, Konservatuvar, Sivil Havacılık Yüksekokulu, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, Su Ürünleri Fakültesi 2015-2016 eğitim öğretim yılı itibarıyla Mustafa Kemal Üniversitesi'nden ayrılarak İskenderun Teknik Üniversitesi ismiyle yeni kurulan üniversiteye bağlanmıştır. İskenderun Teknik Üniversitesi, kısa adıyla İSTE[2], Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31.3.2015 tarihinde çıkardığı 6640 sayılı bir yasayla Hatay'ın İskenderun ilçesinde kurulmuş teknik üniversitedir. "İskenderun Teknik Üniversitesi"ni oluşturan ilk fakülteler Mustafa Kemal Üniversitesi'nden ayrılarak bu üniversite bünyesine alınmıştır. Teknoversite olarak kendine bir ad kazanmıştır.
Sağlık.
6 Şubat Depremlerine kadar ilçe merkezinde ilki 1923, ikincisi 1968 yılında hizmete giren; toplam 73 poliklinik, 11 ameliyathane ve 570 yatak kapasitesine sahip 2 adet devlet hastanesi, 1990 yılında açılan; 6 poliklinik, 3 ameliyathane ve 125 yatak kapasitesine sahip 1 adet doğum ve çocuk hastanesi; 4 tıp merkezi, 1 kardiyoloji merkezi, 1 nöroloji merkezi ve 2 özel hastane olmak üzere 8 özel sağlık kuruluşu; 10'u merkezde 19'u bağlı belde ve köylerde olmak üzere toplam 29 tane sağlık ocağı, Hatay'ın en büyük Verem Savaş Dispanseri, 1 Ana-Çocuk Sağlık ve Aile Planlaması Merkezi, 1 Halk Sağlığı Laboratuvarı bulunmaktaydı.(?)
6 Şubat depremlerinde şehir merkezinde 1968 yılında inşa edilmiş hastane tamamen yıkılmıştır. 6 Şubat 2023 itibari ile şehirdeki sağlık altyapısını geliştirmek için çeşitli çalışmalar yapılmış ancak net sayı bilinmemektedir.
Ulaşım.
Kente en yakın havaalanı, 2007 yılında hizmete giren, 30 km. uzaklıktaki Hatay Havaalanı'dır. Buradan İstanbul, Ankara ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Almanya'ya uçak seferleri vardır. Ayrıca yurtdışı ve İstanbul, Ankara dışındaki diğer kentlere ulaşım için 150 km. uzaklıktaki Adana Şakirpaşa Havaalanı kullanılabilinmektedir. Geçmiş dönemlerde oldukça işlek olan İskenderun Havaalanı, günümüzde kullanılmamaktadır. Bu arazide İskenderun Teknik Üniversitesi Merkez Kampüsü bulunmaktadır.
İskenderun'un ana karayolu bağlantısı Mersin-Adana-İskenderun TEM otoyoludur. Adana-İskenderun-Hatay devlet yolu ise ikinci karayolu bağlantısıdır. Toprakkale'den ayrılan bu yol Dörtyol'dan geçerek İskenderun'a ulaşır ve oradan Belen Geçidi'yle Amik Ovası'na bağlanır.
Şehir, Türkiye'deki demiryollarının en güney noktasıdır. TCDD Adana 6. Bölge içerisinde yer alır. Ayrıca TCDD İskenderun Liman İşletmesi deniz ulaşımında etkilidir.
Kent içi ulaşım belediye otobüsleriyle sağlanmaktadır. Belediye otobüsleriyle şehrin hemen hemen her yerine, bağlı beldelere ve köylere ulaşılabilir.
Spor.
Spor kulüpleri.
İskenderunspor.
1967'de kurulmuştur. Renkleri Turuncu-Mavidir.
Maçlarını uzun yıllar boyunca İskenderun 5 Temmuz Stadı'nda oynamıştır.
Kulüp, 2. ligden 1. lige çıkma mücadelesini 1990'lı yıllara kadar devam ettirse de 1. Körfez Savaşı'nın ardından ekonomisi zayıflayan kentin İskenderunspor'a desteği kademeli olarak azaldı ve takım önce 3. lige daha sonra da amatör kümeye düştü.
2007 yılı itibarıyla amatör liglerde mücadele etmektedir.
Körfez İskenderunspor.
İskenderun'da kurulan futbol takımıdır. Maçlarını İskenderun 5 Temmuz Stadı'nda oynamaktadır. Kulübün renkleri Turuncu-Mavidir. Takım 2015-2016 sezonunda 3. Lig'de mücadele etmiştir.
İskenderunspor 1967.
İskenderunspor'un amatör kümeye düşmesinin ardından 2009 yılında kurulan futbol takımı. Maçlarını İskenderun 5 Temmuz Stadı'nda oynamaktadır. Kulübün renkleri turuncu-mavidir. Takım Hatay Süper Amatör Ligi'nde mücadele etmektedir.
İskenderun Belediyespor.
İskenderun'un bir takımıdır. 1926 yılında kurulmuştur. 2006-2007 sezonunda Türkiye 3. Ligi 1. Grupta oynamıştır. 24 Eylül 2007 tarihinde aldığı kararla ismini İskenderun Belediyespor olarak değiştirdi.
İskenderun Belediye Spor Kulübünün ayrıca Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Lig'de mücadele eden tekerlekli sandalye basketbolu takımı vardır. 2007-08 Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Lig sezonunu yedinci olarak bitirmiştir.
İskenderun Balıkadam ve Doğa Sporları Kulübü.
2003 yılında kurulan bu sosyal grup özellikle dalgıçlık alanında adını duyurmuş bireyler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca kulüp, düzenlenen birçok su altı aktivitesi ve yarışmalara katılmaktadır.
Yerel yönetim.
Belediye.
İskenderun'da belediye teşkilatı ilk kez 1939 yılında Hatay'ın Türkiye'ye katılımıyla birlikte kurulmuştur.
İdari yapı.
2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasayla büyük şehir yasasıyla, İskenderun ilçesinin idari sınırları İskenderun Belediyesi'ne bağlanmış ve belde belediyeleri kapatılmıştır. İskenderun 45 mahalleden oluşmaktadır.
Uluslararası ilişkiler.
Konsolosluklar.
İskenderun'da aşağıdaki ülkelerin fahri ve fahri muavin konsoloslukları bulunmaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12364",
"len_data": 39387,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.48
}
|
Kaba Taş Devri, Yontma Taş Devri veya bilimsel adıyla Paleolitik Çağ olarak tanımlanan "Eski Taş Çağı" günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 12.000 yıl önce son bulmuştur. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli içinde geçerli olduğunu ve yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir. İnsanlık tarihinin %99'u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan bu çağ, aynı zamanda ilk insan atalarının ortaya çıkışı ve ilk aletlerin üretimi yoluyla insanın kavrama yeteneği ve temsil etmesiyle de söz konusu tarihin gelişimi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik Çağ insanları ekonomik açıdan, avcı ve toplayıcı toplulukları temsil ederler. Besin üretmeyi bilmeyen bu insanlar, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani sebze, meyve ve kökler ile avlandıkları hayvanları yiyerek beslenmişlerdir. İklim ve çevre koşullarının değişkenliği nedeniyle, yeni besin kaynakları aramak ve av hayvanlarını izleyerek, küçük gruplar halinde konar-göçer tarzda yaşamışlardır. Kaya sığınaklarının bulunduğu yerlerde mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınmışlar, kaya sığınaklarının bulunmadığı yerlerde ise açık havada kurdukları sığınaklarda yaşamışlardır.
Paleolitik Çağ, karakteristik çizgileri ve kültürleriyle Alt, Orta ve Üst olmak üzere 3 evreye ayrılır. Alt Paleolitik devrin insanları, beyin kapasiteleriyle orantılı olarak kendilerini vahşi hayvanlardan korumak, beslenmek, avlanmak için ve zaman zaman da kendi aralarındaki mücadelelerde kullanmak üzere birtakım basit taş aletler yapmaya başlamışlardır. Genellikle doğanın kendilerine sunduğu taşları, ya daha sert olan başka taşlarla yontarak işlemişler ya da doğal halde çevrelerinde bulunan ve çok az bir rötuşla alet haline gelebilen parçaları kullanmışlardır. Alt Paleolitik süresince oldukça ılımlı geçen iklimin Orta Paleolitik'de kurumaya, sertleşmeye ve giderek bol kar yağışıyla belirgin yeni bir buzullaşmaya dönmesi, insanın yaşayışı ve teknolojisinde bir dizi değişiklikler meydana getirmiştir. Bu teknolojik değişikliğin en belirgin yanı, yonga endüstrisinde kendini gösterir. Alt Paleolitik'in kaba taş alet (2 yüzeyli)yongalarının yerini oldukça düzenli bir şekilde yontulmuş kenarlarda yapılan düzeltilerle (rötuş) uç kazıyıcı haline sokulmuş işlenik yonga aletler alır. Bu dönemin insanları olan "Homo neanderthalensis"'lerin, eldeki kısıtlı alet teknolojisi ile mamut, gergedan, geyik gibi büyük hayvanları avlayabilmeleri bu insanların avcılıkta ne kadar ustalaştıklarını ve hayvanları avlayabilmek için birtakım av teknik ve yöntemlerini geliştirdiklerinin bir kanıtıdır.
Ayrıca bu evrede, inançlarla ilgili birtakım belirtilerin ortaya çıktığı görülüyor. Örneğin tek ya da çift çukurlar şeklindeki mezarlar ve bunların yanındaki -belki de besin depoları olarak yorumlanabilecek- eklentiler, Neanderthal'lerin ölü gömme eylemleri hakkında bilgi veren izlerdir. İklimin tekrar hissedilir derecede soğuduğu ve kuru hale geldiği Üst Paleolitik Çağ'da, Homo Neanderthal'lerin yerini modern insanın atası sayılan "Homo sapiens"'ler alır. "Homo sapiens"ler becerili ve aktüel insana daha yakın olan insanlardır. Üst Paleolitik'te yontma teknolojisindeki gelişme dikkat çekecek bir düzeyde olup, taş işçiliği en büyük gelişmesine ulaşmıştır. Alt Paleolitik'te kısmen de olsa Orta Paleolitik'de görülen klasik 2 yüzeylilerin (el baltası) yerini çakmak taşı yonga ve dilgilerin üzerine yapılmış, çeşitli tipteki aletler almıştır. Ön kazıyıcılar taş delgiler, taş kalemler, yaprak biçimli uçlar, mekik aletler bunlardan bazılarıdır. Üst Paleolitik'in son evrelerinde ise sırtı devrik dilgiciklerin ortaya çıktığı görülüyor. Taş aletlerin yanı sıra kemik ve boynuzdan yapılmış aletlerde de büyük bir artış gözlenmektedir. Esasen bu evrede taş aletler, büyük çoğunlukla kemik aletleri şekillendirmek için yapılmışlardır. Bu ise Üst Paleolitik'te artık alet yapan aletlerin üretildiğini göstermektedir.
Üst Paleolitik Çağ'ın önemli gelişmelerinden biri de insanların entelektüel hayatlarıyla ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim, gravür, alçak kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik sanatın, sanat tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koyar. Üst Paleolitik'te süslenme merakı da açıkça görülür. Balık kemiği, kavkı, çeşitli hayvan kemiği, diş ve kabuklarından yapılan süs eşyalarının Üst Paleolitik'te insanlar tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca bu devirde artık insanlar ölülerini sistemli bir biçimde gömmeye başlamışlardır. Anadolu Paleolitik'ine günümüze değin yapılan kazı ve yüzey araştırmalarının ışığında bakıldığında, yeterince araştırılmamış olmasına karşın, Alt, Orta, Üst Paleolitik dönemlere ait taş ve kemik endüstri, fauna, flora ve insan kalıntıları ile sanat yapıtlarının ele geçmiş olması, Anadolu'nun ne denli yoğun bir biçimde iskan edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugünkü bilgilerin ışığında, Anadolu Paleolitik Çağ'ın tüm evrelerini, stratigrafik süreklilik içinde veren tek mağara Karain'dir. Antalya'nın 30 km kuzeybatısında yer alan bu merkez; Alt, Orta ve Üst Paleolitik evrelere ilişkin çeşitli "oturma tabanları" vermektedir. Sözü edilen evrelere ait çok sayıda yontma taş ve kemik aletin yanı sıra, taşınabilir sanat eserleri, Homo Neanderthal ve "Homo sapiens"'lere ait diş ve kemik kalıntıları, yine çok sayıda yanmış ve yanmamış kemik kalıntıları da vermiştir.
Karain Mağarası, buluntularıyla, yalnız Anadolu'da değil, aynı zamanda Yakın Doğu Paleolitiği için de büyük önem taşımaktadır. Anadolu Paleolitik'indeki en büyük boşluk, salt yaşlandırmanın henüz yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda Aşağı Fırat Havzasında yapılmış olan kazı ve sistemli yüzey araştırmaları ile Karain ve Yarımburgaz mağaralarında yeniden başlatılan kazılarda elde edilen buluntular üzerinde sürdürülmekte olan incelemeler, Anadolu Paleolitik'inin henüz çözümlenmemiş olan stratigrafik ve kronolojik sorunlarına çözüm aramaya yöneltilmiş bulunmaktadır. Yontma Taş Çağı eserlerinin en güzel örnekleri Güney Anadolu sahillerinde, Antalya civarında yer alan Karain Mağarası buluntularıdır. Burada yaklaşık 10,5 metre kalınlığındaki dolgu malzemesi içinde Yontma Taş Çağı'nın bütün evrelerine ait kültür tabakaları ortaya çıkarılmıştır. Bu tabakalar içerisinde çeşitli taşlardan yapılmış aletler arasında el baltaları, kazıyıcılar, uçlar ele geçirilmiştir. Kemikten yapılmış aletlerden cımbızlar, iğneler, süs eşyası gibi kalıntılar da bulunan eserler arasındadır. İstanbul'un 22 km batısında yer alan Yarımburgaz mağaralarında elde edilen veriler ise, burada büyük bir olasılıkla "Homo erectus"ların yaşamış olduğunu ve burasını bir barınak olarak kullandıklarını kanıtlamaktadır. Elde edilen Alt Paleolitik Çağ taş endüstrisi çakmak taşı, kuartz ve kuartzitten oluşur; yonga türü aletler belirgin bir şekilde egemendir. Geriye kalan az sayıdaki çekirdek aletleri ile satır, kıyıcı satır örnekleri oluşturur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12375",
"len_data": 7011,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.19
}
|
Ani Hatun Fatma Hanım Ani (17. yüzyıl, İstanbul- 1710), 17.-18. yüzyıllarda yaşamış Azerbaycanlı şairdir.
Hayatı.
Gerçek adı Fatma, takma adı Ani'dir. Tebrizli Haca Sadeddin Hüseyincan'ın kızıdır. Süleyman Mustakimzade, "Mecelletü'n-Nisâb fi'n-Nisbi ve'l-Kunâ ve'l-Elkâb" adlı eserinde babasının adının Hasan olduğunu yazar ve şairin yazdığı bir notta bu ismi gördüğünü belirtir. Kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul'da doğdu, büyüdü ve eğitim gördü. Akıllı, bilgili ve eğitimli olan Ani Hatun, "Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)" lakabıyla anılmıştır. Bir divanı olduğu sanılıyor fakat bu divan bulunamamıştır. Salim Efendi "Tazkiretuş-Şüara" adlı eserinde Fatma'nın İsazade Mehmed Aziz Efendi adlı bir akrabasından hat dersi aldığını ve bu sanatı uyguladığını yazar. Usta bir hattat olarak da ün yapmıştır. Bazı araştırmacılar Ani Hatun'un hattatlığının şairliğinden bile üstün olduğunu belirtirler. Oğlu Yenişehir-Fener'de yaşarken kendisinin de oğluyla birlikte yaşadığını söylüyor. Hicri 1122 yılının Muharrem ayında yani M. 1710 yılında Yenişehir'de öldü ve defnedildi.
Diğer kadınlar gibi dokuma yapmak yerine erkek işi olan hat sanatıyla uğraştığını yazan Safayi, Ani takma adıyla şiirler yazdığını ancak şiirlerinin estetik açıdan orta seviyede olduğu söyleniyor. Doğunun ünlü kadın şairlerinden söz eden bütün kaynaklarda onun hakkında bilgiler vardır.
Şiirleri.
Faramus beni uzun süre hatırlamadı.<br>
Çok sevdiğim Mazhunu tatminsiz kaldı.
Nola tamirine kasd etmese şahi-cehanbanim,<br>
Bilür kim, hatiri-viranim abad etmedən kaldı.
Kalır behri-kederde dil, felek, yox sahili-maksud,<br>
Ne yazık ki… Ruzigarım bana imdad etmedən kaldı.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12377",
"len_data": 1669,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.31
}
|
Haldun Taner (16 Mart 1915, İstanbul - 7 Mayıs 1986, İstanbul), Türk öykü, tiyatro ve kabare yazarı, öğretim üyesi ve gazetecidir. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biridir. Türkiye'de epik tiyatro türü ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür.
Hayatı ve kariyeri.
Ailesinin kökeni Gürcü asıllı "Efeber"lere dayanır. 1915 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Ahmed Selahaddin Bey, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyesi ve İstanbul'un işgali sonrası mütareke yıllarında yazıları, dersleri ve nutuklarıyla ülkenin bağımsızlığını savunmuş bir aydındır. Beş yaşında iken babasını kaybetti. Annesiyle birlikte büyükbabasının konağında yaşadı.
Vatana hizmeti geçenlerin ve şehit olanların çocuklarına tanınan haktan yararlanarak parasız yatılı olarak girdiği Galatasaray Sultanisindeki ortaöğrenimini 1935 yılında tamamladı. Mezuniyetinden sonra devlet tarafından Heidelberg Üniversitesinde öğrenim görmek üzere Almanya'ya gönderildi. Siyasal Bilgiler alanındaki öğrenimini, geçirdiği ağır tüberküloz nedeniyle 1938'de yarıda bıraktı ve yurda döndü. 1938-1942 yılları arasında Erenköy Sanatoryumunda tedavi gördü.
Yükseköğrenimini 1950'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi bölümünde tamamladı. 1950-54 yıllarında üniversitenin Sanat Tarihi Kürsüsü'nde asistanlık yaptı.
Edebiyat yaşamına gençlik yıllarında yazdığı skeçlerle başladı. ""Töhmet" adlı ilk öyküsü "Yedigün" dergisinde "Haldun Yağcıoğlu" takma ismiyle 1946'da yayımlandı. "New York Herald Tribune" gazetesinin 1953'te İstanbul'da düzenlediği öykü yarışmasında "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu" öyküsüyle birinci oldu. 1956'da "Varlık" dergisinin araştırmasında yılın en beğenilen öykücüsü seçildi.
Asistanlığı sırasında yazdığı "Günün Adamı"" oyunu, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenmeden yasaklandı. Asistanlığı bırakıp Viyana'ya tiyatro bilimi eğitimi için gitti. 1955-1957'de Max Reinhardt Tiyatro Akademisi'nde öğrenim gördü. Viyana'daki bazı tiyatrolarda reji asistanı olarak çalıştı. 1957'de tekrar Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde edebiyat ve sanat tarihi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde tiyatro tarihi okuttu. Bir yandan "Tercüman" gazetesinde (1952-1960) köşe yazıları yazmayı ve oyun yazarlığını sürdürdü.
1950'lerde oyun yazmaya başlamış olan ve tiyatrodaki ilk eserlerinde dramatik türün başarılı örneklerini veren Haldun Taner, ardından epik tiyatro denemelerine girişti. Türk tiyatrosundaki ilk epik tiyatro örneği olan ""Keşanlı Ali Destanı" adlı oyunu ile dünya çapında tanındı. Bu oyun Almanya, İngiltere, Çekoslovakya, Yugoslavya'nın çeşitli kentlerinde oynandı. 1964 yılında Atıf Yılmaz tarafından sinemaya uyarlandı. Daha sonraki dönemlerde konularını güncel olaylardan alan siyasal-sosyal taşlamaların ağır bastığı oyunlar yazdı. Epik tiyatro ve kabare alanında verdiği yapıtlar çağdaş Türk tiyatrosunun klasikleri oldu. Eşsiz bir arı Türkçe kullanan Haldun Taner, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve tiyatrosunun önde gelen yazarları arasına girdi.
1967'de Haldun Taner öncülüğünde, Ahmet Gülhan, Zeki Alasya ve Metin Akpınar ile birlikte Devekuşu Kabare kuruldu. Taner 1969'da Münir Özkul ile birlikte Bizim Tiyatro'yu kurdu. Taner 1978'de Devekuşu Kabare'den Ahmet Gülhan ile birlikte ayrılıp Tef Kabare Tiyatrosu'nu kurdu. Tef Kabare 1981 sonunda kapandı.
"Küçük Dergi"'yi çıkardı. Fıkra yazarlığını 1973'ten itibaren "Milliyet"’te sürdürdü. Öyküleri ve yazıları "Yedigün", "Ülkü", "Yücel", "Varlık", "Küçük Dergi", "Yeni İnsan" dergilerinde de yayınlandı.
Filme de alınan "Kaçak" (1955) ile "Dağlar Delisi Ferhat" (Lütfi Akad ve Orhan Kemal'le birlikte, 1957) adlı senaryoları sırasıyla Türk Film Dostları Derneği'nin senaryo ödülünü ve Basın-Yayın Senaryo Armağanı'nı kazandı. "Sancho'nun Sabah Yürüyüşü" (1969) ile Bordighera Uluslararası Mizah Festivali Öykü Ödülü'nü, tiyatro dalında "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" (1971) oyunuyla 1972 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü'nü kazandı. Sedat Simavi Vakfı 1983 Edebiyat Ödülü'nü Pertev Naili Boratav'la paylaştı.
"Milliyet" gazetesinde "Deve Kuşuna Mektuplar"" başlığı altında haftalık köşe yazıları yazan Taner, güncel olayları değerlendirdiği bu yazılarda yaşadığı dönemin bir çeşit edebî belgeselini sundu.
Yazarlığının yanı sıra İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde ve Edebiyat Fakültesinde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde edebiyat, sanat tarihi ve tiyatro dersleri veren Haldun Taner, Milliyet gazetesi yazarlığı yaparken 7 Mayıs 1986'da İstanbul'da öldü.
Adı, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Kadıköy'deki sahnesine verilmiştir. Bilgi Yayınevi, bütün eserlerini dizi hâlinde basmıştır. "Milliyet" gazetesi, Haldun Taner anısına 1987'den beri her yıl Haldun Taner Öykü Ödülleri'ni düzenlemektedir.
Anısı.
2015 yılının Mart ayında 100. doğum günü nedeniyle Caddebostan Kültür Merkezi'nde sergi açılmıştır. Sergide Ara Güler, Yıldız Moran gibi fotoğrafçıların eserleri ile birlikte Haldun Taner'e ait şapka, eldiven, kravat, kol düğmeleri, saat gibi kişisel eşyaları yanı sıra, diplomaları, ödülleri ve kitaplarının değişik baskıları da yer almaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12379",
"len_data": 5164,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.5
}
|
Arkeolojik kazılarda ele geçen buluntuların bir kısmı, içinde karbon elementi bulunan çeşitli organik buluntulardır. Karbon içeren organik buluntularda eser olarak bulunan radyoaktif 14C (radyokarbon) izotopunun yoğunluğu ya da radyoaktivitesi ölçülerek söz konusu buluntular ve bu buluntuların ele geçtiği tabakalar ve kontekstler tarihlenebilir. Radyokarbon tarihleme yöntemi, bulunduğu 1950 yılından günümüze, yaklaşık son 50 bin yılda yeryüzünde meydana gelen arkeolojik, paleobotanik ve yerbilimsel olayların mutlak tarihlenmesi için kullanılan ana yöntem durumuna gelmiştir. Arkeolojik kazılarda ele geçen ve karbon içeren her organik buluntu radyokarbon yöntemiyle tarihlenebilir. Tarihlenmek üzere toplanan buluntulara "örnek" adı verilir. Tarihlenecek örnekler olarak ağaç parçaları, odun kömürü, kurumuş bitkiler, tahıl taneleri, dokuma parçaları, deri, hayvan kabukları, kemik, yemek artıkları sayılabilir.
Uzaydan atmosferin üst tabakalarına gelen kozmik ışınların her yönden eşit miktarda geldiği gözlenir. Bu nedenle 14C izotopunun oluşma hızı ile canlılardaki yoğunluğunun eski zamanlardan günümüze aynı olması beklenir ve böyle olduğu varsayılır. Fakat 14C hemen parçalanmaya başlar ve atmosferde bir denge derişimine erişir: 1 g karbon için 1 dakikada 15.3 parçalanmadır. 14C karbondioksidin yapısına girer ve fotosentez ile bitkilerin ve dolayısıyla hayvanların yapısına girer. Bitki ve hayvanlar canlıyken yapılarında 14C denge derişiminde bulunur. Fakat öldükten sonra dışarıdan karbon alınması duracağından zamanla 14C miktarı azalır. 5730 yıl geçtiğinde ise yarı yarıya azalmış olur.
Bu tarihleme yöntemi için, atmosferdeki 14C yoğunluğu eski zamanlardan günümüze değişmediği varsayılır. Temel varsayımı doğrulamak üzere "ağaç halkaları sayımı" (dendrokronoloji) yöntemiyle gerçek halka yaşları belirlenen yüzlerce örneğin radyokarbon yaşları da bulunarak karşılaştırılmıştır. Gerçek yaş deyimi yerine aynı zamanda "takvim yaşı" deyimi de kullanılır. Bu karşılaştırmalar temel varsayımın doğru olmadığını, yeryüzündeki 14C yoğunluğunun eski yıllarda önemli miktarlarda değiştiğini, bazı zamanlarda arttığını bazı zamanlarda ise azaldığını göstermiştir. Özellikle 20. yüzyılda yapılan nükleer denemeler hakkında yapılan gözlemler, karbon izotopları konusundaki ölçümlerin yanıltıcı olabileceğini göstermektedir. Nükleer denemeler sonucunda, izotop miktarında ciddi artışlar gözlenmiştir. Bu fark, kozmik ışınlardaki doğal değişim sonucunda da oluşmaktadır. Sonuçta radyokarbon tarihleme yöntemiyle elde edilen verilere dikkatli yaklaşmak ve sonuçların belirli bir hata payına sahip olduğunu unutmamak gereklidir.
Türkiye Radyokarbon Analiz Laboratuvarı.
Türkiye'de radyokarbon ile tarihleme yöntemi için Ulusal bir laboratuvar kurulmaktadır. Kömürleşen bitkiler, ağaçlar, kemik ve diğer örneklerden, radyokarbon tarihleme yapılacak laboratuvar tam teşekküllü olacaktır. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi'nde 2015 yılı Sonbaharında denemelere başlanması planlanan tesisin 2016 yılı içinde Türkiye ile birlikte Ortadoğu, Balkanlar'a hizmet verebilecektir.
Dr. Turhan Doğan yöneticiliğinde yürütülen proje ile hayata geçecek tesiste ABD, Japonya ve İsviçre'den getirilen en modern sistemler ile Türkiye'nin ve Bölgenin ilk tesisi olarak faaliyete geçecektir.
Radyokarbon (Karbon 14) ile tarihlemenin yapılacağı tesise Arkeoloji, Yer Bilimleri, Çevre Bilimleri ve Nükleer örnekler kabul edilecektir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12386",
"len_data": 3416,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 4.36
}
|
Tunç Çağı veya Bronz Çağı, bölgeden bölgeye fark etmekle birlikte yaklaşık olarak MÖ 3300'den MÖ 1200'e kadar süren, bronz kullanımı, bazı bölgelerde yazı'nın varlığı ve diğer erken kentsel uygarlığın özellikleriyle tanımlanan tarihi bir dönemdir.
Tunç Çağı, eski toplumları ve tarihi sınıflandırmak ve incelemek için Christian Jürgensen Thomsen tarafından 1836'da önerilen üç-çağ sisteminin ikinci ana dönemidir.
Eski bir uygarlığın Tunç Çağına ait olduğunun kabul edilmesi için ya kendi bakırını ergitip kalay, arsenik veya diğer metallerle alaşım yapıp bronz üretmesi ya da başka yerlerdeki üretim alanlarından bronz için gereken diğer öğeleri takas etmesi gerekir.
Tuncun o dönemde var olan diğer metallere göre daha sert ve dayanıklı olması, Tunç Çağı uygarlıklarına teknolojik avantaj sağladı.
Karasal demir doğada çok olsa da eritme için gerekli ’lik yüksek sıcaklık, demir kullanımını MÖ 2. binyılın sonuna kadar erteletti.
MÖ 6.000'lerden beri kullanılan ve 'den yüksek sıcaklıklar verebilen Neolitik çanak çömlek fırınlarında ’lik erime noktalı kalay ve ‘lik erime noktalı bakır eritilerek tunç yapıldı.
Tunç Çağı, Antik Avrupa, Asya ve Orta Doğu halklarının hammadde ve alet kültürlerindeki üçüncü evredir. Kalay ve bakırın karışımından oluşan tunç Anadolu'da Kalkolitik sonunda görülür. Ancak tunç madeninin alet ve kap yapılmasında kullanılması MÖ 3. binyıl başlarına rastlar.
Mezopotamya'da ve Mısır'da tunçtan eserlerin yapılmaya başlandığı sıralarda (MÖ 4. binyıl sonu) yazı keşfedilmiş bulunduğundan bu ülkeler için Tunç Çağı deyimi yerine yazılı belgelerden elde edilen kronoloji ve sınıflandırmalar kullanılır. Buna karşılık yazıyı henüz kullanmayan Anadolu, Hellas (Yunanistan), Balkanlar ve Avrupa gibi bölgeler için Tunç Çağı deyimi geçerlidir. Tunç Çağı Anadolu'da MÖ 3000, Girit'te, Ege'de ve Hellas'ta MÖ 2500 - MÖ 2000, Avrupa'da ise MÖ 2000 yıllarında başlar.
Anadolu'da Tunç Çağı üç evre gösterir:
Tunç Çağı üç bölüme ayrılır:
Metal kullanımı.
Metalin, özellikle de bronzun yaygın kullanımı Bronz Çağı boyunca Avrupa ve Küçük Asya'da yaygındı. Bu dönem, kalay cevherinin çıkarılması ve eritilmesi ve bronz alaşımını oluşturmak için sıcak bakıra kalay eklenmesi gibi özel üretim teknikleri gerektiren bronz teknolojisinin gelişmesiyle karakterize edilmiştir. Kalay kaynaklarının ticaretinde görüldüğü gibi, bu dönemde ticaret ağları da kurulmuştur. Ancak tunç teknolojisinin ortaya çıkışı ve gelişiminin tüm bölge ve kültürlerde eşzamanlı olmadığına dikkat etmek önemlidir. Buna ek olarak, kalay alaşımlı bronzun bilinen en eski kullanımı, bazı uzmanlar bu tarihlendirmeye itiraz etse de, Sırbistan'ın Pločnik kentindeki bir Vinča kültür alanında MÖ 5. binyılın ortalarına tarihlendirilmiştir.
Yakın Doğu.
Batı Asya'yı da içine alan Yakın Doğu, MÖ 4000 civarında Mezopotamya'da Sümer uygarlığının yükselişiyle başlayan Bronz Çağı'na giren ilk bölgelerden biriydi. "Medeniyetin beşiği" olarak bilinen bu bölge, yazı sistemleri, merkezi hükûmetleri, yazılı hukuk kuralları ve gelişmiş mimari projeleri olan ileri toplumlar geliştirmiştir. Ayrıca yoğun tarım uyguluyorlardı, şehir devletleri ve imparatorlukları vardı ve kölelikle birlikte karmaşık bir sosyal hiyerarşiye sahiptiler. Ayrıca matematik, astronomi, astroloji, savaş, tıp ve din alanlarında da önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Yakın Doğu'daki Tunç Çağı üç döneme ayrılabilir: Erken, Orta ve Geç. Kuzey Anadolu'da bulunan Hitit İmparatorluğu, Tunç Çağı boyunca önemli bir uygarlık olmuştur. MÖ 14. yüzyılda güçlerinin doruğuna ulaşmışlar, ancak daha sonra Deniz Halkları'nın istilaları nedeniyle dağılmışlardır. Tunç Çağı'nda bölgedeki diğer önemli uygarlıklar arasında Batı Anadolu'daki Arzawa ve Assuwa ile Tunç Çağı'nın MÖ 3150 civarında Protodinastik dönemde başladığı Mısır yer almaktadır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12390",
"len_data": 3783,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 4.19
}
|
Mısır, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12393",
"len_data": 37,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 1.97
}
|
Anadolu ve Trakya'da yaklaşık MÖ 3000-2000 yılları arasına tarihlendirilen Erken Tunç Çağı (İlk Tunç Çağı), genel karakteri ile üzerinde tapınak ve idari binaların da bulunduğu organize, tahkimli, bağımsız şehir devletlerinden oluşan bir dönemi kapsar. Sosyal, dinsel ve teknolojik değişime tanıklık eder.
Bu yeni dönem, önceki çağların tarım hayvancılık, dokumacılık, çömlekçilik gibi buluşlarına, daha güçlü silahların üretilmesine, daha ince süs eşyalarının yapılmasına olanak veren bakır ve kalay alaşımı olan tuncun keşfini eklemiştir. Bakırın kalay ile karıştırılarak tuncun elde edilmesi dönemin madenciliği açısından önemli bir gelişmedir.
Besin üretimi alanında olduğu gibi, metal işleme alanında da teknolojik gelişmeler her bölgede eşzamanlı olarak yaşanmamıştır.
Bu dönemde altın ve gümüş gibi değerli madenlerden yapılmış gömü hediyeleri içeren mezarlıklar toplumsal değişikliğin kanıtıdır.
Bu dönemde ayrıca ticaret gelişmiş, Ege, Orta Doğu ve Balkanlar'ı kapsayan geniş bir ticaret ağı kurulmuştur. Tunç Çağına Anadolu'da MÖ 3000, Girit, Ege Adaları ve Yunanistan'da MÖ 2500, Avrupa'da ise MÖ 2000 yıllarında ulaşılabilmiştir.
Anadolu'da MÖ 3000-1200 yılları arasında ele alınan Tunç Çağı kazılarında bulunan çanak çömleğin yapısına, üretimde ve mimaride kullanılan teknolojinin düzeyine göre Erken, Orta ve Geç Tunç olmak üzere üç evrede incelenir.
Erken Tunç I.
Erken Tunç I, II, III olarak incelenen bu evrenin ilk döneminde daha çok, Kalkolitik dönemin tarıma dayalı köy kültürü sürdürülmektedir. Bronz alet kullanımı çok yaygın değildir. Mezopotamya ve Mısır'da MÖ 4. binin sonlarından itibaren yazının kullanılmasına rağmen Anadolu henüz bu aşamaya ulaşamamıştır. Çömlekçi çarkı da henüz kullanıma girmemiş olmasına rağmen daha gelişmiş koyu renkli ve iyi açkılı seramikler yapılmıştır. Yapılar yine taş temeller üzerine kerpiçten megaron planlı olarak inşa edilmiş olup, bazı yerleşim alanlarının etrafı bir surla çevrilmeye başlanmıştır.
Ölüler artık yerleşim alanı dışına, ölü armağanlarıyla birlikte ve bacaklar karına çekik (hoker) durumda gömülmektedir (Extramural). Çağın inanışlarındaki bir başka özellik de daha çok Batı Anadolu'da rastlanan keman biçimli mermer idollerdir. Anatanrıça'yı temsil eden bu idoller eski dönemin gerçekçi figürinlerinin aksine tümüyle soyutlaşmışlardır.
Bu dönemin en önemli teknolojik buluşu kağnı biçimindeki dört tekerlekli arabadır. Bu evrede Anadolu'da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan en önemli yerleşim yerleri Troia I, Demircihöyük, Semahöyük, Beycesultan, Tarsus, Alişar, Alacahöyük, Karaoğlan, İkiztepe, Kültepe ve Norşuntepe olarak sayılabilir.
Erken Tunç II.
Erken Tunç II, Orta Anadolu'da güçlü beyliklerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Batı Anadolu'daki Troia II'nin yanı sıra Kızılırmak batısında, Ankara yakınlarnda Karaoğlan, Ahlatlıbel, Etiyokuşu, Polatlı, Kızılırmak doğusunda ise Alişar ve Alacahöyük bu dönemin en önemli yerleşimleri olmuştur.
Bunlar içinde Alacahöyük'ün özel bir yeri vardır. Dönemin sonlarında zengin ve etkin bir beyliğin merkezi gibi görünen Alacahöyük'ün en önemli özelliği Kral Mezarları olarak adlandırılan 13 gömüdür. Yerleşme alanı yamaçlarında bulunan bu mezarlıktaki gömülerin dönemin derebeyleri ve eşlerine ait olduğu düşünülmektedir. Gömülerin kimileri 3–8 m uzunluğunda, 2–5 m genişliğinde ve 1 m kadar derinliğinde dikdörtgen planlı çukurlara yapılmıştır. Çevresi ağaç ve taşlarla sınırlandırılan mezar çukurlarına, ayakları karına çekik durumdaki ceset, zengin armağanlarla birlikte yerleştirilmiş, sonra üzeri ağaç, çamur ve toprakla örtülmüştür. Gömü işlemi bitirildikten sonra mezar üzerinde bir ölü yemeği yenmiş; yemekten geri kalan öküz kafaları ve bacak kemikleri de sıralar halinde bırakılmıştır. Bu mezar armağanları Troia hazineleriyle çağdaş olup benzer nitelikte altın, gümüş, elektrum, tunç ve demirdendir. Bu mezar hediyelerinin en ilginçlerini hatalı olarak "Hitit Güneş Kursları" diye adlandırılan geyik ve boğa motifli, son derece karmaşık ve gelişmiş dökme ve dövme teknikleriyle yapılmış tunç diskler oluşturmaktadır.
Buradan anlaşılmaktadır ki Erken Tunç II döneminde, biri Troia yöresinde, diğeriyse Orta Anadolu ve Karadeniz bölgeleri arasında yer alan iki yerel madencilik okulu bulunmaktadır. Diğer bir önemli gelişme ise Anadolu'da ilk kez bu dönemde görülen çömlekçi çarkının Troia'da kullanımıdır. Çömlekçi çarkının Troia'ya Mezopotamya'dan deniz yoluyla geldiği düşünülmektedir.
Erken Tunç II döneminin sonlarında Batı ve Güney Anadolu'da büyük yangın izlerine rastlanmıştır. Birçok yerleşimin ıssızlaşması bu ortak felaketle ilgili görülmektedir. Ayrıca bu felaketlerden sonra ortaya çıkan yerleşme yerlerinin sayısında meydana gelen 1/4 oranındaki azalma ve yakılıp yıkılan iskan yerlerinin tekrar iskan edilmemesi bu felaketlere birtakım göçebe toplulukların yol açtığını göstermektedir. Aynı dönemde Trakya ve Balkanlar'da meydana gelen ıssızlaşma bu toplulukların Balkanlar üzerinden gelen Hint-Avrupa kökenli Luviler'in olabileceklerini göstermektedir.
Erken Tunç III.
MÖ 2300 yıllarında ortaya çıkan bu felaketten sonra Erken Tunç III evresine gelinir. Yerleşim yerleri önceki dönemin özelliklerini küçük farklarla sürdürmelerine rağmen çoğu küçük birer köy niteliğindedir. Bu dönemde felaketlerden fazla etkilenmeyen Doğu Anadolu'daki Norşuntepe, Korucutepe, Tepecik, Arslantepe gibi nispeten büyük merkezlere İmikuşağı, Köşkerbaba, Pulur, Değirmentepe gibi yeni yerleşimler eklenmiştir.
Dikkat çekici bir gelişme görülmeksizin 500-600 yıl kadar yaşayan bu köysel yerleşimler MÖ 1700 yıllarında son bulmuştur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12396",
"len_data": 5571,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.9
}
|
Dijital sanat veya sayısal sanat, genel anlamda üretilişinde bilgisayarın rol aldığı, fiziksel olmayan nesnelerin üretilmesiyle gerçekleşen sanat biçimine denir. Bu süreçte bilgisayar geleneksel anlamda bir yardımcı araçtan, vazgeçilmez bir ortak yaratıcı konumuna kadar uzanan tayfın herhangi bir yerinde bulunabillir. Sürecinde bilgisayarın sadece alışılageldik kullanımının rol aldığı işler genelde bu sınıflandırmaya alınmazlar. 1990'lardaki dijital devrim sonrası sayıları artan dijital ressamlar ve baskıcılar sanat çevreleri ve müzeleri tarafından fazla kabul görmeseler de internet sanatı ve yazılım sanatı gibi dallar sanat müzelerine girmiştir. Yeni medya sanatı da denmektedir.
Dijital tekniklerin sağladığı imkânların çeşitliliği, sanatçılara bunları araç, ortam veya konu olarak kullanabilme seçimi yaratmıştır. Dijital sanata temelde bu seçimler doğrultusunda bakabiliriz:
Dijital teknolojilerin araç olarak kullanılması.
Üretimin bütünü veya bir kademesinde dijital teknolojiler kullanımı.
Dijital teknolojilerin ortam olarak kullanılması.
Üretilmesinden sunumuna kadar dijital teknolojileri kullanıp olanaklarının irdelenmesi:
Dijital teknolojilerle bağlantılı konuların kullanılması.
En etkili şekilde dijital teknolojiler tarafından ifade edilebileceği düşünülen konuların kullanılması:
Dijital sanat eseri.
Dijital sanat eseri, dijital olarak kaydedilmiş bir resim verisi, bir hiper-metin (hypertext), bir veritabanı veya bir program olabilir. Geleneksel sanat eserinin aksine, insan tarafından algılanan biçimiyle sanat objesi aynı şey değildir. Temel biçim, teknik bir ortam yoluyla insan tarafından görülür/duyulur/hissedilir hale getirilir. Bu "yeniden sunum"un biçimi sanat eseriyle değil, onu insana ileten teknik ortamla bağlantılıdır. Bu bakımdan dijital sanat ile gösteri sanatları arasında bir benzerlik vardır; bir tiyatro oyunu için yazılan senaryo ile salonda oynanan oyun arasındaki farklılığa benzer bir durum örnek olarak gösterilebilir.
Tarih.
1960'ların başında, John Whitney matematiksel işlemler kullanarak ilk bilgisayar tarafından üretilen sanatı geliştirdi. 1963'te, Ivan Sutherland Sketchpad olarak bilinen ilk kullanıcı etkileşimli bilgisayar grafik arayüzünü icat etti.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12412",
"len_data": 2214,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 4.02
}
|
Genel cerrahi, vücutta sistemik ve yerel sorunların cerrahi yöntemlerle tedavisi yanında, genel prensipler (yara iyileşmesi, yaralanmaya metabolik ve endokrin cevap gibi) konuları içeren ve gelişimleri açısından pek çok cerrahi ve temel tıp dalları etkilemiş bir teknik disiplindir. Genel olarak yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, karaciğer, pankreas, safra kesesi ve safra yolları dahil olmak üzere karın içeriğine odaklanan bir cerrahi uzmanlık branşıdır. Bunun yanında Hemoroid, tiroid, periferik damarlar, meme, yaralanma, yumuşak doku, deri ve fıtıklar üzerine de çalışılır.
Uzmanlıkları.
Genel cerrahlar aşağıdaki disiplinlerden biri veya daha fazlasına yönelebilir ya da yan dal uzmanlığı yapabilir:
Eğilimler.
2000'li yıllardan itibaren laparoskopiyle beraber gelişen minimal invaziv cerrahinin önemi artmaktadır. Son yıllarda robotik cerrahi'deki gelişmeler (aynı zamanda robot yardımlı cerrahi olarak da bilinir) hız kazansa da bu alanda yeterli veri bulunmamaktadır.
Eğitim.
Türkiye'de genel cerrahi uzmanlığı, 6 yıl süren Tıp Fakültesi eğitiminin ardından alınan 5 senelik uzmanlık eğitimiyle toplam 11 yıldır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12417",
"len_data": 1138,
"topic": "HEALTH",
"quality_score": 3.58
}
|
Çağdaş sanat, 20. yüzyılın ikinci yarısında veya 21. yüzyılda üretilen sanattır. Modern sanatın aksine üretim yöntemlerine ve akımlara göre incelenmesi güç; çevre ve toplum bilincinin ağır bastığı; ağırlıklı olarak küreselleşme, çevre, biyomühendislik, teknoloji, beden, göç, çok kültürlülük, kimlik siyaseti, kültürel bellek, kurumsal eleştiri gibi konularla ilgilenen; 1960'lı veya 1970'li yıllardan (başka bir deyişle modern sanatın veya Modernist dönemin bittiği kabul edilen zamandan sonra) günümüze kadar süregelen ve bir akım veya üslup benzeri birleştirici özellikleri olmadığından genel bir deyişle "çağdaş" olarak adlandırılan sanat biçimleridir.
Geçmişi.
Bir dönem olarak çağdaş sanatın başlangıç tarihi konusunda farklı görüşler olsa da 1850'lerden 1945'e kadar süregelmiş olan modern sanatı takip ettiği kabul edilir. Bazı sanat tarihçileri bunu pop sanatının ortaya çıktığı 1960'lı yıllar ile başlatır. "Çağdaş sanat" teriminin, modernden ayrı ve kendine özgü anlamı ile yayılmaya başlaması ise 1980'lerde oldu, bu kullanım 2000'lere gelindiğinde yaygınlaştı.
Günümüzde tarihteki tüm sanat akımlarında çalışan sanatçılar olduğu gibi modern sanat akımlarına bağlı sanatçılar da vardır; bunlar genellikle çağdaş sanatçı olarak nitelendirilmezler. Bazen Modernizm sonrası sanat için "postmodern sanat" dense de Postmodernizm tarihsel bir dönemle ve estetik bir yaklaşımla ilgili olduğundan çağdaş olarak nitelendirilen tüm eserleri kapsamaz. Başka bir deyişle sanat için "çağdaş", modernizmden sonra gelen ve şu an için postmodernizmi de içinde barındırıp bununla sınırlı kalmayan bir terimdir.
Türkiye'de, İngilizcedeki "contemporary art" teriminin karşılığı olarak çağdaş sanat terimine alternatif olarak, özellikle 1990'larda akademik eğitimle kendi bakışını koparan bir çağdaş sanat akımının ortaya çıkmasıyla "güncel sanat" terimi de kullanılmaya başlanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12418",
"len_data": 1876,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.93
}
|
Modern sanat, genellikle 1880'lerin izlenimcilerinden (empresyonistler) 1960-70'lere kadar devam ettiği kabul edilen sanat dönemidir.
Sanatta modernizmin temelleri, ressamların dünyayı gördükleri gibi temsil etmeyi bırakmalarıyla atılmıştır. Temsil, temel sorun haline gelmiş; sanat kendi kendisini konu haline getirmeye başlamıştır. Sanat eleştirmeni Clement Greenberg de 1960'ta yazdığı "Modernist resim" adlı makalesinde modernizmin özünün, disiplinlerin kendilerine has yöntemlerini, disiplinin kendisini eleştirmek için kullanmak olduğunu; bundaki amacın da o disiplini geliştirmek ve önemini artırmak olduğunu söyler. Örneğin, ilk modernist filozof olarak kabul edilen Immanuel Kant, felsefeyi daha fazla bilgi edinmek için değil, bilginin nasıl mümkün olduğunu sorgulamak için kullanmıştır. Greenberg'e göre, Kant'ın sanattaki karşılığı, ilk modernist ressam, Manet'dir. Manet ve empresyonistler, üzerine resim yaptıkları yüzeyde boya, tuval vb. malzemelerin özelliklerini ve geçtikleri süreçleri saklamamış, aksine öne çıkarmışlar; sonrasında Cezanne eserlerini tuvalin dikdörtgen şeklini göz önüne alarak tasarlamıştır. Böylece doğadaki görüntülerin taklidi yavaş yavaş bırakılmış, temsil ikinci plana atılmıştır. Modern resimde bu şekilde gelinen en son nokta, bir heykel akımı olarak başlayan Minimalizmin etkisiyle yapılan, insan elinin izlerini tümden kaldırarak dümdüz tek renge boyanan, böylelikle içerikten arındırılmaları amaçlanan tuvallerdir.
Modern sanat akımları.
Modern sanat, özellikle geç dönemlerinde keskin çizgilere sahip olmamasına rağmen, çağdaş sanatla karşılaştırıldığında akımlara göre incelenmeye daha uygundur:
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12420",
"len_data": 1644,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 4.28
}
|
Üzeyir Hacıbeyov, Üzeyir Bey Hacıbeyli, Üzeyir Abdül Hüseyin Bey oğlu Hacıbeyov (Azerice: Üzeyir Hacıbəyov, Üzeyir bəy Hacıbəyli, Üzeyir Əbdülhüseyn bəy oğlu Hacıbəyov) (18 Eylül 1885 - 23 Kasım 1948) Azeri Sovyet bestecisi.
Bilim insanı, yazar, tercüman, orkestra şefi olarak tanınan Üzeyir bey bütün doğu aleminde operanın ilk yaratıcısıdır. Büyük müzik alimi olan Üzeyir Hacıbeyli, Azerbaycan’da müzik biliminin esasını koymuştur. SSCB halk artisti (1938), Azerbaycan İlimler Akademisinin akademiki (1945), profesör (1940), Stalin mükafatları sahibi (1941, 1946), Azerbaycan Bestekârlar İttifakının başkanı (1938-1948), Azerbaycan Devlet Konservatuvarının rektörü (1928-1929; 1939-1948), Azerbaycan İlimler Akademisinin Güzel Sanatlar Enstitüsünün müdürü (1945-1948) olmuştur.
Hayatı.
Şuşa kazasının Ağcabedi köyünde doğdu, küçük yaşlarında ailesi Şuşa şehrine göçtü ve ilk tahsilini burada Rus-Tatar (Azeri) okulunda aldı. İlk müzik eğitimini Azerbaycan halk müziğinin bilicisi olan dayısı A. Aliverdibeyov'dan aldı. 1899-1904 yıllarında Gori Öğretmen Lisesi'ne okurken keman ve teori dersleri aldı. Liseyi bitirdikten sonra kısa bir süre Hadrud köyünde (1904), daha sonra ise Bakü'ye göçerek burada öğretmenlik yaptı, gazete ve dergilerde makale ve karikatürleri yayımladı.
12 Ocak, 1908 yılında Bakü'de Hacı Zeynelabidin Tağıyev'in tiyatro binasında, sözlerini büyük şair Füzuli'nin aynı ad altında yazmış olduğu eserinden alınan ve doğuda ilk opera olan "Leyla ve Mecnun" operasını sahneledi.
Daha sonra "Şeyh Sinan" (1909), "Rüstem İle Zöhreb" (1910), "Şah Abbas ve Hurşid Banu" (1912), "Aslı ile Kerem" (1912), "Harun ve Leyla" (1915) adlı operalarını ve "Karı ile Koca" (1909, 1910'da sahnelendi), "O Olmazsa Bu Olsun / Meşhedi İbad" (1910, 1911'da sahnelendi) ve "Arşın Mal Alan" (1913) adlı müzikalleri besteledi.
1911 yılında müzik eğitimini önce Moskova daha sonra Sankt-Peterburg Konservatuvarı'nda sürdürdü.
1921'de Bakü'de Azeri oğrenciler için ilk müzik okulu olan Azerbaycan Devlet Türk Müzik Okulunu kurdu. Okul 1926 yılında Azerbaycan Devlet Konservatuvarına katıldı.
Eserlerinde, Azeri halk müziğini çağdaş bir şekilde yorumlayarak kullanan Hacıbeyov, aynı zamanda bir yazar ve şairdir. Eserlerinin metinlerini kendi yazmıştır. Hacıbeyov'un Azeri halk müziğinin esasları ile ilgili eserleri okullarda ders kitapları olarak okutulmaktadır. Hacıbeyov, 1937 yılında "Köroğlu" operasını besteledi. Bu eser "Arşın Mal Alan" müzikali ile birlikte SSCB döneminde "Devlet Mükafatı"na layık görüldü. Hacıbeyov, Azerbaycan Besteciler Kurumu Başkanlığı yaptı ve Sovyetler Birliği Yüksek Prezidium üyeliğine de getirildi.
Üzeyir Hacıbeyov Azerbaycan halk edebiyatını ve müziğini klasik batı müziği ile birleştirerek klasik müziğin halk arasında sevilmesini sağlamıştır. Bu şekilde batı kaynaklı klasik müziğin Azerbaycan kültüründe kendine özgü bir yeri olmuştur.
Besteci Hacıbeyov'un eserleri arasında, Azerbaycan Milli Marşı da bulunmaktadır. Besteci, 1948 yılında öldü.
Doğum günü 18 Eylül Azerbaycan'da Müzik Günüdür.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12434",
"len_data": 3031,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.3
}
|
Türk müziği, Türklerin Orta Asya'dan beri geliştirdikleri, bugünkü özellikleri Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde belirginleşen müzik tarzı. Musiki, Osmanlı döneminde halk ve üst kültür çevrelerinde birbiriyle ilişkili, fakat karakterleri farklı iki ana dal olarak gelişmiştir. Osmanlı'nın son dönemindeki modernleşme hareketleriyle Batı etkisi görülmeye başlanmış, bu etki Cumhuriyet döneminde daha da artmıştır.
Orta Asya Türk müziği.
Türklerin İslamiyet'i kabullerinden çok önce dinî törenleri yöneten şaman, kam ya da baksı, elinde belirli sesler çıkaran demir parçalarının bağlı bulunduğu bir değnekle topluluğu etkiliyordu. Bu törenlerde davulun da önemli bir yeri vardır.
Çin'in kütüphane, Hun Türkleri'nde, Uygur Türkleri'nde, Selçuklu Hanedanı'nda ve Osmanlılar'da müziğe büyük yer ve önem veriliyordu. Ozanları ve kopuzcuları olmayan hiçbir Selçuklu ordusu yoktur. Yine Eski Türk Hakanlarının saraylarında ve ordugahlarında musiki takımları 9 kök denilen eserleri her gün çalardı.
Geleneksel Türk müziği.
Geleneksel Türk müziği, Osmanlı döneminde halk ve üst kültür çevresinde gelişen olmak üzere ikiye ayrılır. Geleneksel olarak Türk müziği çeşitli ortamlarda şöyle belirir:
Halk müziği ve "klasik" Türk müziği arasında çok önemli bir bağ vardır. Nitekim türkülerin pek çoğunda klasik musiki makamları kullanılmıştır. Aynı şekilde, türkü, köçekçe, oyun havası, sirto, vb. halk musikisi formları klasik Türk musikisinde kullanılmıştır. İsmail Dede Efendi, Şakir Ağa, Şevki Bey gibi büyük klasik musiki bestekârlarının hemen hepsinin halk musikisi formlarını kullandıkları gözlemlenir.
Türk halk müziği.
Türk halk müziği örnekleri genelde sözlü olmakla beraber, sözsüz dans müziklerini de içerir.
Halk türkülerinin ölçülü olanına kırık hava, ölçüsüz olanına uzun hava denir. Uzun havalar Anadolu'nun değişik bölgelerinde bozlak, türkmani, maya, hoyrat, divan, ağıt gibi adlarla anılır. Bunlar genellikle Karacaoğlan, Ruhsati, Sümmani ve daha birçok tanınmış halk ozanının deyişleri üzerine yakılmıştır.
Kırık havalar ise koşma, yiğitleme, güzelleme, taşlama, ninni ve daha başka adlar altında kümelenir. Bunlar da genellikle gurbet, ayrılık, sıla hasreti, ölüm, askere gidiş, yiğitlik, düğün, çocuk sevgisi, kız kaçırma gibi köye has toplumsal bir olayı konu alır, sadelik, içtenlik, duygululuk gibi özellikler gösterir, yerel renkler taşır. Türk halk müziğinin melodi yapısı incelendiğinde bu melodilerin ses genişlikleri bakımından bir oktav (sekiz ses sınırı) tamamlayan dizi ve tonaliteyi kesin şekilde belirtmeyen ikili ile beşli aralıkları içinde yapılandırılmış olduğu görülür. Bununla birlikte dizi ve tonaliteyi belli eden sekizli ve daha geniş sınırlı melodiler de çoktur. Basit ve birleşik ölçülerden başka aksak ölçüleri içeren Türk halk müziği, ezgiler ve formlardan oluşur.
Klasik Türk müziği.
Osmanlılar yalnız musiki sanatına değil musiki ilmine de büyük önem verdiler. Türk müziğinin Arap, Acem, eski Yunan ve Bizans asıllı olduğunu ileri sürenler vardır. Ancak Klasik Türk müziği genel nitelikleri bakımından Türk asıllıdır. Osmanlı uygarlığı her alanda büyük bir sentez geliştirdiği gibi, Türk müziği potasında yerel pek çok renk bu müziğin parçası haline gelmiş ve bunun karşılığında da Osmanlı musikisi devletin kapsadığı topraklar ve ötesine büyük etkilerde bulunmuştur.
İstanbul'un alınmasından sonra Topkapı Sarayında kurulan Enderun Musiki Mektebi ve özel meşkhanelerde eğitime geçilmesiyle daha belirli olarak kurallaşan ve klasik bir müzik niteliği kazanan Klasik Türk müziği altı dönemde incelenir. Birinci dönem; hazırlayıcı dönemdir ve başlangıcından Meragalı Abdülkadir'e (1360-1435) kadar uzanan dönemdir. İlk klasik dönem, ikinci klasik dönem, yeni klasik dönem gibi dönemlerden günümüze gelir.
Klasik Batı müziği.
Türkiye'de Cumhuriyet Döneminde girişilen devrim hareketleri sanat konularına da yöneldi. Daha çok Klasik Batı müziğine önem verilirken, 1924'te Ankara'da Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Osmanlı sarayındaki müzik topluluğu başkente getirilerek Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası adıyla konserler vermesi sağlandı ve yetenekli gençlerin gelişmiş Avrupa ülkelerine gönderilip yetiştirilmesi hareketi başladı. İstanbul'da çalışmalarını sürdüren Darrültalimi Musiki adlı okul yeni bir yönetmelikle konservatuvar haline getirildi.
Çok sesli sanat müziğinde sesini Batı'da ilk duyuran Türk sanatçı Cemal Reşit Rey oldu. Öğrenimlerini devlet adına yurt dışında yapan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses dönüşlerinde Ankara Musiki Muallim Mektebi'nin öğretmen kadrosuna katıldılar. Bu sanatçılar Türk Sanat Tarihinde Türk Beşleri olarak anıldılar. Eserlerinde genellikle batı müziği ilkeleri halk müziğinden gelen ögelerle birleştirilmiştir. Ahmet Adnan Saygun'un Özsoy adlı bir perdelik operası 1924'te Ankara Halkevi'nde sahnelendi. Aynı bestecinin ikinci eseri Taşbebek de 1934'te başarı ile oynandı. Opera ve bale temsillerini gerçekleştirmek amacı ile Ankara Devlet Konservatuvarı'na bağlı bir Tatbikat Sahnesi 1940 yılında çalışmalarına başladı. Yetenekli gençlerin seçimi ile eğitime geçildi. İzleyen yıllarda Ahmet Adnan Saygun' un Kerem, Nevit Kodallının Van Gogh ve Gılgamış, Sabahattin Kalender'in Nasrettin Hoca, Ferit Tüzün'ün Çeşmebaşı eserleri sergilendi. Ankara'dan sonra İstanbul ve İzmir'de kurulan devlet konservatuvarları eğitime başladı.
1940 yılından bu yana genç yetenekler için uygun bir ortamın doğuşu yurt dışında da ün ve ilgi derleyen yorumcuların yetişip gelişmesini sağladı. Soprano Leyla Gencer, bariton Orhan Günek bu hareketin öncüleri oldular. Onları bas yorumcusu olarak Ayhan Baran, soprano Ferhan Onat ve soprano Suna Korat izlediler. Enstrüman yorumcusu olarak piyanist Ergican Saydam, kemancı Ayla Erduran, Suna Kan, piyanist Ayşegül Sarıca, İdil Biret, Hülya Saydam ve Verda Erman yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da büyük ilgi gördüler.
Diğer türler.
Türk pop müziği.
Türk pop folk müziği iki kısımda incelenir: Anadolu Rock ve Anadolu pop. Türkülerin batı enstrümanları ile söylenmesi sonucu oluşmuş müzik türüdür. En önemli temsilcisi Modern Folk Üçlüsüdür. Selda Bağcan bu akımda önemli bir yer tutar. Kubat, Ayşegül, Orhan Hakalmaz ve Yavuz Bingöl bu akımda yer alan diğer günümüz sanatçılarıdır. Pop folk olarak adlandırılan Balkan ve Orta Doğu müziği etkili Arabesk müzikten tamamen ayrışmıştır.
Arabesk müzik.
Fransızcadan Türkçeye geçen "arabesk" sözcüğü "Arap tarzı" anlamına gelir. Arabesk, Arap müziği değil; Arap ezgilerinden ve usûllerinden esinlenen bir Türk müziği türüdür. Klasik Arap müziğinin Klasik Türk müziğinden geniş ölçüde ayrılması sebebiyle Arap müziği Türkiye'de benimsenmemiş, fakat sonra Türk sanat müziği ve Türk halk müziğine Arap ezgileri ve usûlleri eklenerek arabesk müzik doğmuştur. Ayrıca bu müzik tarzı, toplumun kırsal kesiminin konuştuğu dili iyi kullanmış, tasavvufa dayalı bir literatür de oluşturmuştur.
Fantezi müzik.
Türk sanat müziği kalıplarının dışına çıkılarak oluşturulan, Türkiye'ye özgü bir müzik türü. Özellikle seksenlerde parlayan bu tarzdaki eserler; serbest yapıda, çoğunlukla birkaç bölümlü, her bölümü başka bir tempo ya da ayrı bir usulle bestelenmiş şekildedir.
Türkçe rap.
Türkçe sözlü rap müzik 1980'li yılların sonunda, 1990'lı yıllarda patlama yaşamış bir müzik türüdür.
Türk müziğinde yöresel tarzlar.
Türkiye'de her tür hemen hemen her bölgede görülmekte olup bölgeler arasında bazı farklar da görülmektedir. Türkiye'deki yörelere göre müzik tarzları şu şekildedir;
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12435",
"len_data": 7477,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.68
}
|
Dîvân-ı Hümâyun (Osmanlı Türkçesi: ديوان همايون), Osmanlı İmparatorluğu'nda 15. yüzyıl ortalarından 17. yüzyılın yarısına kadar en önemli yüksek karar organı. İmparatorluğun yıkılışına kadar varlığını korusa da 17. yüzyıldan sonra önemini kaybetmiş ve 19. yüzyılda II. Mahmud'un teşkilat reformuyla kabine sistemine geçilerek Divan-ı Hümayun sembolik hale gelmiştir. Sadrazam, kubbealtı vezirleri, Rumeli beylerbeyi, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, Rumeli ve Anadolu defterdarları, nişancı ve vezirlik rütbesine sahip olan yeniçeri ağası ve kaptan-ı derya'da divanın asli üyeleri arasında yer alırdı.
Başlangıçta bir devlet dairesi olan divan, İran devlet geleneğinin de etkisiyle sonradan kurul biçimine dönüşmüştür. Devleti işlerinin görüşüldüğü asıl divan, Divan-ı Humayun haricinde, toplanış yerine ve amacına göre farklı isimler almıştır. Bunlar:
Divan-ı Hümayun.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, padişah sarayında toplanan ve şimdiki Bakanlar kurulu gibi memleketin önemli işlerini gören, bu arada müracaat dilekçelerini de kabul ederek bir çeşit yüksek mahkeme vazifesi de gören kurumdur. Dîvân-ı Hümâyûn, Topkapı Sarayındaki Kubbealtı dairesinde toplanırdı. Kuruluşu, Orhan Gazi dönemindedir. Devletin ilk zamanlarında devlet işleri ya doğrudan doğruya padişahlar tarafından ya da sadrazamlar tarafından görülürdü. İstanbul'un alınmasından sonra, devlet işlerinin çoğalması, böyle bir divanın kurulmasını gerekli kılmıştır.
Osmanlı Devleti'nin merkez teşkilâtının üç büyük temel unsurundan biri de, Dîvân-ı Hümâyûn ve kalemleridir. Diğerleri Bâb-ı âsafî ve kalemleri ile Bâb-ı defterî ve kalemlerinden meydana gelmektedir. Dîvân-ı Hümâyûnda, imparatorluğa ait siyasi, idari, askerî, örfî, şer'î, adlî ve malî işler, şikâyet ve davalar görüşülüp, ilgililer tarafından tetkik edildikten sonra, bir karara bağlanırdı. Dîvân, hangi dil ve millete mensup olursa olsun, her sınıf halka, kadın erkek herkese açıktı. Devletin idari, siyasi ve örfî işleri doğrudan doğruya; diğerleri, bir müracaat, bir itiraz veya bir lüzum üzerine tetkik edilirdi. Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahallî kadılarca haklarında yanlış hüküm verildiğini iddia edenler, vakıf mütevellîlerinin haksız muamelelerine uğrayanlar, idari veya askerî âmirlerden şikâyeti olan herkes ve diğer davacılar Dîvân-ı Hümâyûna bizzat başvururlardı. Bütün davalar burada tarafsızlıkla görülürdü. Ayrıca, harp ve sulh gibi kararlar dîvânca verildiği gibi, bütün mühim devlet işleri de burada müzakere edilir ve neticelendirilirdi. Dîvânda bitmeyen veya padişaha arza muhtaç olmayan gerek resmî ve gerek hususî işler, padişahın mutlak vekili olan veziriâzamın İkindi Dîvânı'nda müzâkere edilir ve karara bağlanırdı.
Dîvân-ı Hümâyûn, mutad toplantılarından başka, kapıkulu askerlerine ulûfe dağıtımı için üç ayda bir fevkalâde olarak toplanırdı. Gelen yabancı elçiler de, bu vesile ile sadrazamla görüşürler ve daha sonra padişahın huzuruna çıkarlardı. Buna, Galebe Dîvânı denirdi. Padişahın, teb'asıyla ve bilhassa askerî sınıflarla aracısız olarak görüşmesi gayesiyle, tahtın, Bâbüssaâde denilen, sarayın üçüncü kapısı önünde kurulması suretiyle akdedilen olağanüstü toplantılara ise, Ayak Dîvânı denirdi. Ayak dîvânları, ekseriya ihtilal veya karışıklık zamanlarında olurdu. Hükümdar, burada halkla veya askerle doğrudan doğruya temas eder, dertlerini dinlerdi. Ayak Dîvânının, mühim ve acele işleri müzakeresi ve derhal bir karara varılması için, hükümdarın veya serdâr-ı ekremin başkanlığında, saray dışında ve mesela sefer zamanlarında ordunun bulunduğu yerde toplandığı da olurdu. Bu sırada müzakerelere, yalnız devlet adamları ve tecrübeli komutanlar katılırdı.
Fatih devrine kadar, dîvâna bizzat padişahlar başkanlık ederlerdi. Daha sonra padişah adına veziriâzamlar (Baş Sadrazamlar) başkanlık etmişlerdir. Padişah nerede bulunursa, dîvân orada toplanırdı. Yalnız veziriâzam seferde bulunurken, büyük dîvân onun başkanlığında toplanırdı. Fatih zamanında da dîvân her gün toplanmakta olup, haftada dört gün padişahın huzuruna arza girilirdi. Dîvân-ı Hümâyûn toplantıları, 16. yüzyıldan sonra haftada dört güne inmiştir. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli'nin yazdığına göre, Üçüncü Murad Han zamanına kadar, haftada dört gün dîvân toplanır ve bu dîvân toplantılarından sonra dört defâ da arza girilirken, dört defa arza girmek çok görüldüğünden, arz günleri, ikiye indirilmiştir.
Toplantı, Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı günleri yapılırdı. Bu dört günde, Dîvân-ı Hümâyûn üyeleri, saraya gelip işlere bakarlardı. Pazar ve Salı günleri müzakerelerden sonra veziriâzam ile diğer vezirler, kazaskerler ve defterdarlar, Arz Odası'nda padişahın huzuruna kabul olunarak, dîvân işleri hakkında her biri ayrı ayrı izahat verirdi. Dîvân heyetine, vezir rütbesinde olmadıkça, Yeniçeri Ağası katılamazdı. Vezir olmayan Yeniçeri Ağası, arz günlerinde dîvân üyelerinden önce arza girip, Yeniçeri Ocağına dair söyleyeceğini söyler, sonra maiyetiyle beraber, ağa kapısına girerdi. Dördüncü Mehmed’in padişahlığı ve Fazıl Ahmed Paşanın sadrazamlığı zamanında, evvelâ Avusturya (II. Viyana Kuşatması) ve sonra Leh seferleri dolayısıyla padişah Edirne’de bulunduğundan, dîvân müzakerelerini, yalnız arz günlerine inhisar ettirerek, haftada iki gün, yani Pazar ve Salı günleri toplanması kararlaştırılmıştı. Padişah, 1677’de İstanbul’a gelince, yine aynı surette haftada iki gün olarak devamı emredilmişti. Bu durumda devlet işleri, yavaş yavaş sadrazamların İkindi Dîvânı'na yükletilmiş oluyordu. İkinci Ahmed’in saltanatının son senelerinde, haftada iki gün toplanan dîvânın azlığı ve iş sahiplerinin mağduriyeti göz önüne alınarak, bu hükümdarın emriyle, dîvân toplantıları yine haftada dört gün olmuştu.
Dîvân toplantılarının, 18. yüzyıl başlarında, Üçüncü Ahmed Han zamanında, haftada ikiye ve sonra bire indiği görülmektedir. Daha sonraki devirlerde dîvân toplantıları, büsbütün terk edilerek işlerin halli sadrazam dîvânına bırakılıp, padişahların iradeleri alınmak için, hükümdara telhisçi gönderilmek suretiyle, Paşa Kapısı'nda görülür olmuş ve dîvân akdi üç ayda bir, kapıkulu ocaklarına maaş verme ve yabancı elçi kabulü şekline dönüşmüştür.
Dîvân-ı Hümâyûnun Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı denilen binasını, Kanuni Sultan Süleyman zamanında veziriâzam Damat İbrahim Paşa yaptırmıştır. Bundan evvel, sonradan Eski Dîvânhâne denilen başka bir dîvân toplantısı yeri bulunmaktaydı. Dîvân-ı Hümâyûn binası, ikinci yer veya alay meydanı denilen orta kapı ile Bâbüssaâde arasındaki sahada sol kısımdadır. Kubbealtı veya Dîvân-ı Hümâyûn binası, esas itibarıyla, üç kubbe altındadır. Bu üç kubbeden birisi, dîvân üyelerinin toplandığı müzakere salonudur. Burada, üyelerin oturacağı yerler bellidir. Bu salonda veziriâzam ile diğer vezirlerin oturdukları yerin üstünde, padişahların dîvân toplantılarını gizlice dinledikleri “Kasr-ı Adl” denilen kafes pencereli yer bulunmaktadır.
Dîvân-ı Hümâyûn, 18. yüzyıldan sonra önemini kaybetmesine rağmen, büsbütün ortadan kaldırılmayarak, imparatorluğun sonuna kadar muhafaza edilmiştir.
Dîvân-ı Hümâyûn Üyeleri.
Kubbealtı vezirleri.
Veziriâzamdan sonra gelen diğer vezirler ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir vb. şekilde adlandırılırdı ve sayıları yediye kadar çıkabilirdi. Dîvân müzakerelerinde ve siyasi herhangi bir işin halinde de tecrübeli devlet adamları olan bu kubbe vezirlerinin fikirlerinden istifade edilirdi.
On yedinci yüzyılın başlarından itibaren defterdar, nişancı ve kaptan paşaların vezirlikleriyle beraber, vezirlerin adedi artmıştır. Hatta bazı beylerbeyliklere tayin edilen kişilere de vezirlik rütbesi verilmiştir.
Defterdarlar.
Fatih Kanunnâmesi'ne göre defterdar, padişahın malının vekilidir. Defterdarlık teşkilâtına “Bâb-ı Defterî” de denilir. Başdefterdardan sonra Anadolu malî işlerini görmek için Anadolu Defterdarı geliyordu. Yavuz Sultan Selim devrinde, buraların malî işlerini görmek üzere, Halep'te bir defterdarlık daha kuruldu. Fakat bu, devlet merkezinde değildi. On altıncı yüzyıl ortalarında, devlet merkezinde, Şıkk-ı Sânî adı ile bir defterdarlık daha kurulmuştur. Bu şekilde Başdefterdar, Anadolu Defterdarı ve Şıkk-ı Sânî isimlerinde üç defterdarlık olmuştur.
Dîvân-ı hümâyûn, sabah erkenden toplanır ve kuşluk zamanına ve bazen de öğleye kadar devam ederdi. Dîvân-ı hümâyûna gelecek olan devlet adamları, sabah namazını çoğu zaman Ayasofya Camii'nde kılar, Yeniçeri ocağı ile süvari bölük ağaları ve bir miktar yeniçeri, sarayın Bâb-ı Hümâyûn denilen ve Ayasofya Camii'ne bakan kapısı önünde iki sıra üzerine dizilirler, dîvân erkânı, namazdan sonra buradaki yerlerini alırlardı. Bu sırada duacı dua ettikten sonra Bâb-ı Hümâyûn kapıcıları, kapıları açarlardı. Dîvân-ı hümâyûnda, dîvân üyelerinden başka Reis-ül Küttab, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, büyük ve küçük tezkireciler ve tercümanlar hizmet görürlerdi. Dîvânda nişancı, tuğra çekilmesi lâzım gelen ferman, berat, menşur gibi evraka tuğra çekerdi. Örfî işleri ise, veziriâzam kararlaştırırdı.
Sadaret Kethüdalığı.
1835 yılında, Umûr-ı Mülkiye Nezareti ve 1837 yılında Dahiliye Nezareti olmuştur. Şimdiki içişleri bakanlığıdır.
Reis-ül Küttab.
Reis-ül Küttab makamı oluşturulmadan evvel, bu makama ait görevleri Nişancı yürütmekteydi. Fakat imparatorluğun dış ilişkilerin gelişmesiyle birlikte 17. yüzyılda Nişancı'nın vazifelerini üstlenir şekilde Reis-ül Küttab makamı oluşturuldu. 1836 yılında, Umur-ı Hâriciye Nezareti olmuştur. Bu makam günümüzdeki Dışişleri Bakanı'na denk düşen görevleri yürütmekteydi.
Çavuşbaşılık.
1836 yılında, Deâvî Nezareti ve 1870 yılında Adliye Nezareti olmuştur.
Yeniçeri Ağalığı.
1826 yılında Seraskerlik, 1908 yılında Harbiye Nezareti olmuştur. Osmanlı Devleti'nin askeri işlerinden sorumludur. Bugünkü genelkurmay başkanı hükmündedir.
Kaptan-ı Deryâlık.
1878'den sonra, "Bahriye Nezareti" olmuştur. Osmanlı Devleti'nin her türlü deniz işlerine bakardı. Deniz yoluyla fethedilen yerlerin kayıtlarını tutardı.
Daha sonraları kabineye, "Şeyhülislâm" da dâhil edilmiştir.
Divân-ı Hümâyûn Kalemleri.
Dîvân-ı hümâyûnda Reis-ül Küttablık ile onun maiyeti olan beylikçinin nezaretleri altında, Dîvân-ı hümâyûn kalemleri bulunmaktaydı.
Amedî Kalemi.
Reis-ül Küttab'ın hususî kalemi olup, aynı zamanda, bütün dış işleriyle meşgul olur ve sadrazamlıkla sarayın irtibatını sağlardı. Padişahın kendisine sadrazam tarafından yazılacak tahrir, telhis ile yabancı devletlerle yapılacak antlaşmalara dair ahidnâme ve musâlahanâme (antlaşma, sözleşme vb.) suretleri, sadrazam tarafından yabancı devletlere gönderilen mektup müsveddeleri ve protokoller, elçi, konsolos, tercüman ve yabancı tüccarlara ait yazışmalar, burada yazılır ve bu kalemde saklanırdı.
Beylikçi(Divân Kalemi).
Dîvânda müzakere olunup karara bağlanan işlerin, gereken yerlere havalesi ve dîvân sicillerinin tutulmasıyla vazifeliydi. Ferman ve beratlar burada yazılırdı. Beylikçi, yazı işlerinden dolayı Reis-ül Küttab'ın emri altında bulunurdu.
Tahvil Kalemi.
Bu kaleme, Nişan Kalemi veya Kese Kalemi de denilmektedir. Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi beratlarıyla, vilayet kadılarının beratları, zeamet ve tımarların kayıtları hep burada tutulurdu.
Rüûs Kalemi.
Genellikle küçük berat olarak tarif edilir. Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi ve vilayet kadısı derecesine çıkmış, ilmiye sınıfı hariç olmak üzere, bütün devlet memuriyetlerine intisab edenlerin (girenlerin) veya kendilerine evkaftan vazife verilenlerin muameleleriyle meşgul olur ve kayıtlarını tutardı. Tahvil ve Rüûs kalemleri, bugünkü özlük işlerinin görevini yaparlardı.
Teşrifâtçılık Kalemi.
Dîvân-ı hümâyûndaki mühim vazifelerden biri de teşrifatçılık idi. Gerek sarayda ve Dîvân-ı hümâyûnda, gerekse sadrazam konağında yapılan merasimlerde, elindeki defter gereğince protokolü tatbik ederdi. Teşrifât, resmî günlerde devlet rical ve memurlarının bulunacakları sıra ve sınıflar demektir. Arapça teşrifin çoğuludur. Günümüzde protokol olarak kullanılmaktadır. Bu işi yapana, teşrifâtçı, teşrifâti veya teşrifâtî-i dîvân-ı hümâyûn denirdi.
Vak'anüvislik Kalemi.
İsmiyle resmî bir memuriyet ve kalemin kuruluşu, 18. yüzyıl başında ortaya çıkar. Bu kalem, devlet işlerine ait, verilen vesikaları tetkik ve kaydederdi. İlk meşhur vakanüvis tarihçi, Mustafa Nâimâ Efendidir.
Mühimme Odası Kalemi.
1797 tarihinde çıkan nizamnâmeyle, dîvân veya beylikçi kalemlerindeki Mühimme Nüvislerin (yazanların), bir yerde çalışmaları için Mühimme Odası veya Mühimme Kalemi kurulmuştur.
Dîvân-ı hümâyûn kalemlerinin şeflerine Hâcegân ve bir kalemin en kıdemli memuruna Halîfe denirdi.
Mühimme Defterleri.
Dîvân-ı hümâyûnun muntazaman toplandığı zamanlarda her dîvân toplantısında görüşülen siyasi, içtimaî, malî, idari ve örfî kararların kayıtlarını ihtiva eden defterlere “mühimme defterleri” denirdi. Dîvân toplantılarında zabıt tutma usulü olmayıp, görüşülen işin neticesi, yani karar sureti, dîvân kâtipleri tarafından kaleme alınırdı. Bu karar suretini daha sonra Reis-ül Küttab gözden geçirip tashih eder ve daha sonra icab eden yere yazılır ve en son olarak nişancı tarafından, hüküm veya fermanın tuğrası çekilirdi. Dîvân-ı hümâyûn işlerinin Bâbıâlî'ye nakli sırasında, mühimme defterleri de, oraya taşınmıştır. Elde mevcut mühimme defterleri, 16. yüzyıl ortalarından başlamaktadır.
Mühimme defterleri.
Mühimme defterleri de birkaç çeşittir. Biri normal dîvân görüşmelerine ait olan defterlerdir. Diğer bir mühimme defteri de "“Mektûm Mühimme Defteri"” olup, adından da anlaşılacağı üzere, gizli yazılan hüküm ve fermanlarını içerir. Bunlardan elde mevcut olanlar, 18. yüzyıldan başlamaktadır. Savaş zamanlarında lâzım olan defterler, sadrazam ve serdâr-ı ekremle (başkomutan) beraber sefere gönderildiğinden, seferdeki görüşmelere ait tutulan mühimme defterlerine "Ordu Mühimmesi" denilmektedir. Sadrazamın seferde bulunması dolayısıyla, devlet merkezinde Rikab-ı Hümâyûn (Sadaret) Kaymakamının başkanlığı altında toplanan dîvân veya meclisteki görüşmelere ait tutulan defterlere, "“Rikab Mühimmesi”" ismi verilmiştir.
Ahkâm defterleri.
Bazen bir eyalete ve bazen muhtelif eyaletlere ait olarak tutulmuşlardır. Bu defterlerde valilere, kadılara ve saireye hitaben yazılan hükümler bulunmaktadır. Aynı zamanda mühimme defterini tutan kişi de bu defteri tutan kişi aynıdır. İkisini de nişancı tutar ve defterdar belli aralıklarla kontrol eder.
Tahvil defterleri.
Bu defterlerin pek çok çeşitleri vardır. Tahvil muameleleri, sadrazamın emrini müteakip en son olarak yapılırdı.
Rüûs defterleri.
Rüûs, genellikle, küçük memuriyet, vazife veya mültezimlere o işin verildiğini gösteren tayin vesikası olarak, küçük berat şeklinde tarif edilmektedir. On altıncı yüzyıl rüûs defterlerinde, büyük memuriyetlere ait beratlar da bulunmaktadır. Rüûs defterlerinin kadı, mukâtaât, rikab, vakıf, müderrislik ve zeamet rüûsu gibi çeşitleri bulunmaktadır.
Bu belli başlı defterlerin dışında, pek çok Dîvân-ı hümâyûn defteri de bulunmaktadır.
Ayrıca: divan-ı mezalim önemli ağır siyasi suçlara başkanlığını yaptığı bu mahkemeler yapmaktadır. ayrıca halktan gelen şikayetleri de bizzat hükündarların başkanlık mezalim divanı bakardı. Aslında devlet hazinesinin büyük yardımcısı denilebilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12437",
"len_data": 15046,
"topic": "HISTORY",
"quality_score": 3.61
}
|
Divan (), Divan edebiyatı şairlerinin belli bir düzene göre şiirlerini topladıkları yapıt.
Etimoloji.
Sözcük Farsçadan Arapça, Türkçe, Urduca ve diğer İslam milletlerinin dillerine girmiş, oralardan da komşuları olan gayri müslim unsurlara ve batı dillerine yayılmıştır. Farsçadaki "yazan, yazmak" anlamındaki "dibir" kelimesinden gelen kelimenin edebîyatta iki anlamı vardır:
Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan" adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır. En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur. Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre dizilir. Yani elif'ten başlayıp ye harfine kadar. Her harften en az bir şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de olmuştur.
Divan düzeni.
Her divan belli bir nizama göre düzenlenir. Divan edebiyatında bu sıralama ortaktır ve çoğu zaman bunlara uyulur. Bazen şairler bu bölümlerin her birinde ayrı ayrı eser vermez. O zaman kitabı "divânçe" adıyla anılır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12438",
"len_data": 1181,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.59
}
|
Divan, Klasik Türk müziğinde en az üçer kıtalık şiirlerden bestelenen şarkıları tanımlar. Bu kıtalar birbirlerinden ara nağmelerle ayrılır. Her kıtanın başında genellikle "ah", "yâr" gibi bir terennüm sözcüğü eklenir. Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak şekildedir. Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü vermesi amacıyla tümüyle ritimsiz olarak bestelenir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12439",
"len_data": 364,
"topic": "CULTURE_ART",
"quality_score": 3.58
}
|
Mustafa Örsan Öymen (1 Mayıs 1938, Ankara - 22 Temmuz 1987, Bodrum), Türk gazeteci, televizyoncu.
1 Mayıs 1938'de Ankara'da doğan Öymen, 1950 ve 1960'lı yıllarda Tercüman, Dünya, Ulus, Öncü gazetelerinde çalıştı. Uzun yıllar Alman Radyo Televizyonu'nda (WDR) radyo programcılığı, muhabirlik ve yorumculuk yaptı. Gisela Öymen'le evlendi. Türkiye'ye 1969'da dönen Öymen, TRT'nin yapılanmasında önemli rol oynadı, Söz Meclisten Dışarı programını yaptı. Günaydın gazetesinde "06 Ankara" adlı köşesinde yazan Örsan Öymen, ağabeyi Altan Öymen ile Anka Haber Ajansı'na da destek verdi. 1973'te Milliyet'te özgün politik taşlamalarını "Politika Kazanı" başlığıyla yazmaya başladı. Burada çalıştığı süreçte Uğur Mumcu ile beraber ortak araştırmalar yaptı. Öymen, 22 Temmuz 1987'de Bodrum'da geçirdiği kalp krizi sonucu 49 yaşında öldü. Hikmet Bila, "Örsan Öymen ve Politika Kazanı" (1999) adlı kitabında Öymen'i ve yazılarını anlatmaktadır.
Hıfzırrahman Raşit Öymen'in oğlu, gazeteci ve CHP Eski Genel Başkanı Altan Öymen'in kardeşi, Onur Öymen'in amcasının oğlu, Bilsay Kuruç'un dayısının oğludur.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12440",
"len_data": 1089,
"topic": "POLITICS",
"quality_score": 3.4
}
|
Biyomühendislik veya biyoloji mühendisliği, kullanılabilir, somut ve ekonomik olarak uygulanabilir ürünler yaratmak için biyoloji ilkelerinin ve mühendislik araçlarının kullanımıdır. Biyolojik yapıların mühendislik bakış açısıyla birleştirilip sağlık, çevre, gıda ve tarım gibi birçok alanda yaşanan problemlere çözüm arar. Biyomühendislik, kütle ve ısı aktarımı, kimyasal kinetik, biyokatalizörler, biyomekanik, biyoenformatik, ayırma ve saflaştırma süreçleri, biyoreaktör tasarımı, yüzey bilimi, akışkanlar mekaniği, termodinamik ve polimer bilimi gibi bir dizi kuramsal ve uygulamalı bilim dalının bilgisini ve uzmanlığını kullanır. Tıbbi cihazlar, teşhis aletleri, biyouyumlu malzemeler ve kataliz tasarımında, yenilenebilir enerji, ekoloji mühendisliği, ziraat mühendisliği, proses mühendisliğinde ve toplumların yaşam standartlarını iyileştiren diğer alanlarda biyomühendislik uygulamaları kullanılmaktadır.
Biyomühendislik araştırmalarına çeşitli kimyasalları üretmek için tasarlanmış bakteriler, yeni tıbbi görüntüleme teknolojileri, taşınabilir ve hızlı teşhis cihazları, protezler, biyofarmasötikler ve doku mühendisliğiyle üretilmiş organlar örnek verilebilir. Biyomühendislik, diğer mühendislik ve teknoloji alanlarının çeşitli bilim dallarıyla (uzay mühendisliği ve uzay teknolojilerinin kinetik ve astrofizikle ilişkisi gibi) ilişkisine benzer bir şekilde biyoteknoloji ve biyomedikal bilimlerle büyük ölçüde örtüşmektedir.
Biyomühendisler genel olarak çeşitli ürünleri üretmek için biyolojik sistemleri taklit etmeye ya da biyolojik sistemleri değiştirmeye ve kontrol etmeye çalışmaktadır. Doktorlar, klinisyenler ve araştırmacılarla birlikte çalışan biyomühendisler, kimyasal ve mekanik süreçleri değiştirme, büyütme, sürdürme veya tahmin etme yolları da dahil olmak üzere biyolojik süreçleri ele almak için geleneksel mühendislik ilkelerini ve tekniklerini kullanır.
Tarihi.
İkinci dünya savaşı zamanında mühendisliğin alt dallarından biri olarak çok az bilinen biyomühendislik savaştan sonra hızla ilerleyerek bir bilim dalı olamaya başlamıştır. Biyomühendislik terimi ilk defa bilim adamı Heinz Wolff tarafından Tıbbi Araştırma Enstitüsü'nde ortaya atılmıştır. Wolff aynı yıl mezun olduktan sonra üniversitede Biyoloji Mühendisliği Bölümünde müdür olarak işe başlamıştır. Böylece biyomühendislik bir üniversitede bilim dalı olarak ilk kez kabul edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk biyolojik mühendislik programı 1966'da San Diego'daki California Üniversitesi'nde okutulmaya başlanmıştır.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12446",
"len_data": 2518,
"topic": "SCIENCE_TECHNOLOGY",
"quality_score": 3.89
}
|
Albert Camus (; d. 7 Kasım 1913 - ö. 4 Ocak 1960), Fransız yazar ve filozof.
Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur. Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında öldü.
Hayatı.
Çocukluğu ve gençliği.
20. yüzyılın en güçlü Fransız yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in (Fransız Cezayiri: O dönemde bir Fransız sömürgesi) Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.
1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus, 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone, bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu. Fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.
1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl "Paris-Soir" dergisi için çalışmaya başladı. II. Dünya Savaşı'nın henüz "Tuhaf Savaş" olarak adlandırılan ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. "Paris-Soir" ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan ""Yabancı" ve "Sisifos Söyleni"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terk edip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.
Edebiyat kariyeri.
Camus II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.
Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.
Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan""ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.
Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insanlık dışı bir sertlik kullanan Sovyet metotlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, idam cezasına karşı savaşını sürdürdü.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.
Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız ""L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel Ödülü'nü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine"" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.
Ölümü.
Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu öldü. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte öldü. Çek şair Jan Zábrana günlüklerinde "güvendiği birisinden Camus'un KGB tarafından öldürüldüğünü duyduğu" söylemiştir. Camus'un biyografisini yazan Olivier Todd iddiaya dair daha sonraki araştırmalarında Sovyet arşivlerinde iddiayı destekleyen bilgi bulamamıştır. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.
Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te ""Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam"" yayımlandı.
Camus'ye göre "absürd".
Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini ""Sisifos Soyleni"de açıklayıp "Yabancı" ve "Veba"" gibi romanlarında da işlemiştir.
Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.
Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. "Mutluluk ve keder", "yaşam ve ölüm", "karanlık ve aydınlık".. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. "Sisifos Söyleni"'de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: "yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan." Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.
Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri.
Bazı eleştirmenler Camus'yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus'nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar:
""Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı "Sisifos Söyleni"dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur". Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiçbir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimist veya aşırı melankolik değildir.
Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:
Camus ve futbol.
Camus'yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:
Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.
|
{
"url": "https://tr.wikipedia.org/wiki?curid=12448",
"len_data": 9835,
"topic": "LITERATURE_POETRY",
"quality_score": 3.56
}
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.